TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 68’inci Birleşim

                                                                                        20 Şubat 2013 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Kosova-Türkiye Dostluk Grubu Kosova Taraf Başkanı Müfera Şinik ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz.” denilmesi

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve 30 milletvekilinin, HES projelerinin doğuracağı zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511)

2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz ve 28 milletvekilinin, adalet sisteminde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)

3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve 28 milletvekilinin, bireysel silahlanmayla ilgili tablonun ve bireysel silahlanma nedeniyle yaşanan yaralanma ve ölümlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/513)

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek’in, Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’in, milletvekillerinin görev ve sorumluluklarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun, Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’in AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’in, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

6.- Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun şahsına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- Bingöl Milletveakili İdris Baluken’in, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Bayburt’un 95’inci zafer gününü kutladığına ilişkin açıklaması

2.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin “Türk milleti” sosyolojik gerçeğini ifade etmesini “ırksal” olarak nitelendiren zihniyetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde içtiği andı ayaklar altına alan bir zihniyet olduğuna ilişkin açıklaması

3.- Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

4.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

5.- Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

6.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, acılarını paylaşan grup başkan vekillerine teşekkür ettiğine ve İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’a geçmiş olsun dileğinde bulunduğuna ilişkin açıklaması

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşlarının son yıllarda giderek yükselen ırkçılık, milliyetçilik ve nefret suçlarının araştırılması amacıyla 26/3/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Şubat 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 28 milletvekilinin yargı erkinin, birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa'mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması amacıyla 19/02/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Şubat 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 4 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/722, 2/1114) (S. Sayısı: 417)

 

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suudi Arabistan Krallığı Hükümeti Arasında Gençlik ve Spor Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/348) (S. Sayısı: 212)

5.- Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporları (1/488) (S. Sayısı: 240)

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Malezya Hükümeti Arasında 27 Eylül 1994 Tarihinde Ankarada İmzalanan Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasını Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/405) (S. Sayısı: 49)

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Elektrik ve Enerji Alanlarında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/559) (S. Sayısı: 192)

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, adliyelerde çalışan mübaşirlerin özlük haklarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/13851)

2.- İstanbul Milletvekili Celal Dinçer’in, İstanbul’daki heykellere ve bunların bakım ve onarımına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in cevabı (7/16253)

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, yap-işlet-devret modeliyle yapılan yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in cevabı (7/16256)

20 Şubat 2013 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----------0----------

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 68’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

 

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

 

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Kosova-Türkiye Dostluk Grubu Kosova Taraf Başkanı Müfera Şinik ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz.” denilmesi

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ülkemizi ziyaret etmekte olan Kosova-Türkiye Dostluk Grubu Kosova Taraf Başkanı Müfera Şinik ve beraberindeki milletvekillerinden oluşan heyet Meclisimizi teşrif etmiş bulunmaktadırlar. Kendilerine Meclisimiz adına “Hoş geldiniz.” diyoruz. (Alkışlar)

Evet, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek’in, Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

BÜNYAMİN ÖZBEK (Bayburt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümü nedeniyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bayburt, tarihî ve kültürel zenginlikleri bakımından müstesna şehirlerden biridir. Bayburt, kendisini ikiye bölen Çoruh Nehri’yle, ihtişamıyla misafirlerini selamlayan tepede Bayburt Kalesi’yle, meydandaki saat kulesiyle, Dede Korkut Türbesi ile Aydıntepe Yeraltı Şehri’yle, Selçuklulardan kalma camileriyle ve mağaralarıyla bir başkadır Bayburt.

Bayburt denince akla, Dede Korkut, Şair Zihni, Abdulvahap Gazi Hazretleri, Ekmelüddin Babertî Hazretleri gelir. Celali, İrşadi, Hicrani gelir akla. Kahramanlık denince, göğsümüzü gere gere Kop Dağı’nda yatan 15 bin şehit, Kocatepe’de Yüzbaşı Şehit Agâh, Bağdat’ın kapsına dayanan Genç Osman gelir.

Bayburt denince, mert, dürüst, zeki ve çalışkan insan gelir akla. Yardım sever, mazlumun yanında olan, muhtaca yardım eden, ağlayanı güldürendir Bayburtlu.

Eğilmez, dik durur, dik duranı alkışlar Bayburtlu. (AK PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Bayburtlu tarihin her döneminde vatanı, bayrağı, milleti için kahramanca çarpışmış, galip gelmiş, bu uğurda canını ve kanını feda etmekten çekinmemiştir. Bütün cephelerde savaşmış olan Bayburtlu şehidi her şehitlikte görmek mümkündür. Böyle bir ecdada sahip olmanın gururu ve mutluluğu ile başımız her zaman dik ve şehitlerimizin kanlarıyla şekillenmiş bayrağımız her zaman göklerdedir. Bizlere düşen en büyük görev ise, canları ve kanları pahasına bu toprakları bize vatan yapan ecdadımızın emaneti olan cumhuriyetimize sahip çıkmaktır. Ülkemizi sevmek, birliğimizi ve bütünlüğümüzü koruyarak ülkemizi ve şehrimizi daha çağdaş ve mutlu yarınlara taşımaktır.

Değerli milletvekilleri, milletimiz Birinci Dünya Savaşı’nda yeni bir tarih yazmıştır. Şanlı tarihimizdeki kahramanlık destanlarından biri de şehrimizde yaşanmıştır. Bu destan, yiyecek ekmek, giyecek çarık bulamayan milletimizin, iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir.

Bu yıl Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yılını kutlayacağız; bir kez daha kahramanlarımızı yad edeceğiz, onlarla övünç duyacağız, gururlanacağız.

Bu mücadele gurur duyduğumuz kahramanlıklar yanında bilinmesi gereken mezalimlere de sahne olmuştur.

Savaş sırasında Rusların bölgeden çekilmesiyle civarda yaşayan Ermeniler, kendilerine yüzyıllardır kucak açan, canını, malını ve namusunu kendi canı, malı ve namusu gibi gören bu aziz millete akla gelmeyecek işkenceler yapmış, taş üstünde taş bırakmamış, kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmemişlerdir. Taş Mağazalar katliamı, diri diri halkın yakılması ve Yukarı Kırzı köyünde 19 kızımız ve gelinimizin, namuslarını korumak üzere kendilerini diri diri kuyuya atmalarıdır.

Bu yapılan zulüm ve işkenceleri en iyi şekilde ortaya koyanlardan biri de o dönemde Rus ordusunda hemşirelik yapan Tatyana Karameli’dir. Karameli anılarında, o dönemde Bayburt’ta yapılan işkenceleri gözler önüne sermiştir. Anılarının bir bölümünde, Ermenilerin Bayburt’tan çekilirken 150 kadar çocuğu zorla yanlarında götürdüklerini ve bu masumların bir kısmını vahşice katlettiklerini, yollardaki naaşlarından anlaşıldığını acı bir biçimde anlatmaktadır.

Şimdi bize düşen görev ise o yıllarda yaşanan acıları anlayabilmek ve bu acılardan ders çıkarabilmektir. Yüce Mevla bizlere bir daha bu acıları yaşatmasın diyor, aziz şehitlerimizi minnetle, rahmetle anıyoruz.

Diğer taraftan, malumunuz, Anayasa Mahkemesi, milletvekili seçiminde nüfusa bakmaksızın her ilin en az 2 milletvekili çıkarmasını içeren maddeyi iptal etmiştir. Bu vesileyle, Sayın Başbakanımız, tüm samimiyetimle söylüyorum, “Ben Bayburt’un 2’nci milletvekiliyim.” demiştir ve bu da bizi gururlandırmıştır, kendilerine teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)

Bayburt’umuzun düşman işgalinden kurtuluşunun 95’inci yıl dönümü tekrar kutlu olsun diyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.

Gündem dışı ikinci söz, milletvekillerinin görev ve sorumlulukları hakkında söz isteyen Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’e aittir.

Buyurun Sayın Güneş. (CHP sıralarından alkışlar)

 

2.- Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’in, milletvekillerinin görev ve sorumluluklarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Değerli arkadaşlar, milletvekillerinin görev ve sorumlulukları üzerine gündem dışı olarak söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunarım.

Dün 550 milletvekiline birer CD dağıttırdım. Bu CD’de 30 Ocak tarihinde, BBC’de, Hatay’da bir imalathanede çekilmiş görüntüler var. Bu görüntüler, Suriye’deki bombaların Türkiye’de imal edildiğine ve Türkiye’den Suriye’ye sevk edildiğine dair BBC’nin bir programı. Hepinizin görmesini istedim çünkü BBC 30 Ocakta gösterdi ama Türkiye’de ne yazık ki bu görülemedi.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, 11 Şubat tarihinde Cilvegözü gümrüğünde büyük bir patlama oldu, 4 yurttaşımız öldü, ondan daha fazla sayıda Suriyeliler öldü ve bir milletvekili olarak, sorumluluğumun gereği olarak ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla Cilvegözü’nü denetlemek üzere Hatay’a gittim. 12 Şubat 2013 tarihinde saat 10.10’da olay yerindeydim. Savcı Kemal Zöhre’den kamera görüntülerini talep ettim, mahallini gördükten sonra ve hemen akabinde, basın mensuplarına bir açıklama yapamayacağımı çünkü olay hakkında yeterli bilgiye henüz sahip olmadığımı ifade ettim. Bu yayımlandı, canlı olarak yayımlandı. Fakat, ne yazık ki saat 12.30’da Başsavcı Bestami Tezcan, Hatay Milletvekilimiz Sayın Hasan Akgöl’ü arayarak dedi ki: “Bu davada bu konuda gizlilik kararı var, kamera görüntülerini göremezsiniz.” Oysa bir gece önce İçişleri Bakanı Muammer Güler, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı, TOBB Başkanı –bir milletvekili bile değil- Sayın Hisarcıklıoğlu, bölgenin AKP Milletvekili Hacı Bayram Türkoğlu bu görüntüleri görmüştü. Bunu nereden biliyorum? Çünkü Bayram Türkoğlu, ertesi gün, o akşam tv8’de Gökmen Karadağ’ın programına bağlanarak dedi ki: “Ben gördüm. Araç oraya çekildikten yirmi dakika sonra patlama oldu.” Olayın tamamını seyrettiğini söyledi.

Değerli arkadaşlar, 25 Ağustos 2012’de de Apaydın’daki sığınmacı kampını ziyaret etmek istemiş ve engellenmiştim. O zaman da bunun üzerine, o olayı örtbas etmek üzere İnsan Hakları Komisyonu görevlendirilmiş ve Apaydın kampı düzmece bir raporla ibra edilmişti. Şimdi, İçişleri Bakanı Cilvegözü’nde olan olayların kendilerinin iddia ettiği gibi görünmesi için kamera görüntülerinin bir kısmının Anadolu Ajansına servis edildiğini söyledi.

Değerli arkadaşlar, bizim tek görevimiz bu Parlamentoda el indirip el kaldırmak değil, biz sadece yasama yapmakla görevli değiliz; biz aynı zamanda yürütmenin denetleyicisiyiz, bu bizim anayasal hakkımız. Şimdi, biz bunu yapmak istediğimiz zaman ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyoruz. Sayın Başbakan kalkıyor, Apaydın’da olduğu gibi diyor ki: “Sen zabıta mısın?” yahut da “İzansız, insafsız, onursuz!” diyor bizim için. Şimdi, bu edepsizlik, bunu bir kenara bırakıyorum. Bir Başbakana hiç yakışmayan bir ağız zaten ama daha önemlisi Başbakanın bu Parlamentonun üyelerinin görev ve sorumluluklarını hazmetmediğini gösteriyor, hele hele muhalefet milletvekillerine hiçbir hak tanımadığını gösteriyor.

Şimdi bir Anayasa yapılıyor “Daha demokratik olacak!” Nasıl olacak? Muhalefetin hiçbir hakkının olmadığı, bir denetleme görevinin muhalefete yaptırılmadığı, baskı altına alındığı, ayrımcılık gözetildiği bir anlayışın yaptığı Anayasa’dan ne hayır gelir? Öyle bir Anayasa yapılacaksa çok açık söyleyeyim, 12 Eylül Anayasası bile aranır hâle gelir.

Değerli arkadaşlar, bir konuyu daha dile getirmek istiyorum, kusura bakmayın. Sayın Çiçek, Apaydın’da yapılan muameleyi, bu Meclis kürsüsünde gensoruyla ifade ettiğimi öğrendiği zaman beni daha sonra telefonla arayıp özür dilemişti. Sakın, bu konuşmam üzerine Sayın Çiçek beni telefonla arayıp özür dilemesin, gereğini yapsın. Onun gereği, onun görevi Meclisin tüm üyelerinin denetleme görevini tam olarak yapabilmesini sağlamaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Sakın ha, beni arayıp “Hocam, özür dilerim, haberim yoktu.” demesin. Sayın Başbakan benim milletvekilliği görevimi engellemeye çalışıyor, Sayın Çiçek de kayıtsız kalıyor.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – “Edepsizlik” lafını geri alınız, Başbakana “edepsizlik” lafını geri alınız.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Benimle ilgili söylenen sözleri Sayın Başbakan geri aldığı zaman ben de onu geri alırım.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Size aynen iade ederim.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Bu Parlamentonun görevini yapmasını kimse engelleyemez, bu, demokrasinin beşiğidir. Biz milletvekilliği görevimizi yerine getirmek… (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Aydın.

MUSA ÇAM (İzmir) – Metiner, Başbakanın avukatı mısın sen? Metiner, Başbakana yaranacağım diye her türlü şeyi yapıyorsun, yakışmıyor ya!

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Saygısızlık yapma, biz sizin liderinize “edepsiz” demiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Çam…

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın hatip konuşmasında Grup Başkanımızla, Başbakanımızla alakalı ağza alınmayacak sözlerde bulunmuşlardır.

BAŞKAN – Sayın Aydın, sataşma nedeniyle –lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeden- iki dakika söz veriyorum, buyurun.

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’in AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

 

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Tabii, Sayın hatibin, konuşmasının konusuna baktığımızda milletvekillerinin sorumluluklarıyla alakalı bir konuşma yaptığını zannediyorduk biz. Çok sorumsuz bir konuşma yaptı, sorumlulukları hatırlatacağı yerde, kendi sorumluluklarını ihmal ederek çok sorumsuz bir konuşma yaptı.

Değerli arkadaşlar, bu kürsüde herkes edebiyle konuşmak zorundadır. Hele ki bu ülkenin Başbakanı, yüzde 50 seçmenin oy verdiği bir Başbakanla ilgili ağzınıza o ifadeyi aldığınız zaman ağzınızın temiz olması lazım, doğru konuşmanız lazım. Hiç kimseye hakaret etme hakkınız yok sizin. Hele ki bu ülkenin Başbakanına hiç kimsenin burada onunla alakalı en ufak bir şekilde dahi edep sınırlarını aşan ifadelerde bulunmaya asla hakkı yoktur. Gelirsiniz konuşursunuz, eleştirinizi yaparsınız ama hakaret asla. Hakarete gerek Meclis Başkanlık Divanının asla müsaade etmemesi lazım gerekse de bu kürsüde hakaretvari konuşmaların asla ve kata yapılmaması lazım ve herkesin de edebine uygun bir şekilde bir dil kullandığını biz biliyoruz. Eğer edepsiz ifadeler kullanıyorsa bilin ki o arkadaşın edebinde bir problem vardır diyorum, teşekkür ediyorum, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar), (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güneş.

Sayın milletvekilleri, bir saniye…

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Sataşma var.

BAŞKAN – Ne söyledi de sataştı?

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Benim hakkımda “edepsiz” dedi, benim edebimle ilgili şüphesi olduğunu söyledi.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Hayır, söylediğini söylediler Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güneş, size de iki dakika söz veriyorum; yalnız yeni bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen. (CHP sıralarından alkışlar)

 

2.- Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’in, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Evet, değerli arkadaşlar, bana göre, herhangi bir şahıs hakkında, 76 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından herhangi birisini, değil milletvekili olmak, herhangi bir yurttaşımızı onursuz, insafsız ve izansız olmakla suçlamak edepli bir davranış değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Bunun edepli bir davranış olduğunu iddia ediyorsanız o zaman açık söyleyeyim, Başbakanlıktan ayrılın. Yakışmaz, yakışmaz! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sizin yaptığınız çok mu edepli?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Bir milletvekilini böyle nitelemek doğru değildir, bu size yakışmıyor.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Onu Genel Başkanınıza söyleyiniz, edep dersini ona veriniz.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Bu, Başbakana da yakışmıyor, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına da yakışmıyor, bunu savunmak size de yakışmıyor.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Herkes kendine yakışanı söylüyor.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, Anadil Günü münasebetiyle söz isteyen Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’na aittir. (BDP sıralarından alkışlar)

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

3.- Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun, Dünya Ana Dil Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Ana Dil Günü dolayısıyla gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyor ve Dünya Ana Dil Günü’nü kutluyorum.

Ancak bugün Dünya Ana Dil Günü dolayısıyla da kendi ana dilimle sizi selamlamak istiyorum… (*)

Değerli milletvekilleri, 21 Şubat 1999 tarihi Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Ana Dil Günü olarak ilan edilmiştir. Böylesi bir günün anlamı dili yasaklanan halklar için çok büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda, Birleşmiş Milletler tarafından, çok dillilik ve kültürlülüğü desteklemek, dilleri korumak, kollamak önemli bir katkı sunmak anlamına gelmektedir. Aslında, ana dilin önemini, ana dilde eğitimi, böyle kısa bir sürede anlatmak zor bir olaydır. Ancak, bunun acısını yaşayanlar olarak bunu dile getirmeyi önemli buluyoruz.

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan, duyguyu, düşünceyi, arzuları derli toplu anlatan canlı bir mekanizmadır. Aynı zamanda insanlar arasında dostluğu sağlayan bir canlı varlıktır da. Hani deniliyor ya “Bir lisan, bir insandır; iki lisan, iki insandır.” Birey ne kadar çok dili biliyorsa ufku o kadar geniş olur, o kadar gelişkin olur ancak her toplumun ana dili ayrı bir önem arz eder çünkü bir çocuk ana rahmine düştüğünde, dört ve beşinci ayından sonra anası neyi hissediyorsa, neyi konuşuyorsa, hangi duyguları taşıyorsa çocuk bununla büyür ve doğduğunda da ana hangi dille konuşmuş ise çocuk da o dili konuşur. Örneğin, eğer, İngilizce konuşmuşsa çocuk da İngilizce konuşur eğer Türkçe konuşmuşsa o çocuk da Türkçe konuşur, kuşkusuz eğer Kürtçe konuşmuşsa tabii ki o çocuk da Kürtçe konuşmaktadır. Bunu engellemek, bunu zorlamak tabii ki mümkün değildir çünkü konuştuğu dil Kürtçe, coğrafyası ise Kürdistan olur. Bunu engellemek olanaksız bir olaydır.

Ana dili kişinin dünya ile çevresiyle ilişkileri, dünyayı yorumlamak, anlamak tabii ki ana dille olur. Önce insan ana diliyle birçok şeyi anlayabilir, kavrayabilir çünkü eğitim öncesi o çocuk, anne ve ebeyi, çevresi, coğrafyası ile ilişki içerisindedir. Onun ruhunun şekillenmesi, onun toprağa olan sevgisi, onun ülkeye olan saygısı, onun teneffüs ettiği hava, yediği ekmekten daha önemlidir çünkü ancak o kendini o ana dille ifade ettiği zaman, o ana dil, onun kimliği olur. Onun özgürlüğü, bütün düşünceleri onun içerisinde odaklaşır.

Ana dil bir halkı, bir toplumu birleştiren ortak hedeftir, hatta onun çimentosudur. UNESCO’nun verilerine göre dünyada 6 bin dil konuşulmakta idi ama bugün ne yazık ki 2.750 dil konuşuluyor. Bu dillerin birçoğu 200 devlette konuşulmaktadır. Bu konuşulan dillerin birçoğu, demokrasiyle idare edilen ülkelerde, kuşkusuz iki dillilik ile gelişmektedir. Örneğin, Avrupa’da, Belçika’da, Almanya’da, hiç beğenmediğimiz Asya’da, Hindistan’da, Pakistan’da… Hindistan’da 320 dil konuşulmaktadır. Afrika’da Nijerya’da, 420 dil konuşulmaktadır. Bu da gösteriyor ki dil insanlar arasında ilişkiyi geliştiren, dönüştüren, hatta ticari bazda olsun, kültürel bazda olsun insanlığın ortak bir hazinesidir. Ne yazık ki ırkçı, tekçi, kirli politikalardan dolayı bugün bu dillerin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - …birçoğu yok olmaktadır.

Türkiye’de 34 dil konuşulmakta idi, bu dillerin şu anda 15 dile düştüğü görülmektedir. Bu da gerek uluslararası anlaşmalar gerekse diğer ülkelerde yaşanan, benzer deneyimi olan ülkelerde ise bu, dilin insanlar için ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.

Bir halk, dili, kültürü, tarihi ile vardır. Eğer o halkın dili ve kültürü, dili kısıtlanmışsa, dili yasaklanmışsa kimliği de yasaklanmış demektir. Dolayısıyla, o halk kendi kültürünü, kendi dilini ifade edemiyorsa bu da uluslararası arenada bir ayıp olarak karşılanmaktadır çünkü demokratik ülkelerde bu tür yasaklamalar yoktur.

Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Şandır, söz talebiniz var.

Buyurun.

 

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Bayburt’un 95’inci zafer gününü kutladığına ilişkin açıklaması

 

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de Bayburt’un 95’inci zafer gününü yürekten kutluyoruz. Bayburt’a düşman tarafından işgal edilmek yakışmaz. Sayın Bayburt Milletvekilinin alkışlarla karşılanan konuşması bana göre Bayburt’un zafer günü olarak anılması gerekirdi.

Bayburt’un zafer gününde hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Milliyetçi Hareket Partisi olarak Yüce Allah’tan rahmetler diliyoruz. Tüm Bayburtluları yürekten kutluyoruz.

Söz verdiğiniz için de teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündeme geçiyoruz.

“Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” vardır.

Meclis Araştırması açılmasına ilişkin 3 önerge vardır, okutuyorum:

 

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve 30 milletvekilinin, HES projelerinin doğuracağı zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tunceli’de akarsuların üzerindeki her vadiye HES projeleri kapsamında barajlar inşa edilmektedir. Munzur, Mercan ve Pülümür vadilerinden sonra şimdi de Peri Suyu üzerinde 2 baraj faaliyete başlamış, 5 baraj projesi yapım, 2 baraj da proje aşamasında bulunmaktadır; Kiğı Barajı, Özlüce Barajı (faaliyette), Pembelik Barajı, Seyrantepe Barajı (faaliyette), Tatar Barajı. Projeler tamamen hayata geçirildiği takdirde 60’tan fazla köy su altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bölge halkının Elâzığ, Bingöl ve Tunceli sınırında bulunan diğer köylerde yaşayan topluluklarla irtibatlarının kesilmesinin yanı sıra birçok köy boşaltılacak ve yaşayan yöre halkı göç etmeye zorlanacaktır (84 köyde zorunlu göç). Böylelikle, devlet destekli, köylere geri dönüş projesi yerine devlet destekli inşa edilen barajlar ile Tunceli’de yaşayan halk, yerlerinden yurtlarından edilmesi sonucunda tamamen insandan arındırılmış bir coğrafya parçası inşa edilecektir.

HES projeleri ile Tunceli’nin tarihî, beşeri ve fiziki coğrafyasının yok edilmesinin yanı sıra bir başka önemli nokta bölgedeki kült merkezlerinin tamamen sular altında bırakılarak yok edilmesidir. Oysaki bölge yüzyıllardan beri farklı etnik grupların bir arada yaşadığı, farklı ayin ve dinî biçimlerin kendini yeniden var ettiği özgün bir bünyeye sahiptir. Bölgede dağ, tepe, taş, kaya; göl, akarsu, dere, küçük su gözeleri; ağaç, koruluk, küçük orman alanları; dağların tepelerinde, dere boylarında, geçit yerlerinde bulunan baba, dede, sultan, er evliya türbeleri vb. mekânlar inanç ve itikadî bakımdan insanlar tarafından derin anlamlar yüklenerek dinsel bağlamda belli bir aidiyet bağı ile yorumlanmışlardır. Bölge insanı kutsallık aidiyeti ile yeşeren umutların itikadıyla bazen bir evliya, türbeye, teberiğe ve ziyarete kurban ya da adak adamış, bazen bir yatıra, ağaca, dağa ve tepeye delil uyarma niyetine mumlar yakmış, bazen de bir erene, sultana, babaya, pire, mürşide gülbank okutmuştur.

Suyun yaşam veren ve bazen de verdiklerini toptan alan, (sel, tufan) özelliği geçmişte toplumların belleklerinde derin izler bırakmıştır. Fakat, HES projeleri ile yapılmak istenen doğal bir afetten öte yapay bir felaket inşa ederek toplumun ekonomik, sosyal ve hukuki hakları bir yana fiziki yaşam mekânlarının yok edilmesi gerçeğidir. HES projelerinin doğuracağı sonuçlar dikkate alındığında T.C. Anayasası'nın 166’ncı maddesinde "yapılacak yatırımlarda toplumun yararı ve gereklerinin gözetileceği”ne dair hükmü esas alınarak Anayasa'nın 98 ve TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 02.01.2012

1)     Hüseyin Aygün                                          (Tunceli)

2)     Mustafa Sezgin Tanrıkulu                           (İstanbul)

3)     Namık Havutça                                          (Balıkesir)

4)     Kadir Gökmen Öğüt                                    (İstanbul)

5)     Candan Yüceer                                          (Tekirdağ)

6)     Alaattin Yüksel                                          (İzmir)

7)     Bülent Tezcan                                           (Aydın)

8)     Ahmet İhsan Kalkavan                                (Samsun)

9)     Gürkut Acar                                               (Antalya)

10)   Ali Sarıbaş                                                (Çanakkale)

11)   Mehmet Şeker                                           (Gaziantep)

12)   Ali Özgündüz                                             (İstanbul)

13)   Ali Demirçalı                                             (Adana)

14)   Rahmi Aşkın Türeli                                    (İzmir)

15)   Hülya Güven                                              (İzmir)

16)   Mehmet Volkan Canalioğlu                         (Trabzon)

17)   Recep Gürkan                                            (Edirne)

18)   Veli Ağbaba                                              (Malatya)

19)   Ali Serindağ                                              (Gaziantep)

20)   Haydar Akar                                              (Kocaeli)

21)   Muharrem Işık                                           (Erzincan)

22)   Hasan Akgöl                                              (Hatay)

23)   Turgay Develi                                            (Adana)

24)   Erdal Aksünger                                          (İzmir)

25)   Ayşe Nedret Akova                                     (Balıkesir)

26)   Malik Ecder Özdemir                                  (Sivas)

27)   Haluk Eyidoğan                                         (İstanbul)

28)   Tolga Çandar                                            (Muğla)

29)   Levent Gök                                                (Ankara)

30)   Şafak Pavey                                              (İstanbul)

31)   Ramazan Kerim Özkan                               (Burdur)

 

2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz ve 28 milletvekilinin, adalet sisteminde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde adaletin yaşadığı ve yaşattığı sorunlar kamuoyunda sürekli olarak tartışılmaktadır. Personelin yaşadığı zorluklardan uzun tutukluluk sürelerine, uluslararası hukukta taraf olduğumuz sözleşme koşullarının yaşama geçirilememesinden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda (HSYK) yaşanan gelişmelere kadar çok sayıda başlık tartışmaların ana unsurlarını oluşturmaktadır. Adaletin içinde olduğu durum, uluslararası kamuoyunun da dikkatini çekmekte ve ülkemizin dünyada kötü bir görüntü çizmesine neden olmaktadır. Bunun son örneği, Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg'in 10-14 Ekim 2011 tarihleri arasında ülkemize yaptığı ziyaret sonrasında hazırladığı rapordur.

Hammarberg'in hazırladığı rapor, ülkemizin adalet sisteminin içinde bulunduğu durumun ayrıntılı bir tablosu niteliğindedir. "Türkiye'de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması" alt başlığıyla yayınlanan rapor, ülkemizdeki hukukun ve uygulamasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadıyla uyumlu hâle getirmek üzere tam ve istenilen potansiyele erişilemediği ve çok daha fazla çabanın gerektiğini vurgulamaktadır. Aşırı uzun süren yargılamaların Türk adalet sisteminin kronik bir işlev bozukluğu olduğunun altı çizilen raporda, en sık tekrar edilen sorunların başında "tutukluluğa çok sık başvurulması ve uzun tutukluluk sürelerinin yarattığı kaygı" yer almaktadır.

Son günlerde kamuoyunda isimleri Ergenekon, Balyoz ve Oda TV davaları olarak geçen davaların görülmeleri sırasında yaşanan sıkıntılar ve bunların yurttaşlarımızın vicdanını yaralaması, ülkemizde yürütme-yargı diyaloğunun ve özgürlüklerin yok edilmesi noktasında yürütme-yargı ilişkisinin rolünü hem akademik hem de güncel olarak tartışır hâle getirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg'in raporu bu anlamda da özel bir önem taşımaktadır.

Özel yetkili savcılar ve özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin çok eleştirilen Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) devamı özelliği taşıdığı vurgusu, kitap yazması nedeniyle tutuklanan yazarlar, gizli tanıkların ifadeleri doğrultusunda yapılan tutuklamaların yarattığı kaygı, savunmaların yapılmasında yeterli özenin gösterilmemesi gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "Özgürlük ve Güvenlik Hakkı" başlıklı 5'inci, "Adil Yargılanma Hakkı" başlıklı 6'ncı, "İfade Özgürlüğü" başlıklı 10'uncu maddelerine aykırı tutumlara Avrupa İnsan Hakları Komiseri de raporunda ayrıca değinmiştir.

Ülkemizde yargıyla ilgili yıllardır tartışılan konulardan, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını engellediği konusunda neredeyse görüş birliği bulunan HSYK'nın içinde Adalet Bakanı ve Müsteşarının rolü konusunda ülkemizde hâlâ bir düzenlemeye gidilmemesi; adli kolluk eksikliği, bölge adliye mahkemelerinin olmaması, şüpheli kişilerin yakalanmasının soruşturmanın çok erken aşamasında gerçekleşmesi, hâkim ve savcıların hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerinde yaşanan sıkıntı nedeniyle taraf olduğumuz AİHS çerçevesinin dışında kararlar çıkması, hazırlanması çok uzun süren soruşturma ve iddianamelerin uzun tutukluluk süresine zemin hazırlaması, adalet personelinin içinde olduğu zor koşullar nedeniyle verimli çalışmanın sağlanamaması, işkence ve kötü muamelenin cezalandırılmasında istenen gelişmenin kaydedilememesi, "terör" ve "terör suçlusu"  kavramlarının çerçevelerinin belli olmaması ve bu nedenle geniş bir takdir yetkisinin keyfî  kullanılabildiği gibi sistem sorunları Türkiye'de insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanılmasının önündeki en büyük engellerin başında gelmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg'in hazırlamış olduğu rapordan da anlaşılacağı gibi ülkemizde adalet sisteminin içinde bulunduğu sorunların tespit ve çözümüne ilişkin paydaşların artırılması; yani adalet çalışanları, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ile konunun uzmanlarının görüşlerine başvurulması amacıyla özel bir çalışma yapılması gerekmektedir.

