Fatma GÜNGÖR Normal Fatma GÜNGÖR 2 0 2014-01-30T13:41:00Z 2014-01-30T13:41:00Z 77 46901 267340 2227 627 313614 14.00 false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk

 

DÖNEM: 24                                                                 YASAMA YILI: 4

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 62

16’ncı Birleşim

13 Kasım 2013 Çarşamba

 

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane’nin, Kars’ın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, minibüsçülerin problemleri ile kent içi ulaşım sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, 8 Kasım Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

IV.-AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Tekirdağ’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

3.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, uluslararası sözleşmelerin onaylanmasının uygun bulunmasına dair kanun tasarılarının görüşmelerinde maddeler üzerinde konuşma yapılmasının teamüllere uygun olmadığına ilişkin açıklaması

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

7.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ve 21 milletvekilinin, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/775)

2.- BDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, yolsuzlukla mücadele konusunda yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/776)

3.- BDP Grubu adına, grup başkan vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/777)

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, (2/1318) esas numaralı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/126)

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, BDP Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy yakma olaylarının ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin açığa çıkarılması amacıyla 12/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun, Muğla Milletvekili Yüksel Özden’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin yaptığı açıklama sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

6.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek)

4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı: 421)

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 359)

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/25250)

2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, 2002-2013 yılları arasında Başbakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlarca kamu ihale mevzuatından istisna sağlanarak yapılan ihalelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/31709)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak dokuz oturum yaptı.

Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan, Denizli’deki inşaat sektörünün sorunlarına,

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Malatya’nın sorunlarına,

Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, 12 Kasım 1999 Düzce ve 12 Kasım 1941 Erzincan depremlerinin yıl dönümünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine,

Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Türkiye’yi bağımsızlığına kavuşturan, düşmanı yurttan atan Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve rahmetle andığına ve 12 Kasım 1999 Düzce depreminin 14’üncü yıl dönümünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine,

Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet, şükran ve minnetle andıklarına ve AK PARTİ Grubu olarak, 12 Kasım 1999 Düzce depreminin 14’üncü yıl dönümünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine,

İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, tekraren, CHP Grubu olarak, Büyük Atatürk’e saygılarını, şükranlarını sunduklarına ve rahmetle andıklarına,

Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, BDP Grubu olarak, Düzce ve Van depremlerinde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediklerine ve Hükûmetin, Van depreminden sonra yaşanan mağduriyetleri bir an önce gidermesi gerektiğine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin, suç işleme ve intihar olaylarında yaşanan artışların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/772),

Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt ve 20 milletvekilinin, iş kazaları sonucu yaşanan ölümlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için özeti (10/773),

Erzincan Milletvekili Muharrem Işık ve 20 milletvekilinin, sahte ürünlerin üretimi, pazarlanması ve yurda girişi ile piyasada serbest dolaşımının insan sağlığına ve ülke ekonomisine olan etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/774),

Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Başkanlıkça, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunda siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine düşen 1 üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyuruda bulunuldu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki bir heyetin, Irak Ulusal Meclis Başkanı Usame El-Nuceyfi’nin vaki davetine icabet etmek üzere Irak’a resmî ziyarette bulunması hususuna,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Bursa Milletvekili Tülin Erkal Kara ile İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak’ın, Avrupa Parlamentosu tarafından 27-29 Kasım 2013 tarihlerinde Brüksel’de düzenlenecek Parlamentolardaki Kadınlar Global Forumu Yıllık Zirvesi’ne (WIP) ve yine 26-27 Kasım 2013 tarihlerinde Brüksel’de düzenlenecek Avrupa Komisyonu Avrupa Gelişme Günleri (EDD) Toplantısı’na katılmaları hususuna,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Belçika’nın başkenti Brüksel'de 25-26 Kasım 2013 tarihlerinde Avrupa Parlamentosunun (AP) Batı Balkanlar ve Türkiye parlamentolarıyla iş birliği için oluşturduğu Pre-Accession Actions Unit (PAAC) tarafından düzenlenecek “Ekonomik Krizler ve Bunun Avrupa Politikaları ve Ülkelerin Genişlemeleri Üzerindeki Etkileri” konulu seminere katılım sağlanması hususuna,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Avrupa Birliği Konseyi Litvanya Başkanlığı tarafından 24-25 Kasım 2013 tarihlerinde Litvanya’nın Başkenti Vilnius’ta düzenlenecek Parlamento Çevre ve İçişleri Komisyonları Başkanları Toplantısı’na katılım sağlanması hususuna,

İlişkin tezkereleri kabul edildi.

Başkanlıkça, görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu teşrif etmiş bulunan Makedonya-Türkiye Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı Kenan Hasipi başkanlığındaki parlamenter heyete “Hoş geldiniz.” denildi.

BDP Grubunun, 5/5/2013 tarihinde Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve arkadaşlarının cezaevlerinde sürgün cezası gibi uygulamaya konulan zorunlu nakillerin nedenlerinin araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin (2514 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,

MHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve arkadaşlarının kamuda çalışan taşeron işçilerin sorunlarının belirlenmesi (10/185); 5/11/2012 tarih ve 6558 sayı ile Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu ve arkadaşlarının taşeron işçilerin problemlerinin belirlenmesi; 19/2/2013 tarih ve 9766 sayı ile Elâzığ Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşlarının Karayolları Genel Müdürlüğünde çalışan taşeron işçilerin sorunlarının belirlenmesi; 10/4/2013 tarih ve 11604 sayı ile Mersin Milletvekili Ali Öz ve arkadaşlarının ülkemizde taşeron işçilerin sorunlarının belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş oldukları Meclis araştırması önergelerinin,

CHP Grubunun, 12/9/2013 tarihinde Kocaeli Milletvekili Haydar Akar ve 22 milletvekilinin Kocaeli’de bulunan limanların durumları ve bu limanların yaratmış oldukları sorunların tespit edilerek bu sorunlara çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin (1012 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,

Genel Kurulun 12 Kasım 2013 Salı günkü (bugün) birleşiminde okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine, 480 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın BDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına,

Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanına,

Bingöl Milletvekili İdris Baluken, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın ve Ankara Milletvekili Fatih Şahin’in BDP grup önerisi üzerinde yaptıkları konuşmaları sırasında BDP Grubuna,

Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in AK PARTİ grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanına,

Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına,

Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, (2/1318) esas numaralı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin görüşmeleri tamamlandı.

Yapılan oylamalar sonucunda karar yeter sayısı bulunmadığından, alınan karar gereğince, 13 Kasım 2013 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere 20.37’de birleşime son verildi.

 

                                                             Sadık YAKUT

                                                             Başkan Vekili

 

           Muharrem IŞIK                       Fehmi KÜPÇÜ                Muhammet Bilal MACİT

                 Erzincan                                     Bolu                                      İstanbul

                Kâtip Üye                                Kâtip Üye                                Kâtip Üye


II.- GELEN KâĞITLAR

                                                                                                                                No: 25

13 Kasım 2013 Çarşamba

Teklifler

1.- Van Milletvekili Aysel Tuğluk'un; 6411 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/1830) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.10.2013)

2.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane'nin; Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan Toplu Köy İkrazatı/Grup Kredilerinden Doğan Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1831) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.10.2013)

3.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1832) (Anayasa; İnsan Haklarını İnceleme ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 01.11.2013)

4.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; 5174 Sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/1833) (Adalet ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 01.11.2013)

5.- İstanbul Milletvekili Melda Onur'un; 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1834) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 01.11.2013)

6.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi'nin; TBMM İçtüzüğünün 51'inci Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi (2/1835) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)

7.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın; 6305 Sayılı Afet Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1836) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)

8.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu'nun; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1837) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)

9.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük'ün; 2820 Sayılı Seçim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1838) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)

10.- Kastamonu Milletvekili Emin Çınar'ın; 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1839) (Adalet ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 06.11.2013)

11.- Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Bingöl İlinin Adının Çewlig Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1840) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 06.11.2013)

12.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1841) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 06.11.2013)

13.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 1111 Sayılı Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1842) (Milli Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.11.2013)

14.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan'ın; Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1843) (Anayasa ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.11.2013)

Raporlar

1.- Türkiye Cumhuriyetine Şanhay İşbirliği Örgütünün Diyalog Ortağı Statüsü Tanınmasına İlişkin Muhtıranın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/800) (S. Sayısı: 494) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/802) (S. Sayısı: 495) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile Fas Krallığı Arasında Deniz Balıkçılığı ve Kültür Balıkçılığı İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/803) (S. Sayısı: 496) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Kültür ve Sanat Alanında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/804) (S. Sayısı: 497) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Balıkçılık Alanında İşbirliği Konulu Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/812) (S. Sayısı: 498) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Tarım Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/822) (S. Sayısı: 499) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ve 21 Milletvekilinin, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/775) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.04.2012)

2.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın, yolsuzlukla mücadele konusunda gerekli çalışmaların yapılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/776) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.04.2012)

3.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın, okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/777) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.04.2012)


13 Kasım 2013 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Kars’ın sorunları hakkında söz isteyen Kars Milletvekili Mülkiye Birtane’ye aittir.

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane’nin, Kars’ın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kars’ın sorunlarını paylaşmak için söz aldım. Sizleri ve ekranları başında bizi izleyen tüm halkımızı ve Karslı hemşehrilerimi saygıyla selamlıyorum.

Seçim bölgem olan Kars’ın sorunlarını 2011 genel seçimlerinden bu yana hem gündem dışı konuşmalarla hem de diğer yasama faaliyetleri çerçevesinde dile getiriyor, Hükûmetin dikkatini çekmeye çalışıyorum. Kars, otuz yıl öncesine kadar, Türkiye için ekonomik gelir vadeden, bu potansiyeli tarım, hayvancılık ve turizm açısından taşıyan sayılı iller arasındaydı. Şimdi ise, ilin sosyoekonomik durumu içler acısı. Süt fabrikası, deri fabrikası, Et Balık Kurumu kapatılmış, yem ve şeker fabrikasının üretimi yüzde 90 düşmüştür. İlin hayvancılık potansiyelini açığa çıkaracak et, süt entegre tesisleri için bir adım atılmazken, Kars halkı akıbeti belli olmayan ve aynı zamanda Karslının gerçek ihtiyacının dışında olan Bakü-Tiflis-Kars tren yolu ve lojistik merkez hikâyeleri ile 2011 yılından beri uyutulmaya çalışılıyor. Sınır kapısı kapalı olan tek il konumundaki Kars ilinin Ermenistan sınır kapısı neden ticarete açılmıyor?

İlde henüz altyapı ve içme suyu yok. Mahallelerde günde iki üç saat içme suyu olarak tüketime uygun olmayan su veriliyor. Belediye, kent merkezindeki yol çalışmalarını dahi tamamlamış değildir. Kentte otopark, umumi tuvaletler, kaldırımlar yok. Ara sokakların çoğu hâlâ topraktır ve kentli çamur ve tozdan muzdarip. Kışın kent merkezi buzlarla kaplanıyor, kar temizleme çalışmaları yok denecek kadar az. Kent merkezi çöplerle dolu, tarihî mekânlar çöp sahası olmuş. Karadağ Mahallesi başta olmak üzere, birçok mahallede çöp yığınları mevcut. Mikroba bağlı ölüm ve hastalanmalar had safhada.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce ilin çöp sorununu Meclise taşıdığımızda ödenek olmadığı cevabını almıştık. İyi de bir kentin çöp toplama sistemi yoksa, yolları yoksa, otoparkı yoksa, altyapısı bulunmuyorsa, içme suyu yoksa, o hâlde belediyesi neden var? Belediyenin işi rant peşinde koşup yakınlarına fırsat kapısı açmak mıdır? Bir şirkete para kazandırmak için Kars’ın kent merkezindeki kırk yıllık ağaçların kesildiğini biliyor musunuz? Kent merkezindeki caddeler çukurlarla doludur. Belediye hizmet vermiyor. Üstelik, tarihî eserleri, doğal çevreyi tahrip ediyor. Kars Çayı kirlilikten yok olmak üzere. Tarihî yapılar döküntü hâline gelmiş, Kars Kalesi zar zor ayakta kaldı. Çevresindeki tarihî yapılar birer birer yok oldu. Tarihî evlerin hepsi yıkıntı hâlinde. Ani antik kentinin her tarafında altın araması yapılmış, çobanlar hayvanlarına barınak olarak kullanıyor. Başta Sarıkamış Katerina Köşkü olmak üzere, önemli tarihî yapıların hiçbiri hak ettiği değeri görmüyor. Ayrıca, Sarıkamış’ta kışın kış turizmini, yazın yayla turizmini geliştirmek için ciddi ve sürekli bir çalışma bulunmamaktadır.

İl Özel İdaresinin sorumlu olduğu alanlarda da binlerce sorun mevcuttur. Köy yolları, su depoları, hayvan içme suyu göletleri, elektrik kesintileri sorunları vardır. Köylerin çoğunun -yüzde 60 oranında- suları arsenikli durumda. Merkez köylerinden Ölçülü, Yalınkaya, Derecik, Tekneli, Halefoğlu köyü; Selim’in ilçe merkezi dâhil olmak üzere Başköy, Kırkpınar, Koşapınar; Sarıkamış’ın Şehitler ve İstasyon mahalleleri; Arpaçay’ın, Susuz’un yol sorunları, binlerce sorun önümüzde durmaktadır. Kağızman’ın Çiçekli köylüleri ile bugün konuştum, köyün elektrik, yol ve su problemi için çözüm bekliyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sorunlar saymakla bitmez. Kars’ın durumu açıkça ortadadır. 2011 seçimleri üzerinden üç yıl geçecek, Kars halkı vaatlerden başka bir şey görmedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜLKİYE BİRTANE (Devamla) – Caddeler kapılarına kilit vurmuş dükkânlarla doludur. Köylüler üretimden tamamen koparılmıştır. Hükûmet Kars’ın sorunlarını gündeme almalı ve çözüm yolları aramalıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, minibüsçüler ve kent içi ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’a aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, minibüsçülerin problemleri ile kent içi ulaşım sorun-larına ilişkin gündem dışı konuşması

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekili, gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulmayan ama Türkiye’nin tüm illerinde, ilçelerinde vatandaşların sık sık karşılıklı diyaloglara girdiği minibüsçü esnafının problemlerinden bahsetmek istiyorum.

Öyle bir şey ki bu minibüsçü esnafı, devletin olmadığı yerde, belediyelerin olmadığı yerde taşıma hizmetlerini yapan, bütün ağır işleri bunlara yüklediğimiz bir esnaf grubundan ki bu,  bizim kamuoyunda ve Mecliste çok da esnaf grubu olarak  da görülmez, “minibüsçüdür” deriz, geçeriz. Bu insanlar sabah altıda kalkarlar, gecenin saat birine kadar hizmet ederler, bir devlet hizmeti yaparlar, kamu hizmeti yaparlar, insanların ulaşabilecekleri yerlere kolayca ulaşması için çaba sarf ederler. Sadece sabah altıdan gece bire kadar mı? Bunların hafta sonları da yoktur. Haftanın yedi günü de çalışırlar ve devlet tarafından horlanan ve ötekileştirilen bir esnaf grubudur. Niye böyle söylüyorum? Çünkü, zabıta ve polis bunları gelir grubu olarak görür, ceza yazar, sürekli yazar ve bunlar üzerinden devlete bir gelir kapısı açılmıştır;  hatta, bütçede bir kalem vardır. Bu bütçedeki, kalemdeki bu geliri de minibüsçü esnafı üzerinden tamamlamaya çalışırlar. Yine, kentlerde, belediyelerin beceremedikleri, ulaşım hizmetini veremedikleri en kötü güzergâhlar bunlara tahsis edilir ve burada çalışmaları istenir. Yine, çocuğumuzu, canımızı emanet etmiş olduğumuz bir esnaf grubudur bunlar da.

TÜİK verilerine göre, Türkiye’de şehir içi ulaşımında hizmet veren 167 bin minibüsçü esnafı vardır ve bunların tüm ailesiyle birlikte yaklaşık 1 milyon kişi bu meslek grubundan gelirlerini sağlarlar ve çoluk ve çocuğuna, evlerine ekmek götürürler. Tabii, bunların en büyük problemlerinden bir tanesi bedava taşıdıkları kalemlerdir yani bedava taşıdıkları meslek gruplarıdır, bedava taşıdıkları insanlardır ya da indirimli taşıdıkları insanlardır. Biliyor musunuz, tam 17 ayrı grubu bedava veya indirimli taşıyorlar bu insanlar, 17 ayrı grubu. Ne var bunun içinde? Engelliler var. Ne var bunun içinde? Polisler var, postacılar var, jandarma var, zabıta var; tam 17 kalem bunlar. Peki, bunun karşılığında, bu kamu görevi karşılığında bir indirim alıyorlar mı? Hayır, hiçbir indirimleri yok. Ayda bir zam yaptığınız mazottan bir sübvansiyon alıyorlar mı? Bu da yok. Sadece, ne yapıyorlar bir kamu görevi yapıyorlar. Benim kentimde tam 20 bin kişi bedava taşınıyor arkadaşlar. 1 milyon 700 bin nüfuslu kentte 20 bin kişi bu esnaf grubu tarafından bedava taşınmaktadır. Peki, bu esnaf grubu çeşitli kanunlar çıkarılırken korunuyor mu, kollanıyor mu? En son çıkartmış olduğunuz ve bütün araçların engelli rampalı olmasına karar verilen bir kanunla bütün bu minibüsçü esnafının  araçlarının değiştirilmesi istenmiştir. 150 bin TL ile 250 bin TL arasında değişen fiyatlardaki araçları yenilemek zorunda kaldılar. Peki, engelliler kendileri için araç aldıklarında  ÖTV  ve KDV indiriminden yararlanıyorlar ama engelliler için araçlarını değiştiren bu esnaf grubu bundan yararlanamıyor.

Yine, eski araçlarına rampa yaptıranlar 2,5-3 bin liraya mal olan rampalarını yine ruhsat vermiş olduğunuz birkaç şirketten değiştirmek zorunda kaldıkları için 10-15 bin TL’ye değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bunlar gerçekten sıkıntılı.

Yine, belediyeler bu minibüsçü esnafından koltuk başına 2 bin TL bir para alıyor, 2 bin TL. Yalnız, bu rampalar bu minibüslere konduğunda 2 ila 7 tane koltuk çıkmak zorunda yani 4 bin TL ile 28 bin TL arasındaki bir parayı, belediyeler daha önce tahsil ettikleri parayı iade etmek zorundalar ama maalesef iade etmiyorlar.

Yine, trafik sigortası… Yüzde 300 artırdınız. 600 liraya yaptıkları trafik sigortalarını 3 bin TL’ye, 5 bin TL’ye yapmaya başladılar.

Son zamandaki moda da Kentkart, Akbil gibi, belediyelerin elektronikleştirme çabaları ve üzerine alınan yüzde 5 komisyon yani bunca üzerine binilmiş minibüs esnafının kazançlarından bir de belediyeler ayrıca yüzde 5 tahsil ediyorlar. Hafta sonları bu tahsil edilen paralar ödenmiyor. Ayrıca, belediyenin cebine giren paralar ve bu komisyondan yararlanan insanlar var.

Bu dileklerimle, bu esnafların da problemlerinin görülmesi dilekleriyle, minibüse bineceğinize minibüsçünün sırtına binmişsiniz ve gidiyorsunuz diyorum, nasıl halkın sırtına binmişseniz aynı şekilde de minibüsçünün sırtına binmişsiniz diyorum. Umarım bu konuda duyarlı olursunuz diyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum.

Saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, Uzun Mehmet’in taş kömürünü buluşu ve taş kömürünün Zonguldak ekonomisindeki katkısı hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, 8 Kasım Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 8 Kasım Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Günü dolayısıyla gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, birçok tarihî gün vardır, resmiyette var olsa da, söz konusu yörede bilinse de toplumun genelinde pek bilinmez. 8 Kasım da o önemli günlerden biridir. Ne olmuş 8 Kasımda?

Osmanlı Devleti, Avrupa, Asya, Afrika gibi çok geniş bir yelpazede iç isyanlar ve savaşlarla mücadele ediyor. Buralara asker, silah, teçhizat yetiştirmek zorunda. Bu ihtiyaçları yerine ulaştırmak için kullandığı gemi ve trenler kömürle çalışıyor. Osmanlı da kömürü dışarıdan alıyor, zaten çökmekte olan ekonomisinin parasının çoğu kömür alımına aktarılıyordu. Bu zor ve çaresiz durumda askerden izne gelen Uzun Mehmet, Zonguldak’taki Karadeniz Ereğli ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Neyren Deresi civarında bulduğu taşları ocağa atması ve taşların yandığını görmesiyle taş kömürü bulduğunu anlamış ve bunları İstanbul’da saraya götürmüş. Padişah tarafından kendisine 5 bin kuruş verilmiş ve hayat boyu 600 kuruş aylık bağlanmıştır. İşte, Uzun Mehmet’in Neyren Deresi’nde kömürü bulduğu tarih 8 Kasım 1829 olarak kayıtlara geçmiştir.

Gerçek olan, ülkemizde metalürjik özelliğe sahip taş kömürünün yalnızca Zonguldak ve civarında üretildiğidir. Cefakâr Zonguldak halkı yüz seksen dört yıldır bu taş kömürünü canını vererek, kanını dökerek üretiyor, Türkiye ekonomisine büyük katkıda bulunuyor.

Zonguldak, kömür sayesinde büyümüş ve kömür sayesinde tanınmıştır. Zonguldak insanı, yeri geldiğinde kanunlarla zorunlu olarak asker dipçiğiyle ocaklara sokulmuş, kömür üretimi yaptırılmıştır.

Zonguldak kömür sayesinde o kadar önem kazanmıştır ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kanunla ilk kurulan vilayet olmuştur. Uzun Mehmet tarafından 8 Kasım 1829’da taş kömürünün bulunmasıyla Zonguldak, Türkiye'nin stratejik önemi en fazla olan illeri arasında yer almıştır.

Bu madenler binlerce kişiye ekmek, iş, aş verdi, ekonomiye katkıda bulundu sadece ekonomiye değil, bölgemizin sosyal ve kültürel yaşantısına hayat verdi. Bugün ocaklarımız maalesef istediğimiz kapasitede, istediğimiz istihdam sayısında çalışmıyor. Bunda belki en önemli sebep verimli bir çalışma ortamını sağlayamamış olmamızdır. Bunun nedenleri, niçinleri geçmişte de günümüzde de tartışıldı. Gerek insanımız gerekse ülkemiz, bölgemiz için ortak çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.

Bizim dönemimizde Türkiye Taşkömürü Kurumuna 4.651 işçi alınmıştır. Yeni işçi alımı için görüşmelerimiz devam etmektedir. Taş kömürü, bölgemiz için çok önemlidir. Kömür ocaklarının işletmeye açılması ve devletimiz tarafından işletilmeye başlaması, Ereğli’de ERDEMİR’in, Karabük’te KARDEMİR’in kurulması, ardından Tersaneler Bölgesi’nin yapılanması hep o kara taşın, taş kömürünün eseridir. Bizi ısıtan, sanayide çeliği eriten, fabrika bacalarını tüttüren taş kömürünü çıkartmak için yerin yüzlerce metre altında alın teri döken işçilerimize şükran borçluyuz. Bu nedenle, emeğimizle, taş kömürümüzle gurur duyuyoruz. Taş kömürü sanayi için vazgeçilmezdir, öyle de kalacaktır. Hükûmetimizin politikaları ile hak ettiği noktalara gelmeye devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bitirirken, bugüne kadar madenlerde hayatını kaybetmiş bütün maden şehitlerine Allah’tan rahmet dilerken yüz seksen dört yıl önce Zonguldak’ta taş kömürünü bulan Uzun Mehmet’i saygıyla anıyorum. Madenlerde canı pahasına alın teri döken tüm madencilere yüce Yaradan’ın kolaylıklar vermesini diliyorum. Sabahları her gün evden çıkarken çoluk çocuğuyla helalleşip işe giden, ocaktan her çıkışta “Geçmiş olsun.” sözleriyle çıkan Zonguldak halkı ve madenciler adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Hamzaçebi, söz talebiniz var.

Buyurun.

IV.-AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Tekirdağ’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün Tekirdağ’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümü. Böyle bir günde tüm Tekirdağlıları Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.

Tekirdağ, önce Balkan Savaşları sırasında bir yıl süreyle, daha sonra da Kurtuluş Savaşı sürecinde bir buçuk yıl süreyle olmak üzere toplam iki buçuk yıl süreyle düşman işgalinde kalmıştır. Daha sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde milletimizin, Tekirdağlıların vermiş olduğu kurtuluş mücadelesi sonucunda düşman işgali Tekirdağ’da sona ermiş ve cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’ndeki onurlu yerini almıştır.

Bu vesileyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla, şükranla anıyor, tüm Tekirdağlıları ve onların mücadelesini Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgi ve saygıyla selamlıyor, kucaklıyor, saygı duyuyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ve 21 milletvekilinin, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/775)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının araştırılarak, davaya konu olan anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) İhsan Özkes                                                (İstanbul)

2) Metin Lütfi Baydar                      (Aydın)

3) Mahmut Tanal                             (İstanbul)

4) Veli Ağbaba                                                (Malatya)

5) Mustafa Sezgin Tanrıkulu           (İstanbul)

6) Haydar Akar                               (Kocaeli)

7) Hurşit Güneş                               (Kocaeli)

8) Mehmet Şeker                             (Gaziantep)

9) Mehmet Ali Ediboğlu                  (Hatay)

10) Gürkut Acar                              (Antalya)

11) Ali Rıza Öztürk                         (Mersin)

12) Hülya Güven                             (İzmir)

13) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

14) Namık Havutça                         (Balıkesir)

15) Hasan Akgöl                             (Hatay)

16) Muharrem Işık                          (Erzincan)

17) Mehmet Hilal Kaplan                (Kocaeli)

18) Osman Aydın                            (Aydın)

19) Arif Bulut                                  (Antalya)

20) Erdal Aksünger                         (İzmir)

21) Tolga Çandar                             (Muğla)

22) Kazım Kurt                               (Eskişehir)

Gerekçe:

Diyanet İşleri Başkanlığının son verilerine göre Türkiye'de 52.778 camide lojman (meşruta) bulunmaktadır. Cami lojmanları, din görevlilerinin ikameti amacıyla halkın katkılarıyla yapılmış yerlerdir. Bu cami lojmanlarının bir kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde olup, kullanımı ise Diyanet İşleri Başkanlığına aittir. Lojmanların bakım, onarım ve ihtiyaçlarının giderilmesi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gerçekleştirilmekte olup bu hizmetleri cami görevlileri yerine getirmektedir. Dolayısıyla cami meşrutalarının ayakta kalabilmesi, cami imam ve müezzinleri gibi görevliler eliyle mümkün olabilmiştir.

Vakıflarda “hayrat” ve “akar” olmak üzere gayrimenkullerle ilgili iki statü vardır. Camiler hayrat statüsünde olup, dükkân ve iş hanı gibi gelir getiren yerler akar statüsündedir. Dolayısıyla cami meşrutaları din görevlilerinin ikameti için tanzim edilen yerler olması münasebetiyle gelir getiren akar olarak değerlendirilmesi yapılış ve kullanım amacına uygun düşmemektedir.

Son yıllarda, özellikle 6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı Vakıflar Meclisi Kararı’ndan itibaren cami meşrutalarının kullanım durumlarıyla ilgili sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu meşrutalarda Diyanet İşleri Başkanlığının kullanım hakkı çerçevesinde ikamet eden din görevlileri işgalci durumuna düşürülmüştür. Son on yıl içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğünün işgalci olarak gördüğü bu din görevlileri hakkında birçok ecrimisil davası açılmış olup, geriye dönük yüksek bedeller ödemeyle karşı karşıya bırakılmışlardır. Camilerde hizmet veren din görevlilerinin ikamet etmesi amacıyla yapılan meşrutahanelerin gelir elde etme amacı doğrultusunda statülendirilmesi, bu yerlerin korunması yönünde de sıkıntılara yol açacaktır. Camiler vakfiye yapılar olup cami meşrutahanelerinin camilerden ayrı bir statüde değerlendirilmesi doğru değildir.

6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı Vakıflar Genel Meclisi Kararı’nın 2/a maddesinde düzenlenen meşrutaların kullanım şeklinin, Diyanet İşleri Başkanlığının 16/5/2001 tarih ve 7176 sayılı yazısıyla yeniden değerlendirilmesi talep edilmiştir. Bu talep doğrultusunda Vakıflar Genel Müdürlüğünün 3/8/2001 tarih ve 1003 sayılı oluruna istinaden oluşturulan komisyonca 6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı Vakıflar Meclisi Kararı’nın 2/a maddesinin "a) Meşrutanın, vakfiye şartlarına uygun olarak kullanılmasına" şeklinde değiştirilmesine 22/8/2001 tarihinde oy birliğiyle karar verilmiştir. Bu karardan da anlaşılacağı üzere cami meşrutalarında ikamet eden imam ve müezzinler aleyhine açılan ecrimisil davalarının kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18/10/1966 T. 965/9207 E. 9084 K. sayılı kararında "cami meşrutahanelerinden kira istenemeyeceği" karara bağlanmıştır. Yine Fatih 1. Sulh Hukuk Mahkemesi 2010/343 esas no ve 2011/728 karar no.lu 07/07/2011 tarihli emsal olabilecek kararında "Vakıflar Genel Meclisinin 22/8/2001 tarihli kararının davalıların meşrutalarda oturmasına muvafakat niteliğinde olduğuna, bu nedenle haksız işgal sonucu talep edilebilen ecrimisile karar vermeye olanak bulunmadığına" hükmetmiştir.

Ayrıca dava konusu olan bu meşrutalarda ikamet eden din görevlileri, Diyanet İşleri Başkanlığı il ve ilçe müftülüklerinin emirleri veya bilgisi dâhilinde buraları meşruta olarak kullanmaktadırlar. Meşrutahanelerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarıyla mağduriyetlerin doğması söz konusudur. Din görevlileri belirlenen meblağları ödememeleri durumunda tahliye edilme tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Lojmanlardan tahliye edilerek buraların başka kurumlara veya kişilere kiraya verilmesi kamuoyunda güven kaybına yol açacaktır.

Yukarıda sunulan ve araştırma sırasında belirlenecek nedenlerle, Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının araştırılarak davaya konu olan anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlerin belirlenmesi için Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

2.- BDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, yolsuzlukla mücadele konusunda yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/776)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yolsuzlukla mücadele konusunda gerekli çalışmaların yapılması için Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

                                                                                                             Hasip Kaplan

                                                                                                                   Şırnak

                                                                                                   BDP Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Türkiye'de 81 il özel idaresi, 3.226 belediye, 34.600 köy, binin üzerinde mahalli idare birliği, bünyesinde bilinmeyen sayıda işletme, çoğunluğu belediyelere ait bine yakın şirket, 50'ye yakın vakıf, yine bilinmeyen sayıda döner sermaye ve fon bulunuyor. Belediyelerde şirketler hariç 450 bin, özel idarelerde 10 bin personel istihdam ediliyor. Böyle bir kamu örgütlenmesini merkeziyetçi anlayışla yürütmek mümkün değil. Mali yapı karmaşık ve verimsiz, yerel vergi tabanı düşük, Hazinenin belediyelerin dış borçlanmasına sağladığı garantiler mali disiplini bozuyor, belediyelerde sağlıklı bir borç yönetimi bulunmamaktadır.

Dünya Bankası desteğiyle Hazinede yürütülmekte olan "Türkiye'de kamuda etkin yönetimin sağlanması ve yolsuzluğun önlenmesine yönelik reform ve politikalar" konulu çalışmada yolsuzlukla mücadeleye dönük 16 değişik alan belirlendi. Bu konularda mevcut durum ve yapılması gerekenler de detaylı bir şekilde ortaya kondu. Yapılan çalışma sonucu, yolsuzlukla mücadele mevzuatının caydırıcı olmadığı, kamuda ücret adaletsizliği yaşandığı, kara para takibinin zor olduğu, ihale, personel rejimi, denetim, sağlık, gümrük, mahalli idare reformlarının yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmektedir.

AB 2009 İlerleme Raporu’nda, yolsuzlukla mücadele konusunda sınırlı ilerleme kaydedildiğine, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) tavsiyelerinin dikkate alınmasına, Kamu Görevlileri Etik Kurulunun etkili çalışmadığına, milletvekili dokunulmazlıklarının yolsuzluklara ilişkin davalarda sınırlandırma getirdiğine dikkat çekilmektedir.

Türkiye'nin kamu muhasebe sistemi ihtiyaca cevap veremez hâle gelmiştir. Bütçenin bir yansıması olarak aşırı derecede bölük pörçük bir görüntü sergilenmekte, zamanında ve kapsamlı bilgi sunmada yetersiz kalınmaktadır.

Kamu satın alma (ihale) sistemi reformu yeterli değildir. Bütçenin kapsam ve şeffaflığının uygun politikaların üretilmesine ve performans değerlendirmesi yapmaya olanak verecek şekilde genişletilmesi. Mevcut bütçe yapısı, kamu gelir ve harcamalarının önemli bir bölümünü dahi kapsamıyor.

Türkiye'de kamu hizmetlerinin yapısı ve işlevleri ekonominin gelişme hızını yakalamamaktadır. Kamuda ücretler rekabet esasına göre belirlenmemekte ve eğitim fırsatları sınırlı kalmaktadır.

Kamu denetimi uluslararası standartlara göre yetersiz kalıyor. İdari denetime ağırlık veriliyor, performansa ya çok az ya da hiç önem verilmiyor. Uluslararası standartlara uygun bir denetim reform programı geliştirilmedi. Bankacılığa ilişkin yasal, düzenleyici ve uygulamaya yönelik sistem yetersizdir.

Türkiye'deki sağlık hizmetleri çok karmaşık bir yapıda ve ihtiyacı etkin şekilde karşılamaktan uzaktır. Sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizlikler gözlenmekte, kaynaklar verimsiz kullanılmakta, yönetimde etkinlik sağlanamamaktadır. Gümrük teşkilatının yeniden yapılanması, işlemlerin kolaylaştırılması, gümrüklerde etkin denetimin sağlanması, bilgisayar ağının güçlendirilmesi ve gümrük kapılarının modernize edilmesi gerekli.

Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemelerin iş yükü fazlalığı ve uzmanlaşmanın eksikliği, soruşturma ve davaların makul sürede sonuçlandırılmasını engelliyor. Yargıtayda iş yükü nedeniyle binlerce dava zaman aşımına uğramıştır. Mahkemeler, cumhuriyet başsavcılığı ve kolluk teşkilatı çağdaş düzeyde yapılandırılmadığı, ekonomik ve mali suçlarda uzmanlaşmaya gidilmediği için ilgili birimler teknik donanım, personel bakımından yetersizdir.

Kara paranın aklanması ile etkin mücadele yapılamamaktadır. Kurumların bünyelerinde merkezî veri tabanı bulunmayışı tam ve zamanında bilgi edinmeyi engelliyor, mal varlıklarının takibini zorlaştırıyor. Kara para konusunda Mali Suçları Araştırma Kurulu yapılanmasından kaynaklanan sorunlar da vardır.

Bu nedenlerle, yolsuzlukla mücadele için Meclis araştırma komisyonu kurulmasında yarar bulunmaktadır.

3.- BDP Grubu adına, grup başkan vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/777)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Okullarda kamu hizmeti olarak sunulması gereken temizlik hizmetlerinin yardımcı destek personel kadrosu yetersizliği, taşeron şirketler üzerinden hizmet alımı ve okul aile birlikleri aracılığıyla velilerin sırtına yüklenmesi çocuklarımızın sağlıklı bir ortamda eğitimlerine devam etmelerini engellemekte, eğitimi ticarileştirmekte ve eşitsizlikleri arttırmaktadır. Okullarımızda yaşanan, çocuklarımızın, ailelerimizin ve eğitim emekçilerinin sağlığını tehdit eden bu sorunun nedenleriyle birlikte araştırılıp kamusal çözümlerin geliştirilmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.

                                  Pervin Buldan                                                    Hasip Kaplan

                             Grup Başkan Vekili                                           Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Birçok okulda yeterli temizlik personelinin ve hizmetlinin bulunmaması halk sağlığını tehdit eder bir nitelik kazanmıştır. Çocuklarımızın temiz bir ortamda eğitimlerini sürdürüp bu temizliği bir yaşam biçimi hâline getirmelerini sağlamak eğitim kurumlarının temel görevlerindendir.

Uygulanmakta olan norm kadro sistemi ile okullardaki yardımcı destek personel kadrosu en aza indirilerek, okullar hizmetsiz bırakılmıştır. Hizmetli kadrolarına "Kaynak yok." gerekçesiyle atama yapılmamaktadır. Taşeron şirketler üzerinden temizlik işlerinin yaptırılması eğitim sistemini ticarileştirmektedir.

MEB bilgilerine göre yaklaşık 25 bin kurumda hiç kadrolu hizmetli bulunmamaktadır. Okulların temizlik gibi en temel problemlerinin çözümüne yönelik hiçbir düzenleme yapılmamış olması, özellikle okul yöneticileri ile velileri karşı karşıya getirmekte, okul idarelerini veliden sürekli para isteyen bir mekanizma hâline dönüştürmektedir. Öğrencilerden zorunlu olarak toplanan paralarla güvencesiz hizmetli çalıştırılmaktadır. Bu uygulamalar bir taraftan emek sömürüsünü arttırırken, diğer yandan okullarda verilen hizmetin de aksamasına neden olmaktadır.

Çocuklarımızın sağlığının bir maliyet sorunu olarak ele alınması eğitimde eşitsizlikleri derinleştirmekle birlikte, çocuklarımızın, ailelerimizin ve eğitim emekçilerinin sağlığını tehdit etmektedir.

Bugün okulların tamamının büyük bir ihtiyaç duyduğu eğitim öğretim dışında kalan temizlik, sağlık, güvenlik, teknik personel ve benzeri gibi ihtiyaçların büyük bir kısmının devlet tarafından ücretsiz bir şekilde karşılanmadığı, okulların bu konuda kaderlerine terk edildiği ve kendi kaynaklarını bulmaya zorlandığı ortadadır. Okullarda eğitim ve öğretim hizmetlerinin yanında temizlik ve sağlık hizmetlerinin de devlet tarafından sunulması gerekmektedir. Okulları kendi kaderlerine terk eden, birer ticarethaneye dönüşmesine neden olan ve okullar arasında derin eşitsizlikler yaratan bu uygulama kabul edilebilir değildir. Bu nedenle, okullarda temizlik hizmeti alanında yaşanan soruların neler olduğunun tespit edilmesi, bu hizmetin devlet tarafından karşılanarak çocuklarımızın daha sağlıklı ve temiz ortamlarda eğitim alabilmeleri için neler yapılması gerektiğinin tespiti ve Milli Eğitim Bakanlığına düşen görevlerin belirlenmesi için bir Meclis araştırması komisyonunun kurulması oldukça önem arz etmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, BDP Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy yakma olaylarının ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin açığa çıkarılması amacıyla 12/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                                        13/11/2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 13/11/2013 Çarşamba günü (bugün) -yaptığı toplantısında- toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Pervin Buldan

                                                                                                                    Iğdır

                                                                                                        Grup Başkan Vekili

Öneri:

12 Kasım 2013 tarihinde Bingöl Milletvekili Grup Başkan Vekili İdris Baluken tarafından (4295 sıra no.lu) 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy yakmaların ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin açığa çıkarılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 13/11/2013 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Sırrı Sakık, Muş Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Yeniden, faili meçhul cinayetler ve köy yakmalarıyla ilgili bir Meclis araştırması önergesiyle ilgili grubum adına buradayım. Sizi tekrar selamlıyorum.

