DÖNEM: 24 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 62
16’ncı Birleşim
13 Kasım 2013 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Kars
Milletvekili Mülkiye Birtane’nin, Kars’ın sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Kocaeli
Milletvekili Haydar Akar’ın, minibüsçülerin problemleri ile kent içi ulaşım
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Zonguldak
Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, 8 Kasım Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Günü’ne
ilişkin gündem dışı konuşması
IV.-AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Tekirdağ’ın düşman işgalinden
kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
3.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in görüşülen
12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
4.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
5.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, uluslararası sözleşmelerin onaylanmasının
uygun bulunmasına dair kanun tasarılarının görüşmelerinde maddeler üzerinde
konuşma yapılmasının teamüllere uygun olmadığına ilişkin açıklaması
6.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
7.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili İhsan Özkes ve 21 milletvekilinin, mülkiyeti Vakıflar Genel
Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil
davalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/775)
2.- BDP Grubu
adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, yolsuzlukla
mücadele konusunda yapılması gerekenlerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/776)
3.- BDP Grubu
adına, grup başkan vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde
yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/777)
B) Önergeler
1.- İstanbul
Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, (2/1318) esas numaralı Ceza Muhakemesi
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/126)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun,
BDP Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından 1990’lı
yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy yakma
olaylarının ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin açığa
çıkarılması amacıyla 12/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13
Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- MHP Grubunun,
Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları tarafından dershanelerin ortaya
çıkmasına sebep olan durumların ve dershanelerin kapatılmasının eğitim
sisteminde ne gibi problemlere neden olacağının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla 9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel
Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara
Milletvekili Zühal Topcu’nun, Muğla Milletvekili Yüksel Özden’in MHP grup
önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin
görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin tümü üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
4.- Anayasa
Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in görüşülen
12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde
şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin yaptığı
açıklama sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
6.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in sataşma
nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları
(1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma
Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi
Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu
Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi
ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek)
4.- T.C.
Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan
Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı
Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv
Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı: 421)
6.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis
Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 359)
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/25250)
2.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, 2002-2013 yılları arasında Başbakanlık ile
bağlı kurum ve kuruluşlarca kamu ihale mevzuatından istisna sağlanarak yapılan
ihalelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/31709)
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.00’te açılarak dokuz oturum yaptı.
Denizli Milletvekili Emin
Haluk Ayhan, Denizli’deki inşaat sektörünün sorunlarına,
Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba, Malatya’nın sorunlarına,
Konya Milletvekili Ayşe
Türkmenoğlu, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne,
İlişkin gündem dışı birer
konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi, 12 Kasım 1999 Düzce ve 12 Kasım 1941 Erzincan depremlerinin yıl
dönümünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine,
Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu, Türkiye’yi bağımsızlığına kavuşturan, düşmanı yurttan atan Mustafa
Kemal Atatürk’ü minnet ve rahmetle andığına ve 12 Kasım 1999 Düzce depreminin
14’üncü yıl dönümünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine,
Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet, şükran ve
minnetle andıklarına ve AK PARTİ Grubu olarak, 12 Kasım 1999 Düzce depreminin
14’üncü yıl dönümünde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilediğine,
İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi, tekraren, CHP Grubu olarak, Büyük Atatürk’e saygılarını,
şükranlarını sunduklarına ve rahmetle andıklarına,
Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan, BDP Grubu olarak, Düzce ve Van depremlerinde hayatını kaybedenlere Allah’tan
rahmet dilediklerine ve Hükûmetin, Van depreminden sonra yaşanan mağduriyetleri
bir an önce gidermesi gerektiğine,
İlişkin birer açıklamada
bulundular.
İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu ve 21 milletvekilinin, suç işleme ve intihar olaylarında
yaşanan artışların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/772),
Eskişehir Milletvekili Kazım
Kurt ve 20 milletvekilinin, iş kazaları sonucu yaşanan ölümlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için özeti (10/773),
Erzincan Milletvekili
Muharrem Işık ve 20 milletvekilinin, sahte ürünlerin üretimi, pazarlanması ve
yurda girişi ile piyasada serbest dolaşımının insan sağlığına ve ülke
ekonomisine olan etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/774),
Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve görüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Başkanlıkça, Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Komisyonunda siyasi parti grubu mensubu olmayan milletvekillerine
düşen 1 üyelik için aday olmak isteyen siyasi parti grubu mensubu olmayan
milletvekillerinin yazılı olarak müracaat etmelerine ilişkin duyuruda bulunuldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki
bir heyetin, Irak Ulusal Meclis Başkanı Usame El-Nuceyfi’nin vaki davetine
icabet etmek üzere Irak’a resmî ziyarette bulunması hususuna,
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, Bursa Milletvekili Tülin Erkal Kara ile İstanbul Milletvekili
Binnaz Toprak’ın, Avrupa Parlamentosu tarafından 27-29 Kasım 2013 tarihlerinde
Brüksel’de düzenlenecek Parlamentolardaki Kadınlar Global Forumu Yıllık Zirvesi’ne
(WIP) ve yine 26-27 Kasım 2013 tarihlerinde Brüksel’de düzenlenecek Avrupa
Komisyonu Avrupa Gelişme Günleri (EDD) Toplantısı’na katılmaları hususuna,
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, Belçika’nın başkenti Brüksel'de 25-26 Kasım 2013 tarihlerinde
Avrupa Parlamentosunun (AP) Batı Balkanlar ve Türkiye parlamentolarıyla iş
birliği için oluşturduğu Pre-Accession Actions Unit (PAAC) tarafından
düzenlenecek “Ekonomik Krizler ve Bunun Avrupa Politikaları ve Ülkelerin
Genişlemeleri Üzerindeki Etkileri” konulu seminere katılım sağlanması hususuna,
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, Avrupa Birliği Konseyi Litvanya Başkanlığı tarafından 24-25
Kasım 2013 tarihlerinde Litvanya’nın Başkenti Vilnius’ta düzenlenecek
Parlamento Çevre ve İçişleri Komisyonları Başkanları Toplantısı’na katılım
sağlanması hususuna,
İlişkin tezkereleri kabul
edildi.
Başkanlıkça, görüşmeleri
izlemek üzere Genel Kurulu teşrif etmiş bulunan Makedonya-Türkiye Parlamentolar
Arası Dostluk Grubu Başkanı Kenan Hasipi başkanlığındaki parlamenter heyete
“Hoş geldiniz.” denildi.
BDP Grubunun, 5/5/2013
tarihinde Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve arkadaşlarının cezaevlerinde sürgün
cezası gibi uygulamaya konulan zorunlu nakillerin nedenlerinin araştırılması
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması
önergesinin (2514 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak,
MHP Grubunun, Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve
arkadaşlarının kamuda çalışan taşeron işçilerin sorunlarının belirlenmesi
(10/185); 5/11/2012 tarih ve 6558 sayı ile Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu ve arkadaşlarının taşeron işçilerin problemlerinin belirlenmesi;
19/2/2013 tarih ve 9766 sayı ile Elâzığ Milletvekili Enver Erdem ve
arkadaşlarının Karayolları Genel Müdürlüğünde çalışan taşeron işçilerin
sorunlarının belirlenmesi; 10/4/2013 tarih ve 11604 sayı ile Mersin
Milletvekili Ali Öz ve arkadaşlarının ülkemizde taşeron işçilerin sorunlarının
belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş
oldukları Meclis araştırması önergelerinin,
CHP Grubunun, 12/9/2013
tarihinde Kocaeli Milletvekili Haydar Akar ve 22 milletvekilinin Kocaeli’de
bulunan limanların durumları ve bu limanların yaratmış oldukları sorunların
tespit edilerek bu sorunlara çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin (1012
sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak,
Genel Kurulun 12 Kasım 2013
Salı günkü (bugün) birleşiminde okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul
edilmedi.
AK PARTİ Grubunun, Genel
Kurulun çalışma saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine, 480
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden
sonra kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın BDP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına,
Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanına,
Bingöl Milletvekili İdris
Baluken, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın ve Ankara Milletvekili Fatih
Şahin’in BDP grup önerisi üzerinde yaptıkları konuşmaları sırasında BDP
Grubuna,
Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in AK PARTİ grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşması sırasında Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanına,
Tunceli Milletvekili Kamer
Genç, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı
konuşması sırasında şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Erdoğan
Toprak’ın, (2/1318) esas numaralı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesinin görüşmeleri tamamlandı.
Yapılan oylamalar sonucunda
karar yeter sayısı bulunmadığından, alınan karar gereğince, 13 Kasım 2013
Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere 20.37’de birleşime son verildi.
Sadık YAKUT
Başkan
Vekili
Muharrem
IŞIK Fehmi KÜPÇÜ Muhammet Bilal MACİT
Erzincan Bolu İstanbul
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye
II.-
GELEN KâĞITLAR
No:
25
13 Kasım 2013 Çarşamba
Teklifler
1.- Van Milletvekili Aysel
Tuğluk'un; 6411 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Teklifi (2/1830) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.10.2013)
2.- Kars Milletvekili Mülkiye
Birtane'nin; Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Tarım Kredi
Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan Toplu Köy İkrazatı/Grup Kredilerinden
Doğan Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/1831) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.10.2013)
3.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1832) (Anayasa; İnsan
Haklarını İnceleme ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 01.11.2013)
4.- Cumhuriyet Halk Partisi
Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; 5174 Sayılı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/1833) (Adalet ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
01.11.2013)
5.- İstanbul Milletvekili
Melda Onur'un; 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1834) (Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 01.11.2013)
6.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi'nin; TBMM İçtüzüğünün 51'inci Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında
İçtüzük Teklifi (2/1835) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
04.11.2013)
7.- Kocaeli Milletvekili
Mehmet Hilal Kaplan'ın; 6305 Sayılı Afet Sigortası Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1836) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)
8.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Volkan Canalioğlu'nun; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1837)
(Kadın Erkek Fırsat Eşitliği; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)
9.- İstanbul Milletvekili
Sedef Küçük'ün; 2820 Sayılı Seçim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/1838) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile Anayasa Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 04.11.2013)
10.- Kastamonu Milletvekili
Emin Çınar'ın; 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1839) (Adalet ile
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 06.11.2013)
11.- Barış ve Demokrasi
Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in; Bingöl İlinin
Adının Çewlig Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1840) (İçişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 06.11.2013)
12.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal'ın; Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/1841) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
06.11.2013)
13.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 1111 Sayılı Askerlik Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1842) (Milli Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 07.11.2013)
14.- Kocaeli Milletvekili
Mehmet Hilal Kaplan'ın; Harçlar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/1843) (Anayasa ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 07.11.2013)
Raporlar
1.- Türkiye Cumhuriyetine
Şanhay İşbirliği Örgütünün Diyalog Ortağı Statüsü Tanınmasına İlişkin
Muhtıranın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/800) (S. Sayısı: 494) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013)
(GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/802) (S. Sayısı: 495) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Fas Krallığı Arasında Deniz Balıkçılığı ve Kültür Balıkçılığı İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/803) (S. Sayısı: 496) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013) (GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Kültür ve Sanat Alanında
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/804) (S. Sayısı: 497) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013)
(GÜNDEME)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Balıkçılık Alanında İşbirliği
Konulu Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/812) (S. Sayısı: 498) (Dağıtma tarihi:
13.11.2013) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Tarım Alanında İşbirliği
Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/822) (S. Sayısı: 499) (Dağıtma tarihi: 13.11.2013)
(GÜNDEME)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes ve 21 Milletvekilinin, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde
ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil davalarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/775) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.04.2012)
2.- BDP Grubu adına Grup
Başkanvekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın, yolsuzlukla mücadele
konusunda gerekli çalışmaların yapılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/776) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.04.2012)
3.- BDP Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan'ın, okullardaki temizlik ve sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/777) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.04.2012)
13 Kasım 2013 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 16’ncı Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Kars’ın
sorunları hakkında söz isteyen Kars Milletvekili Mülkiye Birtane’ye aittir.
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane’nin, Kars’ın sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması
MÜLKİYE BİRTANE (Kars) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kars’ın sorunlarını paylaşmak için söz
aldım. Sizleri ve ekranları başında bizi izleyen tüm halkımızı ve Karslı
hemşehrilerimi saygıyla selamlıyorum.
Seçim bölgem olan Kars’ın
sorunlarını 2011 genel seçimlerinden bu yana hem gündem dışı konuşmalarla hem
de diğer yasama faaliyetleri çerçevesinde dile getiriyor, Hükûmetin dikkatini
çekmeye çalışıyorum. Kars, otuz yıl öncesine kadar, Türkiye için ekonomik gelir
vadeden, bu potansiyeli tarım, hayvancılık ve turizm açısından taşıyan sayılı
iller arasındaydı. Şimdi ise, ilin sosyoekonomik durumu içler acısı. Süt
fabrikası, deri fabrikası, Et Balık Kurumu kapatılmış, yem ve şeker
fabrikasının üretimi yüzde 90 düşmüştür. İlin hayvancılık potansiyelini açığa
çıkaracak et, süt entegre tesisleri için bir adım atılmazken, Kars halkı
akıbeti belli olmayan ve aynı zamanda Karslının gerçek ihtiyacının dışında olan
Bakü-Tiflis-Kars tren yolu ve lojistik merkez hikâyeleri ile 2011 yılından beri
uyutulmaya çalışılıyor. Sınır kapısı kapalı olan tek il konumundaki Kars ilinin
Ermenistan sınır kapısı neden ticarete açılmıyor?
İlde henüz altyapı ve içme
suyu yok. Mahallelerde günde iki üç saat içme suyu olarak tüketime uygun
olmayan su veriliyor. Belediye, kent merkezindeki yol çalışmalarını dahi
tamamlamış değildir. Kentte otopark, umumi tuvaletler, kaldırımlar yok. Ara
sokakların çoğu hâlâ topraktır ve kentli çamur ve tozdan muzdarip. Kışın kent
merkezi buzlarla kaplanıyor, kar temizleme çalışmaları yok denecek kadar az.
Kent merkezi çöplerle dolu, tarihî mekânlar çöp sahası olmuş. Karadağ Mahallesi
başta olmak üzere, birçok mahallede çöp yığınları mevcut. Mikroba bağlı ölüm ve
hastalanmalar had safhada.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; daha önce ilin çöp sorununu Meclise taşıdığımızda ödenek
olmadığı cevabını almıştık. İyi de bir kentin çöp toplama sistemi yoksa,
yolları yoksa, otoparkı yoksa, altyapısı bulunmuyorsa, içme suyu yoksa, o hâlde
belediyesi neden var? Belediyenin işi rant peşinde koşup yakınlarına fırsat
kapısı açmak mıdır? Bir şirkete para kazandırmak için Kars’ın kent merkezindeki
kırk yıllık ağaçların kesildiğini biliyor musunuz? Kent merkezindeki caddeler
çukurlarla doludur. Belediye hizmet vermiyor. Üstelik, tarihî eserleri, doğal
çevreyi tahrip ediyor. Kars Çayı kirlilikten yok olmak üzere. Tarihî yapılar
döküntü hâline gelmiş, Kars Kalesi zar zor ayakta kaldı. Çevresindeki tarihî
yapılar birer birer yok oldu. Tarihî evlerin hepsi yıkıntı hâlinde. Ani antik
kentinin her tarafında altın araması yapılmış, çobanlar hayvanlarına barınak
olarak kullanıyor. Başta Sarıkamış Katerina Köşkü olmak üzere, önemli tarihî
yapıların hiçbiri hak ettiği değeri görmüyor. Ayrıca, Sarıkamış’ta kışın kış
turizmini, yazın yayla turizmini geliştirmek için ciddi ve sürekli bir çalışma
bulunmamaktadır.
İl Özel İdaresinin sorumlu
olduğu alanlarda da binlerce sorun mevcuttur. Köy yolları, su depoları, hayvan
içme suyu göletleri, elektrik kesintileri sorunları vardır. Köylerin çoğunun
-yüzde 60 oranında- suları arsenikli durumda. Merkez köylerinden Ölçülü,
Yalınkaya, Derecik, Tekneli, Halefoğlu köyü; Selim’in ilçe merkezi dâhil olmak
üzere Başköy, Kırkpınar, Koşapınar; Sarıkamış’ın Şehitler ve İstasyon
mahalleleri; Arpaçay’ın, Susuz’un yol sorunları, binlerce sorun önümüzde
durmaktadır. Kağızman’ın Çiçekli köylüleri ile bugün konuştum, köyün elektrik,
yol ve su problemi için çözüm bekliyorlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sorunlar saymakla bitmez. Kars’ın durumu açıkça ortadadır.
2011 seçimleri üzerinden üç yıl geçecek, Kars halkı vaatlerden başka bir şey
görmedi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MÜLKİYE BİRTANE (Devamla) –
Caddeler kapılarına kilit vurmuş dükkânlarla doludur. Köylüler üretimden
tamamen koparılmıştır. Hükûmet Kars’ın sorunlarını gündeme almalı ve çözüm
yolları aramalıdır.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı ikinci söz,
minibüsçüler ve kent içi ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Kocaeli
Milletvekili Haydar Akar’a aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, minibüsçülerin problemleri ile
kent içi ulaşım sorun-larına ilişkin gündem dışı konuşması
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Çok değerli milletvekili,
gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulmayan ama Türkiye’nin tüm
illerinde, ilçelerinde vatandaşların sık sık karşılıklı diyaloglara girdiği
minibüsçü esnafının problemlerinden bahsetmek istiyorum.
Öyle bir şey ki bu minibüsçü
esnafı, devletin olmadığı yerde, belediyelerin olmadığı yerde taşıma
hizmetlerini yapan, bütün ağır işleri bunlara yüklediğimiz bir esnaf grubundan
ki bu, bizim kamuoyunda ve Mecliste çok
da esnaf grubu olarak da görülmez,
“minibüsçüdür” deriz, geçeriz. Bu insanlar sabah altıda kalkarlar, gecenin saat
birine kadar hizmet ederler, bir devlet hizmeti yaparlar, kamu hizmeti
yaparlar, insanların ulaşabilecekleri yerlere kolayca ulaşması için çaba sarf
ederler. Sadece sabah altıdan gece bire kadar mı? Bunların hafta sonları da
yoktur. Haftanın yedi günü de çalışırlar ve devlet tarafından horlanan ve
ötekileştirilen bir esnaf grubudur. Niye böyle söylüyorum? Çünkü, zabıta ve
polis bunları gelir grubu olarak görür, ceza yazar, sürekli yazar ve bunlar
üzerinden devlete bir gelir kapısı açılmıştır;
hatta, bütçede bir kalem vardır. Bu bütçedeki, kalemdeki bu geliri de
minibüsçü esnafı üzerinden tamamlamaya çalışırlar. Yine, kentlerde,
belediyelerin beceremedikleri, ulaşım hizmetini veremedikleri en kötü
güzergâhlar bunlara tahsis edilir ve burada çalışmaları istenir. Yine,
çocuğumuzu, canımızı emanet etmiş olduğumuz bir esnaf grubudur bunlar da.
TÜİK verilerine göre,
Türkiye’de şehir içi ulaşımında hizmet veren 167 bin minibüsçü esnafı vardır ve
bunların tüm ailesiyle birlikte yaklaşık 1 milyon kişi bu meslek grubundan
gelirlerini sağlarlar ve çoluk ve çocuğuna, evlerine ekmek götürürler. Tabii, bunların
en büyük problemlerinden bir tanesi bedava taşıdıkları kalemlerdir yani bedava
taşıdıkları meslek gruplarıdır, bedava taşıdıkları insanlardır ya da indirimli
taşıdıkları insanlardır. Biliyor musunuz, tam 17 ayrı grubu bedava veya
indirimli taşıyorlar bu insanlar, 17 ayrı grubu. Ne var bunun içinde?
Engelliler var. Ne var bunun içinde? Polisler var, postacılar var, jandarma
var, zabıta var; tam 17 kalem bunlar. Peki, bunun karşılığında, bu kamu görevi
karşılığında bir indirim alıyorlar mı? Hayır, hiçbir indirimleri yok. Ayda bir
zam yaptığınız mazottan bir sübvansiyon alıyorlar mı? Bu da yok. Sadece, ne
yapıyorlar bir kamu görevi yapıyorlar. Benim kentimde tam 20 bin kişi bedava
taşınıyor arkadaşlar. 1 milyon 700 bin nüfuslu kentte 20 bin kişi bu esnaf
grubu tarafından bedava taşınmaktadır. Peki, bu esnaf grubu çeşitli kanunlar
çıkarılırken korunuyor mu, kollanıyor mu? En son çıkartmış olduğunuz ve bütün
araçların engelli rampalı olmasına karar verilen bir kanunla bütün bu minibüsçü
esnafının araçlarının değiştirilmesi
istenmiştir. 150 bin TL ile 250 bin TL arasında değişen fiyatlardaki araçları
yenilemek zorunda kaldılar. Peki, engelliler kendileri için araç
aldıklarında ÖTV ve KDV indiriminden yararlanıyorlar ama
engelliler için araçlarını değiştiren bu esnaf grubu bundan yararlanamıyor.
Yine, eski araçlarına rampa
yaptıranlar 2,5-3 bin liraya mal olan rampalarını yine ruhsat vermiş olduğunuz
birkaç şirketten değiştirmek zorunda kaldıkları için 10-15 bin TL’ye
değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bunlar gerçekten sıkıntılı.
Yine, belediyeler bu
minibüsçü esnafından koltuk başına 2 bin TL bir para alıyor, 2 bin TL. Yalnız,
bu rampalar bu minibüslere konduğunda 2 ila 7 tane koltuk çıkmak zorunda yani 4
bin TL ile 28 bin TL arasındaki bir parayı, belediyeler daha önce tahsil
ettikleri parayı iade etmek zorundalar ama maalesef iade etmiyorlar.
Yine, trafik sigortası… Yüzde
300 artırdınız. 600 liraya yaptıkları trafik sigortalarını 3 bin TL’ye, 5 bin
TL’ye yapmaya başladılar.
Son zamandaki moda da
Kentkart, Akbil gibi, belediyelerin elektronikleştirme çabaları ve üzerine
alınan yüzde 5 komisyon yani bunca üzerine binilmiş minibüs esnafının
kazançlarından bir de belediyeler ayrıca yüzde 5 tahsil ediyorlar. Hafta
sonları bu tahsil edilen paralar ödenmiyor. Ayrıca, belediyenin cebine giren
paralar ve bu komisyondan yararlanan insanlar var.
Bu dileklerimle, bu
esnafların da problemlerinin görülmesi dilekleriyle, minibüse bineceğinize
minibüsçünün sırtına binmişsiniz ve gidiyorsunuz diyorum, nasıl halkın sırtına
binmişseniz aynı şekilde de minibüsçünün sırtına binmişsiniz diyorum. Umarım bu
konuda duyarlı olursunuz diyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Saygılar, sevgiler sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı üçüncü söz, Uzun
Mehmet’in taş kömürünü buluşu ve taş kömürünün Zonguldak ekonomisindeki katkısı
hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’a aittir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
3.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, 8 Kasım Uzun Mehmet’i Anma
ve Kömür Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 8 Kasım Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Günü
dolayısıyla gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
birçok tarihî gün vardır, resmiyette var olsa da, söz konusu yörede bilinse de
toplumun genelinde pek bilinmez. 8 Kasım da o önemli günlerden biridir. Ne
olmuş 8 Kasımda?
Osmanlı Devleti, Avrupa,
Asya, Afrika gibi çok geniş bir yelpazede iç isyanlar ve savaşlarla mücadele
ediyor. Buralara asker, silah, teçhizat yetiştirmek zorunda. Bu ihtiyaçları
yerine ulaştırmak için kullandığı gemi ve trenler kömürle çalışıyor. Osmanlı da
kömürü dışarıdan alıyor, zaten çökmekte olan ekonomisinin parasının çoğu kömür
alımına aktarılıyordu. Bu zor ve çaresiz durumda askerden izne gelen Uzun
Mehmet, Zonguldak’taki Karadeniz Ereğli ilçesinin sınırları içerisinde bulunan
Neyren Deresi civarında bulduğu taşları ocağa atması ve taşların yandığını
görmesiyle taş kömürü bulduğunu anlamış ve bunları İstanbul’da saraya götürmüş.
Padişah tarafından kendisine 5 bin kuruş verilmiş ve hayat boyu 600 kuruş aylık
bağlanmıştır. İşte, Uzun Mehmet’in Neyren Deresi’nde kömürü bulduğu tarih 8
Kasım 1829 olarak kayıtlara geçmiştir.
Gerçek olan, ülkemizde
metalürjik özelliğe sahip taş kömürünün yalnızca Zonguldak ve civarında
üretildiğidir. Cefakâr Zonguldak halkı yüz seksen dört yıldır bu taş kömürünü
canını vererek, kanını dökerek üretiyor, Türkiye ekonomisine büyük katkıda
bulunuyor.
Zonguldak, kömür sayesinde
büyümüş ve kömür sayesinde tanınmıştır. Zonguldak insanı, yeri geldiğinde
kanunlarla zorunlu olarak asker dipçiğiyle ocaklara sokulmuş, kömür üretimi
yaptırılmıştır.
Zonguldak kömür sayesinde o
kadar önem kazanmıştır ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kanunla ilk
kurulan vilayet olmuştur. Uzun Mehmet tarafından 8 Kasım 1829’da taş kömürünün
bulunmasıyla Zonguldak, Türkiye'nin stratejik önemi en fazla olan illeri
arasında yer almıştır.
Bu madenler binlerce kişiye
ekmek, iş, aş verdi, ekonomiye katkıda bulundu sadece ekonomiye değil,
bölgemizin sosyal ve kültürel yaşantısına hayat verdi. Bugün ocaklarımız
maalesef istediğimiz kapasitede, istediğimiz istihdam sayısında çalışmıyor.
Bunda belki en önemli sebep verimli bir çalışma ortamını sağlayamamış
olmamızdır. Bunun nedenleri, niçinleri geçmişte de günümüzde de tartışıldı.
Gerek insanımız gerekse ülkemiz, bölgemiz için ortak çözüm üretmek
mecburiyetindeyiz.
Bizim dönemimizde Türkiye
Taşkömürü Kurumuna 4.651 işçi alınmıştır. Yeni işçi alımı için görüşmelerimiz
devam etmektedir. Taş kömürü, bölgemiz için çok önemlidir. Kömür ocaklarının
işletmeye açılması ve devletimiz tarafından işletilmeye başlaması, Ereğli’de
ERDEMİR’in, Karabük’te KARDEMİR’in kurulması, ardından Tersaneler Bölgesi’nin
yapılanması hep o kara taşın, taş kömürünün eseridir. Bizi ısıtan, sanayide
çeliği eriten, fabrika bacalarını tüttüren taş kömürünü çıkartmak için yerin
yüzlerce metre altında alın teri döken işçilerimize şükran borçluyuz. Bu
nedenle, emeğimizle, taş kömürümüzle gurur duyuyoruz. Taş kömürü sanayi için
vazgeçilmezdir, öyle de kalacaktır. Hükûmetimizin politikaları ile hak ettiği
noktalara gelmeye devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimi bitirirken, bugüne kadar madenlerde hayatını
kaybetmiş bütün maden şehitlerine Allah’tan rahmet dilerken yüz seksen dört yıl
önce Zonguldak’ta taş kömürünü bulan Uzun Mehmet’i saygıyla anıyorum.
Madenlerde canı pahasına alın teri döken tüm madencilere yüce Yaradan’ın
kolaylıklar vermesini diliyorum. Sabahları her gün evden çıkarken çoluk
çocuğuyla helalleşip işe giden, ocaktan her çıkışta “Geçmiş olsun.” sözleriyle
çıkan Zonguldak halkı ve madenciler adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Hamzaçebi, söz
talebiniz var.
Buyurun.
IV.-AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Tekirdağ’ın düşman
işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün Tekirdağ’ın düşman
işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümü. Böyle bir günde tüm Tekirdağlıları
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.
Tekirdağ, önce Balkan
Savaşları sırasında bir yıl süreyle, daha sonra da Kurtuluş Savaşı sürecinde
bir buçuk yıl süreyle olmak üzere toplam iki buçuk yıl süreyle düşman işgalinde
kalmıştır. Daha sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde milletimizin,
Tekirdağlıların vermiş olduğu kurtuluş mücadelesi sonucunda düşman işgali
Tekirdağ’da sona ermiş ve cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türkiye
Cumhuriyeti’ndeki onurlu yerini almıştır.
Bu vesileyle Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ü saygıyla, şükranla anıyor, tüm Tekirdağlıları ve onların
mücadelesini Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgi ve saygıyla selamlıyor,
kucaklıyor, saygı duyuyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ve 21 milletvekilinin, mülkiyeti
Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan
ecrimisil davalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/775)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Mülkiyeti Vakıflar Genel
Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan ecrimisil
davalarının araştırılarak, davaya konu olan anlaşmazlıkların ortadan
kaldırılmasına yönelik tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç
Tüzük’ün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını
arz ederiz.
1) İhsan Özkes (İstanbul)
2) Metin Lütfi Baydar (Aydın)
3) Mahmut Tanal (İstanbul)
4) Veli Ağbaba (Malatya)
5) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
6) Haydar Akar (Kocaeli)
7) Hurşit Güneş (Kocaeli)
8) Mehmet Şeker (Gaziantep)
9) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10) Gürkut Acar (Antalya)
11) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
12) Hülya Güven (İzmir)
13) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
14) Namık Havutça (Balıkesir)
15) Hasan Akgöl (Hatay)
16) Muharrem Işık (Erzincan)
17) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
18) Osman Aydın (Aydın)
19) Arif Bulut (Antalya)
20) Erdal Aksünger (İzmir)
21) Tolga Çandar (Muğla)
22) Kazım Kurt (Eskişehir)
Gerekçe:
Diyanet İşleri Başkanlığının
son verilerine göre Türkiye'de 52.778 camide lojman (meşruta) bulunmaktadır.
Cami lojmanları, din görevlilerinin ikameti amacıyla halkın katkılarıyla
yapılmış yerlerdir. Bu cami lojmanlarının bir kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde
olup, kullanımı ise Diyanet İşleri Başkanlığına aittir. Lojmanların bakım,
onarım ve ihtiyaçlarının giderilmesi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından
gerçekleştirilmekte olup bu hizmetleri cami görevlileri yerine getirmektedir.
Dolayısıyla cami meşrutalarının ayakta kalabilmesi, cami imam ve müezzinleri
gibi görevliler eliyle mümkün olabilmiştir.
Vakıflarda “hayrat” ve “akar”
olmak üzere gayrimenkullerle ilgili iki statü vardır. Camiler hayrat statüsünde
olup, dükkân ve iş hanı gibi gelir getiren yerler akar statüsündedir.
Dolayısıyla cami meşrutaları din görevlilerinin ikameti için tanzim edilen
yerler olması münasebetiyle gelir getiren akar olarak değerlendirilmesi yapılış
ve kullanım amacına uygun düşmemektedir.
Son yıllarda, özellikle
6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı Vakıflar Meclisi Kararı’ndan itibaren cami
meşrutalarının kullanım durumlarıyla ilgili sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu
meşrutalarda Diyanet İşleri Başkanlığının kullanım hakkı çerçevesinde ikamet
eden din görevlileri işgalci durumuna düşürülmüştür. Son on yıl içerisinde
Vakıflar Genel Müdürlüğünün işgalci olarak gördüğü bu din görevlileri hakkında
birçok ecrimisil davası açılmış olup, geriye dönük yüksek bedeller ödemeyle
karşı karşıya bırakılmışlardır. Camilerde hizmet veren din görevlilerinin
ikamet etmesi amacıyla yapılan meşrutahanelerin gelir elde etme amacı
doğrultusunda statülendirilmesi, bu yerlerin korunması yönünde de sıkıntılara
yol açacaktır. Camiler vakfiye yapılar olup cami meşrutahanelerinin camilerden
ayrı bir statüde değerlendirilmesi doğru değildir.
6/1/1999 tarih ve 1089/16
sayılı Vakıflar Genel Meclisi Kararı’nın 2/a maddesinde düzenlenen meşrutaların
kullanım şeklinin, Diyanet İşleri Başkanlığının 16/5/2001 tarih ve 7176 sayılı
yazısıyla yeniden değerlendirilmesi talep edilmiştir. Bu talep doğrultusunda
Vakıflar Genel Müdürlüğünün 3/8/2001 tarih ve 1003 sayılı oluruna istinaden
oluşturulan komisyonca 6/1/1999 tarih ve 1089/16 sayılı Vakıflar Meclisi
Kararı’nın 2/a maddesinin "a) Meşrutanın, vakfiye şartlarına uygun olarak
kullanılmasına" şeklinde değiştirilmesine 22/8/2001 tarihinde oy
birliğiyle karar verilmiştir. Bu karardan da anlaşılacağı üzere cami
meşrutalarında ikamet eden imam ve müezzinler aleyhine açılan ecrimisil
davalarının kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin
18/10/1966 T. 965/9207 E. 9084 K. sayılı kararında "cami
meşrutahanelerinden kira istenemeyeceği" karara bağlanmıştır. Yine Fatih
1. Sulh Hukuk Mahkemesi 2010/343 esas no ve 2011/728 karar no.lu 07/07/2011 tarihli
emsal olabilecek kararında "Vakıflar Genel Meclisinin 22/8/2001 tarihli
kararının davalıların meşrutalarda oturmasına muvafakat niteliğinde olduğuna,
bu nedenle haksız işgal sonucu talep edilebilen ecrimisile karar vermeye olanak
bulunmadığına" hükmetmiştir.
Ayrıca dava konusu olan bu
meşrutalarda ikamet eden din görevlileri, Diyanet İşleri Başkanlığı il ve ilçe
müftülüklerinin emirleri veya bilgisi dâhilinde buraları meşruta olarak
kullanmaktadırlar. Meşrutahanelerde ikamet eden din görevlilerine açılan
ecrimisil davalarıyla mağduriyetlerin doğması söz konusudur. Din görevlileri
belirlenen meblağları ödememeleri durumunda tahliye edilme tehdidiyle karşı
karşıya kalmaktadırlar. Lojmanlardan tahliye edilerek buraların başka kurumlara
veya kişilere kiraya verilmesi kamuoyunda güven kaybına yol açacaktır.
Yukarıda sunulan ve araştırma
sırasında belirlenecek nedenlerle, Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca, mülkiyeti
Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait yerlerde ikamet eden din görevlilerine açılan
ecrimisil davalarının araştırılarak davaya konu olan anlaşmazlıkların ortadan
kaldırılmasına yönelik tedbirlerin belirlenmesi için Meclis araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
2.- BDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, yolsuzlukla mücadele konusunda yapılması gerekenlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/776)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Yolsuzlukla mücadele
konusunda gerekli çalışmaların yapılması için Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün
104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını arz ve
talep ederiz.
Hasip
Kaplan
Şırnak
BDP
Grup Başkan Vekili
Gerekçe:
Türkiye'de 81 il özel
idaresi, 3.226 belediye, 34.600 köy, binin üzerinde mahalli idare birliği,
bünyesinde bilinmeyen sayıda işletme, çoğunluğu belediyelere ait bine yakın
şirket, 50'ye yakın vakıf, yine bilinmeyen sayıda döner sermaye ve fon
bulunuyor. Belediyelerde şirketler hariç 450 bin, özel idarelerde 10 bin
personel istihdam ediliyor. Böyle bir kamu örgütlenmesini merkeziyetçi
anlayışla yürütmek mümkün değil. Mali yapı karmaşık ve verimsiz, yerel vergi
tabanı düşük, Hazinenin belediyelerin dış borçlanmasına sağladığı garantiler
mali disiplini bozuyor, belediyelerde sağlıklı bir borç yönetimi
bulunmamaktadır.
Dünya Bankası desteğiyle
Hazinede yürütülmekte olan "Türkiye'de kamuda etkin yönetimin sağlanması
ve yolsuzluğun önlenmesine yönelik reform ve politikalar" konulu çalışmada
yolsuzlukla mücadeleye dönük 16 değişik alan belirlendi. Bu konularda mevcut
durum ve yapılması gerekenler de detaylı bir şekilde ortaya kondu. Yapılan
çalışma sonucu, yolsuzlukla mücadele mevzuatının caydırıcı olmadığı, kamuda
ücret adaletsizliği yaşandığı, kara para takibinin zor olduğu, ihale, personel
rejimi, denetim, sağlık, gümrük, mahalli idare reformlarının yapılmasının
zorunlu olduğu belirtilmektedir.
AB 2009 İlerleme Raporu’nda,
yolsuzlukla mücadele konusunda sınırlı ilerleme kaydedildiğine, Avrupa Konseyi
Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) tavsiyelerinin dikkate alınmasına,
Kamu Görevlileri Etik Kurulunun etkili çalışmadığına, milletvekili
dokunulmazlıklarının yolsuzluklara ilişkin davalarda sınırlandırma getirdiğine
dikkat çekilmektedir.
Türkiye'nin kamu muhasebe
sistemi ihtiyaca cevap veremez hâle gelmiştir. Bütçenin bir yansıması olarak
aşırı derecede bölük pörçük bir görüntü sergilenmekte, zamanında ve kapsamlı
bilgi sunmada yetersiz kalınmaktadır.
Kamu satın alma (ihale)
sistemi reformu yeterli değildir. Bütçenin kapsam ve şeffaflığının uygun
politikaların üretilmesine ve performans değerlendirmesi yapmaya olanak verecek
şekilde genişletilmesi. Mevcut bütçe yapısı, kamu gelir ve harcamalarının
önemli bir bölümünü dahi kapsamıyor.
Türkiye'de kamu hizmetlerinin
yapısı ve işlevleri ekonominin gelişme hızını yakalamamaktadır. Kamuda ücretler
rekabet esasına göre belirlenmemekte ve eğitim fırsatları sınırlı kalmaktadır.
Kamu denetimi uluslararası
standartlara göre yetersiz kalıyor. İdari denetime ağırlık veriliyor,
performansa ya çok az ya da hiç önem verilmiyor. Uluslararası standartlara
uygun bir denetim reform programı geliştirilmedi. Bankacılığa ilişkin yasal,
düzenleyici ve uygulamaya yönelik sistem yetersizdir.
Türkiye'deki sağlık
hizmetleri çok karmaşık bir yapıda ve ihtiyacı etkin şekilde karşılamaktan
uzaktır. Sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizlikler gözlenmekte, kaynaklar
verimsiz kullanılmakta, yönetimde etkinlik sağlanamamaktadır. Gümrük
teşkilatının yeniden yapılanması, işlemlerin kolaylaştırılması, gümrüklerde
etkin denetimin sağlanması, bilgisayar ağının güçlendirilmesi ve gümrük
kapılarının modernize edilmesi gerekli.
Cumhuriyet başsavcılıkları ve
mahkemelerin iş yükü fazlalığı ve uzmanlaşmanın eksikliği, soruşturma ve
davaların makul sürede sonuçlandırılmasını engelliyor. Yargıtayda iş yükü
nedeniyle binlerce dava zaman aşımına uğramıştır. Mahkemeler, cumhuriyet
başsavcılığı ve kolluk teşkilatı çağdaş düzeyde yapılandırılmadığı, ekonomik ve
mali suçlarda uzmanlaşmaya gidilmediği için ilgili birimler teknik donanım,
personel bakımından yetersizdir.
Kara paranın aklanması ile
etkin mücadele yapılamamaktadır. Kurumların bünyelerinde merkezî veri tabanı
bulunmayışı tam ve zamanında bilgi edinmeyi engelliyor, mal varlıklarının
takibini zorlaştırıyor. Kara para konusunda Mali Suçları Araştırma Kurulu
yapılanmasından kaynaklanan sorunlar da vardır.
Bu nedenlerle, yolsuzlukla
mücadele için Meclis araştırma komisyonu kurulmasında yarar bulunmaktadır.
3.- BDP Grubu adına, grup başkan vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, okullardaki temizlik ve sağlık
hizmetlerinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/777)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Okullarda kamu hizmeti olarak
sunulması gereken temizlik hizmetlerinin yardımcı destek personel kadrosu
yetersizliği, taşeron şirketler üzerinden hizmet alımı ve okul aile birlikleri
aracılığıyla velilerin sırtına yüklenmesi çocuklarımızın sağlıklı bir ortamda
eğitimlerine devam etmelerini engellemekte, eğitimi ticarileştirmekte ve
eşitsizlikleri arttırmaktadır. Okullarımızda yaşanan, çocuklarımızın,
ailelerimizin ve eğitim emekçilerinin sağlığını tehdit eden bu sorunun
nedenleriyle birlikte araştırılıp kamusal çözümlerin geliştirilmesi amacıyla
Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince
Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan Hasip Kaplan
Grup Başkan Vekili Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
Birçok okulda yeterli
temizlik personelinin ve hizmetlinin bulunmaması halk sağlığını tehdit eder bir
nitelik kazanmıştır. Çocuklarımızın temiz bir ortamda eğitimlerini sürdürüp bu
temizliği bir yaşam biçimi hâline getirmelerini sağlamak eğitim kurumlarının
temel görevlerindendir.
Uygulanmakta olan norm kadro
sistemi ile okullardaki yardımcı destek personel kadrosu en aza indirilerek,
okullar hizmetsiz bırakılmıştır. Hizmetli kadrolarına "Kaynak yok."
gerekçesiyle atama yapılmamaktadır. Taşeron şirketler üzerinden temizlik
işlerinin yaptırılması eğitim sistemini ticarileştirmektedir.
MEB bilgilerine göre yaklaşık
25 bin kurumda hiç kadrolu hizmetli bulunmamaktadır. Okulların temizlik gibi en
temel problemlerinin çözümüne yönelik hiçbir düzenleme yapılmamış olması,
özellikle okul yöneticileri ile velileri karşı karşıya getirmekte, okul
idarelerini veliden sürekli para isteyen bir mekanizma hâline dönüştürmektedir.
Öğrencilerden zorunlu olarak toplanan paralarla güvencesiz hizmetli
çalıştırılmaktadır. Bu uygulamalar bir taraftan emek sömürüsünü arttırırken,
diğer yandan okullarda verilen hizmetin de aksamasına neden olmaktadır.
Çocuklarımızın sağlığının bir
maliyet sorunu olarak ele alınması eğitimde eşitsizlikleri derinleştirmekle
birlikte, çocuklarımızın, ailelerimizin ve eğitim emekçilerinin sağlığını
tehdit etmektedir.
Bugün okulların tamamının
büyük bir ihtiyaç duyduğu eğitim öğretim dışında kalan temizlik, sağlık,
güvenlik, teknik personel ve benzeri gibi ihtiyaçların büyük bir kısmının
devlet tarafından ücretsiz bir şekilde karşılanmadığı, okulların bu konuda
kaderlerine terk edildiği ve kendi kaynaklarını bulmaya zorlandığı ortadadır.