Bu bağlamda; ülkemizdeki adalet sisteminin yaşadığı sorunların araştırılması ve çözüm yollarının tespiti amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İç Tüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

 

1) Ali Özgündüz                                                         (İstanbul)

2) Ali Serindağ                                                         (Gaziantep)

3) Gürkut Acar                                                           (Antalya)

4) Veli Ağbaba                                                          (Malatya)

5) Mehmet Şeker                                                       (Gaziantep)

6) Ali Demirçalı                                                         (Adana)

7) Hülya Güven                                                         (İzmir)

8) Candan Yüceer                                                      (Tekirdağ)

9) Turgay Develi                                                        (Adana)

10) Aylin Nazlıaka                                                     (Ankara)

11) Rahmi Aşkın Türeli                                              (İzmir)

12) Alaattin Yüksel                                                   (İzmir)

13) Mehmet Volkan Canalioğlu                                  (Trabzon)

14) Mehmet Ali Susam                                              (İzmir)

15)  Recep Gürkan                                                    (Edirne)

16) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

17) Ayşe Nedret Akova                                               (Balıkesir)

18) Muharrem Işık                                                    (Erzincan)

19) Hasan Akgöl                                                        (Hatay)

20) Erdal Aksünger                                                   (İzmir)

21) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

22) Kadir Gökmen Öğüt                                             (İstanbul)

23) Malik Ecder Özdemir                                           (Sivas)

24) Haluk Eyidoğan                                                  (İstanbul)

25) Tolga Çandar                                                     (Muğla)

26) Levent Gök                                                         (Ankara)

27) Şafak Pavey                                                       (İstanbul)

28) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

29) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

 

3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve 28 milletvekilinin, bireysel silahlanmayla ilgili tablonun ve bireysel silahlanma nedeniyle yaşanan yaralanma ve ölümlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/513)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde şiddet olayları ve bireysel silahlanma her geçen yıl artmaktadır. Kamuoyunda "maganda kurşunu" diye haberleştirilen olaylarda pek çok masum vatandaşımız hayatını kaybetmektedir. Bireysel silahlanmayla ilgili tablonun ortaya çıkartılması ve bireysel silahlanma nedeniyle yaşanan yaralanmalar ve ölümler konusunda alınacak önlemlerin tespit dilmesi amacıyla Anayasa'mızın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

 

1) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

2) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

3) Gürkut Acar                                                           (Antalya)

4) Veli Ağbaba                                                         (Malatya)

5) Mehmet Şeker                                                      (Gaziantep)

6) Ali Serindağ                                                         (Gaziantep)

7) Ali Özgündüz                                                        (İstanbul)

8) Ali Demirçalı                                                        (Adana)

9) Malik Ecder Özdemir                                             (Sivas)

10) Hülya Güven                                                       (İzmir)

11) Rahmi Aşkın Türeli                                             (İzmir)

12) Alaattin Yüksel                                                   (İzmir)

13) Candan Yüceer                                                   (Tekirdağ)

14) Recep Gürkan                                                     (Edirne)

15) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

16) Mehmet Volkan Canalioğlu                                  (Trabzon)

17) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

18) Muharrem Işık                                                    (Erzincan)

19) Hasan Akgöl                                                       (Hatay)

20) Turgay Develi                                                     (Adana)

21) Erdal Aksünger                                                   (İzmir)

22) Ayşe Nedret Akova                                              (Balıkesir)

23) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

24) Kadir Gökmen Öğüt                                             (İstanbul)

25) Sena Kaleli                                                        (Bursa)

26) Haluk Eyidoğan                                                  (İstanbul)

27) Tolga Çandar                                                     (Muğla)

28) Levent Gök                                                         (Ankara)

29) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

 

Genel Gerekçe

Bireysel silahlanma, bireye ve topluma yönelen şiddet her geçen yıl artmaktadır. Toplumları tehdit eden bu sorun, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizin de önemli gündem maddeleri arasında yer almaktadır.

Bireylerin ruhsatlı ve ruhsatsız silahlarla sebebiyet verdikleri olay sayısı hızla artarken, özellikle kamuoyunda maganda terörü denilen olaylar nedeniyle pek çok masum insanımız yaralanmakta ya da hayatını kaybetmektedir. Özellikle düğünler ve spor müsabakaları sonrasında kutlama adına gelişigüzel havaya sıkılan silah nedeniyle aile dramları yaşanmaktadır.

Ülkemizde bireysel silahlanmayla ilgili rakamlar ürkütücü boyuttadır. Ülkemizde her 100 kişiden 12'sinde silah bulunmaktadır. Bireysel silahlanma konusunda Türkiye, 178 ülke arasında 14'üncü sırada yer almaktadır. Silah ticaretiyle ilgili şeffaflık konusunda ise 48 ülke arasında 31'inci sırada bulunmaktadır. Ülkemizde ruhsatlı silah sayısı 2003 yılında 1 milyon 954 bin iken bu sayı 2005'te 2 milyon 145 bine yükselmiştir. İçişleri Bakanlığı 2010 yılı verilerine göre ise 2005-2009 yılları arasında yenilenenler dâhil olmak üzere 256.906 taşıma, 222.271 bulundurma, 3.474 adet yivli tüfek ruhsatı verilmiştir. Ruhsatsız silah sayısı ise bireysel silahsızlanmaya kendini adamış Umut Vakfı verilerinde yer almıştır. Vakfın açıklamalarına göre ruhsatsız silah sayısının ruhsatlı silah sayısının 3-4 katı olarak tahmin edildiği ifade edilmektedir.

Meydana gelen şiddet olaylarında silah kullanımına ilişkin veriler, olayların önlenmesinde silahsızlanmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. 2011'in ilk altı ayında 2001 yılı aynı dönem verilerine göre silahlı şiddet olaylarının sayısında yüzde 83 oranında artış tespit edilmiştir. Silahla işlenen cinayetlerin yüzde 14'ünde ruhsatlı silah kullanılmıştır.

Yapılan araştırmalarda gençlerin silah sahibi olmalarının önemli toplumsal sorunlara neden olduğu belirlenmiştir. İntihar ve akran cinayetlerinde silah kullanılmaktadır. Ayrıca son yedi yılda yüzde 1.400’lük artış gösteren kadına yönelik şiddet eylemlerinde de silah kullanılmaktadır. Kadın cinayetlerinde delici aletler ilk sırayı alırken ateşli silahlar hemen 2’nci sırada gelmektedir. Türkiye'de son yıllarda işlenen hırsızlık, gasp, tehdit gibi suçlarda da çoğunlukla silah kullanılmaktadır. Türkiye'de her 3 evden 1’inde silah bulunmaktadır. Evdeki silah kaza, cinayet ve intihar riskini yüzde 41 arttırmaktadır. Silahla işlenen her 10 cinayetten 1’i trafikte yaşanmaktadır. Cinayetlerde silah kullanım oranı yüzde 60'tır. Silahlı ölüm sayısı 3 bindir.

Bireysel silahsızlanma konusunda kurulacak komisyon, silahlanmanın ve buna bağlı şiddet olaylarının engellenmesinde önemli bir sorumluluğu yerine getirecektir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, birinci Munzur, HES ve barajlar önergesine ben de katılmak istiyorum. Müsaade ederseniz, kayıtlara geçsin diye imzalayayım efendim.

BAŞKAN – E, katılın.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, Sayın Başkan, diyorum ki: “Birinci HES ve Munzur Dağı araştırma önergesine ben de katılmak istiyorum.”

BAŞKAN – Yani illa siz burada olduğunuzu mu anlatmak istiyorsunuz? “Katılın.” dedim ben de. Orijinalini getirip imzanızı alacaklar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kayıtlara geçmesi için.

BAŞKAN – E, geçti kayıtlara. 

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim imzam yok. Ben de bu önergeye katıldığımı ifade ediyorum, “Tutanaklara geçsin, imzalayacağım.” diyorum. 

BAŞKAN – Ben de “Katılın.” diye söyledim, tutanaklara geçti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bunun usulü böyle, bilmiyorsanız çıkmayın oraya canım! 

BAŞKAN – Sayın Genç, sizin çok bildiğinizden biz faydalanıyoruz. Burada orijinali yok. Teşekkür ediyoruz, gerçekten Meclisi aydınlatıyorsunuz yüksek bilgilerinizle, sağ olun.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşlarının son yıllarda giderek yükselen ırkçılık, milliyetçilik ve nefret suçlarının araştırılması amacıyla 26/3/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Şubat 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

                                                                                             20.02.2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 20.02.2013 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı toplantısında, toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                   Pervin Buldan

                                                                                                                                          Iğdır

                                                                                                                               Grup Başkan Vekili

Öneri:

26 Mart 2012 tarihinde, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından verilen (785 sıra no.lu), "Son yıllarda giderek yükselen ırkçılık, milliyetçilik ve nefret suçlarının araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 20.02.2013 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu araştırma komisyonu kurulması talebinin Meclise verilmesinden bu yana neredeyse bir buçuk yıl geçmiş durumda ancak önerge için ileri sürülen gerekçeler tazeliğini koruyor hatta yeni unsurlarla gelişiyor. Burada örnek olarak verilen pek çok olay var ve bunların hepsi aslında ırk, ulusal, etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, siyasi görüş ve benzer nedenlerle dışlanan gruplara karşı kullanılan söylemin, bu söyleme bağlı uygulamaların yarattığı toplumsal gerilim ve mağduriyetin giderilmesiyle ilgilidir.

En son, Trabzon’da linç edilmek istenen TAYAD’lıların Nisan 2005’teki linç girişiminin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan -o zaman Başbakan olan, hâlâ Başbakan- şu konuşmayı yapmış: “Herkes halkımızın hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak tavrını belirlemeli, halkın bu millî hassasiyetlerine dokunulduğu zaman şüphesiz ki tepkisi farklı olacak.” Aynı gerekçe geçtiğimiz iki gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisinin 4 üyesine karşı, Sinop’ta kullanılarak mal, can, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü saldırı altına alınarak saatlerce mahsur bırakıldığımız bir şiddet gösterisine muhatap olmamıza yol açtı. Onların da gerekçeleri aynıydı, çok hassaslarmış. Neden o kadar hassaslar? Çünkü Barış ve Demokrasi Partisi milletvekilleri kente geliyormuş, bu, onların hassasiyetlerine dokunmuş. Barış ve Demokrasi Partisi milletvekillerinin Türkiye’nin her yerine gitmek hem hakları hem mecburiyetleri, onları bundan alıkoyacak ne yasal ne ahlaki ne siyasi bir sınır var, tersi, son derece büyük bir saçmalık olurdu. BDP milletvekilleri ya da başka partilerin milletvekilleri Türkiye’nin herhangi bir yerine herhangi bir kaygıyla gidemedikleri zaman hakikaten o zaman Türkiye’nin bölünmüş olduğunu düşünmeliydik çünkü bir milletvekilinin başka bir ile, başka bir kente seyahati gerçekte var olmayan sınırlarla sınırlanıyorsa o zaman ciddi bir problem var demektir. Bu problemle karşı karşıya kaldık.

Sevgili arkadaşlar, açıkçası, Türkiye, bir barış imkânının ucunun göründüğü bir süreçte bunu ortadan kaldıracak çok ciddi bir iç çatışmanın sebebi olabilecek bir ihtimalden, bir felaket ihtimalinden tesadüfen kurtulmuştur çünkü Sinop’ta eğer canımıza, araçlarımıza… (AK PARTİ sıralarından “Ne işin vardı orada?” sesi)

Senin ne işin varsa benim o işim var. Herkesin işi aynı burada, halka kendi görüşlerini anlatmak, halka kendi düşüncelerini söylemek, bunlara tasvip aramak. İşi bu olmayan var mı aramızda? Eğer biz bu işimizi yaptığımız sırada öğretmenevinin camlarını taşlayanlar başka bir şey de atsalardı, o kırılan çift katlı camlar insanların bedenlerine saplansaydı, eğer bu taşları atanlar başka bir şey atmayı tercih etselerdi bunu önleyebilecek hiçbir gücün olmadığı bir andan başlayarak dokuz saat boyunca süren bir tedhiş ile karşı karşıya kaldık.

Başbakan, bizlerin, gidebileceğimiz her yere gidip görüşlerimizi açıklamamızın çok doğal ve gerekli olduğunu söylemiş. Biz altı ay önce de bu haklara sahiptik. Altı ay sonra da bu haklara sahip olacağız. Bunu söylemek bir bedahettir. Göğün mavi olduğunu söylemek kadar akıl gerektirmeyen, zaten gördüğünü tekrar etmekten ibaret bir şeydir. Ama bu milletvekillerinin hayatlarını korumak, onların hayatlarını teminat altına almakla görevli olan İçişleri Bakanlığına bağlı emniyet güçlerinin bu saldırganlarla iç içe, kol kola olduğunu görerek geçirdiğimiz dokuz saatten sonra biz bu haklarımızın güvence altına alınmadığını… Bu bakımdan İçişleri Bakanının mutlaka ve mutlaka eğer bu tertibin bir parçası olmak, böyle görünmek istemiyorsa bu kentin valisini ve emniyet müdürünü görevden alması mecburiyeti vardır.

Burada sadece şiddet ve saldırganlık olmadı, aynı zamanda nefret söyleminin de en doruklarında yaşandı; polislerin gözleri önünde kadın milletvekillerimizin kadınlığına yönelik en aşağılık sloganlar saatlerce milliyetçilik gölgesi arkasına saklanılarak bağırıldı. Haysiyetlerimize dil uzatıldı, kökenlerimize, fikrimize dil uzatıldı ve bütün bunlarla dolu dokuz saatlik bir sahneden geçtik. Bunun arkasında -çok açık- Türkiye'deki savaş politikalarının sürdürülmesinden yana olan bir özel harp gücü var. Bu özel harp gücü Karadeniz’i kendine ait iddia ediyor. Burayı kendi özerk bölgesi iddia ediyor. Karadeniz özel harbin özerk bölgesi değildir, Karadeniz’in emekçi halklarınındır ve bizim onlarla karşı karşıya gelmemiz için hiçbir sebep yoktur. Onlar da barışa bizim kadar aç, bizim kadar susuz, bizim kadar muhtaçtırlar. Ne yazık ki Karadeniz’in sırtına musallat olmuş, bir kene gibi onun duyarlılıklarını emen, insan kanından beslenen, insan eti yiyen bu gladyo çetesi, orada Türkiye'nin bütün geleceğine meydan okumaktadır. Bunların kışkırtabildikleri birkaç genç, ne Sinop halkının ne Samsun halkının ifadesidir. Sinop ve Samsun halkını tanıyoruz. Biz de bu halkın, bu hayatın bir parçasıyız, oralarda yaşadık, oralarda mücadele ettik, oralarda çalışıyoruz. Halkların Demokratik Kongresi bütün bileşenleriyle Karadeniz’de vardır, oraya hariçten gelmiyor. Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Parti, Yeşil ve Sol Gelecek Partisi, bütün diğer politik hareketler orada varlar ve bu hareketler ile akıl ve vicdan bağı içinde oldukları için, Halkların Demokratik Kongresinin bileşeni olmadıkları hâlde, Samsun’da, Türkiye Komünist partililer, halkevleri, 78’liler Federasyonu ağır bir lince maruz kaldılar, saatler boyunca bunlara karşı bir önlem alınmadı.

Ne yazık ki, sevgili arkadaşlar, bütün politik partilerimizin geçmiş savaş dönemi boyunca edindikleri diskurun bu kızışma havasında bir payı var, bir etkisi var. Çünkü Sinop’ta bizi kuşatanlar arasında parmaklarıyla Bozkurt işareti yapanlar, parmaklarıyla silah işareti yapanlar “Bizler Mustafa Kemal’in askerleriyiz.” diye haykıranlar, üç hilalli yeşil bayrak taşıyanlar da vardılar, gözlerimizle gördük. Bundan ötürü ana akım partilerin herhangi birini bu süreci örgütlemekle suçlamıyoruz ama yıllardır kurulan diskurun…

MUHARREM VARLI (Adana) – Suçlama zaten, suçlama…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - …zehirli meyvelerinin toplandığını söyleyebiliriz. Bunları hepimiz görüyoruz.

Sizin böyle bir şey söylemek hakkınız yok çünkü ben de sizin her yerde konuşma hakkınızı savunmaya mecburum.

MUHARREM VARLI (Adana) – Hayır, ben sizin konuşmanızla alakalı bir şey söylemiyorum. Bozkurt işareti yapanları, kimin Bozkurt işareti yaptığını gördünüz mü?

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım Sayın Kürkcü, Genel Kurula hitap edin lütfen.

Sayın Milletvekili, lütfen…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şimdi, ben de zaten “Bu size aittir.” demedim fakat şunu anlıyorum: Farklı tercihler birbirine karışabiliyor kafa karışıklığı içerisinde. Ben, politik bütün partilerimizin kendilerini bu gladyo çemberinden çıkarmalarını; açık, demokratik bir diskur, bir diyalog içerisinde olmayı teşvik etmelerini, nefret söylemine bağlı her şeyi şimdiden inkâr etmelerini ve halkın kafasının karışmasına izin vermemelerini istiyorum. Bizi protesto etmek, benim, başkalarını protesto etmem kadar herkesin hakkıdır. Bu hak kimsenin elinden alınamaz ama nefret söylemiyle protesto daha başladığı an suçtur ve “Bunlar, bu milletvekillerinin PKK’ye yakınlığı dolayısıyla böyle olmuştur.” diyerek mazur gösterilemez. Neye yakınsam ona yakınım, bana karşı nefret söylemi kullanamazsınız, ben de size karşı kullanamam.

Meclis, bütün bunlardan ötürü Sinop ve Samsun’u da içine alan, bütün bu gladyo yapısını da açığa çıkartmaya yönelen bir Meclis araştırması açma hakkına sahip olduğu kadar buna mecburdur da çünkü bir barış kapısı açılacaksa nefret söylemini ve bunun arkasındaki mekanizmayı el birliğiyle mahkûm etmeye mecburuz. Hepinizden bu yönde bir davranışı bekliyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Hakan Çavuşoğlu, Bursa Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin nefret suçlarının önlenebilmesi ve gereken tedbirlerin alınması amacıyla İç Tüzük’ümüzün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin verdiği önerge hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, sözlerime nefret suçlarının saikıyla ilgili bir değerlendirme yaparak başlamak istiyorum. Nefret suçları, suçun mağdurlarının herhangi bir eylemi nedeniyle değil; milliyetleri, kültürleri, görünümleri, etnik kökenleri, dinleri, bir başka ifadeyle, eylemleri üzerinden değil aidiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları saldırganlıklar içeren davranışlardır. Diğer suç tiplerinden farklı olarak nefret suçları, saldırganların kurbanlarının varoluşlarına yönelik tehditlerdir ve kurbanlar bireysel, kişisel özellikleri ya da edimleri yüzünden değil, ait oldukları grubun varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının hedefidirler. Bu nedenle de bu suçlar toplumsal barışın en büyük düşmanlarından bir tanesidir.

Sayın milletvekilleri, nefret suçlarını sosyolojik, politik, psikolojik gibi çeşitli kuramsal tanımlara dayandırabilir isek de tüm bu teorileri içinde barındıran baskınlık kuramıyla açıklamak daha uygundur. Baskınlık kuramına göre, toplumda bir baskın grup, bir de alt grup vardır. Buna göre baskın grup, alt gruba yönelik olarak bir nefret söylemi üretmekte ve bu söylem nedeniyle de nefret suçuna bir zemin oluşturmaktadır. Hatta bu baskın grup kendisini en iyi özellikleriyle, alt grubu ise en kötü özellikleriyle tanımlayarak belirli kalıp yargılar oluşturmaktadır. Örneğin, bir etnik kimliği “pis” diğer bir etnik kimliği de “hırsız” olduklarına ilişkin son derece yanlış, hiçbir gerçeklik payı olmayan kalıp yargılarla damgalayabilmektedir. Hâlbuki baskın grupta dahi hırsız olan, pis olan birçok kimse olabilir. İşte, bu nedenle ortaya çıkan nefret söylemleri nefret suçuna zemin hazırlamakta ve toplumsal barışımızı dinamitlemektedir.

Sayın milletvekilleri, pozitif mevzuatımızda nefret suçunu düzenleyen bir norm bulunmasa da nefret suçunu karşılayan içerikte düzenlemeler mevcuttur. Nitekim Anayasa’mızın 10’uncu maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmektedir.

Yine Türk Ceza Kanunu’nun 3’üncü maddesinde de “adalet ve kanun önünde eşitlik” ilkesi koruma altına alınmaktadır. Ayrıca Ceza Kanunu’muzun 76’ncı maddesinde soykırım suçu, 122’nci maddesinde ayrımcılık suçu, 216’ncı maddesinde de halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden ve aşağılamayı suç sayan metinler yer almaktadır.

Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da net bir tanımı kabul etmemiş olsa da bu kavramı dinî hoşgörüsüzlük dâhil, hoşgörüsüzlükten kaynaklan nefreti yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı çıkaran ifade biçimleri için kullanmıştır. Mahkeme içtihatlarına göre belli kişi ya da grupları aşağılamak gibi nefret söylemi içeren somut ifadeler sözleşmenin düşünce ve ifade özgürlüğünü güvence altına alan 10’uncu maddesinin koruması kapsamında değildir ve bu nedenle devletlerce, ulusal yasalarla da kısıtlanabilir.

Sayın milletvekilleri, AK PARTİ olarak geliştirmiş olduğumuz siyasi söylemlerimiz ülkemizin demografik yapısını nazara alan, her türlü farklılıkları zenginlik olarak gören bir anlayışa ilişkindir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” “Yaratılanı severiz, Yaradan’dan ötürü.” etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe karşı olduğumuzu, insanın insan olmasından kaynaklanan her türlü özelliklerine hoşgörüyle yaklaşmayı ve ayrımcılığı elimizin tersiyle ittiğimizi gösteren bu söylemlerimiz tüm Türkiye’yi kucaklayan bir siyasi parti olduğumuzun en bariz göstergesidir. Burada, kanımca, bir şeyin altını özellikle çizmemiz gerekmektedir. Zira Türkiye nefret suçu ve nefret söylemine ilişkin çok mümbit bir zemine sahiptir. Bu nedenle, özelikle Türkiye’yi yönetmek adına yola çıkan siyasi partilerin özellikle de araştırma önergesi veren Barış ve Demokrasi Partisinin Türkiye’nin gerçeklerini nazara alarak bir retorik ortaya koyması gerekmektedir. Bakınız, BDP’nin bir temsilcisi bundan sadece birkaç gün önce, Balkanlardan Türkiye’ye göç etmek durumunda kalan soydaş ve kardeşlerimiz için “Bu memleketin gerçek sahibi siz değil, biziz.” anlamını ihtiva eden sözleri serdederek nefret suçlarıyla ilgili bir önerge vermek çelişkili bir tutumdur.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – O gündem değişti Sayın Hatip. Özür dilendi, o konuda basında açıklama yapıldı.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Bu, sorgulanması gereken bir yaklaşımdır arkadaşlar.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Tekrar gündem değiştirmenize gerek yok.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Hataya sığınma Hocam!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Evet, bu sorgulanması gereken bir yaklaşımdır.

Yine, bundan sadece birkaç gün önce bir CHP’li milletvekili arkadaşımızın da Kürtler ile Türklerin eşit olamayacağına ilişkin bir söylem ortaya koyması da kurucu ideolojiyi…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Geç ya! Nerede dedi? Ne zaman dedi?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) –…temsil ettiği iddiasında olan bir siyasi partinin Türkiye’ye…

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yalan yanlış, partileri suçluyorsunuz ya, ayıptır!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Arkadaşlar, bunlar Meclis gündemimizde görüşülmüş konular.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Başkan, gerçeğe aykırı bir…

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Bunlar Meclis gündemimizde görüştüğümüz şeyler.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Lütfen kendin konuş. Bırak, CHP’yi ağzına alma, kendin konuş.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Lütfen kendi yüreğindekini söyle.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri…

BAŞKAN – Sayın Çavuşoğlu, Genel Kurula hitap edin lütfen.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ayıptır ya!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, nefret suçunun, nefret söyleminin toplumda ve medyada olduğu kadar hem partilerimizde hem de medyamızda daha titizlikle ve dikkatlice ele alınması gereken bir alan olduğunu tekrar buradan ifade etmekte fayda görüyorum.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – En kral nefreti Başbakanın söylüyor; ayakaltına alıyor, tepeye dikiyor. En kral nefreti Başbakan kullanıyor ya! Önce onun dilini düzeltin, önce onun dilini düzelt!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Nitekim, değerli arkadaşlar, sadece seçimlerden sonra, aydın olarak gördüğümüz bir kısım yazarların, belli bir partiye oy veren kesimi “göbeğini kaşıyan adam” olarak görmesi “bidon kafalı” olarak görmesi de nefret suçunun üzerine gidilmesi gerektiği noktasındaki en önemli alanlardan bir tanesi olduğunu bize göstermektedir değerli arkadaşlar.

MUHARREM VARLI (Adana) – Her yeri kaşıyorsun, her yeri kaşıyorsun!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz, yani tarihî ve kültürel değerlerimizi evrensel ilkelerle bağdaştıran bir partiyiz. Bize göre her ne saikle olursa olsun nefret suçu ve nefret söylemine zemin hazırlayacak hiçbir ilkeyi benimsemedik, benimsemiyoruz. Zira, tarihî ve kültürel mirasımızda nefret suçuna ve nefret söylemine zemin oluşturacak bir arka plan yoktur.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Kulağınızı tıkarsanız hiçbir şey duymazsınız canım.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Yukarıda da bahsettiğim üzere, biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü seviyor, Acem’in Arap’a, Arap’ın Acem’e üstün olmadığına, müjdeleyip nefret ettirmememiz gerektiğine ilişkin ilkesel değerlerimize tutunuyoruz.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ah, bu söylediklerinizi yaşasanız!

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, toplumsal barışın tesisi gelecek nesillere daha güvenli ve yaşanabilir bir Türkiye için, bu aşamada, Meclis araştırma komisyonu kurulmaktansa, önergeyi veren ve destekleyen siyasi partilerin kendi içlerinde bir öz eleştiri mekanizması oluşturarak kendi içlerinde bir muhasebe yapması gerektiğine inanmaktayız.

Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, hepinize iyi günler diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Aykan Erdemir, Bursa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi ve bizleri televizyon ve bilgisayar ekranları başında seyreden yüce halkımızı saygıyla selamlıyorum. Barış ve Demokrasi Partisinin nefret suçlarıyla ilgili olarak verdiği araştırma önergesi lehinde söz aldım.

Değerli milletvekilleri, sizlerin de takip edebildiği gibi, bu önerge, nefret suçlarıyla ilgili olarak verilmiş ilk önerge değil. Ülkemizin kanayan bir yarasından bahsediyoruz ve bu kanayan yarayla ilgili olarak farklı partilerden farklı milletvekilleri farklı dönemlerde benzeri araştırma önergeleri verdiler. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de 22 Kasım 2012 tarihinde yine nefret suçlarının araştırılmasına ilişkin bir araştırma önergesi vermiştik. Öncelikle bir teşekkürle başlamak istiyorum. 22 Kasım tarihli araştırma önergemizde Mecliste uzun zamandır arzu ettiğimiz bir mutabakat sağlanmıştı. Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Barış ve Demokrasi Partisi mensubu milletvekilleri bu önerge lehinde oy kullanmıştı. Burada, ben, iktidar partisini eleştirmek için bunu söylemiyorum çünkü biz o günden sonra da iktidar partisi mensuplarıyla da çeşitli, bire bir diyaloglarda bulunduk ve biz biliyoruz ki onlar da aslında nefret suçlarıyla etkili bir mücadele edilmesine taraftardır fakat o dönemde henüz partinin yetkili kurullarından -diyelim- bir onay gelmediği için lehte oy kullanamamışlardı. Biz yine çağrımızı yineliyoruz: “Gelin, Türkiye’nin bu kanayan yarasını Dört partinin oylarıyla, dört partinin mutabakatıyla, oy birliğiyle, iş birliğiyle çıkaralım.” diyoruz. Dolayısıyla, hem bir teşekkürümüz var hem de henüz bize katılmayan Meclisteki 4’üncü parti grubuna bir davetimiz var, gelin, bunu el birliğiyle gerçekleştirelim.

Yine, bu konuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir girişimimiz, 3 Aralık 2012 tarihinde benim verdiğim bir yasa teklifiydi. Nefret suçlarına ilişkin ağırlaştırıcı hükümler getiren bir yasa teklifimiz olmuştu. Bu teklif şüphesiz ki bir şahsın ya da bir siyasi partinin teklifine indirgenemez. Bu teklif Türkiye’de ortaya çıkmış bulunan ortak aklın, toplumsal mutabakatın, uzlaşmanın yansımasıydı. Niye böyle olduğunu iddia ediyorum? Çünkü Türkiye’de yetmiş sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren bir platform var, Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu. Bu platforma Sosyal Değişim Derneği başkanlık ediyor, eş güdümü sağlıyor. Ve bu platforma baktığımızda Türkiye’nin bütün farklılıklarını, siyasi, felsefi ve diğer tüm alanlardaki farklılıklarını yansıtan bir platform görüyoruz. Demek ki istenirse, doğru bir dil tutturulursa, doğru bir yaklaşım gerçekleştirilirse yetmiş sivil toplum kuruluşumuz toplumumuzun farklı kesimleri, geniş kesimleri bir araya gelebiliyor.

İşte, biz de bu ortak aklın, bu mutabakatın yansıması olan yasa taslağını -Meclis duyarsız kaldığı için o dönemde- Meclis gündemine taşıma amacıyla bir teklif olarak, gerekçesine dokunmadan, içeriğine dokunmadan bir yasa teklifi olarak sunduk. Umudumuz odur ki gerek iktidar partisi gerek komisyon gerek yüce Meclis bu ortak akla, bu mutabakata kayıtsız kalmaz. diyoruz.

Yine, toplumsal ortak aklın bir diğer yansıması geçtiğimiz hafta sonu 16 Şubat 2013 Cumartesi günü İstanbul’da görünür kılındı. Bir Nefret Suçları Konferansı gerçekleştirildi. Bu, Nefret Suçları Konferansı’nda çok geniş bir katılım vardı yine toplumun çok geniş kesimlerini yansıtan. İstanbul Milletvekilimiz Sayın Melda Onur ile ben de Meclisi temsilen oradaydım. Gönül isterdi ki daha fazla milletvekilimiz olsun. Ama şuna inanıyoruz: Önümüzdeki süreçte dört partimizden milletvekilleri bu tür etkinliklerde yer alacak ve inanıyoruz ki Türkiye’de oluşacak bir toplumsal mutabakatla biz bu yasa teklifini -belki de yasa tasarısını- günü geldiğinde bu Meclisten geçireceğiz ve Türkiye bir ayıptan kurtulacak.

Değerli milletvekilleri, gelin Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformuna bir kulak verelim. Günümüz artık hükmetme, yönetme dönemi değil, çağı değil. Günümüz artık yönetişim çağı, yani sivil toplumla birlikte toplumun sorunlarına ortak çözümler bulma çağı.

Ne diyor platform? Diyor ki: Öncelikle biz Türkiye için ayrı bir nefret suçları yasası istiyoruz diyor. Fakat nefret suçlarını da nefret söylemiyle lütfen karıştırmayalım diyor.

Bakın, bu önemli bir konu. Neden bu ilerici platform şu aşamada yalnızca bir nefret suçları yasası istiyor, bir nefret söylemi yasası istemiyor? Nedeni şudur: Çünkü Türkiye’de, sizler de biliyorsunuz, ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün önünde önemli engeller bulunmaktadır ve nefret söyleminden de hayli muzdarip olan çok farklı kesimler diyorlar ki: Biz mağdur olmamıza rağmen Türkiye’nin bugünkü koşullarında, demokrasinin bu zor döneminde bir nefret söylemi yasası talep etmiyoruz. İlk aşamada, öncelikle, özellikle cana kasteden, mala kasteden, şiddet içeren suçlara ilişkin bir düzenleme istiyoruz. Ben de diyorum ki: Gelin, sivil toplumun bu sesine kulak verelim, nefret suçları yasasıyla yola çıkalım.

Bu demek değildir ki nefret söylemi önemsizdir. Nefret söyleminin ne derece önemli olduğuna biz, gerek Türkiye’nin 81 ilinde yaşadığımız olumsuz olaylarda gerekse yüce Meclisin çatısı altında zaman zaman yaşadığımız olumsuz olaylarda tanık oluyoruz. Dolayısıyla, nefret söylemi de şüphesiz üzerinde durmamız gereken ama belki de ilk aşamada yasal düzenlemeye gitmemizi gerektirmeyen bir mesele.

Son olarak bir ayrıma da gitmek istiyorum çünkü Türkiye’de çoğu zaman nefret suçları yasası bir İslamofobi yasası olarak algılanıyor yani salt İslamofobiye indirgenebilecek, İslamofobi yasasına indirgenebilecek bir yasa olarak algılanıyor. Şüphesiz ki İslamofobi de antisemitizm gibi nefret suçlarına kaynaklık eden süreçlerden, olumsuzluklardan biri, fakat bütüncül bir nefret suçları yasası, salt İslamofobiye indirgenemeyecek bir yasa, kapsayıcı bir yasa ve kapsayıcı bir yasa derken de gelin platforma bir kere daha kulak verelim, bakın ne istiyorlar: Irk, milliyet, etnisite, renk, engellilik, bedensel ve zihinsel engellilik, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği dâhil belki de sağlık durumu dâhil, göçmenlik durumu dâhil tüm saiklerle işlenen nefret suçlarını kapsayıcı, bütüncül bir yasa istiyorlar. Bu konuda da ben, yüce Meclisin ve değerli milletvekillerimizin bir ortak mutabakata varacağını umut ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki tavrı çok net, bunun da altını çizmek isterim. “Politika Notları” serisi kapsamında yayınlanan bir politika notumuz var: “Nefrete karşı bir arada yaşamı savunmak.” diyoruz “Eşit yurttaş, özgür insan, kardeşçe yaşam.” diyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin görüşü çok açık ve bu çerçevede politika yürütmeye devam ediyoruz. Yine Cumhuriyet Halk Partisi, ayrımcılık ve nefret suçlarıyla mücadeleyi 2011 seçim bildirgesine almış ve bu kapsamda da çok ayrıntılı, somut önerileri toplumla paylaşmış, bu yükümlülük altına girmiş bir parti. Bu anlamda da, nefret suçları söz konusu olduğunda, bu Meclis çatısı altında her türlü iş birliğine, her türlü yapıcı iş birliğine açık olduğumuzu belirtmek isterim.