Daha önce de bu konuda önerilerimiz olmuştu, önergeler getirmiştik ama hep reddedilmişti. Son günlerde, aslında, bizim uzun yıllardır seslendirdiğimiz, bizi teyit eden açıklamalar oldu. Bu açıklamalardan biri… Sabah gazetesinin özellikle üç gün üst üste yaptığı bir yayın var: “16 İnfazda TİM Aynı.” Yani Sabah grubu çok önemli bir habercilik yaptı, Aliye Çetinkaya’ya da teşekkür ediyorum, bir döneme ışık tutan bir çalışma. Burada, cinayetlerin nasıl işlendiğine dair tanıklık edenlerin ve bu süreç içerisinde, cinayette rol alanların itirafları var. “Kürt iş adamlarını, Kürt bürokratları nasıl alıp, nasıl katlettiğimizi…” Açık ve net olarak bu konuda itirafları vardır. Ankara Cumhuriyet Savcılığı bir dava açtı, 1.700 sayfalık bir iddianame hazırlandı ve bu konuda, bu dönemin aktörlerini tek tek suçluyorlar ve bunlarla ilgili ciddi bir soruşturma var. Hemen arkasından, Kürt coğrafyasında bu aktörler nerede cinayet işlediler? Ankara ve İstanbul’da, Kürt iş adamlarına karşı. Hemen arkasından, bir askerin itirafı var; Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına bir ifadesinde aynen şöyle söylüyor: “Yıl 1993. Biz, İstanbul’da görevliydik, askerdik. Bizi alıp götürdüler bölgeye. Bölgeye bizi götürdüklerinde, bölgede operasyon yapacağımıza dair bize görev verilmişti ama biz gittik, başımızda komutanlarımız vardı, köylere gittik. Bizim taburumuzun adı “köy yakma taburu”ydu, “ev yakma taburu”ydu, binlerce köyü yaktık.” Bu itirafları, bu beyanları Radikal gazetesine, Taraf gazetesine de yansıdı ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında da bu beyanları var.

Şimdi, biz de o dönemde bu yaşanan cinayetlerin tanığıyız. Onlarca kez, buralarda bunları sizlere getirdik, seslendirdik ama siz, bizim sesimizi duymadınız, çığlığımızı duymadınız, uzattığımız eli tutmadınız. Bu sorumluların, faillerin bulunması için çaba sarf etmediniz. Bakın, dün ve bugün gazetelerde var, AİHM’in kararı var. 1994’te, ikinci Roboski olan bir köyde yapılan vahşetten dolayı 2 milyon 305 bin euro Türkiye’yi mahkûm eden bir karar var.

Bu kadar açık ve net olmasına rağmen ve hemen arkasından, 1993 yılı, Bolu Tugay Komutanı Yavuz Ertürk, Bolu’dan giden birliklerle gidip bölgede operasyonlar yaptılar, binlerce köyü yaktılar. Sadece köyleri yakmadılar, Muş Altınova’da Nasır Öğüt, 7 çocuğu, eşi ve kendisi -anne hamileydi- diri diri yakıldı. Üniformalarıyla gittiler, askerî araçlarıyla gittiler, helikopterleriyle gittiler ve apoletleriyle gittiler, o insanları yaktılar diri diri. Bir gece sonra, benim doğduğum Zengök köyüne gittiler; orada da 5 insanı diri diri yaktılar ve bunlar benim kuzenlerimdi. Bakın, burada, şu resimler insanlığa karşı işlenen suçlardır. İsim veriyorum. Katildirler. Onlar yaptılar, üniformalarıyla yaptılar ve bu insanları diri diri yaktılar. Ben kavas arkadaşlarımızı davet ediyorum: Şu gruplara bu resimleri verebilirseniz... Bütün gruplara dağıtabilirsiniz.

Yavuz Ertürk Bolu Tugay Komutanıydı ve bugün, Diyarbakır’da kendisiyle ilgili bir soruşturma var; 11 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor bu zatla ilgili. Oysaki o günden bugüne kadar, 100 kez buralara bunu getirdik, feryat ettik.

Ve yine, hemen Zengök’ten çıkıp Şenyayla’ya gittiler. Zengök’te bu vahşeti yaptılar, Şenyayla’ya gittiler, 11 -yine birçoğu benim yakın akrabamdı- insanı alıp götürdüler, öldürdüler ve sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bununla ilgili Türkiye’yi mahkûm etti. Büyük bir mahkûmiyet çıktı ve şimdi soruyorum: Allah aşkına, bu kadar katillik aşikâr bir şekilde ortadayken savcılar bu kadar ağır cezalarla bunların cezalandırılmasını istiyor… Ha Ankara’daki aktörler, ha bu Yavuz Ertürk’le ilgili...

YÖK’ü protesto eden öğrenciler apar topar tutuklanıyor. Kürt siyasetçiler sadece siyaset yaptıkları için apar topar tutuklanıyorlar. Yani avukatından gazetecisine, bilim adamına kadar herkes tutuklanıyor. Peki, bu katiller, bu cinayetlerle ilgili bu kadar ağır itham altında olanlar nasıl ellerini, kollarını sallayarak dolaşabilirler? Burada büyük bir tezat vardır. Bu özel yetkili mahkemeler sadece muhaliflerle ilgili mi görevlidirler? Bakın, bunlar bunu yaparken ne diyorlardı? “Vatanın birliği ve bütünlüğü için...” Aslında içinde vatan falan yok, bunlar sadece vatana cepleriyle, mideleriyle bağlıdır. Ankara’da, cinayet işleyen bu şebekenin, o cinayeti işlediği zaman, o mağdurun cebinden çıkan parayı paylaşmak için birbiriyle nasıl cebelleştiğine hep tanıklık ettik. Böyle bir hukuk devleti olur mu? Böyle bir hukuk devleti olmaz. Ve biz, size onlarca kez bunu getirdik ve siz bize inanmadınız. Sizi bütün inançlarımızla temin ettik, dedik ki biz olayın tanığıyız, bire bir gördük, bire bir yaşadık ama siz bize inanmadınız, getirdiğimiz bütün bu araştırma önergelerini reddettiniz.

Şimdi, tarihî bir gün yaşıyoruz. Bakın, bu kadar açık ve net olarak kamuoyunda artık katiller biliniyor, bu gök kubbe altında artık gizli saklı bir şey kalmadı. Sizi bu kutsal kitap adına temin ediyorum ki bildiklerimin belki binde 1’ini anlatmışımdır, yani daha binde 999’u anlatılmadı. Sizi bugün vicdanınızla baş başa bırakıyorum. Ya gelip inanacaksınız, öyle boş inanç yok. Bu mağdurun, şu yakılan insanların hukukunu eğer veremiyorsanız, eğer bugün, burada el kaldırıp bu Meclis araştırma önergesine oy veremiyorsanız bana inançlardan, bana İslamiyet’ten bahsetmeyeceksiniz. Biz size yalan söylemiyoruz, doğruları söylüyoruz ve yaralıyız. Yaralı olduğumuz için de diyoruz ki: Bu Meclis araştırma önergesi kabul edilmelidir ve adı “devlet”, adı kim olursa olsun, “ama”sız, “lakin”siz bu topraklarda mağdur edilen insanların hukukunu savunmak hepimizin boynunun borcudur. Sizi bugün göreve davet ediyorum

Bakın, Sayın Başbakan dün şunu söyledi: “Bir barış süreci yaşayacağız. Bu barış sürecinde biz, Irak Federal Bölgesi Kürdistan’ın Başkanı Mesut Bey’le Diyarbakır’da olacağız.” Önemli bir görüşmedir. Bunu da önemsiyoruz. “Yanında Şivan Perwer olacak.” diyor. Yanında İbrahim Tatlıses olacak, düet yapacaklar. Şivan Perwer bu toprakların çocuğu. İkisi de bu topraklarda doğdu ama biri buralarda hayat bulamadığı için kırk yıldır yurt dışında, kırk yıldır diliyle, kültürüyle, sazıyla bu mücadeleyi sürdürüyor.

Benim de buradan Şivan’a bir çağrım var: Bizim acılarımız var. Siz Diyarbakır’a geliyorsunuz. Diyarbakır’ın acıları var Şivan. Sen, kırk yıl bu mücadeleyi sürdürdün. Sen, bu acılar adına… Eğer düet yapacaksanız, senin, Paris’te sürgünde ölen Ahmet Kaya’nın naâşı başında bir parçan vardı, bu parçayı istiyoruz.

(Hatip tarafından kürsüde cep telefonundan bir kaydın dinletilmesi)

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bizim acılarımız var. Bu topraklarda çok acı yaşandı ve bu acıların seslendirilmesi gerekir Diyarbakır’ın sokaklarında ve bu acılardan dolayı özür dilenmelidir eğer barış inşa edilecekse. Sevgili Şivan bu acılara öncülük etmelidir, bunu seslendirmelidir. Barış ancak bu şekilde inşa edilir.

Diliyorum acılarımıza ortak olursunuz.

Bu duygularla hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Anlaşıldı, bir “Çırpınırdı Karadeniz” de biz çalacağız burada yani. Öyle görünüyor.

SIRRI SAKIK (Muş) – Çalın. Siz doksan yıl çaldınız.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bir doksan daha çalacağız anlaşılan.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Öğretemedik. Öğreneceksin bundan sonra. Doksan birinci yılda, Allah nasip ederse öğreneceksin.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Mehmet Naci Bostancı, Amasya Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Keşke Kur’an-ı Kerim burada kalsaydı ben de gösterseydim. O resimlerin yanına eklenecek başka resimler de var tabii.

SIRRI SAKIK (Muş) – Var, doğrudur.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Belki, bütün resimler bir araya getirildiğinde, bütün o resimlerin konuşulması üzerinden bu topraklara ilişkin ortak bir adaleti gerçekleştirebiliriz. Bu, çok önemli.

Değerli arkadaşlar, İnsan Haklarının altında şiddete ilişkin bir komisyon oluşturduk, Anadolu’yu dolaştık, şimdi Çözüm Komisyonu olarak çalışmaları sürdürüyoruz. Gittiğimiz yerlerde, insanlar bize otuz yıllık süre içerisinde yaşananlara ilişkin kendi tanıklıklarını, gördüklerini, geleceği barış ve çözüm için nasıl biçimlendirmek gerektiğini anlatıyorlar, aynı zamanda acılarını anlatıyorlar. Bu acılar, bu topraklarda ne olupbittiğini anlamak bakımından insanların tanıklığına muhtaç. Elbette gazeteler de yazıyor, bazen televizyonlarda küçük bir enstantane de gösteriliyor ama gerçeğin onlardan ibaret olmadığını bilelim.

Yaşlı bir kadın gelmişti daha birkaç gün önce Komisyona. 3 tane çocuğunu dağda kaybetmiş. Oğlu faili meçhul olmuş -BDP Grubunun verdiği önerge çerçevesinde- kaybolmuş. Oğlundan geriye sadece bir mendil kalmış. Kadın dedi ki: “Benim torunlarım, 3 torunum, babalarından kalan tek hatıra olan bu mendile bakarak ağlıyorlar.” Çok önemli. Bunu anlayamayacak insan var mı, buradaki duyarlılığı, buradaki insaniliği? Elbette, insani olan her şeyi anlayabildiğimiz ölçüde insan oluruz ve…

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Ali İsmail Korkmaz’ı da anlamanızı bekliyoruz, Ethem Sarısülük’ü, Mehmet Ayvalıtaş’ı da anlamanızı bekliyoruz. Onları öldürenlerin destan yazmadığı bir ülke istiyoruz biz.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – …herkesi kucaklayacak bir adalet duygusuna ulaşırız.

Aynı kadına sordum, dedim ki: “Evin kapısı çalındığında, gelmeyen çocuklarından hangisinin geldiğini düşünüyorsun?” Yüzüne mahzun bir gülümseme çöktü, en küçüğünü söyledi. Bir annenin duyarlılığından bahsediyorum. Ben de dedim ki: “Bu ülkede, kapıları çalındığında gelmeyen çocuklarını bekleyen çok anne var.” Türkiye’nin her tarafında, bu anneler, kapılar her çaldığında, daha mezarlıktan yeni gelmiş bile olsa, mezarda, orada başında dua okuduğu çocuğunun geldiğini düşünüyor. Anne yüreği, ümit eder.

Yirmi dört yıl önce şehit olan bir askerin -tek bir evlat, yirmi dört yıl önce, ismi Kemal- annesi anlatıyor: “Evladım, her hafta gidiyoruz. Bizim hayatımız aslında mezarlıkta geçiyor ama yine de umut, ne zaman kapı çalınsa ‘Acaba Kemal’im mi?’ diyorum, kapıya doğru yöneliyorum, sonra birden duruyorum, biliyorum ki Kemal yıllar önce hayatını kaybetti.”

Yaşlı bir çift geldi komisyona, İzmir’de 5 katlı bir apartman dairesinin en üst katında oturuyorlar. Apartmanda asansör yok ve her gün, o apartmanın 5’inci katına binbir güçlükle inip çıkıyorlar. Onların da tek evlatları, genç bir teğmen şehit olmuş. Yakınları demişler ki. “Sizi buradan çıkaralım, daha düzayak bir eve taşıyalım.” “Hayır, biz burada öleceğiz çünkü çocuğumuzun nefesi hâlen burada.” demişler.

Bunları niye anlatıyorum? Acıları yarıştırmak için değil, bu ülkede otuz yıllık süre içerisinde ne olduğunu görebilmek için anlatıyorum. Faili meçhuller bu genel hikâyenin bir parçası, bütün parçalarını göreceksin. Adalet talep ediyorsan, bütünüyle bir adalet talep edeceksin. Adalet iki tarafı keskin bir kılıçtır; sadece karşıdakini kesmeyeceksin, kendini keseceksin. Bu topraklarda bir çatışma yaşandıysa, bu bahsettiğim acılar yaşandıysa, bu acılardan çıkışın yolu, her defasında -çok politik bir dille, kim olursa olsun- sadece kendi acılarından ve kendi hakkaniyet, adalet duygundan bahsetmek olamaz. Geçmişte bu yanlışlık yapıldı. Otuz yıl biz bu dramı niçin yaşamaya devam ettik? Çünkü herkes kendi adaletini istedi. Ben 80 öncesini de yaşadım. Burada var 80 öncesinde o dönemlere şahit olanlar. Herkes, kendi adaletini istediği ve devleti bu adaleti gerçekleştirmek için yeterli görmemesi sebebiyle “ihkakı hakk” denilen o meşrulaştırıcı unsura sığındığı için, şiddet sarmalı Türkiye’yi bir tufan gibi 12 Eylüle götürdü.

Arkadaşlar, aklın bir sınırı var ama akılsızlığın yok. Sınırlı olan aklımız bu işleri nasıl çözümleyecek? Başkalarının acısına bakacaksın. Susan Sontag diye bir denemeci vardır, der ki: “Başkalarının acısına bakmak insaniliktir, ancak başka insanların acılarını, dertlerini, genel insani bağlamda bütün bu hikâyeleri görebildiğin ölçüde insan olur ve adaleti bunun üzerine kurabilirsin.” Şimdi, biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Çözüm süreci dediğimiz nedir? Çözüm süreci dediğimiz, bugün, bu ülkede iki farklı kamuoyuna bölünmüş, duyarlılıkları, hikâyesi, anlatıları, acıları, kendi içine gömülmüş insanları bir araya getirmek, bu duvarları yıkmak, toplumun ortak vicdanını kurmak için, çözüm süreci bunun için. Sırrı bey…

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sizin bir araya getirmek istediğiniz proje milleti ayrıştırıyor. Hocam, sen farkında değilsin memlekette olanın, bitenin.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Affedersin…

BAŞKAN – Sayın Türkoğlu, lütfen müdahale etmeyin.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Asıl sizin anlayışınız bu hâle getirdi.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Veya da ihanetin ortağı, öyle görüyorum ben.

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri...

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İki tarafı da eşit kefeye koyuyorsun ya, bütün geçmişini inkâr ediyorsun Hocam!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ya ne geçmişi!

BAŞKAN – Sayın Bostancı, buyurun.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Yani ben böyle, plastik, ucuz, demagojiye dayanan sözleri aynen reddediyorum. Ben burada insanlıktan bahsediyorum. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) İnsan olduğunuz ölçüde memleketi seversiniz, milliyetçi olursunuz, bu toprakları kucaklarsınız. Herkesi kucaklamayan bir milliyetçilik olmaz, herkesi kucaklamayan bir insanlık olmaz. Bu vatanın birliğini nasıl sağlayacağız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Onun için mi teröristlerle kucaklaşıyorsun?

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Katilleri kucaklamak mı milliyetçilik?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Teröristleri kucaklarken, o anlattığın insanların hatırasına hürmetsizlik etme! Yazık!

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Kurtuluş Savaşı verdiğimiz Yunanlıları da kucaklayacak mısın?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Elbette, bu ülkede yaşayan her insanı kucaklayan ve ortak bir adalet duygusunda buluşturan bir yaklaşım bu ülkenin birliğini ve dirliğini sağlar. (CHP sıralarından gürültüler)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Oraya şehit anasını anlatmaya çıkmışsın, hürmetsizlik yapıyorsun!

BAŞKAN – Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şehit anasına hürmetsizlik yapıyorsun!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – Elbette konuşacaklar, siz de konuşacaksınız, herkes konuşuyor. Meydanlarda konuşuyorsunuz, millet de dinliyor, dinliyor ve kararını veriyor.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Millet tokadı vuracak size, hiç merak etmeyin!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Herkese, “millet” diyoruz ya, hani hep kendisini referans verdiğimiz, adaletin kaynağı olarak gördüğümüz o millet, işte bu tabloyu çıkartıyor, bu tabloyu.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Birileri vatan için öldü, öbürü vatana ihanet ettiği için. Aynı kefeye koyuyorsun! En büyük adaletsizlik budur!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ve diyor ki: “Ey bu tablo, bu Meclis bu ülkenin birliğini sağlasın.” Biz de milletin bize verdiği görevi yapıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, çözüm süreci inşallah yolunda gidecek.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yazık, yazık! En büyük adaletsizliği siz yapıyorsunuz!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sokağa çıkamayacaksınız, sokağa! Kaçacaksınız milletten!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – İnşallah, bu ülkenin bütün acılarını sona erdirecek bir hakkaniyet ve adalet durumunu sağlayacağız. Bu ancak sınırları yıkmakla olur.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - Devleti çözdünüz, devleti! Sizin çözdüğünüz devlet, çözdüğünüz o.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bu ancak başkalarının acılarına açık olmakla olur.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Millete silah çekenle, milleti koruyanı aynı kefeye koyuyorsun ya, en büyük adaletsizlik budur, millete en büyük hürmetsizlik budur! Yazık, yazık!

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen… Sayın Korkmaz, lütfen...

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ben isterdim ki Sırrı Bey buraya geldiğinde, o gösterdiği resimlerin yanına başka resimleri de koysun. Ben, bütün o resimleri gördüm. Ben burada, hem Sırrı Bey’in resimlerini göstermek isterdim hem de başka resimleri göstermek isterdim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bence gerçek yüzünü gösterdin, hepsi o kadar! Bir tek gösterdiğin gerçek yüzün oldu, başka bir şey gösteremedin.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Türkiye’nin gerçekliği bütün bu resimler, bütün bu resimler, bütün bu acılar. Bunları görmeyen göz kördür. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Gerçek yüzünü gördük, o kadar, başka da bir şey yok!

MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, çözüm sürecinin arkasında en çok olan insanlar yaralı insanlar, evlatlarını kaybetmiş insanlar. Hikâyesi uzakta olanlar sadece bu işin dedikodusunu yapıyorlar. Onlar çözüm istiyor, biz de inşallah yapacağız.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – “Siz” kim? “Siz” derken kim, kimden bahsediyorsunuz siz?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Oraya şehit ailesini anlatmaya çıkmışsın. Şehit anasını anlatmaya çıkmışsın oraya. Yazık, yazık!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sahte kabadayı gibi yürüme öyle!

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Hüseyin Aygün, Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sahte kabadayı!

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şu kurduğun cümlelere bak!

ŞUAY ALPAY (Elazığ) – Teröristleri kucaklayan kim? Acıları paylaşmaktan bahsediyor Hoca.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Şuay Bey, Amerikalılarla görüşün bu konuyu!

HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Sayın Başkan, çok teşekkürler.

Benden evvel konuşan hatip, terör alt komisyonunda başkanlık da yapan ve mesai arkadaşlığı yaptığım Naci Bostancı. Beyefendi aynı zamanda bir profesör ve o komisyondaki çalışmalar sırasında, geçmişle yüzleşme, geçmişteki acıların telafisi ve insani bir çözüm arayışı uğruna, Diyarbakır ve Hakkâri’nin de içinde bulunduğu illeri gezdik. Bu arada, Naci Bostancı bir kitap yayımladı -eski ülkü ocakları yöneticisi olarak- çok merak ettim kitapta ne yazdıklarını çünkü sadece 90’lı yılların köy yakmaları ve cinayetleri, karşılıklı verilen insan kayıpları, şehitler, evlatlarını yitiren anneler…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hüseyin Bey, o eski ülkücü değil, ülkücü eskisi o!

RECEP ÖZEL (Isparta) – Terbiyesizlik yapma!

BAŞKAN – Sayın Korkmaz… Sayın Korkmaz, lütfen…

HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) – …konularını değil, aynı zamanda, 1980’den önce olan olayları da merak ediyordum ve Naci Bostancı’nın ne…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – O eski ülkücü değil, o ülkücü eskisidir ancak olsa olsa!

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, ona siz karar verecek değilsiniz. Lütfen…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O bir türkücü! Ülkücüyle türkücüyü karıştırma. O bir türkücü!

HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) – “Ülkücü”yü geri alıyorum, peki. “Ülkü ocakları yöneticisi”ydi, öyle diyeyim arkadaşların uyarısıyla.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – O, o zamandı.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O türkü söyler devamlı!

HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) – Şimdi, alıp okudum ilgiyle çünkü aynı komisyonda çalışmıştık ve hocanın ne dediği, ne yazdığı bir profesör olarak da ilgi alanıma giriyordu.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ülkücülükle alakası yok. Dün dündür. Bülent Ersoy bugün erkek mi?

ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Ayıp! Ayıp! Hakikaten çok ayıp. Hiç yakışıyor mu? Yazık! Yazık!

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ne ayıbı!

HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) – Naci Hocanın kardeşini kaybettiğini o kitap vesilesiyle öğrendim, 80 öncesi sağ sol çatışmalarında, yanılmıyorsam. Kardeşi yaşamını kaybetmişti ve hocanın ülkü ocakları yöneticisi olarak da kitapta ne dediğini, nasıl bir mesaj verdiğini sayfalar boyunca takip ettim. Tabii, kardeşinin ölmesi çok korkunç bir şey ve insani olarak da acısını bence çok iyi ifade etmiş ama mesela, isterdim ki ülkü ocakları, sağ sol çatışmaları, Maraş olayları sırasında yaşananlar, örneğin TİP’li 7 gencin Bahçelievler’de katledilmesi, eter, pamuk burunlarına tıkanmak suretiyle, boğulmak suretiyle vahşice katledilmesiyle ilgili de bir şeyler söylesin, o zaman öldürülen, katledilen sol insanlarla ilgili de bir şeyler söylesin. Tabii, bir insan sadece kendi kardeşinin acısını da yazabilir ama “Başkasının acısına bakmak.” diyen AKP’li hatibin, o kitapta başkasının acısına çok bakmadığını gördüm.

Şimdi, köy yakmalarla ilgili de tabii çok problem var. Biz, gerçekten o komisyonda çalışmalar yaptık, insanları dinledik. “Köy yakma” dediğimizde, sadece göç ettirme, mesela 90’lı yıllarda 1 milyon 300 bin kişinin TBMM raporuna göre batıya nakledilmesini anlamıyoruz; aynı zamanda, faili meçhul cinayetleri, siyasi kayıpları, insanlara uygulanan zorbalığı, insanlara dışkı yedirilmesini, hiç dillerini bilmedikleri kentlerde, ilçelerde ve varoşlarda insanların iskân edilmelerini kastediyoruz; aynı zamanda, büyük bir insani acıyı konuşuyoruz.

90’lı yıllarda -TBMM raporuna göre- 1 milyon 300 bin kişi… Bu sayının çok fazla olduğu kanaatindeyim çünkü göçlerin en yoğun yaşandığı bölgelerin birinden geliyorum ben, orada avukatlık da yaptım. Mesela, Dersim bölgesinde 45 bin kişi göç ettirildi, oranın nüfusu 100 küsur bin civarındaydı, şehrin neredeyse üçte 1’i zorunlu göçe gönderildi ve gidenlerin köylerinin büyük bir bölümü yakıldı. Bu arada, bu raporu yazan, 1 milyon 300 bin kişinin nakledildiği raporunu yazan devlet, mesela Türkiye’nin batısında bu insanların nereye yerleştiği, ne yiyip içtiği, neyle geçindiği konusunda hiçbir araştırma yapmadı; bu konuda da hiçbir envanter elimizde bulunmuyor.

Şimdi, eskiye gidecek olursak, bu köy yakmalar çok eski bir mesele arkadaşlar. Mesela, köy yakma konusunda bir kitapçık var, jandarma tarafından yayımlanmış, “Köy Yakma El Kitapçığı” adı. Köydeki evlerin nasıl olduğunu tarif eden bu kitapçık, en kolay yoldan bir evin nasıl yakılacağını anlatır. İsteyen gider, kütüphanelerde bu kitapçığı okuyabilir. Demek ki çok eski bir politikayla karşı karşıyayız, insanların köyleri yüz yıllar boyunca yakılmış ki başka yerlere nakledilsinler ve bunlardan bazı politik ve ideolojik yararlar elde edilebilsin. Benim aklıma gelen şeylerden bir tanesi, nüfus ve iskân politikaları. Balkanlarda da oldu, Van’da da oldu, Dersim’de de oldu; bununla, aynı zamanda, insanların kültürlerini ortadan kaldırıp tek tip insan yaratma amacı izlenmiş olsa gerek.

Köy yakmalarla ilgili BDP adına konuşan Sırrı Sakık, bir askerin Taraf gazetesindeki itiraflarına atıfta bulundu, onu ben de okudum, başka bazı gazetelerde de yer aldı. Kendilerinin “köy yakma timi” diye bir tim kurduklarını ve Güneydoğu’da köyleri yaktıklarını söylüyor. Aslında, bu tanık ifadelerine de çok fazla gerek yok yani orada göç ettirilmiş, sayıları milyonları bulan, herhangi  bir  yurttaşı İstanbul’da, İzmir’de, Ege’de bulup -rahat- dinleyebilirsiniz köylerinin nasıl yakıldığını, size aradan geçen yirmi yılı da anlatabilir ve aslında, o insani acıların mağdurlarının tarafından da olaya bakabilirsiniz.

Bu Mecliste de çok sayıda önerge oldu, hem arkadaşlarımızca hem bizim tarafımızdan verilen önergeler. Fakat, şu ana kadar bu alanda hiçbir işlem yapılmadı. Sadece, 2004 yılında, Avrupa Birliğinin baskısıyla terörle mücadeleden doğan zararları karşılayan bir kanun çıkarıldı. O da aslında “başkasının acısına bakmak” diskuruna uygun olarak atılan bir adım değildi ne yazık ki. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde çok sayıda dosya birikmişti ve onların yaratacağı mali külfet Hükûmeti çok korkutuyordu. Bu yüzden, yayınlanan o yasada da ne yazık ki amaca ulaşılamadı çünkü yasa çıktığında öldürülmüş bir insanın can bedeli sadece 17 bin TL olarak ifade edilmişti ve yasa, manevi tazminat ödemeyi en baştan reddediyordu. Öldürülmüş, sürülmüş insanların acılarını telafi eden bir yasada, bu Hükûmet döneminde çıkan bir yasada, onlardan şeklen özür dilenmesini içeren bir hüküm bile bulunmuyordu. Ayrıca, bu yasa sadece çıktığı tarihe kadarki mağduriyetleri giderdi. Mesela, 2004’ten 2013’e kadar hâlâ yüzlerce, binlerce boş olma durumları devam eden köy ve mezra var. Bu aradaki maddi zararlarla ilgili de bu yasa herhangi bir çözüm önermiyor ve bizim 2003’ten 2013’e kadarki zararların da tazminine dair kanun tekliflerimiz var; eğer Meclis Genel Kuruluna gelirse ve çoğunluk oy verirse köylülerin mağduriyetlerinin bir bölümü daha karşılanabilir.

Bu arada, yine çok ilginç bir şey var benim okuduğum: Yavuz Ertürk ve etrafındaki bir grup insanın -Bolu Komando Tugayı yöneticisi zamanında- Diyarbakır’da sanırım açılmış bir soruşturması var. Yavuz Bey’in geçen gün ifadesi alındı ve serbest bırakıldı çünkü yirmi yıllık zaman aşımı doluyordu. Spesifik olarak, 11 köylünün Kulp’ta kaybedilmesine dair bir dosyaydı ama aynı zamanda, bu kayıp olaylarının meydana geldiği bölgelerde köyler de yakıldı, siyasi cinayetler de işlendi. Dolayısıyla, orada uygulanan kıyıcı politikaları ortaya koyan kompleks ve büyük bir davayla karşı karşıyayız. Dilerim, bu davada bir mesafe katedilebilir ama şu ana kadar köy yakmadan dolayı -başta Tansu Çiller olmak üzere- hiçbir siyasetçinin ve kamu görevlisinin veya jandarma komutanının yargı önüne çıkarılması veya cezalandırılması gibi hiçbir sonuç yok, çok ilginç. Yani, 1 milyon 300 bin kişi göç ettiriliyor Türkiye’nin batısına ama yargılanmış tek bir kamu görevlisi yok, sene 2013!

Tabii, bu arada yargılamalar oldu. Türkiye’de yargılanmadı insanlar ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bol bol Türkiye aleyhine davalar açtı ve Türkiye’yi, “işkenceci devlet”, “katil devlet”, “köy yakan devlet” gibi tanımlamalarla uluslararası camianın önünde son derece zor bir pozisyona soktu. Kendi vatandaşının köyünü yakmak, bomba atmak, havadan bombardıman etmek nasıl bir şey, bir hükûmet veya devlet açısından ne kadar onur kırıcı bir şey olsa gerek, tahammül ediyoruz.

Bu Yavuz Ertürk’e yeniden dönecek olursam, Yavuz Paşa’nın ismi ilk olarak AİHM’deki bir yargılamada ortaya çıktı. Yani, onu Türkiye’de hiçbir savcı yargı karşısına çıkaramadı, AİHM’de ismi ortaya çıkarıldı ve bu Ankara Adliyesinin bir kütüphanesi var, orada AİHM yargıçları geldi, kendisinden -yıllar evvel, 1990’lı yılların sonunda- ifade aldılar. Daha sonra, Diyarbakır ve çevresinde işlenen cinayetlerle ilgili insan hakları savunucularının yoğun takibiyle Yavuz Ertürk ve arkadaşlarına karşı bu dava açıldı ama bu davada bir yere varılabilecek mi? Gerçekten köy yakanlardan hesap sorulabilecek mi? Maddi zarar, manevi zarar boyutuyla insanların mağduriyetleri giderilebilecek mi? Doğrusu çok umutsuzum çünkü bu haftaya, “Başkasının acısına bakmak.” diyen Profesör Naci Bostancı’nın hiç de dileklerine uymayan gelişmelerle girdik. Mesela, 19 yaşında dövülerek vahşi şekilde katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın davası, “Onu arkadaşları öldürdü, polis böyle bir şey yapmaz.” diyen Eskişehir Valisi tarafından Kayseri’ye gönderildi. İşte, başkasının acısına böyle bakıyoruz.

Veya bir vali, Adana Valisi, artık sosyal medyada çok gülünç bir duruma düştü ama kendisini protesto eden bir vatandaşa ne biçim hakaretler etti, görüyorsunuz ve utanmadan bir de çıkıp yalan söyledi. Dün de bu Mecliste “Onu yedirtmem.” diyen bir Başbakanı dinledik. Dolayısıyla, “Başkasının acısına bakmak.” eğer tutarlı bir diskur olacaksa Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün, canlarını kaybeden diğer gencecik çocukların da acısına bakmamız lazım.

Bugün, yüzlerce gündür derin bir uykuda olan, polisin, başından gaz kapsülüyle vurduğu 14 yaşındaki Berkin sabah ameliyata girdi. Onun da acısına bakmalıyız, o zaman köy yakmaların ne olduğunu tutarlı bir şekilde anlayabiliriz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Barış ve Demokrasi Partisinin vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım.

Tabii ki araştırılması istenen konu, Türkiye’nin tarihinde yaşanmış, acıları olan, bir daha bu ülkede bu acıların yaşanmasını hiç kimsenin arzu etmediği bir durum. Bunlara birtakım sloganvari söylemlerle karşı çıkmak, acıyı yüreğinde hissetmemek çözümden ziyade yine eski günlerin tekrarlanmasından ibaret olacak. Onun için, biz, bir daha bu ülkede bu tür acıların yaşanmasını hiç kimsenin arzu etmemesini ve bu ülkede sevginin, kardeşliğin her yerde her şekliyle hâkim olmasını arzu etmekteyiz. Onun için bu çözüm süreci, onun için barış ve kardeşlik diyoruz. Birtakım milliyetçi söylemlerle bu ülkeye hiç kimse bir şey katmadı. Biz kardeşliği, ortak değerlerimizi acaba yükseltebilirsek, bu acıları yüreğimizde hissedebilirsek… Biz AK PARTİ olarak Türkiye’de her kesimin, yaşayan her kesimin uğramış olduğu bütün mağduriyetlerin acısını yüreğimizde hissediyoruz. Onun için çözümden yanayız, onun için kardeşlikten yanayız.

Adımlar partimiz ve Hükûmetimiz tarafından atılmaktadır. Meclisimizin gündemi bellidir; bugün İç Tüzük değişikliği, kamuoyunun beklentisi ve milletvekili arkadaşlarımızın beklentisini cevaplayacak bir düzenleme var. O nedenle araştırma önergesine üzülerek de olsa katılmadığımızı belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, Sayın Bostancı dedi ki: “Resmin tümüne bakmamız lazım.” Ben orada açık ve net olarak ortaya koymama rağmen hâlâ bir başka tarafa çekmenin çok da vicdani olmadığını…

BAŞKAN – Fikirlerini söyledi Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Muş) – Hayır, bakın, Sayın Başkan, ben aynen şunu söyledim…

BAŞKAN – Hayır, orada sizin konuşmanıza bir sataşma söz konusu mu, var mı?

SIRRI SAKIK (Muş) – Var, var efendim.

BAŞKAN – Ne var? Ne söyledi de sataştı?

SIRRI SAKIK (Muş) – Efendim, aynen şöyle diyor: “Resmin tümüne bakmanız...”

BAŞKAN – Evet, dinledim.

SIRRI SAKIK (Muş) – Oradan şöyle bir şey çıkıyor: Sanki, efendim, PKK’nin yaptığına karşı devletin bunu yapmak gibi bir hakkının olduğunu söylüyor. Oysaki ben… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Hayır, hayır.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Öyle bir şey demedi.

BAŞKAN – Hayır, onu söylemedi, onu kastetmedi. İşte Sayın Bostancı...

RECEP ÖZEL (Isparta) – Demedi.

SIRRI SAKIK (Muş) – Bakın, Sayın Başkan, tutanaklara geçsin, isterseniz söz vermeyin. Ben şunu söylüyorum…

BAŞKAN – Hayır, söz verip vermeme konusu değil, sataşma olmadığı için vermiyorum yani.

SIRRI SAKIK (Muş) – Adı “devlet” olur, adı “örgüt” olur, adı “birey” olur, kim olursa olsun dedim bu komisyonu oluşturalım, üzerine gidelim; örgüt mü, devlet mi, kimse, hep birlikte oluşturalım. Tarih size son derece önemli bir fırsat sunuyor.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sakık.

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Yanlış yanlışla temizlenmez.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.05


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                                        13/11/2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 13/11/2013 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                          Yusuf Halaçoğlu

                                                                                                                  Kayseri

                                                                                                   MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

09 Ekim 2013 tarih, 250 sayı ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğumuz Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşlarının dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verdiğimiz Meclis araştırma önergemizin 13/11/2013 Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Zühal Topcu, Ankara Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ZÜHAL TOPCU (Ankara) -  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dershaneler üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına verdiğimiz araştırma önergesi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, konuya nereden başlayacağımızı gerçekten bilmiyoruz. On bir yıllık süre içerisinde, en fazla üzerinde oynanan konu ve değişikliğe uğrayan, akşam yatılıp sabah önemli değişikliklerle kararlar alınan konu eğitim konusu olmaktadır. Özellikle, baktığımızda, eğitim sistemindeki sorunların da gittikçe kar topu gibi büyüdüğünü artık hepimiz de biliyoruz yani bunu, artık iktidar partisinin kendi milletvekilleri ve bakanları da biliyor; özellikle belirtmek istiyoruz. Çünkü, baktığımızda, şimdiye kadar, özellikle eğitim konusunda, ağzı olan herkesin konuştuğunu görebiliyoruz; herkes her konuda ahkâm kesiyor ve önemli açıklamalarda bulunuluyor.

Eğitimin bileşenlerine baktığımızda, öğretmenlerin mutsuz olduğunu görebiliyoruz. Özellikle eğitimin itici gücü olan öğretmenler artık kendilerini tam olarak görevlerine veremiyorlar çünkü sistem her gün değişiyor. Öğretmenlerin kariyer basamaklarına yönelik herhangi bir sistematik programlaması daha yapılamadı. İktidarın on bir yıldan beri üzerinde düşündüğü, tartıştığı konular hâlâ gerçekleşemedi.

Özellikle, yine, öğretmenlerin maaşları üzerinde  sürekli olarak bir azalmanın gündeme geldiğini ve bunun yeni değişen şartlara göre yenilenmediğini de biliyoruz.

Öğrenciler mutsuz çünkü sürekli olarak sınav sistemi değişmekte ve ders içerikleri değişmektedir. Artık öğrenciler de yetişemiyor, hangi sınava ne zaman girecekleri ve sınav içerikleri konusunda böyle bir belirsizlik sürekli olarak gündemi işgal etmektedir.

Veliler mutsuz çünkü artık onlar çocuklarını mutlu edemiyorlar, aynı zamanda, gelecekleri olan, hem kendilerinin hem de bu ülkenin geleceği olan çocuklarına yetemiyorlar, cevap veremiyorlar.

Yöneticiler mutsuz çünkü görev yaptıkları okulda herhangi bir güvenceleri yok, iktidarın uyguladığı politikalarla, anında, farklı görev yerlerine atama gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Şimdi, baktığımızda, özellikle eğitime yönelik sorunlar üzerine odaklanan tartışmaların da seviyesinin iyice düştüğü ve siyasete alet edildiğini, özellikle gençlerimizin ve çocuklarımızın siyasete alet edildiğini de görebiliyoruz. Burada, artık eğitime yönelik bir sürü önemli sorun var iken, onların gündeme getirilmesi gerekir iken bir bakıyoruz ki, dershane konularının gündeme getirildiğini görüyoruz.

Baktığımızda, özellikle 2008 yılında Sayın Başbakanın dershanelere karşı milletçe mücadele çağrısında bulunduğunu biliyoruz ve o zamandan bugüne AKP iktidarının da dershaneler konusunda bir adım atmadığını da biliyoruz.

Yine, şikâyet konusunda, sürekli olarak her gün şikâyetler artarken icraat konusunda, buna çözüm üretme konusunda AKP iktidarının bir adım atmadığını da  görebiliyoruz.

Çözüm üretmenin aksine problem sarmalının daha da büyümesine sebep olacak “Üniversite giriş sınavlarını ve üniversite hazırlık kurslarını ortadan kaldırıyoruz. Dershaneler ya özel okullara dönüşecek ya da kapatılacak.” gibi söylemlerde bulunmaya hâlâ hem Başbakan hem de bazı yetkililer, bakanlar devam ediyor ama bu söylemlerin ortak olmadığını da görebiliyoruz. Sayın Başbakan ve Bakan “Kapatılacak.” derken, Millî Eğitim eski bakanlarından bazıları dershanelerin kapatılmaması gerektiğini, bazıları ise kapatılmadan önce bu konuda iyi bir çözüm üretilmesi gerektiğini vurguluyorlar.

Şimdi, buraya baktığımızda, yine, gündemde olan bakanlardan bir tanesinin söylemiyle devam etmek istiyorum, Sayın Bülent Arınç: “Dershaneler hayatın gerçeği, gençlerimiz ortaokuldan itibaren sınavlara hazırlanmak için bu dershanelere gidiyorlar, eksikliklerini giderip sınav sistemine adapte oluyorlar.” diyor.

Şimdi, baktığımızda, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde, 2.002 olan dershanelerin sayısının bugün 2 katına çıkarak 4 bine ulaştığını biliyoruz.

