TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

               TUTANAK DERGİSİ

 

                                                     127’nci Birleşim

                                             1 Temmuz 2013 Pazartesi

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                     İÇİNDEKİLER

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19 milletvekilinin, astsubayların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/684)

2.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19 milletvekilinin, 4/C’li personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/685)

3.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal ve 20 milletvekilinin, FATİH Projesi’nin doğurabileceği sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/686)

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, AK PARTİ’nin Grup Başkan Vekilliğine, Meclis Başkan Vekilliğine ve Başkanlık Divanı üyeliklerine seçilen milletvekillerini kutladığına ve Sivas Madımak katliamının 20’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

2.- Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın, Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın Onuncu Kalkınma Planı’nın birinci bölümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- MHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve arkadaşları tarafından başta yaşanan intihar olayları olmak üzere 4/C statüsünde çalışanların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/213); Elâzığ Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşları tarafından 10/4/2012 tarih 4283 sayı ile özelleştirme sonrası 4/C kadrolarına atanan personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergelerinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin, Çankırı Milletvekili İdris Şahin’in CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Sinop Milletvekili Engin Altay’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

4.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1238) (S. Sayısı: 476)

 

 

IX.- OYLAMALAR

1.- (S. Sayısı: 476) Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi’nin oylaması

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, Diyanet İşleri Başkanlığının çözüm süreciyle ilgili çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/22188)

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, selada vefat edenlerle ilgili duyurunun Kürtçe yapılabileceği ile ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/22259)

3.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’ın, özelleştirmeler, özelleştirmelerden elde edilen gelirler ve bu gelirlerle yapılan yatırımlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/22512) Ek cevap

4.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın, TBMM Kampüsü içinde görüldükleri iddia edilen kişilere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/23248)

5.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, TRT’de görev yapan bir müfettişin hazırladığı teftiş raporu ile ilgili iddialar ve bazı TRT kanallarında çalışan yabancı uyruklu kişilere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/23656)

6.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bağlı kurum ve kuruluşlara ait lojmanlar ile söz konusu lojmanların satışına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/23659)

7.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde hayatı olumsuz bir şekilde etkilediği iddia edilen kokuya ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/23706)

8.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın tanıtım faaliyetleri ile ilgili çeşitli hususlara ve TOKİ tarafından yürütülen bir projeye ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/23709)

9.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, İlbanktaki uzmanların ek göstergelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/23710)

10.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, kara ve deniz alanlarında çölleşme etkisindeki arazilere ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/23713)

11.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlara ait lojmanlar ile söz konusu lojmanların satışına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/23876)

12.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Türkiye ve Antalya ili özelinde millî parkların yüzölçümündeki değişimler ve bu alanların maden işletmelerine açılmasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/23921)

13.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer’in, açılan taş ocakları ile bunların çevreye etkilerine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/23927)

14.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, ekoturizmin geliştirilmesine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/23929)

15.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, 2002-2013 yılları arasında maden alanlarının iyileştirilmeleri amacıyla halofit kullanımına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/23934)

16.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, 2002-2013 yılları arasında bir bitki kullanılarak gerçekleştirilen erozyonla mücadele çalışmalarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/23939)

17.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, nesli tehlike altında olan türlerin korunması için yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/23943)

18.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, İstanbul Eyüp’teki bir orman alanının tahsis ve satış sürecine ilişkin Başbakandan sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/24036)

19.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından kiralanan ve kiraya verilen hizmet binaları ile araçlara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/24050)

20.- Tekirdağ Milletvekili Bülent Belen’in, Tekirdağ’da Bakanlığa bağlı birimlerde istihdam edilen personele ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/24140)

21.- Mersin Milletvekili Ali Öz’ün, Orta Doğu’da faaliyet gösteren Türk şirketlerinin Arap Baharı öncesi ve sonrasındaki yatırımlarına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/24142)

22.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova’nın, pirinçteki KDV oranına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/24308)

23.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’ün, üniversite öğrencilerine zorla kredi kartı kullandırılmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın cevabı (7/24333)

24.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Kocaeli Üniversitesi çevresindeki çam ağaçlarının zararlı haşerattan korunması için yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/24376)

25.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova’nın, geçici orman işçilerine kadro verilmesine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/24378)

26.- Adana Milletvekili Murat Bozlak’ın, Tunceli’deki kaçak orman kesimi iddialarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/24475)

27.- Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna’nın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da resmî ilan yayınlama hakkı verilen yerel gazetelere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/24758)

28.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, gazetecilerin mesleki sorunları ve basın özgürlüğüne ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/24759)

29.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün’ün, bazı vakıflar aracılığıyla yurt dışına gönderilen öğrencilere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/24763)

30.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/24765)

31.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, Anadolu Ajansı Haber Akademisinin muhabir olan ilk mezunlarının aynı kadroda görev alan eski muhabirlerden daha yüksek maaş aldıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/24766)

32.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’in Ardanuç ilçesindeki TOKİ projesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/24846)

33.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/24858)

34.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Bakanlık tarafından psikolojik tacizin (mobbing) önlenmesi kapsamında yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/24873)

35.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/24874)

36.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışan taşeron işçilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın cevabı (7/25034)

37.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın cevabı (7/25038)

38.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Bakanlık tarafından psikolojik tacizin (mobbing) önlenmesi kapsamında yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/25064)

39.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/25065)

40.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, 2002 yılından itibaren Bursa’ya veya Bursa’dan tayin edilen personele ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/25066)

41.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bakanlığın Bursa’daki yatırımlarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/25067)

42.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlandığı iddia edilen Kürtçe sözlüğe ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/25200)

43.- Mersin Milletvekili Ali Öz’ün, bazı TV kanallarına PKK tarafından destek verildiği iddialarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/25202)

44.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bursa’da Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlarda 2002 yılından itibaren meydana gelen iş kazalarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/25656)

45.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın su alımı yaptığı firmalara ve bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/25663)


1 Temmuz 2013 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşimini açıyorum.

 

                                  III.- Y O K L A M A

 

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri ayrı ayrı okutacağım.

3’üncü sırada okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır ancak önergenin tam metni tutanak dergisinde yer alacaktır.

Okutuyorum:

 

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19 milletvekilinin, astsubayların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/684)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir ve komuta sisteminde yer alan asli ve en önemli unsurlarından birisi olan astsubayların yaşadığı sıkıntıların araştırılması, Hükûmetin uygulamalarından dolayı ortaya çıkan mağduriyetin tespiti, bu sorunların giderilmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Anayasa’mızın 98'inci maddesi, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince ekte sunulan gerekçe çerçevesinde Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Hasan Hüseyin Türkoğlu                        (Osmaniye)

2) Ahmet Kenan Tanrıkulu                          (İzmir)

3) Mehmet Şandır                                       (Mersin)

4) Faruk Bal                                               (Konya)

5) Enver Erdem                                           (Elâzığ)

6) D. Ali Torlak                                           (İstanbul)

7) Reşat Doğru                                           (Tokat)

8) Sadir Durmaz                                         (Yozgat)

9) Mesut Dedeoğlu                                     (Kahramanmaraş)

10) Alim Işık                                               (Kütahya)

11) Kemalettin Yılmaz                                 (Afyonkarahisar)

12) Mustafa Kalaycı                                    (Konya)

13) Mustafa Erdem                                      (Ankara)

14) Sümer Oral                                           (Manisa)

15) Bahattin Şeker                                      (Bilecik)

16) Ali Halaman                                          (Adana)

17) Zühal Topcu                                         (Ankara)

18) Celal Adan                                           (İstanbul)

19) Emin Çınar                                           (Kastamonu)

20) Sinan Oğan                                          (Iğdır)

Gerekçe:

95 bini aşkın muvazzaf astsubay ve 100 binin üzerinde emekli astsubay bulunmaktadır. Astsubaylar yıllardır biriken sorunlarının çözümü için sabırla beklemektedir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde çalışan personele ekonomik sıkıntılarını gidermeleri için bazı tazminatlar verilmektedir. Zaten zor bir meslek olan askerliğin sıkıntısı birazcık olsun azalmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinden astsubaylar emekli oldukları zaman maaşlarının yüzde 45 azaldığını Genelkurmay Başkanı resmî yazı ve belgelerle Başbakanlığa bildirmiştir. Ancak emekli olan subaylar makam, temsil, görev ve kadrosuzluk tazminatını almakta iken emekli olunca da bu tazminatı almaya devam etmektedir. Astsubaylar ise emekli olduktan sonra çalışırken aldıkları tazminatların tamamı kesildiği için maaşları yüzde 45 oranında düşmektedir. Subaylar ise emekli astsubayların aldığı maaşlar kadar tazminat aldıklarından dolayı emekli olduklarında maaşları yüzde 5 kesilmekte ve herhangi bir sıkıntı yaşamamaktadırlar.

Emekli astsubayların yüzde 50’si ek iş, yüzde 20’si işportacılık yaparak yaşam mücadelesi vermektedir.

Diğer yandan, devlet memurluğundan 1'inci ve 2'nci derece emekli olanların arasında yaklaşık 400 TL'lik bir maaş farkı bulunmaktadır. Astsubaylarımızın çok az bir kısmı 1'inci dereceden emekli olabilmektedir. İki yıllık yüksekokul eğitimi almış olan kamu görevlileri 1'inci derece 4'üncü kademeden emekli olurken bir astsubay yüksekokul bitirse bile 1'inci derece 3'üncü kademeden emekli olabilmektedir.

Ülkemizin önemli bir unsuru olan güvenlik gücü mensubu astsubayların sorunlarının araştırılarak, bu sorunlara çözüm üretilmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

 

2.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19 milletvekilinin, 4/C’li personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/685)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2004/7898 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi (C) fıkrası kapsamında çalıştırılan ve kamuoyunda 4/C mağduru olarak bilinen çalışanların, Hükûmetin uygulamalarından dolayı ortaya çıkan mağduriyetinin tespiti, bu sorunların giderilmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Anayasa’mızın 98'inci maddesi, İç Tüzük’ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince ekte sunulan gerekçe çerçevesinde Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Hasan Hüseyin Türkoğlu                        (Osmaniye)

2) D.Ali Torlak                                            (İstanbul)

3) Enver Erdem                                           (Elâzığ)

4) Ahmet Kenan Tanrıkulu                          (İzmir)

5) Mehmet Şandır                                       (Mersin)

6) Faruk Bal                                               (Konya)

7) Sinan Oğan                                            (İğdır)

8) Sadir Durmaz                                         (Yozgat)

9) Reşat Doğru                                           (Tokat)

10) Mesut Dedeoğlu                                    (Kahramanmaraş)

11) Alim Işık                                               (Kütahya)

12) Kemalettin Yılmaz                                 (Afyonkarahisar)

13) Mustafa Kalaycı                                    (Konya)

14) Sümer Oral                                           (Manisa)

15) Mustafa Erdem                                      (Ankara)

16) Ali Halaman                                          (Adana)

17) Emin Çınar                                           (Kastamonu)

18) Celal Adan                                           (İstanbul)

19) Bahattin Şeker                                      (Bilecik)

20) Zühal Topcu                                         (Ankara)

Gerekçe:

Kamuda 657 sayılı Kanunun 4/A, 4/B, 4/C maddeleri ile kadrolu, sözleşmeli, geçici personel çalıştırılmakta; 4924 sayılı Kanun, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamı gibi çok çeşitli statüde personel istihdam edilmektedir. Dolayısıyla bu durum, kamuda çok başlı ve karmaşık bir istihdam yapısını ortaya çıkarmaktadır. Aynı kurum içinde aynı işi yapan ancak tabi oldukları yasal mevzuatın farklı olması nedeniyle maaşları, emeklilik hakları, iş güvenceleri, sosyal ve özlük hakları farklı olan kamu görevlileri bulunmaktadır.

4/6/2011 tarihli 27954 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 632 sayılı, Devlet Memurları Kanunu’nun 4 üncü Maddesinin (B) fıkrası ile 4924 sayılı Kanun Uyarınca Sözleşmeli Personel Pozisyonlarında Çalışanların Memur Kadrolarına Atanması Amacıyla Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile bazı sözleşmeli kamu görevlileri kadroya geçirilmiş ancak belediye ve il özel idarelerinde çalışan sözleşmeliler, TRT çalışanları, üniversitelerde proje kapsamında çalışan 4/B'liler, Et ve Balık Kurumu çalışanları, Denizcilik Müsteşarlığı çalışanları, Ulaştırma Bakanlığı çalışanları, TMO çalışanları, TİGEM çalışanları, DHMİ çalışanları, Gençlik ve Spor uzmanları, TUREM çalışanları, usta öğreticiler, vekil öğretmen, ebe ve hemşireler, vekil imam-hatipler, fahri Kur’an kursu öğreticileri, TOKİ çalışanları ve 4/C'li çalışanlar kapsam dışında bırakılmıştı.

Bu statüde olup emekli olanların haricinde şu an sayılan 8.500'ün üstünde 4/C çalışanlarının gerek sendikal haklar gerekse çalıştığı kurumun takdiri ile aldığı ikramiyeleri ortadan kalkmış, sosyal hakları elinden alınmıştır.

Bir mali yılda on ay çalıştırılıp iki ay çıkış verilmektedir. Hâl böyle olunca aldıkları yıllık ücret de azalmaktadır.

Kamuda çalışanlar arasında en kısıtlı haklara sahip olan kesim hiç şüphesiz ki 657 sayılı Kanun’un 4/C maddesi uyarınca çalıştırılan geçici personeldir. Bu kapsamda çalıştırılan personelin yıllık izin, iş güvencesi, sosyal yardım gibi hakları bulunmazken maaşları da son derece düşüktür.

Bunun yanında, yine, özel kararlarla bazı kurumlarda görev yapan 4/C’li çalışanların çalışma süreleri birbirinden farklı belirlenmektedir. Buna göre, TBMM'de çalışan 4/C'li personel bir yılda on bir ay yirmi dokuz gün çalışırken TÜİK'teki on bir ay yirmi bir gün, özelleştirme kapsamında diğer kurumlarda istihdam edilen 4/C’liler ise yılda on bir ay çalışmakta ve bir ay boyunca maaş alamamaktadır. Bu nedenle, yaşanan eşitsizliklerin giderilmesi, adalet ve hakkaniyet beklentilerinin karşılanması için, ilgili Bakanlar Kurulu kararının 4/C statüsünde istihdam edilen kamu görevlilerinin bütününü kapsaması, mevcut sözleşmelerde bu çerçevede değişiklik yapılması ve kapsam dâhilindeki geçici personelin çalışma sürelerinin on iki aya çıkarılması gerekmektedir. Ayrıca sağlık güvencelerinin bir zemine oturtulması ve hastalık izinlerinin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

657 sayılı Kanun’un 4/C maddesi uyarınca geçici olarak çalıştırılan on binlerce personelin sorunlarının araştırılarak bu sorunlara çözüm üretilmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

BAŞKAN – Şimdi okutacağım önergenin aslı 500 kelimeyi geçtiğinden özetini okutuyorum:

 

3.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal ve 20 milletvekilinin, FATİH Projesi’nin doğurabileceği sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/686) (x)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

FATİH Projesi (Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) olarak tanımlanan eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğini sağlamak ve okullardaki teknolojiyi iyileştirmek amacıyla hazırlanan projenin okuma ve yazma yetisini nasıl etkileyeceğinin, aşırı İnternet kullanımının radyoaktif etkiler nedeniyle sağlık ve güvenlik açısından ne getireceğinin, dizüstü bilgisayar yerine fiyatı çok daha yüksek olan tablet bilgisayarların tercihinin gerekçelerinin geçerliliğinin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Mehmet Günal                  (Antalya)

2) Mehmet Şandır                 (Mersin)

3) Alim Işık                           (Kütahya)

4) Ali Uzunırmak                   (Aydın)

5) Necati Özensoy                (Bursa)

6) Münir Kutluata                  (Sakarya)

7) Lütfü Türkkan                   (Kocaeli)

8) Sadir Durmaz                    (Yozgat)

9) Enver Erdem                     (Elâzığ)

10) Cemalettin Şimşek          (Samsun)

11) Ali Öz                             (Mersin)

12) Mesut Dedeoğlu              (Kahramanmaraş)

13) Mehmet Erdoğan             (Muğla)

14) Emin Çınar                     (Kastamonu)

15) Mustafa Kalaycı              (Konya)

16) Meral Akşener                 (İstanbul)

17) Sinan Oğan                    (Iğdır)

18) Ali Halaman                    (Adana)

19) Sümer Oral                     (Manisa)

20) Murat Başesgioğlu          (İstanbul)

21) Celal Adan                     (İstanbul)

Gerekçe Özeti:

MEB, kısaca FATİH (Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) Projesi olarak tanımlanan eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğini sağlamak ve okullardaki teknolojiyi iyileştirmek amacıyla ve bilişim teknolojileri araçlarının öğrenme-öğretme sürecinde daha fazla duyu organına hitap edilecek şekilde derslerde etkin kullanımı için; okul öncesi, ilköğretim ile ortaöğretim düzeyindeki tüm okulların 620 bin dersliğine dizüstü bilgisayar, LCD panel etkileşimli tahta ve İnternet ağ altyapısı sağlamak için çalışma başlatmıştır. Eğitimde FATİH Projesi MEB tarafından yürütülmekte olup, Ulaştırma Bakanlığı tarafından desteklenen bir projedir. Projenin beş yılda tamamlanması planlanmıştır. Birinci yıl ortaöğretim okulları, ikinci yıl ilköğretim ikinci kademe, üçüncü yıl ise ilköğretim birinci kademe ve okul öncesi kurumlarının bilişim teknolojileri donanım ve yazılım altyapısı, e-içerik ihtiyacı, öğretmen kılavuz kitaplarının güncellenmesi, öğretmenler için hizmet içi eğitimler ve bilinçli, güvenli, yönetilebilir BT ve İnternet kullanımı ihtiyaçlarının tamamlanması hedeflenmektedir. FATİH Projesi ile bilgi ve iletişim teknolojileri eğitim sürecinin temel araçlarından biri olarak öğrencilerin ve öğretmenlerin bu teknolojileri etkin kullanımı hedeflenmiştir. Yine projenin bir başka bileşeni, İnternet hizmetlerinin her okulda ve her sınıfta kesintisiz ve güvenli bir şekilde sunulacağı ifade edilmiştir. Daha da önemlisi, bu İnternet hizmetlerini evlerinde de ve diğer tanımlanmış alanlarda da alma şansına sahip olacaklar. Fakat, kullanılacak teknolojinin pedagojik değer ve katkısı üzerine de yapılmış herhangi bir araştırma mevcut değil. FATİH Projesi ile dört yıl içinde 16 milyon adet tablet bilgisayarın ilköğretim ve liseli öğrencilere dağıtılması planlanmaktadır. Projenin büyüklüğü 7,5 milyar dolar. 7,5 milyar dolarlık bütçenin Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde kurulan Evrensel Hizmet Fonu'ndan sağlanması düşünülmektedir.

Bu bilgiler ışığında;

• Bu projenin eğitim ve öğretimde okuma ve yazma yetisini nasıl etkileyeceği yani yeni sistemde okuma yetisi görsel ve hareketli zemin üzerinde yürüyeceğinden, zamanla okuma yetisinin zayıflayacağı, sadece görselliğin öne çıkacağı yani aslında okuma-yazma becerisinin yeterince gelişmeyeceği,

• Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Elektromanyetik Güvenlik Komisyonu gibi birimlerce yapılan ve özellikle çocukların İnternet ve cep telefonunun kullanımlarının kısıtlanması gerektiği vurgulanırken ve dünyanın birçok ülkesinde okullarda 3G veya Wi-Fi cihazlarının kullanımı engellenirken, Türkiye'de 15 milyon öğrenciye FATİH Projesi’nde nasıl bir altyapı sağlanacağı sadece teknik açıdan değil, öncelikle sağlık ve güvenlik açısından ne getireceği,

• Okullarda yoğun teknoloji kullanılmasının öğrencilerin öğrenme düzeylerinde iyileşmeye mi yoksa kötüleşmeye mi yol açacağı,

• 16 milyon tablet bilgisayarının ekonomik maliyetinin ne olacağı, projede vurgulandığı gibi Türkiye'de üretiminin mümkün olup olmayacağı,

• Bu projeyle matbaa, kâğıt, kitapçı, yayıncı piyasasını oluşturan yüz binlerce esnaf ve bunların ailesinin nasıl etkileneceği,

• Uydu aracılığıyla alınacak yoğun İnternet hizmetlerinde çocuklarımızın birtakım radyoaktif etkilere maruz kalıp kalmayacağı, kentlerde her sınıfa fiber kablo döşeyerek  İnternet  hizmeti  alınabilecekken  özellikle  kırsal bölgelerdeki okullarda uydu vasıtasıyla İnternet hizmeti alınmasının sonucunda öğrencilerin radyoaktif etkilere maruz kalmasına karşı nasıl bir tedbir alınabileceği,

• Sosyal medya ağları göz önüne alınarak “Eğitim Bilişim Ağı” isminin verildiği ve kısaca EBA diye kavramlaştırılan sosyal medya ağının eğitim sektörü içerisinde öğrencilerin ve öğretmenlerin karşılıklı olarak haberleşebilecekleri ve birbirleriyle etkileşecekleri bir platform olarak tanıtılırken bu ağın eğitim dışı amaçlar için kullanılmasının nasıl kontrol edileceği,

•   Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde kurulan Evrensel Hizmet Fonu'nun bu proje için öngörülen bütçeyi karşılama imkânının olup olmadığı, ayrıca bu fonun amacına uygun olup olmadığı,

•   Milyonlarca tabletin kullanımında gizli bir maliyet ve içinden çıkılamayacak problemler oluşturacak bakım-onarım gider ve sorunlarının nasıl aşılacağı,

•   Öğrencilere ücretsiz dağıtılması öngörülen ve bir tanesinin fiyatı yaklaşık 1.600 TL olan tablet bilgisayarının, fiyatı 300 TL’ye kadar düşmüş olan dizüstü bilgisayar yerine neden tercih edildiği,

gibi konuların araştırılması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

            AK PARTİ Grup Başkan Vekilliğine seçilen İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır Hanımefendi’ye yeni görevinden dolayı başarılar diliyoruz. (Alkışlar)

Sayın Altay, buyurun.

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, AK PARTİ’nin Grup Başkan Vekilliğine, Meclis Başkan Vekilliğine ve Başkanlık Divanı üyeliklerine seçilen milletvekillerini kutladığına ve Sivas Madımak katliamının 20’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

 

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de 28 Haziran tarihinde yapılan seçimlerde -hadi, şimdi “AK PARTİ” diyeyim- AK PARTİ Grup Başkan Vekilliğine seçilen Sayın Mihrimah Belma Satır’ı tebrik ediyorum, başarılar diliyorum. Aynı zamanda Meclis Başkan Vekilliğine seçilen Sayın Bahçekapılı’yı ve diğer Divan üyeliklerine seçilenleri kutluyorum. Önceki grup başkan vekilleri görevlerine devam ediyorlar, kendilerine içtenlikle başarılar diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yarın 2 Temmuz, Türkiye için bir utanç tablosu olan Sivas Madımak katliamının 20’nci yıldönümü, 35 aydınımızın hunharca katledildiği bir acı gün. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bu olayı laik cumhuriyetimize karşı bir kalkışma olarak görüyor ve yapanları, karışanları kınıyorum.

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- MHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve arkadaşları tarafından başta yaşanan intihar olayları olmak üzere 4/C statüsünde çalışanların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/213); Elâzığ Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşları tarafından 10/4/2012 tarih 4283 sayı ile özelleştirme sonrası 4/C kadrolarına atanan personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergelerinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

1/7/2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 1/7/2013 Pazartesi günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisini, İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                       Mehmet Şandır

                                                                             Mersin

                                                               MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve arkadaşlarının (10/213) esas numaralı, başta yaşanan intihar olayları olmak üzere, 4/C statüsünde çalışanların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi ve Elâzığ Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşlarının 10 Nisan 2012 tarih, 4283 sayı ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğu, özelleştirme sonrası 4/C kadrolarına atanan personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verdikleri Meclis araştırma önergelerinin 1/7/2013 Pazartesi günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Enver Erdem, Elâzığ Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ENVER ERDEM (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4/C’li personelin ve sözleşmeli personelin yaşadıkları sorunları araştırmak, kamuda çalışan tüm sözleşmeli personelin kadroya alınması ve sorunlarına kalıcı çözüm bulunması amacıyla vermiş olduğumuz Meclis araştırma önergesi nedeniyle söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 128’inci maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4’üncü maddesinde, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceği düzenlenmiştir. Sözleşmeli personel, esas olarak, kalkınma planları, yıllık programlar ve iş programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi ve uygulanması için şart olan özel mesleki bilgi ve uzmanlığa ihtiyaç duyulan geçici işlerde çalıştırılanlar ve Belediye Kanunu’nun 49’uncu maddesine göre çalıştırılanlar ile kurumun teklifi üzerine Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlar Kurulunca geçici olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olup 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda sözleşmeli çalıştırma istisnai durumlar için öngörülmüş bir istihdam şeklidir. Buna rağmen, maalesef, AKP iktidarları döneminde devletin birçok asli ve sürekli hizmeti sözleşmeli, 4/C’li, geçici personel ve taşeron şirket işçileri eliyle yürütülür hâle gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, sözleşmeli personelin il içi ve il dışı tayin hakları bulunmamaktadır, görevinde yükselebilme şansı söz konusu değildir. Eş yardımı, çocuk yardımı, doğum yardımı gibi hakları yoktur. Her ilde ve her kurumda aldıkları maaşlar farklılık göstermektedir. Kurumlar arası geçiş yapabilme hakları bulunmamaktadır. Aynı kurumda aynı işi yapan kadrolu memurlara tanınan haklarla sözleşmeli personele tanınan haklar da farklılıklar arz etmektedir. Aynı zamanda aynı işi farklı statülerde ifade eden personeller arasında huzursuzluk oluşmakta, bu durum da çalışma barışını bozmakta ve personelin uyum ve performansını düşürmektedir.

Kamu kurumlarında, aynı işi yapan kişiler arasında sözleşmeli-kadrolu ayrımından doğan haksızların önüne geçebilmek ve sözleşmeli personel uygulamasına son vermek maksadıyla, 12 Haziran 2011 seçimlerinden kısa süre önce çıkarılan 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle 200 bin civarındaki sözleşmeli memur kadrolara atanmış ancak başta il özel idareleri ve belediyeler olmak üzere birçok kamu kurum ve kuruluşundaki sözleşmeli personel kadroya alınmamıştır. Aradan geçen iki yıllık süre zarfında sözleşmeli personel sayısında bir azalma olmamış, aksine 200 bin seviyesine tekrar yükselmiştir.

AKP’nin personel politikasındaki yanlış uygulamaları neticesinde, bugün, 1 milyon 600 bin taşeron işçisi, 200 bin sözleşmeli personel, 20 bin 4/C’li personel sosyal güvencesi olmadan, iş garantisi olmadan, doğru dürüst karnı bile doymadan bir yoksullar kitlesi olarak çalışmak mecburiyetinde bırakılmıştır.

Sayın Başbakanın, 96 bin kişinin yani Belediye Kanunu’nun 49’uncu maddesine göre çalıştırılanlar ile sağlıkta sözleşmeli olarak çalışanların kadroya alınmasına ilişkin müjdesi, sözleşmeli statüde çalıştırılan yaklaşık 100 bin kişinin sorunlarını yine çözmeyecektir.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin  bu düzenlemede de samimi olmadığını görüyoruz. Eğer samimi iseler şu soruların cevaplarını da açık yüreklilikle burada vermelidirler: Bu düzenlemeden sonra 4/C’lilerin, üniversitelerdeki sözleşmeli çalışanların, Gençlik ve Spor Bakanlığında çalışanların, TRT’de sözleşmeli çalışanların, Diyanet İşlerinde, Millî Eğitim Bakanlığında, KİT’lerdeki sözleşmeli personelin durumları ne olacaktır?

Şimdi, duyduğumuz bazı gelişmeler oluyor. Tabii, sayın bakanların veyahut da daha güçlü siyasilerimizin yakınlarının bulunduğu kurumlardaki bir kısım çalışan sözleşmelilerin de kadroya alınmasına ilişkin birtakım değişiklikler olacağına şahit oluyoruz ama  bu şekildeki düzenlemelerin ülkemizin çalışma barışını  çözen ve insanlarımızın sorununu ortadan kaldıran yaklaşımlar olmadığına bizler de şahit oluyoruz.

Kamu kurum ve kuruluşlarında işçi statüsünde istihdam edilmiş olan yükseköğretim mezunlarının, mühendislerin durumunun ne olacağı da belli değildir. Bu getireceğiniz düzenlemeyle yıllardır hak ettikleri kadrolarda çalıştırılmayan bu insanların sorunlarını çözecek misiniz?

Değerli milletvekilleri, Başbakanın “96 bin sözleşmeli kadroya atanacak.” sözünün anlamı şudur: Birincisi, diğer 100 bin sözleşmeli personel kadroya atanmayacaktır yani yaklaşık 200 bin olan şu andaki sözleşmeli sayısının  yarısını kadroya alacaksanız diğer yarısını yine kadroya almayacağınızı buradan ifade ediyorsunuz.

Çalışma hayatındaki tüm kesimleri tek bir statü altında birleştirme söylemleri her zaman olduğu gibi bugün de havada kalacak, yine son sürat sözleşmeli personel alımları devam edecek, tekrar yenilerinin kadroya atanması gündeme getirilecek, Çalışma Bakanlığı konuyla ilgili çalışma yapacak; bu kısır döngü, bu şekliyle sürüp gidecektir çünkü AKP Hükûmeti bu konuyu da istismar etmekte, sorunun tümden kalıcı olarak çözümünü istememektedir.

İkincisi, 4/B’lilerin yarısı kadroya atanırken diğerleri kapsam dışı tutulmaktadır. 4/C’lilerle ilgili bu durumda herhangi bir düzenleme yapılmamaktadır, 4/C’lilere ayrım devam edecektir.

Üçüncüsü, taşeron işçilerin kadroya atanmalarına ilişkin yargı kararları olmasına rağmen, bunların sorunlarını da çözmeyeceğiniz anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 4/C mağduru çalışanların durumları içler acısıdır ama maalesef, Hükûmet yetkilileri bu duruma gözlerini yummakta, sorun yokmuş gibi davranmakta, bu kesimdeki acıları, feryatları, üzüntüleri, sorunları görmezden gelmektedir. Daha önce işi olan, kadrosu olan, yeterli maaşı olan bu çalışan kesimin, asgari ücrete yakın bir maaşa, güvencesiz, itibarsız bir hayata mahkûm edilmesi onlara reva görülmemelidir.

Sayın Bakan Bekir Bozdağ’ın söylediği “4/C’lilere ekmeği biz verdik.”, Maliye Bakanının söylediği “Eşit işe eşit ücret veriyoruz.” gibi ifadelerle insanlar aşağılanmamalı, kandırılmamalı; sorunlarının çözümü ve kadroya alınmalarıyla ilgili düzenlemeler de Meclise ivedilikle getirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, yine 700 bini kamuda çalışan ve toplam 1 milyon 600 bini bulan taşeron işçiler iş garantilerinin olmayışı, düşük ücret almaları, maaşlarını alamamaları, haftalık ve yıllık izin haklarının düzenlenmemiş olması, toplu iş sözleşmesi hükümlerinden istifade edememeleri gibi çok ciddi sorunları yaşamakta, bunların sorunlarının çözümü için de derhâl ilgili düzenlemeler Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun huzuruna getirilmelidir.

Karayolları Genel Müdürlüğü bünyesinde ve diğer kamu kurumlarında çalışan ve haklarında geçici olmadıkları, sürekli işçi oldukları yönünde mahkemelerce karar verilen ve verilmiş olan bu kararlar Yargıtay tarafından da onaylanan bu işçilerin sürekli işçi kadrolarına atanmalarına ilişkin düzenlemeler de bir an evvel Meclis Genel Kurulunun huzuruna getirilmelidir. Allah aşkına, hiç olmazsa bu konuda siyaset yapmayınız, bu husus toplumda ciddi bir yara hâline gelmiştir.

Günümüz şartlarında 800 lira maaş alan, sosyal güvencesi, iş güvencesi, yıllık izin hakkı, sendikal güvencesi, toplu iş sözleşmesi hakkı olmayan, bizlere oy vererek sorunlarına çözüm bulmak için buralara gönderen bu kardeşlerimizin de isteklerine kayıtsız kalınmamalı, derhâl gereken çalışmalar yapılarak çözüme kavuşturulmalıdır.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu alanda getireceğiniz bütün düzenlemelere destek vereceğimizi bir kere daha buradan ifade ediyorum ve son söz olarak da diyorum ki: Değerli milletvekilleri, bu Gezi Parkı olayları vesaire… Bunların sebeplerini çokça araştırıyorsunuz ancak bunun ilahi birtakım sebeplerinin de olabileceğini, bu çalışan kesimin haklarını vermediğiniz gibi sorunlarını çözmediğiniz için bu işlerin de başınıza gelmiş olma ihtimalini de değerlendirmenizi arz ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ahmet Arslan, Kars Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET ARSLAN (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanım, birtakım ifadeleri kullanırken nereden nereye geldiğimizi iyi bilmemiz lazım. Eğer nereden nereye geldiğimizi iyi bilmezsek bazı şeyler anlamını yitirebiliyor veya başka anlamlar yüklenebiliyor.

Özellikle 4/C’li personel kritik, ülkemizde her zaman konuşuluyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/C maddesi gereği başka kurumlarda çalıştırılan personelden bahsediyoruz. Bu personel kim? Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşüyle Bakanlar Kurulu kararı çerçevesinde çalıştırılan ve yine mali ve sosyal hakları Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenen personel, yaklaşık 23 bin kişi, bir yıldan az süreli geçici sözleşmeyle veya mevsimlik işçi olarak çalışanlar. Yine, TÜİK anketlerinde çalıştırılabiliyorlar, Yüksek Seçim Kurulunun seçim döneminde çalıştırılabiliyorlar, güzel sanatlar fakültelerinin canlı modeli olarak çalıştırılabiliyorlar.

1990’lı yıllara gitmek lazım. 1990’lı yıllarda özelleştirme uygulamaları başladığında bir yasası yoktu. 1994 yılında kamudaki birtakım işletmelerin, tesislerin, kurumların özelleştirilmesi uygulaması 4046 sayılı Kanun çıkarılarak kanuni, yasal bir dayanağa erişti. Bu yasal dayanak çerçevesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı çalışmalar yapar, kurumların hangi yöntemlerle özelleştirileceğini belirler ve bu işlemi yürütür.

Burada kritik bir süreç var. 1994’te 4046’ya göre memur, sözleşmeli veya kapsam dışı statüsünde çalışanlar, Devlet Personel Başkanlığı aracılığıyla, ihtiyacı olan başka kurumlara yine memur olarak gönderiliyorlardı. Ancak, çok kritik bir cümle var burada. İşçilerle ilgili 4046’da herhangi bir düzenleme yok. AK PARTİ öncesi özelleştirme uygulamalarında, eğer bir işçi varsa, fabrikayı satın alan, fabrikayı kiralayan, devralan, işçiyi çalıştırıyorsa ne âlâ, çalıştırmıyorsa kapı dışına bırakılıyordu, işçiler kapı dışında kalıyordu ve işsiz kalıyordu. Hâlbuki, AK PARTİ, 2002’de, özellikle bu işçilerin problemini çözmek adına 4/C statüsünde bunları başka kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam etmeye başladı. Ne kadar süreyle? Yılda on ay süreyle istihdam etmeye başladı. Bu, Danıştaya, akabinde Anayasa Mahkemesine götürüldü. Anayasa Mahkemesi de bu tip bir uygulamanın, bu tip bir istihdam yönteminin Anayasa’ya uygun olduğuna hükmetti. Devamında, yine AK PARTİ hükûmetleri döneminde, 4/C statüsünde çalışan işçilerin, toplu sözleşme görüşmeleri çerçevesinde, masada, toplu sözleşmeye tabi olmaları sağlandı. Bu çok önemli bir farktır. MHP’nin de içinde bulunduğu hükûmetler döneminde işçiler kapıya bırakılıyorken AK PARTİ döneminde 4/C statüsünde çalıştırılıyorlar ve yine AK PARTİ bunlara toplu sözleşme kapsamında olma hakkı tanıdı. Bir başka şey daha tanıdı; mali haklarının iyileştirilmesinin yanında, özellikle on aylık çalışmayı on bir ay yirmi sekiz güne çıkardı ve bu da 657 sayılı Kanun’un geçici çalışanlarla ilgili hükmettiği süredir. Aksi takdirde, siz eğer tam on iki ay çalıştırırsanız o zaman buna “geçici” diyemezsiniz ve “geçici statü” adı altında adlandırılamaz.

Yine, AK PARTİ hükûmetleri, çalışanların yanında olduğunu 4/B’lilerin yanında olarak ortaya koydu. 4/B statüsü 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çıktığı günden beri var ve yine 4/B statüsünde çalışanlar AK PARTİ hükûmetleri öncesinde, bütün diğer partilerin içinde olduğu dönemlerde de vardı ve AK PARTİ bu  sözleşmeli statüyle çalışanların yaklaşık -hemen bir sayı vereyim Sayın Bakanım- 196 bin tanesini, 196 bin kişiyi 2011’de 4/B’den kadroya geçirdi ve geldiğimiz, günümüzde… Sayın hatip 200 bin kişiden bahsettiler. 200 bin kişi doğrudur ama 200 bin kişi 4/B’li değildir arkadaşlar, bunu çok iyi bilmek lazım. Bunların yaklaşık 96 bin tanesi, -Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarıyı kabul ettik ve Genel Kurula geliyor- Genel Kurulun da onayı olursa 96 bin kişi zaten kadroya geçirilecek, memur statüsünü alacak. Bunun dışında, 76 bin kişi KİT’lerde sözleşmelidir. KİT’lerdeki sözleşmelilerin durumu 4/B’lilerden çok çok farklıdır ve onlar memur gibi işlem görürler zaten. Yine, eğer KİT herhangi bir şekilde özelleşecek olursa orada çalışan bu sözleşmeliler diğer kamu kurum ve kuruluşlarına memur olarak atanıyorlar. Dolayısıyla, bahsedilen 200 binin içerisinde bu 76 bin kişi yoktur, bunu net bir şekilde ortaya koymak lazım. 4.700 tane sanatçı var. Bu sanatçıları da ayırmak lazım çünkü sanatçılar yaptıkları meslekleri itibarıyla doğal olarak zaten özelde de serbest çalışabildikleri için onların sözleşmesi olması gerekiyor, aksi takdirde özelde serbest çalışma şansları kalmaz. Bu 4.700’ü de çıkardığınız zaman, 3.500 tane kurumsal sözleşmeli kalıyor ki bu kurumsal sözleşmelilerin de kendi kurumlarının yaptıkları görev nedeniyle sözleşmeleri çok daha özeldir. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü gibi, TRT gibi, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü gibi, TOKİ gibi ihtisas sahibi olmaları gerekiyor. Onların da durumu çok daha farklıdır. Toplam 3.500 tane bu statüdeki arkadaşla ilgili de yine Bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız çalışma yapmaktadır.

Yine, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bu araştırma önergesiyle istenen her şeyi zaten aylardır, yıllardır yaptığını ve yapmaya devam ettiğini çok iyi biliyorum, Plan Bütçe Komisyonu üyesi bir kişi olarak bunu iyi biliyorum, Sayın Bakanla, Devlet Personel Başkanıyla görüşmeler yapan bir üye olarak çok iyi biliyorum. Ağustostaki toplu sözleşme görüşmelerinde çok daha fazla haklar vermek adına, bunların haklarının çok daha iyileştirilmesi adına Bakanlığımız ve Hükûmetimiz gereğini zaten yapıyor, yapmakta, yapmaya devam edecektir diyorum. AK PARTİ hükûmetlerinin çalışanlarla birlikte, çalışanların yanında olduğunu bütün istatistiki veriler ortaya koymaktadır. Bunları biliyorum, biliyoruz dolayısıyla bu çerçevede, zaten bu çalışmaları yapıyorken ayrıca bir araştırma önergesine gerek olmadığını düşünüyorum. Bu anlamda, araştırma önergesinin aleyhinde olduğumu belirtiyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili…

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Şimdi buradaydı.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Lehteki konuşsa, sonra konuşsa olmaz mı?

BAŞKAN – Son konuşmacı Sayın Altay.

Evet, teşekkür ediyorum.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… (CHP sıralarından “geldi, geldi” sesleri)

BAŞKAN – Ama oylamaya geçtik.

Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Evet, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

 2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

1/7/2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun, 1/7/2013 Pazartesi günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                  Engin Altay

                                                                  Sinop

                                                                  Grup Başkan Vekili

 Öneri:

İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Alevi yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (927 sıra no.lu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 1/7/2013 Pazartesi günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Süleyman Çelebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Çelebi, zannediyorum susma hakkınızı kullanacaksınız.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Onu da kullanacağız Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; öncelikle -Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bu öneriyi veriyoruz. Bu öneri, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarında zaman aşımının kaldırılmasına yönelik araştırma yapılmasına ilişkindir- yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

12 Eylül askerî darbesi sürecini hazırlayan ve darbe koşullarını yaratan olaylardan Maraş ve Çorum katliamı, düşüncelerinden, inancından ve kimliğinden ötürü katledilen 35 aydın, demokrat, sanatçı, ilerici canın yitip gittiği ve 20’nci yılını dolduracak olan Sivas katliamı dâhil, tarihin karanlığına ışık tutup katliamlarla yüzleşmek için, inançsal ve kültürel kıyımları hedefleyen insanlık suçlarında zaman aşımının olmaması gerektiği kabul edilmelidir. Bu hakikatlere ve Alevi taleplerine kulak tıkamış bir iktidarın yeni ve baştan yazılmış demokratik bir anayasayı hazırlaması mümkün görünmüyor. Bugün, Hükûmet uygulamalarıyla inanç ve kimlik ayrımcılığını körüklerken Başbakan da kullandığı dil ve üslupla mezhepçi yaklaşımlarını sürdürüyor. Bu katliamların aydınlatılması barış ve adalet duygusuna gerçekten sahip olunup olunamayacağını bizlere gösterecektir. Darbeleri Araştırma Komisyonunda bile Maraş ve Çorum olayları üstünkörü ele alınmış, özellikle Alevi toplumunu yaralayan ve travmaları hâlâ devam eden bu olayların üzerine gidilmemiştir. ABD tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı yeşil kuşak oluşturma projesine Türkiye 12 Eylül rejimiyle dâhil olup, devlet, kendi ve ABD’nin eliyle gerici kesimlere güç verip bu yeşil kuşak projesine ayak bağı olabilecek olan sol, sosyalist, demokrat, Alevi, ilerici yurttaşları baskı, şiddet, ölüm, katliam ile yok etmeye, etkisizleştirmeye çalışmıştır. Bugün de AKP bu kuşaktan ve darbe koşullarından beslenip büyüyerek gelen, o yüzden ve hâlâ darbe yasalarını değiştirmeyen, katliamları aydınlatmayan, 12 Eylül askerî darbesiyle yüzleşmekten kaçınan bir partidir. Bu yüzden Çorum, Maraş ve Sivas’ın üstü örtülmektedir. 12 Eylül zihniyetini hâlâ koruduğunuz için zorunlu, seçmeli din dersleri koyarak Alevi çocuklarına Sünni inancı dayatmaya çalışmaktasınız.

İşte, sizler, sizden olmayanın hakkını da koruyamadığınız için sadece kendinize demokrat, sadece kendinize Müslüman’sınız. Maraş katliamında sorumluluğu bulunanlar ya hiç yargılanmadan kurtuldular ya da göstermelik dava dosyalarıyla yargılanıp beraat ettirildiler. Çünkü, Maraş katliamı tasarlanırken senaryonun en önemli parçası katliamcıların önce izole edilmesi, sonra bu izolasyon yardımıyla suçsuz ilan edilmesiydi.

Çorum’da da 12 Eylül öncesi Alevilere yönelik bir baskı, kıyım, sindirme yaratılmıştır; kimliklerinden ve düşüncelerinden ötürü, 12 Eylül öncesi yüzlerce insan katledilmiştir.

Sivas’ta Madımak Oteli’nde, sanatçılar, aydınlar, yurttaşlar, bu ülkenin aydınlık yüzleri, Maraş’ta ve Çorum’da olduğu gibi, düşünce ve kimliklerinden dolayı, dinî saiklerle, sistemli ve planlı olarak katledilmişlerdir. 12 Eylülün getirdiği düzenle devletin kadim anlayışı dışında kalan, bu yüzden de ötekileştirilen kesimlere yönelik gerçekleştirilen bir katliamdır. Cumhuriyetin inşasında önemli bir yeri olan Sivas’ta gerçekleşen bu vahşet, aynı zamanda, laik ve demokratik bir cumhuriyet istemeyenlerin örgütlü, sistemli ve derin ilişkiler içerisinde gerçekleştirdikleri bir olaydır. Zaten 131 sanıkla gerçekleşen davada, savcının ve mağdur avukatlarının iddiasına göre, suç, laik cumhuriyete karşı şiddet yoluyla örgütlü bir ayaklanmaydı. Yargıtay da davayı şiddet yoluyla laik anayasal düzene karşı suç kapsamına almıştır.

Aslında, araştırma önergemizde, Maraş ve Çorum katliamlarını da kapsayan bir önerge hazırlamamızın nedeni, 12 Eylül ile birlikte Türkiye'nin aydınlık geleceğini yani eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye'nin yaratılmasını engelleyen faşist ve gerici darbenin izlerinin Sivas katliamında da görülmesidir. Sivas katliamı gerçekleşirken polisin saatlerce katliamı işleyen kitleyi dağıtmaya yönelik bir girişimde bulunmaması, âdeta onları izlemesi, en son ve yakın olarak gördüğümüz Gezi olaylarında milyonlarca insanı öldüresiye dağıtan polisin bir katliamı izlemesi, hâlâ Sivas katliamı davasının neden derinleşerek sürdürülmediğini ortaya koymaktadır. Hâlâ kırmızı bültenle aranan failler bulunmamış, yakalanan failler hakkında zaman aşımı ileri sürülerek bir kere daha Sivas’ta ölen canlar, aileleri ve toplum yara almıştır. Bu nedenle, evrensel hukuk ilkelerine aykırı şekilde örtülerek zaman aşımına uğratılmış olan Sivas, Çorum ve Maraş dosyaları tekrar açılmalıdır, devlet elindeki sırlarını ve arşivlerini kamuoyunun bilgisine sunmalıdır. Ayrıca, katliamın 20’nci yılında Madımak Oteli “utanç müzesi” yapılmalıdır. Bu katliamlar, Türk Ceza Kanunu’nun 77’nci maddesinde düzenlenen aşağıdaki fiillerin siyasal, felsefi, ırki veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi insanlığa karşı suç oluşturur, “insanlığa karşı işlenen suçlar” başlığı altında değerlendirilmelidir. Aynı kanun, bu suçlarda zaman aşımının olmayacağını da hüküm altına almaktadır.

Katilleri aklanırsa tarih aklayanları unutmayacaktır. Madımak Oteli’nde diri diri yakılan 35 canı ne tarih unuttu ne de onların yakınları, dostları, sevenleri… Tıpkı 1978’de Maraş’ta, 1980’de Çorum’da olduğu gibi vatandaşlarımızı hedef alan bu saldırıda öldürülen insanlarımızın failleri bulunmalı ve yargılanmalıdır. Toplumsal vicdan ancak böyle rahatlayabilir, toplumsal barış böyle sağlanabilir. Biz, Sivas’ı unutmadık ve unutturmayacağız.

Sayın Başkan, tavsiyenize de uyarak, bu kalan süremi o arkadaşlar huzurunda ve ölenler huzurunda saygıda durarak tamamlamak istiyorum.

Çok teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

(Hatip kürsüde saygı duruşunda bulundu)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelebi.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – Saldıranları nefretle bir kez daha kınıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelebi, çok yoruldunuz.

Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İdris Şahin, Çankırı Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin 12 Eylül askerî darbesi sürecini hazırlayan ve darbe koşullarını yaratan olaylardan Maraş ve Çorum katliamı ile Sivas olaylarıyla alakalı vermiş olduğu araştırma önergesi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, burada yaşamını yitiren 35 tane can için Cenab-ı Hak’tan tekrar rahmet diliyorum. Burada, araştırma önergesinde ifade edilen 12 Eylül öncesi Maraş ve Çorum olaylarının 12 Eylül darbe sürecini hazırlayan ve darbe koşullarını yaratan olaylardan olduğu fikrine de tamamen katılıyorum.

Söz konusu olayları kışkırtanların ve olayın gerçek mağdurları ile faillerinin kim olduklarını da milletimizin çok yakinen bildiğinden de eminim. Özellikle, Sivas, Çorum, Maraş olaylarının üzerine gidilmeyerek zaman aşımına gidildiğine yönelik iddiaların ise muhataplarının kim olduğunun milletimiz tarafından da bilindiği kanaatindeyim.

Özellikle, Sivas olaylarıyla alakalı tarih 2 Temmuz 1993; dönemin iktidarı Doğru Yol Partisi ve SHP iktidarı, henüz güvenoyu almamış Tansu Çiller Hükûmeti, Kültür Bakanlığında SHP’li Fikri Sağlar ve Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, daha öncesinde Sayın Erdal İnönü’nün başdanışmanlığını yapmış, doğrudan Sivas’a vali olarak atanmış bir isim. 4’üncüsü gerçekleştirilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri, öncesinde 3 kez Sivas’ın Banaz beldesinde gerçekleştiriliyor. Ancak, olayın olduğu tarih itibarıyla Sivas merkez tercih ediliyor ve valilik oluruyla bu karar veriliyor. Olayın olduğu dönem, içerisinde Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri’nin Aziz Nesin’in de içinde bulunduğu bir dergi tarafından Türkiye'de yayımlandığı bir dönem ve Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliğinin onur konuğu olarak da Aziz Nesin’in davet edildiği bir süreç.

Olayın adli vakası tabii ki yargıya intikal etti, yargı bir şekliyle karar verdi. Öncelikle, birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermekten Türk Ceza Kanunu’nun 450’nci maddesi ve devamı hükümleri çerçevesinde, daha sonra ise Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma ilamı çerçevesinde devletin anayasal ve temel nizamlarını bozma suçundan dolayı bir kısım mahkûmiyetler verildiğini hepimiz biliyoruz. Ancak, bu kararlar ve yargılama safahatı aradan geçen yirmi yıla yakın süre içerisinde hep konuşulur oldu, hep tartışıldı; konunun tarafları da tartıştı, yargı kararını veren hâkimler de tartıştı. Özellikle, son kararı veren Ankara 1 no.lu DGM Başkanı Orhan Karadeniz’in bir beyanı var -biz Komisyonumuzun raporlarında da bunu dercetmiştik- ve özellikle “Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma ilamları doğrultusunda bu şekilde karar vermek zorunda kaldık.” diyerek vicdanen kendisinin de bir şekilde rahatsız olduğunu ifade etmişti.

Şimdi, hadiselere bir baktığımız zaman backgroundunu çok iyi değerlendirmek lazım. Hadiselerin vukuundan normal, sıradan bir adli vaka olmadığını, bu kışkırtmaların o bölgenin hassasiyeti gözetilerek gerek 1980 öncesindeki hadiseler ve gerekse o bölgedeki yaşayan Alevi-Sünni gerilimini tırmandırmaya yönelik var olan bir kısım eylemler olduğunu biliyoruz. Hemen Sivas hadiselerinin akabinde Başbağlar’da da benzer bir katliamın olduğu ve orada da özellikle Sünni kesimden vatandaşlarımızın hayatlarını kaybettikleri de bütün Türkiye'nin malumu.

Şimdi burada bizim irdelememiz gereken hadise nedir? Özellikle burada ifade edildiği gibi, araştırma önergesinde, AK PARTİ iktidarı olarak zaman aşımı sürecine giden bu yönde bizler gerekli adımları atmadık mı, ona bir bakmak lazım. Ben tamamen bu konunun muhatabının AK PARTİ iktidarları olmadığını düşünüyorum ve bunu bütün milletimiz de bu şekilde biliyor. Çünkü olayın vuku bulduğu tarih itibarıyla Doğru Yol, SHP iktidarda ve özellikle şu anki bu önergeyi veren Cumhuriyet Halk Partisinin kaynağı ve devamı olduğunu bildiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi ve SHP işbaşında. O günün sorumluları hakkında, emniyet müdürü ve vali hakkında hiçbir araştırma ve soruşturma söz konusu değil. Bizzat vali kendisi geldiğinde de bir kısım eksiklikleri, devletin ihmalinin olduğunu kabul ediyor. Süleyman Bey de raporun altına imza attı, ben de imza attım. Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonunda da Ankara’ya bu kadar yakın mesafede devletin ihmalinin olduğunu bizzat o dönemi yaşayanların anlattığını ifade ettik. Bu ihmaller noktasında kesinlikle 2002’den sonra iktidara gelmiş olan AK PARTİ iktidarını ve Hükûmetini eleştirmenin ve onların bu süreçte üzerine düşenleri yerine getirmediği noktasında bir yargıya varmanın bir nevi haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ama, ne yapmamız lazım?

MUSA ÇAM (İzmir) – Avukatı mıydınız? Sivas davasının avukatı mıydınız?

İDRİS ŞAHİN (Devamla) – Ben milletimizin avukatlığını üstlenmişim ve milletin avukatı olarak da buradayım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Kaç kişiyi milletvekili yaptınız, kaç kişiyi bakan yaptınız? Sivas davasında kaç kişiyi milletvekili yaptınız, kaç kişiyi bakan yaptınız?

İDRİS ŞAHİN (Devamla) – Sivas davasının ne şekilde cereyan ettiğini ve Sivas davasının yargı kararını veren hâkimin neler ifade ettiğini ben buradan söyledim ama siz algılamak istemiyorsanız benim söyleyecek bir şeyim yok. Milletimiz bizi son derece iyi anlıyor ve algılıyor.

Ben buradan bir şeyler söyleyeceğim: Siz sadece burada Alevi vatandaşlarımızın hak ve hukukunu, onların demokratik haklarını kullanma noktasında AK PARTİ iktidarının adım atmadığını ifade ediyorsunuz. Şimdi, yıllarca bu kesimin adına siyaset yaptınız ve yıllarca onlar üzerinden bir kısım taleplerde bulundunuz. Şimdi önümüzde gördüğünüz şu rapor Alevi çalıştaylarının nihai raporu ve ön rapor, Alevi çalıştayları raporları. Bunlar tamamıyla AK PARTİ iktidarı döneminde gerçekleşmiş olan; 1’incisi 3-4 Haziran 2009’da başlayan ve sonuncusu da 28-29-30 Ocak 2010 tarihinde 7’ncisini gerçekleştirmiş olduğumuz Alevi çalıştayları. Biz, burada, Alevi kökenli vatandaşlarımızın taleplerinin neler olduğunun, bu milletin, 76 milyon insanımız arasında onların hiçbir şekilde bir farklılığının olmadığının ve demokratik koşullarda ne tür bir hak ve özgürlükleri varsa bunların sonuna kadar kullanılması taraftarıyız. Bu çalışmaları yaparken de onların hak ve hukukunu araştırma adına yapıyoruz ve bu tür düzenlemeleri de sivil anayasayla birlikte gerçekleştirmeye dair somut adımlar atıyoruz. Ama sizin buradan, 1980 öncesindeki faillerinin kimler olduğunu, kışkırtıcılarının kimler olduğunu bildiğiniz olayları gerekçe göstermenizin ve 2 Temmuz 1993’teki hadiseyi bugünkü iktidara mal etmek suretiyle şu anda samimiyetle gerçekleştirilmeye çalışılan sivil anayasanın önünde bir engel olarak bu hadiseleri sunmanızın bana göre yanlış olduğunu düşünüyorum.

Hep birlikte yapmamız gereken şudur: Bu ülkede hangi inanç kesiminden olursa olsun, hangi etnik kesimden olursa olsun 76 milyonun bir ve beraber olduğunu hiçbir zaman için unutmayalım. Atacağımız adımların tamamının 76 milyonun huzur ve refahı, onların özgürlükleri için atılması gereken adımlar olduğunu da hiçbir şekilde unutmamamız gerektiğine inanıyorum.

Ve burada, AK PARTİ iktidarında gerçekleştirilen, özellikle Alevilere yönelik gerçekleştirilen adımları yetersiz gibi görmüş olmanın bunların daha ötesinde neler yapabileceğimizi bu kürsüden sunmakla olabileceğini düşünüyorum. Bu kürsüden, neler yapmalıyız, bu vatandaşlarımızı hangi adımları atarsak daha fazla memnun ederiz, bunları konuşursak milletimizin bizden beklediklerine cevap vermiş oluruz.

Dolayısıyla, burada, geçmişte her şekliyle araştırılmış, tartışılmış, faillerinin kimler olduğu ortaya çıkmış ve dönemin şartlarıyla değerlendirildiğinde de devletin ihmalinin olduğunu her şekliyle kabul ettiğimiz bu süreçlerle alakalı tekrar bir araştırma önergesinin verilmiş olmasının bugünkü gündem itibarıyla uygun düşmediğini düşünüyoruz.

Bunun dışında, Alevi kökenli vatandaşlarımızın hak ve özgürlükleri adına atılabilecek somut adımlara ilişkin her türlü tavsiyeye açık olduğumuzu AK PARTİ iktidarı olarak biz her seferinde ifade ediyoruz. Bu yönde yapmış olduğumuz çalışmalar da bizim için en önemli ispat aracıdır ve bizi yapmış olduğumuz çalışmalara sorun diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önergenin aleyhinde olduğumu bildiririm. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Çelebi.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, konuşmacı benim söylemediğim yorumlarda ve değerlendirmelerde bulundu. Ayrıca, bu süreci “Cumhuriyet Halk Partisi SHP’nin devamıdır.” yaklaşımıyla, onunla buluşturdu. O nedenle, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Evet, iki dakika süre veriyorum sataşma nedeniyle.

Yeni bir sataşmaya mahal vermeyelim lütfen.

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin, Çankırı Milletvekili İdris Şahin’in CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Değerli arkadaşlarım, biz burada bir siyasi partiyi hedef almadık; bu sürecin açıklığa kavuşmasını istedik ve bu sorunun hasıraltı edilmemesini istedik, bunun zaman aşımına uğramamasını istedik; yasanın öngördüğü insanlık suçu işlenmiştir, o insanlık suçuna karşı, bu süreci bu Meclis onarsın istedik.

Şimdi, bütün bu süreçlere ilişkin dönüp dolaşıp “O dönemde işte şu iktidardaydı, efendim, burada şöyle bir vali vardı.” gibi böyle klasik cümlelerle bu süreci geçiştiremezsiniz. İşte meydan burada, işte hodri meydan! Kim bu sürecin arkasındaysa, orada bu süreçlere katılan ve o süreçleri destekleyen hangi milletvekili varsa o milletvekillerinin açığa çıkartılması, o süreçlerdeki rolleri de dâhil araştırılması…

Doğrudur, biz darbe komisyonunda bu süreçlerin araştırılmasını aynen talep ettik ama talep etmek sorunu çözmüyor, gereğini yapmak gerekiyor. Bu gereğin yapılması konusunda, bugün onun için bir fırsattır; onun için, bu kanayan yaranın durdurulmasına bir katkı sunabilir. Yoksa, böyle birbirimize yönelik bazı kurgularla, geçmişe yönelik suçlamalarla bu işin üzerini kapatamayız. Bunun arka planında hangi izler varsa, hangi kişiler bu sürecin içerisine dâhil olmuş ve bu suçu işlemişlerse zaman aşımına uğramaksızın insan hakkı suçuna karşı bir duyarlılık bekliyoruz.

Darbelerle hesaplaşmak böyle bir şeydir, suçu işleyenlerle hesaplaşmak böyle bir şeydir diyorum. Hepinizi bir kez daha saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

 

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Abdullah Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşlarının Çorum, Maraş ve Sivas katliamlarının dosyalarının yeniden açılmasına dair Meclis araştırması önergesini ben de, blokumuz da destekliyoruz. Tarihimizin kanlı, karanlık sayfalarından birisi olan bu katliamlar bugüne kadar gerçek anlamıyla aydınlatılmamıştır, yapılan yargılamalar da elbette göstermelik kalmıştır. Ben, öncelikle, bütün bu katliamlarda hayatını kaybeden yurttaşlarımızı, 2 Temmuz 1993’te Madımak’ta, otelde yakılan 35 canımızı sevgiyle, saygıyla anıyorum. Onların değerleri, ülkemizin demokratik geleceğine işaret etmektedir ve bu türden Türkiye’nin geçmişinde kalmış ama hâlâ yaraları, acıları taze olan… Bunları aydınlatmak, demokratik geleceğimiz ve demokrasi mücadelesi açısından da vazgeçilmezdir. Elbette ki bu suçlar, arkasında karanlık kontra şebekelerin olduğu ve aslında dönemin halklarını birbirine düşürmeye dönük ve darbe planlarını yürütmeye dönük bu saldırılar, komplolar gerçek anlamıyla ortaya çıkartılmalı ve failleri yargılanmalıdır. Bu suçlarda tabii ki zaman aşımı işlememelidir, insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Arkasında devlet güçlerinin olduğu yaşam hakkı ihlallerinde her ne olursa olsun zaman aşımı işlememeli.

Sivas katliamının 20’nci yılının evvelki günündeyiz. Yarın, Türkiye’nin her yerinde ve tabii Madımak Oteli’nin önünde de bu katliam lanetlenecek, yürünecek. Aleviler, Alevi inancından yurttaşlar, Türkiye’deki Müslümanlaştırma ve tekçi zihniyetin, bu projenin bir gereği olarak yıllardır ayrımcı muameleye tabi tutuldular, düşmanlaştırıldılar, haklarında yalan yanlış bilgilerle toplum, kamuoyu aldatıldı, yanıltıldı ama yıllardır uyanış içerisindeki -özellikle 93’deki Madımak katliamı bu noktada bir kırılma yaratmıştır- Aleviler, bir araya gelerek Pir Sultan Abdal geleneğinin, mücadeleci geleneğinin, direniş geleneğinin gereği olarak her yerde örgütlenerek laik bir ülke, demokratik bir toplum, eşit yurttaşlık hakkı diyerek mücadelelerini yükseltmişlerdir. Bu mücadeleler sonucu AKP Hükûmeti de -biraz önce hatibin de söylediği gibi- açılım ve çalıştaylar yapmıştır ama bu açılım ve çalıştaylar bir taraftan Alevi inancına hakaret edilen, Alevi inancından siyasetçilerin yuhlandığı ya da tu kaka edildiği, en son örneğinde de işte biliyorsunuz, üçüncü köprüye “Yavuz Sultan Selim” ismi verilerek bir kez daha Alevi inancından yurttaşların rencide edildiği, hakaret edildiği bir devlet anlayışıyla aslında bu çalıştaylar yapılmıştır. Gerçekte bir sorunu çözmek, bir inanç eşitliği sağlamak, din, vicdan, ibadet hürriyetine, özgürlüğüne saygı gösteren bir tutumla hareket etmek değil; aksine, burada yine dini ve inançları istismar etmeye dönük bir politika güdülmüştür ve aslında “Sonu ne çıkmıştır?” derseniz, tam bir fiyasko olmuştur. Bugün yeniden Başbakanın dile getirdiği bu demokrasi istemleri, özgürlük istemleri karşısında yeniden Alevi paketinin ya da “Alevi sorunlarına el atma” ifadesinin arkasından çıkacak olan şey nedir? Cemevlerini Diyanet İşleri Başkanlığının bir şubesi gibi değerlendirmek, oraya bağlamak, devlet kontrolüne, dolayısıyla Hükûmet kontrolüne almak ve Alevi dedelerini, eğer ihtiyaçları varsa, maaşa bağlamak gibi son derece ilkel, taleplerin ve amacın son derece dışında bir yaklaşım bir kez daha dile getirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, unutmayalım ki Sivas’ta ve darbe öncesinde Çorum’da, Maraş’ta toplumu birbirine karşı kışkırtarak egemen politikalarını sürdürmek isteyen yani tekçi, inkârcı, baskı rejimini sürdürmek isteyen güçler bu katliamları tezgâhlamıştır. Bir defa, bunu unutmamak ve buna karşı uyanık ve tedbirli davranmak zorundayız. O nedenle, Türkiye’nin, tarihi, gerçekleri ortaya çıkartılmadıkça, gerçekler aydınlatılmadıkça, hakikatler ortaya çıkartılmadıkça her zaman için bu türden komplo, kontra saldırılar ve kitle kırımlarıyla karşı karşıya kalması mümkündür. Bütün bunlar karşısında tek yapılacak şey elbette demokratik mücadeledir, demokratik halk hareketidir ve bütün bunların önünü açacak, anayasa değişikliği başta olmak üzere, demokratik düzenlemelerin bir an önce yapılmasıdır.

Haziran ayı boyunca Gezi Parkı direnişiyle başlayan, daha sonrasında bütün ülkeye yayılan demokratik içerikli halk hareketlerinin de aslında gelmiş olduğu nokta, talep ettiği nokta da budur. Yani, halkın yaşam değerlerine, kent yaşamına, inançlarına, emek hakkına, beden özgürlüğüne, bütün birikmiş haklarına, özgürlük ve demokratik istemlerine saygı duyulması, saygı gösterilmesidir. Ama bunun karşısında ne yapmıştır iktidar? Bundan ders çıkartmak ve hatta tarihimizden, o geçmişteki kitle kırımlarından ders çıkartmak yerine yalana sarılmıştır, bir kez daha kara propagandaya sarılmıştır ve bir aylık bu büyük uyanıştan, büyük uyarı eylemlerinden, bu süreçten sonra dahi bitmemiş, en son, Diyarbakır Lice’deki karakol yapımını protesto eden halka göz göre göre ateş açılmış, kimileri sırtlarından vurulmuş ve Medeni Yıldırım isimli bir yurttaşımız bu açılan ateş sonucu hayatını kaybetmiştir. Burada da yalana sarılmıştır, denmiştir ki: “Bunun arkasında başka bir komplo var. İşte, uyuşturucu şebekeleri bu işi tezgâhlıyorlar, halkı kışkırtıyorlar.”, benzeri şeyler. Oysaki demokratik, barışa dayalı çözüm iradesi bu ülkede olacaksa halkın ne dediği ortadadır. Kürtlerin, Kürt halkının, Kürt yurttaşların yıllardır eşit haklar, özgürlükler, ana dilinde eğitim, demokratik özerklik, anayasal kimlik ve tanınma ve birçok maddede cezaevinde haksız yere tutulan, başta hasta tutuklular olmak üzere bütün siyasi görüşleri nedeniyle, demokratik mücadele vermeleri nedeniyle yargılanan ve mahkûm edilenlerin serbest bırakılması da olmak üzere, çözümün, barışın, demokratikleşmenin yolu yıllardır bu ülkede anlatılmaktadır, bu yol haritası çizilmiştir, devletle bir diyalog ve müzakere sürdürülmektedir ama bu diyaloğun ve müzakerenin devlet adına olan tarafı ne yapacağını değil, ne yapmayacağını söyleyip durmaktadır. O zaman, barış böyle gelebilir mi? Barış “Yeni karakollar, yeni barajlar yapacağız.” diyerek gelebilir mi? Barış, Alevi inancına sahip yurttaşların eşit yurttaşlık taleplerini görmeyip bunu ha bire istismar etmek ve zamana yaymak, sürece yaymakla mümkün olabilir mi? Ya da “Zamanında bu yargılamalar yapıldı, bu dosyaları yeniden açmak yerinde değildir.” diyerek Türkiye gerçekten demokratik bir geleceğe, barışa, kardeşliğe, eşit haklara dayalı bir geleceğe yürüyebilir mi?

Ondan sonra deniyor ki: “Bu anayasadan umut kesildi.” ya da “Bu anayasa çalışmalarının önü kesildi, sabote ediliyor.” Ne yapılıyor ki bu yeni anayasada? “Bağımsız, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” evet, bu ilkelere uygun bir düzenleme olacaksa, o zaman, Diyanet İşleri Başkanlığınca ha bire burada inançları kısıtlayıp, vicdan özgürlüğünü bağlayıp sadece tek bir mezhebi devlet örgütlenmesi olarak tutmak ve milyonlarca Alevi yurttaşın çığlığını ve bu katliamlarla hesaplaşılması isteğini görmemek. Böyle mi olacak laiklik, böyle mi olacak demokratik anayasa?

Yine, aynı şekilde Gezi Parkı direnişi sürecinde ortaya çıkmış demokratik taleplere hâlâ tutarlı bir yanıt verilmediği gibi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) -…âdeta bir insan avına, cadı avına çıkılmıştır. Bunlarla demokratik bir gelecek olamaz. Aydınlatılması gereken bir tarih… Bugün sadece Meclis komisyonu da değil, Hükûmetin sultası altında değil, bağımsız bir komisyonca tarihteki işlenmiş bütün bu katliamlar aydınlatılmalı ve sorumluların halka hesap vermesi sağlanmalıdır tabii ki en son Lice’de işlenmiş insanlık suçu da dâhil olmak üzere.

Biz bütün bunların araştırılmasını istiyoruz. CHP Grup önerisi de yerindedir ve bu doğrultuda Meclis araştırması komisyonu kurulması sağlanmalıdır.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar).

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle Çorum’da, Maraş’ta ve Sivas’taki olaylarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına da tekrar başsağlığı diliyorum.

Aslında “Çorum, Sivas ve Maraş’ta ne oldu, olaylar niye oldu?” diye bakmak gerekirse: Çorum’da, Sivas’ta ve Maraş’ta seçimle iktidara gelmiş, vatandaşın bire bir temsilcilerinin görev aldığı hükûmetleri, halktan almış oldukları bu millî iradenin yetkisini darbe zemini oluşturarak, sokakları terörize ederek, tamamen hukuk dışı yapılarla darbeye zemin oluşturarak iktidardan devirmektir. Asıl amaç budur.

Darbecilerin zaten iki tane enstrümanı vardır: Birincisi, darbe zeminini oluşturmaya giden yolda, sokakları terörize etmek ve faili meçhul cinayetler gerçekleştirmek. Bu anlamda da bizim, aslında, kültürel ve sosyolojik olarak zenginliğimiz olan gerek Kürt vatandaşlarımız ile Türkler arasında, yine, kültürel bir zenginliğimiz olan, mezhepsel bir zenginliğimiz olan Alevi vatandaşlarımız ile Sünni vatandaşlar arasında sıkıntılar çıkarmak, gerginlikler çıkarmak ve buradan sokakları terörize ederek iktidara nasıl olsa bir şekilde sahip olabilme içgüdüsü yatmaktadır. Ancak, eğer iktidar halktan almış olduğu yetkiye sahip çıkarsa, emanete sahip çıkarsa ve bu emaneti kutsal bilip bütün tehditler karşısında dik durursa, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi esas alırsa tabii ki bunlar bu şeyleri de başarıya götüremeyeceklerdir.

Nitekim, bizim dönemimizde de -AK PARTİ hükûmetleri döneminde de- bu provokasyonlar gerçekleştirilmeye çalışıldı ama AK PARTİ hükûmetleri, gerçekten, milletten almış oldukları yetkiyi ve emaneti kutsal bildiler ve dik durdular; demokrasi ve hukuk çerçevesinde bu yaptırımlara, bu tehditlere asla boyun eğmediler. Dolayısıyla bu gibi olaylar gerçekleşmedi ve darbe zemini oluşmadı. Darbe zemini oluşmayınca, biliyorsunuz 12 Eylül referandumu hadisesi vardı 26 maddelik. Darbenin önüne hukuken set çekme anlamında önemli bir referandumdu, önemli anayasa değişikliklerini ihtiva ediyordu ama AK PARTİ haricindeki muhalefet partileri maalesef buna engel oldular, engel olmaya çalıştılar ama aziz Türk milleti, aziz vatandaşlarımız yüzde 58’lik  “evet” oyuyla buna engel oldu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Neye engel olduk, neye? Neye engel olduk?

RAMAZAN CAN (Devamla) – Dolayısıyla AK PARTİ her zaman millete gitti ve milletten aldığı yetkiyle iktidar olmaya gayret etti.

Burada Gezi olaylarıyla da ilgili birtakım şeyler söylendi, bunlara da cevap vermek istiyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ramazan, konuşmana iyi bak, ölçülü konuş bak!

RAMAZAN CAN (Devamla) – Mevlüt Ağabey, sana saygı duyuyorum…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ölçülü konuş! Kim destek verdi darbeye?

BAŞKAN –  Sayın Aslanoğlu, lütfen…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hayır Sayın Başkan, darbeye kim destek verdi ya?

BAŞKAN –  Sonra söz istersiniz efendim, söz istersiniz. Sayın hatibe öyle hitap etme usulümüz yok. Lütfen…

RAMAZAN CAN (Devamla) – Sayın Başkanım, ben “darbeye destek” demedim.

Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi 12 Eylül referandumunun aleyhinde oldu.

Aleyhinde olmadınız mı? Çıkın aksini söyleyin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ayıp…

RAMAZAN CAN (Devamla) – Şimdi, Türkiye’de 2002 yılında aslında çok önemli şeyler oldu, muhalefet partileri farkında değil. 2002 seçimlerinden sonra önemli gelişmeler ve değişimler yaşanmaya başlandı. Daha önce ellerinde imtiyazları olanlar, en ziyadeye mazhar olanlar imtiyazlarını kaybetmeye başladılar. Aslında bu imtiyazlar sandıktan değildi, millî iradeye de dayanmıyordu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sen darbeden doğdun.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Millet adına meşru olmayan bu yetkiyi vesayet rejimiyle kullanıyorlardı. Ülkenin sahipleri kendileri olduğu için güya, her şey onların tekeliydi ve bu böyle, sürgit devam etmeliydi. Ancak unuttukları bir şey vardı; o da millet. Millet, sandıktan aldığı yetkiyle kendi evlatlarını işbaşına getirdi. İşbaşına gelen AK PARTİ, milletin emanetine sahip çıktı ve ona darbe indirmek isteyenlerin karşısına dikildi. “İrtica geliyor, laiklik elden gidiyor.” dediler, olmadı. Bir zamanlar orduyu göreve çağırdılar, olmadı. Cumhuriyet yürüyüşleri yaptılar, olmadı. “367” hukuk garabetini ortaya attılar, olmadı. Her seferinde milletten silleyitokat  yediler. Silleyitokat yediler ama “Biz bu silleyitokadı niye yiyoruz?” diye de vicdan muhasebesi yapmadılar. Ufukta iktidar da gözükmüyor, zaten sandıktan çıkmaları da mümkün değil; ara rejim yolu da kapandı, ümit ettikleri dağlara karlar yağdı. Bu kesimi temsil eden muhalefet de yok, ana muhalefet acziyet içinde olunca bu grup Taksim Gezi Parkı olaylarını bahane ederek mal bulmuş mağribi gibi Gezi Parkı’nı sahiplendi. Ama şunu özellikle söylemek istiyorum ki millet, milletin temsilcilerinin yanındadır, buradan, Gezi Parkı’ndan size ekmek yoktur.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Biz Sivas’ı konuşuyoruz, Sivas’ı. Sivas’tan bahset, katliamdan bahset.