Okullarda eğitim ve öğretim hizmetlerinin yanında temizlik ve sağlık
hizmetlerinin de devlet tarafından sunulması gerekmektedir. Okulları kendi
kaderlerine terk eden, birer ticarethaneye dönüşmesine neden olan ve okullar
arasında derin eşitsizlikler yaratan bu uygulama kabul edilebilir değildir. Bu
nedenle, okullarda temizlik hizmeti alanında yaşanan soruların neler olduğunun tespit
edilmesi, bu hizmetin devlet tarafından karşılanarak çocuklarımızın daha
sağlıklı ve temiz ortamlarda eğitim alabilmeleri için neler yapılması
gerektiğinin tespiti ve Milli Eğitim Bakanlığına düşen görevlerin belirlenmesi
için bir Meclis araştırması komisyonunun kurulması oldukça önem arz etmektedir.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, BDP Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris
Baluken tarafından 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde
yaşanan katliam ve köy yakma olaylarının ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme
ve hakikatlerin açığa çıkarılması amacıyla 12/11/2013 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel
Kurulun 13 Kasım 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
13/11/2013
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 13/11/2013
Çarşamba günü (bugün) -yaptığı toplantısında- toplanamadığından grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
12 Kasım 2013 tarihinde
Bingöl Milletvekili Grup Başkan Vekili İdris Baluken tarafından (4295 sıra
no.lu) 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşanan katliam ve köy
yakmaların ortaya çıkarılması, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin açığa çıkarılması
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin
önüne alınarak 13/11/2013 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Sırrı Sakık, Muş Milletvekili. (BDP
sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yeniden, faili meçhul
cinayetler ve köy yakmalarıyla ilgili bir Meclis araştırması önergesiyle ilgili
grubum adına buradayım. Sizi tekrar selamlıyorum.
Daha önce de bu konuda
önerilerimiz olmuştu, önergeler getirmiştik ama hep reddedilmişti. Son
günlerde, aslında, bizim uzun yıllardır seslendirdiğimiz, bizi teyit eden
açıklamalar oldu. Bu açıklamalardan biri… Sabah gazetesinin özellikle üç gün
üst üste yaptığı bir yayın var: “16 İnfazda TİM Aynı.” Yani Sabah grubu çok
önemli bir habercilik yaptı, Aliye Çetinkaya’ya da teşekkür ediyorum, bir
döneme ışık tutan bir çalışma. Burada, cinayetlerin nasıl işlendiğine dair
tanıklık edenlerin ve bu süreç içerisinde, cinayette rol alanların itirafları
var. “Kürt iş adamlarını, Kürt bürokratları nasıl alıp, nasıl katlettiğimizi…”
Açık ve net olarak bu konuda itirafları vardır. Ankara Cumhuriyet Savcılığı bir
dava açtı, 1.700 sayfalık bir iddianame hazırlandı ve bu konuda, bu dönemin
aktörlerini tek tek suçluyorlar ve bunlarla ilgili ciddi bir soruşturma var. Hemen
arkasından, Kürt coğrafyasında bu aktörler nerede cinayet işlediler? Ankara ve
İstanbul’da, Kürt iş adamlarına karşı. Hemen arkasından, bir askerin itirafı
var; Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına bir ifadesinde aynen şöyle söylüyor:
“Yıl 1993. Biz, İstanbul’da görevliydik, askerdik. Bizi alıp götürdüler
bölgeye. Bölgeye bizi götürdüklerinde, bölgede operasyon yapacağımıza dair bize
görev verilmişti ama biz gittik, başımızda komutanlarımız vardı, köylere
gittik. Bizim taburumuzun adı “köy yakma taburu”ydu, “ev yakma taburu”ydu,
binlerce köyü yaktık.” Bu itirafları, bu beyanları Radikal gazetesine, Taraf
gazetesine de yansıdı ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında da bu beyanları
var.
Şimdi, biz de o dönemde bu
yaşanan cinayetlerin tanığıyız. Onlarca kez, buralarda bunları sizlere
getirdik, seslendirdik ama siz, bizim sesimizi duymadınız, çığlığımızı
duymadınız, uzattığımız eli tutmadınız. Bu sorumluların, faillerin bulunması
için çaba sarf etmediniz. Bakın, dün ve bugün gazetelerde var, AİHM’in kararı var.
1994’te, ikinci Roboski olan bir köyde yapılan vahşetten dolayı 2 milyon 305
bin euro Türkiye’yi mahkûm eden bir karar var.
Bu kadar açık ve net olmasına
rağmen ve hemen arkasından, 1993 yılı, Bolu Tugay Komutanı Yavuz Ertürk,
Bolu’dan giden birliklerle gidip bölgede operasyonlar yaptılar, binlerce köyü
yaktılar. Sadece köyleri yakmadılar, Muş Altınova’da Nasır Öğüt, 7 çocuğu, eşi
ve kendisi -anne hamileydi- diri diri yakıldı. Üniformalarıyla gittiler, askerî
araçlarıyla gittiler, helikopterleriyle gittiler ve apoletleriyle gittiler, o
insanları yaktılar diri diri. Bir gece sonra, benim doğduğum Zengök köyüne
gittiler; orada da 5 insanı diri diri yaktılar ve bunlar benim kuzenlerimdi.
Bakın, burada, şu resimler insanlığa karşı işlenen suçlardır. İsim veriyorum.
Katildirler. Onlar yaptılar, üniformalarıyla yaptılar ve bu insanları diri diri
yaktılar. Ben kavas arkadaşlarımızı davet ediyorum: Şu gruplara bu resimleri
verebilirseniz... Bütün gruplara dağıtabilirsiniz.
Yavuz Ertürk Bolu Tugay
Komutanıydı ve bugün, Diyarbakır’da kendisiyle ilgili bir soruşturma var; 11
kez ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor bu zatla ilgili. Oysaki o günden
bugüne kadar, 100 kez buralara bunu getirdik, feryat ettik.
Ve yine, hemen Zengök’ten
çıkıp Şenyayla’ya gittiler. Zengök’te bu vahşeti yaptılar, Şenyayla’ya
gittiler, 11 -yine birçoğu benim yakın akrabamdı- insanı alıp götürdüler,
öldürdüler ve sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bununla ilgili Türkiye’yi
mahkûm etti. Büyük bir mahkûmiyet çıktı ve şimdi soruyorum: Allah aşkına, bu
kadar katillik aşikâr bir şekilde ortadayken savcılar bu kadar ağır cezalarla
bunların cezalandırılmasını istiyor… Ha Ankara’daki aktörler, ha bu Yavuz
Ertürk’le ilgili...
YÖK’ü protesto eden
öğrenciler apar topar tutuklanıyor. Kürt siyasetçiler sadece siyaset yaptıkları
için apar topar tutuklanıyorlar. Yani avukatından gazetecisine, bilim adamına
kadar herkes tutuklanıyor. Peki, bu katiller, bu cinayetlerle ilgili bu kadar
ağır itham altında olanlar nasıl ellerini, kollarını sallayarak dolaşabilirler?
Burada büyük bir tezat vardır. Bu özel yetkili mahkemeler sadece muhaliflerle
ilgili mi görevlidirler? Bakın, bunlar bunu yaparken ne diyorlardı? “Vatanın
birliği ve bütünlüğü için...” Aslında içinde vatan falan yok, bunlar sadece
vatana cepleriyle, mideleriyle bağlıdır. Ankara’da, cinayet işleyen bu
şebekenin, o cinayeti işlediği zaman, o mağdurun cebinden çıkan parayı
paylaşmak için birbiriyle nasıl cebelleştiğine hep tanıklık ettik. Böyle bir
hukuk devleti olur mu? Böyle bir hukuk devleti olmaz. Ve biz, size onlarca kez
bunu getirdik ve siz bize inanmadınız. Sizi bütün inançlarımızla temin ettik,
dedik ki biz olayın tanığıyız, bire bir gördük, bire bir yaşadık ama siz bize
inanmadınız, getirdiğimiz bütün bu araştırma önergelerini reddettiniz.
Şimdi, tarihî bir gün
yaşıyoruz. Bakın, bu kadar açık ve net olarak kamuoyunda artık katiller
biliniyor, bu gök kubbe altında artık gizli saklı bir şey kalmadı. Sizi bu
kutsal kitap adına temin ediyorum ki bildiklerimin belki binde 1’ini
anlatmışımdır, yani daha binde 999’u anlatılmadı. Sizi bugün vicdanınızla baş
başa bırakıyorum. Ya gelip inanacaksınız, öyle boş inanç yok. Bu mağdurun, şu
yakılan insanların hukukunu eğer veremiyorsanız, eğer bugün, burada el kaldırıp
bu Meclis araştırma önergesine oy veremiyorsanız bana inançlardan, bana
İslamiyet’ten bahsetmeyeceksiniz. Biz size yalan söylemiyoruz, doğruları
söylüyoruz ve yaralıyız. Yaralı olduğumuz için de diyoruz ki: Bu Meclis
araştırma önergesi kabul edilmelidir ve adı “devlet”, adı kim olursa olsun, “ama”sız,
“lakin”siz bu topraklarda mağdur edilen insanların hukukunu savunmak hepimizin
boynunun borcudur. Sizi bugün göreve davet ediyorum
Bakın, Sayın Başbakan dün
şunu söyledi: “Bir barış süreci yaşayacağız. Bu barış sürecinde biz, Irak
Federal Bölgesi Kürdistan’ın Başkanı Mesut Bey’le Diyarbakır’da olacağız.”
Önemli bir görüşmedir. Bunu da önemsiyoruz. “Yanında Şivan Perwer olacak.”
diyor. Yanında İbrahim Tatlıses olacak, düet yapacaklar. Şivan Perwer bu
toprakların çocuğu. İkisi de bu topraklarda doğdu ama biri buralarda hayat
bulamadığı için kırk yıldır yurt dışında, kırk yıldır diliyle, kültürüyle,
sazıyla bu mücadeleyi sürdürüyor.
Benim de buradan Şivan’a bir
çağrım var: Bizim acılarımız var. Siz Diyarbakır’a geliyorsunuz. Diyarbakır’ın
acıları var Şivan. Sen, kırk yıl bu mücadeleyi sürdürdün. Sen, bu acılar adına…
Eğer düet yapacaksanız, senin, Paris’te sürgünde ölen Ahmet Kaya’nın naâşı
başında bir parçan vardı, bu parçayı istiyoruz.
(Hatip tarafından kürsüde cep
telefonundan bir kaydın dinletilmesi)
SIRRI SAKIK (Devamla) – Bizim
acılarımız var. Bu topraklarda çok acı yaşandı ve bu acıların seslendirilmesi
gerekir Diyarbakır’ın sokaklarında ve bu acılardan dolayı özür dilenmelidir
eğer barış inşa edilecekse. Sevgili Şivan bu acılara öncülük etmelidir, bunu
seslendirmelidir. Barış ancak bu şekilde inşa edilir.
Diliyorum acılarımıza ortak
olursunuz.
Bu duygularla hepinize
teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Anlaşıldı, bir “Çırpınırdı Karadeniz” de biz çalacağız burada yani. Öyle
görünüyor.
SIRRI SAKIK (Muş) – Çalın.
Siz doksan yıl çaldınız.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bir
doksan daha çalacağız anlaşılan.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Öğretemedik. Öğreneceksin bundan sonra. Doksan birinci yılda, Allah nasip
ederse öğreneceksin.
BAŞKAN – Evet, teşekkür
ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
grup önerisi aleyhinde söz isteyen Mehmet Naci Bostancı, Amasya Milletvekili.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya)
– Çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Keşke Kur’an-ı Kerim burada
kalsaydı ben de gösterseydim. O resimlerin yanına eklenecek başka resimler de
var tabii.
SIRRI SAKIK (Muş) – Var,
doğrudur.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – Belki, bütün resimler bir araya getirildiğinde, bütün o resimlerin
konuşulması üzerinden bu topraklara ilişkin ortak bir adaleti
gerçekleştirebiliriz. Bu, çok önemli.
Değerli arkadaşlar, İnsan
Haklarının altında şiddete ilişkin bir komisyon oluşturduk, Anadolu’yu
dolaştık, şimdi Çözüm Komisyonu olarak çalışmaları sürdürüyoruz. Gittiğimiz
yerlerde, insanlar bize otuz yıllık süre içerisinde yaşananlara ilişkin kendi
tanıklıklarını, gördüklerini, geleceği barış ve çözüm için nasıl biçimlendirmek
gerektiğini anlatıyorlar, aynı zamanda acılarını anlatıyorlar. Bu acılar, bu
topraklarda ne olupbittiğini anlamak bakımından insanların tanıklığına muhtaç.
Elbette gazeteler de yazıyor, bazen televizyonlarda küçük bir enstantane de
gösteriliyor ama gerçeğin onlardan ibaret olmadığını bilelim.
Yaşlı bir kadın gelmişti daha
birkaç gün önce Komisyona. 3 tane çocuğunu dağda kaybetmiş. Oğlu faili meçhul
olmuş -BDP Grubunun verdiği önerge çerçevesinde- kaybolmuş. Oğlundan geriye
sadece bir mendil kalmış. Kadın dedi ki: “Benim torunlarım, 3 torunum, babalarından
kalan tek hatıra olan bu mendile bakarak ağlıyorlar.” Çok önemli. Bunu
anlayamayacak insan var mı, buradaki duyarlılığı, buradaki insaniliği? Elbette,
insani olan her şeyi anlayabildiğimiz ölçüde insan oluruz ve…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Ali İsmail Korkmaz’ı da anlamanızı bekliyoruz, Ethem Sarısülük’ü, Mehmet
Ayvalıtaş’ı da anlamanızı bekliyoruz. Onları öldürenlerin destan yazmadığı bir
ülke istiyoruz biz.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – …herkesi kucaklayacak bir adalet duygusuna ulaşırız.
Aynı kadına sordum, dedim ki:
“Evin kapısı çalındığında, gelmeyen çocuklarından hangisinin geldiğini
düşünüyorsun?” Yüzüne mahzun bir gülümseme çöktü, en küçüğünü söyledi. Bir
annenin duyarlılığından bahsediyorum. Ben de dedim ki: “Bu ülkede, kapıları
çalındığında gelmeyen çocuklarını bekleyen çok anne var.” Türkiye’nin her
tarafında, bu anneler, kapılar her çaldığında, daha mezarlıktan yeni gelmiş
bile olsa, mezarda, orada başında dua okuduğu çocuğunun geldiğini düşünüyor.
Anne yüreği, ümit eder.
Yirmi dört yıl önce şehit
olan bir askerin -tek bir evlat, yirmi dört yıl önce, ismi Kemal- annesi
anlatıyor: “Evladım, her hafta gidiyoruz. Bizim hayatımız aslında mezarlıkta
geçiyor ama yine de umut, ne zaman kapı çalınsa ‘Acaba Kemal’im mi?’ diyorum,
kapıya doğru yöneliyorum, sonra birden duruyorum, biliyorum ki Kemal yıllar
önce hayatını kaybetti.”
Yaşlı bir çift geldi
komisyona, İzmir’de 5 katlı bir apartman dairesinin en üst katında oturuyorlar.
Apartmanda asansör yok ve her gün, o apartmanın 5’inci katına binbir güçlükle
inip çıkıyorlar. Onların da tek evlatları, genç bir teğmen şehit olmuş.
Yakınları demişler ki. “Sizi buradan çıkaralım, daha düzayak bir eve
taşıyalım.” “Hayır, biz burada öleceğiz çünkü çocuğumuzun nefesi hâlen burada.”
demişler.
Bunları niye anlatıyorum?
Acıları yarıştırmak için değil, bu ülkede otuz yıllık süre içerisinde ne
olduğunu görebilmek için anlatıyorum. Faili meçhuller bu genel hikâyenin bir
parçası, bütün parçalarını göreceksin. Adalet talep ediyorsan, bütünüyle bir
adalet talep edeceksin. Adalet iki tarafı keskin bir kılıçtır; sadece
karşıdakini kesmeyeceksin, kendini keseceksin. Bu topraklarda bir çatışma
yaşandıysa, bu bahsettiğim acılar yaşandıysa, bu acılardan çıkışın yolu, her
defasında -çok politik bir dille, kim olursa olsun- sadece kendi acılarından ve
kendi hakkaniyet, adalet duygundan bahsetmek olamaz. Geçmişte bu yanlışlık
yapıldı. Otuz yıl biz bu dramı niçin yaşamaya devam ettik? Çünkü herkes kendi
adaletini istedi. Ben 80 öncesini de yaşadım. Burada var 80 öncesinde o dönemlere
şahit olanlar. Herkes, kendi adaletini istediği ve devleti bu adaleti
gerçekleştirmek için yeterli görmemesi sebebiyle “ihkakı hakk” denilen o
meşrulaştırıcı unsura sığındığı için, şiddet sarmalı Türkiye’yi bir tufan gibi
12 Eylüle götürdü.
Arkadaşlar, aklın bir sınırı
var ama akılsızlığın yok. Sınırlı olan aklımız bu işleri nasıl çözümleyecek?
Başkalarının acısına bakacaksın. Susan Sontag diye bir denemeci vardır, der ki:
“Başkalarının acısına bakmak insaniliktir, ancak başka insanların acılarını,
dertlerini, genel insani bağlamda bütün bu hikâyeleri görebildiğin ölçüde insan
olur ve adaleti bunun üzerine kurabilirsin.” Şimdi, biz bunu yapmaya
çalışıyoruz. Çözüm süreci dediğimiz nedir? Çözüm süreci dediğimiz, bugün, bu
ülkede iki farklı kamuoyuna bölünmüş, duyarlılıkları, hikâyesi, anlatıları,
acıları, kendi içine gömülmüş insanları bir araya getirmek, bu duvarları
yıkmak, toplumun ortak vicdanını kurmak için, çözüm süreci bunun için. Sırrı
bey…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) - Sizin bir araya getirmek istediğiniz proje milleti ayrıştırıyor.
Hocam, sen farkında değilsin memlekette olanın, bitenin.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – Affedersin…
BAŞKAN – Sayın Türkoğlu,
lütfen müdahale etmeyin.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Asıl
sizin anlayışınız bu hâle getirdi.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Veya da ihanetin ortağı, öyle görüyorum ben.
BAŞKAN – Lütfen, sayın
milletvekilleri...
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
İki tarafı da eşit kefeye koyuyorsun ya, bütün geçmişini inkâr ediyorsun Hocam!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ya
ne geçmişi!
BAŞKAN – Sayın Bostancı,
buyurun.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – Yani ben böyle, plastik, ucuz, demagojiye dayanan sözleri aynen
reddediyorum. Ben burada insanlıktan bahsediyorum. (AK PARTİ ve BDP
sıralarından alkışlar) İnsan olduğunuz ölçüde memleketi seversiniz, milliyetçi
olursunuz, bu toprakları kucaklarsınız. Herkesi kucaklamayan bir milliyetçilik
olmaz, herkesi kucaklamayan bir insanlık olmaz. Bu vatanın birliğini nasıl
sağlayacağız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Onun için mi teröristlerle kucaklaşıyorsun?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Katilleri kucaklamak mı milliyetçilik?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Teröristleri kucaklarken, o anlattığın insanların hatırasına hürmetsizlik etme!
Yazık!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) - Kurtuluş Savaşı verdiğimiz Yunanlıları da kucaklayacak mısın?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – Elbette, bu ülkede yaşayan her insanı kucaklayan ve ortak bir adalet
duygusunda buluşturan bir yaklaşım bu ülkenin birliğini ve dirliğini sağlar.
(CHP sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Oraya şehit anasını anlatmaya çıkmışsın, hürmetsizlik yapıyorsun!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Şehit anasına hürmetsizlik yapıyorsun!
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – Elbette konuşacaklar, siz de konuşacaksınız, herkes konuşuyor.
Meydanlarda konuşuyorsunuz, millet de dinliyor, dinliyor ve kararını veriyor.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Millet tokadı vuracak size, hiç merak etmeyin!
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Herkese, “millet” diyoruz ya, hani hep kendisini referans
verdiğimiz, adaletin kaynağı olarak gördüğümüz o millet, işte bu tabloyu
çıkartıyor, bu tabloyu.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Birileri vatan için öldü, öbürü vatana ihanet ettiği için. Aynı kefeye
koyuyorsun! En büyük adaletsizlik budur!
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Ve diyor ki: “Ey bu tablo, bu Meclis bu ülkenin birliğini
sağlasın.” Biz de milletin bize verdiği görevi yapıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, çözüm
süreci inşallah yolunda gidecek.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Yazık, yazık! En büyük adaletsizliği siz yapıyorsunuz!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sokağa çıkamayacaksınız, sokağa! Kaçacaksınız milletten!
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) – İnşallah, bu ülkenin bütün acılarını sona erdirecek bir hakkaniyet
ve adalet durumunu sağlayacağız. Bu ancak sınırları yıkmakla olur.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) -
Devleti çözdünüz, devleti! Sizin çözdüğünüz devlet, çözdüğünüz o.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Bu ancak başkalarının acılarına açık olmakla olur.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Millete silah çekenle, milleti koruyanı aynı kefeye koyuyorsun ya, en büyük
adaletsizlik budur, millete en büyük hürmetsizlik budur! Yazık, yazık!
BAŞKAN – Sayın Milletvekili,
lütfen… Sayın Korkmaz, lütfen...
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Ben isterdim ki Sırrı Bey buraya geldiğinde, o gösterdiği
resimlerin yanına başka resimleri de koysun. Ben, bütün o resimleri gördüm. Ben
burada, hem Sırrı Bey’in resimlerini göstermek isterdim hem de başka resimleri
göstermek isterdim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Bence gerçek yüzünü gösterdin, hepsi o kadar! Bir tek gösterdiğin gerçek yüzün
oldu, başka bir şey gösteremedin.
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Türkiye’nin gerçekliği bütün bu resimler, bütün bu resimler, bütün
bu acılar. Bunları görmeyen göz kördür. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Gerçek yüzünü gördük, o kadar, başka da bir şey yok!
MEHMET NACİ BOSTANCI
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, çözüm sürecinin arkasında en çok olan insanlar
yaralı insanlar, evlatlarını kaybetmiş insanlar. Hikâyesi uzakta olanlar sadece
bu işin dedikodusunu yapıyorlar. Onlar çözüm istiyor, biz de inşallah
yapacağız.
Saygılarımla. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
“Siz” kim? “Siz” derken kim, kimden bahsediyorsunuz siz?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Oraya şehit ailesini anlatmaya çıkmışsın. Şehit anasını anlatmaya çıkmışsın
oraya. Yazık, yazık!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sahte kabadayı gibi yürüme öyle!
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Hüseyin Aygün, Tunceli Milletvekili.
(CHP sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sahte kabadayı!
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Şu kurduğun cümlelere bak!
ŞUAY ALPAY (Elazığ) –
Teröristleri kucaklayan kim? Acıları paylaşmaktan bahsediyor Hoca.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Şuay Bey, Amerikalılarla görüşün bu konuyu!
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) –
Sayın Başkan, çok teşekkürler.
Benden evvel konuşan hatip,
terör alt komisyonunda başkanlık da yapan ve mesai arkadaşlığı yaptığım Naci
Bostancı. Beyefendi aynı zamanda bir profesör ve o komisyondaki çalışmalar
sırasında, geçmişle yüzleşme, geçmişteki acıların telafisi ve insani bir çözüm
arayışı uğruna, Diyarbakır ve Hakkâri’nin de içinde bulunduğu illeri gezdik. Bu
arada, Naci Bostancı bir kitap yayımladı -eski ülkü ocakları yöneticisi olarak-
çok merak ettim kitapta ne yazdıklarını çünkü sadece 90’lı yılların köy
yakmaları ve cinayetleri, karşılıklı verilen insan kayıpları, şehitler,
evlatlarını yitiren anneler…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Hüseyin Bey, o eski ülkücü değil, ülkücü eskisi o!
RECEP ÖZEL (Isparta) –
Terbiyesizlik yapma!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz… Sayın
Korkmaz, lütfen…
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) –
…konularını değil, aynı zamanda, 1980’den önce olan olayları da merak ediyordum
ve Naci Bostancı’nın ne…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
O eski ülkücü değil, o ülkücü eskisidir ancak olsa olsa!
BAŞKAN – Sayın Korkmaz, ona
siz karar verecek değilsiniz. Lütfen…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O
bir türkücü! Ülkücüyle türkücüyü karıştırma. O bir türkücü!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) –
“Ülkücü”yü geri alıyorum, peki. “Ülkü ocakları yöneticisi”ydi, öyle diyeyim
arkadaşların uyarısıyla.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – O, o
zamandı.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O
türkü söyler devamlı!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) –
Şimdi, alıp okudum ilgiyle çünkü aynı komisyonda çalışmıştık ve hocanın ne
dediği, ne yazdığı bir profesör olarak da ilgi alanıma giriyordu.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Ülkücülükle alakası yok. Dün dündür. Bülent Ersoy bugün erkek mi?
ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Ayıp!
Ayıp! Hakikaten çok ayıp. Hiç yakışıyor mu? Yazık! Yazık!
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ne
ayıbı!
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) –
Naci Hocanın kardeşini kaybettiğini o kitap vesilesiyle öğrendim, 80 öncesi sağ
sol çatışmalarında, yanılmıyorsam. Kardeşi yaşamını kaybetmişti ve hocanın ülkü
ocakları yöneticisi olarak da kitapta ne dediğini, nasıl bir mesaj verdiğini
sayfalar boyunca takip ettim. Tabii, kardeşinin ölmesi çok korkunç bir şey ve
insani olarak da acısını bence çok iyi ifade etmiş ama mesela, isterdim ki ülkü
ocakları, sağ sol çatışmaları, Maraş olayları sırasında yaşananlar, örneğin
TİP’li 7 gencin Bahçelievler’de katledilmesi, eter, pamuk burunlarına tıkanmak
suretiyle, boğulmak suretiyle vahşice katledilmesiyle ilgili de bir şeyler
söylesin, o zaman öldürülen, katledilen sol insanlarla ilgili de bir şeyler
söylesin. Tabii, bir insan sadece kendi kardeşinin acısını da yazabilir ama
“Başkasının acısına bakmak.” diyen AKP’li hatibin, o kitapta başkasının acısına
çok bakmadığını gördüm.
Şimdi, köy yakmalarla ilgili
de tabii çok problem var. Biz, gerçekten o komisyonda çalışmalar yaptık,
insanları dinledik. “Köy yakma” dediğimizde, sadece göç ettirme, mesela 90’lı
yıllarda 1 milyon 300 bin kişinin TBMM raporuna göre batıya nakledilmesini
anlamıyoruz; aynı zamanda, faili meçhul cinayetleri, siyasi kayıpları,
insanlara uygulanan zorbalığı, insanlara dışkı yedirilmesini, hiç dillerini
bilmedikleri kentlerde, ilçelerde ve varoşlarda insanların iskân edilmelerini
kastediyoruz; aynı zamanda, büyük bir insani acıyı konuşuyoruz.
90’lı yıllarda -TBMM raporuna
göre- 1 milyon 300 bin kişi… Bu sayının çok fazla olduğu kanaatindeyim çünkü
göçlerin en yoğun yaşandığı bölgelerin birinden geliyorum ben, orada avukatlık
da yaptım. Mesela, Dersim bölgesinde 45 bin kişi göç ettirildi, oranın nüfusu
100 küsur bin civarındaydı, şehrin neredeyse üçte 1’i zorunlu göçe gönderildi
ve gidenlerin köylerinin büyük bir bölümü yakıldı. Bu arada, bu raporu yazan, 1
milyon 300 bin kişinin nakledildiği raporunu yazan devlet, mesela Türkiye’nin
batısında bu insanların nereye yerleştiği, ne yiyip içtiği, neyle geçindiği
konusunda hiçbir araştırma yapmadı; bu konuda da hiçbir envanter elimizde
bulunmuyor.
Şimdi, eskiye gidecek
olursak, bu köy yakmalar çok eski bir mesele arkadaşlar. Mesela, köy yakma
konusunda bir kitapçık var, jandarma tarafından yayımlanmış, “Köy Yakma El
Kitapçığı” adı. Köydeki evlerin nasıl olduğunu tarif eden bu kitapçık, en kolay
yoldan bir evin nasıl yakılacağını anlatır. İsteyen gider, kütüphanelerde bu
kitapçığı okuyabilir. Demek ki çok eski bir politikayla karşı karşıyayız,
insanların köyleri yüz yıllar boyunca yakılmış ki başka yerlere nakledilsinler
ve bunlardan bazı politik ve ideolojik yararlar elde edilebilsin. Benim aklıma
gelen şeylerden bir tanesi, nüfus ve iskân politikaları. Balkanlarda da oldu,
Van’da da oldu, Dersim’de de oldu; bununla, aynı zamanda, insanların
kültürlerini ortadan kaldırıp tek tip insan yaratma amacı izlenmiş olsa gerek.
Köy yakmalarla ilgili BDP
adına konuşan Sırrı Sakık, bir askerin Taraf gazetesindeki itiraflarına atıfta
bulundu, onu ben de okudum, başka bazı gazetelerde de yer aldı. Kendilerinin
“köy yakma timi” diye bir tim kurduklarını ve Güneydoğu’da köyleri yaktıklarını
söylüyor. Aslında, bu tanık ifadelerine de çok fazla gerek yok yani orada göç
ettirilmiş, sayıları milyonları bulan, herhangi
bir yurttaşı İstanbul’da,
İzmir’de, Ege’de bulup -rahat- dinleyebilirsiniz köylerinin nasıl yakıldığını,
size aradan geçen yirmi yılı da anlatabilir ve aslında, o insani acıların
mağdurlarının tarafından da olaya bakabilirsiniz.
Bu Mecliste de çok sayıda
önerge oldu, hem arkadaşlarımızca hem bizim tarafımızdan verilen önergeler.
Fakat, şu ana kadar bu alanda hiçbir işlem yapılmadı. Sadece, 2004 yılında,
Avrupa Birliğinin baskısıyla terörle mücadeleden doğan zararları karşılayan bir
kanun çıkarıldı. O da aslında “başkasının acısına bakmak” diskuruna uygun
olarak atılan bir adım değildi ne yazık ki. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
çok sayıda dosya birikmişti ve onların yaratacağı mali külfet Hükûmeti çok
korkutuyordu. Bu yüzden, yayınlanan o yasada da ne yazık ki amaca ulaşılamadı
çünkü yasa çıktığında öldürülmüş bir insanın can bedeli sadece 17 bin TL olarak
ifade edilmişti ve yasa, manevi tazminat ödemeyi en baştan reddediyordu.
Öldürülmüş, sürülmüş insanların acılarını telafi eden bir yasada, bu Hükûmet
döneminde çıkan bir yasada, onlardan şeklen özür dilenmesini içeren bir hüküm
bile bulunmuyordu. Ayrıca, bu yasa sadece çıktığı tarihe kadarki mağduriyetleri
giderdi. Mesela, 2004’ten 2013’e kadar hâlâ yüzlerce, binlerce boş olma
durumları devam eden köy ve mezra var. Bu aradaki maddi zararlarla ilgili de bu
yasa herhangi bir çözüm önermiyor ve bizim 2003’ten 2013’e kadarki zararların
da tazminine dair kanun tekliflerimiz var; eğer Meclis Genel Kuruluna gelirse
ve çoğunluk oy verirse köylülerin mağduriyetlerinin bir bölümü daha
karşılanabilir.
Bu arada, yine çok ilginç bir
şey var benim okuduğum: Yavuz Ertürk ve etrafındaki bir grup insanın -Bolu
Komando Tugayı yöneticisi zamanında- Diyarbakır’da sanırım açılmış bir
soruşturması var. Yavuz Bey’in geçen gün ifadesi alındı ve serbest bırakıldı
çünkü yirmi yıllık zaman aşımı doluyordu. Spesifik olarak, 11 köylünün Kulp’ta
kaybedilmesine dair bir dosyaydı ama aynı zamanda, bu kayıp olaylarının meydana
geldiği bölgelerde köyler de yakıldı, siyasi cinayetler de işlendi.
Dolayısıyla, orada uygulanan kıyıcı politikaları ortaya koyan kompleks ve büyük
bir davayla karşı karşıyayız. Dilerim, bu davada bir mesafe katedilebilir ama
şu ana kadar köy yakmadan dolayı -başta Tansu Çiller olmak üzere- hiçbir
siyasetçinin ve kamu görevlisinin veya jandarma komutanının yargı önüne
çıkarılması veya cezalandırılması gibi hiçbir sonuç yok, çok ilginç. Yani, 1
milyon 300 bin kişi göç ettiriliyor Türkiye’nin batısına ama yargılanmış tek
bir kamu görevlisi yok, sene 2013!
Tabii, bu arada yargılamalar
oldu. Türkiye’de yargılanmadı insanlar ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bol
bol Türkiye aleyhine davalar açtı ve Türkiye’yi, “işkenceci devlet”, “katil devlet”,
“köy yakan devlet” gibi tanımlamalarla uluslararası camianın önünde son derece
zor bir pozisyona soktu. Kendi vatandaşının köyünü yakmak, bomba atmak, havadan
bombardıman etmek nasıl bir şey, bir hükûmet veya devlet açısından ne kadar
onur kırıcı bir şey olsa gerek, tahammül ediyoruz.
Bu Yavuz Ertürk’e yeniden
dönecek olursam, Yavuz Paşa’nın ismi ilk olarak AİHM’deki bir yargılamada
ortaya çıktı. Yani, onu Türkiye’de hiçbir savcı yargı karşısına çıkaramadı,
AİHM’de ismi ortaya çıkarıldı ve bu Ankara Adliyesinin bir kütüphanesi var,
orada AİHM yargıçları geldi, kendisinden -yıllar evvel, 1990’lı yılların
sonunda- ifade aldılar. Daha sonra, Diyarbakır ve çevresinde işlenen
cinayetlerle ilgili insan hakları savunucularının yoğun takibiyle Yavuz Ertürk
ve arkadaşlarına karşı bu dava açıldı ama bu davada bir yere varılabilecek mi?
Gerçekten köy yakanlardan hesap sorulabilecek mi? Maddi zarar, manevi zarar
boyutuyla insanların mağduriyetleri giderilebilecek mi? Doğrusu çok umutsuzum
çünkü bu haftaya, “Başkasının acısına bakmak.” diyen Profesör Naci Bostancı’nın
hiç de dileklerine uymayan gelişmelerle girdik. Mesela, 19 yaşında dövülerek
vahşi şekilde katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın davası, “Onu arkadaşları
öldürdü, polis böyle bir şey yapmaz.” diyen Eskişehir Valisi tarafından
Kayseri’ye gönderildi. İşte, başkasının acısına böyle bakıyoruz.
Veya bir vali, Adana Valisi,
artık sosyal medyada çok gülünç bir duruma düştü ama kendisini protesto eden
bir vatandaşa ne biçim hakaretler etti, görüyorsunuz ve utanmadan bir de çıkıp
yalan söyledi. Dün de bu Mecliste “Onu yedirtmem.” diyen bir Başbakanı
dinledik. Dolayısıyla, “Başkasının acısına bakmak.” eğer tutarlı bir diskur
olacaksa Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün, canlarını kaybeden diğer
gencecik çocukların da acısına bakmamız lazım.
Bugün, yüzlerce gündür derin
bir uykuda olan, polisin, başından gaz kapsülüyle vurduğu 14 yaşındaki Berkin
sabah ameliyata girdi. Onun da acısına bakmalıyız, o zaman köy yakmaların ne
olduğunu tutarlı bir şekilde anlayabiliriz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
grup önerisi aleyhinde söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Barış ve
Demokrasi Partisinin vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde söz almış
bulunmaktayım.
Tabii ki araştırılması
istenen konu, Türkiye’nin tarihinde yaşanmış, acıları olan, bir daha bu ülkede
bu acıların yaşanmasını hiç kimsenin arzu etmediği bir durum. Bunlara birtakım
sloganvari söylemlerle karşı çıkmak, acıyı yüreğinde hissetmemek çözümden
ziyade yine eski günlerin tekrarlanmasından ibaret olacak. Onun için, biz, bir
daha bu ülkede bu tür acıların yaşanmasını hiç kimsenin arzu etmemesini ve bu
ülkede sevginin, kardeşliğin her yerde her şekliyle hâkim olmasını arzu
etmekteyiz. Onun için bu çözüm süreci, onun için barış ve kardeşlik diyoruz.
Birtakım milliyetçi söylemlerle bu ülkeye hiç kimse bir şey katmadı. Biz
kardeşliği, ortak değerlerimizi acaba yükseltebilirsek, bu acıları yüreğimizde
hissedebilirsek… Biz AK PARTİ olarak Türkiye’de her kesimin, yaşayan her
kesimin uğramış olduğu bütün mağduriyetlerin acısını yüreğimizde hissediyoruz.
Onun için çözümden yanayız, onun için kardeşlikten yanayız.
Adımlar partimiz ve
Hükûmetimiz tarafından atılmaktadır. Meclisimizin gündemi bellidir; bugün İç
Tüzük değişikliği, kamuoyunun beklentisi ve milletvekili arkadaşlarımızın
beklentisini cevaplayacak bir düzenleme var. O nedenle araştırma önergesine
üzülerek de olsa katılmadığımızı belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, Sayın Bostancı dedi ki: “Resmin tümüne bakmamız lazım.” Ben orada açık
ve net olarak ortaya koymama rağmen hâlâ bir başka tarafa çekmenin çok da
vicdani olmadığını…
BAŞKAN – Fikirlerini söyledi
Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Muş) – Hayır,
bakın, Sayın Başkan, ben aynen şunu söyledim…
BAŞKAN – Hayır, orada sizin
konuşmanıza bir sataşma söz konusu mu, var mı?
SIRRI SAKIK (Muş) – Var, var
efendim.
BAŞKAN – Ne var? Ne söyledi
de sataştı?
SIRRI SAKIK (Muş) – Efendim,
aynen şöyle diyor: “Resmin tümüne bakmanız...”
BAŞKAN – Evet, dinledim.
SIRRI SAKIK (Muş) – Oradan
şöyle bir şey çıkıyor: Sanki, efendim, PKK’nin yaptığına karşı devletin bunu
yapmak gibi bir hakkının olduğunu söylüyor. Oysaki ben… (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya)
– Hayır, hayır.
FATİH ŞAHİN (Ankara) – Öyle
bir şey demedi.
BAŞKAN – Hayır, onu
söylemedi, onu kastetmedi. İşte Sayın Bostancı...
RECEP ÖZEL (Isparta) –
Demedi.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bakın,
Sayın Başkan, tutanaklara geçsin, isterseniz söz vermeyin. Ben şunu söylüyorum…
BAŞKAN – Hayır, söz verip
vermeme konusu değil, sataşma olmadığı için vermiyorum yani.
SIRRI SAKIK (Muş) – Adı
“devlet” olur, adı “örgüt” olur, adı “birey” olur, kim olursa olsun dedim bu
komisyonu oluşturalım, üzerine gidelim; örgüt mü, devlet mi, kimse, hep
birlikte oluşturalım. Tarih size son derece önemli bir fırsat sunuyor.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Sakık.
FATİH ŞAHİN (Ankara) – Yanlış
yanlışla temizlenmez.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Öneri kabul edilmemiştir.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 15.05
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları
tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve
dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden
olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013
Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
13/11/2013
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 13/11/2013
Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Yusuf
Halaçoğlu
Kayseri
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
09 Ekim 2013 tarih, 250 sayı
ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğumuz Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve
arkadaşlarının dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve
dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden
olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verdiğimiz Meclis araştırma önergemizin 13/11/2013 Çarşamba günü (bugün) Genel
Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Zühal Topcu, Ankara Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dershaneler üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına verdiğimiz araştırma
önergesi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, konuya nereden
başlayacağımızı gerçekten bilmiyoruz. On bir yıllık süre içerisinde, en fazla
üzerinde oynanan konu ve değişikliğe uğrayan, akşam yatılıp sabah önemli
değişikliklerle kararlar alınan konu eğitim konusu olmaktadır. Özellikle,
baktığımızda, eğitim sistemindeki sorunların da gittikçe kar topu gibi
büyüdüğünü artık hepimiz de biliyoruz yani bunu, artık iktidar partisinin kendi
milletvekilleri ve bakanları da biliyor; özellikle belirtmek istiyoruz. Çünkü,
baktığımızda, şimdiye kadar, özellikle eğitim konusunda, ağzı olan herkesin
konuştuğunu görebiliyoruz; herkes her konuda ahkâm kesiyor ve önemli
açıklamalarda bulunuluyor.
Eğitimin bileşenlerine
baktığımızda, öğretmenlerin mutsuz olduğunu görebiliyoruz. Özellikle eğitimin
itici gücü olan öğretmenler artık kendilerini tam olarak görevlerine
veremiyorlar çünkü sistem her gün değişiyor. Öğretmenlerin kariyer
basamaklarına yönelik herhangi bir sistematik programlaması daha yapılamadı.
İktidarın on bir yıldan beri üzerinde düşündüğü, tartıştığı konular hâlâ
gerçekleşemedi.
Özellikle, yine,
öğretmenlerin maaşları üzerinde sürekli
olarak bir azalmanın gündeme geldiğini ve bunun yeni değişen şartlara göre
yenilenmediğini de biliyoruz.
Öğrenciler mutsuz çünkü
sürekli olarak sınav sistemi değişmekte ve ders içerikleri değişmektedir. Artık
öğrenciler de yetişemiyor, hangi sınava ne zaman girecekleri ve sınav
içerikleri konusunda böyle bir belirsizlik sürekli olarak gündemi işgal
etmektedir.
Veliler mutsuz çünkü artık
onlar çocuklarını mutlu edemiyorlar, aynı zamanda, gelecekleri olan, hem
kendilerinin hem de bu ülkenin geleceği olan çocuklarına yetemiyorlar, cevap
veremiyorlar.
Yöneticiler mutsuz çünkü
görev yaptıkları okulda herhangi bir güvenceleri yok, iktidarın uyguladığı
politikalarla, anında, farklı görev yerlerine atama gibi bir durumla karşı
karşıya kalmaktadırlar.
Şimdi, baktığımızda,
özellikle eğitime yönelik sorunlar üzerine odaklanan tartışmaların da
seviyesinin iyice düştüğü ve siyasete alet edildiğini, özellikle gençlerimizin
ve çocuklarımızın siyasete alet edildiğini de görebiliyoruz. Burada, artık
eğitime yönelik bir sürü önemli sorun var iken, onların gündeme getirilmesi
gerekir iken bir bakıyoruz ki, dershane konularının gündeme getirildiğini
görüyoruz.