Sözlerime son vermeden önce, burada bir özür borçluyuz, bunu dile getirmek istiyorum. Kime borçluyuz? Cumhuriyet Halk Partili Sinop Belediye Başkanı Sayın Baki Ergül’e bir özür borçluyuz çünkü kendisi ne yazık ki Sinop’taki olaylar nedeniyle itibarsızlaştırıcı, suçlayıcı ve hedef gösterici ithamlara maruz kaldı hem de eşinin ağır bir hastalığı nedeniyle Sinop dışında bulunduğu bir günde maruz kaldı. Evet, bugün bir özür geldi çünkü bu iddialar, bu ithamlar herhangi bir somut gerçekliğe dayanmıyordu ve bu iddiaların sahibi sözünü geri aldı ve özür diledi ama ben inanıyorum ki bu itibarsızlaştırma, bu ithamlar, bu hedef gösterme bir özürle geçiştirilemeyecek kadar büyük. Biz burada en azından kendisine yüce Meclis adına bir özür gönderiyoruz. Biz kendisinin ne kadar barışsever, dostluk sever, kardeşlik sever, eşit yurttaşlığı savunan bir belediye başkanı olduğunu biliyoruz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Salih Koca, Eskişehir Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VELİ AĞBABA (Malatya) – Başbakanın uçağına binip bizim Süheyl Batum’u hedef gösteren gazeteye de bir değinirseniz.

SALİH KOCA (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Meclis araştırma önergesi aleyhine söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi, aslında, kurulmadan önce bu ve benzer konularla ilgili olarak görüşlerini açıklamış, ilkelerini koymuş ve tavrını belirlemiş bir partidir. Daha dün grup toplantısında Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan bu tür konularla ilgili olarak kırmızı çizgilerimizi tekrar belirtmiş ve etnik milliyetçiliğe, bölgesel milliyetçiliğe ve dinsel milliyetçiliğe karşı olduğumuzu beyan etmişlerdir. Kısaca bizlerin                -Başbakanımızın da deyimiyle- bu tür milliyetçilikleri ayaklarımız altına aldığımızı ve değerler silsilesi içerisinde böyle, ırka, kavmiyete dayanan milliyetçilikleri yok saydığımızı ve bunların şeytandan olduğunu Başbakanımız belirtmişlerdir. Dolayısıyla, bu tür konularda da –biraz önce belirttiğim gibi- AK PARTİ’nin tavrı nettir. Aslında nefreti, şiddeti bir tarafa bırakarak burada daha fazla konuşmamız gereken konunun kardeşlik, birlik ve beraberlik konusu olması gerektiğini düşünüyorum. Zira Eskişehir’in bağrından çıkan Yunus, yıllar önce, asırlar önce aslında ne güzel söylemiş: “Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim, sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz.” AK PARTİ, işte bu felsefeyle yurdun dört bir yanında, yedi coğrafyasında siyasetini sürdürmekte ve sürdürdüğü bu siyaset ile de halkın gönlüne taht kurmaktadır ve sürdürmüş olduğu bu kardeşlik siyasetiyle de halkımızın teveccühünü kazanmaya devam etmektedir.

Ben bu vesileyle Genel Kurulumuzun bu hafta daha fazla zaman ayırarak Sağlık Bakanlığımız Tarafından Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam etmemiz gerektiğine inanıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Karar yeter sayısı istiyorum

BAŞKAN – Arayacağım.

Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 15.19

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.35

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----------0----------

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 68’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

 

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 28 milletvekilinin yargı erkinin, birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa'mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması amacıyla 19/02/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Şubat 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

                                                                                                      20/02/2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 20/02/2013 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                               Emine Ülker Tarhan

                                                                                       Ankara

                                                                               Grup Başkan Vekili

Öneri:

İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 28 milletvekili tarafından, 19/02/2013 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Yargı erkinin birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa'mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması" amacıyla verilmiş olan Meclis araştırma önergesinin (736 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere, bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 20/02/2013 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Umut Oran, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

UMUT ORAN (İstanbul) – Sayın Başkan, ben de yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Gündemimiz, konumuz, yargının daha bağımsız, daha tarafsız, daha hızlı, daha etkin bir şekilde işlemesi için bir araştırma komisyonu kurulması. Bu sebeple, bu konunun biraz sonra oylanması için söz almış bulunmaktayım.

Anayasa’nın 2’nci maddesi “Türkiye, demokratik, sosyal bir hukuk Devletidir.” diyor. Hukuk devletine baktığımız zaman, hukuk devletinin olmazsa olmazı, adil işleyen, hızlı işleyen bir yargı sistemi olması gerekiyor yani bizim yargıdan beklentimiz, tarafsız, bağımsız olması, hukukun üstünlüğünün var olması, insan hakları temelinde hızlı, adil bir şekilde yargının sonuçlandırılması. Bugün, Türkiye’de bunun tam tersi bir süreç var yani yargının bu şekilde ortaya koymuş olduğu sonuçlar bu söylediklerimle tamamen çelişiyor ancak baktığımız zaman, yargının şaşırtan bazı emsal kararları da var. Örnek mi? Sayın Zahid Akman. “Deniz Feneri”nden, biliyorsunuz, kısa bir süre tutuklandı ve tutukluk süresi içerisinde mahkeme şöyle bir karar verdi: “Üç aydan uzun tutukluk süresi ceza olur ve insan haklarını ihlal eder.” dedi ve sonuç itibarıyla da Zahid Akman tahliye oldu.

Şimdi, yargıda en önemli şey, yargının herkes için eşit olması gerekir yani eşitlik ilkesinin temelde uygulanması, var olması gerekir. Hukukun kime göre veya kişiye göre farklı olmaması gerekir.

Şimdi, burada baktığımız zaman, Zahid Akman’a uygulanan hukuka bakıyoruz, şimdi bir de öbür tarafa bakalım, öbür tarafta örnek verelim: Sayın Fatih Hilmioğlu dört yıldır tutuklu ve Sayın Fatih Hilmioğlu evladını kaybetti, acılar çekti ve oralarda kendisine neredeyse eziyet edildi, ailesiyle bir araya gelemedi, acısını paylaşamadı ve hasta, sağlığıyla ilgili ciddi bilimsel raporlar var ama dört yıldır tutuklu. Sayın Mustafa Balbay beş yıldır tutuklu, bir gazeteci, bir milletvekili. Sayın Mehmet Haberal beş yıldır tutuklu, dünya çapında bir tıp doktoru, onun da rahatsızlıkları oldu. Yani baktığınız zaman, şimdi Zahid Akman’a uygulanan yasanın veya mahkeme kararının, yargı kararının herkese uygulanabilir olması gerekiyor.

Bakın, 22 yaşında genç bir gazeteci Sami Menteş, dünyanın en genç tutuklu gazetecisi. O da hâlâ tutuklu, iki yıldır tutuklu olarak yargılanıyor. Şimdi, biz bunları söylediğimiz zaman birileri, Hükûmetten, Adalet ve Kalkınma Partisinden diyorlar ki: “Efendim, bunlar gazeteci değil, bunlar terörist.” Peki, bunu söyleyenler masuniyet karinesini biliyorlar mı? Yani “masuniyet karinesi” diye bir şey var ve mahkeme karar vermediği, sonuçlanmadığı sürece herkes sonuç itibarıyla masumdur. Eğer dava bitmemişse, mahkeme kararını vermemişse o zaman masuniyet kararının herkes için geçerli olması gerekir.

Bakın, başka bir şeye gelelim yani bir de başka bir tarafa gelelim; Sayın Recep Tayyip Erdoğan… Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la da ilgili iddialar var, hatta iddialarda, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili iddialarda dolandırıcılık iddiası var, kalpazanlık iddiası var. Şimdi soruyorum: Sayın Başbakanla ilgili bu iddialar geçerli mi yani mahkeme bitti mi, mahkeme karar verdi mi?

Başka bir isim vereyim -yani yargıyı bu şekilde ele almamız gerekir- Sayın Hakan Fidan. Sayın Hakan Fidan’la ilgili iddialarda savcı ifadeye çağırdı ve iddiada da bakın ne diyordu: PKK’ya yardım ve yataklık etmek suçundan bir iddianame düzenlendi kendisiyle ilgili ve KCK üyesi olarak adlandırıldı. Hatırlayın, geçen sene bu zamanlar “Savcı haddini aştı.” denildi, efendim gece hemen apar topar bir kanun çıkarıldı ve Başbakan “Ben yedirmem.” dedi, siz de yedirmediniz, sonuç itibarıyla şu anda yasa değişti.

Şimdi, bakın, ayrı ayrı yerlerden örnekler verdim, bunu şunun için söylüyorum: Eğer masuniyet karinesi varsa herkes için vardır yani Fatih Hilmioğlu için masuniyet karinesi neyse, Sayın Recep Tayyip Erdoğan için de masuniyet karinesi odur. Bir kere bunu sağlamak zorundayız, hep beraber, Hükûmetle, yasama organıyla bunu sağlamamız gerekir. Diğer taraftan baktığınız zaman, eğer mahkeme kararı bitmemişse -bunlar sadece iddia- ve mahkeme kararı bitmeden de bu iddialarla insanları yargısız infaz yapmamamız gerekiyor ve insanları suçsuz bir şekilde dört yıl, beş yıl tutuklu olarak yargılatmamamız gerekiyor, onları orada mahkûm bırakmamız gerekiyor.

Bakın, hafta başında, Türkiye’de üzüntü verici olaylar oldu. İki gün önce ben de Silivri’deydim. Orada insanlara, yaşlılara, çocuklara tazyikli suyla saldırıldı, kaba kuvvetle yaralandı insanlar, gaz sıkıldı insanların yüzüne. Yani, insanlar sanki bir savaş suçlusu, sanki bir savaş ortamı… Ve insanlar, oraya zaten 5 kilometre yürüyerek geliyor, 5 metre ilerisinde cami var, diyor ki: “Sıkıştım, şu camiye gideyim, bir tuvaletini kullanayım.” Yasak. “Efendim, ibadetimi yapayım. Ben burada geleceğim, işte, cami var, burada…” O da yasak. Yahu, böyle bir insan hakkı olabilir mi? Milletvekilleri tutuklandı, avukatlar tartaklandı, milletvekilleri tartaklandı. Şimdi, böyle bir şey, böyle bir millî irade, böyle bir hukuka saygı olabilir mi? Bunları hep beraber gerçekleştirmek zorundayız.

Bakın, bugün haberlere düştü, siz de takip etmişsinizdir, hemen komşumuz Bulgaristan’da hükûmet istifa etti. Ve hükûmetin istifa etmesinin nedeni de, yüksek elektrik fiyatlarından dolayı halkın galeyana gelmesi, halkın protesto etmesi ve bunun sonucunda da Bulgaristan Başbakanı dedi ki: “Polisin insanları dövdüğü bir ortamda ben başbakan olmam, ben hükûmeti o zaman bırakıyorum.” diyerek istifa etti. Şimdi, baktım bugün, Bulgaristan’daki resimlere baktım, yani hakikaten oradaki polisin halkı nasıl copladığını, nasıl orada kaba kuvvet kullandığına, uyguladığına baktım. Bir tarafta da Silivri’deki -yani hafızamda ama- resimlere baktım. İki tarafa baktığım zaman hakikaten utandım, bizde bundan daha kötü. Burada o zaman Hükûmete, burada o zaman AKP’ye bir görev düşmüyor mu? Burada yasama organına bir görev düşmüyor mu? On yıldır hukukun geldiği durum ortada.

Bakın, dün Avrupa Birliği sürecini de burada gündeme getirdim, hep beraber yine “Hayır.” dediniz. Şimdi, bakın, yargıda ki duruma bakın, hıza bakın. Ağır ceza davalarında dokuz yüz gün yargılama sürüyor, ortalama üç yüz gün sürüyor. Bunlar için gelin bir şey yapalım. On yıldır sonuçlar ortada, yani düzelseydi biz derdik ki o zaman “Tamam, güzel yapıyor iktidar, bizim araştırma komisyonu kurmamıza gerek yok, siz yapın, biz de destekleyelim.” Her şeye “hayır” diyecek diye bir şey, ana muhalefet olarak öyle bir sorumluluğumuz da yok, mecburiyetimiz de yok ama sonuçlar ortada. On yıl… Yargının geldiği noktaya bakın.

Geçen hafta, Avrupa Birliğinden sorumlu Bakanın söylediklerinden utandım. Yanlış bilgi verdi Karma Parlamento Komisyonu üyelerine Sayın Avrupa Birliğinden sorumlu Bakan, dedi ki: “üçüncü Yargı Paketi’nden sonra 33.500 kişi serbest bırakıldı.”

VELİ AĞBABA (Malatya) – Külliyen yalan!

UMUT ORAN (Devamla) - Böyle bir şey olabilir mi? Ama orada çıkıp da bozmadım. Baktım, rakamlara baktım. Yahu, 1980 rakamlarına bakıyorum 58 bin - 60 bin tutuklu, 2002’ye bakıyorum düşmüş aşağıya, e 2012’ye bakıyorum 138 bin, 2013 Ocak sonuna bakıyorum 140 bine gelmiş. Nerede o 33.500 kişi artık salınmış? Şimdi, bakın, rakamlar bunu gösteriyor bize. Hani Başbakan anlatıyor bazen “Nereden nereye?” diyor. İşte, bakın, tutukluların sayısı da 1980’lerde 60 bin, 2002’de 80 bin, şu anda 138 bin, nereden nereye gelmiş. Demek ki ortada bir sorun var. O sorunu da hep beraber çözmemiz lazım.

Yani iktidar şuna mı şartlandı? Buradaki, iktidarın yasama faaliyetini yapan milletvekilleri şuna mı şartlandı? Biz dört yıl boyunca muhalefetten ne gelirse gelsin “hayır” diyeceğiz. Var mı böyle bir şey? Bakın, gelin, bir kez daha söylüyorum: Yani biz el uzatıyoruz, gelin, bu uzattığımız eli tutun. Ülke felakete gidiyor. Yargının koktuğu yerde, hukukun guguk olduğu yerde demokrasi işlemez.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Hilmi Bilgin, Sivas Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından yargı erkinin Anayasa’mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının ortaya konulması amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün ilgili maddeleri gereğince Meclis araştırması önergesinin gündeme alınması talebiyle vermiş oldukları grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri döneminde yargının hızlanması, yargının bir bütün olarak sorunlarının çözüme kavuşturulması, yargı çalışanlarının bir bütün olarak çalışma standartlarının artırılması ve temel hak ve özgürlüklerin serbestçe kullanılması, devlet için çalışan insan değil insana hizmet eden devlet anlayışını hâkim kılmak için birçok alanda yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Yargının hızlanması noktasında, yargılamaların yapıldığı adliye binaları bodrum katlardan kurtarılmış, nezih bir hâlde, teknolojik imkânlarla donatılarak hizmete açılmıştır. Yine bu mekânlarda yargı teknolojiyle tanışmış ve çalışmaya başlamıştır.

Bu yapılanlar sadece yerel mahkemelerle sınırlı tutulmamış, yüksek mahkemeler de çağın gerektirdiği ve kendisine yakışan mekânlara taşınmıştır. Yargıtayın ve Danıştayın daire sayıları ve üye sayıları artırılmış, temyizdeki dosyaların bekleme süresi kısaltılmıştır. Anayasa Mahkemesinin oluşumu daha demokratik hâle getirilmiş, bireysel başvuruların yolu açılmıştır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yeniden yapılandırılarak yapısı daha demokratik hâle getirilmiş, kürsü hâkim ve savcılarına seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri, maalesef, ülkemizin dünyada en çok gazetecinin tutuklu, hükümlü olduğu ülke olarak tanınmaya başladığı iddialarını uzun süredir dillendirmektedirler. Bu konu hakkında Hükûmet yetkililerimiz defalarca açıklama yapmışlar ancak Cumhuriyet Halk Partisi bu gerçeği görmemekte ısrarcı olmaya devam etmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi “gazeteci” adı altında farklı suçlardan mahkûm olan kişiler üzerinden, gerçeğe aykırı şekilde Türkiye’yi dünyaya şikâyet etmeye devam etmektedir. Oysa gerçek tamamen farklıdır. Bu konudaki gerçek durum şudur: Sayın Adalet Bakanımızın, biraz önce konuşan Sayın Sözcü Umut Oran’a vermiş olduğu yazılı cevapta: “Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi tarafından Aralık 2012 Raporu’nda 49 kişilik bir liste yayımlanmıştır. Bakanlığın kayıtlarının incelenmesinde, raporda ismi geçen 49 kişiden 6’sının tahliye olduğu, ceza infaz kurumlarında bulunan 7’si hükümlü, 36’sı tutuklu 43 kişiden 7’si hakkında öldürme, silahla yaralama, yağma, patlayıcı madde kullanmak, resmî evrakta sahtecilik, terör örgütüne üye olmak; örgüt adına haber, yayın ve propaganda yapmak suçlarından mahkûmiyet kararı verildiği; 2’si hakkında bombalama, yaralama, mala zarar verme, kundaklama; 2’si hakkında ülkede kaos ortamı oluşturmak ve darbeye teşebbüs; 22’si hakkında terör örgütünün üst düzey toplantılarına katılma, örgüt propagandası ve yayın yapma; 10’u hakkında örgüt propagandası, örgüt haberi ve örgüt adına yayın yapma suçlarından soruşturma ve kovuşturma yürütüldüğü, bu kişilerin gazetecilik faaliyetiyle ilgisi olmayan suçlardan dolayı ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutuklu bulundukları anlaşılmıştır.” Biz hiçbir zaman, gerek Hükûmet yetkililerimiz, gerekse bizler, haklarında kamu davası açılan kimselerin terörist olduğunu veya mahkûm olduğunu söylemedik ama şu bir gerçek ki, kamu davası açılan kişiler bağımsız yargı tarafından yargılanmaktadır. Bizim temennimiz de bu yargılamalar neticesinde suçsuz olduklarının ortaya çıkması ve kendilerinin aklanmasıdır.

Ancak şu husus da dikkat çekmek gerekmektedir: İfade özgürlüğünün sınırını oluşturan doğrudan şiddete bulaşmış kişileri bile gazetecilik kimliğiyle savunma refleksini suç işlemekte imtiyazlı bir sınıf arayışı olarak görmek olarak görüyoruz. Bu durum, maalesef malum çevrelerce geçmişte farklı kesimler için dillendirilmiş, bugün ise gazeteciler için dillendirilmektedir. Dünyada basın ve ifade özgürlüğü ile doğrudan ilgisi bulunmayan şiddet eylemlerine müsamaha gösterecek bir hukuk devleti modeli bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de uzun tutukluluk süreleri ve yargılama sürelerinin makul süreye getirilmesi konusunda 2002 yılından itibaren birçok düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeler neticesinde tutukluluk süreleri, tutuklu sayıları ve yargılama süreleri 2002 yılı verilerine göre iyileştirilmiştir.

TUFAN KÖSE (Çorum) – Doğruyu söylemiyorsunuz.

HİLMİ BİLGİN (Devamla) – Bu kapsamda AK PARTİ hükûmetleri döneminde yargının işleyişindeki sürat ve etkinliği artırmak amacıyla, geride kalan zaman zarfında hükûmetlerimiz, yasal ve yapısal sorunların çözümü için birçok adım atmış, önemli sonuçlara da ulaşılmıştır. Suçluluğun sabit olmadığı ve masumiyetin aksine bir hükmün henüz ortaya çıkmadığı muhakeme sürecindeki tutukluluğun son çare olması eleştirilere konu olan bazı sorunlu uygulamaların çözümü ve bu şekilde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının daha güçlü bir teminata kavuşturulması için yapılan temel düzenleme ise kamuoyunda “üçüncü Yargı Paketi” olarak bilinen yasayla hayata geçirilmiştir.

Yine, ayrıca, Genel Kurulun 24 Ocak 2013 tarihli oturumunda kabul edilen 6411 sayılı Kanun’la Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik sayesinde hasta olan tutuklular lehine de düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda, tutuklama konusunda yaşanan sıkıntıların ve eleştirilerin azaltılması amacıyla tutukluluk yasağı sınırı iki yıla çıkarılmıştır.

Uygulayıcıların tutuklama konusunda daha özenli olmaları amacıyla, tutuklama kararlarının somut olgularla gerekçelendirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Böylece, her bir somut olayla ilgili mahkemeler karar verirken, verdikleri kararları ayrıntılı bir şekilde gerekçelendirmek zorunda kalacaklardır.

Yine, adli kontrol uygulamasının kapsamı genişletilmiş, 5271 sayılı CMK 109’uncu maddede yapılan değişiklikle tutuklamaya alternatif bir yol getirilerek, gerekli görülmesi hâlinde şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilmesi imkânı sağlanmıştır.

Yine, en son düzenlemeyle ağır hasta hükümlü ve tutukluların ceza ertelemesi ve tahliyelerinin yolu açılmıştır.

Bu yapılanlardan sonra ceza infaz kurumlarındaki tutukluluk oranlarıyla ilgili bilgi vermek gerekirse, 31 Aralık 2012 tarihi itibarıyla 373 ceza infaz kurumunda 104.313 hükümlü, oran olarak yüzde 76,7; 31.707 tutuklu, oran olarak yüzde 23,3 oranındadır.

Bu rakamlar 2001 yılında son on iki yılın en üst seviyesine çıkarak yüzde 50,4 iken, yapılan düzenlemelerle birlikte, yargı paketleriyle ve yasal düzenlemelerle birlikte, 31 Aralık 2012 tarihi itibarıyla tutuklu sayısı yüzde 23,3 düzeyine inmiştir.

Türkiye'de yıllık ortalama 3 milyon ceza davası işlem görmekte olup, bu veriye göre tüm ceza davalarındaki tutukluluk oranı yüzde 1,05 düzeyindedir.

Tutuklu kalınan sürelerle ilgili olarak, sıfır-bir yıl arasında 23.718 tutuklu, oran olarak yüzde 74,80; iki-üç yıl arası 1.665, yüzde 5,25; altı-yedi yıl arası yüzde 0,10; dokuz ve on yıl arası yüzde 0,01 oranındadır. 31.707 tutuklu içinde sıfır-bir yıl yüzde 74,80; bir-üç yıl yüzde 21,48; üç yıl ve üzeri yüzde 3,71. Dolayısıyla, bir-üç yıl arasında tutuklu kalanların oranı tüm tutukluların yüzde 96,28’ini oluşturmaktadır. Sorun teşkil edebilecek üç yılın üzerindeki tutukluların sayısı, 31.707 tutuklu içinde 1.177 kişidir. Uzun tutukluluk olarak değerlendirilebilecek ve kamuoyunun yakından takip ettiği bir kısım davalarda ise yedi yıl ve üstü süre tutuklu olanların sayısı 16’dır.

Dokuz-on yıl arası tutuklu bulunan 3 kişiden 1’i anayasal düzeni ortadan kaldırmak, 2’si çıkar amaçlı suç örgütü kurma ve yönetme, adam öldürme; sekiz-dokuz yıl arası tutuklu bulunan 4 mahkûmdan 2’si anayasal düzeni ortadan kaldırmak, 2’si de çıkar amaçlı suç örgütü kurma, yönetme ve adam öldürme; yedi-sekiz yıl arası tutuklu bulunan 9 kişiden 8’i çıkar amaçlı suç örgütü kurma, yönetme, silah ticareti, adam öldürme, uyuşturucu madde ticareti yapma, 1’i anayasal düzeni değiştirme suçundan yargılanmaktadır.

Bu isimlere ilişkin tutukluluğun bu denli uzun olmasının iki farklı nedeni vardır: Farklı suçlardan yargılanıyor olmaları ve dosya kapsamının genişliğidir. Ayrıca, bu kişilerin bir kısmının da Yargıtaydaki temyiz incelemeleri sonrasında verilen bozma kararları gereğince yargılamaları devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri “Cezaevi Çalışmaları Merkezi” adı altında, İngiltere’de Essex Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren bir merkez vardır. Bu merkez 1997 yılında kurulmuştur. Merkez, uluslararası anlamda cezaevi verilerini derleyen, buna ilişkin raporlar yayınlayan, akademik araştırmalar yapan ve faaliyet gösteren bir kuruluştur. Bu kuruluşun verileri İnternet sitesinde herkese açıktır. Bu veriler incelendiği zaman, AB ülkelerindeki ortalama tutukluluk oranı yüzde 25,2 iken Türkiye’de 23,3’tür. Biz bu değerlendirmeyi yaparken var olan verileri olumlu yönde görmek açısından değil, tartışmalı bir alana ışık tutmak ve tartışmayı doğru veriler üzerinden sürdürmek istiyoruz.

Ben bu manada, biraz önce sayın hatibin söylediği görüşlere katılmadığımızı beyan ediyor, Meclisin normal gündeminde çalışması temennisiyle, CHP grup önerisi aleyhinde olduğumu belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

UMUT ORAN (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Oran.

UMUT ORAN (İstanbul) – Efendim, bir konuda yanlış ifadelerim olduğunu söyledi, onu düzeltmek istiyorum müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Hangi konuda, ne söyledi de yanlış ifade ettiğinizi söyledi?

UMUT ORAN (İstanbul) – Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesiyle ilgili yapmış olduğum bir açıklamanın yalan, doğruyu ifade etmediğini söyledi.

BAŞKAN – Buyurun. Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

UMUT ORAN (İstanbul) – Şimdi, değerli arkadaşlar, amacımız üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi? Biraz evvel ben bazı kişileri burada ortaya koydum yani hepimiz insanız, değil mi, hepimizin bir vicdanı var. Yukarıda Allah var, Allah sizi izliyor, Allah bizi izliyor yani elimizi bir vicdanımıza koyalım. Yani yargının farklı farklı çalışması olabilir mi? Yani kişiye göre yargı olabilir mi, kişiye göre hukuk olabilir mi? Biraz evvel anlattım yani bakın, gazetecilerle ilgili çok net olarak bir şey söyleyeceğim: Burada, içeride olan arkadaşlarım vardır. Geçen hafta Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Genel Kurulu burada yapıldı. Her konuşmacı, her Avrupa parlamenteri Türkiye’deki basın özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler nedeniyle Türkiye’deki işleyen şeyi eleştirdi. Bu eleştiriyi sadece iktidar almıyor, biz de alıyoruz; biz de bu ülkenin  vatandaşıyız, biz de bu ülkenin milletvekiliyiz, biz de bu ülkenin ana muhalefet partisiyiz, biz üzülüyoruz. Sizi de suçlayamıyoruz hemen, diyoruz ki: “Gelin, beraber yapalım.”

Bakın, rakamları söyleyeyim size: Şu anda uluslararası bütün kuruluşlar, Avrupa Parlamentosu… Biliyorsunuz, tam üyelik süreci içerisindeyiz. Sizin imzanız var, biz Avrupa Birliğine tam üyelik süreci içerisindeyiz. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa Komisyonu, Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi, Türkiye’yi dünyanın en fazla tutuklu gazeteci hapishanesi ilan etmiş durumdalar. Bundan mutlu musunuz, övünüyor musunuz bundan? Gelin, bunu düzeltelim diyoruz ve bakın, en son ekim ayında, Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi 61 tane gazetecinin şeceresini yazdı, hepsinin meslekleri gazeteci, tek tek yazdı. Adalet Bakanı bana bir yazı göndermedi, sorularıma cevap vermedi. O zaman Adalet  Bakanı desin ki: “Bu 61 tane gazeteci -bir kısmı tahliye olmuş olabilir, şu andaki rakam 49 olabilir- bunlar şu suçtan şeyler.” Adalet Bakanının şu anda devam eden yargıyla ilgili karar verme hakkı da yok zaten, yargı devam ediyor. Terörist diyebilir miyiz? Ayrıca biz Adalet Bakanının şu anda verdiği rakamlara da güvenmiyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 28 milletvekilinin yargı erkinin, birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa'mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması amacıyla 19/02/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Şubat 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ali Uzunırmak, Aydın Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun yargı erkinin, birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa’mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması amacıyla vermiş olduğu önerge hakkında grubum adına söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Önergenin veriliş gayesine baktığımızda, hakikaten desteklenmemesi mümkün olmayacak bir önerge. İnsan haklarına ve adalete, işleyişe uygun, Meclisin inisiyatif almasını isteyen bir önerge. Peki, bu önergeden kaçılabilir mi veya kaçılırsa hangi sebeplerle kaçılabilir? Hele Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartlarda böyle bir şey gerekli midir?

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin inisiyatif alması bir mutlak durumuna gelmiştir. Çünkü eğer bir ülkede “Adalet mülkün temelidir.” diye bir söz adliyelerde klişe hâlinde yazılır hâle gelmişse bu mantığın, bu felsefenin işler durumda mı, işlemez durumda mı olduğunu yüce Meclisin öncelikle teferruatlı tartışması lazım. Bugün baktığımızda, “Adalet mülkün temelidir.” acaba geçerliliğini koruyor mu Türkiye’de? Ben yaşayan birisi olarak ifade ediyorum: Hayır, korumuyor değerli arkadaşlar. Adalet mülkün, devletin temeli olmaktan çıkmış, asli görevi olmaktan çıkmış; Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve denetim faaliyetlerinde çoğunluğun mahkûmu durumuna getirilmiş ve bu ülkede böyle bir mantık içerisinde yönetmek, âdeta bir padişahlık hâlini almıştır.

Değerli milletvekilleri, Meclis inisiyatif almalıdır. Neden? Bakın, problemin kaynağını tespit etmek için sizlerle bir fıkra paylaşmak istiyorum: Bekri Mustafa Sultanahmet’e imam olmuş. Cuma namazı kılınmış. Cemaat çok kalabalık, ortada bir cenaze var. Bekri Mustafa, cenaze namazını kıldırdıktan sonra eğilmiş cenazenin kulağına bir şeyler söylemiş. Cemaat merak etmiş, demiş ki: “Bekri Mustafa, ne söyledin? Ölüyle de konuşuyorsun artık.” Bekri Mustafa demiş ki: “Mevta öbür dünyaya gittiğinde ‘Öbür dünyada ne var ne yok.’ diye sorarlarsa, Bekri Mustafa Sultanahmet’e imam oldu, varın düşünün siz o ülkenin hâli ne diye...” Evet, bugün, bilginin yönetmediği, kuralların yönetmediği, samimiyetin yönetmediği, siyasetin bir şov sanatına dönüştürüldüğü, yalanın, riyanın, iftiranın hâkim olduğu bir Türkiye yaşıyoruz. Türkiye’de adalet hüküm sürmüyor, gücü yeten gücü yetene. Paşalar atılıyor, suçsuz vatandaşlar atılıyor ve her şey ama her şey kontrol edilmek isteniyor.

Değerli milletvekilleri, adaletin olmadığı bir ülkede başka şeylerin olması mümkün değil. İnsanlığın var oluşundan bugüne kadar peşinde koştuğu iki duygu vardır ve bu iki duygu hiçbir yerde, ister Kuzey Kutbu’nda, ister Güney Kutbu’nda ister Ekvator’da değişmez. Adalet ve refah, insanlık bu ikisinin peşinde koşmuştur. İktidarların, yönetimlerin en önemli görevi insanlar için başta adalet ve ikinci olarak da refahı temin etmek olmalıdır. Eğer bir iktidar bunları yalanla dolanla temin ettiğini zannediyorsa o iktidarın baki olması mümkün değildir. Güneş balçıkla sıvanmaz. Elbette ki bugün basına hâkim olabilirler, yürütme erki birçok alana hâkim olabilir ama güneşin balçıkla sıvanamayacağı günler de gelecektir.

Bakın, değerli milletvekilleri, Sayın Başbakana, aldığım milliyetçilik terbiyesi onun işgal ettiği makama söyleyeceğim sözler açısından birtakım şeylerimi sınırlandırıyor ama Sayın Başbakanın son günlerde söylediği milliyetçiliği ayaklar altına alma lafzından hareketle AKP’nin içerisinde şayet kendisini milliyetçi tanımlayan arkadaşlarımız ve dünü beraber paylaştığımız arkadaşlarımız varsa, onların vicdanlarına ve inisiyatiflerine bazı şeyleri emanet etmek istiyorum. Sayın Başbakanın, kavmiyetçilikle, ırkçılıkla milliyetçiliği karıştırarak, bir terkip gibi sunarak milliyetçiliği suçlaması bir devlet adamına hiç ama hiç yakışmayacak bir edadır, bir tavırdır; bilgisizlik, cahillik değilse bir kasıttır değerli arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, Sayın Genel Başkanımızın ve ülkücülerin üzerinden “Türkiye'nin belli bölgelerine gidememek.” gibi birtakım şeyleri Sayın Başbakan ifade etmektedir ve Sayın Başbakan -ne duruma düştüğünü anlayabilmesi için- yakın tarihi bile bilmemektedir. Elimde 12 Eylül mahkemelerinin Milliyetçi Hareket Partisi hakkındaki iddianamesi var; elimde 12 Eylülde rahmetli Alparslan Türkeş Beyefendi’nin devrin Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e yazdığı, milliyetçiliğin nasıl suçlandığını ifade eden, neden suçlandığını ve kimlerin suçlayacağını ifade eden mektup var. Ve elimde, Milliyetçi Hareket Partisi kadrolarında Türk milliyetçiliği uğruna şehit olmuş, Bingöl Belediye Başkanımız Hikmet Tekin (1979), Ağrı İl Başkanımız Hacı Mustafa Kılıçaslan (1980), Doğubeyazıt-Mustafa Yardımcı (1977), Ata Pehlivanoğlu-Mardin (1978), İbrahim Bayoğlu-Urfa, Cengiz Baktemur -idam edildi- Malatya (1982), Metin Olgaç-Mardin (1977), Mustafa Kuşaslan-Diyarbakır (1977)…

Şimdi, Sayın Başbakan, sen Türkiye'nin belli bir bölgesini bir başbakan olarak nasıl ifade edebilirsin? Bu hareket, Türk milliyetçileri, Milliyetçi Hareket Partisi buralarda şehit vermiş; bunları bilmeden, bunları görmeden Milliyetçi Hareket Partisini nelerle itham ediyorsun?