RAMAZAN CAN (Devamla) – AK PARTİ Hükûmetleri milleti hiç aldatmadı, milletin emanetine ihanet etmedi, şapkasını alıp gitmedi. Biz aziz milletimizden aldığımız oyu başımızın üstünde kabul ettik ve milletin yetkilerini en iyi şekilde temsil etmeye gayret ettik. Dolayısıyla, Gezi Parkı’na “Buradan bir şey çıkar mı?” diye, iktidarı sandıkta alamayanların sokakları terörize ederek iktidar yetkisini devam ettirmeye çalışmaları mümkün değildir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Senin aklın erer mi Gezi Parkı’na!

RAMAZAN CAN (Devamla) – Bu millet buna asla müsaade etmeyecektir, milletin temsilcileri de buna müsaade etmeyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi… Tabii ki hiçbir hukuk devletinde Sivas olayları, Kahramanmaraş olayları, Çorum olayları yaşanmamalı ama buna giden sürece de hiçbir muhalefet partisinin, hiçbir sivil inisiyatifin, hiçbir sivil toplum örgütünün de destek olmaması gereklidir. Sen provoke edeceksin, olayları çıkartacaksın, buradan nemalanacaksın; böyle bir şeyi, artık, millet kesinlikle kabul etmiyor.

Bu duygular içerisinde Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu beyan ediyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Sayın Altay, buyurun.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, sayın hatip konuşmasında AKP dışındaki -özellikle de bizi kastederek- bütün siyasi partilerin 12 Eylül referandumu öncesi darbeleri önleyici tekliflere destek vermediğini beyan ederek… Ve konuşmanın bütününe baktığımızda da sanki AKP darbe karşıtı…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Doğru, AK PARTİ darbe karşıtı. AK PARTİ bugüne kadarki konuşmalarında, bütün eylem ve söylemlerinde darbe karşıtı olduğunu ispat etmiştir.

ENGİN ALTAY (Sinop) – …AKP dışındaki bütün partiler de darbe yanlısı üzerine bir konuşma yaptı. Müsaade ederseniz cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

Lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeyelim diyoruz ama sataşıyorsunuz.

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

ENGİN ALTAY (Sinop) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi, demokrasi dışı yola her ne sebeple olsun tevessül eden herkese ve her şeye karşıdır.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Mayıs ayında gördük!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Nitekim, biz, 27 Mayıs darbesini de, 12 Eylül darbesini de, 28 Şubatı da, 12 Martı da ama sizin hiç bahsetmediğiniz, hep kapatmaya çalıştığınız 27 Nisan elektronik muhtırasını da hiçbir zaman tasvip etmedik.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Nerede karşı çıktınız?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın milletvekilime şunu tavsiye ederim: Sayın Milletvekilim, 27 Mayıs ihtilalinden sonra İsmet İnönü’nün dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e yazdığı bir mektup var. O mektubu okumanı tavsiye ederim. Cumhuriyet Halk Partisi, gerçek anlamda Türkiye’de darbelerin mağduru olan tek partidir.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Vay be!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Darbeler, Cumhuriyet Halk Partinin, özellikle 27 Mayıs ihtilali Cumhuriyet Halk Partisi iktidarını engellemek için yapılmıştır. Hakeza 12 Eylül 1980 darbesi de öyledir. Ancak biz darbelere karşıyız, siz, darbelerden beslenenler, darbelerle büyüyüp, gelişip, serpilenler olarak buradasınız. Bunu size bir kere daha hatırlatmak isterim.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Elitaş, buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bakın, biraz önce sayın grup başkan vekili arkadaşımızın AK PARTİ’nin darbelere karşı parti olduğunu ifade ederken…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Her gün söylüyorsunuz siz bize!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – …“Hayır, öyle değil, AK PARTİ darbeci bir partidir.” anlamında bir söylemde bulundu.

ENGİN ALTAY (Sinop) – “Darbelerden sonra yararlandınız.” dedim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sataşmadan dolayı, izin verirseniz cevap vereyim.

BAŞKAN – Evet, buyurun.

İki dakika sataşma nedeniyle söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Başladık artık… İşimiz var ya! Bugün eve gidemeyeceğiz!

 

3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Sinop Milletvekili Engin Altay’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Değerli milletvekilleri, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle Engin Altay’ı tebrik ediyorum, hem grup başkan vekilliğinden –geçen hafta tebrik etmiştik ama- ikincisi de Cumhuriyet Halk Partisi yetkililerinden ilk defa 27 Mayısın bir darbe olduğunu söylemesi de önemli bir gelişme.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sen uyuyorsun ya!

ENGİN ALTAY (Sinop) – Evet, evet…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ondan dolayı da tebrik ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü 27 Mayısı hep ihtilal olarak kabul etmiş bir durum vardı.

Bakın, Sayın Altay, 27 Nisan tarihinde siz milletvekiliydiniz, günlerden cuma, burada ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili oylamayı yaptık, 358 oy çıktı Sayın Cumhurbaşkanımıza. Burada -grup başkan vekilleri ve bir kısım milletvekili arkadaşımız buradaydı- Sayın Arınç kürsüden “Oo, Sayın Anadol da buradaymış; Oo, şu da buraymış.” diye söyleyince grup başkan vekilleri bazılarını kolundan sürükleyerek dışarı çıkardı “367 olur mu?” diye. Ve -siz hatırlayın- Sayın Baykal, 367’yle ilgili “Kim uydurmuş bu saçmalığı?” dedi. Sabih Bey bunu uydurmuştu, ifade etmişti ve o uyduruk birdenbire Anayasa Mahkemesine gitti. 27 Nisanla ilgili bu muhtıra olduğunda “Altına imza atarım.” diyen…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hayır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - …Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkan Yardımcısı vardı, “Altına imza atarım.” diyen ama 27 Mayıs darbesine…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kimse söyle onu işte ya!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - …9 Marta, 12 Marta, 12 Eylüle sizin lideriniz, Genel Başkanınız rahmetli İnönü gibi “Hadi oradan!” diyebilecek bir babayiğit çıkamamıştı. Ne zaman bir babayiğit çıktı? 28 Nisanda, 27 Nisan e-muhtırasını verene “Hadi oradan!” diyebilecek bir babayiğit AK PARTİ Hükûmeti çıktı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Mektupla olmaz bu iş, mektupla olmaz, mektup yazarak, “Şunu asmayın.” diyerek olmaz, “Sizi ben bile kurtaramam!” diyerek olmaz. “Hadi oradan!” diyebilecek yürek ve cesaretli adama ihtiyaç vardı, o da Recep Tayyip Erdoğan, AK PARTİ Hükûmetiydi.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, şimdi, sayın hatip bizim geriye dönük genel başkanlarımızın darbeleri alkışladığını, desteklediğini ima etti. Bu, doğru değildir; bu, genel başkanlarımıza bir haksızlıktır. Müsaade ederseniz, çok doğal olarak buna cevap vermem, düzeltmem lazım Sayın Başkan.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ya, 27 Nisan muhtırasını verene Tayyip özel araba tahsis etti, onunla anlaşarak bu muhtırayı verdi. Hâlâ bu Mustafa ne diyor ya!

BAŞKAN – Buyurun Sayın Altay.

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

 

4.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

ENGİN ALTAY (Sinop) – Şimdi, sayın milletvekilleri, burada, bu Parlamentoda, milletvekilleri burada otururken şu sıralarda generallerin oturduğu günleri bilenler bilir, bilmeyenler okumuştur ancak Sayın Grup Başkan Vekilinin Cumhuriyet Halk Partisinin geriye dönük genel başkanlarının “Hadi, oradan!” demediler, darbecilere meydan okumadılar.” şeklindeki yaklaşımını kendisine yakıştıramadım. Zira, Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanlarının hepsi, yani Sayın Ecevit, Sayın Baykal darbelerden ve muhtıralardan sonra hapishanelere tıkıldılar, bunu bilmenizi isterim. Sayın Ecevit’in Nihat Erim Hükûmetine katılmayı protesto ederek genel sekreterlikten istifa ettiğini ve bu şekilde Türkiye’de demokratik bir tavır koyduğunu unutmayın. Sayın Deniz Baykal’ın 1980 ihtilalinden sonra, Ankara’da askerî bir okulda, Zincirbozan’da hapis tutulduğunu unutmayın. Bunları bile bile, darbelerden bu kadar mağdur olmuş, özgürlükleri kısıtlanmış, ellerine kelepçeler vurulmuş Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlarını darbecilikle suçlamak, çok masumane bir tabirle, biraz saygısızlık olur Sayın Elitaş. Siz de bir siyasetçisiniz ve geçmişi tahrif ederek buradaki arkadaşlarınıza ve Türkiye’ye vereceğiniz bir mesaj olamaz.

Cumhuriyet Halk Partisi -altını çizerek söylüyorum- bütün darbelere karşıdır, Cumhuriyet Halk Partisi ordunun siyasete müdahalesine hiçbir zaman destek olmamıştır. Siz burada polemik yaparak, ajitasyon çekerek darbe ürünü olduğunuzu ortadan kaldıramazsınız, saklayamazsınız.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Grup Başkan Vekili 3 Haziran 1960 tarihli Ulus gazetesini alıp Sayın Genel Başkanları… Ki, Ulus gazetesi yarı resmî yayın organıdır. Alsın, baksın.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – 2013’ü konuşuyorlar ya, 2013’ü konuş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın İnönü Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanıyken yabancı gazetelerle yaptığı mülakatta “27 Mayıs meşru bir ihtilaldir.” demiş ve yarı resmî yayın organında bu manşet olmuştur.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – 2013’e gelir misin? Türkiye’de yaptığınız sivil darbeyi konuşun kardeşim ya.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Grup Başkanvekili bu konuyu incelesin.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkanım, siz gazetede okuduğunuz her şeyin doğruluğuna inanıyor musunuz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ha, tamam o zaman…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Gazetelerde yazılanların yarısı yalan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Doğru, çok güzel.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Öyle şey olur mu? İsmet İnönü’nün “27 Mayıs meşrudur.” diye bir beyanatı yoktur.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Vardır.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1’inci sırasında yer alan, Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1238) (S. Sayısı: 476) (x)

 

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 476 sıra sayısı ile bastırılıp dağıtılmıştır.

Görüşmeler Genel Kurulun 24/6/2013 tarihli 124’üncü Birleşiminde kabul edilen Danışma Kurulu önerisine ve 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğün Korunması Hakkında Kanun’un 2’inci maddesi hükümlerine göre planın tümü üzerinde planın mevcut bölümleri itibarıyla 4 bölüm hâlinde yapılacaktır. Bu görüşmelerde Hükûmetin sunuş konuşması otuz dakika olup, bölüm üzerinde konuşma süreleri siyasi parti grupları, Komisyon ve Hükûmet için otuzar dakika; şahıslar için onar dakikadır. Siyasi parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir. Şahısları adına söz talebinde bulunan üyelerden iki milletvekiline söz verilebilecektir, planın Hükûmete geri verilmesine ilişkin gerekçeli önergeler Başkanlığa planın bölümleri üzerindeki görüşmelerin bitimine kadar verilebilecektir. Planın bölümleri üzerindeki görüşmeler tamamlandıktan sonra önerge kabul edilmeyecektir.

Şimdi, planın sunuş konuşmasını yapmak üzere, Hükûmet adına Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz’ı davet ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çok değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’mızı takdim etmek üzere karşınızda bulunuyorum. Bu vesileyle, planımızın öncelikle milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Vaktim kısıtlı olduğu için planın çok fazla detayına girmem mümkün olmayacak ama genel hatlarıyla planı sizlere özetlemeye gayret edeceğim.

Bu özete başlamadan önce, bugüne kadar ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunmuş olan, ülkemize, milletimize hizmet etmiş olan herkesi saygıyla selamlıyorum. Özellikle, geçmiş dönemlerde hazırladıkları planlarla, çalışmalarla ülkemizin kalkınma sürecini daha da hızlandırmak için gayret edenleri saygıyla selamlıyorum.

Plan tartışmaları ülkemizin gündeminde uzun dönemdir yer alan tartışmalar. Bu vesileyle, şunun da altını çizmek istiyorum: “Serbest piyasa ekonomilerinde plan olmaz.” gibi bir yaklaşım kesinlikle doğru değildir. “Piyasa her şeyi halleder, piyasa her şeyi yapar.” gibi bir anlayışı benimsememiz mümkün değil. Bir taraftan, elbette ki serbest piyasa işleyecek ama bir taraftan da bu bir hukuk düzeni içinde devletin düzenleyici ve planlayıcı işlevleriyle birlikte hayata geçecek.

“En gelişmiş” dediğimiz piyasa ekonomilerinde planlamaların da aslında en ileri düzeyde olduğunu hepimiz biliyoruz. Piyasa ekonomileri kargaşa ekonomileri değildir, kaos ekonomileri değildir; hukuk düzeni içinde çalışan ve ciddi anlamda politikalarla, planlamalarla şekillendirilen ekonomilerdir. Biz de, elli yılı aşkın bir planlama deneyimiyle karşınıza Onuncu Kalkınma Planı’nı getirmiş bulunuyoruz.

Planımız 2014-2018 dönemini kapsıyor, beş yıllık bir plan. 2023’e doğru giderken on yıllık bir perspektifte bu dönemin ilk beş yıllık dilimini bu planla detaylı bir şekilde bir yol haritasına oturtmaya çalışıyoruz.

Planımızın hedefi elbette ki insanımızın potansiyelini, yeteneklerini harekete geçirerek kalkınma sürecimizi hızlandırmak ve toplumumuzun yüksek refah seviyesine ulaşması yolunda katkıda bulunmaktır.

Onuncu Kalkınma Planı’nda ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma süreci bütüncül, kapsayıcı ve çok boyutlu bir bakış açısıyla ele alınmış, insan odaklı kalkınma anlayışı benimsenmiştir. Bu çerçevede plan, yüksek, istikrarlı ve kapsayıcı ekonomik büyümenin yanı sıra, hukukun üstünlüğü, bilgi toplumu, uluslararası rekabet gücü, insani gelişmişlik, çevrenin korunması ve kaynakların sürdürülebilir kullanımı gibi unsurları kapsayacak şekilde hazırlanmıştır.

Planı hazırlarken özellikle katılımcılığa büyük önem verdik. Yaklaşık iki yıldır bu planla ilgili çalışmaları sürdürüyoruz. Bu vesileyle, plana emek harcayan bütün herkesi burada şükranla anmak istiyorum.

Kalkınma planları sadece Bakanlığımızın yaptığı planlar değildir. Bu süreçte 66 adet özel ihtisas komisyonu ve çalışma grubu oluşturduk; eğitimden sağlığa, enerjiden büyüme stratejisine, nüfus hareketlerinden diğer birçok  alana kadar değişik alanlarda akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, çeşitli çevrelerden katılımcılar bu planlama çalışmamıza katkıda bulundular. Hepsine huzurunuzda teşekkür ediyorum. 3 bini aşkın insan sadece bu özel ihtisas komisyonlarımıza ve çalışma gruplarımıza katkıda bulundu.

Ayrıca, ilk defa bu plan döneminde yerelden katkı aldık, katılım aldık. Kalkınma ajanslarımız kanalıyla Hakkâri’den Edirne’ye, Samsun’dan Muğla’ya Türkiye'nin 81 ilinden kalkınma planımızla ilgili görüş topladık. 7 bini aşkın katılımcının bu süreçte görüşlerini aldık ve bunlar da planlama çalışmalarımıza ayrı bir renk kattı. Topladığınız zaman 10 binin üzerinde katılımcı iki yıllık bir süreçte planlama çalışmalarımıza katkıda bulundu.

Ayrıca, tabii ki Bakanlığımızın kurumsal kapasitesini değerlendirdik. Model çalışmalarından sektörel analizlere kadar birçok çalışmayla bu katılımcılığı birleştirerek planımızı şekillendirdik. İş dünyasıyla bir araya geldik, sivil toplum kuruluşlarıyla, “think tank” dediğimiz düşünce kuruluşlarıyla bir araya geldik planımızı tartıştık. Dünyanın değişik bölgelerinde görev yapan büyükelçilerimizi çağırdık onlarla toplantılar, istişareler yaptık, müsteşarlarımızla istişareler yaptık, gençlerle çalıştaylar yaptık, gençlerin geleceğe bakışını aldık ve bütün bu değişik kaynakları kullanarak planımızı şekillendirdik. Ben tekrar tekrar bütün bu katılımcı süreçlerde planımıza destek olan, katkı veren, fikir veren herkese huzurunuzda çok çok teşekkür ediyorum.

Planımızı şekillendirirken ilk bölümde, özellikle dünyadaki eğilimlere, dünyadaki gidişata yakından bakmaya çalıştık çünkü dünyayı okumadan, dünyadaki eğilimleri, dünyadaki gidişatı iyi değerlendirmeden ülkemizi bu süreçte konumlandırmak da mümkün değil. Ekonomik, sosyal politikalarımızı, çevresel politikalarımızı, bütün bunları şekillendirirken dünyadaki gelişmeleri yakından analiz ettik ve bu planımızda bunu da dikkate aldık.

Bu çerçevede baktığınızda küresel sistemin çok kutuplu bir yapıya doğru dönüştüğünü tespit ediyoruz. Bazı ülke ve bölgeler geleceğin yeni küresel güç merkezleri olarak ortaya çıkarken mevcut bölgesel güçler de yeniden şekillenmektedir. Dünya genelinde bölgeselleşme ve çok taraflı serbest ticaret anlaşmaları eğilimi yaygınlaşmaktadır. Küresel düzeyde üretim ekseni ve ağırlık merkezi, gelişmiş Batı ülkelerinden gelişmekte olan Asya ülkelerine doğru kaymaktadır. Bu eğilim, küresel krizden sonra daha da bir belirginlik kazanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomideki payı artarken gelişmiş ülkelerin payı azalma eğilimindedir.

Yine baktığımızda, küresel rekabet anlayışının da değiştiğini görüyoruz. Tek bir işletme çatısı altında gerçekleştirilen üretim süreçleri artık birden fazla yerde sürdürülmektedir. Artan ulaşım ve iletişim teknolojilerinin de yardımıyla değer zincirinin farklı aşamaları, farklı bölge ve ülkelerden konumlandırılabilmektedir.

Bilginin önemi ve değeri giderek artmakta, rekabet gücünün özünü yenilikçilik ve farklılık yaratma unsurları oluşturmaktadır. Bilgiye dayalı üretim ekonomik büyümenin temel belirleyici gücü olmaya devam etmektedir.

Gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfus artmakta ve buna bağlı olarak sağlık harcamaları yükselmekte, sosyal güvenlik sistemleri ciddi bir baskı altında kalmaktadır. Sağlık teknolojilerinin daha yoğun kullanımı, ilaç ve tıbbi malzeme üretimine odaklanma, sağlık turizmini geliştirme gibi fırsat alanları da bu süreçle birlikte gelen çeşitli alanlardır.

Dünyada iş gücü, eğitim, eşitsizlik gibi nedenlerle göç hareketlerinin daha fazla olması beklenmektedir. Eğitim seviyesinin yanında iş gücünün niteliğinin de iş gücü hareketlerinde belirleyici bir unsur olması beklenmektedir. Yine, hızla artan nüfus, şehirleşme, ekonomik faaliyetler, çeşitlenen tüketim alışkanlıkları çevre ve doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı artırmakta, gıda güvenliği ile su ve doğal kaynakların önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının dünyada çok daha fazla altının çizildiğini, çok daha fazla tartışıldığını burada belirtmek isterim.

Nihayet, küresel eğilimler arasında enerji konusunda önemli değişimler, dönüşümler yaşandığını görüyoruz. Enerji alanında giderek artan talep karşısında enerji teknolojilerinin dönüştüğünü, nükleer enerjinin yanı sıra kaya gazı gibi teknolojilerin gelişmeye başladığını, enerji verimliliğinin dünyada çok daha önemli hâle geldiğini ve küresel enerji sisteminin bu anlamda bir dönüşüme uğradığını da belirtmek isterim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz ve sonrası dünyayı da elbette bu planlama çalışmalarımızda dikkatli bir şekilde ele aldık. Küresel kriz 2009 yılında 1930’lardaki büyük buhrandan sonra en büyük tahribatı oluşturdu. Küresel düzeyde ekonomik aktivite yüzde 0,6 oranında azalma gösterdi ve bunun etkilerinin hâlâ devam ettiğini görüyoruz. Konut piyasasında başlayan, finans piyasalarına sirayet eden, oradan reel ekonomiyi vuran, istihdamı gerileten, sosyal meseleler oluşturan, diğer taraftan küresel krize müdahale eden ülkelerin borçlanmasına neden olan ve bu ülkelerde finansal istikrarsızlıklar oluşturan küresel krizin etkileri devam etmektedir.

Bir taraftan da küresel kriz vesilesiyle dünya ekonomisi ve dünyadaki yönetişim yeniden tartışmaya açılmıştır ve bu yeni şartları da elbette bu planlamamızda dikkate alıyoruz. 2014-2018 döneminde küresel krizden nispi olarak çıkacak dünya ekonomisinin ortalama yüzde 4,4 büyümesini bekliyoruz, planımızı yaparken bu varsayımla hareket ediyoruz ancak işsizliğin çok da fazla azalmayacağını görüyoruz. 2012 yılında avro bölgesinde işsizlik oranları 12,3’lere kadar yükseldi. Plan dönemimizde bunun 11,1’lere kadar gerilemesini bekliyoruz yani çok fazla da bir iyileşme bu anlamda beklemiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; planın genel amacına ve kurgusuna baktığımız zaman, 2023’ün bizim için genel çerçeveyi oluşturduğunu, vizyonumuzu oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ülkemizi uluslararası alanda daha üst bir konuma taşımayı öngören 2023 vizyonumuzu bu planda ana çerçeve olarak kabul ediyoruz. Bildiğiniz gibi, 2023’ün hedeflerine baktığınızda 2 trilyon doları aşan bir yurt içi hasıla, 25 bin dolar kişi başına gelir, 500 milyar dolar ihracat hedefliyoruz. İşsizlik rakamının yüzde 5’lere kadar gerilemesini bekliyoruz. Enflasyonun ve faizlerin düşük tek haneli rakamlarda istikrar kazanmasını öngörüyoruz ve yine çok çeşitli alt sektörel açılımlarıyla 2023, bütün toplumumuzun artık aslında vizyonu olarak bu planımıza da ışık tutuyor, yol gösteriyor.

2014-2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’nın temel amacı, uluslararası değer zinciri hiyerarşisinde üst basamaklara çıkmış, yüksek gelir grubu ülkeler arasına girmiş ve mutlak yoksulluk sorununu çözmüş bir ülke konumuna gelmektir.

Bu kapsamda kalkınma planımızı dört temel eksen üzerine inşa ettik. Birinci eksenimiz ve en önemli eksenimiz, nitelikli insan ve güçlü toplum ekseni; insan odaklı olan, insan için ve insanla beraber kalkınma yaklaşımını yansıtan planımızda ilk bölümümüzü bu oluşturuyor. Burada tabii, refahın toplumun geneline yayılması, beşerî sermayemizin güçlendirilmesi, toplumsal bütünleşmemizin pekiştirilmesi hep amaçlarımız arasında.

Bu planın ikinci temel ayağını yenilikçi üretim, istikrarlı büyüme oluşturuyor. Burada da 2023’e giden yolda gayrisafi yurt içi hasılamızı 2018 yılına ulaştığımızda 1,3 trilyon dolara ulaştırmayı hedefliyoruz. Kişi başına gelirimizi 2018 yılında 16 bin dolara çıkarmayı hedefliyoruz ve yine geçen yıl yüzde 9,2 oranında gerçekleşen işsizlik oranını yüzde 7,2’ye kadar düşürmeyi hedefliyoruz, Önümüzdeki süreçte 4 milyon civarında yeni iş, istihdam oluşmasını planlıyoruz. Bu şekilde, ikinci eksenimiz daha çok bilgiye, teknolojiye, yüksek katma değerli üretime, sanayileşmeye vurgu yapan, yenilikçi üretim ve istikrarlı büyümeden oluşuyor.

Planımızın üçüncü temel ayağı, yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir çevreden oluşuyor. Burada bir taraftan artan, refahın bölgeler arası dengeli dağılımı, kesimler arası dengeli dağılımı, bölgesel farklılıkların azaltılması, diğer taraftan, daha sağlıklı bir şehirleşme, daha nitelikli yaşam ortamları oluşturma, afet risklerine karşı ülkemizi daha güvenceli hâle getirme gibi hedeflerimiz var.

“İnsan odaklı” dediğimiz planımızın özünü aslında şu oluşturuyor: Nitelikli, donanımlı insanı yetiştirmemiz gerekiyor; nitelikli, donanımlı insanımızı korumamız, başka ülkelere kaptırmamamız gerekiyor. Diğer taraftan, tüm dünyadan nitelikli insanları, donanımlı insanları cezbeden bir ortam oluşturmamız gerekiyor. Bunu dediğiniz andan itibaren de şehirleşme son derece önemli. Trafik probleminden kültürel, sanatsal faaliyetlere, çevre meselelerinden yapılaşmaya, şehir estetiğine kadar bütün unsurlarıyla yaşanabilir şehirler oluşturduğumuz zaman, daha da ileriye götürdüğümüz zaman bu anlamda Türkiye’yi, nitelikli insanları tutma ve cezbetme konusunda da çok avantajlı bir konumda olacağız diye inanıyoruz. Dolayısıyla, üçüncü temel eksenimizi bu yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir çevre oluşturuyor.

Dördüncü boyut ise kalkınma için uluslararası iş birliği. Ülkemiz son dönemlerde hızlanan ekonomik kalkınmasıyla, sosyal politikalarıyla, çevresel anlamda sağladığı ilerlemelerle, her şeyden önemlisi demokrasi ve hukuk alanında sağladığı gelişmelerle dünyada farklı bir konuma gelmiş durumdadır, bölgesi başta olmak üzere dünyada çok daha etkin bir hâle gelmiş durumdadır. Bu niteliğini daha da pekiştirmeyi, örnek bir ülke, ilham veren bir ülke olma vasfını daha bir pekiştirmeyi öngörüyoruz ve bir taraftan, Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerini sürdürürken, diğer taraftan, farklı bölgesel entegrasyonlarla ilişkilerimizi yürütmeyi, bir yandan da komşu ülkelerimiz başta olmak üzere ikili ilişkilerimizi geliştirmeyi öngörüyoruz ve Türkiye'nin bu kalkınma tecrübesini, gelişme tecrübesini de bir taraftan paylaşmayı düşünüyoruz.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; sektörel bazda da çok sayıda politikamız ve hedefimiz var. Bir kısmını ancak burada aktarma imkânım olacak, gerisini belki tartışmalarla, soru-cevap bölümlerinde daha fazla açabiliriz.

Eğitim tabii ki bu planın en temel, en öncelikli konularından bir tanesi. Nitelikli insan diyen bir planın, insan odaklıyım diyen bir planın olmazsa olmaz en önemli unsurlarından bir tanesi eğitim. Bakın, 2002 yılında yükseköğretim dâhil tüm eğitim sistemine verdiğimiz kaynak 9,9 milyar Türk lirası iken 2013 yılında bu rakam yaklaşık 63 milyar Türk lirasına ulaşmış durumda. FATİH Projesi’nden yeni kurulan üniversitelere, yurt kapasitelerine kadar çok sayıda, burada gelişmeler sağladık.

Önümüzdeki dönem, özellikle okul öncesine vurgu yapıyoruz. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranımızı yüzde 47’den yüzde 70’e çıkarmayı hedefliyoruz. Yükseköğretimde ise brüt okullaşma oranımız yüzde 87’ye ulaşmış durumda, bunu, plan dönemi sonunda yüzde 94’lere çıkarmayı öngörüyoruz. Ortaöğretim dâhil olmak üzere diğer sistem zaten zorunlu hâle gelmiş durumda, oralarda doğal hedefimiz tabii ki yüzde 100.

Sağlık alanında, yine, geçtiğimiz dönemde bebek ve anne ölümleri oranını hızla düşürdük. Doğuşta beklenen yaşam süresi yükseldi. Kişi başına hekime müracaat sayısı –bakın, bu çok önemli, erişilebilirliği gösteriyor- on yıl önce ortalama 3,2’ymiş bir kişinin bir yıl içinde hekime başvurma sayısı; bu, 2011 yılında 8,2’ye çıkmış, aşağı yukarı Avrupa Birliği standartlarında. İnsanımız artık dilediği zaman bu hizmetleri alabiliyor ve sağlıklı bir şekilde alabiliyor. Bu dönemde sağlık personeli sayısı 378 binden 670 bine, aşılama oranımız yüzde 77’den yüzde 97’ye ulaşmıştır ve önümüzdeki dönem bunu daha da artırmak istiyoruz. Vatandaşımızın sağlıktan memnuniyeti ise yüzde 39,5’tan yüzde 75’e yükselmiştir. Plan döneminde de 80 bin yeni yatak, 30 bin ilave hekim ve 80 bin ilave hemşire kapasitesi oluşturmayı öngörüyoruz.

Adalet sistemi, yine, bu planda çok önemli bir boyut. Adalet  sadece demokrasi açısından önemli değil, kalkınma açısından da son derece önemli. İyi işleyen, hızlı işleyen, doğru işleyen bir adalet sistemi öngörülebilirliği artıran, belirsizliği azaltan bir adalet sistemi yatırım ortamının geliştirilmesi ve daha fazla nitelikli insan ve nitelikli sermayeyi ülkemize cezbetme bakımından hayati bir konu. Bu alanda 174 adalet binasını tamamladık İstanbul, Avrupa ve Anadolu Yakası dâhil olmak üzere. “UYAP” gibi önemli bilgi işlem projelerini hayata geçirdik. Temel birçok kanunu yasalaştırdık ama daha almamız gereken elbette mesafe var.

Bu çerçevede, plan döneminde koruyucu-önleyici hukuk yaklaşımını yaygınlaştırmayı, yargıya ulaşılabilirliği daha da artırmayı, hukukun tüm dallarında alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerini geliştirmeyi öngörüyoruz. Temel hak ve özgürlükleri bu anlamda artırmayı, çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasi anlayışıyla, bireylerin ve toplumdaki farklı kesimlerin kendilerini özgürce ifade edebilmeleriyle, tüm inançlara ve yaşam tarzlarına saygıyı esas alıyoruz.

Özgürlük, kalkınmanın da temel unsurudur. “Yenilikçi bir ekonomi” diyorsanız, özgürlükçü bir siyasal, toplumsal ortamı esas almak durumundasınız. Özgürlüğün olmadığı yerde yenilik olmaz; özgürlüğün olmadığı yerde, fikir hürriyetinin olmadığı yerde teknoloji gelişmez. Bu, sadece demokrasi açısından değil, kalkınma açısından da son derece önemli. Dolayısıyla, bu planımızda, Onuncu Plan’da demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere kalkınma perspektifi içinde güçlü bir vurgu yapıyoruz.

Diğer taraftan, sosyal koruma harcamalarına önem veriyoruz. Sadece piyasanın insafına toplumu bırakamayız. Engelli vatandaşlarımız, yaşlı vatandaşlarımız, dar gelirli kesimler; bunlara dönük önemli politikalar ortaya koyuyoruz. Küresel kriz sonrasında birçok ülke bu harcamalarını kısarken, bu harcamalarını azaltırken biz bu harcamaları artıran ülkeler arasında olduk. On yıl önce toplam nüfusumuzun yüzde 30’u olan, günlük harcaması 4,30 doların altında olan nüfus 2013’te 2,3’e kadar gerileyecek, böyle tahmin ediyoruz. Plan dönemi sonunda da bunu sıfıra yaklaştırmayı öngörüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye artık gelişmiş ülkeler gibi nispi yoksullukla mücadele eden bir ülke hâline gelecek. Mutlak yoksulluğu, inşallah, önümüzdeki yıllarda gündemimizden tamamen çıkarmış olacağız.

Kültürel, sanatsal faaliyetler de planımız içinde yer alıyor. Bir taraftan kültürel zenginliğimizi, çeşitliliğimizi korurken, bir taraftan da ortak değerler etrafında toplumsal bütünlüğe ve dayanışmaya vurgu yapıyoruz.

İstihdam ve çalışma hayatı konusunda OECD ülkeleri arasında işsizliği en fazla azaltan ülke Türkiye oldu, küresel kriz sonrasında. 2007-2012 döneminde 4,4 milyon yeni istihdam oluşturduk. Önümüzdeki dönemde de çalışma hayatımızı geliştirmeyi ve istihdamı artırmayı, daha fazla ve daha nitelikli istihdam oluşturmayı hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal güvenlik sistemimizin de sürdürülebilir bir şekilde devam etmesini öngörüyoruz. Plan dönemi sonunda gayrisafi yurt içi hasılaya pay olarak yüzde 4’e kadar sosyal güvenlik sisteminin bütçe yükünü azaltmayı öngörüyoruz.

Nüfus dinamiklerine tabii ki vurgu yapıyoruz, nüfus önemli. Bakın, bir Kalkınma Bakanı olarak şu uyarıda bulunmak istiyorum: Bütün gelişmekte olan ülkelerin bir riski var. Gelişmiş dediğimiz bugünkü ülkeler zenginleştikten sonra yaşlandılar, hâlbuki gelişmekte olan ülkelerin zenginleşmeden önce yaşlanma riski var. Zenginleştikten sonra yaşlanırsanız idare edebilirsiniz o servetinizle, geçmişten gelen birikiminizle; zenginleşmeden yaşlanırsanız, işte, bu büyük bir risktir. Bütün gelişmekte olan ülkelerin ciddi bir riski olarak bunun altını çizmek istiyorum. Bizde de maalesef toplam doğurganlık hızımız, 2,1 olan yenileme hızının altına düşmüş durumda, 2012’de bu oran 2,08. Uzun vadeli projeksiyonlar yaptığımızda 2050’den sonra nüfusumuzun azalmaya başladığını görüyoruz. 2075’lere geldiğimizde 88-89 milyonluk bir nüfus öngörüyoruz. Bu, işte, gidişatı değiştirmek, genç nüfus dinamizmini korumak için plan döneminde nüfusu artırıcı politikalar tabii ki benimsenmiş durumda.

Kamuda stratejik yönetim, kamu hizmetlerinde e-devlet uygulamaları gibi hususlar yine, planda altını çizdiğimiz hususlar. Devletimizi artık sanal ortamda daha fazla hizmet yapar hâle getirmek istiyoruz. Şu anda e-devlet kapısından sunduğumuz hizmet sayısı 700, plan dönemi sonunda bunu 3 bine çıkarmayı, kullanıcı sayısını da 15 milyondan 30 milyona taşımayı öngörüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Değerli Başkan; yenilikçi üretim, istikrarlı büyüme çerçevesinde yine, hızlı bir büyüme perspektifimiz var. Türkiye kriz sonrası dönemde, üç yıllık dönemin ortalaması olarak bakarsanız, yıllık ortalama 6,7 büyüme sağladı. Bu oldukça yüksek bir büyüme hızı, OECD ülkeleri içinde en yüksek büyüme hızı. Gelecek dönemde de bunu devam ettirmeyi öngörüyoruz. 2002 yılında 3.500 dolar civarında olan kişi başına gelirimiz, geçen yıl itibarıyla 10.500 dolara ulaşmış durumda ve AB kişi başına ortalamalarıyla mukayese ederseniz, Avrupa Birliğinin on yıl önce yüzde 36’sı düzeyinde olan kişi başına gelirimiz, bugün yüzde 53’üne ulaşmış durumda. Önümüzdeki dönemde de yıllık ortalama 5,5 büyüme öngörüyoruz, plan döneminde. Plan dönemi sonunda, 2018 yılında ise 5,9 gibi, yüzde 6’ya yakın bir büyüme hızına ulaşmayı öngörüyoruz. Burada sermaye ve emeğin yanı sıra, toplam faktör verimliliğinin de yüzde 1,1 oranında büyümemize katkı yapmasını bekliyoruz. Bu dönemde hem büyüme politikalarımız hem aktif iş gücü, diğer politikalarımızla birlikte istihdamın 4 milyon civarında artmasını bekliyoruz.

İş gücüne katılım oranında kadınlar başta olmak üzere… Kadınların çok hızlı bir şekilde, daha fazla iş gücüne gireceğini öngörüyoruz ve 2,7 puanlık bir artışla, iş gücüne katılma oranımızın yüzde 53,8’e kadar yükselmesini bekliyoruz.

Büyümeyi sağlarken yurt içi tasarruflara bu planda büyük bir vurgu yapıyoruz. Yurt içi tasarruflarımız maalesef oldukça gerilemiş durumda. Bu, kamudan değil daha çok özel kesimden kaynaklanan bir durum. Son on yıllık dönemde kamu tasarrufları artarken özel tasarruflarda ciddi bir düşüş söz konusu oldu. Önümüzdeki dönemde bu tasarrufları artırmayı öngörüyoruz. Yüzde 14’leri aşan tasarruf oranımızı bugün için plan dönemi sonuna geldiğimizde yüzde 19’lara kadar yükseltmeyi hedefliyoruz ve buna yönelik detaylı politikalara yer veriyoruz.

Ödemeler dengemize tabii ki dikkat ediyoruz, ihracatı artırıcı politikalar izleyeceğiz. Bir taraftan da tabii ödemeler dengemiz için çok önemli olan enerji konusunda gerek yerli kaynakları kullanma, yenilenebilir enerjiyi kullanma gerekse enerji verimliliğine ve nükleer enerjiye ciddi vurgular yapıyoruz. Tabii bunun sonuçlarını daha çok ikinci dönemde göreceğiz. Bu beş yıllık dönem biraz yatırım dönemi olacak. Kömüre yaptığımız yatırımlar, nükleere yaptığımız yatırımlar böyle bir iki yılda sonuç verecek yatırımlar değil. Bu dönemde bu yatırımları yapacağız, ikinci beş yıllık dönemde ise bunların sonuçlarını daha net bir şekilde alacağız inşallah.

Dönem sonunda yüzde 4,5, ilk yıllarda yüzde 5 civarında bir enflasyon öngörüyoruz.

Mali piyasalarda, İstanbul Finans Merkezi Projesi başta olmak üzere, yeni açılımlar, yeni enstrümanlar öngörüyoruz.

Maliye politikamız, son on yılda olduğu gibi yine disiplinli bir şekilde devam edecektir. Özellikle bunun etkisini, tabii, vatandaşımıza hizmet olarak yansıtıyoruz. Borçlarımızın millî gelire oranı son on yılda yüzde 74’ten yüzde 36’lara kadar geriledi.

Bakın, 2001 yılında bütçe faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 93,4’lere kadar yükselmişti, bu oran 2012 yılında yüzde 17,4’e kadar geriledi. Disiplinli bir bütçe, disiplinli bir maliye politikası faiz oranlarını aşağıya çekti, güven ortamı oluşturdu. Buradan elde ettiğimiz tasarrufları da biz halkımıza hizmet olarak, sosyal politikalara, çalışanlarımıza ücret olarak yansıttık ve bundan sonraki dönemde de yine maliye politikalarına, disipline ciddi önem vereceğiz.

2012 yılı sonu itibarıyla hesaplanan uzun dönem reel faiz oranımız 0,23 ile Avrupa Para Birliğine üye olan ülkelerin ortalaması olan yüzde 0,54’ün dahi altına indi. Türkiye bu başarıyı sağladı, bunu hep birlikte devam ettirmemiz gerekiyor.

Plan döneminde vergi tabanını genişletmeyi, vergiye gönüllü uyumun artırılmasını, kayıt dışı ekonominin azaltılmasını, buradan elde edeceğimiz alanla da işlem vergilerinin düşürülmesini, üretimi ve istihdamı artırmayı öngörüyoruz.

Yatırım politikalarımızda, yine baktığınız zaman, geçtiğimiz yedi yıllık dönemde sabit fiyatlarla -2013 fiyatlarıyla- 391 milyar Türk lirası kamu yatırımı yaptık. Önümüzdeki dönemde de bu yatırımlarımızı artırarak devam ettireceğiz. Önümüzdeki beş yılda 417 milyar Türk lirası yeni kamu yatırımı düşünüyoruz, buna kamu-özel ortaklığı yatırımları dâhil değil, ayrıca onları da gerçekleştireceğiz fakat bir taraftan da özel sektör için uygun yatırım ortamı oluşturup, tabii esas büyümemizin dinamiğini özel sektör yatırımlarıyla sürdüreceğiz.

AR-GE’ye önem vermeye devam edeceğiz. Geçtiğimiz on yılda AR-GE harcamalarımızın millî gelire oranında ciddi bir artış sağladık, önümüzdeki plan dönemi sonunda da AR-GE harcamalarının yurt içi hasılaya oranını yüzde 1,8’e kadar yükseltmeyi hedefliyoruz.

İmalat sanayiye bu planda güçlü bir vurgu yapıyoruz. Ülkemizin bu alanda daha fazla çaba sarf etmesini hedefliyoruz ve burada, bir taraftan ihraç pazarlarımızı çeşitlendirirken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Bir miktar ilave süre isteyebilir miyim Sayın Başkanım?

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreyi uzatamıyoruz, teşekkür ederim. Bölümler üzerinde konuşmalarınız var zaten.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Yalnız bütünlüğü biraz tam ifade edememiş oldum. En azından kapanış için birkaç dakika verin Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Devamla) – Tamamlayamadık ama diğer konuşmalarda eksik kalan konuları ilave etmeye çalışacağım. Tabii, bunun dışında, bir de bölgesel, mekânsal politikalarımız var, onu da özetleyemedim, yeri geldiğinde inşallah daha detaylı bilgi verme imkânımız olur.

Ben bu vesileyle tekrar, plana katkıda bulunan, destek veren, en son Plan Bütçede üç gün boyunca eleştirileriyle, görüşleriyle bize katkı veren değerli milletvekillerine ve diğer tüm katkıda bulunanlara teşekkür ediyorum. Planın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.06

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.25

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi, birinci bölüm üzerinde görüşmelere başlıyoruz.

Birinci bölüm “giriş, küresel gelişmeler ve eğilimler, plan öncesi dönemde Türkiye’de ekonomik ve sosyal gelişmeler” kısımlarından oluşmaktadır.

Bölüm üzerinde, Hükûmet adına Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz söz istemiştir.

Buyurun.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, aslında bütün bölümlerde konuşmayacağım muhalefet ve iktidar partisinden milletvekillerimize daha fazla zaman kalsın diye ama bu konuşmamı tamamlamak açısından söz aldım. Bütünlük kopmasın diye bu bölümde müsaadenizle konuşmamı tamamlayacağım.

Az önce bahsettiğim yenilikçi üretim, sürdürülebilir yüksek ekonomik büyüme bölümünde girişimciliğe ve KOBİ’lere de yine ayrı bir önem veriyoruz. Son on yılda 83 adet organize sanayi bölgesi, 99 adet küçük sanayi sitesi, 45 adet teknoloji geliştirme bölgesi ve 3 adet endüstri bölgesi kurulmuş durumda. Önümüzdeki dönemde de esnaf, sanatkâr ve kooperatifçilik dâhil olmak üzere küçük ve orta boy işletmelere daha fazla destek vermeyi düşünüyoruz. Özellikle bunların araştırma, geliştirme, yenilik ve ihracat kapasitelerini geliştirmeyi öngörüyoruz.

Bilgi ve iletişim teknolojileri son derece önemli. Son on yılda İnternet abone sayımız 18 binden 20 milyonun üzerine çıktı, büyük bir sıçrama gerçekleşti. Bunu önümüzdeki dönemde de devam ettireceğiz. İletişim teknolojileri, bilgi tabanlı bir ekonomik dönüşümün temel unsurlarından birini oluşturuyor.

Tarım ve gıda konuları her planda olduğu gibi bu planda da elbette çok çok önemli bir yere sahip. Plan dönemi boyunca özellikle arazi toplulaştırmasına devam edeceğiz. Şu anda 4 milyon hektara ulaşmış durumda arazi toplulaştırma çalışmaları. Plan dönemi sonunda bunu 8 milyon hektara kadar çıkarmayı öngörüyoruz. Sulama alanını 2,9 milyon hektardan 3,8 milyon hektara çıkarmayı, ağaçlandırılan toplam arazi miktarını ise 3 milyon hektardan 3,7 milyon hektara yükseltmeyi öngörüyoruz.

Enerjiden bir miktar bahsetmiştim. Plan döneminde 58 bin megavattan 78 bin megavata çıkmayı öngörüyoruz. Özellikle yerli kaynaklara dayalı bir şekilde enerji potansiyelimizi geliştireceğiz. Nükleer enerji konusunda da önemli yatırımlar yine bu dönemde başlamış olacak ama hepsinden önemlisi -tekrar altını çiziyorum- enerjinin verimli kullanımı. Hem çevre açısından hem işletmelerimizin rekabet gücü açısından hem de enerjiye olan bağımlılığımızın azalması bakımından en önemli husus enerjiyi daha verimli kullanmak.

Madencilikte özellikle arama çalışmalarına yoğunlaşacağız. Bu çerçevede sondaj metrajını 1,3 milyon metreden 3 milyon metreye yükseltmeyi ve ülkemizin maden potansiyelini daha fazla açığa çıkarmayı öngörüyoruz.

Ülkemizin coğrafyasına baktığınız zaman, lojistik anlamda büyük üstünlüklere sahip olduğumuz açık bir şekilde görülüyor. İşte, bunu hem iç pazarımızın gelişmesi hem uluslararası bağlantılarımız açısından geliştirmeye çalışacağız.

Geçtiğimiz on yılda bölünmüş ağ uzunluğumuz 22.253 kilometreye ulaştı. Ankara-Eskişehir, Ankara-Konya ve Eskişehir-Konya yüksek hızlı tren hatları işletmeye alındı.

Çandarlı Limanı başta olmak üzere Mersin ve Filyos limanları da dâhil çeşitli liman çalışmalarına başlamış durumdayız; bir kısmının inşası başladı, bir kısmında etüt projeler yürüyor; bunlar önemli.

Yolcu trafiği hava yollarında 131 milyona ulaştı. Geçen yıl sonu itibarıyla aktif hava meydanı sayımız 49’a yükseldi, bunu da önümüzdeki dönemde geliştirmek istiyoruz. Plan döneminde özellikle bu yeni havaalanımızla birlikte İstanbul’un uluslararası bir aktarma ve bakım onarım merkezi olmasını öngörüyoruz.

Bölünmüş yol ağı uzunluğumuzu 30 bin kilometreye, BSK’lı yol ağını ise 40 bin kilometreye çıkarmayı hedefliyoruz.

Turizm önemli bir alan yine. Yabancı turist sayımız geçtiğimiz on yılda ortalama yüzde 9 civarında artarak 31,8 milyon kişiye ulaşmış durumda. Turizm gelirlerimiz ise 29,4 milyara ulaştı geçen yıl itibarıyla. Plan dönemi sonunda yabancı ziyaretçi sayısını 42 milyona, turizm geliriniyse 45 milyar dolara çıkarmayı hedefliyoruz.

Üçüncü başlığımız olan “yaşanabilir mekânlar, sürdürülebilir çevre” ekseni altında bölgesel gelişmeyi ve bölgesel rekabet edebilirliği önemsiyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz dönemde çok önemli adımlar attık; kalkınma ajanslarını kurduk, bölge kalkınma idarelerini kurduk. Sadece GAP bölgesinde vardı biliyorsunuz, şimdi KOP bölgemiz için, Konya Ovası için; Doğu Anadolu için, DAP bölgesi için ve Doğu Karadeniz için, DOKAP için bölge kalkınma idareleri kurduk. Sadece kalkınma ajanslarımız kanalıyla 1,6 milyar liralık mali destek sağladık. 8 binin üzerinde projeye destek olduk, önümüzdeki dönemde bu devam edecek. 81 vilayetimizde yatırım destek ofisleri kurduk, bu ofisleri daha aktif hâle getirmeye çalışacağız. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Eylem Planı’nı geçtiğimiz beş yılda uyguladık, buraya 14,7 milyar liralık bir kaynak harcadık GAP Eylem Planı’mıza. Önümüzdeki dönem dört bölge için yeni eylem planları hazırlıyoruz. GAP Bölgesi Eylem Planı’mızı yenilerken KOP için, DOKAP için ve DAP için de beş yıllık yeni eylem planları hazırlıyoruz, onu da önümüzdeki dönemde inşallah uygulamaya geçirmeyi hedefliyoruz, bu plan döneminde.

Şunun da altını çizmek isterim: Bazen “Bu projeler niye bitmiyor?” diye bir eleştiri alıyoruz. Haklı bir eleştiri tabii ama bir taraftan da şunu düşünmemiz lazım: Kalkınma süreci hiçbir zaman bitmeyen bir süreç aslında. Hangi hedefe ulaşırsanız ulaşın, yeni hedefler çıkıyor karşınıza. Amerika’da, Avrupa’da, en gelişmiş ülkelerde bile kalkınma süreci hiçbir zaman bitmiyor, hep yeni hedeflerle devam ediyor. Bu, bölgesel kalkınma için de geçerli. Bir yerlere getiriyorsunuz işi, ondan sonra yeni hedeflerle daha yukarılara taşımanız gerekiyor.

KÖYDES geçtiğimiz dönemde yine büyük önem verdiğimiz bir proje. 2005-2013 döneminde 8,5 milyar lira para harcadık kırsal alana. 181.500 kilometre köy yolu yaptık, 32 bin kilometre yol onarımı gerçekleştirdik, 47.461 üniteye içme suyu desteği sunduk. KÖYDES’e önümüzdeki dönemde de devam edeceğiz.

KÖYDES’le birlikte, şehirleşme tabii, şehirleşme de son derece önemli. Burada da yine geçtiğimiz plan dönemine baktığınızda, toplam nüfusumuz yüzde 7,1 artarken şehir nüfusumuz aşağı yukarı bunun 2 katı kadar oranda artmış durumda. Şehirleşmemiz bundan sonra da devam edecek. 2018’de şehirleşme oranının yüzde 76,4’e kadar çıkmasını öngörüyoruz. Bu çerçevede şehirlerimize ayrı bir önem vereceğiz. Afet riski olan alanlarda dönüşümle ilgili zaten bir çalışma başlatmış durumdayız. Bu plan döneminde bu çalışmalar yoğun bir şekilde devam edecek. Dar gelirli insanımızın konut ihtiyacını karşılamaya dönük programlarımız yine devam edecek.

 Kentsel altyapı alanında baktığınızda, içme ve kullanma suyu şebekesi yeterli belediyelerin oranı yüzde 99’a ulaşmış durumda. İçme ve kullanma suyunu arıtan belediyelerin, toplam belediye nüfusuna oranı yüzde 52 düzeyinde. Kanalizasyon şebekesi ve atık su arıtmayla ilgili hizmetlerde, sırasıyla yüzde 88 ve yüzde 62’ye ulaşmış durumdayız.

Katı atık alanında düzenli depolamayı yapan belediye nüfusunun toplam belediye nüfusuna oranı yüzde 60’lar düzeyine ulaşmış durumda. Bütün bu konularda çalışmalarımız artarak devam edecek.

Raylı sistemler, giderek büyük ölçekli şehirlerimizde gelişiyor. 477 kilometreye ulaşmış durumda.

Özellikle burada küçük ölçekli, mali gücü yetersiz belediyeler için “SUKAP” dediğimiz, Su ve Kanalizasyon Altyapı Programı’nı oluşturduk. Geçtiğimiz üç yılda 1,5 milyar lira civarında bir destek verdik bütçeden, önümüzdeki dönemde bu programı devam ettireceğiz.

Yeni Belediyeler Kanunu’muzla büyükşehirlerde, özellikle mahallî idarelerde hizmette etkinliği sağlamak, koordinasyonu ve kaliteyi artırma çalışmalarımız devam edecek. Bir taraftan da bütçeden mahallî idarelere aktaracağımız kaynaklar bu dönemde artmış olacak.

Çevre ve afet yönetimi konusunda yine sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda çevreye duyarlı politika ve stratejiler uygulamaya, mevzuatımızı ve kurumsal kapasitemizi geliştirmeye devam edeceğiz.

Kalkınma için uluslararası iş birliği konusunda zaten bir değerlendirme yapmıştım, o konuya daha detaylı girmek istemiyorum.

Diğer taraftan, öncelikli dönüşüm programlarımız var. Planımızın özellikle uygulama ayağını daha fazla güçlendirmek için bu plana 25 adet öncelikli dönüşüm programı koymuş durumdayız, detaylarını daha sonra, plandan sonra belirleyeceğiz. Bu konularla ilgili daha sonraki konuşmalarda detay verileceği için ben detayına girmek istemiyorum.

Tekrar dikkatinizden dolayı, dinlediğiniz için çok çok teşekkür ediyorum. Planımız hayırlı olsun, görüşmelerimiz hayırlı olsun diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Birinci bölüm üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 476 sıra sayılı Kalkınma Planı üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biz kalkınıyoruz arkadaşlar gizli dinlemeyle, gizli soruşturmayla, gizli tanıkla, gizli delillerle, TOMA’larla, panzerlerle, sonra, yap-işlet-devret modelleriyle; hazine arazilerinden ormanların satışına kadar, ırmakların, limanların, çevrenin, doğanın, kültürün, bütün bunların, bu ülkenin zenginliğini, çocuklarımızın geleceğini, insanlığın ülkemizdeki geleceğini, on bin yıllık tarihini ve kültürünü heder ederek kalkınmaya çalışıyoruz.

1963’ten beri bir kalkınma planları modasıdır geliyor. Oysa ki geldiğimiz günümüzde, 21’inci yüzyılda, Sayın Bakan “Şu kadar bürokrat konuştu.” diyor “Şu kadar ajans, şu kadar uzman, şu kadar bilmem kim bu raporu hazırladı.” diyor, 2014-2018. Allah aşkına, bu Meclisin kaç üyesi bu çalışmanın içinde yer aldı? Kaç tane üniversitemizin AR-GE çalışması bunun içinde yer almıştır? Kaç tane çevre örgütü bunun içinde yer aldı? Kaç tane ekonomist, kaç tane emekten yana, emeği savunan, ayrımcılığa uğrayanların haklarını savunan, kaç tane adalet kapısında her gün bekleyen… Bu Meclisin 8 milletvekilinin tutuklu olduğu adaletin içinde hâlâ adaleti kalkınma modeli olarak gören bu anlayışın, neoliberal politikaların, bu vahşi kapitalizmin, bu vahşi kâr hırsının ülkeleri kalkındırdığı nerede görülmüştür arkadaşlar?

Katılımcılık, çoğulculuk, ortaklaşma, ülkenin geleceğini belirleme, işte bütün mesele bu. Eğer, bunu oturtamıyorsanız sistem olarak ve kalkınmayı devletin kamu memurlarının, atanmışların işi olarak görüp ülkenin kalkınmasını hedefliyorsanız, o ülkenin kalkınması söz konusu olamaz.

Bakın, bizim üzerinde konuştuğumuz başlıklara baktığımız zaman, çok ilginç bir tespitle başlamak istiyorum.

“Küresel Gelişmeler” diyor. Dünya, 2008’de üçüncü büyük ekonomik bunalımını, küresel krizini yaşadı. Bu küresel krizin dinamo gibi salladığı ülkelerin birçoğu gelişmiş ülkelerdi; yaşam endeksi yüksek, refah düzeyi Türkiye'den yüksek, asgari ücreti Türkiye'den yüksek, eğitimi Türkiye'den yüksek, sağlığı Türkiye'den yüksek ve imkânları daha fazla olan ülkelerdi. Ne oldu? Yunanistan’dan İtalya’ya, İtalya’dan İspanya’ya, İspanya’dan Portekiz’e, Portekiz’den İrlanda’ya ve zaman zaman Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de…

Şimdi, bu kadar farklı bir gelişmenin hızla dünyaya yayıldığı günümüzde Türkiye'nin yaşadığı coğrafyaya bakın. Orta Doğu’ya bakın, yanı başımıza bakalım, Suriye’ye bakalım, Irak’a bakalım, İran’a bakalım ve Orta Doğu’da yaşananların enerji boyutuna bakalım, su güvenliğine bakalım ve Orta Doğu’nun yeniden, 21’inci yüzyılda dizaynıyla ilgili gelişmelere bakalım. Burada yaşanan Arap Baharı’na bakalım. Eğer, bütün bunlar Türkiye'yi etkilemez, teğet geçer diyorsanız; eğer, bütün bunlar insanlarımızı etkilemez, hiçbir şey olmaz diyorsanız bir şafak vakti kalktığınızda, Gezi Parkı’nda yakılan çadırların, darp edilen çevrecilerin, arkasından oransız kullanılan şiddetin yarattığı ortamda, o sabahın şafağında meydanlara dökülmüş yüz binlerin dikilişini, itirazını görürsünüz. Bu itiraz, işte böylesi kalkınma modellerine, işte böylesi tek taraflı rant mekanizmalarına, işte böylesi tek taraflı tahakküm mekanizmalarına, işte böylesi Türkiye'nin 1 trilyon dolar bütçesini yapılandırırken fikrini almadığınız yurttaşımın itirazına sahne olursunuz. Bunun doğru okunacak yanları var, ders alınması gereken yanları var.

Kanal İstanbul’u yapabilirsiniz. Kaç trilyon? Nereden kredi alacaksın? Hangi bankadan alacaksın? Hangi uluslararası sermayeyle yürüteceksin? Hangisine yap-işlet-devretle vereceksin? 10 milyar dolarların faturasını, yükünü burada yaşayan yurttaşın çocuklarına, torunlarına, torunlarının torunlarına eğer yük olarak bırakacaksanız… Geleceğini satıyorsunuz bu ülkenin. Bu kalkınma değildir arkadaşlar.

Eğer üçüncü köprüde de yap-işlet-devret modelinde birilerinin istediği çerçevede bir modelle bunu götürürseniz, Galataport’ta bunu yaparsanız, Harem Port’da bunu yaparsanız ve sonradan enerji alanına hiçbir şey tanımadan dalarsanız, nükleer santrallerde, Akkuyu’dan, Sinop’tan girip İğneada’dan çıkıp, Türkiye'nin her bir tarafında enerjiyi üreteceğim diye HES’lere, tarihi, Hasankeyf’in on bin yıllık tarihini, geleceğini sular altında bırakmaya götürecek maceralara bakarsanız, doğanın, kültürün, tarihin yok olduğu ortamlarda siz yaşanabilinir bir Türkiye yaratamazsınız. Yaşanabilinir bir Türkiye'nin öncelikle ve öncelikle geçeceği bir yer vardır; adaletten geçer, barışçıl bir toplumdan geçer. O toplumda adalet varsa, barış varsa o toplumda kalkınma olur. Siz onun mekanizmasını kuramadığınız zaman, Kenan Evren’in 12 Eylül darbe yasalarıyla, anayasalarıyla kalkınma olacağına inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kenan Evren’in, darbecilerin Siyasi Partiler Yasası’yla, seçim yasalarıyla, seçim barajıyla, hazine barajıyla, muhalefeti yok sayan anlayışıyla, milletin kendi vekilini özgürce seçmesinin karşısına dikilerek o darbe yasalarıyla, seçim yasalarıyla kalkınma olacağına, özgürlük olacağına, adalet olacağına inanıyorsanız kendinizi kandırırsınız. Çok açık söylüyoruz, eğer hâlâ 12 Eylül darbesinin askerî mahkemelerinin, sıkıyönetim mahkemelerinin aynısından beterini, zalimini, özel yetkili mahkemelerini kapatıp “Elinizdeki davaları bitirene kadar her türlü hukuksuzluğu yapabilirsiniz.” derseniz, o özel yetkili mahkemelerde 10 bin siyasetçi tutukluysa siz kalkınamazsınız, adaletten bahsedemezsiniz.

Bakın, arkadaşlar, ben bu hafta tam beş gün Diyarbakır özel yetkili mahkemelerinde duruşmaları izledim. Otuz iki yıl ceza avukatı olarak, uluslararası hukuk alanında çalışmış bir arkadaşınız olarak; içim parçalandı, ciğerim parçalandı, ülkemin, insanlarımın düştüğü o manzarayı gördüğüm zaman kahroldum. Faysal Sarıyıldız, Şırnak Milletvekili; Selma Irmak, Şırnak Milletvekili; Gülser Yıldırım, Mardin Milletvekili; bunların hepsinin duruşmasına katıldım ve dört buçuk yıl tutukluydular arkadaşlar. Dört buçuk yıl tutuklu olan bu arkadaşlarımız örgüt üyeliğiyle suçlanıyordu. İşte, hukukçuları var bütün partilerin orada. Açın 314’üncü maddenin ikinci fıkrasını, istenen ceza beş senedir. Şimdi, dört buçuk sene tutuklu bıraktığınız bir milletvekilinin, bu Meclisin üyesinin karşısına dikilen hâkimler hangi adaletten bana bahsedebilir, hangi insanlıktan bahsedebilir, hangi hukuktan bahsedebilir, hangi vicdandan bahsedebilir? Hiç kimse bize bunu yutturamaz. Biz ancak böylesi bir durum karşısında susuyorsak, hâlâ sabrediyorsak asaletimizdendir. Yoksa an gelir, öyle bir an gelir ki “Batsın adaletiniz!” diyecek kadar bizi isyan ettirirsiniz. (BDP sıralarından alkışlar) İsyan ediyoruz hakikaten, adaletsizliğe isyan ediyoruz. Nasıl bir şey bu? Bakanlığınız yok mu? Uzmanlarınız yok mu? Bu kalkınma modellerini size hazırlayan hani binlerce uzman? Hani cezaevlerine gittiniz mi? Görüştünüz mü cezaevlerinde yatan milletvekilleriyle? Seçilmişlerden, normal vatandaşlardan hangi koşullarda yaşadığını sordunuz mu? Allah aşkına, söyleyin Kenan Evren’in döneminde bu adaletsizlik bu kadar fazla mıydı? Allah aşkına, söyleyin devlet güvenlik mahkemelerinde bu kadar fazla mıydı? Allah aşkına, söyleyin örfi idarelerden istiklal mahkemelerine gelmiş bir özel yetkili mahkeme klasiğiyle karşı karşıyayız.

Şimdi, kalkıp burada, “Bu ülkede çok fazla adliye yaptım…” Yaptınız büyük adliyeler. Çağlayan Adliyesi ve Avrupa’nın en büyük adliyesidir Kartal Adliyesi. O adliyede, cübbeleriyle savunma görevini yapan avukatlara, kendi mekânında, kendi görev alanında eğer robocop jandarmalar saldırıyorsa, eğer özel timler saldırıyorsa, eğer güvenlik saldırıyorsa, eğer sizin getirdiğiniz Çevik Kuvvet adliyenin içinde avukata saldırıyorsa, savunmaya saldırıyorsa, hadi, buyurun, siz hangi adalet, hangi kalkınmadan bahsediyorsunuz arkadaşlar?

Size, kalkınmanın ve ilerlemenin, refahın nerede başladığını sorsalar şunu söylersiniz... OECD ülkeleri içinde, yaşama endeksi konusunda dünyanın 16’ncı ekonomisi neden 87’nci sıradadır diye, bunun hesabını, bu kalkınma planında görmek isterdik.

Söyleyin, eğitimde niye geriyiz? Sağlıkta niye OECD ülkeleri içinde ve dünya sıralamasında 87’nci sıradayız? Söyleyin Allah aşkına, asgari ücretlilerin 700 küsur lira aldığı bu ülkemizde, dört kişilik bir ailenin açlık sınırının -sendikaların yaptığı rakamlarda- 3.996 lira olduğu ülkemizde nasıl 800 lirayla bu insanların geçindiğini, bunun tılsımını, bunun sihrini, bunun adaletini bu kalkınma raporunun hangi köşesinde gösterebilirsiniz bize? Çok açık söylüyorum, belki üzüyor sizi söylediklerim.

Dünyanın hiçbir yerinde, TOKİ gibi konut yapma işinin Başbakanlığa ve müteahhitliğine, taşeronluğuna verildiği bir ülke örneği yoktur arkadaşlar. Bunu belediyeler yapar, sosyal devletin gereği farklı farklı kuruluşlar yapar ama devlet, devletin Başbakanı müteahhitlik yapmaz. Çok açık söylüyoruz, bizim söylediklerimiz belki acıtıyor.

Belki bölgeler arası dengesizlikte bize “Fazla bölgenizle ilgili konuşuyorsunuz.” diyorsunuz, oysaki “Cumhuriyet tarihi boyunca en büyük yatırım bizim dönemimizde yapıldı.” diyebilirsiniz. İnkâr etmiyorum ama 100 lira harcadınızsa bunun 70 lirasının güvenliğe ve karakola olduğunu da unutmayınız. En büyük cezaevini Şırnak’a yaptınız, 2 bin kişilik, sizi kutlarım.

Bakın, Allah var, ben yapılanı görürüm, yanlışı da görürüm ama o HES barajlarının ötesinde, Türkiye Kömür İşletmelerinin neden Şırnak’tan apar topar çıkıp dükkânını kapattığını bu kalkınma planı yazmıyor? 1900’lü yıllarda Şırnak’ta, güneydoğuda, her alanda Abdülhamit’in petrol haritasının hâlâ geçerli olduğunu bugün bilim ortaya koyarken, neden bu şirketlerin hepsinin yabancı şirketler, yabancı sermaye şirketleri olduğu konusunda bu kalkınma planı bana bir fikir verebilir mi arkadaşlar? Bana şunu diyebilir misiniz: Kamunun yaşatılacak, kâr edecek bir tek kuruluşu kaldı. Petrolle ilgili… TÜPRAŞ’ından tutun şeker fabrikalarına gelelim, PANKOBİRLİK’e gelelim, pancar üreticisine gelelim, hangisinin hayatını karartmadınız ki koyduğunuz kotalarla! Tütünde mi yapmadınız bunu? Tütününü yasakladınız, yabancı ülkelere gitti. Fındıkta bunu yaşadık, üzümde bunu yaşıyoruz, pamukta bunu yaşıyoruz. Hayvancılığın merkezi olan ülkemizde anguslara bu ülkeyi emanet ediyoruz. İthalatla gelen anguslardan et yediriyoruz vatandaşımıza. Belki diyeceksiniz ki: “Bu daha ucuza geliyor.” İnanın ta Meksika’dan, Bolivya’dan angus almaya gerek yok, gidin Bulgaristan’a, Yunanistan’a, ondan daha ucuzunu, sınır kapılarını açın, vatandaş alır, gelir.

Kalkınmanın bir planı olur ama özelleştirmenin planı olmaz arkadaşlar. Bana hangi özelleştirmenin planla yapıldığını söyleyebilirsiniz, bana satılacak hangi kurum kaldığını söyleyebilir misiniz? Şu an Türkiye’de kamu kurumu olup kâr eden, satılacak bir şey kaldı mı arkadaşlar, bana söyleyebilir misiniz? İnanın, Allah’tan, güvenlik güçlerinizi sınır ötesi operasyonlara ihraç etmek dışında elinizde kamu kurumu kalmadı. Onun için Sudan’a, onun için Körfez’e, Aden’e, onun için Afganistan’a, onun için başka yerlere gönderiyoruz askerleri.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Soluduğun hava var ya!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Soluduğumuz havayı bırakıyorum ben şimdi.

Şanlıurfa’da, Mardin’de GAP projesi… Sayın Bakan, Kalkınma Bakanı, kırk yıldır GAP projesinin temeli sulama üzerine atıldı. Bana burada verdiği raporda diyor ki Sayın Bakan: “GAP projesinde yüzde 17 sulama yapılmış.” Zaten, AK PARTİ iktidarı öncesi yüzde 16 yapılmıştı, yüzde 1 de yapmışsınız, artırmışsınız. Yüzde 1 için sizi tebrik ederim. Hem de neyle yapmışsınız biliyor musunuz? İşsizlik Fonu’ndaki işçilerin paralarını almışsınız, oraya yatırmışsınız, onunla yapmışsınız. Şimdi, Allah aşkına, işçinin parasını alıyorsunuz, bari doğru dürüst yatırın. Geçen gün sordum Ahmet Türk’e “Sizin oraya ulaştı mı kanal?” diye. “Vallahi, Viranşehir’i geçti.” O zaman, Mardin Ovası’nı siz sulamadığınız zaman 5 milyon istihdamdan bahsedemezsiniz. Mardin Ovası’nı Nusaybin’den İdil’e, Cizre’ye kadar sulamadığınız zaman tarım endüstrisinden, kalkınmadan bahsedemezsiniz, bu ülkenin kalkınmasından bahsedemezsiniz. Eğer ki “Elektrik borçları vardır.” diye sayaç taktırdığınız tarım üreticilerine bir de kendi, tapulu toprağında, artezyen kuyularından çıkardığı artezyen suyuna sayaç takmaya kalkarsanız vahim. “Soluduğumuz havaya, oksijene nasıl sayaç takılır?” diye AR-GE çalışması yapmanızı öneririm, bu kalkınma planı içinde önünüzdeki dönem bu olsun. Vatandaşın nefes almasını da paralandırırsınız, ülke kalkınır. Yapmayın arkadaşlar.

Bu ülkede bir gerçek daha var. Eğer bunun içine adalet koyarsanız, kalkınmanın… Peki soruyorum size: Koalisyon hükûmeti döneminde 2001-2002’de yapılan Ulusal Program vardı, Avrupa Birliğinin. Taahhüt ettiklerinizin hepsinin takvimi vardı. Hepsinin üzerinden beş sene, yedi sene geçti. Niye yapmadınız? Ulusal Program da programdı. E, yapmadınız. E, yapmazsanız Hırvatistan’ı alırlar, 28’inci Avrupa Birliği ülkesi olur, siz de kapıda beklersiniz. Bu işler bu kadar basit, zor değil. Eğer Türkiye’de Kenan Evren’in darbesi öncesi sendikalı işçi sayısı, emekçi sayısı 3 milyonun üzerindeyse ve AK PARTİ iktidarları döneminde sendikal hak ve özgürlükler kısıtlanıyor, grev alanları yayılıyor ve işçilerin örgütlenmesi engellenip işten çıkarma nedeni yapılıyorsa ve 76 milyonluk Türkiye’de 1 milyonun altına düşüyorsa bunda bir terslik vardır arkadaşlar.

Yine, size şunu söyleyeyim: Sadece o değil, alın elinize bir reçete, sonra çıkın bir eczaneye. Sağlık, ticarileştirdiniz. İnsani olan her şeyi ticarileştirdiniz. İnsani olan şey neydi? Sağlık. Allah herkese sağlık nasip eylesin çünkü sağlık olmadıktan sonra varlık da para etmiyor.

Şimdi, vatandaş yeşil karta mahkûm edildi uzun bir süre. Yeşil kartı seçime mahkûm ettiniz. O da yetmedi, şimdi eline 1 tane ilaç faturasını alan birisi yola çıktı mı ilaca katılım payı, muayeneye katılım payı, reçetenin ücreti, eş değer ilaç fiyat farkı, kutu başına ilave, ne bileyim, özel hastane farkı ücreti -özel kestane ücreti gibi bir şey- tetkik farkı ücreti, erken muayene, öncelikli tetkik ücreti, istisnai sağlık hizmeti. Kalkınmada yarattıklarınız bunlar mı olacaktı arkadaşlar? Kalkınmada sağlık parasız olduğu ölçüde bir ülke kalkınmıştır.

Aynı şey, eğitime geliyoruz. Eğitim de giderek özelleştirilip, ticarileştirilip, tek tipleştirilmeye başlandı.

Şimdi, bütün bunların içinden baktığımız zaman, bizim şöyle, tapu gibi verdiğimiz bir muhalefet şerhi var bu kalkınma planına. Barış ve Demokrasi Partisi olarak enerjide dik durmuşuz arkadaşlar, enerjiye “evet” demişiz ama “yenilenebilir enerji” demişiz. Biz geçiş ülkesi değil kaynak ülkesi olacağız demişiz. Biz bu ülkeyi Ruslar nükleer santral kursun, 12 sent alsın diye değil, Güneydoğu’da GAP Projesi’nde 1,2 sente mal ettiğiniz kilovat/saat üzerinden Türkiye'nin kalkınabileceği modellerin de olduğunu söylemişiz. Biz şunu da söylemişiz, açık söylüyorum, çok net söylüyorum: Eğer siz enerjiyi yabancılara teslim ederseniz güvenliğinizi de teslim edersiniz. Siz Türkiye’yi enerji boru hatlarının Avrupa’ya geçtiği bir ülke olarak görürseniz orada da yanılırsınız, oradan para kazanamazsınız. Şimdi, son zamanlarda biraz biraz jeton düştü, Irak Kürdistan’ında petrol şirketlerimiz birkaç yerde doğal gaz ihalesi ve şey aldı. Çok gecikmiş, keşke daha önce alınsaydı. Keşke bizim bölgemizdeki petrolün, kömürün, doğal gazın ruhsatını yabancı şirketlerin eline vermeyeydiniz. Keşke bu ülkedeki 48 bin maden ruhsatını ekmek, peynir, ciklet gibi her önünüze gelenin eline vermeseydiniz. Keşke her ruhsatı verdiğinizde o ruhsatın arkasından hangi çantacının ne kadar komisyon aldığını takip etseydiniz; keşke o komisyonların taşeronlara nasıl aktığını görseydiniz. Keşke bu ülkenin geleceği açısından son derece önemli olan bu kaynaklarda şunu görseydiniz: Bölgeler arası dengesizliği gidermek, kalkınmayı sağlamak bir plan, proje işidir ve bu plan, projenin en büyük yanı, bu kalkınma planında yer alacak olan en büyük proje, en doğru proje çözüm projesi olurdu. Türkiye'nin geleceği, kalkınması, bekası, birliği, bütünlüğü, eşit yurttaşlığı, özgürlüğü, adaleti ve eşitliği çözüm projesindedir arkadaşlar. Kaynaklarımızı koruruz, kaynaklarımızı değerlendiririz, akan kan durur, adalet gelişir, cezaevleri boşalır, yaşam standardı yükselir, imkânlarımız artar ve işte bu projenin içinde bunun doğru kodlarını koymak gerekir. Bu doğru kodlar, sadece yabancı sermayenin iştahını kabartan Cudi Dağı’ndaki kömür olmamalıdır veya Habur Çayı’na konan 12 tane güvenlik HES barajı olmamalıdır, bunun ötesinde olmalıdır. Bunun ötesindeki olay, eğer 800 bine düşmüşse koyun sürüleri yaylalarda, daha önceki rakamın 3,5 milyon olduğu ülkemizde biz bu rakamı nasıl yakalar da dahasını geliştiririz şeklinde olmalıdır. Eğer bunların hepsini biz konuşamazsak Kürt’ün diline, Alevi’nin mezhebine, azınlığın dinine, farklılıkların farklılığına her şeyine bakıp bakıp bu ülkede her birisini bir marjinal, her birisini bir ideolojik, her birisini bir çapulcu olarak görmeye devam edersek bu ülkenin kalkınması olmaz arkadaşlar. Bu ülke çapulcusuyla, marjinaliyle, ideolojisiyle, muhafazakârıyla, İslamcısıyla, devrimcisiyle, hepsiyle beraber güzel bir ülkedir çünkü çok zengindir, bir çiçek bahçesi gibidir. Bu enstrümanın, bu orkestranın şefi olabilmek, bu ahengi yakalayabilmek, bu güzel ahengi hayata geçirebilmek önemlidir.

Şimdi soruyorum: Siz düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri 2023’e mi erteleyeceksiniz? AK PARTİ kongresinde aldığınız bilmem kaç karardı Sayın Kubat, 61’miydi? Al 61’i koy bunun içine, oldu kalkınma planı!