Baktığımızda, özellikle 2008
yılında Sayın Başbakanın dershanelere karşı milletçe mücadele çağrısında
bulunduğunu biliyoruz ve o zamandan bugüne AKP iktidarının da dershaneler
konusunda bir adım atmadığını da biliyoruz.
Yine, şikâyet konusunda,
sürekli olarak her gün şikâyetler artarken icraat konusunda, buna çözüm üretme
konusunda AKP iktidarının bir adım atmadığını da görebiliyoruz.
Çözüm üretmenin aksine
problem sarmalının daha da büyümesine sebep olacak “Üniversite giriş
sınavlarını ve üniversite hazırlık kurslarını ortadan kaldırıyoruz. Dershaneler
ya özel okullara dönüşecek ya da kapatılacak.” gibi söylemlerde bulunmaya hâlâ
hem Başbakan hem de bazı yetkililer, bakanlar devam ediyor ama bu söylemlerin
ortak olmadığını da görebiliyoruz. Sayın Başbakan ve Bakan “Kapatılacak.”
derken, Millî Eğitim eski bakanlarından bazıları dershanelerin kapatılmaması
gerektiğini, bazıları ise kapatılmadan önce bu konuda iyi bir çözüm üretilmesi
gerektiğini vurguluyorlar.
Şimdi, buraya baktığımızda,
yine, gündemde olan bakanlardan bir tanesinin söylemiyle devam etmek istiyorum,
Sayın Bülent Arınç: “Dershaneler hayatın gerçeği, gençlerimiz ortaokuldan
itibaren sınavlara hazırlanmak için bu dershanelere gidiyorlar, eksikliklerini
giderip sınav sistemine adapte oluyorlar.” diyor.
Şimdi, baktığımızda, Adalet
ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde, 2.002 olan dershanelerin sayısının
bugün 2 katına çıkarak 4 bine ulaştığını biliyoruz.
Yine, 2002 yılında
dershanelere devam eden öğrenci sayısı 589 bin iken hâlihazırda bu sayının 1
milyon 200 bin civarında olduğunu biliyoruz.
Yine, dershanelerde çalışan
öğretmen sayısının ise 2002 yılında 20 bin iken bugün resmî rakamlar olarak
verilen 52 bine ulaştığını ama gayriresmî rakamların bunların çok daha üzerinde
olduğunu biliyoruz.
Ve şu anda, Türkiye'de
gerçekten dikkate değer bir dershane gerçeğiyle karşı karşıyayız. Önce,
dershane gerçeğinin nasıl ortaya çıktığına yönelik olarak birtakım sorunların
başlıklar hâlinde toparlanması lazım. Bunları çok genel olarak toparladığımızda
4 başlık altında toplayabiliyoruz:
Bunlardan bir tanesi,
eğitimdeki kalite sorunu. Özellikle, öğrenci merkezli eğitimde kalite sorununun
ortaya çıkmasında, burada öğrenci merkezli eğitimin olmaması; öğretmen
kalitesinde, özellikle öğretmen yetiştirmenin dikkate alınmaması; fırsat
eşitliğinin sağlanamaması, müfredat ve okul fiziki şartlarının dikkate
alınmaması gibi, özellikle kalite sorununu gündeme getirecek alt başlıkların
hiçbir zaman dikkate alınmadığını görebiliyoruz.
Bir diğeri, sınav merkezli
eğitim sistemi olarak karşımıza çıkıyor. Ki özellikle bu iktidar döneminde,
eğitim sistemini yalnızca sınavlar bütününden oluşan bir bütün olarak algılayan
bir iktidarla karşı karşıyayız. “Sınavları kaldıracağız.” ve “Azaltacağız.” şeklindeki
yorumlarla sınavların daha da arttığını görebiliyoruz ve sistemin sınav odaklı
hâle getirildiğini de görebiliyoruz. Şu anda bile, yeni karar verilen sistemde
sınavlar 12’ye çıkmıştır, onu da belirtmek istiyoruz.
Özellikle dershanelerle
ilgili toplumsal algılardan bahsetmek istiyoruz. Artık dershanelere aileler çok
daha fazla anlam yüklemeye başladılar. Eğitim kurumlarından, okullardan çok
daha fazla anlam yükleniyor. Çünkü burada da özellikle eksik konu tamamlama,
çok soru çözme, sınav tekniklerini kazandırmanın da ötesinde artık dershaneler
“Hizmette sınır yok.” anlayışıyla, mantığıyla öğrencilerin düzeyinin
belirlenmesi, etüt, konu tekrarı, öğrenci takip sistemi, kariyer planlama,
rehberlik etme ve sırdaşlık rollerini üstlendiler. Bakın, eğitim kurumlarının
bugün yapması gereken işlemleri, işlevleri artık dershaneler üstlenmiş
durumdalar. Bazı eğitim kurumlarında rehberlik hocası bulunmazken hemen hemen
bütün dershanelerde artık yoğun olarak rehberlik hizmetleri verilmektedir.
Şimdi, zorunlu eğitim
düzeyinde çocuğu olan ailelerin sohbet konularının bile artık dershaneler
olduğunu bizler biliyoruz ve istikrarsız yönetimden de çok fazla bahsetmek
istemiyoruz. Çünkü baktığınızda, bugün dershaneleri özel okullara çevirerek
problemi çözeceklerini zannediyorlar ama bugün özel okulların kontenjanlarının
yüzde 40’ının boş kaldığını görebiliyoruz. Hangi türlü, hangi şekilde, hangi
nedenle bunları özel okullara çevireceksiniz? Ve yine, Bakanlığın yaptığı
araştırmalarda 4 bin dershaneden yalnızca 263’ünün özel okul olabilme
özelliklerine sahip olduğunu görebiliyoruz.
Şimdi, yine, baktığımızda, şu
anda, lütfen yolda yürürken sağınıza solunuza iyi bakmanızı öneriyoruz. Çünkü,
2 apartman arasında okullar yapılmaya başlandı, inşa edilip tabelalar takıldı.
Bu çocuklar nerede okuyacak, bu çocuklar nerede oynayacak, bu çocukların sosyal
veya fiziki ihtiyaçlarını giderebilecekleri alanlar nedir, bunları kimse
düşünmüyor.
Özellikle şimdi Millî Eğitim
Bakanına sormak istiyoruz: Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda sıfır alan öğrenci
sayısı 2010’da 14 bin iken 2013’te 61 bin olması dershanelerin suçu mu?
Endüstri meslek liselerinden LYS’ye giren 2013 yılındaki öğrencilerin yalnızca
yüzde 27’sinin LYS’ye girebilmesi dershanelerin suçu mu? Ve yine sınava giren 1
milyon 800 bin öğrencinin 1 milyon 300 bininin fen sınavından 4 doğru bile
yapamaması dershanelerin suçu mu? Ve yine acaba, Türkiye'nin, PISA, TIMSS gibi
uluslararası öğrencilerin bilgi ve beceri düzeylerini ölçen sınavlarda,
2006’da, 57 ülke arasında 37’nci veya 44’üncü olması dershanelerin suçu mu?
Ben özellikle vurgulamak
istiyorum: Sorunların çok iyi tespit edilmesi lazım, eğitimin şu anda AKP
iktidarının yaptığı gibi siyasete alet edilmemesi lazım.
Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
grup önerisi aleyhinde söz isteyen Demir Çelik, Muş Milletvekili.
DEMİR ÇELİK (Muş) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi partim ve şahsım adına saygı ve
sevgiyle selamlarken Milliyetçi Hareket Partisinin eğitim ve dershanelere
ilişkin araştırma önergesi üzerinde konuşma sözü aldım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eğitim, günümüz toplumunun önemli sosyal, siyasal
faaliyetlerinden biridir. Her ulus üniter devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti devletinde
de, kuruluşundan bu yana, gerek buluştuğu hükûmetler gerekse tanıştığı ve
iktidara taşıdığı bir kısım odaklar ve kesimler tarafından eğitimle hep
oynanagelmiştir, üzerinde en çok tartışmanın, en çok değişimin ve değişikliğin
yapılması yönlü müdahalelerin olduğu bir alandır. Bunun nedenini öncelikle
araştırmak, bu nedenleri giderecek bir duyarlılık içerisinde soruna yaklaşmak
olması gerekendir ama her iktidar gibi AKP iktidarının da on bir yıl boyunca en
çok uğraştığı ve değişime yönelik bir kısım müdahalelere sahne ettiği alan
millî eğitim. Hâlâ da ihtiyaç karşılanmış değildir, hâlâ ihtiyaç olan
demokratik meşru talepler, maalesef, Meclis tarafından, Hükûmet tarafından,
iktidar tarafından karşılanmış değildir. Bu manada, öncelikle yapılması gereken
eğitimden ne anladığımız, eğitimin toplumun ekolojik, demokratik, sosyal ve
siyasal ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığına bakmak gerekiyor. Eğer bu
paradigmayla soruna yaklaşamazsak sadece ve tek başına günü kurtarmaya,
palyatif bir kısım çözümlerle toplum ve toplumun biriken enerjisini almaya
dönük bir kısım adımlar, bizi, dün olduğu gibi bugün de açmazlarla karşı
karşıya bırakacaktır. Her şeyden önce eğitim, bilimsel olmalıdır; eğitim,
realist, gerçekçi olmalıdır; eğitim, ana dilde, erişilebilinir, nitelikli ve
parasız olmalıdır. Bugün uyguladığınız, doksan yılın birikimi üzerine yeniden
uygulamaya çalıştığınız anlayışınızdan devreye koyduğunuz eğitim anlayışınız
bunları içeriyor mu? Hayır, çok daha uzağında; tekçidir, merkeziyetçidir, tek
tipleştirmenin aracıdır, ötekileştiren, asimilasyonist politikaların bizatihi
cereyan ettiği bir alandır. Bu alan olduğundandır ki çocuklarımız,
kuşatılmışlığın içerisinde hegemonik ilişki ile önüne konulan hedefe koşturulan
at misali rekabetin, yarışmanın demokratik ve meşru olmayan zeminleriyle karşı
karşıyadır. İşte bu meşru olmayan zeminlerden biri dershanecilik.
Dershanecilik, millî eğitim denilen yapının, Millî Eğitim Bakanlığının kendisi
ve onun organik ilişkilerinin gerekçesi olan devamı pozisyonundaki bürokrasi
görevini yapmadığı için dershane ve dershanecilik mantar gibi her yerde
türemiştir, üremeye ve türemeye de devam ediyor. Devlet, nitelikli, parasız,
erişilebilinir ana dilde eğitimi vermiş olsaydı; devlet, çocukları ve gençleri
yarışa koşturmak yerine herkese ihtiyacı kadar, herkese beceresi, yetenekleri,
bilgi birikimi oranında veriyor olsaydı bunlar tartışılmıyor olacaktı.
Evet, bugün 4 bin dershane
var. 4 bin dershanede devletin veremediği, Bakanlığın veremediği eğitimin
eksikliklerini telafi etmek adına, insanlar parayla eğitimi satın almaya
gidiyor. Bu, günahtır, yazıktır; öncelikle demokratik değil, meşru değil.
Devlet hem ana dilde eğitimi vermeyecek,
beni, asimilasyonist politikalarla kendi okullarında yeni bir cenderenin
içerisinde şekillendirmeye çalışacak, yetmeyecek, veremediklerini de parayla
satın almam için dershanelere teşvik edecek. İşte, neoliberalizmin
taşeronlaştırma, piyasalaştırma ve metalaştırma alanı millî eğitimde de devam
ediyor.
Bu yönüyle öncelikle
yapılması gereken, Türkiye gibi çok kimlikli, çok kültürlü bir toplumun gerçekliğine uygun yeni eğitim
politikalarıyla toplumun karşısına çıkmak lazım. 36 etnik kimliğin yaşadığı bu
coğrafyada her dil, her lehçe kutsaldır. Belki, dinler, inançlar ve kültürler
çıkmadan önce, bundan milyarlarca yıl önce insanlar, ilk kez, sosyal ilişkinin, sosyal varlık olmanın
gereği olan dille tanıştılar. O dil en eskidir. İnsanı ve insan olmanın
sosyalitesini açığa çıkaran dili inkâr etmek, yadsımak, dil üzerine eğitimi
öngörmemek ayıptır, abestir. Biz bu manada, bu 36 etnik kimliğin varlığını
dikkate alarak herkesin kendi ana dilinde eriştiği, ulaştığı bir eğitim
müfredatıyla toplumun ve gençliğin, çocukların önüne çıkabilir,
karşılayabilirsek, nitelikli eğitim ve besleme noktasında çocukları devreye
koyabilirsek dershane ihtiyaç olmaktan çıkar. Ama, siz millî eğitim müfredatı
temelinde ezberci, despotik ve empoze edici noktada herkese her şeyi vermeye
kalkıştığınızda, el becerisini, sanatsal faaliyetini,
yeteneklerini açığa çıkarmayıp herkesi üniversiteye endeksler, üniversitenin de
akademik, nitelikli bir kısım bölümlerine angaje ederseniz bu iş içinden
çıkılmaz bir kaosa, içinden çıkılmaz bir yumakla bizi karşı karşıya bırakır.
Kaldı ki bunca üzerine titrediğimiz ve önemsediğimiz eğitime gerekli maddiyatı,
kaynakları da oluşturmuş değiliz. Bugün, işte bütçe hazırlanıyor, 2014
bütçesine baktığımızda, Eğitim Bakanlığının bütçesine baktığımızda, Millî
Savunma Bakanlığına, emniyet bütçesine, diyanet bütçesine baktığımızda aradaki
makası görebiliriz. Eğitimi es geçen, dikkate almayan devlet algısı, doğası
gereği bu görevi, sorumluluğu dershaneye devretmiştir. Dershane de bir
ticarethane olduğundan, eğitimi metalaştırıp satın alınacak ve satılacak bir
konuma getirdiği için de bu döngü bir kısır döngüye gitmiştir. Devlet bu yükten
kurtulmak istese de kurtulamıyor, kurtulmak istemediğiyle birlikte de bununla
nasıl rekabet edebileceğini, nasıl yürüteceğini bilemiyor.
O anlamıyla, siyasal alanda
olduğu gibi, eğitimde de devlet, bilerek, isteyerek paralel devlete yol
açmıştır. Birçok odak, birçok siyasal yapı bu dershanelerin üzerinden eğitim
dışı bir kısım faaliyetlerini de
gerçekleştirmenin zeminine dönüştürdüğünden, bir kısım odakların, ulusal
ve uluslararası odakların cirit attığı
alanlara dönüştürdüğünden de dershaneler, neredeyse devlete ve sisteme karşı
direnen belirli uluslararası odaklar konumuna gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eğitim gibi her insanın her yaşında ihtiyaç duyduğu konu,
üzerinde Meclisin titizlikle durması gereken, bu hassasiyetle yaklaşılması
gereken bir konudur. Bu konu, öncelikle araştırılmaya değerdir. Toplumun
gelişmişlik düzeyine uygun olan yeni eğitim programları, müfredatlarıyla
toplumun karşısına çıkmak ise toplumun beklentisidir. Bu manada, sorunu
ertelemeden, ötelemeden, toplum dinamiklerini esas alan, sivil toplum
örgütünden demokratik kitle örgütlerine, toplumun örgütlü güçlerinden siyasal
partilerine herkesi dinleyen, herkesin ortaklaştırdığı yeni bir anlayış, yeni
bir zihniyetle yola çıkmak bize kazandırır ama her şeyde olduğu gibi bu konuda
da Hükûmet tek adamcılığa, millî şefe oynar, benmerkezci davranır, merkezden
her şeyi şekillendiren algısıyla yaklaşırsa her gün karalama tahtası üzerinden
oynadığınız gibi üzerinde oynadığınız bir alana dönüştürmüş olursunuz ki bir
yanıyla kendi kendimizi 4+4’ten bilinmezliklere koşturmuş oluruz. O anlamıyla
da, tam da demokratik çözüm sürecini tartıştığımız bu süreçte çözüm öncelikle
ana dilde olmalıdır, parasız olmalıdır ve çözüme gidecek parametreleri dile
getirdiğimiz bu süreçte de herkesin eşit, adil, ana dilinde eğitim aldığı
koşulları yaratmak da devletin, devlet kadar bu Meclisin görevidir. Bu
duyarlılıkla soruna yaklaşıp toplumun birikmiş olan sorunlarını çözüme
kavuşturmak, dershane yerine bizatihi bilimsel eğitimin devlet tarafından
parasız verildiği bir sisteme kavuşturmak da halklarımızın, toplumumuzun bizden
beklentisidir diyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
grup önerisi lehinde söz isteyen Tanju Özcan, Bolu Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından
verilmiş araştırma önergesinin lehinde söz almış bulunuyorum.
Tabii, sayın milletvekilleri,
son derece önemli bir konu ancak bu önemli konuda birçok önemli konuda olduğu
gibi AKP sıralarını boş görmek bizi şaşırtmadı ama aynı zamanda üzdü.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
CHP’ye bak, CHP sıraları boş.
TANJU ÖZCAN (Devamla) – Bu
öneri, dershaneleri kapatma önerisi Sayın Başbakandan geldi, “Muhalefet belli
ki buna itiraz ediyor, en azından bu sorun araştırılsın.” diyor ancak neye
itiraz ettiklerini bile merak etmeyen bir Hükûmet grubu ile karşı karşıyayız.
Son derece üzüntü verici ama yaşadığımız deneyimler itibarıyla şaşırtıcı değil.
Sayın milletvekilleri, bu
dershanelerin kapatılması konusunda öncelikle şunu bir konuşalım: Sayın
Başbakan ne kadar samimi “Dershaneleri kapatacağım.” derken? Bakın,
dershanelerin kapatılması ilk kez 2005 yılında sizin bakanlığınıza bağlı bir
müsteşar tarafından dile getirilmiş. 2008 yılında Sayın Başbakan bunu yeniden
dillendirmiş, 2010 yılında yeniden dillendirmiş, yakın dönem öncesinde. Ancak
müsteşar “Dershaneler kapanacak.” derken, Sayın Başbakan yıllar önce “Dershaneler
kapanacak.” derken, sürekli bunu söylerken devriiktidarınızda tuhaf bir şey
olmuş, kapatılacağı iddia edilen dershanelerin sayısında iktidarınız döneminde
sadece yüzde 100 civarında bir artış olmuş. Şimdi, siz hem kapatmaktan
bahsediyorsunuz hem de döneminizde dershane sayıları çok ciddi şekilde artıyor,
öğrenci sayısında da buna paralel olarak yine çok çok büyük artış var. Bugün
dershanelerdeki öğrenci sayısı neredeyse 1,5 milyonu bulmuş.
Sayın milletvekilleri, şu
tespiti yapalım: Dershaneler bir sonuç Türkiye’de, Türk eğitim sisteminde.
Gerçekten eğitim öğretim anlamında yetersizlikten ve mevcut sistemimizde sınav
sisteminin esas hâle gelmesinden dolayı bugün bu dershanelerin sayısı bu derece
artmış, bugün bu dershanelere Türkiye’de 1,5 milyona yakın öğrencinin gitme
sebebi de bu. Şimdi, siz AKP olarak diyorsunuz ki: “Biz bu dershaneleri
kaldıracağız.” Peki, sınav esaslı eğitim sisteminden vazgeçmeden siz bu
dershaneleri nasıl kaldıracaksınız? Dershaneleri kapatmak için okullar ve
bölgeler arasındaki eğitim öğretim kalite farkını ortadan kaldırmadan siz bu
dershaneleri nasıl kaldıracaksınız? Anadolu’da birçok okulda öğrencilerin temel
dersleri boş geçerken siz bu dershaneleri nasıl kaldıracaksınız? ÖSYM’nin
yaptığı sınavlara bakıyorsunuz, bu sınavların tamamının dershane müfredatına
uygun olarak hazırlandığını görüyorsunuz. Şimdi, siz bu durumu ortadan
kaldırmadan dershaneleri kaldırıp ÖSYM’nin sınavlarında öğrencilerin nasıl
başarılı olmasını bekliyorsunuz? Devlet okullarında –az önce söyledim- matematik,
fizik, kimya dersleri, birçok okulda boş geçiyor. Sorulara bakıyorsunuz, bu
alanlardan geliyor ağırlıklı olarak. Devlet okullarında okutulan müzik, resim,
beden eğitimi gibi derslerden öğrencilere herhangi bir soru dahi sorulmuyor.
Şimdi, siz, bu anlamda, durum böyleyken, bu dershaneleri nasıl kaldıracaksınız?
Devlet okullarında ve hatta
özel okullarda doğru dürüst yabancı dil eğitimi veremezken yabancı dil
öğretimine dönük olarak kurulmuş dershaneleri siz nasıl kaldıracaksınız?
Dershaneleri peki kapattınız,
şu garantiyi topluma verebiliyor musunuz: Evet, tüm okullarda matematik, fizik,
kimya, tarih, edebiyat gibi temel derslerin bundan sonra boş geçmeyeceğini, bu
çocuklara bu dersler ile ilgili anlaşılabilir bir eğitim verebileceğinizi
taahhüt edebiliyor musunuz? En azından, topluma şu taahhütte bulunabiliyor
musunuz: “ÖSYM’nin sınav sistemini kaldıracağım.” veya en azından “ÖSYM’nin
sınav sistemini okul müfredatına uygun hâle getireceğim.” diyebiliyor musunuz?
E diyemiyorsunuz bunları.
Dershaneler kapatılınca
Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesindeki bir genç ile batıda bir ilde Anadolu veya fen
lisesi mezunu bir gencin eşit şartlarda yarışabileceğinin garantisini
verebiliyor musunuz?
Bakın sayın milletvekilleri,
bugün, 300 bine yakın atanamayan öğretmen var. Dershanelerde 55 bin civarında
öğretmen çalışıyor. Bu öğretmenlere, dershaneler kapatıldığı takdirde iş bulma
garantisi veriyor musunuz, istihdam garantisi veriyor musunuz? Veremiyorsunuz.
Yine, bu dershanelerde, öğretmenlerle birlikte 200 bine yakın çalışan var.
Şimdi, siz “Bu dershaneleri kapatacağız.” diyorsunuz. Peki, bu 200 bine yakın
çalışana iş bulma garantisi veriyor musunuz, sözü veriyor musunuz? Aileleriyle
birlikte 800 bin insan yapıyor bunlar, bunlara bu garantiyi vermiyorsunuz. 300
bine yakın atanamayan öğretmen var, bir de üstüne üstlük dershaneler
kapatılınca 55 bin öğretmen açığı daha doğmasına sebebiyet vereceksiniz. Bu
soruları kendi kendinize sordunuz mu?
Her şeye rağmen, diyelim,
Sayın Başbakan yaptı bir emrivaki, dershaneleri kapattı. Peki, ne olacak? Özel
dershanecilik merdiven altına kayacak, kayıt dışı ve denetimsiz iş yerleri
hâline gelecek. İsterseniz bunu bir açalım, ne demek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, bugün
dershaneler bildiğiniz gibi Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ciddi anlamda
denetime tabi tutuluyor, özellikle ciddiye alınırsa. Yarın “gençlik merkezi”
adı altında, “sınav merkezi” adı altında, “etüt merkezi” adı altında, çok
değişik isimler altında bunlar, belediyelerden alınacak iş yeri açma ve
çalıştırma ruhsatları çerçevesinde birer iş yeri gibi faaliyetini
sürdürebilecekler. Bunun sonucunda ne olacak? Bugün en azından denetleme
imkânına sahip olduğumuz dershaneler yarın tamamen denetimsiz kalacak,
müfredatlarını denetleyemeyeceksiniz, çalışma koşullarını denetleyemeyeceksiniz.
Böyle bir durumla karşı karşıya kalacağız.
Bugün, özel dershaneler ciddi
bir katma değer yaratıyor ülkemizde. Başta vergi ve SGK primleri olmak üzere
birçok gelirden Türkiye Cumhuriyeti
devleti mahrum kalacak. Bu geliri nereden tolere edeceğinizi hiç düşündünüz mü?
Hatırlayın, aslında 17 Nisan
2013’te “yasa dışı eğitim kurumları” ibaresi mevzuattan çıkartıldı ve yasa dışı
eğitim kurumları bu şekilde yasal hâle getirilmiş oldu. Şimdi, bazıları
-basında bu uzun süredir tartışılıyor- “AKP ve Sayın Başbakan -bu dershanelerin
kapatılmasını- cemaat olarak adlandırılan gruba karşı bir operasyon yapıyor.”
diye adlandırıyorlar.
Arkadaşlar, 17 Nisan 2013’te
yapılan yasal düzenlemeden sonra, kastınız eğer cemaatle hesaplaşmaksa, bugüne
kadar yol arkadaşlığı yaptığınız cemaatle hesaplaşmaksa şunu bilin: “Yasa dışı
eğitim kurumları” ibaresi mevzuattan çıkartıldıktan sonra dershanelerin
kapatılması, bu cemaatin daha da güçlenmesine sebebiyet verecektir. Bu
dershaneler kapatıldıktan sonra cemaatler, yerel yönetimlerden aldıkları iş
yeri açma ruhsatlarıyla bu tür kurumları daha kolay ve yaygın bir şekilde
açabilecekler, kimsenin de bunları denetleme imkânı kalmayacak. Ben şuradan
açıkça ifade etmek istiyorum: Şayet Sayın Başbakanın kastı cemaatle hesaplaşmaksa
lütfen Türkiye’de milyonlarca çocuğumuzu ilgilendiren eğitim üzerinden bu
hesaplaşmayı yapmayın, gücünüz yetiyorsa gidin, başka alanlarda, cemaatle
hesaplaşın ne hesaplaşacaksanız.
Sayın milletvekilleri, sürem
doluyor. Önemli bir konu var. Dün 12 Kasım 1999’da Bolu ve Düzce’de meydana
gelen depremin yıl dönümüydü. Ben depremde hayatını kaybeden 758 vatandaşımıza
tekrar Allah’tan rahmet diliyorum.
Bir de size şu çağrıyı yapmak
istiyorum: Bakın, depremin üzerinden on dört yıl geçti. Bu depremi yaşamış olan
Bolu ve Düzce’de hâlâ depremle ilgili çok büyük sıkıntıların yaşanıp
yaşanmadığını bizim oturup konuşmamız lazım, araştırmamız lazım. Bakın, bu
deprem sonucunda Düzce’deki konutların yaklaşık yüzde 80’i, Bolu’daki
konutların da yüzde 48’i hasar gördü ve bu hasarlı binaların bir kısmı
onarıldı, bir kısmı onarılmadı; daha ne kadarı onarıldı, ne kadarı onarılmadı;
onarılan binaların durumu nasıldır, değildir, bunu dahi bilemiyoruz. Boğaziçi
Üniversitesi geçtiğimiz günlerde, yıllarda Bolu’da bir araştırma yaptı
belediyeyle ortak olarak. Bu araştırmanın sonuçlarını 2007 yılında verdi ve
dedi ki: “Bolu’da 500 konut şu anda riskli bina kapsamındadır.” Bolu Belediyesi
tarafından bu konu dahi kat mülkiyetine sahip olanlardan ve orada oturan
vatandaşlardan saklandı. Allah korusun, on saniye sonra Türkiye’nin herhangi
bir yerinde deprem olmayacağının garantisini kimse veremez. Ve Hükûmetiniz
tarafından, bu depremin üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ bu depremin
yarattığı sorunların çözümü konusunda herhangi bir adım atılmadı. Milyonlarca
insanın ölümüne sebebiyet verebilirsiniz.
Bu konuda ben sizleri daha
dikkatli olmaya davet ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
grup önerisi aleyhinde söz isteyen Yüksel Özden, Muğla Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisinin
dershaneler üzerinde verdiği Meclis araştırma önerisi aleyhinde söz almış
bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.
En başından itibaren,
başlangıçta önerge sahibi Milliyetçi Hareket Partisinin değerli üyesi, konuşan
değerli meslektaşım Zuhal Hanım’ın, sonraki konuşan arkadaşlarımızın, her iki
partiden konuşan arkadaşlarımızın eğitim duyarlılığını kutluyorum. Gerçekten,
burada, çocuklarımızın eğitimini önceleyen, bunu her şeyin üstünde tutan bir
anlayışı her zaman, her fırsatta görmek istediğimi belirtmek istiyorum. Şimdi,
aynı kaygılara katılıyorum. Özellikle değerli meslektaşım Zuhal Hanım’ın
söylediklerini, aynı kaygıları, aynı sorunları paylaştığımı bir kez daha
sizlerle paylaşarak birkaç noktanın altını çizelim.
Eğitime ilişkin, bizim
Başbakanımız -geçenlerde kendisi bir kez daha söyledi- eğitimle ilgili bugün
geldiğimiz noktada, evet, biz, Türkiye’nin on yıl öncesine göre dershane
yetersizliğinden, fiziksel altyapıdan, bilgisayar, yani fiziki altyapıyla,
programla, ders kitaplarıyla İnternet’le ve FATİH Projesi’yle geldiğimiz
noktada hâlâ tamamlamamız gereken eksikler olduğunu, önümüzde daha katetmemiz
gereken yollar olduğunu söyledi. Ama buraya nereden geldiğimizi bir konuşmamız
gerekiyor değerli meslektaşlarım, değerli üyeler.
Çok kısa zaman öncesine kadar
biz, Türkiye’de hiçbir eğitim konusunu bir eğitim konusu olarak
tartışamıyorduk. Hangi eğitim konusunu ele alsanız, ister üniversiteye giriş
konusunu ele alın ister mesleki eğitimi ele alın ister zorunlu eğitimi,
kapsamını, süresini, şeklini ele alın hiçbirini rejim meselesi hâline gelmeden
konuşamıyorduk. Bunu hepimizin bir görmesi gerekiyor.
Ben eğitimciyim. Üniversiteyi
bitirdiğim, doktorayı tamamladığım, yani 1995’ten bu yana üniversitelerde hoca
olduğumuz ve sonrasındaki millî eğitim göreviyle bakacak olursak bizim,
Türkiye’de eğitimi bir eğitim konusu olarak konuşamadığımız gerçeğinden ve o
günlerden buraya geldiğimizi bir hesap etmemiz gerekiyor. Değerli meslektaşım
kendisi de çok iyi bilir, hangi konuyu ele almak istersek alalım, dakika bir,
mesele rejim meselesi hâline geliyordu; dakika bir, mesele laiklik meselesi
hâline geliyordu ve bundan dolayı biz yıllarca eğitim meselesini konuşamadık. Eğitimin
üzerindeki vesayetleri kaldırdık ve bugün konuşabilir olmaktan, en ağır
eleştiri gelmiş bile olsa, gelen en ağır eleştiriyi de saygıyla karşılıyorum ve
esasında gurur duyuyorum çünkü artık mesele bir rejim meselesi hâline gelmeden
bir eğitim konusu hâline getirilip tartışılabiliyor.
Biraz önce gene bir değerli
konuşmacı eğitime ayrılan payı diyanetle, emniyet teşkilatıyla, savunmayla
filan karşılaştırdı. Çok değerli milletvekilleri, çok uzun zamandır millî
eğitim bütçeden en yüksek payı alıyor. Bir eğitimci olarak benim gönlümden
geçen rakamdan hâlâ eksik olduğunu, az olduğunu söylüyorum ama önceki durumlara
göre savunmanın önündedir. Yani herkes hâlâ aynı şekilde zannediyor belki,
Millî Savunma Bakanlığının çok çok önündedir ve bugünkü rakam yani 2014 için
teklif ettiğimiz rakam 56’sı millî eğitime, 17’si üniversitelere olmak üzere 73
milyardır. Bu rakam 2000 yılında 4,5 milyardı toplam, 2002 yılında 9,5
milyardı. Hadi rakamlar, enflasyon değeri filan, o oranları da verelim:
Gayrisafi yurt içi hasılanın 2000 yılında yüzde 2,64’ü, 2002 yılında yüzde
2,84’ü, bugün geldiğimiz noktada 4,23’ü yani ikiye katlamıştır. Bundan dolayı
eğitime verilen önem, eğer bütçe rakamlarıyla bakılacak olursa, daha önceki
hiçbir dönemde konuşulamayacağı kadar daha yüksek bir rakamdır ve daha da
yükseltilmesi gerektiğine inanan birisi olarak bunun da altını çiziyorum.
Şimdi, gelelim dershane
meselesine. Burada bir tenakuz var değerli meslektaşım, diyorsunuz ki: “Bugün
veliler dershanelere okullardan daha fazla anlam yüklüyor.” Eğer tablo buysa
bizim hep beraber bunu değiştirmemiz gerekiyor ve önergenizi okudum, diyorsunuz
ki: “Dershaneler fırsat eşitliği sağlayan araçlardır.” Geldiğiniz noktanın ne
kadar tenakuz içerdiği burada gözüküyor. Ne demek? Yani parasını ödeyip de dershaneye
gidemeyen birisi fırsat eşitliği elde edemiyor, böyle bir şey olabilir mi?
Dershaneye kim gidiyor? Dershaneye parasını ödeyebilen gidiyor. Siz önergenizde
diyorsunuz ki: “Dershaneler bugün Türkiye’deki eğitimdeki fırsat eşitliğini
sağlayan…” Bir bakın Allah aşkına. Yani parasını ödeyemeyen insanların
fırsattan yararlanamadığını, yani eşit bir şekilde, kendisine sunulan fırsatı
değerlendiremediğini söylüyoruz. Bu geldiğimiz noktada -ben on beş yıl önce de
bunu söylüyordum- yani Anadolu lisesi öğrencilerinin, fen lisesi öğrencilerinin
bile… Esasen dershaneyi dolduran öğrencilerin bunlar olduğunu bilmemiz
gerekiyor. Yani burada hızla değiştirmemiz gereken bir tablo var. Yani buna
bakarak, bunu görerek ilerleyelim.
Ne var? Peki, biz ne
yapıyoruz? Yani tespitler doğru, burada geliyoruz, biz ne yapıyoruz bakalım.
Dershaneyi doğuran 2 tane sebep var. Biraz önceki değerli konuşmacı da söyledi,
esasen dershane bir sonuç. Dershane önümüze bir sonuç olarak ortaya çıkıyor.
Niye çıkıyor? 2 tane… Birincisi, üniversiteye giriş; ikincisi, liseye giriş. Ne
yaptık? Bugün itibarıyla baktığımızda, çok değerli milletvekili arkadaşlarım,
liselerden yeni mezun olan öğrenciler, sadece ve sadece onlar üniversiteye
girecek olsa Türkiye’de üniversiteye girişte tek mesele kalmamıştır çünkü
liselerden yeni mezun olan öğrencilerin sayısıyla üniversitenin -açık ve örgün-
yarattığı kapasite miktarı aynıdır; ikisi de 650 bin, 700 bin civarındadır. Bir
önceki yılda 659 bin biri, 668 bin biriydi. Nereden geliyor? 1 milyon 800 bin
yılların birikimi, defalarca girenler ve dershanelerin… Ona da şaşırdım,
dershaneler çok iyi yönlendirme yapıyormuş, çok iyi rehberlik yapıyormuş.
Soruyorum… İlk 2 bine giren öğrencilerin 1.200 tanesi tek mesleği seçiyorsa
burada yönlendirme yoktur. İlk 10 bine giren öğrencilerin çok büyük bir kısmı
ya da tamamı üç dört tane mesleği seçiyorsa burada yönlendirme yoktur, kendi
kendimizi kandırmayalım. 10 bin öğrencinin zekâ puanı, başarı puanı ne olursa
olsun üç meslekte birleşmesinin, buluşmasının imkânı yoktur. İşte, ondan dolayı
ikinci kez giriyor, ondan dolayı üçüncü kez giriyor. Yönlendirme yok ve
dershaneleri böyle bir yönlendirme yaptığı varsayımıyla savunmak da doğru
değil.
Burada, bakın, geldiğimiz
nokta şudur: Önümüzdeki yıllar içerisinde üniversiteye girişten dolayı dershane
ihtiyacı minimuma ve keyfekeder bir hâle gelecektir. Çünkü üniversiteye gitmek
isteyen herkesin kendi puanına göre, çalışmasına göre gidebileceği yerler
olduğu gibi, ben eminim, birkaç yıl içerisinde sınavsız olarak girilebilecek
üniversitelerin, üniversite bölümlerinin, programlarının sayısı da artacaktır.
Gelelim ikinci nedene, ikinci
neden de liseye giriştir. Evet, yani 3 çocuğu bu birinci basamaktan atlatmış
birisi olarak konuşuyorum, 1’i lisede, 2’si üniversitede çocuğu olan bir veli
olarak konuşuyorum, çocuklar hayatlarını yaşayamıyorlar, çocuklar bugün dersin
dışında hiçbir iş yapamıyor. Hafta içinde okulla dolu, hafta sonunda da
dershaneye koşturuyor, ne aile bir araya gelebiliyor ne çocuk sosyal, kültürel
-müzik, spor gibi- herhangi bir etkinliğe girebiliyor, hiçbiriyle uğraşmıyor.
Bakıyorsunuz, hafta sonu Kızılay civarında dolaşın, her veli 1, 2 çocuğunu
almış, hafta sonunu orada geçiriyor. Bu tablo bizim hep birlikte hızla
değiştirmemiz gereken tablodur, üniversite kısmı çok büyük oranda hallolmuştur,
lise kısmında da evet, fizikî altyapıyı eşitleyerek, niteliği eşitleyerek,
burada kurumlara birbirine yakın fırsatlar sağlayarak hep birlikte o kısımda da
dershaneye gitme ihtiyacını kaldırmak burada konuşmamız gereken konudur. Yani,
bir sorun olarak ortaya çıkmış, bir ur olarak orada duran, kaynaklarımızı
sömüren, çocukların sosyalleşmesini, hayattan da, aile hayatından bile
kopmasını sağlayan bir durumu paylaşmanın, bunun varlığını sürdürmenin değil,
hep birlikte nasıl kaldırmamız gerektiğinin üzerinde duruyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, efendim, bizim grup önerimiz üzerinde konuşan sayın hatibe tenakuzlu
bir açıklama yaptığı iddiasıyla sataşmada bulunmuştur. Sayın hatibin tenakuzunu
ortaya koymak üzere, Sayın Zuhal Topcu’ya sataşmadan dolayı söz vermenizi
istirham ediyorum.
BAŞKAN – Ne diye tenakuzlu
ifadede bulundu?
OKTAY VURAL (İzmir) –
“Tenakuz var.” demişti Sayın Zuhal Topcu…
BAŞKAN – Fikrini söylüyor, bu
sataşma değil ki Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) – Nedir
peki? Yani bir kimsenin açıklamasının çelişkili olduğunu ifade etmesi…
BAŞKAN – Fikrini söylüyor
diyorum. Hayır, söylediğinin aksini söylememiş yani.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yani
tutarlı bir açıklama yapmadığını söylemek sataşma değilse o zaman…
BAŞKAN – Sataşma değil tabii.
Yani söylediğinin aksine bir şeyi söylese sataşma olabilir yani.
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet,
aksine bir şey. Tenakuz değil tabii, tenakuz değil. Kendi tenakuz içerisinde
olana…
BAŞKAN – Sayın Vural, sataşma
yok ama vereceğim iki dakika.
Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşma
da var efendim, vermek durumundasınız zaten.
BAŞKAN – Sataşma yok efendim
burada. İç Tüzük sataşmayı açıklamış.
Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin
lütfunuz değil. Sataşma vardır ve vereceksiniz, bu kadar açık. Vermiyorsanız o
tutumunuzu görüşürüz, bu kadar açık ve net.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun, Muğla Milletvekili Yüksel
Özden’in MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşması sırasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Evet,
sayın meslektaşıma yaptığı övgüler için teşekkür ediyorum en başta ama zaten
kendisi açıkladı yani “Bu dershaneleri ortaya çıkartan sebepler.” diye. Evet,
dershaneleri ortaya çıkartan sebepler on bir yıllık AKP iktidarı döneminde
yoğun olarak hissedildiği için yani siz de biliyorsunuz bunu ama hâlâ da ısrar
ediliyor. Sınavlar da artırıldı, açık uçlu sorular gündeme gelecek ki bu ayrı
bir şey.
Şimdi, fırsat eşitliği
dediniz. Acaba mahallelere göre -ki şu anda adrese dayalı kayıt sistemi de
geçerli- gecekondu bölgesinde okuyan bir çocuğu, nasıl siz diğer merkezde
okuyan bir çocukla aynı sınava tabi tutarsınız? Eksik derslere giren, hocası
olmayan, burada bu okulda eğitim yapan bir çocuğu nasıl aynı sınav sistemine
tabi tutarsınız? En azından, dershaneler, mesela bulundukları yerlere göre
fiyat ayarlaması yapılıyor, onu diyelim; en azından destekleniyor. Bu çocuk
dershanelerde kendini geliştirme imkânı buluyor. Bu bir.
YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) –
Parası?
ZÜHAL TOPCU (Devamla) –
Parası destekleniyor, zaten dershaneler de o imkânı sağlıyor, onu da diyelim.
Bir ikincisi, rehberlik
konusunda zaten çocuk dershaneye geldiğinde eğitim sistemi yani öyle bir
dikdörtgenleştiriyor ki çocuğa seçenek alanı bırakmıyorsun ama yine
dershanelerde biraz daha fazla imkân bulabiliyor perspektif genişletmekte. Ama
yine de diyoruz ki: Eğer eğitim sistemini düzgün işletseydiniz, bugün, bu
sorunlar bu kartopu yumağı hâlinde karşımızda olmazdı, belki de dershane diye
bir sorun olmazdı.
Yine, kendi iktidarınızı, şapkanızı
önünüze koyup düşünmeniz lazım, onu da söyleyeyim.
Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- MHP Grubunun, Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve arkadaşları
tarafından dershanelerin ortaya çıkmasına sebep olan durumların ve
dershanelerin kapatılmasının eğitim sisteminde ne gibi problemlere neden
olacağının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
9/10/2013 tarih ve 250 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 13 Kasım 2013
Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Öneri kabul edilmemiştir.
Gündemin “Oylaması Yapılacak
İşler” kısmına geçiyoruz.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Önergeler
1.- İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, (2/1318) esas numaralı
Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/126)
BAŞKAN – Bu kısımda yer alan,
İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın, Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergenin oylamasını yapacağız.
Geçen birleşimde önerge
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar
yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı
arayacağım.
Karar yeter sayısı yok.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.06
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.15
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
İstanbul Milletvekili Erdoğan
Toprak’ın İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınma önergesinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı var ve kabul edilmemiştir.