Yine, 2002 yılında dershanelere devam eden öğrenci sayısı 589 bin iken hâlihazırda bu sayının 1 milyon 200 bin civarında olduğunu biliyoruz.

Yine, dershanelerde çalışan öğretmen sayısının ise 2002 yılında 20 bin iken bugün resmî rakamlar olarak verilen 52 bine ulaştığını ama gayriresmî rakamların bunların çok daha üzerinde olduğunu biliyoruz.

Ve şu anda, Türkiye'de gerçekten dikkate değer bir dershane gerçeğiyle karşı karşıyayız. Önce, dershane gerçeğinin nasıl ortaya çıktığına yönelik olarak birtakım sorunların başlıklar hâlinde toparlanması lazım. Bunları çok genel olarak toparladığımızda 4 başlık altında toplayabiliyoruz:

Bunlardan bir tanesi, eğitimdeki kalite sorunu. Özellikle, öğrenci merkezli eğitimde kalite sorununun ortaya çıkmasında, burada öğrenci merkezli eğitimin olmaması; öğretmen kalitesinde, özellikle öğretmen yetiştirmenin dikkate alınmaması; fırsat eşitliğinin sağlanamaması, müfredat ve okul fiziki şartlarının dikkate alınmaması gibi, özellikle kalite sorununu gündeme getirecek alt başlıkların hiçbir zaman dikkate alınmadığını görebiliyoruz.

Bir diğeri, sınav merkezli eğitim sistemi olarak karşımıza çıkıyor. Ki özellikle bu iktidar döneminde, eğitim sistemini yalnızca sınavlar bütününden oluşan bir bütün olarak algılayan bir iktidarla karşı karşıyayız. “Sınavları kaldıracağız.” ve “Azaltacağız.” şeklindeki yorumlarla sınavların daha da arttığını görebiliyoruz ve sistemin sınav odaklı hâle getirildiğini de görebiliyoruz. Şu anda bile, yeni karar verilen sistemde sınavlar 12’ye çıkmıştır, onu da belirtmek istiyoruz.

Özellikle dershanelerle ilgili toplumsal algılardan bahsetmek istiyoruz. Artık dershanelere aileler çok daha fazla anlam yüklemeye başladılar. Eğitim kurumlarından, okullardan çok daha fazla anlam yükleniyor. Çünkü burada da özellikle eksik konu tamamlama, çok soru çözme, sınav tekniklerini kazandırmanın da ötesinde artık dershaneler “Hizmette sınır yok.” anlayışıyla, mantığıyla öğrencilerin düzeyinin belirlenmesi, etüt, konu tekrarı, öğrenci takip sistemi, kariyer planlama, rehberlik etme ve sırdaşlık rollerini üstlendiler. Bakın, eğitim kurumlarının bugün yapması gereken işlemleri, işlevleri artık dershaneler üstlenmiş durumdalar. Bazı eğitim kurumlarında rehberlik hocası bulunmazken hemen hemen bütün dershanelerde artık yoğun olarak rehberlik hizmetleri verilmektedir.

Şimdi, zorunlu eğitim düzeyinde çocuğu olan ailelerin sohbet konularının bile artık dershaneler olduğunu bizler biliyoruz ve istikrarsız yönetimden de çok fazla bahsetmek istemiyoruz. Çünkü baktığınızda, bugün dershaneleri özel okullara çevirerek problemi çözeceklerini zannediyorlar ama bugün özel okulların kontenjanlarının yüzde 40’ının boş kaldığını görebiliyoruz. Hangi türlü, hangi şekilde, hangi nedenle bunları özel okullara çevireceksiniz? Ve yine, Bakanlığın yaptığı araştırmalarda 4 bin dershaneden yalnızca 263’ünün özel okul olabilme özelliklerine sahip olduğunu görebiliyoruz.

Şimdi, yine, baktığımızda, şu anda, lütfen yolda yürürken sağınıza solunuza iyi bakmanızı öneriyoruz. Çünkü, 2 apartman arasında okullar yapılmaya başlandı, inşa edilip tabelalar takıldı. Bu çocuklar nerede okuyacak, bu çocuklar nerede oynayacak, bu çocukların sosyal veya fiziki ihtiyaçlarını giderebilecekleri alanlar nedir, bunları kimse düşünmüyor.

Özellikle şimdi Millî Eğitim Bakanına sormak istiyoruz: Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda sıfır alan öğrenci sayısı 2010’da 14 bin iken 2013’te 61 bin olması dershanelerin suçu mu? Endüstri meslek liselerinden LYS’ye giren 2013 yılındaki öğrencilerin yalnızca yüzde 27’sinin LYS’ye girebilmesi dershanelerin suçu mu? Ve yine sınava giren 1 milyon 800 bin öğrencinin 1 milyon 300 bininin fen sınavından 4 doğru bile yapamaması dershanelerin suçu mu? Ve yine acaba, Türkiye'nin, PISA, TIMSS gibi uluslararası öğrencilerin bilgi ve beceri düzeylerini ölçen sınavlarda, 2006’da, 57 ülke arasında 37’nci veya 44’üncü olması dershanelerin suçu mu?

Ben özellikle vurgulamak istiyorum: Sorunların çok iyi tespit edilmesi lazım, eğitimin şu anda AKP iktidarının yaptığı gibi siyasete alet edilmemesi lazım.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Demir Çelik, Muş Milletvekili.

DEMİR ÇELİK (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi partim ve şahsım adına saygı ve sevgiyle selamlarken Milliyetçi Hareket Partisinin eğitim ve dershanelere ilişkin araştırma önergesi üzerinde konuşma sözü aldım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim, günümüz toplumunun önemli sosyal, siyasal faaliyetlerinden biridir. Her ulus üniter devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti devletinde de, kuruluşundan bu yana, gerek buluştuğu hükûmetler gerekse tanıştığı ve iktidara taşıdığı bir kısım odaklar ve kesimler tarafından eğitimle hep oynanagelmiştir, üzerinde en çok tartışmanın, en çok değişimin ve değişikliğin yapılması yönlü müdahalelerin olduğu bir alandır. Bunun nedenini öncelikle araştırmak, bu nedenleri giderecek bir duyarlılık içerisinde soruna yaklaşmak olması gerekendir ama her iktidar gibi AKP iktidarının da on bir yıl boyunca en çok uğraştığı ve değişime yönelik bir kısım müdahalelere sahne ettiği alan millî eğitim. Hâlâ da ihtiyaç karşılanmış değildir, hâlâ ihtiyaç olan demokratik meşru talepler, maalesef, Meclis tarafından, Hükûmet tarafından, iktidar tarafından karşılanmış değildir. Bu manada, öncelikle yapılması gereken eğitimden ne anladığımız, eğitimin toplumun ekolojik, demokratik, sosyal ve siyasal ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığına bakmak gerekiyor. Eğer bu paradigmayla soruna yaklaşamazsak sadece ve tek başına günü kurtarmaya, palyatif bir kısım çözümlerle toplum ve toplumun biriken enerjisini almaya dönük bir kısım adımlar, bizi, dün olduğu gibi bugün de açmazlarla karşı karşıya bırakacaktır. Her şeyden önce eğitim, bilimsel olmalıdır; eğitim, realist, gerçekçi olmalıdır; eğitim, ana dilde, erişilebilinir, nitelikli ve parasız olmalıdır. Bugün uyguladığınız, doksan yılın birikimi üzerine yeniden uygulamaya çalıştığınız anlayışınızdan devreye koyduğunuz eğitim anlayışınız bunları içeriyor mu? Hayır, çok daha uzağında; tekçidir, merkeziyetçidir, tek tipleştirmenin aracıdır, ötekileştiren, asimilasyonist politikaların bizatihi cereyan ettiği bir alandır. Bu alan olduğundandır ki çocuklarımız, kuşatılmışlığın içerisinde hegemonik ilişki ile önüne konulan hedefe koşturulan at misali rekabetin, yarışmanın demokratik ve meşru olmayan zeminleriyle karşı karşıyadır. İşte bu meşru olmayan zeminlerden biri dershanecilik. Dershanecilik, millî eğitim denilen yapının, Millî Eğitim Bakanlığının kendisi ve onun organik ilişkilerinin gerekçesi olan devamı pozisyonundaki bürokrasi görevini yapmadığı için dershane ve dershanecilik mantar gibi her yerde türemiştir, üremeye ve türemeye de devam ediyor. Devlet, nitelikli, parasız, erişilebilinir ana dilde eğitimi vermiş olsaydı; devlet, çocukları ve gençleri yarışa koşturmak yerine herkese ihtiyacı kadar, herkese beceresi, yetenekleri, bilgi birikimi oranında veriyor olsaydı bunlar tartışılmıyor olacaktı.

Evet, bugün 4 bin dershane var. 4 bin dershanede devletin veremediği, Bakanlığın veremediği eğitimin eksikliklerini telafi etmek adına, insanlar parayla eğitimi satın almaya gidiyor. Bu, günahtır, yazıktır; öncelikle demokratik değil, meşru değil. Devlet hem ana dilde eğitimi vermeyecek,  beni, asimilasyonist politikalarla kendi okullarında yeni bir cenderenin içerisinde şekillendirmeye çalışacak, yetmeyecek, veremediklerini de parayla satın almam için dershanelere teşvik edecek. İşte, neoliberalizmin taşeronlaştırma, piyasalaştırma ve metalaştırma alanı millî eğitimde de devam ediyor.

Bu yönüyle öncelikle yapılması gereken, Türkiye gibi çok kimlikli, çok kültürlü bir  toplumun gerçekliğine uygun yeni eğitim politikalarıyla toplumun karşısına çıkmak lazım. 36 etnik kimliğin yaşadığı bu coğrafyada her dil, her lehçe kutsaldır. Belki, dinler, inançlar ve kültürler çıkmadan önce, bundan milyarlarca yıl önce insanlar, ilk kez,  sosyal ilişkinin, sosyal varlık olmanın gereği olan dille tanıştılar. O dil en eskidir. İnsanı ve insan olmanın sosyalitesini açığa çıkaran dili inkâr etmek, yadsımak, dil üzerine eğitimi öngörmemek ayıptır, abestir. Biz bu manada, bu 36 etnik kimliğin varlığını dikkate alarak herkesin kendi ana dilinde eriştiği, ulaştığı bir eğitim müfredatıyla toplumun ve gençliğin, çocukların önüne çıkabilir, karşılayabilirsek, nitelikli eğitim ve besleme noktasında çocukları devreye koyabilirsek dershane ihtiyaç olmaktan çıkar. Ama, siz millî eğitim müfredatı temelinde ezberci, despotik ve empoze edici noktada herkese her şeyi vermeye kalkıştığınızda, el becerisini, sanatsal                faaliyetini, yeteneklerini açığa çıkarmayıp herkesi üniversiteye endeksler, üniversitenin de akademik, nitelikli bir kısım bölümlerine angaje ederseniz bu iş içinden çıkılmaz bir kaosa, içinden çıkılmaz bir yumakla bizi karşı karşıya bırakır. Kaldı ki bunca üzerine titrediğimiz ve önemsediğimiz eğitime gerekli maddiyatı, kaynakları da oluşturmuş değiliz. Bugün, işte bütçe hazırlanıyor, 2014 bütçesine baktığımızda, Eğitim Bakanlığının bütçesine baktığımızda, Millî Savunma Bakanlığına, emniyet bütçesine, diyanet bütçesine baktığımızda aradaki makası görebiliriz. Eğitimi es geçen, dikkate almayan devlet algısı, doğası gereği bu görevi, sorumluluğu dershaneye devretmiştir. Dershane de bir ticarethane olduğundan, eğitimi metalaştırıp satın alınacak ve satılacak bir konuma getirdiği için de bu döngü bir kısır döngüye gitmiştir. Devlet bu yükten kurtulmak istese de kurtulamıyor, kurtulmak istemediğiyle birlikte de bununla nasıl rekabet edebileceğini, nasıl yürüteceğini bilemiyor.

O anlamıyla, siyasal alanda olduğu gibi, eğitimde de devlet, bilerek, isteyerek paralel devlete yol açmıştır. Birçok odak, birçok siyasal yapı bu dershanelerin üzerinden eğitim dışı bir kısım faaliyetlerini de  gerçekleştirmenin zeminine dönüştürdüğünden, bir kısım odakların, ulusal ve uluslararası odakların  cirit attığı alanlara dönüştürdüğünden de dershaneler, neredeyse devlete ve sisteme karşı direnen belirli uluslararası odaklar konumuna gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim gibi her insanın her yaşında ihtiyaç duyduğu konu, üzerinde Meclisin titizlikle durması gereken, bu hassasiyetle yaklaşılması gereken bir konudur. Bu konu, öncelikle araştırılmaya değerdir. Toplumun gelişmişlik düzeyine uygun olan yeni eğitim programları, müfredatlarıyla toplumun karşısına çıkmak ise toplumun beklentisidir. Bu manada, sorunu ertelemeden, ötelemeden, toplum dinamiklerini esas alan, sivil toplum örgütünden demokratik kitle örgütlerine, toplumun örgütlü güçlerinden siyasal partilerine herkesi dinleyen, herkesin ortaklaştırdığı yeni bir anlayış, yeni bir zihniyetle yola çıkmak bize kazandırır ama her şeyde olduğu gibi bu konuda da Hükûmet tek adamcılığa, millî şefe oynar, benmerkezci davranır, merkezden her şeyi şekillendiren algısıyla yaklaşırsa her gün karalama tahtası üzerinden oynadığınız gibi üzerinde oynadığınız bir alana dönüştürmüş olursunuz ki bir yanıyla kendi kendimizi 4+4’ten bilinmezliklere koşturmuş oluruz. O anlamıyla da, tam da demokratik çözüm sürecini tartıştığımız bu süreçte çözüm öncelikle ana dilde olmalıdır, parasız olmalıdır ve çözüme gidecek parametreleri dile getirdiğimiz bu süreçte de herkesin eşit, adil, ana dilinde eğitim aldığı koşulları yaratmak da devletin, devlet kadar bu Meclisin görevidir. Bu duyarlılıkla soruna yaklaşıp toplumun birikmiş olan sorunlarını çözüme kavuşturmak, dershane yerine bizatihi bilimsel eğitimin devlet tarafından parasız verildiği bir sisteme kavuşturmak da halklarımızın, toplumumuzun bizden beklentisidir diyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Tanju Özcan, Bolu Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından verilmiş araştırma önergesinin lehinde söz almış bulunuyorum.

Tabii, sayın milletvekilleri, son derece önemli bir konu ancak bu önemli konuda birçok önemli konuda olduğu gibi AKP sıralarını boş görmek bizi şaşırtmadı ama aynı zamanda üzdü.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – CHP’ye bak, CHP sıraları boş.

TANJU ÖZCAN (Devamla) – Bu öneri, dershaneleri kapatma önerisi Sayın Başbakandan geldi, “Muhalefet belli ki buna itiraz ediyor, en azından bu sorun araştırılsın.” diyor ancak neye itiraz ettiklerini bile merak etmeyen bir Hükûmet grubu ile karşı karşıyayız. Son derece üzüntü verici ama yaşadığımız deneyimler itibarıyla şaşırtıcı değil.

Sayın milletvekilleri, bu dershanelerin kapatılması konusunda öncelikle şunu bir konuşalım: Sayın Başbakan ne kadar samimi “Dershaneleri kapatacağım.” derken? Bakın, dershanelerin kapatılması ilk kez 2005 yılında sizin bakanlığınıza bağlı bir müsteşar tarafından dile getirilmiş. 2008 yılında Sayın Başbakan bunu yeniden dillendirmiş, 2010 yılında yeniden dillendirmiş, yakın dönem öncesinde. Ancak müsteşar “Dershaneler kapanacak.” derken, Sayın Başbakan yıllar önce “Dershaneler kapanacak.” derken, sürekli bunu söylerken devriiktidarınızda tuhaf bir şey olmuş, kapatılacağı iddia edilen dershanelerin sayısında iktidarınız döneminde sadece yüzde 100 civarında bir artış olmuş. Şimdi, siz hem kapatmaktan bahsediyorsunuz hem de döneminizde dershane sayıları çok ciddi şekilde artıyor, öğrenci sayısında da buna paralel olarak yine çok çok büyük artış var. Bugün dershanelerdeki öğrenci sayısı neredeyse 1,5 milyonu bulmuş.

Sayın milletvekilleri, şu tespiti yapalım: Dershaneler bir sonuç Türkiye’de, Türk eğitim sisteminde. Gerçekten eğitim öğretim anlamında yetersizlikten ve mevcut sistemimizde sınav sisteminin esas hâle gelmesinden dolayı bugün bu dershanelerin sayısı bu derece artmış, bugün bu dershanelere Türkiye’de 1,5 milyona yakın öğrencinin gitme sebebi de bu. Şimdi, siz AKP olarak diyorsunuz ki: “Biz bu dershaneleri kaldıracağız.” Peki, sınav esaslı eğitim sisteminden vazgeçmeden siz bu dershaneleri nasıl kaldıracaksınız? Dershaneleri kapatmak için okullar ve bölgeler arasındaki eğitim öğretim kalite farkını ortadan kaldırmadan siz bu dershaneleri nasıl kaldıracaksınız? Anadolu’da birçok okulda öğrencilerin temel dersleri boş geçerken siz bu dershaneleri nasıl kaldıracaksınız? ÖSYM’nin yaptığı sınavlara bakıyorsunuz, bu sınavların tamamının dershane müfredatına uygun olarak hazırlandığını görüyorsunuz. Şimdi, siz bu durumu ortadan kaldırmadan dershaneleri kaldırıp ÖSYM’nin sınavlarında öğrencilerin nasıl başarılı olmasını bekliyorsunuz? Devlet okullarında –az önce söyledim- matematik, fizik, kimya dersleri, birçok okulda boş geçiyor. Sorulara bakıyorsunuz, bu alanlardan geliyor ağırlıklı olarak. Devlet okullarında okutulan müzik, resim, beden eğitimi gibi derslerden öğrencilere herhangi bir soru dahi sorulmuyor. Şimdi, siz, bu anlamda, durum böyleyken, bu dershaneleri nasıl kaldıracaksınız?

Devlet okullarında ve hatta özel okullarda doğru dürüst yabancı dil eğitimi veremezken yabancı dil öğretimine dönük olarak kurulmuş dershaneleri siz nasıl kaldıracaksınız?

Dershaneleri peki kapattınız, şu garantiyi topluma verebiliyor musunuz: Evet, tüm okullarda matematik, fizik, kimya, tarih, edebiyat gibi temel derslerin bundan sonra boş geçmeyeceğini, bu çocuklara bu dersler ile ilgili anlaşılabilir bir eğitim verebileceğinizi taahhüt edebiliyor musunuz? En azından, topluma şu taahhütte bulunabiliyor musunuz: “ÖSYM’nin sınav sistemini kaldıracağım.” veya en azından “ÖSYM’nin sınav sistemini okul müfredatına uygun hâle getireceğim.” diyebiliyor musunuz? E diyemiyorsunuz bunları.

Dershaneler kapatılınca Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesindeki bir genç ile batıda bir ilde Anadolu veya fen lisesi mezunu bir gencin eşit şartlarda yarışabileceğinin garantisini verebiliyor musunuz?

Bakın sayın milletvekilleri, bugün, 300 bine yakın atanamayan öğretmen var. Dershanelerde 55 bin civarında öğretmen çalışıyor. Bu öğretmenlere, dershaneler kapatıldığı takdirde iş bulma garantisi veriyor musunuz, istihdam garantisi veriyor musunuz? Veremiyorsunuz. Yine, bu dershanelerde, öğretmenlerle birlikte 200 bine yakın çalışan var. Şimdi, siz “Bu dershaneleri kapatacağız.” diyorsunuz. Peki, bu 200 bine yakın çalışana iş bulma garantisi veriyor musunuz, sözü veriyor musunuz? Aileleriyle birlikte 800 bin insan yapıyor bunlar, bunlara bu garantiyi vermiyorsunuz. 300 bine yakın atanamayan öğretmen var, bir de üstüne üstlük dershaneler kapatılınca 55 bin öğretmen açığı daha doğmasına sebebiyet vereceksiniz. Bu soruları kendi kendinize sordunuz mu?

Her şeye rağmen, diyelim, Sayın Başbakan yaptı bir emrivaki, dershaneleri kapattı. Peki, ne olacak? Özel dershanecilik merdiven altına kayacak, kayıt dışı ve denetimsiz iş yerleri hâline gelecek. İsterseniz bunu bir açalım, ne demek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün dershaneler bildiğiniz gibi Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ciddi anlamda denetime tabi tutuluyor, özellikle ciddiye alınırsa. Yarın “gençlik merkezi” adı altında, “sınav merkezi” adı altında, “etüt merkezi” adı altında, çok değişik isimler altında bunlar, belediyelerden alınacak iş yeri açma ve çalıştırma ruhsatları çerçevesinde birer iş yeri gibi faaliyetini sürdürebilecekler. Bunun sonucunda ne olacak? Bugün en azından denetleme imkânına sahip olduğumuz dershaneler yarın tamamen denetimsiz kalacak, müfredatlarını denetleyemeyeceksiniz, çalışma koşullarını denetleyemeyeceksiniz. Böyle bir durumla karşı karşıya kalacağız.

Bugün, özel dershaneler ciddi bir katma değer yaratıyor ülkemizde. Başta vergi ve SGK primleri olmak üzere birçok gelirden Türkiye  Cumhuriyeti devleti mahrum kalacak. Bu geliri nereden tolere edeceğinizi hiç düşündünüz mü?

Hatırlayın, aslında 17 Nisan 2013’te “yasa dışı eğitim kurumları” ibaresi mevzuattan çıkartıldı ve yasa dışı eğitim kurumları bu şekilde yasal hâle getirilmiş oldu. Şimdi, bazıları -basında bu uzun süredir tartışılıyor- “AKP ve Sayın Başbakan -bu dershanelerin kapatılmasını- cemaat olarak adlandırılan gruba karşı bir operasyon yapıyor.” diye adlandırıyorlar.

Arkadaşlar, 17 Nisan 2013’te yapılan yasal düzenlemeden sonra, kastınız eğer cemaatle hesaplaşmaksa, bugüne kadar yol arkadaşlığı yaptığınız cemaatle hesaplaşmaksa şunu bilin: “Yasa dışı eğitim kurumları” ibaresi mevzuattan çıkartıldıktan sonra dershanelerin kapatılması, bu cemaatin daha da güçlenmesine sebebiyet verecektir. Bu dershaneler kapatıldıktan sonra cemaatler, yerel yönetimlerden aldıkları iş yeri açma ruhsatlarıyla bu tür kurumları daha kolay ve yaygın bir şekilde açabilecekler, kimsenin de bunları denetleme imkânı kalmayacak. Ben şuradan açıkça ifade etmek istiyorum: Şayet Sayın Başbakanın kastı cemaatle hesaplaşmaksa lütfen Türkiye’de milyonlarca çocuğumuzu ilgilendiren eğitim üzerinden bu hesaplaşmayı yapmayın, gücünüz yetiyorsa gidin, başka alanlarda, cemaatle hesaplaşın ne hesaplaşacaksanız.

Sayın milletvekilleri, sürem doluyor. Önemli bir konu var. Dün 12 Kasım 1999’da Bolu ve Düzce’de meydana gelen depremin yıl dönümüydü. Ben depremde hayatını kaybeden 758 vatandaşımıza tekrar Allah’tan rahmet diliyorum.

Bir de size şu çağrıyı yapmak istiyorum: Bakın, depremin üzerinden on dört yıl geçti. Bu depremi yaşamış olan Bolu ve Düzce’de hâlâ depremle ilgili çok büyük sıkıntıların yaşanıp yaşanmadığını bizim oturup konuşmamız lazım, araştırmamız lazım. Bakın, bu deprem sonucunda Düzce’deki konutların yaklaşık yüzde 80’i, Bolu’daki konutların da yüzde 48’i hasar gördü ve bu hasarlı binaların bir kısmı onarıldı, bir kısmı onarılmadı; daha ne kadarı onarıldı, ne kadarı onarılmadı; onarılan binaların durumu nasıldır, değildir, bunu dahi bilemiyoruz. Boğaziçi Üniversitesi geçtiğimiz günlerde, yıllarda Bolu’da bir araştırma yaptı belediyeyle ortak olarak. Bu araştırmanın sonuçlarını 2007 yılında verdi ve dedi ki: “Bolu’da 500 konut şu anda riskli bina kapsamındadır.” Bolu Belediyesi tarafından bu konu dahi kat mülkiyetine sahip olanlardan ve orada oturan vatandaşlardan saklandı. Allah korusun, on saniye sonra Türkiye’nin herhangi bir yerinde deprem olmayacağının garantisini kimse veremez. Ve Hükûmetiniz tarafından, bu depremin üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ bu depremin yarattığı sorunların çözümü konusunda herhangi bir adım atılmadı. Milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verebilirsiniz.

Bu konuda ben sizleri daha dikkatli olmaya davet ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Yüksel Özden, Muğla Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisinin dershaneler üzerinde verdiği Meclis araştırma önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

En başından itibaren, başlangıçta önerge sahibi Milliyetçi Hareket Partisinin değerli üyesi, konuşan değerli meslektaşım Zuhal Hanım’ın, sonraki konuşan arkadaşlarımızın, her iki partiden konuşan arkadaşlarımızın eğitim duyarlılığını kutluyorum. Gerçekten, burada, çocuklarımızın eğitimini önceleyen, bunu her şeyin üstünde tutan bir anlayışı her zaman, her fırsatta görmek istediğimi belirtmek istiyorum. Şimdi, aynı kaygılara katılıyorum. Özellikle değerli meslektaşım Zuhal Hanım’ın söylediklerini, aynı kaygıları, aynı sorunları paylaştığımı bir kez daha sizlerle paylaşarak birkaç noktanın altını çizelim.

Eğitime ilişkin, bizim Başbakanımız -geçenlerde kendisi bir kez daha söyledi- eğitimle ilgili bugün geldiğimiz noktada, evet, biz, Türkiye’nin on yıl öncesine göre dershane yetersizliğinden, fiziksel altyapıdan, bilgisayar, yani fiziki altyapıyla, programla, ders kitaplarıyla İnternet’le ve FATİH Projesi’yle geldiğimiz noktada hâlâ tamamlamamız gereken eksikler olduğunu, önümüzde daha katetmemiz gereken yollar olduğunu söyledi. Ama buraya nereden geldiğimizi bir konuşmamız gerekiyor değerli meslektaşlarım, değerli üyeler.

Çok kısa zaman öncesine kadar biz, Türkiye’de hiçbir eğitim konusunu bir eğitim konusu olarak tartışamıyorduk. Hangi eğitim konusunu ele alsanız, ister üniversiteye giriş konusunu ele alın ister mesleki eğitimi ele alın ister zorunlu eğitimi, kapsamını, süresini, şeklini ele alın hiçbirini rejim meselesi hâline gelmeden konuşamıyorduk. Bunu hepimizin bir görmesi gerekiyor.

Ben eğitimciyim. Üniversiteyi bitirdiğim, doktorayı tamamladığım, yani 1995’ten bu yana üniversitelerde hoca olduğumuz ve sonrasındaki millî eğitim göreviyle bakacak olursak bizim, Türkiye’de eğitimi bir eğitim konusu olarak konuşamadığımız gerçeğinden ve o günlerden buraya geldiğimizi bir hesap etmemiz gerekiyor. Değerli meslektaşım kendisi de çok iyi bilir, hangi konuyu ele almak istersek alalım, dakika bir, mesele rejim meselesi hâline geliyordu; dakika bir, mesele laiklik meselesi hâline geliyordu ve bundan dolayı biz yıllarca eğitim meselesini konuşamadık. Eğitimin üzerindeki vesayetleri kaldırdık ve bugün konuşabilir olmaktan, en ağır eleştiri gelmiş bile olsa, gelen en ağır eleştiriyi de saygıyla karşılıyorum ve esasında gurur duyuyorum çünkü artık mesele bir rejim meselesi hâline gelmeden bir eğitim konusu hâline getirilip tartışılabiliyor.

Biraz önce gene bir değerli konuşmacı eğitime ayrılan payı diyanetle, emniyet teşkilatıyla, savunmayla filan karşılaştırdı. Çok değerli milletvekilleri, çok uzun zamandır millî eğitim bütçeden en yüksek payı alıyor. Bir eğitimci olarak benim gönlümden geçen rakamdan hâlâ eksik olduğunu, az olduğunu söylüyorum ama önceki durumlara göre savunmanın önündedir. Yani herkes hâlâ aynı şekilde zannediyor belki, Millî Savunma Bakanlığının çok çok önündedir ve bugünkü rakam yani 2014 için teklif ettiğimiz rakam 56’sı millî eğitime, 17’si üniversitelere olmak üzere 73 milyardır. Bu rakam 2000 yılında 4,5 milyardı toplam, 2002 yılında 9,5 milyardı. Hadi rakamlar, enflasyon değeri filan, o oranları da verelim: Gayrisafi yurt içi hasılanın 2000 yılında yüzde 2,64’ü, 2002 yılında yüzde 2,84’ü, bugün geldiğimiz noktada 4,23’ü yani ikiye katlamıştır. Bundan dolayı eğitime verilen önem, eğer bütçe rakamlarıyla bakılacak olursa, daha önceki hiçbir dönemde konuşulamayacağı kadar daha yüksek bir rakamdır ve daha da yükseltilmesi gerektiğine inanan birisi olarak bunun da altını çiziyorum.

Şimdi, gelelim dershane meselesine. Burada bir tenakuz var değerli meslektaşım, diyorsunuz ki: “Bugün veliler dershanelere okullardan daha fazla anlam yüklüyor.” Eğer tablo buysa bizim hep beraber bunu değiştirmemiz gerekiyor ve önergenizi okudum, diyorsunuz ki: “Dershaneler fırsat eşitliği sağlayan araçlardır.” Geldiğiniz noktanın ne kadar tenakuz içerdiği burada gözüküyor. Ne demek? Yani parasını ödeyip de dershaneye gidemeyen birisi fırsat eşitliği elde edemiyor, böyle bir şey olabilir mi? Dershaneye kim gidiyor? Dershaneye parasını ödeyebilen gidiyor. Siz önergenizde diyorsunuz ki: “Dershaneler bugün Türkiye’deki eğitimdeki fırsat eşitliğini sağlayan…” Bir bakın Allah aşkına. Yani parasını ödeyemeyen insanların fırsattan yararlanamadığını, yani eşit bir şekilde, kendisine sunulan fırsatı değerlendiremediğini söylüyoruz. Bu geldiğimiz noktada -ben on beş yıl önce de bunu söylüyordum- yani Anadolu lisesi öğrencilerinin, fen lisesi öğrencilerinin bile… Esasen dershaneyi dolduran öğrencilerin bunlar olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yani burada hızla değiştirmemiz gereken bir tablo var. Yani buna bakarak, bunu görerek ilerleyelim.

Ne var? Peki, biz ne yapıyoruz? Yani tespitler doğru, burada geliyoruz, biz ne yapıyoruz bakalım. Dershaneyi doğuran 2 tane sebep var. Biraz önceki değerli konuşmacı da söyledi, esasen dershane bir sonuç. Dershane önümüze bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Niye çıkıyor? 2 tane… Birincisi, üniversiteye giriş; ikincisi, liseye giriş. Ne yaptık? Bugün itibarıyla baktığımızda, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, liselerden yeni mezun olan öğrenciler, sadece ve sadece onlar üniversiteye girecek olsa Türkiye’de üniversiteye girişte tek mesele kalmamıştır çünkü liselerden yeni mezun olan öğrencilerin sayısıyla üniversitenin -açık ve örgün- yarattığı kapasite miktarı aynıdır; ikisi de 650 bin, 700 bin civarındadır. Bir önceki yılda 659 bin biri, 668 bin biriydi. Nereden geliyor? 1 milyon 800 bin yılların birikimi, defalarca girenler ve dershanelerin… Ona da şaşırdım, dershaneler çok iyi yönlendirme yapıyormuş, çok iyi rehberlik yapıyormuş. Soruyorum… İlk 2 bine giren öğrencilerin 1.200 tanesi tek mesleği seçiyorsa burada yönlendirme yoktur. İlk 10 bine giren öğrencilerin çok büyük bir kısmı ya da tamamı üç dört tane mesleği seçiyorsa burada yönlendirme yoktur, kendi kendimizi kandırmayalım. 10 bin öğrencinin zekâ puanı, başarı puanı ne olursa olsun üç meslekte birleşmesinin, buluşmasının imkânı yoktur. İşte, ondan dolayı ikinci kez giriyor, ondan dolayı üçüncü kez giriyor. Yönlendirme yok ve dershaneleri böyle bir yönlendirme yaptığı varsayımıyla savunmak da doğru değil.

Burada, bakın, geldiğimiz nokta şudur: Önümüzdeki yıllar içerisinde üniversiteye girişten dolayı dershane ihtiyacı minimuma ve keyfekeder bir hâle gelecektir. Çünkü üniversiteye gitmek isteyen herkesin kendi puanına göre, çalışmasına göre gidebileceği yerler olduğu gibi, ben eminim, birkaç yıl içerisinde sınavsız olarak girilebilecek üniversitelerin, üniversite bölümlerinin, programlarının sayısı da artacaktır.

Gelelim ikinci nedene, ikinci neden de liseye giriştir. Evet, yani 3 çocuğu bu birinci basamaktan atlatmış birisi olarak konuşuyorum, 1’i lisede, 2’si üniversitede çocuğu olan bir veli olarak konuşuyorum, çocuklar hayatlarını yaşayamıyorlar, çocuklar bugün dersin dışında hiçbir iş yapamıyor. Hafta içinde okulla dolu, hafta sonunda da dershaneye koşturuyor, ne aile bir araya gelebiliyor ne çocuk sosyal, kültürel -müzik, spor gibi- herhangi bir etkinliğe girebiliyor, hiçbiriyle uğraşmıyor. Bakıyorsunuz, hafta sonu Kızılay civarında dolaşın, her veli 1, 2 çocuğunu almış, hafta sonunu orada geçiriyor. Bu tablo bizim hep birlikte hızla değiştirmemiz gereken tablodur, üniversite kısmı çok büyük oranda hallolmuştur, lise kısmında da evet, fizikî altyapıyı eşitleyerek, niteliği eşitleyerek, burada kurumlara birbirine yakın fırsatlar sağlayarak hep birlikte o kısımda da dershaneye gitme ihtiyacını kaldırmak burada konuşmamız gereken konudur. Yani, bir sorun olarak ortaya çıkmış, bir ur olarak orada duran, kaynaklarımızı sömüren, çocukların sosyalleşmesini, hayattan da, aile hayatından bile kopmasını sağlayan bir durumu paylaşmanın, bunun varlığını sürdürmenin değil, hep birlikte nasıl kaldırmamız gerektiğinin üzerinde duruyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, efendim, bizim grup önerimiz üzerinde konuşan sayın hatibe tenakuzlu bir açıklama yaptığı iddiasıyla sataşmada bulunmuştur. Sayın hatibin tenakuzunu ortaya koymak üzere, Sayın Zuhal Topcu’ya sataşmadan dolayı söz vermenizi istirham ediyorum.

BAŞKAN – Ne diye tenakuzlu ifadede bulundu?

OKTAY VURAL (İzmir) – “Tenakuz var.” demişti Sayın Zuhal Topcu…

BAŞKAN – Fikrini söylüyor, bu sataşma değil ki Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Nedir peki? Yani bir kimsenin açıklamasının çelişkili olduğunu ifade etmesi…

BAŞKAN – Fikrini söylüyor diyorum. Hayır, söylediğinin aksini söylememiş yani.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani tutarlı bir açıklama yapmadığını söylemek sataşma değilse o zaman…

BAŞKAN – Sataşma değil tabii. Yani söylediğinin aksine bir şeyi söylese sataşma olabilir yani.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, aksine bir şey. Tenakuz değil tabii, tenakuz değil. Kendi tenakuz içerisinde olana…

BAŞKAN – Sayın Vural, sataşma yok ama vereceğim iki dakika.

Buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşma da var efendim, vermek durumundasınız zaten.

BAŞKAN – Sataşma yok efendim burada. İç Tüzük sataşmayı açıklamış.

Buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin lütfunuz değil. Sataşma vardır ve vereceksiniz, bu kadar açık. Vermiyorsanız o tutumunuzu görüşürüz, bu kadar açık ve net.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun, Muğla Milletvekili Yüksel Özden’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Evet, sayın meslektaşıma yaptığı övgüler için teşekkür ediyorum en başta ama zaten kendisi açıkladı yani “Bu dershaneleri ortaya çıkartan sebepler.” diye. Evet, dershaneleri ortaya çıkartan sebepler on bir yıllık AKP iktidarı döneminde yoğun olarak hissedildiği için yani siz de biliyorsunuz bunu ama hâlâ da ısrar ediliyor. Sınavlar da artırıldı, açık uçlu sorular gündeme gelecek ki bu ayrı bir şey.

Şimdi, fırsat eşitliği dediniz. Acaba mahallelere göre -ki şu anda adrese dayalı kayıt sistemi de geçerli- gecekondu bölgesinde okuyan bir çocuğu, nasıl siz diğer merkezde okuyan bir çocukla aynı sınava tabi tutarsınız? Eksik derslere giren, hocası olmayan, burada bu okulda eğitim yapan bir çocuğu nasıl aynı sınav sistemine tabi tutarsınız? En azından, dershaneler, mesela bulundukları yerlere göre fiyat ayarlaması yapılıyor, onu diyelim; en azından destekleniyor. Bu çocuk dershanelerde kendini geliştirme imkânı buluyor. Bu bir.

YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Parası?

ZÜHAL TOPCU (Devamla) – Parası destekleniyor, zaten dershaneler de o imkânı sağlıyor, onu da diyelim.

Bir ikincisi, rehberlik konusunda zaten çocuk dershaneye geldiğinde eğitim sistemi yani öyle bir dikdörtgenleştiriyor ki çocuğa seçenek alanı bırakmıyorsun ama yine dershanelerde biraz daha fazla imkân bulabiliyor perspektif genişletmekte. Ama yine de diyoruz ki: Eğer eğitim sistemini düzgün işletseydiniz, bugün, bu sorunlar bu kartopu yumağı hâlinde karşımızda olmazdı, belki de dershane diye bir sorun olmazdı.

Yine, kendi iktidarınızı, şapkanızı önünüze koyup düşünmeniz lazım, onu da söyleyeyim.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Gündemin “Oylaması Yapılacak İşler” kısmına geçiyoruz.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, (2/1318) esas numaralı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/126)

BAŞKAN – Bu kısımda yer alan, İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergenin oylamasını yapacağız.

Geçen birleşimde önerge üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Karar yeter sayısı yok.

Beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.06


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.15

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınma önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı var ve kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri İle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Başkanlık temsilcisi? Yerinde.

Komisyon raporu 12 ve 12’ye 1’inci Ek sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ruhsar Demirel, Eskişehir Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; parti grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İç Tüzük’te yapılmak istenen bu değişiklik biz kadın milletvekillerinin pantolon giymesi konusunu içeriyor. Elbette ki buna hiçbirimiz itiraz etmiyoruz. Hatta biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu insan haklarının birincil cümlesi içinde teati ediyoruz. Dolayısıyla “İnsanların giyinme, barınma, beslenme ihtiyaçları” cümlesinden pantolonun da bir giyim olması, bugünün hayatının getirdiği bazı ortamlarda kadınlar tarafından sıklıkla kullanılması itibarıyla Milliyetçi Hareket Partisi bu konuya destek vermektedir, hiçbir çekincemiz yoktur.

Yaklaşık iki hafta kadar önce Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yine biz kadınların giyim kuşamıyla ilgili bir düzenleme yapıldı. Bütün bunların Mecliste grubu bulunan tüm partiler tarafından uzlaşmayla yapılmış olması hepimiz adına memnuniyet verici. İnsanların milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olduklarında ne giyip ne giymeyecekleri, buraya nasıl çıkabilecekleri konusunda kendilerinin karar verme yetenekleri olduğuna millet karar vermiş ki bizleri buraya kendilerini temsil edelim diye çıkarmış. Dolayısıyla, bu yalnızca özgürlükleri genişletici bir hâldir ve Milliyetçi Hareket Partisi buna taraftır.