Arkadaşlar, devletlerin kalkınma planıyla partilerin kalkınma planları aynı olamaz. Kalkınma planları herkesin katıldığı, devletin olanaklarının katıldığı bir olaydır. Sayın Bakan bana buradan itiraz ediyor. Sayın Bakan, 2002’de siz geldiğinizde 1 milyon 860 bin hektar arazi sulanacaktı ve bugün 2013, on bir sene geçti. Çıkın bu kürsüden deyin ki: “Bizden önce 280 bin hektar sulanmıştı.” Çıkın deyin: “Biz on bir senede bunun 10 katını yaptık, 280 bin hektardı, biz onu 580 bin hektara çıkardık.” Elinizden tutalım kutlayalım, tebrik edelim ama bunu diyemezsiniz ki, 580 bin hektar arazi suladığınızı söylemezsiniz ki; arazi orada, sondajlar orada, sulamalar yapılıyor orada, sizin borular orada. Şam orada ama ölçü burada; gelirsiniz bakarsınız. Kalkınma böyle olmaz. Bırakın bu projeyi hayata geçsin, mevsimlik işçiler her gün trafik kazalarında ölmesin. Fındık peşinde, kendi ülkesinde, kendi bölgesinden başka yerlere girip bir de Kürt olduğu için hakarete uğramasınlar başka yerlerde. Kendi pamuk tarlalarında, kendi fındık tarlalarında çalışanlar olur olmasına da bunu yaşadık acı günlerimizde. Bunun önüne geçip kendi alanında istihdamını sağlayabiliriz. Biz çok güzel bir şey sağlayabiliriz.

Sosyal devlet olursak eğer, sosyal devletin adaletini sağlarsak eğer, engelliye, işçiye, dezavantajlı gruplara, bu ülkenin yurttaşı olan herkese adil bir şekilde elimizi uzatabilirsek, bu devletin olanaklarını onlara uzatabilirsek, bu devletin imkânlarını onlara uzatabilirsek, vatandaşın vergisini askerî harcamalara, güvenliğe değil, eğitime, sağlığa, huzura ve yaşanabilir kentlere sağlayabilirsek çok daha iyisini yaparız. Eğer siz o paraları, vergileri gaz bombalarına ayırırsanız, o gaz bombaları Sıraselviler Caddesi’nde, Cihangir’de, İstiklal Caddesi’nde, Elmadağ’da, Gümüşsuyu’nda, Beşiktaş’ta, Çarşı’da var olan hayatı da öldürür, söndürür, orada ot bitmez duruma getirir. Bu anlayış yanlıştır, bu kalkınma modeli yanlıştır, bu tarz yanlıştır. Bu ülkede fakir-zengin ayrımını yarattınız; çok az bir zengin kesim, çok büyük bir fakir kesim yarattınız. Bu yarattığınız uçurum, bu uçurum, her siyasi iktidarın korkulu rüyası olarak geceleri rüyalarına girecektir, ama Gezi Parkı’nda girecektir, ama bir şarkıda girecektir, ama bir pankartta girecektir, girecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) - Herkesi doğru yola davet ediyoruz, doğru yolda olmaya, çalışmaya davet ediyoruz.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen birinci konuşmacı Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on beş dakikadır.

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi şahsım ve grubum adına saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan bir iki hususu dikkatinize sunmak istiyorum. Öncelikle, kalkınma planları gibi çok değerli, çok önemli, stratejik değeri olan bir müzakerenin bu ilgisizlikle müzakere edilmesini yadırgadığımı söylüyorum. Bu noktada Hükûmetin ve bakanlığın gereken ilgiyi sağlayamamış olmasını dikkatinize sunmak istiyorum. Gerçekten, kalkınma planları bütçeden daha önemli, bütçelerden çok daha önemli çünkü geleceği konuşuyoruz, geleceği büyütmenin stratejisini konuşacağız. Dolayısıyla, yani hem toplum nezdinde, sivil toplum nezdinde, basın nezdinde bir ilgi uyandırmak gerekiyordu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidarıyla muhalefetiyle durum bu, milletimin dikkatine sunuyorum. Yani, milletimizin geleceğini konuşurken bile ortak aklı üretmek, bir konuyu müzakere etmek gereğini duymuyorsak gerçekten meseleye verdiğimiz ciddiyetin, önemin işareti olarak dikkatinize sunmak istiyorum.

Bir başka husus: Kalkınma planının büyük emeklerle hazırlandığını biliyorum. Bu planın hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokrat arkadaşlarıma, siyasetçi arkadaşlarıma özellikle, Komisyonda çalışan grubum mensubu Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarıma ve tüm milletvekillerine de saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum grubum adına.

Değerli arkadaşlar, tabii Hasip Kaplan’dan sonra konuşmak biraz zor yani o gergin havaya kendisi de dayanamadı, dışarıya çıkmış, görünen o. Dolayısıyla, meseleyi de yumuşatmak gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, cumhuriyetimizin kazanımlarına şükranlarımızı sunmamız lazım. Hep karamsar olmak hep kötümser olmak çok da hakkımız değil. Bu devletin, bu milletin şu doksan yıl içerisinde çok önemli mesafeler katettiğini de teslim etmemiz gerekiyor. Bugünlere ulaşmada emeği geçen herkese Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak şükranlarımızı sunuyoruz. Yapılanlar azımsanmayacak kadar önemlidir. Ama azla yetinmek bu coğrafyada özgürce yaşamanın imkânını vermez. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz Türk milletini her şeyin en güzeline, en iyisine, en çoğuna layık görüyoruz. Bu sebeple, bugün, kalkınma planını konuştuğumuz şu gün eğer ülkemizde hâlâ işte yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık toplumun yarısı varsa yani 10 milyon emeklisiyle, 20 milyon çiftçisiyle, 10 milyon yeşil kartlısıyla, 5 milyon asgari ücretle geçinen insan varsa daha yapılması gereken çok şeyler olduğunu söylememiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, ben çok genel konuşacağım; konunun detaylarıyla ilgili grubumuz üyesi, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi ve genel merkez yöneticisi arkadaşlarımız detayda konuşup önerilerini ve tenkitlerini ifade edecekler. Ama kalkınma planlarının tanımı ve toplum hayatındaki önemini konuşurken bir hususa daha dikkat etmek gerekiyor: Kalkınma planları düne göre değil geleceğe göre hedeflemelidir. Yani tabii ki birtakım şeyler yapıldı; Sayın Bakan iyi niyetle şunu yaptık bunu yaptık diye anlattı. Doğrudur, yapılmıştır ama eğer bu coğrafyada özgür, hür ve bağımsız yaşamak istiyorsak, güçlü olmak istiyorsak, gerek toplumsal birliğimizi gerekse milletler camiasında devletimizin itibarını güçlü kılmak istiyorsak bu yapılanlar yeterli değil. Geleceğe dönük, büyük hedeflere dönük kalkınma planları, hatta bütçeleri yapmamız lazım. Yoksa, bugün dünden daha iyi, eyvallah, daha iyi ama yeterli mi? Yeterli değil. Bugün hâlâ toplumun yüzde 50’si yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamak durumunda kalıyorsa, birtakım uluslararası skalalarda ülkemiz hâlâ yüzde 50’nin altındaki baremlerde bulunuyorsa demek ki bu yapılanlar yeterli değil, doğru değil, yapılması gereken çok önemli şeyler vardır. Bu sebeple, kalkınma planlarının geçmişe değil geleceğe endeksli, geleceği hedefleyerek tanzim edilmesi gerekir. Bana göre bu planın en önemli eksiği budur.

Nedir gelecek? Değerli arkadaşlar, yani millî geliri işte 5’ten 10’a çıkartmak değil meselemiz. Bizim 2023 vizyonuyla 2001 yılında ortaya koyduğumuz Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı yirmi beş yıllık bir perspektifte yapılmıştı yani 2023 yılının hedefleri ortaya konularak yapılmıştı. O zaman ortaya koyduğumuz hedef “Lider ülke Türkiye” hedefiydi. Türkiye, en az, bölgesinde tüm parametrelerde lider olmalıydı. E, şimdi de bir parametre koymamız lazım. Bence bu kalkınma planının alnına, Sayın Bakan, şunu yazmalıydınız: “21’inci asır Türk asrı olacaktır.” Bunu gerçekleştirmek için yapılması gerekenleri düşünmeli, konuşmalı, tartışmalı ve hukuk hâline getirmeliydiniz ama -arkadaşlarım anlatacaklar, ben çok detayına girmeyeyim- bu kalkınma planının bir vizyonu yok maalesef. 2023 vizyonuna sığınmanız yeterli değil. 2023 vizyonu geride kaldı. Bu bir vizyon belgesi olmalıydı, bir vizyon belgesi değil maalesef. Bir bütçe mantığıyla hazırlanmış, bugünkü rakamları dört yıl sonra, beş yıl sonra nereye ulaştıracağınızı kurguladığınız bir rapora dönmüş. Hâlbuki bu bir gelecek öngörüsü, bir hayal, bir ülkü. Bu millet nerede olmayı arzu ediyorsa bunu aydınlar olarak, siyasetçiler olarak, devlet olarak, sivil toplum olarak öngörmeliydik, toplumun önüne koymalıydık ve onu gerçekleştirecek teknikleri, onu geliştirecek politikaları birlikte tartışıp, sahiplenip ve burada da kanun hâline getirmeliydik ama maalesef böyle bir sonucunuz yok değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, bizim çok değerli bulduğumuz kalkınma planlarında bir temel kriter olarak -muhterem hocamız Orhan Türkdoğan’ın sözüyle söyleyeyim- insan, toplum ve devlet üçlemesinin insan merkezli planlanmasında hürriyet, mülkiyet ve şahsiyet üçgenini –iktisatçı arkadaşlarımız var, bunu bilirler, sosyolog arkadaşlarımız var, bilirler- çok önemsemek gerekir. Bu planın rakamsal verilerinin dışında bu felsefeyi ortaya koyması lazım. İnsan hür olmalıdır, korkmamalıdır, gelecek endişesi duymamalıdır. Enerjisini geleceğe hazırlamak için, enerjisini ortaya koyabilmesi için insanın hür olması lazım. İnsanın hür olması için yapılması gerekenleri bu plan ortaya koymalıydı. İnsanın sahipleneceği, uğrunda mücadele vereceği bir varlığı olmalı, bir mülkiyeti olmalı. Dolayısıyla, bu plan ve bu plana dayalı Hükûmet, devlet politikaları insanın mülkiyetini nasıl artıracağını öngörmeliydi ve insanı adam yerine koyan bir sistemin aksayan yönlerini, bugünkü sistemin aksayan yönlerini bu anlamda sorgulamalı ve alınması gereken tedbirleri ortaya koymalıydı. Yani, kendi özgür iradesiyle kendi geleceğine nasıl katılacağını, nasıl karar vereceğini, demokratik sistemi nasıl içselleştirebileceğini, nasıl kurumsallaştırabileceğini bu plan ortaya koymalıydı. Yani, insan merkezli bir kalkınma planı, insan merkezli bir gelecek öngörüsünün merkezinde hürriyet, mülkiyet ve şahsiyet… Hür olmayan insanın, mülkiyeti olmayan insanın şahsiyetinin de olması mümkün değil. Şahsiyeti olmayan insanların toplamı olan millet toplumun geleceği de olmaz maalesef. Bunu amaçlayan, bu gerçeği belirleyen bir felsefesi olmazsa kalkınma planlarının, öngörüleri ve ortaya koyduğu verileri istatistiki bilgilerin ötesine geçmez. İşte, bugün yaşadığımız gibi toplumda bir heyecan yaratmaz, bir kızıl elma olmaz, bir ülkü olmaz, toplumun ortak paydası olmaz, birlikte gerçekleştirmenin heyecanını duyacağımız bir hedefleme olmaz. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar çok emek verilmiştir ama verilen emeklerin gerçekleşmesi veya amaca ulaşması bu tür eksikliklerden dolayı maalesef olmayacaktır. Yani, bu kalkınma planının bir felsefesi olmalıydı Sayın Bakan, bir vizyonu olmalıydı ve bu felsefe, bu vizyon bütün toplumu heyecanlandırmalı, o ortak paydada geleceğe yürümeliydik. Bu toplumun her ferdinin enerjisini birleştirerek lider ülke Türkiye’yi gerçekleştirecek bir program ortaya koymalıydık.

Değerli milletvekilleri, bu konuda yazdığım konuşma metni 74 sayfa ama dediğim gibi, bu konunun Meclise mal edilemeden, millete mal edilemeden tartışılmış olmasının çok fazla bir anlamı yok.

Bir hususu daha söylemem gerekiyor: Kalkınma planları Anayasa’mızın 166’ncı maddesinde bir anayasal zorunluluk hâline getirilmiştir. 166’ncı maddede amir hüküm hâline getirilen hususlara da cevap yok Sayın Bakanım burada. Yani, hızlı kalkınmayı nasıl temin edeceğiniz yok burada, hızlı kalkınmayı nasıl sürekli kılacağınızın burada izahı yok Sayın Bakanım. Ayrıca, yine Anayasa’nın 166’ncı maddesinde “Bir kalkınma planı yaparken önce bir durum muhakemesi yapmak gerekir.” hükmü var, o hükmün gereği de yok yani gerek Türkiye gerek dünya ekonomisinin içinde bulunduğu durumun, gerçeklerin bir bütünlük içerisinde tartışıldığı bir bölüm de yok maalesef. Bu sebeple, yani bir şekil şartı yerine getirilmiş gibi bir kanaatim var. Emeğinize teşekkür ediyorum, bürokrat arkadaşlara sözüm yok ama siyasi iktidarın; bürokrasinin, yani Devlet Planlama Teşkilatının önüne koyduğu hedefleri nasıl gerçekleştireceği sorusunun cevabı, konulan hedefler doğru olmadığı için, kapsayıcı olmadığı için maalesef istatistiki birtakım rakamların ötesinde bir yere ulaşılamamıştır.

Bir hususu daha dikkatinize sunmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, kalkınma planlarını Devlet Planlama Teşkilatı hazırlar. Bu, 1961 Anayasası’nın amir hükmüdür. 1961 Anayasası hazırlanırken rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in, bizim Genel Başkanımızın Başbakan Müsteşarı olduğu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve planlı ekonomi politikasına yönelinmiş ve ilk kalkınma planı o hazırlıklar sonrasında gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, ondan sonra yapılan Anayasa’da da, yani bugünkü Anayasa’mızın 166’ncı maddesinde de kalkınma planı bürokratlar tarafından… Hükûmetin koyduğu hedefleri gerçekleştirecek teknikleri, alternatifleri bürokratlar belirleyecek ve Yüksek Planlama Kurulunun önüne koyacak. Yani, Devlet Planlama Teşkilatı biraz özerk bir kuruluş, siyasetin emrinde olmayan bir kuruluş, böyle kuruldu ama şimdi siz 641 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle kalkınma planı hazırlama yetkisini Kalkınma Bakanlığına alınca bu belge bir siyasi metin, siyasi iktidarın belgesi hâline geldi. Hâlbuki bunun bir devlet politikası olması lazım, bir devlet siyaseti olması lazım. Şimdi bir Hükûmet belgesi hâline geldi. Bu doğru değil, çok ciddi bir kazanımı kaybettiniz. Yani, ülkenin geleceğiyle ilgili, milletin geleceğiyle ilgili hayalleri, ülküleri nasıl gerçekleştireceğimiz sorusunu o kadar dar bir alana hapsettiniz ki işte bu ilgisizlik bunun ifadesidir, işaretidir. Basında kalkınma planıyla ilgili bir satır bir şey çıktığını görmedim.

Bu sebeple söylüyorum: Bir imkân heba edilmiştir. Bir toplumsal iş birliği, bir toplumsal sözleşme mahiyetinde geleceğimizi birlikte belirlemek imkânı bu yeni politikalarla maalesef heba edilmiştir. Kaldı ki hazırladığınız bu planda birçok tenkit edilecek hususlar var. Benden sonra konuşacak Milliyetçi Hareket Partisi Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarım bunları burada ifade edecekler.

Her şeye rağmen bu planın hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Sümer Oral, Manisa Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA SÜMER ORAL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi adına görüşlerimi ifade edeceğim. Sizi ve değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

Ülkenin 2014 yılından itibaren önümüzdeki beş yılın tüm kaynaklarının envanterinin yapıldığı ve bu kaynakların hangi alanlara tahsis olunacağının ve buradan nasıl bir ürün alınacağının belirlendiği Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ne yazık ki kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmeden Meclisimizde bugün kanunlaşacaktır. Bu durumu son derece düşündürücü buluyorum. Geçmişte plan görüşmeleri ülkenin temel gündemi olurdu, günlerce tartışılır ve kamuoyu da bunu yakinen izlerdi. Bu ilgisizliği pek hayra alamet görmüyorum.

Görüşmelerine başladığımız Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın temel hedefi hiç kuşku yok ki kendinden önceki Dokuzuncu Plan’da ve daha önceki planlarda olduğu gibi, çağdaş ülkeler standardına ülkemize kavuşturmaktır, gerek moral gerek maddi boyut ve kriterleriyle kalkınmayı yakalamaktır. Esasen, aranan yalnız ekonomik büyüme değil, kalkınma olmalıdır.

Burada önemli bir konu da tüm bu gayret ve çabaların noksanları giderilmiş çağdaş bir demokrasi ve iyi işleyen bir devlet yapısı içerisinde gösterilmiş olmasıdır. Onuncu Plan tartışmalarında çeşitli sektörlerde plan dönemi itibarıyla öngörülen hedefler nelerdir, ihtiyaç duyulan kaynak nedir, bu hedefleri karşılamak için gerekli olan iç kaynak miktarı nedir, dış kaynağın gereği hangi boyuttadır, dış kaynak bulunacaksa bu nereden ve hangi şartlarla bulunacak? Bunlar planda tek tek ortaya konulan hedeflerdir ve ne ölçüde gerçekleşeceği de tartışılacaktır.

Onuncu Plan’ın bir özelliği de cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılı olan 2023 tarihi öncesi uygulanacak iki plandan ilkini oluşturmasıdır. Bilindiği üzere 2023 tarihinde Türkiye’nin en büyük ekonomiye sahip 10 ülke arasına girme hedefi uzun vadeli strateji ve 2001-2005 dönemlerini kapsayan Sekizinci Kalkınma Planı’nda yer almıştı. Görülüyor ki 2023 hedefi Adalet ve Kalkınma Partisi henüz daha ortada yokken, devletin temel belgelerinde yer almış bir hedeftir. Geride bıraktığımız on yılın ekonomik performansı ve sonuçları 2023 yılı hedefine yani 2 trilyon dolarlık bir millî gelire, dünyada ilk 10 ülke içine girme çıtası açısından umut verici bir tablo ortaya koymuyor. Bu nedenle Onuncu Kalkınma Planı 2023 hedefini yakalama yolunda hayati ve farklı bir önemi haiz bulunmaktadır.

2008 yılında başlayan global finans ve ekonomik kriz azalarak da olsa etkisini sürdürüyor, bir süre daha devam edeceği de ortada. Amerika Birleşik Devletleri son dönemde kendisini toparlamakla birlikte okyanusun bu yakasında, Avrupa’da, özellikle euro bölgesinde kamu açıkları, bankacılık sistemindeki zafiyet, büyüme ve işsizlik gibi alanlarda sorunlar devam ediyor.

Siyasi ortam açısından bakıldığında ise çevremizde, özellikle komşularımızda ciddi ve oldukça karmaşık gelişmelerin yaşandığı görülüyor. Planın hazırlanması ve büyüklüklerin belirlenmesinde tüm bu riskler ve beklentiler kuşkusuz belli ölçüde göz önünde bulundurulmuş olsa bile gerçek boyutlarının nereye ulaşacağını bugünden kestirme imkânı hayli zordur. Bütün bunların altını bugünden çizmekte de yarar var.

Görüşmekte olduğumuz Onuncu Plan’ın zemininde Dokuzuncu Plan bulunuyor. Onuncu Plan Dokuzuncu Plan’ın sonuçları üzerinde inşa edilmektedir. Son dilimini 2013’te, yani içinde bulunduğumuz yılda yaşadığımız Dokuzuncu Beş Yıllık Plan uygulamasında büyüme, enflasyon, yurt içi tasarruf, ödemeler dengesi, bütçe açıkları gibi temel makroekonomik göstergelerde ciddi ölçüde sapmalar yaşandı. Bunun dışında kalan bazı alanlarda da önemli sapmaların yaşandığı bir gerçek. Tabii, temennimiz, ele aldığımız Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulamalarında daha başarılı bir performansın sağlanmasıdır ve Türk milletinin refah düzeyinin artmasında bu planın önemli katkılarda bulunmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkenin ekonomik gücünü, ekonomik performansını, dış şartlara karşı mukavemet derecesini büyük ölçüde o ülkenin yurt içi tasarruf oranı, ülkenin ödemeler dengesinin yapısı ve işsizlik oranı gösterir. Buna bir de büyüme hızı eklenebilir ama üç temel husus, yurt içi tasarruf oranı, ödemeler dengesi ve işsizlik oranıdır. Büyük ölçüde bunlara bakılır. Nitekim, ülkelerin ekonomik açıdan mukayeselerinde de genelde bu kriterler göz önünde bulundurulur. Bu konularda, izninizle kısaca bir iki konuya değinmek istiyorum.

Yurt içi tasarrufların seyrine baktığımız zaman ne yazık ki her yıl azalan bir tabloyla karşı karşıyayız. 2012 yılında gayrisafi millî hasılanın yüzde 14,8’i olan yurt içi tasarrufların 2013’te yüzde 14,4’e gerileyeceği öngörülüyor yani gerileme devam ediyor. Bu oran 2002 yılında yüzde 23,4 idi. Özellikle özel kesim tasarrufu fevkalade gerilemiştir. Buna mutlaka çare bulunması gerekir. Bulunamadığı takdirde Türkiye’nin ihtiyacı olan büyümeyi sağlamamız da son derece zor olacaktır. Evet, bu alanda alınan bazı tedbirler var ama bunların yeterli olmadığı da ortada. Nasıl sağlanacağı, özellikle 2023 öncesi bu iki plan döneminde bunun nasıl gerçekleştirileceğinin görülmesi lazım. Plan döneminde yani önümüzdeki beş yılda yüzde 14,4’ten yüzde 19’a yükselmesi hedeflenmiş. Fevkalade iddialı bir beklenti, kolay bir hedef gibi görünmüyor. Ekonomimizin temel nedeni de, temel sorunu da budur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurt içi tasarruflar yeterli düzeyde olmayınca büyüme ve ekonominin çarkları bugün büyük ölçüde dış kaynakla dönüyor. Böyle bir tablo şüphesiz bünyesinde önemli riskleri beraberinde taşır. Kolay parayı bugün olduğu gibi her zaman bulmak da mümkün olmaz. Nitekim, bunun işaretlerini de çok yakından hep birlikte izliyoruz.

Konu buraya gelmişken dikkat çekici bir iki tabloyu sizlerle paylaşmak niyetindeyim. Dış varlıklarla dış yükümlülükler arasındaki fark hâlen 450 milyar dolar düzeyine çıkmıştır. Açığın 336 milyar dolarlık bölümü şirketlerin üzerindedir. 450 milyar doları bulan bu açık, ekonomimiz açısından ciddi bir yükümlülüktür. Diğer yandan, ülkemize gelen sıcak paranın büyüklüğü, makul sayılabilecek seviyenin çok üzerine ulaştı. 2013 yılı Ocak ayı itibarıyla 183 milyar doları portföy yatırımlarında olmak üzere 276 milyar dolara erişti. Sadece bu iki kalem ekonomi açısından dış konjonktüre ne ölçüde duyarlı bir yapıya sahip olduğumuzu ortaya koymakta.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yıl Türkiye’nin 220 milyar doları bulan bir dış ödeme tablosu vardır. 163 milyar dolar vadesi gelen dış borç var ve 60 milyar dolar da cari açık var. Dolayısıyla bu yıl 220-225 milyar dolar arasında bir kaynak ihtiyacımız bulunduğu da ortadadır. Yurt içi tasarruflarda yaşanan açık kuşkusuz beraberinde ödemeler dengesi sorununu getiriyor. Ülkemizde cari açık 2011 yılında, hepimizin bildiği gibi, gayrisafi millî hasılanın yüzde 10’u düzeyine çıkmış, 2012’de büyüme oranındaki gerilemeye paralel olarak yüzde 6,5 olarak gerçekleşti. Ülke olarak hâlen dünyada en yüksek cari açık veren ülkelerden biri durumundayız. Ekonomimizin yapısal nitelikleri olan sorunların başında cari işlemler dengesi gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; izninizle büyümeye kısaca değinmek isterim: Türkiye olarak yılda yüzde 7 oranında bir büyümeye ihtiyacımız olduğu biliniyor. 2007 ile 2012 yılları arasında gerçekleşen ortalama büyüme oranı yüzde 3,3 oldu. Hedefin altında kalınmış olma nedeni yaşanan küresel krize bağlanabilir, ancak kriz öncesi yıllarda da büyümede gerileme eğilimine girilmişti. Eğilim 2008’den önce irtifa kaybeden bir niteliğe dönüşmüştü. Önümüzdeki beş yılı kapsayacak Onuncu Plan’da öngörülen yüzde 5,5’lik büyüme hedefinin yetersizliği yanında yakalanabilmesinin dahi yukarıda belirtilen yapısal sorunlar hâl yoluna girmedikçe çok zor olduğu görülüyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı bekleyen diğer bir sorun kamu maliyesi olacaktır. Kamu maliyesi ve mali disiplin alanlarında önemli tıkanmaların ve sorunların yaşanmaya başladığını göz ardı etmek mümkün değil.

Bütçelerin harcama ayağı esnekliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Gelir ayağında ise vergiler sağlıksız bir yapıya dönüştü. Faiz gelirlerinde sağlanan azalma faiz dışı harcamalardaki artışı karşılama özelliğini yitirdi. Vergi sistemi âdeta tamamen dolaylı vergilere dayanır hâle geldi. Geçtiğimiz on yılda dolaylı vergiler yüzde 6-7 puan daha artış kaydetti. Son yıllarda bir defaya mahsus kaynaklara ve yıl içindeki gelir tedbirlerine başvurulmaya başlandı. Mevcut bu yapı, orta vadede sağlıklı hâle dönüşecek birtakım yapısal düzenlemelere ihtiyaç gösteriyor ancak mevcut konjonktür bu reformların yapılmasına pek uygun değil, yapılsa da sonuç vermesi çok olası görünmüyor. Altını çizerek belirtmek isterim ki, reform süreklilik isteyen bir süreçtir. Sürekliliğe riayet olunmazsa önceki reformlarda sağlanan kazanımlar da kaybedilir.

Avrupa Birliğiyle ilişkiler özellikle ekonomik açıdan ülkemiz bakımından büyük önem taşır. Avrupa Birliğiyle müzakereler Türk ekonomisi yönünden son derece önemli bir çapa görevi ifa etmiştir, bugün de bu özelliğini muhafaza etmektedir. İlişkilerin seyri kuşkusuz sadece bizim tutumumuza bağlı değil ama önemli olan da sonuçtur, tavırlarda ölçülü olmak gereği vardır. Bizim bugün itibarıyla Avrupa Birliği sofrasında yerimiz var. Sinir ve öfke yerine bize yakışan bir tutum ve üslup, sanıyorum, daha etkili ve geçerli olacaktır kanaatindeyim.

Onuncu Beş Yıllık Kalkınma döneminde umarım bu konular gereken duyarlılıkla ele alınır. Onuncu Beş Yıllık Plan’ın bir şanssızlığı da şu olacaktır: Uygulanan ilk yıl 2014, ikinci yıl 2015 ama her ikisinde de çok önemli seçimler vardır. “Seçim zamanında seçim politikası uygulamıyoruz.” denebilir ama bu mümkün değildir. Hele hele bütçeler büyük ölçüde torba ve fon bütçesi niteliğine döndüğüne göre sadece ödenekle değil, diğer uygulamalarla seçimlerin bütçe disiplinini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.

Sayın Başkana, başta Sayın Bakana olmak üzere onun değerli çalışma arkadaşlarına ve devletin değerli, kıymetli uzmanlarına teşekkür ediyor, planın ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rahmi Aşkın Türeli, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben bugünkü konuşmamda öncelikle “planlama” kavramı üzerinde durmak istiyorum. Sonrasında, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın gerçekleşmeleri ne yönde? Çünkü bildiğiniz üzere Onuncu Kalkınma Planı, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın gerçekleşmeleri üzerine oturtulmuştur ve belli bir süreklilik, belli bir devamlılık içindedir. Son olarak da Onuncu Kalkınma Planı’nın üzerinde duracağım.

Bildiğiniz üzere, değerli milletvekilleri, planlama bir kaynak tahsis mekanizmasıdır. Toplumların şu ana kadar bulduğu 2 tane kaynak tahsis mekanizması vardır; birisi piyasadır, birisi de planlamadır. Birçok ülkede, baktığınız zaman, piyasanın ya da planlamanın öncelikli olduğunu görürüz. Türkiye'nin özgün planlama deneyiminde piyasanın bir kaynak tahsis mekanizması olarak varlığı kabul edilmiştir ancak planlama da bir kaynak tahsis mekanizması olarak devreye konulmuştur yani kaynaklarımızı, mevcut kıt kaynaklarımızı hangi önceliklere yönlendirirsek daha hızlı büyürüz, bu, kamu açısından emredici hükümler taşımaktadır. Kamu, sonuçta, plan içindeki hedeflerle, politikalarla bağlıdır, bağlı kalmak zorundadır. Özel sektör açısından da yol göstericidir, yön vericidir.

Böyle bir planlama anlayışı içinde, Türkiye, 1963 yılından itibaren planlama deneyimine başlamıştır. İlk üç plan yani 1960-1980 arasındaki dönem daha çok Türkiye'nin ithal ikameci bir büyüme modelinin olduğu dönemdir yani dışarıdan ithal ettiğimiz malları yurt içinde üretmek üzerine kurulu bir planlama mekanizmasıdır bu. Bu da ciddi anlamda başarılı olmuştur. Burada üç aşamalı öngörülmüştür ithal ikameci modelde planlama mekanizması. Öncelikle tüketim mallarını Türkiye’de üretmek, ikame etmek. İkinci aşama ara mallarıdır, ara mallarının Türkiye’de üretilmesidir. Üçüncü aşama ise yatırım mallarının ikamesi üzerine kurulmuştur. Türkiye, tüketim mallarının Türkiye’de üretilmesi aşamasında ciddi aşamalar, başarılar kaydetmiştir. Sonrasında ara mallarının Türkiye’de üretimi üzerine planlamanın, ithal ikameci modelin ikinci aşamasına geçilmiştir ancak o dönem de 1970’li yıllara denk gelmiştir. Bildiğiniz üzere, 1970’li yıllar dünyada krizin olduğu yıllardır. İki büyük petrol şoku vardır 1973 ve 1978’de ve bunun sonucunda bütün dünya ekonomilerinin ciddi sarsıntılar geçirdiği bir dönemdir.

Türkiye, planlamada ikinci dönemini 1980 sonrası bu modeli değiştirerek dışa açık bir büyüme modeli içinde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu model başlangıçta büyük avantajlar da sağlamıştır yani Türkiye'nin sonuçta krizlerinin hepsinin dış ödemeler krizi üzerinden geldiğini düşündüğümüzde bu krizi aşabilmek, Türkiye'nin belli malları üretmesi ve dışarı ihraç etmesi üzerinde odaklanan bir büyüme modeli Türkiye’de uygulamaya konulmuştur. Tabii, eğer bir malı Türkiye’de üretecekseniz belli üretim faktörleri var, hangi üretim faktörüne sahipseniz daha çok, daha bol olarak onun üzerinden uzmanlaşırsınız. Türkiye de burada emek yoğun bir -en çok bol olan üretim faktörü emek olduğu için- model üzerinden dünya ekonomisiyle bütünleşmeye çalışmıştır. 1980’lerin sonu, aynı zamanda, Türkiye ekonomisinin sermaye hareketlerine, dışarıdan gelecek sermaye hareketlerine açıldığı bir dönemdir. Bunun sonucunda da, bu modelde dışarıdan gelen, kısa vadeli, sıcak para dediğimiz sermaye hareketlerine dayalı bir büyüme modeli Türkiye ekonomisinde uygulamaya konulmuştur ama bunun ortaya çıkardığı belli birtakım komplikasyonlar, olumsuzluklar vardır. Bunların bir tanesi -biraz önce de söylediğim üzere- Türkiye’nin sanayisizleşmesidir. Türkiye’nin daha çok yüksek katma değerli mal ve hizmet üretmesi gerekirken düşük katma değerli mal ve hizmet üretiminde kalması anlamına gelmiştir. Türkiye, bu anlamda, emek piyasalarını ILO standartlarına uydurmamıştır. Bugün Türkiye’de de hâlâ, baktığımızda, düşük ücretlere, niteliksiz emeğe dayanan bir iş gücü piyasasının egemenlikte olduğunu görmekteyiz, çok yüksek bir taşeronlaşma, gene aynı şekilde, piyasaya egemenliğini, damgasını vurmuştur. Bu şekilde baktığımız zaman, özellikle 1980 sonrası dönemde şunu görüyoruz: Türkiye ekonomisi belli aralıklarla büyür, üç yıl, dört yıl, beş yıl üst üste büyümüştür, ondan sonra birdenbire büyüme kesilmiştir ve Türkiye ekonomisi krize girmiştir.

Şimdi, tabii, Onuncu Kalkınma Planı Türkiye’nin geleceğini, gelecekteki beş yıllık dönemde nasıl bir strateji izleyeceğini, kaynaklarını hangi önceliklere tahsis edeceğini belirlemek üzere kurgulanmış bir plandır, öyle de olmalıdır. Ancak, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’na baktığımız zaman, ne yazık ki bunun böyle olmadığını görüyoruz çünkü Onuncu Kalkınma Planı son derece mahcup hazırlanmış, iddiasız bir plandır. Küresel krizin etkilerinin devam edeceği varsayımı üzerinden kurgulanmıştır. Bu da, aynı zamanda artık uluslararası likiditenin eskisi kadar bol olmayacağı anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda ne olması gerekirdi? Planlamanın bir kaynak tahsis mekanizması olduğunu düşündüğümüzde, planlama aracılığıyla ekonomiye müdahale ederek bu sorunları ortadan kaldırmak, var olan yapısal problemleri çözmek gerekirken ne yazık ki Türkiye ekonomisi üzerinde böyle bir perspektif oluşmamıştır. Yani plan ekonomiye ciddi bir müdahale aracı olarak kullanılmamıştır, mevcut yapının kabul edildiği, belli iddiaların ortadan kaldırıldığı bir plandır.

Şimdi, tabii, değerli milletvekilleri, Onuncu Plan’ı konuşmadan, tartışmadan önce Dokuzuncu Plan’a da değinmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Şimdi, bakın, Dokuzuncu Kalkınma Planı Mecliste görüşülürken -onun sonrasında tabii tutanaklarını da okuduk- bu planın üç tane temel özelliğinin olduğu vurgulanmıştı o dönemdeki Sayın Bakan tarafından.

Bunların birincisi, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın bir stratejik plan olmasıdır yani sorunları önceliklendiren, temel amaç ve önceliklerde yoğunlaşan bir stratejik plan.

İkinci özelliği, Avrupa Birliğinin mali dönemine uyum sağlayan bir plan olmasıdır. Çünkü biz biliyoruz ki Türkiye'nin yaptığı planlama deneyiminde ve yaptığı planlarda hep “beş yıllık kalkınma planları” diye geçerdi ve o şekilde de yerleşmişti, daha öncesinde hiç “plan” diye konuşmazdık, “beş yıllık kalkınma planları” derdik ama Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda gördük ki biz birdenbire yedi yıllık bir kalkınma planı hazırlandı. AB dönemi, AB ile üyelik müzakereleri devam edecek, o çerçevede AB ile uyum içinde işlemesi gereken bir mekanizma tasarlanmıştı.

Gene, üçüncü bir özelliği Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın -bu çünkü iddialı bir plandı- etkili bir izleme ve değerlendirme mekanizmasının kurulması öngörülmüştü. Yani DPT Müsteşarının başkanlığında, ilgili kurumların temsilcilerinden oluşan bir üst izleme ve yönlendirme komitesi kurulacaktı. Sonrasında da bu komite toplanacak, plan dönemine ilişkin plan dönemi içindeki gelişmeleri, plan döneminin hedeflerinde sapmalar var mı, gerçekleşmeler ne yönde, bunları inceleyecek, yakından izleyecek ve yıllık raporlar hazırlayarak bunu Bakanlar Kuruluna sunacaktı ve Bakanlar Kurulu da bunun sonucunda ekonomiye planda belirli sapmalar olduğunda müdahale ederek o planın uygulanmasını sağlayacak bir yapı oluşturacaktı.

Şimdi, bu üç tane temel özelliğe baktığımızda ne yazık ki üçünün de ciddi biçimde ortadan kalktığını, bu perspektiflerin uygulanmadığını görüyoruz, bir stratejik plan olarak hazırlandığı söylenmişti ama stratejik plan içindeki izleme-değerlendirme mekanizması, performans ölçme, bunların hiçbiri Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda uygulanmamıştır.

Gene, bu planı izleme ve değerlendirme komitesi -aynı zamanda aktif müdahaleyi de gerektirir- hiçbir şekilde kurulmamıştır değerli milletvekilleri. Böyle bir komite kurulmamıştır, bir araya gelinmemiştir. Plan döneminin yedi yıllık döneminde gelişmeler ne yönde, bunlar izlenmemiştir, ele alınmamıştır, yıllık raporlar hazırlanmamıştır ve Bakanlar Kuruluna sunulmamıştır. Ve daha da vahimi, “AB’ye uyum” perspektifiyle ilgili yedi yıllık bir kalkınma planı hazırlanmış olmasına rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde, yani 2007-2013 yılında, AB’yle üyelik müzakereleri tam bir çıkmaza girmiştir. Türkiye'nin âdeta AB perspektifini kaybettiğini söyleyebiliriz. Bunu nereden anlıyoruz? Çünkü Onuncu Kalkınma Planı’na da baktığımızda, AB’yle üyelik perspektifleriyle ilgili -tam üyelik- buna ilişkin, bunlara ilişkin olarak hiçbir ciddi perspektifin, stratejinin, politikanın olmadığını görüyoruz.

Diğer taraftan, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın bir vizyonu vardı: İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye. AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye'nin olmadığını zaten biraz önce belirttim. Peki, istikrar içinde büyüyen bir Türkiye olmuş mudur Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda? Ne yazık ki olmamıştır? İsterseniz size büyüme rakamını vereyim: Plan’da 2007-2013 yılı büyümesi yüzde 7 olarak öngörülmüştü, gerçekleşme yüzde 3,5 olmuştur değerli milletvekilleri. Hadi kriz tabii var, küresel kriz; küresel kriz de 2008’in son çeyreğinde başlayıp 2009’un üçüncü çeyreğinde bitmiştir yani bir yıllık bir dönemdir. Bunu, 2009 yılının negatif büyümesini yüzde 4,8’lik küçülmesini çıkardığımızda da büyüme hızı ancak yüzde 4,9 olmaktadır. E, yani, şimdi, burada sormak hakkımız değil midir? Türkiye ekonomisinin, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu dönemden bugüne kadar büyüme hızı zaten yüzde 5’ler civarındadır değerli milletvekilleri. (CHP sıralarından alkışlar)

1923-2002 yılının yıllık ortama büyümesi yüzde 4,8’dir. Çok partili rejime geçtiğimiz 1946 yılından aldığımızda da, 1946-2002 yılı büyümesi yüzde 5,2’dir. AKP döneminde de, iktidara gelinen dönemden itibaren 2003-2013’ün, 2013’te de yüzde 4’ün gerçekleşeceği varsayımıyla baktığımızda da büyüme hızı ancak yüzde 5’tir.

Gene, kişi başına millî gelirin 10 bin dolar olma iddiası aslında bugün gerçekleşmemiştir. Tabii, 10 bin dolar oldu ama 2008’de millî gelirde yaklaşık yüzde 30 düzeyinde yapılan revizyon sonucu olmuştur, yoksa, şu anda millî gelirimiz 7 bin dolarlar civarında olacaktı.

Sabit sermaye yatırım artış hızı yüzde 9,1 olarak öngörülmüştü, gerçekleşmesi yüzde 4,4’tür.

Sanayinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının artması öngörülmüştü; artmamış, azalmıştır.

Dış ticarete ilişkin hedefler gerçekçi değildir. İhracat planda 210 milyar dolar olarak hedeflenirken 158 milyar dolar olmuştur, sapma 52 milyar dolardır. İthalat 275 milyar dolar olarak öngörülmesine rağmen 253 milyar dolar olmuştur -2013’lerin gerçekleşeceği tahminleri kullanıyorum burada- yani orada da 22 milyar dolarlık bir sapma vardır. Yani, ithalatta yaklaşmışız belki hedeflere ama ihracatta bunun gerisindeyiz. Onun sonucunda da cari işlemler açığının millî gelir içindeki payının plan dönemi sonunda millî gelirin yüzde 3’üne düşmesi öngörülmüşken, bugün de bildiğimiz üzere, yüzde 7’ler seviyesinde kalmıştır.

TÜFE artış hızı yüzde 3’tü planda; şu anda Merkez Bankası hedefi, 2013 için, yüzde 5,3’tür.

Kamu kesimi borçlanma gereğinin millî gelir içindeki payı yüzde 0,9 fazladan yüzde 3,6 fazlaya gitmesi öngörülürken yüzde 1,5 açığa dönmüştür ki aynı zamanda küresel krizin ekonomiyi yavaşlatarak bu anlamda bu tip hedefleri gerçekleştirmesi mümkün kılacakken -cari açıkta da aynı şey geçerlidir- ne yazık ki bu olmamıştır. Çünkü, öyle bir vergi sistemi vardır ki yüzde 70’i dolaylı vergilere dayalı bu vergi sistemiyle Türkiye'de büyüme yavaşladığı zaman birdenbire ihracattan alınan KDV, ithalattan alınan KDV, dahilde alınan KDV, ÖTV’de yavaşlama olarak bütçe hedefleri gerçekleşmemektedir.

İşsizlik oranları 2006’da yüzde 10,4’ken yüzde 7,7’ye gerilemesi öngörülmüştür, yüzde 8,9’tur. Yani, istikrar içinde büyüyen, ne yazık ki, bir Türkiye ekonomisi olmamıştır.

Gelirini daha adil paylaşan kısmı vardır; o da ne yazık ki gerçekçi değildir. Gini katsayısına baktığımızda -bildiğiniz üzere gelir dağılımı dengesizliğini bozan bir katsayıdır bu, sıfır ila 1 arasındadır; sıfıra yaklaştıkça daha dengeli, 1’e yaklaştıkça daha dengesiz, bozuk bir gelir dağılımını işaret eder- Türkiye’de 0,40’tan ancak 0,37-0,38’lere gelinmiştir. Yani ciddi anlamda baktığınızda, Türkiye’de gelir dağılımının düzelmediğini, tam tersine gelir dağılımının bozulduğunu ve yoksulluğun arttığını görebiliriz. Bunu sadece rakamlardan da görmemiz değil arkadaşlar, çünkü sonuçta, bu rakamlar, bu istatistikler üzerine konuşuyoruz. Bu istatistiklerin, biraz sonra da bahsedeceğim, Türkiye’nin istatistik sisteminde ciddi problemler vardır. Herhâlde siz de onun farkında olduğunuz için istatistiki altyapının geliştirilmesi üzerine bir öncelikli program koymuşsunuz. Çünkü birçok istatistikte ciddi problemler olduğunu düşünmekteyiz.

“Küresel ölçekte rekabet gücüne sahip ve bilgi toplumuna dönüşen bir Türkiye.” diyor; öyle midir? Ne yazık ki öyle değildir. Türkiye ekonomisi ciddi anlamda, özellikle imalat sanayisi başta olmak üzere bir yapısal dönüm gerçekleştirememiştir. İhracatın imalat sanayisi içinde, üretimin ve ihracatın teknoloji yoğunluğuna baktığımızda Türkiye’nin düşük ve orta düşük teknolojili sektörlerin egemen olduğu bir yapı içinde hareket ettiğini görmekteyiz. Hele bunun içine, bunun toplamına 4 dediğimizde… Bu bir OECD ayrımıdır; düşük teknolojili, orta düşük, orta yüksek, yüksek diye dört bölümde ele alır. Bunun toplamına 100 dediğimizde, Türkiye’de yüksek teknolojili sektörlerin payının yüzde 3, yüzde 4’ler seviyesinde olduğunu görüyoruz. Bir de burada ilginç olan bir konu, bunun aynı zamanda zaman içinde düşüyor olmasıdır. İmalat sanayisi üretimi, üretiminin toplam içindeki payı teknoloji yoğunluğuna göre -yüksek teknolojili sektörler açısından söylüyorum- 2002’de yüzde 5,5, 2011’de yüzde 3,5’a düşmüştür. İmalat sanayisi ihracatı açısından da yüzde 6,2’den yüzde 2,8’e düşmüştür. Bu anlamda da baktığınızda, Türkiye’nin iddiası olan, yüksek katma değerli mal ve hizmet üreten, teknoloji yoğunluğunu artırmış, bilgi toplumuna dönüşen bir Türkiye iddiası bugün elimizdeki rakamlara ilişkin, makroekonomik göstergelere ilişkin baktığımızda ne yazık ki gerçekleşmemiştir.

Buradan izin verirseniz Onuncu Kalkınma Planı’na geçmek istiyorum, bu Dokuzuncu Plan’daki var olan vizyonun ve perspektiflerin yerine gelmediğini, ciddi sapmaların olduğunu söyledikten sonra. Öncelikle şunu söylememiz gerekir: Onuncu Kalkınma Planı Stratejisi Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamıştır. Plan ve Bütçe Komisyonundaki toplantılarda bunu ilettiğimiz zaman Sayın Bakana, bize gelen cevap, aslında böyle bir stratejinin olduğu, ancak Meclisin onaylaması gerekmediği için onun Meclise sunulmadığıdır. Şu ana kadar, bu toplantıya kadar da bize ulaşmış değildir, istememize rağmen bize ulaşmış değildir. Oysa bütün eski planların hepsinde strateji de önemlidir. Bir stratejiye bakarak, sonuçta, temel anlamda “Nereden gelip nereye gidiyorsun, nereye gitmek istiyorsun?”u o stratejide görürüz, o stratejide cisimleşir, somutlaşır ama ne yazık ki böyle bir strateji görmüş değiliz.

Gene ilginç olan bir  husus değerli milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı’nda uzun vadeli stratejiye hiçbir şekilde atıf yoktur. Sekizinci Kalkınma Planı hazırlanırken Türkiye'nin 2001-2023 yıllarını kapsayan bir uzun vadeli stratejisi oluşturulmuştur ve Sekizinci Kalkınma Planı’yla birlikte de basılmıştır. Biz, Onuncu Kalkınma Planı’na baktığımızda, işte, bazı yerlerde “Türkiye'nin 2023 hedefleri doğrultusunda” gibi ibareler görüyoruz ama bunların uzun vadeli strateji mi yoksa AKP’nin Hükûmet Programı mı olduğunu buradan anlamak ne yazık ki mümkün değildir. Eğer böyle bir strateji varsa, bu stratejiye sahipseniz, sahip çıkıyorsanız, Sayın Bakan, bunu planda vurgulamamız gerekmekteydi.

Planın “Küresel eğilimler ve Türkiye etkileşmesi” bölümü güzel analizler içermektedir. Yani “Dünya nereye gidiyor, ne olacak, küreselleşme alanında neler yaşanıyor?” bunlara ilişkin bir ufuk turu vardır ama bu gelişmelerin Türkiye ekonomisini nasıl etkileyeceği söz konusu edilmemiştir. Sonuç itibarıyla biz bu planı yaparken rakiplerimizle birlikte, dinamik bir yapı içinde sürece bakarak, “Evet, dünya buraya gidiyor, gelişmeler bu yönde, biz de şunları şunları yapacağız, böyle bir etkileşme içinde olacağız.” dememiz gerekirken ne yazık ki plandan bunu söyleyemiyoruz.

Gene aynı şekilde, gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırmalı bir perspektifin olmaması da planın “Dünya ekonomisindeki gelişmeler” bölümünün ciddi bir eksikliğidir. Tekrar, başta vurguladığımı söylediğim sözü söyleyerek devam etmek istersem –ki, aslında bu bir anlamda Onuncu Kalkınma Planı’nın da özünü oluşturmaktadır- Onuncu Kalkınma Planı iddiasız bir plandır. Küresel krizin devam edeceği, bunun etkilerinin görülmeye devam edeceği varsayımıyla kurulmuştur. Likiditenin eskisi kadar bol olmayacağının bilincindedir ama Sayın Bakan şunu bilmemiz gerekir: Krizler dünya ekonomik sisteminin, kapitalizmin içindedir ve ona içkindir. Dünya ekonomisinde hem konjonktürel hareketler vardır yani belli aralıklarla ekonomiler genişler, sonra daralır; bir de daha geniş döngülü “kondratieff” dediğimiz döngüler vardır ekonominin içinde elli yıllık dönemler içinde. Bugün içinde yaşadığımız bu son yıllardaki kriz de kapitalizmin sistemik bir krizidir ve kolay atlatılabilecek bir kriz gibi gözükmemektedir. Kapitalizmin daha önceki krizlerini değişik biçimlerde aşmıştır. İki dünya savaşı arası dönemde talebi artırarak Keynesyen politikalarla aşmıştır. 70’li yıllarda küreselleşme ile özellikle sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla aşmıştır. 90 ve 2000’lerde de finansallaşarak, finanslaşma yoluyla ikincil, üçüncül el paralar yaratarak piyasalarda talebi artırma yoluyla karşılanmaya çalışılmıştır. Ancak bu, varlık fiyatlarını şişirmiştir ve bunun sonucunda bu şişen varlık fiyatları bir gün patladığı zaman, balon patladığı zaman ortaya çıkan sonuç ekonomilerin ciddi anlamda reel krize girmiş olmasıdır.

Bu anlamda, kapitalizmin içinde, dünya ekonomik sistemi içinde krizler vardır, her zaman olabilir. “Yarın bu kriz -tekrar- etkisini kaybetti.” deriz, yeniden gidebilir. İşte, o yüzden, burada plan bizim için önemli bir kaynak tahsis mekanizmasıdır. Piyasa olacak. Arza, talebe göre elbette belli birtakım perspektifleri belirleyeceğiz ama genel anlamda baktığımızda da diyeceğiz ki: “Küresel krizler olacaksa bile bunlardan nasıl en az etkilenebiliriz? Ekonomimizin dış krizlerden etkilenme derecesini nasıl azaltabiliriz? Türkiye ekonomisinin yapısal problemlerini nasıl ortadan kaldırabiliriz?” Bunlara bakmamız gerekir. Nedir bu yapısal problemler?

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yurt içi tasarrufların millî gelirdeki payı düşüktür. Yani Türkiye’nin büyümek için yatırım yapmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğümüzde bütün ülkeler gibi, aynı miktar yatırımı yapmak için bile eğer tasarrufunuz düşüyorsa, daha çok dışarıdan tasarruf almak zorundasınız yani daha yüksek cari açık vermek zorundasınız.

Türkiye ekonomisinde üretimin ve ihracatın ara malı ithalatına bağımlılığı artmıştır.

Türkiye ekonomisinde iş gücüne katılım oranları yüzde 50’dir. Bu şu demektir: Çalışma çağındaki nüfusun OECD’de ortalama yüzde 70’i iş gücüne girerken Türkiye’de yüzde 50’dir. Bu yüzden, “OECD ülkeleri içinde en düşük işsizlik oranı olan Türkiye’dir.” demek hiçbir şey ifade etmemektedir, elmayla armudu toplamak gibidir bu.

Gene, benzer bir biçimde, Türkiye’de imalat sanayisinin teknoloji yoğunluğu düşüktür ve gerekli yapısal dönüşüm sağlanamamaktadır.

Maliye politikası anlamında vergi sistemi büyük ölçüde dolaylı vergilere dayalı bir sistemdir; hem vergi adaletini sağlamaktan uzaktır hem de ekonomiyi, ekonomideki vergi yapısını ekonomideki büyümeye, genişlemeye ya da daralmaya ciddi biçimde duyarlı hâle getirmiştir.

Şimdi, bakıyoruz, tabii, yüzde 5,5’luk bir büyüme hızı var. Bu yüzde 5,5’luk büyüme hızı Türkiye’yi bir yere götürmez değerli arkadaşlarım. Türkiye'nin nüfus artış hızı yüzde 1,25’ler civarındadır. Aynı zamanda, Türkiye, kırdan kente göçün devam ettiği ve hızlı şehirleşmenin olduğu bir ülkedir. Yani kentlerde ciddi anlamda altyapı ve üstyapı ihtiyacı devam etmektedir. Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde en az yüzde 7, yüzde 8’ler büyüyebileceği bir performansın ortaya konulması gerekir. Tabii, bu sadece rakamı, Dokuzuncu Plan’da olduğu gibi, yüzde 7’ye çıkarın anlamında değildir, bunu söylemiyorum. Bunun altını doldurmaya, bunu yapabilecek varsayımlara, politika setleri oluşturmaya ve bununla Türkiye ekonomisini daha yüksek bir patikaya doğru yükseltmeye ihtiyaç vardır.

Şimdi, bakıyoruz yurt içi tasarrufların millî gelirdeki payına: 1990’lı yıllarda Türkiye’de yüzde 23’tür, 2003-2012 döneminde yüzde 15’e düşmüştür, hatta bazı yıllar yüzde 13’lere düşmüştür. Şimdi, hedefimize bakıyoruz: 2014-2018 hedefi yüzde 19. Yüzde 19’la Türkiye ekonomisi nereye gidebilir? Bakın, isterseniz rakiplerimizle, benzer gelişmişlik düzeyinde olduğumuz ülkelerle bir kıyaslama yapayım: Bu oran, yurt içi tasarrufların millî gelire oranı Çin’de yüzde 51’dir, Hindistan’da yüzde 32, Güney Kore’de yüzde 32, Singapur’da yüzde 44, Endonezya’da yüzde 33, Malezya’da yüzde 35, Meksika’da yüzde 24, Arjantin’de yüzde 23 ve aynı yıl Türkiye’de -2011 rakamlarıdır- yüzde 14’tür. Bu ülkelerin arasında en düşük burada Arjantin gözükmektedir ki ondan 10 puan aşağıdadır ve 1990’larda Türkiye ekonomisi hiç cari açık vermezken bugün AKP döneminde yüzde 5’lerin üzerinde bir cari açık vermiştir. 2007-2012 döneminde yani Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde büyüme hızı yüzde 3,5’tur, cari işlemler açığı yüzde 5,3’ler civarındadır. 2014-2018 yani plan döneminde büyüme hızı 3,5’tan 5,5’a çıkacaktır ama cari açık 5,3’ten 5,8’e ancak yükselecektir; bu, gerçekçi değildir.

Aynı zamanda, bunun gerçekçi olmadığını kur tahminlerinden de anlayabiliriz. Nitekim kura baktığımızda 2013 yılındaki kur 1,83’tür. Daha gerçekleşmedi, bilmiyoruz. Şu anda 1,94’ler seviyesine vardı ama gerçekleşeceğini varsayalım. Yıllık ortalama 2018’de 1,97 Türk lirası olarak öngörülmüştür yani dolar kurundaki nominal artış yüzde 7,7’dir ve şimdi, plan döneminde yurt içi fiyatların, TÜFE’nin yıllık ortalama hızı yüzde 4,8’dir yani kümülatifi yüzde 26,4 eder. Yurt içi fiyatları da yüzde 2 aldığımızda yıllık olarak, bunların hepsini içine koyduğumuzda şunu görüyoruz: Plan döneminde Türk lirası reel olarak yüzde 10 oranında değer kazanacaktır ve bu da Türkiye’nin mevcut modelinin devam edeceği anlamına gelmektedir değerli milletvekilleri. Yani sıcak paraya dayalı bir modeldir bu. TL değerlenecektir. Bunun sonucunda, ihracat cayarken, ihracatçıyı caydırırken bu model ithalatı özendirecek, ithalat patlayacak ve cari işlemler açığı artacaktır.

Ancak cari işlemler açığının artması sadece bir ödemeler dengesi sorunu değildir, çünkü cari işlemler açığının artması, aynı zamanda Türkiye’nin işsizliğinin de artacağı anlamına gelmektedir. Dışarıdan, yurt dışından gelen ucuz ithal malları, bugün olduğu üzere, Türkiye’nin piyasalarını istila edecektir ve bunun sonucunda işsizlik artacaktır. İş yerleri kapanacak, mevcut iş yerleri işten adam çıkartacaktır ve yoksulluk artacaktır ve bunun bugün böyle olduğunu görüyoruz. Bu modelde bugün rakamlara baktığımızda, kapanan şirket sayılarına baktığımızda, protestolu senetlere baktığımızda bunun böyle olduğunu da zaten çok açık ve net biçimde görmekteyiz.

Maliye politikası anlamında planın, vergilere yönelik ciddi bir politika perspektifi içermediğini görmekteyiz. Biraz önce söyledim: Dolaylı-dolaysız vergi ayrımında Türkiye çok dezavantajlı bir durumdadır. Yani Türkiye’de alınan vergilerin yüzde 70’i mal ve hizmet harcamaları üzerinden alınan vergilerdir, ÖTV gibi KDV gibi vergilerdir; ancak yüzde 30, gelir üzerinden alınan vergilerdir, kazanç üzerinden. Oysa Türkiye’nin kazanca göre, az kazanandan az, çok kazanandan çok alacak bir vergi sistemine acilen geçmeye ihtiyacı vardır. Böyle bir model tabii, kayıt dışı ekonominin de daraltılmasıyla birlikte göz önüne alınmalıdır.

Kamu sabit sermaye yatırımlarının özellikle AKP döneminde millî gelir içindeki payındaki düşme bizleri de –baktığımızda, muhalefet partisi olarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, bütçelerde konuşuyoruz- ciddi biçimde üzmektedir ve telaşlandırmaktadır. Kamu sabit sermaye yatırımlarının millî gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 4,9’muş, 2012 yılında yüzde 4,2 olmuştur ve dönem içinde giderek yüzde 3’lere kadar düşmüştür. Şimdi, 2018’de yüzde 4,8’e çıkması öngörülüyor ama değerli milletvekilleri, kamu yatırımları önemlidir. Kamu ve özel sektör yatırımları arasında bir dışlama değil, bir tamamlama ilişkisi vardır. Kamunun temel anlamda, fizikî ve sosyal altyapı yatırımlarında yoğunlaşmasına ihtiyaç vardır. Özel sektör ise dış ticarete konu olan mallar dediğimiz, daha çok üretimi artıracak, ihracatı artıracak -başta imalat sanayisi olmak üzere- sektörlerde yoğunlaşmalıdır. Ancak son dönemlerde kamunun özellikle altyapı alanından çekilmesi -ki kamu-özel ortaklık modellerinin bu kadar yaygınlaşması da bunu ifade etmektedir- özel sektörü hızlı bir biçimde bu alana sokmakta ve çok ciddi bir zafiyet yaratmaktadır.

Son olarak, konuşmamı bitirmeden Hükûmetin 2023 vizyonu ve hedeflerini gerçekçi bulup bulmadığımı belirtmek istiyorum: İki tane hedef var burada. Birisi, 2023’te Türkiye’de kişi başına düşen millî gelir 25 bin dolar olacak. İkincisi de, 2023’te Türkiye, dünyanın ilk on ekonomisinden biri olacak iddialarıdır.

Şimdi, tabii, ben eski bir plancı olduğum için biraz hesap kitap yaptım. Biliyorsunuz millî gelir hesaplanırken önce ulusal para cinsinden hesaplanır yani TL cinsinden hesaplanır cari fiyatlarla, ondan sonra, bu, dolar kurundan dolara çevrilir -dolara bölünür- sonra da nüfusa bölünerek kişi başına millî gelir bulunur.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; hesaplamamda, 2019-2023 yani sonraki dönemde yurt içi enflasyonu yüzde 3,5 olarak aldım ve üç senaryo yaptım:

Birinci senaryoda, döviz kuru artışı, dolar kuru artışını yurt içi-yurt dışı enflasyon farkı kadar artırdım. Enflasyonun ikisini, yurt içi enflasyon var, bir de yurt dışı enflasyonu da koydum. Yani, reel kur değişmiyor bu modelde. Eğer reel kur değişmezse, 2023 yılında millî gelirin 25 bin dolar olması için ekonominin 2019-2023 döneminde yıllık en az yüzde 9 büyümesi gerekir.

İkinci senaryoda, kur artışını yurt içi-yurt dışı enflasyon farkından fazla olarak aldım ki bu, dolar kurunun yükselmesi demektir yani Türk lirası değer kaybedecektir. Bu modelde ekonomi yüzde 15, yüzde 20 bile büyüse bu hedef tutmaz.

Son senaryoda da, kurun enflasyon farkından daha düşük artmasını söz konusu ettim yani TL değerli hâle gelecektir. Böyle bir anlamda ise burada da bir model aldım: 2018 yılında kur, tahmini 1,97 TL’ydi; 1,97’nin değişmeyeceğini, beş yıl sonra 2023’te de 1,97 olarak kalacağını öngördüm. Ekonominin yüzde 7 büyümesine ihtiyaç vardır. Aynı şekilde, bunun ilk on ekonomi arasına girmesi zaten bu hedeflerle mümkün değildir.

Özet olarak, Onuncu Kalkınma Planı, Türkiye'yi geleceğe taşıyacak temel vizyondan mahrumdur, temel vizyonu eksiktir, varsayımlar doğru tespit edilmemiştir, hedefler gerçekçi değildir.

Teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Lütfi Elvan, Karaman Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu ifade edeyim: Plan hazırlama süreci, bizim açımızdan en az plan kadar önemlidir. Bugün, burada, bir konuşmacımız, planın hazırlama sürecine yönelik bir eleştiride bulundu, “İster 3 kişi ister 5 kişi, kimlerle çalıştınız bilemiyorum ama böyle bir plan, böyle bir yaklaşım olmaz.” şeklinde bir ifadede bulundu. Bizim açımızdan son derece önemli. Neden önemli? Biz bu planın tüm toplum tarafından sahiplenilmesini istiyoruz; yine, biz bu planın tüm bürokratlar tarafından sahiplenilmesini istiyoruz; yine, biz bu planın tüm siyasetçiler tarafından sahiplenilmesini istiyoruz. O nedenledir ki ilk kez -bakın, bu, Onuncu Plan’ımız- bir planda yerel düzeyde çalışmalar yapıldı, yerelin öncelikleri belirlendi, 81 ilin katılımı sağlandı. Bu katılımlara, bu çalışmalara kimler katıldı? Baktığımız zaman, baroların katıldığını görüyoruz, işveren temsilcilerinin katıldığını görüyoruz, sendika temsilcilerinin katıldığını görüyoruz, yerel yönetimlerin, akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının, özel kesim temsilcilerinin bu plan çalışmalarına katıldığını görüyoruz. Bu, merkezî düzeydeki katılımın açılımı.

Peki, yerel düzeyde nasıl bir çalışma sağlandı? 81 ilden bu planın hedeflerine yönelik, amaçlarına yönelik ve önümüzdeki dönemde nasıl bir Türkiye istediklerine yönelik, nasıl bir bölge, nasıl bir il istediklerine yönelik çalışmalar yapıldı, sorunlar tartışıldı, öncelikler ortaya konuldu, belki binlerce sayfalık doküman Kalkınma Bakanlığımıza iletildi ve bu yapılan çalışmalar birer birer değerlendirildi ve plana yansıması gereken hususlar aktarıldı.

Ben huzurunuzda, başta Kalkınma Bakanımız olmak üzere, tüm Kalkınma Bakanlığı bürokratlarına, bakanlıklarımıza, yine bu plana katkı sağlayan 10 binin üzerindeki vatandaşımıza çok teşekkür etmek istiyorum. Böyle bir plan süreci ilk kez yaşandı. Geçmişte özel ihtisas komisyonları toplanıyor idi. Bu komisyonlar sektörlere ait öncelikleri belirleyip plana yansıması gereken hususları tespit ediyorlar idi ama buna ilave olarak -dediğim gibi- ilk kez yerelden katılım sağlanmıştır ve yerelin öncelikleri plana yansıtılmıştır.

Değerli arkadaşlar, ikinci önemli husus: Yine “Böyle bir dönemde planın ne anlamı var?” şeklinde bir yaklaşım söz konusu oldu. Bu konuya müsaade ederseniz değinmek istiyorum. Evet, belirsizliklerin oldukça yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz. Küresel kriz hâlen varlığını sürdürüyor. Dünyada çok hızlı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanıyor. Diğer taraftan, özel kesimin özellikle ağırlığı daha da artıyor; kamunun ise küçülmesi, daha çok, düzenleyici ve denetleyici bir forma dönüşmesi devam ediyor.

Böyle bir dönemde şunu ifade edebilirsiniz: “Özel sektörün bu kadar güçlü olduğu bir ortamda böyle bir plana ne gerek var?” Aslında, esas böyle bir dönemde bizim plana ihtiyacımız var, özel kesimin çok güçlü olduğu bir dönemde bizim plana ihtiyacımız var. Kamunun ağırlıklı olduğu bir dönemde, kamunun ağırlıklı olduğu ülkelerde neticede bu kararı verecek olan, bu uygulamaları yapacak olan ilgili kamu kuruluşlarıdır, kamu iktisadi teşebbüsleridir ve kamuya ait diğer kuruluş ve şirketlerdir ama özel kesim, orta ve uzun vadeli olarak Hükûmetin neler düşündüğünü, neleri gerçekleştirmek istediğini, bu ülkenin önceliklerinin neler olduğunu bilmek zorundadır, hangi alanda yoğunlaşması gerektiğini, rekabet gücünü hangi alanda yükseltebileceğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, özellikle böyle bir dönemde planın hazırlanması ve özel kesime yol gösterici bir yapıda olması son derece önem arz ediyor diye düşünüyorum. Neden düşünüyorum? Siz, Hükûmet olarak, kamu kurum ve kuruluşları olarak istihdam ağırlıklı bir yapıyı tercih edebilirsiniz veyahut teknoloji ağırlıklı bir yapıyı tercih edebilirsiniz ama bu resmi gören özel kesim, kendisi buna uyum sağlayacaktır diye düşünüyorum.

Bir diğer hadise ise kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik. Evet, bu plan hedefleri ve amaçları doğrultusunda kamu kurum ve kuruluşlarımız da stratejilerini hazırlayacaklar, bu stratejiler çerçevesinde önceliklerini ortaya koyacaklardır. Bu da, bir anlamda özel kesim için yol gösterici bir nitelik arz edecektir.

Şimdi değerli arkadaşlar, yine bir milletvekilimiz, bunlara ilave olarak, “Neden biz şu anda İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde 87’nci sıradayız? Hâlen biz dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olmamıza rağmen neden 87’nci sıra?” diye bir soru sordu. Burada şunu ifade edeyim: Değerli arkadaşlar, bunda Adalet ve Kalkınma Partisinin hiçbir kabahati yoktur, bunu anlamamız lazım. Bunu anlamak için de, tabii ki, İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde kullanılan verileri bilmek gerekiyor. 25 yaş üstü kesimin değerlendirilmesi yapılıyor, Adalet ve Kalkınma Partisi on yıldan beri iktidarda. Yani, biz iktidara geldiğimizde 15 yaşındaki bir genç, daha yeni o endekse girme konumuna gelmiş durumda. Dolayısıyla kısa ve orta vadede çözülebilecek bir problem değildir bu. Dolayısıyla, AK PARTİ’den çok, bizden önceki hükûmetlerin kabahati ve sorumluluğundadır.

Yine özelleştirme konusunda bazı eleştiriler dile getirildi. Evet, biz belki özelleştirme konusunda sizlerden ayrışıyoruz. Biz özelleştirmeden yana politikalar izliyoruz ve bu özelleştirme politikalarının da bu ülkenin hayrına olduğunu düşünüyoruz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Kimlerden ayrışıyorsunuz Sayın Elvan?

LÜTFİ ELVAN (Devamla) – BDP’den ayrışıyoruz efendim, onu özellikle ifade edeyim. Yine bu çerçevede, Cumhuriyet Halk Partisini kastetmedim, onu da ifade edeyim.

“Şırnak’ta TKİ neden yok?” şeklinde bir soru soruldu. Evet, Şırnak’ta TKİ yok çünkü biz daha fazla istihdam istiyoruz, çünkü biz daha fazla üretim istiyoruz. Şırnak’ta TKİ’nin olduğu dönemlerde yılda belki 25-30 bin ton kömür üretilirken, bugün Şırnak’ta yılda 450 bin ton kömür üretilmektedir ve önümüzdeki dönemde, çok kısa bir süre içerisinde, bu üretim miktarı 1,2 milyon tona yükselecektir. Bu, istihdam demektir; bu, üretim demektir; bu, ülkenin kalkınması demektir; bu, ülkenin gelişmesi demektir.

Yine, TOKİ konusunda bir eleştiri geldi. Evet, bugüne kadar biz TOKİ aracılığıyla 589.298 konut ürettik. Kimin için ürettik bunları? Fakir vatandaşlarımız için ürettik, gelir düzeyi düşük olan vatandaşlarımız için biz bunları sağladık. Biz gelir düzeyi düşük olan vatandaşlarımıza hizmet etmeyelim mi, bu vatandaşlarımızın konut sahibi olmasını istemeyelim mi? Bunu da anlamak gerçekten mümkün değil.

Diğer bir husus da GAP konusunda… Gerçekten bu arkadaşlarımızın özellikle GAP konusundaki yatırımlara bakması gerekiyor, bunları öğrenmeleri gerekiyor açıkçası. Son beş yılda Güneydoğu Anadolu Projesi’ne tam 15 milyar TL’lik kaynak aktardık. Aslında aktarılan kaynak 18 milyar TL, ancak kullanılan miktar, harcanan miktar 15 milyar TL, 5’e böldüğümüz zaman, yılda 3 milyar TL’lik bir kaynağın Güneydoğu Anadolu Projesi’ne harcandığını görüyoruz, 3 milyar TL.

Peki, AK PARTİ iktidarları öncesi resim neydi, tablo neydi, onu da bilmemiz, onu da görmemiz gerekiyor. AK PARTİ öncesi dönemde, yılda ortalama sadece 300 milyon TL’lik bir yatırım söz konusuydu. Peki, ne olmuş? Biz, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne tam 10 katı daha fazla bir harcama gerçekleştirmişiz. Peki, neler yapmışız? Bakın, sulamaya açılan alanı 270 bin hektardan 377 bin hektara çıkarmışız. Yine, 843 kilometre ana sulama kanalını hizmete almışız. Yine, 18 kilometrelik Suruç Tüneli’nin 13 kilometrelik kısmını tamamlamış durumdayız.

Toplulaştırma alanında ise çok daha farklı bir resim söz konusu. Bizden önceki dönemlerde, Türkiye genelinde toplulaştırılan toplam arazi miktarı 500 bin hektar arkadaşlar, 500 bin hektar. Şu anda, biz, sadece GAP bölgesinde 1,2 milyon hektar araziyi toplulaştırmış durumdayız ve bu yıl sonu itibarıyla aşağı yukarı 2 milyon hektarlık arazi, GAP bölgesinde toplulaştırılmış olacak. Düşününüz, tüm Türkiye genelinde yapılmış olan toplulaştırmanın tam 4 katını biz Güneydoğu Anadolu Bölgesi için yapmışız.

Eğitimden de sadece bir örnek vermek istiyorum: Okul öncesi eğitimde okullaşma oranı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bizden önceki dönemde sadece yüzde 3, okul öncesi eğitimde okullaşma oranı; bizim dönemimizde bu, yüzde 55’e yükseldi arkadaşlar, okul öncesi okullaşma oranı. Bizim diğerlerinden farkımızı  herhâlde görürsünüz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, yine, burada gündeme getirilen ve belki eleştiri konusu yapılan bir başka husus, bu plan çalışması esnasında dünyadaki eğilimlerin dikkate alınmadığı şeklinde bir yaklaşımın ortaya konması. Bilakis, bu planda, özellikle bu planın hazırlanma aşamasında  dünyadaki eğilimler detaylı olarak analiz edilmiştir. Büyüme ve üretim eksenindeki değişimler, finansal piyasalar ve sermaye akımlarındaki değişimler, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, uluslararası ticaret ve bütünleşme hareketleri, Avrupa Birliği, demografik yapıdaki değişimler.

Ki, demografi konusunda, özellikle doğurganlık oranı konusunda ben çok kısa bir şey söylemek istiyorum: Değerli arkadaşlar, şu anda, bizim özellikle Ege Bölgesi’nde, Marmara Bölgesi’nde, İç Anadolu Bölgesi’nde, özellikle batı bölgelerimizdeki doğurganlık oranı, şu anda Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinden daha az durumda. Bunun farkında ve bilincinde olmalıyız ve bu çerçevede de zaten Onuncu Plan’ımızda gereken önlemler alınmıştır.

Yine, devam ediyorum: Hem Türkiye hem dünyadaki iş gücü piyasasındaki değişimler dikkate alınmış. Çevre, enerji gibi konular hem dünya hem de Türkiye ölçeğinde ayrıntılı olarak analiz edilmiş, ülkemize olabilecek etkileri ortaya konmuş ve bu çerçevede 2023 yılını hedef alan somut ve gerçekleştirilebilir bir plan ortaya konulmuştur.

Plan öncesi gelişmelere baktığımızda, gerçekten son beş altı yılda Türkiye’de çok önemli reformların yapıldığını görüyoruz. Kimse bu reformların yapılmadığını iddia etmemeli, kimse de yine bu reformların yapıldığını bizlere unutturmamalı.

Adaletten bahsedildi, adalet alanında çok önemli reformlar gerçekleştirdik değerli arkadaşlar. Temel kanunları çıkardık; Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu gibi gerçekten son derece yüklü, kapsamlı temel kanunları bu dönemde biz çıkardık. Yine, dördüncü yargı paketiyle, adalet ve yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi sağlanmış oldu. Ceza infaz kurumlarıyla tutukevleri ve adliye binalarında çok önemli yatırımlar gerçekleştirildi. Ulusal Yargı Ağı Projesi’nin altyapısı tamamlandı. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirildi. Türkiye İnsan Hakları Kurumu kuruldu.

Adalet dışında, yine, gelir dağılımı konusuna müsaade ederseniz çok kısa değinmek istiyorum çünkü burada gelir dağılımının bozulduğu ve kötüleştiği şeklinde ifadeler kullanıldı. Dünyada yaşanan bu küresel krize rağmen, dünyadaki tüm gelişmiş ülkeler dâhil, gelir dağılımında çok ciddi bozulmalar olmasına rağmen Türkiye’de gelir dağılımında iyileşme sağlanmıştır. Evet, belki siz Gini katsayısının 0,40’tan 0,38’e düşürülmesini küçümseyebilirsiniz ama 0,40’tan 0,38’e düşmesi çok önemli bir gelişmedir.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Ne önemi var?

LÜTFİ ELVAN (Devamla) - Gelişmiş ülkelere baktığınızda, o ülkelerin Gini katsayılarının arttığını görüyorsunuz ama Türkiye’deki Gini katsayısının, daha doğrusu, açıklamam gerekirse, gelir dağılımının düzeldiğini, gelişmiş ülkelerde de bunun tam tersi olduğunu görürsünüz.