Alınan karar gereğince sözlü
soru önergelerini görüşmüyor, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri İle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile
Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul Milletvekili Mihrimah
Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir
Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu ile Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili Azize Sibel
Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul
Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili
İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli
Milletvekili Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu
(2/1810, 2/8) (S. Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve
Başkanlık temsilcisi? Yerinde.
Komisyon raporu 12 ve 12’ye
1’inci Ek sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ruhsar Demirel, Eskişehir
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA RUHSAR
DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; parti grubum adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İç Tüzük’te yapılmak istenen
bu değişiklik biz kadın milletvekillerinin pantolon giymesi konusunu içeriyor.
Elbette ki buna hiçbirimiz itiraz etmiyoruz. Hatta biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bunu insan haklarının birincil cümlesi içinde teati ediyoruz.
Dolayısıyla “İnsanların giyinme, barınma, beslenme ihtiyaçları” cümlesinden
pantolonun da bir giyim olması, bugünün hayatının getirdiği bazı ortamlarda
kadınlar tarafından sıklıkla kullanılması itibarıyla Milliyetçi Hareket Partisi
bu konuya destek vermektedir, hiçbir çekincemiz yoktur.
Yaklaşık iki hafta kadar önce
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yine biz kadınların giyim kuşamıyla
ilgili bir düzenleme yapıldı. Bütün bunların Mecliste grubu bulunan tüm
partiler tarafından uzlaşmayla yapılmış olması hepimiz adına memnuniyet verici.
İnsanların milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olduklarında ne giyip ne
giymeyecekleri, buraya nasıl çıkabilecekleri konusunda kendilerinin karar verme
yetenekleri olduğuna millet karar vermiş ki bizleri buraya kendilerini temsil
edelim diye çıkarmış. Dolayısıyla, bu yalnızca özgürlükleri genişletici bir
hâldir ve Milliyetçi Hareket Partisi buna taraftır.
Burada da en çok
önemsediğimiz şey bu insan hakları cümlesinde olan her şeyin bizim tarafımızdan
olumlu karşılanacağının bilinmesidir. Onun ötesinde de uzlaşma kültürünün
ülkemizde yaygınlaşması ve toplumdaki tansiyonun düşmesi adına bütün siyasi
partilerin iş birliğiyle alacağı bu tür kararlara her zaman biz de destek
vereceğiz. Ancak söylediğim gibi, uzlaşma anlık bir şey değil, uzlaşma bir kültür.
Uzlaşma yalnızca bir anda ağızdan çıkan “evet” sözü değil, uzlaşmanın arkası,
anı ve sonrası var. Nitekim, millet olmak bile bir uzlaşma. Millet olmak demek
binlerce yıllık biriktirdiğimiz anı bohçalarımızla anda, hâlde uzlaşmak demek
ama bizler, yalnızca böyle nokta atışlarla uzlaşmamalıyız; başörtüsünü
çekiştirdiniz, uzlaştık, hiçbir şey olmadı, şimdi paçadan çekiştireceksiniz
yine bir şey olmuyor ama uzlaşma yalnızca kılık kıyafetle olmamalı. Uzlaşma bir
kültür; uzlaşma hayatımızın bütününde olmalı ve özellikle karar verici
insanların sarf ettikleri cümlelerin insanları ayrıştırmaya, insanları
kışkırtmaya, insanları farklılaştırmaya yönelik olmaması gerekir.
(x) 12 ve 12’ye
1’inci Ek S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bu sebeple, dün sarf edilmiş
bir sözü hatırlatmak istiyorum: “Düşmanları sevindirmek.” diye bir ifade
kullanıldı. Siyasi rekabette düşmanlık yoktur. Siyaset uzlaşma üzerinden gider.
Yalnızca, çıkacak bir yasa, bir İç Tüzük düzenlemesinde uzlaşmak, toplumdaki
tansiyonu düşürmek adına yetmez.
Muhalefet olarak biz -kendi
parti grubum adına söylüyorum bunu ve sanıyorum diğer muhalefet partilerinde de
aynı şey vardır- iktidar eden partiyi düşman diye görmüyoruz. Bizler kimsenin
düşmanı değiliz, kimsenin de bizi düşman diye görmesini arzu etmeyiz. O
sebeple, bu “sevinecek düşmanlar” kimdir, bunun izah edilmesi gerekir.
Bütün siyasi partiler mümkün
olduğunca uzlaşarak toplumdaki tansiyonu düşürmeye çalışırken Hükûmet eden
parti tarafından “Düşmanları sevindirmeyelim.” diye bir cümle sarf edilmesi, bu
kültürün henüz bazı kişiler tarafından içselleştirilmediğinin bir göstergesidir
ve dolayısıyla, bu kışkırtıcı, bu insanları ürküten cümlelerin izaha ihtiyacı
olduğu mutlaktır. “Düşmanlık” ifadesi, hiçbir siyasetçinin ağzına yakışmayan
bir şeydir. “Düşman”dan anladığımız, millî menfaatlerimize karşı olan bir
tutumdur. Burada siyaset yaparken birbirimizin karşıtı, birbirimizin düşmanı
değiliz, aksine, uzlaşmak üzere buradayız.
Nitekim, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, pozitif muhalefet yaptığımızı her zaman söylüyoruz; doğru olan
her uygulamaya, doğru olan her kanuna “evet” demeyi prensip olarak kabul
ediyoruz ve bunu da dillendiriyoruz ve hep örnek veriyoruz şunu: “Dumansız hava
sahası kadar iyi bir uygulama mı var?” diye. Bunlara “Hayır.” demek mümkün
müdür? Bunlara muhalefetteyiz diye itiraz etmemiz beklenebilir mi? Hayır. Ama,
muhalefet yalnızca reddetmek değil, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu
gerçekleştirmeye çalışıyoruz pozitif bir muhalefet yaparak. Ama, “düşmanları
sevindirme” tanımının -tekraren söylüyorum- izaha ihtiyacı vardır ve birileri
bunu izah etmelidir, düşman kimdir?
Ve bu farlılıkları belirten,
farklılıkları kışkırtan söylemlerin de sonlanması gerekiyor ama kimlik sorunu
üzerinden yürütülen bu mevcut durumdaki siyasetteki kışkırtıcılık, retorikteki,
bu söylemdeki abartılı tutumlar toplumdaki tansiyonu maalesef ki yükseltiyor ve
bu yükselen tansiyona koşut giden bazı bürokratlar da oluyor, hepimiz biliyoruz
ve bu çirkinlikler yayılıyor. Hani, laf meşhur, “Hoca öksürürse, cemaat
hapşırıyor.” Dolayısıyla, toplumda bu tür sıkıntı yaratacak, diğer
siyasetçilerle ilgili tereddütler uyandıracak, karşıtlıkları pekiştirecek
söylemlerin karar vericiler tarafından sarf edilmemesi gerekiyor. Zaten “devlet
adamı” denilen kişilerin de hizmet için kalkıp, hikmetle konuşup hürmetle
oturması bekleniyor, kışkırtması değil ve bir gün, hayatta öyle enteresan
şeyler oluyor, başkası için söyledikleriniz bumerang gibi dönüp sizi
bulabiliyor, bunun örnekleriyle dolu siyasi tarihimiz. O bakımdan başkalarına
bazı şeyleri atfederken kendimizi de o insanların yerine koyup “Ne diyorum, ne
yapıyorum?” diye düşünmek gerekir. Siyaset biraz da empati yapmak demek,
toplumu kışkırtmak yerine toplumu uzlaşmada buluşturmak demek.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bu uygulamalara elbette ki “Evet.” diyoruz ama ben pantolon konusundan
öte başka bir şey söylemek istiyorum. Burada daha önce bir konuşmacı,
Milliyetçi Hareket Partisiyle özdeşleşmiş bir kavram üzerinden birilerine atıfta
bulundu ve o arada da barış süreci diye bir şeyden bahsediyor ve bizim buna
karşı olduğumuzu, ayrıca kendisinin eski ülkücülüğünden filan atıf yapan
konuşmacılar da oldu. Hikâye meşhur, ben bu hikâyeyi paylaşmak istiyorum
sizlerle, tavşanın doktora tezi hikâyesi.
Tavşan mağaranın önünde
doktora tezini yazıyormuş bilgisayarı kucağında. Ayı geliyor, diyor ki: “Tavşan
kardeş, ne yapıyorsun?” Tavşan “Doktora tezimi yazıyorum.” deyince, diyor ki:
“Nedir konusu?” “Bir tavşan bir ayıyı nasıl yer?” Ayı diyor ki: “Güldürme beni,
sen beni hiç yiyebilir misin?” Tavşan “Mağarama gir, görürsün.” diyor ve biraz
sonra mağaradan tavşan elinde bir kemik, dişlerini karıştırarak çıkıyor ve ayı
yok. Arkasından kaplan geliyor, diyor ki: “Tavşan kardeş, ne yapıyorsun?”
Tavşan “Doktora tezimi yazıyorum.” diyor. “Hayırdır, konusu ne?” “Bir tavşan,
bir kaplanı nasıl yer?” Kaplan inanmıyor. Diyor ki tavşan: “Gel mağarama,
göstereyim.” Mağaraya giriyorlar, kaplan yok. Tavşan yine elinde bir kemik,
dişlerini karıştırarak çıkıyor. Ormanda bu hikâye yayılınca ormandakiler
toplanıp geliyorlar, diyorlar ki: “Tavşan, sen burada ne yapıyorsun?” Oturuyor
dizüstü bilgisayarıyla, diyor ki: “Doktora tezimi yazıyorum.” Hani, önce mezun
oldu, mastırını yaptı, artık doktora, ustalık belgesini alacak. Diyorlar ki:
“Bunu nasıl yapıyorsun?” Tavşan “Mağarama gelin, göstereyim.” diyor. Diyorlar
ki: “Ama bak, biz sağlam çıkmak istiyoruz.” “Hayhay.” Tavşan mağaraya götürüyor
bunları. Bir giriyorlar ki içeride aslan yan gelmiş yatıyor.
Özetle konu şudur: Doktora
tezinizin ne olduğu değil, danışmanınız önemlidir. Kimlere akıl danışıyorsanız
onlarla istişare ettiğiniz şeyleri bu millete kefen diye biçmeyiniz lütfen,
istirham ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi bu milletin hayrına olan her
şeyde, her zaman vardır ve bu milletin hayrına olan her konuya “evet” der.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu pantolon uygulamasına da parti grubumuz
olarak “evet” diyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ayşe Gülsün Bilgehan, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
Meclis İç Tüzük değişikliğiyle ilgili kanun teklifinin tümü üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek için söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün değiştireceğimiz Meclis
İçtüzüğü’nün 56’ncı maddesi sadece üç paragraftan oluşmaktadır. Kadınların
kıyafetine de üç kelimeden oluşan bir cümle ile değinilmektedir. “Bayanlar
tayyör giyerler.” diyor. İşte, biz, bugün bu bölümü değiştiriyoruz. Geç, zamanlaması
kötü, tuhaf bir değişiklik yapacağız.
Öncelikle, dil çoktan
değişmeliydi. Artık, hepinizin bildiği gibi “bayan” denmiyor, “kadın” deniyor.
Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği, insan haklarının önemli bir parçası ve
sözlüklere de girmiş. Örneğin “bilim adamı” yerine “bilim insanı” çok daha
güzel bir deyim. Bu vesileyle, bu deyimi çok kullanan Erdal İnönü’yü de belki
anmak gerekir.
Tayyör, Fransızcada “takım
elbise” yerine kullanılıyor. Zaten etek-ceket, pantolon-ceket olarak da
anlaşılabilirdi. Görünen şu ki: Asırlar içerisinde kadınların kıyafetleri
değişmiştir. Önemli olan, kadının bir birey olarak ne giyeceğine karar verecek
özgürlüğe ve güce sahip olmasıdır. Burada, arkadaşımız Şafak Pavey’in onurlu
duruşunu hatırlıyorum. İki yıl önce kendisine kıyafet ayrımcılığı yapılmasını
reddetmiş, kurallara saygılı olacağını belirtmişti, çok doğru yapmıştı. Çünkü
dünyanın pek çok parlamentosunu, meclisini görüyoruz, gerçekten her yerin
kendine göre usulleri var.
Örneğin, Fransa’da Meclis
Başkanı Genel Kurula Cumhuriyet Muhafızlarının çaldığı trompetler eşliğinde
giriyor, hâlâ böyle oluyor. En son, Sayın Tekelioğlu’nun başkanlığında bir
karma parlamenter heyetle gittik ve biz de buna şahit olduk. Fransa Meclisi eş cinsel
evliliği onayladı ama Fransız İhtilali’nden gelen bu geleneği değiştirmedi.
Ayrıca, vatandaşa saygı özenli bir kıyafet gerektiriyor. Bu açıdan,
milletvekillerinin kıyafetlerinin belli kurala bağlı olmasının da doğru
olduğunu düşünüyorum. Ama gerçekten şu anda tek derdimiz pantolon mu?
Unutmayalım, bugün İç Tüzük’ünde kadınlara pantolon giyme hakkını tanıyan bu
Meclis, 1926 yılında Medeni Kanun’u kabul etti. Bizim o zaman elde ettiğimiz
haklara ulaşmak için bugün, Arap Baharı’nı gerçekleştirmeye çalışan ülkeler
mücadele ediyorlar. Şu son birkaç gün içerisinde, Sosyalist Enternasyonalde,
pek çok Arap ülkesinin temsilcisiyle beraber olduk.
Medeni Kanun, 1926’da,
kadınlara yasa önünde eşit vatandaşlık hakkı verdi, tek eşli evliliği getirdi,
tek taraflı boşanmayı kaldırarak kadına da boşanma hakkını verdi. O zamana
kadar, sadece hanedan mensubu kadınlar eşlerinden ayrılabilirlerdi, diğerlerine
“Boş ol.” demek yeterliydi. Medeni Kanun mahkemelerde eşitliği getirdi, 1
erkeğe karşı 2 kadının şahitliğini kaldırdı. Medeni Kanun’un yürürlüğe
girmesiyle mecelle tarihe karıştı. Böylece, örneğin miras hukukundaki
haksızlıklar düzeltildi. Bunlardan biri de yetim hakkını koruyan maddedir.
Mecelleye göre, evli ve çocukları olan evlat babadan önce ölünce, miras açılmadığı
için, ailenin mirasından mahrum bırakılıyordu, yetimlerin hakkı öbür kardeşler
arasında pay ediliyordu. Medeni Kanun, yetim hakkını korumuştur. Türkiye'nin
iki yüz yıldır yanlış yolda olduğunu düşünenler bunları bilmezler mi? Kendi
anneleri, eşleri, kızları, bizler bu haklardan yararlanmadık mı?
Laiklik, kadınların ve
demokrasinin en büyük teminatıdır. Başbakan da herhâlde bu gerçeğe karşı değil
ki Mısır’daki arkadaşlarına Türkiye’yi örnek göstermişti. Ancak, laikliğin
sadece kadın kıyafeti üzerinden kendisini ispat etmesi ne kadar yanlışsa,
inancın da en çok kadında görünür olması haksızlık değil midir? Sayın Başbakan,
şimdi, iki yüz yıllık yanlış yol yorumunu bize nasıl açıklayabilir? Eğer
Batılılaşmaya karşı ise, yıllardır Brüksel’de ne için uğraşıyoruz? (CHP
sıralarından alkışlar)
Ayrıca Sayın Başbakana Avrupa
kültürünün Anadolu’da doğduğunu da hatırlatmak isterim. İki yüz yıl geriye
dönünce, o dönemde gerçekleştirilen
Tanzimat hareketleri, Anayasa, ilk Meclis, azınlık hakları, hepsine karşı mı
çıkıyor?
Bir hatırlatma daha yapmak
istiyorum. Çok takdir ettiği Osmanlının son topraklarını korumak için
savaşanlar sonradan cumhuriyeti kuranlardır.
Başbakan, ayrıca “İki yüz
yıldır halka görüşü sorulmuyor.” diyor. Peki, şimdi soruluyor mu? Şimdi de
sorulmuyor. Ama iki yüz yıl içinde değişenler var. Bazıları artık siz sormadan
fikirlerini belirtiyorlar. İşte, pek çoğumuzun anlayamadığı Gezi eylemcileri.
Onları açıkçası biz de zorlukla anlayabildik ama aramızdaki fark, biz onların
zekâsına, mizah anlayışlarına, cesaretlerine şapka çıkarıyoruz ve onlara saygı
duyuyoruz.
Bir taraftan, 18
yaşındakilere milletvekili olma önerisini getirirken, o insanların nerede
oturduklarını kurcalamayı anlamakta zorluk çekiyoruz. Bunun yerine 16 yaşında
evlilik oranı artan kız çocuklarının durumunu düzeltmek daha iyi olmaz mı?
Bugün, Türkiye’de 18 yaşında evlenen kızların, gelin olanların oranı genele
baktığımızda üçte 1.
Bakın, geçenlerde yabancı bir
siyasetçi bizimle ilgili ne dedi: “Yolda giderken hep dikiz aynasına bakarsanız
sonunda duvara toslarsınız.”
Biz, iki yüz yılı, yetmiş,
seksen yılı bırakalım da on bir yıldır iktidarda olan AKP döneminde kadın
hakları ne durumdadır, ona bakalım.
Gerçekten insaf! Kadın-erkek
eşitliğinde 120’nci sıradayız. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 Küresel Cinsiyet
Eşitliği Sıralaması yeni yayımlandı. Türkiye, kadınların eğitim düzeyi
açısından 104, ekonomi ve fırsat eşitliği bakımından 127 ve kadınların iş
gücüne katılımı bakımından 123’üncü sıradadır. Avrupa ve Orta Asya ülkeleri
arasında ise sondan bir önceki sırada geliyoruz. Göstergede sürekli gerileyen
Türkiye, dünya sıralamasında Nepal, Mali, Çad, Yemen gibi ülkelerle birlikte en
altta bulunan 15 ülke arasında yer alıyor. Bu ürkütücü tablo karşımızdayken
kadının özgürlüğünden söz edilebilir mi?
Kadınların ekonomik
bağımsızlığı var mı? En önemli konu, aslında bu ekonomik eşitsizlik. Çalışma
hayatına katılım, tarım dışı sektörlere baktığımızda, sadece ve sadece yüzde
24. Bu, gerçekten dünya sıralamasında çok çok gerilerde geldiğimizi gösteriyor.
Bir örnek vereceğim, İzlanda’da aynı oran yüzde 81, yani İzlanda’daki
kadınların yüzde 81’i ekonomiye katılırken, Türkiye'deki kadınların kentlerde
sadece yüzde 24’ü katılabiliyor. Ve Türkiye'deki kadınların sadece yüzde
33’ünün bankada hesabı var. Çalışanların yüzde 57,8’i de kayıt dışı, sosyal
güvenceden yoksun.
Yürürlüğe giren, evlenen
kadınlara kıdem tazminatıyla işten ayrılma hakkı, uzun doğum izni gibi
uygulamalar kadın istihdamını cesaretlendirici değildir, tam tersine
işverenleri ürkütmektedir.
Bir taraftan, Başbakan
sürekli 3 çocuk çağrısı yapıyor, bir taraftan da kadınların çalışmaları
isteniyor. Çalışan kadınlara aile-iş yaşamı dengesini sağlamaları için gerekli
kurumsal ve yapısal destekler, tam gün okul, ucuz ve kaliteli kreş verilmiyor.
Bunun sonucunu da, endişe
verici bir şekilde yüksekokul mezunu kadınlar arasında görüyoruz. Eskiden, en
azından yüksekokul mezunu kadınlar çalışırlardı, bu oran daha yüksekti, artık
çalışmıyorlar. 1989 yılında yüzde 81,3 olan bu oran, 10 puan düşmüş durumda.
Bakıyoruz, kamuda
çalışanların oranı yüzde 34. Ama yönetici kadrosunda yine çok az kadın var, hem
de yıllar geçtikçe daha da azalmış.
Örneğin, Hazine
Müsteşarlığında sadece 1 kadın yönetici var, oysa, ben hatırlıyorum, Hazine
Müsteşarı bir zamanlar bir kadındı. BDDK ve SPK’da hiç kadın yönetici yok.
Merkez Bankası Banka Meclis üyeleri, başkan yardımcıları arasında da yok.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSYK başkanları erkek. Hele yargıda gerçekten bir
gerileme var, HSYK’da yüzde 33 olan kadın oranı yüzde 3’e düşmüş. Yani bunu
açıklamak mümkün değil. Üniversite rektörleri içinde kadınların oranı sadece
yüzde 5. Bu arada, yapılan seçimleri kazanan 5 kadın aday rektör atanmamış.
Yani bunu da anlamak mümkün değil çünkü bu aslında tam bir pozitif önlem,
olumlu ayrımcılık olabilirdi, üstelik zaten kazanmışlar, hakları ama o 5 kadın
da atanmamış. Bakıyoruz, ilk ve ortaöğretimde pek çok kadın çalışan, kadın
öğretmen var ama onların da yönetici sayısı sürekli olarak azalmış.
Şimdi, en son olarak şunu
söylemek istiyorum: Kadınların çalışabilmesi için mutlaka ev ve aile işlerinin
paylaşılması gerekiyor. Yani devlet bir yerde ne kadar çok önlem alırsa, ne
kadar yardımcı olmaya çalışırsa çalışsın aslında iş aile içinde bitiyor. Şimdi,
bir veri vereceğim, Avrupa Konseyinin yaptığı bir çalışma. Oradaki yapılan
çalışmada aile ve ev işlerini paylaşımda erkeklerin oranına bakıldı, yüzde 70
oranıyla İsveç 1’nci gelirken, yüzde 17 ile Türkiye sonuncu geldi. Yani
Türkiye’deki erkeklerden bahsediyorum. AB’deki erkeklerin günlük ev işlerini
paylaşımı, ev işlerine katılması günlük dört saat, bizde kırk dakika. Oysa
yasalarda ileride görünüyoruz. Avrupa Konseyinin kadına yönelik şiddetle ilgili
en önemli anlaşmasını iki yıl önce burada hep birlikte kabul ettik, onayladık.
İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve onaylayan ülke olarak kendimizi gururla
Avrupa Konseyinde gösteriyoruz. Oysa uygulamaya baktığımızda, kadınların bu
yasadan haberleri yok, polis ve yargı güçleri yeteri kadar bilgilendirilmedi ve
hâlâ kadınlar en güven içinde olmaları gereken yerde, yani evlerinde
kendilerini en çok seven kişi olarak düşündükleri ve mutlaka da sevdikleri
eşleri, bazen de eski eşleri tarafından öldürülmeye devam ediyorlar.
Demek ki mesele zihniyet ve
özgürlük kavramının yorumunda. Bireysel seçim için, kadınların yaşam tarzlarını
belirleyebilmeleri için önce korkusuz olmaları gerek. Oysa Türkiye'de
kadınların yüzde 40’ı şiddet görüyor. 2002’de 66 kadın öldürülürken, şiddetle
mücadele eden kadın örgütlerinin belirlemelerine göre, 2012 yılında eşleri veya
aile bireyleri tarafından öldürülen kadın sayısı 155. 2009-2012 yılları
arasında ise 666 kadın aile içi şiddetin hedefi olarak yaşamını yitirdi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; peki, Tüzük’ümüzdeki tek kusur pantolon muydu? Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bugün kadınların temsil oranı yüzde 14’ü biraz geçiyor, oysa
hepimiz biliyoruz ki 1935’te, ilk defa cumhuriyet tarihinde kadınlar bu Meclise
girdiklerinde, bu oranla biz dünya 2’ncisi idik, bugün dünya 103’üncüsüyüz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde
yönetici olma oranları da bu düzeyi yakalayamıyor. 12 grup başkan vekilinin
yalnızca 2’si kadın. 17 ihtisas komisyonunun başkanlarından 1’i kadın neyse ki,
o da Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun başkanlığını sürdürüyor. 25
bakanlık içinde sadece 1’i kadın, o da aileden sorumlu. Bu dönemde 4 kadın
başkan vekilinden 3’ünün kadın olması ise tek tesellimiz oldu diyebilirim.
Hepimiz kendimize şu soruyu
sorabiliriz: Zorunlu ya da gönüllü kota uygulanıyor mu partiler arasında?
Uygulayan partiler var, ama henüz sonucunu da görmedik.
Madem İç Tüzük konuşuyoruz,
konuşmamın sonuna gelirken, acaba milletvekilleri olarak, kadın ve erkek
milletvekilleri olarak denetim görevini de yeterince yapabiliyor muyuz?
Gittiğimiz ülkelerdeki meclislere baktık, oradaki milletvekili ya da
senatörlerin nasıl çalıştıklarına baktık. Gördük ki örneğin, İngiltere
Parlamentosunda 1 dönemde 47 bin yazılı soru önergesinin 42 bini yanıtlanmış.
Aslında ayrıca, yazılı ve sözlü olarak İngiltere Parlamentosunda tam 100 bin
soru önergesi verilmiş. Fransız Parlamentosunda 28 bin yazılı soru önergesi
verilmiş, bunların 17 bini yanıt bulmuş. Bizim Parlamentomuzda ise geçen
dönemde sözlü ve yazılı toplam soru önergeleri 22.500 civarında, bunun da ancak
13.500’ü cevap bulmuş yani 10 bin soru önergesine de cevap verilmemiş.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
tamamen başka bir konuya geçiyorum. Bakın, ülkemizde son çocuk felci olayı yani
polio vakası 1998’de görülmüştü. Dünya Sağlık Örgütü Suriye’de polio virüsünün
varlığını açıkladı şu son günlerde yani çocuk felcinin yeniden görülmeye
başladığını açıkladı ve ülkemizin hastalık bulaşması riski altında olduğunu da
belirtti. Suriyeli mültecilerin yerleştirildiği kamplar başta olmak üzere bütün
o bölgede; Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Şırnak, Urfa ve
Mardin’de yeniden önemli bir oranda aşılama seferberliğinin başlatılması
gerektiğini duyurdu. Yani, Türkiye’de polio alarmı, çocuk felci alarmı verildi.
Demek ki belki şöyle bitirebilirim: Bugün Türkiye’de polio alarmı verilirken
Meclisimiz kadın milletvekillerinin pantolon giymesine izin verdi. E, ben de
hayırlı olsun diyeyim.
Beni dinlediğiniz için
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına söz isteyen Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE
BİRTANE (Kars) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Meclis İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi üzerinde söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, burada bugün
tartıştığımız konu bir özgürlük adımı olarak sunulabilir. Bize göre ise kafa
karıştırmaya dönük, üzerinde tartışma yapılması bile utandıran bir durum ve
şekilsel bir geri kalmışlığı topluma özgürlük olarak sunma çabasıdır. 21’inci
yüzyılda böylesi bir sorunu tartışmak demokrasinin neresinde olduğumuzu
göstermesi açısından önemlidir, ki biz daha başındayız. Hükûmetin bu adımları
“demokratik adımlar” olarak nitelendirmesi, kadın özgürlüğünü pantolon ve
başörtüsü arasına sıkıştıracak kadar dar bir çerçevede gördüğünün de bir
pratiğidir. Bir açıdan ise Hükûmetin kadına gerçek bakış açısını örtmeye
dönüktür. Yıllardır devam eden başörtü sorunu üzerinden siyaset yapan iktidar,
bu sorunu çözmeyi kendi siyasi stratejilerine göre şimdi uygun görmüştür. Oysaki
bu durum, toplum nezdinde sorun olmaktan çoktan çıkmıştır. Çağdaş ve demokratik
ülkelerin yüz yıl öncesinden bıraktığı bu tartışmalar, AKP’nin demokratikleşme
paketinin ana eksenini oluşturur konumda. Türkiye demokrasi sınavını,
Kürtlerin, Alevilerin, Süryanilerin ve diğer özgürlük ve yasal statü talepleri
olan halkların sorunları hakkında verecektir. Kadınların giyim tarzını
tartışmak, hangi yönde karar çıkarsa çıksın müdahaleye açık bir durum olduğunu
ortaya koyuyor. Türkiye’nin en can alıcı sorunlarının tartışılmasının önünü
tıkayıcı bir şekilde gündeme getirmek ise sorunları ağırlaştırmaktan başka bir
katkı sunmayacaktır. “Kürt sorununa demokratik çözüm bulma” sözü ile başlayan
sürecin geldiği kritik aşamada bugün tartışmamız gereken, demokratik siyaset
yapma koşullarının yasal dayanaklarını oluşturmaktır. Çözüm olarak adlandırıldı
ancak çözüme dair tek adım atmayan Hükûmetin başörtü, pantolon serbestisi ile
oyalanması, süreci ciddiye almadığını göstermektedir. Bugün tartışmamız
gereken, ana dilde eğitim sorunu olmalıydı, Alevilerin talepleri, demokratik
siyasetin önüne konulan en büyük engel olan TMK’nın kaldırılması olmalıydı.
Örgütlenme ve siyaset yapma hakları elinden alınan, yıllardır tutuklu bulunan
Kürtler ve yirmi otuz yıldır cezaevlerinde tutulan PKK’li hükümlü tutsakların
genel ve sağlık durumları olmalıydı. Cezaevlerinde on yılda bine yakın kişi
hayatını kaybetti, ancak, hâlâ, hasta tutsaklar hakkında tek adım atılmıyor.
Türkiye bir gün gerçekten demokratikleştiği zaman Adalet Bakanlığının bu konudaki
tutumu utançla anılacaktır. Hasta tutsaklara yasal düzenleme yapılmasına rağmen
âdeta gizli tanıkla “TMK ile geldin, tabutla çıkarsın.” deniliyor.
Değerli milletvekilleri,
20’nci Dönem bitmek üzere. Halkın ezici bir çoğunlukla seçtiği milletvekilleri
dönemlerini cezaevinde bitirmektedirler. 28 Aralıkta Roboski katliamının
üzerinden iki yıl geçecek. Sorumlular ortada, ancak hiçbiri yargı önüne
çıkarılmadı. Kışlalarda Kürt, demokrat, Alevi askerler şüpheli ölümlere kurban
gidiyor, mevcut iktidar bununla ilgili herhangi bir çaba içerisinde değil. Biz
bu tabloya rağmen, önceliği ne giyilip ne giyilmemesi tartışmalarına veriyorsak
bu konuda da birkaç şey söylemek isterim.
Bugün kadınlar istediği gibi
örtünebilmekte, ancak, istediği gibi giyinememektedirler. Dün, kapalı olduğu
için okullara alınmayan kız öğrenciler vardı; bugün, askılı giyindiği için
dolmuştan indirilen kadınlar, kız arkadaşına sarıldığı için tokatlanan erkekler,
bankta yan yana otururken elinde evlilik cüzdanı taşımak zorunda olduğunu
hisseden kadınlar ve erkekler var. Dün türbanlı kadınlar devlet dairelerine
çekinerek girerlerdi, şimdi mini etek giyinen kadınlar aynı durumda. Dün cemaat
evleri basılırdı, bugün ise öğrenci evleri basılıyor. Dün devletin irtica
korkusu vardı, bugün Gezi Parkı direnişçileri korkusu var. Dün zikir getirmek
yasaktı, bugün içki içenler kendisini baskı altında görüyor. Dün toplum
şeriatla insanları korkuturdu, bugün ise Kadıköy’de vapurdan inen kadınlarla,
kadınlı erkekli evlerle korkutuluyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sistem muhafazakâr ve Kemalistler, statükocular arasında el
değiştirdikçe kaderi değişmeyenler ise Kürtler, Aleviler ve kadınlar oldu.
Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde Kürt iş adamları, siyasetçileri
katledilirdi, faili meçhul sayılırdı. Başbakan Erdoğan zamanında Roboski’de
sınır ticareti yapan 34 Kürt çocuğu faili belli savaş uçakları ile parçalanarak
can verdi. Kürt siyasetçiler ise belediye başkanları, milletvekilleriyle
birlikte cezaevlerine konuldu.
1990’lı yıllarda 17 bin faili
meçhul cinayet yaşandı, köyler yakıldı, insanlar göçe zorlandı, Başbakan
Erdoğan zamanında 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, üniversite öğrencileri Aydın Erdem,
Şerzan Kurt ve daha niceleri sokak ortasında öldürüldü. Van depremzedeleri göç
ettirildi, çaresiz insanlar yıllardır çadırlarda bekletilmeye mahkûm edildi.
Köylerde hayvancılık, tarım bitti, köylüler metropollerde inşaat işçisi olarak
çalışmak, kaldıkları çadırlarda iş cinayetlerinde can vermeye mahkûm edildi.
Yıllardır süren savaş nedeniyle her karışına mayın döşenen topraklarda yüzlerce
Kürt çocuğu mayınla sakat kaldı, can verdi. Başbakan Erdoğan zamanında, Ceylan
Önkol koyun otlatırken bedeni şarapnelle parçalandı, dört aylık Mehmet Aytun
annesinden süt emerken gaz fişeğiyle öldü. Enes Ata ve İsmail Erkek adındaki 8
yaşındaki çocuklar 2006 yılında Başbakanın “Kadın da olsa, çocuk da olsa…”
talimatıyla Hükûmetin polisleri tarafından öldürüldü.
AKP iktidarından önce Aleviler
Dersim’de, Maraş, Çorum, Sivas’ta katledildi, AKP zamanında ise Gezi direnişi
eylemleri sırasında öldürülen Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem
Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz adında 4 genç de Alevi idi. Aleviler o zaman
ölümle tehdit ediliyordu, şimdi ise Alevilerin evleri işaretlenip yeni katliam
sinyalleri veriliyor. Değişen ne oldu? Önceki iktidarlarda gazeteciler
katlediliyordu, şimdi ise cezaevlerinde tutuluyor ve baskı altında
bırakılıyorlar. 1990’lı yıllarda Irak’ta Kürtlerin statü elde etmesinden
korkuluyordu, senaryolar yazılıyordu, bugün ise Rojava Kürtleri ile
savaşılıyor, çeteler destekleniyor; Türkiye, Suriye’deki savaş ortamından çıkar
elde etmeye çalışıyor. Bu politikanın da Kürtlerin vermiş olduğu mücadele ile
boşa çıkarılacağı gerçekliğinin unutulmaması gerektiğini bir kez daha
vurgulamak isterim.
Daha önceleri Bakur ve Rojava
Kürtleri arasına çekilmiş tel örgüler Kürtlerin mücadelesi ile nasıl
anlamsızlaştırıldıysa, dünyada yıkılan duvarların bugünkü iktidarın dâhiyane
politikaları ile Kürtler arasına örülmek istenmesi de Kürtlerin mücadelesi ile
anlamsızlaştırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; iktidarlar, oylarını aldıkları kesimin taleplerine göre değil,
tüm toplumun temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak, taleplerine
kulak vermek, onları hayata geçirmek için vardırlar. “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.” söylemiyle insanın yaşamını ancak devletin yaşaması için malzeme
yapan devletçi anlayış, sakat olduğu kadar “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü
seviyoruz” sözü de bir Başbakan tarafından telaffuz edildiğinde kibrin, aşağı
görmenin ve insanı yok saymanın, dışlayan bir tutumun tezahürü olduğunu
göstermektedir. Halkı ya devleti yaşatmak ya da Yaradan hatırına seven bir
iktidarın demokrasi sınırlarını nereye kadar çizdiği açıktır. Kendi ideolojisi,
kendi anlayışı ve kendi siyasi pozisyonuna göre toplumu iyi ya da kötü insan
tipi, azınlık ve çoğunluk, ahlaklı-ahlaksız tarifi yaparak kategorize eden bir
iktidar, herkesi, her kesimi kucaklamayacağı gibi, hizmet verdiği grupları ve
kesimleri de kendisine bir oy deposu olarak görür, hizmeti oya satan bir
anlayışla hareket eder. Zaten, bugüne kadar, Alevilere dönük en ufak taktiksel
bir adım ya da göz boyayan tek icraatının olmaması, Alevilerin kendilerine oy
vereceğine dair en küçük bir umudunun olmamasından kaynaklıdır diye
düşünüyoruz. Hiçbir vatandaş, bir iktidara kendisi dışında kalan kesimler
üzerinden baskı kurması için oy vermez. Otorite ve baskı, halk iradesinin ve
çoğunluğun talebi değildir. O yüzdendir ki baskıcı rejimler geçicidir ve
demokrasiye gelince, toplumun genel sorunlarını, bireyin kendini mutlu ve
güvende hissetmesi için onun tüm sorunlarını çözen bir sistemdir ki o yüzden
demokratik gelişim bir süreklilik arz eder.
İktidar, kadının kaç çocuk
doğuracağına, aile içi ilişkilerine müdahale etmekle değil, kadını her türlü
ayrımcılığa ve şiddete karşı koruyabiliyor, ona bir yaşam güvencesi
sunabiliyorsa demokratiktir. Demokratik iktidar, tecavüz sonucu hamile kalmış
bir kadını o çocuğu doğurmak zorunda bırakan değil, kadınları tecavüze karşı
koruyan, tecavüzü caydırıcı düzenlemeler yapan iktidardır. Demokratik iktidar,
Roboski katliamından kürtaj yasağı çıkaran değil, katliamın sorumlularını
bulan, halkından özür dileyen iktidardır. Baskı rejimleri ve halkı kendine göre
şekillendirme anlayışına sahip iktidarlar başarılı olabilselerdi, şimdi,
Hitler, Pinochet, Saddam Hüseyin, Franco, Yavuz Sultan Selim rahmetle
anılırlardı.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AKP’nin kadın yaşamına müdahale üzerinden işleyen muhafazakâr
anlayışı, erkekle kadının bir aradayken her koşulda cinsellik yaşayabileceği
bilinci olup toplumu alenen karalamaktır. 18 yaşını aşmış erkekle kadının aynı
sınıfta, aynı evde, aynı yurtta kalmasının aşka, sevgiye ve cinsel birlikteliğe
vesile olacağından kaygı duyuyor ancak evlenme yaşını 16’ya indiriyor;
liselerde emzirme odaları yapmayı planlıyor. Bu evli olan üniversiteli
öğrencilere evlenme bursu vermeyi demokratik adım olarak göstermeye çalışıyor.
Ancak, gençlerin dinî nikâh ya da devlet tescilli belge ile bir arada olmasına
müsaade eden iktidar resmî makamlar tarafından onaylanmış cinselliği kadın
ahlaksızlığı olarak tanımlıyor.
“Kız kardeşleriniz,
kızlarınız okullarda neler yapıyor neler.” deyip âdeta topluma kadın ve öğrenci
düşmanlığı enjekte ediliyor. Toplumun namusa bakışının kadın üzerinden
şekillenmesini yeniden yeniden örgütlüyor.
“Bu çocuklar bizim
sorumluluğumuzda.” deyip 18 yaşını geçmiş gençleri gönüllü ve bilinçli
birliktelikler üzerinden vuran Başbakan toplumun en temiz, en masum, en sevimli
yanına yani gençlere savaş açıyor. Gençleri 18, 19 yaşında evlendirmek,
kadınları 16’sında çocuk sahibi yapmak için elinden gelen her şeyi yapıyor.
Gençler üretimden koparılıyor, üniversite gençleri üniversiteyi bitirdikten
sonra iş bulamaz durumda bırakılıyor. Sayın Başbakana soruyorum: Üniversite
gençleri sizin sorumluluğunuzda ise üniversiteyi bitirdikten sonra işsiz
dolaşan mühendisler, atanmayan öğretmenler, asgari ücretle çalışanlar sizin
sorumluluğunuzda değil midir?
“Karışık yurtlar uygun
değil.” diyorsunuz da Dicle Üniversitesi öğrenci yurdunda kalan kadın
öğrencilerin tecavüze uğraması, cinsel taciz ve tecavüze maruz kalması hiç mi
sizi ilgilendirmiyor? 2009-2011 yılları arasında yaşanmış 29.980 tecavüz suçu
sizin sorumluluğunuzda değil mi? Buna müdahale etmek işinize mi gelmiyor?
2009-2012 yılları arasında cinayete kurban giden 1.411 kadın sizin
sorumluluğunuzda değil mi? Koruma emri çıkartıldığı hâlde sokak ortasında
katledilen kadınların sayısından haberdar mısınız?
80 yaşındaki erkeklere 6’ncı,
7’nci kadın diye verilen 13-14 yaşındaki kızlar sizin sorumluluğunuzda değil
mi?
Bir resmî nikâh üç dört dinî
nikahla bir binanın her katında, her şehirde bulunan her evinde ayrı ayrı dinî
nikahlı eşler bulunduran, üç dört kadını kendine eş yapan erkekler sizin
sorumluluğunuzda değil midir?
Evet, bütün bunlar yaşanırken
AKP bir pantolon bir eşarpla oy hesabı yapıyor. Kadınların istedikleri gibi
giyinmesini değil de, örtünmek isteyenlerin istediği gibi giyinmesini kadın
özgürlüğü temelinde ele alıyor. Bir taraftan kadın milletvekillerine giyim
konusunda sınırlı da olsa bir özgürlük tanımakta diğer tarafta insanların
evlerinin içindeki yaşam şekline müdahale edilmektedir.
Muhafazakâr anlayışını giyim,
düşünce biçimi, cinsel yönelim ve sosyal yaşama istikamet çizme unsuru olarak
kullanan iktidar, kendi anlayışına ters düşmeyen bireyler yaratmak için toplumu
çeşitli yöntemlerle etkisi altına almaya çalışmaktadır ve toplumun gerçek
sorunlarını gizlemek için bu yönlü suni gündemlerle uyutmaya çalışıyor.
Bizler gerçek demokrasi
mücadelesi veren iktidarlara ihtiyacımızın olduğunu belirtiyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına söz isteyen
Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın milletvekilleri ile
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bulunacak olan kadın kamu
personelinin sadece tayyörle değil, ceket ve pantolon giyerek de Genel Kurula
girebileceklerine ilişkin görüştüğümüz İç Tüzük düzenlemesi gerçekte iki yıl
önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelmişti. 6 Ekim 2011
tarihinde Anayasa Komisyonunda görüşüldükten sonra 11 Ekim 2011 tarihinde Genel
Kurula gelen bu düzenleme Anayasa Komisyonunun talebi üzerine Genel Kuruldan
çekilerek Anayasa Komisyonuna iade edilmiştir. Yani iki yıllık bir gecikme söz
konusudur. Tam iki yıl önce yürürlüğe girebilecek olan bir düzenleme iki yıl
gecikmeyle Genel Kurula gelebilmiştir.
Bu iki yıllık gecikme olarak
tarif ettiğimiz sürenin son haftalarında bir gelişme oldu. İki hafta önce
Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi partinin mutabakatıyla, başörtüsüyle,
türbanıyla Genel Kurula girmek isteyen kadın milletvekillerimiz Genel Kurula
girdiler; herhangi bir sorun çıkmadı. Hemen ardından kadın milletvekillerimizin
pantolon giyebilmesine ilişkin düzenleme Genel Kurula getirildi. İki yıl önce
bu düzenleme Genel Kurula geldi. İki yıl önce biz bunu yürürlüğe koyabilirdik ama çoğunluk iradesi farklı yönde teşekkül etti.