Burada da en çok önemsediğimiz şey bu insan hakları cümlesinde olan her şeyin bizim tarafımızdan olumlu karşılanacağının bilinmesidir. Onun ötesinde de uzlaşma kültürünün ülkemizde yaygınlaşması ve toplumdaki tansiyonun düşmesi adına bütün siyasi partilerin iş birliğiyle alacağı bu tür kararlara her zaman biz de destek vereceğiz. Ancak söylediğim gibi, uzlaşma anlık bir şey değil, uzlaşma bir kültür. Uzlaşma yalnızca bir anda ağızdan çıkan “evet” sözü değil, uzlaşmanın arkası, anı ve sonrası var. Nitekim, millet olmak bile bir uzlaşma. Millet olmak demek binlerce yıllık biriktirdiğimiz anı bohçalarımızla anda, hâlde uzlaşmak demek ama bizler, yalnızca böyle nokta atışlarla uzlaşmamalıyız; başörtüsünü çekiştirdiniz, uzlaştık, hiçbir şey olmadı, şimdi paçadan çekiştireceksiniz yine bir şey olmuyor ama uzlaşma yalnızca kılık kıyafetle olmamalı. Uzlaşma bir kültür; uzlaşma hayatımızın bütününde olmalı ve özellikle karar verici insanların sarf ettikleri cümlelerin insanları ayrıştırmaya, insanları kışkırtmaya, insanları farklılaştırmaya yönelik olmaması gerekir.

                              

(x) 12 ve 12’ye 1’inci Ek S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Bu sebeple, dün sarf edilmiş bir sözü hatırlatmak istiyorum: “Düşmanları sevindirmek.” diye bir ifade kullanıldı. Siyasi rekabette düşmanlık yoktur. Siyaset uzlaşma üzerinden gider. Yalnızca, çıkacak bir yasa, bir İç Tüzük düzenlemesinde uzlaşmak, toplumdaki tansiyonu düşürmek adına yetmez.

Muhalefet olarak biz -kendi parti grubum adına söylüyorum bunu ve sanıyorum diğer muhalefet partilerinde de aynı şey vardır- iktidar eden partiyi düşman diye görmüyoruz. Bizler kimsenin düşmanı değiliz, kimsenin de bizi düşman diye görmesini arzu etmeyiz. O sebeple, bu “sevinecek düşmanlar” kimdir, bunun izah edilmesi gerekir.

Bütün siyasi partiler mümkün olduğunca uzlaşarak toplumdaki tansiyonu düşürmeye çalışırken Hükûmet eden parti tarafından “Düşmanları sevindirmeyelim.” diye bir cümle sarf edilmesi, bu kültürün henüz bazı kişiler tarafından içselleştirilmediğinin bir göstergesidir ve dolayısıyla, bu kışkırtıcı, bu insanları ürküten cümlelerin izaha ihtiyacı olduğu mutlaktır. “Düşmanlık” ifadesi, hiçbir siyasetçinin ağzına yakışmayan bir şeydir. “Düşman”dan anladığımız, millî menfaatlerimize karşı olan bir tutumdur. Burada siyaset yaparken birbirimizin karşıtı, birbirimizin düşmanı değiliz, aksine, uzlaşmak üzere buradayız.

Nitekim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, pozitif muhalefet yaptığımızı her zaman söylüyoruz; doğru olan her uygulamaya, doğru olan her kanuna “evet” demeyi prensip olarak kabul ediyoruz ve bunu da dillendiriyoruz ve hep örnek veriyoruz şunu: “Dumansız hava sahası kadar iyi bir uygulama mı var?” diye. Bunlara “Hayır.” demek mümkün müdür? Bunlara muhalefetteyiz diye itiraz etmemiz beklenebilir mi? Hayır. Ama, muhalefet yalnızca reddetmek değil, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu gerçekleştirmeye çalışıyoruz pozitif bir muhalefet yaparak. Ama, “düşmanları sevindirme” tanımının -tekraren söylüyorum- izaha ihtiyacı vardır ve birileri bunu izah etmelidir, düşman kimdir?

Ve bu farlılıkları belirten, farklılıkları kışkırtan söylemlerin de sonlanması gerekiyor ama kimlik sorunu üzerinden yürütülen bu mevcut durumdaki siyasetteki kışkırtıcılık, retorikteki, bu söylemdeki abartılı tutumlar toplumdaki tansiyonu maalesef ki yükseltiyor ve bu yükselen tansiyona koşut giden bazı bürokratlar da oluyor, hepimiz biliyoruz ve bu çirkinlikler yayılıyor. Hani, laf meşhur, “Hoca öksürürse, cemaat hapşırıyor.” Dolayısıyla, toplumda bu tür sıkıntı yaratacak, diğer siyasetçilerle ilgili tereddütler uyandıracak, karşıtlıkları pekiştirecek söylemlerin karar vericiler tarafından sarf edilmemesi gerekiyor. Zaten “devlet adamı” denilen kişilerin de hizmet için kalkıp, hikmetle konuşup hürmetle oturması bekleniyor, kışkırtması değil ve bir gün, hayatta öyle enteresan şeyler oluyor, başkası için söyledikleriniz bumerang gibi dönüp sizi bulabiliyor, bunun örnekleriyle dolu siyasi tarihimiz. O bakımdan başkalarına bazı şeyleri atfederken kendimizi de o insanların yerine koyup “Ne diyorum, ne yapıyorum?” diye düşünmek gerekir. Siyaset biraz da empati yapmak demek, toplumu kışkırtmak yerine toplumu uzlaşmada buluşturmak demek.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu uygulamalara elbette ki “Evet.” diyoruz ama ben pantolon konusundan öte başka bir şey söylemek istiyorum. Burada daha önce bir konuşmacı, Milliyetçi Hareket Partisiyle özdeşleşmiş bir kavram üzerinden birilerine atıfta bulundu ve o arada da barış süreci diye bir şeyden bahsediyor ve bizim buna karşı olduğumuzu, ayrıca kendisinin eski ülkücülüğünden filan atıf yapan konuşmacılar da oldu. Hikâye meşhur, ben bu hikâyeyi paylaşmak istiyorum sizlerle, tavşanın doktora tezi hikâyesi.

Tavşan mağaranın önünde doktora tezini yazıyormuş bilgisayarı kucağında. Ayı geliyor, diyor ki: “Tavşan kardeş, ne yapıyorsun?” Tavşan “Doktora tezimi yazıyorum.” deyince, diyor ki: “Nedir konusu?” “Bir tavşan bir ayıyı nasıl yer?” Ayı diyor ki: “Güldürme beni, sen beni hiç yiyebilir misin?” Tavşan “Mağarama gir, görürsün.” diyor ve biraz sonra mağaradan tavşan elinde bir kemik, dişlerini karıştırarak çıkıyor ve ayı yok. Arkasından kaplan geliyor, diyor ki: “Tavşan kardeş, ne yapıyorsun?” Tavşan “Doktora tezimi yazıyorum.” diyor. “Hayırdır, konusu ne?” “Bir tavşan, bir kaplanı nasıl yer?” Kaplan inanmıyor. Diyor ki tavşan: “Gel mağarama, göstereyim.” Mağaraya giriyorlar, kaplan yok. Tavşan yine elinde bir kemik, dişlerini karıştırarak çıkıyor. Ormanda bu hikâye yayılınca ormandakiler toplanıp geliyorlar, diyorlar ki: “Tavşan, sen burada ne yapıyorsun?” Oturuyor dizüstü bilgisayarıyla, diyor ki: “Doktora tezimi yazıyorum.” Hani, önce mezun oldu, mastırını yaptı, artık doktora, ustalık belgesini alacak. Diyorlar ki: “Bunu nasıl yapıyorsun?” Tavşan “Mağarama gelin, göstereyim.” diyor. Diyorlar ki: “Ama bak, biz sağlam çıkmak istiyoruz.” “Hayhay.” Tavşan mağaraya götürüyor bunları. Bir giriyorlar ki içeride aslan yan gelmiş yatıyor.

Özetle konu şudur: Doktora tezinizin ne olduğu değil, danışmanınız önemlidir. Kimlere akıl danışıyorsanız onlarla istişare ettiğiniz şeyleri bu millete kefen diye biçmeyiniz lütfen, istirham ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi bu milletin hayrına olan her şeyde, her zaman vardır ve bu milletin hayrına olan her konuya “evet” der. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu pantolon uygulamasına da parti grubumuz olarak “evet” diyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ayşe Gülsün Bilgehan, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA  AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Meclis İç Tüzük değişikliğiyle ilgili kanun teklifinin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek için söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün değiştireceğimiz Meclis İçtüzüğü’nün 56’ncı maddesi sadece üç paragraftan oluşmaktadır. Kadınların kıyafetine de üç kelimeden oluşan bir cümle ile değinilmektedir. “Bayanlar tayyör giyerler.” diyor. İşte, biz, bugün bu bölümü değiştiriyoruz. Geç, zamanlaması kötü, tuhaf bir değişiklik yapacağız.

Öncelikle, dil çoktan değişmeliydi. Artık, hepinizin bildiği gibi “bayan” denmiyor, “kadın” deniyor. Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği, insan haklarının önemli bir parçası ve sözlüklere de girmiş. Örneğin “bilim adamı” yerine “bilim insanı” çok daha güzel bir deyim. Bu vesileyle, bu deyimi çok kullanan Erdal İnönü’yü de belki anmak gerekir.

Tayyör, Fransızcada “takım elbise” yerine kullanılıyor. Zaten etek-ceket, pantolon-ceket olarak da anlaşılabilirdi. Görünen şu ki: Asırlar içerisinde kadınların kıyafetleri değişmiştir. Önemli olan, kadının bir birey olarak ne giyeceğine karar verecek özgürlüğe ve güce sahip olmasıdır. Burada, arkadaşımız Şafak Pavey’in onurlu duruşunu hatırlıyorum. İki yıl önce kendisine kıyafet ayrımcılığı yapılmasını reddetmiş, kurallara saygılı olacağını belirtmişti, çok doğru yapmıştı. Çünkü dünyanın pek çok parlamentosunu, meclisini görüyoruz, gerçekten her yerin kendine göre usulleri var.

Örneğin, Fransa’da Meclis Başkanı Genel Kurula Cumhuriyet Muhafızlarının çaldığı trompetler eşliğinde giriyor, hâlâ böyle oluyor. En son, Sayın Tekelioğlu’nun başkanlığında bir karma parlamenter heyetle gittik ve biz de buna şahit olduk. Fransa Meclisi eş cinsel evliliği onayladı ama Fransız İhtilali’nden gelen bu geleneği değiştirmedi. Ayrıca, vatandaşa saygı özenli bir kıyafet gerektiriyor. Bu açıdan, milletvekillerinin kıyafetlerinin belli kurala bağlı olmasının da doğru olduğunu düşünüyorum. Ama gerçekten şu anda tek derdimiz pantolon mu? Unutmayalım, bugün İç Tüzük’ünde kadınlara pantolon giyme hakkını tanıyan bu Meclis, 1926 yılında Medeni Kanun’u kabul etti. Bizim o zaman elde ettiğimiz haklara ulaşmak için bugün, Arap Baharı’nı gerçekleştirmeye çalışan ülkeler mücadele ediyorlar. Şu son birkaç gün içerisinde, Sosyalist Enternasyonalde, pek çok Arap ülkesinin temsilcisiyle beraber olduk.

Medeni Kanun, 1926’da, kadınlara yasa önünde eşit vatandaşlık hakkı verdi, tek eşli evliliği getirdi, tek taraflı boşanmayı kaldırarak kadına da boşanma hakkını verdi. O zamana kadar, sadece hanedan mensubu kadınlar eşlerinden ayrılabilirlerdi, diğerlerine “Boş ol.” demek yeterliydi. Medeni Kanun mahkemelerde eşitliği getirdi, 1 erkeğe karşı 2 kadının şahitliğini kaldırdı. Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesiyle mecelle tarihe karıştı. Böylece, örneğin miras hukukundaki haksızlıklar düzeltildi. Bunlardan biri de yetim hakkını koruyan maddedir. Mecelleye göre, evli ve çocukları olan evlat babadan önce ölünce, miras açılmadığı için, ailenin mirasından mahrum bırakılıyordu, yetimlerin hakkı öbür kardeşler arasında pay ediliyordu. Medeni Kanun, yetim hakkını korumuştur. Türkiye'nin iki yüz yıldır yanlış yolda olduğunu düşünenler bunları bilmezler mi? Kendi anneleri, eşleri, kızları, bizler bu haklardan yararlanmadık mı?

Laiklik, kadınların ve demokrasinin en büyük teminatıdır. Başbakan da herhâlde bu gerçeğe karşı değil ki Mısır’daki arkadaşlarına Türkiye’yi örnek göstermişti. Ancak, laikliğin sadece kadın kıyafeti üzerinden kendisini ispat etmesi ne kadar yanlışsa, inancın da en çok kadında görünür olması haksızlık değil midir? Sayın Başbakan, şimdi, iki yüz yıllık yanlış yol yorumunu bize nasıl açıklayabilir? Eğer Batılılaşmaya karşı ise, yıllardır Brüksel’de ne için uğraşıyoruz? (CHP sıralarından alkışlar)

Ayrıca Sayın Başbakana Avrupa kültürünün Anadolu’da doğduğunu da hatırlatmak isterim. İki yüz yıl geriye dönünce,  o dönemde gerçekleştirilen Tanzimat hareketleri, Anayasa, ilk Meclis, azınlık hakları, hepsine karşı mı çıkıyor?

Bir hatırlatma daha yapmak istiyorum. Çok takdir ettiği Osmanlının son topraklarını korumak için savaşanlar sonradan cumhuriyeti kuranlardır.

Başbakan, ayrıca “İki yüz yıldır halka görüşü sorulmuyor.” diyor. Peki, şimdi soruluyor mu? Şimdi de sorulmuyor. Ama iki yüz yıl içinde değişenler var. Bazıları artık siz sormadan fikirlerini belirtiyorlar. İşte, pek çoğumuzun anlayamadığı Gezi eylemcileri. Onları açıkçası biz de zorlukla anlayabildik ama aramızdaki fark, biz onların zekâsına, mizah anlayışlarına, cesaretlerine şapka çıkarıyoruz ve onlara saygı duyuyoruz.

Bir taraftan, 18 yaşındakilere milletvekili olma önerisini getirirken, o insanların nerede oturduklarını kurcalamayı anlamakta zorluk çekiyoruz. Bunun yerine 16 yaşında evlilik oranı artan kız çocuklarının durumunu düzeltmek daha iyi olmaz mı? Bugün, Türkiye’de 18 yaşında evlenen kızların, gelin olanların oranı genele baktığımızda üçte 1.

Bakın, geçenlerde yabancı bir siyasetçi bizimle ilgili ne dedi: “Yolda giderken hep dikiz aynasına bakarsanız sonunda duvara toslarsınız.”

Biz, iki yüz yılı, yetmiş, seksen yılı bırakalım da on bir yıldır iktidarda olan AKP döneminde kadın hakları ne durumdadır, ona bakalım.

Gerçekten insaf! Kadın-erkek eşitliğinde 120’nci sıradayız. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 Küresel Cinsiyet Eşitliği Sıralaması yeni yayımlandı. Türkiye, kadınların eğitim düzeyi açısından 104, ekonomi ve fırsat eşitliği bakımından 127 ve kadınların iş gücüne katılımı bakımından 123’üncü sıradadır. Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında ise sondan bir önceki sırada geliyoruz. Göstergede sürekli gerileyen Türkiye, dünya sıralamasında Nepal, Mali, Çad, Yemen gibi ülkelerle birlikte en altta bulunan 15 ülke arasında yer alıyor. Bu ürkütücü tablo karşımızdayken kadının özgürlüğünden söz edilebilir mi?

Kadınların ekonomik bağımsızlığı var mı? En önemli konu, aslında bu ekonomik eşitsizlik. Çalışma hayatına katılım, tarım dışı sektörlere baktığımızda, sadece ve sadece yüzde 24. Bu, gerçekten dünya sıralamasında çok çok gerilerde geldiğimizi gösteriyor. Bir örnek vereceğim, İzlanda’da aynı oran yüzde 81, yani İzlanda’daki kadınların yüzde 81’i ekonomiye katılırken, Türkiye'deki kadınların kentlerde sadece yüzde 24’ü katılabiliyor. Ve Türkiye'deki kadınların sadece yüzde 33’ünün bankada hesabı var. Çalışanların yüzde 57,8’i de kayıt dışı, sosyal güvenceden yoksun.

Yürürlüğe giren, evlenen kadınlara kıdem tazminatıyla işten ayrılma hakkı, uzun doğum izni gibi uygulamalar kadın istihdamını cesaretlendirici değildir, tam tersine işverenleri ürkütmektedir.

Bir taraftan, Başbakan sürekli 3 çocuk çağrısı yapıyor, bir taraftan da kadınların çalışmaları isteniyor. Çalışan kadınlara aile-iş yaşamı dengesini sağlamaları için gerekli kurumsal ve yapısal destekler, tam gün okul, ucuz ve kaliteli kreş verilmiyor.

Bunun sonucunu da, endişe verici bir şekilde yüksekokul mezunu kadınlar arasında görüyoruz. Eskiden, en azından yüksekokul mezunu kadınlar çalışırlardı, bu oran daha yüksekti, artık çalışmıyorlar. 1989 yılında yüzde 81,3 olan bu oran, 10 puan düşmüş durumda.

Bakıyoruz, kamuda çalışanların oranı yüzde 34. Ama yönetici kadrosunda yine çok az kadın var, hem de yıllar geçtikçe daha da azalmış.

Örneğin, Hazine Müsteşarlığında sadece 1 kadın yönetici var, oysa, ben hatırlıyorum, Hazine Müsteşarı bir zamanlar bir kadındı. BDDK ve SPK’da hiç kadın yönetici yok. Merkez Bankası Banka Meclis üyeleri, başkan yardımcıları arasında da yok. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSYK başkanları erkek. Hele yargıda gerçekten bir gerileme var, HSYK’da yüzde 33 olan kadın oranı yüzde 3’e düşmüş. Yani bunu açıklamak mümkün değil. Üniversite rektörleri içinde kadınların oranı sadece yüzde 5. Bu arada, yapılan seçimleri kazanan 5 kadın aday rektör atanmamış. Yani bunu da anlamak mümkün değil çünkü bu aslında tam bir pozitif önlem, olumlu ayrımcılık olabilirdi, üstelik zaten kazanmışlar, hakları ama o 5 kadın da atanmamış. Bakıyoruz, ilk ve ortaöğretimde pek çok kadın çalışan, kadın öğretmen var ama onların da yönetici sayısı sürekli olarak azalmış.

Şimdi, en son olarak şunu söylemek istiyorum: Kadınların çalışabilmesi için mutlaka ev ve aile işlerinin paylaşılması gerekiyor. Yani devlet bir yerde ne kadar çok önlem alırsa, ne kadar yardımcı olmaya çalışırsa çalışsın aslında iş aile içinde bitiyor. Şimdi, bir veri vereceğim, Avrupa Konseyinin yaptığı bir çalışma. Oradaki yapılan çalışmada aile ve ev işlerini paylaşımda erkeklerin oranına bakıldı, yüzde 70 oranıyla İsveç 1’nci gelirken, yüzde 17 ile Türkiye sonuncu geldi. Yani Türkiye’deki erkeklerden bahsediyorum. AB’deki erkeklerin günlük ev işlerini paylaşımı, ev işlerine katılması günlük dört saat, bizde kırk dakika. Oysa yasalarda ileride görünüyoruz. Avrupa Konseyinin kadına yönelik şiddetle ilgili en önemli anlaşmasını iki yıl önce burada hep birlikte kabul ettik, onayladık. İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve onaylayan ülke olarak kendimizi gururla Avrupa Konseyinde gösteriyoruz. Oysa uygulamaya baktığımızda, kadınların bu yasadan haberleri yok, polis ve yargı güçleri yeteri kadar bilgilendirilmedi ve hâlâ kadınlar en güven içinde olmaları gereken yerde, yani evlerinde kendilerini en çok seven kişi olarak düşündükleri ve mutlaka da sevdikleri eşleri, bazen de eski eşleri tarafından öldürülmeye devam ediyorlar.

Demek ki mesele zihniyet ve özgürlük kavramının yorumunda. Bireysel seçim için, kadınların yaşam tarzlarını belirleyebilmeleri için önce korkusuz olmaları gerek. Oysa Türkiye'de kadınların yüzde 40’ı şiddet görüyor. 2002’de 66 kadın öldürülürken, şiddetle mücadele eden kadın örgütlerinin belirlemelerine göre, 2012 yılında eşleri veya aile bireyleri tarafından öldürülen kadın sayısı 155. 2009-2012 yılları arasında ise 666 kadın aile içi şiddetin hedefi olarak yaşamını yitirdi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; peki, Tüzük’ümüzdeki tek kusur pantolon muydu? Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugün kadınların temsil oranı yüzde 14’ü biraz geçiyor, oysa hepimiz biliyoruz ki 1935’te, ilk defa cumhuriyet tarihinde kadınlar bu Meclise girdiklerinde, bu oranla biz dünya 2’ncisi idik, bugün dünya 103’üncüsüyüz.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde yönetici olma oranları da bu düzeyi yakalayamıyor. 12 grup başkan vekilinin yalnızca 2’si kadın. 17 ihtisas komisyonunun başkanlarından 1’i kadın neyse ki, o da Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun başkanlığını sürdürüyor. 25 bakanlık içinde sadece 1’i kadın, o da aileden sorumlu. Bu dönemde 4 kadın başkan vekilinden 3’ünün kadın olması ise tek tesellimiz oldu diyebilirim.

Hepimiz kendimize şu soruyu sorabiliriz: Zorunlu ya da gönüllü kota uygulanıyor mu partiler arasında? Uygulayan partiler var, ama henüz sonucunu da görmedik.

Madem İç Tüzük konuşuyoruz, konuşmamın sonuna gelirken, acaba milletvekilleri olarak, kadın ve erkek milletvekilleri olarak denetim görevini de yeterince yapabiliyor muyuz? Gittiğimiz ülkelerdeki meclislere baktık, oradaki milletvekili ya da senatörlerin nasıl çalıştıklarına baktık. Gördük ki örneğin, İngiltere Parlamentosunda 1 dönemde 47 bin yazılı soru önergesinin 42 bini yanıtlanmış. Aslında ayrıca, yazılı ve sözlü olarak İngiltere Parlamentosunda tam 100 bin soru önergesi verilmiş. Fransız Parlamentosunda 28 bin yazılı soru önergesi verilmiş, bunların 17 bini yanıt bulmuş. Bizim Parlamentomuzda ise geçen dönemde sözlü ve yazılı toplam soru önergeleri 22.500 civarında, bunun da ancak 13.500’ü cevap bulmuş yani 10 bin soru önergesine de cevap verilmemiş.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, tamamen başka bir konuya geçiyorum. Bakın, ülkemizde son çocuk felci olayı yani polio vakası 1998’de görülmüştü. Dünya Sağlık Örgütü Suriye’de polio virüsünün varlığını açıkladı şu son günlerde yani çocuk felcinin yeniden görülmeye başladığını açıkladı ve ülkemizin hastalık bulaşması riski altında olduğunu da belirtti. Suriyeli mültecilerin yerleştirildiği kamplar başta olmak üzere bütün o bölgede; Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Şırnak, Urfa ve Mardin’de yeniden önemli bir oranda aşılama seferberliğinin başlatılması gerektiğini duyurdu. Yani, Türkiye’de polio alarmı, çocuk felci alarmı verildi. Demek ki belki şöyle bitirebilirim: Bugün Türkiye’de polio alarmı verilirken Meclisimiz kadın milletvekillerinin pantolon giymesine izin verdi. E, ben de hayırlı olsun diyeyim.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Meclis İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, burada bugün tartıştığımız konu bir özgürlük adımı olarak sunulabilir. Bize göre ise kafa karıştırmaya dönük, üzerinde tartışma yapılması bile utandıran bir durum ve şekilsel bir geri kalmışlığı topluma özgürlük olarak sunma çabasıdır. 21’inci yüzyılda böylesi bir sorunu tartışmak demokrasinin neresinde olduğumuzu göstermesi açısından önemlidir, ki biz daha başındayız. Hükûmetin bu adımları “demokratik adımlar” olarak nitelendirmesi, kadın özgürlüğünü pantolon ve başörtüsü arasına sıkıştıracak kadar dar bir çerçevede gördüğünün de bir pratiğidir. Bir açıdan ise Hükûmetin kadına gerçek bakış açısını örtmeye dönüktür. Yıllardır devam eden başörtü sorunu üzerinden siyaset yapan iktidar, bu sorunu çözmeyi kendi siyasi stratejilerine göre şimdi uygun görmüştür. Oysaki bu durum, toplum nezdinde sorun olmaktan çoktan çıkmıştır. Çağdaş ve demokratik ülkelerin yüz yıl öncesinden bıraktığı bu tartışmalar, AKP’nin demokratikleşme paketinin ana eksenini oluşturur konumda. Türkiye demokrasi sınavını, Kürtlerin, Alevilerin, Süryanilerin ve diğer özgürlük ve yasal statü talepleri olan halkların sorunları hakkında verecektir. Kadınların giyim tarzını tartışmak, hangi yönde karar çıkarsa çıksın müdahaleye açık bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin en can alıcı sorunlarının tartışılmasının önünü tıkayıcı bir şekilde gündeme getirmek ise sorunları ağırlaştırmaktan başka bir katkı sunmayacaktır. “Kürt sorununa demokratik çözüm bulma” sözü ile başlayan sürecin geldiği kritik aşamada bugün tartışmamız gereken, demokratik siyaset yapma koşullarının yasal dayanaklarını oluşturmaktır. Çözüm olarak adlandırıldı ancak çözüme dair tek adım atmayan Hükûmetin başörtü, pantolon serbestisi ile oyalanması, süreci ciddiye almadığını göstermektedir. Bugün tartışmamız gereken, ana dilde eğitim sorunu olmalıydı, Alevilerin talepleri, demokratik siyasetin önüne konulan en büyük engel olan TMK’nın kaldırılması olmalıydı. Örgütlenme ve siyaset yapma hakları elinden alınan, yıllardır tutuklu bulunan Kürtler ve yirmi otuz yıldır cezaevlerinde tutulan PKK’li hükümlü tutsakların genel ve sağlık durumları olmalıydı. Cezaevlerinde on yılda bine yakın kişi hayatını kaybetti, ancak, hâlâ, hasta tutsaklar hakkında tek adım atılmıyor. Türkiye bir gün gerçekten demokratikleştiği zaman Adalet Bakanlığının bu konudaki tutumu utançla anılacaktır. Hasta tutsaklara yasal düzenleme yapılmasına rağmen âdeta gizli tanıkla “TMK ile geldin, tabutla çıkarsın.” deniliyor.

Değerli milletvekilleri, 20’nci Dönem bitmek üzere. Halkın ezici bir çoğunlukla seçtiği milletvekilleri dönemlerini cezaevinde bitirmektedirler. 28 Aralıkta Roboski katliamının üzerinden iki yıl geçecek. Sorumlular ortada, ancak hiçbiri yargı önüne çıkarılmadı. Kışlalarda Kürt, demokrat, Alevi askerler şüpheli ölümlere kurban gidiyor, mevcut iktidar bununla ilgili herhangi bir çaba içerisinde değil. Biz bu tabloya rağmen, önceliği ne giyilip ne giyilmemesi tartışmalarına veriyorsak bu konuda da birkaç şey söylemek isterim.

Bugün kadınlar istediği gibi örtünebilmekte, ancak, istediği gibi giyinememektedirler. Dün, kapalı olduğu için okullara alınmayan kız öğrenciler vardı; bugün, askılı giyindiği için dolmuştan indirilen kadınlar, kız arkadaşına sarıldığı için tokatlanan erkekler, bankta yan yana otururken elinde evlilik cüzdanı taşımak zorunda olduğunu hisseden kadınlar ve erkekler var. Dün türbanlı kadınlar devlet dairelerine çekinerek girerlerdi, şimdi mini etek giyinen kadınlar aynı durumda. Dün cemaat evleri basılırdı, bugün ise öğrenci evleri basılıyor. Dün devletin irtica korkusu vardı, bugün Gezi Parkı direnişçileri korkusu var. Dün zikir getirmek yasaktı, bugün içki içenler kendisini baskı altında görüyor. Dün toplum şeriatla insanları korkuturdu, bugün ise Kadıköy’de vapurdan inen kadınlarla, kadınlı erkekli evlerle korkutuluyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sistem muhafazakâr ve Kemalistler, statükocular arasında el değiştirdikçe kaderi değişmeyenler ise Kürtler, Aleviler ve kadınlar oldu. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde Kürt iş adamları, siyasetçileri katledilirdi, faili meçhul sayılırdı. Başbakan Erdoğan zamanında Roboski’de sınır ticareti yapan 34 Kürt çocuğu faili belli savaş uçakları ile parçalanarak can verdi. Kürt siyasetçiler ise belediye başkanları, milletvekilleriyle birlikte cezaevlerine konuldu.

1990’lı yıllarda 17 bin faili meçhul cinayet yaşandı, köyler yakıldı, insanlar göçe zorlandı, Başbakan Erdoğan zamanında 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, üniversite öğrencileri Aydın Erdem, Şerzan Kurt ve daha niceleri sokak ortasında öldürüldü. Van depremzedeleri göç ettirildi, çaresiz insanlar yıllardır çadırlarda bekletilmeye mahkûm edildi. Köylerde hayvancılık, tarım bitti, köylüler metropollerde inşaat işçisi olarak çalışmak, kaldıkları çadırlarda iş cinayetlerinde can vermeye mahkûm edildi. Yıllardır süren savaş nedeniyle her karışına mayın döşenen topraklarda yüzlerce Kürt çocuğu mayınla sakat kaldı, can verdi. Başbakan Erdoğan zamanında, Ceylan Önkol koyun otlatırken bedeni şarapnelle parçalandı, dört aylık Mehmet Aytun annesinden süt emerken gaz fişeğiyle öldü. Enes Ata ve İsmail Erkek adındaki 8 yaşındaki çocuklar 2006 yılında Başbakanın “Kadın da olsa, çocuk da olsa…” talimatıyla Hükûmetin polisleri tarafından öldürüldü.

AKP iktidarından önce Aleviler Dersim’de, Maraş, Çorum, Sivas’ta katledildi, AKP zamanında ise Gezi direnişi eylemleri sırasında öldürülen Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz adında 4 genç de Alevi idi. Aleviler o zaman ölümle tehdit ediliyordu, şimdi ise Alevilerin evleri işaretlenip yeni katliam sinyalleri veriliyor. Değişen ne oldu? Önceki iktidarlarda gazeteciler katlediliyordu, şimdi ise cezaevlerinde tutuluyor ve baskı altında bırakılıyorlar. 1990’lı yıllarda Irak’ta Kürtlerin statü elde etmesinden korkuluyordu, senaryolar yazılıyordu, bugün ise Rojava Kürtleri ile savaşılıyor, çeteler destekleniyor; Türkiye, Suriye’deki savaş ortamından çıkar elde etmeye çalışıyor. Bu politikanın da Kürtlerin vermiş olduğu mücadele ile boşa çıkarılacağı gerçekliğinin unutulmaması gerektiğini bir kez daha vurgulamak isterim.

Daha önceleri Bakur ve Rojava Kürtleri arasına çekilmiş tel örgüler Kürtlerin mücadelesi ile nasıl anlamsızlaştırıldıysa, dünyada yıkılan duvarların bugünkü iktidarın dâhiyane politikaları ile Kürtler arasına örülmek istenmesi de Kürtlerin mücadelesi ile anlamsızlaştırılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarlar, oylarını aldıkları kesimin taleplerine göre değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak, taleplerine kulak vermek, onları hayata geçirmek için vardırlar. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” söylemiyle insanın yaşamını ancak devletin yaşaması için malzeme yapan devletçi anlayış, sakat olduğu kadar “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü seviyoruz” sözü de bir Başbakan tarafından telaffuz edildiğinde kibrin, aşağı görmenin ve insanı yok saymanın, dışlayan bir tutumun tezahürü olduğunu göstermektedir. Halkı ya devleti yaşatmak ya da Yaradan hatırına seven bir iktidarın demokrasi sınırlarını nereye kadar çizdiği açıktır. Kendi ideolojisi, kendi anlayışı ve kendi siyasi pozisyonuna göre toplumu iyi ya da kötü insan tipi, azınlık ve çoğunluk, ahlaklı-ahlaksız tarifi yaparak kategorize eden bir iktidar, herkesi, her kesimi kucaklamayacağı gibi, hizmet verdiği grupları ve kesimleri de kendisine bir oy deposu olarak görür, hizmeti oya satan bir anlayışla hareket eder. Zaten, bugüne kadar, Alevilere dönük en ufak taktiksel bir adım ya da göz boyayan tek icraatının olmaması, Alevilerin kendilerine oy vereceğine dair en küçük bir umudunun olmamasından kaynaklıdır diye düşünüyoruz. Hiçbir vatandaş, bir iktidara kendisi dışında kalan kesimler üzerinden baskı kurması için oy vermez. Otorite ve baskı, halk iradesinin ve çoğunluğun talebi değildir. O yüzdendir ki baskıcı rejimler geçicidir ve demokrasiye gelince, toplumun genel sorunlarını, bireyin kendini mutlu ve güvende hissetmesi için onun tüm sorunlarını çözen bir sistemdir ki o yüzden demokratik gelişim bir süreklilik arz eder.

İktidar, kadının kaç çocuk doğuracağına, aile içi ilişkilerine müdahale etmekle değil, kadını her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı koruyabiliyor, ona bir yaşam güvencesi sunabiliyorsa demokratiktir. Demokratik iktidar, tecavüz sonucu hamile kalmış bir kadını o çocuğu doğurmak zorunda bırakan değil, kadınları tecavüze karşı koruyan, tecavüzü caydırıcı düzenlemeler yapan iktidardır. Demokratik iktidar, Roboski katliamından kürtaj yasağı çıkaran değil, katliamın sorumlularını bulan, halkından özür dileyen iktidardır. Baskı rejimleri ve halkı kendine göre şekillendirme anlayışına sahip iktidarlar başarılı olabilselerdi, şimdi, Hitler, Pinochet, Saddam Hüseyin, Franco, Yavuz Sultan Selim rahmetle anılırlardı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP’nin kadın yaşamına müdahale üzerinden işleyen muhafazakâr anlayışı, erkekle kadının bir aradayken her koşulda cinsellik yaşayabileceği bilinci olup toplumu alenen karalamaktır. 18 yaşını aşmış erkekle kadının aynı sınıfta, aynı evde, aynı yurtta kalmasının aşka, sevgiye ve cinsel birlikteliğe vesile olacağından kaygı duyuyor ancak evlenme yaşını 16’ya indiriyor; liselerde emzirme odaları yapmayı planlıyor. Bu evli olan üniversiteli öğrencilere evlenme bursu vermeyi demokratik adım olarak göstermeye çalışıyor. Ancak, gençlerin dinî nikâh ya da devlet tescilli belge ile bir arada olmasına müsaade eden iktidar resmî makamlar tarafından onaylanmış cinselliği kadın ahlaksızlığı olarak tanımlıyor.

“Kız kardeşleriniz, kızlarınız okullarda neler yapıyor neler.” deyip âdeta topluma kadın ve öğrenci düşmanlığı enjekte ediliyor. Toplumun namusa bakışının kadın üzerinden şekillenmesini yeniden yeniden örgütlüyor.

“Bu çocuklar bizim sorumluluğumuzda.” deyip 18 yaşını geçmiş gençleri gönüllü ve bilinçli birliktelikler üzerinden vuran Başbakan toplumun en temiz, en masum, en sevimli yanına yani gençlere savaş açıyor. Gençleri 18, 19 yaşında evlendirmek, kadınları 16’sında çocuk sahibi yapmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Gençler üretimden koparılıyor, üniversite gençleri üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamaz durumda bırakılıyor. Sayın Başbakana soruyorum: Üniversite gençleri sizin sorumluluğunuzda ise üniversiteyi bitirdikten sonra işsiz dolaşan mühendisler, atanmayan öğretmenler, asgari ücretle çalışanlar sizin sorumluluğunuzda değil midir?

“Karışık yurtlar uygun değil.” diyorsunuz da Dicle Üniversitesi öğrenci yurdunda kalan kadın öğrencilerin tecavüze uğraması, cinsel taciz ve tecavüze maruz kalması hiç mi sizi ilgilendirmiyor? 2009-2011 yılları arasında yaşanmış 29.980 tecavüz suçu sizin sorumluluğunuzda değil mi? Buna müdahale etmek işinize mi gelmiyor? 2009-2012 yılları arasında cinayete kurban giden 1.411 kadın sizin sorumluluğunuzda değil mi? Koruma emri çıkartıldığı hâlde sokak ortasında katledilen kadınların sayısından haberdar mısınız?

80 yaşındaki erkeklere 6’ncı, 7’nci kadın diye verilen 13-14 yaşındaki kızlar sizin sorumluluğunuzda değil mi?

Bir resmî nikâh üç dört dinî nikahla bir binanın her katında, her şehirde bulunan her evinde ayrı ayrı dinî nikahlı eşler bulunduran, üç dört kadını kendine eş yapan erkekler sizin sorumluluğunuzda değil midir?

Evet, bütün bunlar yaşanırken AKP bir pantolon bir eşarpla oy hesabı yapıyor. Kadınların istedikleri gibi giyinmesini değil de, örtünmek isteyenlerin istediği gibi giyinmesini kadın özgürlüğü temelinde ele alıyor. Bir taraftan kadın milletvekillerine giyim konusunda sınırlı da olsa bir özgürlük tanımakta diğer tarafta insanların evlerinin içindeki yaşam şekline müdahale edilmektedir.

Muhafazakâr anlayışını giyim, düşünce biçimi, cinsel yönelim ve sosyal yaşama istikamet çizme unsuru olarak kullanan iktidar, kendi anlayışına ters düşmeyen bireyler yaratmak için toplumu çeşitli yöntemlerle etkisi altına almaya çalışmaktadır ve toplumun gerçek sorunlarını gizlemek için bu yönlü suni gündemlerle uyutmaya çalışıyor.

Bizler gerçek demokrasi mücadelesi veren iktidarlara ihtiyacımızın olduğunu belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın milletvekilleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bulunacak olan kadın kamu personelinin sadece tayyörle değil, ceket ve pantolon giyerek de Genel Kurula girebileceklerine ilişkin görüştüğümüz İç Tüzük düzenlemesi gerçekte iki yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelmişti. 6 Ekim 2011 tarihinde Anayasa Komisyonunda görüşüldükten sonra 11 Ekim 2011 tarihinde Genel Kurula gelen bu düzenleme Anayasa Komisyonunun talebi üzerine Genel Kuruldan çekilerek Anayasa Komisyonuna iade edilmiştir. Yani iki yıllık bir gecikme söz konusudur. Tam iki yıl önce yürürlüğe girebilecek olan bir düzenleme iki yıl gecikmeyle Genel Kurula gelebilmiştir.

Bu iki yıllık gecikme olarak tarif ettiğimiz sürenin son haftalarında bir gelişme oldu. İki hafta önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi partinin mutabakatıyla, başörtüsüyle, türbanıyla Genel Kurula girmek isteyen kadın milletvekillerimiz Genel Kurula girdiler; herhangi bir sorun çıkmadı. Hemen ardından kadın milletvekillerimizin pantolon giyebilmesine ilişkin düzenleme Genel Kurula getirildi. İki yıl önce bu düzenleme Genel Kurula geldi. İki yıl önce biz bunu yürürlüğe koyabilirdik ama  çoğunluk iradesi farklı yönde teşekkül etti. “Ancak ve ancak türban Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna girerse kadın milletvekillerimiz de pantolon giyebilir.” anlayışıyla bu düzenleme bugün görüşülüyor. Bu maalesef rencide edici bir tutumdur. Bu özgürlükçü bir tutum değildir. İnsanların, kadınların, milletvekillerimizin, kadın kamu personelinin pantolon giyebilmesi düzenlemesini, böyle bir imkânı bir başka kıyafetin arkasına takarsanız, “Ancak o olursa pantolon da Genel Kurula girebilir.” derseniz siz konuya özgürlükçü yaklaşmıyorsunuz demektir. Asıl tartışılması gereken konu budur.