Yine, Türkiye, OECD ülkeleri arasında bu kriz döneminde işsizliği en çok azaltan ülke konumuna gelmiştir. Evet, son dört yılda 4 milyon istihdam sağladık. Bunun örneği var mı acaba gelişmiş ülkelerde, var mı dünyada? Dört yılda 4 milyon istihdam.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Nüfus 76 milyon!

LÜTFİ ELVAN (Devamla) – Evet, var mı örneği bunun?

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Yok, yok!

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sizden öncekilerle kıyaslayın, keramet sizde mi?

LÜTFİ ELVAN (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, müsaade ederseniz, Onuncu Kalkınma Planı’na yönelik… Tabii ki dünyadaki gelişmeler, değişimler, Türkiye'de yaşanan değişim, gelişim süreci dikkate alınarak, Onuncu Kalkınma Planı’nın stratejileri, öncelikleri belirlenmiştir.

Dört temel eksen üzerine oturtulmuştur: İlk eksen, nitelikli insan ve güçlü toplumdur. İnsanı merkeze alan ve bu merkezden yola çıkarak kalkınmayı, gelişmeyi esas alan bir yaklaşım benimsenmiştir. Siz hangi sektöre öncelik verirseniz verin, hangi sektöre yoğunlaşırsanız yoğunlaşın, öncelikli olarak ele almanız gereken konu nitelikli insan, nitelikli iş gücü. Bu nedenle, Onuncu Kalkınma Planı’nın merkezi, nitelikli insan olmuştur, nitelikli insan üzerine oturtulmuştur bu plan.

Nitelikli iş gücü yüksek olan ülkelerin daha istikrarlı olduğunu, daha hızlı büyüdüğünü görüyoruz, nitelikli iş gücüyle birlikte demokrasinin de güçlü olduğu toplumlarda ise bu büyümenin daha hızlı, istikrarın ise daha güçlü olduğunu görüyoruz.

Bu nedenle, biz de tabii ki temel hak ve hürriyetler konusunda, demokratikleşme konusunda, adalette hâlen var olan bazı sorunlar konusunda, yapısal diye nitelediğimiz sorunlar konusunda Onuncu Plan’da da adım atmaya devam edeceğiz, ilerlemeye devam edeceğiz.

Nitelikli insan neden önemlidir? Bakın, değerli arkadaşlar, bugün Amerika Birleşik Devletleri dünyanın en nitelikli insanlarını çekmektedir, Çin’den, Hindistan’dan, Türkiye'den. İşte, biz de Türkiye'deki nitelikli insan sayısını artırmak, yurt dışındaki nitelikli insanımızı Amerika’dan, İngiltere’den, Almanya’dan Türkiye’ye getirmek ve gerekirse çok çok nitelikli, çok çok vasıflı yabancıları bile Türkiye’ye çekmek için Onuncu Plan kapsamında bir program hazırladık. Bu programla, özellikle bu nitelikli insan alanında önümüzdeki dönemde çok kapsamlı, çok detaylı çalışmalar yapılacak.

Yine, bu plandaki ilklerden bir tanesi, temel hak ve hürriyetlere yönelik, temel hak ve özgürlüklere yönelik -ilk kez bir planda- ayrı bir alt bölüm açılmasıdır. Geçmiş dokuz plana bakın, böyle bir husus söz konusu değildir ama bu planda, temel hak ve özgürlükler konusunda özel bir bölüm açılmıştır ve bu alana çok özel, çok güçlü bir vurgu yapılmıştır.

İkinci eksen, yenilikçi üretim ve istikrarlı yüksek büyüme. Geçtiğimiz on yılda istikrarlı büyümeyi sağlayıcı önemli tedbirler alındı biliyorsunuz ve ekonomimiz sağlam temellere oturtuldu. Bu planda da makroekonomik istikrarı koruyucu ve sürdürülebilir kılıcı tedbirler alınmış durumdadır.

Peki, yenilikçi üretimden kastımız nedir, biz neyi amaçlıyoruz? Biz şunu amaçlıyoruz değerli arkadaşlar: Biz, Türkiye'nin bilgi ve teknoloji üreten bir ülke olmasını istiyoruz. Sadece bununla da yetinmiyoruz, “Bizim için bilgi ve teknoloji yeterli değildir, bu bilgi ve teknolojiyi katma değere dönüştüren bir ülke istiyoruz.” diyoruz. Yine biz diyoruz ki: “Türkiye Onuncu Kalkınma Planı’yla yenilikçi üretimin üssü olsun istiyoruz.”

Bu konuda yine çok önemli programlar ortaya kondu. Bu programlara, vaktim kısaldı ama çok kısa da olsa değineceğim.

Üçüncü eksenimiz, yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir çevre. “Yaşanabilir mekânlar” dediğimiz zaman, bunu sadece çevreyle ilişkilendirmek veya belirli bir sektörle ilişkilendirmek doğru değildir. Yaşanabilir mekânların çok sektörlü bir bakış açısı, çok boyutlu bir bakış açısı vardır.

Son on yıla baktığımızda, aşağı yukarı yüzde 7 nüfus artış hızımıza karşılık, yüzde 14 gibi, şehirlerimizdeki nüfus artış hızı söz konusu. Aşağı yukarı, toplam nüfus artışımızın 2 katı kadar kentlerde bir artış söz konusu. Bu nedenle, özellikle kentlerimize yönelik çok yoğun, kapsamlı çalışmalar yapmamız gerekiyor. Eğitim altyapısından sağlığa, kültürden sosyal tesislere, rekreasyon alanlarına varıncaya kadar çok kapsamlı çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz ve bu çerçevede de gereken öncelikler planda yerini almıştır diye düşünüyorum.

Yine bu bölümde, bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılması, başta geri kalmış yöreler olmak üzere, bölgelerimizin rekabet güçlerinin artırılması da yine planımızın öncelikleri arasında yer almaktadır.

Dördüncü eksen ise kalkınma için uluslararası iş birliğidir. Bu bölümde, kalkınmanın dış dinamikleri ile ikili, bölgesel ve çok taraflı olmak üzere temel önceliklerimiz ve politikalarımız yer almaktadır.

Değerli arkadaşlar, son olarak ise, bu planda ilk kez, daha doğrusu, bugüne kadar yapılmış olan kalkınma planlarında hiç bulunmayan, ilk kez Onuncu Kalkınma Planı’nda yer alan programlara değinmek istiyorum. Bu programlar neden önemlidir? Biraz önce bir konuşmacımız şunu ifade etti: Planda yapısal sorunlara yer verilmediğini söyledi. Eğer bu programlara bakmış olsaydı yapısal sorunlara ne kadar önem verildiğinin farkında olacaktı. Biz ülkemizin tüm yapısal sorunlarını, hemen hemen tüm yapısal sorunlarını bu program bölümüne aktarmış bulunuyoruz. Nedir bu “program” dediğimiz şey? Örnek vereyim, örnek üzerinden gidelim: Örneğin, yurt içi tasarrufların artırılması programı. Evet, yurt içi tasarrufların düşüklüğü bir gerçek mi bugün? Gerçek. Biz yurt içi tasarrufları artırmak istiyor muyuz? İstiyoruz. Peki, ne yapıldı bu planda? Yurt içi tasarrufların artırılmasına yönelik bir hedef konuldu, bir amaç konuldu, performans kriterleri konuldu ve bunların bileşenleri ortaya konuldu. Yine buna ilave olarak, bu programdan hangi kurum, hangi bakanlık sorumlu olacaktır, bu bakanlıkla birlikte hangi bakanlıklar, gerekirse sivil toplum kuruluşları çalışacaktır, bunlar ortaya konuldu. Bir anlamda, bu programlar planın uygulanmasına imkân verecek ve bu yapısal sorunların bu programla birlikte, programlarla birlikte çözülmesine paralel olarak da bu plan hedeflerinin çok rahat bir şekilde gerçekleştirilebileceğini düşünüyoruz.

Ne var bu programlarda, bakacak olursak: İş ve yatırım ortamının geliştirilmesi programı. Evet, iş ve yatırım ortamının geliştirilmesi konusunda hâlen çalışma yapmamız gerekiyor, hâlen ilerleme sağlamamız gerekiyor. Bununla ilgili bir program oluşturuldu. Tamamıyla uygulamaya yönelik olarak bir program hazırlandı.

Yine, ithalata olan bağımlılığın azaltılması programı. Biz şundan şikâyetçi değil miyiz, “Büyüme performansımız yüksek olduğu zaman bizim ithalatımız da yüksek oluyor. Dolayısıyla, cari açık problemiyle karşılaşıyoruz.” demiyor muyuz? Bunu söylüyorsak, ithalata olan bağımlılığın azaltılması programıyla işte, var olan bu yapısal sorunu ortadan kaldırıcı tedbirleri alacağız demektir.

Yine bu programlardan örnekler vermek istiyorum. Bir başka örnek, üretimde verimliliğin artırılması programı. Bizim açımızdan, verimlilik son derece önemli. Üretim kapasitemizi artırmak zorundayız. Yine, firmalarımız dışarıdaki güçlü firmalarla rekabet etmek zorunda. İleri teknoloji ürünü ürünlerin firmalarımız tarafından üretilmesi gerekiyor. Bakınız, 2002-2007 döneminde toplam faktör verimliliğinde pozitif bir gelişme olurken, 2007 sonrasında pozitif bir gelişmeyi göremiyoruz. Bu da üretimde verimliliğin arttırılması programının ne kadar önemli olduğunu ve burada yaşanan sorunların da yine bu program aracılığıyla çözülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Yine, sorun olarak gördüğümüz, tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi. Bazı bölgelerimiz Türkiye’de çölleşmeyle karşı karşıya. Bunlara yönelik önlemler alınması gerekiyor, ki bakanlıklarımız tarafından alınıyor ama birden fazla bakanlığı, birden fazla kuruluşu ilgilendiren, çok kapsamlı çalışılması gereken, kapsamlı analizlerin yapılması gereken programlar bunlar. İşte, yine bu program vasıtasıyla su kaynaklarımızı daha etkin, daha verimli kullanabilecek yapıya sokma imkânımız ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum.

Bir başka önemli husus, sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm. Uzun vadede Türkiye’nin küresel bir ilaç, AR-GE ve üretim merkezi olmasını arzu ediyoruz biz. İşte, bunu gerçekleştirebilmek için bizim böyle bir programa ihtiyacımız var. İşte, bu program sayesinde yine ülkemizin ihracatına, ülkemizin gelişmesine katkı sağlayacak olan ilaç, AR-GE ve üretim merkezlerini daha da geliştirmek, daha da büyütmek istiyoruz.

Ben konuşmama son verirken -daha zamanım kalmadı- tekrar Kalkınma Bakanımıza, Kalkınma Bakanlığımızın tüm bürokratlarına ve tüm kamu kurum ve kuruluş temsilcilerine, plana katkı sağlayan tüm vatandaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.

Onuncu Plan’ın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Birinci bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Emin Haluk Ayhan, Denizli Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı’nın birinci bölümü üzerinde şahsım adına söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu planın hazırlanmasında emeği geçen eski mesai arkadaşlarıma ve tanımadıklarıma, hepsine teşekkür ediyorum.

Şimdi, özellikle ifade etmek istediğim bir şey var: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın İkinci Bölümü “Ekonomik Hükümler” başlığı altında, bu başlığı taşıyor. 1 numaralı başlık: “Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey.” Eski başlığı zaten “Planlama” idi. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kurulması ve bunların kanunla düzenleneceği de burada var. Ekonomik ve Sosyal Konseyi aslında siz hikâyeden kurdunuz. Anayasa değişikliğinde, yargıda istediklerinizi gerçekleştirmek için onun yanına bir şeyler koymanız gerekiyordu, bunu da koydunuz. “Ya Sayın Milletvekilim, eski bir planlamacı olarak nasıl böyle bir şey söylüyorsunuz?” dersiniz, diyebilirsiniz de ama bir şeyi söyleyeceğim: Bu Ekonomik Konseyde yer alabilecek kurumlar kim? TOBB. Yer alabilecek kurumlardan biri kim? TESK. Diğer, başka kurum kim? Türkiye Ziraat Odaları Birliği. Siz, bunları, vatandaşın PKK’ya kalbini yufkalaştırmak için kullanıyorsunuz. Niye toplamadınız şimdiye kadar? Hani, kanunu nerede? Hani, tasarısı nerede? Adı Kalkınma Bakanlığı olunca DPT farklı bir alana mı girdi? Niye yapmadınız, niye getirmediniz 2010’dan bu tarafa bunu? Çünkü, işin aslı öyle değil, farklı düşünüyorsunuz, öncelikle onu ifade etmek istiyorum. Samimi olmak lazım her şeyden önce. Planı hazırlayanlar bütün samimiyetiyle -aşağıda bürokrasi- gayret gösteriyor ama sizin niyetiniz önemli AK PARTİ olarak.

Biraz önce burada bir arkadaşınız neyi söyledi? “Toplum sahiplensin bu planı istiyoruz.” dedi. Hani, milletvekilleri nerede? 326 milletvekilinin kaçı burada? Nesini sahiplendiniz siz bu planın AKP olarak? Aşağıda hazırlanıyor birtakım dengeler, geliyor. “Zamanında çıksın da nasıl olursa olsun, muhtevasında ne varsa olsun.” Böyle bir şey olmaz.

Ekonomik Sosyal Konseyin tasarısı yok ortada, esamesi yok. Koca bir Bakanlık tasarıyı hazırlayamayacak kadar âciz mi? Ekonomik Sosyal Konseye girebilecek kurumların yöneticileriyle ilgili gerekli şeyi söyledim. Siz Bakanlar Kurulu olarak bir şeyi yapamıyor musunuz? Onları göndereceğinize PKK ve yandaşları için siz, ne yaparsınız? Gidin millete, “Biz memleketin geleceğini İmralı’yla müzakere edeceğiz.” deyin canım. Bunu söyleyemiyor musunuz? Söyleyin.

Bu hazırladığınız plan, bu tasarı, şu Anayasa’da yazan gereklilikleri karşılamıyor Sayın Bakanım. Bunu niçin söylüyorum? Bakın, planda, millî tasarrufu ne yapacaksınız, “Artıracaksınız.” diyor. AKP döneminde, millî tasarruflar gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 24’ünden -özel sektörünki- 11’ine düşmüş sizin döneminizde. Sizin dokümanlarınızda bunlar var. Anayasa’ya uygun mu hareket ettiniz? Alakası yok. Öbür tarafta, bakın ne diyorsunuz: “…dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı…” Anayasa’da bu da var. Sizin dönemde, dış ödemeler dengesinde, 550 milyar dolar dış ticaret açığı var, 350 milyar dolara yakın da cari işlem açığı var.

Siz Anayasa’ya aykırı hareket ettiniz. Açık seçik burada yazıyor. Bu yazılı metin, sizin hukuk olarak uymanız gereken bir metin, bütün Türk milletinin uyması gereken metin. Siz bundan uzaklaştınız gittiniz. Her şeye bir bahane, “Dünya konjonktürü uygundu, uygun değildi.” Elbet uygun da olacak, uygun olmadığı da olacak; bütün şartlarda siz bunu sağlamaya çalışacaksınız. Her şeye bir bahane.

İşte, Anayasa’nın 166’ncı maddesinin ikinci paragrafı bunu söylüyor, “Millî tasarrufları artırıcı tedbir alacaksın.” diyor.  Ne yaptınız? Yüzde 24’ten 12’ye düşürdünüz yurt içi hasılaya oranını. “Ödemeler dengesini sağlayıcı tedbir alacaksın.” diyor. Bir daha, tekraren söylüyorum, dış ticaret açığı 550 milyar dolar, cari işlem açığı 300-350 milyar dolar. Neresinde Anayasa’nın gereklerini yerine getirdiniz siz? Faiz lobisi bunun neresinde? Başbakan söylüyor, “Bizim zamanımızda 5 kat bunların gelirleri arttı.” diyor. Kim bu semirenler, böyle artanlar, genişleyenler? Çık, burada söyle, filanca kurum de, falanca adam de. Söyleyin ya, karanlıkta ıslık çalmayın. Sizin zamanınızda bu semirenler kim?  Kimlerle iş birliği yaptınız? Kimler istifade etti bundan? Bir sözü söylerken arkasından bir düşüneceksiniz, buna kim ne diyecek.

Bakın, yukarıda Tüketici Yasası görüşülüyor -alt komisyonundayız- iktidar ne yapıyor? Hâlâ, oradan dünya kadar kâr etmiş, tüketiciyi ezmiş finans kesimiyle beraber hareket edip hırpalamaya çalışıyor tüketiciyi. Orada yazıyor, görüşmeler de yaptık, yarın muhalefet şerhimizi de yazacağız. Böyle bir şeyin olması mümkün mü?

Kaldı ki bakanların birbirinden haberi yok. Bakın, millî gelir, birinci çeyrek açıklanmadan, hepiniz, bakanların tamamına yakını bu işle ilgili, ümitli değildi yüzde 3 civarında bir büyüme geleceğinden. Yüzde 3 büyüme geldi, siz de şaşırdınız. Bir iki gün önce farklı söylüyorlardı. Şimdi herkes ne yapıyor biliyor musunuz Sayın Bakanım? “Nereden, nasıl çıktı bu büyüme?” dediğimiz zaman, şahsınızı tenzih ederim, bu işten sorumlu kim varsa, Cevdet effect, Babacan effect… Onlar anlatıyorlar, böyle, sıradan gidiyor. Yani bir çıkın, topluma açıklayın “Bunun arkasında şu oldu, bu oldu.” diye, herkes bilsin.

Bakın, Devlet Planlama Teşkilatı veya şimdiki adıyla Kalkınma Bakanlığı, baktığınız zaman, ekonomiden düştü; açık söyleyeyim. Oradaki arkadaşlar yine aynı işi yapıyorlar, siz ekonomide geri sıralarda kaldınız. Zatıalinize hani böyle bir şey söylemek istemem, mesai arkadaşıyız ama.

Orta Vadeli Program’ı biraz önce burada konuştular. Şimdi, Orta Vadeli Program’ı hiç zamanında getiremediniz, kanun hükmünde kararnameyle, yetkiniz olmamasına rağmen ileri attınız tarihini, onda bile yetiştiremediniz ya. Dünyadaki gelişmeleri dikkate alıyorsunuz tabii; onu da kestiremiyorsunuz, kendinizin ne yapacağını da kestiremiyorsunuz. Dört beş ay sonra, aynı gün bütçe çağrısını da koyuyorsunuz, diğerlerini de koyuyorsunuz. Ama, sıkıntılı bir iş, doğru bir iş değil Sayın Bakanım.

Şimdi, planı getirdiniz, nerede bunun alt dokümanları Allah’ınızı severseniz? Ben plan gerçekleşmeleri doğru mu, yanlış mı diye baktığım zaman kime soracağım Allah’ınızı severseniz? Kime verdiniz şimdiye kadar? Yok burada. Plan Bütçeye geldim, yok; burada yok. Bakın, biz şu dokümanı… Ben bugün konuşacağımı öğrendim, bu doküman daha yeni geldi buraya, yeni dağıtıldı. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin işi ama -Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum, nezaket gösterdiniz daha önce bir sohbet için, katılamadık, özrümüzü de beyan ettik ama- bu işlerin bir ciddiyeti olması lazım.

Şimdi “Kişi başına gelir 30 bin dolar olsun Türkiye’de de Gini katsayısını bir de ona göre değerlendiririz.” Burada mukayese ediyorsunuz AKP Grubu olarak da, geliyorsunuz.

Diğer taraftan, yarın Orta Vadeli Program’ı hazırlamaya başlayacaksınız. Burada baz aldığınız rakamları kullanacak mısınız, değiştirecek misiniz? Bir taahhüt edin şurada, bir bilelim, ne yapacaksınız.

Ben şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum: Bu ülkeyi ithalat cenneti hâline getirdiniz. Sanayici son derece zor durumda. Çiftçi 7 bin liraya hayvanı aldı, 3 bin liraya hayvanı satamıyor. Biz de geziyoruz, siz de geziyorsunuz ama siz kendinizi koruma yöntemlerini değiştirdiniz, su altından bile sizi korumaya başladılar.

Şimdi, bunlara devam etmek mümkün, süre yeterli değil.

Bakın, özel ihtisas komisyonu raporlarını falan piyasaya bir an önce sirküle etseydiniz. O işin içinde olanlar bize, orada yazanlarla burada çıkan, Hükûmetten gelen tasarıların tutmadığını söyleyen mailler atıyorlar. Onları arıyorum, diyorum ki: Bizi değil, adres Hükûmet… Onlara, öyle bakacaksınız diyorum.

Ben şimdilik konuşmamı burada bitiriyorum süre itibarıyla.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, bir konuyu açıklayabilir miyim. “Su altından koruyorsunuz kendinizi.” dendi de onu açıklama ihtiyacı duydum, müsaade eder misiniz.

BAŞKAN – Buyurun.

 

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın, Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın Onuncu Kalkınma Planı’nın birinci bölümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Evet, az önce değerli milletvekilimiz “Su altından da kendinizi koruyorsunuz.” gibi bir ifadede bulundu. Tabii, medyadan bilgilendiği için muhtemelen böyle bir şey söyledi.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Bakanım, söylediklerimden bir tek o mu dokundu size?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bir saniye… Bir heyecanlanmayın, bağırmakla doğru bir şey ifade etmiş olmazsınız, sakin olun.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Bir tek o mu dokundu size?

AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) – Bir dinle ya!

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bu Mecliste sakin, sükûnet içinde de konuşabiliriz, bağırmanıza gerek yok.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Hiç bağırmadım.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Niye bu kadar bağırıyorsunuz? Bu normal bir durum değil bana göre.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Hayır, zararı varsa Başkan durdururdu zaten konuşmamı, sizin beni ikazınızın gereği yok.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Şimdi, müsaade ederseniz, ben neyi açıklayacağıma kendim karar vereyim, siz dikte etmeyin.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Ben müsaade etmem, Sayın Başkan eder.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Bugün bazı medya organlarında su altından polislerin beni koruduğuna dair bir haber yayınlandı, gerçekle en ufak bir ilgisi olmayan bir haber. Memleketimde, Solhan ilçesinde bir festivale katıldım. “Yüzen Adalar” diye güzel bir tabiat varlığımız var, oraya gösteri amaçlı olarak dalgıçlar gelmişler ve birtakım aktiviteler yapıyorlardı, onu sanki beni koruyan polislermiş gibi… Doğan Haber Ajansından kaynaklı bir haber. Ben kontrol ettirdim, yerelden de bir problem yok, yerelden böyle bir haber geçilmemiş ama bir resme bakmış birileri, resmin altını kendi hayalleriyle doldurmuşlar ve bunu da maalesef, medyaya servis etmişler, sanki beni korumak için birileri, su altı dalgıçları geldi gibi bir haber yapmışlar. Herhâlde iletişim fakültelerinde bu tür haberlerin okutulması lazım. Orada muhabiri olmayan, kendileri bulunmayan insanlar oturup böyle haberler yapıyorlar ve bunlar Meclisimize kadar gelip buralarda ifade ediliyor. Bundan duyduğum üzüntüyü belirtmek için söz aldım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler (Devam)

1.- Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1238) (S. Sayısı: 476) (Devam)

 

BAŞKAN – Birinci bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Mehmet Muş, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı, birinci bölüm üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle “kalkınma” kavramının, “kalkınma” olgusunun ne olduğuna değinmek istiyorum. Her sosyal kavram gibi “kalkınma” kavramının tanımı içerisinde bazı anlam karışıklıkları, algı karışıklıkları bulunmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir fenomen hâline gelen “kalkınma” kavramı, çeşitli alanlardan geçerek, çeşitli evrimlerden geçerek bugünkü tanımına ulaşmıştır. Ben, birinci aşamada kalkınmanın nasıl tanımlandığından başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, geleneksel iktisatta, kalkınma, uzun bir dönem toplam millî gelirde meydana gelen artış olarak tanımlandı, ölçüldü. Daha sonra, bunun yeterli bir ölçüm olmadığı ve salt ülkenin toplam millî gelirindeki artışın toplumun refahını yansıtmayacağından hareketle, bunun kişi başına düşen millî gelir olarak ölçülmeye başladığı ikinci dönem başlar. İkinci dönemden sonra, sadece kişi başına millî gelirin ölçülmesiyle yine kalkınmanın tam olarak ifade edilemeyeceği fark edildiğinden dolayı, kişi başına millî gelirden, artık, yavaş yavaş, gelir adaletsizliğinden gelir adaletsizliğindeki dengesizliklere ve kişi başına millî gelirden fakirliğin azaltılmasına doğru, tanımda bir kayma olduğunu görüyoruz. Son aşamada, bugün kullandığımız “kalkınma” kavramı ise insani gelişmişlik üzerine oturmuştur ve burada sadece, sırf iktisadi bir doktrin değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi bir hüviyet kazanmıştır “kalkınma” kavramı. İşte bu noktada ben, özellikle İnsani Gelişme Endeksi’ne atıflarda bulunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, İnsani Gelişme Endeksi, gelir, yaşam süresi ve eğitim olmak üzere, bunlara eşit olarak katsayılar uygulanmak suretiyle hesaplanan bir insani endekstir. Bizim Türkiye olarak 2000 yılında sahip olduğumuz endeks 0,645 idi. Sıfır ile 1 arasında bir range var, 1’e doğru yaklaştıkça insani gelişmişlik güçleniyor, Sıfıra doğru yaklaştıkça ülkenin İnsani Gelişmişlik Endeksi zayıflıyor. Biz 2000’de 0,645 idik, bu dönemde dünya 0,639 idi, Avrupa ve Orta Asya ortalaması ise 0,709 idi. 2012’ye geldiğimiz zaman bizler İnsani Gelişmişlik Endeksi’mizi 0,722’ye çıkartıyoruz, dünya bu dönemde 0,694’e geliyor ve Avrupa ve Orta Asya ortalaması ise 0,771’e geliyor. Dünya ve Avrupa ve Orta Asya ortalamasındaki İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde meydana gelen iyileşme yüzde 9 iken, bizde bu yüzde 12’dir. Yine başka bir açıdan baktığımız zaman, 2000’de Türkiye’nin İnsani Gelişmişlik Endeksi’nin Avrupa ve Orta Asya’ya oranı yüzde 90 iken, bugün itibarıyla bu oran yüzde 94’e çıkmıştır yani bir kötüleşme değil, aslında İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde bir iyileşme vardır. Tabii, bu endeksin kısa zaman içerisinde çok daha yukarılara çıkartılması zor ama 2000’le 2012 arasında biz, dünya ile mukayese ettiğimiz zaman daha iyiye, Avrupa’yla mukayese ettiğimiz zaman ise makasın çok daha kapatıldığını buradan rahatlıkla görebiliyoruz.

Değerli milletvekilleri, kalkınma noktasında şunu üzülerek ifade etmek durumundayım: Dünyada çeşitli kalkınma dalgaları meydana gelmişti. Bunlardan bir tanesi, modern dönemde Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin yakaladığı kalkınma dalgası idi. Maalesef, bu kalkınma sürecini bizler kaçırdık. Daha sonra ise özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya ve Almanya’nın başını çektiği bir kalkınma dalgası dünyada yaşandı. Bizler bu kalkınma dalgasını da kaçırdık ve son olarak 1960 sonrası Güney Kore, Singapur, Hong Kong, Tayvan gibi ülkelerin yakalamış olduğu bir kalkınma dalgası vardı dünyada, biz bu kalkınma dalgasını da, yine üzülerek ifade ediyorum, kaçırdık. Şimdi bizler, on yıllık iktidarımız boyunca, bir taraftan bu kaçırdığımız kalkınma dalgalarında ortaya çıkan farkı kapatma, bir taraftan da bilişim, yüksek teknoloji alanında dünyayla rekabet, hatta dünyada önde gelen bir ülke olma noktasında çalışmalar yürütüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye özellikle son on yılda yakaladığı istikrar ile… Birinci sınıf ekonomi olabilmenin temel bazı kriterleri vardır ve Türkiye, bu kriterlerde birinci sınıf gelişmiş ekonomi olmasına imkân verecek bu oranları, bu göstergeleri yakalamıştır. Ben bunlardan birkaçını sizlere ifade etmek istiyorum.

Bakın değerli milletvekilleri, kronik sorun olarak görülen ve ülkelerin gelişmiş ekonomi olma noktasında en büyük handikaplarından bir tanesi de enflasyondur. Bizler enflasyonu 2001’de yüzde 68 seviyelerinden bugün itibarıyla yüzde 6 seviyelerine düşürdük. Bir diğer önemli gösterge ise ülkedeki faiz oranlarıdır. Bu faiz oranları yine 2002’de yüzde 60 seviyesindeydi, bugün itibarıyla bunlar da yüzde 5-6 seviyesine düşmüş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, yine, uyguladığımız sıkı mali politikalarla kamu harcamalarını kontrol altına aldık ve ülkenin özellikle risk oluşturan toplam borcunun millî gelire oranını yüzde 78’den yüzde 36’ya düşürdük. Bu ciddi bir risk oluşturur ülkeler için ve bu da artık bizim büyük ekonomi olma adına yapacağımız yürüyüşte arzu edilen bir noktaya gelmiş durumda.

Bir diğeri, değerli milletvekilleri -bu maalesef pek ifade edilmez, pek görülmez ama- özellikle toplam kamu borcu içerisindeki döviz cinsinin oranıdır. Bakın, 2002 yılında toplam kamu borcunun yüzde 58’i döviz cinsi idi. İşte, doların o dönemde 670 liradan 1 milyon 700 bin liraya çıkması durumunda kamunun borcu 3 kat artmıştı. Çok ciddi bir kur riskiyle karşı karşıyaydı kamu. Bugün geldiğimiz noktada, on yılda biz bunu yüzde 27’ye düşürmüş durumdayız. Elimizdeki döviz rezervlerini de dikkate aldığınız zaman, bugün ülke olası bir kur riskinden kurtulmuştur yani kur riski gibi, ülkeyi derinden etkileyecek bir faktör artık ortadan kalkmıştır.

Bir diğeri, değerli milletvekilleri, yine, ülkeler için çok ciddi risk oluşturan faizlerin sabit faizli mi yoksa değişken faizli mi olduğu konusudur. İlk iktidara geldiğimizde toplam kamu borçlarının yüzde 55’i değişken faizliydi, yüzde 55, ciddi bir risk unsuruydu; bugün bunlar da yüzde 40’a düşürülmüş durumda.

Değerli milletvekilleri, işte, tüm bu politikalar neticesinde Onuncu Kalkınma Planı’nı hazırladık. 2014-2018 dönemini kapsayan ekonomi stratejilerimizi içeren Onuncu Kalkınma Planı 2023 vizyonuyla uyumlu ve onun bir yol haritası niteliğindedir. Yine, bu program, sosyal yönü güçlü, sosyal politikaları güçlü bir plan olarak hazırlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, her sosyal davranış niyet ve iradeye dayanır. Onuncu Kalkınma Planı bir niyettir, bir niyet beyanıdır. Bunu başarıya ulaştıracak olan, o hedefleri, ifade ettiğimiz hedefleri gerçekleştirecek olan ise ortaya koyacağımız iradedir.

Değerli milletvekilleri, tabii, bu benden önce de ifade edildi. Plan hazırlanıyorken katılımcı bir yaklaşımla hazırlandı. Yaklaşık 3 bin kişi, 3 bin yurttaşımız, sektör temsilcileri, kamudan, toplumun diğer kesimlerinden katılımcının fikirleri alınarak plan hazırlandı ve onların görüşlerine önem verilerek plan en ince detayına kadar ince elenerek sık dokunarak hazırlandı.

Bakınız değerli milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı’mız dört ana sacayağı üzerine oturuyor: Bunlardan ilki nitelikli insan veya nitelikli emek, güçlü toplum; diğeri yenilikçi üretim, istikrarlı yüksek büyüme; bir diğeri yaşanılabilir mekânlar, sürdürülebilir çevre ve sonuncusu ise kalkınma için uluslararası iş birliğidir.

Değerli milletvekilleri, nitelikli insan, güçlü toplumda bireysel ve toplumsal nitelik ve yetkinliği yükseltmek üzere, temel hak ve özgürlükler, demokratikleşme, adalet, temel sağlık ve eğitim hizmetleri gibi alanlarda, istihdam gibi alanlarda reformlara devam edileceğini Onuncu Kalkınma Planı’nda görüyoruz.

Bir diğeri, değerli milletvekilleri, özellikle ürettiğimiz ürünlerin yüksek teknoloji ürünleri olabilmesi adına araştırma ve geliştirmeye ayrılacak olan kaynakların oranıdır. Bakınız, burada da birinci sınıf ekonomi olma adına yüksek teknolojili, katma değeri yüksek ürün üretme adına bu AR-GE çalışmalarının artırılması lazım. AR-GE harcamalarının bugün itibarıyla millî gelire oranı yüzde 0,86’dır 2018’de yüzde 1,8’e yükseltilmesi planlanıyor. Yine, özel sektör payının yüzde 43,2’den yüzde 60’a, yerli patentin 4.500 civarından 16 bine çıkartılması öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, çok önemli bir oranı da sizlerle burada paylaşmak istiyorum: Yüksek teknoloji sektörlerinin imalat sanayisi ihracatı içerisindeki payı bugün yüzde 3,7 iken 2018 sonunda bu, yüzde 5,5’e çıkartılacaktır. Eğer ihracatın 277 milyar dolara çıkacağı hesap edilirse oradaki artış daha iyi bir şekilde görülebilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET MUŞ (Devamla) – Ben, Onuncu Kalkınma Planı’mızın hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Planın birinci bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, planın ikinci bölümü üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

İkinci bölüm “Planın Temel Amaçları ve İlkeleri”, “Planın Hedefleri ve Politikaları” kısımlarından oluşmaktadır.

İkinci bölüm üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Adil Zozani, Hakkâri Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’nın -beş yıllık kalkınma planının- ikinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, pozitif bulduğumuz bir noktanın altını çizerek ifade edeyim. Tabii ki bu planın önceki planlara nazaran biraz daha katılımcı yönünün gözetilmiş olması, yerellerin de fikrinin bu plana dâhil edilmiş olması memnuniyet vericidir. Gönül ister ki bu biraz daha fazla katılıma açık şekilde hazırlansın. Ancak, biraz önce partimiz adına konuşma yapan Sayın Kaplan da ifade etti, yereli, herkesi dâhil etmişiz ama Meclisi, Parlamentoyu dâhil etmeyi unutmuşuz, bu ayağını eksik bırakmışız. Keşke bu planın hazırlık aşamalarında Meclis de planlamaya dâhil edilmiş olsaydı ve daha anlaşılır bir plan çıkarma şansı olmuş olsaydı.

Geneli itibarıyla bu plana baktığımız zaman -ki planın esas gövdesi bu ikinci bölüm, birinci bölüm ve üçüncü bölüm biraz daha ayrıntı ve teferruatlardır ama esas gövdeyi şu anda konuşmuş olacağız, gövdeye ilişkin fikirleri beyan etme şansına sahip olacağız- esasında hayal mahsulü, hayal ürünü bir plandan söz ediyoruz. İdealize edilmiş hedefler konulmuş, “Şu, şu, şu, şu olursa çok iyi olacak.” denmiş. Ancak, realite penceresinden bu işe baktığınız zaman, bu plana baktığınız zaman Türkiye’deki veriler ne yazık ki onu göstermiyor.

Mesela, atıflardan bir tanesi diyor ki: “2023 hedefi olarak biz 2 trilyon dolar bir ekonomiyi hedefliyoruz.” ve bunu ifade ederken de “Dünyanın on büyük ekonomisinden biri olacağız.” diyor. Bunun olabilmesi için, mevcuttaki gelişmiş ülkelerin tamamının, büyümekte olan ülkelerin tamamının, gelişmekte olan ekonomilerin tamamının ayağına taş bağlamak lazım. Bilmiyorum, bu Hükûmetin böyle bir marifeti var mı, yok mu? Kendileriyle rekabet içerisinde olan gelişmekte olan ekonomilerin ayağına taş bağlamışlar mı bilmiyoruz ancak bu hedefin tutturulabilmesi için -varsayalım ki 2 trilyon dolara ulaştınız- bunun olabilmesi için, diğerlerinin bir adım geriye gelmesi gerekir yani diğer ekonomilerin küçülmesi gerekir. Daha birinci aşamada, ilk hedefte bu programın, bu planın hayal ürünü olduğu anlaşılıyor.

Şimdi, hedeflerini önce sizlerle bir paylaşayım. İkinci önemli nokta: “Kadın istihdamını yüzde 34,9’a çıkaracağız.” Bu, 2018 hedefi. Yani, beş yıl sonra kadın istihdamını yüzde 34,9’a çıkarmayı hedefliyor. Çıkarsanız bile gerçekçi bir hedef değil çünkü istenilen, sizden beklenen bu değil. İki yıldır, bakanlıklarınız kendi planlamalarını yaparken, kendi bütçelerini yaparken cins kotasını esas alacaklarını ve hedefi yükselteceklerini söylüyor. Ancak, siz burada ifade ederken, esnek çalışmaya güvenerek yani kadınları esnek çalışma kriterlerine tabi tutarak “Biz görece olarak bu hedefe ulaşacağız.” diyorsunuz. Yani, sömürü  mekanizmasını genişleterek, yeni hayalî kalemler üreterek  bunu gerçekleştireceğinizi söylüyoruz.

Gayrisafi millî hasıladan kişi başına düşen gelirde 25 bin dolar gibi bir hedef koymuşsunuz. Biraz sonra, bölgeler arası eşitsizlikleri ifade ederken bunun olup olmayacağını da bir şekilde size izah etmiş olacağım.

İşsizlik mevcutta yüzde 9,2 ki bu TÜİK verisidir, sağlıklı olup olmadığı her aşamada tartışma konusudur. Mevcutta, siz işsizlik kalemini hesaplarken son üç ayda İŞKUR’a yapılan başvurular üzerinden bir hesaplama yapıyorsunuz. Oysaki Türkiye’de, iş bulma umudunu yitirmiş insanların sayısı -ki bunların büyük çoğunluğu gençlerdir, üniversite mezunu gençlerdir- 1 milyon 200 binin üzerindedir. Bu 1 milyon 200 bin kişi iş bulma umudunu tümden yitirdiği için, artık işsizlik istatistiğinin içerisinde dahi anılmıyorlar çünkü başvuru yapmıyorlar artık. Siz, başvuru yapanlar üzerinden söylüyorsunuz. Bu rakamı dâhil ettiğiniz zaman, mevcutta, bugün itibarıyla Türkiye’deki işsizlik oranı en iyimser tahminle yüzde 14’tür. Diyorsunuz ki: “Bunu yüzde 7,2’ye çekeceğiz.” Olur mu, olmaz mı, hep birlikte göreceğiz. Gençlerde işsizlik bugünkü verilerle yüzde 16,5; bunu yüzde 13’e çekeceğinizi ifade ediyorsunuz. Ücretli istihdamı yüzde 64’ten yüzde 70’e yükselteceğinizi ifade ediyorsunuz. “Kayıt dışı istihdam oranını yüzde 37,5’ten yüzde 30’a çekeceğiz.” diyorsunuz. Esasında, bu kalemi, bu veriyi verirken de bir itirafta da bulunmuş oluyorsunuz.

Dolayısıyla, mevcut durumda, veri bazlı işsizlik ve mevcutta çalışan insanların durumuna da baktığınız zaman tam bir sömürü tezgâhının oluşturulduğunu, ucuz emek pazarının oluşturulduğunu görüyoruz. Nasıl yapıyor devlet? Taşeronlar marifetiyle. Türkiye’de çalışan insanların büyük çoğunluğu, maalesef, asgari ücretlidir ve bunların da önemli bir kesimi, mevcut durumda, Çalışma Bakanlığının İŞKUR marifetiyle sağladığı geçici istihdam programları çerçevesinde bu rakama ulaşıyor. Tam bir yanıltma. İşsizleri ömürleri boyunca, işsiz kaldıkları süre boyunca dokuz ya da altı ay süreyle çalıştırarak bir istatistiklerle oynama alanı yarattınız.

Tabii, iş güvenliği konusu bambaşka bir konu. AK PARTİ hükûmetleri döneminde iş kazaları, daha doğrusu iş katliamları sonucu yaşamını yitiren insanların sayısı binlerle artık ifade ediliyor. Bu alana ilişkin olarak hiçbir düzenleme yok, hiçbir iyileştirme yok, hiçbir atıf yok ve maalesef, siz, beş yılın kalkınma programını Meclisin gündemine getiriyorsunuz ama bu programı biz burada konuşurken, bu planı burada konuşurken hâlâ cesetleri dahi maden ocaklarından çıkarılmamış emekçileri var bu ülkenin. Bunlara değinme yok.

Ekonominin dış hedefleri konusunda da bir hayalcilik var. Biliyorsunuz Sayın Başbakanın son Washington ziyaretinde iki temel hedef vardı. Bu hedeflerden bir tanesi, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığına Türkiye'nin bir yerden ortak edilmesiydi. Görüşülen görüşme başlıklarından bir tanesi buydu ama maalesef bu konuda eliniz boş döndünüz. İkinci nokta -konumuzla çok bağlantılı değil, o nedenle ona ayrıntılarıyla girmeyeceğim- bölgesel gelişmelerdi, Suriye politikasıydı. Orada da eliniz boş döndünüz ama özellikle kalkınma programının başlıklarıyla ilgili olduğu için, bu Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığında Türkiye'nin bir hayal peşinde koştuğunu ifade etmek gerekir. Avrupa Birliği politikasında da durum böyledir, gümrük birliği politikasında da durum böyledir. Gümrük Birliği Anlaşması çerçevesindeki stratejik anlaşmaların büyük bir kısmını, siz torba yasalarla geçtiğimiz dönemlerde deldiniz. En son deldiğiniz anlaşmalardan bir tanesi uçak alımlarıyla ilgiliydi. Dolayısıyla, artık, Avrupa Birliği açısından da güvenilir ortak olmaktan çıktınız. BRIC ülkeleriyle ilgili olarak, zaten sizin buraya dâhil olma gibi bir pozisyonunuz söz konusu değil. Avrasya, dolayısıyla Şanghay Beşlisiyle -böyle anılan, şimdi sayısı daha fazla bir rakama ulaştı- bir ortaklaşma yaratmanız gene mümkün değil. Dönüp dolaşıyorsunuz; bölge, kendi bölgenize bakacaksınız. Kendi bölgenizde de ticaret partneri olarak esas alacağınız ülkelerin tamamıyla kavgalısınız. Dolayısıysa, bu planın dış hedefleri tamamıyla buza oturtulmuş, buz üzerine bir bina inşa etmişsiniz; dış hedefleri itibarıyla tutunabilir tek noktası bölgedeki partnerlerinizle ilişkilerinizi düzenlemek; düzenlemenin de, düzeltmenin de tek yolu demokrasinizi genişletmektir. Demokrasiyi genişletirseniz, demokratikleşme açısından, bölge ülkelerine -ki bölge yeniden yapılanma sürecine girmiş- demokrasi açısından rol modeli olabilirseniz, işte bu alanda ticaret partneri olabilirsiniz, burada bir şansınız var, bunun dışında hiçbir şansınız yok.

Şimdi, “Gelir dağılımındaki adaletsizliği bertaraf edeceğiz.” gibi bir iddia var planda. Nasıl bertaraf edeceksiniz? Siz ilk iktidara geldiğinizde Türkiye’deki dolar milyarderi sayısı 4’tü, bugün 43. Yani, bu artış hızına göre hesap yaparsak 2018’de bu muhtemelen 63 olacak. En zengin yüzde 20’nin Türkiye’deki gelir payı yüzde 46,7. En fakir yüzde 20’nin Türkiye’deki gelir payı yüzde 5,8. Nasıl kapatacaksınız? Sosyalist bir devrim yapacaksanız size destek verelim, kamulaştırma yapacaksanız size destek verelim ama bunların hiçbiri yok hedeflerinizde, en azından planda yok.

Eş değer hanehalkı geliriyle ilgili birkaç istatistik sizinle paylaşmak isterim. İstanbul ve çevresi, mevcut durumda 14.873 lira alıyor, İzmir ve çevresi 12.924, benim de mensubu olduğum bölge, Türkiye’nin doğusu 5.418.

Bu istatistikleri biraz daha açayım Sayın  Bakanım, katma değer dağılımını, ki bu rakamı biz üretmedik, tamamıyla sizin önümüze koyduğumuz programdan aldık. Marmara artı İzmir -katma değer dağılımını TL bazlı olarak ifade ediyorum- 14.800 ile 18.700 TL. Ege ve Batı Akdeniz 10.500 ile 14.800 TL arası. İç Anadolu, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi 8.500 TL ile 10.500 TL arası. Maraş, Malatya, Antep, Adıyaman, Elâzığ kuşağını ifade ediyorum, bu kentleri ifade ediyorum, 5.800 ile 8.500 TL arası bir katma değer dağılımı payı var. Bu ülkenin doğu kentlerinin payı ise 4.300 TL ile 5.800 TL arasındadır. Dolar bazlı ifade ediyorum, rakam konulmuş, mevcutta diyor ki: “Biz, 25 bin dolar hedefine ulaşacağız ama mevcuttaki ortalama da 10.200 dolar civarı.” Bu, Türkiye ortalaması ama bölge bazlı baktığınız zaman, Marmara Bölgesi’ndeki pay 16-17 bin arası bir pay, bu ülkenin doğusunda ise 4.000 ile 4.300 dolar arası bir pay.

Bölgelerin gelişmişlik kalemlerine de baktığınız zaman yani üst düzeyde bir gelişmişlik seyri içerisinde olan bölgelerin gelişmişlik kalemleri sanayi ve tarımdır, en düşük kalem hizmetlerdir. Yani, bu bölgelerin gelişimine katkı sunan en düşük veri, hizmetler kalemidir. En az gelişmiş bölgelerin ise tamamıyla hizmetlerdir.

Bu hizmetler kalemiyle ilgili olarak da bilgileri sizinle paylaşırım ama ondan önce şunu paylaşayım. Yani, bu ülkenin batısı çok gelişmişken doğusunun bu kadar geri kalmışlığının bir esprisi var, mutlaka bir esprisi var. Doğu çalışmıyor mu, bu ülkenin doğusu gerçekten çalışmıyor mu, bu ülkenin katma değerine hiçbir şey katmıyor mu? İfade edeyim: Türkiye'nin enerjisinin, Türkiye'nin madeninin, Türkiye'nin elektriğinin, Türkiye'nin ucuz iş gücünün deposu, bu az gelişmiş bölge. Elektriği buradan alıyorsunuz, madeni buradan alıyorsunuz, petrolü buradan alıyorsunuz ama ne hikmetse en az gelişmiş bölge. Şimdi, her tarafa baraj yapılıyor, baraj yapılırken de insanlara şu söyleniyor: Mesela Ilısu’da köylülerden gidip imza toplandı, “Biz buraya baraj yaparsak siz burada istihdam olunursunuz." denildi. Türkiye'nin en büyük barajlarından ve eski barajlarından bir tanesi Keban ilk üretime geçtiğinde Türkiye'deki elektriğin yüzde 15’ini karşılamış. Peki, kaç kişi Keban Barajı’nda çalışıyor? Maksimum 60 kişi çalışıyor. Peki, Keban’da ürettiğiniz enerjiyi nereye taşıdınız? Marmara’ya taşıdınız. Sonra da dönüp ikide bir, doğu illerinin elektrik faturalarına atıfta bulunursunuz.

Petrol geliri kalemi: Mesela, Batman ve çevresinde üretilen petrolün Türkiye’deki enerji gelirine katkısı 2,5 milyar dolar. Peki, Batman bundan pay alıyor mu? Pay almış olsaydı en az bir İzmit gibi olabilirdi. Çünkü, İzmit’in -iddia ediyorum- ham maddeye dayalı olarak Türkiye ekonomisine katkısı Batman’ınki kadar değildir. Bu sömürü değildir de nedir? Bir ad koymak lazım buna.

GAP’la ilgili olarak… Aynı garabet GAP’la ilgili, GAP projesiyle ilgili olarak devam ediyor. Açık yüreklilikle ifade edeyim: Siz, GAP’ta, Türkiye'nin batı bölgeleri lehine yararlanılabilir projelerinin tamamını bitirdiniz. Yani, elektrik üretimine dayalı olarak hedeflenen projelerin tamamı bitti, sulamaya dönük projenin sadece yüzde 17’sini yaptınız. Niye böyle? Bunu sormaya hakkımız yok mu?

Biraz önce, Sayın Elvan övündü, iftiharla ifade etti “15 milyar TL son beş yılda, son dört yılda GAP projesine aktarım yaptık.” diye. Hasip Bey ifade etti: 15 milyar TL aktardınız da 1 kilometre kanal yapmışsınız. Bu parayı nereye aktardınız Allah aşkına? Artı, o parayı nereden aldınız da oraya aktardınız? Türkiye’deki işçinin, emekçinin alın teri olan İşsizlik Fonu’ndan parayı aldınız, oraya yatırdınız. Siz, bu ülkede yaşayan insanların parasını bir cebinden aldınız, öbür cebine koydunuz, orada yatırım yapmadınız ki.

Şimdi, amiyane bir tabir var, çok açık da ifade etmeyeyim.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Et, et.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Ama, derler ki “Ufak atın da civcivler yesin.”

Şimdi, bölgeye gelen o hizmetler boyutuyla -biraz önce gelişmişlik farklarını ortaya koydum- bazı rakamları sizinle paylaşacağım, bölgeye giden gelirleri, yapılan yatırımları -hizmet yatırımlarını, kamu yatırımlarını- ifade edeceğim sizlere.

Dersim’e giden gelirin yüzde 60’ı askerî ve güvenlik harcamalarına ilişkindir. Hakkâri’ye giden gelirin yüzde 56’sı güvenlik yani hizmet, güvenlik hizmetidir; Şırnak yüzde 46, Siirt yüzde 37,5, Diyarbakır yüzde 30. Bunlar, o kentlere giden gelirin askerî ve polis harcamalarıyla ilgili olan yüzdeleridir.

Bir garip istatistik daha sizinle paylaşayım: Türkiye'de kentsel kalkınmışlık 5 kategoride değerlendirilir. 5’inci kategoridekiler en fazla kalkınmış illerdir, ondan sonra 1’e doğru, kalkınmış, az kalkınmış iller olarak sıralanır. Bu sıraladığım iller, tahmin edin ki Türkiye'de kalkınmışlık derecelendirmesi konusunda kaçıncı grubun içindeler? Bu sıraladığım iller 4’üncü grubun içerisinde ifade ediliyor. Sayın Bakanım, Bingöl de bunların içindedir.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Hayır, yanlışınız var.

ADİL ZOZANİ (Devamla) – Hayır, Komisyon üyemiz Sayın Demiröz de çok iyi biliyor çünkü Bitlis de 4’üncü grubun içerisindedir. Yani, oraya yapılan karakol, o insanlara yapılmış hizmet olarak ifade ediliyor.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Onu sonra görüşelim.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Kayıt dışı ekonomiyle ilgili çok ciddi sıkıntılarımız var. Kayıt dışı ekonominin önüne nasıl geçeceğinize ilişkin olarak hiçbir şekilde bir atıf yok. Türkiye’de kayıt dışı ekonomi denilince de katırlar akla geliyor. En son, katırlara da insan bedenlerini yüklediniz. En son, insan bedenlerini de yüklediniz bu katırlara.

Bakınız, sınırlarda katırlarla yapılan kayıt dışı ticareti hesaba katıyorsunuz, ifade ediyorsunuz ancak limanlarda kaçan büyük balıklarla hiç ilgili değilsiniz. Türkiye’de kayıt dışı ekonominin önüne geçmek istiyorsanız limanlarınızı kontrol altına alacaksınız. Sınır boylarındaki gariban köylünün ticaretle uğraşmasını eğer kayıt altına almak istiyorsanız iki yöntemi vardır: Bu yöntemlerden bir tanesi, sınır boyunda sınır ticareti yapılan bölgeleri ya serbest bölge, ticaret bölgesi kapsamına alacaksınız ya da o köylerde sınır ticareti karnesini köylülere dağıtacaksınız. Bunu yaparsanız kayıt altına alırsınız ama tekrar ediyorum, sınır köylerinde, sınır boylarında katırların sırtında yapılan ticaret kayıt dışı ticaretin binde 1’i bile değildir. Siz, limanlara bakacaksınız, limanlardaki kaçakçılığa bakacaksınız; onu kontrol altına alabilirseniz bu işi kontrol altına alma şansına sahip olursunuz.

Yurt dışından gelen yatırımcının ilk dikkat ettiği şeylerden bir tanesi Türkiye’nin adalet mekanizmasıdır. Hasip Bey çok ayrıntılı üzerinde durduğu için ben ayrıntısına girmeyeceğim ama her gelen yatırımcı Türkiye’nin adalet mekanizmasını öncelikle bir sorguluyor. Çünkü, sizin hükûmetleriniz torba kanunlar marifetiyle günübirlik yasalar çıkardığı için dışarıdan gelen yatırımcı açısından güvenilir bir ekonomik yapıya sahip değilsiniz. Uzun yargılama, vesaire bunları işin dışında tutuyorum. Bunu yapmak istiyorsanız öncelikle bu günübirlik yasa yapmak ya da yasa değiştirmekten vazgeçeceksiniz, torba kanun yönteminden vazgeçeceksiniz.

Kentleşmeyle ilgili olarak… Bir TOKİ’miz var, bir bakanlığımız var, Allah var nerede bir tarla görse bina dikesi geliyor. Hiçbir kentimizin kimliği yok. Söyleyebilir misiniz? Lütfen, Allah aşkına biriniz çıkın burada deyin ki:    “Şu köy, şu kentimizin, şu ilçemizin şu mimari kimliği vardır.” Diyebilir misiniz? Her tarafı beton yığınlara dönüştürüp ondan sonra da buna “modern kentleşme” diyorsunuz.

Yeşil yok, ortak kullanım alanı yok; kent trafiği, özellikle ve özellikle özel araç tüketimine zemin hazırlayacak şekilde yoğun kavşak ve üst geçit ve alt geçitlerle donatıldı. Bunun adı “kentleşme” olmaz, ancak ve ancak “antikentleşme” olur. Dünyada birileri kentleşme açısından kötü bir örnek görmek istiyorsa herhâlde Türkiye'nin kentlerini dolaşacak artık. Bundan vazgeçilmesi gerekir.

Yerelleşmeyle ilgili olarak -hiçbir yerde yok ya- yani yerelin inisiyatifinin ön plana çıkacağı bir atıf yok bu programda, bu planda. Oysaki, yerelin inisiyatifinin ön plana çıkması gerekirdi, ademimerkeziyetçiliğe bir atıfta bulunmanız gerekirdi. Ama yadırgamıyorum. 221 sayfa program hazırlayacaksınız, koyacaksınız, bir defa dahi “demokrasi” sözcüğü geçmeyecek.

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – 6 defa geçiyor.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Ondan sonra da “İnsan temel hak ve özgürlüklerine önem veren bir program yaptık.” diyeceksiniz. Demokrasi kavramına bu kadar alerjili bir program, elbette ki yerelleşme ya da yerelin iradesine çok önem vermez. Beklerdim, bu kadar büyükşehir yasası çıkardınız, yerelleşmeyi biraz daha esas almanızı beklerdim. Yerelin inisiyatifinin,  doğrudan demokrasinin yaygınlaşmasının zemini olabilecek bazı yapılanmalar koymanız gerekirdi ama o da yok.

Son olarak eğitimle ilgili bir iki vurguda bulunacağım.

Hem programda hem Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmasında “nitelikli insan” kavramı vardı. Demek ki, niteliksiz de insan varmış! Öncelikle, insanın niteliklisi, niteliksizi olmaz. İnsanların niteliklerini açığa çıkarabiliyorsanız bir beceriniz vardır. Her insanın niteliği vardır ama iş ki, o insanların yeteneklerini açığa çıkarabilecek bir nitelik ortaya koyabilmektir. Program niteliksizse insanlara niye “niteliksiz” diyorsunuz? Program niteliksiz, politika niteliksiz, insanlar niteliksiz değil. Onu açığa çıkarmanız gerekir. 

4+4+4 uygulamasında siz bir iddia koydunuz ortaya, dediniz ki: “Biz Türkiye’deki ara eleman ihtiyacını karşılayacağız.” Lütfen, bu yılın meslek liselerinin verilerini bizimle paylaşın. Açığa çıkarmış mısınız, çıkarmamışsınız, bunu koyun ortaya. Verimliliğin artırılması ancak  bu koşula dayalıdır.

Son  bir cümle, şunu ifade etmek isterim: Siz diyorsunuz ki “Üretimde verimliliği artıracağız.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Verimliliği artırabilmek için iş güvenliğini esas almanız gerekir ama rafa kaldırmışsınız, çarşamba ya da perşembe günü gelecek. İş güvenliği uzmanlarının istihdam edilmesini siz ötelediniz, oysa kanun çıkarmıştınız. Verimliliğin artması için iş güvenliğinin olması gerekir, iş güvenliği uzmanlarının istihdam edilmesi gerekir ama rafa kaldırıyorsunuz. Ne anladık bundan? Biraz sonra bu soruya cevap verirlerse diyecekler ki: “Türkiye’de yeterli uzman yok.” Sayın AK PARTİ’liler sakın ola ki bunlara inanmayın. Komisyonda kayıt alınmış ifadelerdir, Türkiye’de bu konuyla ilgili yeterli uzman vardır ancak işveren para vermeye yanaşmadığı için, ucuz çalıştıramadığı için o uzmanları, şimdi, kanunu öteliyor. Çarşamba ya da perşembe günü de bunu getiriyor, bir başlığımız da bu.

Daha söylenecek çok şey var ama sürenin sonuna geldik. Her şeye rağmen geleceğe umutla bakmak gerekiyor. Ben Türkiye’nin geleceğinin bu programdan, bu plandan ibaret olmayacağı kanısını taşıyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İkinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen birinci konuşmacı Ahmet Kenan Tanrıkulu, İzmir Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı’nın ikinci bölümü üzerinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Bir ülkenin kısa, orta ve uzun vadeli planları, öncelikle güvenilir olmalıdır. Tabii ki, iddialı olmalıdır ve ondan sonra, bu planın faydalandığı, yararlandığı toplum kesimleri tarafından da bir heyecan dalgasıyla karşılanmalıdır. Plan dokümanı eğer bu tespit ve öngörüleri bünyesinde barındırabilirse o zaman bir önceki plan hedeflerinin tutturulması ve o büyük amaçlar için bir araya getirilen politikaların birbiriyle ilişkisinin ve ahenginin tam yapılmasıyla da başarı dediğimiz bir belge ortaya çıkar.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki, bugün karşımıza çıkan tablo hem bir önceki planda hem de Hükûmetin yıllardan beri orta vadeli programlarda getirdiği ve hedefleri ile gerçekleşmeleri arasında hiçbir alakanın, hiçbir ilginin tutturulamadığı, ekonomik illiyet bağının tamamıyla zayıf olduğu dokümanlarla karşı karşıyayız.

Tabii, bu, sadece Hükûmeti ve iktidar grubunu ilgilendiren bir durum da değil; planda bu tür öngörüsüzlük, bu tür başarısızlık, aynı zamanda toplumda planlara karşı olan güven sorununu da ortaya çıkarmakta ve büyük bir güven bunalımı karşımıza çıkmakta.

Aslında her açıklanan plan ve programın toplumda bir heyecan dalgası yaratması gerekirdi. Ancak, bu görüştüğümüz plan -enteresandır- tıpkı bugün Genel Kurulda olduğu gibi, ne toplum tarafından ne ekonomik aktörler tarafından ne de bu işi yapanlar tarafından bir heyecanla, bir ilgiyle maalesef buraya getirilememiştir.

Plan tekrar yedi yıllıktan beş yıllığa dönmüştür. Enteresan olan, bu plan için emek veren, alın teri döken Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir kurumun, uzun yıllardır Türkiye'de bu emeği veren kurumun da bu plan döneminde çanına ot tıkanmıştır ve kurum dönüştürülmüş, başka bir ad almış ve sonuçta bir bakanlık bünyesi hâline getirilmiştir.

Siz, eğer planlarınızı siyasi irade olarak, Hükûmet olarak, planın temel amaçlarını, ilkelerini, planın hedeflerini doğru koyarsanız, aşağıdaki teknik kadro da bu hedefler doğrultusunda planın amacına uygun çalışma ve model kurabilirse sonuçta, verimli, koordinasyonu tam olmuş, ekonomik bağlantı ve illiyetleri sağlanmış bir belge ortaya çıkar. Ama her alanda olduğu gibi bu uzun vadeli planlarımız da maalesef, bu kararlar sonrasında siyasileştirilmiş, âdeta siyasi parti programı hâline getirilmiştir.

Onuncu Plan’da karşımıza çıkan bir başka önemli husus vardır sayın milletvekilleri, o da planın beş yıllık hedeflerine yol gösterecek olan uzun vadeli bir perspektif maalesef bu planda karşımıza çıkmamaktadır.

Şimdi, bazı milletvekillerimiz “Bunu niye bu kadar önemsiyorsunuz?” diyebilir. Bakın, şöyle söyleyeyim size: Bütün kalkınma planları, Türkiye’deki örneğinde olduğu gibi beş yıllık yapılanlar, uzun dönemli, on veya daha uzun, yirmi-yirmi beş yıllık bir perspektif içerisinde değerlendirilir ve onun alt dilimleri olarak yürütülmeye gayret edilir. Biz Milliyetçi Halk Partisi olarak, ilk defa Sekizinci Kalkınma Planı’nda 2023 yılı için bir vizyon ve uzun vadeli strateji ortaya koyduk. O dönemde koyduğumuzda 2023 yılına yirmi dört yıl gibi bir zaman vardı değerli milletvekilleri.

Bakın, enteresan olan, bu perspektif doğrultusunda kısa ve orta vadeli hedeflerimize politikalarla ulaşmayı hedefliyorduk. Fakat, bugün baktığımız zaman, 2023 yılına on yıl kalmış. İlginç olan şu: Hükûmet hâlâ 2023 yılı perspektifini oluşturmaya ve plan yapmaya gayret ediyor. Demek ki Türkiye'nin uzun vadeli plan perspektifi daraltılmış durumda. Yirmi-yirmi beş yıllık bir boyuttan daha küçük, on yıllık bir boyuta daralmış durumdayız.

Kaldı ki bu 2023 yılı hedeflerine ulaşılması da ve bu hedeflere aynı anda ulaşılması da planda öngörülen hedef ve politikalarla çok mümkün gözükmemektedir. Bunun niçin böyle olduğunu şimdi açıklamaya gayret edeceğim.

2 trilyon dolarlık bir millî gelir hedefliyorsunuz, “25 bin dolar kişi başına geliriniz olacak.” diyorsunuz, 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefiniz var ve bu makro hedeflere ulaşmak için önünüzde de sadece ve sadece on yılınız var. Şimdi, 2023 hedeflerine ulaşmak için o zaman şöyle bir teknik atılım ve içinde bulunduğunuz araca bir gaz vermeniz gerekiyor yani planın ilk beş yılı, daha doğrusu Onuncu Plan’ın beş yıllık süreci çok önem arz ediyor. Çünkü, baktığımızda, planı incelediğimizde, Onuncu Plan’da 2018 yılı sonunda kişi başına gelirinizi 16 bin dolara çıkarmayı hedefliyorsunuz, 2019-2023 arasında izleyeceğiniz politikalarla da 16 bin dolardan 25 bin dolara sıçratacaksınız. Şimdi, bunun nasıl olacağı ve hangi programlarla, hangi ekonomik büyüme modeliyle ve hangi büyüme patikasında, nasıl kaliteli bir büyümeyle veya sürdürülebilir büyümeyle götürüleceği noktasında da maalesef, plandaki dilek ve temennilerin ötesinde elimizde aydınlatıcı bir belge yok.

Değerli milletvekilleri, işsizlik konusu da aynı şekilde karşımıza çıkıyor. Anketlerle belirlenen iş gücü göstergelerinde, o sırada iş aramıyor olanlar maalesef bu sayıya dâhil edilmiyor. Aynı zamanda, her yerde bir üniversite patlamasının olması genç işsizliğinin de önüne geçiyor ve bütün bu faktörlere rağmen ortada  başarısız bir Dokuzuncu Plan var. Bu plana baktığınız zaman, maalesef, Dokuzuncu Plan’da ıskaladığınız işsizlik hedefleri Onuncu Plan’da da karşınıza çıkmış durumda çünkü on yıldır işsizlikle ilgili rakamlarınızı bir puan dahi indirememişsiniz.

Aynı zamanda, Onuncu Plan’da kayıt dışı istihdam oranının 2014 yılında yüzde 37,5 seviyesinden 2018’de yüzde 30 seviyesine çekileceğini söylüyorsunuz. Bu da enteresan çünkü on yıl boyunca kayıt dışılık konusunda hiçbir yapısal tedbir geliştirmemişsiniz, ciddi bir hazırlık yapmamışsınız, bu konudaki eylem planlarını bile popülist bir söylem içinde huzura getirmişsiniz ve sonunda herhangi bir uygulama yapamadan, herhangi bir icraat yapamadan “Kayıt dışılıkla ilgili hedefi düşürecek.” diyorsunuz. Kesinlikle gerçekçi görünmeyen bir hedef almış durumdasınız.

Şimdi, burada enteresan olan şu: Aynı Dokuzuncu Plan’da olduğu gibi, bu kayıt dışılığın azaltılması, ekonomide verimlilik artışının ve dolayısıyla büyümenin kaynağı olarak mı düşünülmektedir, bunun bir açıklığa kavuşması lazım. Bu doküman içerisinde sanki böyle bir gizli hedef de var. Eğer öyleyse Hükûmetin her türlü gerçekçi olmayan hedefinin arkasında hayalî bir kayıt dışılık hedefini kaynak olarak göstermesi artık bizlerin alışık olduğu bir durum hâline gelmektedir.

Yine, Onuncu Plan, yıllık ortalama yüzde 5,5 bir büyüme öngörürken yine yıllık olarak yüzde 5,8 cari açık öngörüyor. Şimdi burası da ekonomiyi izleyenler açısından enteresan bir durum ortaya koyuyor çünkü Hükûmetin diğer gelişmekte olan ülkelere göre vasat bir büyüme oranını, büyüme patikasını bu oranla yakalamayı hedeflediği anlamına da geliyor bu.  Herhangi bir başka hükûmet de bunu yapabilirdi yani sadece bu Hükûmet değil. Ama önemli olan şudur: Sizin büyüme oranınızdan daha yüksek bir cari açık vermeniz her zaman için bir dış açık tehlikesiyle, bir dış şok tehlikesiyle karşı karşıya kalacağınız anlamını da taşımaktadır. Demek ki Hükûmet bir yandan sıcak paraya, bir yandan da dış kaynağa bel bağladığını burada açıkça itiraf etmektedir.

Benzer şekilde, ihracata yönelik uzun vadeli hedefleriniz de gerçekçi görünmüyor. Gerçi, Sayın Başbakan son tutumuyla kurda önemli bir sıçratma yapmayı başardı yani kur üzerinde farklı bir baskı oluşmuştu. Ha, bu hedeflere eğer katma değer artışı ve gerçekten üretimle değil de değersizleşmiş bir Türk lirası yoluyla ulaşmayı hedefliyorsanız ve yine kısa vadeli hedefler uğruna ve siyasi hedefler uğruna ülkenin geleceğini, uzun vadeli hedeflerini riske ediyorsanız, ipotek altına alıyorsanız o sizin bileceğiniz bir iş ama olan, maalesef, bu ülkeye olur.

Değerli milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı’nda “istikrarlı, yüksek” vurgu yapılıyor büyümeye ve bunun için de bir üst başlık açılmış. Yüksek büyüme oranlarını yıllara göre sâri bir biçimde sürdüren diğer ülkelere baktığımız zaman, bu ülkeler, bunu -biraz önce de söyledim- katma değer artışıyla, ciddi üretim artışlarıyla sağlayabiliyorlar ve teknolojik ürünlerin ihracatının katkısıyla bu büyümeyi sağlayabiliyorlar. Peki, bizim ülkemizde plan nasıl anlatıyor bize bunu? Bu şekilde bir üretim ve ihracat yapısına geçilebilmesi için teknolojik alanda bir atılımın yapılmasını bu planda göremiyoruz.

Değerli milletvekilleri, şöyle bir olay söz konusu: AKP Hükûmeti 2006-2013 yılları arasında AR-GE harcamalarının millî gelire oranını 0,60’tan 0,92’ye çıkarmış. Bu önemli bir sıçrama gibi gözükse de ben şimdi bir başka mukayeseyi getireceğim gözlerinizin önüne. Yalnız, Hükûmetin 2023 yılı hedefi de yüzde 3, bu arada onu da antrparantez belirteyim. Yedi yılda ancak 0,32 puanlık bir artış sağlayan politikalarla ve yapısal  bir değişikliğe de gitmeden sağladığınız bu başarıyı, Hükûmet diyor ki: “On yılda, 2,14 sıçratacağım.” Böyle bir şey hayalden öte de gözükmüyor çünkü böyle bir politikanın, icraatın ipuçları bu planda yok.

Değerli milletvekilleri, bütün dünyada büyümenin motor gücü imalat sanayisidir. Siz eğer imalat sanayinizi desteklerseniz, dolaylı yollardan teşvik edersiniz, önünü açarsanız, yatırımları bugün olduğu gibi kösteklemezseniz veya kurdan, faizlerden, diğer unsurlardan, şoklardan arındıramazsanız siz, maalesef, bu büyümeyi ancak rüyanızda yakalarsınız.

Şimdi, size şunu söylüyorum: Yüksek teknoloji üreten imalat sanayisinin ihracat içindeki payı, geçtiğimiz yedi yıl boyunca yüzde 5,6. Bu seviyeden yüzde 3,7 seviyesine gelmişiz 2013 itibarıyla baktığımız zaman. Onuncu Plan’da ise sadece, çok yetersiz bir ifade var, o da diyor ki: “Yüksek teknoloji üretimindeki gerilemeye bir dur deme hedefi var.” O kadar hafif bir temenni ki bu, sadece -biraz önce de söyledim- kongrelerin sonundaki dilek ve temenni faslından  öteye geçmiyor. Siz, plan dönemi hedefi sonunda ancak yüzde 5,5 olarak belirlediğiniz bir durumla Dokuzuncu Plan’ın gerisinde bile bir hedefle bizi karşı karşıya bıraktırıyorsunuz. Şimdi, bu durumda, Hükûmetin, plan dönemi sonunda, imalat sanayisi hedeflerine yansımadığını da görüyoruz ortaya koyduğu rakamlar açısından. Bir yandan bakıyorsunuz, 2006’da gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 17,2’sini oluşturuyor ama siz bunun sonucunda 2018’de yüzde 16,5’e kadar gelmesini ancak temin edebiliyorsunuz. Değerli milletvekilleri, bu sanayi stratejisiyle bunu sağlamanız asla ve asla mümkün gözükmüyor.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ülkemiz için çok önem verdiğimiz bu belgelerin, her türlü siyasi mülahazanın dışında tutularak, ülke ve dünya şartlarına uydurularak, gerçeklerin göz önünde bulundurulduğu bir doküman olmasını arzu ediyoruz ve ayakları yere basan metinleri burada görmek istiyoruz değerli milletvekilleri. Zira, bizim kriterlerimiz eğer gözetilirse milletimize daha gerçekçi, daha güven veren bir planla karşı karşıya kalacağımızı düşünüyoruz.

Bu düşünceyle Dokuzuncu Plan’daki başarısızlığın burada olmaması temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Mehmet Günal, Antalya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikle, emeği geçen, bütün katkıda bulunan -Sayın Bakanın söylediği gibi sivil toplumu varmış, akademisyeni varmış, hatta yerelde bile katılanlar olmuş- başta Kalkınma Bakanlığı mensupları olmak üzere, hepsine teşekkür ediyorum.

Önemli bir çalışma yapmışlardır tabii ki ama Sayın Elvan burada söylüyordu, acaba onların söyledikleri ne kadar dikkate alındı, o başka bir şey. Katılımcı olmak ayrı bir şey, söylediğiniz şeylerin dikkate alınması ve plana dercedilmesi ayrı bir husustur, baştan onu da söylememiz gerekir diye düşünüyorum. Bu vesileyle, teşekkür ediyorum.

Ama bu arada, arkadaşlarımız sekizinci, dokuzuncu, onuncu planları mukayese ederken söylediler, ben de bu kürsüde defalarca söyledim, Devlet Planlama Teşkilatına da buradan rahmet diliyorum. O da bu planla beraber resmî olarak da gömülmüş oldu maalesef. O planlama anlayışının kaybolduğunu zaten teşkilatın da ortadan kalkmasıyla buraya yansımasından anlıyoruz.

Bu vesileyle, bu eseri ortaya getiren, mimarı olan, partimizin de kurucusu olan rahmetli Alparslan Türkeş’i de DPT’yle beraber rahmetle anıyorum. Onun eseri de böylece gömülmüş oldu.

Şimdi, burada çok garip bir tiyatro oynanıyor arkadaşlar. Şu anda bu yaptığımız konuşmalar hiçbir yerden yayınlanmıyor Sayın Bakanım “Çok önemli.” diyorsunuz, Komisyon Başkanımız “Çok önemli.” diyor. Şu anda TRT 3’ün yayın akışını size getirdim arkadaşlar. Bakın, ne yazıyor? Şu anda spor programları var, arşivden çıkmış. Öğleden beri… Yani, bize, TBMM TV’nin normalde yayına ayırdığı günlerdeki programa baktım -sizler de şöyle bakarsanız- hava durumu, spor bülteni, şu anda da 2000 yılındaki arşivden çıkmış görüntüler yayınlanıyor. Bu, plana verdiğiniz nasıl bir önem göstergesidir, ben anlamıyorum. Sayın Elvan, gitti galiba, demin diyordu bize: “Önem vermiyorsunuz.” Hangi mantıktır?

Sayın Başkanım, size de dönüyorum. Meclis Başkanlığı, TBMM TV’den sorumlu Başkanlık, grup başkan vekillerimiz gidip kendisine istirham etmesine rağmen, pazartesi günü bunu Danışma Kurulunda buraya koyan hangi mantıktır bana söyler misiniz? İşte, sizin plana verdiğiniz önem. 550 milletvekilinin onda 1’i var. Böyle bir şey olabilir mi? Tüm Türkiye neyini duyuyor, bu planın hangisini? Kaç tane basın toplantısı yaptı da daha öncekini duymadığı gibi…

Başkanlık Divanı seçimleri yarın yapılacak, bugün yapılsa dibi mi çıkardı Meclisin?

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) – Ne bağırıyorsun?

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Yani, ben anlamakta zorlanıyorum, gel sen de anlarsan bana anlat Sayın Çavuşoğlu; ben anlayamadığım için bağırıyorum.

Böyle, beş yıllık bir kalkınma planı arkadaşlar. Bir bütçe konuşmasını bile burada kaç saat konuşuyoruz. Yıllık bütçeyi konuşurken yayınlanıyor mu? Evet.