“Ancak ve ancak türban Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna girerse
kadın milletvekillerimiz de pantolon giyebilir.” anlayışıyla bu düzenleme bugün
görüşülüyor. Bu maalesef rencide edici bir tutumdur. Bu özgürlükçü bir tutum
değildir. İnsanların, kadınların, milletvekillerimizin, kadın kamu personelinin
pantolon giyebilmesi düzenlemesini, böyle bir imkânı bir başka kıyafetin
arkasına takarsanız, “Ancak o olursa pantolon da Genel Kurula girebilir.” derseniz
siz konuya özgürlükçü yaklaşmıyorsunuz demektir. Asıl tartışılması gereken konu
budur.
Şimdi, bazı kadın
milletvekillerimiz başörtüleriyle, türbanlarıyla Genel Kurula girdikten sonra,
hemen onu takip eden pazartesi günü, yani geçen hafta, 4 Kasım 2013 tarihinde
Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri, grup başkan vekilleri bir teklif
verdiler. Yani sanki bu ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
geliyormuş gibi bir anlayışla bir teklif verildi. Hayır, iki yıl önce bu
teklif, İç Tüzük değişiklik teklifi Anayasa Komisyonunda görüşüldü, Sayın Rıza
Türmen ve Sayın Mustafa Şentop’un vermiş olduğu önergelerle son şeklini aldı,
Komisyon bunu oy birliğiyle kabul etti, Genel Kurula geldi. Şimdi, iki yıl
sonra, 4 Kasım 2013 tarihinde yeni bir teklif vermek bu gerçeği gizlemeye
yetmiyor. Ayrıca, verilen teklif, Adalet ve Kalkınma Partisinin vermiş olduğu
teklif satır satır, kelime kelime o teklifin aynısı. Zaten bir satırlık bir
teklif, aynısı verilmiş durumda, hiçbir değişiklik yok. İki yıllık bir gecikme
var.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda türbanı özgürlükçü bir anlayışla değil, demokratik bir
anlayışla değil, insan haklarına saygı duyan bir anlayışla değil de mensup
olunan siyasi geleneğin gelinen aşamasında laiklik, sekülarite karşısında bir
zafer olarak görürseniz bu yanlıştır, bu yanlış. İki yıllık gecikmenin hesabını
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu burada vermek zorundadır. Özgürlükçü anlayışa
sahip olanlar kadınlarımızın kıyafetini bir başka şarta bağlı kılmazlar. Eğer
kılıyorsanız bu anlayış problemlidir, bu anlayış demokrat değildir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki kıyafetleri, rövanş duygusuyla geçen bir siyasi yaşamın sonucunda,
bugün gelinen aşamada alınan rövanş duygusuyla takdim edenlerin demokrasiyle,
özgürlüklerle, insan haklarıyla problemi vardır. Bugün aslında konuşulması gereken
gerçek konu budur.
Şimdi, bakın, bugünlerde
Sayın Başbakan kendi otoriter anlayışıyla topluma istikamet vermeye çalışıyor,
toplumu hizaya getirmeye çalışıyor. Sayın Başbakanın anlayışı bu, toplumu
hizaya getirmek. Özgürlükçü bir yaklaşımla insanların, bireylerin özgürlük alanını
genişletmek değil, tam tersine kendi anlayışına uygun olarak topluma istikamet
vermeye çalışıyor Sayın Başbakan. Birden, türban uygulaması sonrasında
Türkiye’nin gündemine kız öğrenci evleri çıktı, öğrenci yurtları meselesi
geldi. Hemen akabinde, Sayın Başbakanın tutumundan görev çıkaran bir kısım
valiler hemen uygulamaya geçtiler. Manisa’da bir evi polis gece basıyor, kimlik
kontrolü yapıyor, kızlı erkekli o gençler orada oturmuş sohbet ediyorlar, hemen
onlara bir gürültü cezası kesiliyor. Bir başka vali bir başka ilde daha farklı
bir uygulama yapıyor, para cezası kesiyor.
Şimdi, Sayın Başbakanın
sürekli olarak dine, dindarlığa vurgu yapmasını demokratik bir devlette kişisel
bir tercih, kişisel bir düşüncenin ifadesi olarak alabiliriz elbette ama kendisini
dindar olarak tanımlayan bir kişi, kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir
kişi kendi inancını, onun gereklerini herkes için geçerli sayıyor ve bu inanç
ve pratikleri herkes için geçerli olacak şekilde uygulamaya koyma konusunda
görevli sayıyor ise bu demokrat bir tutum değildir. Din, inanç hepimizindir,
kimsenin değildir. Kişiyle Allah arasında olan bir konudur ama dinî inancı
bireysel tutum, bireysel inanç, bireyle Allah arasındaki bir ilişki olarak
değil de toplumsal hayatımızın bütün alanlarını düzenleyecek bir kavram olarak
görürseniz bu anlayıştan demokrasi çıkmaz.
Şimdi, Sayın Başbakan dünkü
grup toplantısında çok vahim bir konuşma yaptı -Sayın Gülsün Bilgehan buna
değindi, kendisine teşekkür ediyorum- “Tam iki yüz yıldır insanımıza bir
dayatma yapılıyor.” diyor. İki yüz yıl aşağı yukarı 1808 Senedi İttifak tarihine
denk gelir, işte Türkiye’nin anayasacılık tarihinde ilk belge olarak kabul
edilir. Anayasal belge midir değil midir ayrı bir tartışma konusu ama ilk
belgedir ve II. Mahmut’la başlayan bir dönemdir Senedi İttifak sonrası. Yani
Türkiye’nin modernleşme tarihi, insanımızın modernleşme tarihi oradan başlar,
II. Mahmut’la başlar. Sayın Başbakan hedefi büyüttü, sadece cumhuriyet değil
modernleşme nerede başlıyor ise problem orada vardır! (CHP sıralarından
alkışlar) Yani modernleşme karşıtı bir düşünceyi ifade ediyor Sayın Başbakan.
Ne var Senedi İttifak’tan sonra? 1808 Senedi İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı,
1856 Islahat Fermanı, 1876 Kanuni Esasi, Birinci Meşrutiyet, 1908 İkinci
Meşrutiyet ve ondan sonra bizim işte 1921 Anayasamız, 1924 Anayasamız ve 1961,
1982 anayasalarımız. Sayın Başbakan hedefi büyüttü, Türkiye’nin modernleşme
yolunda atmış olduğu adımlardan başlayarak hedefine onu koydu. Bir yandan
diyeceksiniz ki: “Biz insanımıza hayat tarzı dayatmıyoruz, tam tersine hayat
tarzı çeşitlemesi yapıyoruz.” ama öte taraftan Türkiye’nin modernleşme
tarihiyle hesaplaşma anlayışıyla bir anlayışı ortaya koyacaksınız, parkta yan
yana oturan genç kızla genç erkeğin varlığından rahatsız olacaksınız ve kızları
ve erkekleri, öğrencileri, onların anne ve babalarının duygularına yaslanarak
mahalle baskısının objesi hâline getireceksiniz. Bu tutum demokratik değildir,
özgürlükçü değildir. Eğer özgürlükçü olsaydınız bu pantolon düzenlemesi iki yıl
önce gerçekleşirdi.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi, şimdi görüştüğümüz teklifle ilgili yasalaştırma
sürecinde oradan bazı konularda açıklama istedi yani grubumuzla ilgili… Çünkü
birlikte yürüttük bu süreci. Dolayısıyla bu süreçte meydana gelen hadiseleri,
olayları farklı şekilde aksettirdi. Bu yüzden söz istiyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sataşma yok ki efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hayır, sataşmadan dolayı değil zaten.
BAŞKAN – Sayın Canikli, böyle
bir usulümüz yok. Açıklama…
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) –
Açıklama da istemedi efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
–Hayır, “AK PARTİ Grubunun bunu açıklaması gerekir.” dedi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Hayır, hayır, açıklama istemedim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Aslında sataşma da var Sayın Başkanım.
Şöyle: O süreçte iki yıl önce bu düzenlemenin yapılması gerekirdi.
BAŞKAN – Evet.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hiçbir gerekçe olmadan AK PARTİ çoğunluk grubunu çekti diye çok net bir
şekilde…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Efendim, benim söz talebine saygım vardır. Sayın Canikli’ye söz
vermenizden ben mutlu olurum efendim.
BAŞKAN – O şekilde ifade
etmedi efendim. İki sene önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiğini, AK
PARTİ Grubunun da yeni verdiğini söyledi; söylenen bu.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Net değil. Daha önce çekildiğini söyledi ve ayrıca şu anda gelen teklifin
motamot aynısının tekrar…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Canikli, iki dakika söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük
Teklifi’nin tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önce sondan başlayalım. Daha
önce verilen teklif 2 tane AK PARTİ’li milletvekili tarafından verilmişti yani
Sayın Hamzaçebi’nin bahsettiği iki yıl önce bu sorunu çözecek olan teklif 2
milletvekili tarafından verilmişti. Biz son olarak son düzenlemede yeni bir
teklif düşünmüyor idik. Onun aktive edilmesi, Adalet Komisyonunda gündem
yapılması şeklinde bir irade ortaya konulmuştu ancak bazı siyasi partilerimizle
birlikte verelim, mümkün olduğu kadar diğer siyasi partilerimiz de bu
düzenlemeyi destekliyorlar ve altında imzaları olsun düşüncesiyle ve
arkadaşlarımızın kendilerine biz sorduk, bunların talebini yerine getirmek
amacıyla yani diğer siyasi partilerin imzasını alabilmek, birlikte verebilmek
amacıyla, bir mutabakat çerçevesinde yapabilmek amacıyla bu şekilde hareket
ettik, başka bir nedeni yok, başka bir amacı yok. Yani motamot aynı olması da
son derece doğal çünkü problemi çözüyoruz; birincisi bu yani ne başka siyasi
bir amaç güdüyoruz ne de başka bir düşüncemiz, zihnimizin arkasında başka bir
planımız var.
İkincisi: İki yıl önce
yapılması düşünülen, planlanan düzenlemede başka bir sıkıntı ortaya çıktı. Açık
söylemek istiyorum, o zaman oraya, o düzenlemeye bir teklif gündeme geldi.
“Başörtülü de girebilirler.” şeklinde bir düzenleme önerisi gündeme geldi.
Başörtüsüyle ilgili İç Tüzük’te bir yasak olmadığı için böyle bir düzenlemenin
oraya monte edilmesi kesinlikle doğru değildi ama böyle bir düzenlemenin
reddedilmesi de mümkün değildi, açık söylüyorum yani samimiyetle söylüyoruz.
Dolayısıyla, bu nedenle çekildi ve o zaman yine Cumhuriyet Halk Partisi de
kabul etmedi bu düzenlemeyi çünkü peşinden başörtü yasağının kaldırılması da
gündeme gelebilir düşüncesiyle. Nitekim, şunu yaptı…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Yani, böyle bir şeyi söyleyen kimse yok.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bak, somut söylüyorum, o zaman düzenlemeye gerek olmadan, başka bir yorumla,
bütün siyasi partilerin mutabakatıyla “Pantolonla girilebilir.”den hareketle
birlikte bir adım atalım dedik yani İç Tüzük’te düzenleme yapmayalım, bütün
siyasi partiler…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
…defakto olarak kabul etsinler ve yapalım dedik. 3 siyasi parti kabul etti ama
o zaman Grup Başkan Vekili olarak Sayın Emine Ülker Tarhan kabul etmedi bunu.
Yani, İç Tüzük’te bir değişiklik yapmadan, fiilî olarak… BDP kabul etti, MHP
kabul etti, biz “Tamam.” dedik -önemli olan sorunun çözülmesi, önemli olan
yasağın kaldırılması- ama iki yıl önce Cumhuriyet Halk Partisi kabul etmediği
için o zaman yasalaştırılamadı veya bu sorun giderilemedi. İşin esası budur.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, şimdi, o zamanki Grup Başkan Vekilimiz Sayın Emine
Ülker Tarhan’a atfen bir değerlendirme yaparak sataşmada bulundu, söz
istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
Sataşma nedeniyle iki dakika
söz veriyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkanım, bize verirken kök söktürüyorsunuz. Neyse, yani “Verilmesin.”
demiyorum ama yani…
BAŞKAN – Ama, bir saniye
Sayın Hamzaçebi...
Sayın Hamzaçebi ne için…
Sataşmanın gerekçesini söyleyerek söz istedi.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Efendim, biz de söylüyoruz, hatta açıklamayı söyledim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Arada bir fark var
yani.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Evet, yani amacım şey değil, sadece bilgilendirmek.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında
Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun doğru
bilgilenmesini isterim. Yani, sanki “Pantolonla Genel Kurula girilebilir.”
şeklinde bir mutabakat ortaya çıkmış da Cumhuriyet Halk Partisi bu mutabakata
karşı gelmiş gibi bir anlayışı ifade etti.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Mutabakata yanaşmadı. İkisi farklı şey.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Şimdi, bakın, ama Sayın Canikli, mutabakata yanaşmadı, neyse, böyle
bir şey doğru değil, böyle bir şey doğru değil.
Bu İç Tüzük değişikliği neden
yapılıyor? Çünkü İç Tüzük diyor ki: “Kadınlar Genel Kurula tayyörle girer.”
Yani ceket ve etek. Böyle olduğu hâlde “Ya, pantolonla da girsin.”
diyemezsiniz. Böyle bir şey olabilir mi? Eğer hukuka birazcık saygımız varsa bu
İç Tüzük’ün değişmesi gerekir.
Eğer size göre pantolonla
girilmesine bir engel yok ise bu teklife de gerek yok. Niye getirdiniz? Teklife
ihtiyaç var, böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var.
Konu, bu düzenlemenin iki yıl
gecikmiş olmasıdır; bakın, iki yıl bu düzenlemeyi geciktirdiniz. Sayın Canikli
gerçi gerekçelerini burada açıkladı ama doğru olmadı; bakın, doğru olmadı.
Sonuçta, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi parti türban konusunda ortak
bir tavır aldı, onun hemen ertesinde bu teklifi getiriyorsunuz. Keşke bunu bir
sene önce getirseydiniz, bir buçuk sene önce getirseydiniz. O zaman Anayasa
Komisyonuna çektiniz. Çektikten sonra, altı ay sonra bunu buraya
getirebilseydiniz. Yani sizin başörtüsüyle ilgili o zamanki, 2011’deki
değerlendirmelerinizi bilemiyorum; o size ait bir konu, bilemiyorum. Yani “İç
Tüzük buna müsaade ediyordu, etmiyordu, reddetmek istemedik…” Bütün bunlar
sizle ilgili bir konu. O konuda ayrıca bir yorum yapmayacağım ama işin gerçeği
budur. Gerçek, bunun iki yıl geciktiğidir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Canikli.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, “tayyör” kelimesinin Türkçe karşılığı gerçekten “etek ve ceket”
olarak tanımlanıyor ancak biraz daha olay geniş yorumlanırsa, mesela
Fransızcada bunun karşılığı “deux- pièces”, aslında orijinali de oradan geliyor
ve “iki parça” anlamına geliyor.
Dolayısıyla, biz o zaman bu
yorumdan hareketle yani “İki parça, pantolonu da kapsayabilir.” geniş bir
yorumlamayla bunun, bu yasağın rahatlıkla kaldırılmasının mümkün olduğunu
söyledik ve birçok arkadaşımız da buna katıldı.
Ha, daha net olması, daha
tartışmasız olması için İç Tüzük gerekir ama yasağın kaldırılması açısından
böyle bir yorum yapma imkânı da vardı Sayın Başkan. Dolayısıyla, o zaman bu
şekilde, bu düşünceyle hareket etmiştik.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.22
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.35
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
12’ye 1’inci Ek sıra sayılı
İç Tüzük Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul
Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili
İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili
Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S.
Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve
Başkanlık temsilcisi yerinde.
Şimdi, söz sırası şahsı adına
söz isteyen Zeynep Armağan Uslu, Şanlıurfa Milletvekili.
ZEYNEP ARMAĞAN USLU
(Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün 56’ncı maddesinin değişmesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bugün yüce Meclis çatısı
altında, şekil ve içerik olarak basit fakat sembolik olarak çok değerli bir
hususu… Genel olarak ülkenin, özel olarak da kadınların özgürleşmesinin önemli
adımlarından birini atmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Bugün oylanacak husus,
sadece Genel Kurulda giyilebilecek kıyafet tercihlerinin kadın parlamenterler
için genişletilmesi değildir. Bundan daha da önemli olan boyutu, Türkiye’de
demokrasinin yavaş ilerlemesinin nedeni olan, on yıllar boyunca taşımak zorunda
bırakıldığımız tüm sosyal, ekonomik ve siyasi safraların son on bir yılda bir
bir atılması ve ülkede krizlere, bireysel yaşamlarda ise travmalara neden olan
sorun kümelerinin birer birer çözüme kavuşturulması gerçeğidir. Bugün de işte
bu sürecin devamı adına umuyorum ki tüm partilerin desteğiyle önemli bir adım
atılacak çünkü artık tarihin gongu çalmış, kendini oluşturan farklı
unsurlarıyla çatışmayan, barışan, farklılıklarını korku değil, zenginlik
vesilesi olarak sahiplenen yeni Türkiye’nin inşa zamanı gelmiştir. Artık bu
ülkenin kadınları ve erkekleri, daha doğru bir ifadeyle tüm fertleri için tabu
hâline getirilmiş, âdeta konuşulması dahi yasaklanmış, kimi zamanlar da tamamen
yok sayılmış hak taleplerine gerçek karşılıkların üretildiği bir evreye
geçilmiştir. İşte bu kavrayışla, eski Türkiye’nin bir iz düşümü daha bugün
tarihe karışıyor.
Kadın parlamenterlerin olası
tercih ve ihtiyaçlarını tamamen göz ardı eden bir mantıkla hazırlanan Meclis
İçtüzüğü 1973’te tanzim edilmiştir ve aslında sadece bugün değiştireceğimiz
maddenin değil, pek çok yönünün de değiştirilmesi önemli düzeyde bir ihtiyaç
konusu olarak karşımızda durmaktadır fakat bütün bu sürecin yanı sıra, konuyu
kamu kurumlarındaki uygulamalarla da bağlantılayarak açıklarsak, 1980
darbesinin bir kalıntısı olarak kadın kamu görevlilerini pantolon giyme yönünde
meneden uygulama 2002’de yapılan yönetmelik değişikliğiyle sonlandırılmıştır ve
artık hiçbir kurumda var olmayan bir sınırlama, sadece Parlamentodaki kadın
milletvekillerine karşı geçerli kalmıştır. Elbette bu, ülkedeki özgürlüklerin
teminatı olan bir kurum açısından izah edilebilir nitelikte değildir ve bu
uygulamanın değişmesi hem kurumsal itibar açısından hem de biz kadın siyasetçilerin
uzun süren çalışma saatleri çerçevesinde kolaylık sağlayacağı için pratik
olarak da yararlı olacaktır. Bu bağlamda, kadınların cinsiyet kimliğini ifade
etmeyen, ülkemiz mevzuatlarındaki ifade ediliş biçimiyle de örtüşmeyen “bayan”
ifadesinin de aynı maddeden kaldırılmış olması doğru bir konumlandırılıştır.
Türkiye tabularını yıkıyor.
İşte, on yıllardır kadınlar arasındaki ayrımcılığa neden olmaya, milyonlarca
kadını ve ailelerini temel insan haklarından mahrum bırakmaya, kadınların
üretkenliğine ket vurmaya yarayan ya da başka bir deyişle topluma hayat tarzı
dikte etmeyi rejimin korunması zannedenlerin buyurgan küstahlığını tatminden
başka hiçbir işe yaramayan, başörtüsüyle kamuda çalışma yasağı kaldırılmıştır.
Böylece tüm kadınlar yükseköğrenim hakkında olduğu gibi, çalışma hayatında da
eşitlenmiştir. Tabii, bu çerçevede, 2004’te 20,8’ken, 29,5’a çıkan kadın iş
gücüne katılma oranlarının da, bu doğrusal artışın da sevindirici olduğunu ve
aynı zamanda böylesi yasakların kaldırılmasıyla birlikte, “Kadın istihdamı,
kadın istihdamı” diyoruz, kadın istihdamın nasıl artacağını hep birlikte görme
imkânına sahip olacağımızı ve bu çerçevede bu gelişmenin de ortak geleceğimiz
adına güven verici olduğunu ifade etmek isterim.
Bu bağlamda, cumhuriyetin
kuruluşunun 90’ıncı yılında, 31 Ekim 2013 tarihini, başörtülü kadınlara seçilme
hakkının verildiği bir milat olarak da zikretmek gerekir. Parlamenterlik
görevlerini başörtülü olarak yapma kararı alan milletvekili arkadaşlarımıza
yönelik olarak tüm partiler tarafından gösterilen siyasi olgunluk da
demokrasimizi derinleştirme adına gerçekten gurur vericidir.
Artık, bu ülkede hukuk ve
mevzuat dışı bir biçimde sadece yaratılan baskıcı atmosferlerle işlerlik
kazanabilen hak ihlallerine, ayrımcılıklara ve zulümlere yer yoktur. Ve alınan
mesafe, yıllarca haklarının gaspı karşısında dimdik duran başörtülü kadınların,
onların yanında saf tutan başı açık kadınların, ülkede adalet ve demokrasinin
tesisi için çabalayan erkeklerin, hasılıkelam, bir milletin ortak özgürlük mücadelesinin
eseridir.
Ama maalesef, hatırlamak
gerekir ki, söz kadınların temel haklarından, temel haklarının teslim
edilmesine geldiğinde, söz buradan açıldığında, en hoşgörü kisveli konuşmalar
da bile kimileri kibir kulelerinden fırlattıkları oklarla bu süreci
hırpalamaktan, bu yöndeki motivasyonları sahiplenmekten hiç geri durmadılar.
Çünkü, hâlen bazı zihinler Jakobenist vesayetçi dönemlerin yarattığı
yanılsamanın etkisiyle oluşan akıl tutulmasından maluldür. Yaşanan dönüşümden
öylesine muzdariplerdir ki, yıllarca hak etmedikleri konumları kendilerine
bahşeden ilerici maskelerinin düşmesi pahasına hazımsızlıklarını dışarı
vurmakta ya da müfteri konumuna düşmekte dahi beis görmezler. İmtiyazların ve
kotaların konforunu yaşamak yerine iş ve politik yaşamlarında verdikleri
mücadeleyle temsil sıfatını kazanmış donanımlı mevkidaşlarına, hemcinslerine
“vitrin süsü” diyerek saldırmaktan da hicap duymazlar ve işte, belki de, tam da
o anda kendileri bir vitrin süsüne dönüştüklerini fark dahi edemezler. Yegâne
misyonu kendisine verilmiş repliği okumaktan ibaret, ülkesine ve toplumuna
yabancı bir mürebbiye kalmaya nafile
çabaladıklarını anlamazlar. Hatta, gerçeklikle bağları öylesine kopar ki,
Meclis resepsiyonlarına Meclis başkanları ve milletvekillerinin, eşleriyle
katılmalarını protesto edip kriz çıkarmaya çalışanların ve daha nice benzer
hâllerin müsebbiplerinin kimler olduğunu unutur, “Eşlerinizden utanıyorsunuz.”
diyecek kadar, ailelerin duygularını incitecek kadar üstenciliği rahatça
sergilerler. Ancak bilsinler ki, aslında bu yaklaşımlardan medet umanlar sadece
kendilerine yazık ederler ve yine bilsinler ki, artık ötekileştirme teraneleri
üzerinden düşmanlık tohumları ekemezler çünkü bu topraklar böylesi tohumlara
bağrını hiç açmadı ve hiç açmayacak.
Bunları esas rahatsız eden
şeye gelirsek, kendi ideolojilerinin, kurguladıklarının dışında bir kadın
profilinin sosyal ve siyasi hayat içinde temayüz etmesinden duydukları
rahatsızlıktır. Yıllarca kadını, erkeklerin ne kadar –tırnak içerisinde- modern
insanlar olduğunu ispat eden göstergeler olarak konumlamaya, buna endekslemeye
alışanlar, muhafazakâr demokrasinin özgürleştirici ortamında, kadınların temel
haklarına kavuşmasından rahatsızlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu
konuşmayı kim hazırladı, sana verdi? Senin gücün onu hazırlamaya yetmez!
ZEYNEP ARMAĞAN USLU (Devamla)
– Türkiye’de kadını olması gereken yere hızla yaklaştıran onların köhnemiş
yaklaşımları değil, gücünü ve kökünü milletten alan muhafazakâr demokrasidir.
Her ne kadar gerçekleri çarpıtmak üzere kara propaganda çarkları işletilse de
Tagore’un bir ifadesiyle diyebiliriz ki, “Yıldızlar ateş böceği sanılmaktan hiç
korkmazlar.”
Bu ülkenin tüm vatandaşları,
bugün burada görüşülen İç Tüzük değişikliği gibi tercih çeşitliliklerine imkân
sağlayan, özgürlüklerin doyasıya
yaşandığı, devlet-vatandaş ilişkisinin efendi devletten hizmetkâr devlete
tümüyle endekslendiği bir ülkede yaşayacaklar diyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şimdi, yirmi dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ediyorum.
Komisyon Başkanına sormak
istiyorum: Aslında türban bu maddeye göre serbest mi değil mi? Onu öğrenmek
istiyorum.
İki; türban inançtan dolayı
mı takılıyor yoksa özgürlükten dolayı mı takılıyor? Onun cevabını öğrenmek
istiyorum.
Komisyon sırasında oturan
Meclis Başkan Vekili arkadaşıma da sormak istiyorum: Tabii, siz Türkiye Büyük
Millet Meclisine ilk defa türbanı getiren bir Meclis başkan vekili olarak acaba
vicdanen çok huzurlu musunuz? Buna göre -tabii çok huzurlu olabilirsiniz ama-
tarih karşısında acaba nasıl bir değerlendirmeye tabi tutulursunuz? Yani Türkiye Büyük Millet Meclisine bugüne
kadar, yetmiş yıllık geçmişinde türban girmemiş ve geçmişte 411 milletvekilinin
kabul ettiği bir anayasa değişikliğiyle türban serbest edilmiş ve Anayasa
Mahkemesi bu şekildeki bir değişikliği cumhuriyetin temel ilkelerinin
değiştirilmesi yönündeki bir ilke olarak kabul etmiş ve bunu iptal etmiştir.
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştayın bu konuda kararları var. Danıştayın,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Anayasa Mahkemesinin dinî simge olarak
kabul ettiği bir konunun böyle ulu orta Parlamentoda, işte, bu yasalar,
anayasalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları kale alınmadan göz ardı
edilmesi Anayasa’yı ihlal suçu değil midir? Tabii, bunu Komisyon Başkanınıza
sormak istiyorum.
Biraz sonra zaten
konuşacağım, bu konudaki düşüncelerimi belirteceğim, evvela düşüncelerinizi
öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, buyurun.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkanım, Sayın Genç'in sorduğu sorunun iki
boyutu var: Bir, belirttiği gibi, Anayasa Mahkememizin, Danıştayın ve İnsan Hakları
Mahkemesinin kararları var, doğrudur. Ama tabii, o verilen kararlar bizim
düzenleme yapmamıza ya da özgürlüğü serbest bırakmamıza engel kararlar değil.
Şundan değil: Mesela,
Danıştayın kararında -Anayasa Mahkemesinin kararı da öyleydi, eski kararı- diyor
ki: "Başörtülüler Anadolu'da sırf gelenek ve görenekten dolayı başlarını
kapatıyorlar. Ama okumuş olan kızlarımız -tırnak içinde söylüyorum, mahkeme
kararını söylüyorum- sırf cumhuriyeti yıkmak için takıyorlar."
Benim buna inanmam mümkün
değil, bunu kabullenmem de mümkün değil. Dolayısıyla, hiçbir vicdan burada, bu
Mecliste bunu kabullenemez, bu ifadeyi kabullenemez.
O zaman, baş örtmeyenler
içerisinde de benzer düşüncede olan olabilir. Hatta, erkekler için ne
yapacaksınız, yani hangi ölçüyü getireceksiniz?
Kaldı ki, İnsan Hakları
Mahkemesi şunu diyor Sayın Genç: "Evet, özel durumu varsa -yani o ülkenin-
yasak koyabilir." diyor. Ama "Yasak koyabilir." demek
serbestliğe engel bir şey değil, yani "Serbest bırakma da mümkündür."
demek istiyor. Çok katı bir yaklaşım değil o. Özgürlük noktasında gelinen
noktayı...
KAMER GENÇ (Tunceli) -
Özgürlük mü, yoksa inanç mıdır; sizin düşüncenizi soruyorum.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) - Şimdi oraya geleceğim.
Tabii, ikisi de mümkün...
Biri diyorsa ki "Ben inancımdan dolayı takıyorum..."
KAMER GENÇ (Tunceli) - İkisi
değil, biri olacak.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) - Ben de başörtü örtmüyorum ki canım, benim başım örtülü
değil ki yani bana soruyorsun "Hangi nedenden dolayı kapatıyorsun,
açıyorsun?" diye.
Ben, kapatıp açanlara göre
konuşuyorum, diyorum ki: Başını örten insan ya da işte bayan, neyse, hanım,
kadın “İnancım gereği de bunu ben takıyorum, kapatıyorum." diyebilir,
bunda hiçbir engel yok, inanç da bir özgürlüktür; "Özgürlük olarak da
takıyorum." diyebilir; "Moda olarak da takıyorum." diyebilir,
bunda hiçbir engel yok, yani bunun ayrıntısına girmek… Kişinin kendi iç
dünyasında olan bir meseledir.
Sorunun son bölümü, bu
getirilen maddenin başörtüsüyle alakalı bir tarafı yok. Zaten bir yasak yok ki
herhangi bir düzenleme olsun. Sadece pantolon ve işte tayyörü açığa kavuşturan
bir madde olarak Sayın Genç bu madde getirilmiştir.
Teşekkür ederim Başkanım.
KAMER GENÇ (Tunceli) -
Söylediğin beni tatmin etmedi.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Teklifin üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
İÇTÜZÜĞÜNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR İÇTÜZÜK TEKLİFİ
MADDE 1- 5/3/1973 tarihli ve
584 Karar numaralı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 56 ncı maddesinin
ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Genel Kurul salonunda yer alan
milletvekilleri, bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari
Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler, ceket ile pantolon
giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve pantolon
giyerler."
BAŞKAN – Madde üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz,
Isparta Milletvekili.
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT
KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün, gerçekten boşu boşuna
yıllarca Türkiye Büyük Millet Meclisini meşgul etmiş bir konunun inşallah
çözüldüğü gün olarak tarihteki yerini alacaktır. Bundan da büyük bir memnuniyet
duyduğumu ifade etmek istiyorum.
Bir İç Tüzük değişikliği
yapılıyor. Bu İç Tüzük, hepinizin bildiği gibi arkadaşlar, Parlamentonun
anayasası. Dolayısıyla, her şeyin; burada, Genel Kurulda, komisyonlarda,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde cereyan eden her şeyin İç Tüzük’e uygun olması
gerekiyor. 1973 yılında yapılmış bir İç Tüzük’le bugünkü Meclisimizi çalıştırma
gayreti içerisindeyiz. Ancak zaman zaman ihtiyaçlardan kaynaklanan birtakım
değişiklikler olmuş, böyle olunca da iç tutarlılığını kaybetmiş bir İç Tüzük
var karşımızda, âdeta yamalı bohça hâline dönmüş. Bu yüzden de İç Tüzük’ün değiştirilmesi
hususu hemen hemen her dönemde bu Parlamentonun gündemine geliyor. Eğer
iktidarsa bir parti, özellikle yasamanın yavaşlığından şikâyet ederek İç Tüzük
değişikliğini gündeme getiriyor, muhalefetse de denetimin etkisiz olduğundan
söz ediyor; hatta iktidar partisiyken farklı, muhalefete düştüğünde de farklı
görüşler ifade edebiliyor.
23’üncü Dönemde Meclis
Başkanı Sayın Köksal Toptan Beyefendi’nin bir çağrısı oldu, 4 konudaydı yanlış
hatırlamıyorsam, uzlaşma komisyonları kurulması; bunlardan bir tanesi de İç
Tüzük Uzlaşma Komisyonunun kurulması idi. Bu hususla bir komisyon oluşturuldu,
her partiden bir milletvekili arkadaşımızın katıldığı ve altı ay kadar bu
komisyon çalıştı, gerçekten İç Tüzük literatürü açısından devrim sayılabilecek
bir taslak ortaya koydu; ancak bu taslak, anayasa değişiklikleri, efendim,
aniden seçim ortamının bastırması dolayısıyla bir türlü gerçekleşemedi.
24’üncü Dönemde Meclis
Başkanı Sayın Cemil Çiçek yeniden bir çağrıda bulundu. Bu sefer her partiden
2’şer milletvekili katıldı -ben her iki komisyonda da görev almış bir
kardeşiniz olarak- maalesef, 24’üncü Dönemde de ortaya çıkan taslağın
yasalaşması mümkün olmadı.
Tabii, bunun sebeplerine çok
fazla girmek istemiyorum, ancak her iki komisyonda da görev almış bir
kardeşiniz olarak, orada yaşanan bazı hususları da sizlerle paylaşmak
istiyorum, kayıtlara geçirmek istiyorum ki
bundan sonraki -ki hâlen grup başkan vekillerinin üyesi bulunduğu bir İç
Tüzük Uzlaşma Komisyonu görevine devam ediyor- çalışmalarda da en azından bu
hususlar dikkate alınsın.
Neden uzlaşılamadı? Özellikle
ikinci dönemdeki İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunun ortaya bir uzlaşma taslağı
çıkaramamasının en büyük sebebi -son derece objektif olarak belirtiyorum-
maalesef, ortalıkta oluşturulması gereken uzlaşma alanının küçüklüğü idi. Yani,
aslında her parti birer adım geri çekilip ortadaki uzlaşma alanını büyütmesi
gerekir iken özellikle -biraz sonra gerekçesini de belirteceğim bu görüşün-
iktidar partisinin yeni öneriler sunmaması ve mevcut İç Tüzük’te ısrarcı olmasıyla
birlikte bu yol kapandı. Bu çalışmaların sonucunda, şu hiç unutulmamalıdır ki,
ortaya çıkacak İç Tüzük kesinlikle hiçbir partinin gönlündeki İç Tüzük
olmayacak. Ancak üzerinde anlaşılabilen bir taslak ortaya çıkarılabilir bu
komisyonlarda.
İki önemli problem var. Bu
iki problemi kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Özellikle Genel Kurulda,
komisyonlarda kaybedilen vakit dolayısıyla yasaların hızlı çıkarılamaması,
verimli bir yasama sürecinin, etkin bir yasama sürecinin yaşanamaması, birinci
mesele bu.
İkinci mesele de; muhalefet
partilerinin kendisine siyasal anlamda İç Tüzük’ün vermiş olduğu denetim
görevinin bir şekilde yerine getirilemiyor olması. Tabii, her iki problemin de
çoğulcu, katılımcı, Genel Kurul ve komisyon çalışmaları içerisinde gerçekleştirilmesi
icap ediyor. Bu meseleler aşağı yukarı bütün İç Tüzük çalışmalarının ana
fikrini oluşturuyor. 24’üncü dönemde çalışan komisyon gerçekten çok büyük bir
madde sayısında uzlaştı ancak son 20-22 madde kalmış idi ki bir anda bu İç
Tüzük Komisyonunun Meclis Başkanlığı tarafından lağvedilmesiyle ilgili bir
kampanya yürütülmeye başlandı. Bugün aynı hususu Anayasa Uzlaşma Komisyonunda
da görüyorum. Yani bu masadan kalkmanın herhangi bir partiye vereceği zararı
bildiği için, özellikle iktidar partisinin bu komisyonların lağvettirilmesi,
kaldırılmasıyla ilgili Meclis Başkanlığına bir baskı oluşturduğunu görüyoruz.
Değerli arkadaşlar, nitekim, 24’üncü
Dönem İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu da bu gerekçeyle lağvedildi. Biz o zaman Sayın
Cemil Çiçek Beyefendi’ye, özellikle o dönemde yayımlanan gazete kupürünü de
gösterdik, bunun yanlış olacağını söyledik. Sayın Başbakan o günlerde “Anayasa
Uzlaşma Komisyonunda üzerinde uzlaşılan 48 madde var, buraya verilen emek heba
olmasın.” diyor idi, hâlbuki İç Tüzük Uzlaşma Komisyonunda İç Tüzük’ün yüzde
90’ında uzlaşılmıştı. Sadece, maalesef, iktidar partisi bu komisyondan
gönlündeki iç tüzüğü alamadığı için bu komisyonun lağvettirilmesi gibi bir
strateji uygulamaya başladı. Bu görüşlerimin o dönemin gazetelerine
bakıldığında da şu şekilde vücut bulduğunu, yer aldığını göreceksiniz: Meclis
Başkanına hitaben “Yık masayı, kap Başkanlığı” gibi gerçekten siyasi nezakete
de uymayan başlıklar atıldı. Ama, görünen o ki bu gazetelerde yer alan
senaryolar, özellikle komisyonun lağvedilmesiyle birlikte gerçekleşti. Bugün de
Anayasa Uzlaşma Komisyonunun ortadan kaldırılmasıyla ilgili, iktidar partisince
bir kampanya yürütüldüğüne, sözcülerinin zaman zaman “Artık bitti, bundan sonra
hiçbir şekilde uzlaşma, anlaşma olmaz.” diye bir kampanya yürüttüğüne şahit
oluyoruz.
Tabii, Sayın Cemil Çiçek’in,
bu komisyonu lağvetmesinden bir vicdan azabı duymuş olmalı ki, bu çalışmaların
grup başkan vekilleri düzeyinde yeniden başlatılmasıyla ilgili bir çağrısı
oldu. İnşallah, uzlaşılamayan bu 22 madde üzerinde de bir uzlaşma sağlanır.
Gerçekten, artık yamalı bohça hâline gelmiş İç Tüzük çağdaş bir iç tüzük hâline
getirilir.
Bugün, bayan
milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin giyimiyle ilgili bir konuyu
konuşuyoruz yani aslında, gerçekten samimiyetle söylüyorum, bu hususun erkekler
tarafından müzakere edilmesini de doğru bulmuyorum. Ancak, sadece, bu
özgürlüğün ne kadar gecikmiş olduğunu, bugüne kadar bu işin aslında siyasi
malzeme konusu olmaktan çıkarılıp insani bir mesele olarak çoktan çözülmesi
gerektiğini vurgulamak üzere buradayım. Bugün pantolon meselesi çözüldü.
İnşallah, yarın başka meseleler çözülecek. O 22 maddeye baktığınız zaman,
müzakerelerine, gerçekten muhalefet partilerinin bu hususlarla ilgili birçok
önerisi olduğunu ama iktidar partisinin sadece durumu muhafaza etmek gibi bir
önerisiyle karşı karşıya kaldığımızı göreceğiz.
Kaybolan bir zaman var
ortada. İnşallah, bu, İç Tüzük’le ilgili kaybedilmiş son zaman olur, bundan
sonra çok hızlı bir biçimde gerçekleşir çağdaş bir İç Tüzük, hepimiz de daha
çağdaş uygulamalar yaparız diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Atilla Kart Konya Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan İç Tüzük
değişikliği teklifinin 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Genel kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok
tekrara girmeden, konuyla ilgili değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak
istiyorum. Günümüzde, çalışma hayatında pantolon giymek artık kadınların çoğu
zaman tercih ettiği bir kıyafet olmuştur. Bu tercih, kabul etmek gerekir ki
tamamen milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin kişisel tercihi
kapsamında, takdiri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir konudur. Meclis
bünyesinde, aslında, çoktan çözüme kavuşturulması gereken, polemik konusu
yapılmaması gereken bu konu, bu insani konu ve talep maalesef uzun bir
müddetten bu yana ülkemiz gündemini meşgul etmiştir.
Biraz evvel Sayın Grup Başkan
Vekilimiz de temas etti, daha evvel, biliyorsunuz, 11 Ekim 2011 tarihinde
görüşülmekte olan İç Tüzük değişikliği teklifi Komisyonun talebi üzerine geri
çekilmişti. Aslında o geri çekmenin özü şuydu, diyor
ki siyasi iktidar: “Hak ve özgürlüklere ben istediğim zaman, uygun gördüğüm
zaman ben karar veririm. Başkalarının hak ve özgürlük talebi benim umurumda
değil.” Kabul etmek gerekir ki bu yaklaşım demokrasiyi bloke eden, uzlaşma
kültürünü yok eden bir anlayıştır. Bu anlayışı artık aşmamız gerekiyor değerli
arkadaşlarım.
Ben bu konu vesilesiyle bir
diğer önemli konuya temas etmek isterim. Biliyorsunuz, yine on beş gün kadar
evvel kadın milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde başörtüsü ya da
türban tercihi yapmaları konusunda bir gelişme yaşandı. Burada daha evvel de
kişisel olarak da ifade etmiştim, Anayasa Uzlaşma Komisyonu tutanaklarında da
ifade etmiştim. Milletvekili, değerli arkadaşlarım, bir kamu görevlisi
değildir, bir devlet memuru değildir. Milletvekili, bu anlamda, bir devlet
memurunun, bir kamu görevlisinin tabi olması gereken –kıyafet anlamında
söylüyorum- kısıtlamalara tabi değildir. Milletvekili halkın temsilcisidir,
devlet memuru gibi o egemenlik yetkisini kullanırken tarafsız olması
gerekmiyor. Milletvekilinin bu anlamda kamu hizmetini zafiyete uğratacak, güven
anlamında, bir sorumluluğu yok. Milletvekilinin zaten siyasi bir kimliği var, o
siyasi kimliğiyle halkın temsilcisi olarak gelip burada görev yapıyor. Ha, şu
denebilir: Elbette türbanı ya da başörtüsünü kişisel anlamda istismar eden,
edecek olan kişiler olabilir ama bizler demokrasilerde insanların,
milletvekillerinin kişisel niyetleri ya da saikleri üzerinden, demokrasi anlamında,
halkın temsili anlamında bir kısıtlama gerekçesi yaratamayız. Böyle bir
yaklaşım kabul edilemez. O sebepledir ki biz şunu çok net olarak ifade ettik:
Burada, elbette, yine Türkiye Büyük Millet Meclisinin o resmî kılık kıyafet
prosedürü çerçevesinde milletvekili kıyafet konusunda tercihini yapmalıdır,
yapabilmelidir. Bunun artık tartışılmaması gerekir, bu konunun Türkiye
gündeminden çıkması gerekir. Burada şunu elbette tartışmamız gerekiyor:
Milletvekilleri üzerinden, kişiler üzerinden tartışmak yerine, Türkiye’yi on
bir yıldan bu yana yöneten siyasi iktidarın kurumsal uygulamaları nedir, bunu
konuşmamız gerekiyor, bunu sorgulamamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bakın, on bir yıllık AKP
iktidarları döneminde -on ikinci yılın içindeyiz- Türkiye’de şu gerçekle karşı
karşıyayız: Türkiye’de laikliğin içi idari işlemlerle ve yasal düzenlemelerle
boşalmış durumdadır, boşaltılmış durumdadır. Bu anlamda, Türkiye’de laiklik
tehdit altındadır değerli arkadaşlarım. Adalet ve Kalkınma Partisi bu anlamda
anayasal engelleri ortadan kaldırma çabası içindedir. Bunu Anayasa Uzlaşma
Komisyonu zemininde de görüyoruz, başka pek çok zeminde de görüyoruz. Bakın, bu
nasıl aşılabilir, bu nasıl aşılıyor? Hemen bu sorular elbette geliyor, gelecek.