Değerli milletvekilleri, bir ülkede milliyetçilik ne zaman, kimler tarafından suçlanır? Bu soruyu, bütün samimi, Türk vatandaşlığını taşıyan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne mensubiyet duyan vatandaşlarımızın sorması gerekir, başta siz değerli milletvekillerinin sorması gerekir. “Türk milliyetçiliği ne zaman ve kimler tarafından suçlanır?” diye sorduğumuzda alacağımız bir tek cevap vardır: “İşgalciler tarafından işgal edilmiş bir ülkede milliyetçilik suçlanır veya başka ülkelerin beşinci kolu durumuna gelmiş, o ülke vatandaşlığını taşıyan gafiller tarafından suçlanır.” Şimdi Sonuç: Sayın Başbakan, işgal ettiğin makam hassasiyetiyle, benim bir Türk milliyetçisi olarak seni ne ile itham etmem lazım? Bunu siz değerli arkadaşlarımın vicdanlarına emanet ediyorum.

Değerli arkadaşlar, milliyetçilik nedir? Tanımları, tarifleri, kavramları doğru algılamadan, bilimi, hukuku esas almadan tanımladığınız tanımlamalarla her şeyi bertaraf etmeniz mümkün. Milliyetçilik, her şeyden önce, bir milleti meydana getiren ve bir milletin meydana getirdiği değerlerin yanlısı olmaktır, millî olmaktır, millî değerler yanlısı olmaktır.

Peki, Sayın Başbakan, “etnik milliyetçilik” diyorsun, “etnik milliyetçilik” diye bir şey olmaz. Millet bütünlüğünü kavrayan, millet bütünlüğünü kucaklayandır milliyetçilik; millî olan, millete mal olandır.

Peki, Sayın Başbakan “bölgesel milliyetçilik” diyorsun, böyle bir milliyetçilik var mı? Hem Türk milliyetçiliğini savunacaksın hem de bir bölgeyi diğer bir bölgeye karşı savunacaksın. Milliyetçilik, millet bütününü kavrayan bir terimdir.

Peki “dinsel milliyetçilik” diyor Sayın Başbakan. Zaten zurnanın zırt dediği yer de burası. Sayın Başbakan “dinsel milliyetçilik” diye bir şey olmaz. Din, bir milleti meydana getiren değerlerden birisidir. Eğer “millet” derken “ümmet”i kastediyorsan sen ancak siyasi ümmetçi olabilirsin. Onu gizleyebilmek için de milliyetçiliği mahkûm etmek için, milliyetçiliğin önüne “dinsel” takısını takarak “Dinsel milliyetçiliğe karşıyım.” demek yalanın, yalancılığın daniskasıdır. Dolayısıyla, bir fikir sistemini hele ki “ayaklar altına alıyorum” demek bir Başbakana, bir fikir insanına hiç mi hiç yakışmayacak bir tavırdır, yakışmayacak bir davranıştır. Bir ülkenin Başbakanı kendi ülkesinin milliyetçiliğini fikir sistemi olarak suçlayamaz. Milliyetçilik mücadelesi verenlerin belki hata yaptıklarını dile getirebilir ama bir fikri suçlamak bir Başbakana yakışmayan bir tavırdır. AKP’deki milliyetçilere ithaf olunur.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu beyan ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partili hatip, burada, cezaevinde tutuklu bulunanlarla ilgili imtiyaz talebinde bulundu. Hâlbuki Anayasa’nın 10’uncu maddesi açıktır. Anayasa’nın 10’uncu maddesine göre kanun önünde herkes eşittir. Hiç kimse yargılanmada kendisine imtiyaz talep edemez. Hiç kimse devam eden yargı sürecine müdahale de edemez.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – MİT Müsteşarını aldık, müdahale ettik. Nasıl ettik ona?

RAMAZAN CAN (Devamla) - Milletvekili olsun, gazeteci olsun, asker olsun…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - MİT Müsteşarını aldık yargının önünden.

RAMAZAN CAN (Devamla) - …her ne olursa olsun hiç kimse ama hiç kimse yargılanmada kendisine imtiyaz talep edemez.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Demek ki müdahale var.

RAMAZAN CAN (Devamla) - Milletvekili olmak, gazeteci olmak, asker olmak, sivil olmak…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bu dediğime cevap ver!

BAŞKAN – Sayın Türkkan…

RAMAZAN CAN (Devamla) - Ancak bunlar adil yargılanma talep edebilir. Eğer adil yargılanmada bir sıkıntı varsa ancak bu konuda müşteki olabilirler.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Beş sene mi? Beş sene mi?

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hakan nerede, Hakan?

RAMAZAN CAN (Devamla) - Diğer taraftan, Milliyetçi Hareket Partili hatip, burada…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hakan nerede?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Beş sene mahpus yatmak var mı?

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…

RAMAZAN CAN (Devamla) - …Sayın Başbakanımıza, üslup ve adaba yakışmayacak bir konuşma yaptı.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hakan nerede, Hakan?

RAMAZAN CAN (Devamla) – Sayın Başbakanımız, milliyetçiliği…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Fırat Anlı’yı nasıl serbest bıraktınız, KCK’nın bir numarasını? KCK’lılar serbest kaldı.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hakan nerede?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Orada müdahale yok mu?

BAŞKAN – Sayın Türkkan, lütfen yerinize oturun.

Hatibe müsaade edin lütfen.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – KCK’lıları serbest bıraktınız PKK’yla pazarlık yapıp.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Arkadaşlar, biz sizi dinledik, sakin olun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Yalan mı? Muhabbet ediyor...

RAMAZAN CAN (Devamla) – Burası muhabbet yeri değil.

BAŞKAN – Muhabbet yeri değil Sayın Türkkan burası.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Beş sene… Beş sene… Sorgusuz sualsiz beş sene! Hasta adam, ölüm döşeğinde…

RAMAZAN CAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanımız, milliyetçiliği bu millete hizmet etmek olarak görür…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Öyle bir milliyetçilik tarifi nerede?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – KCK’lılarla pazarlık yapıyorsunuz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu… (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

Lütfen bir müsaade edin, sayın hatip konuşmasını tamamlasın.

RAMAZAN CAN (Devamla) – …halkın refah seviyesini yükseltmek olarak görür.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – PKK’yla iş birliği yapıyorsunuz, PKK’yla. BDP’yi Sinop’a gönderiyorsunuz.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Bankaları boşaltanlara sessiz kalanların, faizlerin geceleri yüzde 1.000’lere vurduğu bir ortamda iktidar payandası olanların Başbakanın milliyetçiliğini sorgulama hakkı yoktur, olamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 

Başbakanın milliyetçiliğe karşı söylemi, ırka dayanan şovenizme karşıdır.

ALİ ÖZ (Mersin) – Var mı ırkçı milliyetçi, var mı?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Başbakan bir kere “Türk” kelimesini kullansın.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Devletin geleceğini IMF’nin ipoteğine mahkûm edenlerin Başbakanın milliyetçiliğini sorgulamaya hakları olamaz. Irka dayanan ırki milliyetçiliği, dinî milliyetçiliği, kavmî milliyetçiliği reddetmektedir. Ama bu sizin işinize gelmez çünkü Barış ve Demokrasi Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi maalesef  bundan beslenmektedir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – İşimize gelmez tabii, biz PKK’lı mıyız ya, biz PKK’lı mıyız, nasıl işimize gelsin bizim!

OKTAY VURAL (İzmir) – Türk Bayrağı’nı da mı değiştireceğiz, ismini!

RAMAZAN CAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ olarak bizim adalet hizmetlerinde kaliteye verdiğimiz anlam yararlandırılanların memnuniyetidir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – AK PARTİ olarak PKK’lısınız artık bundan sonra. Millet böyle biliyor artık.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Kaliteye verdiğimiz anlamın ölçüsü budur. Ülke genelinde memnuniyet düzeyini yükseklere çekememiş bir yargı hizmetinin nitelikli olduğundan bahsedilemez. Adalet hizmetlerinde kaliteli, makul sürede…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – PKK hükûmetidir bu Hükûmet. İsminizi değiştirin, PKK hükûmeti yapın.

RAMAZAN CAN (Devamla) – …yargılanmanın, kanun yoluna başvuru oranlarının düşüklüğü, kanun yollarında tespit edilen hukuki hata miktarının azlığı, evrensel demokrasi ve insan haklarına paralel anlayışın hâkim olması gibi birçok unsurlar vardır. Memnuniyet oranlarının artırılması ancak bu unsurların hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır.

Ülkemizde adalet hizmetlerinde kalite bugün için büyük oranda yargılanmanın gecikmesinde toplanmaktadır. Adalet Bakanlığı yargı reformu çalışmalarının özü, kalitenin tüm yönlerine yönelik olmakla birlikte doğal olarak bu sorun üzerinde yoğunlaşmıştır. Burada ilk politikamız yargı organlarının önüne gelen iş yükünün azaltılmasıdır. Geçen yıl ve bu yıl kanunlaşan mevzuatlarımızda yargı paketlerinde hâkim olan anlayış bu yöndedir. Zira, hukuk ve cezadaki her ihtilafın yargı önünde çözülmesini bekleyen anlayış akılcı bir anlayış değildir. Esasında, dünya ülkeleri üzerinde böyle bir yargı sistemi de bulunmamaktadır. Bu nedenle, vatandaşlarımızı çözümsüzlüğe mahkûm etmemekle, uyuşmazlıkların rasyonel, pratik çözüm amacına uygun mevzuat değişikliğinin de yapılması lazımdır.

GÜRKUT ACAR (Antalya) – On yıldır niye yapmadınız?

RAMAZAN CAN (Devamla) - Yüksek yargı organının güçlendirilmesinde hâkim sayısının artırılması, personel sayısının artırılması sorun devam ettiği müddetçe devam edecektir, artırılacaktır.

Diğer bir unsur da altyapı sorunu. Yeni adalet saraylarının yapımına, teknolojik imkânlarla adliye saraylarının donatımının sağlanmasına devam edilecektir.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Bu memlekette adalet sarayları büyüyorsa adalet bitmiş demektir.

RAMAZAN CAN (Devamla) – Ülkemiz demokrasisinin daha da güçlendirilmesinin ancak mevzuat altyapısında ve zihniyet yapısında değişiklik gerekçesiyle oluşacağı inancıyla hareket etmeliyiz. Bu nedenle, Anayasa hazırlıkları çalışmalarını önemsemekle birlikte, 82 Anayasası’nın el verdiği ölçüde temel kanunlarımızı rehabilite etmek durumundayız.

Makul sürede yargılama, daha nitelikli yargılama gibi adaletin kalitesine ilişkin meselelerin çözümü ancak makul sınırlar içerisindeki iş yükünü azaltmakla mümkün olabilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüzlerce dosya ile duruşmaya çıkan hâkimden, binlerce dosyayı sonuçlandırmaya çalışan savcıdan her bir işe işin niteliğine uygun vakit ayırmasını beklemek insafsızlık olacaktır.

Avrupa ülkeleriyle kıyasla hâkim ve cumhuriyet savcısı açığımızın istenilen düzeyde olmadığı açıktır. Bu açığı kapatmak için Adalet Bakanlığı çalışmalarına devam etmektedir.

Ayrıca, uyuşmazlıkların çözümünde idareye sorumluluk yüklenmesi, Noterlik Kanunu’nun devreye sokulması, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları, ara buluculuk müessesi gibi kurumların devreye sokulması bu amaca yöneliktir. Geçtiğimiz dönemde bazı suçların idari yaptırıma konu edilmesi, noterlerin veraset ilamı vermesi, idarenin taraf olduğu davalarda sulh ve feragatin kolaylaştırılması, ara buluculuk müessesinin –demin de söylediğim gibi- devreye sokulması bu minvaldedir.

Yargı hizmetlerinin daha etkin, süratli ve verimli bir şekilde sürdürülebilmesi amacıyla Yargıtay ve Danıştay daire sayıları artırılmıştır.

6217 sayılı Yasa ile Askerlik Kanunu, İcra ve İflas Kanunu, Pasaport Kanunu, Orman Kanunu, Noterlik Kanunu, Hukuk Muhakemeleri, Danıştay, Yargıtay kanunları, Nüfus Kanunu, Türk Medeni Kanunu iş yüklerinin azaltılması ve yargının etkin kullanılması yönünde değişikliğe uğratılmıştır.

Yine, 6352 sayılı Kanun’da yapılan mevzuat değişiklikleriyle yargı hizmetlerinin etkin kullanımı yolu ile idari yargının hızlı işlemesi, bazı suçların kabahate dönüştürülmesiyle idari yaptırıma konu edilmesi, elektrik hırsızlığının yararlanma suçu olarak tesisi Yargıtay ve Danıştayın, yerel mahkemelerin iş yükünü azalmıştır.

Kısaca bir bilgi vermek istiyorum: Son dört yılda Yargıtaya yıllık 650 bin dosya gelmiş, her yıl 550 bin dosya karara çıkmıştır, 100 bin dosya ise beklemeye alınmıştır. Dört yılda toplam beklemeye alınan dosya sayısı ise 650 bine ulaşmıştır, 2011’de bu sayı 1 milyon 150 bin olmuştur, şimdi ise 1 milyon 150 binden 880 bine inmiştir. Bu şu demektir: Yargı paketleri ile istenilen amaca ulaşılmıştır. Yargıtayın ve yerel mahkemelerin iş yükü hacmi üçte 1 oranında azaltılmıştır. Demek ki iyi yoldayız.

2008 yılı itibarıyla 99 bin, 2009 yılı itibarıyla 106 bin, 2010 yılı itibarıyla 103 bin, 2011 yılı itibarıyla 138 bin dosya Yargıtayda karara bağlanmıştır. Demek ki iyi yoldayız, yargı paketlerine devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demin de söylediğim üzere Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi gündemi uzatmaya matuftur. Bu nedenle grup önerisine katılmadığımızı beyan ediyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

UMUT ORAN (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Oran.

UMUT ORAN (İstanbul) – Benimle ilgili, söylediğim şeyleri çarpıttığımı söyledi, tekrar söz istiyorum.

BAŞKAN – Ne söyledi Sayın Oran?

UMUT ORAN (İstanbul) – “Cumhuriyet Halk Partili hatip biraz evvel gazetecilerle ilgili veya milletvekilleriyle ilgili… Veya işte “Onları ayrıcalıklı görüyor, sözlerini çarpıtıyor.” dedi. Ben de bir açıklık getirmek istiyorum.

BAŞKAN – Yani ayrıcalıklı görmüyor musunuz? Neyi kastetti, anlamadım ben şimdi.

UMUT ORAN (İstanbul) – Yani benim çarpıttığımı söyledi.

BAŞKAN – Hangi sözleriyle size sataştı, onu soruyorum yani.

UMUT ORAN (İstanbul) – Söylüyorum, bakın, diyorum ki: “Cumhuriyet Halk Partili hatip gazetecilerle ilgili, milletvekilleriyle ilgili çarpıtıcı ifadelerde bulundu.” dedi. Ben de ona açıklama getirmek istiyorum müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Hayır, bir konuyu açıklığa kavuşturmak başka, sataşma nedeniyle söz istemek başka. Burada neresi sataşma, onu soruyorum.

UMUT ORAN (İstanbul) – Hayır ama çarpıttığımı ifade ediyor, ben de çarpıtmadığımı…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çarpıtma sataşma değil midir efendim?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Oran, iki dakika söz veriyorum. Yeni bir sataşmaya mahal vermeden lütfen.

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

UMUT ORAN (İstanbul) – Değerli arkadaşlar, yani amacım burada, yine biraz evvel de ifade ettiğim gibi üzüm yemek, bağcı dövmek değil. Devamlı birbirimize laf atarak, devamlı birbirimizi açığa çıkarmanın bir anlamı yok. Burada bir şey söylüyoruz samimiyetle. Bir araştırma komisyonu kuralım mı kurmayalım mı, bunu konuşuyoruz.

Bakın, rakamlar sizin Adalet Bakanlığınızın sitesindeki rakamlar. 1980 yılında -biraz evvel de söyledim- 78 bin tutuklu var, 2002 yılında 59 bin tutuklu var, 2012 yılında 128 bin tutuklu var, 2013 yılında 138 bin tutuklu var. Memnun musunuz bu sonuçtan?

“Eşit ve hızlı yargı, adil yargı” dedik. Bakın, asliye ticaret mahkemelerinde bir dava ortalama 323 gün, asliye hukuk mahkemelerinde bir dava ortalama 315 gün, iş mahkemelerinde 488 gün, özel yetkili mahkemelerde 900 gün. Arkadaşlar, bu hukuk hepimize lazım, yarın size de lazım bu. Yani gelin bunu el birliğiyle ele alalım, bununla ilgili bir çalışma ortamı oluşturalım, eksikler varsa hep beraber giderelim. Burada yanlış bir şey var mı? Yani burada bunu yapmamızı gerektiren bir şey var mı? Neden buna bir el atmıyoruz? Yani illa her şeye “hayır” mı demek zorundasınız? Yani dört yıl sonra buradan ayrıldığınız zaman, her şeye “hayır” dediğiniz zaman size madalya mı verilecek, size takdirname mi verilecek, size özel bir ödül mü verilecek? Buradaki amacımız milletin iradesini tecelli ettirmek değil mi?

Bakın, her şeyi ayaklar altına aldınız. Yargıyı ayaklar altına aldınız, adaleti ayaklar altına aldınız, temel hakları ayaklar altına aldınız ama şunu bilin ki doksan yıllık Cumhuriyet Halk Partisi olduğu sürece Türk milliyetçiliğini, milliyetçiliği ayaklar altına alamayacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, partimize de bir sataşma var. Irkçı bir düşünce, ırkçı bir kafanın kafatasındakileri kustu, şimdi iade edeceğiz sana.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uzunırmak.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bize de “ırkçı” diye ifade etti. Kafatasçılıkla, ırkçı milliyetçilikle…

BAŞKAN – Hayır, ne diye, anlaşılmadı bir defa, sizin Grup Başkan Vekili konuştuğu için.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – “Irkçı bir anlayışla” diyerek bazı ithamlarda bulundu ve adapla ilgili bazı sözleri oldu.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uzunırmak, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

 

5.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın milletvekilleri, Hitler’i ırkçı olarak mı tanımlarsınız, milliyetçi olarak mı tanımlarsınız? Hitler rasisttir, ırkçıdır, milliyetçi değildir. Irkçılıkla milliyetçiliği karıştırmayın. Kavmi sevmek bizim inançlarımıza engel değil değerli milletvekilleri ve bizim anladığımız manadaki milliyetçilik… Eğer “Türk milliyetçiliğini başka milliyetçiliklerden ayıran fonksiyonlar var mıdır?” derseniz elbette ki vardır çünkü bizim inanç sistemimiz İslam’ın âlemşümul olan mesajı her şeyden evvel milliyetler gerçeğini kabul ederek ırkçılığı yasaklamıştır, milletini sevmeyi yasaklamamıştır İslam. Dolayısıyla, biz İslam’dan da kaynağını alan bir milliyetçiliği savunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu işleri saptırmanın bir anlamı yok. Irkçılıkla milliyetçiliği karıştırarak, kavramları, tarifleri doğru algılamadan, bilime dayandırmadan, ezbere, Sayın Başbakanın metodu içerisinde bunları ifade etmek, siyaseti şov sanatına dönüştürmek fikrî inkişafı engeller. Fikrî inkişafı gelişmeyen insanların, dünya ve fikir hayatı gelişmemiş insanların ülke yönetmesi de zaten deneme yanılma metotlarıyla olduğu için Türkiye bu sıkıntıları çekiyor.

Bakın, millî eğitimde her bakanınız bir açıklama yaptı, her bakanınız sistemi değiştirdi, metodu, müfredatı değiştirdi. Yargı paketleri geliyor. Niye köklü bir reform yapmıyorsunuz? CHP’nin verdiği öneriyi araştıralım, Meclis inisiyatif alsın, bir kerede halledilsin bu. Yamalı bohça gibi niye oraya buraya yamayıp duruyorsunuz? Türk Ticaret Kanunu’nu getirdiniz, tartışmadınız burada, daha yürürlüğe girmeden 50 maddesi için tekrar geri getirdiniz. Bu deneme yanılma metotları fikrî inisiyatifinizin olmadığından kaynaklanıyor, programınızın olmadığından kaynaklanıyor. İşte burada, rahmetli Alparslan Türkeş Beyefendi’nin milliyetçiliğin yargılanmasıyla ilgili mektubunu Meclis kayıtlarına girmesi için Meclis Başkanına veriyorum. Kimler milliyetçiliği yargılıyor, burada okusunlar.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunırmak.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

 

 

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Milliyetçi Hareket Partisinin “Türk milleti” sosyolojik gerçeğini ifade etmesini “ırksal” olarak nitelendiren zihniyetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde içtiği andı ayaklar altına alan bir zihniyet olduğuna ilişkin açıklaması

 

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu coğrafyada yaşayan milletimizin adının “Türk milleti” olduğunu ve büyük Türk milletinin egemenliğini burada kullandığımızı biliyoruz. Dolayısıyla, bugün, Milliyetçi Hareket Partisinin Türk milleti sosyolojik gerçeğini ifade etmesini ırksal olarak nitelendiren bu zihniyetin, aslında Türkiye Büyük Millet Meclisine, buraya, kürsüye gelirken büyük Türk milleti önünde “Namusum ve şerefim üzerine…” diye içtiği andı ayaklar altına alan bir zihniyet olduğunu belirtmek istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Umut Oran ve 28 milletvekilinin yargı erkinin, birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa'mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması amacıyla 19/02/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 20 Şubat 2013 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nde değişiklik yapılmasına dair İç Tüzük teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 4 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

 

3.- Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 4 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/722, 2/1114) (S. Sayısı: 417)(x)

 

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Dünkü birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının birinci bölümde yer alan 1’inci maddesi kabul edilmişti.

Şimdi, 2’nci madde üzerinde 2 adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 2. maddesinin 1. fıkrasının sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini, 2. ve 4. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Günal Mustafa Kalaycı                         Oktay Vural

    Antalya                                                               Konya                                                İzmir

Cemalettin Şimşek                                                 Ali Öz                                           Reşat Doğru

    Samsun                                                              Mersin                                               Tokat

 

"Ön fizibilite raporları ile kesin fizibilite raporlarındaki maliyet arasında % 10'dan fazla fark olması durumunda yeniden Yüksek Planlama Kurulu'ndan onay alınır."

(2) Bakanlık ve bağlı kuruluşları, öngörülecek proje ve belirlenecek esaslar doğrultusunda kullanımlarında bulunan tesislerin yenilenmesi işlerini, tesislerdeki tıbbi hizmetler dışındaki belli hizmetlerin sunulması ve/veya ticari hizmet alanlarının işletilmesi ve/veya bedelinin ödenmesi karşılığında yaptırabilir.

4) Bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde ihale yetkilisi, Bakanlık ve bağlı kuruluşlarının merkez teşkilatında ilgili birimin, en üst yöneticisidir. Tesisin işletilmesi döneminde sözleşmenin yürütülmesi yetki ve sorumluluğu ile harcama yetkisi ilgili taşra biriminin en üs yöneticisine aittir. Döner sermaye kaynaklarından bu Kanun kapsamında yapılacak harcamalarda harcama yetkililiği Bakanlıkça belirlenen limitler dahilinde yardımcılara veya en yakın alt kademe yöneticilere devredilebilir.

 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan yasa tasarısının 2. Maddesindeki "Maliye Bakanlığınca yüklenici lehine bedelsiz olarak" ifadesinin "Maliye Bakanlığınca sadece hastane kampüsü için yüklenici lehine bedelsiz olarak" şeklinde değiştirilmesini, ayrıca, 2 ve 3. Fıkranın tasarı metninden çıkartılmasını arz ederim.

           Ferit Mevlüt Aslanoğlu                                 İzzet Çetin                                   Rahmi Aşkın Türeli

                      İstanbul                                              Ankara                                                İzmir

                    Özgür Özel                                       Mehmet Şeker                                    Aylin Nazlıaka

                       Manisa                                             Gaziantep                                             Ankara

                 Muharrem Işık                                     Hülya Güven

                      Erzincan                                               İzmir

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU  (Edirne) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Hülya Güven, İzmir Milletvekili.

HÜLYA GÜVEN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, görüşülmekte olan 417 sıra sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi olarak verdiğimiz önerge üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunuyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısında hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlar üzerinde yüklenici yani özel sektör lehine bedelsiz olarak tesis edilecek bağımsız ve sürekli nitelikteki üst hakkı sözleşmesinden bahsedilmektedir. Hükûmet ihaleyi kazanan firmaya, ticari alan, AVM, kafeterya, evler, iş merkezleri; bu arada da 2 bin, 3 bin yataklı hastane yapsın diye kocaman bir araziyi hediye edecek, aynı zamanda da bina maliyetinin en az 6 katını kira bedeli olarak ödeyecektir.

Yine, boşaltılan hastanelerin de yüklenici firmaya verileceği ancak ne şekilde değerlendirileceği net değildir. Birçok belirsizlikler içinde yurttaşlarımızı nasıl bir sağlık hizmeti beklediği de belirsiz çünkü özel sektörle kamunun amaçları ortak değildir. Kamu sağlıktan kâr gütmez, kâr beklemez ama özel firmalar için amaç kâr etmektir.

Bugün, engellilerimiz tıbbi malzemelerini, cihazlarını alamamakta, işitme cihazlarını yenileyememekte, protezlerini alamamaktadırlar. Ödemek zorunda oldukları katkı payları bellerini bükmektedir.

Engellilerimiz, bu hastaneler çalışmaya başladıktan sonra bugün katkı payı nedeniyle almakta zorlandıkları tıbbi malzemeleri, cihazları tamamen bedelsiz olarak alabilecekler mi, yoksa bugün katkı payı ödedikleri bu malzemelerin bedellerinin tamamını mı ödemek zorunda kalacaklar? Yine, yatan hastalar da tedavilerinin bedellerinin tamamını ödeyecekler mi?

Sayın milletvekilleri, Hükûmet bugün, hastane kampüs alanı adıyla arazileri özel şirkete hediye ediyorsa; sözleşmede, hastanede kullanmak üzere alınan tıbbi cihazların bakım onarımlarını, hastane binasının yıpranan yerlerinin bakım onarımlarını Hükûmet üstleniyorsa, hatta yapım maliyetinin en az 6 katını kira bedeli olarak ödüyorsa artık yurttaşlarımızın hiçbir şekilde, katkı payı dâhi ödemeden tedavilerini yaptırabilmeleri gerekir. Öyle değil mi?

Dün Sayın Sağlık Bakanımız “Aile hekimliğinde katkı payı alınmıyor.” dedi. Herhâlde Sayın Bakan katkı paylarını bilmiyor. Bugün en az 10 çeşit katkı payı alındığını biliyor musunuz? Üstelik “sembolik” denilen katkı payları nedeniyle emeklilerimiz tedavi olmak için ilaçlarını alamıyorlar. Aynı aileden 3 kişi hastalansa ve hastaneye gitse en az 100 lira katkı payıyla karşılaştıkları için çoğu zaman anneler tedavi koşullarını çocuklarına bırakıyorlar. Yani tedavi hizmeti alamayan kadınlarımız var.

Bugün Kamu Hastaneleri Birliği kurulmuş, pek çok başhekim, başhekim yardımcıları, müdür, müdür yardımcıları özlük haklarını bir gecede kaybetmişlerdir. Yani kanun çıkmış, pek çok kişi görevlerinden gerekçesiz olarak uzaklaştırılmışlar ve aylıkları azalmıştır. Şehir hastaneleri ile ilgili olarak da çalışanları aynı sonucun beklemediği ne malum. Gelecekte mevcut sağlık emekçilerini ne bekliyor, belirsizlik var; hekimlerin istihdam modeli nedir, açıklanmıyor.

Hükûmetiniz devleti bir işletme gibi yürütmeye çalışmakta, sağlık ve eğitim yükünden kurtulmak için özelleştirme çabasına girmektedir. Bugün sağlık, yarın da eğitim özelleşecek ve gelecekte sağlıksız ve eğitimsiz bir nüfus ile karşı karşıya kalacağız. “O zaman acaba AKP Hükûmeti önlem için ne yapmayı planlıyor? Hükûmeti yürütmek için şimdiden, yurt dışından eğitimli ve sağlıklı elemanlar mı getirecek?” diye soruyor, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 2. maddesinin 1. fıkrasının sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini, 2. ve 4. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                                                 Mehmet Günal (Antalya) ve arkadaşları

“Ön fizibilite raporları ile kesin fizibilite raporlarındaki maliyet arasında yüzde 10’dan fazla fark olması durumunda yeniden Yüksek Planlama Kurulu’ndan onay alınır.”

(2) Bakanlık ve bağlı kuruluşları, öngörülecek proje ve belirlenecek esaslar doğrultusunda kullanımlarında bulunan tesislerin yenilenmesi işlerini, tesislerdeki tıbbi hizmetler dışındaki belli hizmetlerin sunulması ve/veya ticari hizmet alanlarının işletilmesi ve/veya bedelinin ödenmesi karşılığında yaptırabilir.

(4) Bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde ihale yetkilisi, Bakanlık ve bağlı kuruluşlarının merkez teşkilatında ilgili birimin, en üst yöneticisidir. Tesisin işletilmesi döneminde sözleşmenin yürütülmesi yetki ve sorumluluğu ile harcama yetkisi ilgili taşra biriminin en üst yöneticisine aittir. Döner sermaye kaynaklarından bu Kanun kapsamında yapılacak harcamalarda harcama yetkililiği Bakanlıkça belirlenen limitler dahilinde yardımcılara veya en yakın alt kademe yöneticilere devredilebilir.

BAŞKAN –  Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN –  Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN –  Önerge üzerinde  söz isteyen Ali Öz, Mersin Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 417 sıra sayılı Sağlık Bakanlığınca, Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Her şeyden önce, bu kanun tasarısının Sağlık Komisyonuna gelmemesi, bu kanun tasarısıyla yapılmak istenilenin, gerçekte ulaşılmak ve varılmak istenilen hedefin ne olduğunu aslında bize açıkça ortaya koymaktadır.

Bu kanun tasarısının getirmiş olduğu iki temel şeyden bir tanesi, gerçekten sağlık alanında yeni yapılacak olan şehir hastanelerinin ekonomik  rantının birilerine devredilmesi anlamına gelen maddelerinin yanında vatandaşın sağlık alanında almak istediği hizmetler noktasında onlara sağlayacağı katkının ne olduğu önemsenmiş olsaydı bu kanun tasarısının Sağlık Komisyonunun kıymetli üyeleri tarafından da mutlaka tartışılması icap ederdi diye düşünüyorum.

Sonuçta bu tasarıyla, özellikle yabancı sermayenin, yirmi beş yıl işleteceği hastanelerin ülkemize yapılacağı bir projeyi, modeli tartışmaktayız. Eski hastanelerin yeni yapılacak olan şehir hastaneleriyle beraber şehir merkezlerinden kaldırılacağı, kalkan hastane yerlerinin TOKİ’ye veya yüklenici firmaya devredilmesi bu  tasarıyla istenmektedir. Bu model illerdeki hastane yatak kapasitesini arttırmamaktadır; aksine, devlete mali yüklerle yeni bedeller ödeterek sağlıkta özelleştirmeye geçecek modeli dayatmaktadır.

İşte, adına özelleştirme denilmeden sağlığı özelleştirmenin son aşaması olan bir kanun tasarısını konuşuyoruz. Bu kanun sağlık hizmetleri çalışanlarının taşeronlaşmasının önünü açmaktadır, sağlıkta emek ucuzluğunu da beraberinde getireceği çok açıktır. Kamu ve özel sektörün yapacağı hastaneler konusunda yerli yatırımcılara bir teşvik ve destek yokken, yabancı sermayeyle bu hastaneyi yapacak olanlara garantörlük yapılmaktadır. Devletin ödeyeceği her türlü paralar, enflasyon ve kur güncelleme gibi destekleri beraberinde kiracılar tarafından getirilecektir. Kiralar üç ayda bir artarak devletin ödemesi daha da artacaktır. Ülkenin yapılması planlanan 88 hastanesiyle 2015 yılında Türkiye’nin hastanelerde yatak ihtiyacı kalmayacağı aşikâr ve hesaplanmışken aslında böyle bir modele geçilmesi mutlaka birilerine bir şeyi temin etme maksadını taşımaktadır.