Şimdi, bazı kadın milletvekillerimiz başörtüleriyle, türbanlarıyla Genel Kurula girdikten sonra, hemen onu takip eden pazartesi günü, yani geçen hafta, 4 Kasım 2013 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri, grup başkan vekilleri bir teklif verdiler. Yani sanki bu ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine geliyormuş gibi bir anlayışla bir teklif verildi. Hayır, iki yıl önce bu teklif, İç Tüzük değişiklik teklifi Anayasa Komisyonunda görüşüldü, Sayın Rıza Türmen ve Sayın Mustafa Şentop’un vermiş olduğu önergelerle son şeklini aldı, Komisyon bunu oy birliğiyle kabul etti, Genel Kurula geldi. Şimdi, iki yıl sonra, 4 Kasım 2013 tarihinde yeni bir teklif vermek bu gerçeği gizlemeye yetmiyor. Ayrıca, verilen teklif, Adalet ve Kalkınma Partisinin vermiş olduğu teklif satır satır, kelime kelime o teklifin aynısı. Zaten bir satırlık bir teklif, aynısı verilmiş durumda, hiçbir değişiklik yok. İki yıllık bir gecikme var.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda türbanı özgürlükçü bir anlayışla değil, demokratik bir anlayışla değil, insan haklarına saygı duyan bir anlayışla değil de mensup olunan siyasi geleneğin gelinen aşamasında laiklik, sekülarite karşısında bir zafer olarak görürseniz bu yanlıştır, bu yanlış. İki yıllık gecikmenin hesabını Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu burada vermek zorundadır. Özgürlükçü anlayışa sahip olanlar kadınlarımızın kıyafetini bir başka şarta bağlı kılmazlar. Eğer kılıyorsanız bu anlayış problemlidir, bu anlayış demokrat değildir.

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kıyafetleri, rövanş duygusuyla geçen bir siyasi yaşamın sonucunda, bugün gelinen aşamada alınan rövanş duygusuyla takdim edenlerin demokrasiyle, özgürlüklerle, insan haklarıyla problemi vardır. Bugün aslında konuşulması gereken gerçek konu budur.

Şimdi, bakın, bugünlerde Sayın Başbakan kendi otoriter anlayışıyla topluma istikamet vermeye çalışıyor, toplumu hizaya getirmeye çalışıyor. Sayın Başbakanın anlayışı bu, toplumu hizaya getirmek. Özgürlükçü bir yaklaşımla insanların, bireylerin özgürlük alanını genişletmek değil, tam tersine kendi anlayışına uygun olarak topluma istikamet vermeye çalışıyor Sayın Başbakan. Birden, türban uygulaması sonrasında Türkiye’nin gündemine kız öğrenci evleri çıktı, öğrenci yurtları meselesi geldi. Hemen akabinde, Sayın Başbakanın tutumundan görev çıkaran bir kısım valiler hemen uygulamaya geçtiler. Manisa’da bir evi polis gece basıyor, kimlik kontrolü yapıyor, kızlı erkekli o gençler orada oturmuş sohbet ediyorlar, hemen onlara bir gürültü cezası kesiliyor. Bir başka vali bir başka ilde daha farklı bir uygulama yapıyor, para cezası kesiyor.

Şimdi, Sayın Başbakanın sürekli olarak dine, dindarlığa vurgu yapmasını demokratik bir devlette kişisel bir tercih, kişisel bir düşüncenin ifadesi olarak alabiliriz elbette ama kendisini dindar olarak tanımlayan bir kişi, kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kişi kendi inancını, onun gereklerini herkes için geçerli sayıyor ve bu inanç ve pratikleri herkes için geçerli olacak şekilde uygulamaya koyma konusunda görevli sayıyor ise bu demokrat bir tutum değildir. Din, inanç hepimizindir, kimsenin değildir. Kişiyle Allah arasında olan bir konudur ama dinî inancı bireysel tutum, bireysel inanç, bireyle Allah arasındaki bir ilişki olarak değil de toplumsal hayatımızın bütün alanlarını düzenleyecek bir kavram olarak görürseniz bu anlayıştan demokrasi çıkmaz.

Şimdi, Sayın Başbakan dünkü grup toplantısında çok vahim bir konuşma yaptı -Sayın Gülsün Bilgehan buna değindi, kendisine teşekkür ediyorum- “Tam iki yüz yıldır insanımıza bir dayatma yapılıyor.” diyor. İki yüz yıl aşağı yukarı 1808 Senedi İttifak tarihine denk gelir, işte Türkiye’nin anayasacılık tarihinde ilk belge olarak kabul edilir. Anayasal belge midir değil midir ayrı bir tartışma konusu ama ilk belgedir ve II. Mahmut’la başlayan bir dönemdir Senedi İttifak sonrası. Yani Türkiye’nin modernleşme tarihi, insanımızın modernleşme tarihi oradan başlar, II. Mahmut’la başlar. Sayın Başbakan hedefi büyüttü, sadece cumhuriyet değil modernleşme nerede başlıyor ise problem orada vardır! (CHP sıralarından alkışlar) Yani modernleşme karşıtı bir düşünceyi ifade ediyor Sayın Başbakan. Ne var Senedi İttifak’tan sonra? 1808 Senedi İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1876 Kanuni Esasi, Birinci Meşrutiyet, 1908 İkinci Meşrutiyet ve ondan sonra bizim işte 1921 Anayasamız, 1924 Anayasamız ve 1961, 1982 anayasalarımız. Sayın Başbakan hedefi büyüttü, Türkiye’nin modernleşme yolunda atmış olduğu adımlardan başlayarak hedefine onu koydu. Bir yandan diyeceksiniz ki: “Biz insanımıza hayat tarzı dayatmıyoruz, tam tersine hayat tarzı çeşitlemesi yapıyoruz.” ama öte taraftan Türkiye’nin modernleşme tarihiyle hesaplaşma anlayışıyla bir anlayışı ortaya koyacaksınız, parkta yan yana oturan genç kızla genç erkeğin varlığından rahatsız olacaksınız ve kızları ve erkekleri, öğrencileri, onların anne ve babalarının duygularına yaslanarak mahalle baskısının objesi hâline getireceksiniz. Bu tutum demokratik değildir, özgürlükçü değildir. Eğer özgürlükçü olsaydınız bu pantolon düzenlemesi iki yıl önce gerçekleşirdi.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi, şimdi görüştüğümüz teklifle ilgili yasalaştırma sürecinde oradan bazı konularda açıklama istedi yani grubumuzla ilgili… Çünkü birlikte yürüttük bu süreci. Dolayısıyla bu süreçte meydana gelen hadiseleri, olayları farklı şekilde aksettirdi. Bu yüzden söz istiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sataşma yok ki efendim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır, sataşmadan dolayı değil zaten.

BAŞKAN – Sayın Canikli, böyle bir usulümüz yok. Açıklama…

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Açıklama da istemedi efendim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –Hayır, “AK PARTİ Grubunun bunu açıklaması gerekir.” dedi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, hayır, açıklama istemedim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –  Aslında sataşma da var Sayın Başkanım. Şöyle: O süreçte iki yıl önce bu düzenlemenin yapılması gerekirdi.

BAŞKAN – Evet.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hiçbir gerekçe olmadan AK PARTİ çoğunluk grubunu çekti diye çok net bir şekilde…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, benim söz talebine saygım vardır. Sayın Canikli’ye söz vermenizden ben mutlu olurum efendim.

BAŞKAN – O şekilde ifade etmedi efendim. İki sene önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiğini, AK PARTİ Grubunun da yeni verdiğini söyledi; söylenen bu.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Net değil. Daha önce çekildiğini söyledi ve ayrıca şu anda gelen teklifin motamot aynısının tekrar…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli, iki dakika söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce sondan başlayalım. Daha önce verilen teklif 2 tane AK PARTİ’li milletvekili tarafından verilmişti yani Sayın Hamzaçebi’nin bahsettiği iki yıl önce bu sorunu çözecek olan teklif 2 milletvekili tarafından verilmişti. Biz son olarak son düzenlemede yeni bir teklif düşünmüyor idik. Onun aktive edilmesi, Adalet Komisyonunda gündem yapılması şeklinde bir irade ortaya konulmuştu ancak bazı siyasi partilerimizle birlikte verelim, mümkün olduğu kadar diğer siyasi partilerimiz de bu düzenlemeyi destekliyorlar ve altında imzaları olsun düşüncesiyle ve arkadaşlarımızın kendilerine biz sorduk, bunların talebini yerine getirmek amacıyla yani diğer siyasi partilerin imzasını alabilmek, birlikte verebilmek amacıyla, bir mutabakat çerçevesinde yapabilmek amacıyla bu şekilde hareket ettik, başka bir nedeni yok, başka bir amacı yok. Yani motamot aynı olması da son derece doğal çünkü problemi çözüyoruz; birincisi bu yani ne başka siyasi bir amaç güdüyoruz ne de başka bir düşüncemiz, zihnimizin arkasında başka bir planımız var.

İkincisi: İki yıl önce yapılması düşünülen, planlanan düzenlemede başka bir sıkıntı ortaya çıktı. Açık söylemek istiyorum, o zaman oraya, o düzenlemeye bir teklif gündeme geldi. “Başörtülü de girebilirler.” şeklinde bir düzenleme önerisi gündeme geldi. Başörtüsüyle ilgili İç Tüzük’te bir yasak olmadığı için böyle bir düzenlemenin oraya monte edilmesi kesinlikle doğru değildi ama böyle bir düzenlemenin reddedilmesi de mümkün değildi, açık söylüyorum yani samimiyetle söylüyoruz. Dolayısıyla, bu nedenle çekildi ve o zaman yine Cumhuriyet Halk Partisi de kabul etmedi bu düzenlemeyi çünkü peşinden başörtü yasağının kaldırılması da gündeme gelebilir düşüncesiyle. Nitekim, şunu yaptı…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yani, böyle bir şeyi söyleyen kimse yok.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bak, somut söylüyorum, o zaman düzenlemeye gerek olmadan, başka bir yorumla, bütün siyasi partilerin mutabakatıyla “Pantolonla girilebilir.”den hareketle birlikte bir adım atalım dedik yani İç Tüzük’te düzenleme yapmayalım, bütün siyasi partiler…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …defakto olarak kabul etsinler ve yapalım dedik. 3 siyasi parti kabul etti ama o zaman Grup Başkan Vekili olarak Sayın Emine Ülker Tarhan kabul etmedi bunu. Yani, İç Tüzük’te bir değişiklik yapmadan, fiilî olarak… BDP kabul etti, MHP kabul etti, biz “Tamam.” dedik -önemli olan sorunun çözülmesi, önemli olan yasağın kaldırılması- ama iki yıl önce Cumhuriyet Halk Partisi kabul etmediği için o zaman yasalaştırılamadı veya bu sorun giderilemedi. İşin esası budur.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, şimdi, o zamanki Grup Başkan Vekilimiz Sayın Emine Ülker Tarhan’a atfen bir değerlendirme yaparak sataşmada bulundu, söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım, bize verirken kök söktürüyorsunuz. Neyse, yani “Verilmesin.” demiyorum ama yani…

BAŞKAN – Ama, bir saniye Sayın Hamzaçebi...

Sayın Hamzaçebi ne için… Sataşmanın gerekçesini söyleyerek söz istedi.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Efendim, biz de söylüyoruz, hatta açıklamayı söyledim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Arada bir fark var yani.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Evet, yani amacım şey değil, sadece bilgilendirmek.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun doğru bilgilenmesini isterim. Yani, sanki “Pantolonla Genel Kurula girilebilir.” şeklinde bir mutabakat ortaya çıkmış da Cumhuriyet Halk Partisi bu mutabakata karşı gelmiş gibi bir anlayışı ifade etti.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Mutabakata yanaşmadı. İkisi farklı şey.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, bakın, ama Sayın Canikli, mutabakata yanaşmadı, neyse, böyle bir şey doğru değil, böyle bir şey doğru değil.

Bu İç Tüzük değişikliği neden yapılıyor? Çünkü İç Tüzük diyor ki: “Kadınlar Genel Kurula tayyörle girer.” Yani ceket ve etek. Böyle olduğu hâlde “Ya, pantolonla da girsin.” diyemezsiniz. Böyle bir şey olabilir mi? Eğer hukuka birazcık saygımız varsa bu İç Tüzük’ün değişmesi gerekir.

Eğer size göre pantolonla girilmesine bir engel yok ise bu teklife de gerek yok. Niye getirdiniz? Teklife ihtiyaç var, böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var.

Konu, bu düzenlemenin iki yıl gecikmiş olmasıdır; bakın, iki yıl bu düzenlemeyi geciktirdiniz. Sayın Canikli gerçi gerekçelerini burada açıkladı ama doğru olmadı; bakın, doğru olmadı. Sonuçta, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi parti türban konusunda ortak bir tavır aldı, onun hemen ertesinde bu teklifi getiriyorsunuz. Keşke bunu bir sene önce getirseydiniz, bir buçuk sene önce getirseydiniz. O zaman Anayasa Komisyonuna çektiniz. Çektikten sonra, altı ay sonra bunu buraya getirebilseydiniz. Yani sizin başörtüsüyle ilgili o zamanki, 2011’deki değerlendirmelerinizi bilemiyorum; o size ait bir konu, bilemiyorum. Yani “İç Tüzük buna müsaade ediyordu, etmiyordu, reddetmek istemedik…” Bütün bunlar sizle ilgili bir konu. O konuda ayrıca bir yorum yapmayacağım ama işin gerçeği budur. Gerçek, bunun iki yıl geciktiğidir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli.

IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, “tayyör” kelimesinin Türkçe karşılığı gerçekten “etek ve ceket” olarak tanımlanıyor ancak biraz daha olay geniş yorumlanırsa, mesela Fransızcada bunun karşılığı “deux- pièces”, aslında orijinali de oradan geliyor ve “iki parça” anlamına geliyor.

Dolayısıyla, biz o zaman bu yorumdan hareketle yani “İki parça, pantolonu da kapsayabilir.” geniş bir yorumlamayla bunun, bu yasağın rahatlıkla kaldırılmasının mümkün olduğunu söyledik ve birçok arkadaşımız da buna katıldı.

Ha, daha net olması, daha tartışmasız olması için İç Tüzük gerekir ama yasağın kaldırılması açısından böyle bir yorum yapma imkânı da vardı Sayın Başkan. Dolayısıyla, o zaman bu şekilde, bu düşünceyle hareket etmiştik.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.22


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.35

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

12’ye 1’inci Ek sıra sayılı İç Tüzük Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Başkanlık temsilcisi yerinde.

Şimdi, söz sırası şahsı adına söz isteyen Zeynep Armağan Uslu, Şanlıurfa Milletvekili.

ZEYNEP ARMAĞAN USLU (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 56’ncı maddesinin değişmesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bugün yüce Meclis çatısı altında, şekil ve içerik olarak basit fakat sembolik olarak çok değerli bir hususu… Genel olarak ülkenin, özel olarak da kadınların özgürleşmesinin önemli adımlarından birini atmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Bugün oylanacak husus, sadece Genel Kurulda giyilebilecek kıyafet tercihlerinin kadın parlamenterler için genişletilmesi değildir. Bundan daha da önemli olan boyutu, Türkiye’de demokrasinin yavaş ilerlemesinin nedeni olan, on yıllar boyunca taşımak zorunda bırakıldığımız tüm sosyal, ekonomik ve siyasi safraların son on bir yılda bir bir atılması ve ülkede krizlere, bireysel yaşamlarda ise travmalara neden olan sorun kümelerinin birer birer çözüme kavuşturulması gerçeğidir. Bugün de işte bu sürecin devamı adına umuyorum ki tüm partilerin desteğiyle önemli bir adım atılacak çünkü artık tarihin gongu çalmış, kendini oluşturan farklı unsurlarıyla çatışmayan, barışan, farklılıklarını korku değil, zenginlik vesilesi olarak sahiplenen yeni Türkiye’nin inşa zamanı gelmiştir. Artık bu ülkenin kadınları ve erkekleri, daha doğru bir ifadeyle tüm fertleri için tabu hâline getirilmiş, âdeta konuşulması dahi yasaklanmış, kimi zamanlar da tamamen yok sayılmış hak taleplerine gerçek karşılıkların üretildiği bir evreye geçilmiştir. İşte bu kavrayışla, eski Türkiye’nin bir iz düşümü daha bugün tarihe karışıyor.

Kadın parlamenterlerin olası tercih ve ihtiyaçlarını tamamen göz ardı eden bir mantıkla hazırlanan Meclis İçtüzüğü 1973’te tanzim edilmiştir ve aslında sadece bugün değiştireceğimiz maddenin değil, pek çok yönünün de değiştirilmesi önemli düzeyde bir ihtiyaç konusu olarak karşımızda durmaktadır fakat bütün bu sürecin yanı sıra, konuyu kamu kurumlarındaki uygulamalarla da bağlantılayarak açıklarsak, 1980 darbesinin bir kalıntısı olarak kadın kamu görevlilerini pantolon giyme yönünde meneden uygulama 2002’de yapılan yönetmelik değişikliğiyle sonlandırılmıştır ve artık hiçbir kurumda var olmayan bir sınırlama, sadece Parlamentodaki kadın milletvekillerine karşı geçerli kalmıştır. Elbette bu, ülkedeki özgürlüklerin teminatı olan bir kurum açısından izah edilebilir nitelikte değildir ve bu uygulamanın değişmesi hem kurumsal itibar açısından hem de biz kadın siyasetçilerin uzun süren çalışma saatleri çerçevesinde kolaylık sağlayacağı için pratik olarak da yararlı olacaktır. Bu bağlamda, kadınların cinsiyet kimliğini ifade etmeyen, ülkemiz mevzuatlarındaki ifade ediliş biçimiyle de örtüşmeyen “bayan” ifadesinin de aynı maddeden kaldırılmış olması doğru bir konumlandırılıştır.

Türkiye tabularını yıkıyor. İşte, on yıllardır kadınlar arasındaki ayrımcılığa neden olmaya, milyonlarca kadını ve ailelerini temel insan haklarından mahrum bırakmaya, kadınların üretkenliğine ket vurmaya yarayan ya da başka bir deyişle topluma hayat tarzı dikte etmeyi rejimin korunması zannedenlerin buyurgan küstahlığını tatminden başka hiçbir işe yaramayan, başörtüsüyle kamuda çalışma yasağı kaldırılmıştır. Böylece tüm kadınlar yükseköğrenim hakkında olduğu gibi, çalışma hayatında da eşitlenmiştir. Tabii, bu çerçevede, 2004’te 20,8’ken, 29,5’a çıkan kadın iş gücüne katılma oranlarının da, bu doğrusal artışın da sevindirici olduğunu ve aynı zamanda böylesi yasakların kaldırılmasıyla birlikte, “Kadın istihdamı, kadın istihdamı” diyoruz, kadın istihdamın nasıl artacağını hep birlikte görme imkânına sahip olacağımızı ve bu çerçevede bu gelişmenin de ortak geleceğimiz adına güven verici olduğunu ifade etmek isterim.

Bu bağlamda, cumhuriyetin kuruluşunun 90’ıncı yılında, 31 Ekim 2013 tarihini, başörtülü kadınlara seçilme hakkının verildiği bir milat olarak da zikretmek gerekir. Parlamenterlik görevlerini başörtülü olarak yapma kararı alan milletvekili arkadaşlarımıza yönelik olarak tüm partiler tarafından gösterilen siyasi olgunluk da demokrasimizi derinleştirme adına gerçekten gurur vericidir.

Artık, bu ülkede hukuk ve mevzuat dışı bir biçimde sadece yaratılan baskıcı atmosferlerle işlerlik kazanabilen hak ihlallerine, ayrımcılıklara ve zulümlere yer yoktur. Ve alınan mesafe, yıllarca haklarının gaspı karşısında dimdik duran başörtülü kadınların, onların yanında saf tutan başı açık kadınların, ülkede adalet ve demokrasinin tesisi için çabalayan erkeklerin, hasılıkelam, bir milletin ortak özgürlük mücadelesinin eseridir.

Ama maalesef, hatırlamak gerekir ki, söz kadınların temel haklarından, temel haklarının teslim edilmesine geldiğinde, söz buradan açıldığında, en hoşgörü kisveli konuşmalar da bile kimileri kibir kulelerinden fırlattıkları oklarla bu süreci hırpalamaktan, bu yöndeki motivasyonları sahiplenmekten hiç geri durmadılar. Çünkü, hâlen bazı zihinler Jakobenist vesayetçi dönemlerin yarattığı yanılsamanın etkisiyle oluşan akıl tutulmasından maluldür. Yaşanan dönüşümden öylesine muzdariplerdir ki, yıllarca hak etmedikleri konumları kendilerine bahşeden ilerici maskelerinin düşmesi pahasına hazımsızlıklarını dışarı vurmakta ya da müfteri konumuna düşmekte dahi beis görmezler. İmtiyazların ve kotaların konforunu yaşamak yerine iş ve politik yaşamlarında verdikleri mücadeleyle temsil sıfatını kazanmış donanımlı mevkidaşlarına, hemcinslerine “vitrin süsü” diyerek saldırmaktan da hicap duymazlar ve işte, belki de, tam da o anda kendileri bir vitrin süsüne dönüştüklerini fark dahi edemezler. Yegâne misyonu kendisine verilmiş repliği okumaktan ibaret, ülkesine ve toplumuna yabancı bir mürebbiye  kalmaya nafile çabaladıklarını anlamazlar. Hatta, gerçeklikle bağları öylesine kopar ki, Meclis resepsiyonlarına Meclis başkanları ve milletvekillerinin, eşleriyle katılmalarını protesto edip kriz çıkarmaya çalışanların ve daha nice benzer hâllerin müsebbiplerinin kimler olduğunu unutur, “Eşlerinizden utanıyorsunuz.” diyecek kadar, ailelerin duygularını incitecek kadar üstenciliği rahatça sergilerler. Ancak bilsinler ki, aslında bu yaklaşımlardan medet umanlar sadece kendilerine yazık ederler ve yine bilsinler ki, artık ötekileştirme teraneleri üzerinden düşmanlık tohumları ekemezler çünkü bu topraklar böylesi tohumlara bağrını hiç açmadı ve hiç açmayacak.

Bunları esas rahatsız eden şeye gelirsek, kendi ideolojilerinin, kurguladıklarının dışında bir kadın profilinin sosyal ve siyasi hayat içinde temayüz etmesinden duydukları rahatsızlıktır. Yıllarca kadını, erkeklerin ne kadar –tırnak içerisinde- modern insanlar olduğunu ispat eden göstergeler olarak konumlamaya, buna endekslemeye alışanlar, muhafazakâr demokrasinin özgürleştirici ortamında, kadınların temel haklarına kavuşmasından rahatsızlar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu konuşmayı kim hazırladı, sana verdi? Senin gücün onu hazırlamaya yetmez!

ZEYNEP ARMAĞAN USLU (Devamla) – Türkiye’de kadını olması gereken yere hızla yaklaştıran onların köhnemiş yaklaşımları değil, gücünü ve kökünü milletten alan muhafazakâr demokrasidir. Her ne kadar gerçekleri çarpıtmak üzere kara propaganda çarkları işletilse de Tagore’un bir ifadesiyle diyebiliriz ki, “Yıldızlar ateş böceği sanılmaktan hiç korkmazlar.”

Bu ülkenin tüm vatandaşları, bugün burada görüşülen İç Tüzük değişikliği gibi tercih çeşitliliklerine imkân sağlayan, özgürlüklerin  doyasıya yaşandığı, devlet-vatandaş ilişkisinin efendi devletten hizmetkâr devlete tümüyle endekslendiği bir ülkede yaşayacaklar diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ediyorum.

Komisyon Başkanına sormak istiyorum: Aslında türban bu maddeye göre serbest mi değil mi? Onu öğrenmek istiyorum.

İki; türban inançtan dolayı mı takılıyor yoksa özgürlükten dolayı mı takılıyor? Onun cevabını öğrenmek istiyorum.

Komisyon sırasında oturan Meclis Başkan Vekili arkadaşıma da sormak istiyorum: Tabii, siz Türkiye Büyük Millet Meclisine ilk defa türbanı getiren bir Meclis başkan vekili olarak acaba vicdanen çok huzurlu musunuz? Buna göre -tabii çok huzurlu olabilirsiniz ama- tarih karşısında acaba nasıl bir değerlendirmeye tabi tutulursunuz?  Yani Türkiye Büyük Millet Meclisine bugüne kadar, yetmiş yıllık geçmişinde türban girmemiş ve geçmişte 411 milletvekilinin kabul ettiği bir anayasa değişikliğiyle türban serbest edilmiş ve Anayasa Mahkemesi bu şekildeki bir değişikliği cumhuriyetin temel ilkelerinin değiştirilmesi yönündeki bir ilke olarak kabul etmiş ve bunu iptal etmiştir.

Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştayın bu konuda kararları var. Danıştayın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Anayasa Mahkemesinin dinî simge olarak kabul ettiği bir konunun böyle ulu orta Parlamentoda, işte, bu yasalar, anayasalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları kale alınmadan göz ardı edilmesi Anayasa’yı ihlal suçu değil midir? Tabii, bunu Komisyon Başkanınıza sormak istiyorum.

Biraz sonra zaten konuşacağım, bu konudaki düşüncelerimi belirteceğim, evvela düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, buyurun.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkanım, Sayın Genç'in sorduğu sorunun iki boyutu var: Bir, belirttiği gibi, Anayasa Mahkememizin, Danıştayın ve İnsan Hakları Mahkemesinin kararları var, doğrudur. Ama tabii, o verilen kararlar bizim düzenleme yapmamıza ya da özgürlüğü serbest bırakmamıza engel kararlar değil.

Şundan değil: Mesela, Danıştayın kararında -Anayasa Mahkemesinin kararı da öyleydi, eski kararı- diyor ki: "Başörtülüler Anadolu'da sırf gelenek ve görenekten dolayı başlarını kapatıyorlar. Ama okumuş olan kızlarımız -tırnak içinde söylüyorum, mahkeme kararını söylüyorum- sırf cumhuriyeti yıkmak için takıyorlar."

Benim buna inanmam mümkün değil, bunu kabullenmem de mümkün değil. Dolayısıyla, hiçbir vicdan burada, bu Mecliste bunu kabullenemez, bu ifadeyi kabullenemez.

O zaman, baş örtmeyenler içerisinde de benzer düşüncede olan olabilir. Hatta, erkekler için ne yapacaksınız, yani hangi ölçüyü getireceksiniz?

Kaldı ki, İnsan Hakları Mahkemesi şunu diyor Sayın Genç: "Evet, özel durumu varsa -yani o ülkenin- yasak koyabilir." diyor. Ama "Yasak koyabilir." demek serbestliğe engel bir şey değil, yani "Serbest bırakma da mümkündür." demek istiyor. Çok katı bir yaklaşım değil o. Özgürlük noktasında gelinen noktayı...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Özgürlük mü, yoksa inanç mıdır; sizin düşüncenizi soruyorum.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Şimdi oraya geleceğim.

Tabii, ikisi de mümkün... Biri diyorsa ki "Ben inancımdan dolayı takıyorum..."

KAMER GENÇ (Tunceli) - İkisi değil, biri olacak.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Ben de başörtü örtmüyorum ki canım, benim başım örtülü değil ki yani bana soruyorsun "Hangi nedenden dolayı kapatıyorsun, açıyorsun?" diye.

Ben, kapatıp açanlara göre konuşuyorum, diyorum ki: Başını örten insan ya da işte bayan, neyse, hanım, kadın “İnancım gereği de bunu ben takıyorum, kapatıyorum." diyebilir, bunda hiçbir engel yok, inanç da bir özgürlüktür; "Özgürlük olarak da takıyorum." diyebilir; "Moda olarak da takıyorum." diyebilir, bunda hiçbir engel yok, yani bunun ayrıntısına girmek… Kişinin kendi iç dünyasında olan bir meseledir.

Sorunun son bölümü, bu getirilen maddenin başörtüsüyle alakalı bir tarafı yok. Zaten bir yasak yok ki herhangi bir düzenleme olsun. Sadece pantolon ve işte tayyörü açığa kavuşturan bir madde olarak Sayın Genç bu madde getirilmiştir.

Teşekkür ederim Başkanım.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Söylediğin beni tatmin etmedi.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Teklifin üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  İÇTÜZÜĞÜNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR İÇTÜZÜK TEKLİFİ

MADDE 1- 5/3/1973 tarihli ve 584 Karar numaralı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 56 ncı maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

 "Genel Kurul salonunda yer alan milletvekilleri, bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler, ceket ile pantolon giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve pantolon giyerler."

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, gerçekten boşu boşuna yıllarca Türkiye Büyük Millet Meclisini meşgul etmiş bir konunun inşallah çözüldüğü gün olarak tarihteki yerini alacaktır. Bundan da büyük bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Bir İç Tüzük değişikliği yapılıyor. Bu İç Tüzük, hepinizin bildiği gibi arkadaşlar, Parlamentonun anayasası. Dolayısıyla, her şeyin; burada, Genel Kurulda, komisyonlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde cereyan eden her şeyin İç Tüzük’e uygun olması gerekiyor. 1973 yılında yapılmış bir İç Tüzük’le bugünkü Meclisimizi çalıştırma gayreti içerisindeyiz. Ancak zaman zaman ihtiyaçlardan kaynaklanan birtakım değişiklikler olmuş, böyle olunca da iç tutarlılığını kaybetmiş bir İç Tüzük var karşımızda, âdeta yamalı bohça hâline dönmüş. Bu yüzden de İç Tüzük’ün değiştirilmesi hususu hemen hemen her dönemde bu Parlamentonun gündemine geliyor. Eğer iktidarsa bir parti, özellikle yasamanın yavaşlığından şikâyet ederek İç Tüzük değişikliğini gündeme getiriyor, muhalefetse de denetimin etkisiz olduğundan söz ediyor; hatta iktidar partisiyken farklı, muhalefete düştüğünde de farklı görüşler ifade edebiliyor.

23’üncü Dönemde Meclis Başkanı Sayın Köksal Toptan Beyefendi’nin bir çağrısı oldu, 4 konudaydı yanlış hatırlamıyorsam, uzlaşma komisyonları kurulması; bunlardan bir tanesi de İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunun kurulması idi. Bu hususla bir komisyon oluşturuldu, her partiden bir milletvekili arkadaşımızın katıldığı ve altı ay kadar bu komisyon çalıştı, gerçekten İç Tüzük literatürü açısından devrim sayılabilecek bir taslak ortaya koydu; ancak bu taslak, anayasa değişiklikleri, efendim, aniden seçim ortamının bastırması dolayısıyla bir türlü gerçekleşemedi.

24’üncü Dönemde Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek yeniden bir çağrıda bulundu. Bu sefer her partiden 2’şer milletvekili katıldı -ben her iki komisyonda da görev almış bir kardeşiniz olarak- maalesef, 24’üncü Dönemde de ortaya çıkan taslağın yasalaşması mümkün olmadı.

Tabii, bunun sebeplerine çok fazla girmek istemiyorum, ancak her iki komisyonda da görev almış bir kardeşiniz olarak, orada yaşanan bazı hususları da sizlerle paylaşmak istiyorum, kayıtlara geçirmek istiyorum ki  bundan sonraki -ki hâlen grup başkan vekillerinin üyesi bulunduğu bir İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu görevine devam ediyor- çalışmalarda da en azından bu hususlar dikkate alınsın.

Neden uzlaşılamadı? Özellikle ikinci dönemdeki İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunun ortaya bir uzlaşma taslağı çıkaramamasının en büyük sebebi -son derece objektif olarak belirtiyorum- maalesef, ortalıkta oluşturulması gereken uzlaşma alanının küçüklüğü idi. Yani, aslında her parti birer adım geri çekilip ortadaki uzlaşma alanını büyütmesi gerekir iken özellikle -biraz sonra gerekçesini de belirteceğim bu görüşün- iktidar partisinin yeni öneriler sunmaması ve mevcut İç Tüzük’te ısrarcı olmasıyla birlikte bu yol kapandı. Bu çalışmaların sonucunda, şu hiç unutulmamalıdır ki, ortaya çıkacak İç Tüzük kesinlikle hiçbir partinin gönlündeki İç Tüzük olmayacak. Ancak üzerinde anlaşılabilen bir taslak ortaya çıkarılabilir bu komisyonlarda.

İki önemli problem var. Bu iki problemi kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Özellikle Genel Kurulda, komisyonlarda kaybedilen vakit dolayısıyla yasaların hızlı çıkarılamaması, verimli bir yasama sürecinin, etkin bir yasama sürecinin yaşanamaması, birinci mesele bu.

İkinci mesele de; muhalefet partilerinin kendisine siyasal anlamda İç Tüzük’ün vermiş olduğu denetim görevinin bir şekilde yerine getirilemiyor olması. Tabii, her iki problemin de çoğulcu, katılımcı, Genel Kurul ve komisyon çalışmaları içerisinde gerçekleştirilmesi icap ediyor. Bu meseleler aşağı yukarı bütün İç Tüzük çalışmalarının ana fikrini oluşturuyor. 24’üncü dönemde çalışan komisyon gerçekten çok büyük bir madde sayısında uzlaştı ancak son 20-22 madde kalmış idi ki bir anda bu İç Tüzük Komisyonunun Meclis Başkanlığı tarafından lağvedilmesiyle ilgili bir kampanya yürütülmeye başlandı. Bugün aynı hususu Anayasa Uzlaşma Komisyonunda da görüyorum. Yani bu masadan kalkmanın herhangi bir partiye vereceği zararı bildiği için, özellikle iktidar partisinin bu komisyonların lağvettirilmesi, kaldırılmasıyla ilgili Meclis Başkanlığına bir baskı oluşturduğunu görüyoruz. Değerli arkadaşlar,  nitekim, 24’üncü Dönem İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu da bu gerekçeyle lağvedildi. Biz o zaman Sayın Cemil Çiçek Beyefendi’ye, özellikle o dönemde yayımlanan gazete kupürünü de gösterdik, bunun yanlış olacağını söyledik. Sayın Başbakan o günlerde “Anayasa Uzlaşma Komisyonunda üzerinde uzlaşılan 48 madde var, buraya verilen emek heba olmasın.” diyor idi, hâlbuki İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunda İç Tüzük’ün yüzde 90’ında uzlaşılmıştı. Sadece, maalesef, iktidar partisi bu komisyondan gönlündeki iç tüzüğü alamadığı için bu komisyonun lağvettirilmesi gibi bir strateji uygulamaya başladı. Bu görüşlerimin o dönemin gazetelerine bakıldığında da şu şekilde vücut bulduğunu, yer aldığını göreceksiniz: Meclis Başkanına hitaben “Yık masayı, kap Başkanlığı” gibi gerçekten siyasi nezakete de uymayan başlıklar atıldı. Ama, görünen o ki bu gazetelerde yer alan senaryolar, özellikle komisyonun lağvedilmesiyle birlikte gerçekleşti. Bugün de Anayasa Uzlaşma Komisyonunun ortadan kaldırılmasıyla ilgili, iktidar partisince bir kampanya yürütüldüğüne, sözcülerinin zaman zaman “Artık bitti, bundan sonra hiçbir şekilde uzlaşma, anlaşma olmaz.” diye bir kampanya yürüttüğüne şahit oluyoruz.

Tabii, Sayın Cemil Çiçek’in, bu komisyonu lağvetmesinden bir vicdan azabı duymuş olmalı ki, bu çalışmaların grup başkan vekilleri düzeyinde yeniden başlatılmasıyla ilgili bir çağrısı oldu. İnşallah, uzlaşılamayan bu 22 madde üzerinde de bir uzlaşma sağlanır. Gerçekten, artık yamalı bohça hâline gelmiş İç Tüzük çağdaş bir iç tüzük hâline getirilir.

Bugün, bayan milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin giyimiyle ilgili bir konuyu konuşuyoruz yani aslında, gerçekten samimiyetle söylüyorum, bu hususun erkekler tarafından müzakere edilmesini de doğru bulmuyorum. Ancak, sadece, bu özgürlüğün ne kadar gecikmiş olduğunu, bugüne kadar bu işin aslında siyasi malzeme konusu olmaktan çıkarılıp insani bir mesele olarak çoktan çözülmesi gerektiğini vurgulamak üzere buradayım. Bugün pantolon meselesi çözüldü. İnşallah, yarın başka meseleler çözülecek. O 22 maddeye baktığınız zaman, müzakerelerine, gerçekten muhalefet partilerinin bu hususlarla ilgili birçok önerisi olduğunu ama iktidar partisinin sadece durumu muhafaza etmek gibi bir önerisiyle karşı karşıya kaldığımızı göreceğiz.

Kaybolan bir zaman var ortada. İnşallah, bu, İç Tüzük’le ilgili kaybedilmiş son zaman olur, bundan sonra çok hızlı bir biçimde gerçekleşir çağdaş bir İç Tüzük, hepimiz de daha çağdaş uygulamalar yaparız diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Atilla Kart Konya Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan İç Tüzük değişikliği teklifinin 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok tekrara girmeden, konuyla ilgili değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Günümüzde, çalışma hayatında pantolon giymek artık kadınların çoğu zaman tercih ettiği bir kıyafet olmuştur. Bu tercih, kabul etmek gerekir ki tamamen milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin kişisel tercihi kapsamında, takdiri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir konudur. Meclis bünyesinde, aslında, çoktan çözüme kavuşturulması gereken, polemik konusu yapılmaması gereken bu konu, bu insani konu ve talep maalesef uzun bir müddetten bu yana ülkemiz gündemini meşgul etmiştir.

Biraz evvel Sayın Grup Başkan Vekilimiz de temas etti, daha evvel, biliyorsunuz, 11 Ekim 2011 tarihinde görüşülmekte olan İç Tüzük değişikliği teklifi Komisyonun talebi üzerine geri çekilmişti. Aslında o geri çekmenin özü şuydu,    diyor ki siyasi iktidar: “Hak ve özgürlüklere ben istediğim zaman, uygun gördüğüm zaman ben karar veririm. Başkalarının hak ve özgürlük talebi benim umurumda değil.” Kabul etmek gerekir ki bu yaklaşım demokrasiyi bloke eden, uzlaşma kültürünü yok eden bir anlayıştır. Bu anlayışı artık aşmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Ben bu konu vesilesiyle bir diğer önemli konuya temas etmek isterim. Biliyorsunuz, yine on beş gün kadar evvel kadın milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde başörtüsü ya da türban tercihi yapmaları konusunda bir gelişme yaşandı. Burada daha evvel de kişisel olarak da ifade etmiştim, Anayasa Uzlaşma Komisyonu tutanaklarında da ifade etmiştim. Milletvekili, değerli arkadaşlarım, bir kamu görevlisi değildir, bir devlet memuru değildir. Milletvekili, bu anlamda, bir devlet memurunun, bir kamu görevlisinin tabi olması gereken –kıyafet anlamında söylüyorum- kısıtlamalara tabi değildir. Milletvekili halkın temsilcisidir, devlet memuru gibi o egemenlik yetkisini kullanırken tarafsız olması gerekmiyor. Milletvekilinin bu anlamda kamu hizmetini zafiyete uğratacak, güven anlamında, bir sorumluluğu yok. Milletvekilinin zaten siyasi bir kimliği var, o siyasi kimliğiyle halkın temsilcisi olarak gelip burada görev yapıyor. Ha, şu denebilir: Elbette türbanı ya da başörtüsünü kişisel anlamda istismar eden, edecek olan kişiler olabilir ama bizler demokrasilerde insanların, milletvekillerinin kişisel niyetleri ya da saikleri üzerinden, demokrasi anlamında, halkın temsili anlamında bir kısıtlama gerekçesi yaratamayız. Böyle bir yaklaşım kabul edilemez. O sebepledir ki biz şunu çok net olarak ifade ettik: Burada, elbette, yine Türkiye Büyük Millet Meclisinin o resmî kılık kıyafet prosedürü çerçevesinde milletvekili kıyafet konusunda tercihini yapmalıdır, yapabilmelidir. Bunun artık tartışılmaması gerekir, bu konunun Türkiye gündeminden çıkması gerekir. Burada şunu elbette tartışmamız gerekiyor: Milletvekilleri üzerinden, kişiler üzerinden tartışmak yerine, Türkiye’yi on bir yıldan bu yana yöneten siyasi iktidarın kurumsal uygulamaları nedir, bunu konuşmamız gerekiyor, bunu sorgulamamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Bakın, on bir yıllık AKP iktidarları döneminde -on ikinci yılın içindeyiz- Türkiye’de şu gerçekle karşı karşıyayız: Türkiye’de laikliğin içi idari işlemlerle ve yasal düzenlemelerle boşalmış durumdadır, boşaltılmış durumdadır. Bu anlamda, Türkiye’de laiklik tehdit altındadır değerli arkadaşlarım. Adalet ve Kalkınma Partisi bu anlamda anayasal engelleri ortadan kaldırma çabası içindedir. Bunu Anayasa Uzlaşma Komisyonu zemininde de görüyoruz, başka pek çok zeminde de görüyoruz. Bakın, bu nasıl aşılabilir, bu nasıl aşılıyor? Hemen bu sorular elbette geliyor, gelecek. Bu bir iklimdir, bu iklimi Adalet ve Kalkınma Partisi yarattı değerli arkadaşlarım. Bakın, elbette burada bunları söylem düzeyinde bıraktığınız zaman kimse bunu kabul etmeyecektir ama yaptığımız, yarattığımız iklimi biraz sorgulamamız gerekiyor, biraz tartışmamız gerekiyor. Bakın, bu iklimi, gelin, 7-8 yaşındaki Merveler üzerinden konuşalım değerli arkadaşlarım. Kim bu Merveler?