Bu bir iklimdir, bu iklimi Adalet ve Kalkınma Partisi yarattı değerli
arkadaşlarım. Bakın, elbette burada bunları söylem düzeyinde bıraktığınız zaman
kimse bunu kabul etmeyecektir ama yaptığımız, yarattığımız iklimi biraz
sorgulamamız gerekiyor, biraz tartışmamız gerekiyor. Bakın, bu iklimi, gelin,
7-8 yaşındaki Merveler üzerinden konuşalım değerli arkadaşlarım. Kim bu
Merveler?
Biraz evvel Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına konuşan Sayın Bilgehan aslında bu iklimi, bu iklimi yaratan
sebeplerin analizini evrensel boyutta birtakım rakamlarla anlattı. Ben o
rakamları, izninizle, Merve üzerinden, 7-8 yaşındaki Merve üzerinden
somutlaştırmak istiyorum. İki ay kadar evvel, Konya örgütümüzle, bir pazar
günü, Çumra’da, Akören’de, Konya merkeze bağlı Akören ilçesinde bir çalışma
yapıyoruz. Gidiyoruz, tarlada, işte, 70 yaşındaki vatandaşımız çalışıyor, 2
tane genç, bir de küçücük bir kızımız var. Soruyoruz, adı Merve, 7 yaşında,
ilkokul ikiye gidiyor değerli arkadaşlarım, oyun çocuğu, oyun çocuğu. Bunun
herhâlde tereddüt edilecek bir yönü yok ama neyi görüyoruz? Merve’yi türbana
sarmışız, Merve olmuş bir küçük kadın. Merve, bizlere namahrem duyguyla
bakıyor, bizlerden utanıyor. İçimiz acıyor değerli arkadaşlarım, içimiz acıyor.
İklim budur işte, o Merveleri yaratıyoruz.
Ne yapıyoruz? Oyun çocuğu
olan Mervelerin özgürlükleri üzerinden, istikballeri üzerinden, bedenleri
üzerinden, kişisel hesaplarla, siyasi ikbal ile siyaset yapıyoruz. Bugün bu
iklimi yarattık. Ne yapıyoruz? Ne yapalım, bırakalım, Merveler çocukluğunu
yaşasın, ergin yaşa gelsin, reşit olsun, tercihini istediği gibi yapsın ama
bakın, bunu yapmadığımız içindir ki 7-8 yaşındaki Merveler, 13-14 yaşında
evleniyor değerli arkadaşlarım, 13-14 yaşında evleniyor.
Bu iklimi yarattıktan sonra,
Değerli Bakan Arkadaşım Fatma Şahin, istediği kadar çaba göstersin. Siz,
aslında, öylesine bir iklimi yaratıyorsunuz ki onun çözüm sebeplerini de, çözüm
önerilerini de yok ediyorsunuz. Ne oluyor, Merveler ne yapıyor değerli
arkadaşlarım? 13-14-15 yaşında evlenen Merveler ne yapıyorlar? Yaratılan bu iklim
sonucunda, çocuklarını… Hangi çocuklarını? Çumra Türkmen Karahüyük’teki Bayram
Meriçleri, Konya Çayırbağı’ndaki Mustafa Özpınarları, Cihanbeyli’de Koyuncu
ailesinin çocuklarını nereye gönderiyorlar? Suriye’deki çatışmalara -tırnak
içinde söylüyorum- cihada gönderiyorlar değerli arkadaşlarım. Bir Türkiye
fotoğrafı bu. Bunu Konya’da yaşıyoruz, bunu Gaziantep’te yaşıyoruz.
Arkadaşlarımız Meclis araştırması hazırladılar. Bu iklimi analiz etmeye
cesaretiniz var mı? Bu iklimin sosyokültürel analizini yapmaya cesaretiniz var
mı değerli arkadaşlarım? Bunu yapmamız gerekiyor, bunu sorgulamamız gerekiyor,
bunu araştırmamız gerekiyor. Bunu yapmayıp ondan sonra birtakım hamasetlerle,
birtakım söylemlerle, bakın, neyi yaratıyoruz biliyor musunuz? Neyi yaratıyoruz
değerli arkadaşlarım? Aslında bunların üzerinden toplumsal ayrışmanın
temellerini atıyoruz. İnançlar üzerinden, kutsal değerlerimiz üzerinden
toplumsal ayrışmanın temellerini atıyoruz. Bunu asıl sorgulamamız gerekiyor,
bunların analizini yapmamız gerekiyor ama bunu yapabilmek için bir özgüven
içinde olmamız gerekiyor. Umarım, bundan sonra bu sorumluluğu gösteririz, bu
dirayeti gösteririz.
Onun için diyoruz ki, gelin,
7-8 yaşındaki Mervelerin özgürlükleri üzerinden, onların istikballeri
üzerinden, onların bedenleri üzerinden siyaset yapmaya tenezzül etmeyelim
değerli arkadaşlarım. Bırakalım Merveler çocukluklarını yaşasınlar; olgun
yaşta, reşit oldukları zaman da tercihlerini istedikleri gibi yapsınlar değerli
arkadaşlarım.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili.
(BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi’nin 1’inci maddesi üzerine söz aldım. Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kadın olmak dünyanın her yerinde zordur ama bizim yaşadığımız
coğrafyada daha zordur. Kadın konusunda kafalar karışıktır aslında hem cennet
anaların ayakları altındadır hem kadının hayatını cehenneme çevirmek haktır.
Tarih boyunca kadının etkisi altında en çok kalan erkekler de bu topraktandır,
kadını etkisiz hâle getirmek isteyen erkekler de. Hep kadınlar üzerinde
konuşulur, hükümler verilir, sınırlar çizilir, yasalar konulur, savaşlar
açılır, kan akıtılır.
Kadın, en küçük toplumsal
birim olan aileden, en geniş tanımıyla, ülke yönetimine kadar sürekli kurallar
ve kanunlarla yönetilmek istenir. Önce baba karışır kızına asla oğluna
karışamadığı konularda. Sonra ağabey ya da kardeş karışır giyindiğinden
konuştuğuna ve arkadaşına kadar, okuyup okuyamayacağına, eteğinin boyuna,
saçına, başını kapayıp kapamayacağına, evlenme yaşına. Sonra tıpkı toprak gibi,
tapudaki isim el değiştirir gibi koca karar verir ömrünün kalanında kadının
nasıl yaşayacağına.
“Ayaklarımın üzerinde
dururum, özgür olurum.” demek de kurtarmaz kadını. Koca koca adamlar dünyada
başka mesele yokmuş gibi hep kadınları konuşurlar bu coğrafyada. Ülkeyi
yönetenlerin üç sözünden ikisi kadın üzerinedir. Ne işsizlik ne açlık ne savaş
ne trafik ne de yolsuzluk bu kadar meşgul etmez kimseyi, varsa yoksa kadınları
kalıba dökme çabası.
Kaç çocuk doğuracağından
kılık kıyafetine, soyadını kullanma kurallarından çalışma iznine erkekler için
tek bir örneği bulunmayan onlarca kural, kanun vardır kadınlar üzerinde.
Kadının saçının teli, yakasının açıklığı, eteğinin boyu savaştan da, aç çocuklardan
da önemlidir bu memlekette. Kadınlar bir başka kadının elbisesini çekiştirirse
bu dedikodu olur ama bunu politikacılar yaptığında vazife olur. Bu yüzden bu
ülkede iktidarlar ve ona bağlı olarak kadınların kılık kıyafet yasakları
değişir ama memleket sorunları olduğu gibi kalır. Kadının da bir insan, erkekle
eşit hak ve özgürlüklere sahip, kendi inisiyatifini elinde tutabilecek bir
birey olduğunu anlamak ne kadar zaman alacak bu topraklarda bilinmez.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; egemen erkekler ve kadına bakışları iktidardan iktidara
farklılık gösterse de, iktidara gelenin kendi anlayışında kadınlar yaratmak
isteme zihniyeti değişmiyor ne yazık ki. Kadın üzerinden politika yaratma
geleneğinde kılık kıyafet yönetmelikleri değişiyor ama kılık kıyafete karışma
geleneği değişmiyor.
Tam demokratikleşmeden,
kadınlara uygulanan başörtü yasaklarının ortadan kalkmasından konuştuğumuz
bugünlerde yasak kavramının kalkmadığı, sadece şekil değiştirdiği bir tokat
gibi yüzümüze çarptı. Kadınlar için demokratikleşmenin her kesimden kadına
uygulanan yasakların kaldırılması olduğunu sanıp yanılmışız meğer. Sadece bir
dönemki yasaklar kaldırılıp yerine yenileri eklenecekmiş, bunu anladık.
Erkek egemenin sıradan bir
sözü ile bir kadının işinden olabildiğine şahit olduk. Pantolonun darlığı
tahrik indirimine neden oldu bu memlekette. İşte tam da bu sebepten
demokrasinin “d”sinden bile söz etmek mümkün olmuyor. Kendi kurallarını
yürürlüğe sokmanın sarhoşluğunda olan yeni egemen erkekler zafer çığlıkları
atarken, kaybeden her daim ve her dönem kadınlar oluyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizin de bildiğiniz gibi, dünya parlamentolarında parlamento
üyelerinin kıyafetlerini düzenleyen iç tüzük düzenlemeleri bulunmamaktadır.
Elbette düzgün, temiz vesaire giyinilmesine yönelik düzenlemeler mevcuttur
fakat etek, pantolon, ceket vesaire giyilecek diye kesin maddeler yoktur.
Dünyanın sadece iki üç ülkesinde, Fransa, Estonya, İtalya’da bu yönlü düzenleme
olmasına rağmen yine de erkek ve kadın üyelerin tam olarak ne giymesi gerektiği
yazılmadığı gibi, bunlar da zaman içerisinde fiilî olarak işlemez hâle
gelmiştir.
Türkiye’de kamu kurum ve
kuruluşlarında memurların, görevlilerin, üyelerin kıyafetleri konusunda
düzenleme 1980 darbesi sonrası çıkarılmıştır. Daha önce bu yönlü bir düzenleme
bulunmadığı gibi, cumhuriyetin ilk Meclisinde herkes kültürüne, kimliğine,
inancına göre, mahallî ve yöresel kıyafetleriyle Meclise girmiştir. Kadın
vekiller Meclis Genel Kuruluna başörtüleriyle gelmeden önce AKP Hükûmeti bu
konuda bir araştırma yapmış ve araştırma yaptığı 20 ülke ve Avrupa Parlamentosu
üyelerinin kıyafetlerine yönelik iç tüzük düzenlemelerinin bulunmadığını
görmüştür. Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay da bunu dile getirmiştir.
Dünya parlamentolarına
baktığımızda, parlamento üyeleri kendi gelenek ve göreneklerine uygun,
rengârenk ve değişik biçimlerdeki yöresel, ulusal kıyafetlerini
giyebilmektedir. Bu çeşitli kıyafet biçimleri renkliliğin ötesinde, aslında
toplumdaki farklı milletlerin, kültürlerin, kimliklerin, inançların,
aidiyetlerin yani farklı kesimlerin Parlamentoda temsil edildiğinin
göstergesidir yani bir demokrasi göstergesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi,
tüm dünya parlamentolarında olduğu gibi, özgür düşüncelerin dile getirildiği,
farklı kimlik, inanç ve kültürlerin temsil edildiği demokratik bir kurumdur.
Dolayısıyla bu kurumda kıyafet düzenlemesi yapmak, üyelerin nasıl
giyinebileceğini belirlemek, özgürlükleri ve temsiliyetleri başından itibaren
sınırlamak demektir. Örneğin, modern toplumda erkeğin statü göstergesi olarak
kullanılan kravat, Anadolu kültürümüzü, Anadolu köylümüzü nasıl temsil
edebilir?
Yine, yıllardır AKP’ye oy
veren binlerce başörtülü kadın seçmen olmasına rağmen, on bir yıllık iktidarı
boyunca kendilerinin Mecliste temsil edildiğini gösteren bir tek başörtülü
kadın milletvekili olmaması bu konuda bir samimiyetsizlik yaratmıştır.
Başörtülü vekillerin Meclis Genel Kuruluna gelmesi bu açıdan son derece olumlu
bir gelişmedir fakat sadece Mecliste değil, kadınların tüm kamu kurumlarında başörtüleri
ile serbestçe çalışabilmelerini sağlayabilecek misiniz, asıl önemlisi budur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizler Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nde kıyafet düzenlemesiyle
ilgili değişikliğe gidilmesini değil, bu İç Tüzük düzenlemesinin tamamen
kaldırılmasını talep ediyoruz. Eğer tamamen kaldırılmayacaksa da “…İdari
Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden erkekler, ceket ile pantolon
giyer ve kravat takar, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve pantolon
giyer.” ibaresi yerine “…İdari Teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinden
erkekler ve kadınlar kendi kültürlerini, inançlarını, kimliklerini temsil eden,
başta yöresel ve ulusal kıyafet olmak üzere, her türlü giyim serbestisine
sahiptir.” ibaresi konulmalıdır. Ancak bu şekilde Meclis modern Batı’da
şekillenen kültürü değil; Anadolu, Trakya ve Mezopotamya’ya ait kültürü
yansıtabilir ve toplumun çok farklı kesimlerini temsil ettiğini gösterebilir.
Biz Barış ve Demokrasi
Partisi olarak bu tür antidemokrasi yasaların toptan kaldırılması gerektiğini,
kadın milletvekillerinin istediği gibi kıyafetler giyebilmesini, bunun bir daha
tartışma konusu dahi yapılmaması gerektiğini düşünüyor, bu konuda desteklerinizi
bekliyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar bu kürsüye gelmeyi
düşünmüyordum ama bazı değerlendirmeler nedeniyle kürsüye çıkma zorunluluğunu
hissettim.
31 Ekim 2013 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 siyasi partiyi temsilen bu kürsüye gelen
arkadaşlarımız son derece güzel konuşmalar yaptılar. Hepsi kendi alanlarında
birikimli, deneyimli olan bu arkadaşlarımız konuyu kendi açılarından, partileri
açısından, insan hakları açısından gayet güzel değerlendirdiler ve o gün dört
siyasi partinin bir konuda mutabakat sağladığı ender günlerden birisiydi.
Cumhuriyet Halk Partisini
temsilen kürsüye çıkan Genel Başkan Yardımcımız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın
Şafak Pavey de o gün yine son derece güzel bir konuşma yaptı. Bu konuşması
toplum tarafından beğenildi, takdir edildi. Sayın Şafak Pavey birikimiyle,
donanımıyla sadece Cumhuriyet Halk Partisini değil, Türkiye’yi de uluslararası
platformlarda gayet iyi temsil eden bir arkadaşımızdır, ben de konuşmasını
zevkle dinlemiştim. Diğer arkadaşlar da çok güzel konuştular, tekrar, onlara
bir haksızlık etmemek için onu ifade etme ihtiyacı duyuyorum.
Ancak, öyle anlıyorum ki
Sayın Şafak Pavey’in bu kürsüden yapmış olduğu konuşmayı izlemeyenler oldu ya
da yeteri kadar ona nüfuz edemeyenler oldu. Onun, insan haklarını koruma, temel
hak ve özgürlükleri koruma bağlamında bu kürsüden yapmış olduğu hatırlatmaları
farklı yöne çekerek değerlendiren arkadaşlara ben üzüntülerimi bildiriyorum.
Sayın Şafak Pavey, temel hak ve özgürlükler konusunda, insan hakları konusunda
bütün milletvekillerinin çok daha titiz olmaları ve bu kürsüyü daha çok
kullanmaları gerektiği konusunda bir hatırlatma yapmıştır. Güzellikleri,
başarıyı takdir etmek de bir güzelliktir. Ben bu güzelliği yaşamayı, onu
uygulamaya koymayı tercih ederim ama farklı arkadaşlar “Ben güzellikleri,
başarıyı takdir etmem. Sadece birtakım günlük politikalar uğruna birtakım
kişileri, onların yapmış olduğu başarılı konuşmaları feda ederim.” diyorsa o da
kendi takdirleridir.
Ben bu konuyu bilginize
sunuyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
birleşime bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.24
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.29
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
12’ye 1’inci Ek sıra sayılı
İç Tüzük Teklifi’nin görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Başkanlık
temsilcisi yerinde.
1’inci madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ülker Can, Eskişehir Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ÜLKER CAN (Eskişehir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzük
değişikliği teklifi hakkında şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm grupların ortak teklifi olarak görüştüğümüz İç Tüzük
değişikliği, esasında “normalleşme” adına atılan adımların, bu anlamda
genişletilen özgürlüklerin bir örneği olarak değerlendirilmelidir.
Büyüyen ekonomisiyle,
vesayetten kurtulan demokrasisiyle, genişleyen özgürlükleriyle son on yılda
yeniden inşa ettiğimiz bir Türkiye’de yaşıyoruz. Yeni Türkiye’nin kadınları da
dün olduğundan çok daha fazla söz sahibi, dün olduğundan çok daha fazla özgür.
Bu ülkenin tüm kadınları,
hiçbir şekil, ırk, inanç ayrımı gözetmeksizin bizim kardeşimizdir. Bu ülkedeki
her kadının sorunu bizim sorunumuzdur, her derdi bizim derdimizdir. Kadın
milletvekili olarak hiçbir kadın vatandaşımız arasında o veya bu sebepten
dolayı fark gözetme lüksümüz de olmamalıdır.
Kadın, nasıl bir şiddetin
mağduru olduğunda aynı tepkiyi veriyorsak, her zaman bu duyarlılıkla
kadınlarımız için ortak paydada buluşmak zorundayız. Erkeklerin siyaset
sohbetine konu olmaktan şikâyet ederken kadının tam anlamıyla seçilme hakkına
kavuşmasını eleştirmek değildir kadın özgürlüğü. Seçim döneminde çarşaflı
kadınlarımıza rozet takıp kamuda başörtülü çalışmayı Danıştaya götürmek de
değildir kadın özgürlüğü.
AK PARTİ’nin özgürlük
anlayışında hiçbir zaman Çamlıca Parkı’ndaki gencin başörtüsüyle dalga
geçilmez; AK PARTİ’nin özgürlük anlayışında hiçbir zaman ikna odaları da
olmamıştır; AK PARTİ’nin özgürlük anlayışında Anayasa’yla kadına pozitif
ayrımcılık sağlanırken Meclisi terk etmek de asla yoktur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizim kültürümüzde, dinimizde kadının yeri, her zaman çok
farklı bir konumda, anne olması hasebiyle çok özel bir değerde olmuştur. Yeni
nesillerin mimarı olan anneleri, ülkelerin geleceğini inşa ederken kadınlarımızı
sadece başörtüleriyle, giyim kuşamlarıyla değerlendirmek, en basitinden, kadını
siyasetin bir argümanı olarak görmektir. AK PARTİ, kadını, siyasetin bir
nesnesi değil, öznesi olarak gören bir anlayışla bugünlere geldi. Bugün,
dünyanın en büyük kadın sivil toplum örgütü, 4 milyona yakın üyesiyle AK PARTİ
kadın kollarıdır. Aynı şekilde, gerek temsilde gerek iş hayatında kadınlarımız
dün olduğundan çok daha fazla söz sahibi bir konuma gelmiştir. Türkiye, 2002
yılına kadar kadını sadece başörtüsüyle, şiddet haberleriyle konuşuyorken,
bugün kazandığı haklarla konuşuyor. Eşi vefat etmiş kadınlarımızdan yeni
evlenen kadınlarımıza sağlanan haklarla konuşuyor. Mikro kredilerle
girişimcilik örneğini sergileyen kadınlarımızdan siyasette temsili yüzde 100
artan kadınlarımızı konuşuyor.
Bunun yanında, bu ülkenin
ikna odalarında işkence edenleri ve edilenleri de unutmadı bu millet.
Üniversite kapılarından döndürülen gençleri, 28 Şubatta eşi başörtülü olduğu
için görevinden ayrılmak zorunda kalan bu milletin evlatlarını da unutmadı.
Birileri unutturmaya çalışsa da bu millet o günleri unutmadı. O zaman kadının
haklarını savunanlar neredeydi? Kimse bu yapılanları özel yaşama müdahale
saymadı mı? Bugünü dünden ayrı tutmaya çalışanlar, bugün yaşanan normalleşmeyi
de tam anlamıyla okuyamazlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tarihin bu anlamda bıraktığı acı mirası bir nebze de olsa
unutturmak, kadın haklarını korumak ve güçlendirmek adına bugün olduğu gibi,
çok daha önemli ve anlamlı konularda ortak paydada buluşmayı temenni ediyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde bir önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
12'ye 1'inci Ek sıra sayılı
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde değişiklik yapılmasına dair İçtüzük
teklifi 1. Maddesinde geçen "İdari teşkilatı memurları ve diğer kamu
personelinde erkekler, ceket ile pantolon giyer ve kravat takar, kadınlar ise;
ceket ve etek veya ceket pantolon giyerler." İbaresinin, "İdari
teşkilatı memurları ve diğer kamu personelinde erkekler, ceket ile pantolon
veya yöresel kıyafetler giyer, kadınlar ise; ceket ve etek veya ceket ve
pantolon veya yöresel kıyafetler giyerler." İbaresi ile değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan İdris Baluken Hasip Kaplan
Iğdır Bingöl Şırnak
Leyla Zana Sırrı Sakık Esat Canan
Diyarbakır Muş Hakkâri
Erol
Dora
Mardin
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN – Başkanlık Temsilcisi
katılıyor mu?
TBMM BAŞKAN VEKİLİ MERAL
AKŞENER (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerindeki
gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kravat modern toplumda
erkeğin statü göstergesi olarak yer almakta ve Meclis Genel Kurulunda saygının
bir göstergesi olarak görülmektedir. Oysaki Anadolu kültürünü incelediğimizde
kıyafet giyme anlayışının ve kıyafetler ile saygıyı gösterme biçiminin modern
batı kültüründen çok farklı olduğunu görmekteyiz. Mecliste görev alan
vekillerin Genel Kurulda temsil ettikleri kültürü yansıtabilmesi için kravat
olmaksızın temsil ettikleri yöreye ait kıyafetleri giyebilmesi gerekir.
Genel Kurulda kadın
milletvekillerinin ceket ve etek veya ceket-pantolon giymelerini bir zorunluluk
olmaktan çıkarıp kadınların özellikle kültürlerini yansıtan kıyafetleri
giyebilmesi ve temsil ettikleri yöreye ait özel günlere ve bayramlara özgü
kıyafetler giyebilmesi gerekir.
Ancak bu şekilde Meclis
modern batıda şekillenen kültürü değil Anadolu, Trakya ve Mezopotamya'ya ait
kültürü yansıtabilir ve temsil edebilir.
Bu nedenlerle maddenin tasarı
metninde değiştirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu İçtüzük
hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rıza Türmen, İzmir
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA RIZA TÜRMEN
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük değişikliği
-kıyafetle ilgili olarak yapılan- şu nedenlerle olumlu değişiklikler: Bir kere,
uzunca bir süre sonra kadına “kadın” diyebiliyoruz, “bayan” değil, “kadın”
denebiliyor. Bu bakımdan olumlu bir gelişme.
İkincisi, kadınların pantolon
giymesine olanak tanınıyor. Bu bakımdan olumlu bir gelişme.
2011 yılında Anayasa
Komisyonunda bu konu görüşülürken Sayın Mustafa Şentop ve bendeniz bu konuda
bir önerge vermiştik kadınların pantolon giymesini öngören. O zaman bu önerge
kabul edilmişti fakat işte, bildiğiniz gibi, sonra bu İç Tüzük değişikliği
gerçekleşmedi ama şimdi gerçekleşiyor. Bu nedenle de bunun iyi, ilerici,
özgürleştirici bir değişiklik olduğunu düşünüyoruz.
Üçüncüsü, “tayyör” yerine
“ceket ve etek, pantolon ve etek” deniliyor. Bu da, daha iyi anlaşılıyor ne
giyileceği.
Dördüncü değişiklik olarak da
erkeklerin kravat ve ceket yanında pantolon giymeleri de öngörülüyor. Bu da
olumlu bir gelişme çünkü eski İç Tüzük olduğu gibi kalsaydı bu İç Tüzük’e
sıklıkla uymak isteyen bir erkeğin kıyafetini düşünebilirsiniz, herhâlde
Meclise pek uygun düşmezdi o kıyafet.
Fakat, buradaki sorun şu:
Böyle bir düzenleme yapmak İç Tüzük’te gerekli mi, değil mi? Şimdi, baktığınız
zaman 20 ülke arasında yapılan araştırmaya; bir tek Fransa’da Temsilciler
Meclisinde böyle bir kıyafet düzenlemesi var, İtalya’da Senatoda böyle bir düzenleme
var, bir de Letonya’da Etik Kodu’nda yapılan bir düzenleme var. Geri kalan
ülkelerde böyle bir İç Tüzük düzenlemesi yok. Onun yerine ya genel bir madde
konuyor, deniyor ki işte: “Meclisin saygınlığına uygun olarak giyinirler.” ya
da bununla birlikte meclis başkanına bir yetki veriliyor, işte, meclisin
saygınlığına uygun olarak giyinmeyenlere meclis başkanı ihtarda bulunabiliyor,
doğru dürüst giyinmeye davet edebiliyor ama bu kadar ayrıntılı bir düzenleme
yok. Bu kadar ayrıntılı bir düzenleme yapılmasının ne kadar doğru, ne kadar
sakıncalı olduğu da düşünmeye değer doğrusu. Şimdi, yani, mesela, erkekler için
yelek öngörülmemiş. Erkekler yelek giyemeyecek mi? Bir yorum meselesi yani
şimdi dersiniz ki “Tabii ki o da var.” Yok, efendim, dersiniz ki “Yazmadığına
göre yok, onu giyemez.” E, kadınlar için etek-bluz kötü bir kıyafet midir yani
Meclis saygınlığıyla bağdaşmayan bir kıyafet midir? Hiç zannetmiyorum. Bu,
düzenlenmemiş ama. Yani, bunun gibi birçok yoruma açık böyle husus var burada.
Yani, giyim kuşamı bu kadar ayrıntılı düzenlemek ne kadar uygun bir şey?
Bir de tabii, moda değişiyor.
Moda, işte, birkaç yıldan birkaç yıla değişiyor. Bugün kadınlar ya da erkekler
için doğru dürüst kıyafet dediğiniz şeyler, birkaç yıl sonra bir bakıyorsunuz
ki modası geçmiş, giyilmeyen, kullanılmayan şeyler. O nedenle de böyle neler
giyilecek, neler giyilmeyecek diye teker teker sayıp bir düzenleme yapmak
yerine, genel bir ifade koyup, işte, “Meclisin saygınlığına uygun düşmeyecek
kıyafetler giyilemez. Eğer giyilirse Meclis Başkanı gerekli uyarıları yapar.”
demek bana daha doğru bir hareket tarzı olarak geliyor.
Bütün bunlara rağmen, yapılan
düzenleme bu aşamada aslında kötü bir düzenleme değildir, doğru bir
düzenlemedir. O nedenle de desteklemeye değer.
Çok teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına söz isteyen, Fuat
Karakuş, Kilis Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FUAT KARAKUŞ (Kilis) – Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; 12’ye 1’inci Ek sıra sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi’nin
2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle aziz
milletimizi ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün 10 Muharrem Aşure Günü. Tüm kardeşlerimin Aşure Günü’nü
kutlar, oruçlarının ve ibadetlerinin kabul olmasını Rabb’imden niyaz ederim.
Muharrem ayının ülkemiz, bölgemiz ve dünya için daha fazla kardeşliğe, barışa
ve dayanışmaya vesile olmasını temenni ederim.
Ve maalesef, bugün, Peygamber
Efendimiz’in sevgili torunu Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma’nın ciğerpare
oğulları Hazreti Hüseyin Efendimiz’in Kerbela’da şehit edildiği gün. Bu
vesileyle Hazreti Hüseyin Efendimiz’i ve ehlibeyti bir kez daha hürmetle yâd
ediyor, bir daha insanlığa Kerbela ve benzeri olayları yaşatmamasını yüce
Allah’tan niyaz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; millet iradesinin tecelligâhı olan yüce Meclisimiz, kadın
milletvekillerimizin, başörtüsüyle Genel Kurula katılmalarının ardından
pantolon giymelerine imkân veren düzenleme ile bir yasağı daha sona erdiriyor.
Ülkemiz, maalesef, kılık kıyafet konusunda çok zaman kaybetmiş ve bazı kesimler
çok acı çekmiştir. Yıllarca vatandaşımızın hayatına, yaşam tarzına,
tercihlerine müdahale edilmiş, tek tip toplum oluşturma yolunda çok sert
tedbirlere başvurulmuştur. Örneğin, genç kızlarımız üniversite kapılarından
gözü yaşlı geri dönmek zorunda bırakılmış, bazılarının zorla başları
açtırılmış, bazıları da eğitimlerine yurt dışında zor şartlarda devam etmek
zorunda kalmıştır. Şükürler olsun ki, yıllarca devam eden bu mağduriyetleri
sona erdirdik. Kamu kurum ve kuruluşlarındaki başörtüsü yasağını ortadan
kaldırdık. Bu yasakların kaldırılmasını aziz milletimiz de yerinde
bulmuşlardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kadın milletvekillerinin Genel Kurulda tayyör giymeleri
5/3/1973 yılında kabul edilen İç Tüzük’ün 56’ncı maddesinde yerini almıştır.
Aradan kırk yıl geçtikten sonra bu kısıtlamanın kaldırılması 24’üncü Dönem
milletvekillerine yani bizlere nasip olmuştur. Bundan dolayı da mutluyuz,
gururluyuz. Yüce Meclisin üyesi bir kadın milletvekili, hangi ortamda nasıl
giyineceğine ve ne tür bir kıyafet giyeceğine en doğru kararı kendisi verir.
Dolayısıyla, bence bir kural koymak da gerekmez. Avrupa Birliği ülkelerinde bu
tarz bir uygulamanın olmadığı bilinmektedir. Ülkemizde ise, bundan tam kırk yıl
önce, kadına “Sen tayyör giy.”, erkeğe de “Sen de frak giy.” demişler.
Gerek başörtüsü yasağının
kalkması gerekse Genel Kurulda pantolon giyilmesinin serbest olması demokratik
bir hak mıdır? Evet. Bireysel özgürlük müdür? Evet. Normalleşmek midir? Evet.
İnsani bir durum mudur? Evet. Bu yasakların kaldırılması iyi olmuş mudur? Evet.
Toplumsal uzlaşıya katkısı olur mu? Evet. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bulunan partiler arasında uzlaşıyı getirmiş midir? Evet. Uzlaşma kültürünün
gereği bir değişiklik midir? Evet. Öyleyse, bize de bu değişikliğe “evet” demek
düşer.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; AK PARTİ olarak, on bir yıldır yaptığımız gibi, daha kapsamlı
ve daha ileri bir demokrasi için, sizlerin de desteğiyle ne gerekiyorsa yapmaya
devam edeceğiz. Dünyayı takip ediyor, vatandaşlarımızı ve onların sorunlarını
dinliyor ve çözüm için de durmaksızın çalışıyoruz. Çünkü, milletimizin hoşgörüsü,
irfanı, değişim ve gelişim talebi bize yol gösteriyor. Biliyoruz ki huzurlu,
uyumlu ve barış içinde yaşayan bir toplum olmanın yolu, demokratik adımların
atılmasından geçmektedir.
Biz de AK PARTİ olarak
milletimiz için bu adımları atmaya, Türkiye'nin önündeki engelleri bir bir
kaldırmaya devam edeceğiz. Partiler arasındaki bu güzel uzlaşmanın devamını
canı gönülden diliyorum çünkü “ben” yok, “biz” varız, biz hep birlikte
Türkiye’yiz.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; sözlerime son verirken bu değişikliğin yüce Meclisimiz ve
kadın milletvekillerimiz için hayırlı olmasını temenni ederken emeği geçer
herkese ayrı ayrı şükranlarımı sunar, aziz milletimiz ve yüce heyetinize saygılarımı
sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde bir adet
önerge vardır, okutuyorum:
13/11/2013
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sıra Sayısı
12’ye 1. Ek teklifinin 2. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
Madde 2- Bu İçtüzük hükümleri
yayımından 6 ay sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Başkanlık temsilcisi
katılıyor mu?
TBMM BAŞKAN VEKİLİ MERAL AKŞENER
(İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Genç? Yok.
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Pantolon “değiştirmek” zaman
alacağından maddenin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi daha uygun olur.
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Bu, Meclisle dalga geçme!
Böyle şey olur mu?
BAŞKAN – Tekrar okur musunuz.
Gerekçe:
Pantolon diktirmek zaman
alacağından maddenin 6 ay sonra yürürlüğe girmesi daha uygun olur.
BAŞKAN – Evet, önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu İçtüzük
hükümleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafndan yürütülür.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belli bir anlayış
içerisinde bu İç Tüzük’ü tüm siyasi
partilerin desteğiyle çıkaracağımız anlaşılıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak
İç Tüzük değişikliğine destek veriyoruz ancak ilginç bulduğum bir konu var:
İktidar partisi adına buraya çıkan sözcüler, 31 Ekim 2013 tarihindeki Genel
Kurul konuşmaları sırasında Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin yapmış olduğu
bazı konuşmaları gündemlerine alarak birtakım eleştiriler, değerlendirmeler
yapıyorlar. Ben o sözcülere şunu tavsiye ederim: Keşke bu değerlendirmenizi o
tarihte yapsaydınız, medeni cesaret gösterip, çıkıp Cumhuriyet Halk Partisi
sözcülerinin görüşlerinden katılmadığınız bölümler varsa o zaman söyleseydiniz.
Yani iki hafta geçti, ikide bir buraya çıkıp oralardan bir kelimeyi, bir
cümleyi alıp, asıl bağlamından kopararak Cumhuriyet Halk Partisini eleştirmeyi,
doğrusu Meclisin bugünkü atmosferine uygun bulmuyorum.
Ben de birkaç şey söylemek
istiyorum. Bizi eleştiren o arkadaşların bu eleştirileri nedeniyle ben birkaç
konuyu dikkatinize sunmak istiyorum. Demokrasi dersi vermeye kalktı bu
arkadaşlarımız.
Değerli milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda Kadıköy vapurundan inen kadınların
kıyafetinden rahatsız olan hiç kimse yoktur. Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubunda ya böyle bir rahatsızlık duyulmuyor ya da bu rahatsızlık duyulduğu
hâlde ifade edilemiyor korkudan.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul)
– İfade edilemiyor.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Bu anlayıştan demokrasi çıkmaz. Kadıköy vapurundan inen kadınların
kıyafetinden rahatsız olan insanlar demokrat olamazlar. Banklarda yan yana
oturan genç kız ve genç erkeğin sohbetinden rahatsız olanlar demokrat
olamazlar. Devlet-birey ilişkisini
güç-itaat ilişkisi olarak algılayanlar özgürlükçü olamazlar, demokrat
olamazlar. Bu anlayışa sahip hiçbir kimse Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda
yoktur ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Yoktur.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) - Hayır, “Yoktur.” demeyin Sayın Canikli. Olmadığını ben görebilmiş
değilim, öyle arzu ederim ama çıkan arkadaşlarınız, Kadıköy vapurundan…
Siz buraya çıkıp şunu
söyleyin: “Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak Kadıköy vapurundan inen
kadınların kıyafetinden şikâyetçi değiliz, şikâyetçi olanları da eleştiririz.”
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Niye rahatsız olalım, böyle bir şey yok. Söylüyorum, böyle bir şey yok, hiç kimse
rahatsız değil.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Bizimkilerin yaptığı yanlışları siz yapmayın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) - Mısır’da ölenlerin, Mısır’da hayatını kaybedenlerin ölümleri
üzerine mersiyeler düzerken, Gezi’de hayatını kaybedenler için bir Allah’tan
rahmet dilemeyi bile esirgeyenler, demokrat olamazlar. Böyle bir kişi bizim
grubumuzda yoktur ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda olup olmadığını
bilmiyorum. Olmadığını söyleyemiyorsunuz.
Mursi’yle kendini
özdeşleştirip Mursi ve taraftarlarına karşı uygulanan devlet şiddetini
eleştirirken, kendi güvenlik güçlerinin şiddetini “Kahramanlık destanı
yazdılar.” diye kutsayanlar demokrat olamazlar. Bunlar bizim grubumuzda yok ama
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda olmadığını söyleyemiyorsunuz, söyleyemeyeceksiniz.
Mursi’yi ve Sisi’yi
kastederek “Mısır’da firavunun izinden gidenler var, bir de Musa’nın izinden
gidenler var.” diyor Sayın Başbakan.
Değerli milletvekilleri, Mısır’da firavunla Musa’nın mücadelesi, bir
din mücadelesinin ötesinde bir mülk, kenz mücadelesidir. Türkiye'de “Musa’nın
izinden gideceğim.” diye yola çıkıp firavunlaşanlar, “Onun kardeşi Hârûn’u
takip edeceğim.” deyip Hârûn değil, Karûn olanlar var.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Doğru, aynen öyle, Karûnlar var.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Firavunlar ve Karûnlar demokrat olamazlar. Bunlar bizim gurubumuzda
yok ama sizin grubunuzda olmadığını siz söyleyemiyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Onu burada aramayın, bulamazsınız; başka yerlere bakın, burada yok.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Genel Başkan Yardımcınız söylüyordu bir sene evvel, bunu ben söylemedim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Alevi vatandaşlarımızı ötekileştirip “Alevi açılımı” diye yola
çıkıp hiçbir şey yapmayıp toplumu kutuplaştırıp ondan sonra “Torunuma ‘Ali’
ismini vereceğim.” diyen insanlar demokrat olamazlar. Doğmamış torununa
verilecek isimden medet umarak Alevi vatandaşlarımızı, onları onore
edeceklerini düşünen insanlar demokrat olamazlar.
Değerli milletvekilleri,
bütün sorun nereden çıktı biliyor musunuz? Bakın, 31 Ekim tarihinde burada
önemli bir oturum gerçekleştirdik ama hemen ertesinde Sayın Başbakan klasik
yöntemine başvurdu, klasik kutuplaştırma yöntemine. İki haftadır yapmış olduğu
konuşmalar bu merkezde cereyan ediyor. Hâlâ “tek parti dönemi, Cumhuriyet Halk
Partisi dönemi”, hâlâ “türban”, hâlâ “başörtüsü”, hâlâ bunun üzerinden siyaset.
Problem şuradan çıktı: 31 Ekimde beklemediğiniz bir Cumhuriyet Halk Partisi
tavrı ortaya çıktı. Sayın Başbakanın var oluşunun iki nedeni bugün Türkiye’de
ortadan kalktı.
İki konu Sayın Başbakanın
temel istismar alanıdır, temel politika alanıdır. Birincisi: “Darbe mağduru,
asker mağduru AKP.” Bu kalktı. Uydurma davalarla, hukuksuz davalarla, hukukun
ayaklar altına alındığı davalarla insanlar mahkûm edildi. O hukuksuz süreç
devam ediyor ama artık “Darbe ve asker mağduru AKP.” rolü, misyonu da sona
erdi, kullanabileceğiniz bir şey yok.
İkincisi: “Başörtüsü mağduru
AKP.” Bu da elinizden çıktı. Şimdi, gerçekler çıplak kaldı. Temel hak ve
özgürlükler sınavını vereceksiniz şimdi ama o sınavı verme yolunda bocalamaya
başladınız. Çünkü öyle bir kültürünüz yok. Bu mücadeleyi verebilecek durumda
değilsiniz.
Eski bir düşünür şunu
demişti: “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.” Sayın Başbakan, artık o nehirden
çık!
Sözlerimi burada bitiriyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Grup adına mı söz
istiyorsunuz Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Madde üzerinde grup adına…
BAŞKAN – Madde üzerinde grup
adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın
Başbakanımızın birkaç gün önce bir iftar programında yaptığı konuşmayla ilgili
ifade edilen uydurma, hayalî gerekçe veya muhtemel gerekçe, bir başka ifadeyle
onlar açısından, üzerinde bir şeyler söylemek istiyorum.
O konuşmanın tek bir amacı
vardır. Orada Sayın Başbakanımızın, torununun isimlerinden bir tanesinin “Ali”
olacağını ifade etmesinin ve konuşmanın diğer cümleleriyle birlikte
düşünüldüğünde tek bir amacı vardır. Türkiye'de, bu konuda, şu veya bu ölçüde
olan, hepimizin bildiği kutuplaşmanın hafifletilmesi ve ortadan
kaldırılmasıdır. Bunun tek amacı budur, bu cümle, bu ifade bunun için
kullanılmıştır.
HASAN AKGÖL (Hatay) – Niye
başlattı o zaman?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, biz…
Ya, bunları konuşmak doğru
değil ama biraz daha detaylandırmak gerekiyor.
Biz, Alevi vatandaşlarımızın,
bugüne kadar -siyasi anlamda söylüyorum- AK PARTİ’ye çok fazla destek
vermediklerini hep biliyoruz, bu, bilinen bir gerçek…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Niye
vermiyorlar?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bir tespit olarak söylüyorum, yani sadece bir tespit olarak, herhangi bir
değerlendirme, eleştirmek amacıyla söylemiyorum, bir tespit olarak söylüyorum.