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) – Okuldayken de hep bağırıyordun, hep bağırıyorsun.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Hoş geldin. Sen pek katılmadığın için burada çektiğimizi bilmiyorsun Sayın Çavuşoğlu.

Arkadaşlar, hepinize söylüyorum, bu konuştuğunuz şeyler beş yılda bir yapılan, hatta önceki yedi yılda bir yapılan plan. İki yasama döneminden beri ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim, ilk defa plan yapıyoruz. Ve bu planın konuşmaları hangi akılla ya da hangi cin fikirli grup başkan vekilinizin aklıyla pazartesiye konuluyor? Hani, CHP’nin verdiği gensoru vardı, onu da götürüp iki defa cumaya koymuştunuz, arkadaşlarımız geri almıştı. Maşallah, sizi tebrik ediyorum, plana falan hiç ihtiyacınız yok.

Ya biz burada konuşuyoruz, kaç kişi dinliyor Sayın Bakanım? Az önce bir iki bakanımız vardı, şimdi biri kalmış. Bütün Hükûmetin bakanlarının ilgi alanlarıyla ilgili konular var mı? Var. Bütün Türkiye’yi ilgilendiren konular var mı? Var. “Ee, onlar duymasa da olur.” Yarın on beş-yirmi dakika, otuz dakika, kırk dakika burada oyları sayacağız, onları sayarken böyle televizyon buradan gösterecek, boş boş dolaşacağız, onlar önemli bir şekilde yayınlanacak ama bir kalkınma planını, ülkenin önümüzdeki beş yılında yol gösterici olması gereken, amacında söylediği gibi, bir planı maalesef… Sitemlerimi sunuyorum, teessüflerimi sunuyorum. Böyle bir şeyi kim düzenlediyse bu planın hiç önemli olmadığını, kâğıtta kalacağını baştan zaten deklare etmiş oluyorsunuz. Onun için, kimse kimseyi kandırmasın.

Şimdi burada az önce konuşurken Sayın Bakan da planın gerekliliğinden bahsetti “Serbest piyasa ekonomisinde de plan olur.” dedi, Sayın Şandır da “Planın vizyonu ve felsefesi eksik.” dedi. Değerli arkadaşlar, burada sadece 2023’e ilişkin birkaç rakam var, vizyonu bırakın, herhangi bir stratejisi yok ki. Buraya koyduğumuz şey birkaç tane değerlendirme ve rakamsal hedeften ibaret. Siz bunun gereğini buraya koymadıktan sonra, gereken önemi plana vermedikten sonra başkalarının bu plana önem vermesini nasıl beklersiniz, gerçekten anlayamıyorum. Yani, tamam “Serbest piyasa ekonomisiyle çelişmiyor, planlama yapılması lazım.” Güzel söylüyor Sayın Bakan, tespit doğru. Hele hele, dünyada yaşanan kriz, bundan sonraki yaşanan tartışmalar, kapitalizmin sonu mu diye yapılan tartışmalar… Krizin nedeni üzerinde baktığımız zaman, evet, krizin temelinde, kuralsız, vahşi kapitalizmin aşırı kâr hırsından kaynaklanan ve aynı zamanda da düzenleme, denetim eksikliğinden kaynaklanan bir menkul kıymetleştirme vardı; hâlen daha farklı bir versiyonunu siz “faiz lobisi” diyerek ortaya sürüyorsunuz ama tam ne dediğiniz de belli olmuyor.

Burada söylemeye çalıştığım şey şu: Böyle bir gerçek var, evet. Peki, bundan çıkış yolu ne? Yani “Planda bir felsefe yok.” dedi Sayın Şandır, Sayın Bakanım da söylüyor ama baktık içerisine -Komisyonda da ifade ettim- orada bir “vizyon” bölümü vardı, çıkmış -içindeki paragrafa bakınca aklıma geldi- muhalefet şerhimizde de okursanız içerisinde kısaca değerlendirdik, orada 2023 stratejisinden bahsediyor. Adını her ne kadar Sayın Başbakan defalarca kullansa da acaba bir kıskançlık mı var diye bakıyoruz. Az önce diğer muhalefet partisinden arkadaşlarımız da değindiler, o strateji, uzun vadeli strateji 2001-2023’tü, cumhuriyetin 100’üncü yılına kadar olan sürede yapılması gerekenleri, alınması gereken önlemleri anlatan bir vizyon vardı. Şimdi, bu vizyonu herhâlde oradan kaldırmak için komple “vizyon” bölümü çıkarılmış gibi geliyor bana. Birtakım çalışmalarda bunlar belki daha önce kullanıldı, siz de taklit ettiniz ama bugün bunun gereğinin yapıldığını söylemek mümkün değil.

Burada ne lazımdı? Tam tersine, küreselleşmeye karşı sosyal boyutu olan, sosyal kesimleri dikkate alan bir karşı duruş gerekiyordu, böyle bir program yapılması gerekiyordu. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak parti programımızda da, seçim beyannamelerimizde de hep “akıllı devlet”, “hadim devlet” dedik, yani “insan odaklı” dedik. Sayın Elvan “insan odaklı” diyor ama insanların haber alma özgürlüğünü dahi burada engelliyorsunuz.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Gidiyor, gidiyor.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Gidiyor mu… Neyse duydu o, en azından duyması önemli, arkasından konuşmuş olmayalım.

“İnsan odaklı” diyorsunuz. Temel şey ne? Temel hak ve özgürlüklerde haber alma özgürlüğü değil mi? Peki, neyini duyacak? İnsanların, beş yıl boyunca, yapacağınız, uygulayacağınız planları, politikaları buradan duyması lazım değil mi? Bizim eleştirilerimizi duyması lazım değil mi?

”Temel ve hak ve özgürlükler” diyorsunuz, planın en zayıf bölümü orası; sadece bir anayasa değişikliği ile sivil toplum kuruluşları ve ESK’ya ilişkin bir şey var. Onun da hemen arkasında zaten bir bölüm var, dostlar alışverişte görsün, bir de o bölümü koymuş olalım diye koymuşsunuz. Başka hiçbir şey yok, içine bakın, elinizde varsa plan bakın. Böyle bir değerlendirme olması gerçekten çok önemsiz görüldüğünü gösteriyor planın. Olması gereken, sadece önümüzdeki 2023’e kadar olan stratejiyi değil, sonrasında, 2053’te, Türkiye’nin süper güç olmasını sağlayacak daha uzun vadeli bir stratejiyle yeniden karşımıza gelmeniz gerekirken 2023 hedefleri bile gitmiş yani Türkiye merkezli yeni bir medeniyet dediğimiz veya Türk-İslam medeniyetinin ihyası dediğimiz bir felsefeyle bunun temelini atacak önümüzdeki beş yılla gelseydiniz, burada güzelce tartışsaydık, dediğiniz gibi katılımları sağlasaydık, önümüzü görmek açısından bizler de sizlere destek olsaydık ne güzel olurdu değil mi ama buradaki tartışmaların bile millet tarafından izlenmesini engelleyince ne kadar katılımcı olduğumuz ortaya çıkmış oluyor. Biz, hep onu savunuyoruz, başka türlü, yeniden ilme, akla önem veren bir strateji ortaya koymadan, uzun vadeli bir program ortaya koymadan, bu hedeflerin hiçbirisinin sözde kalmasından kurtulmak mümkün değildir.

Şimdi, ekonomik kısımlarına bakıyoruz -arkadaşlarımız çiziyor- daha önceki planlar makroekonomik çerçeveyle, durum tespitiyle başlıyordu Sayın Çavuşoğlu, siz onlara bakmamış olabilirsiniz ama onlarda vardı, burada yok. Neden? “Neden?” diye düşünüyorum şimdi, tabii, bu krizden dolayı biraz utangaçlık var gibi yani krizden dolayı bir utangaçlık var gibi, baştan çıkarmış arkadaşlarımız, durum tespitini yapmaları biraz zor. Öyle olunca “Ne yapalım? Burası sıkıntılı, bunu çıkaralım.” demişler. Başka türlü bir izahını bulamıyoruz.

Arkadaşlar, bölümün başlığı, adı “Yüksek ve istikrarlı büyüme”, sizin insafınıza sunuyorum. Yani Sayın Demiröz, şimdi söylüyorum bakın, yüzde 5,5 ortalama büyüme. Bölümün adı “İstikrarlı yüksek büyüme.” Ya, yüzde 5,5 yüksek bir büyüme hızı mı? Ha, bugünkü krize göre bakarsanız, 2’ye, 3’e göre evet ama “yüksek büyüme” diye bir şey… Geçmiş planların ortalamasına bakın, Türkiye'nin -sizin de katıldığınız- 2023’teki lider ülke hedefine ulaşması için minimum yüzde 7 ortalama bir büyüme gerçekleştirmesi gerekiyor, yıllık en az 700-750 bin istihdam yaratması gerekiyor. Şimdi, bunları yapmadıktan sonra oraya adını “yüksek” yazmışsınız, ortalama, o da çok iyimser yüzde 5,5… Gerçekçi yapmamız lazım bu planları. Onun için, yani bu şekliyle yapma şansımız yok.

Yine, “İthalata bağımlılığı azaltacağız.” diyorsunuz, az önce arkadaşlarımız da değindi. Plan döneminde yaklaşık yüzde 10’luk Türk lirasında değerlenme öngörülüyor. Şimdi, bu politikayla zaten devam edersek, bu kur rejimiyle devam edersek ithalata bağımlılığı azaltma şansımız yok, defalarca bu kürsüden de, Komisyonda da söyledim, günah keçisi aramaya da gerek yok, kur rejimiyle kur politikasının farkını… Sayın Bakana da yukarıda dedik ki: “Hükûmet sizsiniz, bahane aramayın, ‘faiz lobisi’ diye suçlu da aramayın, gelin, burada değiştirin kur rejimini, Merkez Bankası da rahat etsin, siz de rahat edin.” Türkiye gibi piyasalarında derinlik ve genişlik olmayan, az miktarda işlemlerle manipülasyonların yapılabildiği piyasalarda bunun geçerliliği yok. O zaman dışarıya bağımlı oluyoruz, ihracatımız da, yatırımımız da, üretimimiz de ithalata bağımlı oluyor. Bunun yolu belli ama kulağımızı oradan buradan gösterip bahane aramamızın bir anlamı yok.

Burada önemli bir şey, yine söyledim, turizmle ilgili birkaç temenni dışında bir şey göremedim. İsterdim ki bu 25 tane “dönüşüm programı” dedikleri yerlerden bir tanesinde de turizmle ilgili bir program olsun. Antalya milletvekili olarak beş yıldır, altı yıldır “Turizm çerçeve kanunu çıksın.” diye söylüyorum. Sayın Çavuşoğlu demin söz atıyordu ama şimdi burada da onun desteğini istiyoruz hep beraber. Beş yıldır “Mevcut hâliyle çıksın.” dedim Sayın Bakana “Hiç itiraz etmiyorum, getirin, bir çıksın, sonra düzeltiriz.” diye ama burada hani bu programlardan bir tanesinin de turizmde olmasını Sayın Bakana söylemiştim ama o da olmadı.

Burada eksiklerden bir tanesi de: Şimdi, Sayın Elvan üstüne basa basa “nitelikli insan”, “insan odaklı” dedi. Bakıyorum, 25 tane dönüşüm alanı var, içinde eğitim yok. Yani hem nitelikli insan… “Nitelikli insan” sözü de aslında doğru değil, “nitelikli iş gücü” dememiz lazım; insanların hepsi niteliklidir, Allah’ın yarattığı şekliyle insan niteliklidir zaten ama tanımlarda galiba bir şey olmuş ki “nitelikli iş gücü” diyoruz biz ona. Yani, kalifiyesini artırmak, birtakım mesleki beceriler kazandırmak, ona itirazımız yok ama burada bir tanım var. Peki, onun nitelikli iş gücünün veya insanın refah düzeyiyle ilgili temel şey ne? Eğitim. Bakıyoruz, eğitimle ilgili de dönüşüm programı yok.

VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Var…

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Hayır, hayır, 25 tane temel reform alanları var, onu söylüyorum. Yani, Komisyonda da söyledim, arkadaşlarımız galiba onu çıkarmışlar, temel politikalarla ilgili kısımda “Bir dönüşüm programı uygulanacaktır.” diyor zaten ama bir şey olmuş yani uygulanacak dönüşüm programı ortadan kaybolmuş. Dolayısıyla, sağda solda suçlu arayarak bu iş olmaz arkadaşlar. Faiz lobisine kabahat bularak, Merkez Bankasına kabahat bularak bu ekonomik, sosyal konuları çözme şansımız yok. Sorumluluğu alıp yapısal önlemleri alacak birtakım çalışmalar yapılması gerekiyor ama plana verilen önemle beraber planın içeriğinin de ne kadar yetersiz olduğunu burada bir kez daha sizlerin dikkatine sunmak istedim. Yoksa, bütün yaşananları tutup, bir ara Merkez Bankası Başkanına, şimdi de dönüp -daha önce frenciler, gazcılar tartışmasında olduğu gibi- faiz lobisine yıkarak sorumluluktan kurtulmaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Varsa bir faiz lobisi -kurumlar araştırıyor, SPK araştırıyor- İMKB’de varsa bir şey, Merkez Bankasında varsa bir şey Sayın Başbakan hepsini araştırmakla yükümlüdür. Bunları bulup, suçluları ortaya çıkarıp gereğini yapmak da Hükûmetin görevidir diye düşünüyorum.

İnşallah, 2023 yılında lider ülke olmamızı sağlayacak politikalara vesile olur diyorum ama pek umudum olmadığını da belirterek hayırlı uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime saat 20.00’ye kadar ara veriyorum.

                                                                  Kapanma Saati: 19.07

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

İkinci bölüm üzerinde söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Faik Öztrak, Tekirdağ Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz  aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Devlet Planlama Teşkilatından yetişmiş biri olarak bir planın hazırlık sürecinin ne kadar zor ve emek gerektiren bir iş olduğunu bilirim. Bu nedenle, Onuncu Kalkınma Planının hazırlığında emeği geçmiş tüm arkadaşlarıma, bürokrat ve akademisyenlere, sivil toplum temsilcilerine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bir kalkınma planının başarısı, dünyadaki genel eğilim ve gelişmeleri doğru okumasına, varsayımlarının bu genel eğilimleri en gerçekçi şekilde yansıtmasına ve güçlü bir tutarlılık çerçevesinin olmasına bağlıdır.

Onuncu Plan çok önemli bazı küresel gelişmeleri dikkate almamıştır. Ben Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığım konuşmalarda bunların bir kısmına işaret ettim.  İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği arasında yürütülen Serbest Ticaret Anlaşması görüşmelerine bu planda yer verilmemiştir. Dünyadaki katma değerin yüzde 40’ını oluşturan ve yaklaşık 1 trilyon dolarlık dış ticaret hacmi olan ülkeler grubu arasındaki bu yeni düzen  tüm ekonomileri etkileyecektir. Kaldı ki, Avrupa Birliği ile gümrük birliği ilişkisine sahip olan Türkiye'nin müzakere sürecinin dışında kalması hâlinde ciddi bir bedel ödeyeceği açıktır. Plan bu gerçeği dikkate almamıştır. Bürokrasimiz, Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ticaret görüşmelerinin önümüzdeki iki buçuk yılda tamamlanacağı gerçeğini dikkate alarak bu anlaşmanın ekonomimiz üzerindeki olası etkilerine derhâl çalışmalıdır. Hükûmet de Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında yürüyen bu müzakerelerin dışında kalmamalı, eş zamanlı olarak müzakerelere dâhil olmanın yollarını bulmalıdır. Bir defa daha tekrarlıyorum: Bu anlaşma sürecinin dışında kalmanın veya gecikmenin ekonomiye ve insanımıza bedeli yüksek olacaktır.

Planda dikkate alınmayan bir diğer önemli husus ise küresel krizle birlikte emek yoğun sektörlerin Asya’dan gelişmiş ekonomilere yani ana ülkelerine, ana vatanlarına geri dönmeye başlamalarıdır. Bu da oldukça önemli bir gelişmedir ve küresel üretim ve değer zincirlerinde yeni bir yapılanmanın işaretlerini vermektedir. Sadece bir örnek vereyim: Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük beyaz eşya üreticisi General Electric Çin’de faaliyet gösteren beyaz eşya fabrikasını kapatarak üretimini Amerika Birleşik Devletleri’ne geri taşımıştır. Bu küresel gelişmeleri biz de doğru okumalıyız.

Son on yılda ülkemizde izlenen büyüme stratejisi, sanayi ve tarım başta olmak üzere dış ticarete açık sektörlerimizi tasfiye etmiştir. Planın mevcut kurgusunda bu sektörlere yönelik söylemlerde küçük değişiklikler olsa da eski anlayışın hâlen sürdüğünü görüyorum. Genç nüfusa sahip ülkemizin, sanayi ve tarımını tasfiye etme lüksü yoktur. Bu sektörlerin büyümenin çekici gücü olma özelliğini, istihdam ve katma değer yaratma imkânlarını sonuna kadar kullanmalıyız.

Yine, planda dikkate alınmayan bir diğer gelişme, bir ayı aşkın bir süredir uluslararası piyasaları sallayan Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankasının, bedava para döneminin sonuna gelindiğine yönelik açıklamalarıdır. Ekonomiden sorumlu bakanlar “Bunlar beklenen gelişmelerdir.” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmışlardır. Bunlar beklenen gelişmelerse plan hazırlanırken bu gerçeği neden dikkate almadınız Sayın Bakanlar? Bunları dikkate almış olsanız, süreci iyi yönetseniz Türkiye diğer piyasalardan daha fazla sarsılır mıydı, dolar kuru 1,95’lere kadar sıçrar mıydı?

Bakın, bugün geldiğimiz noktada dolar kuru 1,90’ların üzerine yerleşti.

Peki, 2018 için planda öngörülen dolar kuru nedir? 1,97 Türk lirası, 1,97 Türk lirası yani dolar kuru 2018’e kadar neredeyse mevcut düzeyinde kalacak, Türk lirası değeri şişmeye devam edecek.

Peki, değeri şişirilmiş bir Türk lirasıyla, üreticimiz, çiftçimiz, sanayicimiz nasıl rekabet edecek, ihracatımız nasıl artacak, Türkiye'yi ithal mallarının cenneti olmaktan nasıl çıkaracağız? Cari açığın millî gelire oranını yüzde 6,5’tan beş yılda yüzde 5,8’e nasıl düşüreceğiz? Bunu düşürsek bile yeni küresel likidite koşullarında bu açığı nasıl finanse edeceğiz? Şişkin Türk lirasıyla tüketimi kısıp yurt içi tasarrufları nasıl artıracağız? Planda hedeflenen tarım ve sanayi gibi küresel rekabete açık sektörlerdeki büyümeyi nasıl yapacağız? İşsizliği nasıl düşüreceğiz?

Arkadaşlar, tahkimatta yapılan tek bir hata tüm savaşı kaybettirir. Bakın, planın tek bir parametresinde yapılan hata planın temel amaçlarını nasıl işlevsiz kılmakta, plan hedeflerini nasıl geçersiz hâle getirmektedir.

26 Haziran tarihinde, Uluslararası Finans Enstitüsü, bizim gibi ekonomilere gelecek sermaye akımlarına ilişkin tahminlerini açıkladı. Enstitü, 2014’te gelişen ekonomilere gelecek paranın 2009’dan bu yana en düşük seviyesine ineceğini öngörüyor. Tabii, 2009’un dünyada kriz yılı olduğunu sizlere hatırlatmama gerek yok.

Ben, uzunca bir süredir, küresel sermaye hareketlerinde bir yavaşlama olması hâlinde Türkiye'nin bundan çok ciddi şekilde etkileneceğini söylüyordum. Şimdi aynı şeyleri Uluslararası Finans Enstitüsü de söylüyor. Enstitü, Amerika Birleşik Devletleri’nin bedava paraya son vermesi hâlinde bundan en çok etkilenecek ekonomilerin başında Türkiye’yi sayıyor. Daha geçtiğimiz ay benzer bir uyarıyı üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) da yapmıştı. Hükûmet planda bu uyarıları nedense hiç dikkate almamış ve likidite bolluğunun önümüzdeki beş yılda da aynen devam edeceğini öngörmüş.

Bakın, ben uzunca bir süredir Türkiye’nin dış borçlarının risk algısını arttırdığını söylüyordum. Ben “Türkiye’nin dış borçları yüksek, bunlar başımıza dert olur.” dedikçe iktidar sıralarından “Artan borç özel kesimin, risk de özel kesimin.” sesleri yükseliyordu. Geçtiğimiz haftalarda Dünya Bankası küresel beklentiler raporunun sonuncusunu açıkladı. Raporun 27’nci sayfasında “Bir ülkenin ödeme riski sadece genel devlet borcuyla sınırlı değildir. Asya krizinde gelişen ekonomilerde, son finansal krizde gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi, özel sektörün borçları çok hızlı bir şekilde kamu kesiminin sorunu olmaktadır.” deniyor. İşte, bu nedenle Türkiye en riskli ülkeler kategorisine giriyor.

Değerli milletvekilleri, bir plandan beklenen en önemli görev, Hükûmetçe belirlenmiş amaçlar doğrultusunda toplumun önüne bir vizyon ve iddia koymasıdır. Önümüze gelen bu metnin en büyük eksikliği de bence budur. AKP Hükûmetinin önümüzdeki beş yıl için topluma sunacak ne bir vizyonu ne bir iddiası ne de bir ufku vardır. Tersine, açıklanan bu metin AKP’nin on yıldır izlediği politikaların iflasının ilanıdır. AKP’nin on yıldır sürdürdüğü, üretimi değil rant ve spekülatif kazancı önemseyen, vatandaşın gelirini değil borcunu artırmayı öngören, ekonomiyi sıcak paraya mahkûm eden, reel sektörü değil finansı gözeten, orta sınıfı yok ederek gelir dağılımını bozan, kitleleri tüketime yönlendiren, bu şekilde sanal bir zenginlik algısı yaratarak toplumu aldatan strateji ve politikalarının artık sonuna gelinmiştir. AKP’nin Türkiye’ye söyleyecek yeni bir sözü kalmamıştır. İktidar ciddi bir açmaz içindedir. Söyleyeceği her yeni söz, AKP’nin geçmiş on yılını ve politikalarını inkâr etmesi anlamına gelmektedir.

Peygamberimizin “Aslını inkâr eden bizden değildir.” milletimizin de “Aslını inkâr eden haramzadedir.” dediği düşünülürse AKP Hükûmetinin sıkıntısı sadece bu cihanda değil iki cihanda da büyüktür arkadaşlar. Bir hükûmet, kendini ve on yıllık icraatını nasıl inkâr eder? Kendiyle nasıl çelişkiye düşer? Bunu size rakamlarla anlatayım.

Bugün, Türkiye dünyanın en büyük 17’nci ekonomisidir, satın alma gücü paritesine göre ise 16’ncı büyük ekonomisidir. Aslında bu noktaya Türkiye, AKP iktidarından çok önce gelmiştir. Türkiye, aynı ölçütlerle 1987’de dünya’nın en büyük 14’üncü ekonomisiydi. Bunları hatırlatmalıyız ki kendini her şeyin başı ve sonu zanneden Sayın Başbakan doğruları bilsin.

Bakın, Başbakan Türkiye’yi ilk on ekonomi arasına sokacağını 2011 seçimlerinde taahhüt etmiyor muydu? Ediyordu. Bugün, hâlen Başbakan bunu tekrarlamıyor mu? Tekrarlıyor. Bunun için Türkiye’nin her yıl istikrarlı bir şekilde büyüme basamaklarını tırmanması ve rakiplerini birer birer geçmesi gerekiyor. Hükûmet, plan döneminin sonunda, 2018 yılında 1,3 trilyon dolarlık bir gayrisafi yurt içi hasıla öngörmüş. Bunu, IMF’nin aynı dönemdeki küresel tahminleriyle kıyasladığımızda, Türkiye’nin küresel ligde 2018’de de 17’nci sırada kalmaya devam edeceği anlaşılıyor. Yani Türk lirasındaki olağanüstü şişmeye rağmen bu plan dengeleriyle Türkiye, bir arpa boyu bile yol gidemiyor, olduğumuz yerde çakılıp kalıyoruz. Satın alma gücü paritesine göre de baksak tablo yine değişmiyor. Türkiye’nin önümüzdeki beş yılda 16’ncı sırada çakılıp kalacağı anlaşılıyor.

Arkadaşlar, küresel yarışta yerinde sayan bir ekonomi yarışı kaybediyor demektir. Bu dengelerle ve politikalarla Türkiye’nin önümüzdeki beş yılı kayıptır. Türkiye, mevcut AKP paradigmaları ve politikalarından vazgeçmediği sürece ilk on ekonomi arasına giremeyecektir, vatandaşına hak ettiği refahı sunamayacaktır. AKP’nin on yıldır uyguladığı üretmeden tüketme, kazanmadan harcatma, yaratılan açığı da borçlanarak kapattırma politikalarının bedelini Türkiye bugün küresel yarıştan koparak ödüyor.

Değerli milletvekilleri, son on yıldır izlenen ekonomi politikaları Türkiye’yi üretimden hızla uzaklaştırdı. Bakın, son on yılda ekilen tarım alanı 3,4 milyon hektar geriledi, çiftçi, 6,5 İstanbul büyüklüğündeki tarım alanını ekemez oldu. Tarımda kendi kendine yeten Türkiye artık karnını doyurmak için Arjantin’den mısır, Ukrayna’dan buğday, Şili’den angus ithal eder hâle geldi. AKP iktidarı cumhuriyet tarihinde ilk defa saman ithal edip bunu bir de törenle besiciye dağıttı. Türkiye, bu iktidar elinde, kendi samanını bile üretemez hâle düştü. Yem fiyatına yetişemeyen besicinin bakamadığı besisine hükûmet kararnameleriyle kesme yasağı getirildi. AKP Hükûmetinin elinde üreticinin de, üretimin de bereketi kaçtı.

AKP hükûmetleri elinde Türkiye'nin sanayi tabanı da hızla aşındı. 1998’den 2012’ye, Türkiye’de sanayi katma değerinin millî gelir içindeki payı 6 puan düşerek yüzde 22’ye indi. İlk 10’a girmek için yarıştığımız Malezya’da bu pay yüzde 42’den yüzde 44’e, Tayland’da yüzde 40’tan yüzde 45’e, Çin’de ise yüzde 45’den yüzde 48’e yükseldi. Türkiye dünya sanayi liginden düşerken rakiplerimiz bizi geçti.

Küresel araştırma enstitülerinden McKinsey’in geçtiğimiz aylarda yayımladığı araştırmaya göre, Türkiye 1990’larda dünyanın en büyük 13’üncü, 2000’de en büyük 15’inci imalat sanayisi üreticisi iken 2010’da, artık, ilk 15’de yer almıyor.

Sanayimizin rekabet gücündeki erimeyi, yaptığımız ihracatın teknoloji yoğunluğundan da anlamak mümkün. 2002’de toplam ihracat içinde ileri teknoloji ürünlerinin payı yüzde 6,2 iken, 2011’de bu oran yüzde 2,8’e düştü. Türkiye AKP iktidarı elinde yükte ağır, pahada hafif ürünler ihraç eder hâle geldi. İşte bu tabloyu yaratan AKP iktidarı bugün getirdiği Onuncu Plan’da sanayileşmenin öneminden, yüksek teknolojili ürün ihracatını artırmaktan dem vuruyor. On yıldır bu ülkede başka bir parti iktidardı, başka birileri başbakandı da biz mi fark etmedik arkadaşlar? Biz Hükûmeti on yıldır uyarmaya çalışıyoruz. CHP “sanayi ve tarım” dedikçe AKP “AVM ve rezidans” dedi. Biz “Cari açık rekabet gücünün erimesidir.” derken, AKP ve Başbakan “Finanse edildiği sürece cari açık sorun değildir.” dedi. CHP “Türkiye'yi dünyanın üretim üssü yapacağım.” derken Başbakan “Türkiye'yi dünyanın alışveriş ve perakende ticaret üssü yapacağım.” dedi. Başbakan millete verdiği pek çok sözü tutmadı, pek çok konuda gömlek değiştirdi, dün “ak” dediğine bugün “kara”; dün “kara” dediğine bugün “ak” dedi ama doğrusu bu AVM ve rezidans konusundaki dik duruşunu Gezi Parkı’na kadar hiç bozmadı. Başbakan AVM ve rezidans aşkı uğruna milletin biber gazıyla boğulmasını, polis copu altında kalmasını ve TOMA’lardan sıkılan kimyevi sularla ıslatılmasını alkışladı. Halkına karşı bunu yapanlara “destan yazdınız” dedi. Millete çapulcu, ayyaş ve ağzıma alamayacağım pek çok hakaret ve iftira ile diklendi ama millet de Başbakana karşı dik durdu. Başbakan sonunda Taksim’e AVM ve rezidans projesinden şehir müzesine ricat etti.

Değerli milletvekilleri, bakın, Başbakanın AVM ve rezidans aşkı Türkiye'yi sanayi süper liginden düşürdü ama aynı aşk, geçtiğimiz yıl Türkiye'yi dünya AVM ve alışveriş liginde 14’üncü sıraya çıkardı. Bu haberler yandaş basın tarafından millete âdeta müjde olarak verildi. Şimdi, AKP Hükûmeti ve Başbakan on yıllık icraatını ve AVM ve rezidans aşkını inkâr ederek bu plan döneminde sanayileşmenin hızlandırılmasından bahsediyor. Hükûmetin bu hâline güler misiniz yoksa milletin böyle bir Hükûmet tarafından yönetilmesine ağlar mısınız? Artık, kararı siz vereceksiniz.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin on yıllık uzun bir uykudan sonra farkına vardığı bir diğer gerçek Türkiye'nin sahip olduğu demografik fırsat penceresidir. Planda uzun uzun bu pencerenin öneminden ve 2030’dan sonra bu pencerenin kapanacağından bahsediliyor. Bugün, Türkiye’de iş arayan her 5 gençten 1’i işsiz. Genç işsizler ordumuzun mevcudu bu yılın mart ayı itibarıyla 844 bin kişiye ulaştı. Bu, sahip olduğumuz demografik fırsat penceresini kullanamadığımızı açıkça gösteriyor. Oysa, Türkiye, genç nüfusu başta olmak üzere çalışmak isteyen vatandaşlarımızı istihdama koşabilse, kişi başına millî gelirini çok daha hızlı artıracak ve kalkınma yarışında yukarılara çıkabilecek.

Değerli milletvekilleri, bakın, 2012 itibarıyla 75 milyonluk Türkiye ailesinin sadece 25 milyon ferdi çalışmış ve 786 milyar dolarlık gelir yaratmıştır, yani her 3 kişiden 1’i çalışmış ve ortaya 786 milyar dolarlık bir gelir çıkarmıştır. Yaratılan bu gelir tüm aile yani 75 milyon tarafından paylaşılmış ve 2012’de her bir aile ferdi başına düşen gelir 10.504 dolar olmuştur. Türkiye’de istihdam edilenlerin oranı yüzde 45 oysa bu, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ortalamalarına yani yüzde 65’e getirilebilseydi, Türkiye’de kişi başına gelir 15 bin dolar düzeyine gelecekti. Bu yitirdiğimiz on yılda, bir de çalışanlarımızın verimliliğini artıracak, eğitim başta olmak üzere, yapısal reformlar yapılabilseydi, Türkiye, işte, o zaman sıçrayacak ve rakiplerini bugün birer birer geçecekti.

Oysa, bugün, gençlerimizi iş sahibi yapamadığımız gibi onlara iyi bir eğitim de veremiyoruz. 25-64 yaş arasındaki nüfusun yüzde 69’u lise seviyesinin altında eğitime sahip. OECD’de aynı oran yüzde 26. Çalışacak nüfusun çok büyük bir bölümü lise altı eğitimle iş yaşamına tutunmaya çalışıyor.

Türkiye’de eğitimin kalitesi de tartışmalı. OECD’nin PISA sonuçlarında Türkiye son sıralarda âdeta hapsoldu.

Gençlerimizi iyi eğitemezsek nasıl bilgi toplumu oluruz? Dünya standardında katma değer yaratan iş gücüne nasıl sahip olabiliriz? AKP, son on yıldır bu alanlarda hiçbir iyileşme sağlayamadı. Son on yıldır, Hükûmet aynı Hükûmet, ama her millî eğitim bakanıyla eğitim sistemi sil baştan yazıldı. En son, 4+4+4 sistemi âdeta Millî Eğitim bürokrasisinden ve bakanlardan kaçırılarak bizzat Başbakanın talimatıyla doğru dürüst tartışılmadan yasalaştırıldı. Bakın, bugünkü gazetelerde Millî Eğitim Bakanlığının 60-66 aylık çocukların sisteme uyum sorunları konusundaki tespitlerine yer verilmiş. Bakanlığın şimdi tespit ettiği sorunları biz size o gün söylemiştik. Okulların fiziksel koşullarının bu sisteme uygun olmadığını, uyum sorunları olacağını tek tek anlatmıştık ama Başbakan çıktı, tek başına, çocukların kaç yaşında okula gideceğine karar verdi. Şimdi, geldiğimiz noktada okullarda minderli eğitime geçiyoruz. Şimdi, bu yanlışları yapan AKP Hükûmeti çıkmış, on yıldır kullanmadığı demografik fırsat penceresini hem nicelik olarak kullanacağından hem de beşerî sermayenin niteliğini artıracağından söz ediyor. Değerli arkadaşlar, on yıl sonra bunları diyen bir iktidara akşam yemeğinden sonra “günaydın” derler.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarı planda “Nitelikli İnsan Güçlü Toplum” başlığı altında çok güzel sözler söylüyor, insan için ve insan ile beraber kalkınma anlayışından bahsediyor. Bunlar, elbette çok güzel sözler, bunları yazan bürokrat arkadaşlarımı kutluyorum ama insan odaklı kalkınma anlayışını üretecek bir iktidarın ülkedeki farklılıklara saygı duyması gerekir. Toplumu yüzdelik oy dilimlerine bölen, “Yüzde 50’yi evinde zor tutuyorum.” diyen, milleti kutuplaştıran, “Ayaklar baş olmaz.” diyerek demokratik talepleri küçümseyen bir zihniyette kapsayıcı, istikrarlı ve insan odaklı bir büyüme asla sağlanamaz.

Aynı zihniyetle gelir dağılımı da düzeltilemez. Bakın “Forbes” dergisi açıkladı, 2012 itibarıyla Türkiye'deki  dolar milyarderlerinin sayısı 43 kişi, Japonya’daysa aynı dönemde dolar milyarderlerinin sayısı 22 kişi. Japonya’nın toplam millî geliri Türkiye'nin 7,5 katı ancak Türkiye'deki  dolar milyarderlerinin sayısı Japonya’nın 2 katı. İnsan odaklı bir ekonomide böyle bir tablo asla ortaya çıkmaz değerli milletvekilleri. Bu rakamlara baktığımızda, AKP iktidarının yoksullukla mücadelede bize benzer ekonomiler kadar başarılı olamadığını da açıkça görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin getirdiği bu metnin en eğlenceli yeri belki de kurumsal kalitenin artırılmasına yönelik kısımlarında yer alıyor. Bir ülkede çocukların kaç yaşında okula gideceğinden ailelerin kaç çocuk yapacağına kadar, köprü ve otoyolların güzergâhından hangi mahalleye kaç kata bina yapılacağına kadar, vatandaşları partisine, mezhebine göre fişletip kamu taşınmazlarının kimlere kiraya verileceğinden satılacağına, kamu ihalelerini kimin alacağına kadar memleketteki her karar tek bir adamın ağzına bakıyorsa bu ülkede kurumsallaşmadan ve kurumsal kaliteden bahsedebilir miyiz? Bir ülkede Başbakan hem jinekolog hem pedagog hem jeolog hem mimar hem mühendis hem ekonomist olabiliyorsa o ülkede ne kurumsallaşmadan ne iş bölümünden ne de kurallı bir demokrasiden söz edebiliriz. O ülkede olsa olsa keyfî tek adam rejiminden söz ederiz. (CHP sıralarından alkışlar) Bugün Türkiye’nin genel manzarası tam da bunu göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, bugün bu ülkenin en önemli kırılganlığı giderek otoriterleşen Başbakanıdır. Başbakan, iktidarda 10’uncu yıl hastalığı olarak da bilinen hubris sendromuna yakalanmıştır. İktidarda uzun süre kalan liderin artan kibri, yani hubrisi liderin sağlıklı karar almasını engeller. Bu hastalığa yakalanan lider eleştiriyi kabul etmez, en yakın arkadaşlarını bile dinlemez. Liderin yaşadığı bu güç kirlenmesine hubris sendromu denir. Bu hastalığa yakalanan lider örneklerini dünyada görmek mümkün değerli arkadaşlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde oğul Bush, İngiltere’de geçenlerde vefat eden Margaret Thatcher buna örnek olarak verilebilir.

Thatcher, 1979’dan 1990’a kadar on bir yıl iktidarda kalmış, bu dönem zarfında seçim kaybetmemiş ancak yakalandığı bu illet Başbakan Thatcher’i koltuğundan etmiş. Kendisine en yakın olan arkadaşları kibirli liderin yanından yavaş yavaş uzaklaşmış, partisinin karşı çıkmasına karşın kelle vergisinde ısrar edince de partisi koltuğu Thatcher’dan almış. Ne de olsa gerçek demokrasilerde kişiler değil kurumlar önemlidir; gerçek demokrasilerde kişiler yolcu, kurumlar hancıdır.

Değerli milletvekilleri, bir liderin bu illete yakalanıp yakalanmadığını bazı bulgulara bakarak teşhis etmek mümkündür. Birkaçını paylaşayım, takdiri sizlere ve millete bırakayım:

Bu hastalığa yakalanan lider, dünyayı gücünü kullanarak kendini yüceltebileceği bir yer olarak görür. Gezi Parkı olaylarında vatandaşlara orantısız güç kullanma talimatını veren, bunu da ödüllendiren bizzat Başbakan olduğunu söylersem herhâlde ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılacaktır.

Bu hastalığa yakalanmış lider, kendisini başında bulunduğu kurum veya devlet ile bir tutar. Başbakanın sürekli “benim valim, benim emniyet müdürüm, benim genelkurmay başkanım” ifadelerini sizlere hatırlatmak isterim.

Bu sendromu yaşayan lider, kendisi için öteki olan grubu açıkça hor görür. Başbakanın Gezi olaylarında millete yönelttiği “çapulcu”, “ayyaş”, “terörist”, “ayaklar” ifadelerinin nedenini eminim ki şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur.

 Bu hastalığa yakalanan lider, milletine, iş arkadaşlarına ya da adalete karşı değil sadece tarihe ya da Tanrı gibi bir üst iradeye karşı hesap verebilir olduğunu düşünür. Başbakanın Sincan mitinginde “Biz sadece Allah’a hesap veririz.” sözlerini normal bir demokraside kabul etmek mümkün müdür? Kamusal bir hizmeti yerine getiren Başbakanın bir usulsüzlüğü veya yanlışı varsa bunun hesabı sadece mahşer gününe mi kalacak? Başbakan mahşer gününde elbette kişisel kusur ve hatalarının hesabını yüce Allah’a verecektir. Biz Allah ve kul arasına girmeye çalışan bezirgânlardan olmayacağız ama bu dünyada kamusal bir görev yerine getirirken kul hakkı yediyse, halkını kin ve nefrete düşürecek eylem ve sözlerde bulunduysa, toplumu ayrıştırdıysa, polise kanuna uymayan emirler verdi ve polis bunları uygulamaya zorlandıysa elbette bunu yapan adalete ve Türk yargısına hesabını verecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır arkadaşlar.

Son olarak bu hubris hastalığına yakalanan lider, aşırı öz güvenin neden olduğu yanlış politikalarda ısrar eder, kararlarının sonuçlarını düşünmez. Başbakan tek bir cümleyle Gezi olaylarını durdurabilecek iken bunu ilk günden itibaren yapmamıştır.

Başbakanın kışkırtıcı yaklaşımına ekonominin kendi kırılganlıkları yani rekorlar kıran cari açık, döviz açık pozisyonu, kısa vadeli dış borç stoku ve yetersiz döviz rezervleri de eklenince bizim piyasalarda durum daha da vahimleşmiştir. Dışarısı Bernanke’nin açıklamalarıyla bir zarar ederken, biz Başbakanın kibri ve sıcak paracı ekonomik politikaları nedeniyle üç zarar ettik.

Arkadaşlar, 2002’de kısa vadeli dış borç 16,5 milyar dolar, cari açık 622 milyon dolardı. Bugün kısa vadeli dış borç 115 milyar dolar, cari açık ise 47 milyar dolar. Bunun sonucunda, Başbakanın 135 milyar dolar diye övündüğü döviz rezervleri yetersiz kalmıştır. 2002’de her 100 dolarlık kısa vadeli dış borç ve cari açık yani bir yıllık döviz gideri karşılığında Merkez Bankası kasasında 166 dolar rezerv varken, şimdi 78 dolar kalmıştır ama kısa vadeli borçları ve cari açığı görmemekte ısrar eden Başbakan, yetersiz rezervlerle hâlen övünmeye devam etmektedir.

Yine, 2002’de bu ülkenin döviz açık pozisyonu 85,5 milyar dolardı, şimdi 451 milyar dolar. Yani, her 10 kuruşluk devalüasyon, ekonomiye 45 milyar Türk Lirası kur farkı yükü yüklüyor. Bunun önemli bir kısmı da kısa vadeli yükümlülüklerden kaynaklanıyor. Bugün Türkiye benzer ekonomilere göre daha çok dalgalanıyorsa, Amerika Birleşik Devletleri’nin parayı sıkılaştırmasından en çok etkilenecek ekonomi olarak tanımlanıyorsa ardında işte bu ekonomik kırılganlıklar da bulunmaktadır. İktidar ve Başbakanı bunları görmezden geldi. AKP’nin on yıllık iktidarında ülkenin dış borçları, cumhuriyet dönemini, kendinden önceki seksen yılda tüm iktidarların aldığı dış borcu 2.5’a katladı, 337 milyar dolara ulaştı ama vatandaş borca batmışken 20 milyar dolarlık IMF borcunu ödemekle övünen bir Başbakanımız var.

Derecelendirme kuruluşlarının Asya, Rusya ve son krizlerdeki performanslarını unutup not artışlarıyla gözü kamaşan, verilen hazine garantilerine rağmen bir türlü finansmanı bulunamayan milyar dolarlık projelerin şaşalı temel atma törenlerine aldanan Başbakan, piyasaların bu tepkisini görünce şaşırdı kaldı. Kendisinin sınır tanımaz kibrinin ve artık yer kabuğuna sığmayan egosunun neden olduğu olaylar büyüdükçe de yanlışının faturasını, ne olduğu anlaşılamayan farklı kesimlere ciro etmeye çalıştı. Daha geçtiğimiz yıl bu ülkeye 1 milyon dolar getiren sıcak paracılara borsada 630 bin dolar, devlet kâğıtları piyasasında 210 bin dolar kazandıran bu Hükûmetti. Gezi olaylarından sadece bir ay önce, nisan ayında kamu borç kâğıtlarına sıcak paracılar 9 milyar dolar para yatırıp rekor kırmışlardı. Türkiye, 2012 yılında sıcak paracılara en çok kazandıran ülke ödüllerini aldı. Yandaş medyada bunlar çarşaf çarşaf yazdı ama sıcak para mayısta çıkmaya başlayınca, Başbakan, iktidar olurken desteklerini almak için kadrolarını yolladığı, sonra da kucakladığı sıcak paracıları birden bire lobici ilan ediverdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

FAİK ÖZTRAK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin pek çok kırılganlığı vardır, ancak en önemli kırılganlığı hubris hastalığına yakalanmış bir Başbakan tarafından yönetilmesidir. Böyle bir Başbakan idaresinde seçimlere kadar geçecek birkaç yılda Türkiye ciddi bedeller ödeme riskiyle karşı karşıyadır.

AKP’nin ülkeye yapacağı en büyük iyilik, İngiliz Muhafazakâr Partisinin Thatcher’a tanıdığı onurlu çıkış imkânını kendi liderine tanıyarak Başbakanın çıktığı yaz tatilini rahatça sürdürmesine imkân sağlamasıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyor, Onuncu Kalkınma Planı’nın memleketimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – İkinci bölüm üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi grubu adına birinci konuşmacı Recai Berber, Manisa Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’nın ikinci bölümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin 2023 hedeflerini yakalama doğrultusunda 2014 ve 2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı ile insanımızın refahının artırılması, hayat standardının yükseltilmesi, temel hak ve özgürlükleri güçlendirerek adil, güvenli ve huzurlu bir yaşam ortamı tesis edilerek bunların kalıcı kılınması amaçlanmaktadır.

Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde ekonomik gelişmelerin yanında, sosyal kalkınma yönünde ilerlemeler sağlanmış, başta eğitim ve sağlık olmak üzere temel kamu hizmetlerinde daha nitelikli, daha yaygın ve kolay ulaşılabilir olması konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Plan döneminde tüm vatandaşlara daha etkin hizmet sunulması amacıyla emeklilik ve sağlık sisteminde kapsamlı değişiklikler içeren düzenlemeler yapılmıştır. Onuncu Kalkınma Planı döneminde de son yıllarda elde edilen kazanımların artarak sürdürülmesi, sahip olduğumuz ekonomik potansiyelin en üst seviyede değerlendirilerek toplumsal faydaya dönüştürülmesi için yapısal reform sürecinin devam ettirilmesi gerekmektedir.

Onuncu Kalkınma Planı, konu başlıkları olarak çok detaylı hazırlanmış, belki de ilk defa konu başlıkları olarak hedefler konmuş bir plandır. Bu planın bütün başlıklarıyla ilgili konulara değinmek pek mümkün olmayacak ancak özellikle planda “Nitelikli İnsan, Güçlü Toplum” başlığı altında, insan için ve insanla beraber kalkınma yaklaşımının hayata geçirilmesi ve gelişmişliğin toplumun farklı kesimlerine yaygınlaştırılması amacıyla uygulanacak politikalara yer verilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim başta olmak üzere sağlık, adalet, güvenlik, adaletin içine sosyal adaleti, güvenliğin içine sosyal güvenliği de dâhil ettiğimiz zaman gerçekten bu 4 temel kamu hizmetinde hem Dokuzuncu Plan döneminde hem de Onuncu Plan’da ayrılan kaynaklara ve hedeflere baktığımız zaman, bunların hepsinde de ciddi artışlar olduğunu görüyoruz. Burada, eğitim alanında geçtiğimiz plan döneminde ortalama yüzde 12 gayrisafi millî hasıladan kaynak ayrılmıştı, yılda 47 milyar ayrılmıştı. Yeni, Onuncu Plan’da bu rakam yüzde 16’lara, ortalama 66 milyar liraya çıkarılıyor.

Değerli arkadaşlar, biraz önce sayın konuşmacı gerçekten son derece teknik, teknokrat bir insan olmasına rağmen, Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak çok eleştirebileceği…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sen kendi bildiklerini oku, sen de teknokratsın. 

RECAİ BERBER (Devamla) - … çok önerileri olacak konular olmasına rağmen, ekonominin en büyük kırılganlığını bizzat Başbakanımıza atfetmesini hayretle izledim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –Sen de teknokratsın, başka konuya girme.

RECAİ BERBER (Devamla) - Çünkü, hakikaten kendisi teknokrat olarak da tanıdığımız, değer verdiğimiz bir milletvekili arkadaşımız. Eğer Türkiye hem FED’in, Bernanke’nin açıklamalarına hem de dünyadaki dalgalanmalara rağmen, böyle bir ortamda yaşanan bu huzursuzluklara, bu kapsamlı provokasyonlara rağmen; ekonomisini böyle bir ortamda bile dalgalanma sürecinde çok kısa sürede toparlayabilmesi; yine, tam tersine, bütün olaylara hâkim olabilen bir liderinin, bir Başbakanın, Hükûmet Başkanının olması sayesinde gerçekleştirmiştir. Tabii, kendisi bizim, özellikle parti teşkilatımızda ve gruplarımızda yapılan toplantıları bilmediği için bu istişarelerin, bu çalışmaların ürünü olarak nihai kararı Başbakanımızın verdiği… Her konuda sanki tek karar verici gibi burada lanse ediyor, gerçekten hayret verici bir durum. Partimizin bütün kademeleri, bütün kurumları, kurumsal olarak en çok istişareye, en çok danışmaya, en çok uzmanlığa, ihtisasa ehemmiyet veren, önem veren ve bunu ön plana çıkaran partidir. Bunu bütün dünya kamuoyu biliyor ve esasen on yıllık başarının altında yatan en önemli faktör de budur.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Biraz daha sataş.

RECAİ BERBER (Devamla) - Ama eğer liderliği, eğer hükûmet başkanlığını her kafadan bir ses çıkan, hükûmetin ne yapacağının belli olmadığı, yarının belli olmadığı bir ortam olarak düşünüyorlarsa kusura bakmasınlar, Türkiye’nin istikrarlı büyümesi ve geleceğe emin adımlarla yürümesi böyle bir ortamda sağlanamaz. Onun için, değerli arkadaşlar, özellikle onuncu… Tabii, ben konuşmamda çok daha teknik konulara yer vermek istiyordum ama şunu söylemek istiyorum…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Siz tekniksiniz zaten Sayın Berber.

RECAİ BERBER (Devamla) – Evet, şunu söylemek istiyorum: Burada Türkiye’nin borçlarından bahsettiler, yani Avrupa Birliğinin…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sen bakanlık yapmaya çıktın oraya, ben anladım.

RECAİ BERBER (Devamla) – Avrupa Birliği tanımlı borçları artık söyleye söyleye herhâlde ortaokul öğrencileri bile ezberledi. Türkiye’nin borçlarının gayrisafi millî hasıla içindeki payının ne kadar düştüğünü, hatta Türkiye’nin şu anda kamu borcu olarak döviz riskinin sıfırlandığını -elindeki rezervlerle, net rezervleriyle sıfırlandığını- bunları herhâlde kendileri biliyorlar ama herhâlde burada çok farklı şeyleri söylemeye çalıştılar. Değerli arkadaşlar, Türkiye bu kadar ucuz ve uygun şartlarla, özellikle 2013 yılının başından itibaren geldiğimiz noktada nominal faizlerdeki düşüşle beraber sıfır noktasında reel faize gelmiştir. Yüzde 26 reel faizlerden buraya gelmiştir. Türkiye bütçesinin vergi gelirlerinin tamamının sadece cari dönem faizlerini karşılamadığı yıllardan buraya gelmiştir.

Onun için, değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisindeki, evet, kırılganlıklar bellidir; bunlar, zaten özellikle 2010 ve 2011 yıllarındaki yüksek büyümeden sonra, böyle bir ihtimale karşı Hükûmetin almış olduğu kapsamlı önlemler sayesinde cari açığın yüzde 9,7’lerden yüzde 6’lara düşürülmesi sağlanmıştır.

Evet, önümüzdeki dönemde de kalkınma planının en önemli hedeflerinden biri burada yine eleştiri konusu yapıldı bir muhalefet milletvekilimiz tarafından, yine hayretle karşılıyorum. Geçmişte Türkiye çok hızlı büyümeler yaşadı, ama üç yıl büyüdü, bir yıl küçüldü. Ta, 90 yılından bu yana bakın, beş yıl üst üste büyüdüğü hiçbir dönem yoktur. Mutlaka yapısal sorunlar nedeniyle, dünyada hiçbir sorun olmadığı dönemlerde bile, 94 krizini, 98 krizini, 2001 krizini tamamen kendi yapısal sorunları nedeniyle yaşamıştır; büyümenin arkasından mutlaka çok ciddi yüzde 8’lere varan yüzde 7’lere varan düşüşler yaşamıştır ama ilk defa AK PARTİ hükûmetleri döneminde istikrarlı bir büyüme sağlamıştır. Önümüzdeki dönemde yüzde 5,5’luk büyümeyi arkadaşlar gerçekten önemsiz görüyorlar.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin büyüme ortalaması 2002 yılına kadar yüzde 4 civarında, yüzde 4,1’dir, bizim dönemimizde de 5,1’dir. Şimdi, 5,5’luk ortalama büyümeyi küçük görmek, hem de dünyanın yaşamakta olduğu ve ne zaman çıkacağı belli olmayan bir global krizin ortamında 5,5’luk bir ortalama büyümeyi, hem de istikrarlı büyümeyi hedefleyen programı küçümsemek gerçekten yadırganacak bir durum.

Değerli arkadaşlar, kalkınma planının özellikle 2018’e kadar olan hedefleri, biliyorsunuz şu anda Başbakanımız tarafından ilan edilmiş olan 2023 hedeflerinin ara hedefleri niteliğindedir. İnşallah, bu 2018 hedeflerinden sonra da On Birinci Beş Yıllık Plan’da -ki inşallah, onu da Hükûmetimiz ve bu Parlamento yapacak- o zaman da 2023 hedeflerinin ne kadar gerçekçi bir şekilde oluşturulduğunu ve bu hedeflere yönelik amaç ve politikaların nasıl oluşturulduğunu hep birlikte göreceğiz.

Bizim bu planda, Onuncu Plan’da sanayiye önem verdiğimiz, yeni fark ettiğimiz söyleniyor. Değerli arkadaşlar, iki yıldan bu yana, 2012 ve 2013 yılında, daha önce yapmış olduğumuz teşviklerin yanında ayrıca en son Türkiye iller bazında altı bölgeye ayrıldı ve özellikle sanayi yatırımlarına yönelik, başta vergi teşvikleri olmak üzere çok kapsamlı teşvikler devreye sokuldu ve herkes de bunu görüyor ki -özellikle 2013 yılının başından itibaren- dünyada yatırımlar azalırken, dünyada pek çok ülke özel sektörünün değil, kamunun dahi yatırım yapamadığı bir ortamda Türkiye hem kamu sektörü eliyle altyapı yatırımları olarak hem de özel sektör eliyle ciddi yatırım potansiyeline kavuşmuştur. Değerli arkadaşlar, 2014-2018 Kalkınma Planı’mızda da sanayileşmedeki hedeflerimiz büyüme rakamlarının 1 puan üzerinde. 5,5 ortalamaya karşı 6,4 sanayi büyümesi öngörülüyor.

Değerli arkadaşlar, bu hedefleri biz koyduk ama bütün Türkiye, şu anda görüyorum ki muhalefet partisi milletvekili arkadaşlar da dâhil olmak üzere, bütün sivil toplum örgütleri bunu benimsemiş, özümsemiş ve bu hedeflere yönelik olarak da her sektörün temsilcileri kendi hedeflerini koymuştur. Türkiye’de ilk defa 2023 hedefleri Türkiye’ye mal olmuş ve herkesin sahiplendiği hedefler hâline gelmiştir. Tabii, bu hedefleri gerçekleştirebilmek açısından da, plan hedeflerine ulaşabilmek açısından da özellikle belli konulara dikkati çekmek ve mutlaka yapılması gerektiğine inandığım zorunlu hususların da altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlar. Bunlardan bir tanesi Kamu Mali Reformu.

Değerli arkadaşlar, iktidara geldiğimizden bu yana, istikrarlı, en sağlam kaynak olan vergi gelirlerinde ciddi oranda artışlar sağlandı; 2001 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 16,5’u iken 2012 yılında yüzde 19,7’ye yükseldi. Bu, katma değer vergisinde, başta tekstil olmak üzere, eğitim, sağlık olmak üzere, turizm olmak üzere belli sektörlerde indirimlere rağmen, kurumlar vergisi oranında, gelir vergisi oranlarında indirimlere rağmen sağlanmış bir vergi artışıdır, bunu özellikle dikkatinize sunmak istiyorum. Ancak, yine de hâlâ, tabii, Türkiye’de özellikle kayıt dışıyla mücadelede, aynı 2023 hedefleri gibi, toplumun her kesimi tarafından benimsenmesi ve uygulanması gereken bir kamu mali reformuna ihtiyaç olduğu da bir gerçek, bunu yadsıyamayız. Bu konuda da Hükûmetimizin çok ciddi çalışmaları var ve önümüzdeki günlerde de Parlamentoya bunların geleceğini, Plan ve Bütçe Komisyonunda da çalışmalarına başlandığını belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, aynı şekilde, Merkez Bankasının bir numaralı hedefi, biliyorsunuz fiyat istikrarıydı. Sadece fiyat istikrarını değil                -Türkiye'nin bulunduğu, dünyanın bulunduğu konjonktüre ve şartlara göre- bir de bunun yanında mali istikrarı da gündemine aldı ve finansal istikrar da bugün için Merkez Bankasının en önemli hedefleri arasında. Bu açıdan da hem para politikaları itibarıyla hem mali politikalar itibarıyla Türkiye'nin 2023 hedeflerini, ilk etapta 2018 plan hedeflerini gerçekleştirecek altyapı çalışmaları devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, süremiz azalıyor ama ben diğer hususları da başlıklar itibarıyla belirtmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi AR-GE. Değerli arkadaşlar, Dokuzuncu Plan’da başarılı olduk diyemeyiz çünkü öngördüğümüz hedeflerin altında kaldık, yaklaşık yüzde 0,9 seviyesinde. Ama, 2014-2018 hedefi olarak ortalama yüzde 1,8 hedef koyduk. Gayrisafi yurt içi hasıladaki büyümeyi de hesaba kattığımızda, bu AR-GE harcamalarına bugün ayırdığımız kaynağın en az 3 kat artması anlamına geliyor. Esasen, AR-GE teşvikinde firmalara sağladığımız destekte en az 50 olan çalışan sayısının belki daha aşağı çalışana indirilmesinin, AR-GE desteklerinin artırılmasında, özel sektör AR-GE çalışmalarına destek verilmesinde bir zorunluluk, bir ihtiyaç olduğunu belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, diğer bir açmazımız, hem cari açık açısından hem de yüzde 50’ye yakın enerji üretimimizin, elektrik üretimimizin ithal doğal gaza ve petrole bağlı olması ve önümüzdeki dönemde petrol ve doğal gazdaki arz ve fiyat dalgalanmalarına bağlı olması da bizi bağlayan en önemli handikaplardan bir tanesi ve bununla ilgili olarak da hem son teşviklerle ilgili hem de planda öngörülen, özellikle yerli linyit kaynaklarımıza yönelik teşvikler, yenilenebilir enerji kaynaklarına verdiğimiz teşvikler sayesinde, bu enerji alanındaki eksiğimizin önümüzdeki dönemde gerçekleşeceğini ve önemli ölçüde azaltılabileceğini düşünüyorum. Özellikle hidroelektrik santrallerinin, rüzgâr santrallerinin önünün açılması, desteklenmesi sayesinde Onuncu Plan’ın, beş yıllık planın sonunda önemli ölçüde, bu konuda da belli bir mesafe alacağımıza inanıyorum.

Diğer bir konu da belki pek çok konuşmacımızın dikkati çektiği konu. Gerçekten, eğer biz 2018 hedeflerimizde 277 milyarlık ihracatı, 2023 hedeflerinde 500 milyarlık ihracatı gerçekleştireceksek lojistik alanında da çok ciddi adımlar atmamız gerekiyor. Yine, planda bunlar öngörüldü. Ege’de dünyanın ilk 10 limanı içinde yer alacak Kuzey Ege Çandarlı Limanı hızlı bir şekilde devam ediyor. Yine, Mersin Limanı Akdeniz’de dünyanın ilk 10 büyük limanı içinde yer alacak. Yine, Karadeniz’de Filyos Limanı’yla ve bunlara bağlanacak olan demir yolu ve kara yolları bağlantılarıyla lojistik alanında da Türkiye’nin 2023 hedeflerini yakalamasının ciddi anlamda altyapısı hazırlanmış olacak. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğimiz demir yolu işletmeciliğinde özel sektöre de yer açılması sayesinde de bunun daha hızlı bir şekilde gerçekleşeceğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlar, tekrar, bu planın, beş yıllık planın hem yüksek büyümeyi hem de istikrarlı büyümeyi sağlayacak bir plan olduğunu, son derece gerçekçi bir plan olduğunu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RECAİ BERBER (Devamla) - …hatta ihtiyatlı bir plan olduğunu belirtmek istiyorum. Türkiye’nin konjonktürü, şartları iyileştiği takdirde ortalama 5,5’un üzerindeki bir büyümeyi de gerçekleştireceğine yürekten inanıyorum ve emeği geçen bütün arkadaşlara, çalışanlara çok teşekkür ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İkinci bölüm üzerinde, AK PARTİ Grubu adına ikinci konuşmacı Cahit Bağcı, Çorum Milletvekili.

AK PARTİ GRUBU ADINA CAHİT BAĞCI (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ikinci bölümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Onuncu Kalkınma Planı küresel ekonomide geleceğe dönük ilişkilerin ve belirsizliklerin sürdüğü, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı, yeni dengelerin oluştuğu, gelişmekte olan ülkeler arasında ise güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönemde tasarlanmıştır. Plan tasarlanırken özellikle istikrarlı ve kapsayıcı bir ekonomik büyüme, hukukun üstünlüğü, bilgi toplumu, uluslararası rekabet gücü, insani gelişmişlik, çevrenin korunması ve kaynakların sürdürülebilir kullanımı gibi unsurları kapsaması da hedeflenmiştir. Ayrıca, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma süreci bütüncül ve çok boyutlu bir bakış açısıyla ele alınmış ve insan odaklı kalkınma anlayışı ile toplumun tüm kesimlerinin katkıları alınarak da hazırlanmıştır. Plan metninin oluşturulmasında ise özellikle Türkiye'nin elli yıllık planlama deneyiminden, özel ihtisas komisyon raporlarından, iş dünyası, STK’lar, düşünce kuruluşları, akademik çevreler, kamu ve özel sektör temsilcileri ile yapılan istişare toplantılarından da yararlanılmıştır.

Değerli arkadaşlar, ülkeler gelişme stratejilerini hazırlarken bir taraftan potansiyellerini, bir taraftan insan kaynağının kalitesini, diğer taraftan ise diğer ülkelerin gelişme yönlerini, piyasaların taleplerini, tehditleri, riskleri, fırsatları dikkate almak durumundadırlar. Bu stratejileri doğru bir şekilde ortaya koyarak fırsata dönüştürebilen ülkeler kalkınma süreçlerini başarı ile sürdürmektedirler.

Ülkemizin sanayileşme birikimi, firmaların artan organizasyon, yönetsel becerileri ve dışa açık yapıları, örgütlenme, geliştirme ve değişen üretim ve talep şartlarını fırsata dönüştürme kapasiteleri dikkate alınarak ortaya konulacak programlar, eylem planları ülkemiz ekonomisini yüksek katma değer yaratan kulvara da sokacaktır.

Batı’dan Doğu’ya kayan büyüme ve üretim ekseni gelişmekte olan ülkelerin nüfus ve doğal kaynak avantajlarını teknolojik üretime ve rekabet avantajına dönüştürme yönündeki politikalarıyla orantılı yatırımları belirleyici unsurlar olarak da öne çıkmaktadır.

Diğer taraftan, küresel ekonominin giderek daha fazla bütünleşmesiyle ekonomik ve mali kriz riskleri daha sık gündeme gelmekte, krizler yayılma etkisiyle küresel boyut kazanmakta ve derinleşmektedir. Bu çerçevede, gelişmiş ülkelerin yüksek borç oranları ve bankacılık ve finans yapısındaki sorunlar, küresel mali piyasalardaki daralmalar tasarrufları güçlü ülkelere istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme avantajı sunmaktadır. Tasarrufların artırılmasıyla yatırımların ve büyümenin finansmanında kullanılmasını sağlayacak, bu şekilde finansmanda dış kaynaklara olan bağımlılık da azalacaktır. Zira, finansmanı zayıf ülkeler finansman piyasaları zayıf, ekonomileri kırılgan ve risk unsuru taşıyan ülkeler sermayenin serbest dolaşımı nedeniyle ani sermaye akımlarından olumsuz yönde etkilenmekte, döviz kurları  ve cari dengeler üzerinde risk oluşturmakta ve ülke ekonomilerinde istikrarsızlığa yol açabilmektedir.

Değerli arkadaşlar, 2014-2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’nın ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda toplumumuzu yüksek refah seviyesine ulaştırma yönünde önemli bir kilometre taşı olacağına inanıyorum. Nitelikli insan, güçlü toplum, yenilikçi üretim, istikrarlı yüksek büyüme, yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir çevre ekseninde ortaya konulan amaç, hedef ve politikalar Onuncu Kalkınma Planı’nın gerçekleştirilebilir hedeflerini ve programlarının üretilmesini sağlayacaktır. Özellikle, ortalama 5,5’lik büyüme, 1,3 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasıla, kişi başına millî gelirin 16 bin dolar seviyesine çıkarılması, beş yılda 4 milyon kişinin ilave istihdam ve iş gücüne katılma oranının yüzde 51’lerden 54’lere yaklaştırılması, işsizlik oranının 9’lardan 7’lere indirilmesi ve ihracatın 150 milyar dolardan 277 milyar dolara çıkartılması hedeflerinin gerçekleştirilebilir hedefler olduğuna inanıyorum.

Borsa İstanbul’daki şirket sayısının 431’den 606’a çıkması önemli bir hedeftir. Hakeza, KÖYDES, BELDES, SUKAP ve SODES programlarına devam edilmesi önemli sosyal politika araçlarıdır.

100 bin kişiye düşen hekim sayısının 176’dan 193’e çıkarılacak olması da önemsenmelidir.

Plan döneminde, 417 milyar TL’lik kamu yatırımının hedefleniyor olması, Türkiye’nin büyüdüğünün ve gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki yatırımlara ayrılan payın da yüzde 5’lere yaklaştığının bir göstergesidir.

Değerli arkadaşlar, bazı sorun alanlarında yeni düzenlemeler ve iyileştirmeler yapılacak olması da önemli hedefler olarak görülmelidir. Özellikle, hepimizin bildiği, yargı sistemi içerisinde bulunan bilirkişilik müessesesinin gözden geçirilecek olması önemli bir hedeftir.

Millî eğitimde okul türlerinin azaltılacak olması, tüm çocukların, özellikle engellilerin okula erişimini sağlayacak programların var olması, sınıf tekrarının ve okul terkinin azaltılması, yabancı dilin iyi bir şekilde öğrenilmesi yönündeki politikaları önemsiyoruz. Birleştirilmiş sınıf ve ikili eğitim uygulamasının azaltılması önemlidir. Eğitim-iş gücü piyasası arasındaki uyumun artırılarak, okul-işletme ilişkisinin kurulması önemlidir.

Diğer taraftan, yükseköğretim sisteminin de özerklik, ihtisaslaşma, kalite odaklı bir yapıya dönüştürülecek olması önemli bir hedeftir.

YÖK’ün, bugün itibarıyla, gelecekte standart belirleme, planlama ve koordinasyondan sorumlu bir yapıya dönüştürülmesinin hedef olarak konulmuş olması da önemli bir hedeftir. Bu şekilde, yükseköğretimde kalite güvence sisteminin de oluşturulacak olmasını önemsiyoruz.

Yükseköğretim kurumları, sanayiyle iş birliği içinde, teknoloji üretimine önem veren çıktı odaklı bir yapıya dönüştürülmeye de teşvik edilecektir plan döneminde.

30 bin ilave yatak sağlayan şehir hastanelerinin tamamlanması ve 10 bin kişiye düşen yatak sayısının da artmış olması önemli bir hedeftir.

Sermaye birikimi ve sanayileşme süreci hızlandırılacak, yurt içi tasarruflar, üretken yatırımlar, üretim faktörlerinde verimlilik düzeyleri de artırılacaktır.

İthalatta bağımlılık azaltılacak, mutlu, müreffeh, onurlu, özgür, sağlıklı, güvenli, yüksek standartlarda bir yaşam ve sosyal ortam sağlanacaktır.

Tek numara acil çağrı merkezleri önemli bir projedir.

2015-2016 yılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine adaylık için aktif bir çalışma hedeflenmiş olması önemli bir hedeftir.

Toplumdaki farklı kesimlerin bütün yönleriyle kendilerini özgürce ifade ettiği tüm inançlara ve yaşam tarzlarına saygıyı ilke kabul eden bir toplumsal zemin geliştirilmesi ise temel amaçtır.

Kapsayıcı, bütünleyici, çoğulcu bir anayasanın yapılması hedeflenmektedir.

Sosyal yardım ve hizmetlerde aile temelli bir yaklaşım sergilenecektir. Tamamlayıcı sağlık sigortacılığı teşvik edilecektir.

Aile içi iletişim, etkileşim, aile danışmanlığı ve uzlaştırma mekanizmaları geliştirilecektir. Aile ve iş yaşamlarının uyumlaştırılması için esnek çalışma, kreş ve çocuk bakım merkezleri yaygınlaştırılacaktır. Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçelemenin hedef olarak konulması ve ilke olarak benimsenmesi önemli bir durumdur diye belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, geliri kişi başına günlük 4,30 doların altında nüfus oranı 2006’da yüzde 13,3 iken 2013’te bu oran yüzde 2,3’e inmiştir. Plan sonunda yani 2018’de yüzde 1’in altına çekilmesi ve sıfıra yaklaştırılmasını bu kapsamda son derece önemsenmesi gereken bir hedef olarak gördüğümü belirtmek istiyorum.

Yoksul kesimin istihdam edilebilirliğinin artırılması ve üretken duruma geçilmesine yönelik programlar plan döneminde uygulanacaktır.

Bir diğer husus, alt işverenlikle ilgilidir. İşçi haklarını dikkate alacak şekilde yeniden gözden geçirilmiş olmasını önemli bir hedef olarak belirtebiliriz.

Aktif-pasif oranı gene şu anda 1,77’dir, bunun 2’ye çıkarılması hedeflenmektedir.

Sosyal sigorta kapsamındaki nüfusun 2013’te yüzde 77’den 2018 sonunda yüzde 90’a çıkarılması hedeflenmiştir.

Değerli arkadaşlar, gerçekleştirilen reformlar sonucunda güçlü bir finansal yapı oluşmuş ve bu çerçevede bankacılık sektöründe, aktiflerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2006’da yüzde 65,9’dan bugün yüzde 96,7’ye çıkmıştır. Kredilerin ise gayrisafi yurt içi hasılaya oranı gene 2006’da yüzde 28,9’dan yüzde 56’ya çıkmıştır ve Türkiye’de, ülkemizde şu anda güçlü bir finansal yapı bulunmaktadır. Kamu yatırımlarına ayrılan kaynaklar ve projelerin tamamlanma süreleri 2006’da beş buçuk yıldan bugün dört yılın altına inmiş ve plan dönemi sonunda daha da aşağılara çekilmesi hedeflenmektedir.

Değerli arkadaşlar, bu planın etkin uygulanması ve hedeflerin yakalanabilmesi için orta vadeli programlar, yıllık programlar, kurumsal strateji planları, bölgesel gelişme ve sektör stratejileri, kalkınma planının hedef, ilke ve politikaları esas alınarak ayrıca hazırlanacaktır. Kalkınma planlarında yer verilen politikaların etkili bir şekilde hayata geçirilebilmesi için kamu kurumlarının orta ve uzun vadeli amaçlarının temel ilke, hedef ve önceliklerinin ve bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarının kalkınma planıyla uyumlu olması önem taşımaktadır.

Kurumsal düzeyde stratejik planlar ile kalkınma planları arasında gerekli bütünlük ve uyumun sağlanabilmesi amacıyla kapsayıcı bir anlayış benimsenerek tüm kurumlara yön verebilecek, öncelikleri belirlemede yardımcı olabilecek bir politika seti de oluşturulmuştur. Plan, karar alma süreçlerinde daha tutarlı ve bilinçli bir şekilde hareket etmenin yanı sıra toplumun bütün kesimlerine hedef sunmaktadır.

Ana misyonu insanların refahını artırmak, hayat standartlarını yükseltmek, temel hak ve özgürlüklerini güçlendirmek, adil, güvenli ve huzurlu bir yaşam ortamını tesis etmek ve kalıcı kılmak olan Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’mızın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Planın ülkemizin gelişmesine, değişen ve yeni dengelerin kurulduğu dünya düzeninde aktif rol oynayacak rol model ülke konumuna gelmesine ve ekonomimizin yakaladığı istikrarın sürmesine katkı sağlayacağına inanıyorum.

Planın hazırlanmasında emeği geçen herkese, sivil toplum kuruluşlarından akademik çevrelere ve Devlet Planlama Teşkilatımızın, yeni adıyla Kalkınma Bakanlığımızın bütün çalışanlarına teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum, hayırlı olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sevgili arkadaşlar, ikinci bölümle ilgili hususlara değineceğim ancak ondan önce planın bütünü hakkında bir iki söz söyleme ihtiyacı duyuyorum.

Birincisi, bu “Onuncu Kalkınma Planı Özeti” başlığı altında 8’inci sayfada, planın Türkiye'nin 2023 hedefleri doğrultusunda hazırlandığı söyleniyor. Ben Türkiye'nin 2023 hedefleri diye resmî, Meclisten geçmiş ya da bizim elimize bir Hükûmet belgesi olarak gelmiş bir hedef olduğunu bilmiyorum. “2023 hedefleri” diye bir şey yok. Dolayısıyla plan, kendi kendine olmayan bir varlığa, olmayan bir kavrama atıfta bulunarak kendisini makulleştirmeye, kendisine bir stratejik bağlam kazandırmaya çalışıyor ama bence bu baştan sona yanlış.

Devlet Planlama Teşkilatı belgeleri içerisinde sadece Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı bağlamında Devlet Planlama Teşkilatının uzun vadeli gelişmenin ve Sekizinci Beş Yıllık Plan’ın kalkınma stratejisi diye bir atıfta bulunuyor, parantez içinde “2001-2023” denilmiş. Bunun dışında, “2023 hedefleri” diye sadece AK PARTİ’nin bir planı var. O nedenle, ben bir kamu belgesinin AK PARTİ’nin planına atıfta bulunmasının son derece tuhaf, bizim planlama literatürümüz açısından saçma bir durum olduğuna işaret etmek isterim.

Aslında bu planın ya da Devlet Planlama Teşkilatının çok uzun yıllardır, ilk üç plan dışında bir stratejik hedefi de yoktur. İlk üç plan on beş yıllık bir genel stratejiye dayanıyordu ve hakikaten strateji adını hak edebilirdi çünkü son derece yapısal değişiklikler öngören bir kalkınma planı idi. Ancak ondan sonra böyle bir stratejik hedef de yoktur. O nedenle ben bu planın daha başlangıçta bir omurgadan, bir eksenden yoksun olduğuna dikkat çekmek istiyorum kendi adıma.

İkincisi, plan diye bir şeyin bu öngörülen çerçeve içerisinde bir anlamı olduğundan da ben emin değilim çünkü sonuç olarak plan dediğimiz şey, piyasanın dolaylı tahsislerine mukabil piyasa dışından iktisada müdahale ederek doğrudan tahsis yapma eyleminin adına diyoruz. Oysa bu önümüzdeki Onuncu Kalkınma Planı, piyasa dışında hiçbir kaldıraç öngörmüyor. Öte yandan bu öngörülerini gerçekleştirmek bakımından elinde elle tutulur bir uygulama aracı da yoktur. Özelleştirmeler ile birlikte yönlendirme kapasitesi kamunun son derece sınırlı bir hâle gelmiştir. Bu nedenle bir yönlendirme amacı da yoktur. Bir bütün olarak baktığımızda bu planın aslında genel dünya durumu içerisinde bir dalgalanmaya kendisini bıraktığını görebiliriz.