Biraz evvel Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Bilgehan aslında bu iklimi, bu iklimi yaratan sebeplerin analizini evrensel boyutta birtakım rakamlarla anlattı. Ben o rakamları, izninizle, Merve üzerinden, 7-8 yaşındaki Merve üzerinden somutlaştırmak istiyorum. İki ay kadar evvel, Konya örgütümüzle, bir pazar günü, Çumra’da, Akören’de, Konya merkeze bağlı Akören ilçesinde bir çalışma yapıyoruz. Gidiyoruz, tarlada, işte, 70 yaşındaki vatandaşımız çalışıyor, 2 tane genç, bir de küçücük bir kızımız var. Soruyoruz, adı Merve, 7 yaşında, ilkokul ikiye gidiyor değerli arkadaşlarım, oyun çocuğu, oyun çocuğu. Bunun herhâlde tereddüt edilecek bir yönü yok ama neyi görüyoruz? Merve’yi türbana sarmışız, Merve olmuş bir küçük kadın. Merve, bizlere namahrem duyguyla bakıyor, bizlerden utanıyor. İçimiz acıyor değerli arkadaşlarım, içimiz acıyor. İklim budur işte, o Merveleri yaratıyoruz.

Ne yapıyoruz? Oyun çocuğu olan Mervelerin özgürlükleri üzerinden, istikballeri üzerinden, bedenleri üzerinden, kişisel hesaplarla, siyasi ikbal ile siyaset yapıyoruz. Bugün bu iklimi yarattık. Ne yapıyoruz? Ne yapalım, bırakalım, Merveler çocukluğunu yaşasın, ergin yaşa gelsin, reşit olsun, tercihini istediği gibi yapsın ama bakın, bunu yapmadığımız içindir ki 7-8 yaşındaki Merveler, 13-14 yaşında evleniyor değerli arkadaşlarım, 13-14 yaşında evleniyor.

Bu iklimi yarattıktan sonra, Değerli Bakan Arkadaşım Fatma Şahin, istediği kadar çaba göstersin. Siz, aslında, öylesine bir iklimi yaratıyorsunuz ki onun çözüm sebeplerini de, çözüm önerilerini de yok ediyorsunuz. Ne oluyor, Merveler ne yapıyor değerli arkadaşlarım? 13-14-15 yaşında evlenen Merveler ne yapıyorlar? Yaratılan bu iklim sonucunda, çocuklarını… Hangi çocuklarını? Çumra Türkmen Karahüyük’teki Bayram Meriçleri, Konya Çayırbağı’ndaki Mustafa Özpınarları, Cihanbeyli’de Koyuncu ailesinin çocuklarını nereye gönderiyorlar? Suriye’deki çatışmalara -tırnak içinde söylüyorum- cihada gönderiyorlar değerli arkadaşlarım. Bir Türkiye fotoğrafı bu. Bunu Konya’da yaşıyoruz, bunu Gaziantep’te yaşıyoruz. Arkadaşlarımız Meclis araştırması hazırladılar. Bu iklimi analiz etmeye cesaretiniz var mı? Bu iklimin sosyokültürel analizini yapmaya cesaretiniz var mı değerli arkadaşlarım? Bunu yapmamız gerekiyor, bunu sorgulamamız gerekiyor, bunu araştırmamız gerekiyor. Bunu yapmayıp ondan sonra birtakım hamasetlerle, birtakım söylemlerle, bakın, neyi yaratıyoruz biliyor musunuz? Neyi yaratıyoruz değerli arkadaşlarım? Aslında bunların üzerinden toplumsal ayrışmanın temellerini atıyoruz. İnançlar üzerinden, kutsal değerlerimiz üzerinden toplumsal ayrışmanın temellerini atıyoruz. Bunu asıl sorgulamamız gerekiyor, bunların analizini yapmamız gerekiyor ama bunu yapabilmek için bir özgüven içinde olmamız gerekiyor. Umarım, bundan sonra bu sorumluluğu gösteririz, bu dirayeti gösteririz.

Onun için diyoruz ki, gelin, 7-8 yaşındaki Mervelerin özgürlükleri üzerinden, onların istikballeri üzerinden, onların bedenleri üzerinden siyaset yapmaya tenezzül etmeyelim değerli arkadaşlarım. Bırakalım Merveler çocukluklarını yaşasınlar; olgun yaşta, reşit oldukları zaman da tercihlerini istedikleri gibi yapsınlar değerli arkadaşlarım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi’nin 1’inci maddesi üzerine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın olmak dünyanın her yerinde zordur ama bizim yaşadığımız coğrafyada daha zordur. Kadın konusunda kafalar karışıktır aslında hem cennet anaların ayakları altındadır hem kadının hayatını cehenneme çevirmek haktır. Tarih boyunca kadının etkisi altında en çok kalan erkekler de bu topraktandır, kadını etkisiz hâle getirmek isteyen erkekler de. Hep kadınlar üzerinde konuşulur, hükümler verilir, sınırlar çizilir, yasalar konulur, savaşlar açılır, kan akıtılır.

Kadın, en küçük toplumsal birim olan aileden, en geniş tanımıyla, ülke yönetimine kadar sürekli kurallar ve kanunlarla yönetilmek istenir. Önce baba karışır kızına asla oğluna karışamadığı konularda. Sonra ağabey ya da kardeş karışır giyindiğinden konuştuğuna ve arkadaşına kadar, okuyup okuyamayacağına, eteğinin boyuna, saçına, başını kapayıp kapamayacağına, evlenme yaşına. Sonra tıpkı toprak gibi, tapudaki isim el değiştirir gibi koca karar verir ömrünün kalanında kadının nasıl yaşayacağına.

“Ayaklarımın üzerinde dururum, özgür olurum.” demek de kurtarmaz kadını. Koca koca adamlar dünyada başka mesele yokmuş gibi hep kadınları konuşurlar bu coğrafyada. Ülkeyi yönetenlerin üç sözünden ikisi kadın üzerinedir. Ne işsizlik ne açlık ne savaş ne trafik ne de yolsuzluk bu kadar meşgul etmez kimseyi, varsa yoksa kadınları kalıba dökme çabası.

Kaç çocuk doğuracağından kılık kıyafetine, soyadını kullanma kurallarından çalışma iznine erkekler için tek bir örneği bulunmayan onlarca kural, kanun vardır kadınlar üzerinde. Kadının saçının teli, yakasının açıklığı, eteğinin boyu savaştan da, aç çocuklardan da önemlidir bu memlekette. Kadınlar bir başka kadının elbisesini çekiştirirse bu dedikodu olur ama bunu politikacılar yaptığında vazife olur. Bu yüzden bu ülkede iktidarlar ve ona bağlı olarak kadınların kılık kıyafet yasakları değişir ama memleket sorunları olduğu gibi kalır. Kadının da bir insan, erkekle eşit hak ve özgürlüklere sahip, kendi inisiyatifini elinde tutabilecek bir birey olduğunu anlamak ne kadar zaman alacak bu topraklarda bilinmez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; egemen erkekler ve kadına bakışları iktidardan iktidara farklılık gösterse de, iktidara gelenin kendi anlayışında kadınlar yaratmak isteme zihniyeti değişmiyor ne yazık ki. Kadın üzerinden politika yaratma geleneğinde kılık kıyafet yönetmelikleri değişiyor ama kılık kıyafete karışma geleneği değişmiyor.

Tam demokratikleşmeden, kadınlara uygulanan başörtü yasaklarının ortadan kalkmasından konuştuğumuz bugünlerde yasak kavramının kalkmadığı, sadece şekil değiştirdiği bir tokat gibi yüzümüze çarptı. Kadınlar için demokratikleşmenin her kesimden kadına uygulanan yasakların kaldırılması olduğunu sanıp yanılmışız meğer. Sadece bir dönemki yasaklar kaldırılıp yerine yenileri eklenecekmiş, bunu anladık.

Erkek egemenin sıradan bir sözü ile bir kadının işinden olabildiğine şahit olduk. Pantolonun darlığı tahrik indirimine neden oldu bu memlekette. İşte tam da bu sebepten demokrasinin “d”sinden bile söz etmek mümkün olmuyor. Kendi kurallarını yürürlüğe sokmanın sarhoşluğunda olan yeni egemen erkekler zafer çığlıkları atarken, kaybeden her daim ve her dönem kadınlar oluyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizin de bildiğiniz gibi, dünya parlamentolarında parlamento üyelerinin kıyafetlerini düzenleyen iç tüzük düzenlemeleri bulunmamaktadır. Elbette düzgün, temiz vesaire giyinilmesine yönelik düzenlemeler mevcuttur fakat etek, pantolon, ceket vesaire giyilecek diye kesin maddeler yoktur. Dünyanın sadece iki üç ülkesinde, Fransa, Estonya, İtalya’da bu yönlü düzenleme olmasına rağmen yine de erkek ve kadın üyelerin tam olarak ne giymesi gerektiği yazılmadığı gibi, bunlar da zaman içerisinde fiilî olarak işlemez hâle gelmiştir.

Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarında memurların, görevlilerin, üyelerin kıyafetleri konusunda düzenleme 1980 darbesi sonrası çıkarılmıştır. Daha önce bu yönlü bir düzenleme bulunmadığı gibi, cumhuriyetin ilk Meclisinde herkes kültürüne, kimliğine, inancına göre, mahallî ve yöresel kıyafetleriyle Meclise girmiştir. Kadın vekiller Meclis Genel Kuruluna başörtüleriyle gelmeden önce AKP Hükûmeti bu konuda bir araştırma yapmış ve araştırma yaptığı 20 ülke ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin kıyafetlerine yönelik iç tüzük düzenlemelerinin bulunmadığını görmüştür. Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay da bunu dile getirmiştir.

Dünya parlamentolarına baktığımızda, parlamento üyeleri kendi gelenek ve göreneklerine uygun, rengârenk ve değişik biçimlerdeki yöresel, ulusal kıyafetlerini giyebilmektedir. Bu çeşitli kıyafet biçimleri renkliliğin ötesinde, aslında toplumdaki farklı milletlerin, kültürlerin, kimliklerin, inançların, aidiyetlerin yani farklı kesimlerin Parlamentoda temsil edildiğinin göstergesidir yani bir demokrasi göstergesidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, tüm dünya parlamentolarında olduğu gibi, özgür düşüncelerin dile getirildiği, farklı kimlik, inanç ve kültürlerin temsil edildiği demokratik bir kurumdur. Dolayısıyla bu kurumda kıyafet düzenlemesi yapmak, üyelerin nasıl giyinebileceğini belirlemek, özgürlükleri ve temsiliyetleri başından itibaren sınırlamak demektir. Örneğin, modern toplumda erkeğin statü göstergesi olarak kullanılan kravat, Anadolu kültürümüzü, Anadolu köylümüzü nasıl temsil edebilir?

Yine, yıllardır AKP’ye oy veren binlerce başörtülü kadın seçmen olmasına rağmen, on bir yıllık iktidarı boyunca kendilerinin Mecliste temsil edildiğini gösteren bir tek başörtülü kadın milletvekili olmaması bu konuda bir samimiyetsizlik yaratmıştır. Başörtülü vekillerin Meclis Genel Kuruluna gelmesi bu açıdan son derece olumlu bir gelişmedir fakat sadece Mecliste değil, kadınların tüm kamu kurumlarında başörtüleri ile serbestçe çalışabilmelerini sağlayabilecek misiniz, asıl önemlisi budur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nde kıyafet düzenlemesiyle ilgili değişikliğe gidilmesini değil, bu İç Tüzük düzenlemesinin tamamen kaldırılmasını talep ediyoruz. Eğer tamamen kaldırılmayacaksa da “…İdari Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler, ceket ile pantolon giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve pantolon giyer.” ibaresi yerine “…İdari Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler ve kadınlar kendi kültürlerini, inançlarını, kimliklerini temsil eden, başta yöresel ve ulusal kıyafet olmak üzere, her türlü giyim serbestisine sahiptir.” ibaresi konulmalıdır. Ancak bu şekilde Meclis modern Batı’da şekillenen kültürü değil; Anadolu, Trakya ve Mezopotamya’ya ait kültürü yansıtabilir ve toplumun çok farklı kesimlerini temsil ettiğini gösterebilir.

Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu tür antidemokrasi yasaların toptan kaldırılması gerektiğini, kadın milletvekillerinin istediği gibi kıyafetler giyebilmesini, bunun bir daha tartışma konusu dahi yapılmaması gerektiğini düşünüyor, bu konuda desteklerinizi bekliyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar bu kürsüye gelmeyi düşünmüyordum ama bazı değerlendirmeler nedeniyle kürsüye çıkma zorunluluğunu hissettim.

31 Ekim 2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi partiyi temsilen bu kürsüye gelen arkadaşlarımız son derece güzel konuşmalar yaptılar. Hepsi kendi alanlarında birikimli, deneyimli olan bu arkadaşlarımız konuyu kendi açılarından, partileri açısından, insan hakları açısından gayet güzel değerlendirdiler ve o gün dört siyasi partinin bir konuda mutabakat sağladığı ender günlerden birisiydi.

Cumhuriyet Halk Partisini temsilen kürsüye çıkan Genel Başkan Yardımcımız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Şafak Pavey de o gün yine son derece güzel bir konuşma yaptı. Bu konuşması toplum tarafından beğenildi, takdir edildi. Sayın Şafak Pavey birikimiyle, donanımıyla sadece Cumhuriyet Halk Partisini değil, Türkiye’yi de uluslararası platformlarda gayet iyi temsil eden bir arkadaşımızdır, ben de konuşmasını zevkle dinlemiştim. Diğer arkadaşlar da çok güzel konuştular, tekrar, onlara bir haksızlık etmemek için onu ifade etme ihtiyacı duyuyorum.

Ancak, öyle anlıyorum ki Sayın Şafak Pavey’in bu kürsüden yapmış olduğu konuşmayı izlemeyenler oldu ya da yeteri kadar ona nüfuz edemeyenler oldu. Onun, insan haklarını koruma, temel hak ve özgürlükleri koruma bağlamında bu kürsüden yapmış olduğu hatırlatmaları farklı yöne çekerek değerlendiren arkadaşlara ben üzüntülerimi bildiriyorum. Sayın Şafak Pavey, temel hak ve özgürlükler konusunda, insan hakları konusunda bütün milletvekillerinin çok daha titiz olmaları ve bu kürsüyü daha çok kullanmaları gerektiği konusunda bir hatırlatma yapmıştır. Güzellikleri, başarıyı takdir etmek de bir güzelliktir. Ben bu güzelliği yaşamayı, onu uygulamaya koymayı tercih ederim ama farklı arkadaşlar “Ben güzellikleri, başarıyı takdir etmem. Sadece birtakım günlük politikalar uğruna birtakım kişileri, onların yapmış olduğu başarılı konuşmaları feda ederim.” diyorsa o da kendi takdirleridir.

Ben bu konuyu bilginize sunuyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime bir saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.24


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.29

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

12’ye 1’inci Ek sıra sayılı İç Tüzük Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Başkanlık temsilcisi yerinde.

1’inci madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Ülker Can, Eskişehir Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÜLKER CAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzük değişikliği teklifi hakkında şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm grupların ortak teklifi olarak görüştüğümüz İç Tüzük değişikliği, esasında “normalleşme” adına atılan adımların, bu anlamda genişletilen özgürlüklerin bir örneği olarak değerlendirilmelidir.

Büyüyen ekonomisiyle, vesayetten kurtulan demokrasisiyle, genişleyen özgürlükleriyle son on yılda yeniden inşa ettiğimiz bir Türkiye’de yaşıyoruz. Yeni Türkiye’nin kadınları da dün olduğundan çok daha fazla söz sahibi, dün olduğundan çok daha fazla özgür.

Bu ülkenin tüm kadınları, hiçbir şekil, ırk, inanç ayrımı gözetmeksizin bizim kardeşimizdir. Bu ülkedeki her kadının sorunu bizim sorunumuzdur, her derdi bizim derdimizdir. Kadın milletvekili olarak hiçbir kadın vatandaşımız arasında o veya bu sebepten dolayı fark gözetme lüksümüz de olmamalıdır.

Kadın, nasıl bir şiddetin mağduru olduğunda aynı tepkiyi veriyorsak, her zaman bu duyarlılıkla kadınlarımız için ortak paydada buluşmak zorundayız. Erkeklerin siyaset sohbetine konu olmaktan şikâyet ederken kadının tam anlamıyla seçilme hakkına kavuşmasını eleştirmek değildir kadın özgürlüğü. Seçim döneminde çarşaflı kadınlarımıza rozet takıp kamuda başörtülü çalışmayı Danıştaya götürmek de değildir kadın özgürlüğü.

AK PARTİ’nin özgürlük anlayışında hiçbir zaman Çamlıca Parkı’ndaki gencin başörtüsüyle dalga geçilmez; AK PARTİ’nin özgürlük anlayışında hiçbir zaman ikna odaları da olmamıştır; AK PARTİ’nin özgürlük anlayışında Anayasa’yla kadına pozitif ayrımcılık sağlanırken Meclisi terk etmek de asla yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim kültürümüzde, dinimizde kadının yeri, her zaman çok farklı bir konumda, anne olması hasebiyle çok özel bir değerde olmuştur. Yeni nesillerin mimarı olan anneleri, ülkelerin geleceğini inşa ederken kadınlarımızı sadece başörtüleriyle, giyim kuşamlarıyla değerlendirmek, en basitinden, kadını siyasetin bir argümanı olarak görmektir. AK PARTİ, kadını, siyasetin bir nesnesi değil, öznesi olarak gören bir anlayışla bugünlere geldi. Bugün, dünyanın en büyük kadın sivil toplum örgütü, 4 milyona yakın üyesiyle AK PARTİ kadın kollarıdır. Aynı şekilde, gerek temsilde gerek iş hayatında kadınlarımız dün olduğundan çok daha fazla söz sahibi bir konuma gelmiştir. Türkiye, 2002 yılına kadar kadını sadece başörtüsüyle, şiddet haberleriyle konuşuyorken, bugün kazandığı haklarla konuşuyor. Eşi vefat etmiş kadınlarımızdan yeni evlenen kadınlarımıza sağlanan haklarla konuşuyor. Mikro kredilerle girişimcilik örneğini sergileyen kadınlarımızdan siyasette temsili yüzde 100 artan kadınlarımızı konuşuyor.

Bunun yanında, bu ülkenin ikna odalarında işkence edenleri ve edilenleri de unutmadı bu millet. Üniversite kapılarından döndürülen gençleri, 28 Şubatta eşi başörtülü olduğu için görevinden ayrılmak zorunda kalan bu milletin evlatlarını da unutmadı. Birileri unutturmaya çalışsa da bu millet o günleri unutmadı. O zaman kadının haklarını savunanlar neredeydi? Kimse bu yapılanları özel yaşama müdahale saymadı mı? Bugünü dünden ayrı tutmaya çalışanlar, bugün yaşanan normalleşmeyi de tam anlamıyla okuyamazlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarihin bu anlamda bıraktığı acı mirası bir nebze de olsa unutturmak, kadın haklarını korumak ve güçlendirmek adına bugün olduğu gibi, çok daha önemli ve anlamlı konularda ortak paydada buluşmayı temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

12'ye 1'inci Ek sıra sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde değişiklik yapılmasına dair İçtüzük teklifi 1. Maddesinde geçen "İdari teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinde erkekler, ceket ile pantolon giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket pantolon giyerler." İbaresinin, "İdari teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinde erkekler, ceket ile pantolon veya yöresel kıyafetler giyer, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve pantolon veya yöresel kıyafetler giyerler." İbaresi ile değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

            Pervin Buldan                          İdris Baluken                           Hasip Kaplan

                    Iğdır                                       Bingöl                                      Şırnak

               Leyla Zana                               Sırrı Sakık                               Esat Canan

               Diyarbakır                                    Muş                                      Hakkâri

                                                                Erol Dora

                                                                  Mardin

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Başkanlık Temsilcisi katılıyor mu?

TBMM BAŞKAN VEKİLİ MERAL AKŞENER (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerindeki gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kravat modern toplumda erkeğin statü göstergesi olarak yer almakta ve Meclis Genel Kurulunda saygının bir göstergesi olarak görülmektedir. Oysaki Anadolu kültürünü incelediğimizde kıyafet giyme anlayışının ve kıyafetler ile saygıyı gösterme biçiminin modern batı kültüründen çok farklı olduğunu görmekteyiz. Mecliste görev alan vekillerin Genel Kurulda temsil ettikleri kültürü yansıtabilmesi için kravat olmaksızın temsil ettikleri yöreye ait kıyafetleri giyebilmesi gerekir.

Genel Kurulda kadın milletvekillerinin ceket ve etek veya ceket-pantolon giymelerini bir zorunluluk olmaktan çıkarıp kadınların özellikle kültürlerini yansıtan kıyafetleri giyebilmesi ve temsil ettikleri yöreye ait özel günlere ve bayramlara özgü kıyafetler giyebilmesi gerekir.

Ancak bu şekilde Meclis modern batıda şekillenen kültürü değil Anadolu, Trakya ve Mezopotamya'ya ait kültürü yansıtabilir ve temsil edebilir.

Bu nedenlerle maddenin tasarı metninde değiştirilmesi gerekmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu İçtüzük hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rıza Türmen, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük değişikliği -kıyafetle ilgili olarak yapılan- şu nedenlerle olumlu değişiklikler: Bir kere, uzunca bir süre sonra kadına “kadın” diyebiliyoruz, “bayan” değil, “kadın” denebiliyor. Bu bakımdan olumlu bir gelişme.

İkincisi, kadınların pantolon giymesine olanak tanınıyor. Bu bakımdan olumlu bir gelişme.

2011 yılında Anayasa Komisyonunda bu konu görüşülürken Sayın Mustafa Şentop ve bendeniz bu konuda bir önerge vermiştik kadınların pantolon giymesini öngören. O zaman bu önerge kabul edilmişti fakat işte, bildiğiniz gibi, sonra bu İç Tüzük değişikliği gerçekleşmedi ama şimdi gerçekleşiyor. Bu nedenle de bunun iyi, ilerici, özgürleştirici bir değişiklik olduğunu düşünüyoruz.

Üçüncüsü, “tayyör” yerine “ceket ve etek, pantolon ve etek” deniliyor. Bu da, daha iyi anlaşılıyor ne giyileceği.

Dördüncü değişiklik olarak da erkeklerin kravat ve ceket yanında pantolon giymeleri de öngörülüyor. Bu da olumlu bir gelişme çünkü eski İç Tüzük olduğu gibi kalsaydı bu İç Tüzük’e sıklıkla uymak isteyen bir erkeğin kıyafetini düşünebilirsiniz, herhâlde Meclise pek uygun düşmezdi o kıyafet.

Fakat, buradaki sorun şu: Böyle bir düzenleme yapmak İç Tüzük’te gerekli mi, değil mi? Şimdi, baktığınız zaman 20 ülke arasında yapılan araştırmaya; bir tek Fransa’da Temsilciler Meclisinde böyle bir kıyafet düzenlemesi var, İtalya’da Senatoda böyle bir düzenleme var, bir de Letonya’da Etik Kodu’nda yapılan bir düzenleme var. Geri kalan ülkelerde böyle bir İç Tüzük düzenlemesi yok. Onun yerine ya genel bir madde konuyor, deniyor ki işte: “Meclisin saygınlığına uygun olarak giyinirler.” ya da bununla birlikte meclis başkanına bir yetki veriliyor, işte, meclisin saygınlığına uygun olarak giyinmeyenlere meclis başkanı ihtarda bulunabiliyor, doğru dürüst giyinmeye davet edebiliyor ama bu kadar ayrıntılı bir düzenleme yok. Bu kadar ayrıntılı bir düzenleme yapılmasının ne kadar doğru, ne kadar sakıncalı olduğu da düşünmeye değer doğrusu. Şimdi, yani, mesela, erkekler için yelek öngörülmemiş. Erkekler yelek giyemeyecek mi? Bir yorum meselesi yani şimdi dersiniz ki “Tabii ki o da var.” Yok, efendim, dersiniz ki “Yazmadığına göre yok, onu giyemez.” E, kadınlar için etek-bluz kötü bir kıyafet midir yani Meclis saygınlığıyla bağdaşmayan bir kıyafet midir? Hiç zannetmiyorum. Bu, düzenlenmemiş ama. Yani, bunun gibi birçok yoruma açık böyle husus var burada. Yani, giyim kuşamı bu kadar ayrıntılı düzenlemek ne kadar uygun bir şey?

Bir de tabii, moda değişiyor. Moda, işte, birkaç yıldan birkaç yıla değişiyor. Bugün kadınlar ya da erkekler için doğru dürüst kıyafet dediğiniz şeyler, birkaç yıl sonra bir bakıyorsunuz ki modası geçmiş, giyilmeyen, kullanılmayan şeyler. O nedenle de böyle neler giyilecek, neler giyilmeyecek diye teker teker sayıp bir düzenleme yapmak yerine, genel bir ifade koyup, işte, “Meclisin saygınlığına uygun düşmeyecek kıyafetler giyilemez. Eğer giyilirse Meclis Başkanı gerekli uyarıları yapar.” demek bana daha doğru bir hareket tarzı olarak geliyor.

Bütün bunlara rağmen, yapılan düzenleme bu aşamada aslında kötü bir düzenleme değildir, doğru bir düzenlemedir. O nedenle de desteklemeye değer.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına söz isteyen, Fuat Karakuş, Kilis Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FUAT KARAKUŞ (Kilis) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 12’ye 1’inci Ek sıra sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle aziz milletimizi ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 10 Muharrem Aşure Günü. Tüm kardeşlerimin Aşure Günü’nü kutlar, oruçlarının ve ibadetlerinin kabul olmasını Rabb’imden niyaz ederim. Muharrem ayının ülkemiz, bölgemiz ve dünya için daha fazla kardeşliğe, barışa ve dayanışmaya vesile olmasını temenni ederim.

Ve maalesef, bugün, Peygamber Efendimiz’in sevgili torunu Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma’nın ciğerpare oğulları Hazreti Hüseyin Efendimiz’in Kerbela’da şehit edildiği gün. Bu vesileyle Hazreti Hüseyin Efendimiz’i ve ehlibeyti bir kez daha hürmetle yâd ediyor, bir daha insanlığa Kerbela ve benzeri olayları yaşatmamasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; millet iradesinin tecelligâhı olan yüce Meclisimiz, kadın milletvekillerimizin, başörtüsüyle Genel Kurula katılmalarının ardından pantolon giymelerine imkân veren düzenleme ile bir yasağı daha sona erdiriyor. Ülkemiz, maalesef, kılık kıyafet konusunda çok zaman kaybetmiş ve bazı kesimler çok acı çekmiştir. Yıllarca vatandaşımızın hayatına, yaşam tarzına, tercihlerine müdahale edilmiş, tek tip toplum oluşturma yolunda çok sert tedbirlere başvurulmuştur. Örneğin, genç kızlarımız üniversite kapılarından gözü yaşlı geri dönmek zorunda bırakılmış, bazılarının zorla başları açtırılmış, bazıları da eğitimlerine yurt dışında zor şartlarda devam etmek zorunda kalmıştır. Şükürler olsun ki, yıllarca devam eden bu mağduriyetleri sona erdirdik. Kamu kurum ve kuruluşlarındaki başörtüsü yasağını ortadan kaldırdık. Bu yasakların kaldırılmasını aziz milletimiz de yerinde bulmuşlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın milletvekillerinin Genel Kurulda tayyör giymeleri 5/3/1973 yılında kabul edilen İç Tüzük’ün 56’ncı maddesinde yerini almıştır. Aradan kırk yıl geçtikten sonra bu kısıtlamanın kaldırılması 24’üncü Dönem milletvekillerine yani bizlere nasip olmuştur. Bundan dolayı da mutluyuz, gururluyuz. Yüce Meclisin üyesi bir kadın milletvekili, hangi ortamda nasıl giyineceğine ve ne tür bir kıyafet giyeceğine en doğru kararı kendisi verir. Dolayısıyla, bence bir kural koymak da gerekmez. Avrupa Birliği ülkelerinde bu tarz bir uygulamanın olmadığı bilinmektedir. Ülkemizde ise, bundan tam kırk yıl önce, kadına “Sen tayyör giy.”, erkeğe de “Sen de frak giy.” demişler.

Gerek başörtüsü yasağının kalkması gerekse Genel Kurulda pantolon giyilmesinin serbest olması demokratik bir hak mıdır? Evet. Bireysel özgürlük müdür? Evet. Normalleşmek midir? Evet. İnsani bir durum mudur? Evet. Bu yasakların kaldırılması iyi olmuş mudur? Evet. Toplumsal uzlaşıya katkısı olur mu? Evet. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan partiler arasında uzlaşıyı getirmiş midir? Evet. Uzlaşma kültürünün gereği bir değişiklik midir? Evet. Öyleyse, bize de bu değişikliğe “evet” demek düşer.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; AK PARTİ olarak, on bir yıldır yaptığımız gibi, daha kapsamlı ve daha ileri bir demokrasi için, sizlerin de desteğiyle ne gerekiyorsa yapmaya devam edeceğiz. Dünyayı takip ediyor, vatandaşlarımızı ve onların sorunlarını dinliyor ve çözüm için de durmaksızın çalışıyoruz. Çünkü, milletimizin hoşgörüsü, irfanı, değişim ve gelişim talebi bize yol gösteriyor. Biliyoruz ki huzurlu, uyumlu ve barış içinde yaşayan bir toplum olmanın yolu, demokratik adımların atılmasından geçmektedir.

Biz de AK PARTİ olarak milletimiz için bu adımları atmaya, Türkiye'nin önündeki engelleri bir bir kaldırmaya devam edeceğiz. Partiler arasındaki bu güzel uzlaşmanın devamını canı gönülden diliyorum çünkü “ben” yok, “biz” varız, biz hep birlikte Türkiye’yiz.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime son verirken bu değişikliğin yüce Meclisimiz ve kadın milletvekillerimiz için hayırlı olmasını temenni ederken emeği geçer herkese ayrı ayrı şükranlarımı sunar, aziz milletimiz ve yüce heyetinize saygılarımı sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:

                                                                                                                        13/11/2013

T.B.M. Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Sıra Sayısı 12’ye 1. Ek teklifinin 2. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederim.

                                                                                                              Kamer Genç

                                                                                                                  Tunceli

Madde 2- Bu İçtüzük hükümleri yayımından 6 ay sonra yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Başkanlık temsilcisi katılıyor mu?

TBMM BAŞKAN VEKİLİ MERAL AKŞENER (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Genç? Yok.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Pantolon “değiştirmek” zaman alacağından maddenin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi daha uygun olur.

YAHYA  AKMAN (Şanlıurfa) – Bu, Meclisle dalga geçme! Böyle şey olur mu?

BAŞKAN – Tekrar okur musunuz.

Gerekçe:

Pantolon diktirmek zaman alacağından maddenin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi daha uygun olur.

BAŞKAN – Evet, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu İçtüzük hükümleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafndan yürütülür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belli bir anlayış içerisinde bu İç  Tüzük’ü tüm siyasi partilerin desteğiyle çıkaracağımız anlaşılıyor.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak İç Tüzük değişikliğine destek veriyoruz ancak ilginç bulduğum bir konu var: İktidar partisi adına buraya çıkan sözcüler, 31 Ekim 2013 tarihindeki Genel Kurul konuşmaları sırasında Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin yapmış olduğu bazı konuşmaları gündemlerine alarak birtakım eleştiriler, değerlendirmeler yapıyorlar. Ben o sözcülere şunu tavsiye ederim: Keşke bu değerlendirmenizi o tarihte yapsaydınız, medeni cesaret gösterip, çıkıp Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin görüşlerinden katılmadığınız bölümler varsa o zaman söyleseydiniz. Yani iki hafta geçti, ikide bir buraya çıkıp oralardan bir kelimeyi, bir cümleyi alıp, asıl bağlamından kopararak Cumhuriyet Halk Partisini eleştirmeyi, doğrusu Meclisin bugünkü atmosferine uygun bulmuyorum.

Ben de birkaç şey söylemek istiyorum. Bizi eleştiren o arkadaşların bu eleştirileri nedeniyle ben birkaç konuyu dikkatinize sunmak istiyorum. Demokrasi dersi vermeye kalktı bu arkadaşlarımız.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda Kadıköy vapurundan inen kadınların kıyafetinden rahatsız olan hiç kimse yoktur. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda ya böyle bir rahatsızlık duyulmuyor ya da bu rahatsızlık duyulduğu hâlde ifade edilemiyor korkudan.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – İfade edilemiyor.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bu anlayıştan demokrasi çıkmaz. Kadıköy vapurundan inen kadınların kıyafetinden rahatsız olan insanlar demokrat olamazlar. Banklarda yan yana oturan genç kız ve genç erkeğin sohbetinden rahatsız olanlar demokrat olamazlar. Devlet-birey ilişkisini  güç-itaat ilişkisi olarak algılayanlar özgürlükçü olamazlar, demokrat olamazlar. Bu anlayışa sahip hiçbir kimse Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda yoktur ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Yoktur.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Hayır, “Yoktur.” demeyin Sayın Canikli. Olmadığını ben görebilmiş değilim, öyle arzu ederim ama çıkan arkadaşlarınız, Kadıköy vapurundan…

Siz buraya çıkıp şunu söyleyin: “Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak Kadıköy vapurundan inen kadınların kıyafetinden şikâyetçi değiliz, şikâyetçi olanları da eleştiririz.”

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Niye rahatsız olalım, böyle bir şey yok. Söylüyorum, böyle bir şey yok, hiç kimse rahatsız değil.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Bizimkilerin yaptığı yanlışları siz yapmayın.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Mısır’da ölenlerin, Mısır’da hayatını kaybedenlerin ölümleri üzerine mersiyeler düzerken, Gezi’de hayatını kaybedenler için bir Allah’tan rahmet dilemeyi bile esirgeyenler, demokrat olamazlar. Böyle bir kişi bizim grubumuzda yoktur ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda olup olmadığını bilmiyorum. Olmadığını söyleyemiyorsunuz.

Mursi’yle kendini özdeşleştirip Mursi ve taraftarlarına karşı uygulanan devlet şiddetini eleştirirken, kendi güvenlik güçlerinin şiddetini “Kahramanlık destanı yazdılar.” diye kutsayanlar demokrat olamazlar. Bunlar bizim grubumuzda yok ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda olmadığını söyleyemiyorsunuz, söyleyemeyeceksiniz.

Mursi’yi ve Sisi’yi kastederek “Mısır’da firavunun izinden gidenler var, bir de Musa’nın izinden gidenler var.” diyor Sayın Başbakan.

Değerli milletvekilleri,  Mısır’da firavunla Musa’nın mücadelesi, bir din mücadelesinin ötesinde bir mülk, kenz mücadelesidir. Türkiye'de “Musa’nın izinden gideceğim.” diye yola çıkıp firavunlaşanlar, “Onun kardeşi Hârûn’u takip edeceğim.” deyip Hârûn değil, Karûn olanlar var.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Doğru, aynen öyle, Karûnlar var.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Firavunlar ve Karûnlar demokrat olamazlar. Bunlar bizim gurubumuzda yok ama sizin grubunuzda olmadığını siz söyleyemiyorsunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Onu burada aramayın, bulamazsınız; başka yerlere bakın, burada yok.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Genel Başkan Yardımcınız söylüyordu bir sene evvel, bunu ben söylemedim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Alevi vatandaşlarımızı ötekileştirip “Alevi açılımı” diye yola çıkıp hiçbir şey yapmayıp toplumu kutuplaştırıp ondan sonra “Torunuma ‘Ali’ ismini vereceğim.” diyen insanlar demokrat olamazlar. Doğmamış torununa verilecek isimden medet umarak Alevi vatandaşlarımızı, onları onore edeceklerini düşünen insanlar demokrat olamazlar.

Değerli milletvekilleri, bütün sorun nereden çıktı biliyor musunuz? Bakın, 31 Ekim tarihinde burada önemli bir oturum gerçekleştirdik ama hemen ertesinde Sayın Başbakan klasik yöntemine başvurdu, klasik kutuplaştırma yöntemine. İki haftadır yapmış olduğu konuşmalar bu merkezde cereyan ediyor. Hâlâ “tek parti dönemi, Cumhuriyet Halk Partisi dönemi”, hâlâ “türban”, hâlâ “başörtüsü”, hâlâ bunun üzerinden siyaset. Problem şuradan çıktı: 31 Ekimde beklemediğiniz bir Cumhuriyet Halk Partisi tavrı ortaya çıktı. Sayın Başbakanın var oluşunun iki nedeni bugün Türkiye’de ortadan kalktı.

İki konu Sayın Başbakanın temel istismar alanıdır, temel politika alanıdır. Birincisi: “Darbe mağduru, asker mağduru AKP.” Bu kalktı. Uydurma davalarla, hukuksuz davalarla, hukukun ayaklar altına alındığı davalarla insanlar mahkûm edildi. O hukuksuz süreç devam ediyor ama artık “Darbe ve asker mağduru AKP.” rolü, misyonu da sona erdi, kullanabileceğiniz bir şey yok.

İkincisi: “Başörtüsü mağduru AKP.” Bu da elinizden çıktı. Şimdi, gerçekler çıplak kaldı. Temel hak ve özgürlükler sınavını vereceksiniz şimdi ama o sınavı verme yolunda bocalamaya başladınız. Çünkü öyle bir kültürünüz yok. Bu mücadeleyi verebilecek durumda değilsiniz.

Eski bir düşünür şunu demişti: “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.” Sayın Başbakan, artık o nehirden çık!

Sözlerimi burada bitiriyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Grup adına mı söz istiyorsunuz Sayın Canikli?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Madde üzerinde grup adına…

BAŞKAN – Madde üzerinde grup adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Sayın Başbakanımızın birkaç gün önce bir iftar programında yaptığı konuşmayla ilgili ifade edilen uydurma, hayalî gerekçe veya muhtemel gerekçe, bir başka ifadeyle onlar açısından, üzerinde bir şeyler söylemek istiyorum.

O konuşmanın tek bir amacı vardır. Orada Sayın Başbakanımızın, torununun isimlerinden bir tanesinin “Ali” olacağını ifade etmesinin ve konuşmanın diğer cümleleriyle birlikte düşünüldüğünde tek bir amacı vardır. Türkiye'de, bu konuda, şu veya bu ölçüde olan, hepimizin bildiği kutuplaşmanın hafifletilmesi ve ortadan kaldırılmasıdır. Bunun tek amacı budur, bu cümle, bu ifade bunun için kullanılmıştır.

HASAN AKGÖL (Hatay) – Niye başlattı o zaman?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, biz…

Ya, bunları konuşmak doğru değil ama biraz daha detaylandırmak gerekiyor.

Biz, Alevi vatandaşlarımızın, bugüne kadar -siyasi anlamda söylüyorum- AK PARTİ’ye çok fazla destek vermediklerini hep biliyoruz, bu, bilinen bir gerçek…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Niye vermiyorlar?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bir tespit olarak söylüyorum, yani sadece bir tespit olarak, herhangi bir değerlendirme, eleştirmek amacıyla söylemiyorum, bir tespit olarak söylüyorum.