Bu önemli ama. Neden? Çünkü
bizim Alevi vatandaşlarımızı, bu anlamda siyasi bir getiri malzemesi olarak
kullanmamız gibi bir niyetimiz olamaz. Neden? Çünkü Alevi vatandaşlarımızın
zaten biraz önce ifade etmeye çalıştığım o bilgi nedeniyle böyle bir beklentisi
muhtemelen söz konusu olmaz. Yani, kelimeleri biraz dikkatle seçmeye
çalışıyorum. Dolayısıyla, böyle bir açıklama ya da böyle bir niyet sadece ve
sadece şudur: “Bu acı hepimizin acısıdır, bu değerler hepimizin ortak değerleri
ve tarihidir. Bu noktadan bakıldığında, Alevi vatandaşlarımız ile Sünni
vatandaşlarımız arasında bir fark olmaması, bir ayrışma olmaması gerekir ya da
yaşanan bu acılar bir ayrışmanın faktörü, unsuru olamaz.” Bunu anlatmaya
çalışıyor. Zaten konuşmasında vurgu olarak sürekli bunu söylüyor Sayın
Başbakanımız.
HASAN AKGÖL (Hatay) – Siz hiç
dinlememişsiniz o konuşmayı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Dinledim ben konuşmayı, çok net dinledim, biliyorum.
Dolayısıyla, amaç bu. Bence
burada sorun başka. Daha önce de gündeme geldi. Bugün Alevi vatandaşlarımızın
bu sorunlarını gündeme getirerek Hükûmetimizin bunları yerine getirmediğini
ifade ederek, örtülü bir şekilde Hükûmetimizi suçlayanlardan bazılarının
geçmişte uzun yıllar iktidarda kaldıklarını biliyoruz. Evet, yani, burada
samimiyetin de olmadığı çok net bir şekilde ortada. Eğer samimi olunsaydı,
bugün o arkadaşlarımızın, bugün Alevi vatandaşlarımızın sorunu olarak gündeme
getirdikleri ve bizi de, AK PARTİ hükûmetlerini de çözmemekle suçladıkları o
sorunları geçmiş dönemlerde iktidar olduklarında çok rahatlıkla çözebilecek
güçleri, imkânları vardı.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Kendi tarihlerine baksınlar.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Kanattıkları bir sorun bu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Evet, bu, bir samimiyet sınavıdır değerli arkadaşlar ve bu sınavdan maalesef bu
arkadaşlarımız geçememişlerdir, sınavda kalmışlardır. Neden? Eğer samimi
olunsaydı, bugün Alevi vatandaşlarımızın sorunlarının büyük oranda, kendileri
tarafından ifade edilen sorunlarının –tırnak içerisinde söylüyorum- büyük bölümü
çözülmüş olacaktı. Demek ki samimiyet yok, samimi değiller. O zaman sorun ne
burada? Esas sorun, Alevi vatandaşlarımızın bir siyasi oy deposu olarak
görülmeleri ve bu şekilde hareket edilmesi. Bizim böyle bir amacımız olamaz.
Böyle bir kaygıyla hareket etmemiz, saikle hareket etmemiz düşünülemez. Neden?
Çünkü zaten burada, bu yapının siyasi desteğinin nereye gittiği belli. Tekrar
söylüyorum, tekrar tekrar, bir tespit olarak söylüyorum sadece bunları.
Dolayısıyla, bu değerlendirmeler son derece yanlış.
Biz her konuda olduğu gibi bu
konuya da son derece samimi olarak yaklaşıyoruz.
Bakın, bunu söylemek
istemezdim ama başörtü meselesine gelelim değerli arkadaşlar. Başörtü meselesi
konusunda, biliyorsunuz, daha önce, sanıyorum 2010 yılında bir Anayasa değişikliği
çalışması oldu; Anayasa’nın 10’uncu ve 42’nci maddelerinin değiştirilmesine
yönelik, Milliyetçi Hareket Partisiyle birlikte bir çalışma yapıldı.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) – 2008’de.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
2008 mi? Neyse, şu anda tam hatırlayamıyorum.
7 tane grup başkan vekilinin
ortak imzasıyla, 5 AK PARTİ’li, 2 MHP’li grup başkan vekili arkadaşımızın
imzasıyla bir teklif verildi Anayasa’nın 10’uncu ve 42’nci maddelerinin
değiştirilmesi için, bu sorunu çözmek amacıyla, başörtü meselesini çözmek
amacıyla. Yine bunu da üzülerek söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisi bütün bu
çalışmaların karşısında o zaman, çok net. Biz, Milliyetçi Hareket Partisiyle
birlikte hareket ettik. Hani “Kullanıyorsunuz.”, bugüne kadar, “Bunları siyasette
suistimal alanı olarak kullanıyorsunuz, rant amacıyla kullanıyorsunuz, malzeme
yapıyorsunuz.” deniliyor ya. Daha sonra partimiz hakkında kapatma davası açıldı
arkadaşlar ve bazı arkadaşlarımız ve bazı milletvekillerimiz hakkında da
yasaklılık talep edildi o davada. 5 tane grup başkan vekiline de yasaklama
talep edildi. Gerekçe ne biliyor musunuz? İçlerinde ben de varım, imzam var
çünkü; bu sorununu çözmek amacıyla, Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddelerini
değiştirmek yoluyla sorunu çözmek amacıyla verdiğimiz teklifte şahsımın da
imzası vardı. Gerekçe, o teklife imza atmak. Evet, aynen böyle. Başka
bir şey yok, başka hiçbir konu, husus yok. Sadece ve sadece başörtü yasağını kaldırmak
amacıyla Milliyetçi Hareket Partisiyle
birlikte yaptığımız o çalışmada o teklifin, Anayasa değişiklik
teklifinin altında imzamız olduğu için siyasetten yasaklılığımız talep edildi
değerli arkadaşlar. Hatırlayın, son dakikada kapatılmaktan kurtulduk, son
dakikada. Bunlar yaşandı burada, bunlar yaşandı. O zaman siz neredeydiniz
Cumhuriyet Halk Partisi?
METİN KÜLÜNK (İstanbul) –
Alkış tutuyorlardı, alkış!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Kusura bakmayın, bunları konuşacağız, madem açıldı konu konuşalım bunları,
lütfen.
Ha, bugün oluşan ortama
teşekkür ediyoruz, 31 Kasımda oluşan havaya, mutabakata teşekkür ediyoruz, saygı duyuyoruz, inanıyoruz, önemlidir. Buna
hiçbir itirazımız yok. Her zaman da söylüyoruz, dört siyasi partinin mutabakatı
ile bu sorunun çözüldüğünü kabul ediyoruz yani arkada şu vardı, efendim, imkân
olsa yaparlar mıydı yapmazlar mıydı, bunların tartışmasına hiç girmiyorum. Bu
dört siyasi partinin 31 Kasımda oluşan iradesinin samimi olduğuna inanıyoruz,
destekliyoruz, önemsiyoruz, bunu da söylüyoruz ama…
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Kasım değil, ekim.
RECEP ÖZEL (Isparta) – 31
Ekim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Pardon, pardon, 31 Ekim.
Ama bakın, yani konu biraz
daha eğer… Hani, söylüyorsunuz ya: “Efendim, şimdi artık malzemeniz elinizden
alındı, ne yapacaksınız?” Biz bunu başından, iktidara geldiğimiz günden
itibaren çözmek istedik, çözmek istedik. Ve göreceğiz. Tamam, sizin ifadenizle,
bu malzeme alındı. Göreceğiz, bakalım, önümüzde seçimler geliyor, mahallî
seçimler var, genel seçimler var, o zaman da göreceğiz.
Tek bir çizgimiz var bu
konuda -hiç sağa, sola, arkaya bakmıyoruz- özgürlüklerin genişletilmesi; her
alanda, her alanda ve bunu samimiyetle de yapıyoruz.
HASAN AKGÖL (Hatay) – Allah
aşkına, bunu siz söylemeyin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Evet, yapıyoruz yani bunun sayısız örnekleri var. Yasaklar kalkıyor, kalkacak
yani çünkü yasaklar toplumun dokusuna işlemiş, zihnimizi o kadar işgal etmiş ki
doğal olarak her şeye bu şekilde bakılıyor.
O nedenle, 31 Ekimde oluşan o
mutabakatı bu açıdan da önemsiyoruz. Bundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi
siyasi partilerimizin, siyaset kurumunun bu olaya bakışını veya genel olarak,
nereden gelirse gelsin, hangi kesimden gelirse gelsin, evrensel değerlerle
örtüşecek, aykırı düşmeyecek olmak şartıyla -elbette, onda sınır yok değil-
bütün özgürlüklerin gerçekleştirilmesinden yanayız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa)-
Muhafazakâr değerler!
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Parasız eğitim suç mu, parasız eğitim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, en somut örneğini daha yeni verdik, yeni bir sınav. Şu anda Anayasa
Uzlaşma Komisyonunun mutabakatla karar verdiği ve büyük çoğunluğu da, hatta
tamamına yakını da temel hak ve hürriyetleri düzenleyen ve özgürlükleri
genişleten 60 maddelik anayasa teklifi. Buyurun, işte bakın, hodri meydan!
Alanlardan bir tanesi de bu. Orada yanlış herhangi bir düzenleme var mı? Yok.
Özgürlükleri geriye götüren bir düzenleme var mı? Yok. Altında dört siyasi
partinin mutabakatı var mı? Var. Buyurun, oradan başlayalım. Söylüyoruz, bugün
de söylüyorum, defalarca söyledik, ziyaretler yaptık vesaire. Yani bizim bu
konudaki görüşümüz, düşüncemiz belli. O kadar ileri düzenlemeler var ki bu 60
maddede. Burada Anayasa Uzlaşma Komisyonundan arkadaşlarımız da var, onlar da
biliyorlar, altında onların da imzası var. Yani bir yerden başlayalım. Yasalar
noktasında zaten büyük oranda sorun gideriliyor ama anayasal anlamda da bir kez
daha sesleniyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Başlayalım, milletvekillerini çıkar, biz de başlayalım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bu 60 maddeyi, özgürlükleri evrensel değerlere büyük oranda yaklaştıran, özgürlükleri istisna olmaktan
çıkaran şu 60 maddelik düzenlemeyi, gelin, hep birlikte yapalım; bu testi, bu
sınavı birlikte geçelim, buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Biz de
hep birlikte yapalım diyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Öğrenci evleri var mı o 60 maddede Sayın Başkan?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Yani, efendim, yok “Öğrenci evidir, şudur, budur.” Diyorsanız, işte buyurun,
burada. Somut olarak bir şey söylüyorum ben, somut, somut, hiç sağ sola
gitmeden, sağa sola kaymadan herkese sesleniyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Öğrenci evi var mı, tutuklu milletvekilleri var mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Yani, konuşmaların çok önemi yok değerli arkadaşlar. Konuşmalar ne zaman
önemlidir?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) -
Parasız eğitim isteyen öğrenciler var mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Eğer icraatınızla örtüşüyorsa, icraatınız konuşmaları destekliyorsa
konuşmaların anlamı vardır.
HASAN AKGÖL (Hatay) -
Söylediğiniz en doğru söz buydu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Eğer çelişiyorsa, cümleler, kelimeler “özgürlük” ama icraat “yasak” diyorsa
bunun çok fazla bir anlamı yok. En somut bir örneğidir, hep birlikte yapalım.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASAN AKGÖL (Hatay) -
Söylediğiniz en doğru söz buydu.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan…
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Canikli konuşmasının başlangıcında bir cümle kurdu, ben o
cümle nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum. Sayın Başbakanın torununa “Ali”
ismini koymasının gerekçesi olarak “toplumdaki kutuplaşmayı azaltmak” diye bir
ifade kullandı. Toplumda bir kutuplaşma olduğunu kabul etmesini, böyle bir
gerçeği tespit etmiş olmasını önemli buluyorum. İktidar partisi “Toplumda bir
kutuplaşma var.” diyor ise herhâlde bunun sorumlusu da on bir yıldır iktidarda
olan Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetidir.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Tek bir şey söyleyeceğim Sayın Başkan.
Bu kutuplaşma on bir yıldan
beri yok bu ülkede, on bir yıldan beri yok; kırk yıldan beri var, elli yıldan
beri var, altmış yıldan beri var.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde şahsı adına
söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de başka bir mesele yokmuş gibi
kadınların Türkiye Büyük Millet Meclisinde pantolon giymesi meselesi Meclisin
gündemini işgal ediyor. Çok enteresan bir şey. Aslında, tabii, biraz önce bir
soru sordum. Bakın arkadaşlar, bilim adamı kimliğinde olan insanların fikir namusunu
taşıması lazım. Fikir namusunu taşıyan bilim adamı da doğru söyler. Eğer fikir
adamı, bilim adamı fikir namusuna sahip değilse o bir militandır. Bilimden,
akıldan kendisini soyutlamış ve belirli bir kitlenin emrine göre hareket eden
bir kişi pozisyonundadır. Biraz önce sorduk, maalesef, diyoruz ki: Türban
inançtan mı kaynaklanıyor, özgürlükten mi kaynaklanıyor? Doğru bir cevap
verilmiyor bize.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) –
Hala çözemedin mi?
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi,
bakın, Atatürk’ün kurduğu laik, çağdaş ve uygar Türkiye Cumhuriyeti’nin ve
dünyada emsali görülmemiş devrimlerin özünde bir medeniyet projesi yatar.
Şimdi, maalesef, on bir senedir karşı devrimciler bundan çok rahatsız oluyorlar
ve bu medeniyet projesini yok etmeye çalışıyorlar.
Şimdi, mesele şu arkadaşlar:
Burhan Kuzu anayasa profesörüdür. Anayasa Mahkemesi kararı var, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararı var, Danıştayın kararı var, “Türban dinî simgedir.
Dinî simge kamu hizmeti alanında kullanılamaz.” diyor. Bunu söyle, bunu söyle
de ondan sonra de ki: “Kardeşim, yani bizim bugün çoğunluğumuz var, bu çoğunluk
bunu sağlıyor.” Ben bir şey demiyorum buna.
Bakın, bu sene bize bir haber
geldi, dediler ki: “AKP’liler toplanmışlar, hacca birtakım kadın
milletvekillerini götürecekler, o kadın milletvekilleri hacdan döndükten sonra
-yeni bir seçime gidiyor ya- bunları Meclise sokacaklar. Cumhuriyet Halk
Partisi bunlara saldıracak, biz de bunu seçimde kullanacağız, bunun nemasını
elde edeceğiz.” Şimdi, bu çok önemli ve çok sağlıklı bir istihbarat aldım.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Sen
kaynaklarını bir kontrol etsene! Nereden aldın o bilgiyi?
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben
size bir hikâye anlatayım: İki köyün arasından bir nehir geçiyormuş. Haftada
bir gün, o nehrin bir tarafına bir kadın, öteki tarafına da bir kadın,
geliyorlarmış, birbirlerine hakaret ediyorlarmış, bağırıyorlarmış,
çağırıyorlarmış. Kadının birisinin işi çıkmış, “Ya, ben gidip o kadına
bağırmayacağım, benim yerime sen git bağır.” demiş. Tabii, o gitmeyince,
karşıdaki kadın bağırmış, çağırmış, hakaret etmiş, o yeni gelen kadın susmuş.
Susunca, o hakaret eden, bağıran kadın kederinden, üzüntüsünden çatlamış.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Ah canım!
KAMER GENÇ (Devamla) –
Dolayısıyla biz de sizin kederinizden, üzüntünüzden çatlamanız için bu işe ses
çıkarmadık. Yani bu işin özü böyle, bunu bilesiniz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Hadi canım sen de!
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi,
arkadaşlar, bakın, bütün mesele şu...
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Öyle mi arkadaşlar?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sayın Hamzaçebi, öyle mi? Bu yüzden mi karşı çıkmadınız?
KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın,
şimdi, bugüne kadar çok bu işin peşine düştünüz. Biz bunu vatandaşa
bırakıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti, çağdaş, ilerici, medeni bir ülkedir.
Medeniyet projesi. Medeniyet projesi Türkiye’de yalnız şey değil ki. Şimdi,
vatandaşlarımız… Seçime gidiyoruz. Siz, dini çok istismar ediyorsunuz. İslam
dini çok kutsal bir dindir, çok yüce bir dindir.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
Senden mi öğreneceğiz ya! Sen işine bak!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bu
yüce dini kavramak için İslam dininde görev yapan, İslam dininde olan
insanların dünyada lider olması lazım. Bu liderlik kadınları kara çarşafa
sokmakla olmaz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Rozet takarken iyimiydi.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir
gün benim odama 3 tane kız geldi. Şimdi, güzel de kızlar. Başlarını örtmüşler.
Ya dedim, bakın, kızlar, şimdi, sizin en güzel yeriniz gözleriniz,
dudaklarınız, yüzünüz.
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Allah Allah! Saygısızlık yapma!
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi,
dedim ki bu yüzünüzü açın, saçlarınızı açın; sendeki de kıl, bendeki de kıl.
Yani bunun bir farkı yok ki.
ÜLKER CAN (Eskişehir) – Aa!
Ne diyor bu ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – İslam
dini bir akıl ve izan dinidir. Akıl ve izana inanmayan insanların zaten İslam
diniyle ilgisi yok. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Ya ben bunları size
söylüyorum, anlayasınız diye. Bakın, beyler, ben otuz senedir bu kürsüde
konuşuyorum. Otuz senedir -özellikle Meclis Başkan Vekilime de söylüyorum,
söyledim belki size- öyle günler olmuştur ki burada tek ses çıkmıştır ama öyle
anlar olmuştur ki o dil, o tek ses bir anda en büyük tepkiye neden olmuştur.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Konuşuyorsun ama boş konuşuyorsun. Otuz senedir boş konuşuyorsun.
BAŞKAN – Sayın Milletvekili,
lütfen hatibi dinleyin, aydınlanın lütfen.
AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul)
– Hakaret ediyor, neyini dinleyeyim Sayın Başkan!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bugün
siz burada çoğunluktasınız.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Hadi oradan, yürü!
KAMER GENÇ (Devamla) – Ama
ben inanıyorum ki Türk milleti yüce bir millettir, medeniyete inanan bir
millettir, Atatürk’ün getirdiği devrimlere sahip çıkan bir millettir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) –
Atatürk’ün getirdiği devrimler sayesinde artık Türkiye Cumhuriyeti devleti
yükselecek ve dünyada lider bir devlet olacaktır.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Otur yerine!
KAMER GENÇ (Devamla) –
Kadınları kara çarşafa sokmakla bu memleket medeniyet seviyesine kavuşamaz.
Saygılar sunuyorum.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Rozet
takarken iyiydi değil mi? Rozet takıyordunuz. Yürü!
METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Çok
meraklıysan soyunmaya, soyun Meclisin ortasında da bu millet görsün seni.
BAŞKAN – Lütfen, Sayın
Milletvekili…
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Başkan, bir talebiniz var.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin
3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşması sırasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) –Sayın Başkanım, sataşmadan… (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Komisyon Başkanı konuşuyor,
lütfen…
Sayın Başkanım, sataşmadan
söz aldım ama kelimelere yazık. Değmez bu Kamer Genç için konuşmaya, vazgeçtim.
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkanım, sadece kayıtlara geçmesi için…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Canikli.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in görüşülen 12 ve 12’ye 1’inci ek sıra sayılı İçtüzük Teklifi’nin
3’üncü maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Biraz önce konuşmacı, kendisini ziyarete gelen 3 genç kızı taciz ettiğini
Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden itiraf etmiştir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Evet, teşekkür
ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın,
bu çok önemli bir sataşma. Sayın Başkan, biraz önce, kendisi, beni ziyarete
gelen kızları taciz ettiğimi söyledi. Bundan daha ağır bir sataşma olur mu?
Müsaade edin, bunu açıklayayım efendim.
BAŞKAN – Ne istiyorsunuz yani
şimdi?
KAMER GENÇ (Tunceli) – “Taciz
etti.” dedi.
BAŞKAN – Sataştı mı yani
size?
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sataştı tabii.
BAŞKAN – Ne diye sataştı
Sayın Genç?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Tutanaklara bakalım Sayın Başkan, tutanaklar gelsin. Ben sataşmadım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Meclis Başkan Vekili, şimdi, size birisi derse “Siz kızları taciz ettiniz.”,
bundan sataşma olmaz mı? O zaman, bir söz verin.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, tutanaklara bakalım. “Taciz etti” demedim.
BAŞKAN – Sataşma nedeniyle
söz veriyorum iki dakika.
Buyurun Sayın Genç.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Boyundan posundan da mı utanmıyorsun, yaşından da mı utanmıyorsun ya!
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Ben senin söylediğini söyledim.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin yaptığı açıklama sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya,
şimdi, bakın beyler, evvela konuşulan şeyleri anlamak için adam olmak lazım.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Konuşmak için de adam olmak lazım.
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen…
BÜLENT TURAN (İstanbul) – O
kendine söylüyor Sayın Başkan.
KAMER GENÇ (Devamla) – Adam
değilseniz konuşulan şeyleri anlayamazsınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç, temiz
bir dille konuşun lütfen. Meclis kürsüsü burası. 67’nci maddeyi hatırlatıyorum
ben size Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam,
onu diyorum.
Şimdi, gelen o kızlar benim
kardeşlerim. Benim yanıma geldikleri için, ben onlara dedim ki… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Orası hakaret etme
kürsüsü değil, kimseye hakaret edemezsiniz!
KAMER GENÇ (Devamla) –
Efendim, bir dakika ya… Etmiyorum. O zaman, yeniden süreyi ver de…
BAŞKAN – Vermiyorum!
KAMER GENÇ (Devamla) –
Vermiyorsun!
Şimdi, bakın, hep burada bu
Meclis böyle keyfî yönetiliyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bize savunma
hakkı verilmiyor. Meclis böyle kötü yönetildiği için, maalesef, burada fikirler
doğru anlaşılmıyor. Olur mu canım?
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Kürsü hakaret etme yeri değil ki, kürsü görüşleri anlatma yeri.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben
hiçbir zaman gelen o kız kardeşlerimizi taciz etmedim. Ben onlara kendi
düşüncelerime göre doğruları söyledim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sen söyledin biraz evvel taciz ettiğini.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Kocaman adamsın ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – Yani
benim doğrum odur, sizin doğrularınız başka olabilir. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Ya, bakın, biraz insan olun
da konuşulanları dinleyin. Dinleme özürlüsü insanlarsınız.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sen söyledin, sen söyledin.
KAMER GENÇ (Devamla) –
Dinleme özürlüsü insanlarla bir yere gitmek mümkün değil.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Boş konuşuyorsun, boş!
KAMER GENÇ (Devamla) - Bu
kürsüde oturanların sizi desteklemesi bir şeyi ifade etmiyor. Sizin benim
konuşmalarımı anlayabilmeniz için daha birkaç fırın ekmek yemeniz lazım. Sizin
hâlâ beyin itibarıyla gelişmemiş insanlar var aranızda. Böyle bir şey olur mu!
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, böyle konuşamaz!
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Sayın Başkan, böyle saygısızlık olur mu!
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hakaret ediyor Sayın Başkan! Bu ne biçim konuşma!
KAMER GENÇ (Devamla) - Benim
yaptığım konuşmayı anlamıyorsunuz, ne dediğimi anlamıyorsunuz, ondan sonra da
çıkıp da bağırıyorsunuz. Böyle bağırma olmaz ki yahu! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Düzgün konuşacaksın, düzgün! Düzgün konuşacaksın, o kürsüye yakışır şekilde
konuşacaksın! Orası hakaret yeri değil!
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Yazıklar olsun sana!
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Kocaman adamsın be!
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Boş konuşuyorsun!
KAMER GENÇ (Devamla) - Ben
size diyorum ki, başımızdan geçen olayları anlatıyorum size. Ben diyorum ki, o
kız arkadaşlarımıza dedim ki: “İslam dini bir akıl ve mantık dinidir, yüce bir
dindir. Bu dindeki gerçekleri anlamak için evvela siz bunları iyi anlayın.”
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sen kimsin, millet kim!
BAŞKAN – Sayın Canikli,
lütfen oturun. Sayın Canikli…
KAMER GENÇ (Devamla) – Ama
siz burada çoğunluğunuza bakarak bağırıyorsunuz çağırıyorsunuz.
Yahu, şimdi, sizin bağırmanız
çağırmanız bana göre sivrisinek vızıltısı. Ben bu sivrisinek vızıltılarına çok
alışmış bir insanım. Ben otuz senedir bu kürsüde konuşuyorum. Benden biraz
örnek alın. Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin devletidir. Benden örnek
alırsanız bu memleket daha rahat eder.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Kaç
yaşında adamsın! Yaşından başından utanmıyor musun?
MEHMET METİNER (Adıyaman) –
Utanmaz arlanmaz herifsin sen!
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Senin neyini örnek alacağız ya! Boş konuşuyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
6.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in sataşma nedeniyle yaptığı konuşması sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Değerli arkadaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Ne söylediğin belli değil be! Buradaki insanlara hakaret ediyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Arkadaşlar, arkadaşlar, rahat olun.
Hayatını, zihnini, beynini
çukurdan çıkaramayan, çukurun seviyesinin üzerine çıkaramayan insanların
konuşmalarını ciddiye almayın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O konuşmaları
anlamak için, yani Türkiye’deki, dünyadaki yaratılmış esfeli sâfilîn beyinleri
dahi fazla gelir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, şimdi bana hakaret etmedi mi!
BAŞKAN – Lütfen Sayın Genç,
bunu sabaha kadar…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Çukurda olan kendisi midir, ben miyim! Ben onun Maliyede neler yaptığını iyi
biliyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Söyle!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz
versin bana, açıklayayım Maliyede senin yaptıklarını.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Otur
be yerine!
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul
Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili
İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili
Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S.
Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (Devam)
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, İç
Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince lehte söz isteyen Tülay Kaynarca, İstanbul
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük değişikliğiyle ilgili oyumun
rengini belli etmek üzere lehte söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
İç Tüzük 56’ncı madde
“Bayanlar tayyör giyerler.” ifadesini içeriyordu. Bu 56’ncı madde “Kadınlar
tayyör veya ceket ve pantolon giyer.” şekliyle değiştirildi ve dünya
parlamentolarında buna benzer hiçbir hüküm yok. Geç de olsa böyle bir kararın
alınmasını önemsiyorum. Dünyada iç tüzüklere de bakıldığı zaman tüm
parlamentolarda böyle bir hükmün olmadığı da açıktır.
Ben bir cümleyi de ifade
edip… Gerçi çıktı ama Cumhuriyet Halk Partisinden Gülsün Hanım “AK PARTİ
iktidarı döneminde kadınlar adına neler yapıldı?” cümlesini sarf etmişti, bazı
istatistiki bilgileri vererek bunu söylemişti. Gerçekten bunu görmemek için…
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI
BURHAN KUZU (İstanbul) – Kamer Genç olmak lazım.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) –
Onu ifade etmeyeyim ama on bir yıl içerisinde kadın lehine alınan tüm kanuni
düzenlemeler, Türk Ceza Kanunu, Medeni Kanun, İş Kanunu, hele de Anayasa’daki
pozitif ayrımcılık ilkesini de kadın lehine sunan bütün değişiklikler
kadınımızın toplumdaki yerini önemseyen, kadınlarımızın, hem anne olarak hem iş
kadını olarak hem dünyadaki temsilini hem Türkiye’de en iyi noktaya taşıyan düzenlemeleri
getiriyor.
Bugün buna baktığımızda
gerçekten Türkiye’de bu noktaya gelinmesinde emeği geçen 22, 23’üncü Dönem ve
24’üncü Dönemdeki tüm vekillerimizi yürekten tebrik etmek istiyorum ben. Tüm
ayrıntılara girmeyeceğim ama sadece bunun altını özellikle dikkatle çizmek
istedim çünkü yapılan tüm düzenlemeler kadınımızı dünle bugün arasında iyi bir
noktaya getirdi. “Dünya Forumu şunu dedi, şu istatistikler var…” Tamam, eğitim,
istihdam, sağlık, bununla ilgili bütün kalemlere baktığınızda sadece istihdamda
yüzde 21’lerden bugün 31’lere çıkması, eğitimlerde çocuklarımızın, kız
çocuklarımızın yüzde 98’lere varması, istihdamda Başbakanlık genelgesiyle bugün
gelinen noktada kadın istihdamının ciddi noktaya gelmesi, her biri bunların
açık göstergesi ama iki şey var: Birincisi, hukuki düzenleme yaparsınız; tamam
ama ikincisi toplumsal zihniyet dönüşümüyle alakalıdır. Birincisi, birçok
hukuki düzenlemeye adım adım imza atar, belli noktaya getirirsiniz; tamam ama
ikincisi toplumsal zihniyet dönüşümüyle ilgilidir.
Sayın Hamzaçebi ne güzel
ifade etti, “Kimse diyemez.” dedi ama bak söylüyorum: Kadıköy vapurundan inen
kadınların giyim kuşamı beni hiç ilgilendirmiyor, buradaki arkadaşlarımın
hiçbirini de ilgilendirmiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul)
– Bravo.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Teşekkürler.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) –
Niye biliyor musunuz? Eğer öyle olsaydı… Çünkü biz farklıyız, çünkü biz
demokratikleşme paketinde neye imza atıyoruz biliyor musunuz? İnsanların yaşam
tarzına müdahale etmeyi cezai müeyyide altına alıyoruz. O yüzden, umurumuzda
değil, kim ne giyerse giysin. Özgürlükler önemli, demokrasi önemli.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Öğrenci evi baskını nasıl Tülay Hanım?
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Ev baskınları hariç!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ev
baskınlarını hangi pakete koyacağız?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi
gereğince, oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte söz isteyen Recep Özel,
Isparta Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teklifin aleyhinde söz aldım
ama usulen aleyhinde, esasında hepimiz lehindeyiz çünkü dört grubun ortak
ittifakıyla verilmiş olan bir teklifin son konuşmasını yapmak üzere
huzurlarınızdayım. Sadece birkaç kelime edeceğim.
Biraz önce Kamer Genç burada
birtakım ifadeler kullandı, sadece Yunus Emre’nin bir sözüyle noktalamak
istiyorum. Yunus Emre diyor ki: “Edebimiz elvermez edepsizlik edene/Susmak en
güzel cevap edebi elden gidene.”
Hepinize saygılar sunuyorum
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre söz talebim var efendim.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi,
buyurun.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşmasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
biraz önce yaşanan tartışma üzerine, izninizle, görüşümü ifade etmek istiyorum.
Sayın Kamer Genç kürsüde doğru bulmadığım bir konuşma yaptı; daha doğrusu,
konuşmasının bir iki cümlesini doğru bulmadım. AK PARTİ Grubuna, Sayın
Canikli’ye yönelik olarak beyinle ilgili birkaç şey söyledi. Sayın Canikli
haklı olarak ayağa kalktı, itiraz etti. Elbette kendisine yönelik böyle ağır
bir değerlendirme olunca kendisi de doğal olarak bu tepkiyi göstermek
durumundadır. Ancak, Sayın Canikli dün kürsüde Sayın Kamer Genç’e hitaben
“beyinsiz” kelimesini kullandı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hayır, sadece bir genel ilkeden bahsettim, kimseyi hedef almadım ben yapmayın.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Bakın, “beyinsiz” kelimesini kullandınız. Onu geçiyorum yani ben
bu kadar önemli bir konuyu, daha doğrusu dört partinin mutabakatıyla yürürlüğe
girecek olan bir düzenlemeyi konuşurken herkesin üslubuna dikkat etmesi
gerektiğini söylemek istiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Tamam da bu konuşmaları kim yapıyor Allah aşkına Sayın Hamzaçebi? Yapmayın ya,
lütfen ya. Kim başlattı, kim yaptı? Hakaret ediyor, cevap verin o zaman.
Yapmayın ya.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Biraz önce
siz kürsüye çıktınız, dediniz ki: “Esfeli salihin” (AK PARTİ sıralarından
gülüşmeler)
BÜLENT TURAN (Ankara) –
Salihin, salihin!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – “Esfeli sâfilîn” Gülmeyin, sizlerle bu konuda yarışırım, o gülen
bir beyefendi, arkadaş var.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Zaten belli oluyor.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Gelin, gelin, bu konuları sizlerle tartışabilirim, yeter ki
karşıma çıkın.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi,
lütfen Genel Kurula hitap edin.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Canikli’nin kullanmış olduğu bu ifadenin anlamı “Aşağıların
aşağısı, aşağılığın aşağılığı.” Bakın, bir hakaret, dün “beyinsiz”le başlayan
bir hakaret cümlesi bugün bir başka hakaretle devam ediyor ve AK PARTİ Grubu da
bu hakaret cümlesini alkışlıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Ben hayatımda hiç kimseye hakaret etmedim.
BAŞKAN – Yapmayın sayın
milletvekilleri.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Bakın, bu kelime kime hakarettir? Bunun muhatabı birisi vardır
burada.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Ben hiç kimseye hakaret etmedim en fazla kendimi savunmuşumdur. Bu kadar.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Bu hakaret cümlesiyle sizi baş başa bırakıyorum. Nasıl Adana
Valisinin hakaret cümlesini Başbakan koruması altına aldıysa öyle anlıyorum ki
sizin bu hakaret cümlenizi de AK PARTİ Grubu koruma altına alıyor. Hayırlı
olsun bu anlayışınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Yapmayın. Hakaret eden sizin arkadaşınız, çıkıp burada söyleyen sizin
arkadaşınız. Sayın Hamzaçebi, yapmayın ya. Kendimizi savunmayalım mı? Her türlü
hakaret yapana burada söylemeyelim mi, cevap vermeyelim mi? Olur mu ama?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, bakın, bize burada milletvekilleri olarak hakaret ediliyor ve siz
hakaret edenleri koruyorsunuz. Sizi şiddetle kınıyorum, böyle kollamanızın bir
anlamı yok. O bana yapılan hakaretleri size havale ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Genç, çok
güzel, gerçekten tebrik ediyorum yani! Teşekkür ederim.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul
Milletvekili Mihrimah Belma Satır ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural, Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu ile Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Bingöl Milletvekili
İdris Baluken'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ve Ordu Milletvekili İhsan Şener ve Kocaeli Milletvekili
Azize Sibel Gönül'ün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/1810, 2/8) (S.
Sayısı: 12 ve 12’ye 1’inci Ek) (Devam)
BAŞKAN - Teklifin tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul edilmiş ve
yasalaşmıştır.
4’üncü sırada yer alan, T.C.
Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan
Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı
Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile
Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve
Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon
Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105)(x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Komisyon raporu 105 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Dışişleri Bakanı nerede?
ÜLKER CAN (Eskişehir) – Hesap
mı vereceğiz?
(x) 105 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Soruyorum Sayın Başkan, Dışişleri Bakanı nerede?
ÜLKER CAN (Eskişehir) –
Yerinde Bakan var, sana ne!
MHP GRUBU ADINA YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dost ve kardeş bir ülkeyle ilgili olarak burada 8 madde
üzerinde bir anlaşma, sözleşme onaylayacağız. 1970 yılında öğrenciliğim
döneminde Amerika Stratejik Araştırmalar Merkezinin yayınladığı bir dergide
şöyle bir haber okumuştum: “2000’li yıllarda Sovyetler Birliği dağılacak ve
Sovyetler Birliği’nin bulunduğu coğrafyada geniş bir Müslüman nüfusu ortaya
çıkacak. Bu Müslüman nüfusun, tarih, kültür ve dil birlikteliği olan
Türkiye’yle bir entegrasyona gitmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, böyle bir
entegrasyon dünyada yeni bir gücün doğmasına yol açacaktır.” demişti ve bir
harita koymuştu. Bu harita da bugün “Türk dünyası” dediğimiz Türk cumhuriyeti
devletlerini Türkiye’yle birleştiren bir haritaydı ve tek renk üzerinde
bulunuyordu. Ama ilginçti ki 1970 yılında Amerika, belli ki Orta Doğu’da da
buna bağlı olarak bir politika üretmişti. Nitekim, bu harita üzerinde bir
Kürdistan ve Orta Doğu’da sınırları çizilmiş yeni bir harita mevcuttu.
Dediğim gibi, yıl 1970.
Aslında, Türkiye’de 1970’ten sonra çok önemli olaylar oldu: Sağ sol çatışmaları
oldu, 5 bin genç hayatını kaybetti; 1980 darbesi, ardından bir dizi siyasi
çalkantılar; tabii, bu arada ASALA ve ASALA’nın dışında bir de PKK terör örgütü
ortaya çıktı. Türkiye, bunlarla meşgul olmak uğruna milyarlarca dolar harcamak
zorunda kaldı ve gerçekten de 1991 yılında Sovyetler Birliği dağıldı ve 5 Türk
cumhuriyeti ortaya çıktı.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, burada şunu iyi düşünmemiz gerekmektedir: Türkiye’nin uzun bir müddet
PKK terör örgütüyle mücadelesi ve harcadığı maddi değer şayet bu örgüt kurulmadan
Türk dünyasının entegrasyonuna harcanabilse, Türkiye’nin kalkınmasına
harcanabilseydi muhakkak ki 1970’te Amerika Birleşik Devletleri’nin strateji
uzmanlarının çizdiği yeni bir güçlü dünya ortaya çıkacaktı.
Mamafih, 2000’li yıllara
ulaşmamıştı Sovyetler Birliği’nin çöküşü ama şöyle bir hafızanızı canlandıracak
olursanız, 1984’ten itibaren PKK terör örgütü ortaya çıkmıştı ama garip olan
şey, ASALA’nın sona ermesinden sonra ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla, 1991’den
itibaren birtakım gelişmeler oldu Türkiye’de. Ben o sırada Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü görevindeydim, Başbakan Süleyman Demirel olmuştu, Cumhurbaşkanı
rahmetli Özal’dı. Demirel’le bir görüşme talebinde bulundum çünkü Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğünde yani bizim Osmanlı arşivinde 100 milyondan fazla
arşiv belgesi, 800 bin defter mevcuttu. Tarihimizin en zengin arşivi olan bu
arşivin depoları maalesef eski medreseler veya birtakım binaların depolarıydı.
Böylesine kıymetli bir hazinenin heba olmaması için çünkü belli bir nem
oranının altında veya üstünde olması, bu hazineyi yok eden en önemli
unsurlardan bir tanesiydi. Rahmetli Özal, bugünkü Topkapı Sarayı’nın
içerisindeki, Cankurtaran… Daha doğrusu, şöyle söyleyeyim: Gerçek olan, Gülhane
Hastanesi’nin bulunduğu bölgede 204 dönüm araziyi bize tahsis etti ve burada
bir arşiv sarayı yapılacaktı, bunun için Demirel’le görüşmek istedim.
Benim burada size anlatmak
istediğim şey şu: Aslında, Şubat 1992’de Sayın Demirel’le görüştüm ve
kendisiyle görüşmeye gireceğim sırada, onun basın danışmanı olan İlnur Çevik
ile bir sohbetimiz oldu, bana hangi sebeple görüşeceğimi sordu, ben de
kendisine şunu söyledim: Osmanlı arşivlerindeki demin size aktardığım konuları
aktardım. Dedi ki: “Hoca, Demirel bununla fazla ilgilenmez.” Dedim ki: “Nasıl
olur? İşte, Türk cumhuriyetleri ortaya çıktı, onlarla ilgili pek çok belge bu
arşivde bulunmaktadır. Dolayısıyla, nasıl olur da ilgilenmez?” Sonuçta, Sayın
Demirel’in yanına girdim. Bana Demirel ne istediğimi sordu. “Sayın Başbakanım,
paramız var, projemiz var, her şeyi hazırladık, sadece özel bir bina olduğu
için Bakanlar Kurulu kararını istiyorum, binanın yapımı için.” dedim. “Tamam
Hoca, bakalım.” dedi ama biraz böyle, tam arzu ettiğim şekilde bir cevap
alamayınca, kendisine, Türk dünyasının bağımsızlığına kavuştuğunu, bununla
ilgili arşivimizde çok kıymetli belgeler olduğunu -Osmanlı Devleti’yle
ilişkiler, Cumhuriyet Dönemi’yle ilişkiler konusunda- söyledim. Onun üzerine,
Demirel ayağa kalktı, bana “Gel seni bir kucaklayayım Hoca.” dedi. Beni Demirel
bir kucakladı fakat bir hafta sonra görevden aldılar. (AK PARTİ sıralarından
gülüşmeler)
Fakat, İlnur’un söylediği bir
önemli konu vardı: Demirel bütün Dışişleri mensuplarını toplamış ve bu dünya
hakkında, yeni çıkan Türk dünyası hakkında ne gibi bir bilgiye sahip olduklarını
sormuş. Onlar başlarını önlerine eğmişler -Dışişleri mensupları- onun üzerine,
Demirel “Üzülmeyin, ben de bir şey bilmiyorum.” demiş. Değerli arkadaşlar,
bizzat benim başımdan geçen bir hadiseyi anlattım.
Şimdi, gerçekten de rahmetli
Özal zamanında, Türk dünyasına tam vâkıf olmadan bir girişimde bulunduk,
öğrenciler getirdik, yanlışlar yaptık, yanlış insanlar gönderdik Türk dünyasına
ve Türkiye'nin adı yanlış şekilde oralarda lanse edildi, duyuldu fakat aslında,
bizim heyecanımız, onların heyecanı, Özal döneminde ciddi şekilde ekonomik
ilişkilere ve yakın dostluklara dönüştü. Sonra, gerçekten -Allah selamet
versin- Sayın Demirel bu işte çok ciddi bir atılım yaptı, yakınlıklar kuruldu.
Ki birçoğuyla –hâlâ, şu anki Kazakistan Cumhurbaşkanı yakından tanıştığımız bir
kişiydi, Türkmenistan öyle, Azerbaycan öyle- benim çok yakın ilişkilerim oldu
Tarih Kurumu Başkanı olarak.
Şunu söyleyeyim: Hemen hepsi,
gerek Özal’ın gerekse Demirel’in koluna girip “ağabey” diyen insanlardı ve
bizden bir şey bekliyorlardı ama bir şey vardı, eksiğimiz vardı; biz bu dünyayı
tanımıyorduk, tanımadığımız için onların hiçbir şey bilmediğini, hiçbir şey
yapamayacağını düşünüyorduk. Sonuçta, onlar da bizi “Türkler geri kalmış,
dilenci” şeklinde tanıyorlardı. Dolayısıyla, planlı bir yaklaşım gösteremedik.
Bunun sonucu, bu planlı yaklaşım gösterememe sonucu, aslında, bugün dünyanın en
zengin enerji kaynaklarına sahip olan bu dünyayla ilişkilerimizi mesafeli bir
oranda devam ettirebiliyoruz. Hâlbuki, 10 bin kilometre öteden Amerika geliyor
buraya, İngiltere geliyor, Fransa geliyor, Çin geliyor ama maalesef, onların
gösterdiği çabayı Türkiye Cumhuriyeti olarak biz gösteremiyoruz.