Daha geniş olarak baktığımız zaman, ikinci bölümde “Planın Temel Amaç ve İlkeleri” bölümüne, bunu bir hükûmet programından neyin ayırt ettiğini anlayabilmek çok zor çünkü hiçbir karakteristik, yapısal, neresinden bakarsanız bakın, on yıllık bir vade içerisinde toplumsal ve iktisadi yapıda kurumsal, yapısal, gözle görülür, toplumun hayatını baştan sona değiştirebilecek bir gelişmeden de söz edilmiyor. Sadece niceliksel kimi artışlardan söz ediliyor. Zaten bu hâliyle de aslında her zaman olduğu gibi, bu niceliksel bir makroiktisat politikasına oturuyor, böyle makroiktisat politikalarının toplumun yapısını ve temellerini değiştirmek gibi iddiaları hiçbir zaman olmaz, hatta bunun tam da karşıtı bir irade var. Hepimiz, Başbakanın sık sık şöyle dediğini duyuyoruz “Hiç ayaklar baş olur mu?” ama hakiki bir plan, komuta eden bir plan, yön gösteren bir plan her zaman her şeyden önce ayakların baş olmasını gözetir. O yüzden, buna “plan” dememiz oldukça zor.

Şimdi, en önemli noktalardan bir tanesi, bizi doğrudan doğruya ilgilendiren, Hükûmetin, Hükûmet sözcülerinin çok büyük bir güvenle söyledikleri bir bahis var ikinci bölümle ilgili, o da ilk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde demokratikleşmeye, temel hak ve özgürlüklere bu planda yer verildiği iddiasıdır. Bunları dikkatle ele alıp değerlendirdiğimiz zaman gördüğümüz şey, aslında çeşitli Anayasa hükümlerinin plana aktarılması dışında herhangi bir anlamlı perspektif olmadığı ortadadır. Oysa şu an Türkiye’de son derece önemli bir yeni durumla karşı karşıyayız. Temel hak ve özgürlükler, Türkiye'nin temel siyasi yapısı bakımından Hükûmet bir çözüm süreci yürüttüğünü söylüyor. Bu çözüm sürecinin gerçekleşmesi bakımından da bir inisiyatif almış durumda. Şimdi, eğer siz önümüzdeki beş yılı kapsayacak bir plan ortaya koyar fakat bu yaptığınız işe dair hiçbir kaynak tahsis etmemiş olursanız, demokratik bahisler itibarıyla da bu çatışmanın kaynağında olduğu düşünülen ve Kürt halkının talepleri arasında yer alan şeylerin herhangi birisine burada yer vermemiş olursanız o zaman yaptığınız işi hangi plana bağlayacaksınız ya da bu plan bir stratejik belgeyse bir stratejiden yoksun olarak bu yaptığınız işi nasıl yürüteceksiniz?

Sevgili arkadaşlar çünkü sözünü ettiğimiz şey, milyonlarca insanı kapsayan bir nüfus transferinin geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde gerçekleşmiş olmasıyla ilgilidir. Kentlerin nüfusunun artması, kent varoşlarının muazzam bir insan depolama alanı hâline gelmiş olması, eğitimden, sağlıktan, sosyal yardımdan, konut ve istihdamdan yoksun  milyonlarca insanın biriktiği bu kentler ile şimdi çatışmanın son bulacağı alanlar arasında yapısal bir irtibat kurmayan bir planın ne hakla demokrasiden, ne hakla temel hak ve özgürlüklerden, ne hakla bunları destekleyen bir kaynak tahsisinden söz edebileceğini ben büyük bir hayretle karşılıyorum.

Karşı karşıya olduğumuz, elimize plan diye verilen şey aslında temenniler, kimi tahminler ve kimi gözlemlerden ibaret. Arkasında herhangi bir irade barındırmayan, gerçekleşmediği zaman da hiçbir müeyyidesi olmayan bir vaatler belgesidir. Tıpkı bu kendinden önceki plan gibi, çok merak ediyorum, Dokuzuncu Plan’ın hemen hemen tamamen gerçekleşmediği ortada olduğu hâlde bunun müeyyidesi nedir? Bu planın gerçekleşebileceğinin garantisi nedir ve neye bakarak biz bu planın gerçekleştiğini söyleyebileceğiz? Şunlar, şunlar, şunlar; şu göstergeler gerçekleştiği zaman bu plan da amaçlarına ulaşmış olacaktır diye bunu doğrulayan herhangi bir veri tabanı elimizde de yoktur. Böyle baktığımız zaman Onuncu Beş Yıllık Plan’ın, Kalkınma Planı’nın aslında kalkınmayla bir ilgisi olmadığı gibi planlamayla da bir ilgisi yoktur. Zaten bence Hükûmeti yönetenler şunun son derece büyük bir dikkatle farkındadırlar ki Türkiye’de aslında bugün içinde bulunduğu küresel iktisadi ilişkiler bağlamında Ankara’dan yapılabilecek bir planla ekonominin tamamına yön vermek ya da bununla anlamlı sonuçlar elde etmek mümkün değildir. Türkiye’nin sermaye piyasasının çok önemli bir bölümü dışarıdan kontrol edilmektedir. Türkiye’nin bütün büyük endüstriyel yatırımları uluslararası ortaklıdır. Türkiye’nin kamu iktisadi teşebbüsleri elden çıkarılmaktadır. Dolayısıyla, Ankara’da oturup bir plan yaparak bütün bunlara yön vermek mümkün değildir. Sadece ve sadece bu muazzam kriz akıntısı içerisinde selden kütük kapma iddiasına belki bir gerekçe bu kazandırabilir. Ancak planın tamamına baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz: Biz geçtiğimiz bir aydır Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, Türkiye’nin her yerinde patlak veren direnişlerin kaynağını görebiliriz. Bu, aslında, bu Hükûmetin de bu planda büyük önem verdiği aşırı finansallaşmayla ilgilidir. Ekonominin tamamının ranta bağlanmış olması, insanların geleceksizleştirilmeleri ve toplumun tamamının, her hücresinin sermaye tarafından kontrolüne karşı bir isyan her zaman kaçınılmazdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bu yüzden bu plan gelecekteki isyanların bir vaadi olabilir. O açıdan herhangi bir biçimde bir plana sahip olarak önümüzü gördüğümüzü söyleyemeyiz ama direnişlere bakarak önümüzü görebiliriz.

Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İkinci bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı hakkında konuşma yapmak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

“Kalkınma” kavramının ülkemiz açısından ifade ettiği önemi bu kürsüden çokça ifade ettik. Bugün tartışmasız olan konu, kalkınmanın planlamadan kopartılamayacağıdır. Planlı bir ekonominin ülkenin refah düzeyini ne kadar artıracağını, bu planlama içinde ekonomik, siyasi bağımsızlığın ve demokratik hakların öneminin ne kadar vazgeçilmez olduğunu ifade ettik, etmeye devam edeceğiz.

AKP iktidara geldiği günden bu yana “istikrar” kavramının önemine vurgu yapmaktadır. Esas olarak, AKP, iktidarından önce atılmış ekonomik adımlar ve bu adımlarca çizilmiş ekonomik programları harfiyen devam ettirmiş bir iktidar olarak ülkeyi on yılı aşkın süredir yönetmektedir.

Sayın Bakan, geçen yıl bütçe görüşmelerinde de ifade ettiğim, daha sonra da Meclis kürsüsünden CHP grup önerisine ilişkin yaptığım konuşmada da vurguladığım uluslararası bölgesel entegrasyon alternatiflerinin nihayet bu taslakta tartışılmaya açılması beni memnun etti. Çok kutuplu dünya analizlerimizin sahiplenilmesi ve planda yer almasından mutluluk duyuyorum.

Ocak ayında bu kürsüden şunları ifade etmiştim: Dünya son altı yılda hızla değişmiştir. Tek kutuplu dünyanın kendine özgü denge yapısı ve geleceğe dair şiarları tükenmek üzeredir. Dünyada tek kutuplu dengenin sona erdiği ve yerine çok kutuplu dünya düzenine geçilmekte olduğu doğrultusunda kanaatler artmıştır. Bu kanaatler yalnızca gelişmiş ülkeler için değil, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için de kabul edilen kanaatler olmaya başlamıştır.

Artık yeni küresel dengeler konusunda hangi taşı kaldırsak altından Güney Doğu Asya ülkeleri, BRICS ülkeleri çıkmaktadır. Bu ülkeler gelişmiş ülkelere rakip çıkarak dünyanın büyüme lokomotifleri olmuşlardır. Bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri, bu ülkeler tarafında yoğunlaşmakta olan olağanüstü ekonomik ve dolayısıyla küresel gücün karşısında eski güç dengelerini, sürdürülebilirlik şartlarını hızla farklılaştırmaktadırlar, hatta yitirmektedirler. Gelişmiş ülkeler, Güney Doğu Asya ülkelerini dengeleyebilmek için Doğu Avrupa ve Karadeniz ülkeleri civarında entegrasyon ve iş birliği olanakları aramaya başlamışlardır.

Bunları biz okuyoruz, duyuyoruz ama maalesef iktidar bu tür gelişmelerin farkında mıdır biz onu fark edemiyoruz.

Ülkemizin 2014-2018 dönemi arasında temel strateji belgesi olması gereken Onuncu Kalkınma Planı insan odaklı, çok büyük boyutlu ve bütüncül bir bakışa sahip olduğunu iddia etmektedir. Ancak çok boyutlu olduğunu iddia eden bu bakış açısı dikkat çekici eksiklikler ve farklılaşmalar ihtiva etmektedir. Örneğin, bir önceki plan döneminde kalkınmanın motoru olacağı ileri sürülen Avrupa Birliğine üyelik sürecine tartışmakta olduğumuz bu planın giriş bölümünde hiç değinilmemiştir. Dünya uluslararası bölgeselleşme hareketlerini geleceğin yeni dengelerini kuracak temel stratejik atılım olarak görmeye başlarken bu konu Onuncu Plan’da çok zayıf olarak geçilmiştir. Dokuzuncu Planda Uzak Doğu’daki gelişmeler ve bunların dünyaya etkileri yer alırken, Onuncu Planda da bu konuya verilen yer ağırlıkla Orta Doğu’ya ve Körfez Bölgesi’ndeki İslam ülkelerine bırakılmıştır. Planda, dünyada global dengesizliklerin olduğuna da yer verilirken, yeni dengeleme çalışmaları için hangi çalışmaların olduğuna yer verilmemiş, hangi eğilimlerin ağırlık kazanmaya başladığı konusunda  tahminler ise oldukça yetersiz kalmıştır. Oysaki, dünyada yeni  bir bölgeselleşme hareketi dönemine girilmiştir. Güçlü bölgesel ekonomik entegrasyon alternatifleri küresel dengelerin yeniden barışçıl yollarla tesisi için en iyi seçenek olarak ortaya çıkmaktadır. İşte, daha birkaç ay önce AB ile ABD, dünya tarihinin en önemli serbest ticaret anlaşmasını imzalayarak büyüme hızlarını yüzde 1,5 oranında artırmayı hedeflemişlerdir. Üstelik, daha geçtiğimiz günlerde Kuzey İrlanda’da düzenlenen G-8 zirvesinin sonuç bildirgesinde bu serbest ticaret anlaşması geleceği şekillendirecek temel anlaşma olarak tanımlanmıştır.

Peki, biz bu duruma ne  denli hazırdık? Nasıl etkilenecektik bu gelişmelerden? Alternatif politikalarımız nelerdi? Üstelik gümrük  birliği üyesi olmamız nedeniyle bu anlaşmadan bu denli etkilenecekken nasıl bir yol haritası çizecektik kendimize? Doğrusu, bu planda bu sorularımıza yanıt bulabilmeyi isterdik; ancak şaşırmadık. Dünya analizi, Sayın Dışişleri Bakanının ayakları basmayan politikalarından ibaret olan iktidar partisinin böylesine kapsamlı bir strateji çizmemesi şaşırtıcı olmadı bizler açısından. Burada tarihî bir uyarıyı yenilemek istiyorum: Hükûmet, bir an önce, Orta Doğu’da bir zamanlar kendisine sunulan yeni Osmanlıcılık düşünden uyanmalı, istikrarsız alanlarda iş birliği ve entegrasyon hevesinden vazgeçilmelidir. İstikrarsızlık bir hastalık gibi bulaşıcıdır ve güney tarafından, Antakya bölgelerinden bulaşmaya başlamıştır.

Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin bölgeselleşme seçenekleri yalnızca duygusal tercihlere değil, yeni uluslararası konjonktüre, yeni makroekonomik dengelere, yeni çok kutuplu dünya jeopolitiğine bağlıdır.

Planda, komşu ülkeler ve bölge ülkeleriyle ticaret ve yatırım potansiyelini değerlendirebilmek amacıyla özel ekonomik iş birliği yöntemleri olan ortak veya nitelikli sanayi bölgeleri, ortak ekonomik alan gibi iş birliği mekanizmalarından bahsedilmektedir. Planı hazırlayan bürokratlarımızın iyi niyetlerinden eminim. Ancak unutulmamalıdır ki iktidar partisi, bir zamanlar en büyük müttefiki olan Suriye ile de benzer bir yapılanma işine girerek Şamgen alanını hazırlamaya çalışmıştı ancak bugün gelinen noktada AKP zihniyeti Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşın bir tarafı hâline getirmiş ve doğal olarak bu atılım sonuçsuz kalmıştır. Böylesine kapsamlı ve önemli iş birliği projelerinin AKP tarafından uygulanamayacağı bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Planda farklı bölgesel merkezlerden söz edilmelidir ancak Türkiye’nin bu merkezlerle rekabet ve iş birliği stratejileri ne yazık ki vurgulanmamaktadır. Oysaki ABD dış politikasına ilişkin son tartışmalarda Orta Doğu’dan Asya Pasifik bölgesine doğru bir yönelmeden söz edilmektedir. Şu sıralarda Çin’in batıya yönelmekte olduğu konuşulmaktadır. Bu arada, Asya’da ilginç ve gelecekte sorun yaratmaya aday bir ikileme işaret edilmektedir.

Sayın üyeler, Hükûmet, dünyanın gidişatını ve büyük güçlerin yeni tercihlerini anlayamamıştır. Geliştirilen stratejinin gerçekleşebilme şansı olmayacaktır. Bu durum ancak AKP’yi tarihin derinliklerine göndermeye yarayacaktır çünkü dünyayı anlayamazsanız dünya, Gezi olaylarından sonra sizlerin turnusol kağıdı gibi anladığınız ve kavradığınız gibi sizi tanımayacaktır, arkanızda durmayacaktır.

Bakınız, ihracatımızın yüzde 50’sine yakınını oluşturan AB’yle dahi net bir gelecek hedefi kurgulanmamıştır. Müzakerelere aynı gün, 3 Ekim 2005 tarihinde beraber başladığımız Hırvatistan şu anda AB’ye katılmış bulunmaktadır. Ne oldu AB perspektifimize? Suriye, İran, AB, Türk Cumhuriyetleri, ne tutarsanız elinizde kalıyor. Şimdi de dünya karşınıza geçmek üzeredir.

Hayırlı olsun diyorum!

Çok teşekkürler. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Böylece planın ikinci bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                     Kapanma Saati: 21.26

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.42

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, çoğunluk yok.

BAŞKAN – Sayın Tanal, bakış açımıza göre değişiyor galiba! Bakın, burada tüm sıralar dolu, ben de görüyorum. Burada arkalar da dolu.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Nerede tüm sıralar dolu! Sayalım.

BAŞKAN – Şimdi, üçüncü bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Üçüncü bölüm, öncelikli dönüşüm programları kısmını içermektedir.

Üçüncü bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aydın Ağan Ayaydın, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasal iktidarların yüce Meclisin huzuruna getirdiği en önemli icrai belgelerden bir tanesi -ki bütçe dışında en önemli belge sayılır- kalkınma planıdır. Şu anda Onuncu Kalkınma Planı’nı görüşmek üzere burada toplanmış bulunmaktayız. İktidarın kalkınma planlarına ne kadar önem verdiğini burada çok açık bir şekilde görüyoruz! Kalkınma planları görüşülürken hükûmet tam kadro burada olurdu. İktidar partisi tam kadro burada olur ve muhalefet partileri de yine yerlerinde olurdu ama bugün görüyorum ki Hükûmetin kendi hazırlamış olduğu ama hiçbir zaman inanmadığı kalkınma planına ne kadar önem verdiğini bu tabloyu görmekte size ancak bu şekilde izah edebilirim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gençler evlendiğinde evlenme cüzdanı kendilerine takdim edilirken o 2 genç için o evlenme cüzdanının ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz ama evliliğin ertesi günü evine giden gelin ve damat o cüzdanı alır dolabın bir köşesine koyar ve artık ömür boyu o evlenme cüzdanına bakmaz çünkü onun için artık değerini kaybetmiştir. Kalkınma planı da böyle. Bugün burada bu planı görüşeceğiz ama anlıyorum ki Hükûmet bu planı sadece burada görüşmekle bırakacak, bir daha bu planın ne ilerisini ne gerisi asla ve asla ne düşünecek ne de görüşecektir.

Şimdi size bir örnek veriyorum. Tarih 25/6/2000 Pazar günü, Sekizinci Kalkınma Planı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülüyor. Dönemin Fazilet Partisi Milletvekili, şimdiki Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek kürsüde mikrofonda aynen şunları söylüyor, Sayın Çiçek diyor ki: “Bu planların bazılarının müzakerelerinde bu Mecliste bulundum. Bugünkü kadar ilgisiz bir plan müzakeresinin olduğuna hiç şahit olmadım. Her defasında, hükûmet, başbakan ve bütün bakanlar -yurt dışı seyahati yapanlar dışında- gelir burada ilgiyle izlerler, varsa söyleyecekleri bunları burada ifade eder, milletvekilleri de tam kadro gelirdi. Geçmiş plan müzakerelerini hatırlayın. Meclise sunulduğu günden itibaren gazete köşelerinde sayısız makale yazılır, planla ilgili, plan hedefleriyle ilgili tartışmalar açılırdı, plan müzakereleri başladığında üniversiteler, siyaset dünyası, iş dünyası, planla alakası olan sendikalar dâhil, toplumun değişik kesimleri planla ilgili paneller, açık oturumlar yaparlardı, dolayısıyla, bir akademik tartışma Türkiye'nin gündemine gelmiş olurdu.” Ve yine dönemin Fazilet Partisi Milletvekili Sayın Çiçek konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Şimdi bunların hiçbirisi olmadığına göre, toplum da, toplumun değişik kesimleri de bu Hükûmetten ve bu Hükûmetin ortaya koyduğu plandan hiçbir şey beklemiyor herhâlde. Bunun sebeplerinden birincisi, siyasi iktidarın popülaritesinin toplumda giderek dibe vurduğunu göstermektedir. Artık bu ülkede insanlar Hükûmetin getirdiği hiçbir şeyi ciddiye almıyor, plan gibi önemli bir belgeyi de ciddiye almıyor.” Kim diyor bunu? Dönemin Fazilet Partisi Milletvekili, bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek söylüyor. Sayın Cemil Çiçek’in bu söylediklerinin altına bugün imzamı koyuyorum ve aynen katılıyorum. Bu kadar önemli, ekonominin anayasası olan kalkınma planına iktidarın bu denli özensiz yaklaşımını gördükçe içim sızlıyor. Bunun böyle olmaması gerekiyor. Kalkınma planı son derece önemli bir belgedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu belge üzerinde önemli açıklamalarda bulunması gerekiyordu. 

Onuncu Kalkınma Planı’nın içeriğine bakalım: Kalkınma genel olarak bir ülkenin millî gelir düzeyindeki sürekli artışa paralel ve eş zamanlı olarak o ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısındaki pozitif değişimleri içeren bir süreç olarak nitelendirilmektedir. Ekonomik büyüme olmadan kalkınma mümkün olmayacağı gibi salt büyüme ile de kalkınmanın sağlanması mümkün değildir. Ekonomik büyümeye mutlaka adalet, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik alanlarındaki ilerlemenin eşlik etmesi gerekmektedir. Kalkınma yolunda hızla ilerlemek isteyen ve köklü, kapsamlı sosyoekonomik sorunlarına çözüm arayan gelişmekte olan ülkeler amaçlarına ulaşmak üzere araç olarak planlı bir ekonomiyi görmektedirler. Bu ülkeler için temel strateji plan dâhilinde kalkınma modelini hayata geçirmektir. Kalkınma planı kamu kesimi için emredici, özel sektör için orta ve uzun vadede yön gösterici ekonomik, sosyal ve hukuki eksende makro bir yol haritasıdır.

Planlarda amaç sosyoekonomik yapının planda öngörülen süre sonunda amaçlanan düzeye ulaşmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, ekonomik büyümeyi sağlayacak kişi başına düşen millî geliri yükseltmek, istihdamı artırmak, gelir dağılımında adaleti sağlamak, bölgeler arası eşitsizliği gidermek, ödemeler dengesi sorunlarını azaltmak gibi ekonomik amaçlarla birlikte toplumun refah düzeyini artırmak, eğitim düzeyini yükseltmek, sağlık standartlarını ilerletmek, bilim ve teknolojiyi geliştirmek gibi ekonomik olmayan birçok hedef gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye'de planlama fikri 1930’lu yıllarda hazırlanan sanayi planlarıyla başlamış, günümüze kadar 9 adet beş yıllık kalkınma planı hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur.

Planlarda birinci dönem, 1929’daki büyük kriz sonrası başlayıp İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar uygulanan devletçi politikalardan sonra 1946-1958 yılları arasında özel sektöre öncelik veren 1960 öncesi dönemdir.

İkinci dönem, ithal ikameci politikalarla birlikte kalkınmanın planlarla gerçekleşeceği düşünülen 1960-1980 dönemine tekabül eder. Nitekim, Devlet Planlama Teşkilatı da bu dönemin bir kurumudur.

Üçüncü dönem ise sanayileşmenin yaşandığı ve de sanayileşme stratejisinde yapısal değişimin yaşandığı, bu değişimin kalkınma planlarına yansıdığı 1980 sonrası dönemdir. İşte, Onuncu Kalkınma Planı da bu döneme ait AKP İktidarı döneminde hazırlanan ikinci kalkınma planı olarak karşımıza çıkmaktadır. Onuncu Kalkınma Planı’nın katılımcı bir anlayış ile hazırlandığını görmekteyiz. Planın hazırlama sürecinin incelenmesinden kalkınma planının iş dünyası, siyaset dünyası, sivil toplum örgütleri, düşünce kuruluşları, akademik çevreler, kamu kuruluşları, özel sektör ve medya kuruluşları temsilcileriyle mahallî idarelerin içinde bulunduğu farklı kesim ve kişilerle yapılan toplantılar sonucunda oluştuğunu anlıyoruz. Katılımcı unsurların söylediklerinin ne kadar dikkate alındığı bilinmekle birlikte, katılımcılığın artması ve genişlemesi dileğimi burada belirtmek istiyorum. Zira, katılımcı ve uzlaşmacı çalışma yöntemleri, hele de böylesine önemli belgeler açısından son derece büyük önem arz etmektedir. Hazırlanış usulü açısından nispeten doğru bir profil çizen Onuncu Kalkınma Planı’nın içerdiği esaslar için ise maalesef aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Planın bu hâliyle fazla iyimser, gerçeklerden kopuk, geçmiş performansları dikkate almayan, mevcut sorunları görmezden gelen bir belge olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.

Sanıyorum, kalkınma planının esaslarının belirlenmesinde siyasi mülahazalar ağır basmıştır. Oysa, bu planlar siyasal iktidarların ötesinde oluşması gereken teknik belgeler olup hükûmet programlarını hatırlatır şekilde hazırlanması en başta bu planların hazırlanma gayesini ortadan kaldırmaktadır. Zira bu planlar maksimum derecede objektif ve gerçekçi olmak durumundadır ki amacına hizmet etsin ama korkarım ki Onuncu Plan amacına hizmet edemeyecek. Beni bu görüşe iten şeyin ne olduğuna ise iki başlık altında sizlere sunmak istiyorum:

Bir: Planda belirlenen hedefler ve bu hedeflere ulaşma yolları gerçekçi olarak belirlenmemiş görülmektedir.

İki: AKP iktidarının kalkınma planını ne kadar önemsediği ve ciddiye alarak uyguladığı tartışılması gereken bir başka unsur olarak karşımıza çıkıyor.

İlkinden başlayacak olursak, planda yer verilen makroekonomik hedefleri ve bu hedeflere ulaşmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmek gerekmektedir. Ekonomik büyümenin kalkınmanın olmazsa olmazı olmasından dolayı ekonomideki hedefleri irdeleyeceğim öncelikle. Onuncu Kalkınma Planı’na göre 2014-2018 arası beş yıllık dönem sonunda yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 5,5 olarak, millî gelir 1,3 trilyon dolar ve kişi başı millî gelirse 16 bin dolar olarak öngörülmektedir. Yine aynı dönemde cari işlemler açığının ortalama yüzde 5,8 olarak gerçekleşeceği belirtilirken, işsizlik oranın da yüzde 7,2’ye ineceği öngörülmektedir. Çok güzel, kulağa hoş geliyor, ülkemiz açısından muhtemel ve mümkün hedefler ama öngörmek yetmiyor, görmek de gerekir bunları. Sizin öngörmeniz değil, bu ülkenin görmesidir aslolan, zira sizin öngörülerinizi bir türlü göremiyor bu vatandaş.

Bakınız, yine AKP iktidarı döneminde hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın öngörülerine bir bakalım ve bunları aynı dönemdeki gerçekleşmeleriyle, AKP ekonomi yönetimince hazırlanan son Orta Vadeli Plan hedefleriyle karşılaştırılalım.

Dokuzuncu Kalkınma Planı’na göre 2007-2013 arası yedi yıllık dönemde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 7 olarak öngörüldü, aynı dönemde büyüme ortalaması ise sadece yüzde 3,5 oldu; üstelik 2013 büyümesini de 4 varsayıyoruz.

Dokuzuncu Plan’a göre 2013 sonu itibarıyla işsizlik yüzde 7,7 olacaktı, Orta Vadeli Program hedefi yüzde 8,9 ve en son veriye göre işsizlik oranı ise yüzde 10,5.

Dokuzuncu Plan’a göre 2013’te cari açık millî gelirin yüzde 3’ü, yani yaklaşık 24 milyar dolar olarak öngörülürken, Orta Vadeli Program’a göre millî gelirin yüzde 7,1’i ve 60,7 milyar dolar olması bekleniyor.

Dokuzuncu Plan’a göre TÜFE yüzde 3 olarak öngörüldü, Orta Vadeli Program’da yüzde 5,3 ve şu an itibarıyla yıllık yüzde 6,5.

Dokuzuncu Plan’a göre 2013’te ihracat 210 milyar dolar olarak öngörüldü, Orta Vadeli Program’a göre 158 milyar.

Dokuzuncu Plan’a göre 2013’te turizm gelirleri 36 milyar dolar olarak öngörüldü, Orta Vadeli Program’a göre yüzde 25,4 milyar dolar. İşte öngörüler, işte gerçekler. Sanırım buna öngörü değil “öngörememe” demek lazım ama şaşırmıyorum doğrusu. Her yıl hazırlanan orta vadeli programlar bile birbirini tutmazken beş yıllık kalkınma planlarında isabet beklemek, sizden çok şey istemek olur, size büyük haksızlık olur. Ha, şimdi diyeceksiniz ki: “Millî gelir hedefi tutuyor.” Onun da sebebi millî gelir hesaplama yöntemlerini değiştirdiniz. Kendinize göre yeni bir millî gelir hesaplama formülü geliştirdiniz. Hangi formül size yarıyorsa o formülü uygulamaya koydunuz. Yanlış anlaşılmasın, Onuncu Kalkınma Planı’ndaki hedeflerin tutmasını canıgönülden diliyorum. Hatta biz yetersiz bile buluyoruz bu hedefleri. Zira, AKP, 2023 hedeflerinden bahsediyor. 2018 yılında gelineceğini belirttiği yerin 2023 vizyonu açısından son derece yetersiz olduğunu görüyoruz. Aslında AKP, kendi koyduğu 2023 hedeflerinin gerçekleşmeyeceğini kendisi bu kalkınma planıyla resmen ilan ediyor. Kalkınma planı hedefleri tutsa dahi geriye kalan beş yıl bizi dünyanın on büyük ekonomisi içine sokmaya yetmeyecektir. Kaldı ki şahsen kalkınma planındaki hedeflerin yine, tıpkı Dokuzuncu Plan’da olduğu gibi tutmayacağını açıkça belirtmek istiyorum.

Onuncu Kalkınma Planı’ndaki hedef ve öngörülerin gerçekleşmesinin önünde ise iki tane temel engel vardır: Engellerden biri, küresel ekonominin içinde bulunduğu durum, diğeri ise, asıl olanı ise AKP’nin ekonomi yönetim anlayışı ve ısrar ettiği büyüme modelinden kaynaklanmaktadır. Maalesef dünya ekonomisi son dönemlerin en büyük kriziyle karşı karşıya olduğu gibi krizin önümüzdeki dönemde de süreceği, en azından toparlanmasının planın içerdiği döneme yani 2020’lere dek uzanabileceği konuşulmaktadır. Yüksek borç stoku, ekonomik durgunluk ve büyümenin gerçekleştirilememesi gibi sorunlarla ciddi şekilde boğuşan ve ülkemizin en büyük dış ticaret partneri olan Avrupa’nın bu durumu, ülkemizi de fazlasıyla etkilemekte ve etkilemeye de devam edecektir. Türkiye gibi ihracat merkezli büyüme stratejisi uygulamak zorunda olan bir ülke için, en büyük ticaret ortağının bu durumda olması, dönemsel olarak da sıkıntılar yaratacaktır.

Yine, Amerikan ekonomisindeki gelişmelerin yansımaları da bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülke ekonomilerini de riske etmektedir. Özellikle, son günlerde ekonomilerde yaşanan dalgalanmalar ve bize de sirayet eden bu olumsuz rüzgâr, maalesef devam edecek görünmektedir. Zira, gelişmekte olan ülkeler için tatlı, bol likiditenin olduğu dönem sona ermektedir. Amerikan Merkez Bankası FED’in, parasal genişlemeye son vereceği artık aşikârdır. Zira, FED’in tahvil alımı suretiyle dünyaya dolar vermesi, sıkıntı içindeki ekonomileri biraz olsun rahatlatıyor, muhtemel olumsuzlukları ve sıkıntıları erteliyordu ama artık parasal genişlemenin sonuna gelindi. Bu ne demektir biliyor musunuz? Artık paranın bolluğu azalacak, ucuz finansman dönemi kapanacak, dış sermayeye ihtiyaç duyan ülkeler için kaynak bulmak oldukça zorlaşacaktır. Türkiye gibi kronik bir cari açık problemi yaşayan ve bu açığı da büyük ölçüde kısa vadeli sermaye girişleriyle kapatma yolunu izleyen bir ülke için önümüzdeki dönemde cari açığın finansmanı iyice zorlaşacaktır.

Peki, ekonomisi ve büyümesi cari açığa dayalı olan bir Türkiye, önümüzdeki dönemde finansmanını nasıl bulacaktır, hangi koşullarla bulacaktır? Finansman maliyeti artmayacak mıdır? Sıcak para da azalınca cari açık nasıl finanse edilecektir? Cari açık vermeden büyümeyi nasıl sağlayacaktır?

Plana göre, cari açık küçülecek, yurt içi tasarruf ise yüzde 20’ye bile ulaşamayacaktır. Bu durumda, yatırımlar nasıl finanse edilecektir? Hem “cari açık küçülecek” diyorsunuz hem de tasarruflarda sıçrama yapamayacağınızı kabul ediyorsunuz. Büyüme nasıl olacak? Can sıkıcı ama bizim gerçeklerimizin dayattığı sorular da işte buradadır.

Maalesef, küresel ekonomik dinamiklerden kaynaklanan bu tatsız sorular hepinizin, hepimizin canını sıkmakta, likiditenin bol olduğu, piyasalara paranın bol kepçe verildiği, dış finansmana erişimin kolay ve ucuz olduğu dönemi yeterince iyi değerlendiremediğimizi görünce can sıkıntısı daha da artmaktadır.

Gelelim asıl soruna, yani AKP’nin ekonomi yönetimi ve istikrarsız büyüme modeline. Son on yılda, Türkiye ekonomisi AKP’nin bilinçli ve sistemli tercihleri sonucu büyüme-cari açık sarmalına hapsedilmiş durumdadır. Zira, Türkiye ekonomisi, söylemde ihracat merkezli, eylemde ise yüksek iç talebe dayalı bir büyüme modelini uygulamaktadır.

Bakınız, 2002-2012 döneminde yıllık ortalama büyüme oranı 5,1 olmuştur. Bu dönemde, yurt içi talebin büyümeye katkısı yüzde 5,8 olurken, ihracatın katkısı ise negatif olmuş, ortalama eksi 0,7 olmuştur. Bu modelde, banka kredileriyle finanse edilen iç tüketim, beraberinde yüksek ithalatı, o da rekor düzeyde cari açığı getirmiştir. Cari açık bu düzeyde sürdürülemeyeceği için ekonomide frene basılmış, büyüme ve vergi gelirleri düşmüştür. Üstelik, konut ve hizmetler sektörü gibi dış ticarete konu olmayan alanlarda yoğunlaşan bu büyüme modeli, ülkenin tasarruflarını da eritmiş, sadece işletmeleri değil, hanehalkı da borçlu bir toplum yaratmıştır.

Evet, bir yıl yüzde 8,5, ertesi yıl yüzde 2,2 büyüyen bir ülke, istikrarlı bir büyümeyle büyüyen bir ülke değildir. Hani geçen yıl dillerden hiç düşürmediğiniz Çin’den ise şimdilerde bahseden yok. Hani Çin’le birlikte dünyada en hızlı büyüyen ülkeydik? Ne oldu da Çin’den artık bahsetmiyorsunuz? Hemen söyleyeyim: Bizde büyüme yüzde 8,5’ten 2,2’ye düşerken, Çin’de 2012’de de yüzde 7 büyüme oldu, bu yıl da yüzde 7,7 büyüme var yani geçen yıl da yüzde 7,7, bu yıl da 7,7; istikrarlı bir büyüme var ama bizdeki büyüme bir yıl yüzde 8,5, ertesi yıl yüzde 2,2; bu, istikrarlı bir büyüme modeli değildir.

AKP yanlış büyüme modeliyle yola devam ederken, son dönemlerde bu kırılganlığa bir de ekonomi yönetimindeki çatlak eklendi. Ekonomi, her şeyden önce güvenle yürürken, tek parti iktidarı olan AKP içinde büyüme stratejisine ilişkin olarak ciddi bir görüş ayrılığı oluştu. Kamuoyuna gaz-fren tartışması diye yansıyan bu çatlak, aslında ekonomimiz için önemli ve yeni bir risk unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kısacası, Türkiye ekonomisi 2002-2012 döneminde ülke potansiyelinin altında büyümüş, yanlış politika ve uygulamalardaki ısrar, büyüme hızına ve de dolayısıyla ülkenin kalkınmasına engel olmuştur. On yılı bu şekilde geçiren Türkiye’yi çok daha zorlu, yapısal eksende sıkıntılı bir dönem beklemektedir. Zira, ekonomimiz ciddi bir sorun ile karşı karşıyadır: Orta gelir tuzağı. İktisat literatüründe gelir tuzağı, bir ülkenin belirli bir gelir seviyesine ulaştıktan sonra bir sarmal içine girerek uzun bir süre bu seviyede kalmasını, içine girdiği kısır döngüyü aşamayıp bir üst gelir kademesine geçememesini ifade etmektedir. Türkiye, son on yılda 10 bin dolar düzeyindeki kişi başına yıllık ortalama gelirini bir türlü 12.275 doların üzerine çıkaramadığı için orta gelir tuzağına düşmeye aday ekonomiler arasında gösterilmektedir.

Zira, ülkemizde nüfus kalabalık, doğal kaynaklarımız sınırlı ve sanayimiz modernizasyona kapalı bir yapı arz etmektedir. Böylesine bir yapı ile orta gelir tuzağını aşmak hiç de kolay değildir. Kapsamlı, köklü ve radikal reformlara ihtiyaç bulunmaktadır. İşte, AKP iktidarının genelde seçtiği, günü kurtarmak, yapısal reformları ötelemek olduğu için söz konusu gelir tuzağı, ülkemiz açısından kaygı verici hâle gelmiştir.

Kaldı ki, Dünya Bankası verilerine göre, 1960 yılından bu yana orta gelirli sayılan 101 ülke arasında orta gelir tuzağından kurtularak yüksek gelir düzeyine geçebilen sadece 13 ülke bulunmaktadır. Latin Amerika, Orta Doğu başta olmak üzere, ülkelerin yüzde 90’ı bu eşiği ne yazık ki aşamamıştır. Biliyorum ki, AKP’nin ekonomi kurmayları da orta gelir tuzağı riskinin farkındadır ancak farkındalığın yetmeyeceğini, gerekli adımların hâlâ atılmadığını görmekteyiz. Yani hastalığı biliyorsunuz ama bir türlü tedaviyi yapmamakta ısrar ediyorsunuz, tedaviden kaçınıyorsunuz; üstelik, on bir yıldır tek başınıza iktidarsınız.

Bakınız, “Orta gelir tuzağından sıyrılmak için neler gerekiyor?” diye sorulduğunda, hemen bir çırpıda size, sürdürülebilir büyüme, eğitim ve sağlığa yatırım, teknoloji üretimi diyebilirim.

Peki, bu alanlarda şu an itibarıyla ne durumdayız? Az önce söyledim, zikzak çizen bir ekonomimiz var sayenizde. Geçen yıl Türkiye ekonomisi ancak yüzde 2,2 büyüdü, yüzde 4 olarak öngörülen, yüzde 3,2’ye revize edilen büyüme hızı, sert bir frenle yüzde 2,2 oldu. Türkiye açısından elzem ve mümkün olan yüzde 7 büyüme yakalanmadığı için işsizlik çift haneye ulaştı, yüzde 10,5.

OECD ülkeleri arasında eğitime millî gelirden en az pay alan ülke Türkiye. Türkiye'de sağlık harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 6,1 iken, OECD ortalaması yüzde 9,5’tur, yani sağlıkta da sınıfta kaldık.

Gelelim teknolojik üretime. Verimliliği artıran, ekonomik kalkınmayı teşvik eden AR-GE harcamalarında çok gerilerdeyiz. ABD’de AR-GE harcamalarına ayrılan pay millî gelirin yüzde 2,67’si, Japonya’da yüzde 3,12’si, Avrupa Birliği ülkelerinde ise ortalama yüzde 1,83’tür, Türkiye'de ise AR-GE harcamalarının millî gelire oranı hâlâ binde 9 düzeyindedir. Peki, bu parçaları birleştirirseniz bu kalkınma modeli ne kadar gerçekçidir, onu da sizin takdirlerinize sunuyorum.

Gelelim ikinci temel hususa. Diyelim ki kalkınma planındaki tespit ve hedefler doğru ve isabetli, iyi de AKP olarak siz plana göre hareket ediyor musunuz? Bana göre asla. Hemen size birkaç örnek verip takdirlerinize bırakacağım.

AKP iktidarı döneminde sekiz yıllık kesintisiz eğitimi 4+4+4’le değiştirdiniz. Şimdi ne yapıyorsunuz? 4+4+4’ü tekrar sil baştan Meclise getireceksiniz, bunu tekrar düzelteceksiniz. Yani kendi yaptığınızı kendiniz bozuyorsunuz, kendi bozduğunuzu tekrar getirip muhalefete yaptırmaya çalışıyorsunuz. Bu sürdürülebilir büyüme modelini yakalamak mümkün değildir, böyle bir ülke büyüyemez.

Kariyer mesleklerini altüst ediyorsunuz. Uzmanlıklarda geri adım atıyorsunuz, uzmanlık eğitimini üç yıldan iki yıla düşürüyorsunuz, yabancı dili ortadan kaldırıyorsunuz. Böyle mi kalkınacak bu ülke?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kalkınma planının ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyor ve hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.

Üçüncü bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen birinci konuşmacı Mustafa Kalaycı, Konya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Onuncu Kalkınma Planı’nın üçüncü bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım, bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugün itibarıyla ülkemizde en önemli sorun işsizliktir, yoksulluktur, güvencesiz istihdam koşullarıdır, uzaklaşılan, piyasalaştırılan sosyal devlet anlayışıdır. Planda bu konularla ilgili programlara yer verilmekle birlikte çok makro düzeyde olan bu programların nasıl uygulanacağı oldukça belirsiz görünmektedir. Öngörülen hedeflere nasıl ulaşılabileceği konusu gerçekçi ve net değildir.

Plan görüşmelerinin bugüne alınıp kamuoyuna da izleme imkânının verilmemesi, Hükûmetin iddialı olmadığına ve kendi hazırladığı plana tam güvenmediğine de işaret etmektedir.

AKP döneminin ilk planı olan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda 2013 yılı itibarıyla işsizlik oranının yüzde 7,7’ye düşmesi öngörülmesine rağmen, bugünkü oran bunun çok üzerindedir. Görüştüğümüz Onuncu Kalkınma Planı’nda ise işsizlik oranının 2018 yılında yüzde 7,2 olması öngörülmektedir ancak geçmiş on yıllık uygulamaları, AKP olduğu sürece işsizliğin yüksek oranlı devam edeceğini göstermektedir. Geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz gençlerimiz maalesef işsizdir. Üniversitelerimiz diplomalı işsiz üretmekte, iş bulamayan gençlerimiz bunalıma girmektedir. Türk gençliğinin işsizliği, AKP zihniyetinin hiç umurunda değildir. AKP yetkilileri, kendi çocuklarında ve çevrelerinde şirket sahibi, holding patronu olanları gördükçe herhâlde herkesi öyle zannetmektedir.

TÜİK verilerine göre, 2002 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranı 2012 yılında yüzde 9,2 olmuştur. Son açıklanan 2013 Mart ayı verileri, işsizlik oranının bir önceki yılın aynı ayına göre artarak yüzde 10,1’e, tarım dışı işsizlik oranının yüzde 12,3’e, genç nüfusta işsizlik oranının yüzde 19,3’e yükseldiğini göstermektedir. TÜİK verilerine göre, işsizlik oranının 2012 yılı haziran ayından beri yükseldiği, işsizliğin artış eğilimine geçtiği dikkat çekmektedir. Mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı da yüzde 9 düzeyinin üzerinde süreklilik kazanmıştır.

İşsizlikteki asıl dramatik tablo, gerçek işsizlik rakamlarına bakıldığında görülmektedir. İşsiz sayısına dâhil edilmeyen iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, 2002 yılında 1 milyon 20 bin kişi iken, 2012 yılında 1 milyon 994 bin kişiye yükselmiştir. 2013 Mart ayı itibarıyla bu sayı 2 milyon 177 bin kişiye ulaşmıştır. İş bulma ümidi olmayanların sayısı 2002 yılında 73 bin kişi iken, 2012 yılında 632 bin kişiye, 2013 Mart ayı itibarıyla 759 bin kişiye ulaşmıştır. AKP döneminde iş bulma ümidi olmayanlar 10 kattan fazla artmıştır. İşsizler, iş bulma ümidini kaybettikleri için işsiz olduklarını dahi beyan edememektedirler. İşsizler, iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, eksik ve yetersiz istihdam ile mevsimlik işçiler dâhil edildiğinde, AKP döneminde gerçek işsiz sayısının 3 milyondan 5,5 milyona, işsizlik oranının da yüzde 14’ten yüzde 19’a yükseldiği görülmektedir.

Şimdi, işsizlikle ilgili, Türkiye İş Kurumunun yayımladığı istatistik bültenlerine bir bakalım. 2012 yılında kuruma yapılan başvuru sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 60 oranında artmıştır. Kayıtlı işsiz sayısı da 2012 yılında yüzde 28,6 oranında artış göstermiştir. 2013 Mayıs ayı istatistik bültenine göre de kuruma kayıtlı iş gücü yani iş arayanların sayısı 3 milyon 618 bin, kayıtlı işsiz de 2 milyon 215 bin kişidir. Geçen yılın aynı ayına göre, iş arayanların sayısında yüzde 38 oranında, işsizlerin sayısında da yüzde 3 oranında artış görülmektedir. Kayıtlı işsizlerin -yüzde 48 oranında- 1 milyon 61 bini bir yıldan daha uzun süredir işe yerleştirilmeyi beklemektedir.

AKP’nin rakam oyunları bile on bir yıldır işsizlikle mücadelede önemli bir mesafe alınamadığını izleyememektedir. AKP’nin uyguladığı politikalar bir taraftan dolar milyarderi sayısını hızla artırırken, diğer taraftan yoksulu daha da yoksullaştırmış, sosyal desteğe muhtaç yoksul sayısını artırmış ve insanlarımızı ianeye muhtaç hâle getirmiştir. AKP, yoksullukla mücadeleye kurumsal bir kimlik kazandırmak yerine, bu konuyu istismar alanı hâline getirmiş ve yoksulluğun giderek derinleşmesine seyirci kalmıştır.

TÜİK’in yoksulluk çalışmalarında cari satın alma gücü paritesine göre, kişi başına 2 dolar 15 sent ve 4 dolar 30 sent sınırlarına göre, yoksulluk oranlarında görülen düşüşün döviz kuru değişimlerinin ortaya koyduğu yanıltıcı bir sonuç olduğunu sizler de gayet iyi biliyorsunuz. Nitekim, kişi başına millî gelirimiz de on yılda dolar bazında 3 misli artmış görünmekle birlikte, aslında TL bazında reel artış yüzde 43 düzeyindedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının genel sağlık sigortası kapsamında gelir testi çalışmalarında 16 milyon başvurudan, geliri asgari ücretin üçte 1’inin altında olanlarla ilgili kararı verilen 11,5 milyon kişidir. Aslında bu rakam, işsizlik ve yoksulluğun boyutunu ortaya koyan önemli göstergelerden biridir. Yoksa siz geliri asgari ücretin üçte 1’inin altında olan bu insanlarımızı zengin mi sayıyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, AKP iktidarının uyguladığı ekonomi politikaları sonucu tüketim toplumu hâline getirilmiş ülkemizde tasarruflardaki düşüş, Türk ekonomisinin çözülmesi gereken en önemli sorunu konumundadır. Toplam yurt içi tasarruflar 2002 yılında yüzde 18,6 iken, 2012 yılında yüzde 14,8’e düşmüştür. Özel tasarruflar 2002 yılında yüzde 23,5 iken, 2012 yılı itibarıyla yüzde 11,9’a gerilemiştir. Hane halkının tasarrufları ise yüzde 7’lere kadar düşmüştür.

Planda yurt içi tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi programına yer verilmiştir. Program hedefi olarak tasarruf oranının 2018 yılında yüzde 19’a yükseltilmesi öngörülmektedir.

On yıldır düşürdüğünüz oranı, beş yılda nasıl aynı seviyelere getirebileceksiniz? Madem böyle bir maharetiniz vardı, on yıldır bu düşüşü niye seyrettiniz? Vatandaşın geliri geçimini sağlamaya yetmiyorsa nasıl tasarruf edecek? AKP Hükûmeti vatandaşta tasarruf edecek hâl bırakmamıştır. Bugünkü asgari ücret, maaşlar, bugünkü emekli aylıkları çalışanların ve emeklilerin zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde bile karşılayamamaktadır. 800 liralık asgari ücretin, 700-800 liralık emekli aylığının neresinden tasarruf edilecek? Ürünü para etmeyen, gübre alamadığından tarlasına gübre atamayan çiftçi, hangi gelirinden tasarruf edecek? Hayatın güçlüklerine direnen esnafımız iş yeri kirasını, sosyal güvenlik primini dahi ödemekte güçlük çekerken nasıl tasarruf edecek? Nitekim, yoksulluk araştırmalarında gelir grupları itibarıyla nüfusun ilk üç yüzde 20’lik diliminde tasarruf negatif iken, dördüncü grup yüzde 20’lik dilimde çok az tasarruf yapılabildiği belirlenmiştir. Beşinci dilime mensup yüzde 20’lik grup ise güçlü şekilde tasarruf yapan kesim olmaktadır.

TÜİK’in 28 Eylül 2012 tarihinde açıklanan sürdürülebilir kalkınma göstergeleri ile ilgili verilere göre nüfusumuzun yaklaşık olarak üçte 2’si yoksulluk riski altındadır. Şiddetli maddi yoksunluk içinde bulunan kişi sayısı 43 milyon 286 bindir. Bu sayı, her 5 kişiden 3’ünün şiddetli maddi yoksunluk içinde bulunduğunu göstermektedir.

AKP döneminde büyüme hızı, yıllık ortalama yüzde 5 düzeyinde olmasına rağmen nüfusun eğitim düzeyi ve yaşam standartları çok düşük durumdadır. TÜİK verilerine göre hâlâ nüfusun yüzde 65'inin lise düzeyinde bile eğitimi yoksa, yüzde 40'ının çatısı akıyor ve ısınma sorunu varsa, yüzde 60'ı iyi beslenemiyorsa, yüzde 80'i eskiyen mobilyalarını yenileyemiyorsa bu durum, ekonomi politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğini, hatta geç bile kalındığını ifade etmektedir. Kişi başına düşen millî gelirimiz 10 bin doların üzerinde olduğu hâlde neden herkes bu gelirden faydalanamıyor, iyice analiz edilmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır. Tasarrufu artıracak, bunun için de öncelikle üretimi artıracak, vatandaşın gelirini artıracak önlemlerin alınması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde hanehalkı borçluluğu AKP hükûmetleriyle birlikte olağanüstü artış göstermiştir. Aylık geliri yetmeyen vatandaşımız geçimini borçla sağlamaya çalışmaktadır. Vatandaşlarımız banka tüketici kredilerine, kredi kartlarına yüklenmiş ve toplam borçları 286 milyar lirayı aşmıştır. 2002 yılına göre kredi kartı borçları 19 kat, tüketici kredisi borçları ise tam 96 kat artmıştır. Merkez Bankası raporlarına göre, 2002 yılında hanehalkı borcunun gelirine oranı yüzde 4,7 iken 2012 yılı itibarıyla yüzde 50,7’ye yükselmiştir.

2002 yılında vatandaşın her 100 liralık gelirinin yaklaşık 5 lirası borcunu karşılarken, bugün vatandaşın 100 liralık gelirinin yarısından fazlası borca gider hâle gelmiştir. Öte yandan, bu dönemde vatandaşın faiz ödemeleri büyük boyutlara yükselmiştir. 2002 yılında 2,5 milyar lira olan vatandaşın faiz ödemeleri toplamı, 2012 yılında 30 milyar liraya çıkarak AKP döneminde 12 kat artış kaydetmiştir. Dikkatinize sunuyorum, vatandaşlarımız 2012 yılında  -eski ifadeyle- 300 katrilyon liraya varan konut, taşıt, ihtiyaç kredileri ve kredi kartı borçları için 30 katrilyon lira faiz ödemiştir. AKP'nin gerçek yüzü buradadır, vatandaşı   faiz   lobilerine   nasıl    soydurduğunu  bu rakamlar açıkça göstermektedir.

Ülkemizde tüketici kredisi borcu bulunan hanehalkının büyük çoğunluğu, alt gelir grubunda olan ücretli çalışanlardır. Merkez Bankası raporlarına göre, tüketici kredisi borcu bulunan hanehalkının yüzde 53,4'ü ücretli çalışanlardır. Hükûmetin, çalışanları nasıl borçlu hâle getirdiğini, nasıl süründürdüğünü bu durum göstermektedir.

Yine, tüketici kredisi borcu bulunan hanehalkının yüzde 37,9'unu 1.000 lira ve altında geliri bulunanlar, yüzde 23,7'sini 1.000 lira ile 2 bin lira arasında geliri bulunanlar oluşturmaktadır. Yani, tüketici kredisi borcu bulunanların üçte 2’sinin 2 bin liranın altında geliri bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ekonomideki gelişmeler, resmî kurumlarca açıklanan veriler, maalesef, ülkemizin ve vatandaşlarımızın içinde bulunduğu acı gerçekleri gün yüzüne çıkarmaktadır. Artık, AKP Hükûmetinin çizdiği pembe tablolar, istatistik sepetlerinde “revizyon, güncelleme” diye yapılan değişiklikler gerçekleri gizleyememektedir.

AKP'nin güdümlü ekonomi politikası iflas etmiştir. Hükûmet ne derse desin, ekonomide çok ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Millî sanayimiz, üreticimiz zor durumdadır rekabet gücü tükenme noktasına gelmiştir. Piyasalarda durgunluk hâkimdir, şiddetli bir şekilde tahsilat sorunu yaşanmaktadır. Esnafımız, kredi borçlarını, vadesi gelen senetlerini, vergi ve prim borçlarını, kazanamadıkları için ödeyememekte ve birçoğu da kepenk kapatmakta ya da iflas etmektedir, esnafımızın artık dayanacak gücü kalamamıştır.

TOBB tarafından yayınlanan verilere göre, 2012 yılında açılan şirket sayısı 2011 yılına oranla yüzde 27,3 oranında azalırken, kapanan şirket sayısı yüzde 8,4 oranında artmıştır. 2013 yılının ilk beş ayında ise, 2012 yılının aynı dönemine göre, açılan şirket sayısı yüzde 14,3 artmış ancak kapanan şirket sayısı yüzde 24,1 artmıştır. Birçok sanayici, iş adamı, esnaf borç batağına girmiştir. İcralar artmakta, iflaslar baş göstermektedir. İflas erteleme kararları hızla artmaktadır.

Teşekkür ediyorum, hayırlı olsun diyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Üçüncü bölüm üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2’nci konuşmacı Erkan Akçay, Manisa Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’nın üçüncü bölümü üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kalkınma planları, Türkiye’nin geleceğine perspektif sunan çok önemli resmî belgelerden birisidir. Planın daha ilk cümlesinde, ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda, toplumumuzu yüksek refah seviyesine ulaştırma yolunda önemli bir kilometre taşı olacağı belirtilmektedir. Ancak, bu 221 sayfalık planın hiçbir yerinde biz bu 2023 hedefini görebilmiş değiliz. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda “Lider ülke Türkiye 2023” perspektifi ve hedefi vardı. Fakat, bu planın bazı yerlerinde bu 2023 hedefinden bahsetmesini doğrusu anlayabilmiş değiliz, bunların devletin resmî belgelerine girmiş olması gerekir.

Bir örnek daha vermek istiyorum. Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in gelir vergisi tasarısını sunarken şu ifadeleri kullandığını iyi hatırlıyorum: “Hükûmetimizin nüfus politikası gereği 3’üncü çocuğa da işte gelir vergisinde destek veriyoruz, avantajını vergi indiriminde yüzde 5’ten yüzde 10’a çıkarıyoruz.” demiş idi. Şimdi, Hükûmetin nüfus politikasını hangi resmî dokümandan göreceğiz ve okuyacağız? Devletin resmî dokümanına, resmî belgesine girmiş değil.

Nüfus politikasına baktığımızda, yine bu kalkınma planında da göremiyoruz. Yalnız bu 2023 hedefi veya bu 3 çocuk meselesi nerede var? Sayın Başbakanın iki dudağı arasında var. Yani, biz, Sayın Başbakanın iki dudağından çıkanı kanun ve kalkınma planı veya programı mı sayacağız? Devletin, hükûmetin resmî belgelerine ve kararlarına dayanmadığı sürece bunların hiçbir anlamı yoktur. Aksi takdirde, bu Türkiye’nin keyfî ve tek kişi yönetimine yönlendirildiğini ve girdiğini ifade eder. Buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, kalkınma planlarının üçüncü bölümü bize planın, dolayısıyla Hükûmetin uygulanabilir programlardan yoksun olduğunu, başarılı bir kalkınma programı ortaya koyamadığını ve “2023 lider ülke Türkiye” vizyonundan fazlasıyla uzaklaştığını göstermektedir.

Üçüncü bölümde, “Öncelikli Dönüşüm Programları” adı altında 25 program açıklanmaktadır. Ancak ekonominin yapısal sorunlarına çözüm programı bu üçüncü bölümde yoktur. Dolaylı vergilerden doğrudan vergilere geçişle ilgili bir niyet dahi yoktur. Vergi adaleti sağlamayı amaçlayan bir program yoktur. Kayıt dışılıkta vergiyi doğuran olayın kavranmasına ilişkin bir program yoktur. İthalata dayalı tüketen ekonomiden üreten ekonomiye geçiş programı yoktur. Eğitimde yaşanan nicelik ve nitelik sorunu burada yoktur. İmalat sanayisinin ihtiyaç duyduğu ve girdilerin üretimine yönelik kapsamlı, kararlı ve uygulanabilir bir program yoktur. Tarımsal kalkınmanın nasıl sağlanacağına dair bir öngörü yoktur, program bir tarafa. Plandaki bu öncelikli dönüşüm programlarında kamu gelirlerinin kalitesinin artırılması programı ve başlığı var.

Vergiler gelir dağılımının ve fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir araçtır ancak Hükûmet vergileri sadece harcamaların finansmanı olarak görmektedir. Kamu gelirlerinin kalitesinin artırılması hedeflenirken vergi adaleti ve dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki yüksek oranı sürekli göz ardı edilmektedir. Vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payındaki artış adaletsizliği daha da artırmaktadır. Toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı 2002’de yüzde 64 iken 2012’de yüzde 67’ye yükselmiştir ve 2013 Mayıs ayı itibarıyla bu oran yüzde 67,4’tür.

Yine, 2013 Ocak-Mayıs döneminde dolaylı vergilerde hızlı bir artış gözlenmektedir ve bu dönemde doğrudan vergilerdeki artış yüzde 6,9 iken dolaylı vergilerdeki artış yüzde 25,4’tür. Dâhilde alınan KDV’deki artış yüzde 19, ÖTV’deki artış yüzde 27, ithalde alınan KDV’deki artış yüzde 29’dur. Petrol ve doğal gazdan alınan ÖTV’de yüzde 41,5, damga vergisinde yüzde 30, harçlarda yüzde 42 ve bu artışta sürekli olağanüstü bir şekilde dolaylı vergiler de gözlenmektedir.

Değerli milletvekilleri, bütün bu verdiklerimiz, bütün bunlar 2013’te yüzde 4 büyüme hedefi, yüzde 5,3 enflasyon hedefi ve yüzde 7,80 yeniden değerleme oranı olan bir ülkenin geldiği nokta ve bir ülkenin tablosu olabilir mi? Yani hedeflerle, planlarla hiç alakası olmayan bir duruma gelmiştir ve bugün itibarıyla Türkiye'nin vergi denklemi şudur değerli arkadaşlar: Ücret stopajları 2012 yılı itibarıyla yüzde 20,3; artı, tüketimden alınan vergiler, ÖTV, KDV toplamı yüzde 39,5; ithalden alınan vergiler, katma değer vergisi ve gümrük vergileri, bir de bankacılık faaliyetlerinden elde edilen gelirleri de dâhil edebiliriz. Kurumlar vergisi rekortmenlerinin ilk 100’ü içerisinde 22 bankanın yer aldığını hatırlayacak olursak ne demek istediğimiz daha da ortaya çıkar. 2012’de ücretlerden alınan stopajın toplam vergi gelirleri içerisindeki oranı yüzde 20,3 değerli arkadaşlar. Oysa bu dönemde beyana dayalı gelir vergisinin payı ise yüzde 1,1’dir, 3,5 milyar lira. Yani, bu, fakirden alıp zengine vermenin görüntüsüdür.

Planda yurtiçi tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi programını görüyoruz. Tasarruf açığı Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı üçüz açıktan birisidir; cari açık, tasarruf açığı ve bütçe açığı. Tasarruf ekonomik kalkınmanın iki ayağından birisidir; birisi tasarruf, diğeri yatırım. AKP bu temel ilkenin varlığından sanki haberdar değil ki on buçuk yıldır vatandaşlarımızı borçlandırmaya dayalı bir ekonomik yaklaşım ile tasarruf oranlarını sürekli düşürmüştür. 2002’de tasarrufların millî gelire oranı yüzde 18,6 iken 2012’de yüzde 14,3’e düşmüştür. Onuncu Kalkınma Planı sonunda toplam tasarrufların yüzde 19’a ulaşması öngörülmektedir, bu rakam 2002’deki oranın birazcık üzerindedir. 2012 yılı içerisinde Hükûmet yurt içi tasarrufların artması için bireysel emeklilik, risk sigortası, altın hesapları gibi bazı uygulamalar getirmiştir. Bütün bu uygulamalar yalnız 2018 hedefleri için yeterli değildir çünkü sorun vatandaşların tasarruf edecek parasının ve yeterli gelirinin olmamasıdır. Milyonlarca vatandaş, gelecek beş yılını, on yılını devamlı borç ödeyerek geçirecektir ve Adalet Kalkınma Partisi bu bakımdan hem ülkenin hem de vatandaşların geleceğini yemiştir.

Hanehalkı borçlarının harcanabilir gelire oranıyla tasarruf oranları arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Bu oran 2002’de yüzde 4,7 iken 2012’de yüzde 50,7’dir yani vatandaşımız gelirinin yarısını borca vermektedir, borca ödemektedir. Bu borçluluk oranlarıyla 2018’in tasarruf hedefi sadece boş bir hayaldir. Velhasılıkelam, değerli arkadaşlar, bu ekonomi politikasının devamı hâlinde ekonomide hedeflenen tasarruf oranlarına ulaşmak mümkün olmayacaktır.

Programın diğer bir alt başlığı israfın önlenmesi şeklindedir. İsrafı vatandaşlarımızın üzerine yıkan bir yaklaşım burada ortaya konulmaktadır. Adalet Kalkınma Partisi vatandaşa nasihat vermeyi bıraksın, öncelikle kendi Hükûmetinin uygulamalarına baksın. Kamudaki israf ne olacak? Kamudaki israfı göz ardı ederek vatandaşa israf üzerine, tasarruf üzerine ahkâm kesemezsiniz. Sayın Başbakan 4 Eylül 2009’da israf konusunda şöyle demişti: “Biz israf ekonomisini çözüp de verim ekonomisine geçtiğimiz gün, inanın, şu anda bulunduğumuz noktanın çok daha ötesinde oluruz ama israf ekonomisinden kurtulacağız.” Tam aksine, israf ekonomisine doğru bir kayış var. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı olmaz. Ne yazık ki Hükûmetin kendisinde bu hedefi benimseyen bakanları göremiyoruz, bakanlar birbirinden şikâyetçi, Maliye Bakanı hepsinden şikâyetçi. Bir taraftan örtülü ödenek harcamaları her geçen yıl rekor kırıyor, sadece 2012’de 694 milyon liradır. Bir taraftan kamuda taşıt kullanımında dünya rekoruna doğru gidiliyor; 90 bin taşıt hâlihazırda varken 2013 bütçesine 7.492 adet yeni taşıt alımı için ödenek konulmuştur. Bir de kiralanan binlerce araç var. Bütçe Kanunu’na göre kamuda kiralanacak bir aracın aylık kira bedeli en fazla 10.860 liradır -bunlar kamuoyuna yansıdığı için çok ayrıntılı devam etmiyoruz- ancak 2012’de toplam bina kirasıyla birlikte araç kira harcaması 218 milyon Türk liradır. Bence tetkike muhtaç bir rakamdır.

Başbakanlığa uçak alımı, kamu kurumlarının bina kiraları, Dışişleri Bakanının konut kirası, Çankaya’da beş yıldır bir türlü bitirilemeyen tadilat ve onarımlar ve müsteşar evlerinin aidat giderleri ve dahi birçok keyfî harcama; döşeme, demirbaş ve mefruşat giderleri. AKP yönetiminde kamu harcamalarında israf zirve noktasındadır. İsraftan vazgeçilmesi ancak bir zihniyet değişimiyle mümkündür. Kamu harcamalarını lüks ve konforun, keyfî harcamaları yandaş zenginleştirmenin bir aracı olarak gördüğünüz müddetçe israf ekonomisi girdabından çıkamazsınız. Böyle bir zihniyetle de kamu harcamalarının akılcılığı ve verimli kullanımı mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikli dönüşüm programları içerisinde tarıma dair tek program tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi programıdır yani tarımdaki tek programı su kullanımı olan AKP çiftçimize yine sırtını dönmektedir, bunun anlamı da budur. Eğer bu üçüncü bölümdeki programda sadece su kullanımını bir programa almışsanız çiftçiye sırtınızı dönmüşsünüz demektir. Bugün, tarım âdeta can çekişmektedir. Üretici fukaralaşmış, borca batmıştır. 2002’de tarımsal kredi borcu olan çiftçilerin borç tutarı 530 milyon Türk lirasıydı, 2012 itibarıyla ise çiftçilerimizin bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine olan borcu 30 milyar Türk lirasını aşmıştır ve bu borç, on buçuk yılda neredeyse 60 kata varan nispette katlanmıştır.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanının “Kredileri artırdık.” diye övündüğü durum, üreticiyi üreticilik yapamaz duruma getirmiştir. Kaldı ki bir hükûmetin, çiftçiyi, esnafı borçlandırmakla övünmemesi gerekir çünkü bizim vatandaşlarımız diyor ki: “En iyi hükûmet, halkını borçlandırmayan hükûmettir.” Bu Hükûmet, halkı borçlandırarak âdeta borç girdabının içerisine mahkûm etmiş -çünkü yıllarca borç yiğidin kamçısıdır diye borca özendirildi- artık borç çiftçinin, esnafın prangası hâline gelmiştir. Bu politikadan kesinlikle vazgeçilmesi gerekir. Çiftçi her gün üretimden uzaklaşmaktadır. İşlenen tarımsal alanlar itibarıyla da öyledir.

Süremiz de burada bittiği için artık sözlerimizi de tamamlamak zorundayız. Bütün bu eleştirilerimize rağmen kalkınma programının hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Üçüncü bölüm üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Binici, Şanlıurfa Milletvekili.

BDP GRUBU ADINA İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı üzerinde grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti, son yıllarda hayalî 2023 hedefleriyle yoksul yığınlara umut pompalamaya devam etmektedir. İktidar, mevzuat gereği hazırlamak zorunda kaldığı Onuncu Kalkınma Planı’nı da bu hayaliyle 2023 hedeflerinin ambalajı olarak sunma arayışına girmiştir.

AKP iktidar olduğu günden bugüne kadar ne var ne yoksa satıp savmış, küresel para avcılarına kapıları sonuna kadar açmış, ekonomiyi tamamıyla piyasacılığın acımasız vahşetine terk etmiştir. Üretmek, yetiştirmek ve değer katmaktan yoksun olan bu anlayış, sanayileşmek gibi, kalkınmak gibi hedeflerden giderek uzaklaşmıştır, ithalata dayalı tüketimle kendisini ifade eder hâle gelmiştir. On birinci yılını sürdürmekte olan Hükûmet ekonomiyi sıcak parayla, borçla ve ithal girdilerle karşılayan tüketim anlayışına dayalı olarak kâğıt üzerinde büyümüştür. Bu dönemde kentler rant uğruna yağmalanmış, yandaşlara peşkeş çekmenin en fütursuzu uygulamaya konulmuş, talan ve yağmadan en yakıcı darbeyi büyük kentlerimiz maalesef almıştır.

Yirmi yıldan bu yana yönettikleri İstanbul’un “Silüeti bozuldu.” diye timsah gözyaşları da yine bu dönemde dökülmüştür. Ranta ve talana dayalı bu tecrübeler belediyecilik döneminde kazanılmış, merkezî iktidarın elde edilmesiyle diğer kentlere de sirayet etmiştir. Üretmekten ziyade al-ver üzerine işleyen bu sistem kentlerimizin soluk aldığı meydanlarını AVM’lerle kuşatmış, bu kuşatma küçük esnafa darbe indirmekle kalmayıp hafta sonlarını da alışveriş çılgınlığıyla geçiren yeni bir anlayışı da beraberinde getirmiştir. Nitekim, ortaya çıkan bu durum Hükûmet için bulunmaz bir fırsata çevrilmiş, tüketim esaslı parametrelerle yaldızlanan rakamlar ekonomik gelişme olarak yutturulmak istenmiş.

Değerli milletvekilleri, üretim ve bölüşüm siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamı yöneten en önemli dinamiktir. Üretimin en önemli özelliklerinden birisi de hiç kuşkusuz iş bölümü gerektirmesi nedeniyle toplumsal karaktere sahip olmasıdır. Üretim sürecinde katkı verme iradesini gösterdiği hâlde bu sürecin dışına kendi iradesi dışında itilenleri yani işsizleri yok sayarsak üretimin toplumsal yönüyle ilgili bir sıkıntı yoktur ancak sıkıntının yaşandığı esas nokta, toplumsal olarak yapılan üretimin veya ekonomik değerlerin bölüşümünde ortaya çıkmaktadır. İşte bu nokta, iktidarların renginin ve gerçek niyetinin ayan beyan ortaya çıktığı noktadır. İlhamını tamamen piyasacılıktan alan, ekonominin o çok meşhur ama bir türlü görünmez olan düzenleyici ele teslim eden zihniyet neyin planını yapar, anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Kaldı ki şimdiye kadar yaptıkları planlara ne kadar sadık olduklarını da yeterince gördük. Açın Dokuzuncu Kalkınma Planı’nı, açın büyük şaşaalarla tanıtımını yaptıkları GAP Eylem Planı’nı, açın Enerji Bakanlığı stratejik planlarına bakın, yaptıkları planlarla mevcut gelinen durumu mukayese edin. İnanıyorum ki ne demek istediğimi daha net göreceksiniz.

Bakın, enerji alanında stratejik plan hazırlandı. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılık oranını yüzde 60’lardan yüzde 73’lere çıkardılar. 2008 yılında Diyarbakır’da açıkladıkları GAP Eylem Planı’ndaki hedeflerle mevcut durumu karşılaştırın, aynı tabloyu orada da göreceksiniz. Başbakanın beraberinde götürdüğü yardımcıları dâhil 12 bakan, 50’yi aşkın milletvekiliyle tam bir siyasi şova dönüştürerek açıkladığı GAP Eylem Planı’na ne oldu? İşsizlik Fonu’na el atarak “kaynağı hazır” dediğiniz, yapılacak işlerle ilgili olarak başlangıç ve bitiş tarihleri verdiğiniz GAP Eylem Planı’na ne oldu beyler? Hani 2012 sonuna kadar 1 milyon 60 bin hektar alan sulanacaktı? Hani kişi başı gelir yüzde 209 artacak, 3 milyon 800 bin kişiye iş imkânı yaratılacaktı? Evet, yanlış duymadınız, tam 3 milyon 800 bin kişiye iş imkânı yaratılacaktı. Eğer bu masalınız gerçekleşseydi -mesela- Türkiye’de işsiz olan tek bir kişi bile kalmayacaktı ya da mevsimlik tarım işçiliği için Şanlıurfa’dan, Diyarbakır’dan, Adıyaman’dan, Batman’dan, Mardin’den yüz binlerce aile göç yollarına düşmeyecekti. Hatta, kim bilir, belki de ülke dışından iş gücü talep edecektik.

Sayın milletvekilleri, sizlerden istirhamımdır: Alın elinize GAP Eylem Planı’nı, gidin bölgeye, hangi tarihler arasında neler planlanmış, neler yapılmış, kendi gözlerinizle görün. Şanlıurfa milletvekili olmam hasebiyle, eylem planı süresince, muhtelif tarihlerde bitirileceği yazılan ama ne hikmetse bir türlü bitmeyen sulama işlerinin nedenini Başbakana yazılı olarak sordum. Soru önergeme Kalkınma Bakanı tarafından gönderilen       “-cek”li, “-cak”lı, “-miş”li cevaplar için Bakana buradan teşekkür etmiyorum.

Ayrıca, malumunuz olduğu üzere, geçtiğimiz günlerde Kalkınma Bakanlığı GAP’la ilgili bir koli dolusu kitap gönderdi. Yazıktır, israftır, haramdır. Neyin reklamını yapıyorsunuz Allah aşkına Sayın Bakan? Bu kitaplar için de Bakana teşekkür etmiyor, aksine esefle kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere “kalkınma” kavramı ekonomik yapıyla birlikte sosyal ve siyasal yapılardaki değişiklikleri de içermektedir. Kalkınmayla ortaya çıkan yeni yapılanmada toplumu oluşturan sınıf veya grupların yanı sıra coğrafi bölgelerin de artan refahtan dengeli yararlanması esas olmalıdır. Bu bakımdan, kalkınmanın ortaya çıkardığı sonuçlardan belki de en önemlisi, toplumda var olan sosyal sorunların çözümünü de beraberinde getirmesidir.

Kalkınma planının içeriğine baktığımızda -ki olması gereken de zaten budur- eğitimden nüfusa, adaletten sağlığa, aileden kültür sanata, istihdamdan temel hak ve özgürlüklere kadar insanı ve toplumu ilgilendiren hemen her konuda durum tespiti yapılmış ve yeni hedeflere yer verilmiştir. Şimdi, Hükûmetin önümüze getirdiği Onuncu Kalkınma Planı ile ilgili söyleyecek çok şey var ama ben bunlara girmek niyetinde değilim. Zira “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” diye çok güzel bir atasözümüz var. Bu bakımdan, Hükûmetin önceki plan dönemi için ortaya koyduğu hedefler ve bu hedeflere ne ölçüde ulaştığına birkaç başlıkla bakmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum.

Bildiğiniz üzere Dokuzuncu Plan 2007-2013 dönemini kapsamaktaydı ve yıllık ortalama yüzde 7 büyüme hedeflenmişti. Gelinen nokta itibarıyla 2007-2012 ortalamasında büyüme oranı yüzde 3,3'te kalmıştır. 2013 yılı da pek parlak görünmediği gibi bu oranın değişmeyeceği açıktır yani hedeflenenin yarısıdır. Dokuzuncu Plan’da 2013 yılı için tüketici enflasyonu yüzde 3 olarak hedeflenmişti. Şu anda enflasyon maalesef yüzde 7,5’u aşmış durumdadır, yıl sonunda ise daha da artması beklenmektedir. Sabit sermaye yatırımlarında öngörülen yıllık ortalama büyüme 9,1 olarak hedeflenmişken gerçekleşen oran sadece yüzde 3'te kalmıştır. Plana göre 2013 yılında ihracat hedefi 210 milyar dolarken, yıllık programda revize edilmiş ve 158 milyar dolara çekilmiş. 2013 itibarıyla işsizlik oranının yüzde 7,7'ye düşürülmesi hedeflenmiş, takla attırılmış rakamlarla bile işsizlik oranı yüzde 11 yaklaşmış. Dokuzuncu Plan’a göre tarımda yüzde 3,6 öngörülmüş ancak yıllık ortalama büyüme yüzde 2,2'de kalmıştır. Tarım sektöründeki bu gerileme Onuncu Plan’da açıkça itiraf edilmiş ve tarımsal ürün ithalatında hem miktar hem de değer itibarıyla artışlar yaşandığı ifade edilmiştir. Ancak bu konuyla ilgili olarak tedbir alınması yolundaki uyarı ve taleplerimiz her defasında AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir. Vermiş olduğum bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama ben daha fazla rakam vererek sizleri bunaltmak istemiyorum.