Değerli arkadaşlar, TOKİ tarafından… Yazın gezmiş olduğum İstanbul Kanuni Sultan Eğitim Araştırma Hastanesi var. Adalet ve Kalkınma Partisinden milletvekili arkadaşlarımızın bu kanun tasarısını savunurken ifade ettikleri cümleleri aynen ifade etmek istiyorum size: “Ülkede sağlık alanında yeni şeyler yapmanın önünü açmak” “sağlıkta eksik olan şeyleri gidermek” gibi ifadeleri kullanıyorsunuz. Ben sizlere, gerçekten, yapılmış olan bir hastanenin odalarının ne kadar geniş olduğunu, TOKİ’ye bunu yaptırmakla devletin ciddi manada bir külfete girmeden, kiralama modelini tercih etmeden, içerisindeki altyapısını da yeterli donanımlı hâle getirmesiyle ülke ekonomisine de zarar vermeden vatandaşın sağlığı konusunda ciddi manada faydalanabileceği bir hastane modeli olduğunu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Yani bunu “Sağlıkta daha iyi şeyler yapıyoruz.” diye kamu-özel ortaklığını savunmanızın bir anlamı yok. Bu ne getiriyor bize? Hastane alanında başka tesisler kurulmasına fırsat tanınmasını, özellikle konsorsiyumlara ihalenin verilmesi aşamasında Kamu İhale Kanunu’ndan uzaklaşarak ihaleye öncülük edilmesini, fesat karıştırılmasını, âdeta adrese teslim ihale yapılmasını getiriyor; yabancı sermayeye fırsat tanıyıp yerli yatırımcıyı rekabet edemez duruma getiriyor, sağlık çalışanlarının döner sermaye garantisinin ortadan kalkmasına zemin hazırlıyor. Kapanan hastanelerin yerine yapılacak olan alışveriş merkezleriyle, şehir merkezlerinde zaten zor ve kıt kanaat geçinen esnafa can vermek dururken onların canını alacak uygulamaların önünü açıyor. Bu modele “Hastane açmak bahane, asıl maksat işletmeci yaratarak rant sağlamak şahane.” diyebiliriz.

Tabii ki caizse, bir başka ifadeyle de, bir taşla iki kuş vuranın hesabını yapmaktasınız. Bu kanun tasarısının, sağlık alanında ne vatandaşın ne çalışanların ne de devletin ihtiyacı olduğu bir model, bir ortaklık olmadığı düşüncesindeyiz.

Bu düşüncelerle, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Sayın milletvekilleri, önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

3’üncü madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 3. maddesinin 7. fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, 8. ve 9. fıkralarının ise madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                Mehmet Günal                              Cemalettin Şimşek                             Mustafa Kalaycı

                      Antalya                                            Samsun                                              Konya

                  Oktay Vural                                      Reşat Doğru                                          Ali Öz

                        İzmir                                                 Tokat                                               Mersin

“d) Açık eksiltme sonucunda en düşük teklifi veren istekli ile idarenin fizibilitesi doğrultusunda nihai pazarlık yapılarak bu istekli üzerine ihale kararı verilir."

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 3. maddesinin 3. fıkrası ile 8. fıkrasının (a) ve (c) bentlerinin tasarı metninden çıkartılmasını, 7. fıkrasının (d) bendindeki 3. ve 4. cümlelerin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

             Rahmi Aşkın Türeli                               Doğan Şafak                                   Durdu Özbolat

                        İzmir                                                Niğde                                       Kahramanmaraş

          Ferit Mevlüt Aslanoğlu                              Gürkut Acar                                    Bülent Kuşoğlu

                     İstanbul                                            Antalya                                              Ankara

                  Haydar Akar

                      Kocaeli

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Katılamıyoruz.

BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) - Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Evet, önerge üzerinde söz isteyen Gürkut Acar, Antalya Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz kanundan daha yakıcı bir gündem var önümüzde. Türkiye’de hukuk, adalet, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, Anayasa gibi tüm kavramlar, tüm değerler yerle bir edilmiştir. Önceki gün Silivri’de yaşadıklarım bunun bir parçasıdır. Milletvekili arkadaşlarımızla birlikte, etrafı tahkim edilmiş, çelik ve demir tellerle, iki insan boyunda yüksek kafeslerle kapatılmış dar koridorlardan geçerek mahkemeye ulaştık. Bu sırada, milletvekili arkadaşımız, İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, maalesef ayağından yaralandı, topuk kemiği kırıldığı için ameliyat oldu. Buradan kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Sanki bir mahkeme salonuna değil, savaş esirlerinin bulunduğu bir toplama kampına girer gibiydik. Böyle bir mahkeme, böyle bir yargılama kabul edilebilir değildir. Mahkemenin içinde adalet olmadığını biliyoruz. Delillerin toplanmasına ihtiyaç duymayan, tanıkları dinlemeyen, gerek duymayan bir mahkemede adalet olur mu? Sanıkların hiçbir tanığı dinlenmemiştir. Bunu oranlayarak güya mahkeme “Şu oranda ben tanık dinledim.” diyerek savuşturmuştur.

Aynı şekilde, mahkemenin dışında da adalet yoktu. Orada duruşmayı izlemeye gelen vatandaşlar, AKP’nin her zamanki gibi tazyikli su ve biber gazlı saldırısıyla karşılaştı. Bu saldırı Adalet ve Kalkınma Partisinin saldırısıdır. Bunun sorumlusu oradaki emniyet müdürü ya da vali değildir çünkü bu, Türkiye’nin her yerinde, her ses çıkaranın başına gelen bir durumdur. Biber gazı ve tazyikli su AKP ileri demokrasisinin araçlarıdır, halkımız bunu asla unutmayacaktır. Türkiye, vatandaşını değil, mahkemelerini biber gazıyla ve basınçlı suyla korumaya çalışan AKP’yi asla unutmayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de şimdi, adaletin savunma ayağı saldırı altındadır. Meslek örgütleri, sendikalar; ses çıkaran, farklı görüş açıklayan her kurum, kuruluş Adalet ve Kalkınma Partisinin gazabını yaşıyor. Bu kurumlar ya susturuluyor ya AKP’lileştiriliyor. Şimdi sıra avukatlardadır ve örgütleri barolardadır. Avukatların büroları, çalışma yerleri kanundaki açık hükümlere aykırı olarak basılıyor, aranıyor, alt üst ediliyor. Avukatlar tekmelenerek, yerlerde sürüklenerek göz altına alınıp uzun tutukluluklarla terbiye edilmeye çalışılıyor. Savunma hakkını savunmak barolara yasaklanıyor. İstanbul Barosuna yapılan budur, savunma hakkının savunulmasında darbedir. Bu darbe nedeniyle ellerini ovuşturanlar, İstanbul Barosunu ele geçireceklerini sananlar unutmasınlar ki, meslektaşlarımız savunma hakkını, meslek örgütlerini, barolarını da savunma konusunda kararlı ve inançlıdırlar. Üyelerinin oylarıyla değil kumpaslarla, ayak oyunlarıyla baroları ele geçirmeye çalışanları hukuk tarihi, adalet tarihi asla unutmayacak ve affetmeyecektir.

Değerli arkadaşlar, adaletin olmadığı yerde hiçbir şey ayakta kalmaz, kalamaz. Ne yazık ki şu anda devletimizi yönetenler Türkiye’yi bir uçuruma sürüklüyor. Anayasal ilkeler birer birer yok ediliyor. Hukuk devleti Anayasa’da var ancak fiiliyatta yok. Savunma hakkı yazılı olarak var ama fiilen yok. Devletimizin temeli olan laiklik ilkesi AKP iktidarı tarafından eylemli olarak yok edilmiştir, Anayasa’da vardır ancak fiiliyatta yoktur. Demokrasi, basın özgürlüğü kâğıt üzerinde vardır ama fiilen yoktur. Ülkenin bütünlüğü Anayasa’da vardır ancak fiilen yoktur. Türkçenin resmî dil olmasına ilişkin Anayasa hükmü kâğıt üzerinde vardır, fiilen yoktur.

Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki böyle bir süreçteyiz. KESK’e yönelik iktidar operasyonları her yasal sendikanın her an bir yasa dışı örgüte dönüştüğü 12 Eylül darbe günlerini geri getirmiştir. Vatandaşlarımıza burada sorumluluk düşüyor. Tüm yurtseverler bu gidişe dur diyecektir. Buna yürekten inanıyorum.

Hepinizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 3. maddesinin 7. fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, 8. ve 9. fıkralarının ise madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                                                                   Mehmet Günal (Antalya) ve arkadaşları

“d) Açık eksiltme sonucunda en düşük teklifi veren istekli ile idarenin fizibilitesi doğrultusunda nihai pazarlık yapılarak bu istekli üzerine ihale kararı verilir."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, geneli üzerine konuşurken söyledim ama fazla vaktim olmadığı için hepsine değinmek için diyemedim.

Şimdi, burada, sizin de dikkatinize sunayım değerli milletvekili arkadaşlarım, içinize sinecek mi bakalım. Diyor ki: “Açık eksiltme sonucunda en düşük teklifi veren istekliyle idarenin fizibilitesi doğrultusunda nihai pazarlık aşamasına geçilir.” Güzel. “Nihai pazarlık sonucunda isteklinin teklifi uygun bulunursa bu istekli üzerine ihale kararı verilir.” Uygun bulunursa… Yani neye göre uygun bulunursa? Yok. Zaten normal bir ihale yapmışsınız, açık eksiltme yapmışsınız, çıkmış en düşük veren adamla pazarlık ediyorsunuz; adam inmedi, kusura bakma… En düşük olanı yapıyorsunuz, bir ihale yapıyorsunuz; baş tarafı var, okumadığınız için tekrar okudum orayı. Şimdi, arkasından devam ediyor, daha vahimi var: “İlk isteklinin teklifi idarece uygun bulunmazsa, ekonomik açıdan en avantajlı ikinci teklif sahibi istekliyle nihai pazarlığa devam edilir.” Arkadaşlar, açık eksiltmenin ne olduğunu bilmiyorsanız tekrar arkadaşlarımız bilgi versinler bize. Zaten bir açık eksiltme yapılıyor. Yani herkes teklifini veriyor, en düşük olanı buluyoruz. Bunun üzerinden tekrar bir daha soruyoruz: İndi mi, inmedi mi? Hani, kamuoyuna açık ilanlarda diyor ya “Bizim hatırımıza bir 50 lira daha çık.” diye; sayın bakanlar veya ihale komisyonu yapıyor, onun gibi bir şey.

Tekrar döneceğim diyorsun başka bir şeye, o da olmadı tekrar diğerine... Şimdi, gerçekten, ben şaşırıyorum yani bu böyle… Arkasından tam tersine sekizinci fıkra geliyor: “Pazarlık usulüyle ihale, açık veya belli istekliler arasında yapılan ihale sonucunda teklif çıkmaması.” E, kimse teklif vermedi, yeniden çıkmıyorsun devam ediyorsun. “Doğal afetler, salgın hastalıklar” falan demişiz. En önemlisi (c) maddesi, diyor ki: “İhale konusu işin özgün nitelikte ve karmaşık olması nedeniyle…” E, o zaman, bütün bu ihalelerin tamamını siz pazarlık usulüyle yapabilirsiniz. Özgün nitelikli olduğu için, bakanlığımız, sadece Kayseri ihalesi için 19 milyon TL sadece danışmanlık ücreti ödemiş; bakın, beş yıllık sürede fizibilitesi, hazırlanması… Neden? Çünkü bakanlığın, bu konuda, nitelikli elemanı hepsine yetişecek kadar yok, teknik konular. Bu ne demek o zaman? “Bütün bu hastane işlemlerinin tamamını siz pazarlık usulüyle verebilirsiniz.” demek. Gerçekten, bu kadar aleni bir şekilde kanuna yazılarak da yapılmaz. Eski Bakanımız Sayın Akdağ’a da söyledim Sayın Müezzinoğlu’na da söyledim.

Daha anlayacağınız şekilde örnek vereyim arkadaşlar: 3 kişi ihalenin sonucunda çıkmış, birisi 100 lira, birisi 110 lira, birisi 120 lira teklif vermiş. 100 liralık alan firmanın normalde kazanması gerekir değil mi kapalı zarf usulü yapınca sizin açık ihale yönteminde? Gelmiş, açık eksiltmede de herkesten tekliflerini almış, en düşük veren 100 liralık teklif. Sonra bana diyor ki: “Mehmetçiğim, gel seninle anlaşalım biraz daha düş, bu kamu işidir.” 95’e düşmüşüm, tamam. Sonra dönüp, tekrar B şirketine “Sen de 94’e düşer misin?” demek, kapalı zarf ihale yönteminde -açık eksiltmede de aynısıdır- ihaleye fesat karıştırmak olarak soruşturmaya girer arkadaşlar.

Daha açık söylüyorum: Bakın, zarflar geldi, ihale sorumlususunuz, kapalı zarf yapıyorsunuz; açtınız, baktınız birisi 100, birisi 110, birisi 120 lira. Açtınız, 120 verene “Kardeşim, A şirketi 100 vermiş, 99’a düşür.” demek ihaleye fesat karıştırmak mı değil mi, normal bir ihalede? Yani açıp, bakıp da adama “Gel 99’a sen ver.” derseniz -en düşük verenin altına- bunun adı “ihaleye fesat karıştırmak” değil mi normal bir ihalede? Biz buna resmî olarak şu anda cevaz veriyoruz. Bu illa ki… Bunun önünü açıyoruz. Efendim, yapalım; olmadı, açık eksiltme yapalım; o da olmadı, bir de pazarlık yapalım. Gerçekten çok ciddi sorunlara yol açar, şaibelere yol açar, Sayın Bakanı da ciddi sıkıntıya düşürür bu. Üç aşamalı böyle bir kademeli ihale yöntemi olmaz yani hangi ihalelerde bunun olacağı bellidir, zaten Kamu İhale Kanunu onun için çıkmıştır; belli miktarlarda yetki vardır, belli miktarın üzerinde de, normal yoldan, ihalelerde neyin yapılacağı, kimin ne yetkisi olduğu bellidir. Burada, tamamıyla Sağlık Bakanlığına özel bir kanun yapıyoruz ama dün de söyledim: Bu yap-işlet-devretler ve kamu-özel ortaklığı modelinin tek elden, Kalkınma Bakanlığının bünyesindeki koordinasyon birimi tarafından yürütülmesi gerekir. Bence, Sayın Bakanın yol yakınken, bunlar karışmadan bu kanun tasarısını geri çekip yeniden bu konuyu değerlendirmesi ve topyekûn bir kanunla gelmesi gerekir, tekrar tekrar söylüyorum. Bu önergemiz de bunlarla ilgili, bunların önünü almak üzere, şaibelerden kurtulmak üzere vermiş olduğumuz bir önergedir. Desteklerinizi bekliyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

4’üncü madde üzerinde iki adet önerge vardır. Okutup işleme alıyorum:

       Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan yasa tasarısının 4. maddesinin 6. fıkrasının son iki cümlesinin ve 7. fıkrasının son cümlesinin madde metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

           Ferit Mevlüt Aslanoğlu                                 İzzet Çetin                                   Rahmi Aşkın Türeli

                      İstanbul                                              Ankara                                                İzmir

                    Özgür Özel                                       Mehmet Şeker                                    Aylin Nazlıaka

                       Manisa                                             Gaziantep                                             Ankara

                   Kamer Genç                                      Muharrem Işık                                                                          Tunceli                       Erzincan

                                                        

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 4. maddesinin 5. fıkrasının, 6. fıkrasının son iki cümlesinin ve 7. fıkrasının son cümlesinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz

                   Oktay Vural                                      Mehmet Günal                                   Mustafa Kalaycı

                        İzmir                                                Antalya                                               Konya

                       Ali Öz                                           Reşat Doğru                                   Cemalettin Şimşek

                       Mersin                                                Tokat                                                Samsun

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Reşat Doğru, Tokat Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Görüşmekte olduğumuz kanunun 4’üncü maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bir kanunu yine süratli bir şekilde çıkartıyoruz, arkasından neler geleceğini de hep beraber göreceğiz. Ancak, bu kanun tasarısıyla, anlayamadığımız, kabul edemediğimiz şekilde, özel şirketlere sağlık tesisleri yapmaları ve işletmeleri hakkı veriliyor. Yani sağlıkta, kim ne derse desin, özelleştirme adım adım gerçekleşmiş oluyor. Hâlbuki Anayasa’mızda insanımızın sağlığı güvenceye alınmış ve korunmuştur. O güvenceler bir kenara bırakılmakta, her şey özel sektöre devredilip, onların inisiyatifine terk edilmektedir. Anadolu’da birçok şehirde eski hastaneler yıkılarak, yerine yeni hastaneler yapılacağı ifade ediliyor. Yeni hastanelere kimsenin itirazı olmaz, ancak bunu özel sektöre devredip, otuz yıl kullanma hakkı vermek doğru değildir. “Biz kiralayacağız, hizmet satın alacağız.” deniliyor. Bu, özelleştirme değil de nedir? Hastanelerdeki bütün hizmetler neredeyse özel sektöre devredilmek durumundadır. Ayrıca, yüzde 70’lik doluluk garantisi verilerek özel sektöre çok önemli bir kazanç temin edilmiş de oluyor.

Ayrıca, hastane çevresindeki otelcilik hizmetlerinden tutun da restoranlara, kantinlere, otoparklara kadar her türlü hizmet özel şirketlere devredilmiş oluyor ve çok büyük bir kazanç temin edilmiş olmuyor mu?

Yapılması düşünülenler tekrar tekrar değerlendirilmelidir. Bizim ülkemiz zengin değildir. Emeklilerin, işçilerin, esnafın, memurun, çiftçinin yaşam şartları çok ağırdır. Onlardan toplanan vergiler daha iyi değerlendirilmeli, kimseye hortum olarak verilmemelidir.

Şehir hastaneleri yapımı başka yöntemlerle gerçekleştirilebilir. Bugün büyük hastane yakınlarındaki arsalar çok kıymetlidir. Bunlara neredeyse güç yetmemektedir. Bu arsalar karşılığı söylenilen hastaneler acaba yaptırılamaz mı veyahut da bu şekilde bir sistemle yaptıramaz mıyız? Döner sermaye gelirleri ayrıca hastaneye kalır, boşuna kiralar ödenmemiş olur. Yani yeni yeni rant kapıları oluşmamış olur. Garip ve gurebanın hakkı da tahmin ediyorum ki daha iyi korunmuş olur.

Ayrıca, bu kanunla personele ne tür fayda ve imkân geliyor, bunu düşünmek mecburiyetindeyiz. Kanun tasarısı incelenince hiçbir şey olmadığı görülüyor. Ancak sağlık personeli çok mağdurdur. Muayenehanelerini açma hakkı Bakanlıkça kimilerinin elinden alınmıştır. Üniversite hastanelerinde bin bir güçlükle kendisini yetiştirip topluma hizmet eden hocalar çok huzursuz ve çok mutsuzdurlar. Bu insanlara neden sahip çıkmıyoruz? Özellikle üniversitelerde çalışan hocalarımız ve profesörlerinden tutun da diğerlerine kadar çok büyük sıkıntı içerisindedirler ve yeni Sayın Bakanımızdan da bu yönlü olarak da bazı çalışmaları bekliyorlar.

Sonuçta özlük hakları sağlık personeli için tekrar düzenlenmeli, emeklilik hakkı da değiştirilmelidir. Bakınız, şu anda hekimlerin büyük bir kısmı bununla ilgili çok büyük mağduriyet yaşıyorlar. Yani hekim, çalışıyor çalışıyor, emekli olacak, almış olduğu emeklilikle de geçimini temin edemiyor. Buradan bir kez daha sesleniyorlar ki –biz onların adına sesleniyoruz- gelin, bu özlük haklarıyla ilgili çalışmaları düzenleyelim, en azından döner sermayeden verilen paralarla ilgili olarak, o verilen paraların hemencecik yani emekli olur olmaz bunlara yansıtılması noktasında bazı düzenlemeler yapalım diyoruz.

Sayın milletvekilleri, tabii, burada bir konuyu da dile getirmek istiyorum. Şu anda yaklaşık olarak yirmi günden beri Ankara’da 79 tane belediye başkanı kapı kapı dolaşıyorlar, siyasi partilerin hepsine gidiyorlar ve milletvekillerine gidiyorlar. Bu belediye başkanları, 6 Aralık 2012 tarihinde yürürlüğe giren Büyükşehir Kanunu’nun geçici 2’nci maddesi gereği, 2011 yılı TÜİK’in açıklamış olduğu nüfus sayımları baz alınarak belediyeleri kapanan belediye başkanlarımızdır. Sayın belediye başkanları ısrarla bakanla görüşmek istiyorlar, Sayın Başbakanla görüşmek istiyorlar, dertlerini anlatmak istiyorlar ama bir türlü anlatamıyorlar. Buradan onların konularını da dile getirmek istiyorum. Gelin, bu konuda 31/12/2012 tarihini baz alalım ve bu belediye başkanlarımızın hepsinin… Zaten 79 belediye, bunlardan 20 tanesi de Tokat belediyesidir; bunların kapanmaması noktasında bir kanuni müeyyide ortaya koyalım veyahut da bir kanun çıkartalım veya maddeye bir fıkra ekleyelim. Bu yönlü olarak da belediye başkanlarımızın isteklerini gerçekleştirmiş olmak gerekmektedir çünkü adamlar neredeyse her şeylerini bırakmışlar, burada, Ankara’mızda insanların peşinde koşmaktadırlar, milletvekillerin peşinde koşmaktadırlar; acaba derdimize, yaramıza kim çare olur, nasıl yaparız düşüncesi içerisinde olmaktadırlar. O insanların seslerini duyalım ve o belediyeleri kapatmayalım diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan yasa tasarısının 4. maddesinin 6. fıkrasının son iki cümlesinin ve 7. fıkrasının son cümlesinin madde metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 417 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 4’üncü maddesiyle ilgili olarak verdiğimiz bir önerge üzerine görüşlerimi açıklamak üzere söz aldım. Hepinize saygılar sunuyorum.

Tam AKP modeline uygun bir kanun. Yolsuzluğun, hırsızlığın her türlüsünün en mükemmel şekilde yapılacağı, devletin talan edileceği, devletin kaynaklarının belirli iş çevreleri, belirli iktidar yanlılarına otuz sene peşkeş çektirileceği yüz karası bir kanun tasarısı ve yüz karası bir kanun teklifi. Düşünebiliyor musunuz arkadaşlar? Şimdi, diyor ki: “Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşların ihtiyaç duydukları tesis…” Ne tesisi yahu? Hangi tesis? Tarif et burada. Var mı sağlık tesisi olduğuna dair bir hüküm? Yok. Otel de yapacak, pastane de yapacak, başka bir şeyler de, başka yerler de yapacak. Bir defa, böyle bir kanun olmaz. Bu kanunun neresini düzeltirsiniz? Yani hukuk tekniğini bilen, kanun tekniğini bilen hiçbir kimse bu kanun tasarısıyla -özellikle Komisyona da söylüyorum, Hükûmete de söylüyorum- Meclisin karşısına çıkamaz. Her tarafı eksikliklerle, yolsuzluklarla… Talana elverişli bir kanun. Yarın Tayyip Bey, çevresindeki şirketleri kullanacak; Ankara’nın, İstanbul’un, İzmir’in en güzel hastanelerinin bulunduğu yerlere, ondan sonra, binaları konduracak; o binalarda yirmi beş sene kendi adamlarını oraya ortak edecek ve orada devlet kaynaklarını bunlara peşkeş çektirecek. Var mı buna karşı engel? Yok.

Şimdi, ondan sonra, Sayın Bakan, burada çıkıyor diyor ki: “Ya, işte, Numune Hastanesinin bu hâlini beğeniyor musunuz?” Beğenmiyoruz da sen onu yıkıyorsun da yerine ne getiriyorsun? Tamamen belli kişilere devlet kaynaklarını… Düşünebiliyor musunuz; anlaşacak bir şirketle, otuz sene, adam diyecek “Şurada, şu kadar adam çalıştırdım, bu kadar -bilmem- tadilat yaptım, bu kadar tamirat yaptım.” hep devletten para çekecek. Tabii, bunları bugünkü AKP iktidarının felsefesine de uygun olduğu için biz yapalım. Zaten devlet de diye bir şey bırakmadınız. Devletin borcu 400 milyar doları geçti. Bakalım, bir sene içinde ne yapacaksınız?

Şimdi, değerli arkadaşlarım, hakikaten, AKP zamanında, Türkiye, maalesef çok büyük kaoslarla, sıkıntılarla karşı karşıya. Şimdi, Tayyip Erdoğan diyor ki: “Ben her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım, çiğnedim.” Biraz önce AKP’li burada diyor ki: “Efendim, AKP’nin milliyetçiliği devlete hizmet, millete hizmet etme milliyetçiliğidir.” Senin Tayyip’in diyor ki: “Milliyetçiliği aldım ayaklarımın altına, ezdim.” Tayyip Erdoğan’ın burada kastettiği milliyetçilik Atatürk milliyetçiliğidir. Demiyor ki: “Faşist milliyetçiliği, ırkçı milliyetçiliği...” Anayasa’mızın 2’nci maddesinde diyor ki: “Türkiye Cumhuriyeti devleti, Atatürk milliyetçiliğine dayanan, çağdaş, ilerici, sosyal hukuk devletidir.” “Ben bunu çiğnedim.” diyor. Yahu, şimdi, Tayyip, sen kimsin, bu devleti çiğneyeceksin! Sen kimsin, milliyetçiliği çiğneyeceksin! Sen, zaten bu millete yakışmayan bir kişisin. Sen, bu memleketin topraklarını...

SONER AKSOY (Kütahya) – Sen kimsin?

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sen kendi celladına âşıksın.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın...

...topraklarını Yunanlılara işgal ettiriyor musun? Ben bu kürsüde söyledim. 16 tane adamız Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.

MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) – Sen Tunceli’ye git.

KAMER GENÇ (Devamla) – Kıbrıs’ta 7 bin kilometrelik alanımızı Kıbrıs Rum devleti almış, İsraillilerle anlaşarak burada petrol çıkarmıştır. Hani sende devlet sevgisi, hani sende millet sevgisi!

Arkadaşlar, bir memleketin toprakları o memleketin iktidarını elinde bulunduran kişilerin namusu ve şerefidir.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Topraklarını bombalayanlardan git hesap sor.

KAMER GENÇ (Devamla) – Eğer bir memleketin toprakları eğer bir yabancı ülke tarafından işgal edilmişse ve bunu korumuyorsa o kişiler kendi namus ve şereflerini de korumuyorlar demektir.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sen git, Dersim’in şerefini koru.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ya arkadaşlar, diyorum haydi gelin... Şimdi, diyorlar ki: “Efendim, böyle adalar işgal altında değil.” Dedim, bakın, Abdullah Öcalan’a ziyaretçi götürmek için gemi tahsis ediyorsunuz; bize de bir gemi tahsis edin, gidelim bu adalara, hakikaten işgal altında mıdır, değil midir, arkadaşlar, görelim bunları. Niye kaçıyorsunuz? Ya bu kadar vurdumduymaz olunmaz. Efendiler, bu memleket bizim. Yarına bunu çocuklarınız size çok pahalıya sorarlar, çocuklarınız halk içine çıkamazlar. “Sizin devri iktidarınızda 326 milletvekili parmağıyla bu devlet itibarsızlaştırıldı; toprakları yabancılar tarafından işgal edildi, devlet talan edildi, devlette hukuk yok edildi; insanlar beş yıl, on yıl içeride sebepsiz yere yatıyorlar. Hiç mi sizlerde de vicdan yoktu?” derler size. Bunu, bakın, yarın sizin çocuklarınız, torunlarınız size bunun çok hesabını sorarlar.

Önemli olan insanların onurlarını kaybetmemesidir, ülke gerçeklerine sahip çıkmasıdır. Bu kanun memleketi talan ettirecektir.

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sen git Dersim katliamının hesabını sor.

KAMER GENÇ (Devamla) - Bakalım göreceğiz, bakalım kim kazanacak. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

5’inci madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 5. maddesinin 2. ve 3. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

                Mehmet Günal                                Mustafa Kalaycı                             Cemalettin Şimşek

                      Antalya                                              Konya                                              Samsun

                       Ali Öz                                           Oktay Vural                                      Reşat Doğru

                      Mersin                                               İzmir                                                 Tokat

               Yusuf Halaçoğlu

                      Kayseri

(2)       Yapım işinin tamamlanmasından önce hiçbir şekilde bedel ödemesi yapılamaz. Ancak aşama tamamlamaları ve kısmi hizmete alınma hâlinde idare tarafından yapılacak kısmi kabullere ilişkin yönetmelikle belirlenen kurallar çerçevesinde düzenlemelerin yer aldığı sözleşme hükümleri saklıdır.

(3)       Yüklenici tarafından verilen hizmetlerin karşılığı olarak yükleniciye ödenecek hizmet bedellerinin hesaplanmasına ve ödenmesine ilişkin usul ve esaslara yönetmelikle belirlenen kurallar çerçevesinde ihale dokümanında ve sözleşmede yer verilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan yasa tasarısının 5. Maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin madde metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

          Ferit Mevlüt Aslanoğlu                        Rahmi Aşkın Türeli                                 İzzet Çetin

                     İstanbul                                              İzmir                                                Ankara

                   Özgür Özel                                    Mehmet Şeker                                  Aylin Nazlıaka

                      Manisa                                           Gaziantep                                           Ankara

                Muharrem Işık

                     Erzincan

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Özel…

BAŞKAN – Özgür Özel, Manisa. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle Sayın Bakan Müezzinoğlu’na, bir kez de buradan, bundan sonra üstlendiği bu zor görevde başarılar diliyorum “Hayırlısı olsun.” diyorum. Ama hem zor bir görev üstlendi hem de benim ondan esas temennim, sağlık alanını sektör olarak gören, hastayı müşteri olarak gören, sağlık çalışanlarını da köle olarak gören bu sistemde bugüne kadar yapılanların aksine bir şeyler yapmasını ümit ederiz ama AKP’nin politikaları ortada, Sayın Bakanın da bu politikaların devamını getirme noktasında üstlendiği görev ortada ama yine de bu içten temennimi bir kez de burada tekrar etmek istedim.

Şimdi, önemli bir iş yapıyoruz. Türkiye’nin yirmi beş yılını etkileyecek, sağlık alanını etkileyecek, ekonomimizi etkileyecek inanılmaz bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız. Aslında daha önce bununla ilgili birtakım çalışmalar yapıldı 13 tane hastanenin de bu yöntemle inşa edilmesiyle ilgili. Kimi ihale sürecini, kimi sözleşme sürecini tamamlamıştı ama Türk  Tabipleri Birliğinin başvurusu üzerine yürütmesi durdu, şimdi bu konuda bir yasal  zemin hazırlanmaya çalışılıyor. Kanun incelendiğinde, okunduğunda, insanın bir milletvekili olarak, bir vatan evladı olarak, bir sağlık çalışanı olarak burada ortaya konan bu yönteme inanması, bunu desteklemesi mümkün değil; gerçekten yürekler acısı bir durum var.

Bunun enine boyuna sağlıkçılar tarafından tartışılması lazım çünkü sağlık hizmeti toplam bir hizmettir, toplam kaliteyi gerektiren bir hizmettir. Bu konunun da esas yerinin Sağlık Komisyonu olduğu konusunda aslında hepimiz hemfikiriz. Ama Başbakan bir gün sabahleyin kalkıp da, inanılmaz bir sinirle, kuvvetler ayrılığının ne kadar kötü bir şey olduğundan bahsettiğinde ve oradaki o hezeyanı duyduğumuzda, ben böyle kendi kendime durdum düşündüm: Bu bir devlet adamının sinirlenmesi mi, yoksa bütün ümidini böyle bir yatırıma bağlamış olan ve yürütmesi durdurulduğu için sıkıntıya düşen bir müteahhidin hezeyanları mı? Gerçekten şaşırdım orada. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Hezeyan size yakışır.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Çünkü koskoca Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, birçok imkânları olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının, kuvvetler ayrılığından şikâyet etmek yerine “Devletimiz güçlüdür, bu hastane yatırımları gerekiyorsa bir şekilde yapılır.” demesini beklersiniz ama inanılmaz bir tepki gösterdi.

Bu yasayı sağlıkçılar tartışsın istedik, Plan Bütçe Komisyonuna yollandı, Sağlık Komisyonu tali komisyon oldu. Biz “Ne zaman komisyondan çağrı alacağız?” diye beklerken bir öğrendik ki Sağlık Komisyonu “Biz bunu çalışamayız.” demiş ve merak ettik, biz neden böyle yapıyoruz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – İşiniz çokmuş, işiniz! Özgür Bey, işiniz çokmuş!