Bu önemli ama. Neden? Çünkü bizim Alevi vatandaşlarımızı, bu anlamda siyasi bir getiri malzemesi olarak kullanmamız gibi bir niyetimiz olamaz. Neden? Çünkü Alevi vatandaşlarımızın zaten biraz önce ifade etmeye çalıştığım o bilgi nedeniyle böyle bir beklentisi muhtemelen söz konusu olmaz. Yani, kelimeleri biraz dikkatle seçmeye çalışıyorum. Dolayısıyla, böyle bir açıklama ya da böyle bir niyet sadece ve sadece şudur: “Bu acı hepimizin acısıdır, bu değerler hepimizin ortak değerleri ve tarihidir. Bu noktadan bakıldığında, Alevi vatandaşlarımız ile Sünni vatandaşlarımız arasında bir fark olmaması, bir ayrışma olmaması gerekir ya da yaşanan bu acılar bir ayrışmanın faktörü, unsuru olamaz.” Bunu anlatmaya çalışıyor. Zaten konuşmasında vurgu olarak sürekli bunu söylüyor Sayın Başbakanımız.

HASAN AKGÖL (Hatay) – Siz hiç dinlememişsiniz o konuşmayı.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Dinledim ben konuşmayı, çok net dinledim, biliyorum.

Dolayısıyla, amaç bu. Bence burada sorun başka. Daha önce de gündeme geldi. Bugün Alevi vatandaşlarımızın bu sorunlarını gündeme getirerek Hükûmetimizin bunları yerine getirmediğini ifade ederek, örtülü bir şekilde Hükûmetimizi suçlayanlardan bazılarının geçmişte uzun yıllar iktidarda kaldıklarını biliyoruz. Evet, yani, burada samimiyetin de olmadığı çok net bir şekilde ortada. Eğer samimi olunsaydı, bugün o arkadaşlarımızın, bugün Alevi vatandaşlarımızın sorunu olarak gündeme getirdikleri ve bizi de, AK PARTİ hükûmetlerini de çözmemekle suçladıkları o sorunları geçmiş dönemlerde iktidar olduklarında çok rahatlıkla çözebilecek güçleri, imkânları vardı.

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Kendi tarihlerine baksınlar.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Kanattıkları bir sorun bu.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, bu, bir samimiyet sınavıdır değerli arkadaşlar ve bu sınavdan maalesef bu arkadaşlarımız geçememişlerdir, sınavda kalmışlardır. Neden? Eğer samimi olunsaydı, bugün Alevi vatandaşlarımızın sorunlarının büyük oranda, kendileri tarafından ifade edilen sorunlarının –tırnak içerisinde söylüyorum- büyük bölümü çözülmüş olacaktı. Demek ki samimiyet yok, samimi değiller. O zaman sorun ne burada? Esas sorun, Alevi vatandaşlarımızın bir siyasi oy deposu olarak görülmeleri ve bu şekilde hareket edilmesi. Bizim böyle bir amacımız olamaz. Böyle bir kaygıyla hareket etmemiz, saikle hareket etmemiz düşünülemez. Neden? Çünkü zaten burada, bu yapının siyasi desteğinin nereye gittiği belli. Tekrar söylüyorum, tekrar tekrar, bir tespit olarak söylüyorum sadece bunları. Dolayısıyla, bu değerlendirmeler son derece yanlış.

Biz her konuda olduğu gibi bu konuya da son derece samimi olarak yaklaşıyoruz.

Bakın, bunu söylemek istemezdim ama başörtü meselesine gelelim değerli arkadaşlar. Başörtü meselesi konusunda, biliyorsunuz, daha önce, sanıyorum 2010 yılında bir Anayasa değişikliği çalışması oldu; Anayasa’nın 10’uncu ve 42’nci maddelerinin değiştirilmesine yönelik, Milliyetçi Hareket Partisiyle birlikte bir çalışma yapıldı.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – 2008’de.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2008 mi? Neyse, şu anda tam hatırlayamıyorum.

7 tane grup başkan vekilinin ortak imzasıyla, 5 AK PARTİ’li, 2 MHP’li grup başkan vekili arkadaşımızın imzasıyla bir teklif verildi Anayasa’nın 10’uncu ve 42’nci maddelerinin değiştirilmesi için, bu sorunu çözmek amacıyla, başörtü meselesini çözmek amacıyla. Yine bunu da üzülerek söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisi bütün bu çalışmaların karşısında o zaman, çok net. Biz, Milliyetçi Hareket Partisiyle birlikte hareket ettik. Hani “Kullanıyorsunuz.”, bugüne kadar, “Bunları siyasette suistimal alanı olarak kullanıyorsunuz, rant amacıyla kullanıyorsunuz, malzeme yapıyorsunuz.” deniliyor ya. Daha sonra partimiz hakkında kapatma davası açıldı arkadaşlar ve bazı arkadaşlarımız ve bazı milletvekillerimiz hakkında da yasaklılık talep edildi o davada. 5 tane grup başkan vekiline de yasaklama talep edildi. Gerekçe ne biliyor musunuz? İçlerinde ben de varım, imzam var çünkü; bu sorununu çözmek amacıyla, Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddelerini değiştirmek yoluyla sorunu çözmek amacıyla verdiğimiz teklifte şahsımın da imzası vardı.  Gerekçe, o  teklife imza atmak. Evet, aynen böyle. Başka bir şey yok, başka hiçbir konu, husus yok. Sadece ve sadece başörtü yasağını kaldırmak amacıyla Milliyetçi Hareket Partisiyle  birlikte yaptığımız o çalışmada o teklifin, Anayasa değişiklik teklifinin altında imzamız olduğu için siyasetten yasaklılığımız talep edildi değerli arkadaşlar. Hatırlayın, son dakikada kapatılmaktan kurtulduk, son dakikada. Bunlar yaşandı burada, bunlar yaşandı. O zaman siz neredeydiniz Cumhuriyet Halk Partisi?

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Alkış tutuyorlardı, alkış!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Kusura bakmayın, bunları konuşacağız, madem açıldı konu konuşalım bunları, lütfen.

Ha, bugün oluşan ortama teşekkür ediyoruz, 31 Kasımda oluşan havaya, mutabakata teşekkür ediyoruz,  saygı duyuyoruz, inanıyoruz, önemlidir. Buna hiçbir itirazımız yok. Her zaman da söylüyoruz, dört siyasi partinin mutabakatı ile bu sorunun çözüldüğünü kabul ediyoruz yani arkada şu vardı, efendim, imkân olsa yaparlar mıydı yapmazlar mıydı, bunların tartışmasına hiç girmiyorum. Bu dört siyasi partinin 31 Kasımda oluşan iradesinin samimi olduğuna inanıyoruz, destekliyoruz, önemsiyoruz, bunu da söylüyoruz ama…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Kasım değil, ekim.

RECEP ÖZEL (Isparta) – 31 Ekim.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Pardon, pardon, 31 Ekim.

Ama bakın, yani konu biraz daha eğer… Hani, söylüyorsunuz ya: “Efendim, şimdi artık malzemeniz elinizden alındı, ne yapacaksınız?” Biz bunu başından, iktidara geldiğimiz günden itibaren çözmek istedik, çözmek istedik. Ve göreceğiz. Tamam, sizin ifadenizle, bu malzeme alındı. Göreceğiz, bakalım, önümüzde seçimler geliyor, mahallî seçimler var, genel seçimler var, o zaman da göreceğiz.

Tek bir çizgimiz var bu konuda -hiç sağa, sola, arkaya bakmıyoruz- özgürlüklerin genişletilmesi; her alanda, her alanda ve bunu samimiyetle de yapıyoruz.

HASAN AKGÖL (Hatay) – Allah aşkına, bunu siz söylemeyin.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, yapıyoruz yani bunun sayısız örnekleri var. Yasaklar kalkıyor, kalkacak yani çünkü yasaklar toplumun dokusuna işlemiş, zihnimizi o kadar işgal etmiş ki doğal olarak her şeye bu şekilde bakılıyor.

O nedenle, 31 Ekimde oluşan o mutabakatı bu açıdan da önemsiyoruz. Bundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasi partilerimizin, siyaset kurumunun bu olaya bakışını veya genel olarak, nereden gelirse gelsin, hangi kesimden gelirse gelsin, evrensel değerlerle örtüşecek, aykırı düşmeyecek olmak şartıyla -elbette, onda sınır yok değil- bütün özgürlüklerin gerçekleştirilmesinden yanayız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa)- Muhafazakâr değerler!

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Parasız eğitim suç mu, parasız eğitim?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, en somut örneğini daha yeni verdik, yeni bir sınav. Şu anda Anayasa Uzlaşma Komisyonunun mutabakatla karar verdiği ve büyük çoğunluğu da, hatta tamamına yakını da temel hak ve hürriyetleri düzenleyen ve özgürlükleri genişleten 60 maddelik anayasa teklifi. Buyurun, işte bakın, hodri meydan! Alanlardan bir tanesi de bu. Orada yanlış herhangi bir düzenleme var mı? Yok. Özgürlükleri geriye götüren bir düzenleme var mı? Yok. Altında dört siyasi partinin mutabakatı var mı? Var. Buyurun, oradan başlayalım. Söylüyoruz, bugün de söylüyorum, defalarca söyledik, ziyaretler yaptık vesaire. Yani bizim bu konudaki görüşümüz, düşüncemiz belli. O kadar ileri düzenlemeler var ki bu 60 maddede. Burada Anayasa Uzlaşma Komisyonundan arkadaşlarımız da var, onlar da biliyorlar, altında onların da imzası var. Yani bir yerden başlayalım. Yasalar noktasında zaten büyük oranda sorun gideriliyor ama anayasal anlamda da bir kez daha sesleniyorum.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Başlayalım, milletvekillerini çıkar, biz de başlayalım.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu 60 maddeyi, özgürlükleri evrensel değerlere büyük oranda  yaklaştıran, özgürlükleri istisna olmaktan çıkaran şu 60 maddelik düzenlemeyi, gelin, hep birlikte yapalım; bu testi, bu sınavı birlikte geçelim, buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Biz de hep birlikte yapalım diyoruz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Öğrenci evleri var mı o 60 maddede Sayın Başkan?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani, efendim, yok “Öğrenci evidir, şudur, budur.” Diyorsanız, işte buyurun, burada. Somut olarak bir şey söylüyorum ben, somut, somut, hiç sağ sola gitmeden, sağa sola kaymadan herkese sesleniyorum.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Öğrenci evi var mı, tutuklu milletvekilleri var mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani, konuşmaların çok önemi yok değerli arkadaşlar. Konuşmalar ne zaman önemlidir?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Parasız eğitim isteyen öğrenciler var mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Eğer icraatınızla örtüşüyorsa, icraatınız konuşmaları destekliyorsa konuşmaların anlamı vardır.

HASAN AKGÖL (Hatay) - Söylediğiniz en doğru söz buydu.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Eğer çelişiyorsa, cümleler, kelimeler “özgürlük” ama icraat “yasak” diyorsa bunun çok fazla bir anlamı yok. En somut bir örneğidir, hep birlikte yapalım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASAN AKGÖL (Hatay) - Söylediğiniz en doğru söz buydu.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Canikli konuşmasının başlangıcında bir cümle kurdu, ben o cümle nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum. Sayın Başbakanın torununa “Ali” ismini koymasının gerekçesi olarak “toplumdaki kutuplaşmayı azaltmak” diye bir ifade kullandı. Toplumda bir kutuplaşma olduğunu kabul etmesini, böyle bir gerçeği tespit etmiş olmasını önemli buluyorum. İktidar partisi “Toplumda bir kutuplaşma var.” diyor ise herhâlde bunun sorumlusu da on bir yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetidir.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tek bir şey söyleyeceğim Sayın Başkan.

Bu kutuplaşma on bir yıldan beri yok bu ülkede, on bir yıldan beri yok; kırk yıldan beri var, elli yıldan beri var, altmış yıldan beri var.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de başka bir mesele yokmuş gibi kadınların Türkiye Büyük Millet Meclisinde pantolon giymesi meselesi Meclisin gündemini işgal ediyor. Çok enteresan bir şey. Aslında, tabii, biraz önce bir soru sordum. Bakın arkadaşlar, bilim adamı kimliğinde olan insanların fikir namusunu taşıması lazım. Fikir namusunu taşıyan bilim adamı da doğru söyler. Eğer fikir adamı, bilim adamı fikir namusuna sahip değilse o bir militandır. Bilimden, akıldan kendisini soyutlamış ve belirli bir kitlenin emrine göre hareket eden bir kişi pozisyonundadır. Biraz önce sorduk, maalesef, diyoruz ki: Türban inançtan mı kaynaklanıyor, özgürlükten mi kaynaklanıyor? Doğru bir cevap verilmiyor bize.

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Hala çözemedin mi?

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, bakın, Atatürk’ün kurduğu laik, çağdaş ve uygar Türkiye Cumhuriyeti’nin ve dünyada emsali görülmemiş devrimlerin özünde bir medeniyet projesi yatar. Şimdi, maalesef, on bir senedir karşı devrimciler bundan çok rahatsız oluyorlar ve bu medeniyet projesini yok etmeye çalışıyorlar.

Şimdi, mesele şu arkadaşlar: Burhan Kuzu anayasa profesörüdür. Anayasa Mahkemesi kararı var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var, Danıştayın kararı var, “Türban dinî simgedir. Dinî simge kamu hizmeti alanında kullanılamaz.” diyor. Bunu söyle, bunu söyle de ondan sonra de ki: “Kardeşim, yani bizim bugün çoğunluğumuz var, bu çoğunluk bunu sağlıyor.” Ben bir şey demiyorum buna.

Bakın, bu sene bize bir haber geldi, dediler ki: “AKP’liler toplanmışlar, hacca birtakım kadın milletvekillerini götürecekler, o kadın milletvekilleri hacdan döndükten sonra -yeni bir seçime gidiyor ya- bunları Meclise sokacaklar. Cumhuriyet Halk Partisi bunlara saldıracak, biz de bunu seçimde kullanacağız, bunun nemasını elde edeceğiz.” Şimdi, bu çok önemli ve çok sağlıklı bir istihbarat aldım.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sen kaynaklarını bir kontrol etsene! Nereden aldın o bilgiyi?

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben size bir hikâye anlatayım: İki köyün arasından bir nehir geçiyormuş. Haftada bir gün, o nehrin bir tarafına bir kadın, öteki tarafına da bir kadın, geliyorlarmış, birbirlerine hakaret ediyorlarmış, bağırıyorlarmış, çağırıyorlarmış. Kadının birisinin işi çıkmış, “Ya, ben gidip o kadına bağırmayacağım, benim yerime sen git bağır.” demiş. Tabii, o gitmeyince, karşıdaki kadın bağırmış, çağırmış, hakaret etmiş, o yeni gelen kadın susmuş. Susunca, o hakaret eden, bağıran kadın kederinden, üzüntüsünden çatlamış.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Ah canım!

KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla biz de sizin kederinizden, üzüntünüzden çatlamanız için bu işe ses çıkarmadık. Yani bu işin özü böyle, bunu bilesiniz.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Hadi canım sen de!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, bakın, bütün mesele şu...

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Öyle mi arkadaşlar?

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sayın Hamzaçebi, öyle mi? Bu yüzden mi karşı çıkmadınız?

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, şimdi, bugüne kadar çok bu işin peşine düştünüz. Biz bunu vatandaşa bırakıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti, çağdaş, ilerici, medeni bir ülkedir. Medeniyet projesi. Medeniyet projesi Türkiye’de yalnız şey değil ki. Şimdi, vatandaşlarımız… Seçime gidiyoruz. Siz, dini çok istismar ediyorsunuz. İslam dini çok kutsal bir dindir, çok yüce bir dindir.

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Senden mi öğreneceğiz ya! Sen işine bak!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bu yüce dini kavramak için İslam dininde görev yapan, İslam dininde olan insanların dünyada lider olması lazım. Bu liderlik kadınları kara çarşafa sokmakla olmaz.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Rozet takarken iyimiydi.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bir gün benim odama 3 tane kız geldi. Şimdi, güzel de kızlar. Başlarını örtmüşler. Ya dedim, bakın, kızlar, şimdi, sizin en güzel yeriniz gözleriniz, dudaklarınız, yüzünüz.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Allah Allah! Saygısızlık yapma!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, dedim ki bu yüzünüzü açın, saçlarınızı açın; sendeki de kıl, bendeki de kıl. Yani bunun bir farkı yok ki.

ÜLKER CAN (Eskişehir) – Aa! Ne diyor bu ya!

KAMER GENÇ (Devamla) – İslam dini bir akıl ve izan dinidir. Akıl ve izana inanmayan insanların zaten İslam diniyle ilgisi yok. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Ya ben bunları size söylüyorum, anlayasınız diye. Bakın, beyler, ben otuz senedir bu kürsüde konuşuyorum. Otuz senedir -özellikle Meclis Başkan Vekilime de söylüyorum, söyledim belki size- öyle günler olmuştur ki burada tek ses çıkmıştır ama öyle anlar olmuştur ki o dil, o tek ses bir anda en büyük tepkiye neden olmuştur.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Konuşuyorsun ama boş konuşuyorsun. Otuz senedir boş konuşuyorsun.

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen hatibi dinleyin, aydınlanın lütfen.

AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) – Hakaret ediyor, neyini dinleyeyim Sayın Başkan!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bugün siz burada çoğunluktasınız.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Hadi oradan, yürü!

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama ben inanıyorum ki Türk milleti yüce bir millettir, medeniyete inanan bir millettir, Atatürk’ün getirdiği devrimlere sahip çıkan bir millettir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Atatürk’ün getirdiği devrimler sayesinde artık Türkiye Cumhuriyeti devleti yükselecek ve dünyada lider bir devlet olacaktır.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Otur yerine!

KAMER GENÇ (Devamla) – Kadınları kara çarşafa sokmakla bu memleket medeniyet seviyesine kavuşamaz.

Saygılar sunuyorum.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Rozet takarken iyiydi değil mi? Rozet takıyordunuz. Yürü!

METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Çok meraklıysan soyunmaya, soyun Meclisin ortasında da bu millet görsün seni.

BAŞKAN – Lütfen, Sayın Milletvekili…

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Başkan, bir talebiniz var.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) –Sayın Başkanım, sataşmadan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Komisyon Başkanı konuşuyor, lütfen…

Sayın Başkanım, sataşmadan söz aldım ama kelimelere yazık. Değmez bu Kamer Genç için konuşmaya, vazgeçtim. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım, sadece kayıtlara geçmesi için…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli.

IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Biraz önce konuşmacı, kendisini ziyarete gelen 3 genç kızı taciz ettiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden itiraf etmiştir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, bu çok önemli bir sataşma. Sayın Başkan, biraz önce, kendisi, beni ziyarete gelen kızları taciz ettiğimi söyledi. Bundan daha ağır bir sataşma olur mu? Müsaade edin, bunu açıklayayım efendim.

BAŞKAN – Ne istiyorsunuz yani şimdi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – “Taciz etti.” dedi.

BAŞKAN – Sataştı mı yani size?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sataştı tabii.

BAŞKAN – Ne diye sataştı Sayın Genç?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan, tutanaklar gelsin. Ben sataşmadım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Meclis Başkan Vekili, şimdi, size birisi derse “Siz kızları taciz ettiniz.”, bundan sataşma olmaz mı? O zaman, bir söz verin.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, tutanaklara bakalım. “Taciz etti” demedim.

BAŞKAN – Sataşma nedeniyle söz veriyorum iki dakika.

Buyurun Sayın Genç.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Boyundan posundan da mı utanmıyorsun, yaşından da mı utanmıyorsun ya!

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben senin söylediğini söyledim.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

5.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin yaptığı açıklama sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya, şimdi, bakın beyler, evvela konuşulan şeyleri anlamak için adam olmak lazım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Konuşmak için de adam olmak lazım.

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen…

BÜLENT TURAN (İstanbul) – O kendine söylüyor Sayın Başkan.

KAMER GENÇ (Devamla) – Adam değilseniz konuşulan şeyleri anlayamazsınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç, temiz bir dille konuşun lütfen. Meclis kürsüsü burası. 67’nci maddeyi hatırlatıyorum ben size Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam, onu diyorum.

Şimdi, gelen o kızlar benim kardeşlerim. Benim yanıma geldikleri için, ben onlara dedim ki… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Orası hakaret etme kürsüsü değil, kimseye hakaret edemezsiniz!

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bir dakika ya… Etmiyorum. O zaman, yeniden süreyi ver de…

BAŞKAN – Vermiyorum!

KAMER GENÇ (Devamla) – Vermiyorsun!

Şimdi, bakın, hep burada bu Meclis böyle keyfî yönetiliyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bize savunma hakkı verilmiyor. Meclis böyle kötü yönetildiği için, maalesef, burada fikirler doğru anlaşılmıyor. Olur mu canım?

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Kürsü hakaret etme yeri değil ki, kürsü görüşleri anlatma yeri.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben hiçbir zaman gelen o kız kardeşlerimizi taciz etmedim. Ben onlara kendi düşüncelerime göre doğruları söyledim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sen söyledin biraz evvel taciz ettiğini.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Kocaman adamsın ya!

KAMER GENÇ (Devamla) – Yani benim doğrum odur, sizin doğrularınız başka olabilir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Ya, bakın, biraz insan olun da konuşulanları dinleyin. Dinleme özürlüsü insanlarsınız.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sen söyledin, sen söyledin.

KAMER GENÇ (Devamla) – Dinleme özürlüsü insanlarla bir yere gitmek mümkün değil.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Boş konuşuyorsun, boş!

KAMER GENÇ (Devamla) - Bu kürsüde oturanların sizi desteklemesi bir şeyi ifade etmiyor. Sizin benim konuşmalarımı anlayabilmeniz için daha birkaç fırın ekmek yemeniz lazım. Sizin hâlâ beyin itibarıyla gelişmemiş insanlar var aranızda. Böyle bir şey olur mu! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, böyle konuşamaz!

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan, böyle saygısızlık olur mu!

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hakaret ediyor Sayın Başkan! Bu ne biçim konuşma!

KAMER GENÇ (Devamla) - Benim yaptığım konuşmayı anlamıyorsunuz, ne dediğimi anlamıyorsunuz, ondan sonra da çıkıp da bağırıyorsunuz. Böyle bağırma olmaz ki yahu! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Düzgün konuşacaksın, düzgün! Düzgün konuşacaksın, o kürsüye yakışır şekilde konuşacaksın! Orası hakaret yeri değil!

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Yazıklar olsun sana!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Kocaman adamsın be!

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Boş konuşuyorsun!

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben size diyorum ki, başımızdan geçen olayları anlatıyorum size. Ben diyorum ki, o kız arkadaşlarımıza dedim ki: “İslam dini bir akıl ve mantık dinidir, yüce bir dindir. Bu dindeki gerçekleri anlamak için evvela siz bunları iyi anlayın.”

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sen kimsin, millet kim!

BAŞKAN – Sayın Canikli, lütfen oturun. Sayın Canikli…

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama siz burada çoğunluğunuza bakarak bağırıyorsunuz çağırıyorsunuz.

Yahu, şimdi, sizin bağırmanız çağırmanız bana göre sivrisinek vızıltısı. Ben bu sivrisinek vızıltılarına çok alışmış bir insanım. Ben otuz senedir bu kürsüde konuşuyorum. Benden biraz örnek alın. Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin devletidir. Benden örnek alırsanız bu memleket daha rahat eder.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Kaç yaşında adamsın! Yaşından başından utanmıyor musun?

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Utanmaz arlanmaz herifsin sen!

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Senin neyini örnek alacağız ya! Boş konuşuyorsun!

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

6.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Değerli arkadaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Ne söylediğin belli değil be! Buradaki insanlara hakaret ediyorsun!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Arkadaşlar, arkadaşlar, rahat olun.

Hayatını, zihnini, beynini çukurdan çıkaramayan, çukurun seviyesinin üzerine çıkaramayan insanların konuşmalarını ciddiye almayın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O konuşmaları anlamak için, yani Türkiye’deki, dünyadaki yaratılmış esfeli sâfilîn beyinleri dahi fazla gelir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, şimdi bana hakaret etmedi mi!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Genç, bunu sabaha kadar…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çukurda olan kendisi midir, ben miyim! Ben onun Maliyede neler yaptığını iyi biliyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Söyle!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz versin bana, açıklayayım Maliyede senin yaptıklarını.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Otur be yerine!

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (Devam)

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince lehte söz isteyen Tülay Kaynarca, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük değişikliğiyle ilgili oyumun rengini belli etmek üzere lehte söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

İç Tüzük 56’ncı madde “Bayanlar tayyör giyerler.” ifadesini içeriyordu. Bu 56’ncı madde “Kadınlar tayyör veya ceket ve pantolon giyer.” şekliyle değiştirildi ve dünya parlamentolarında buna benzer hiçbir hüküm yok. Geç de olsa böyle bir kararın alınmasını önemsiyorum. Dünyada iç tüzüklere de bakıldığı zaman tüm parlamentolarda böyle bir hükmün olmadığı da açıktır.

Ben bir cümleyi de ifade edip… Gerçi çıktı ama Cumhuriyet Halk Partisinden Gülsün Hanım “AK PARTİ iktidarı döneminde kadınlar adına neler yapıldı?” cümlesini sarf etmişti, bazı istatistiki bilgileri vererek bunu söylemişti. Gerçekten bunu görmemek için…

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Kamer Genç olmak lazım.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – Onu ifade etmeyeyim ama on bir yıl içerisinde kadın lehine alınan tüm kanuni düzenlemeler, Türk Ceza Kanunu, Medeni Kanun, İş Kanunu, hele de Anayasa’daki pozitif ayrımcılık ilkesini de kadın lehine sunan bütün değişiklikler kadınımızın toplumdaki yerini önemseyen, kadınlarımızın, hem anne olarak hem iş kadını olarak hem dünyadaki temsilini hem Türkiye’de en iyi noktaya taşıyan düzenlemeleri getiriyor.

Bugün buna baktığımızda gerçekten Türkiye’de bu noktaya gelinmesinde emeği geçen 22, 23’üncü Dönem ve 24’üncü Dönemdeki tüm vekillerimizi yürekten tebrik etmek istiyorum ben. Tüm ayrıntılara girmeyeceğim ama sadece bunun altını özellikle dikkatle çizmek istedim çünkü yapılan tüm düzenlemeler kadınımızı dünle bugün arasında iyi bir noktaya getirdi. “Dünya Forumu şunu dedi, şu istatistikler var…” Tamam, eğitim, istihdam, sağlık, bununla ilgili bütün kalemlere baktığınızda sadece istihdamda yüzde 21’lerden bugün 31’lere çıkması, eğitimlerde çocuklarımızın, kız çocuklarımızın yüzde 98’lere varması, istihdamda Başbakanlık genelgesiyle bugün gelinen noktada kadın istihdamının ciddi noktaya gelmesi, her biri bunların açık göstergesi ama iki şey var: Birincisi, hukuki düzenleme yaparsınız; tamam ama ikincisi toplumsal zihniyet dönüşümüyle alakalıdır. Birincisi, birçok hukuki düzenlemeye adım adım imza atar, belli noktaya getirirsiniz; tamam ama ikincisi toplumsal zihniyet dönüşümüyle ilgilidir.

Sayın Hamzaçebi ne güzel ifade etti, “Kimse diyemez.” dedi ama bak söylüyorum: Kadıköy vapurundan inen kadınların giyim kuşamı beni hiç ilgilendirmiyor, buradaki arkadaşlarımın hiçbirini de ilgilendirmiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Bravo.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkürler.

TÜLAY KAYNARCA (Devamla) – Niye biliyor musunuz? Eğer öyle olsaydı… Çünkü biz farklıyız, çünkü biz demokratikleşme paketinde neye imza atıyoruz biliyor musunuz? İnsanların yaşam tarzına müdahale etmeyi cezai müeyyide altına alıyoruz. O yüzden, umurumuzda değil, kim ne giyerse giysin. Özgürlükler önemli, demokrasi önemli.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Öğrenci evi baskını nasıl Tülay Hanım?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ev baskınları hariç!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ev baskınlarını hangi pakete koyacağız?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince, oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teklifin aleyhinde söz aldım ama usulen aleyhinde, esasında hepimiz lehindeyiz çünkü dört grubun ortak ittifakıyla verilmiş olan bir teklifin son konuşmasını yapmak üzere huzurlarınızdayım. Sadece birkaç kelime edeceğim.

Biraz önce Kamer Genç burada birtakım ifadeler kullandı, sadece Yunus Emre’nin bir sözüyle noktalamak istiyorum. Yunus Emre diyor ki: “Edebimiz elvermez edepsizlik edene/Susmak en güzel cevap edebi elden gidene.”

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre söz talebim var efendim.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurun.

IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, biraz önce yaşanan tartışma üzerine, izninizle, görüşümü ifade etmek istiyorum. Sayın Kamer Genç kürsüde doğru bulmadığım bir konuşma yaptı; daha doğrusu, konuşmasının bir iki cümlesini doğru bulmadım. AK PARTİ Grubuna, Sayın Canikli’ye yönelik olarak beyinle ilgili birkaç şey söyledi. Sayın Canikli haklı olarak ayağa kalktı, itiraz etti. Elbette kendisine yönelik böyle ağır bir değerlendirme olunca kendisi de doğal olarak bu tepkiyi göstermek durumundadır. Ancak, Sayın Canikli dün kürsüde Sayın Kamer Genç’e hitaben “beyinsiz” kelimesini kullandı.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır, sadece bir genel ilkeden bahsettim, kimseyi hedef almadım ben yapmayın.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakın, “beyinsiz” kelimesini kullandınız. Onu geçiyorum yani ben bu kadar önemli bir konuyu, daha doğrusu dört partinin mutabakatıyla yürürlüğe girecek olan bir düzenlemeyi konuşurken herkesin üslubuna dikkat etmesi gerektiğini söylemek istiyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tamam da bu konuşmaları kim yapıyor Allah aşkına Sayın Hamzaçebi? Yapmayın ya, lütfen ya. Kim başlattı, kim yaptı? Hakaret ediyor, cevap verin o zaman. Yapmayın ya.

 MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Biraz önce siz kürsüye çıktınız, dediniz ki: “Esfeli salihin” (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

BÜLENT TURAN (Ankara) – Salihin, salihin!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “Esfeli sâfilîn” Gülmeyin, sizlerle bu konuda yarışırım, o gülen bir beyefendi, arkadaş var.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Zaten belli oluyor.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gelin, gelin, bu konuları sizlerle tartışabilirim, yeter ki karşıma çıkın.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, lütfen Genel Kurula hitap edin.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Canikli’nin kullanmış olduğu bu ifadenin anlamı “Aşağıların aşağısı, aşağılığın aşağılığı.” Bakın, bir hakaret, dün “beyinsiz”le başlayan bir hakaret cümlesi bugün bir başka hakaretle devam ediyor ve AK PARTİ Grubu da bu hakaret cümlesini alkışlıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben hayatımda hiç kimseye hakaret etmedim.

BAŞKAN – Yapmayın sayın milletvekilleri.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakın, bu kelime kime hakarettir? Bunun muhatabı birisi vardır burada.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ben hiç kimseye hakaret etmedim en fazla kendimi savunmuşumdur. Bu kadar.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bu hakaret cümlesiyle sizi baş başa bırakıyorum. Nasıl Adana Valisinin hakaret cümlesini Başbakan koruması altına aldıysa öyle anlıyorum ki sizin bu hakaret cümlenizi de AK PARTİ Grubu koruma altına alıyor. Hayırlı olsun bu anlayışınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Yapmayın. Hakaret eden sizin arkadaşınız, çıkıp burada söyleyen sizin arkadaşınız. Sayın Hamzaçebi, yapmayın ya. Kendimizi savunmayalım mı? Her türlü hakaret yapana burada söylemeyelim mi, cevap vermeyelim mi? Olur mu ama?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, bize burada milletvekilleri olarak hakaret ediliyor ve siz hakaret edenleri koruyorsunuz. Sizi şiddetle kınıyorum, böyle kollamanızın bir anlamı yok. O bana yapılan hakaretleri size havale ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç, çok güzel, gerçekten tebrik ediyorum yani! Teşekkür ederim.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (Devam)

BAŞKAN - Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul edilmiş ve yasalaşmıştır.

4’üncü sırada yer alan, T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105)(x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 105 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Dışişleri Bakanı nerede?

ÜLKER CAN (Eskişehir) – Hesap mı vereceğiz?

                            

(x) 105 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soruyorum Sayın Başkan, Dışişleri Bakanı nerede?

ÜLKER CAN (Eskişehir) – Yerinde Bakan var, sana ne!

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dost ve kardeş bir ülkeyle ilgili olarak burada 8 madde üzerinde bir anlaşma, sözleşme onaylayacağız. 1970 yılında öğrenciliğim döneminde Amerika Stratejik Araştırmalar Merkezinin yayınladığı bir dergide şöyle bir haber okumuştum: “2000’li yıllarda Sovyetler Birliği dağılacak ve Sovyetler Birliği’nin bulunduğu coğrafyada geniş bir Müslüman nüfusu ortaya çıkacak. Bu Müslüman nüfusun, tarih, kültür ve dil birlikteliği olan Türkiye’yle bir entegrasyona gitmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, böyle bir entegrasyon dünyada yeni bir gücün doğmasına yol açacaktır.” demişti ve bir harita koymuştu. Bu harita da bugün “Türk dünyası” dediğimiz Türk cumhuriyeti devletlerini Türkiye’yle birleştiren bir haritaydı ve tek renk üzerinde bulunuyordu. Ama ilginçti ki 1970 yılında Amerika, belli ki Orta Doğu’da da buna bağlı olarak bir politika üretmişti. Nitekim, bu harita üzerinde bir Kürdistan ve Orta Doğu’da sınırları çizilmiş yeni bir harita mevcuttu.

Dediğim gibi, yıl 1970. Aslında, Türkiye’de 1970’ten sonra çok önemli olaylar oldu: Sağ sol çatışmaları oldu, 5 bin genç hayatını kaybetti; 1980 darbesi, ardından bir dizi siyasi çalkantılar; tabii, bu arada ASALA ve ASALA’nın dışında bir de PKK terör örgütü ortaya çıktı. Türkiye, bunlarla meşgul olmak uğruna milyarlarca dolar harcamak zorunda kaldı ve gerçekten de 1991 yılında Sovyetler Birliği dağıldı ve 5 Türk cumhuriyeti ortaya çıktı.

Değerli milletvekilleri, şimdi, burada şunu iyi düşünmemiz gerekmektedir: Türkiye’nin uzun bir müddet PKK terör örgütüyle mücadelesi ve harcadığı maddi değer şayet bu örgüt kurulmadan Türk dünyasının entegrasyonuna harcanabilse, Türkiye’nin kalkınmasına harcanabilseydi muhakkak ki 1970’te Amerika Birleşik Devletleri’nin strateji uzmanlarının çizdiği yeni bir güçlü dünya ortaya çıkacaktı.

Mamafih, 2000’li yıllara ulaşmamıştı Sovyetler Birliği’nin çöküşü ama şöyle bir hafızanızı canlandıracak olursanız, 1984’ten itibaren PKK terör örgütü ortaya çıkmıştı ama garip olan şey, ASALA’nın sona ermesinden sonra ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla, 1991’den itibaren birtakım gelişmeler oldu Türkiye’de. Ben o sırada Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü görevindeydim, Başbakan Süleyman Demirel olmuştu, Cumhurbaşkanı rahmetli Özal’dı. Demirel’le bir görüşme talebinde bulundum çünkü Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde yani bizim Osmanlı arşivinde 100 milyondan fazla arşiv belgesi, 800 bin defter mevcuttu. Tarihimizin en zengin arşivi olan bu arşivin depoları maalesef eski medreseler veya birtakım binaların depolarıydı. Böylesine kıymetli bir hazinenin heba olmaması için çünkü belli bir nem oranının altında veya üstünde olması, bu hazineyi yok eden en önemli unsurlardan bir tanesiydi. Rahmetli Özal, bugünkü Topkapı Sarayı’nın içerisindeki, Cankurtaran… Daha doğrusu, şöyle söyleyeyim: Gerçek olan, Gülhane Hastanesi’nin bulunduğu bölgede 204 dönüm araziyi bize tahsis etti ve burada bir arşiv sarayı yapılacaktı, bunun için Demirel’le görüşmek istedim.

Benim burada size anlatmak istediğim şey şu: Aslında, Şubat 1992’de Sayın Demirel’le görüştüm ve kendisiyle görüşmeye gireceğim sırada, onun basın danışmanı olan İlnur Çevik ile bir sohbetimiz oldu, bana hangi sebeple görüşeceğimi sordu, ben de kendisine şunu söyledim: Osmanlı arşivlerindeki demin size aktardığım konuları aktardım. Dedi ki: “Hoca, Demirel bununla fazla ilgilenmez.” Dedim ki: “Nasıl olur? İşte, Türk cumhuriyetleri ortaya çıktı, onlarla ilgili pek çok belge bu arşivde bulunmaktadır. Dolayısıyla, nasıl olur da ilgilenmez?” Sonuçta, Sayın Demirel’in yanına girdim. Bana Demirel ne istediğimi sordu. “Sayın Başbakanım, paramız var, projemiz var, her şeyi hazırladık, sadece özel bir bina olduğu için Bakanlar Kurulu kararını istiyorum, binanın yapımı için.” dedim. “Tamam Hoca, bakalım.” dedi ama biraz böyle, tam arzu ettiğim şekilde bir cevap alamayınca, kendisine, Türk dünyasının bağımsızlığına kavuştuğunu, bununla ilgili arşivimizde çok kıymetli belgeler olduğunu -Osmanlı Devleti’yle ilişkiler, Cumhuriyet Dönemi’yle ilişkiler konusunda- söyledim. Onun üzerine, Demirel ayağa kalktı, bana “Gel seni bir kucaklayayım Hoca.” dedi. Beni Demirel bir kucakladı fakat bir hafta sonra görevden aldılar. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

Fakat, İlnur’un söylediği bir önemli konu vardı: Demirel bütün Dışişleri mensuplarını toplamış ve bu dünya hakkında, yeni çıkan Türk dünyası hakkında ne gibi bir bilgiye sahip olduklarını sormuş. Onlar başlarını önlerine eğmişler -Dışişleri mensupları- onun üzerine, Demirel “Üzülmeyin, ben de bir şey bilmiyorum.” demiş. Değerli arkadaşlar, bizzat benim başımdan geçen bir hadiseyi anlattım.

Şimdi, gerçekten de rahmetli Özal zamanında, Türk dünyasına tam vâkıf olmadan bir girişimde bulunduk, öğrenciler getirdik, yanlışlar yaptık, yanlış insanlar gönderdik Türk dünyasına ve Türkiye'nin adı yanlış şekilde oralarda lanse edildi, duyuldu fakat aslında, bizim heyecanımız, onların heyecanı, Özal döneminde ciddi şekilde ekonomik ilişkilere ve yakın dostluklara dönüştü. Sonra, gerçekten -Allah selamet versin- Sayın Demirel bu işte çok ciddi bir atılım yaptı, yakınlıklar kuruldu. Ki birçoğuyla –hâlâ, şu anki Kazakistan Cumhurbaşkanı yakından tanıştığımız bir kişiydi, Türkmenistan öyle, Azerbaycan öyle- benim çok yakın ilişkilerim oldu Tarih Kurumu Başkanı olarak.

Şunu söyleyeyim: Hemen hepsi, gerek Özal’ın gerekse Demirel’in koluna girip “ağabey” diyen insanlardı ve bizden bir şey bekliyorlardı ama bir şey vardı, eksiğimiz vardı; biz bu dünyayı tanımıyorduk, tanımadığımız için onların hiçbir şey bilmediğini, hiçbir şey yapamayacağını düşünüyorduk. Sonuçta, onlar da bizi “Türkler geri kalmış, dilenci” şeklinde tanıyorlardı. Dolayısıyla, planlı bir yaklaşım gösteremedik. Bunun sonucu, bu planlı yaklaşım gösterememe sonucu, aslında, bugün dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip olan bu dünyayla ilişkilerimizi mesafeli bir oranda devam ettirebiliyoruz. Hâlbuki, 10 bin kilometre öteden Amerika geliyor buraya, İngiltere geliyor, Fransa geliyor, Çin geliyor ama maalesef, onların gösterdiği çabayı Türkiye Cumhuriyeti olarak biz gösteremiyoruz.