Değerli milletvekilleri, ben konuşmamın bu bölümünde seçim bölgem olan Şanlıurfa'dan bahsetmek istiyorum. "Nesini söyleyim canım efendim" diye bir türkü var ya, bizim durumumuz da inanın aynen öyle. Mesela, her yıl ortalama 60 bin çocuğun dünyaya geldiği Şanlıurfa'da neredeyse her 2 kişiden 1’inin çocuk olduğunu ya da kadın ve doğum hastanesinin yetersizliği nedeniyle ilkel koşullardaki doğuma bağlı olarak anne ve bebek ölümlerinin en çok yaşandığı ilin Şanlıurfa olduğunu veya çocuk hastanelerinde 3-4 çocuğun aynı yatakta yatarak -tabii şansı yaver gider de başka mikrop kapmazsa- tedavi gördüğünü biliyor muydunuz? Mesela, Sağlık Bakanlığı tarafından gönderilen bozuk aşı sebebiyle SSPE hastalığına yakalanan çocukların sayısını ya da lösemi ve talasemi hastalığının pençesinde olup da bir an önce doktor tayin edilmesini bekleyen çocukları bileniniz var mı? Mesela, taşımalı eğitim merkezlerinde bir sınıfa balık istifi tıkıştırılmış 60-70 çocuğun ders yaptığını ya da henüz ilköğretim çağındaki 70 bin çocuğun aileleriyle birlikte tarım işçiliği için yollara düşmek zorunda kaldıklarını biliyor muydunuz acaba? Veya basına yansımasaydı Siverek ilçemize bağlı Çıkrık köyü ilköğretim okulunda 130 çocuğun aynı anda bir sınıfa nasıl sığdığını hayal edebilir miydiniz? Mesela, her 3 çocuktan 1’inin ilkokula başladığı hâlde tek bir kelime dahi Türkçe bilmediğini, ama buna rağmen Türkçe eğitim almak zorunda kaldıklarını ya da her 5 çocuktan 1’inin işçi olarak çalıştırıldığını ve emeklerinin sömürüldüğünü veya Şanlıurfa'daki her 5 çocuktan 1’inin aileleriyle birlikte hâlen kuyu suyu içmek zorunda olduğunu biliyor musunuz acaba? Mesela, sürekli kesilen elektrikler yüzünden çocukların mum ışığında ders çalışmak zorunda kaldığını, kesintiler nedeniyle kışın soğuktan, yazın ise sıcaktan bunaldıklarını veya Şanlıurfa'da her 4 çocuktan 1’inin anne ve babasının işsiz, aynı zamanda kendisinin de işsiz kalacağını biliyor musunuz? Çok merak ediyorum, kalkınma planınızda belirttiğiniz adaleti, sağlığı, eğitimde fırsat eşitliğini bu çocuklar için mi sağlayacaksınız?

Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa'ya yolu düşenler, adını bilmese de otogara yakın olmasından dolayı Esentepe bölgesinden mutlaka geçmişlerdir. Ahmet İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile otogar arasında çevre yolu boyunca uzanan hazineye ait 20 dönümlük bir yamaç bulunmaktadır. Bu arazi özellikle her yerel seçimde mutlaka gündeme gelmesiyle ünlü bir arazidir çünkü hemen her başkan adayı bu araziyi yeşil alan olarak kullanacağını vadeder ama ne hikmetse seçimlerden sonra da iş yoğunluğu nedeniyle unutur gider. 2009 yerel seçimlerinde de aynı durum yaşanmış, seçim sürecinde hem AKP adayı hem de sonradan AKP'ye transfer olan görevdeki başkanın da seçim vaatlerinin başında bu bölgeyi yeşil alan olarak Şanlıurfa'ya kazandırmak vardı. Seçimlere AKP adayı olarak giren şahıs, vaatle de yetinmeyerek parkın nasıl düzenleneceğine dair, hatta bir de amfiteatr eklediği projesini seçim broşürü olarak dağıtmıştı.

2009 seçimlerinde "ceket" tartışmaları gölgesinde yaşananları biliyorsunuz herhâlde. 2013 yılının ilk günlerinde AKP'ye transfer olan mevcut Belediye Başkanı, vaadine sadık kalarak seçimlerden sonra bu araziyi ağaçlandırmıştı. Aradan geçen uzunca bir süreçten sonra, ne olduysa artık, hazine bu araziyi eğitim alanı olarak ihaleye çıkardı. İhaleye çıkış şartnamesinde arsa üzerinde en fazla yarısı kadar yani 10 bin metrekare inşaat yapılabileceği hükmü yer almıştı. Dolayısıyla, ihaleye teklif veren firmalar da bu hüküm uyarınca yani 10 bin metrekarelik inşaat alanını göz önünde bulundurarak tekliflerini verdiler. Nihayetinde Şanlıurfalı bir firmanın kazandığı ihale, jet hızıyla Bakanlık tarafından onaylanarak sözleşme yapılmıştır.

Araziyle ilgili asıl hikâye bundan sonra başlıyor. Artık ne olduysa, birden, hazine, inşaat izni konusunda belediyeye müracaat ederek inşaat alanının, arsanın tam 2,5 katına çıkarılmasını talep etmiştir. Bununla da yetinmeyen hazine, inşaat türünün de eğitimin yanı sıra, turizm amaçlı olarak değiştirilmesi talebinde bulunmuştur. Hazinenin bu talebini emir telakki eden Şanlıurfa Belediyesi, jet hızıyla karar alarak talebi onaylamıştır. Böylece, arsa üzerinde yapılacak inşaat alanı 10 bin metrekareden birdenbire 50 bin metrekareye çıkarılıyor. Ayrıca, turizm amaçlı özelliğini de kazanan araziye otel izni de verilmiştir. “Deveyi havuduyla götürmenin bu kadarına pes!” diyenlerin seslerini yükseltmesi sonucunda, belediye meclisi bir kez daha karar değişikliğine giderek inşaat alanını 1,75’e çekmiştir.

Şimdi, şu soruları sormak bize farz değil mi? 2009 yılı yerel seçimlerinde hem AKP adayı hem de seçimi kazanan ve AKP’ye transfer olan mevcut Belediye Başkanının vaatleri AKP Hükûmetini bağlamıyor mu? Belediye, hangi kriterlere göre başlangıçta 0,5 olan inşaat yoğunluğunu, ihaleden sonra jet hızıyla önce 2,5'a çıkarıyor, sonra da 1,75'e çekiyor? Araziyle ilgili Ankara'dan da baskı mı uygulanmıştır acaba? Bu anlattıklarım Gezi Parkı’yla da ne kadar benzeşiyor değil mi arkadaşlar?

Değerli milletvekilleri, kentlerin yeşil alanları üzerinden rant yaratma alışkanlığını bir türlü bırakmayan AKP, Şanlıurfa’mızı da maalesef pençesine almıştır. Şanlıurfa'daki yeşil talan Esentepe ile sınırlı değil, 11 Nisan Kent Meydanı’nda da yaşanmaktaydı. Epey eskilere dayanan bu arazinin hikâyesini çok kısa olarak sizlerle paylaşayım.

Güllüoğlu ailesi 42 dönüm arazisini Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne, spor kompleksi yapılması şartıyla, 1958 yılında hibe etmiştir. Daha sonraki yıllarda bu arazi üzerinde ailenin isteği ile 11 Nisan Şehir Stadyumu, Atatürk Kapalı Spor Salonu ve olimpik yüzme havuzu yapılmıştır. Sonrasında GAP Arena Stadı’nın faaliyete geçmesi ile birlikte 11 Nisan Şehir Stadyumu kullanılmamaya başlanmıştır. Hükûmet, 2011 seçim vaatlerinde, bu stadyumun yer aldığı arazinin "11 Nisan Kent Meydanı" olarak yeniden düzenleneceği taahhüdünde bulunmuştur. Seçimden sonra da söz konusu arazi ve spor kompleksleri İl Özel İdaresine devredilmiştir.

Şanlıurfa'nın merkezinde yer alan bu arazide AVM benzeri yapılar yapılması için gerekli imar değişiklikleri, geçtiğimiz şubat ayında belediye meclisindeki AKP'li eller tarafından kabul edilmiştir. Ahde vefadan yoksun bu zihniyet, araziyle ilgili değişiklikleri yaparken bağışçı ailenin görüşlerini dahi sorma gereği duymamıştır.

Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa'nın tarım kenti olmasından kaynaklı olarak yaşadığı sorunlardan biri de kuşkusuz, tarımsal sulama alanında yaşanmaktadır. Bu noktada, Şanlıurfa'da sayıları 22 olan sulama birliklerinin içinde bulunduğu sorunlara bir örnek vererek değineceğim. Sulama birliklerince bana aktarılan sorunları dinledikçe ister istemez bende oluşan kanaati sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sulama yatırımlarını yapan DSİ, yani devlet sanki bu yatırımları yaptıktan sonra çiftçilerimizle bir daha yüz yüze gelmemek için sulama birliklerini oluşturdu ve aradan çekildi diye düşünüyorum. Neden mi böyle düşünüyorum? Ben şimdi sizlere kendi seçim bölgem Şanlıurfa'dan, toplam borçları 400 milyona dayanmış 22 sulama birliğinden seçtiğim birini örnek olarak vermek istiyorum: 180 bini aşkın dekarlık alana ve 6 bin civarında çiftçimize hizmet veren bu birlik 55 civarında personel çalıştırıyor. Birliğin 2012 yılı tüm kullanıcılardan toplam tahakkuk miktarı 4,5 milyon liradır. Bu miktar tahakkuk olup gerçekleşebilen tahsilatın miktarı ise 2,5 milyon civarındadır.

Birliğin 2012 yılı için gider kalemleri ise aynen şu şekildedir: Personel maaşı, SSK, vergiler, yakıt, bakım ve onarım giderlerinin toplamı 3 milyon 760 bin lira olarak gerçekleşmiştir. Birliğin 2012 yılı için elektrik faturası ise, gecikme faizleri dâhil tam 7 milyon liradır. Birliğin gelir ve giderleri arasındaki farkı söylüyorum: Bu fark yuvarlak olarak, eksi 6 milyon liradır. Ortaya çıkan negatif bakiye nasıl ve kim tarafından ödenecek? Çiftçilerden topladığı para ortada, bu paralarla diğer giderleri bir kenara bıraksak bile elektrik faturasını ödeyemeyecektir.

Diğer bir husus daha var ki bende oluşan kanaatin esas sebebini de asıl bu durum oluşturmaktadır. Birliğin 2012 yılında boru ve kanaletlerde ortaya çıkan arızaları onarmak için harcadığı toplam para 400 bin lira civarındadır. Şimdi, ister istemez aklıma şu geliyor: DSİ bir yatırım yapıyor, kullandığı boru ve benzeri ekipmanlar o kadar kalitesiz ki sözünü ettiğim sulama birliğini, yıllık olarak neredeyse yarım milyon liraya yakın onarım parasıyla baş başa bırakıyor. Bu noktada sulama yatırımlarını yaptırmak ve denetlemekle görevli DSİ'nin uyuduğunu, işini yaparken nal topladığını düşünmeden edemiyorum. Derme çatma yaptığı bu tesisleri hem çiftçilerimizin hem de sulama birliklerinin başına bela etti diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, bu işin enteresan yönlerinden birisi de her yıl Bakanlar Kurulu kararıyla açıklanan sulama tarifelerinin bu yıl içinde ikinci kez belirlenmiş olmasıdır. Mayıs başında çiftçilere müjde verircesine tarifeyi yarı yarıya düşürdüğünü açıklayan Hükûmet, özellikle pompaj sistemli sulama birlikleriyle çiftçileri karşı karşıya getirmekte ve aradan sıyrılmanın çabası içerisindedir. Çünkü çiftçilerimiz, “Hükûmet sulama ücretlerini düşürdü, siz neden düşürmüyorsunuz?” diyerek birliklerin kapısına dayanmaktadır. Ben, elektrik tüketimi nedeniyle borç batağına saplanmış birliklerin bu sorununa kalıcı çözüm olacağına inandığım kanun teklifimi hazırlayarak Başkanlığa gönderdim. Eğer zerre kadar samimiyetiniz varsa, hazırladığım kanun teklifini değerlendirir veya katkı vererek Genel Kurul gündemine alırsınız. Gerçekten çiftçilerimize, Urfa çiftçisine işte o zaman gerçek bir müjdeyi verebiliriz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, üçüncü bölüm üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Abdulkerim Gök, Şanlıurfa Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ABDULKERİM GÖK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı 2014-2018 yıllarını kapsayan bir plandır. Bu manada AK PARTİ Grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında gündüz saat 13.00’te başlayan ve belki de gece saat 2-3 gibi bitecek olan kalkınma planına ilişkin yapılan tartışmalarda bir konunun tespiti noktasında bir düşüncemi özellikle belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii ki muhalefet tenkit yapacak, tabii ki eleştirecek;  bu, demokrasinin de bir kaidesi, kuralı. Ancak bunu yaparken    -eksik olan yanını tespit anlamında söylüyorum- burada bu tenkitin hangi boyutunda, nerelerde, ne yapacaklarına ilişkin de görüşlerini ifade etmeleri gerekir ki bu da demokrasi açısından son derece önemlidir. Yani, biz yapmış olduğumuz planlarla, kalkınma planlarıyla ve elbette ki burada dile getirilen tenkitlerle… Tabii ki ülkenin kalkınması ve büyümesi aslolandır. Bu manada bütün görüş ve düşünceler son derece anlamlıdır. Elbette ki bu anlamlı olan düşünceler ve iktidarın kendi programı çerçevesinde değerlendirdiği beş yıllık kalkınma programları kapsamında “Planlama, Programa, Bütçeleme Sistemi” dediğimiz yapıyla, yıllık bazda bu beş yıllık programlardan alıp parasal karşılığı bütçe boyutuyla değerlendirdiğimizde aslında eğitimde, sağlıkta, savunmada, ulaştırmada, turizmde, istihdamda, birçok alanda birçok başarıları gerçekleştirmiş olduk. Bunu nereden anlıyoruz? Bunu, halkımızın, milletimizin gündeminden anlıyoruz. Çünkü, biz, meydanlarda neyi konuştuysak, neyi dile getirdiysek aslında onları bir bir gerçekleştirmeyi hedefledik ve belki de bir manada Türk siyasal hayatında “Dün dündür, bugün bugündür.” ifadelerinin yerine biz dün ne söylediysek aynısını savunarak onları bir bir gerçekleştirmeye doğru gittik.

Bilindiği üzere, ülkemizde 1960 yılından itibaren ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın hızlandırılması, uygulanan politikalar arasında tutarlılık sağlanması ve ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla kalkınma planları hazırlanmakta ve uygulanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 2023’e giden yoldan bir önceki kalkınma planı olması münasebetiyle 2014-2018 yani Onuncu Kalkınma Planı’mız son derece önem arz etmektedir. Plan, küresel ekonomide risklerin ve belirsizliklerin sürdüğü, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı, ülkeler arasında güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir ortamda hazırlanmıştır. Bundan sonra hazırlanacak olan onbirinci kalkınma planı, yani 2019-2023 yıllarını kapsayan bir kalkınma planı olacaktır. İktidar olduğumuz günden bugüne 2023 vizyonunu ilk etapta bir hedef olarak ortaya koyduk ve kalkınma planlarımızı bu bakış açılarıyla hazırladık. Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’mız da bu bakış açısıyla hazırlanmıştır. Çok değerli konuşmacı arkadaşlarımız ifade ettiler, bir tespit açısından ifade ettiler, “Planlar, geçmişte uygulanan politikaları değil, geleceği şekillendirme açısından önem arz eder.” dediler. Doğrudur ama çok iyi biliyoruz ki bir okun en uzun mesafe alması noktasında, en uzak yere gitmesi açısından son derece geriye doğru çekeriz. Onun için biz burada görüş ve düşüncelerimizi ifade ederken geçmiş yıllarda uygulamış olduğumuz ve ana kaynağımız kalkınma planları olan bu boyutlarıyla da değerlendirmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, 2023 yılına ilişkin temel makro hedeflerimiz, bilindiği üzere, millî geliri 2 trilyon dolara yükseltmek, 500 milyar dolar ihracatı gerçekleştirmek, işsizlik oranını yüzde 5’e indirmek, kişi başına düşen geliri 25 bin dolara çıkarmak, enflasyon ve faiz oranlarını tek haneli rakamlara indirgemek. İşte, belirttiğimiz bu makro hedeflerin yanında elbette ki mikro hedefler de bir o kadar önem arz etmektedir.

Sözlerimin hemen başında, Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln’ün bir sözüne de atıfta bulunmak istiyorum: “Kalkınmamış ülkeler yoktur, iyi yönetilmeyen ülkeler vardır.” Abraham Lincoln’ün bu sözünden hareketle, iktisadın tanımından da anlaşılacağı üzere, “Kıt olan kaynaklarla, sınırsız ve değişken insan ihtiyaçlarının maksimum düzeyde karşılanmasıdır.” ifadesini kullanırız. Ayrıca, madem kalkınma planlarını konuşuyoruz, karşımızda kamu idaresi söz konusu olmaktadır ve kamu idaresinin yanında kamu maliyesi çıkmaktadır. Yani kaynakların varlığı kadar bu kaynakları idare eden mekanizma söz konusudur. Dönüp baktığımızda, devlet, son derece, bu süreç içerisinde, zaman zaman farklı idareler tarafından farklı kaynakları farklı sonuçlarla karşı karşıya bırakmıştır. Demek ki kaynakların varlığı önemli olduğu gibi kaynakların yönetimi de son derece önemlidir.

Biz burada kamu açısından değerlendirirken özellikle de kamu kaynaklarını göz önünde bulundurarak kamu harcamaları ve kamu gelirleri bağlamında yapılan yatırımları da değerlendirmek isteriz. Devlet geleneğinde planlar son derece önemlidir, büyük devlet olmanın da bir gereğidir. Kalkınma planları, kamu idareleri açısından uygulanması zorunlu, özel sektör açısından ise yol gösterici mahiyettedir. Kalkınma planları salt istatistiksel rakamlarla hazırlanmazlar, aynı zamanda sosyal göstergeleri de beraberinde değerlendirmekte fayda vardır.

Bugüne kadar ülkemizde hazırlanmış olan kalkınma planlarından farklı bir kalkınma planını karşınıza getirmiş bulunuyoruz. Bu farklılık üçüncü bölümdeki düzenlemeleri kapsamaktadır. Bu düzenlemeler somut, uygulamaya dönük; bir ve ikinci bölümde yer alanların nasıl, ne zaman, kim tarafından, ne şekilde, hangi eş güdümle gerçekleştirileceği açısından son derece önemli bir bölümdür. Yani uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği açısından kalkınma planı -Onuncu Kalkınma Planı’mızdaki üçüncü bölüm- ilk kez karşımıza çıkmaktadır. Kendi içerisinde son derece tutarlılık arz etmektedir. İşte onun için diğer kalkınma planlarından farklılık arz etmektedir diyorum, son derece tutarlılık arz etmektedir diyorum. Sürdürülebilirliğinin, uygulanabilirliğinin son derece yüksek olabileceğini hatırlatmak istiyorum.

Hazırlamış olduğumuz kalkınma planı, elbette ki bir vizyonla, elbette ki ileriye dönük bir bakış açısıyla hazırlanmıştır ama unutmayalım ki sınırların kalktığı, dijital ağın geliştiği, küreselleşmenin boy gösterdiği bir dünya gerçeğiyle karşı karşıyayız. Onun için, zaman zaman kalkınma planlarından sapmanın doğal olabileceğini de kabul ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bugünün koşulları ve vizyonel bir bakış açısıyla önümüzdeki beş yıllık süreç içerisinde küreselleşmeyi, dünya ekonomisindeki makroekonomik düzenlemeleri ve elbette ki komşuları bulunduğumuz Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeleri yakından ilgilendiren bir boyutuyla kalkınma planını hazırlamış durumdayız.

Anayasal ifade ile Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir. İşte, iktidar olduğumuz on bir yıl öncesindeki durumdan bugüne kadar, son derece sosyal içerikli temel politikaları üretmeye devam ediyoruz. Dolayısıyla, kalkınma planımız da bu manada önem arz etmektedir. Buradan şu ifadede bulunmak istiyorum: Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’mız da sosyal ağırlığı olan, sosyal politikaları uygulamaya dönük olarak hazırlanmış olan bir kalkınma planıdır.

Değerli milletvekilleri, şimdi de üçüncü bölümde yer alan ve bundan önceki kalkınma planlarında hiçbir şekilde görmediğimiz, ilk kez uygulama şansı yüksek olan bu programların ana başlıklarıyla isimlerini sizlere sunmak istiyorum: Üretimde verimliliğin arttırılması, ithalata olan bağımlılığın azaltılması, yurt içi tasarrufların arttırılması ve israfın önlenmesi, İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Programı, kamu harcamalarının rasyonelleştirilmesi, kamu gelirlerinin kalitesinin arttırılması, iş ve yatırım ortamının geliştirilmesi, iş gücü piyasasının etkinleştirilmesi, kayıt dışı ekonominin azaltılması, istatistiki bilgi altyapısının geliştirilmesi, öncelikli teknoloji alanlarında ticarileştirme, kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme ve yerli üretim, yerli kaynaklara dayalı enerji üretimi, enerji verimliliğinin geliştirilmesi, tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi, sağlık endüstrisinde yapısal dönüşüm, sağlık turizminin geliştirilmesi, taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm, temel ve mesleki becerileri geliştirme, nitelikli insan gücü için çekim merkezi, sağlıklı yaşam ve hareketlilik, ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması, yerelde kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi, rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren kentsel dönüşüm, kalkınma için uluslararası iş birliği altyapısının geliştirilmesi.

Değerli milletvekilleri, gündüz başlamış, belki de gece saat 2’yi, 3’ü bulacak olan bu tartışmalarımız açısından, biraz daha enerjik bir yapı olması noktasında hatırlamış olduğum kısa bir anekdotu paylaşmak isterim sizlerle.

Değerli milletvekilleri, aslan, avlanmak ve avını gerçekleştirmek için yola çıkar. Karşısına ceylan çıkar ve aslan bulduğu ceylanı bütün gücüyle kovalamaya çalışır ama ceylan da bütün enerjik ve hızlı yapısıyla kaçmaya çalışır. Neticede, aslan o gün avını gerçekleştirmemiş, ceylan da kurtulmuş olur. Ama aslan şu düşünceyi taşır: “Bir sonraki gün aç olmamak kaydıyla gücümü yeniden toparlamalıyım, yeniden harekete geçmeliyim.” Ceylan: “Bir sonraki güne aslana yem olmama adına, yeniden hızlı ve pratik olma noktasında neler yapabilirim?” Ve hayat bir sonraki gün yeniden başlar.

İşte, buradan da biz hangi boyutta, hangi programları, hangi yapıda, nasıl yapacak olursak… Hayat dinamik, insanoğlunun ihtiyaçları sınırsız ve değişken. Bu yapı içerisinde, dinamik olan anlayışla, sürekli dünyadaki rekabetçi ortama ayak uydurmak için son derece hızlı bir şekilde çalışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, üçüncü bölümde yer alan -belki de yarım saatin de az olduğu, özellikle yarım saate sığdırmaya çalışıyorum, ancak- bölgesel gelişme politikalarına özellikle değinmek istiyorum.

Bölgesel gelişme ve rekabet edebilirlik, mekânsal gelişme, kentleşme, kentsel altyapı, kentsel dönüşüm, mahallî idareler, çevre ve kırsal kalkınma alanlarında amaçlar ve hedefler ortaya koyuyor  ve daha birçok başlığıyla da üçüncü bölüm kendi içerisinde bütünlük arz ediyor.

Bölgesel gelişme alanında sağlanan ilerlemelere baktığımızda, ülkemizin gerçekleştirdiği kalkınma hamlesinin tüm bölgelerimiz ve toplum kesimlerimizce desteklenmesi ve kalkınmanın nimetlerinden adil bir  şekilde yararlanılması temel amaçlarımızdan biridir. Bu amaca ulaşma yolunda bölgesel gelişme politikalarımızın önemi giderek artmakta ve bu alan yeni bir yaklaşımla yönetilmektedir. Gelişme ve ilerlemeler sadece politikanın zenginleştirilmesi ve yönetiminin güçlendirilmesinden ibaret değildir. Bilakis, uygulamaya, sonuçların alınmasına önem verilmiştir.

GAP hedeflerini daha kısa sürede gerçekleştirmek için bir eylem planı hazırlanarak yürürlüğe konulmuş, GAP Bölge Kalkınma İdaresine ek olarak Doğu Anadolu Projesi (DAP), Doğu Karadeniz Projesi (DOKAP), Konya Ovası Projesi (KOP) için bölge kalkınma idareleri teşkil edilmiştir. Bu bölgesel projelerin hayata geçirilmesi için hazırlıkları sürdürülen eylem planları hızla uygulanmaya konulacaktır. Kalkınma ajansları, bölgelerin rekabet gücüne de katkıda bulunan kapsamlı mali ve teknik desteği sağlamaya dönük olarak hızla çalışmalarını ilerletecektir. Plan döneminde ajanslar tüm bölgelerde projecilik kültürünün gelişmesine uyguladıkları mali ve teknik destek programları aracılığıyla önemli katkı sağlamıştır. 2008-2013 döneminde, programlar kapsamında yaklaşık 34 bin proje başvurusu yapılmış, bu projelerden yaklaşık 8.400’ü destek almaya hak kazanmıştır. Başarılı projelere toplam 1,6 milyar TL mali destek tahsis edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınmanın temel mekânsal taşıyıcısı şehirlerimiz ve kent kimliği yani şehirleşme olgusudur. Ülkemizde şehirleşme hızlı bir şekilde devam etmektedir. Bugün yüzde 72 seviyesinde olan şehirleşme oranının 2018 yılına kadar yüzde 76’nın üzerine çıkması beklenmektedir. Önümüzdeki dönemde şehirlerimizi ve yaşam kalitesini artıracak araçlarımızdan birisi kentsel dönüşüm projelerimiz olacaktır. Hızlı şehirleşme ve imarsız yapılaşma şehirlerde ekonomik ve sosyal problemlere sebep olmakta, yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilmektedir. Altyapı, çevre ve güvenlik gibi alanlardaki ihtiyaçlar, iş gücü ve üretim maliyetlerini artırarak şehirlerimizin rekabet gücünü yakından etkilemektedir.

Değerli milletvekilleri, planın getirdiği bazı önemli politika alanlarına değinmek istiyorum. Öncelikle, plan, yeni büyükşehir düzenlemesini dikkate alarak hazırlanmış ve gerekli politikaları içermiştir. Bu çerçevede “kırsal alan” tanımının güncellenmesi gereği de planda yer almıştır.

“Mahallî idareler” başlığına baktığımızda planda, yerel yönetimlerde ölçek ekonomilerinden faydalanılarak hizmetlerde etkinlik, koordinasyon ve kalitenin yükseltilmesi amacıyla, büyükşehir belediyesi sayısını 30’a çıkarmayı hedefliyoruz. Büyükşehir belediyelerinin genişleyen hizmet alanları ve farklılaşan görev ve sorumluluklarıyla uyumlu, her kademede hizmetin niteliğine göre farklılaşan ve mekânsal özellikleri dikkate alan düzenlemeleri ana hedeflerimiz içerisinde gösteriyoruz.

Mahallî idarelerin daha etkin, hızlı ve nitelikli hizmet sunabilen, katılımcı, şeffaf, çevreye duyarlı, dezavantajlı kesimlerin ihtiyaçlarını gözeten ve mali sürdürülebilirliği sağlamış bir yapıya kavuşturulması, özellikle hedeflerimiz arasında yer almaktadır.

Hazırlanan kalkınma planları, aynı zamanda dünya ekonomisindeki muhtemel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak hazırlanmış bulunmaktadır.

Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’mız, nitelikli insan, güçlü toplum, bunun için gelir dağılımını daha iyileştirerek refahın yaygınlaştırılmasını hedeflemekteyiz.

180 bin yeni derslik, 129 bin öğrencilik ilave yurt kapasitesi, 2003-2013 döneminde 94 yeni üniversite, toplam 170 üniversite; FATİH Projesi, on iki yıllık kademeli zorunlu eğitim sistemiyle daha güçlü bir gelecek, beşerî sermayesi güçlü bir ülke, dünyadaki rekabet ortamına ayak uyduracak bir ülke profili, özellikle 2023 yolunda hedeflediğimiz ana, temel göstergelerimizdir.

Sağlıkta “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” prensibiyle son derece tutarlı değişim ve dönüşümleri planlamaktayız. Adalette evrensel hukuk normları, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü doğrultusunda yargılama sürecinin hızlı, adil, etkin, güvenli ve isabetli bir şekilde işlemesi için gerekli tüm yasal düzenlemeleri hedeflemekteyiz. Adalette yaptığımız düzenlemeler son derece önem arz etmektedir. Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirilmiş, Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmuş, dördüncü yargı reformu paketiyle ifade ve basın özgürlüğü geliştirilmiştir. İnşallah, Onuncu Kalkınma Planı kapsamında yer alan hedefimiz, hep beraber yeni, sivil, katılımcı bir anayasanın hazırlanmasını ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bu hazırlanmış anayasayı hep beraber ülkemizin temel ihtiyacı doğrultusunda hazırlamayı hedeflemekteyiz.

Sosyal korumadaki hedefimiz, fırsatlara erişimin kolaylaştırılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi, yoksulluğun azaltılması ana hedeflerimiz içerisinde yer almaktadır.

Kültür ve sanatta ise kültürel zenginliğin ve çeşitliliğin korunup geliştirilerek gelecek nesillere aktarılması, kültür ve sanat faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, değerler etrafında toplumsal bütünlüğün güçlendirilmesi, kültürel ve sanatsal faaliyetlerde yerel, özel ve sivil kurumların rolünün artırılması, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ana hedefleri arasında yer almaktadır.

İstihdam ve çalışma hayatında, gençlerde işsizlik oranının yüzde 16,5’ten yüzde 13’e indirilmesi, kayıt dışı istihdamın yüzde 37’den yüzde 30’a indirilmesi Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı hedeflerinin ana göstergeleridir. Bilindiği üzere, Türkiye kriz sonrasında OECD ülkeleri arasında işsizliği en çok azaltan ülke, 2007-2012 döneminde yaklaşık 4,4 milyon ilave istihdam ve kayıt dışı istihdamda önemli oranda gerileme kaydetmiştir.

Değerli milletvekilleri, biz büyük bir vizyonu, büyük bir iddiayı ortaya koyduk ve bu doğrultuda temel politikalarımızı ilerletiyoruz. Yaptıklarımız ve Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ve 2023’e gidecek olan yoldaki bütün güçlülüğün bir ana özetini yapacak olursak, ülkemizdeki millî iradenin özellikle siyasal istikrarın oluşması noktasındaki belirlemiş olduğu temel gösterici yol olmuştur. Dolayısıyla, ülkemizde siyasal istikrarın olduğu ortamda işte yaptıklarımız ve işte hedef olarak ortaya koyduklarımız.

Değerli milletvekilleri, elbette ki planlar son derece önemli, elbette ki eksiklerimiz var, bunları biliyoruz. Gerek ekonomik, politik, sosyal ve siyasal anlamda gerekse ileri demokrasi anlamında, insan hak ve özgürlükleri noktasında daha yapacaklarımızı biliyoruz. Onun için 2023, onun için hedefler büyük, onun için bir bir bu adımları gerçekleştirme noktasında temel politikalarımızı ilerletiyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’mızın ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, bir kez daha sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, Anayasa’nın 166’ncı maddesi kalkınma girişimlerinin plana göre gerçekleştirilmesini öngörmüş, bu doğrultuda ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlama, bu amaçla gerekli teşkilatı kurma görevini devlete vermiştir. Hükûmetler istese de istemese bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek durumundadır. Bu bağlamda, AKP Hükûmeti de bu anayasal görevi yerine getirmektedir. Kuşkusuz, planlama, toplumların yaşamında, bireylerin yaşamında zamanın ve olanakların tanzim edilerek, düzenlenerek kullanılması ve yaşanması, başarıya ulaşmakta, hedefi yakalamakta büyük kolaylıklar sağlayacak bir temel etkendir. O nedenledir ki anayasal bir zorunluluk olan kalkınma planları ciddiye alınmalı ve gereken önem verilmelidir. Üç bölüm ve yaklaşık seksen başlıktan oluşan, ülkemizin geleceğiyle ilgili bu kadar önemli olan bir konunun böyle, zamana sıkıştırılmış bir dilim içerisinde ve sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş ve konuşulmuş olmasını doğru bulmuyorum.

Neticede, bu kalkınma planı Türkiye Büyük Millet Meclisinin ortak ürünü olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde var olan diğer komisyonlarda da kendi alanlarında konuşulması ve tartışılması gerekiyordu. Planın sunum konuşmasında Sayın Bakan ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Sayın Lütfi Elvan dediler ki: “3 bine yakın bürokrat ve teknokrat ve teknisyenle birlikte çalıştık ve iki yıllık bir süreç içerisinde bu metni ortaya çıkardık. Yetmedi, Türkiye çapında 81 ilde 7 bine yakın sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarıyla birlikte oturduk ve bu planı hazırladık.” Yani toplam 10 bine yakın insanın hazırlamış olduğu bir plan bu. 10 bin kişiyle oturup çalıştınız ama ne yazık ki Anayasa Komisyonunda bu plan görüşüldü mü? Hayır. Adalet Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Millî Eğitim Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. İçişleri Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Dışişleri Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Millî Eğitim Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Çevre ve Şehircilik Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Hiçbir  komisyonda görüşülmemiş, sadece Plan ve Bütçe Komisyonuna getirilmiş ve gece yarılarına kadar çalışılmış ve ondan sonra da buraya getirilmiş. Bu, doğru bir plan değildir. Konunun ihtisas komisyonlarının tamamında görüşülüp ve tartışıldıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmesi gerekirken ne yazık ki bu komisyonlarda görüşülmedi.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bildiğiniz gibi Türkiye planlı kalkınma sürecine “Plan mı pilav mı?” tartışmaları arasında 1963 yılında geçmiştir. O dönemde bir uzmanlık birimi olarak Hükûmete destek vermesi için kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı bu iktidar döneminde kapatılmış ve Kalkınma Bakanlığı adıyla bürokratik yapının bir parçası hâline getirilerek yok edilmiştir. Türkiye’de sağ ve muhafazakâr partiler ve iktidarlar iktisadi planlamayı pek sevmediler, sevemediler ve istemediler. Planlı kalkınmayı “Bize plan değil pilav lazım.” diyerek sürekli hafife aldılar, DPT’yi de pek önemsemediler. DPT gibi bir ihtisas kurumunu yok etmek de tek adam otoritesiyle yönetilen bu Hükûmete nasip olmuştur.

DPT’nin faaliyet gösterdiği dönemde Türkiye Dokuzuncu Planı hazırlandı. Bugün görüşmeye başladığımız Onuncu Kalkınma Planı ise uzman bir kurumun değil bürokratik yapının hazırladığı bir plan olarak karşımızda duruyor. Tek adamın yönetimlerinde, özellikle iktisadi planlamanın yönetim sürecinde fazla bir işinin olmadığını biliyoruz. Son günlerde yaşadıklarımızın da çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi AKP Hükûmetinin planla, programla pek işi yok. DPT’nin bu Hükûmet tarafından yok edilmesi de bu nedenle şaşırtıcı değildir çünkü otoriter yönetimler planı, programı asla sevmezler ve istemezler. O, ihtisasa, uzmanlığa pek önem vermez, aklına geldiği gibi davranmak ister. AKP Hükûmetinin planla, programla işi olmaz dedim çünkü Hükûmetin bütün kararları tek bir otorite tarafından alınıyor. Planların, programların, yasaların, hatta Anayasa’nın, o bir kişinin sabah kafasında esen fikirler karşısında pek bir hükmü kalmıyor. Bu belgelerde ne yazarsa yazsın, bu kitapta ne yazarsa yazsın, ne öngörülürse öngörülsün o tek otorite kişi “Hayır, öyle değil böyle yapılacak.” demişse iş bitmiştir. Buna en güzel örnek Gezi Parkı’nın kışla yapılmak istenmesidir. Hiçbir ihtiyaç yokken, hiçbir kamu yararı bulunmazken, sadece Sayın Başbakanın kafasına estiği için Taksim’in göbeğindeki tek yeşil alan olan bir park, AVM, otel, rezidans, kongre merkezi, olmazsa şehir müzesi, o da olmazsa boş bir binaya dönüştürülmek isteniyor. Bir planlama yapsak o bölgenin en büyük ihtiyacının yeşil alan olduğunu görürüz. Plana inanmayan bir zihniyet, yeşil alanları beton yığınlarına dönüştürmekte ısrar ve inat ediyor. Bu tek adam sadece yeşil alanları betonlaştırmakla kalmıyor, “bunlar var ya bunlar” diye parmağını sallayarak halkımızı ayırdığı kutupların birbirlerine karşı beton gibi sertleşmesine de yol açıyor.

AKP iktidarı döneminde yapılan ilk plan Dokuzuncu Kalkınma Planı’ydı. 2007-2013 yıllarındaki yıllık programların bu planın hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik olarak hazırlanması gerekirdi. Çünkü plan Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir kararı, yıllık program ise bir Bakanlar Kurulu kararıydı. Dokuzuncu Plan’da Türkiye ekonomisinin, 2007-2013 yıllarını kapsayan yedi yıllık plan döneminde yıllık ortalama yüzde 7 oranında büyümesi hedeflenmişti ancak her ne hikmetse bu plan döneminde hazırlanan hiçbir yıllık programın millî gelir büyüme hedefi, kalkınma planındaki yüzde 7 hedefinin gerçekleştirilmesine yönelik değildi.

Değerli arkadaşlar, IMF’ye olan borçların bitirildiğini söylediniz. Doğrudur, son taksit de ödendi. Halkımızın vermiş olduğu vergilerle kapatılmış olan bu IMF borcundan sonra şimdi size birkaç rakam vermek istiyorum: Sizden önce, 2002’den önce, Türkiye’de çok partili yaşamın başından 2002’ye geçen elli altı yılda iş başına gelen hükûmetler 95 milyar dolar iç borç, 130 milyar dolar dış borç, 8 milyar dolarlık özelleştirme, 542 milyar dolar vergi geliri olmak üzere toplam 775 milyar dolar para kullandı. Sizin döneminizde ise, 2003-2012 yılları arasında, 135 milyar dolar iç borç, 207 milyar dolar dış borç, 38 milyar dolarlık özelleştirme, 1,1 trilyon vergi geliri olmak üzere toplam 1,5 trilyon lira para kullandınız. AKP, sadece on yılda kendisinden önceki 42 hükûmetin 2 katı kadar da kaynak kullandı. Ama 2 kat kaynak kullanmanıza rağmen bugün 44 milyon kişi iki günde bir, bir kap et yemeği yiyemiyor; 26 milyon kişi kendine yeni bir elbise alamıyor, eskilerle idare ediyor; 58 milyon kişi evinde eskiyen masa, sandalyesini değiştiremiyor; 61 milyon kişi konut masraflarının altında eziliyor; 42 milyon kişi borçlarını ödemekte zorlanıyor; 63 milyon kişi evinden uzakta bir hafta tatil yapamıyor; 49 milyon kişi ucu ucuna geçiniyor ve beklenmedik bir harcama çıkarsa karşılayamıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de en önemli sorun  işsizlik ve yoksulluk sorunudur. Bana göre, Türkiye’deki işsizlik sorunu yüzde 20’ler dolayındadır. TÜİK’in son verilerine göre işsizlik rakamı 10,1 civarındadır ancak iş bulma umudunu kaybetmiş ve diğer nedenle iş aramayanlarla birlikte yüzde 16,8’e ulaşmakta, eksik ve yetersiz istihdam edilenlerle birlikte ise yüzde 20,2’ye ulaşmaktadır. Çalışma yaşındaki yurttaşlarımızdan her 4 kişiden 1’i işsizdir. İşsizlik, gençlerin arasında ve okumuş nüfus grupları arasında çok daha yaygındır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de esneklik ve güvencenin bir arada olma olasılığı yoktur. Kayıt dışı, esnek çalışmanın bir türüdür ve zaten Türkiye’de kayıt dışılık nedeniyle çok esnek bir çalışma türü de vardır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu planın başında, başlangıcında Türkiye’nin bir diğer önemli sorunu da dar ve sabit gelirli halkımızın vergi adaletsizliği altında inim inim inlemekte oluşudur. Zenginden vergi alamayan AKP, KDV ve ÖTV’ye bindirerek yoksulu ve garibanı daha da ezmektedir. 11 milyon emekli, ülkemizde, ne yazık ki BAĞ-KUR’lusu da SSK’lısı da emeklisi de insanca bir hayat sürdürecek emekli maaşlarını alamamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (Devamla) – Ama, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda emeklilerle ilgili paragraflar bulmakta zorlanıyorum. Diliyorum ve istiyorum ki büyük emekler verilerek hazırlanmış olan bu planın yine, uygulanmasında Parlamentonun ve Bakanlar Kurulu karar ve söz sahibi olmasıdır. Ama, biz biliyoruz ki yine o tek kişi kararı verecek ve sizler de ona uymak zorunda kalacaksınız diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Böylece, planın üçüncü bölümü ve tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, planın Hükûmete geri verilmesine dair gerekçeli önergelerin işlemlerini yapacağız. Başkanlığa verilmiş bulunan 24 adet geri verme önergesi sırasına göre numaralandırılmış ve bir takımı Hükûmete verilmiştir. Hükûmetin bu önergelerden bazılarına katıldığı, Başkanlığa gönderdiği tezkereden anlaşılmıştır.

Şimdi, bu tezkereyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Onuncu Kalkınma Planı ile ilgili olarak verilmiş bulunan 24 adet değişiklik önergesinden yalnızca 9 numaralı önergeye katıldığımızı, diğer önergelerin ise planın bütünlüğünü bozacağı gerekçesiyle katılamadığımızı bilgilerinize gereği için arz ederim.

                                                                  Cevdet Yılmaz

                                                                  Kalkınma Bakanı

 

BAŞKAN – Şimdi, Hükûmetin katıldığı önergeleri okutup oylarınıza sunacağım; sonra da Hükûmetin katılmadığı önergeleri sırasıyla okutacağım ve istendiği takdirde, her önerge üzerinde, Hükûmete, Komisyona ve önerge sahibine beşer dakikayı geçmemek üzere söz vereceğim, daha sonra da önergeyi oya sunacağım.

Hükûmetin katılmadığı önergelerden Genel Kurulca kabul edilen olursa, bu önergeler üzerinde en sonra yeniden görüşme açılacaktır. Bu görüşme sırasında da bunlardan her biri hakkında sadece Komisyon, Hükûmet ve geri verme önergesindeki birinci imza sahibi veya göstereceği bir diğer imza sahibi konuşabilecektir. Bu görüşme sonunda, geri verme gerekçeleri ayrı ayrı oylanacak ve kabul edilen geri verme gerekçeleri plan ile birlikte Hükûmete geri verilecektir. Hükûmet, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen geri verme gerekçelerini de dikkate alarak, planda uygun gördüğü değişiklikleri yapacak ve bu hususları bir raporla Genel Kurula sunacaktır. Bu rapor üzerinde, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre Genel Kurulda müzakere açılacaktır.

Önerge işlemleri bittikten sonra planın tümü, varsa yapılan değişikliklerle birlikte, açık oylamaya sunulacaktır.

Şimdi, önce Hükûmetin katıldığı önergeleri okutmaya başlıyorum.

Birinci sırada 9 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma Planında yer alan 190. paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

Değişiklik metni: Koruyucu ve önleyici hukuk yaklaşımı yaygınlaştırılacaktır. Hukuk uyuşmazlıklarında basitleştirilmiş bir yargılama usulü uygulanacaktır. Aynı uyuşmazlık konusunda doğacak kolektif menfaatlerin korunmasına hizmet edecek grup davaları sistemi getirilecektir.

          Ali Rıza Öztürk                         Musa Çam                     Birgül Ayman Güler

                 Mersin                                    İzmir                                      İzmir

             Levent Gök                         Mahmut Tanal

                Ankara                                 İstanbul

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi Hükûmet bu önergeye katılmıştı.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, Hükûmetin katılmadığı önergelerin işlemini yapacağız.

Önergeleri sırasıyla okutup görüşme açacağım ve sonra oylarınıza sunacağım.

Birinci sırada 1 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10'uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı'nın 2. sayfasının 5'inci paragrafının plan metninden çıkarılarak aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

"5. Dünyadaki hakim eğilimler, politik ekonominin sermaye lehine dizayn ettiği dünya sistemi, özel sektör odaklı bir ekonomiyi hakim kılmış, kamuyu ise toplumsal taleplerin bastırılması ve yerellerde sermaye lehine pazar örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması noktasında bir araç olarak dizayn etmektedir. Gelinen noktada serbest piyasa ekonomisinin genel kitleler üzerindeki tahripkâr etkisi ve yerel hükümetler eliyle yarattığı hak gasplarının vardığı boyut açıktır. Bu çerçevede kamunun bu politikalara karşı toplumsal sömürüyü engelleyici bir tavır ve politika tercihince bulunmasının, toplumsal hak ve adalet boyutundaki önemi açıktır."

           İdris Baluken                       Pervin Buldan                         Adil Zozani

                 Bingöl                                    Iğdır                                    Hakkâri

           Hasip Kaplan                      Ertuğrul Kürkcü

                 Şırnak                                   Mersin

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sermayenin yerel hükûmetler eliyle pazar inşa etme çabaları ve yerelleri sadece bir sermaye karakolu niteliğine indirgeme girişimleri çağımızın en büyük kapitalist saldırı araçlarından biri hâline gelmiştir. Kamunun sermaye değil, toplum ve emek odaklı bir tavır içinde olması önemlidir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10'uncu 5 Yıllık kalkınma Planı'nın 5'inci sayfasının 17'inci paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"17. Giderek derinleşen küreselleşme dünya toplumlarının her alanına çok boyutlu olarak nüfuz ettiği gibi, toplumlar üzerinde ki orta ve uzun vadeli etkisinin olumsuzlukları da bugün daha net ortaya çıkmıştır. Bunların başında küreselleşen ve her geçen gün mobilizasyonunu arttıran sermayenin yanında, yoksullaşan ve yerele hapsedilen büyük emekçi kitleler gerçeği gelmektedir. Bu süreç aynı zamanda, dünya sisteminin merkez-çevre örgütlenme modeli içerisinde Türkiye gibi çevre ülkelerde ciddi riskler ortaya çıkarmaktadır. Türkiye kendi büyüme ve toplumsal refah politikalarını belirlerken, uzun vadede derinleşerek devam edecek sermayenin küreselleşmesinin risklerini bertaraf edecek bir perspektifle hareket edecektir."

           İdris Baluken                       Pervin Buldan                         Adil Zozani

                 Bingöl                                    Iğdır                                    Hakkâri

           Hasip Kaplan                      Ertuğrul Kürkcü

                 Şırnak                                   Mersin

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:                                                                  

Dünya ekonomik sistemi küreselleşmenin ana motoru olarak daha da işlevselleşirken, yerel hükümetlerin en önemli sorumlulukları, bu sermaye ağının çıkarlarına göre yerelleri dizayn etmek değil, halkın çıkarlarını göz önünde bulunduran bir siyaset üretmektir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma Planının 17. paragrafının sonuna aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz ederiz.

Ferit Mevlüt Aslanoğlu    Rahmi Aşkın Türeli         Haluk Ahmet Gümüş

             İstanbul                       İzmir                              Balıkesir

      Bülent Kuşoğlu               Musa Çam                    Aydın Ağan Ayaydın

             Ankara                        İzmir                                İstanbul

Bu plana konu olan 5 yıllık süreçte, Güney-Doğu Asya ve diğer gelişmekte olan bazı ülkeler tarafından (BRICS ülkeler grubu) dünyanın beklenen büyüme hızının önemli bir bölümünün gerçekleştirileceği beklenmektedir. Özellikle, Güney-Doğu Asya’da ortaya çıkan kalkınma hızı, gelişmiş ülkelerin rekabet edebilme ve sürdürebilirlik yeteneklerini yakından ilgilendirecek bir konudur. Bu nedenle, Dünya’da belli ülkelerde görülen olağanüstü büyüme rakamlarının dengelenebilmesi için Batı’nın, uluslararası bölgeselleşme eğilimlerini destekleyeceği beklenmektedir. Bu anlamda Türkiye için yeni bölgeselleşme fırsatları çıkmakta ve bu fırsatların Türkiye'nin siyasi ve ekonomik olarak, istikrarlı bölge komşuları ile değerlendirilmesi uygun olabilecektir.

BAŞKAN – Hükûmetin katılmadığı önerge hakkında söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada konuşmacıların kalkınma için uluslararası iş birliğinden konuşması gerekirdi biraz önce ancak bu konu zayıf kalmıştır. Küresel şartlar nedir ve orta ve uzun vadeli süreçte küresel şartlar nereye doğru evrilecektir? Bu sorular ülkemizin planlarında ciddi şekilde yer almalıdır. Bu kürsüden biraz önce de ifade ettiğim gibi, soğuk savaş sonrası oluşan tek kutuplu dünya sistemi son altı yıldan bu yana hızla terk edilmektedir. Ancak bu terk ediş eski çift kutuplu dünya sisteminden farklı olarak giderek iç içe geçmiş çok kutuplu bir dünya sistemine doğru evrilmektedir. Bunu daha açık bir şekilde ifade edebiliriz: Geleceğin dünyasında kutuplar arası ve bölgesel ilişkiler nasıl olacaktır? Geleceğin uluslararası bölgesel entegrasyonları kendi içinde homojen ekonomiler ve homojen yapılar oluştururken bu homojenlik zamanla bölgeler arası ve dünya çapında uyumlulaşmaya yönelebilecektir. Aynı zamanda bölgesel ekonomiler diğer ekonomilerle yapılacak anlaşmalar ile âdeta birbirini kesen -teğet geçen değil- daireler gibi iç içe geçme görüntüleri oluşturabileceklerdir. Bu manzara bölgeselleşirken dengelenip küreselleşen dünyanın yeni bir görünümü olabilecektir. Onuncu Kalkınma Planı’nda da bu çok kutuplu sürecin adı gecikmeli ve eksik de olsa Hükûmetin hazırladığı bir metinde de konmuş oldu; içeriği de hızla doldurulmalı ve zenginleştirilmelidir.

Bizim uzunca bir süredir ifade ettiğimiz bu sürecin ülkemizde ciddi etkileri söz konusudur ve gelecekte de olacaktır. Batı’nın ekonomik hâkimiyetine alternatif olarak Güneydoğu Asya merkezli yükselen ekonomik gücün doğurduğu jeopolitik gerilimler, görülen odur ki ancak yeni uluslararası bölgesel entegrasyonlarla dengelenebilecektir, tabii ki savaş seçeneğine de yeni bir çözüm olacaktır. Bu kavramın adı uluslararası bölgeselleşmedir. Yeni uluslararası bölgesel entegrasyonlar, yeni ölçek ekonomilerini doğuracak ve ekonomik modeller gündeme gelecektir. Dünya ölçek ekonomileri dönemine girmektedir, giremeyenler geride kalıyorlar. Süreç, ülkemiz açısından son derece kritik karar noktalarında olduğumuz anlamına gelse de bugünün iktidarı büyük ölçüde bu durumun farkında değildir olarak anlaşılmaktadır. Genel olarak, Orta Doğu ve özellikle Suriye politikasında takınılan tavır ve tutumlardan ve şimdi de bu planda uluslararası alana eksik yaklaşımdan Hükûmetin dünya jeopolitiği ve küresel dengeleri algılayamadığını ya da çok az farkında olduğunu görüyoruz. Kısaca, Onuncu Plan’da dünyanın çok kutuplu süreci tanımı konulmasına rağmen bunun nasıl bir bölgesel entegrasyona dönüşebileceğine ilişkin bir öngörü yoktur. Dünya uluslararası bölgeselleşme hareketlerini geleceğin yeni dünya dengelerini kurarken, en önemli stratejik gelişmelerin içine sokmayı düşünürken konu Hükûmetin planında çok çok zayıf kalmıştır. Dokuzuncu Plan’da Uzak Doğu’daki gelişmelerin dünyaya etkileri ele alınırken Onuncu Plan’da Uzak Doğu’ya verilen yer Orta Doğu ve İslam ülkelerine bırakılmıştır. Eğer ülkemiz gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel uluslararası bölgesel entegrasyona ilişkin hazırlık sürecinde pasif kalırsa bu büyük bir kayıp olacaktır. Pasif kalmamak için atılan adımlarda da jeopolitik stratejiler ile hareket edilmesi ülkemizin çıkarları gereğidir. Bu jeopolitik stratejileri bugünkü Hükûmetin ve Dışişleri Bakanlığının çözemediği açıktır. Ülkemiz, ne yazık ki yakınlaşması gereken politik istikrarı yüksek ve ekonomik üretim ve kaynak potansiyeli yüksek alanlardan uzak tutulurken, istikrarsızlığın ve üretimsizliğin kol gezdiği alanlara yakınlaştırılmıştır. Bu alanlar ülkemizin güneyindedir arkadaşlar.

Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10'uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı'nın 7'inci sayfasının 27'inci paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"27. Türkiye' de son on yılda mali piyasaların düzenlenmesi, denetlenmesi, gözetim ve alt yapısının oluşturulması çalışmalarındaki uygulamalar, ülkenin uluslararası sermayeye sonuna kadar açılması, yüksek borçlanma, sürdürülebilir ve istihdam üretici olmayan bir ekonomik büyüme tablosunu ortaya çıkarmıştır. Bu politikalar finansal piyasaları büyük karlar kazandırırken, sosyal ve ekonomik göstergeler toplumun aleyhine işlemiş ve demokrasinin eksikliği daha da belirginleşmiştir. Sermayeyi ülkeye çekme yönlü çabalar bu sorunu daha da derinleştirmektedir. Türkiye'nin ekonomik gelişme ve sosyal adalet noktasında ilerleme sağlayabilmesi için piyasa endeksli, sermaye odaklı ekonomik faaliyetlerine sınırlılık getirerek reel üretimi destekleyici bir politika tercihi yapması kaçınılmaz hale gelmiştir.”

           İdris Baluken                       Pervin Buldan                         Adil Zozani

                 Bingöl                                    Iğdır                                    Hakkâri

           Hasip Kaplan                      Ertuğrul Kürkcü

                 Şırnak                                   Mersin

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sermaye odaklı politikalar Türkiye'de sosyal ve ekonomik adaletsizliği derinleştirmiştir. Sermaye akımlarını baz alan bir çabadan ziyade, üretim ve bölüşüm ilişkilerini demokratikleştiren bir siyaset hedefi güdülmelidir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 00.07

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 00.15

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı'nın 142 nolu paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 144 nolu paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Şandır                        Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya

         Mustafa Kalaycı                      Erkan Akçay

                 Konya                                  Manisa

 

142. Türk milletine mensubiyetin gurur ve şuuruna sahip, manevî ve kültürel değerlerimizi özümsemiş, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş, yeni gelişmelere açık, sorumluluk duygusu ve toplumsal duyarlılığı yüksek, bilim ve teknoloji üretimine yatkın, girişimci, demokrat, kültürlü ve inançlı nesillerin yetiştirilmesi eğitim politikamızın temel amacıdır. Eğitim ve öğretimde imkân ve fırsat eşitliği sağlanacak, toplumun bütün fertlerinin ilgi, eğilim ve yetenekleri doğrultusunda eğitilmesi esas olacaktır. 2023 Lider Ülke hedefine ulaşabilmek için, işgücü talebine duyarlılığı olan, gerekli donanım ve beceri esnekliğine sahip insan gücü yetiştirilecektir.

145. Eğitimin her kademesinde eğitim dili Türkçe olup, Türkçe'nin dışında başka bir dilde ana dilde eğitim yapılamaz. Türkçenin doğru ve güzel kullanımını teminen ana sınıfı ve ilköğretim kademesinde Türkçe'nin iyi öğretilmesine önem verilecektir.

146. Eğitim sistemi; bilgi toplumunun gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatılmış, uluslararası rekabet yeteneğine sahip teknoloji kültürü gelişmiş insan gücünün yetiştirilmesini sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılacaktır. Bu çerçevede; eğitim mekânları, eğitim teknolojileri ve insan gücü imkânları nitelik ve nicelik açısından bilgi toplumunun gerektirdiği standartlara yükseltilecektir.

147. Eğitimin her kademesinde müfredatın milli ve çağın gereklerine uygun bir şekilde planlanması ve uygulanması esas olacaktır.

148. Milli birlik ve bütünlüğün sağlanması, vatandaş ile devlet arasındaki yakınlaşma ve çeşitli ön yargıların giderilmesinde önemli katkılar sağladığını düşündüğümüz din eğitiminin okullarda devlet eliyle verilmesi sağlanacaktır.

149. Okul öncesi eğitimin 6 yaş grubu dahil edilmek suretiyle zorunlu temel eğitimin süresi 9 yıla çıkartılacak ve iki kademeli olarak yapılandırılacaktır. Bu çerçevede, milli bütünlük bilincinin geliştirilmesi, ahlaki ve manevi değerlerin güçlendirilmesi ve sosyalleşmenin sağlanması için okul öncesi eğitim yaygınlaştırılacak ve bu yaş grubundaki nüfusun daha erken yaşta örgün eğitim programı kapsamına alınması sağlanacaktır Fiziki mekan, insan gücü ve program imkanları geliştirilerek 4-5 yaş gurubunu kapsayan okul öncesi eğitim yaygınlaştırılacaktır.

150. İlköğretimde bilgisayar destekli "rehberlik" yoluyla öğrenciyi tanıma teknikleri geliştirilecek ve yetenek ağırlıklı değerlendirme yöntemleriyle etkin bir yönlendirme yapılacak, altıncı ve yedinci sınıftan itibaren de kabiliyetlerin ortaya çıkarılmasına ve mesleğe yönlendirmeye yardımcı olması amacıyla seçmeli derslere ağırlık verilecektir. Üstün zekâlı ve üstün yetenekli öğrencilerin özel eğitim imkânlarına kavuşturulması sağlanacaktır. Yüksek başarı gösteren ortaöğretim öğrencilerinin ilgi, istek ve yeteneklerine göre sınavsız ve devlet bursu ile üniversite öğrenimine devam etmeleri sağlanacaktır.

151. Özel eğitime ihtiyaç duyan bireylerin tanımlanması, sınıflandırılması, özel eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması ve denetlenmesi ile eğitim program ve denetlenmesi ile eğitim programlarının günün ihtiyaçlarına göre yeniden değerlendirilmesi sağlanacaktır. Özel eğitim hizmetleri okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve yetişkinleri kapsayacak şekilde yaygınlaştırılacaktır. Özel eğitim öğretmeni ve yardımcı personeli yetiştirilmesine önem verilecektir.

152. Ekonominin ihtiyacı olan ara insan gücünün yetiştirilmesi amacıyla örgün ve yaygın meslekî-teknik eğitime ve beceri kazandırıcı eğitime ağırlık verilecek, eğitim programları meslek standartlarına dayalı olarak yeniden düzenlenecektir. İstihdam edilebilirliği artıran mesleki eğitimin orta öğretim içindeki payı yükseltilecektir. Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumları ile meslek yüksek okulları arasında program bütünlüğü sağlanacaktır. İş hayatı ile meslekî ve teknik eğitim arasında ilişki, iletişim ve etkileşim geliştirilecektir.

153. Orta öğretim; program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, çağdaş rehberlik ve yönlendirme hizmetiyle üniversite sistemine etkin geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulacaktır.

154. Üniversitelerin; ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren, araştırma yaparak bilim ve teknoloji üreten, toplumsal gelişmeye önderlik eden, bilimsel yöntemlerle meselelere çözüm üreten, dünya üniversiteleriyle yarışan eğitim kurumları hâline getirilmesi esas olacaktır. Üniversitelerin bulundukları yörelerin potansiyellerine de uygun şekilde uzmanlaşmaları sağlanacaktır. Etkin bir kalite değerlendirme ve denetimi sistemi oluşturularak özel üniversite kurulması teşvik edilecektir.

155. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK); düzenleme, yönlendirme, koordinasyon, planlama ve denetimden sorumlu bir yapıya dönüştürülerek yeniden yapılandırılacak; üniversiteler idari ve mali açıdan özerk ve hesap verebilir hale getirilecektir. Üniversitelerde rektör seçimleri demokratik esaslara bağlanacak ve iki kademeli olarak uygulanacak seçim süreci sonucunda ikinci kademe oylamaya katılan en yüksek oyu alan iki adaydan yüzde 50’nin üzerinde oy alan aday Cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır.

156. Üniversite giriş sınavı kaldırılacak, bunun yerine ilköğretim ve ortaöğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak uygulanacak müfredat ile ortaöğretim başarısını ve ortaöğretim sonunda yapılacak “Olgunlaşma sınavını” esas alan ve fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya konulacaktır.

157. Çağın bilgileriyle donanımlı öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirilecek, bu meslekler çalışma şartları ile özlük ve sosyal hakları itibariyle cazip hale getirilecektir. Yüksek lisans çalışması veya öğretim üyeliği amacıyla yurt dışında bulunan akademik insan gücü için üniversitelerimizi cazip hale getirmek amacıyla gerekli araştırma altyapısı ve istihdam imkanları oluşturulacaktır. Öğretmenlerin ve üniversite öğretim üyelerinin özlük hakları ve istihdam şartları çağdaş standartlar düzeyine çıkarılacaktır.

158. Şehit ve gazi çocuklarının her kademedeki eğitim harcamalarının devlet tarafından karşılanması ve yükseköğretime girişlerinde kendilerine kontenjan ayrılması temin edilecektir.

159. Yurt dışındaki Türk çocuklarının millî kimliklerini korumaları ve geliştirmeleri için sağlanan eğitim imkânları artırılacaktır.

BAŞKAN – Evet, Hükûmetin katılmadığı önerge hakkında söz isteyen Zühal Topcu, Ankara Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ZÜHAL TOPCU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’nın eğitim politikalarına ilişkin paragraflarıyla ilgili vermiş olduğumuz önerge hakkında söz almış bulunuyorum.

Eğitim, kalkınmanın en önemli göstergelerindendir, kalkınmanın itici gücüdür ama eğitime yönelik icraatların bu yukarıda bahsettiğimiz ifadelerle çok fazla örtüşmediğini de bu arada özellikle belirtmek isteriz.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde 7 yaşında olan ve okula yeni başlayan bir çocuk bugün 18 yaşında. Bu gençleri ifade eden en önemli özellikler ise AKP iktidarı döneminde eğitime başlamış ve şu anda hâlen eğitimlerine devam ediyor olmalarıdır. AKP iktidarı döneminde eğitim için hazırlanan plan ve programlar bu çocukların geleceğinin şekillenmesinde belirleyici olmuş ve olacaklardır da. Bu belirleyicilerden oluşan Onuncu Kalkınma Planı’nı değerlendirdiğimizde ayakları yere basmayan başlıkları da görebilmemiz mümkündür.

Öğretmenlerle ilgili olarak bugüne kadarki uygulamalarınız, “deneyimli öğretmenlerin dezavantajlı bölge ve okullarda çalışmaları özendirilecektir.” ifadenizin tam tersini göstermektedir. Öğretmenlik mesleğini halkın gözünde bu iktidar itibarsız hâle getirmiştir, öyle bir hâle getirmiştir ki atanamayan yüz binlerce öğretmen adayı mağdur olup sokaklara dökülmüştür. Mevcut sistemde çalışan öğretmenler ise bırakın özendirilmeyi, sürekli tehditlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileri öğretmenlerin tayinlerini bile doğru düzgün becerememiş, eline yüzüne bulaştırmıştır.

Yine, plana göre -ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sistemi-öğrencilerin, ilgi ve yeteneklerini dikkate alan bir sisteme kavuşturulacağından bahsedilmektedir. Artık bunlara inanan kalmamıştır çünkü on bir yıllık iktidar süresince bunların tam tersi uygulamalarla karşılaşılmıştır. Millî Eğitim Bakanı Avcı’nın ortaöğretime geçiş sistemiyle ilgili açıklamaları, bu işte hazırlıksız ve deneyimsiz bir ekip olduğunu da göstermiştir. Sayın Bakan bir gün basının önüne çıkıyor, “SBS’yi kaldırdık.” diyor, sonra “Okul puanları etkileyecek.” diyor, sonra “Yanlış anlaşıldı…” gibi savunmalarla sürekli olarak günü kurtarmaya çalışmaktadır.

Yine, Onuncu Kalkınma Planı’nda okul türlerinin azaltılıp programlar arasında esnek geçişlerin sağlanacağından bahsedilmektedir. Düz liselerin tabelaları sökülüp hepsi Anadolu liselerine dönüştürüldü. Millî eğitimde böylece de bütün sorunlar halledilmiş oldu. Sınava giren 1 milyon 800 bin öğrencinin 1 milyon 300 bininin fenden 4 doğru sorusu bile olmadığının, artık bize çok fazla şeyler anlattığının farkına varmalıyız.

Özellikle iktidara gelmeden önce mağduru olduğunuz, her platformda da değiştirileceğini vaad ettiğiniz YÖK şu anda artık sizin sopanız durumundadır. On bir yılda kendi aranızda bile uzlaşamadığınız YÖK yasası hâlâ kamuoyuyla da paylaşılmamıştır. Döneminizde akademisyenlerin özlük hakları yerle bir edilmiştir. Onuncu Kalkınma Planı’nda “Yükseköğretim kurumları hesap verilebilirlik temelinde, özerklik, performans odaklılık ve ihtisaslaşma ve çeşitlilik ilkeleri çerçevesinde kalite odaklı, rekabetçi bir yapıya dönüştürülecektir.” denilmektedir. Eğitimde kalitenin sınıf sayısı, okul sayısı ve bilgisayar sayısına indirgendiği ve zihniyet dönüşümünün gerçekleştirilemediği günümüzde, hesap verebilmeden, performans odaklılık ve ihtisaslaşmadan bahsetmemiz pek mümkün olmayacaktır. Özellikle son beş yılda toplam işsizler içerisindeki üniversite mezunlarının yüzdelerindeki artış ise kaygı verici hâle gelmiştir.

Beş dakikaya tabii ki birçok sorunu sığdırabilmemiz de mümkün gözükmemektedir.

Özellikle 4+4 eğitim sisteminin bugün basında yer alan raporları gerçekten millî eğitimin çok vahim bir durumda olduğunu göstermiştir ve artık bu sistemin iflas ettiğini de rakamlar bize vermektedir.

Biz MHP olarak, Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle eğitimde ayakları yere basan, tutarlı, gerçekleşebilir ve geleceği kucaklayan eğitim politikalarının artık acilen geliştirilmesi ve uygulanmasını öneriyoruz.

Teşekkür ediyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

6 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Onuncu Kalkınma Planı’nın 157 nolu  paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Şandır                        Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya

            Erkan Akçay                            Alim Işık

                Manisa                                 Kütahya

157. Örgün ve yaygın eğitim kurumlarında bilgi ve iletişim teknolojisi altyapısı geliştirilecek, öğrenci ve öğretmenlerin bu teknolojileri kullanma yetkinlikleri artırılacaktır. Teknolojinin eğitime entegrasyonu konusunda nitel ve nicel göstergeler geliştirilerek etki değerlendirmesi yapılacaktır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…

BAŞKAN –  Gerekçeyi okutuyorum.

Gerekçe:

FATİH Projesi çok maliyetli ve çok değişik etkileri olan bir projedir. 16 milyon tablet bilgisayarının ekonomik maliyetinin ne olacağı, projede vurgulandığı gibi Türkiye'de üretiminin mümkün olup olmayacağı ve milyonlarca tabletin kullanımında gizli bir maliyet ve içinden çıkılamayacak problemler oluşturacak bakım-onarım gider ve sorunlarının nasıl aşılacağı incelenmeden bu proje aceleyle uygulamaya konulmuştur. Ayrıca, öğrencilere ücretsiz dağıtılması öngörülen ve bir tanesinin fiyatının yaklaşık 1.600 TL olan tablet bilgisayarının neden fiyatı 300 TL ye kadar düşmüş olan dizüstü bilgisayar yerine neden tercih edildiği de anlaşılamamıştır.

Dünya Sağlık örgütü ve Uluslararası Elektromanyetik Güvenlik Komisyonu gibi birimlerce yapılan uyarılarda, özellikle çocukların İnternet ve cep telefonunun kullanımlarının kısıtlanması gerektiği vurgulanırken ve dünyanın birçok ülkesinde okullarda 3G veya Wi-fi cihazlarının kullanımı engellenirken, Türkiye'de 15 milyon öğrenciye Fatih projesinde nasıl bir altyapı sağlanacağı sadece teknik açıdan değil, öncelikle sağlık ve güvenlik açısından ne getireceği de Bakanlık tarafından dikkate alınmamıştır.

BAŞKAN –  Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler.. Önerge kabul edilmemiştir.

7 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı’nın 173 nolu  paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 174 nolu paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Şandır                        Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya

         Mustafa Kalaycı                      Erkan Akçay

                 Konya                                  Manisa

173. Yaşam kalitesini ve yaşama sevincini geliştiren, insan ömrünü uzatan, vatandaşın ve hizmet sunanların memnuniyetini esas alan hayatı anlamlı ve değerli kılan bir sağlık sistemi tesis edilecektir.

175. Koruyucu sağlık hizmetleri ve temel sağlık hizmetleri, eşitlik ve hakkaniyet prensiplerine uygun olarak; kolay ulaşılabilir, kullanılabilir ve hasta haklarına saygılı bir şekilde devlet tarafından ücretsiz olarak sunulacaktır. Birinci basamak sağlık hizmet birimleri güçlendirilecek ve vatandaşların doğrudan başvuracağı "Aile Hekimliği" uygulaması yaygınlaştırılacaktır.

176. Hastanelerin teknolojik altyapısı ve insan gücü imkânların iyileştirilecek, yönetim kapasitesi geliştirilecektir. Hastanelerin hasta yatağı, donanım ve insan gücü kapasitesinden daha iyi yararlanılabilmesi için "tam gün-tam kapasite" çalışması sağlanacaktır.

177. Özel sağlık kurumları teşvik edilecek, sağlık turizminin geliştirilmesi için sağlık serbest bölgeleri oluşturulacaktır.

178. Sağlık sigortasının bütün nüfusa yaygınlaştırılması sağlanacak, tüm vatandaşlar hastane ve hekim seçme hakkına sahip olacaktır.

179. İlaç, aşı, serum ve tıbbi araç-gereçlerin Türkiye'de üretimi ile bu konuda yapılacak Ar-Ge faaliyetleri teşvik edilecektir.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Ali Öz, Mersin Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınma programının bu bölümünde sağlık üzerinde yapılacak olanlar hesaba katılmış ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin on yıllık iktidarı döneminde özellikle kalkınma projesi olarak sunulanın yaptıklarıyla ne kadar büyük bir tezat olduğunu burada net bir şekilde görebiliyoruz.

Özellikle aile hekimliği uygulaması başladıktan sonra sevk zincirine şiddetle karşı çıkıp, yine, on yıllık süre içerisinde sevk zincirinin ikinci ve üçüncü basamakta geri getirileceğine dair bir ibarenin bulunması daha önceki yapılanların yanlışlığını, çelişkisini net bir şekilde ortaya koymakta. Bunun dışında, sağlıkta, her zaman ifade ettiğimiz gibi, asıl olan şeyin temelinde bu işi gerçekten yapan, toplum sağlığıyla, toplumun sağlıklı bir şekilde hayatının idamesi noktasında hekimlerin nasıl yetiştirilmesi gerektiği gerçeğini hiçbir zaman göz ardı etmemek lazım. Yani bu sağlıktaki projelerde temeline bu işin hizmetini veren hekimi odak noktaya koymaz iseniz, o zaman sağlıkta yapılacak olan hizmetin kalitesini yükseltmek, niteliğini artırmak, sağlığın bütçeye vermiş olduğu yükü azaltmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, öncelikli yapılması gereken, tıp fakültelerindeki eğitim, hekimlerin yetişmesi, hekimlerin dağılımı gibi noktalarda hassasiyeti ön plana çekmektir. Oysaki yapılan programa baktığımız zaman, Türkiye’de sağlık alanında ilaç harcamalarında artan miktarı, ilaç bedelleri çok düşük olmuş olmasına rağmen, kutu sayısındaki ciddi manadaki artışla ikisinin birbirine örtüşmediğini net bir şekilde görebiliyoruz.

Bu şekildeki bir programla sağlıkta sonuç almak gerçekten mümkün olmayacaktır. Onun için, başlangıçta yapılması gereken iş sadece fiziki altyapısının iyileştirilmesi, hastanelerin yatak sayısının artırılmasının ötesinde sağlık hizmetini sunan, sağlık hizmetinde temel noktayı oluşturan hekimlerin daha kaliteli, daha bilinçli, toplumun daha eğitimli olması ana unsur olarak ilk hedefe konulması gereken unsurdur. Bunlar gerçekleştirilmediği takdirde toplumun her tarafına gerçekten ulaşılabilir, etkin, kaliteli bir hizmet sunumu mümkün olmayacaktır.

Sağlıkta bugün performans sistemi olarak bahsedilen ve sık sık eleştirisini yaptığımız bir sistemle on yıllık sürede aynı şekildeki programı uyguladığınız zaman kaliteli bir hizmet sunumu söz konusu olamaz. Dolayısıyla sağlıktaki dönüşüm programıyla, son on yıl içerisinde yapılanla bundan sonraki on yıl hedeflenenleri yan yana koyduğunuzda ya önceki on yıl yaptıklarınız yanlış ya bundan sonraki on yıl hedefleriniz birbiriyle örtüşmüyor. O yüzden, baştan ifade ettiğimiz şekliyle, sağlıktaki verilen hizmetin kalitesini artırmak esas olmalı. Kaliteyi artırmak için de Türkiye’de tıp eğitimine verilen önemin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Eğer siz bilinçli, zamanı ideal kullanabilecek, kaliteyi, niteliği yükseltebilecek bir hekim yetiştirmekten uzak tavırlar içerisinde olursanız, eğer eğitimlerinizi, doktorların yetişmesini bu noktada hesap etmezseniz sonuçta sağlıkta baş edilmez bir külfet hepimizin boynuna tekrar binmeye mahkûm hâle gelecek. Türkiye’de sağlık harcamaları için ayrılan bu kadar yüksek miktar, aynı şekilde millet belki kolay erişebiliyor, ulaşılabiliyor ama bu, aynı zamanda hizmetin kaliteli olduğu anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, sağlıkta bireylerin temel hak ve özgürlükleri olmasına rağmen, kendi bütçelerinden sağlığa ciddi manada ekonomik olarak katkı sağlamaları da devletin temel ilkesine aykırılık teşkil ediyor. Bu yüzden, sağlıktaki dönüşümü gözden geçirmek gerekiyor. Ya önceki yapılan on yıllık faaliyetleri düzeltmek veya bundan sonraki on yıl süre içerisinde önermiş olduklarınızı karşı karşıya tekrar kıyaslamak gerekiyor.