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Plan Bütçe Komisyonuna gittiğimizde de arkadaşlara şunu söyledik: “Nasıl bir cevap geldi?” Sağlık Komisyonu, o gün Sayın Başkan Vekilimiz -bugün salonda kendisi, ismini anıyorum, Sayın Türkan Dağoğlu, çıkar da burada bir cevap verir belki- bir yazı yollamış, demiş ki: “Biz Sağlık Komisyonu olarak işlerimizin yoğunluğu sebebiyle teklifimizi gündemimize alamayız. Çok yoğunuz, bu yüzden görüş bildirmeyeceğiz, siz doğrudan görüşün.” Ben o komisyonun üyesiyim arkadaşlar. “O komisyonun son toplantı tarihi herhâlde bir gün öncedir.” diyeceksiniz değil mi? Sabahladık herhâlde biz. Herhâlde o kadar yoğunuz ki bunu görüşmemiz imkânsız, böyle bir yazı kaleme alınmış, imza atılmış. Sağlık Komisyonu yeni başkanını seçmek için bir hafta önce yaptığı toplantıdan önce, bu yazı kaleme alındıktan bir önceki toplantısını tam da 21 Haziran 2012 günü yapmıştı. Yedi aydır toplanmayan bir komisyondan bahsediyoruz. Yedi aydır hiç toplanmadık biz, Sayın Komisyon Başkan Vekilimiz “İş yoğunluğumuz nedeniyle bu kanunu Sağlık Komisyonu görüşemez.” diye yazı kaleme alıyor.

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Yalanın belgesi! Yalanın belgesi!

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Çıksın burada ifade etsin, bizim nasıl bir iş yoğunluğumuz varmış da yedi aydır birbirimizin yüzünü görmediğimiz hâlde Plan Bütçe Komisyonuna böyle bir imzalı yazıyı yollamaktan kendisi hiçbir rahatsızlık duymamıştır.

Bu sistemle ilgili anlatılacak çok şey var. İlerleyen maddelerde o eleştirilerimi ifade edeceğim ama şunu açıkça söylemek lazım: Komisyonda, Türk Tabipleri Birliği geldi; Türk Tabipleri Birliğine, Alt Komisyon Başkanı eliyle, görüşlerini ifade ettiklerinde -dilim varmıyor ama üslup oydu- âdeta fırça çektiler. “Siz kendi işinize bakın kardeşim!” dediler, “Bu yöntemi eleştirmek sizin neyinize!” dediler. Oysaki bu işi esas eleştirecek olan, bu meseleyi esas tartışacak olan sağlıkçılar değil de kimler? Ve o komisyonda yangından mal kaçırırcasına, kimseleri dinlemeden yürüdük gittik. O komisyona keşke Sağlık Emekçileri Sendikası davet edilseydi ama hepsi KESK davasından dolayı zaten içeride tutuklu durumdalar. Muhalefete yapılan muamele budur. İlerleyen maddelerde teknik olarak da değineceğim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 5. maddesinin 2. ve 3. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Günal (Antalya) ve arkadaşları

(2)       Yapım işinin tamamlanmasından önce hiçbir şekilde bedel ödemesi yapılamaz. Ancak aşama tamamlamaları ve kısmi hizmete alınma hâlinde idare tarafından yapılacak kısmi kabullere ilişkin yönetmelikle belirlenen kurallar çerçevesinde düzenlemelerin yer aldığı sözleşme hükümleri saklıdır.

(3)       Yüklenici tarafından verilen hizmetlerin karşılığı olarak yükleniciye ödenecek hizmet bedellerinin hesaplanmasına ve ödenmesine ilişkin usul ve esaslara yönetmelikle belirlenen kurallar çerçevesinde ihale dokümanında ve sözleşmede yer verilir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Halaçoğlu…

BAŞKAN – Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sözlerime başlarken saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, Kayseri’de devlet hastanesi ihalesi yapılmış durumda ve ilginç olan şey, tabii yüksek kirayla devlete verilecek bu hastanenin bütün otel ve diğer eczaneleri yüklenici firma tarafından işletilecek ve ayrıca şehre bir saat uzak mesafede, ulaşma imkânı yok, acil konumunda olduğunda nasıl bir hizmet verileceği şimdiden belli değil ama en önemlisi de merkezdeki diğer hastaneler de bu yüklenici firmaya verilmek suretiyle bir görev yerine getirilecek.

Değerli milletvekilleri, aslında dün Sayın Bakana bir soru sormuştum, ihale bedelini sormuştum bunun, bir de hastanenin şehre uzaklığını sormuştum. Buna cevap vermediler ama şu an söyleyeyim: Şehirden tam bir saat uzaklıkta bir hastane yapılıyor ve hastaneye kişilerin nasıl ulaşacakları da belli değil. Dolayısıyla, bunları göz önüne almamız lazım.

Diğer taraftan, Kayseri’nin ilçelerinde ciddi şekilde bir sağlık sorunu var. Mesela Felahiye gibi, Sarız gibi ilçelerimizde kesinlikle hastane yok ve bunların hizmet verecekleri insanlar da Kayseri’ye taşınmak zorunda kalıyor.

Şimdi, bu söz konusu edilirken şunları da özellikle belirtmek istiyorum. Şimdi, doktorlarımız hepimiz için önemli. Allah kimseye hastalık vermesin ama hem hastaneler önemli hem de doktorlarımız önemli. Belki bir başka kuruma işimiz düşmeden hayatımızı sürdürebiliriz ama kesinlikle sağlık açısından böyle bir şeyi söylememiz mümkün değil.

Diğer taraftan, bu doktor dediğimiz insanlar otuz yaşında ancak ihtisaslarını tamamlayıp görevlerine başlıyorlar ve tabii ki gökten zembille inmemişler. Fakat bunların birtakım sorunları var, bu sorunları da dile getirmek gerekiyor. Bunların birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum: Doktorlarımıza zaman zaman ölümle sonuçlanan şiddet uygulanmaktadır, geçen gün yine televizyonda bunları gördük. Şiddete maruz kalan bir doktorun avukat olan annesinin dediği şu cümle çok manidardır: “Ben oğlumu birileri gelip dövsün diye mi okuttum?” Şiddetin önlenmesine yönelik Türk Tabipleri Birliğinin hazırlamış olduğu 2 maddelik kanun taslağı, Nisan 2012’den beridir eski Sağlık Bakanımız Sayın Recep Akdağ’ın masasında beklemektedir ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine alınmamıştır. Kanun taslağına 3’üncü madde olarak, eğitim özgürlüğünü engellemek nasıl ciddi bir suç olarak işlem görüyorsa sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanları da sağlık hizmeti alma özgürlüğünü engellemek şeklinde değerlendirilecek bir kanun çıkarılabilir.

Yine, Tam Gün Yasası konusunda çok önemli birtakım sıkıntılar yaşanmaktadır. Zorunlu hizmet belki kaldırılıp daha cazip hâle getirilebilir. Örneğin, ihtisas ve ihtisas sonrası akademik kadrolara geçiş yapılırken, zorunlu hizmet ayrı bir parametre olarak değerlendirilebilir. Tıp fakültelerindeki öğretim üyeleri yönüyle sorunlar yaşanmaktadır. Öğretim üyeleri, yaptığı işin karşılığını maddi yönden ve takdir anlamında alamadığından özel hastanelere gitmekte ve dolayısıyla, eğitime yeterince katkı verememektedirler. Bunun anlamı, tıp fakültelerinde eğitimin kalitesi düşmekte ve ileride, bundan on-on beş yıl sonra, Türkiye bunun zararlarını kesinlikle görecektir. Henüz vakit varken, öncelikle bu soruna -neye mal olursa olsun- çözüm bulunması önemlidir.

Kamu Hastaneleri Birliği; buraya atanan üst düzey yöneticilerin, aktif doktorluk yapıp daha önce yöneticilik yapmış akademisyenlerden oluşturulması bazı sorunların çözümünü de kolaylaştıracaktır kanaatindeyim.

Yine, illerde sağlık müdürlüğü, halk sağlığı müdürlüğü ve kamu hastaneleri genel sekreterliği olmak üzere üç başlı yönetime geçişin sağlık politikalarında gerekçe ve faydalarını da merak ediyorum.

Performans ödemeleriyle ilgili de yine problemler var. Gerekirse, Sayın Bakana bunları daha geniş şekilde izah edebilirim.

Sözlerime Kanuni Sultan Süleyman’ın bir dörtlüğüyle son vermek istiyorum:

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,

Olmaya bahtu saadet dünyada vahdet gibi.”

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

BAŞKAN – 6’ncı madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı yasa tasarısının 6. Maddesindeki yüzde 20 oranının yüzde 35 olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu                                     Rahmi Aşkın Türeli                                    İzzet Çetin

      İstanbul                                                               İzmir                                                Ankara

Özgür Özel                                                          Mehmet Şeker                                    Aylin Nazlıaka

  Manisa                                                                 Gaziantep                                             Ankara

                            Muharrem Işık                                         Emre Köprülü

                         Erzincan                                                            Tekirdağ

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Emre Köprülü…

BAŞKAN – Emre Köprülü, Tekirdağ Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlarım.

Şimdi, tabii, sol tarafımda Sayın Orman ve Su İşleri Bakanı burada, sağ tarafıma baktığım zaman Komisyon sıralarında, Edirne Milletvekili, yeni bakan olmuş Sayın Sağlık Bakanı burada. Özellikle ben, bugün de haber sitelerine düşen Ergene’yle ilgili, Trakya’yla ilgili bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şimdi, biliyorsunuz “Hükûmet, özellikle Başbakan uçakla Trakya’nın üzerinden geçerken Ergene’nin kirliliğini görmüş ve bundan dolayı çok rahatsız olmuş, ‘Ergene’yi temizleyin.’ talimatını vermiş, o talimatın gereğince de belli faaliyetler başlamış.” deniyordu ama bugün ortaya çıktı ki Başbakan aslında Ergene’nin kirliliğini görmemiş, Başbakan Ergene’nin tarlalarını görmüş ve “O tarlaları, parselleri çok güzel bir biçimde, geleceğe dönük nasıl imara açarız, nasıl parselasyona açarız?” diye bir yorum yapmış.

Bunu neden böyle söylüyorum? Sayın Bakanım, biliyorsunuz, sizler açıklamada bulunuyorsunuz, “Islah OSB’ler” diyorsunuz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hangi bakan?

EMRE KÖPRÜLÜ (Devamla) – Orman ve Su İşleri Bakanı.

Bugün, özellikle şu haberi sizlerle paylaşmak istiyorum: İstanbul’da İkitelli ve Dudullu organize sanayi bölgelerinin kaldırılarak Trakya’ya, Ergene’ye gönderilmesi planlandığı, İnternet sitelerine, haber sitelerine düştü. Bununla ilgili toplantıların yapıldığından, valiliğin bu konuda girişimlerde bulunduğundan bahsediliyor.

Ne deniyor bununla ilgili? 800 bin insanın –Sayın Bakanım, sizi de ilgilendiriyor- Trakya’ya İstanbul’dan göç ettirileceği söyleniyor. Bununla ilgili de ne deniyor? Sözde “Ergene’yi, Trakya’yı Kurtarma Planı” olarak adlandırılan Islah OSB’ler bünyesinde bu fabrikaların Trakya’da, Ergene’de konuşlandırılacağı ve 1 milyona yakın insanın da Trakya’ya İstanbul’dan taşınacağı söyleniyor.

Bunun akabinde de şu ortaya konuyor, deniyor ki: “İstanbul, orta ve uzun vadede ticaret, kültür ve turizm kenti yapılacak.” İyi, bunu anlıyorum, İstanbul’u bu hâle getireceksiniz, bunun için de temizlenmesi lazım. E, Trakya’yı çöplük hâline mi dönüştüreceksiniz? Hedefiniz bu mu?

Şimdi sağ tarafımda Trakya’dan bir Bakan var, sol tarafımda da projeden sorumlu Orman ve Su İşleri Bakanı var. Şimdi ben ikisinden de cevap istiyorum. Sizin planınız Ergene’yi temizlemek mi, yoksa İstanbul’un çöplüğünü getirip Trakya’nın içine sokmak mı? Bununla ilgili daha başka projeler de vardı zaten. Biliyorsunuz, Tekirdağ iline Türkiye’nin en büyük çöplüğünü, katı atık bertaraf tesisini getirip yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Bununla ilgili yerel yönetimler ret kararı veriyor ama siz hâlen daha Trakya’nın göbeğine bunu sokmaya çalışıyorsunuz. İşte, bugün ortaya çıkmıştır. Ne ortaya çıkmıştır? Hükûmetin “Ergene’yi, Trakya’yı temizliyorum.” söyleminin ne kadar büyük bir yalan olduğu bugün ortaya çıkmıştır.

Ben şunu söyleyeceğim: Ergene’yi temizleme projesi olarak işte Ergene’nin o sularını boruların içine hapsedip, denize deşarj edip bunu topluma “Biz Ergene’yi temizliyoruz, denize atacağımız sular da pis sular değildir.” diye anlatabilirsiniz. Belki kandırdığınız birkaç tane insan olabilir ama Dudullu bölgesini, İkitelli bölgesini, İstanbul’un bütün sanayisini getirip Trakya’nın içine koyup bunu da hâlen daha “Ergene’yi, Trakya’yı temizliyoruz.” diye anlatmaya kalkarsanız buna kimse inanmaz. Ben, özellikle, Edirne Milletvekili, Sağlık Bakanı kendisi Trakya’dandır, onu da göreve çağırıyorum. Eğer Hükûmetin böyle bir planı varsa Sayın Bakanın bu planın altına imza atması Trakya’ya bir ihaneti olacaktır. Ergene’yi temizleme iradesine karşı -açık söyleyelim- Hükûmetin hiçbir şey yapmadığı net olarak ortadadır.

Şimdi ben şunu söylüyorum: Siz Trakya’yı parselleyebilirsiniz, Trakya’yı başka başka kişilere satmaya çalışabilirsiniz ama Trakya size babanızdan, dedenizden miras kalmadı. Bu topraklar Türkiye’nin en verimli tarım topraklarıdır, bu topraklar korunmaya muhtaçtır. Dolayısıyla, bu projeden derhâl Hükûmet vazgeçmeli ve bu girişimlerden derhâl geri adım atmalıdır diyorum.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Hayır, sataşma söz konusu değil. Eğer, açıklama yapacaksa Sayın Sağlık Bakanımız açıklama yapar; yoksa sizin söz hakkınız yok Sayın Bakan burada.

Buyurun.

 

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Sayın Emre, öncelikle, tabii, Trakya duyarlılığınız için teşekkür ediyorum da keşke şu anda Ergene’yi yaklaşık yirmi yıldır kirleten CHP’li belediyelerimize de -en az yüzde 70 kirleten bu yapıya- bu duyarlılığı gösterseydiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu anda Ergene’nin kirliliğinin asgari yüzde 60 sorumlusu CHP’li belediyelerimizdir.

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Hiç öyle değil, hiç öyle değil.

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Tabii, işte…

Şimdi, gelecekte, şu anda hiç gündemde olmayan ve hayalî senaryolarla şayet bir suçlamayı… Bunu vatandaşımız, Trakya vatandaşımız da görüyor, Ergene’nin nasıl temizlendiğini de görüyor. Bu anlamdaki dinamiklerin… Son bir yılda Sayın Bakanımızla iki defa toplantı yaptık, bütün milletvekilleri davetliydi, bir tanesinde yoktunuz, CHP’li belediye başkanlarımız yoktu. Şov yapma kısmında olur da fiilen yapma kısmında olmazsanız bunu Tekirdağ, Kırklareli ve Trakya halkına anlatırım; ben de anlatırım, siz de anlatmaya devam edin ama -hiç merak etmeyin- bu süreç, Ergene’nin temizliği yine bu partiye nasip olacak. Siz de artık bundan sonra -belediyelerinizle de protokol yapıyoruz- kirletmeyi de başaramayacaksınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Şimdi, Sayın Bakan, özellikle, hem şahsımıza hem de Cumhuriyet Halk Partili belediyelere açık olarak sataşmıştır. Ergene’nin kirliliği noktasında bir söylemde bulunmuştur, buna cevap vermek durumundayım.

BAŞKAN – Sayın Köprülü, zaten, görüşülen yasa ile ilgili olmayan bir şekilde konuşma yaptınız burada.

İki dakika söz veriyorum ama sataşma söz konusu değil burada, onu da belirtmek istiyorum.

Buyurun.

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun şahsına ve Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, siz CHP’li belediyeleri davet ettiniz mi ki?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Kesinlikle, tek tek devam ettim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hiçbirini etmediniz, hiçbirini etmediniz.

EMRE KÖPRÜLÜ (Devamla) – Şimdi, Sayın Bakan’a ben sorumluluğunu hatırlattım. Sayın Bakan, sorumluluğunu veya benim buradaki iddiamı, özellikle 1 milyona yakın insanın Trakya’ya göç ettirilmesi, İstanbul’un kirli sanayisinin Trakya’ya getirilmesiyle, gönderilmesiyle ilgili tek bir şey söylemedi, her zamanki aynı lafları aktararak “Cumhuriyet Halk Partili belediyeler” dedi.

Ben şunu söyleyeyim: O bölgeden vekilsiniz ve bakansınız. Şimdi, belde ve ilçe belediyelerini sayın, belde ve ilçe belediyelerini saydığınız zaman kaç tane AKP’li belediye çıkacak, kaç tane CHP’li belediye çıkacak? Ama mahcup olacaksınız sonucunu da açıklayın. AKP’li belediye sayısı CHP’li belediyeden daha fazladır.

Devamını da söyleyeyim, Ergene’yi Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin -ya da ben sizin belediyelerinizi de savunayım çünkü kendi belediyelerinizi de itham altında bırakıyorsunuz- kirlettiği de, bu kirlilikte onların sebep olduğu da doğru değildir, gerçek dışıdır. Ergene’nin kirliliğinde birinci sorumlu -açık olarak söyleyelim- denetimsiz sanayi kuruluşlarıdır. Sizin planlarınızda da zaten bunun böyle olduğu, bu sanayinin denetim altına alınması gerektiği de yazmaktadır.

Belediyelere suç atmak… Sizin sorumluluğunuzdaki çevre müdürlüklerinin yapmadığı denetimleri… Belediyenin sorumluluk sahasında, denetim sahasında olmayan sanayi kuruluşlarının yarattığı kirlilikle belediyelerin hiçbir alakası yoktur, belediyelerin çok düşük olan paylarını burada büyük bir sorumluluk olarak anlatmak da onlara yapılmış bir haksızlıktır diye düşünüyorum. Eğer, soruna böyle bakarsanız zaten, Ergene’nin kenarında yaşayan insanlar o partili, bu partili diye bakarsanız, insan ayrımı yaparsanız, kanser olan çocukların babasının siyasi tercihleriyle olaya bakarsanız bu işi de çözemezsiniz diyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, önce, ne için söz istiyorsunuz?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Sataşma nedeniyle…

BAŞKAN - Sataşma nedeniyle…

Buyurun.

 

7.- Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü’nün şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Bir defa bu anlamda tabii bu sürecin burada devam etmesi çok yarar da getirmez ama bir defa Süloğlu ve Lalapaşa belediyeleri ilçe, küçük ilçeler ve kendi imkânlarıyla arıtma tesisleri yapmıştır. Ama Keşan Belediyesi CHP’lidir, sözleşme imzaladık, onu biz Bakanlık olarak üstlendik. Uzunköprü Belediyesi CHP’lidir, sözleşme yapıldı, arıtmalarını Bakanlığımız üstlenmiştir.

Dolayısıyla, orada vatandaşımız CHP’li veya şu partili diye bir şeyimiz yok ama bu anlamdaki duyarlılığı, ne olur, bir tarafı suçlayarak değil… Şu anda, Ergene’nin kirliliğinde sorumluluklardan kaçarak bir suçlu bulamazsınız, suçlu ararsanız kendinizi bulursunuz. Bunu söylemek istiyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Ama Sayın Bakan, siz suçladınız, CHP’li belediyeleri sebep gösteren, sizsiniz!

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Ama netice…

Ergene’yi kirleten olarak bizi suçluyorsa, biz iki yıldır bu anlamda dinamik bir programı yürütüyorsak,  Sayın Vekilimiz de sayın belediye başkanlarımız da buna katılmıyorsa… Bakın, Edirne Milletvekilimiz Kemal Değirmendereli geldi, katıldı, duyarlılığını gösterdi. Onu da ifade edeyim. Ama Edirne Belediye Başkanı gelmedi, Tekirdağ Belediye Başkanı gelmedi. Edirne Belediyesi için katı atıkla ilgili tahsis yaptığımız Millî Emlakten bir defa iki yıllık dönem bitti, ikinci tahsisi yaptık, ikinci dönem de bitmek üzere. Şimdi, buradaki çevre duyarlılığı, arkadaşlar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) -  …ne yazık ki örneklerinizdeki fotoğraf kötü.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Konu anlaşıldı.

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 4 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/722, 2/1114) (S. Sayısı: 417)(Devam))

 

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

7’nci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 Sıra Sayılı Yasa Tasarısı’nın 7’nci maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

           Ferit Mevlüt Aslanoğlu                          Rahmi Aşkın Türeli                                    İzzet Çetin

                      İstanbul                                               İzmir                                                Ankara

                    Özgür Özel                                       Mehmet Şeker                                    Aylin Nazlıaka

                       Manisa                                             Gaziantep                                             Ankara

                 Muharrem Işık                                      Veli Ağbaba

                      Erzincan                                             Malatya

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Veli Ağbaba, Malatya Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

On sekiz yıl önce kurulan ve kamu emekçilerinin haklarını her koşulda savunan KESK’e karşı yapılan ikinci operasyonu kınıyorum.

Bilindiği gibi, geçtiğimiz aylarda, yaklaşık sekiz ay önce KESK’in üst düzey yöneticilerine operasyon yapıldı ve hâlâ, iddianame olmadan, Sincan Cezaevinde yatıyorlar. Bunu kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de bu anlayış, Türkiye’yi terör örgütü üyeliği konusunda dünya birincisi yapan anlayıştır. Bizim analarımız, diğer dünya ülkelerinden daha fazla terörist doğurmuyor. Bizim insanlarımızı terörist yapan zihniyet AKP zihniyetidir. Bu zihniyeti bir kez daha huzurlarınızda kınıyorum.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi, Malatya sadece kayısısıyla ünlü bir şehir değil, Malatya hem yetiştirmiş olduğu siyasetçilerle hem de… Malatya’yı hem Türkiye’de hem de dünyada bir marka yapan bir özelliği daha var, o da, Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezini dünyanın ikincisi, Türkiye’nin birincisi yapan Karaciğer Nakil Merkezi. Malatya’nın karaciğer nakli konusunda marka olması konusunda büyük katkılar sağlayan ama kendisi bugün maalesef karaciğer nakli olma noktasına gelen, bugün hastanede yatan Fatih Hilmioğlu’na bir Malatyalı olarak teşekkür etmeyi bir görev olarak biliyorum. Tabii, bu merkezin büyümesinde, bu merkezin bu hâle gelmesinde, o Karaciğer Nakil Merkezinin başında bulunan başta Profesör Doktor Sezai Yılmaz ve arkadaşlarını da kutluyorum.

Değerli arkadaşlar, Malatya’da iki devlet hastanesi var. Bunlar TOKİ’ye devredilip yerine yeni bir devlet hastanesi yapılıyor. Malatya’ya çevre yolunu çok gören zihniyet, maalesef duble yol değil, duble kazık atıyor. Birleştirilen, yıkılması düşünülen hastanelerin biri, yeni yapılan hastanenin karşısında. Yeni yapılan hastane Malatya’nın batı girişinde. Yıkılması düşünülen ikinci hastane Malatya’nın doğu girişinde. Sayın Bakan, şimdi, sizden bir şey rica etmek istiyorum. Bu, Malatyalıların ortak isteği. Malatya’da her siyasi görüşten insanın -Ticaret Sanayi Odası, Esnaf Odası, Ziraat Odası, sendikacısı- yani Malatya’daki herkesin ortak isteği şu: Malatya’nın doğu girişindeki Malatya Devlet Hastanesinin yıkılmasını istemiyor Malatyalılar. Bu hastanenin burada hizmet vermesini Malatya’nın büyümesi açısından, Malatya’nın gelişmesi açısından ve sağlık anlamında büyümesi açısından anlamlı olduğunu düşünüyorlar. Bu kararı bir kez daha gözden geçirmenizi bir Malatyalı olarak sizden rica ediyorum. Tabii, burası yıkılırsa, muhtemelen TOKİ buraya alışveriş merkezi ya da bir bina yapacak; buna izin verilmemesini, bu kararın bir kez daha gözden geçirilmesini sizden rica ediyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, Karaciğer Nakil Merkeziyle, Turgut Özal Tıp Merkeziyle Malatya önemli bir sağlık merkezi, ancak ilçelerimizde birçok problem var. Bunları sadece bir cümleyle söylemek istiyorum, bir örnek vermek istiyorum. Arapgir Devlet Hastanemizde genel cerrah var, ama maalesef, anestezi uzmanı yok, yani genel cerrah ne anlam ifade eder, onu da sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Şimdi, tabii, bu kanunla sağlık özelleşmiş olacak. Aslında AKP’nin çılgın projelerinden birisi budur, yani o kanal projesinden sonra belki en çılgın projesi bu projedir. Satacak hiçbir şey kalmayınca, şimdi, bunu, bir özelleştirme mantığıyla hastayı “müşteri” gören, doktoru “tüccar” gören bir mantıkla bu kanun geçirilmek isteniyor, ama bu kanun doğru bir kanun değildir. Şehir hastanesi ihalelerini alan şirketler sanki otoyol işletecekmiş gibi -bu kanuna göre- bir doluluk oranı vadediliyor ve değerli milletvekilleri, bu, tamamen birilerini zengin etmeye, birilerini büyütmeye yönelik bir projedir.

Sağlığın özelleştirilmemesi gerektiğini ifade ediyor, bu konuda Malatya’yla ilgili düşüncelerimizi bir kez daha gözden geçirmenizi rica ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

8’inci madde üzerinde üç adet aynı mahiyette önerge vardır, okutacağım ve birlikte işleme alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 8’inci maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

           Ferit Mevlüt Aslanoğlu                          Rahmi Aşkın Türeli                                    İzzet Çetin

                      İstanbul                                               İzmir                                                Ankara

                    Özgür Özel                                       Mehmet Şeker                                    Ali Rıza Öztürk

                       Manisa                                             Gaziantep                                             Mersin

                 Muharrem Işık                                    Aylin Nazlıaka

                      Erzincan                                              Ankara

Aynı mahiyetteki diğer önerge sahiplerinin isimleri:

Oktay Vural                                                         Mehmet Günal                                   Mustafa Kalaycı

       İzmir                                                                Antalya                                               Konya

Cemalletin Şimşek Ali Öz                                        Reşat Doğru

       Samsun                                                             Mersin                                                Tokat

Lütfü Türkkan

     Kocaeli

 

Aynı mahiyetteki üçüncü önergenin imza sahipleri:

Pervin Buldan İbrahim Binici                           Abdullah Levent Tüzel

        Iğdır                                                               Şanlıurfa                                             İstanbul

Ertuğrul Kürkcü Erol Dora                              Hüsamettin Zenderlioğlu

       Mersin                                                              Mardin                                                Bitlis

Demir Çelik

      Muş

BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Evet, önerge üzerinde söz isteyen -önce Barış ve Demokrasi Partisinden başlayacağız sırasıyla yaptığımız için- Erol Dora, Mardin Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi üzerine verilen değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakanımıza da yeni görevlerinde başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, dünyanın özellikle tek kutuplu bir biçim almasından sonra liberal politikaların hâkim olduğu dünyada sağlık, fiilen bir hak olmaktan çıkarılmış, parası olanın parası kadar satın alabileceği bir meta hâline dönüştürülmüştür. Bu yasa tasarısıyla anlıyoruz ki bugün Türkiye’de sağlık alanı serbest piyasanın egemenliğine terk edilmek istenmektedir. Ancak, sağlığın temel bir insan hakkı olması ve sağlık hizmetlerinin kendine özgü nitelikleri, sağlık hizmetlerinin serbest piyasanın egemenliğine bırakılmasının yanlışlığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yasa tasarısının ilgili maddesi, kamu-özel ortaklığının uygulama aşamasında yapılacak olan sözleşmenin, özel hukuk hükümlerine tabi olacağını belirtmektedir. Ayrıca, yapılacak olan tesisin özelliklerine, fizibilite raporlarına bağlı olarak sözleşmede belirtilen sabit yatırım dönemi hariç otuz yılı geçmemek üzere sürenin idarece belirleneceği belirtilmiştir. Bu bağlamda, tasarının sevk edildiği Plan ve Bütçe Komisyonunun düzenlemeyi görüşme gerekçesi, elbette ki bu kanunla birlikte yapılması, yenilenmesi ve hizmet alması öngörülen sağlık tesislerinin kamuya maliyetini görüşmek olmuştur.

Devletin kiralanacak olan sağlık komplekslerini işletecek olan özel şirketlere kira ve hizmet bedeli olarak ne kadarlık bir ödeme yapacağını bilmesi gerekirken, bu durum kamuoyunun dikkatinden kaçırılmıştır. Yapılan hesaplamalara göre devlet ciddi bir borç yükü altına girecektir. İlgili sivil toplum örgütlerinin ve meslek odalarının, gerek altına girilecek borç yükünü gerekse de sağlık emekçilerinin içine düşeceği güvencesiz durumu ısrarla dile getirmelerine rağmen, Komisyonun bu önerilere kulak tıkaması ayrıca düşündürücüdür. Muhalefetin ve konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerilerini dikkate almayan bir iktidar partisiyle karşı karşıyayız.

Hükûmetin özellikle şunu iyi bilmesi gerekiyor: Eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetleri, siyasi görüş farklılıklarının üstünde tutulması gereken önemli konulardır. Bizler önerilerimizi sıralarken aynı zamanda kamu yararını gözetiyoruz. Ancak Genel Kurula gelen her yasa özellikle sivil  toplum örgütleri ve meslek odalarının tüm uyarılarına rağmen apar topar çıkarılmaya devam edilmekte, çıkarıldıktan sonra da üzerinden daha bir yıl bile geçmeden yeni yasa tasarıları hazırlama ihtiyacı doğmaktadır. Zira, hazırlanan yasalar toplumun gerçekleriyle çelişmekte, topluma giydirilmeye çalışılan gömlek dar gelmektedir. Bu bağlamda yasa tasarısı, ortaya çıkacak maliyetin etki analizleri yapılmadan hazırlanmış, vatandaşların içine düşeceği borç batağı görmezden gelinmiştir. Sağlık gibi son derece önemli bir kamu hizmeti alanının, kamu-özel ortaklığı modeli kapsamında, sağlık hizmetlerinin özel sektörün sorumluluğuna verilmesi açık ve net bir şekilde Anayasa’nın sosyal devlet ilkesine aykırıdır. Ayrıca, sosyal devletin yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin kamudan özele devredilmesinin, yine Anayasa’nın sağlıkla ilgili 56’ncı maddesinin ihlaline kadar gideceği vurgulanması gereken diğer bir gerçekliktir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu çıkarını gözetmeyen ve şirketlerin edinecekleri kârları halkın çıkarından üstün tutan bir anlayışla hazırlanan yasa tasarısı, bir bütün olarak halk sağlığını ciddi bir biçimde tehlikeye atmaktadır.

En önemlisi de, sosyal bir devletten beklenen halkın sağlığını koruma sorumluluğu, bu madde ile özel şirketlere devredilmektedir. Özel şirketlerin ise halk sağlığını ne kadar gözettiğini, yapılan uygulamalardan hepimiz biliyoruz. “Paran kadar sağlık dönemi” özel şirketlerin iştahını kabartabilir ancak bu, her şeyden önce sosyal devlet ilkesiyle çelişmekte, yoksulların sırtına yük bindirmektedir. Yapılması gereken, sağlık alanında piyasa odaklı siyasetin bir an önce terk edilmesi, bunun yerine kamu yararını gözeten sağlık politikalarının devreye sokulmasıdır.

Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerge üzerinde diğer söz sahibi…

Sayın Şandır, önerge üzerinde kim konuşmak istiyor?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Lütfü Türkkan.

BAŞKAN – Lütfü Türkkan, Kocaeli Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adından anlaşılacağı gibi, çok afili bir tasarı bu. Önce bunun hakkında görüşmeden evvel, bugün, on dokuz ay evvel PKK tarafından kaçırılan kaymakam Kenan Erenoğlu’ndan bahsetmek istiyorum size. Ben sabah anne ve babasını ziyaret ettim. Mustafa Bey ve Nazmiye Hanım, evlatları PKK tarafından kaçırılan bir anne ve babanın ruh hâlinde. Tabii ki hiçbir haber alamamışlar, devletin hiçbir kademesinden kendilerine ulaşan hiçbir bilgi yok, yani oğulları sağ mı, ölü mü, herhangi bir istihbari bilgi paylaşımı da yok. O anne-babanın durumunu görmenizi çok isterdim. Çok kötü bir hadise. Bunun benzerini geçmişte başka şekilde yaşamış bir insan olarak, o ailenin durumuna devletin niye bu kadar ilgisiz kaldığını çok merak ediyorum.