Birçok hata işledik.
Türkmenbaşı, rahmetli, şunları söyledi: “Ya, hep Batı’ya dönüyorsunuz. Sizin
çıkarlarınız buradadır, niçin gelmiyorsunuz? Size ben doğal gazı 47 dolardan
vereceğim.” Evet, gerçekten de Türkmenbaşı bu konularda samimiydi. Samimiydi, birçok
kuruluş oluşturdular -ki ben de üyesi oldum bunların- ama bir türlü Türkiye
istenilen biçimde bu bölgelerle ilgilenemedi ama hâlâ ilgilenmiyor. Şimdi,
herkes şapkasını önüne koysun. Batı’ya yöneldiğimiz ölçüde biz bu dünyaya hangi
ölçüde yöneldik? Kazakistan Cumhurbaşkanı olmasa neredeyse birbirimizle ilişki
kurmama raddesine geldik.
Bakın, bir Ermeni açılımı
yaptınız. 2005 yılında, Tarih Kurumu Başkanı olarak Sayın Başbakan beni
Bakanlar Kuruluna davet etti, bir brifing verdim. O brifing sırasında şunu
Bakanlar Kurulunda ifade ettim: “Efendim, Ermenistan’la ilgili olarak, basında,
kapıların açılması konusunda Türkiye’nin bir jestte, iyi niyette bulunması
şeklinde haberler geçiyor. Bu haberler doğru mudur bilmiyorum ama doğruysa,
sakın ola ki böyle bir jestte bulunmaya kalkışmayın. Devletler jestle
yönetilmez. Bu, elimizdeki en önemli kozlardan birisidir.” Bunu ifade ettim,
bir bilim adamı sıfatıyla söyledim ve sorumluluğumu onların üzerine attım ama
Ermenistan’la bir açılım politikası güdüldü. Bu açılım politikası, aslında,
tam, bizim bu konuda, Ermenilere karşı -bir yerde- soykırım iddialarını sona
erdireceğimiz bir dönemde meydana geldi çünkü ben görevden alınmadan önceki
haziran ayının başında Oslo’da bir toplantı yapıldı, Ermeniler bir toplantı yaptılar,
diaspora ve buraya Tarih Kurumundan 2 kişi davet edildi. Biz bu davete icabet
ettik. Beni kabul etmediler, 2 arkadaşımı gönderdim ama onlar oradayken şöyle
bir teklifte bulundum, gazetelere bakabilirsiniz, Hürriyet’te de sürmanşetti:
“Boston’daki Taşnak arşivlerini açın, 20 milyon dolar vereceğim.” dedim. O
Oslo’daki toplantı karmakarışık olmuş, “Bu 20 milyon doları verirdi,
veremezdi.” muhasebesine girişmişler. Sonuçta, Alman Hilmar Kaiser isimli bir
Ermeni taraflısı araştırıcı bu parayı verebileceğimi, bir şey söylersem yerine
getireceğimi orada ifade etmiş. Onun üzerine, ertesi hafta, beni diaspora
Ermenilerinin yönetim kurulundan Garabet Mumcuyan aradı, eylül ayında Tarih
Kurumunda bir yuvarlak masa toplantısı yapma teklifinde bulundu basın olmamak kaydıyla,
kabul ettim. Yine, onların haftalık çıkan bir gazetesi vardı. Bu gazetenin yazı
işleri müdürü Haçik Muradyan, ağustos ayının ikinci yarısında benimle röportaj
yapmak üzere Türkiye’ye gelmek istediğini belirtti, onu da kabul ettim.
İngiltere’den Gomidas Enstitüsü Müdürü Ara Sarafyan aradı, o da ekim ayında
gelip bir konferans da verip hem Boston hem de Kudüs arşivlerinin açılması
konusunda birlikte hareket etmeyi teklif etti, onu da kabul ettim.
Değerli arkadaşlar, bunların
bu şekilde gelmelerinin sebebi şuydu: Biz, Tanıtma Fonu’ndan Sayın Devlet
Bahçeli’nin verdiği 280 bin lirayla bütün dünya arşivlerini baştan sona taradık
ve bütün belgelerin kopyasını aldık. Bunun içerisinde Rusya’daki Taşnak
arşivleri de vardı, 3 bin dolar karşılığında. Dolayısıyla, Taşnakların
Anadolu’da neler yaptıkları elimizde zaten vardı. Artık, diaspora çözülmeye
başlamıştı. Fakat, o sırada, Dışişleri Bakanlığı Cenevre’de, Ermenilerle ve
Amerikalılarla bir toplantı yapıyordu, bu açılım öncesi toplantısı. Orada
Amerikalıların ve Ermenilerin isteği üzerine görevden alındım. Ve bütün bu
toplantı sözlerinin hepsi havada kaldı, gerçekleşmedi. Ve bugün, bakın, bir
gazeteci çıkmış, Hasan Cemal “Ben Ermeni evinde kalıyorum.” diyor. E, onun
dedesi de vardı Adana Valisi olarak, Cemalettin Paşa.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Cemal Paşa.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) -
Onunla ilgili olarak da Cebelibereket Mutasarrıfı Mehmet Asaf’ın yazdığı “1909
Adana Ermeni Olayları ve Anılarım” diye bir kitap var. O kitapta, dedesinin bir
beyanname yayımladığı ve bu beyannamenin “Vatan-ı ihaniyyenin bir şâheseri.”
olarak adlandırıldığını da burada söylemek istiyorum. Birileri çıkıyor
soykırımdan bahsediyor, birileri çıkıyor Dağlık Karabağ bölgesinin Ermeni
toprakları olduğunu söylüyor ama biz, açılım yaparak Azerbaycanlı
kardeşlerimizi küstürüyoruz.
Bakın, değerli arkadaşlar,
dış politikada atılan her bir adımın daha sonra tevili çok zordur, onun
koyduğu, bıraktığı izleri de ortadan kaldırmak çok zordur. Dolayısıyla biz,
Azerbaycan’la ilgili olan her olumlu işte var olduğumuzu söylüyoruz, buna
destek olacağımızı söylüyoruz çünkü Türkiye'nin gerçek yönelmesi gereken
devletler Türk cumhuriyetleridir. Amerika dünyanın öbür ucundan gelecek, bu
bölgeye, enerji bölgelerine hâkim olmayı arzu edecek ve bu yolda politikalar
üretecek ve Türkiye Cumhuriyeti bundan sarfınazar edecek. Bunu kimsenin
beklemesi söz konusu olmamalıdır.
Dolayısıyla, 8 maddelik,
Azerbaycan ile ilgili sözleşmelerin hepsini Milliyetçi Hareket Partisi olarak
onayladığımızı ve olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK AHMET
GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 105
sıra sayılı uluslararası anlaşmanın onaylanmasının uygun bulunması hakkındaki
Kanun Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşma yapmak üzere
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı
Sayın İlham Aliyev ülkemize iki günlük resmî bir ziyaret gerçekleştirdi. Dün,
kendisine Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek nişanı olan Devlet Nişanı tevcih
edildi. Hani üzerindeki “T.C.” kısaltması ve Atatürk siluetini kaldırdığınız
Devlet Nişanı var ya, işte o, Sayın Aliyev’e layık görüldü.
Elbette, Türk halkı için
Azerbaycan’ın, Azeriler için de Türkiye'nin önemi çok büyüktür. Ancak, bugünkü
uluslararası konjonktürde “Bir millet iki devlet.” gibi söylemler uygulamada
kendini göstermekten çok uzaktır çünkü AKP Hükûmetinin bugünkü dış
politikasıyla bu söylemin örtüşmediği gözlemlenmektedir. “Azerbaycan ve Türkiye
eşit ve egemen iki devlettir.” diyoruz. Biz diyoruz ve katılıyoruz ki tarihten
gelen güçlü bağlar bu iki devleti her zaman bir arada tutmalıdır. Türkiye,
uluslararası arenada her zaman Azerbaycan Türklerinin sorunlarını gündeme
getirmeye devam etmeli, haklı davasında Azerbaycan’ın yanında olmalıdır. Bize
göre “Uluslara özgürlük ama Türkler hariç.” biçimindeki politikaları sürdürmek
yanlıştır. En az tüm ulusların olduğu kadar dış Türklerin haklarıyla da
yakından ilgilenmeli ve bu konudaki hassasiyetimizi beyan etmeli ve
göstermeliyiz.
Azerbaycan topraklarının
yüzde 20’ye yakını hâlen haksız bir şekilde işgal altındadır. 1992 yılındaki
Hocalı katliamının ardından 1 milyona yakın Azeri Türkü yurtlarından
edilmiştir. Artık, kronikleşen Yukarı Karabağ sorununun çözümü yönünde somut
adımlar atılmamaktadır. AGİT Minsk Grubu bu sorunun çözümü konusunda atıl,
hareketsiz kalmıştır. Ermenistan’la ilişkilerimizin normalleştirilmesi elbette
önemlidir ve Türk halkı tarafından arzu edilmektedir. Ancak, bunun Azeri
kardeşlerimizi incitmek pahasına yapılması asla istenilen bir durum değildir.
Bunu aklımızda tutmakta yarar vardır.
Türkiye'nin resmî politikası,
yirmi yılı aşkın süredir Ermenistan’ın işgal altında bulundurduğu Azerbaycan
topraklarını terk etmediği sürece sınırı açmama, ekonomik ambargoyu kaldırmama
ve diplomatik ilişki kurmama biçimindedir. Bu resmî politikadaki en ufak bir
oynama Azerbaycan’ı incitebilmektedir.
İşte, hatırlatayım: Bu
politikanın değişeceği yönündeki söylemlerin artması üzerine, 2009 yılında,
İlham Aliyev bu konuyu gerekçe gösterip İstanbul’da yapılan Medeniyetler
İttifakı Zirvesi’ni boykot edip katılmamıştı. Azerbaycan Hükûmeti bu zirveye
bakan düzeyinde dahi katılımcı göndermemişti.
Türkiye ile Azerbaycan
arasındaki özel ilişkiler, aynı zamanda büyük stratejik ve jeopolitik bir öneme
sahiptir. Sovyetler Birliği’nin dağılması, bulunduğu coğrafi konum ve yeni
kurulan devletlerle olan tarihî bağları nedeniyle Türkiye'nin stratejik önemini
arttırmıştır. Bu durum, bölgede birçok ülkeyi rahatsız etmekte ve beraberinde
türlü hesapları getirmektedir. Yaşanan süreç göstermektedir ki 20’nci yüzyılın
sonunda ortaya çıkan yeni durumda Türkiye önemli bir bölgesel aktör konumuna
ulaşmıştır. Yukarı Karabağ sorunu Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan
ilişkilerini etkilediği gibi, Hazar çevresindeki zengin enerji kaynaklarının
uluslararası pazarlara ulaştırılmasını da etkilemektedir. Bu bağlamda, Yukarı
Karabağ sorunu AB, ABD ve Rusya’nın politikaları açısından önem arz etmekte,
Türkiye'nin bu ülkelerle ve uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerini de
etkilemektedir.
Değerli arkadaşlarım, Güney
Kafkasya’da büyük devletlerin etkinliğinin daha fazla hissedileceği bir döneme
giriyoruz. ABD, Rusya, Türkiye ve İran, hatta perde arkasında Çin, bölgede
jeopolitik görünümün değişmesine yönelik mücadeleyi artırmakta,
fazlalaştırmaktadırlar. Bugün, dünyanın önde gelen jeopolitika uzmanları
Rusya-Ermenistan-İran jeopolitik iş birliği ekseninden söz etmektedir -şu
andaki durum- bunu Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan ekseninin dengeleyebileceğine
inanmaktadırlar. Bu arada ABD, AB, Çin gelişmeleri çok yakından takip etmektedir.
Yani 19’uncu yüzyılda Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde İngiltere ve Rusya gibi
iki büyük uluslararası aktörün başrolünde sahnelenen büyük oyun, 20’nci
yüzyılda yeni aktörlerle yeniden gündeme gelmek üzeredir.
Peki, Türkiye ne yapıyor
arkadaşlar? Türkiye, tırnak içerisinde “değerli yalnızlık” isimli oyunu
oynuyor. Türk dış politikasının sözde “değerli yalnızlık” yaşadığı bu zaman
diliminde, çok yönlü dış politikanın nasıl olması gerektiğini tartışıyoruz ve
tartışmalıyız, belki de. Çok yönlü ve çok boyutlu dış politika AKP Hükûmetinin
izlediği biçimde olmaz, bu bellidir. Bugün, politikalarınız iflas etmiş
durumdadır. 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşı sonrasında teklif edilen ancak
sonuçlandırılmayan Kafkas ittifakı ve devam eden süreçte sonuçsuz kalan
Türkiye-Ermenistan protokolleri gibi konulardan dolayı bölgeye olan ilgisini
azaltan Türkiye, enerji alanında transit ülke olma konumundan daha fazlasını
hedeflemediği sürece Kafkasya’da tırnak içerisinde “değerli yokluk” yaşamaya
devam edecektir.
Hazar ötesine olan ilgisizlik
ise Rusya, ABD ve Çin gibi devlerin çatışma alanı olan Orta Asya’da Türkiye’nin
tırnak içerisinde “değerli bilinmezliği”ni pekiştirecektir arkadaşlar
sayenizde. Almanya kadar bölgenin etnik haritasına egemen, Fransa kadar ticari olanaklardan,
imkânlardan haberdar, İran kadar ortak değer vurgusuna sahip ve bunları
incelemiş, Rusya kadar baskın politika girişimi olmayan Türkiye, Orta Asya
coğrafyasında artık sayenizde, bu Hükûmet sayesinde neredeyse yoktur
arkadaşlar.
“Çok boyutlu dış politika”
diyorsunuz, çok boyutlu dış politikada parlamenter diplomasi bu denli göz ardı
edilir mi? Dış politika bütün ülkeler için ulusal politikadır, ülkelerin ulusal
çıkarları üzerine inşa edilir. Çağdaş demokrasilerde muhalefet de dış
politikadan haberdar edilir ve destek verilir. Bu desteği alabilmek için
iktidarlar, Dışişleri Bakanları aracılığıyla yüce Meclisi ve muhalefet
partilerini periyodik olarak bilgilendirirler. Burada Sayın Çevre ve Şehircilik
Bakanı var, Dışişleri Bakanı her zaman olduğu gibi yok! Ülkemizin köklü
demokrasi kültüründe olan bu gelenek, ne yazık ki AKP hükûmetleri döneminde
sekteye uğramıştır. Stratejik derinlik üstadı Sayın Dışişleri Bakanı ancak
lütfederse Meclise uğramaktadır. Geçen hafta Dışişleri Komisyonuna gelmişti, doğrusu
biz de çok şaşırmıştık, Sayın Bakan Meclisin yolunu hatırlamıştı, umarız bundan
sonraki süreçte Genel Kuruluda bilgilendirme nezaketini gösterebilir.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye'nin çıkarları söz konusu olduğunda, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'nin
çıkarlarına, Türkiye'nin menfaatlerine sahip çıkar ve çıkacaktır. “Komşularla
sıfır sorun” anlayışından “Sıfır komşulu dış politika” anlayışına geçtiğimiz
bir süreçte, Sayın Genel Başkanımız önderliğinde, CHP heyeti Irak’ı ziyaret
etti ve Irak’taki bütün taraflarla görüştü. Sayın Bakan ancak bizim bu
ziyaretimizden sonra Irak’a gidebildi. Aynı şekilde, Mısır’la yaşanan
sorunların çözümü amacıyla da adımlar attık. Partimizin yetkilileri Mısır’daki
tüm siyasi aktörlerle görüştü, her kesimi kucakladı.
Cumhuriyet Halk Partisi bunu
neden yapıyor? AKP Hükûmetinin dış politikada kırıp döktüklerini temizlemek,
arkasını toplamak ve Türkiye’yi içine düştüğü yalnızlıktan kurtarmak için
yapıyor. Bizim girişimlerimiz sayesinde, Türkiye Orta Doğu coğrafyasındaki
saygın konumunu tekrar kazanacaktır, rol modeli olma iddiasını tekrar
sürdürebilme imkânına kavuşacağız.
Gelelim diğer önemli soruna:
Türkiye dış Türklerle ilgili sağlıklı ve gerçekçi bir politika geliştirmediği
için, çoğu kez diğer ülkelerdeki Türk azınlıkların sorununu çözmediği gibi bu
sorunları daha da içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. TİKA’nın yurt dışı
faaliyetlerinde akraba topluluklarla olan ilişkilerimizden ziyade, Orta Doğu ve
getirisi meçhul Afrika ülkelerine verilen önem söz konusudur. Sanıyoruz, birileri
yurt dışındaki Türklerle ve akraba topluluklarımızla Türkiye adına
geliştirilebilecek ilişkilerin sakıncalı olduğu görüşündedir ya da bu görüş bir
şekilde benimsetilmeye çalışılmaktadır. TİKA’nın insan hakları mücadelesi veren
Uygurlara sırtını dönmesi bu vahim tabloyu ortaya koymaktadır. Ne yazık ki
Uygurlu kadınlar toplantıdan neredeyse kovulmuşlardır sizler tarafından.
TİKA ne Türklerin yaşadığı
diğer ülkelerde ne Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle ne de akraba
topluluklarıyla ekonomik ve siyasi bütünleşme alanları yaratabilmiştir. Ne
yaptığını merak ediyoruz. Hatta, kimi iddialara göre, özellikle Türk
cumhuriyetlerindeki TİKA büroları âdeta dinî grupların temsil ofislerine
dönüştürülmüştür. Bu konuya cevap gelmez tabii ki! Bu nedenle, başta Özbekistan
ve Rusya olmak üzere, birçok ülkede TİKA’ya ciddi kuşku ve mesafeyle
bakılmaktadır.
Libya’da ABD yaklaşımına önce
“Hayır.” dediniz, daha sonra, nasılsa politikanız örtüştü. Türkiye’den gemiler,
paralar, El Kaide militanları gitti Libya’ya. Buna “Hayır.” diyen olmadı.
Suriye’de ABD ile yola çıktınız ama geldiğimiz nokta aynı değildir. Mısır’da
ABD ile paralel politikamız vardı, daha sonra politikalar ayrıştı. Gelecekte,
muhtemelen, aynı şeyi söylüyor olacaksınız. Batılı ülkeler dış politikada ne
kadar mesafeli olacaklarını bilmektedirler, dış politikada neyi, ne kadar
açıklayacaklarının farkındadırlar. Bu konuda politikaları, onlara muhtemel
durumlara karşı esneme veya başka açıdan hedef farklılaştırma olanakları
sağlamaktadır. Peki, Hükûmetin politikası nasıldır? Her konuya bodoslama
girmektedir bu Hükûmet dış politikada. Türkiye’de El Kaideler, El Nusralar kol
gezmektedir. Avrupa’da birçok yabancı örgüt ile angajmana girdiğinizi
duyuyoruz. Sonunda ne oluyor? Politikalar farklılaşıyor dünyada, siz girdiğiniz
angajmanlar nedeniyle ortada kalıyorsunuz. Yasa dışı örgütler “Suriye sınırını
kapattığınız takdirde Türkiye içerisinde eylem yaparız.” diyerek sizi tehdit
ediyor, siz ses çıkarmıyorsunuz. Siz, dış politikadan anlamıyorsunuz sayın
Hükûmet yetkilileri. Hayalî hedefler peşinde giderken, bakınız, her konuda
açığa düştünüz. “Osmanlıcılık” diyorsunuz, bakın, Osmanlı tarihçileri size ne
diyor?
Daha dün akşam, İlber
Oltaylı, CNN TÜRK’ün “Aykırı Sorular” programında şöyle diyor: “Şu anda, garip
bir kadrolaşma başladı. Hiç alışmadığımız, sözde diplomat türleri görüyoruz.
İdari aksaklıklar aldı başını gidiyor, ciddi değiller. Çad'daki Sefirikebirin
Mali'deki politikalar için Twitter'dan mesaj çekmek nereden aklına geldi acaba?
Bunu Mehmed Emin Ali Paşa duysa şapkası havaya uçardı, bunları sopayla
kovalardı. Çölden gelmedik, biz kocaman, eski bir devletiz." Kısaca, sizin
bir zamanlar sözü üzerine söz kondurmadığınız tarihçilerin yorumları böyle.
Kendi tarihinizi yazıyorsunuz ve
hazırlanın, yakında tarih olacaksınız arkadaşlar.
İktidara geldiğiniz dönemle
-burası önemli- sizinle pek yakın ilişkileri olan Amerika Birleşik
Devletleri’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Morton Abramowitz ve Bush Hükûmeti
döneminin en önemli diplomatlarından Eric Edelman -sizin iktidarınızda burada
Büyükelçiydi- geçenlerde “ABD’nin Türkiye Politikasını Yeniden Biçimlendirmek”
isimli bir raporu tanıttılar, üzerinden çok zaman geçmedi. Bu raporda nelere
değiniliyor, birkaç örnek verelim; sizin beraber yola çıktığınız sizleri
destekleyen dostlardan bir kısmının sizlerle ilgili yorumlar nedir diye
bakalım.
Abramowitz diyor ki: “Suriye,
Başbakanın laneti hâline gelmiştir.” Başbakanın çok yakın ilişkileri vardı
kendisiyle, öyle duyardık basından. “’Esat gitmeli.’ sözü onu felakete
sürükleyen bir fikrisabit hâline geldi. Türkiye, savaşan teröristlere destek
verme noktasındadır. Başbakan, etrafındakilerce yanlış yönlendirilip ülkesini
ve kendi siyasi geleceğini pek çok açıdan tehlikeye sokmuştur. İnatçı karakteri
nedeniyle bu durumu da sürdürmek niyetindedir.” Arkadaşlar, sizlerin geleceğini
çok ilgilendiriyor bu anlattıklarım verdiğiniz itibara göre. “Uluslararası
alanda Türkiye sorgulanır hâle gelmiştir. İzlenen mezhepçi dış politika bunun
en büyük nedenidir.” Amerikalılar söylüyorlar.
Edelman ise şöyle diyor: “İki
ülke arasındaki ayrışma Suriye sorunuyla başlamıştır.” Yani ABD ile Türkiye.
“Davutoğlu’nun tercihleri ile ayrışma daha da derinleşmiştir.” Türkiye ile
Suriye arasında. “Hükûmetin mezhepçi dış politikası nedeniyle bölgede dostluk
kalmamıştır.” Buraya dikkat ediniz. Edelman, Hükûmetin Gezi Parkı direnişi
nedeniyle toplumun büyük bölümünün gözünde meşruiyetini yitirdiğini söylüyor
arkadaşlar. “Oyları düştü.” diyor ve partinizin gelecekte büyük ayrışmalar
yaşayacağını ima ediyor, içinizde. Ben söylemiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
İlk defa söylenmiyor bu, yıllardan beri söyleniyor.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Bunu Amerikalılar söylüyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Amerikalıların hayali o.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Devam ediyor.
Hayır, yola çıktığınız
adamlar size neler söylüyorlar, onu söylüyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Demek ki yola çıkmamışız.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Yollar ayrışmış, öyle diyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hayır, biz çıkmadık.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Devam ediyor ve diyor ki: “Türkiye'nin Orta Doğu ve Arap coğrafyasında rol
modeli olma şansı kalmamıştır.” Rapor, AKP politikalarının Türkiye toplumundaki
kutuplaşmayı –biraz önce meseleydi- artırdığını, bunu da partinin siyasi
güvenliği ve rant sağlamak uğrunda yaptığını belirtiyor. Yani, diyor ki: “Rant
sağlama ve siyasi güvenliğiniz için, geleceğiniz için kutuplaşmayı
artırıyorsunuz.” Biz düşünmüyoruz, bize böyle söylüyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Ya, ne kadar kıymetliymiş bu Amerikalının düşünceleri ya.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Zaten ondan cevap verdim biraz önce Sayın Grup Başkan Vekili.
Rapor, Amerika’nın,
Başbakanın otoriter bir politikayı saplantı düzeyinde benimsediğini, eleştiriye
tahammülü olup olmadığını belirtip “Türkiye’de artık hukukun üstünlüğü ve basın
özgürlüğü kalmamıştır.” diyor ve ekliyor: “Ilımlı sağcılar ve toplumun demokrat
kesimleri kendini terk etmektedir.”
Son olarak, partinizin
iktidara gelmesinden bir süre sonra ABD’nin Ankara Büyük elçisi olarak atanan
Edelman, AKP’nin Türkiye siyasetinde belirleyiciliğinin sona erdiğini belirtip
Başbakanın çatışmacı üslubuna değiniyor. Burada kişiliği hakkında nasıl bir
yorum yapıyor, Türkiye Başbakanı olduğu için dile getirmeyeceğim.
Şimdi, sizin iktidara
gelirken yakın desteğini gördüğünüz gruplardan böyle yorumlar geldiğini
belirttik. Bu gruplara ne diyeceğinizi, bunlara ne haber yollayacağınızı çok
merak ediyorum. Ancak, dikkat ediniz, içinizde dış politika ve diğer konularda
raporla aynı fikirde kişiler olabilir.
Son bir şey ekleyip raporu
kapatalım. Rapor, arkanızdaki seçmen desteğinin ağırlıklı olarak ekonomik
nedenle olduğunu ancak durumun değişeceği doğrultusunda sizleri uyarıyor.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
On yıldan beri söyleniyor onlar.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Diyor ki: “Bugüne kadar kısa vadeli yabancı sermaye girişimi Hükûmet
borçlanmasıyla…”
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) –
Süre bitti mi, yirmi dakika?
Peki efendim, teşekkür
ediyorum, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir)
– Efendim, yeni FED politikalarıyla gelecekte borçlanma meselelerinin
dönmeyeceğini ve büyük siyasi krizlerin yolda olduğunu belirtiyor. Hayırlı,
uğurlu olsun.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Bütçe konuşmalarına bakın, on yıldır yine aynı şeyler söyleniyor, 11’incisi bu
sadece.
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir)
– Bu sefer Amerika söylesin.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon
Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası
Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik
Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
Madde 1- (1)
24 Ocak 2008 tarihinde Bakü’de imzalanan “T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve
Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon
ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair
Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesi”nin onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, “iki devlet, bir millet” tanımı ile özdeşleşmiş dost ve kardeş
Azerbaycan ile imzaladığımız 105 sıra sayılı T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve
Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon
ve Radyo Şurası Arasında Televizyon Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair
Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Açık adını uzun uzun söyledim
çünkü açık adında aslında Azerbaycanlı kardeşlerimize nasıl zarar vereceğimizi
tahmin etmenizi istedim. Birazdan ben sizlerle endişelerimi paylaşacağım. Doğru
haber alma özgürlüğüne saygı gösteren, TRT’yi arpalık olarak kullanmayan, basın
özgürlüğünü savunan ve basını baskı altında tutmayan tüm milletvekillerini
saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Azerbaycanlı kardeşlerimizle imzaladığımız mutabakat zaptına hiçbir şekilde
karşı değiliz, canıgönülden de destekliyoruz. Biz, bu vesileyle, AKP
Hükûmetinin uygulamalarını deşifre ederek hem kendi vatandaşlarımızı hem de
Azerbaycanlı kardeşlerimizi uyarmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
görüştüğümüz bu tasarı yeni bir tasarı değil, bir yenileme anlaşması ve
gerekçesinde üç tane çok önemli temel nokta var. Bir tanesi, diyor ki
gerekçede: “Ülkemiz, Azerbaycan’da karasal vericiler ile yayın yapma hakkını
elinde tutmaya devam edecek.” Yani, siz burada yayın yaptığınız zaman TRT
aracılığıyla, oradaki karasal vericilerle yayın yapmaya devam edeceksiniz
Azerbaycan’da.
Kurulacak televizyon
vericileri vasıtasıyla TRT yayınları tüm Azerbaycan’da, yetmiyor, çevre
ülkelerde de izlenebilecek. Yani, TRT’de olan biten her şey, TRT’de
dillendirilen bütün rezillikler, TRT’de bizi küçük düşüren ve sizlerin göz
yumduğu pek çok şey, sadece Azerbaycan’da değil bütün komşu ülkelerde de
izlenebilecek diyor. Dikkatinizi buraya çekmek istiyorum ne anlaşma
yaptığınıza, hangi anlaşmayı yaptığınıza dikkat etmeniz açısından. Tabii,
Türkçe bildikleri için, Azeri kardeşlerimiz de bir şekilde konuşmamızı
dinlerlerse onları ne gibi tehlikelerin beklediğini de anlamış olacaklar.
Ve yine gerekçede diyorsunuz
ki: “Türkiye’nin bölgede kültürel ve siyasi etkinliğinin artmasına yardımcı
olacak.” Yani, bizim kültürümüz orada da yaygınlaşacak. O güzel kültürümüzü
bakalım -birazdan size anlatacağım- televizyonlarda, TRT’de nasıl anlatıyorsunuz?
Şimdi, bu kadar önemli
gerekçeler varken -gerekçeler gerçekten önemli eğer layıkıyla yapılabilirse-
dost ve kardeş Azerbaycan ile yapılan bu anlaşmanın Nisan 2009’dan beri niçin
bekletildiğini merak ediyorum. Kardeşlerimize kültürümüzü yayacağız, kardeşlerimize
Türkiye’de olan biteni anlatacağız ve biz Nisan 2009’dan beri bu anlaşmayı
bekletiyoruz. Peki, niye bekletiyoruz? Bilmiyoruz. Belki birazdan iktidar
partisi milletvekilleri, bize, çıkar bunları anlatırlar.
Peki, bu gerekçede yazılanlar
ertelenebilecek kadar önemsiz mi? Hayır, değil. Siz de biliyorsunuz ki çok
önemli. Peki, niye yenilemediniz? Bilmiyoruz. Peki, anlaşmayı yenilemediniz,
bizim TRT’nin yayınları Azerbaycan’da bitti mi? Hayır, bitmedi; hukuksuz bir
şekilde uluslararası anlaşma yapmadan bu yayınları devam ettirdiniz, “Acaba
TİKA bunu bir şekilde halleder mi?” diye düşündünüz. Çok daha önemlisi, acaba
Azerbaycan’la anlaşma yapmaktan vaz mı geçtiniz?
Bu tarihi özellikle
söylüyorum değerli arkadaşlarım. Bu tarihte Ermenistan’la flört ediyordunuz, bu
tarihte Ermenistan’la iyi ilişkiler kurmaya çalışıp Azeri kardeşlerimizi
incitiyordunuz. O tarihlerde yürüttüğünüz bu hesapsız, öngörüsüz ve ödün
vermeye dönük politikalar eğer duvara toslamasaydı, yolunda gitseydi belki de
bu anlaşmaya hiç gerek kalmayacaktı, o zaman Azeri kardeşlerimizin yerine
Ermenilerle el ele, kol kola devam edecektiniz; muhtemelen bu yüzden
beklettiniz. Benim iddiam budur. Çıkın benim bu iddiamı yalanlayın.
Yine, gerekçenizde diyorsunuz
ki: “Türk dünyasının ortak kültür değerlerinin korunması, geliştirilmesi ve
yaygınlaştırılmasında televizyon çok önemli bir role sahiptir.” Çok doğru;
televizyon bir kültürün yayılmasında ve kültürel değerlerin korunmasında çok
ama çok önemli bir araç, doğru. Peki, şimdi soruyorum değerli arkadaşlarım:
“Hamile bir kadının sokakta gezmesi terbiyesizliktir, hiç estetik değildir.”
sözleri TRT’de yayınladı mı, yayınlanmadı mı? Hangi birinizin sesi çıktı? Bu
TRT yayını Azerbaycan’da da vardı o zaman. Bizim kültürümüz bu mu? Bizim
kültürümüze göre hamile bir kadının sokakta gezmesi terbiyesizlik mi? Bunu
TRT’de söylettiniz. Birinizin de gıkı çıkıp “Ne oluyor orada?” demedi. Keşke
deseydiniz, hiç olmazsa onu söyleyen terbiyesiz söylemlerine devam etmezdi. Bu
utanç verici ifadeler de hangi kültürde var, bilmiyorum.
Diyor ki: “Hamileliği davul
çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle bir karınla sokakta
gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir.” Lafa bak ve bunlar televizyondan
yayınlanıyor. “Yedi sekiz aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin
otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşamüstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah
kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır, ayıp! Bunun adı realizm
değildir, bunun adı terbiyesizliktir.”
Bunu söyleyenler
ödüllendiriliyor değerli arkadaşlar. Bunu söyleyenin eğer hakkında işlem
yapmadıysanız, bunu söyleyeni eğer terbiyesizlikle suçlayıp
cezalandırmadıysanız, siz de onun ortağısınız çünkü bizim kültürümüz bu değil.
Bizim olmayan bu kültürü Azerbaycan’a dayatmanız, oradaki insanlara söylemeniz
bizi alçaltır. Bunu yapmayacaksınız. Eğer yapacaksanız, yapmaya devam
edecekseniz bu anlaşmayı imzalamayın. Ne bize yararı var ne Azeri
kardeşlerimize.
Şimdi yine soruyorum. Yine
aynı TRT’de, yine aynı televizyonda adam çıktı dedi ki: “Ben, karımla ve
çocuğumla eşit değilim.” Ve bunu savundu. Birinizin gıkı çıktı mı? Hayır. Bizim
kültürümüz bu mudur? Hani eşittik, hani insandık, hani kadın-erkek eşitti?
Burada sabahtan beri kadın-erkek eşitliği üzerine pek çok arkadaşımız güzel
konuşmalar yaptı. Hangi biriniz çıktınız da “Ben karımla, çocuğumla eşit
değilim diyen adam terbiyesizdir. Bizim kültürümüzü yansıtmaz.” dediniz?
Demediniz. Demediniz ve buna ortak oldunuz.
Eğer bunlar devam edecekse bu
anlaşmayı imzalamayın, bu anlaşmayı onaylamayın. Bırakın, Azeri kardeşlerimiz
Türkiye’yi Mustafa Kemal Atatürk’ün kadını, erkeği eşit, çağdaş bir ülke olarak
bilmeye devam etsin. Nasıl olsa bugünler geri gelecek, nasıl olsa kadın ve
erkek bu ülkede gerçekten eşit olacak. O
zaman Azerilere, tüm dünyaya, TRT aracılığıyla yayın yapabilirsiniz değerli
arkadaşlarım.
Başka bir soru: “Çalışan
kadın elin adamının hizmetinde.” Yine TRT’den söylendi bunlar. Çalışan kadın,
eğer kadın bir yerde çalışıyorsa elin adamının hizmetinde. Acaba bu kültür bize
mi ait? Yani kocasının hizmetinde değil, elin adamının hizmetinde. Bakın,
TRT’yi ne hâle getirdiniz.
TRT ekranında bir başka söz:
“Çalışan kadın ‘Ben kocama muhtaç değilim.’ deyip yuvasını dağıtıyor.” Bunların
hangi birisini onaylamadınız arkadaşlarım, bunların hangi birine itiraz
ettiniz? Siz bunların hepsini kabul ettiniz, siz bunların hepsini onayladınız
ve bu ahlaksızlara alkış tuttunuz. Yani kadın kocasına muhtaç olsun, evinde
otursun istediniz. Bunu Azeri kardeşlerimize önerecekseniz ne olur önermeyin.
TRT’nin bu şekilde, sadece avazının çıktığı ve bizi rezil ettiğiyle değil…
Ayrıca, TRT’yi “Türkiye rant televizyonu” hâline getirdiniz ve eğer Azerilerle
bir anlaşma yapacaksak TRT’yi nasıl rant hâline getirdiğinizi, oradaki bir
adamın nasıl bütün köyünü TRT’de işe aldığını da belki anlatmak ihtiyacı
duyabilirsiniz aynı hatayı yapmasınlar diye.
Ne olur Azeri kardeşlerimize
kıymayın. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Canikli, söz talebiniz
var.
Buyurun.
IV.-AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, uluslararası
sözleşmelerin onaylanmasının uygun bulunmasına dair kanun tasarılarının
görüşmelerinde maddeler üzerinde konuşma yapılmasının teamüllere uygun
olmadığına ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün dost, kardeş Azerbaycan devletiyle yaptığımız
sözleşmelerin onaylanması için buradayız ve bu çalışmaları yürütüyoruz.
Uluslararası sözleşmelerle ilgili kanun tasarıları görüşülürken genel teamül
partilerin gruplarının ya da sözcülerinin genel görüşlerini ifade etmesinden
sonra diğer maddelerde konuşulmaz ve bu şekilde yürütülür. Bu, bu Meclisin en
köklü geleneklerinden, teamüllerinden bir tanesidir.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Geçmişi unutmuşsun, geçmiştekilere bak.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Elbette İç Tüzük’e göre herkes madde üzerinde konuşabilir, ona hiç kimsenin bir
itirazı olamaz. Elbette o anlamda bir İç Tüzük’e aykırılıktan bahsetmiyoruz ama
bu teamül maalesef bugün… Milliyetçi Hareket Partisi o teamüle uyuyor, teşekkür
ediyoruz. Bizlerin de hiçbir konuşmacımız yok AK PARTİ Grubu olarak ama
maalesef, Cumhuriyet Halk Partisi… Tekrar söylüyorum: Tüzüğe aykırı değil,
ancak teamül noktasında… Elbette bu, uluslararası sözleşmelerin yasalaşmasını
geciktiriyor, hatta engelliyor. Sadece kayıtlara geçmesi için söylüyorum.
Tabii, bu şekilde uluslararası görüşme yapılması, sonuçlandırılması mümkün
değil.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Hamzaçebi, buyurun.
6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Canikli’nin
açıklamasını doğrusu üzüntüyle karşılıyorum. Dost ve kardeş ülke Azerbaycan’la
yapılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmuş olan anlaşmaları
büyük bir mutlulukla karşılıyoruz ve bu anlaşmaların yürürlüğe girebilmesi
amacıyla, Cumhuriyet Halk Partisi olarak anlaşmalara katkı vermek için
arkadaşlarımız kürsüye çıkıyorlar, gerektiği yerde konuşuyorlar.
“Meclisin teamülünde
uluslararası anlaşmalarda konuşma yoktur.” diye bir değerlendirme yaptı. Böyle
bir şey kesinlikle yanlıştır. Örnek veriyorum: Ben bürokrasideyken, Gelirler
Genel Müdürü olarak şuralara, şu hükûmet sıralarına geldiğimde, çifte
vergilemeyi önleme anlaşmalarında birçok konuşma olduğunu hatırlarım. Yine,
22’nci, 23’üncü dönemlerde uluslararası anlaşmalarda konuşmalar yapıldı. Bu,
Meclisin tutanaklarında mevcuttur.
Böyle olduğu hâlde, kendi
yetersizliklerini, iktidar partisi olarak bu uluslararası anlaşmaları
yasalaştırmadaki diyalog eksikliklerini, yetersizliklerini kendi partisi içinde
izah edemeyecek bir konuma gelip sorumluluğu ana muhalefet partisine atmak gibi
bir anlayışı yadırgıyorum. Yani siz iktidar partisisiniz, burada muhalefet
partisinin konuşmasını arzu etmiyorsunuz. Bu nasıl demokrasi anlayışı? Böyle
bir şey olabilir mi? Bize gelip dediniz mi dün, evvelsi gün “Bu uluslararası
anlaşmalarda konuşmayalım.” gibi bir şey söylediniz mi? Böyle bir öneriyi
yapmadınız. Biz konuşmalarımızı planlamışız, bu anlaşmalara katkı vermek
istiyoruz. Bilgilerinize sunuyorum.
Ayrıca yani iktidar partisine
şunu da hatırlatmak isterim: Bu Parlamento bir diyalog müessesiyle çalışır,
diyalogdur daima, karşılıklı diyalog her şeyi çözer. Diyalogda da birbirlerine
verilen sözler tutulur. Biz eğer böyle bir söz verdiysek bu sözü tutmamakla
bizi eleştirebilirsiniz ama sizin verip de tutmadığınız birçok söz vardır,
bunları da size hatırlatabilirim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın
Başkan, Sayın Grup Başkan Vekili benim konuşmamdan hemen sonra teamüllere
aykırı davrandığımı ifade etmiştir.
BAŞKAN – Hayır, sizin
teamüllere aykırı davrandığınızı değil… Grup olarak bahsetti Sayın Grup Başkan
Vekili. Sayın Hamzaçebi de…
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Grup olarak söylüyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın
Başkanım, benim konuşmamdan hemen sonra yapmıştır.
BAŞKAN – Hayır, sizi değil,
grup olarak bahsetti efendim. Sayın Hamzaçebi cevap verdi.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
TRT’nin övünülecek hiçbir tarafı kalmamıştır, TRT sizin propaganda aracınız hâline
gelmiştir. Ne teamül dinlerim ne bir şey dinlerim. Siz böyle yaptığınız sürece
de sabaha kadar konuşurum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Atıcı,
teşekkür ediyoruz. Bunları söylediniz efendim.
Sayın Canikli buyurun.
7.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar,
uluslararası sözleşmelerle ilgili tasarıların diğer tasarılardan bir farkı var.
Diğer tasarılara buralarda her aşamasında katkı sağlanabilir; komisyonda, Genel
Kurulda değiştirilebilir ama uluslararası sözleşmeler değiştirilemez, ya kabul
edilir ya reddedilir. O nedenle üzerinde elbette yani konuşulur, siyasi
partiler, gruplar kanaatlerini genel olarak ifade edebilirler ama bu gerçek
ortadayken, yani uluslararası sözleşmelerle ilgili kanun tasarılarının bu
özelliği ortadayken “Biz katkı veririz, çıkar konuşuruz.” dediğiniz zaman bunun
tek bir anlamı var, yani fiilî olarak tek bir anlamı var, elbette İç Tüzük’e
uygundur ama engelleme amaçlıdır, başka bir şey değildir.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 21.22
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.28
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fehmi KÜPÇÜ (Bolu), Muharrem IŞIK (Erzincan)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16’ncı Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
105 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile
Azerbaycan Cumhuriyeti Haberleşme ve Enformasyon Teknolojileri Bakanlığı ve
Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Televizyon ve Radyo Şurası Arasında Televizyon
Yayıncılığı Alanında İşbirliğine Dair Protokol ile Teknik Hizmet Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/344) (S. Sayısı: 105) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5’inci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arşiv
Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Arşiv Alanında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı: 421)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir
6’ncı sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis
Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 359)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bundan sonra da Komisyonun
bulunmayacağı anlaşıldığından kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan
gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 14 Kasım 2013 Perşembe günü, alınan
karar gereğince, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.