Sağlıkta, temelde, çalışanların bugünün şartlarında uğramış oldukları memnuniyetsizlik, sağlık çalışanlarının uğramış olduğu şiddetler aslında ulaşılabilirliğin çok kolay olmasıyla orantılı olmakla beraber, kolay ulaşılabilmesi elbette önemli ancak kaliteli hizmeti ön plana almadan toplumu daha sağlıklı hâle getiremeyiz diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

8 numaralı önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Hastaneler yaptırılmasını ve işletilmesini öngörmesi sağlık sektörünü (cihaz ve sarf malzemesi imalatını) yok edecektir. Bu nedenle 10. BYKP’da bu yöntemle hastane yatırımlarının her il için bir hastane olarak sınırlandırılmasını arz ve teklif ederiz.

    Ferit Mevlüt Aslanoğlu           Rahmi Aşkın Türeli                 Bülent Kuşoğlu

               İstanbul                                   İzmir                                    Ankara

             Musa Çam                    Aydın Ağan Ayaydın

                  İzmir                                   İstanbul

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen, Bülent Kuşoğlu Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerinde verdiğimiz bir önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Konu şöyle değerli milletvekilleri, biliyorsunuz sağlık çok önemli bir konu. Sağlık harcamaları da sürekli olarak bizde artıyor. Bundan önceki plan döneminde de, Dokuzuncu Plan döneminde de sürekli bir artış vardı, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da ifade edildiği şekilde sağlık harcamalarının artışı önemli bir sorundur, artmaya devam edecektir, bunun mutlaka önlenmesi, makul bir düzeye getirilmesi gerekiyor çünkü sağlık harcamaları önemli ölçüde özellikle sağlık sektöründe cihaza dayanır, sarf malzemesine dayanır, yeni teknolojiye, yüksek teknolojiye dayanır. Yüksek teknoloji de bizim dışarıdan ithal ettiğimiz bir alan, sağlıkta özellikle. Çok fazla para veriyoruz sağlıkta yüksek teknoloji ithali için, yüksek teknoloji gerektiren cihazları ve sarf malzemelerini ithal etmek için. Bu, sürekli olarak harcama özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde büyük bir sorundur. Şimdi, plan bunu hedef olarak almış ama diğer taraftan da… Ondan önce şunu da belirteyim: Bizdeki bu cihaza dayanan sağlık sektörü 2 milyar dolarlık bir sektör aşağı yukarı. Bunun yüzde 85’i ithale dayanır, yüzde 15’i yerli üretimdir ve son zamanlarda bunda bir artış olmaya başlamıştır son yirmi, yirmi beş sene içerisinde. Sağlık sektörümüzde cihaz ve sarf malzeme üreticilerinde, imalatında önemli ölçüde bir artış söz konusu olmuştur. Şu anda yüzde 15’i yerlidir bu sektörün. Bunun da artması lazım. Özellikle yine son zamanlarda biyomedikal mühendisliği daha önce yoktu, biyomedikal mühendisleri mezun olmaya başladılar. Konuyu bilen insanlar. Yavaş yavaş sektör gelişiyor ancak tam bu aşamada, biz, bu kamu-özel iş birliği yoluyla hastane kurulmasını, hastane yapımını ve işletmeciliğini getirdik. Şimdi, kamu-özel iş birliği yoluyla hastane yapımı ve işletmeciliği yine yabancı para gerektiriyor, finansman gerektiriyor. Bu nereden temin edilecek? Bu parayı verebilen kuruluşlar yani bu ihaleleri alan kuruluşlar kendi ülkelerinden bunu getirecekler. Kendi ülkesinden finansman getirecek, kendi ülkesinin, bu finansmana bağlı olarak, cihazlarını getirecek, sarf malzemesini getirecek. Kamu-özel iş birliğinde süre en azından yirmi beş yıl; ihaleleri yirmi beş yıl üzerinden yapıyoruz, yirmi beş yıl, otuz yıl. En az yirmi beş yıl, otuz yıl dışarıdan, dışarıya bağımlı olarak kendi ülkesinden cihazları getirecek, sarf malzemesini getirecek. Bu yüzde 15, yeni yeni palazlanmaya başlayan Türk sağlık sektörü de iyice ölecek, sıkıntıya girecek; hiç altından kalkılamaz, sürekli olarak sağlık harcamalarının arttığı bir alan olacak. Bunu biz Komisyonda görüşürken de, Genel Kurulda da dile getirdik ama “Biz ihale şartnamelerine özel bir hüküm koyacağız, bir kısmının, yerli üretimi teşvik etme amacıyla Türkiye’den temini şartını getireceğiz.” dendi ama bu geçerli bir sebep değil, bunu durdurabilecek bir mantık değil. Biz, onun için, verdiğimiz önergeyle, hiç olmazsa, bu kamu-özel iş birliği modeliyle hastane yapımının ve işletmeciliğinin sınırlanmasını getirdik. Bu, çok mantıklıdır. Hiçbir plancı, geleceği planlamak isteyen, görmek isteyen hiç kimse buna “Hayır.” diyemez mantıki olarak diye düşünüyoruz çünkü yapılan iş sonuç olarak yanlış. Yani bir taraftan siz sağlık harcamalarını kontrol altına almak, düşürmek istiyorsunuz, doğru, ama öbür taraftan bunun artması için uygulamada her şeyi yapıyorsunuz. Burada bir mantıki çözüm olması lazım. Başlanmış olan ihalelere bir sınırlama gelmesi lazım, bir orta yol bulunması lazım. Bizim önerdiğimiz de budur. Zannediyorum, Hükûmet politikaları için de uygundur, geleceğimiz açısından da uygundur.

Türkiye'nin tasarruf yapabilir bir ülke olması lazım. Bu da planda öngörülen konulardan bir tanesidir. Bu nedenle söz aldım.

Hepinize gecenin bu saatinde saygılar sunuyorum, iyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

10 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı X. Kalkınma planının 197. paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesi için Hükümete geri gönderilmesini arz ederiz.

“197. Adliyelerin ve ceza infaz kurumlarının fiziki ve teknik altyapı ihtiyaçlarının yanında insan ihtiyacı öncelikle karşılanacaktır.”

             Kazım Kurt                  Ferit Mevlüt Aslanoğlu               Bülent Kuşoğlu

              Eskişehir                               İstanbul                                 Ankara

             Musa Çam                     Rahmi Aşkın Türeli             Aydın Ağan Ayaydın

                  İzmir                                      İzmir                                   İstanbul

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Kazım Kurt, Eskişehir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

KAZIM KURT (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı’yla ilgili vermiş olduğumuz önerge üzerine söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, kalkınma planının hazırlanması aşamasında katılımcılık konusundaki eksiklikleri tutanaklara geçmesi açısından söylemek istiyorum: Bu planın hazırlanma aşamasında kim katılmış ise eline sağlık ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin katılma şansı elinden alınmıştır. Plan, milletvekili arkadaşlarımıza bugün sabah dağıtılmıştır. Dolayısıyla çoğumuzun okuma şansı, okuma fırsatı bile olmadan bu planı kabul edeceğiz, bunun çok doğru bir yaklaşım olmadığını vurgulamak istiyorum. Bu mantık, zaten adaletle ilgili bölümde de yansıyor. Adaletle ilgili durum tespiti ve hedefler, uygulama politikaları değerlendirildiği zaman tamamı 15 paragraf. Bu 15 paragrafın da 14’ünde insan yok, sadece 1’inde hâkim, savcı eğitimiyle ilgili bir cümle konulmuş. Oysa Türkiye'de adaletin adalet saraylarından çok; vicdanlı, hukukun üstünlüğüne inanan hâkim, savcı ve adliye personeline ihtiyacı var. Bu maddede getirmeye çalıştığımız düzenleme de bu ceza ve infaz kurumlarıyla adliyelerin fiziki ve teknik altyapısı ihtiyaçlarının öncelendirilmesi konusuna esas olan insanın önceliğe alınmasını önermektedir; insanı adliyenin ortasına oturtacağız ki vicdan karar verecek, insanı adliyenin ortasına oturtacağız ki demokrasi kazanacak. Eğer önümüzdeki beş yıl için böyle bir önerimiz var ise -yani sadece adliyelerin ve ceza infaz kurumlarının fiziki ve teknik altyapısını düzenlemek, geliştirmek gibi bir hedefimiz varsa- yine önümüzdeki günlerde sıkıntılı davalar yaşayacağız demektir.

Şimdi, Dokuzuncu Kalkınma Planı’na baktığımız zaman, 52’nci sayfasında 320 ve 321’nci paragraflarda aynı cümleler yazılı ve orada da şöyle diyoruz: “Adalet hizmetlerinin fiziki imkânlarının geliştirilmesi ve süreçlerin hızlandırılması, plan döneminde adalet binalarının hükûmet konaklarından ayrılması temel hedeftir.” Oysa, yedi yıllık süre içerisinde, Türkiye’de, adalete uygun olmayan yüz binlerce dava açıldı. Bu açılan davaları şöyle koymak lazım: 100 bin kişi başına açılan ceza davası sayısı Türkiye’de 2.260, İspanya’da 549. O hâlde,  insanı bu işin içine sokacağız ki Türkiye’de hâkim sayısında sizin döneminizdeki gelişmeyi de göreceğiz. 100 bin kişiye Türkiye’de düşen hâkim sayısı 2012 tarihi itibarıyla 9, Almanya’da 100 bin kişiye düşen hâkim sayısı 24. Bu noktada, eğer plan adliye hizmetlerinde insan unsurunu, hâkim, savcı ve ara hizmetlerdeki kadroları geliştirmeye yönelik bir çaba içerisine girmezse, önümüzdeki süreçte Terörle Mücadele Yasası’nı da, örgütlenme özgürlüğüyle ilgili yasayı da, seçim yasalarını da, seçim barajını da, demokratikleştirme konusundaki diğer taleplerimizi de dikkate almayacaksınız anlamına gelir ki bu, Türkiye açısından çok tehlikeli bir sonuç yaratır. Türkiye'de temsili sağlayacak yüzde 10 barajını beş yıllık önümüzdeki Onuncu Plan’da tartışmayacaksak nerede tartışacağız? Eğer bunu hedef olarak önümüze koymuyorsak demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri yerleştirme şansımız olmaz diye değerlendiriyorum ve o nedenle 197’nci paragrafta insan ağırlıklı önergemize destek vermenizi diliyorum.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...  Önerge kabul edilmemiştir.

11 numaralı önergeyi okutuyorum:

               Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma Planının 213, 217, 219, 220 ve 228 paragrafların sonuna aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz ederiz.

Saygılarımızla,

      Rahmi Aşkın Türeli           Ferit Mevlüt Aslanoğlu               Bülent Kuşoğlu

                  İzmir                                   İstanbul                                 Ankara

        Süleyman Çelebi               Aydın Ağan Ayaydın                    Musa Çam

               İstanbul                                İstanbul                                   İzmir

                                                           İzzet Çetin

                                                              Ankara

Kamu kurum ve kuruluşlarında “Taşeron” işçi çalıştırılmaz.

BAŞKAN – Evet, önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerine verdiğimiz önerge üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, pek çok kere değinildi, bu plan gerçekten inancını yitirmiş bir plan. Çünkü, görüşmelerin başladığı saatten oylamanın yaklaştığı saate kadar ne bakanların ne milletvekillerinin salonda görüşmelere katılmadığı ortadaydı, hepimizin gözleri önündeydi. Kimi zaman 40 kişiye kadar düştü milletvekili sayısı. Buradan da anlaşılıyor ki plan inançsız. Plan, gerçekten, özellikle benim söz aldığım temel hak ve özgürlüklere ilişkin bölüm, bir bakıma bu Onuncu Beş Yıllık Plan’ın temeli olması gerekir çünkü insana değer vermeyen, emeğe değer vermeyen bir planın başarı şansı yoktur. Bu plan emeği dışlamıştır, insanı dışlamıştır. Burada üzülerek ifade etmek isterim ki planı hazırlayan bürokratların emekleri için teşekkür ediyorum ama konuya uzak oldukları ortada çünkü planda, özellikle temel hak ve özgürlükler bölümünde müthiş derecede, vahim düzeyde hatalar, yanlışlıklar var. Örneğin, burada Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın onaylandığından söz edilmektedir; oysa Türkiye, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 2’nci maddesinin üçüncü fıkrasını, 4’üncü maddesinin birinci fıkrasını, 5’inci ve 6’ncı maddelerin tamamını, çekince koymuş, imzalamamıştır, onaylamamıştır. Kaldı ki 5 ve 6’ncı maddeleri onaylamayan iki ülkeden biri konumundadır ve bu ülkelerden bir diğeri de Yunanistan’dır.

Yine, adil, yeterli ücret hakkını ve ayda 4 haftalık izin hakkını çalışanlardan esirgeyen bir ülkede eğer hâlâ iktidar mensupları bu belgeye yalan olarak bu cümleleri yazıyorsa durum çok vahimdir.

Yine, özellikle Anayasa değişikliğiyle temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemede, Anayasa’nın 90’ncı maddesinde yapılan değişiklikten sonra, uluslararası sözleşmelerle iç hukuk hükümlerinin çelişmesi durumunda uluslararası sözleşmelerin geçerli olacağı düzenlemesi yapılmış olmasına rağmen Türkiye’de hâlâ milletvekilleri tutsaktır; bu da çelişkili bir durumu ortaya koymaya yetiyor.

Yine “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na ilişkin, kullanımına ilişkin demokratik temele dayandırılması amacıyla gerekli değişiklikler yapılmış, işkence ve kötü muameleyle etkili bir şekilde mücadele edilmiştir.” deniliyor. Oysa kötü muamele ve işkence, son aylarda özellikle Gezi eylemlerinde de görüldüğü gibi, Türkiye'de hiçbir dönemde rastlanmayan şiddet boyutuna vardırılmış ve halkına karşı mücadele eden polislere “Destan yazdınız.” diyerek ödül verilmiştir, verilmektedir. Yarından sonra gelecek torba kanunda da buna ilişkin düzenlemelere tanıklık edeceksiniz. Yani bu plan neresinden bakarsanız bakın çelişkilerle dolu bir plandır, gerçekliği yoktur, inandırıcılığı yoktur.

Yine, aynı düzenlemede, 228’inci paragrafta “Sendikal haklar ile grev hakkına getirilen sınırlamalar kaldırılmıştır.” denilmektedir. Bu da koskoca bir yalandır, kaldırılma bir tarafa, arttırılmıştır. Geçtiğimiz yıl, tam da bugünlerde taksicilerle ilişkili bir düzenleme yapılırken HAVA-İŞ koluna grev yasağı getirilmiş, Hamdi Ağa o günden bugüne 305 işçiyi işten atmış, yargı kararlarına rağmen işe döndürmemekte direnmekte, Hükûmet de seyretmektedir.

Yine, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası da 119’uncu maddeyle bir gece yarısı grev yasağı kapsamına alınmıştır.

Memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanınmıştır, bu doğrudur ancak eksiktir. Çünkü toplu sözleşme tahkime mahkûmdur, özgür toplu sözleşme düzeni burada da yoktur.

Yine, AKP döneminde kendisinden önce kamuda olmayan taşeron işçi sayısı 500 bini aşmıştır ve bu konuda tüm muhalefet partilerinin girişimlerine, çabalarına rağmen iktidar direniyor, dirençle taşeron sistemini yasallaştırarak kalıcı hâle getirip emek sömürüsünü had safhaya vardırma eğilimindedir. O nedenle bu önergenin verilerek bu düzenlemelerin bu plandan çıkartılmasını istedik.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

12 numaralı önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı X. Kalkınma Planı’nın 241’inci paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmek üzere Hükümete geri gönderilmesini arz ederiz.

“241. Ulusal öncelikler ve kamu yararı doğrultusunda faaliyet gösteren STK’ların demokratik ortamda ve daha sivil bir anlayışla çalışmaları desteklenecektir. “

Kazım Kurt         Ferit Mevlüt Aslanoğlu      Bülent Kuşoğlu

  Eskişehir                    İstanbul                      Ankara

Musa Çam            Rahmi Aşkın Türeli         Aydın Ağan Ayaydın

   İzmir                             İzmir                        İstanbul

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Kazım Kurt, Eskişehir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

KAZIM KURT (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın milletvekilleri, yine kalkınma planının 241’inci paragrafında sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili bir düzenlemeyi değerlendiriyoruz. Burada, bizim önergemizde bu maddeye sivil ve demokratik bir yaklaşımın eklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü “Ulusal öncelikler ve kamu yararı doğrultusunda faaliyet gösteren STK’lar öncelikle desteklenecektir.” maddesi, tehlikeli boyutlara ulaşabilecek bir maddedir. Ulusal öncelikler nelerdir? Ulusal öncelikleri tespit etmek durumunda olan kimdir ve bu hangi amaçla kullanılacaktır? Oysa sivil toplum kuruluşları gerçek anlamda sivil olmalıdır, demokrat olmalıdır ve demokrasiyi özümseyebilmelidir. Sivil toplum kuruluşları ısmarlama politika yapacak, ısmarlama çalışmalar yapacak kuruluşlar ise bu doğru bir yaklaşım olmaz. O toplumun da sivil toplum olduğu iddia edilemez.

Türkiye’de geçmiş dönemde, 2006 yılında Belediyeler Yasası’nda doğru bir yaklaşımla kurulan kent konseyleriyle ilgili iktidarınız döneminde yapılan uygulamalara baktığımız zaman hiçte amacına ulaşmadığını görüyoruz. Bir kere 3 bin küsur belediyenin içerisinde kent konseyini kuran 200 civarında belediye. Bunun sebebini sorduğumuz zaman, “Niçin bu kurma konusunda teşvik yapılmıyor?” diye sorduğumuz zaman, Bakanlık kent konseyi sayısını bile bilmiyor ama çalışan kent konseylerinde ciddi anlamda faaliyetler sürdürülüyor. Oysa, bu tür kurumlar sivil olmalı; yöresel, bölgesel ve o ihtiyaçları karşılayacak koşullara göre kendini ayarlayabilecek esneklik içerisinde olabilmeli, davranabilmeli. Sivilliğin mantığı budur. Sivilliğin öncelikle kafada başlaması gerekir ve arkasından uygulamada yürüyüp gitmesi gerekir.

Şimdi de önümüzdeki süreç içerisinde kurulması planlanan gençlik konseyleri var. Gençlik konseylerinin kuruluşuyla ilgili Gençlik ve Spor Bakanlığını görevlendirirseniz, işte, yanlışı yapmış olursunuz. “Gençlik konseylerinin bütçesini Gençlik ve Spor Bakanlığı ayarlar, verir, dağıtır.” dediğiniz anda, gençlik konseylerini de Spor Bakanına bağımlı hâle getirirsiniz ve o, hiçbir zaman sivil bir toplum, demokratik bir toplum olmaz.

Biraz önceki maddede söylemeye çalıştığım gibi, insanların örgütlenme özgürlüğünün önünü açmazsak, hak arayan, örgütlenmek isteyen insanların üzerine biber gazıyla, TOMA’yla gidersek o zaman sivil toplumu yaratma şansımız olmaz. İnsanların en doğal haklarından birisi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası çerçevesinde özgürce toplanabilmek, özgürce düşüncelerini aktarabilmek olanağı herkese tanınmalıdır; devletin birinci görevi budur. Eğer devlet bu görevini yapmıyor ve bu görevini yapanlara farklı soruşturmalar açıyorsa sıkıntılar başlıyor demektir. Türkiye’de şu zamana kadar emniyet güçleri aleyhine işletecek adli soruşturmalarda nedense bir fren söz konusu oluyor. Bu konuda hiçbir savcı ciddi adım atamıyor, hiçbir savcı delil toplayamıyor, çalışan kameralar kapatılıyor, çalışan kameralar bozuluyor ve insanlarımızın bu konudaki hak arama imkânı elinden alınıyor. Oysa, sivil toplumun teşviki, sivil toplumun desteği bu konuda verilecek olan önceliklerle söz konusu olur. Eğer, siz, sivil toplum kuruluşları içerisinde öncelik verme konusunda ulusal öncelikler ve kamu yararı diye bir sınırlama koyacak olursanız sivillikten de demokrasiden de insan haklarından da uzaklaşmış olursunuz.

O nedenle, bu önergemizin kabulünde yarar vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAZIM KURT (Devamla) – Önümüzdeki beş yıl içerisinde bu planlamanın yapılmasını gerekli buluyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

13 numaralı önergeyi okutuyorum:

                    Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10. Kalkınma Planının 43'üncü sayfası, 250'inci paragrafında yer alan "sosyal yardım ve hizmetlerin aile temelli sunulması temin edilecektir” cümlesinin plan metninden çıkarılarak aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

"Kadının aile ve ev eksenli ücretsiz ve güvencesiz çalışma yaşamından uzaklaştırılıp, kamusal alanda güvenceli, eşit ücret ve pozitif ayrımcılık ilkesinin uygulanacağı çalışma yaşamına dâhil edilmesi sağlanacaktır"

İdris Baluken             Adil Zozani                Pervin Buldan

    Bingöl                      Hakkâri                                           Iğdır

Hasip Kaplan             Ertuğrul Kürkcü

    Şırnak                       Mersin

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Çalışma yaşamı toplumsal yaşamın diğer alanlarında da varlık gösterebilmenin temel koşullarından biri olarak değerlendirildiğinde, ülkemizde kadınların bir nevi sosyal dışlanma da sayılabilecek çalışma yaşamından dışlandığı aşikârdır. Kadının çalışma yaşamından dışlanıp eve hapsedilmesi bir yandan iş gücü piyasalarına, gelir getirici faaliyetlere, eğitim ve öğretim imkânlarına ulaşımında zorluklar yaşamasına neden olurken diğer yandan da toplumsal ve çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasına da engel olmaktadır. Dolayısıyla, kadının çalışma yaşamından dışlanması toplumsal yaşamın diğer alanlarından dışlanmasını getirmektedir. Bu bağlamda, sosyal yardım ve hizmetlerin aile temelli sunulması, kadının sosyal yardım alarak işsizliğinin süreklileşmesine neden olacaktır. Burada, sosyal yardımdan ziyade, sosyal yardım için kullanılan kaynağın yeni iş alanlarının açılması ve bu iş alanlarına kadının dâhil edilmesi için kullanılması, kadının mevcut çalışma yaşamından dışlanıp eve kapatılmasının önüne geçebilecektir. Bu da sadece çalışma yaşamında değil, kadının toplumun her alanında yaşadığı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için bir başlangıç noktası işlevini görebilir. Aileye bağlı ve sosyal yardımlarla geçinen kadın yerine ekonomik özgürlüğünü kazanmış, özgüven sahibi kadınlar olarak toplumsal, kültürel, sosyal ve siyasal yaşama dâhil olmasının önünü açacaktır. Çünkü özel alan ve kamusal alan arasındaki eşitsizlik ve adaletsizliklerin giderilmesi noktasında kadının kamusal alanda çalışması kilit rol oynamaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

14 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10. Kalkınma Planı'nın 188'inci sayfasında bulunan 2.1.11. İstihdam ve Çalışma Hayatı başlıklı bölümün, 312 numaralı paragrafında yer alan "İşgücü piyasasında etkinliğin artırılması amacıyla güvenceli esnek çalışma, kıdem tazminatı, alt işverenlik, sosyal diyalog, aktif ve pasif işgücü programları gibi alanlarda sosyal taraflarla birlikte uzlaşıyla ilerleme kaydedilmesi gerekmektedir." cümlesinin plan metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

           İdris Baluken                         Adil Zozani                         Pervin Buldan

                 Bingöl                                  Hakkâri                                    Iğdır

           Hasip Kaplan                      Ertuğrul Kürkcü

                 Şırnak                                   Mersin

BAŞKAN -  Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

İstihdam ve çalışma hayatına ilişkin durumla ilgili tespitlerin yapıldığı bölümde, gelecekte yapılması gerekenlere işaret edilmesi plan tekniği bakımından hatalı bir durumdur. Kaldı ki, çalışma yaşamında yaşanan sorunların, iş kazalarından meslek hastalıklarına, sendikalı sayısının düşüklüğünden işten atmalara, grev yasaklarından, sendikaların itibarsızlaştırılmasına, kayıt dışı istihdamdan işsizlik fonunun amacı dışında kullanılmasına kadar pek çok sorun, alt işverenlik denilen taşeronlaştırma sistemi, esnek, güvencesiz, geçici kuralsız çalıştırmanın yaygınlaşmasından ve sendikasız çalışmadan kaynaklanmaktadır. Önerimizle, çalışma hayatındaki sorunlara kaynaklık eden taşeronlaştırma ve esnek, kuralsız çalışmanın önüne geçilmesi hedeflenmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

15 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı’nın 314-323 no.lu paragraflarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 328 no.lu paragraftan sonra gelmek üzere aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.           

          Mehmet Şandır                        Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya

         Mustafa Kalaycı                      Erkan Akçay

                 Konya                                  Manisa

314. İşsizlikle mücadelenin esasını, istihdam odaklı sürdürülebilir büyümenin gerçekleştirilmesi, istihdam edilebilirlik düzeyinin yükseltilmesi ve girişimci odaklı piyasanın tesis edilmesi oluşturacaktır. Bu çerçevede, Türkiye'nin sahip olduğu bütün üretim faktörlerinin etkin ve verimli bir şekilde, en üst düzeyde üretim sürecine dâhil edileceği tam istihdamı esas alan ekonomi programının uygulamaya konulmasıyla, rant ekonomisinden yatırım-üretim-istihdamı sürekli artırmayı öngören üretim ekonomisine geçilecektir.

315. Özel teşebbüsün uzun vadeli yatırım kararları alabileceği uygun yatırım iklimi oluşturulacak, küçük ve orta ölçekli işletmeler desteklenecek, doğrudan yabancı sermayenin katma değer ve istihdam yaratmak üzere yapacağı yatırımlar özendirilecektir.

316. İş ve yatırım ortamı iyileştirilerek yüksek katma değer yaratan ve yüksek verimlilikte faaliyet gösteren girişimcilik desteklenecektir. Kendi işini kurmak isteyen üniversite ve mesleki eğitim mezunu gençler desteklenecektir. Uzun süreli işsizlerin, gençlerin, kadınların ve dezavantajlı grupların istihdamını özendirmek amacıyla "istihdam esaslı" teşvik politikası etkin bir şekilde uygulanacak, işe alınan her ilave işçi için belirli süreyle sigorta primi, muhtasar vergi ve enerji bedeli gibi hususlarda avantajlar sağlanacaktır.

317. İstihdam üzerindeki vergi ve sosyal güvenlik primi yükü azaltılacaktır.

318. Yatırım yapma ve işçi çalıştırmaya ilişkin bürokratik işlemlerin sayısı azaltılacak ve süresi kısaltılacak, organize sanayi bölgeleri ile sanayi ve ticaretin yoğun olduğu yerlerde vergi, sigorta ve maliyeye ilişkin bürolar açılarak bu hizmetlerin girişimcinin ayağına götürülmesi sağlanacaktır. Kayıt dışı işçi istihdamına yol açan mevzuat, maliyet, denetim yetersizliği, bürokrasi gibi hususlarda alınacak tedbirlerle kayıtlılık özendirilecek, kaçak yabancı işçi istihdamını önlemeye dönük uygulamalar etkin hale getirilecektir. Bu çerçevede kaçak yabancı istihdamında uygulanan cezaların caydırıcılığı sağlanacaktır.

319. Toplumun ortalama eğitim seviyesi yükseltilmek ve vasıf kazandırılmak suretiyle beşeri sermayenin ve iş gücünün istihdam edilebilirlik düzeyi geliştirilecektir. Eğitim sistemi ile iş gücü piyasası arasında güçlü bir bağ tesis edilecek ve işletmelerin ihtiyacı olan nitelik ve nicelikte insan gücünün yetiştirilmesi sağlanacaktır.

 320. İş gücünün ortalama eğitim süresi artırılacak, yaşam boyu öğrenme kültürü geliştirilecek, mesleki eğitim standartları yükseltilerek piyasada kabul edilebilirliği artırılacak, özellikle kadınlara dönük mesleki eğitim ve beceri kazandırma programları yaygınlaştırılacak, kendi işini kuracak olanlara girişimcilik eğitimi verilecektir.

321. Mesleki eğitim, yeniden eğitim, uyum sağlama ve danışmanlık hizmeti sunan özel istihdam büroları desteklenecektir.

322. Engelliler, yoksullar, uzun süreli işsizler, gençler ve kadınların iş gücü piyasasına katılımlarını desteklemek ve iş bulmalarını sağlayacak mesleki vasıf kazandırmak için mesleki eğitim programları uygulanacaktır. İş gücü piyasası ihtiyaç analizleri doğrultusunda girişimcilik eğitimi, istihdam garantili programlar, mesleki danışmanlık, rehberlik hizmetleri, işletmelerde eğitim seminerleri, iş gücü yetiştirme ve mesleki eğitim kursları gibi aktif iş gücü programları etkinleştirilecek ve yaygınlaştırılacaktır.

Mesleki eğitim ile yükseköğretim arasında program bütünlüğü sağlanacak, uygulamalı mesleki eğitime ağırlık verilerek işletmelerin ve mesleki teşekküllerin bu süreçte aktif rol üstlenmesi sağlanacaktır.

323. Şehit ve gazi çocuklarının, anne veya babalarının mesleklerini icra etmek istemeleri hâlinde, gerekli şartları taşıyanların bu mesleklere sınavsız doğrudan intisabı sağlanacaktır. Gazilerin, şehit ailelerinin, terörle mücadele ederken mağdur ve malûl olanların ve engellilerin öncelikli olarak işe yerleştirerek üretime katkıda bulunmaları sağlanacaktır.

329. Vatandaşların geleceğinden emin olması ve yüksek standartlı bir hayat sürmesi için, bütün nüfusu kapsayacak şekilde nimet-külfet esasına göre işleyen çağdaş normlarda sosyal sigorta sistemi oluşturulacaktır.

330. Sosyal sigorta sistemi; hukuki boyutu itibariyle "uygulanabilir", mali boyutu itibariyle "sürdürülebilir" ve ilgili taraflarca "kabul edilebilir" bir yapıya kavuşturulacaktır. Sosyal güvenlik sisteminin bilgi teknolojileri altyapısı güçlendirilecek, hak kaybını ve mükerrer yararlanmayı önleyen etkili, erişilebilir ve sürdürülebilir hizmet sunan bir yapı oluşturulacaktır. Sosyal sigorta programları, aktüeryal denge içinde etkili ve özerk bir yapıda yönetilecek, sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak için fon yönetimi etkinleştirilecektir.

331. Sigortasız çalışma ve çalıştırma önlenerek aktif sigortalı sayısı artırılacak ve bu suretle hem sistemin sürdürülebilirliği sağlanacak, hem de sigortalının mağdur edilmesi önlenecektir. Kayıt dışı işçi istihdamına yol açan mevzuat, maliyet, denetim yetersizliği, bürokrasi gibi hususlarda alınacak tedbirlerle kayıtlılık özendirilecektir.

332. Çalışma mevzuatı işçi ve işveren haklarının denge içinde gözetildiği bir şekilde tanzim edilecektir. Sendikal haklar çağdaş normlara uygun hale getirilecektir. Çalışma hayatındaki problemlerin çözümü ve çalışma barışının tesis edilmesi için çalışma hayatındaki çoklu danışma mekanizmaları güçlendirilecek ve tarafların etkin katılımları sağlanacaktır. Çalışanlar arasındaki ücret dengesizliğini giderecek, liyakati ve başarıyı esas alan bir ücret sistemi oluşturulacaktır.

333. Yurt dışındaki vatandaşlarımızın hak ve hukukunun korunmasına ve bulundukları ülkelerde karşılaştıkları sorun ve sıkıntıların giderilmesine ilişkin olarak uluslararası hukuk ve devletlerarası ilişkiler çerçevesinde her türlü girişimde bulunulacaktır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum.

Gerekçe:

Önümüzdeki dönemde, kaynaklarımızın daha fazla refah üreten alanlara yönlendirilmesi için karar alıcılara yol gösterici bir araç olması beklenen Onuncu Kalkınma Planı maalesef bu özellikleri taşımamaktadır.

Şekil ve içerik açısından bakıldığında önceki planlarla önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Öncelikle, bu planın vizyonu yoktur. Hem bölüm olarak vizyon bölümü kaldırılmıştır hem de daha önceki planlar gibi temel bir vizyonu bulunmamaktadır.

Daha önceki planlarla karşılaştırıldığında, ilk bakışta ülkemizin ihtiyacı olan önceliklerine yer verildiği görünümünde olsa da derinlemesine incelendiğinde belirli öncelikleri içermekten uzak ve tüm konuları kapsayıcı bir yaklaşımla hazırlandığı görülmektedir.

Bu çerçevede; planın amacına ulaşabilmesi için MHP'nin Parti Programında ve 2011 Seçim Beyannamesinde de yer alan somut önerilerin Plan metnine eklenmesi amaçlanmaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

16 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma Planı’nın 320-321-322 ve 569. paragraflarının Plan metninden çıkartılmasını arz ederiz.

    Ferit Mevlüt Aslanoğlu          Aydın Ağan Ayaydın                    İzzet Çetin

               İstanbul                                İstanbul                                 Ankara

         Bülent Kuşoğlu                       Müslim Sarı                           Musa Çam

                Ankara                                 İstanbul                                   İzmir

             Özgür Özel                           Kazım Kurt

                Manisa                                Eskişehir

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, biraz evvelki konuşmamda da söylemiştim, bu Onuncu Beş Yıllık Plan ne yazık ki emeği dışlıyor. Bunda yadırganacak hiçbir durum yok çünkü Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının ilk sayfasında, bir ay öncesine kadar “Türkiye yatırım ortamı açısından dünyanın en elverişli ülkesidir…” Çünkü en uzun çalışma ortamı bizde ki bunun haftalık elli dört saate vardığını… Diğer taraftan da işçileri en az hastalanan ülke. Yılda dört buçuk gün olarak Başbakanlık bizatihi ilan etmişti. Tabii Başbakan böyle bir ilan yapar da bizim plan hazırlayıcıları emeği dışlamazlar mı!

Bakınız “İstihdam ve çalışma hayatı” başlıklı 319’uncu paragrafta “İnsana yakışır iş bağlamında çalışma koşulları iyileştirilecek.” deniliyor.

Dün pazardı. Pazar günü Karabük’te kurulan Marzinc fabrikasından 16 işçi kendilerini hasta hissediyorlar, buradaki Meslek Hastalıkları Hastanesine geliyorlar. 16’sını birden yatırıyorlar hastaneye. Gerçekten, altı ay olmuş işe gireli, asgari ücretli. Demir fabrikalarının bacalarındaki demir tozlarından -cıva, kurşun ve diğer tehlikeli maddeleri üretiyorlar- hemen hemen hepsinin ciğerleri şimdiden iflas etmiş.

Diğer taraftan, 320’nci paragrafta “Sosyal taraflarla diyalog içinde, tüm işçiler açısından erişilebilir bir şekilde, bireysel hesaba dayalı kıdem tazminatı sistemi oluşturulacaktır.” deniliyor.

Değerli arkadaşlar, yine devam eden bölümde, 321’de alt işverenlik, 322’de de “AB normları çerçevesinde özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi uygulaması yaygınlaştırılacaktır.” deniliyor.

Yine buna ilave edilebilecek 383’üncü paragrafta “Kariyer mesleklerde nitelikli insan gücü istihdamı teşvik edilecektir.” deniliyor, 385’inci başlıkta da “Kamu personel sisteminde uygun iş ve kuruluşlardan başlanarak esnek çalışma modeli geliştirilecektir.” deniliyor. Bunun anlamı “Memurların da canına ot tıkayacağız.” demektir.

Değerli arkadaşlar, sizin tabii… Demin de söyledim, bir plan hazırlanırken geleceği öngörür, geleceği projekte eder; ona göre birtakım düzenlemeler, çalışmalardan sonra ortaya konulur. Oysa bu plan, geçmişte Başbakanın söylediklerinin ya da Başbakanın yanlışlıkla ağzından dökülen birkaç cümlenin birkaç yalaka tarafından -hiç çekinmeden söylüyorum- not edilerek buralara montesinden başka bir şey değil. Çünkü Başbakan emir buyuruyor ve diyor ki: ”Taşeron sistemini Türkiye’de yaygınlaştırın.” Çünkü tüccar zihniyet, alt işverenlik sistemini yaygınlaştır. Bunun için de hemen harekete geçiliyor, sayıları artıyor ve bir düzenleme… Bu ülkede İş Kanunu var. Her kuruma ayrı bir çalışma kanununa gerek yok. Çalışanların yüzde 48’i asgari ücretli, taşeronların hemen hemen tamamı asgari ücretle çalışıyor yani Türkiye’de çalışanların ücretlerini ve çalışma koşullarını Çin’le eşitlemek için bu planda da açıkça koymuşsunuz. Bunları esasında siz hem Hükûmet Programı’nızda, Hükûmet Programı’nızın 49’uncu sayfasında hem de iki yıl açıklamaktan çekindiğiniz Ulusal İstihdam Strateji Belgesi’nde yazmıştınız geçmişte, iki buçuk yıl önce. Şimdi, o metinleri kalkıp programa “2014-2019” hedefi diye koymak planın kopyadan ya da Başbakanın söylediklerinin dercedilmesinden başka hiçbir anlam taşımadığını ortaya koymaya yetiyor. Yani şimdi siz diyorsunuz ki: “Kariyer mesleklerinde nitelikli insan gücü istihdamı teşvik edilecektir.” Yarından sonra torba kanun gelecek. Eğer muhalefet milletvekilleri olarak orada direnmeseydik… 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndaki kariyer meslekleriyle, teklifin ilk hâlinde 35’inci maddesinde Dışişleri Bakanlığının bir kariyer kurumu, kariyer mesleği olan büyükelçiliği ne hâllere getirdiğinizi orada gördük. Şimdi kalkıp da burada “Güçlendireceğiz, teşvik edeceğiz.” gibi yaklaşım bir ezberden başka hiçbir şey değil yani kamu personel rejimini esnekleştirmek demek “Bu ülkede…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İZZET ÇETİN (Devamla) - …çalışma ilişkilerini dinamitleyeceğiz.” anlamına geliyor ki bunun için plana gerek yok, Başbakan ve Hükûmetiniz yeteri kadar yapıyor.

Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

17 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı'nın 758 nolu paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 760 nolu paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Şandır                        Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya                Mustafa Kalaycı Erkan Akçay

                 Konya                                  Manisa

758. Tarım sektörünün; yüksek verimlilikle ve kaliteli ürün üreten, teknoloji kullanabilen, ülke insanını besleyebilen ve ihracat kapasitesi yüksek, büyümeye sürdürülebilir katkı sağlayan bir yapıya kavuşturulması esastır. Tarım sektörü; üretim, işleme ve pazarlama boyutlarıyla bütüncül bir yapıya kavuşturulacaktır.

761. Tarımsal destekler, ürün arz ve talebini dikkate alan, üretici refahını artıran, girdi maliyetlerini azaltan, üretim maliyeti ve ürün fiyatı dengesini gözeten, afete karşı koruyan, üretimde verimliliği, etkinliği ve kaliteyi artırmayı hedefleyen bir anlayışla yapılandırılacaktır. Bu kapsamda tarıma sağlanan devlet desteğinin GSYH'ya oranı yüzde 1,5'e yükseltilecektir.

762. Küçük çiftçilerin desteklenmesi amacıyla mazot, gübre, ilaç, tohum, fide gibi temel tarımsal girdilerin üzerindeki ÖTV ve KDV kaldırılacaktır. Orta ve büyük ölçekte üretim yapan çiftçilerin kullandığı bu girdilerinin üzerindeki ÖTV ve KDV ise kademeli olarak yüzde 50 oranında düşürülecektir. Sulamada ve tarım işletmelerinde kullanılan elektrik tarifesi farklılaştırılarak çiftçilerimizin ucuz elektrik kullanmaları sağlanacaktır.

763. Üretici örgütlerinin güçlendirilmesi, tarımsal işletmelerin rekabet güçlerinin artırılması ve pazarlama ağlarının geliştirilmesine ağırlık verilecektir.

764. Ülkemiz şartlarına uygun yüksek verim ve kalitede tohum, fide, fidan ve damızlık hayvan geliştirilmesi ve üretimi desteklenecek ve dış bağımlılığa son verilecektir. Zararlılara karşı biyolojik mücadele yanında alternatif mücadele yollarına öncelik verilirken, zirai mücadele, çağdaş bitki koruma ve gıda güvenliği dikkate alınarak ekolojik ürünlerin üretimi özendirilecektir.

765. Tarımsal ürünlerin çeşitlendirilmesi, verim ve kalitenin artırılması, yerinde işlenerek katma değer elde edilmesi ve istihdam sağlanması, marka olarak pazarlanmasına dayalı temel tarımsal yapılanma oluşturularak; yatırım ve teknolojiyi kırsal alanlara yöneltmek üzere, tarım-sanayi entegrasyonunun sağlandığı kırsal cazibe birimleri olan “Tarım Kentleri” kurulacaktır.

766. Tarım alanlarının amaç dışı kullanımı ve parçalanması ile toprak ve su kaynaklarının kirletilmesi önlenecek, gübre, ilaç ve su kaynaklarının verimli ve etkin kullanımı hususunda çiftçi bilinçlendirilecektir.

767. Ülkemizde gıda güvenliği ve güvenilirliği çağdaş normlara ulaştırılacak, tüketicinin korunması ve bilinçlendirilmesi sağlanacaktır.

768. Tarım ürünlerinde fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir araç olan vadeli işlem borsaları etkinleştirilecek, ürün borsaları geliştirilecek ayrıca lisanslı depo kullanımı yaygınlaştırılacak, çiftçimizi ve ürününü risklere karşı korumak amacıyla, ürün sigortası sistemi ve sözleşmeli çiftçilik müesseseleri geliştirilecektir.

769. Toplumumuzun hayvansal protein bakımından dengeli, yeterli ve sağlıklı beslenmesini temin maksadıyla hayvancılık desteklenecek, hayvan ıslahı, kaliteli yem ve yem bitkileri üretimi artırılacak, hayvan hastalıkları ve zararlıları ile etkin mücadele edilecek, hayvan ürünleri sanayi ülke genelinde yaygınlaştırılacaktır.

770. Tarım sektöründe faaliyet gösteren KİT'ler, tarım satış kooperatifleri ve bankaların rasyonel çalışmaları sağlanarak tarım sektörünü gerçek anlamda destekleyecek bir yapıya kavuşturulması temin edilecektir. Tarımsal araştırma enstitüleri ile üniversitelerin işbirliği içinde araştırma, geliştirme ve kontrol faaliyetlerini yürüterek yüksek katma değerli tarımsal ürünler elde edilmesi sağlanacaktır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Önümüzdeki dönemde, kaynaklarımızın daha fazla refah üreten alanlara yönlendirilmesi için karar alıcılara yol gösterici bir araç olması beklenen Onuncu Kalkınma Planı maalesef bu özellikleri taşımamaktadır.

Şekil ve içerik açısından bakıldığında önceki planlarla önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Öncelikle, bu planın vizyonu yoktur. Hem bölüm olarak vizyon bölümü kaldırılmıştır hem de daha önceki planlar gibi temel bir vizyonu bulunmamaktadır.

Daha önceki Planlarla karşılaştırıldığında ilk bakışta ülkemizin ihtiyacı olan önceliklerine yer verildiği görünümünde olsa da derinlemesine incelendiğinde belirli öncelikleri içermekten uzak ve tüm konuları kapsayıcı bir yaklaşımla hazırlandığı görülmektedir.

Bu çerçevede; planın amacına ulaşabilmesi için MHP'nin Parti Programında ve 2011 Seçim Beyannamesinde de yer alan somut önerilerin Plan metnine eklenmesi amaçlanmaktadır.

Tarım sektörü; yüksek verimlilikte ve kaliteli ürün üreten, teknoloji kullanabilen, ülke insanını besleyebilen ve ihracat kapasitesi yüksek bir düzeye getirilmelidir. Doğal kaynakların dengeli kullanımını gözeten, büyümeye sürdürülebilir katkı sağlayan, örgütlü ve rekabet gücü yüksek bir yapıya kavuşturulması sağlanmalıdır.

Tarım sektörü; üretim, işleme ve pazarlama boyutlarıyla bütüncül bir yapıya kavuşturulacaktır. Tarımsal yapı; fiziksel, teknolojik ve toplumsal boyutlarıyla, çağdaş değişim ve dönüşümlere uygun hale getirilmelidir. Tüm bu amaçlara ulaşabilmek için tarım sektörünün etkin şekilde desteklenmesi gerekmektedir.

Üretimin artırılması, ürünlerin işlenerek kıymetlendirilmesi, iç ve dış piyasalarda pazarlanmasının temin edilmesiyle çiftçilerimizin hayat standardı yükseltilmelidir. Bu çerçevede, toplumun en mağdur kesimlerinden olan ve AKP döneminde tarlasını ekmekten vazgeçen, tarlası ve tarımsal makineleri haczedilen çiftçilerimizin maliyetlerini düşürecek önlemler alınmalı ve girdi maliyetleri düşürülmelidir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

18 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma planının  761. Paragrafın sonuna aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz ederiz.

Tarımsal, Desteklerin gerçek üreticilere verilecektir. Üretim dışı ödeme alanlarla en etkin şekilde mücadele edilecektir.

İlhan Demiröz                          Ferit Mevlüt Aslanoğlu               Bülent Kuşoğlu

Bursa                                                İstanbul                                 Ankara

Müslim Sarı                                        Musa Çam                    Aydın Ağan Ayaydın

İstanbul                                               İzmir                                   İstanbul

Süleyman Çelebi

İstanbul

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen İlhan Demiröz, Bursa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı üzerinde görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Gecenin ilerleyen bu bölümünde hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

Evet, arkadaşlarımın alkışı üzerine mevcut konuşmama şöyle bir girişle başlamak istiyorum: Eğer bugün buraya bir gözlemci koysaydık, kendi Meclisindeki çalışmasını planlayamayanlar Onuncu Kalkınma Planı’nı da (CHP sıralarından “Bravo.” sesleri, alkışlar) normal olarak yapamamışlardır diye ifade ederdi diye düşünüyorum.

Planı incelediğimizde arkadaşlar, Hükûmetin tarımı nasıl gözden çıkardığını, çiftçileri, köylüleri kaderleriyle nasıl baş başa bırakmışsa, bu planda da tarımla ilgili –inanın- en ufak bir gelişme, ileriye dönük bir öneri, hiçbir şeyin olmadığını belirtmek istiyorum.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2003-2012 yılları arasında işlenen tarım alanları 24 milyon hektardan 20,6 milyon hektara gerilemiş. Çiftçiler ekim alanlarından uzaklaşmış ve çiftçiler perişan olduklarını her fırsatta söylüyor. Ancak, bugün burada göremediğimiz Sayın Tarım Bakanı Sudan’dan arazi kiralıyor arkadaşlar, çünkü ülkemizde tarımdan kopuş, çiftçinin toprağından uzaklaşması söz konusu değil. Sonra, planı incelediğiniz zaman, tarımsal desteklemelerle ilgili bölümde 2006 yılının baz alındığını ve büyük bir oranda tarım desteklerinin olduğu ifade ediliyor. Ama bu planı yapan arkadaşlarımız, 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu’na göre bütçeden ayrılacak kaynağın gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’inden az olmayacağından, ayrıca akaryakıttaki KDV ve ÖTV ile destek miktarının aynı miktarda çiftçilerin cebinden çıktığından hiç bahsetmemektedirler.

Değerli milletvekilleri, yine bu planı incelediğimiz zaman kooperatifle ilgili, üç maddede çok kısa bölümler bulursunuz. Çünkü, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, kanun hükmünde kurulan bu bakanlığımızın amaçları bölümüne baktığınız zaman, orada da kooperatifçiliğin teşvik edilmesi, kooperatifçilikle ilgili bölüm maalesef kaldırılmıştır. Aynı planda bu durum söz konusudur.

Sulama konusunda da sizlere bir iki konuda bir şeyler ifade etmek isterim. Ülkemizde 28 milyon hektar tarım arazisi var. Değerli arkadaşlar, bunun sulamaya elverişli kısmı 16,7 milyon hektar, ekonomik olarak sulanabilen tarım arazisi 8,5 milyon hektar. Bunun 4,9 milyon hektarı Devlet Su İşleri, Köy Hizmetleri ve çiftçilerle sulanabilmiştir.

Buradan ifade etmek istediğim nokta şudur: 760’ıncı maddenin son bölümünde diyorsunuz ki: “Mevcut su iletim ve dağıtım tesislerinde toprak kanallar ile klasik sistemler yenilenerek kapalı sisteme geçiş hızlandırılacak ve tarla içi sulamalarda modern sulama yöntemleri geliştirilecektir.”

Değerli arkadaşlar, ekonomik olarak 8,5 milyon hektar tarım arazisinin sulanmasında şu ana kadar sulanabilme oranı yüzde 57. O zaman, bu gidişle zannediyorum ki yüz yıl gerekli. O zaman Hükûmetin tarıma bakış açısı bu noktada kesişmez mi? Hangi kamu dairesiyle, kimlerle bu sulama işlerini yapacağımızı özellikle sormak istiyorum. Toprak ve su kaynaklarının yönetimini kiminle, nasıl yapacaksınız? Güncel ve sağlıklı arazi bilgilerine nasıl ulaşacaksınız? Ulusal toprak veri tabanını kiminle yapacaksınız, hangi kamu kurumuyla yapacaksınız? Toprak kurullarını ifade ederseniz -sivil toplum örgütlerinden bahsetmişsiniz- 9 üyenin 6 tanesini siz atıyorsunuz. O zaman bu bölümdeki ifade yanlış; toprak ve su kaynaklarının yönetimi yok, toprak ve su kaynaklarının nasıl dağıtıldığı ifadesi var diyor ve hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

                                                                                               Kapanma Saati: 01.29

 

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 01.34

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

19 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı'nın 785 nolu paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 785 nolu paragraftan sonra gelmek üzere aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Şandır                        Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya

               Alim Işık                            Erkan Akçay                      Mustafa Kalaycı

               Kütahya                                 Manisa                                  Konya

785. Enerji dış bağımlılığının azaltılması, kaynak çeşitliliği sağlanarak kesintisiz ve yeterli bir şekilde üretilmesi, güvenli ve çevreye duyarlı bir arz sistemi içinde karşılanması, yerli enerji kaynaklarının verimli kullanılması, nükleer başta olmak üzere yeni enerji teknolojilerini üretecek yetkinliğe ulaşılması sağlanacaktır.

786. Kaliteli ve düşük maliyetli enerji arzı gerçekleştirilecektir. Kamu enerji yatırımlarının plânlı ve istikrarlı bir şekilde gerçekleştirilmesi sağlanacak, yerli ve yabancı sermayenin bu alandaki yatırımları teşvik edilecektir. Petrol ve doğalgaz arama, çıkarma, taşıma, işletme ve pazarlama işlerinde faaliyet gösteren kamu işletmeleri bir üst yönetim altında toplanarak, uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazanılması sağlanacaktır.

787. Enerji plânlamasında ve yapılacak uluslararası anlaşmalarda, kaynak ve ülke çeşitliliğine gidilerek arz güvenliği oluşturulacaktır. Ülkemizin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak ve aynı zamanda mevcut tarım potansiyelini verimli kullanmak için biyoyakıt üretimine önem verilecek ve bu çerçevede enerji tarımına yapılacak yatırımlar desteklenecektir.

788. Enerji sektöründe özel ve kamu kesimi faaliyetlerinin düzenlenip destekleneceği, tüketici haklarının korunacağı, rekabetin tesis edileceği, sağlıklı ve etkin işleyen bir piyasa oluşturulması sağlanacaktır. Enerji kaynaklarının üretiminden tüketimine kadar her aşamada özel kesimin imkânlarından da yararlanılacaktır.

789. Enerji ihtiyacının karşılanması için yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ile su potansiyelinin değerlendirilmesi ve alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmasını öngören yatırımlar ile bu alandaki araştırma ve geliştirme çalışmaları teşvik edilecektir. Nükleer enerji üretim teknolojisine sahip olmak öncelikli hedeflerimiz içinde olup, enerji arz güvenliğinin sağlanması için nükleer santraller kurulacaktır. Diğer taraftan ülkemizin; bilim ve teknolojinin her kademesinde kullanılabilecek ileri teknolojileri kapsayan hassas nükleer teknolojiye sahip olması sağlanacaktır. Temiz enerji kaynaklarından biri olan su potansiyeli en üst düzeyde kullanılarak hidroelektrik enerji üretimi artırılacaktır.

790. TPAO'nun teknik ve ekonomik kapasitesi güçlendirilecek, uluslararası stratejik ortaklıklar tesis edilerek petrol ve doğal gaz arama ve üretim çalışmalarına hız kazandırılacaktır. Petrol, doğalgaz, kıymetli madenler gibi doğal kaynaklarımızın ekonomik değere dönüştürülmesi için kamu-özel-yabancı sermaye işbirliğiyle tüm imkânlar harekete geçirilecek ve ayrıca Türkiye'nin milli menfaatleri gözetilerek uluslararası ortaklıklara gidilecektir. Petrol arama ve çıkarma faaliyetlerinde yeni teknolojilerin geliştirilmesine önem verilecektir.

794. Ülke ekonomisinin ihtiyacı olan maden ve endüstriyel hammadde temininde devamlılık ve arz güvenliği sağlanacaktır. Altın, toryum, bor ve benzeri kıymetli madenlerin işlenmeden cevher olarak satılması yerine, yüksek ileri teknoloji kullanılarak katma değerli yeni ürünlere dönüştürülmesi suretiyle satılması sağlanacaktır. Bu amaçla Ar-Ge faaliyetlerine daha fazla kaynak ayrılacaktır.

BAŞKAN – Alim Işık, Kütahya Milletvekili, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’nın enerjiyle ilgili bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak verdiğimiz önerge hakkında söz aldım. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, kalkınma planları, ülkelerin kalkınması için gelecek dönemlerde yapacakları ve ulaşacakları hedefleri gösteren kararlar dizisidir. Bu anlamda, ülkelerin geleceği açısından çok önemli yerleri vardır. Dolayısıyla, hükûmetler de programlarını bu planlarda ortaya koydukları hedefler doğrultusunda gerçekleştirmeyi esas alırlar. Ancak, Türkiye’nin hem toplam ithalatında yaklaşık dörtte 1 paya sahip olan hem de her yıllık cari açığına denk düzeyde ithalat harcamasının yapıldığı enerji sektöründe maalesef bu kalkınma planında öngörülen hedefler geçmiş dönemde yaşanan gerçek verilerle kıyaslandığı zaman tutturulacak hedefler olmaktan çok uzaktadır. Asıl Türkiye’nin problemi olan arz güvenliğini sağlayacak hedefler maalesef bu plan içerisinde yer alamamıştır. Bu anlamda, enerji politikalarını öngören hedefler tabiri caizse yasak savmaya yönelik, planın içerisinde olması gerektiği için ortaya konmuş hedefler olarak değerlendirilecektir.

Değerli milletvekilleri, konan hedefler incelendiğinde, planın 256’ncı sayfasında, önümüzdeki beş yılda yaklaşık yüzde 33,7 oranında elektrik enerjisi talebinde artış görülüyor ama buna ulaşmak için Türkiye'nin en önemli kaynaklarından olan yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki payına baktığınız zaman, artış oranının sadece bu beş yıllık dönemde yüzde 4,7’de kaldığını görüyorsunuz. Bu rakam göstermektedir ki Türkiye'nin enerji politikası, bugüne kadar AKP hükûmetleri döneminde olduğu gibi, doğal gaza dayalı santrallerden özel sektör ağırlıklı ve kamunun elindeki enerji tesislerinin özelleştirilerek cari açığın kapatılmasına yönelik hedeflerden oluşmaktadır. Bu, enerji politikası açısından Türkiye'nin geleceğinin çok iyi olmayacağının önemli göstergelerinden birisidir.

Diğer taraftan, bugüne kadar uygulandığı gibi, ulusal tarife yöntemiyle kayıp kaçak oranlarının azaltılamayacağı ve hiç elektrik ödemesi yapmayan birçok vatandaşın kullandığı elektriğin bedelinin Türkiye’deki tüm vatandaşlarımıza eşit dağıtımını öngören politikalar maalesef yine bu plan içerisinde yer almaktadır; dolayısıyla bu ülkede çalan korunmaktadır. Yine önümüzdeki beş yıllık hedefler dikkate alındığında, enerjiden çalanlar yani hırsızlar korunmaya devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, bugün itibarıyla ortalama yüzde 72 oranında dışa bağımlı olan ülkemizin enerji politikası bu planda yer alan hedeflerle maalesef, iyiye değil, kötüye gitmeye devam edecektir. Özellikle dünya enerji kaynaklarının yaklaşık üçte 2’sinin yer aldığı Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Kafkaslar bölgesinde çok önemli bir stratejik konumu olan ülkemizin bu konumundan yararlanmayı öngören hedefler bu plan içerisinde yer almamıştır yani bugüne kadar olduğu gibi, bu ülkenin stratejik konumunu değerlendiremeyen AKP Hükûmeti, önümüzdeki dönemde de maalesef bunun değerlendirilmesini sağlayacak hedefleri koyamamış, dolayısıyla bugüne kadar politikada önemli bir değişiklik yer almamıştır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesiyle ilgili öngörüler maalesef yetersizdir. Bu nedenle zaten son beş yılda enerji politikalarıyla ilgili hedeflerin yetersiz kalması nedeniyle öngörülen yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarına Türkiye ulaşamamıştır, bundan sonra da ulaşmaya çok uzak görünmektedir.

Nükleer güç santrallerinin yapımıyla ilgili çalışmalar kamuoyundan gizli yürütülmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİM IŞIK (Devamla) – Hedeflerde de yine benzer uygulamanın devam edeceği kaçınılmaz görülmektedir.

Planın hayırlı olmasını diliyor, enerji sektörüne biraz daha ağırlık verilmesi temennisiyle tekrar saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

20 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Onuncu Kalkınma Planı'nın 877. paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki paragrafın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

          Mehmet Şandır                       Sümer Oral                         Mehmet Günal

                 Mersin                                  Manisa                                 Antalya

            Erkan Akçay                            Alim Işık

                Manisa                                 Kütahya

878. 2023 Türkiye Turizm Stratejisi'nde öngörülen "2014-2018 2. Eylem Planı" günün koşullarına uygun olarak hızla devreye sokularak, turizmde ihtiyaç olan planlı gelişme, örgütsel koordinasyon uygulama yöntem esasları ve hedefleri belirlenerek, mevcut tıkanıklıklar acilen giderilecektir. Bu çerçevede Turizm Çerçeve Kanunu acilen çıkarılacaktır.

BAŞKAN – Sayın Şandır, gerekçe mi?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe...

BAŞKAN – Gerekçeyi okuyalım.

Gerekçe:

2023 Türkiye Turizm Stratejisi'nde öngörülen 2007-2013 yıllarını kapsayan 1. Eylem Planı dönemi, göz göre göre harcanmış ve tüketilmiş durumdadır. Defalarca uyarmamıza rağmen bu plan uygulanmamış ve bunun ilk ve en önemli şartı olan Turizm Çerçeve Kanun Taslağı bir türlü tasarı haline bile getirilememiştir.

Daha önümüzde 2014-2018 ve 2019-2023 dönemlerini kapsayan iki adet Eylem Planı varken, bu süreci yok farz eden bir yaklaşım söz konusudur. Onuncu Kalkınma Planında 2023 Turizm Stratejisinin adının bile geçmemesi, bu konuda yıllardır sürdürülen belirsizliğin önümüzdeki dönemde de devam edeceğinin bir göstergesidir. Planın Dönüşüm Programlarını içeren üçüncü bölümünde ayrı bir turizm dönüşüm programının yer alması gerekirken, Turizm Stratejisinden bile söz edilmemesi, ödemeler dengesi açığının kapatılmasında çok önemli katkısı olan sektörün ihmal edildiğini göstermektedir.

Bu eksikliklerin giderilmesi ve turizm sektöründen beklenen gelirin elde edilebilmesi için Turizm Çerçeve Kanunu bir an önce çıkarılmalı, Turizm Eylem planı da buna bağlı olarak hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

21 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planının 285’inci sayfasında 958 no.lu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“958. Şehirlerde doğal ve endüstriyel afet riski taşıyan, altyapı yetersizlikleri yaşayan, fiziksel mekan kalitesi düşük bölgeleri sosyal, ekonomik, çevresel ve estetik boyutlar dikkate alınarak yenilemek; kentsel refah, yapı ve yaşam kalitesini yükseltmek temel amaçtır.”

    Ferit Mevlüt Aslanoğlu              Haluk Eyidoğan                      Turgut Dibek

               İstanbul                                İstanbul                                Kırklareli

     Haluk Ahmet Gümüş                    İzzet Çetin

               Balıkesir                                Ankara

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı’nın başlıklarından bir tanesi de kentsel dönüşüm ve konut. Tabii, kentsel dönüşümle konutu bir araya getirmişler, tam maksadı anlayamadım ama ben daha çok kentsel dönüşümle ilgili birkaç şeyi söylemek istiyorum. Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanımız da arka sıralarda oturuyor, herhâlde dinleyecektir.

Şimdi, kentsel dönüşüm eşittir deprem riskini azaltma gibi bir ilişki içinde bir yasa çıkarıldı. Onunla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Tabii, Onuncu Kalkınma Planı’nda kentsel dönüşümle ilgili yazılan hedeflere baktığımız zaman çok fazla bir itirazımız olamaz ama bu hedeflere 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’la varılamaz. Kentsel dönüşüm tanımı bile doğru dürüst yapılamamışken… Nedir kentsel dönüşüm? Kentsel dönüşüm dediğimiz olgu, kentsel toplu yenileme ya da dönüştürme çalışmaları, mevcut kent yapısında gereken değişiklikler için yapılan yenileme, yeniden geliştirme, sağlıklaştırma, koruma, iyileştirme gibi çok farklı girişimlerin genel bir ifadesi. Dolayısıyla, ne için, nerede, nasıl yapacağınıza bağlı olarak kentsel dönüşüm eylemi farklılıklar arz ediyor.

Türkiye’de kentsel dönüşüm, bu tanımladığımız şekilde dönüştürme, yenileme, iyileştirme, sağlıklaştırma gerekli mi? Evet, gerekli. Neden? Çünkü Türkiye’nin kentleşme sürecinde plansızlıklar, olumsuzluklar ve yapılan birçok yanlışlar göz önüne alındığında önümüzdeki dönemde gerçekten Türkiye’de kentleşme politikalarında mutlaka iyileştirme ve yenileme eylemlerinin öngörülen kentleşme politikalarının eksenine oturması lazım ancak Hükûmetin afet riskini gerekçe göstererek çıkardığı 6306 sayılı Yasa’nın hatalı ve hukuka aykırı üslup, içerik ve yaklaşımları nedeniyle kentsel dönüşüm faaliyetlerinin amaca hizmet etme olanağı oldukça sınırlı, belki de yok. Her ne kadar Onuncu Kalkınma Planı’nda kentsel dönüşüm için bazı hedefler konmuşsa da Hükûmetin çıkardığı 6306 sayılı Yasa’yla bu hedeflere ulaşmak pek olanaklı gözükmüyor.

Kentsel dönüşüm her yerde aynı uygulanmaz. Her bölgede konutların durumları, afet türleri, insanların sosyal ve ekonomik sorunları farklı; bölgenin kent içindeki konumu, arsa fiyatı, bunlar da farklı. Bütün bu farklar nedeniyle her bölgenin kendi sorununu çözecek yaklaşımlar üretilmeli ve ona göre uygulamalar yapılmalıdır.

Kentsel dönüşümde yalnız binalar iyileştirilmez. Dönüşümde yeterli açık ve yeşil alanlar, yeterli sağlık ve eğitim hizmeti, kültürel tesisler, sağlıklı altyapı, ulaşım olanakları gibi temel ihtiyaçlar da giderilmelidir.

Kentsel dönüşüm sürecinin başlangıcında mevcut planların yeniden ele alınması ve buna göre bir plan bütünlüğü inşa edilmesi gerekiyor. Kent parçalarına rastgele müdahalelerde bulunulmamalıdır. Bugün büyük kentlerde binlerce birbirinden bağımsız ve gereksiz, ranta dönük imar tadilatları yapılmaktadır.

Yoğunluk artırıcı ada ve parsel ölçeğinde yapılan plan tadilatları “kentsel dönüşüm” adı altında sunulmamalıdır. Ayrıca, kentlerde gayrimenkul geliştirme işleri ve eylemleri de “kentsel dönüşüm” adı altında anılamaz.

Dönüşüm yoksul kesimlere faydalı olmalıdır. Kentsel dönüşüm tek tip değildir, her uygulama için ortak olarak kabul edilmesi gereken ilkeler şunlardır: Halkın yaşadığı yeri terk etmemesi esastır, buna “yerinde dönüşüm” denilir. Halk, konutunun yenilenmesine çok büyük bedeller ödememelidir. Halk, kendi mahallesi hakkında alınan kararlarda doğrudan söz sahibi olmalıdır. Bu ilkelerin hayata geçebilmesi için mahalleli ile kentsel dönüşüm çalışmalarını yürüten kamu kurumları arasında şeffaf bir tartışma ortamı yaratılmalıdır.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

22 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10’uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı’nın 177’nci sayfasında bulunan “3. Bileşen” başlığı altına aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“Her türlü kredilendirme yönteminde kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık kapsamında kredi düzenlemelerinin yapılması”

           İdris Baluken                       Pervin Buldan                         Adil Zozani

                 Bingöl                                    Iğdır                                    Hakkâri

           Hasip Kaplan                      Ertuğrul Kürkcü

                 Şırnak                                   Mersin

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kadınların ekonomik hayata katılımlarının önündeki engellerin kaldırılmasında teşvik edici bir uygulama olarak plan metnine dâhil edilmesi önemlidir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

23 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 10'uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı'nın 178'inci sayfasında "i. Programın Amacı ve Kapsamı" paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"i. Finans merkezi uygulamaları, ortaya çıkardığı etki itibariyle sosyal ve ekonomik yıkım riskini büyük oranda taşımaktadır. İstanbul'un finans merkezi haline getirilmesi çalışmaları kentsel dönüşümden, farklı rant alanlarına kadar büyük bir alanda toplumsal mağduriyetler ortaya çıkarmıştır. Finans merkezi çalışmalarının etkilerinin İstanbul'da yaşayan halkla birlikte tartışılarak, toplumun beklenti ve önerileri çerçevesinde yeniden belirlenmesi önemlidir."

           İdris Baluken                       Pervin Buldan                         Adil Zozani

                 Bingöl                                    Iğdır                                    Hakkâri

           Hasip Kaplan                      Ertuğrul Kürkcü

                 Şırnak                                   Mersin

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Bir kentteki bütün yaşamı büyük oranda etkileyecek kararların orada yaşayan halkla birlikte alınması önemli bir demokrasi ilkesi olarak hayata geçirilmelidir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

24 numaralı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın 3. Bölümünde yer alan programlar arasından “İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Programı”nın çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

    Ferit Mevlüt Aslanoğlu          Aydın Ağan Ayaydın             Rahmi Aşkın Türeli

               İstanbul                                İstanbul                                   İzmir

             Musa Çam                            İzzet Çetin                        Bülent Kuşoğlu

                  İzmir                                    Ankara                                  Ankara

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Bülent Kuşoğlu, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşmelerin sonuna geldik. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Onuncu Plan’ı görüşüyoruz, görüşmeleri tamamladık. Dokuzuncu Plan’la ilgili bir şey sorayım: Dokuzuncu Plan’ın, hâlen uygulamada olan Dokuzuncu Plan’ın en başarısız tarafı neydi biliyor musunuz? Kamuyla uyum içerisinde, koordine içerisinde yürütülememesiydi. Onun için bu planda Kalkınma Bakanlığı tarafından bir üçüncü bölüm getirildi, orada “öncelikli dönüşüm programları bölümü” açıldı. Bununla uyum sağlanması, kamuyla daha uyumlu, daha koordineli bir şekilde özellikle, planın yürütülmesi amaçlandı. Yirmi beş öncelikli dönüşüm programı var. Bunlardan bir tanesi de İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Programı. Yalnız, bunda da bir sorun var çünkü bu programların uygulanması için de bir farklı zihniyet gerekiyor; Hükûmetin böyle bir  zihniyeti yok. Bu, özellikle İstanbul’un finans merkezi olmasıyla ilgili programı biz çok yetersiz olarak bulduk, gördük. Bu, yirmi beş program arasından en başta çıkarılması gereken,  uygulanmasının gereksiz olduğu tek program olarak bunu gördük çünkü İstanbul -biliyorsunuz- havaalanıyla, tüneliyle, üçüncü köprüsüyle sürekli olarak yatırım alan, işte yeni hastaneler vesaire, bütün bunları toplarsanız en az 200 milyar dolar bu plan döneminde yatırım yapılması gereken bir yer.

Şimdi, bir plancı olarak sadece bir şehrinize, bir kentinize 200 milyar dolarlık yatırım yapar mısınız?  Aşağı yukarı buna ulaşacak. Anadolu’da bu kadar işsizlik varken, bu kadar göç varken, Anadolu bu kadar sıkıntıdayken tek bir yere yatırımlarınızı toplar mısınız, bu mantıklı olur mu? Maalesef, bu program da, İstanbul’un uluslararası finans merkezi olması programı da bunu öngörüyor, böyle bir yanlışlığı öngörüyor, bir dengesizliği öngörüyor. Bir plancı mantığı bunu yapmaz. Bu, zannediyorum sadece siyasi nedenlerle getirilmiş, siyaset nedeniyle konulmuş buraya bir program; onun için de düzeltilmesi lazım.

Ayrıca, başka gerekçeler de var. Bakın, Onuncu Beş Yıllık Plan’ın 25, 26, 27’nci paragrafları “finansal piyasalar ve sermaye akımları” başlığını taşıyor ve 26’ncı paragrafta şöyle bir cümle var, çok enteresan: “Gelişmekte olan piyasalara yatırımcı ilgisinin giderek artmasının ülkemize kazandırabileceği en büyük kaynaklardan birisi körfez bölgesindeki sermayenin ülkemize çekilmesi olabilecektir.” diyor. Şimdi, “Körfez bölgesindeki sermayeyi ülkemize çekelim.” diyorsunuz. Bunun anlamı ne? Yani körfez bölgesindeki sermayenin kontrolünün kim tarafından yapıldığını bilmemek demektir bu. Körfez bölgesindeki sermayenin kontrolü kimdedir? Bugün uluslararası piyasaları kim kontrol ediyorsa onlardadır. Onların bilgisi olmadan körfez bölgesindeki sermayeyi kontrol edebilir misiniz? İstanbul’u uluslararası finans merkezi yapabilir misiniz? “Körfez bölgesindeki sermayenin ülkemize çekilmesi hedeftir.” deniyor ama buna ilişkin bir program yok. İstanbul’un uluslararası finans merkezi yapılması programa konulabiliyor maalesef, böyle yanılgı var. Aslında “körfez sermayesinin çekilmesi” deseydi belki daha doğru olabilecekti.

İstanbul’un finans merkezi olabilmesi için birçok kriter gerekiyor. Fiziki kriterlerin birçoğu aslında mevcut, fiziki kriterler mevcut. Potansiyel olarak İstanbul’un altyapısı da uluslararası finans merkezi olmaya müsait belki fakat bunları yapabilmek için de her şeyden önce bir zihniyet lazım, finans merkezi olabilmesiyle ilgili bir zihniyet. New York, Hong Kong gibi, Londra gibi birinci ligdeki finans merkezlerinde farklı bir anlayış vardır, farklı bir yapı vardır. Kalkıp da finansçılara ikide bir ters laflar etmezsiniz, “faiz lobisi” demezsiniz; özel bankalar paralarını çeksin, kamu bankalarına götürsün diye böyle kaos çıkaracak, gerçekten kaos çıkaracak bir şey söylemezsiniz.

Ayrıca, bugün Sayın Başbakan Yardımcısı Atalay bir şey söylemiş, mesela, demiş ki: “Bu olayları Yahudi diasporası çıkardı.” Bu da çok tehlikeli. Hem bir taraftan finans merkezi kurmaya çalışıyorsunuz, bir taraftan da bunu söylüyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) – Bir anlamda tüm bunlar Hükûmetin kendi kendisini yalanlaması anlamına geliyor. Dolayısıyla, bunun programdan çıkarılması gerekir diye düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı üzerinde verilen önergelerin işlemleri tamamlanmıştır.

3067 sayılı Kanun gereğince planın tümü, Genel Kurulca kabul edilen önergelerdeki değişiklikler doğrultusunda açık oya sunulacaktır.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın yerine Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın yerine Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yerine de Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ vekâleten oy kullanacaklardır.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018 açık oylama sonucu:

 

“Kullanılan oy sayısı

:

259

 

 

Kabul

:

240

 

 

Ret

:

19

(x)

 

Kâtip Üye

Bayram Özçelik

Burdur

Kâtip Üye

Muhammet Rıza Yalçınkaya

Bartın”

 

Böylece, Onuncu Kalkınma Planı kabul edilmiştir. Hayırlı ve uğurlu olsun.

Şimdi, Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz teşekkür konuşması yapacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin bu vaktinde uzun bir konuşma yapmaya tabii ki niyetim yok ama bu kadar yoğun bir çalışmadan sonra teşekkür etmesek bu da bir eksiklik olacak.

Öncelikle, Kalkınma Bakanlığındaki değerli mesai arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, çok fedakâr bir şekilde gece gündüz, gerçekten yoğun bir çalışmayla bu planı koordine ettiler, hazırladılar. Bütün kamu kurumlarında plan çalışan arkadaşlarımıza, plana katkıda bulunan bakanlıklarımıza, kamu kurumlarına çok çok teşekkür ediyorum, bakanlarımıza çok teşekkür ediyorum.

Sivil toplumdan meslek kuruluşlarından, sendikalardan, akademik dünyadan, iş dünyasından, bütün ilgili kesimlerden gerek özel ihtisas komisyonları kanalıyla gerekse yerel düzlemde gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerde plana katılan, katkıda bulunan herkese yürekten teşekkür ediyorum. Tabii, Meclisimize çok çok teşekkür ediyorum gerek Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine, orada Komisyon üyesi olmayıp da gelip katkıda bulunanlara, bugün, gün boyu Genel Kurulda plana katkıda bulunan bütün arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Özellikle, muhalefet partisinden son derece olumlu bir şekilde plana yaklaşan, katkıda bulunan, görüşleriyle, düşünceleriyle bu plana destek veren arkadaşlarımıza özellikle teşekkür etmek istiyorum. Bugün çok yapıcı bir muhalefet anlayışını hep birlikte gördük, onlara şükranlarımı sunuyorum.

Hazırlanan bu planın, yaklaşık iki yıl çalışılarak gerçekten büyük emek harcanarak hazırlanan bu planın uygulanması aşamasında da aynı şekilde bütün kesimlerin katkısıyla, katılımıyla bunu gerçekleştirmeyi temenni ediyorum.

 Onuncu Plan’ın ülkemize, milletimize, devletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Hepinizi en derin saygılarımla, hürmetlerimle selamlıyorum. Hayırlı geceler diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Başkanlık Divanına niye teşekkür yoktu? Bize niye teşekkür yok?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Size en büyük teşekkürü ediyorum.

BAŞKAN – Alınan karar gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkanlık Divanı üyelerinin seçimini yapmak için 2 Temmuz 2013 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                                                                  Kapanma Saati: 02.07

 



(x) (10/686) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin tam metni tutanağa eklidir.

(x) 476 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.