Öncelikle, Sinop ve Samsun’da geçtiğimiz günlerde cereyan eden olaylara tepki koyan “barış güvercinleri”nin bu olaya tepkisiz kalmalarını da hayretle karşılıyorum, yani Sinop ve Samsun’da milletvekili arkadaşlarımızın binalarda mahsur bırakılıp linç girişimine maruz kalmaları hiç tasvip edilir bir hadise değildir ama PKK’nın kaçırdığı bir kaymakama sessiz kalmak da bir o kadar insani bir hadise değildir.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Gidip getirelim Lütfü Bey. Gelin, birlikte getirelim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – O konuda kimin elinde bir şey varsa onu sarf etmemek de insanlık değildir, önce onu belirtmek istiyorum.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Hemen heyet oluşturun, gidelim. Olmaz öyle!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) – Bakın, ben bir şey söyleyeceğim size: Öcalan’ın yattığı yerde yatağıyla, televizyonunun LCD olmasıyla, hatta son çıkan iyileştirmelerle beraber -affınıza sığınıyorum- bilmem ne boyutuyla ilgilenene kadar, gidin devletin kaymakamıyla ilgilenin. Devletin kaymakamı PKK’nın elinde esir olmuş, bir buçuk senedir sesiniz çıkmıyor. Bu ayıp size yeter.

Gelin, ben size, biraz tasarıya döneyim; tasarıyla ilgili birtakım şeyler anlatayım. Bu tasarının ismi çok afili, söylemiştim ben: Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı. Tasarıda hekimlerin ve sağlık çalışanlarının verdiği hizmetlerin tümünün ihaleyi alan şirketlerden satın alınması öngörülüyor. Yani bunun içinde tabipler var, diş tabibi var, eczacı var, veteriner var, hekim, memur, sağlık fizikçisi, idareci, ebe, hemşire… Hepsi var.

Tasarı ile, şirketlerin alacağı uluslararası kredilere Hazine garantisi sağlanması, yapılacak anlaşmaların Resmî Gazete’de yayımlanmaksızın dış borç kaydedilmesi öngörülüyor. Türk ihale mevzuatına tümüyle aykırı olan açık eksiltme yöntemi, yasa kuralı hâline getiriliyor. Yine tasarıda, ihalelerin kimin tarafından onaylanacağı, harcama yetkisinin kimde olduğu, ihale komisyon başkanı ile harcama yetkilisinin aynı kişi olup olmayacağına dair bir dizi küçük ayrıntıya da yer verilmiyor.

Hastaların, hastaneye gittiğinde, hani vardır ya “Sırtını aç, öksür de bir ciğerlerini dinleyelim.” lafı. Şimdi, o, bu süreçte, hastaneye müşteriler daha kapıdan girer girmez -çünkü hastalar artık müşteri oldu- “Cebini aç, hele bir öksür, paraların dökülsün.” denilecek, iş o hâle geldi.

Ben, biraz evvelki konuya döneceğim yine. Bu kanunla alakalı bir daha konuşacağım önümüzdeki maddede: Bakın arkadaşlar, bu Hükûmetin PKK’yla pazarlık yaptığını artık herkes biliyor. Evvelsi gün duruşma oldu; KCK’nın en önemli üst düzey 10 yöneticisi serbest kaldı. Bu, PKK’yla yaptığınız pazarlığın tezahürüdür. Fırat Anlı var aralarında, KCK’nın en üst yöneticilerinden bir tanesi. Ya, böyle bir pazarlık yaparken bu pazarlığın içine Kenan Erenoğlu’nu niye koymadınız? Alenen pazarlık yapıyorsunuz PKK’yla. Yani, tamam “Biz Fırat Anlı’yı bırakacağız, şunu bırakacağız; kimi istiyorsanız, İmralı’ya onu göndereceğiz; yatak boyunu nasıl istiyor, süngeri nasıl olsun…” Ya, iyi de o kaymakamı da serbest bırakın. Asker var, polis var, öğretmen var. Devletin 5 tane görevlisi PKK’nın elinde esir olmuş, devlet naçar. Yani bir diğer tabirle, PKK sizin bileğinizi bükmüş, siz terör karşısında naçar kalmışsınız, çaresiz kalmışsınız. Anlaşma sebebiniz bu; barış istediğinizden değil, PKK’ya yenildiğinizden bu anlaşma.

Ben diğer maddede de tekrar konuşacağım. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerge üzerinde…

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Evet, Sayın Baluken…

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, Sayın Hatip konuşurken özellikle Fırat Anlı’nın KCK’nın üst düzey sorumlusu olduğunu açıkladı.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – İyi de Mecliste KCK mı var?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Fırat Anlı, partimizde siyaset yapan, belediye başkanlığı yapmış bir arkadaşımızdır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – KCK’lı varsa sataşmadan söz alsın. Olur mu öyle bir şey? KCK’lı var mı aramızda?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Evet, sataşmadan söz istiyorum, partimize sataşma olmuştur.

BAŞKAN – Buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum. Yalnız, yeni sataşmalara mahal vermeyelim lütfen.

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- Bingöl Milletveakili İdris Baluken’in, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu KCK operasyonlarıyla ilgili defalarca burada dile getirdik ama herhâlde anlamamakta ısrar edeceğiz. Arkadaşlarımızın tamamı düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında yaptıkları siyasal çalışmalardan dolayı şu anda cezaevlerinde bulunuyorlar ve bu, ülke hukuku açısından, ülke tarihi açısından bir ayıptır. Bu ayıbın bir an önce kaldırılmasını bu Meclis büyük bir sorumluluk içerisinde yerine getirmelidir, bu yasal düzenlemeleri yapmalıdır diye düşünüyoruz.

Bahsi geçen 10 arkadaşımızdan 6’sı belediye başkanı arkadaşlarımızdır. Halkın, binlerce, 10 binlerce insanımızın oylarıyla kendi iradelerini temsil etmek üzere belediye başkanı olarak görevlendirdiği arkadaşlarımızdır. Fırat Anlı, daha önceki dönemde Yenişehir Belediye Başkanlığı yapmış, bir önceki dönemde de Bingöl’de belediye başkan adaylığını yapmış; bugüne kadar kişiliğiyle, siyasi kişiliğiyle bütün bölgede tanınan, bütün siyasi partiler tarafından da tanınan örnek bir kişiliktir. Arkadaşımızı bu şekilde buraya getirip bir tartışma konusu yapmanız hiç doğru olmamıştır. Bütün arkadaşlarımız, özellikle bu son 10 tahliyedeki bütün arkadaşlarımız, zaten siyasal çalışmalarda bizlerle birlikte hareket eden arkadaşlarımızdır.

Diğer taraftan, kaymakam olayına gelince…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Diğeri devlet görevlisi hocam. Onlarla pazarlık yaparken,  Kenan Erenoğlu dediğin adam, kaymakam.

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Biz,  PKK’nin elindeki hem kaymakamın hem de askerlerin, polislerin serbest bırakılmasını istiyoruz. Ancak, bunlarla ilgili daha önceki süreçte ardılı olduğumuz partinin üstlenmiş olduğu sorumlulukla gidip bu süreci işletmesi, o askerleri getirmesi nelere mal oldu, siz daha iyi biliyorsunuz. Parti kapatıldı, milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Benim talebim iktidardan, sizden değil.

İDRİS BALUKEN (Devamla) –  “Askerler neden getirildi?” diye Hükûmet tarafından suçlandık “Askerler niye ölmediler?” diye Hükûmet yetkilileri açıklamalarda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) –  …bulundular. Dolayısıyla, bu konuyla ilgili varsa bir samimiyetiniz, gelin, her dört siyasi parti bir heyet oluştursun ve bununla ilgili bir an önce çalışmaya başlayalım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – O işi devlet yapacak.

İDRİS BALUKEN (Devamla) –  Barış ve Demokrasi Partisi olarak biz bu çalışmanın en aktif bileşeni olmaya hazırız. Bu konuda daha önceki pratiğimiz, zaten yapacağımız girişimin de teminatıdır. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı ile Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 4 Milletvekilinin; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/722, 2/1114) (S. Sayısı: 417)(Devam)

 

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 417 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesinde verdiğimiz önerge üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biz, 8’inci maddede verdiğimiz önergeyle, 8’inci maddenin tasarı metninden çıkarılmasını istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu arada, Sayın Bakanı yeni görevinden dolayı kutluyorum. Umuyorum ve diliyorum ki Sayın Bakan, kendisinden önceki Bakanın yaptığı yanlışlıkları yapmaz, sağlık hakkının en temel hak olduğu anlayışından hareketle, sağlığa biraz daha önem verir diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla aslında sağlık çalışanlarının iş güvenceleri ortadan kaldırılıyor. Doktoru, hemşiresi, müstahdemi, teknik elemanı… Sağlık çalışanlarının iş güvencesi ortadan kaldırılıyor, doktorların mesleki bağımsızlıkları yok ediliyor, ortadan kaldırılıyor.

Yaşam hakkı en temel haktır, hepimizin bildiği gibi,yaşam hakkının temeli de sağlıktır. Devlet, sağlık hizmetlerini tam ve kaliteli yerine getirmek durumundadır ve insanların temel hakkı olan yaşama hakkını sağlıklı bir şekilde sağlamakla görevlidir. Bugün yaşadığımız süreçte, bırakın sağlık hizmetlerinin tam ve kaliteli olarak yerine getirilmesini, doğru dürüst yerine getirilemez hâle gelmiştir. Sağlık hizmetlerinin kalitesi düşmüştür, dışarıya sevk oranı artmıştır. Doktorların sağlıklı çalışması, yerel ve genel siyasi ve politik müdahalelerle sürekli engellenmektedir.

Değerli milletvekilleri, doktoru savunmak, sağlığı savunmaktır, insanın kendisini savunmaktır, yaşam hakkını savunmaktır. Bugün baktığımızda, benim seçim bölgemden de biliyorum, Erdemli, Silifke, Anamur, Gülnar, Mut, Aydıncık ve Bozyazı’da hastanelerde tıbbi araç ve gereç eksiktir, doktor ve personel azlığı nedeniyle tam ve kaliteli, sağlıklı bir hizmet verilemez hâle gelinmiştir. Örneğin Silifke’de, 2007’den beri bölge devlet hastanesi yapılmak istenmektedir, hâlâ faaliyete geçmemiştir, açılmamıştır. Silifke bir tatil beldesidir. Yazın genellikle Ankara’dan yaşlılar, emekliler tatil için oraya gelmektedirler; bu da sağlık sorunlarını gündeme getirmektedir.

Bizim bölgemizdeki, bu saydığım Mut, Silifke, Erdemli, Gülnar, Anamur’da bazı branşlarda doktorlar ya eksiktir ya da hiç yoktur. Örneğin Silifke’de göğüs cerrahisi, intaniye hiç yoktur; kardiyolog, dâhiliye, nöroloji, üroloji, ortopedi, göğüs hastalıkları doktoru da eksiktir. En önemli eksiklikse bölge hastanesi niteliğinde olan Silifke’de yoğun bakım ünitesi en alt kademededir, yetersizdir, çok yetersizdir, yatak bakımından da yetersizdir. MR’ı yoktur, civar ilçelerden sevk olduğu hâlde MR ünitesi yoktur, hastalar özel hastanelere gitmektedirler. Tomografi cihazı sık sık arızalanmaktadır, tamiri ise ayları bulmaktadır Sayın Bakan. Endoskopi cihazı yoktur.

Gülnar keza öyledir. Kadın doğum doktoru yoktur, çocuk doktoru yok, dâhiliye uzmanı olan doktor, başhekim yapılmış, fiilen çalışamaz hâle gelmiş ve o hastalar da hizmet alamamaktadırlar.

Mut’ta ise mevcut hastane yetersizdir. Yeni hastane inşaatı 74 yataklı olup, bu da ilerleyen yıllarda yetersiz kalacaktır. Hastanenin bir an önce, en az 150 yatak kapasiteli hâle getirilmesi Mut halkının talebidir.

Anamur da bunlardan farklı değildir. Anamur’da yine doktor açığı vardır. Altı aydır beyin cerrahi, ortopedi uzmanı Mersin’den geçici olarak görevlendirilmiş, göğüs cerrahı yok, kalp damar cerrahı yok, kardiyoloji uzmanı yok, üç tane kadın doğum uzmanından ikisi dolu, fakat birisi hamilelik nedeniyle çalışamıyor, bir doktor da yeterli hizmeti veremiyor. Bir çocuk doktoru var, o da yetersiz. Radyoloji ve fizik tedavi uzmanı zorunlu hizmeti bittiği için tayinini istemiştir.

Sayın Bakan, bu söylediğim ilçeler doğuda ya da başka bir yerde değildir, tepede, dağ başında değildir. Bu, Akdeniz ve Mersin-Antalya arasındaki turizm bölgesinin olduğu bölgelerdir. Çeşitli soru önergelerine rağmen, iki dönemdir milletvekiliyim, hâlâ Silifke Devlet Hastanesinde bu hizmetlerin tam ve kaliteli hâle getirilmesini bir türlü sağlayamadık. Verdiğimiz soru önergeleri altı ayda bir Sağlık Bakanlığınca cevaplanıyor, altı ay önce söylediklerimiz hâlâ duruyor. Bu nedenle yeni bakanlığınız döneminde bunlara eğilmenizi umuyorum, bekleyip göreceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…. Kabul etmeyenler… Aynı mahiyetteki önergeler kabul edilmemiştir.

Ama işin ilginç tarafı: Önerge sahipleri de ellerini kaldırmıyorlar, önergeye karşı olanlar da ellerini kaldırmıyorlar.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati:17.57

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----------0----------

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 68’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

417 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

9’uncu madde üzerinde üç adet aynı mahiyette önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 9’uncu maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

           Ferit Mevlüt Aslanoğlu                          Rahmi Aşkın Türeli                                    İzzet Çetin

                      İstanbul                                               İzmir                                                Ankara

                    Özgür Özel                                       Mehmet Şeker                                    Ali Rıza Öztürk

                       Manisa                                             Gaziantep                                             Mersin

                 Muharrem Işık                                    Aylin Nazlıaka

                      Erzincan                                              Ankara

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

                   Oktay Vural                                      Mehmet Günal                                   Mustafa Kalaycı

                        İzmir                                                Antalya                                               Konya

               Cemalettin Şimşek                                       Ali Öz                                          Lütfü Türkkan

                      Samsun                                              Mersin                                               Kocaeli

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

417 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

                  Pervin Buldan                                    İbrahim Binici                               Abdullah Levent Tüzel

                        Iğdır                                               Şanlıurfa                                             İstanbul

                Ertuğrul Kürkcü                                      Erol Dora                                 Hüsamettin Zenderlioğlu

                       Mersin                                               Mardin                                                Bitlis

                   Demir Çelik

                         Muş

BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Demir Çelik…

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Demir Çelik, Muş Milletvekili.

DEMİR ÇELİK (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi şahsım ve partim adına saygıyla selamlıyorum. 417 sıra sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım.

Öncelikle, sağlığın önemine rağmen kamu ortaklığına hizmet edecek böylesi bir kanun teklifi, bu hızdan ve günün bu ilerleyen saatinde tartışmadan uzak noktada olmalıydı. Sağlık hepimize lazım. İnsan olmaktan ileri gelen en temel insan hakkı olmasından kaynaklı da parasız, erişilebilir, nitelikli ve aynı zamanda insanın ruhsal, siyasal ve sosyal anlamda iyi olma hâline hizmet etmeliydi.

Sosyal devlet olmanın da, ekonomik ve siyaseten güçlü olmanın da en önemli kriterlerinden olmasına karşın, yapılmak istenen: Sosyal devletin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi yerine, günümüz neoliberal politikalarının piyasalaştırma, taşeronlaştırma ve metalaştırmasına hizmet eden bir algı ve anlayışla bu kanun tasarısı düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu anlamıyla da ezilenin, emekçinin, yoksulun yararına olmadığını kanun teklifindeki metnin gerekçelerinde de, bizatihi tasarının kendisinde de okumak, görmek mümkün. Bu anlayıştan hareketle, 9’uncu maddede de rast gelineceği gibi, kamu ortaklığına hizmet edecek tesislerin, sağlık tesisinin yapılmasında sermaye, mal birikimini elinde bulunduran zenginin bir kısım olanak ve imkânlara kavuşturulmasına fırsat verebilecek bir içeriktedir bu tasarı. Her şeyden önce, KDV, damga vergisi, harçlardan muafiyetin öngörüldüğü böylesi bir fırsatın olanak ve imkân sahibi olan zengine sunuluyor olması toplumdaki adalet duygusunu zedeler, toplumun mağdurlardan ve yoksullardan ibaret çoğunluğuna da hakaret anlamına gelir. Siz çalışandan, emekçiden ve yoksuldan peşinen vergi alacaksınız, onun asgari ücretinin bir kısmının bile vergilendirilmesi hesabı içerisinde olacaksınız ama sosyal devletin yapması gereken görevi devredeceğiniz, kırk dokuz yıllığına kiralama bedeliyle bir şekliyle olanak, imkân sahibi yapacağınız bu kesimlere de vergi muafiyeti, damga ve harç muafiyeti tanıyacaksınız. Bu kabul edilebilir bir durum değil, bu Anayasa’nın eşitlik ilkesine de aykırıdır, toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanması duygusundan da uzak bir algıdır.

Bu anlamıyla da kanun tasarısının, her şeyden önce, hem bireyin hem bireylerden müteşekkil kesimlerin ve toplulukların temel ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olması -arzulanan bu- bu yönüyle de Meclisin iradesine bağlı kılınarak devreye konulması gereken bir nitelikte olması gerekiyordu. Bu özelliklerden uzak olduğu için de biz, hem kanun teklifinin kendisinin hem de bu tasarıdaki 9’uncu maddenin gündemden çıkarılmasının, aksine, mal, sermaye birikimine sahip zenginlerin vergilendirilmesinin, harçlardan ve damga vergisinden muafiyetten uzak tutulmasının daha anlamlı, gerçekçi olacağını söylüyoruz.

Keza, az önce yine bir sayın milletvekilinin, geçmişte bizde belediye başkanlığı yapmış Sayın Fırat Anlı hakkında hak etmediği noktada bir yaklaşımda bulunuyor olması, özgürlükçü ruha ters düşen, Meclisin halk iradesi olması özelliklerine ters düşen bir yaklaşımdır. Henüz polis iddianamesiyle suçlanan bu kişilerin toplum nezdinde itibarsızlaştırılmasını, cezalandırılmasını öngören söylem ve yaklaşım, milletin vekili olduğunu, milletin temsilcisi olduğunu söyleyen bizlerin ifade etmemesi gereken bir durumdur. Hiç kimse ne KCK’nin üst yöneticisi pozisyonundadır ne KCK’nin yürütücüsü ya da üyesi pozisyonundadır. Bu, Barış ve Demokrasi Partisinin üzerinden demokratik siyaset yürütücüsü olan bizleri itibarsızlaştırıp kriminalize eden bizatihi devletin retçi, inkârcı anlayışının sonucudur. Bu anlamıyla da bütün arkadaşlarımın demokratik siyasetin savunucusu olma noktasındaki kararlılığını bir kez daha selamlıyor, hepsine geçmiş olsun diliyor, bu vesileyle de ana dava başta olmak üzere KCK davalarında yargılanan on binlerce siyasi tutsağın özgürlüğüne kavuşturulması, davaların da düşmesi temel talebimizdir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Şandır, kim konuşacak?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Lütfü Türkkan konuşacak efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Lütfü Türkkan, Kocaeli Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az evvel de arz ettiğim gibi, ismi hayli afili olan bu kanunun niçin çıkarıldığına dair, milletimizin de anlayacağı lisanla birkaç bilgi vermek istiyorum.

Öncelikle, uluslararası şirketleri bu tasarının yasalaşmasından sonra hastane yapmak üzere Türkiye’ye çağıracaklar. Onlara şöyle güzel bir yerden bedava arsa tahsis edecekler. Yapılacak işin Devlet İhale Kanunu veya Kamu İhale Kanunu’na tabi olmadığını hükme bağlıyorlar. Sonra kafalarına göre ihale yapacaklar. Açık ihale, davet usulü veya pazarlık yöntemlerinden hangisi işlerine yarıyorsa ona göre yapacaklar ihaleyi. İhaleyi verdikleri şirketle özel hukuk hükümleri çerçevesinde de ayrıca bir sözleşme yapacaklar. Hastane bitmeden gariban şirket batmasın diye uygun zamanlarda da para ödeyecekler. Hastane bittikten sonra, en fazla kırk dokuz yıl kira ödemeyi taahhüt ediyorlar. Gerçi, hastanenin parası üç beş yılda çıkacak ama olsun, zavallı şirket biraz daha, bir kırk elli sene daha kâr etsin diye düşünmüşler.

“Sözleşme süresi bitince şirketin hastaneyi sağlam ve borçsuz olarak devretmesi gerekir.” diyorlar kanunda. Ancak hastane batarsa da batık bankalarda uygulanan kamulaştırma yöntemlerini uygulamak zorunda olduklarını da biliyorlar.

Yüklenici firmanın hastane yapım işini aynı koşullarda başka firmalara devredebileceğini söylüyorlar. Yani, sağlık alanında da çantacı firmalar yaratılmasına zemin hazırlanacak.

“İhaleyi nasıl olsa yabancı firmalar alır.” diye arkadaşlarımız önceden düşünmüşler, sözleşmenin bir nüshasını da İngilizce hazırlamışlar. Yabancı firmalarla sorun yaşanırsa uluslararası tahkime gidilmesi için de birtakım hukuk yolları hazırlanmış.

Hani, gariban firmalar ya bunlar, yurt dışından döviz olarak kredi alırlarsa, Allah korusun, bir kriz falan olursa firmanın batmaması için gerekli tedbirleri de kanuna koymaktan imtina etmiyorlar. Hatta, şirket finans kurumlarından kredi alabilsin diye devlet olarak kefil oluyorlar. Tüm bunlara rağmen çantacı şirket batarsa uluslararası finans sağlayıcısı ile işi pişirmeye devam ediyorlar.

Bu gariban şirketler sadece kira geliriyle yeterince ihya edilmezler diye de sağlık hizmetleri alanı, ameliyathane, yoğun bakım, laboratuvar, fizik tedavi gibi her türlü hizmetlerin, hizmet alanlarının bunlardan alınmasına müsaade edecekler.

Hani, belediyeler de zorluk çıkarır yapılacak hastanelerin yerinde        -olur ya, her belediye Adalet ve Kalkınma Partili değil- problem yaşanmasın diye imar planlarını da Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devretmişler.

Zavallı şirket mağdur olmasın diye her türlü damga vergisi, harç ve KDV’den de muaf tutuyorlar.

Beyler, bu kanunlar İhale Kanunu’na aykırıdır öncelikle. Kendi yaptıkları yasaya, kendi yazdıkları yönetmeliğe aykırı ihale yapan AKP Hükûmetine, Danıştay daha önce “Bu ihaleler hukuka aykırıdır.” dedi. Şimdi Hükûmet “Ben nerede hata yaptım?” diyeceğine, halkın yararına düzeltme yapacağına, o yönetmeliğin adını değiştirip yasa hâline getirdi.

Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti neden kamu-özel ortaklığı modelini uygulamak istiyor, bizce merak konusu. Bunca özel hastane varken devlet hastanelerini neden özelleştirmeye çalışıyor? Her fırsatta övünen Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti TOKİ eliyle inşaat yapamıyor mu? Erzurum’da devlet eliyle yapılan hastane çok daha ucuza yapıldığı hâlde neden aynı yöntemler her yerde uygulanmıyor? İhaleyi alan şirket her şeye rağmen batarsa ne olacak? Bu hastanelere yaklaşık 5 milyar Türk lirası harcayarak tamamına sahip olmak varken yaklaşık 50 milyar lira kira ödemek neden? Bazı bakanların “Bu borcu torunlarımız bile ödeyemez.” diyerek karşı çıktığı iddia ediliyor bu projeye. Niye inatla devam ediyorsunuz? Kamu-özel ortaklığı sistemini deneyen ve yirmi yıl sonra, pişman olarak, kamuyu zarara uğrattığı için araştırma komisyonu kurduran İngiltere örneği varken bu hatada neden ısrar ediliyor, hâlâ bilemiyoruz. Liberallerin bile hayallerinin ötesinde yer alan ve İngiliz hazinesi raporunda “Kapitalizmin kabul edilmez yüzü bu sözleşmelerle ortaya çıkmıştır.” denilen bu sistemi sizlere kim dayatmaktadır? Bu yöntemin kapitülasyonlardan farkı nedir? Sağlık stratejik bir konu mudur? Eğer öyleyse yabancılara nasıl ihale edeceksiniz?

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi önergeleri üzerinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9’uncu maddede verdiğimiz önerge üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Verdiğimiz önergeyle maddenin tasarı metninden çıkarılmasını istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, ben, şimdi genç bir tıp asistanının, doktorun bana gönderdiği mektuptan alıntılar yapacağım. Genç bir asistan arkadaşımız “Doktorlarımız, her şeyden önce gelen insan sağlığıyla uğraşan, insanların hayatta kalabilmeleri için gecesini gündüzüne katan emekçilerimizdir. Ancak, emeklerinin karşılığını alamamaktadırlar.” dedikten sonra bugün, bir doktor maaşının 1.850 TL civarında olduğunu, nöbet ücreti ve döner sermayeden aldıkları ek ücretler bulunmasına rağmen bu ücretlerin aslında kurumun tekelinde olduğunu; bazen kesinti, erteleme bazen  de keyfî uygulamalarla hiç verilmemezlik hâllerinde olduğunu belirtiyor. “Doktorlarımızın aldıkları bu ek ücretlerinin hiçbiri emekliliğe yansıtılmamaktadır.” demektedir.

Yine “Eğitim öğretim üyeleri, maddi sıkıntı yüzünden demoralize olmakta ve özel hastanelere gidiyorlar, üniversite hastanelerinde uzmanlık eğitimi verecek hoca yoktur.” diyor, devam ediyor: “Sayın Vekilim, doktorlarımız insanlık dışı çalışma saatlerine tabi tutulmaktadır. Özellikle nöbet sonrası da çalışmaya devam etmektedir. Örneğin, sabah sekizde mesaiye başlayan bir doktorun saat 17.00’de mesaisi sona eriyor. Saat 17.00’de mesai bitiyor ancak aynı saatte nöbeti devralıyor. Nöbet ertesi sabah saat 08.00’e kadar devam ediyor. Nöbet bitiminde doktorumuz evine gidiyor mu? Hayır. Nöbet sonrası aynı saatte yani sabah 08.00’de normal mesaisi başlıyor ve akşam 17.00’ye kadar çalışmaya devam ediyor yani doktorlarımız, uykusuz tam olarak 36-40 saat çalışmak zorunda kalıyor. Bu duruma bağlı olarak hastalar da zarar görebiliyor. Doktorlarımız ayda 150 saat nöbet tutuyor ancak tutulan nöbetin 130 saati aşan kısmı için ücret alınmıyor, 130 saat için ücret ödeniyor. Saat başı ödenen ücret ise 6 TL’dir.

Doktorlarımızın pratisyen diplomaları verilmemektedir. Herhangi bir branşta uzman olduklarında, hatta yan dal uzmanı dahi olsalar pratisyen diplomalarını alamamaktadırlar. Ancak, herhangi bir branşta mecburi hizmetlerini tamamladıktan sonra geriye dönük olarak pratisyen diplomalarını alabilmektedirler. Bu uygulama insan haklarına aykırı ve asla kabul edilemez bir durumdur. Madem mecburi hizmetleri var, en azından manipülasyon yapılmalı. Örneğin, dâhiliye uzmanlığı yapmış, uzmanlık eğitimini tamamlamış olan doktorun pratisyenlik diploması ya da yan dal uzmanlığı yapmış olan doktorun dâhiliye diploması verilmelidir ancak aldığı bir üst eğitimin mecburi hizmetini yapmazsa o sıfatla çalışmalarına engel olunmalıdır. Örneğin, bir genel cerrah, mecburi hizmetteki olumsuz koşullar üzere istifa etmek durumunda kalıyorsa evde oturmaya mahkûm edilmemeli, en azından pratisyen hekim olarak özel kliniklerde çalışma imkânı tanınmalıdır.

Doktorlarımızın mecburi hizmetinin kalkması gerekmektedir.” diyor genç asistanımız. “Mecburi hizmet olacaksa bile doktorlarımız ellerinde kollarında prangalar varmış gibi çalıştırılmamalı. Örneğin, doktorlarımız memuriyetleri boyunca 3 kez istifa edebilmektedirler. Doktorlarımız, özellikle de mecburi hizmet görev yerlerinde oldukça olumsuz şartlarda çalıştıklarından ötürü istifa edebilirler; şartları gereği, daha sonra da görevlerine dönmek isteyebilirler. Doktorlarımız için istifa hak sayısı diye bir kavram olmamalı.”

Devam ediyor genç asistanımız: “Doktorlarımızın mecburi hizmet şartları oldukça kötü. Terörden ve uygulanan şiddetten ötürü doktorlarımızın can güvenlikleri yok. Yeterli sayıda tesis yok. Zorunluluk hizmet bölgelerinde çalışan doktorlarımızın maaşları cazip değil. Bu bölgelerde doktorlarımız için sosyal tesisler yapılmalı ve maaşları uygun hâle getirilmelidir.

Şimdilerde en büyük sıkıntı kamu hastaneleri birliği tasarısıyla gündeme geliyor. Bu tasarıyla doktor artık kuruma değil ile atanacakmış. Bu da Hükûmetin herhangi bir doktoru istediği yerden alıp istediği yere sürebileceği anlamına geliyor. Böylelikle kadrolaşılacak.

Doktorlarımızı şiddetten koruyucu, caydırıcı önlemler yapılmalı. Adam geliyor, doktorun ağzını burnunu kırıyor, bir gün gözaltında kalıyor, ertesi gün serbest bırakılıyor; bu da hiç caydırıcı olmuyor.

SABİM diye bir şikâyet hattı var. Doktorlardan yazılı savunma yazması istemi kalkmış. Bu durum, savunmasız her şikâyetin dikkate alınması sonucunu doğurur. SABİM kalkmalı. Zaten önüne gelen, canı sıkılan, bilen bilmeyen, anlayan anlamayan herkes doktoru şikâyet ediyor ancak doktorun sığınabileceği hiçbir dayanağı yok. Bildiğiniz gibi, İstanbul’da bir asistan intihar etti. Yasalar doktoru koruyabilmeli. ‘Komplikasyon’ denen bir şey var.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – “Sözlük anlamı, bir hastalığın seyir veya tedavisi sırasında diğer bir hastalık veya bozuklukların belirlenmesi, mevcut hastalığa diğer hastalık veya bozuklukların eklenmesi. Bu komplikasyonlar her zaman görülebilir.” diyor, devam ediyor genç asistanımız Sayın Bakanım. Bunları herhâlde sizler de en az bizim kadar biliyorsunuzdur. Bunların durumunu, inşallah, yeni dönemde düzeltirsiniz diye bekliyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önergeler kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

10’uncu madde üzerinde, aynı mahiyette iki adet, ayrıca bir adet önerge vardır.

Önce aynı mahiyette olmayan önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarının 10. maddesinde yer alan “Kalkınma Bakanlığı” ibaresinden sonra gelmek üzere “Kamu İhale Kurumu” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                 Mehmet Günal                                 Cemalettin Şimşek                                   Reşat Doğru

                      Antalya                                              Samsun                                                Tokat

                   Erkan Akçay                                    Mehmet Erdoğan

                       Manisa                                               Muğla

BAŞKAN – Şimdi, aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı yasa tasarısının 10. Maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

           Ferit Mevlüt Aslanoğlu                          Rahmi Aşkın Türeli                                    İzzet Çetin

                      İstanbul                                               İzmir                                                Ankara

                    Özgür Özel                                      Muharrem Işık                                    Aylin Nazlıaka

                       Manisa                                              Erzincan                                              Ankara

                  Mehmet Şeker

                     Gaziantep

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahiplerini okutuyorum:

                  Pervin Buldan                                    İbrahim Binici                               Abdullah Levent Tüzel

                        Iğdır                                               Şanlıurfa                                             İstanbul

                Ertuğrul Kürkcü                                      Erol Dora                                 Hüsamettin Zenderlioğlu

                       Mersin                                               Mardin                                                Bitlis

                   Demir Çelik                                         Adil Kurt

                         Muş                                                Hakkâri

BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz efendim.

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Muharrem Işık, Erzincan Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM IŞIK (Erzincan) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 10’uncu madde üzerine verdiğimiz değişiklik önergesi üzerine konuşacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Sayın Bakanım, bu maddede daha çok, işte, yönetmelik hazırlamak için Bakanlar Kuruluna yetki verilmiş. Yasa yapıldıktan sonra buradaki, özel - kamu ortaklığında yapılan hastanelerdeki bütün kurumları, eczaneler de dâhil olmak üzere, yandaşlarınıza nasıl vereceğinizi ve oranın nasıl işletileceğini belirlemek için yapacağınız yetkiler... (AK PARTİ sırasından “Eczane yok.” sesi)

Eczane koyacaksınız, merak etmeyin, onu da koyacaksınız. Bütün kurumlar orada şey yapılacak, orası da sonuçta özele… Çünkü, bu yasanın temel amacı zaten sonunda sağlığın tamamen özelleştirilmesi.