Birçok hata işledik. Türkmenbaşı, rahmetli, şunları söyledi: “Ya, hep Batı’ya dönüyorsunuz. Sizin çıkarlarınız buradadır, niçin gelmiyorsunuz? Size ben doğal gazı 47 dolardan vereceğim.” Evet, gerçekten de Türkmenbaşı bu konularda samimiydi. Samimiydi, birçok kuruluş oluşturdular -ki ben de üyesi oldum bunların- ama bir türlü Türkiye istenilen biçimde bu bölgelerle ilgilenemedi ama hâlâ ilgilenmiyor. Şimdi, herkes şapkasını önüne koysun. Batı’ya yöneldiğimiz ölçüde biz bu dünyaya hangi ölçüde yöneldik? Kazakistan Cumhurbaşkanı olmasa neredeyse birbirimizle ilişki kurmama raddesine geldik.

Bakın, bir Ermeni açılımı yaptınız. 2005 yılında, Tarih Kurumu Başkanı olarak Sayın Başbakan beni Bakanlar Kuruluna davet etti, bir brifing verdim. O brifing sırasında şunu Bakanlar Kurulunda ifade ettim: “Efendim, Ermenistan’la ilgili olarak, basında, kapıların açılması konusunda Türkiye’nin bir jestte, iyi niyette bulunması şeklinde haberler geçiyor. Bu haberler doğru mudur bilmiyorum ama doğruysa, sakın ola ki böyle bir jestte bulunmaya kalkışmayın. Devletler jestle yönetilmez. Bu, elimizdeki en önemli kozlardan birisidir.” Bunu ifade ettim, bir bilim adamı sıfatıyla söyledim ve sorumluluğumu onların üzerine attım ama Ermenistan’la bir açılım politikası güdüldü. Bu açılım politikası, aslında, tam, bizim bu konuda, Ermenilere karşı -bir yerde- soykırım iddialarını sona erdireceğimiz bir dönemde meydana geldi çünkü ben görevden alınmadan önceki haziran ayının başında Oslo’da bir toplantı yapıldı, Ermeniler bir toplantı yaptılar, diaspora ve buraya Tarih Kurumundan 2 kişi davet edildi. Biz bu davete icabet ettik. Beni kabul etmediler, 2 arkadaşımı gönderdim ama onlar oradayken şöyle bir teklifte bulundum, gazetelere bakabilirsiniz, Hürriyet’te de sürmanşetti: “Boston’daki Taşnak arşivlerini açın, 20 milyon dolar vereceğim.” dedim. O Oslo’daki toplantı karmakarışık olmuş, “Bu 20 milyon doları verirdi, veremezdi.” muhasebesine girişmişler. Sonuçta, Alman Hilmar Kaiser isimli bir Ermeni taraflısı araştırıcı bu parayı verebileceğimi, bir şey söylersem yerine getireceğimi orada ifade etmiş. Onun üzerine, ertesi hafta, beni diaspora Ermenilerinin yönetim kurulundan Garabet Mumcuyan aradı, eylül ayında Tarih Kurumunda bir yuvarlak masa toplantısı yapma teklifinde bulundu basın olmamak kaydıyla, kabul ettim. Yine, onların haftalık çıkan bir gazetesi vardı. Bu gazetenin yazı işleri müdürü Haçik Muradyan, ağustos ayının ikinci yarısında benimle röportaj yapmak üzere Türkiye’ye gelmek istediğini belirtti, onu da kabul ettim. İngiltere’den Gomidas Enstitüsü Müdürü Ara Sarafyan aradı, o da ekim ayında gelip bir konferans da verip hem Boston hem de Kudüs arşivlerinin açılması konusunda birlikte hareket etmeyi teklif etti, onu da kabul ettim.

Değerli arkadaşlar, bunların bu şekilde gelmelerinin sebebi şuydu: Biz, Tanıtma Fonu’ndan Sayın Devlet Bahçeli’nin verdiği 280 bin lirayla bütün dünya arşivlerini baştan sona taradık ve bütün belgelerin kopyasını aldık. Bunun içerisinde Rusya’daki Taşnak arşivleri de vardı, 3 bin dolar karşılığında. Dolayısıyla, Taşnakların Anadolu’da neler yaptıkları elimizde zaten vardı. Artık, diaspora çözülmeye başlamıştı. Fakat, o sırada, Dışişleri Bakanlığı Cenevre’de, Ermenilerle ve Amerikalılarla bir toplantı yapıyordu, bu açılım öncesi toplantısı. Orada Amerikalıların ve Ermenilerin isteği üzerine görevden alındım. Ve bütün bu toplantı sözlerinin hepsi havada kaldı, gerçekleşmedi. Ve bugün, bakın, bir gazeteci çıkmış, Hasan Cemal “Ben Ermeni evinde kalıyorum.” diyor. E, onun dedesi de vardı Adana Valisi olarak, Cemalettin Paşa.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Cemal Paşa.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Onunla ilgili olarak da Cebelibereket Mutasarrıfı Mehmet Asaf’ın yazdığı “1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım” diye bir kitap var. O kitapta, dedesinin bir beyanname yayımladığı ve bu beyannamenin “Vatan-ı ihaniyyenin bir şâheseri.” olarak adlandırıldığını da burada söylemek istiyorum. Birileri çıkıyor soykırımdan bahsediyor, birileri çıkıyor Dağlık Karabağ bölgesinin Ermeni toprakları olduğunu söylüyor ama biz, açılım yaparak Azerbaycanlı kardeşlerimizi küstürüyoruz.

Bakın, değerli arkadaşlar, dış politikada atılan her bir adımın daha sonra tevili çok zordur, onun koyduğu, bıraktığı izleri de ortadan kaldırmak çok zordur. Dolayısıyla biz, Azerbaycan’la ilgili olan her olumlu işte var olduğumuzu söylüyoruz, buna destek olacağımızı söylüyoruz çünkü Türkiye'nin gerçek yönelmesi gereken devletler Türk cumhuriyetleridir. Amerika dünyanın öbür ucundan gelecek, bu bölgeye, enerji bölgelerine hâkim olmayı arzu edecek ve bu yolda politikalar üretecek ve Türkiye Cumhuriyeti bundan sarfınazar edecek. Bunu kimsenin beklemesi söz konusu olmamalıdır.

Dolayısıyla, 8 maddelik, Azerbaycan ile ilgili sözleşmelerin hepsini Milliyetçi Hareket Partisi olarak onayladığımızı ve olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 105 sıra sayılı uluslararası anlaşmanın onaylanmasının uygun bulunması hakkındaki Kanun Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev ülkemize iki günlük resmî bir ziyaret gerçekleştirdi. Dün, kendisine Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek nişanı olan Devlet Nişanı tevcih edildi. Hani üzerindeki “T.C.” kısaltması ve Atatürk siluetini kaldırdığınız Devlet Nişanı var ya, işte o, Sayın Aliyev’e layık görüldü.

Elbette, Türk halkı için Azerbaycan’ın, Azeriler için de Türkiye'nin önemi çok büyüktür. Ancak, bugünkü uluslararası konjonktürde “Bir millet iki devlet.” gibi söylemler uygulamada kendini göstermekten çok uzaktır çünkü AKP Hükûmetinin bugünkü dış politikasıyla bu söylemin örtüşmediği gözlemlenmektedir. “Azerbaycan ve Türkiye eşit ve egemen iki devlettir.” diyoruz. Biz diyoruz ve katılıyoruz ki tarihten gelen güçlü bağlar bu iki devleti her zaman bir arada tutmalıdır. Türkiye, uluslararası arenada her zaman Azerbaycan Türklerinin sorunlarını gündeme getirmeye devam etmeli, haklı davasında Azerbaycan’ın yanında olmalıdır. Bize göre “Uluslara özgürlük ama Türkler hariç.” biçimindeki politikaları sürdürmek yanlıştır. En az tüm ulusların olduğu kadar dış Türklerin haklarıyla da yakından ilgilenmeli ve bu konudaki hassasiyetimizi beyan etmeli ve göstermeliyiz.

Azerbaycan topraklarının yüzde 20’ye yakını hâlen haksız bir şekilde işgal altındadır. 1992 yılındaki Hocalı katliamının ardından 1 milyona yakın Azeri Türkü yurtlarından edilmiştir. Artık, kronikleşen Yukarı Karabağ sorununun çözümü yönünde somut adımlar atılmamaktadır. AGİT Minsk Grubu bu sorunun çözümü konusunda atıl, hareketsiz kalmıştır. Ermenistan’la ilişkilerimizin normalleştirilmesi elbette önemlidir ve Türk halkı tarafından arzu edilmektedir. Ancak, bunun Azeri kardeşlerimizi incitmek pahasına yapılması asla istenilen bir durum değildir. Bunu aklımızda tutmakta yarar vardır.

Türkiye'nin resmî politikası, yirmi yılı aşkın süredir Ermenistan’ın işgal altında bulundurduğu Azerbaycan topraklarını terk etmediği sürece sınırı açmama, ekonomik ambargoyu kaldırmama ve diplomatik ilişki kurmama biçimindedir. Bu resmî politikadaki en ufak bir oynama Azerbaycan’ı incitebilmektedir.

İşte, hatırlatayım: Bu politikanın değişeceği yönündeki söylemlerin artması üzerine, 2009 yılında, İlham Aliyev bu konuyu gerekçe gösterip İstanbul’da yapılan Medeniyetler İttifakı Zirvesi’ni boykot edip katılmamıştı. Azerbaycan Hükûmeti bu zirveye bakan düzeyinde dahi katılımcı göndermemişti.

Türkiye ile Azerbaycan arasındaki özel ilişkiler, aynı zamanda büyük stratejik ve jeopolitik bir öneme sahiptir. Sovyetler Birliği’nin dağılması, bulunduğu coğrafi konum ve yeni kurulan devletlerle olan tarihî bağları nedeniyle Türkiye'nin stratejik önemini arttırmıştır. Bu durum, bölgede birçok ülkeyi rahatsız etmekte ve beraberinde türlü hesapları getirmektedir. Yaşanan süreç göstermektedir ki 20’nci yüzyılın sonunda ortaya çıkan yeni durumda Türkiye önemli bir bölgesel aktör konumuna ulaşmıştır. Yukarı Karabağ sorunu Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan ilişkilerini etkilediği gibi, Hazar çevresindeki zengin enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılmasını da etkilemektedir. Bu bağlamda, Yukarı Karabağ sorunu AB, ABD ve Rusya’nın politikaları açısından önem arz etmekte, Türkiye'nin bu ülkelerle ve uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerini de etkilemektedir.

Değerli arkadaşlarım, Güney Kafkasya’da büyük devletlerin etkinliğinin daha fazla hissedileceği bir döneme giriyoruz. ABD, Rusya, Türkiye ve İran, hatta perde arkasında Çin, bölgede jeopolitik görünümün değişmesine yönelik mücadeleyi artırmakta, fazlalaştırmaktadırlar. Bugün, dünyanın önde gelen jeopolitika uzmanları Rusya-Ermenistan-İran jeopolitik iş birliği ekseninden söz etmektedir -şu andaki durum- bunu Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan ekseninin dengeleyebileceğine inanmaktadırlar. Bu arada ABD, AB, Çin gelişmeleri çok yakından takip etmektedir. Yani 19’uncu yüzyılda Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde İngiltere ve Rusya gibi iki büyük uluslararası aktörün başrolünde sahnelenen büyük oyun, 20’nci yüzyılda yeni aktörlerle yeniden gündeme gelmek üzeredir.

Peki, Türkiye ne yapıyor arkadaşlar? Türkiye, tırnak içerisinde “değerli yalnızlık” isimli oyunu oynuyor. Türk dış politikasının sözde “değerli yalnızlık” yaşadığı bu zaman diliminde, çok yönlü dış politikanın nasıl olması gerektiğini tartışıyoruz ve tartışmalıyız, belki de. Çok yönlü ve çok boyutlu dış politika AKP Hükûmetinin izlediği biçimde olmaz, bu bellidir. Bugün, politikalarınız iflas etmiş durumdadır. 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşı sonrasında teklif edilen ancak sonuçlandırılmayan Kafkas ittifakı ve devam eden süreçte sonuçsuz kalan Türkiye-Ermenistan protokolleri gibi konulardan dolayı bölgeye olan ilgisini azaltan Türkiye, enerji alanında transit ülke olma konumundan daha fazlasını hedeflemediği sürece Kafkasya’da tırnak içerisinde “değerli yokluk” yaşamaya devam edecektir.

Hazar ötesine olan ilgisizlik ise Rusya, ABD ve Çin gibi devlerin çatışma alanı olan Orta Asya’da Türkiye’nin tırnak içerisinde “değerli bilinmezliği”ni pekiştirecektir arkadaşlar sayenizde. Almanya kadar bölgenin etnik haritasına egemen, Fransa kadar ticari olanaklardan, imkânlardan haberdar, İran kadar ortak değer vurgusuna sahip ve bunları incelemiş, Rusya kadar baskın politika girişimi olmayan Türkiye, Orta Asya coğrafyasında artık sayenizde, bu Hükûmet sayesinde neredeyse yoktur arkadaşlar.

“Çok boyutlu dış politika” diyorsunuz, çok boyutlu dış politikada parlamenter diplomasi bu denli göz ardı edilir mi? Dış politika bütün ülkeler için ulusal politikadır, ülkelerin ulusal çıkarları üzerine inşa edilir. Çağdaş demokrasilerde muhalefet de dış politikadan haberdar edilir ve destek verilir. Bu desteği alabilmek için iktidarlar, Dışişleri Bakanları aracılığıyla yüce Meclisi ve muhalefet partilerini periyodik olarak bilgilendirirler. Burada Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanı var, Dışişleri Bakanı her zaman olduğu gibi yok! Ülkemizin köklü demokrasi kültüründe olan bu gelenek, ne yazık ki AKP hükûmetleri döneminde sekteye uğramıştır. Stratejik derinlik üstadı Sayın Dışişleri Bakanı ancak lütfederse Meclise uğramaktadır. Geçen hafta Dışişleri Komisyonuna gelmişti, doğrusu biz de çok şaşırmıştık, Sayın Bakan Meclisin yolunu hatırlamıştı, umarız bundan sonraki süreçte Genel Kuruluda bilgilendirme nezaketini gösterebilir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin çıkarları söz konusu olduğunda, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'nin çıkarlarına, Türkiye'nin menfaatlerine sahip çıkar ve çıkacaktır. “Komşularla sıfır sorun” anlayışından “Sıfır komşulu dış politika” anlayışına geçtiğimiz bir süreçte, Sayın Genel Başkanımız önderliğinde, CHP heyeti Irak’ı ziyaret etti ve Irak’taki bütün taraflarla görüştü. Sayın Bakan ancak bizim bu ziyaretimizden sonra Irak’a gidebildi. Aynı şekilde, Mısır’la yaşanan sorunların çözümü amacıyla da adımlar attık. Partimizin yetkilileri Mısır’daki tüm siyasi aktörlerle görüştü, her kesimi kucakladı.

Cumhuriyet Halk Partisi bunu neden yapıyor? AKP Hükûmetinin dış politikada kırıp döktüklerini temizlemek, arkasını toplamak ve Türkiye’yi içine düştüğü yalnızlıktan kurtarmak için yapıyor. Bizim girişimlerimiz sayesinde, Türkiye Orta Doğu coğrafyasındaki saygın konumunu tekrar kazanacaktır, rol modeli olma iddiasını tekrar sürdürebilme imkânına kavuşacağız.

Gelelim diğer önemli soruna: Türkiye dış Türklerle ilgili sağlıklı ve gerçekçi bir politika geliştirmediği için, çoğu kez diğer ülkelerdeki Türk azınlıkların sorununu çözmediği gibi bu sorunları daha da içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. TİKA’nın yurt dışı faaliyetlerinde akraba topluluklarla olan ilişkilerimizden ziyade, Orta Doğu ve getirisi meçhul Afrika ülkelerine verilen önem söz konusudur. Sanıyoruz, birileri yurt dışındaki Türklerle ve akraba topluluklarımızla Türkiye adına geliştirilebilecek ilişkilerin sakıncalı olduğu görüşündedir ya da bu görüş bir şekilde benimsetilmeye çalışılmaktadır. TİKA’nın insan hakları mücadelesi veren Uygurlara sırtını dönmesi bu vahim tabloyu ortaya koymaktadır. Ne yazık ki Uygurlu kadınlar toplantıdan neredeyse kovulmuşlardır sizler tarafından.

TİKA ne Türklerin yaşadığı diğer ülkelerde ne Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle ne de akraba topluluklarıyla ekonomik ve siyasi bütünleşme alanları yaratabilmiştir. Ne yaptığını merak ediyoruz. Hatta, kimi iddialara göre, özellikle Türk cumhuriyetlerindeki TİKA büroları âdeta dinî grupların temsil ofislerine dönüştürülmüştür. Bu konuya cevap gelmez tabii ki! Bu nedenle, başta Özbekistan ve Rusya olmak üzere, birçok ülkede TİKA’ya ciddi kuşku ve mesafeyle bakılmaktadır.

Libya’da ABD yaklaşımına önce “Hayır.” dediniz, daha sonra, nasılsa politikanız örtüştü. Türkiye’den gemiler, paralar, El Kaide militanları gitti Libya’ya. Buna “Hayır.” diyen olmadı. Suriye’de ABD ile yola çıktınız ama geldiğimiz nokta aynı değildir. Mısır’da ABD ile paralel politikamız vardı, daha sonra politikalar ayrıştı. Gelecekte, muhtemelen, aynı şeyi söylüyor olacaksınız. Batılı ülkeler dış politikada ne kadar mesafeli olacaklarını bilmektedirler, dış politikada neyi, ne kadar açıklayacaklarının farkındadırlar. Bu konuda politikaları, onlara muhtemel durumlara karşı esneme veya başka açıdan hedef farklılaştırma olanakları sağlamaktadır. Peki, Hükûmetin politikası nasıldır? Her konuya bodoslama girmektedir bu Hükûmet dış politikada. Türkiye’de El Kaideler, El Nusralar kol gezmektedir. Avrupa’da birçok yabancı örgüt ile angajmana girdiğinizi duyuyoruz. Sonunda ne oluyor? Politikalar farklılaşıyor dünyada, siz girdiğiniz angajmanlar nedeniyle ortada kalıyorsunuz. Yasa dışı örgütler “Suriye sınırını kapattığınız takdirde Türkiye içerisinde eylem yaparız.” diyerek sizi tehdit ediyor, siz ses çıkarmıyorsunuz. Siz, dış politikadan anlamıyorsunuz sayın Hükûmet yetkilileri. Hayalî hedefler peşinde giderken, bakınız, her konuda açığa düştünüz. “Osmanlıcılık” diyorsunuz, bakın, Osmanlı tarihçileri size ne diyor?

Daha dün akşam, İlber Oltaylı, CNN TÜRK’ün “Aykırı Sorular” programında şöyle diyor: “Şu anda, garip bir kadrolaşma başladı. Hiç alışmadığımız, sözde diplomat türleri görüyoruz. İdari aksaklıklar aldı başını gidiyor, ciddi değiller. Çad'daki Sefirikebirin Mali'deki politikalar için Twitter'dan mesaj çekmek nereden aklına geldi acaba? Bunu Mehmed Emin Ali Paşa duysa şapkası havaya uçardı, bunları sopayla kovalardı. Çölden gelmedik, biz kocaman, eski bir devletiz." Kısaca, sizin bir zamanlar sözü üzerine söz kondurmadığınız tarihçilerin yorumları böyle. Kendi  tarihinizi yazıyorsunuz ve hazırlanın, yakında tarih olacaksınız arkadaşlar.

İktidara geldiğiniz dönemle -burası önemli- sizinle pek yakın ilişkileri olan Amerika Birleşik Devletleri’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Morton Abramowitz ve Bush Hükûmeti döneminin en önemli diplomatlarından Eric Edelman -sizin iktidarınızda burada Büyükelçiydi- geçenlerde “ABD’nin Türkiye Politikasını Yeniden Biçimlendirmek” isimli bir raporu tanıttılar, üzerinden çok zaman geçmedi. Bu raporda nelere değiniliyor, birkaç örnek verelim; sizin beraber yola çıktığınız sizleri destekleyen dostlardan bir kısmının sizlerle ilgili yorumlar nedir diye bakalım.

Abramowitz diyor ki: “Suriye, Başbakanın laneti hâline gelmiştir.” Başbakanın çok yakın ilişkileri vardı kendisiyle, öyle duyardık basından. “’Esat gitmeli.’ sözü onu felakete sürükleyen bir fikrisabit hâline geldi. Türkiye, savaşan teröristlere destek verme noktasındadır. Başbakan, etrafındakilerce yanlış yönlendirilip ülkesini ve kendi siyasi geleceğini pek çok açıdan tehlikeye sokmuştur. İnatçı karakteri nedeniyle bu durumu da sürdürmek niyetindedir.” Arkadaşlar, sizlerin geleceğini çok ilgilendiriyor bu anlattıklarım verdiğiniz itibara göre. “Uluslararası alanda Türkiye sorgulanır hâle gelmiştir. İzlenen mezhepçi dış politika bunun en büyük nedenidir.” Amerikalılar söylüyorlar.

Edelman ise şöyle diyor: “İki ülke arasındaki ayrışma Suriye sorunuyla başlamıştır.” Yani ABD ile Türkiye. “Davutoğlu’nun tercihleri ile ayrışma daha da derinleşmiştir.” Türkiye ile Suriye arasında. “Hükûmetin mezhepçi dış politikası nedeniyle bölgede dostluk kalmamıştır.” Buraya dikkat ediniz. Edelman, Hükûmetin Gezi Parkı direnişi nedeniyle toplumun büyük bölümünün gözünde meşruiyetini yitirdiğini söylüyor arkadaşlar. “Oyları düştü.” diyor ve partinizin gelecekte büyük ayrışmalar yaşayacağını ima ediyor, içinizde. Ben söylemiyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – İlk defa söylenmiyor bu, yıllardan beri söyleniyor.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Bunu Amerikalılar söylüyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Amerikalıların hayali o.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Devam ediyor.

Hayır, yola çıktığınız adamlar size neler söylüyorlar, onu söylüyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Demek ki yola çıkmamışız.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Yollar ayrışmış, öyle diyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır, biz çıkmadık.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Devam ediyor ve diyor ki: “Türkiye'nin Orta Doğu ve Arap coğrafyasında rol modeli olma şansı kalmamıştır.” Rapor, AKP politikalarının Türkiye toplumundaki kutuplaşmayı –biraz önce meseleydi- artırdığını, bunu da partinin siyasi güvenliği ve rant sağlamak uğrunda yaptığını belirtiyor. Yani, diyor ki: “Rant sağlama ve siyasi güvenliğiniz için, geleceğiniz için kutuplaşmayı artırıyorsunuz.” Biz düşünmüyoruz, bize böyle söylüyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ya, ne kadar kıymetliymiş bu Amerikalının düşünceleri ya.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Zaten ondan cevap verdim biraz önce Sayın Grup Başkan Vekili.

Rapor, Amerika’nın, Başbakanın otoriter bir politikayı saplantı düzeyinde benimsediğini, eleştiriye tahammülü olup olmadığını belirtip “Türkiye’de artık hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğü kalmamıştır.” diyor ve ekliyor: “Ilımlı sağcılar ve toplumun demokrat kesimleri kendini terk etmektedir.”

Son olarak, partinizin iktidara gelmesinden bir süre sonra ABD’nin Ankara Büyük elçisi olarak atanan Edelman, AKP’nin Türkiye siyasetinde belirleyiciliğinin sona erdiğini belirtip Başbakanın çatışmacı üslubuna değiniyor. Burada kişiliği hakkında nasıl bir yorum yapıyor, Türkiye Başbakanı olduğu için dile getirmeyeceğim.

Şimdi, sizin iktidara gelirken yakın desteğini gördüğünüz gruplardan böyle yorumlar geldiğini belirttik. Bu gruplara ne diyeceğinizi, bunlara ne haber yollayacağınızı çok merak ediyorum. Ancak, dikkat ediniz, içinizde dış politika ve diğer konularda raporla aynı fikirde kişiler olabilir.

Son bir şey ekleyip raporu kapatalım. Rapor, arkanızdaki seçmen desteğinin ağırlıklı olarak ekonomik nedenle olduğunu ancak durumun değişeceği doğrultusunda sizleri uyarıyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – On yıldan beri söyleniyor onlar.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Diyor ki: “Bugüne kadar kısa vadeli yabancı sermaye girişimi Hükûmet borçlanmasıyla…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Süre bitti mi, yirmi dakika?

Peki efendim, teşekkür ediyorum, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Efendim, yeni FED politikalarıyla gelecekte borçlanma meselelerinin dönmeyeceğini ve büyük siyasi krizlerin yolda olduğunu belirtiyor. Hayırlı, uğurlu olsun.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bütçe konuşmalarına bakın, on yıldır yine aynı şeyler söyleniyor, 11’incisi bu sadece.

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Bu sefer Amerika söylesin.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı

Madde 1- (1) 24 Ocak 2008 tarihinde Bakü’de imzalanan “T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesi”nin onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, “iki devlet, bir millet” tanımı ile özdeşleşmiş dost ve kardeş Azerbaycan ile imzaladığımız 105 sıra sayılı T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum.

Açık adını uzun uzun söyledim çünkü açık adında aslında Azerbaycanlı kardeşlerimize nasıl zarar vereceğimizi tahmin etmenizi istedim. Birazdan ben sizlerle endişelerimi paylaşacağım. Doğru haber alma özgürlüğüne saygı gösteren, TRT’yi arpalık olarak kullanmayan, basın özgürlüğünü savunan ve basını baskı altında tutmayan tüm milletvekillerini saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Azerbaycanlı kardeşlerimizle imzaladığımız mutabakat zaptına hiçbir şekilde karşı değiliz, canıgönülden de destekliyoruz. Biz, bu vesileyle, AKP Hükûmetinin uygulamalarını deşifre ederek hem kendi vatandaşlarımızı hem de Azerbaycanlı kardeşlerimizi uyarmak istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, görüştüğümüz bu tasarı yeni bir tasarı değil, bir yenileme anlaşması ve gerekçesinde üç tane çok önemli temel nokta var. Bir tanesi, diyor ki gerekçede: “Ülkemiz, Azerbaycan’da karasal vericiler ile yayın yapma hakkını elinde tutmaya devam edecek.” Yani, siz burada yayın yaptığınız zaman TRT aracılığıyla, oradaki karasal vericilerle yayın yapmaya devam edeceksiniz Azerbaycan’da.

Kurulacak televizyon vericileri vasıtasıyla TRT yayınları tüm Azerbaycan’da, yetmiyor, çevre ülkelerde de izlenebilecek. Yani, TRT’de olan biten her şey, TRT’de dillendirilen bütün rezillikler, TRT’de bizi küçük düşüren ve sizlerin göz yumduğu pek çok şey, sadece Azerbaycan’da değil bütün komşu ülkelerde de izlenebilecek diyor. Dikkatinizi buraya çekmek istiyorum ne anlaşma yaptığınıza, hangi anlaşmayı yaptığınıza dikkat etmeniz açısından. Tabii, Türkçe bildikleri için, Azeri kardeşlerimiz de bir şekilde konuşmamızı dinlerlerse onları ne gibi tehlikelerin beklediğini de anlamış olacaklar.

Ve yine gerekçede diyorsunuz ki: “Türkiye’nin bölgede kültürel ve siyasi etkinliğinin artmasına yardımcı olacak.” Yani, bizim kültürümüz orada da yaygınlaşacak. O güzel kültürümüzü bakalım -birazdan size anlatacağım- televizyonlarda, TRT’de nasıl anlatıyorsunuz?

Şimdi, bu kadar önemli gerekçeler varken -gerekçeler gerçekten önemli eğer layıkıyla yapılabilirse- dost ve kardeş Azerbaycan ile yapılan bu anlaşmanın Nisan 2009’dan beri niçin bekletildiğini merak ediyorum. Kardeşlerimize kültürümüzü yayacağız, kardeşlerimize Türkiye’de olan biteni anlatacağız ve biz Nisan 2009’dan beri bu anlaşmayı bekletiyoruz. Peki, niye bekletiyoruz? Bilmiyoruz. Belki birazdan iktidar partisi milletvekilleri, bize, çıkar bunları anlatırlar.

Peki, bu gerekçede yazılanlar ertelenebilecek kadar önemsiz mi? Hayır, değil. Siz de biliyorsunuz ki çok önemli. Peki, niye yenilemediniz? Bilmiyoruz. Peki, anlaşmayı yenilemediniz, bizim TRT’nin yayınları Azerbaycan’da bitti mi? Hayır, bitmedi; hukuksuz bir şekilde uluslararası anlaşma yapmadan bu yayınları devam ettirdiniz, “Acaba TİKA bunu bir şekilde halleder mi?” diye düşündünüz. Çok daha önemlisi, acaba Azerbaycan’la anlaşma yapmaktan vaz mı geçtiniz?

Bu tarihi özellikle söylüyorum değerli arkadaşlarım. Bu tarihte Ermenistan’la flört ediyordunuz, bu tarihte Ermenistan’la iyi ilişkiler kurmaya çalışıp Azeri kardeşlerimizi incitiyordunuz. O tarihlerde yürüttüğünüz bu hesapsız, öngörüsüz ve ödün vermeye dönük politikalar eğer duvara toslamasaydı, yolunda gitseydi belki de bu anlaşmaya hiç gerek kalmayacaktı, o zaman Azeri kardeşlerimizin yerine Ermenilerle el ele, kol kola devam edecektiniz; muhtemelen bu yüzden beklettiniz. Benim iddiam budur. Çıkın benim bu iddiamı yalanlayın.

Yine, gerekçenizde diyorsunuz ki: “Türk dünyasının ortak kültür değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasında televizyon çok önemli bir role sahiptir.” Çok doğru; televizyon bir kültürün yayılmasında ve kültürel değerlerin korunmasında çok ama çok önemli bir araç, doğru. Peki, şimdi soruyorum değerli arkadaşlarım: “Hamile bir kadının sokakta gezmesi terbiyesizliktir, hiç estetik değildir.” sözleri TRT’de yayınladı mı, yayınlanmadı mı? Hangi birinizin sesi çıktı? Bu TRT yayını Azerbaycan’da da vardı o zaman. Bizim kültürümüz bu mu? Bizim kültürümüze göre hamile bir kadının sokakta gezmesi terbiyesizlik mi? Bunu TRT’de söylettiniz. Birinizin de gıkı çıkıp “Ne oluyor orada?” demedi. Keşke deseydiniz, hiç olmazsa onu söyleyen terbiyesiz söylemlerine devam etmezdi. Bu utanç verici ifadeler de hangi kültürde var, bilmiyorum.

Diyor ki: “Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle bir karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir.” Lafa bak ve bunlar televizyondan yayınlanıyor. “Yedi sekiz aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşamüstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır, ayıp! Bunun adı realizm değildir, bunun adı terbiyesizliktir.”

Bunu söyleyenler ödüllendiriliyor değerli arkadaşlar. Bunu söyleyenin eğer hakkında işlem yapmadıysanız, bunu söyleyeni eğer terbiyesizlikle suçlayıp cezalandırmadıysanız, siz de onun ortağısınız çünkü bizim kültürümüz bu değil. Bizim olmayan bu kültürü Azerbaycan’a dayatmanız, oradaki insanlara söylemeniz bizi alçaltır. Bunu yapmayacaksınız. Eğer yapacaksanız, yapmaya devam edecekseniz bu anlaşmayı imzalamayın. Ne bize yararı var ne Azeri kardeşlerimize.

Şimdi yine soruyorum. Yine aynı TRT’de, yine aynı televizyonda adam çıktı dedi ki: “Ben, karımla ve çocuğumla eşit değilim.” Ve bunu savundu. Birinizin gıkı çıktı mı? Hayır. Bizim kültürümüz bu mudur? Hani eşittik, hani insandık, hani kadın-erkek eşitti? Burada sabahtan beri kadın-erkek eşitliği üzerine pek çok arkadaşımız güzel konuşmalar yaptı. Hangi biriniz çıktınız da “Ben karımla, çocuğumla eşit değilim diyen adam terbiyesizdir. Bizim kültürümüzü yansıtmaz.” dediniz? Demediniz. Demediniz ve buna ortak oldunuz.

Eğer bunlar devam edecekse bu anlaşmayı imzalamayın, bu anlaşmayı onaylamayın. Bırakın, Azeri kardeşlerimiz Türkiye’yi Mustafa Kemal Atatürk’ün kadını, erkeği eşit, çağdaş bir ülke olarak bilmeye devam etsin. Nasıl olsa bugünler geri gelecek, nasıl olsa kadın ve erkek bu ülkede gerçekten eşit olacak.  O zaman Azerilere, tüm dünyaya, TRT aracılığıyla yayın yapabilirsiniz değerli arkadaşlarım.

Başka bir soru: “Çalışan kadın elin adamının hizmetinde.” Yine TRT’den söylendi bunlar. Çalışan kadın, eğer kadın bir yerde çalışıyorsa elin adamının hizmetinde. Acaba bu kültür bize mi ait? Yani kocasının hizmetinde değil, elin adamının hizmetinde. Bakın, TRT’yi ne hâle getirdiniz.

TRT ekranında bir başka söz: “Çalışan kadın ‘Ben kocama muhtaç değilim.’ deyip yuvasını dağıtıyor.” Bunların hangi birisini onaylamadınız arkadaşlarım, bunların hangi birine itiraz ettiniz? Siz bunların hepsini kabul ettiniz, siz bunların hepsini onayladınız ve bu ahlaksızlara alkış tuttunuz. Yani kadın kocasına muhtaç olsun, evinde otursun istediniz. Bunu Azeri kardeşlerimize önerecekseniz ne olur önermeyin. TRT’nin bu şekilde, sadece avazının çıktığı ve bizi rezil ettiğiyle değil… Ayrıca, TRT’yi “Türkiye rant televizyonu” hâline getirdiniz ve eğer Azerilerle bir anlaşma yapacaksak TRT’yi nasıl rant hâline getirdiğinizi, oradaki bir adamın nasıl bütün köyünü TRT’de işe aldığını da belki anlatmak ihtiyacı duyabilirsiniz aynı hatayı yapmasınlar diye.

Ne olur Azeri kardeşlerimize kıymayın. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Canikli, söz talebiniz var.

Buyurun.

IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, uluslararası sözleşmelerin onaylanmasının uygun bulunmasına dair kanun tasarılarının görüşmelerinde maddeler üzerinde konuşma yapılmasının teamüllere uygun olmadığına ilişkin açıklaması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün  dost, kardeş Azerbaycan devletiyle yaptığımız sözleşmelerin onaylanması için buradayız ve bu çalışmaları yürütüyoruz. Uluslararası sözleşmelerle ilgili kanun tasarıları görüşülürken genel teamül partilerin gruplarının ya da sözcülerinin genel görüşlerini ifade etmesinden sonra diğer maddelerde konuşulmaz ve bu şekilde yürütülür. Bu, bu Meclisin en köklü geleneklerinden, teamüllerinden bir tanesidir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Geçmişi unutmuşsun, geçmiştekilere bak.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Elbette İç Tüzük’e göre herkes madde üzerinde konuşabilir, ona hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Elbette o anlamda bir İç Tüzük’e aykırılıktan bahsetmiyoruz ama bu teamül maalesef bugün… Milliyetçi Hareket Partisi o teamüle uyuyor, teşekkür ediyoruz. Bizlerin de hiçbir konuşmacımız yok AK PARTİ Grubu olarak ama maalesef, Cumhuriyet Halk Partisi… Tekrar söylüyorum: Tüzüğe aykırı değil, ancak teamül noktasında… Elbette bu, uluslararası sözleşmelerin yasalaşmasını geciktiriyor, hatta engelliyor. Sadece kayıtlara geçmesi için söylüyorum. Tabii, bu şekilde uluslararası görüşme yapılması, sonuçlandırılması mümkün değil.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Hamzaçebi, buyurun.

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Canikli’nin açıklamasını doğrusu üzüntüyle karşılıyorum. Dost ve kardeş ülke Azerbaycan’la yapılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmuş olan anlaşmaları büyük bir mutlulukla karşılıyoruz ve bu anlaşmaların yürürlüğe girebilmesi amacıyla, Cumhuriyet Halk Partisi olarak anlaşmalara katkı vermek için arkadaşlarımız kürsüye çıkıyorlar, gerektiği yerde konuşuyorlar.

“Meclisin teamülünde uluslararası anlaşmalarda konuşma yoktur.” diye bir değerlendirme yaptı. Böyle bir şey kesinlikle yanlıştır. Örnek veriyorum: Ben bürokrasideyken, Gelirler Genel Müdürü olarak şuralara, şu hükûmet sıralarına geldiğimde, çifte vergilemeyi önleme anlaşmalarında birçok konuşma olduğunu hatırlarım. Yine, 22’nci, 23’üncü dönemlerde uluslararası anlaşmalarda konuşmalar yapıldı. Bu, Meclisin tutanaklarında mevcuttur.

Böyle olduğu hâlde, kendi yetersizliklerini, iktidar partisi olarak bu uluslararası anlaşmaları yasalaştırmadaki diyalog eksikliklerini, yetersizliklerini kendi partisi içinde izah edemeyecek bir konuma gelip sorumluluğu ana muhalefet partisine atmak gibi bir anlayışı yadırgıyorum. Yani siz iktidar partisisiniz, burada muhalefet partisinin konuşmasını arzu etmiyorsunuz. Bu nasıl demokrasi anlayışı? Böyle bir şey olabilir mi? Bize gelip dediniz mi dün, evvelsi gün “Bu uluslararası anlaşmalarda konuşmayalım.” gibi bir şey söylediniz mi? Böyle bir öneriyi yapmadınız. Biz konuşmalarımızı planlamışız, bu anlaşmalara katkı vermek istiyoruz. Bilgilerinize sunuyorum.

Ayrıca yani iktidar partisine şunu da hatırlatmak isterim: Bu Parlamento bir diyalog müessesiyle çalışır, diyalogdur daima, karşılıklı diyalog her şeyi çözer. Diyalogda da birbirlerine verilen sözler tutulur. Biz eğer böyle bir söz verdiysek bu sözü tutmamakla bizi eleştirebilirsiniz ama sizin verip de tutmadığınız birçok söz vardır, bunları da size hatırlatabilirim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekili benim konuşmamdan hemen sonra teamüllere aykırı davrandığımı ifade etmiştir.

BAŞKAN – Hayır, sizin teamüllere aykırı davrandığınızı değil… Grup olarak bahsetti Sayın Grup Başkan Vekili. Sayın Hamzaçebi de…

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Grup olarak söylüyor.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkanım, benim konuşmamdan hemen sonra yapmıştır.

BAŞKAN – Hayır, sizi değil, grup olarak bahsetti efendim. Sayın Hamzaçebi cevap verdi.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – TRT’nin övünülecek hiçbir tarafı kalmamıştır, TRT sizin propaganda aracınız hâline gelmiştir. Ne teamül dinlerim ne bir şey dinlerim. Siz böyle yaptığınız sürece de sabaha kadar konuşurum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Atıcı, teşekkür ediyoruz. Bunları söylediniz efendim.

Sayın Canikli buyurun.

7.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, uluslararası sözleşmelerle ilgili tasarıların diğer tasarılardan bir farkı var. Diğer tasarılara buralarda her aşamasında katkı sağlanabilir; komisyonda, Genel Kurulda değiştirilebilir ama uluslararası sözleşmeler değiştirilemez, ya kabul edilir ya reddedilir. O nedenle üzerinde elbette yani konuşulur, siyasi partiler, gruplar kanaatlerini genel olarak ifade edebilirler ama bu gerçek ortadayken, yani uluslararası sözleşmelerle ilgili kanun tasarılarının bu özelliği ortadayken “Biz katkı veririz, çıkar konuşuruz.” dediğiniz zaman bunun tek bir anlamı var, yani fiilî olarak tek bir anlamı var, elbette İç Tüzük’e uygundur ama engelleme amaçlıdır, başka bir şey değildir.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.22


ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.28

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

105 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı: 421)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir

6’ncı sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 359)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bundan sonra da Komisyonun bulunmayacağı anlaşıldığından kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 14 Kasım 2013 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.29