Tabii, yüzde 70’lerde, yüzde 75’lerde aldığınız sağlıkta memnuniyetle birlikte Sayın Bakanım, aslında on yıldır vatandaşın anlamadığı şey, sizin burada en sonunda piyasacı ve halk düşmanı bir yasayı getirip sağlığı tamamen özelleştirmeye götüreceğiniz. Tabii, on yıl içindeki sağlıkta dönüşümle birlikte, niteliksiz ve kalitesiz bir sağlık politikası yaptınız. Bunu da doktorları alet ederek getirdiniz. İşte, doktorlar orada dayak yerken, hemşirelere, sağlık çalışanlarına saldırılırken bir kişi ölmeden önce burada gelip de bir araştırma önergesi bile getirilmedi. Daha sonra, SABİM’den dolayı bir arkadaşımızın intiharına sebep olundu.

Sayın Bakanım, şu anda, tabii, daha önce de Komisyonda söyledim, 650 bin sağlık çalışanı gerçekten bayram ediyor. Niye bayram ediyor? On yıldır çünkü sağlıkçılara zulmettiren bir yönetim gitti, siz geldiniz ve bunu da memnuniyetle karşıladık. Sayın Bakanım, bir Refik Saydam olabilirsiniz, burada gerçekten tarihe geçebilirsiniz. Bunu da yapmak istiyorsanız önce bu yasayı geri çekmeniz lazım çünkü bu yasayla eninde sonunda gidilen yer kesinlikle özelleştirme olacak. Tabii, özelleştirme olurken de sağlık çalışanları köleleştirilecek, bunu görmemek için çok şey bilmeye gerek yok.

Şimdi, bir Erzurum, Erzincan örneği vereceğim. Erzurum’da, bugün, hemen hemen her ilçede bir tane hastane yapılmış, birkaç tanesinde yok. Şehir merkezinde nereye gitsen bir hastaneye rastlıyorsun. Biraz önce sayın vekilim söyledi, 1.200 yataklı bir hastane yapmışsınız, fiyatı belli, kaç liraya mal olduğu ve şu andaki ihale yapacağınız, hastaneler yapacağınız fiyatlar da belli. Bugün sizi televizyonda izledim Sayın Bakanım, orada bu işten anlamadığımızı söylüyorsunuz ama yani bu, 2 kere 2’nin 4 ettiği gibi bir şey. Toplama, çıkarma yaptığınız zaman bu işin nasıl kirayla daha ucuza geldiğini bir türlü anlayamıyoruz.

Ben biraz önce eczane dediğim zaman sayın milletvekilim “Eczane yok.” dedi. Eczane var. Sizin market eczaneler açma hayalleriniz vardı, bu olacak. Bu yasada onu da yönetmelikle belirleyeceksiniz.

Erzincan demiştim. Erzincan’daki hastaneler ne oldu? SSK Hastanesi kapandı, şu anda Kamu Hastaneleri Birliği oldu. Devlet hastanesi şu anda… Kamu Hastaneleri Birliği Başkanımız orada bir şeyler yapmaya çalışıyor, canlandırmaya çalışıyor ama canlandıramıyor çünkü yetersiz. Kalan yerler çok güzel bir alan, tam merkezde bir alan; oranın TOKİ’ye verilmesi kafaya koyulmuş, TOKİ’ye verilecek. Hastanenin yerinde, eski acil dediğimiz yerde yıkılan yere bir şey yapılmak istenmiyor ama yukarıdaki araştırma hastanesi denen yere ek bina yapılmaya çalışılıyor, sayı arttırılmaya çalışılıyor ama ne zaman yapılacağı belli değil. Geçen hafta yine Erzincan’daydım. Sayın Bakanım, doluluk oranı yüzde 114 ve bu yüzde 114 benim meslektaşlarımın başarısı, kesinlikle oraya yapılan yatırımların başarısı değil. Yatakların yanına yatak sıkıştırıyorlar, yoğun bakımın yanına yeni bir yatak açıyorlar, cihazları değişerek kullanıyorlar, o sıkıntılar içindeler ve biz, hâlen, sağlıkta dönüşümde başarı diyoruz.

Tabii, zaten 2003 yılında verdiğiniz sözleri biliyoruz  Sayın Bakanım. Siz vermediniz de verenler verdi. O zaman zaten sağlığın en sonunda gideceği yer, işte SSK hastanelerinin kapatılması, onun peşinden aile hekimliğine geçilmesi, Kamu Hastaneleri Birliğinin kurulması ve en son kamu-özel ortaklığıyla birlikte gelinen nokta özelleştirme. Bunu herkes biliyor, siz de biliyorsunuz ama bunu söyleyemiyorsunuz.

Sayın Bakanım, tekrar ediyorum, biraz önce söylediğimi herhâlde duymadınız konuşuyordunuz çünkü. Bir Refik Saydam olabilirsiniz, tıp tarihine geçebilirsiniz ve bu sağlık çalışanları gerçekten sizi saygıyla anarlar ama şu anda sağlık çalışanları hiç iyi görmüyor geleceğini çünkü döner sermayeyle bunun parasını ödeyeceksiniz, sağlık çalışanlarına bir şey kalmayacak, özel hastanelere de gidemeyecekler. Özel hastanelere gidemediği gibi kaç lira verirseniz ona mahkûm olup çalışacaklar, tabii diğer sağlık çalışanları da dâhil olmak üzere.

Sayın Bakanım, sizden son bir ricam Erzincan için olsun. Dünya Göz Hastanesi Erzincan’da bir hastane yapmaya çalışıyor. Sayın Bakan Recep Bey giderken bunu engellemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Sizden ricamız Dünya Göz Hastanesinin yapılması için orada bize yardımcı olmanız.

Teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeler üzerinde söz isteyen Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

ADİL KURT (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi selamlıyorum.

Sayın Bakan, aslında, tam biz bu işi konuşurken yarı yolda geldi, Bakanlığı devraldı ve yarı yolda sorunu devraldı. Nereden bu işe düştüm, der gibi bir hâl aslında kendisi açısından. Çünkü, Plan ve Bütçe Komisyonu yaklaşık bir ay gibi bir zaman zarfında ancak bu tasarıyı konuşup Meclisin gündemine taşıyabildi çünkü önemli bir tasarı. Biraz sonra diğer maddeler ya da ikinci bölüm üzerinde de genel değerlendirmelerimi yapacağım bu konuyla ilgili olarak ama ondan önce, Sayın Bakanın dikkatine sunmaya çalışacağım başka önemli bir konu daha var.

5 Şubat 2013 günü, Ayşe-Metin Erdin çifti, Hakkâri’de bir bebekleri olacağının heyecanı içerisindeydi Sayın Bakan. 6 Şubat günü sabaha karşı saat dört gibi Ayşe Erdin doğum sancısından dolayı hastaneye kaldırıldı ve hastanede bebeğin kafası kopartılarak dünyaya getirildi, bebeğin kafası kopartıldı. Bugüne kadar bir müfettiş gönderildiğini biliyoruz; Sağlık Bakanlığından, bu olayla ilgili olarak bu olayı araştırması için bir müfettişin oraya gittiğini biliyoruz. Ama, bu olayın Hakkâri’de yarattığı infiali cevaplayacak bir açıklama bugüne kadar gelmiş değil. Evlere şenlik bir Kamu Hastaneleri Genel Sekreteri var Hakkâri’de, sorunu çözümlemek yerine sorumluluğu, suçu başkalarına atarak bu işten kurtulma yoluna gitti. Bu konuda yani bugün bir devlet hastanesinde, bir doğumhanede bir bebek kafası kopartılarak dünyaya getiriliyorsa ve bugüne kadar Bakanlık olarak siz, doyurucu, ikna edici bir açıklamayı yapmamışsanız bu, Bakanlığın ayıbıdır, Bakanlığın eksikliğidir. Hakkâri halkı, bu konuda, sizden doyurucu bir açıklama bekliyor. Ne hekimin ne de başka birisinin peşin cezalandırılmasını arzu etmiyoruz ama burada bir hata olduğu gerçek, Bakanlığın bu konuda bir açıklama yapması gerekirdi, yapmadı. Tıpkı bu olay gibi, esasında, bu proje de, bu tasarı da kafası koparılmış bir bebek olarak avuçlarınızın içine düştü. Nereden tutulacağı bilinmiyor, nereden savunulacağı da belli değil, bilmiyorsunuz; hakikaten bu konuda bu olayı nasıl savunacaksınız, siz de bilmiyorsunuz, sıkıntı içerisindesiniz.

BAŞKAN – Sayın Kurt, savunulacak bir konu değil zaten.

Buyurun.

ADİL KURT (Devamla) – “Daha vahim.” diyorsunuz Sayın Başkanım özetle.

Şimdi, Sayın Başkan esasında hep bu şekilde müdahaleleri esas alıyor. Sayın Başkan, gerek yok, Sayın Bakan burada, kendisi, ifadelerimize, konuşmalarımıza cevap vermek için buradadır, bu konuyu elbette ki savunmak durumundadır ve savunacaktır da. Bizi ikna etmesi gerekir.

Şimdi, bir buçuk aydır biz bunu tartışıyoruz, ikna olmadık. “Yatak kapasitesi” diyor, “İhtiyaç yok.” diyor, Bakanlık kendisi “Türkiye'nin 27 bin yatak dışında ekstra yatak kapasitesine ihtiyaç yok. Bizim donanımımız yeterli, mevcut donanımımız yeterli.” diyor. Her şey yeterliyse, sistem dört dörtlük işliyorsa bu sistem neden getirilip gündeme taşınıyor? Adını değiştirmeniz gerekiyor bu tasarının. Getirdiğiniz, tartıştırdığınız  tasarıya “kamu-özel ortaklığı” değil, “birilerine para kazandırma tasarısı” deyin, gerçek ismini bulmuş olun; siz de ayrıca, inanmadığınız izahlarda bulunmak durumunda kalmazsınız. Değil bu maddenin tasarıdan çıkarılması, bu tasarının tamamının gündemden çıkarılması gerekiyor.

Yüce Meclisi selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

                                          TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 10. maddesinde yer alan “Kalkınma Bakanlığı” ibaresinden sonra gelmek üzere “Kamu İhale Kurumu” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Günal (Antalya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Erdoğan, Muğla Milletvekili.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 417 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 10’uncu maddesinde vermiş olduğumuz önerge üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii ki ben en çok bölgemizdeki sağlık sorunlarıyla ilgili konuşmak istiyorum bugün. AKP, iktidarda on yılı devirdi, on birinci yılını devam ettiriyor. On yıl boyunca Muğla’da yatak kapasitesini artıracak hiçbir hastane yapılmadı Sayın Bakan. Muğla Tıp Fakültesi iki yıldır öğrenci alıyor, Muğla Tıp Fakültesinin bir araştırma hastanesi yok. Eski Devlet Hastanesinin kapısına bir araştırma hastanesi tabelası, başına da bir öğretim üyesi görevlendirilerek bu hastanede, maalesef, doktor yetiştirilmeye çalışılıyor. Bu doktorlar, yarın, hepimizin canını emanet edeceği genç kardeşlerimiz. Bunların eğitimlerinin tam yapılabilmesi için; buradan, sağlık sektörüne, insanlarımıza hizmet edecek doktor yetiştirilebilmesi için muhakkak bu hastanenin ciddi, nitelikli bir hastane hâlinde yapılması ve devreye sokulması lazım. Ama, on yıldır, maalesef, ortada hastaneyle ilgili hep laf var ama hiç icraat olmadı. Hiçbir ilçemizin hastane ihtiyacı karşılanmadı. Bugün, Bodrum Devlet Hastanesi on yıldır konuşuluyor ama ortada hastane yok. Milas Devlet Hastanesi on yıldır konuşuluyor, ortada hastane yok. Yine, benim kendi ilçemde Ortaca Devlet Hastanesi tam on yıldır konuşuluyor. On yıl boyunca hastane işte “Bugün projesi hazırlandı, yarın ihaleye çıkacak. Efendim, şuraya yapılacak, şöyle olacak, böyle olacak.” maalesef yılan hikâyesine döndü. Ee, tabii on yıl boyunca Muğla’ya hiçbir şey yapmadınız. Artık bu son döneminizde de Allah size bunu nasip etmeyecek. İnşallah, biz, Muğla’da ihmal ettiğiniz yatırımları Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında yapacağız.

Bakın, yine başka bir konu var burada. Bu haftaki Güney Ege gazetesinin uzunca bir haberi yine hastaneyle ilgili: “İkinci Halıcıoğlu Seferi” Halıcıoğlu tarafından Ortaca’da yapılan bir otelin hastaneye çevrilmesiyle, hastane olarak kullanılmasıyla ilgili yeni bir çalışma başlatılmış. On yıl önce zamanın Muğla Valisi Sayın Hüseyin Aksoy Sağlık Bakanlığına yazdı. Dedi ki: “Bu binayı hastane olarak kullanabiliriz diyor iseniz mülk sahibiyle bir hazine arazisini takas etmek suretiyle bu binanın mülkiyetini kamuya kazandıracağım; bunu inceleyin.” On yıl önce Sağlık Bakanlığı bu işle ilgilenmedi. Bir heyet gönderildi ve gönderilen heyet “Buranın hastaneye çevrilmesinin maliyeti çok yüksek. Ayrıca, Ortaca’nın ve bölgenin bu çapta büyük bir hastaneye ihtiyacı yok. Dolayısıyla burası uygun değildir.” diye bir rapor tuttular, geriye döndüler. Ama, şimdi, yeniden bu binanın hastane olarak kullanılmasıyla ilgili, kiralanmasıyla ilgili bir çalışma başlatıldığı AKP İlçe Başkanı ve yetkililer tarafından basına intikal ettirilmektedir. Yani, biz bunun hiç ciddi olacağına inanmadığımız için, maalesef, hemşehrilerimizle dalga geçildiği imajı oluştu bizde. Çünkü, buranın mülkiyet meselesinin çözülmesi şu anda bütçede böyle bir kalem olmadığı için mümkün gözükmüyor. Buranın kiralık olarak hastaneye dönüştürülmesi de ciddi külfetler getirecektir, bunun bütçe için de, Ortaca için de çok bir kârı olmayacaktır. Tabii, bu tartışmanın başlatılması bir şeyi de net olarak ortaya koyuyor ki: Bütün konularda olduğu gibi Ortaca’ya devlet hastanesi yapılmayacak demek bu, hemşehrilerimizle dalga geçiliyor.

Bu kanunun tümü üzerinde de söylenecek tek bir cümle var: Rant şahane, hizmet bahane. Bu işin hepsi rant için yapılıyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

11’inci madde üzerinde üç adet aynı mahiyette önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı yasa tasarısının 11. Maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

Ferit Mevlüt Aslanoğlu                                            İzzet Çetin                                   Rahmi Aşkın Türeli

                      İstanbul                                              Ankara                                                İzmir

                    Özgür Özel                                       Mehmet Şeker                                    Aylin Nazlıaka

                       Manisa                                             Gaziantep                                             Ankara

                 Muharrem Işık                               Mehmet Hilal Kaplan                                         

                      Erzincan                                             Kocaeli

BAŞKAN – Diğer önerge sahiplerini okutuyorum:

                   Oktay Vural                                      Mehmet Günal                                   Mustafa Kalaycı

                        İzmir                                                Antalya                                               Konya

                       Ali Öz                                       Cemalettin Şimşek

                       Mersin                                              Samsun

 

BAŞKAN – Diğer önerge sahiplerini okutuyorum:                                     

                  Pervin Buldan                                    İbrahim Binici                               Abdullah Levent Tüzel

                        Iğdır                                               Şanlıurfa                                             İstanbul

                Ertuğrul Kürkcü                                      Erol Dora                                 Hüsamettin Zenderlioğlu

                       Mersin                                               Mardin                                                Bitlis

                   Demir Çelik                                     Sebahat Tuncel

                         Muş                                                İstanbul

BAŞKAN – Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN –  Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önergeler üzerinde söz isteyen Mehmet Hilal Kaplan, Kocaeli Milletvekili.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi, tutuklu tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

Anımsarsanız geçen hafta 410 sıra sayılı Kanun Teklifi’ni görüşürken söylemiştim; bir yasa gece yarısı Meclisten geçiyorsa, tali komisyonlarda görüşülmeden veya kamuoyunda tartışılmadan Meclis gündemine geliyorsa bilin ki arkasında ya bir özel kişi korunuyor ya da rantsal bir durum var. Sağ olsun, iktidar partisi beni yanıltmadı. Bugün görüştüğümüz 417 sıra sayılı Kanun Tasarısı sağlığı doğrudan ilgilendiriyor olmasına rağmen Sağlık Komisyonunda görüşülmedi, gerekçesi iş yoğunluğu. Üstelik komedi olabilecek, altı aydır toplanamayan -bir iş yoğunluğu- bir komisyon. Bu, sizin demokrasi anlayışınızda yer etmeye başladı. “Ben yaptım, oldu.” anlayışınızdan bir türlü vazgeçmiyorsunuz. Sokakta hak arayanlara, düşüncesini ifade etmek isteyenlere orantısız güç kullanarak, biber gazı, cop ve basınçlı su uyguluyorsunuz. Mecliste de pek farkı yok, sadece şekil değiştiriyor; komisyonlarda görüştürülmeden, halkın iradesi olan milletvekillerinin düşüncesi alınmadan “Bildiğimi yaparım, demokrasi parmak demokrasisidir.” anlayışından vazgeçmiyorsunuz.

Bakın, bu konu gündeme gelirken, 2012 Aralık ayında Başbakan Konya’da konuşurken dedi ki: “Bu fakirin altı yıldır hayal ettiği bir şehir hastaneleri projesi var. Ne yazıktır ki, bu şehir hastaneleri projesine oligarşik bürokrasi ve yargı sistemi engel oluyor.” Sayın Başbakana anımsatmak isterim; Türkiye'de kurumların, sivil toplum örgütlerinin, muhalefetin sözünün dinlenilmesi, birlikte hareket edilmesi demokrasinin esasıdır ve vazgeçilmezidir. Eğer Sayın Başbakanım, siz dilediğinizi yaparsanız, yargının bağımsızlığını çiğnerseniz, hukuku ayaklar altına alırsanız “ben dilediğimi yaparım ve bunun adı demokrasi.” diyorsanız kusura bakmayın, bunun adı faşizmdir, demokrasi değildir.

Hani, sizin hep övünerek bahsettiğiniz… “Bizim en başarılı olduğumuz alanlardan bir tanesi sağlık.” diyordunuz. “Biz sağlık alanında yüzde 10 gibi bir oy alıyoruz.” söylediğiniz konulardan biri. Peki, soruyorum: Başarılı olduğunuz bu alanda, başarılı olduğunuz düşündüğünüz bir bakanı göndermenin gerekçesi ne? Acaba, bugün görüştüğümüz 417 sıra sayılı kanunda, yirmi beş yılda 50 milyar doları bulan bir rantsal durum söz konusu olabilir mi? Lütfen, Sayın Bakanım bunu yanıtlarsa memnun olurum.

Sayın Bakanımı dün dinledim. Yeni göreve geldi. Hayırlı olsun diyorum, yeni görevinde de başarılar diliyorum ama Sayın Bakanımı dinlerken bir şeye dikkat etmek istiyorum. Dün özellikle vurgu yaptı, özellikle diyor ki: “Sağlık alanında özel alana giden bir yapıyı merkezî hâle getiriyoruz, denetliyoruz.”

Bakın, Sayın Bakanım, sizin bu yasadaki konumunuzu aktarmak istiyorum. Hazine arazisine, uluslararası finans kuruluşları aracılığıyla, şirketlere “Gelin, buraya ‘şehir hastaneleri’ adında bir kampüs yapın.” diyorsunuz ve “Yaptığınızın yatırım maliyetini ben ödeyeceğim.” diyorsunuz. Yetmedi, “Bunun yirmi beş yıllık kira bedelini ben bu şirketlere, uluslararası finanslara aktaracağım.” diyorsunuz. Yetmedi, bu kampüs içerisindeki “hizmet bedeli” dediğiniz sağlık alanı ve sağlık alanı dışında bulunan hizmetlerin hepsini bu şirketlere işletmeye açıyorsunuz. Olur ya zarar edebilirler düşüncesiyle yine böyle bir kayırmaya giriyorsunuz. “Sizin oluşturduğunuz bu kampüsün hemen dışındaki alanların ticari alan olmasına, ticari alanların işletilmesinde size yetki vereceğime, bunun KDV ve harçlardan muaf olacağına...”

Yine bir yufka yürekliliğiniz tutuyor, diyorsunuz ki: “Olur ya yine zarar edersiniz, şehir merkezlerinde bizim oluşturduğumuz ve tahliyesini verdiğimiz hastaneleri biz, sizlere, ticari alan oluşturulmasında, kampüs dışındaki ticari alanlar noktasında, AVM ve alışveriş merkezi yapılmasında yardımcı olacağız.”

Sayın Bakanım, siz hekimsiniz. İnsanın psikolojisini ve toplum psikolojisini iyi bilen birisiniz. Sayın Bakan eğer beni dinliyorsa...

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Bakan dinlemiyor. Bakan meşgul Sayın Kaplan.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Devamla) – Bunun adı özelleştirme mi, bunun adı kamu yararına kullanmak mı? Siz, kusura bakmayın, bunun adı bal gibi özelleştirme. Yandaşlarınızı devlet olanaklarından yararlandırmanın adı budur. Ağır bir dille ifade etmiyorum. Yandaşlarınızı devlet olanaklarından yararlandırmadır. Bu devlet sistemi, bu hukuk sistemi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET HİLAL KAPLAN (Devamla) - ...bu sağlık sistemi bir gün size de lazım olacaktır. Gelin, bu devleti, bu hukuk sistemini, bu sağlığı ayaklar altına almaktan vazgeçin.

Hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeler üzerindeki ikinci konuşmacı Sebahat Tuncel, İstanbul Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verdiğimiz önerge üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, sağlıkta dönüşüm adına yapılan bu yasa tasarısı, Türkiye’de sağlık alanını yeniden düzenleyen ama emekçiler lehine, halklar lehine değil, daha çok sermaye lehine düzenleyen bir düzenleme. Başından beri buna itiraz ediyoruz. Yani siz bir alanda düzenleme yapıyorsanız öncelikle bunu, hedef kitlesini, buradan insanlar nasıl etkilenecek, etkilenmeyecek bunun bir altyapısını yaparsınız ve özellikle bu alanda çalışan, bu alanda etkilenecek kesimlerle bu tartışmayı yürütürsünüz. Ama bunun yerine AKP Hükûmeti, başından beri kâr-zarar hesabı yaparak buna göre geliştiriyor. Sonuçta kapitalizm bunun üzerinden kendisini şekillendiriyor ve AKP’nin on yıllık iktidarına baktığınızda “Neoliberal politikaları Türkiye’ye nasıl uygularız?” üzerinden bu şeyi geliştiriyor. Dolayısıyla, şimdi hastaneleri özelleştirme, “kamu-özel iş birliği” adı altında buraları yeniden bir ticarethaneye dönüştürme yaklaşımı çok net.

Sadece hastaneler için değil, aslında üniversiteler için de benzer durum söz konusu. Bütün alanlarda, AKP Hükûmeti, kapitalizmin gereğini, neoliberal politikaların gereğini yapıyor ve bu alanları özelleştiriyor ve toplum yararından ziyade toplumun zararına bir şeye dönüştürüyor. Burada yararı olan kim? Özel sektör. Kim yararlanacak? Çünkü bu yeni hastaneler AVM’ler şeklinde şey yapılıyor. “Alan razı satan razı” diye bir şey olacak. Kim alacak bunu? İşte özel sektör. Kim satıyor? Devlet satıyor ve buradan, sağlık emekçilerinin bu konudan nasıl etkileneceği, halkın bundan nasıl etkileneceği meselesi ne yazık ki buranın gündemi değil. Çünkü halk buranın gündemi değil, yoksullar buranın gündemi değil, emekçiler buranın gündemi değil. Önemli olan, bu yoksul olan, emekçi olanları daha nasıl yoksul yapabiliriz, daha nasıl sömürebiliriz, bu sağlık politikasını bunun üzerinden nasıl geliştirebiliriz! Yani sağlığı düzenleme değil, verimli ve kaliteli bir sağlık değil, “sağlığı bozma kanunu” aslında bu. Tamamen toplum sağlığını bozuyorsunuz. Sadece fiziki olarak değil, insanlar, bir defa, hastanelere gelirken bile psikolojik olarak problemli bir noktada gelecekler bu işe bu sağlık politikalarıyla. Burada hizmet veren doktorlar yine toplumsal olarak çok sağlıklı olmayacaklar. Bu ciddi bir sorun. Yani siz, bir defa, işçi-patron hâline dönüştürüyorsunuz, insanların sağlıklı hizmet vermesini ve sağlıklı hizmet almasını engelliyorsunuz. Bu nasıl bir şey yani? Dolayısıyla, gerçekten, sağlıklı olarak bu işten çıkmaktan ziyade, insanlar “nasıl para kazanırız” meselesi üzerine bakacak.

Bunun üzerinden örgütlenme hakkı yok, gerçekten insanların hesap sorma hakkı da yok. Sonuç itibarıyla, zaten hastaneleri şehirlerin uzak köşelerine çıkartıyorsunuz. Oraları yeni bir ticarethaneye dönüştürüyorsunuz. Onun üzerinden de bunu da sağlık adına yaptığınızı ifade ediyorsunuz. Bu çok ciddi bir sorun. Bunu bir kez daha ifade etmek isteriz.

Oysa, sağlık politikalarını geliştirirken, yani toplumsal sağlığı da düşünen bir noktadan bakarsak nasıl bu daha verimli olurdu, yine diyelim ki sağlık emekçilerinin örgütlenmesi, daha sağlıklı hizmet vermesi konularını düşünüp bu konuda örgütlenme hakkından tutalım aslında bu alanda hizmet verme alanına kadar bunu düşünmek gerekirdi. Ama bütün bunlar yok. Sadece burada, biz daha çok nasıl kâr elde edebiliriz, nasıl bazı şirketleri zengin edebiliriz… Çünkü bu özel hastaneleri yapacak şirketler var. Muhtemelen şimdiden hazırdır bu şirketler. Bu şirketler nasıl daha çok kâr elde edecek üzerinden yapılan bir nokta.

Oysa, biz, sağlık politikalarında bir zihniyet sorunu olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Biz, sağlığın parasız olması gerektiği ve ana dilde sağlık hizmetlerinin sunulması gerektiğini düşünüyoruz. Herkes sağlık hakkına erişebilmelidir, en kolay erişmelidir ve ücretsiz erişmelidir.

Şimdi bütün bu koşulları yapmadan sadece sağlık alanında özel sektöre bu işi vermek, burayı bir kâr etme merkezine dönüştürmek Türkiye’de sağlık adına iyi şeyler yapıyoruz anlamına gelmez, ki, Hükûmet bunu böyle pazarlıyor. Biz bunu biliyoruz. Eğer bu doğru olsaydı, sağlık emekçileri buna itiraz etmezdi. Bu doğru olsaydı, halk buna itiraz etmezdi ama AKP Hükûmetinin derdi, tabii ki emekçilerin, yoksulların haklarını sağlamak değil, onun derdi başka bir noktada. Ama unutmayın ki sizin de iktidarınız geçicidir. Burada sürekli -iktidarınız döneminde- en çok yasa çıkaran herhâlde AKP Hükûmetidir… Bu, sizin çok çalıştığınız anlamına gelmiyor; bu, daha çok rant üzerinden iş yaptığınız ve bu sistemi kendinize göre dönüştürdüğünüz anlamına geliyor. Bu ciddi anlamda sorunlu bir şey.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bırak Sebahat Hanım! Tamam ya, söyleyeceğini söyledin. Nedir bu rant, rant, rant ya?

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Rant değilse söyleyin, kaç kişiye bu konuda şey yapacak…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Oku anlarsın, neyi söyleyeyim sana ben?

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Okuyoruz tabii ki, okuduğumuz için söylüyoruz. Niye muhalefetten rahatsız oluyorsunuz?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Muhalefetten değil, söyleminden rahatsız oluyorum.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Tam da siz sağlık alanını özelleştiriyorsunuz, paralı hâle getiriyorsunuz, yoksul emekçi insanları daha da zor duruma sokuyorsunuz. Bizim buna karşı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.   (BDP sıralarından alkışlar)

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Kullanma emekçi insanları.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerge üzerinde Cemalettin Şimşek, Samsun Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) -  Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 417 sıra sayılı kamu-özel ortaklığı yasasının 11’inci maddesi üzerinde grubumuzun vermiş olduğu önerge üzerine söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, öncelikle -ki biraz evvel bahsetti değerli bir milletvekili arkadaşım- bu yasanın esas itibarıyla sağlık hizmetlerini ihtiva ettiği ve Sağlık Komisyonunda hiç görüşülmeden buraya gelmesini ben de çok doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Bir de, elbette ki hepimiz burada sağlık hizmetlerinin daha rantabl, daha iyi nasıl sunulması konusunu tartışıyoruz ve hepimizin ortak bir amacı var ki bu da sağlık hizmetlerinin ülkemizdeki insanlarımıza daha iyi nasıl sunulacağı.

Esas itibarıyla, Milliyetçi Hareket Partisi açısından baktığımızda, bunun iki şeklini önemsiyoruz. Bir, yapım şekli olarak itirazlarımız var. İkincisi ise, sağlık hizmetlerine sunumunun katkısının ne olacağı konusunda bazı endişelerimiz var, bunun üzerinden itiraz ediyoruz. Bir kez, bunun özel bir yasayla çıkarılıp ihale edilmesine ve o özel yasa çerçevesinde değerlendirilmesine karşı çıkıyoruz. Nedeni şu: Çünkü Kamu İhale Kurumuyla ve diğer devlet yasalarıyla ihale edilip ortaya konulmak varken özel bir yasa ile çıkarılmış olmasından, daha önceden AKP’nin bu konudaki sicili de çok iyi olmadığından bazı endişelerimiz var, bir rant yaratılacağı konusundaki düşüncelerimiz var. O bakımdan, bu konudaki endişelerimizi ifade ediyorum.

Sağlık hizmetlerinin sunumuna katkısına bakınca, değerli arkadaşlar, bu yasa ile sağlık hizmetlerinin mantığında bir değişiklik olmuyor, yani sunumunun mantığında bir değişiklik olmuyor. Kamu hastaneleri oralara kaydırılarak, kamu hastaneleri çerçevesinde yürütülecek bu hastaneler. Hâlbuki bu hastanelere ödenecek miktarın da yirmi beş yıl içerisinde 14 proje için 55 milyar lira olarak öngörüldüğü söyleniyor. Dolayısıyla, bunun, fayda-maliyet konusunu değerlendirdiğimizde çok da rantabl olmadığını söylüyoruz. Bizim bugün mevcut olan hastanelerimizin modernize edilmesinin veya ihtiyaç duyulan yerlere hastane yapılarak bu sağlık hizmetlerinin sunumunun götürülmesinin bizim açımızdan çok daha iyi olacağını düşünüyoruz. Bu hastanelerin terk edilip kamu hastanelerinin diğer hastanelere taşınmasının sağlık hizmetlerine çok da katkısının olacağını düşünmüyoruz. O bakımdan itirazımız var.

İşte, bugün sağlıkta on yıldır dönüşüm projesiyle başlayıp daha sonra performans sisteminin ortaya koyduğu ve bugün de kamu-özel ortaklığıyla ortaya çıkan sistemde, değerli arkadaşlarım, sağlık sorunlarını çözen bir şey yok. Bugün sağlık sisteminin en önemli çıktısı, hasta ve teknoloji alımıyla alakalı. Yani kışkırtılmış bir hasta potansiyeli var, hastaların nicelik bakımından artışı söz konusu, ancak nitelikli bir sağlık hizmeti sunumunun, maalesef, bu şartlarda yapılamadığını herkes biliyor, ifade ediyor. Sağlık hizmetlerinin sunumu bir de her iki tarafın memnuniyetine bağlıdır. Yani hem sağlık hizmetini sunanların hem de sağlık hizmeti alanların memnun olması gerekir.

Ta başından beri söylediğimiz bir şey var: Burada sağlık hizmeti sunucularının önemli problemleri var. İzlenen siyasi politikalar nedeniyle de birçok sağlık sunucuları, artık, şiddete vesaireye maruz kalmaktadırlar ve dört beş yıldır, zannediyorum 2009 yılından beri de SUT’ta hiçbir artış olmamıştır, sağlık hizmetlerinin sunumunda yani ödemelerde hiçbir artış olmamış.

Siz, bu kadar hasta potansiyeli artarken “Sağlık hizmetlerindeki bu kaliteyi artıracağız.” derken, bunun da bir maliyeti varken eğer hiçbir şekilde bunu artırmazsanız “Sağlık hizmetlerini de kaliteli bir şekilde sunuyoruz.” deme hakkınız olmaz.

Bir de bu kanunun bir maddesinde diyor ki: “Uyuşmazlık hâlinde Türk mahkemeleri sorumludur, Türk mahkemeleri taraftır.”

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın, milliyetçiliği ayaklarının altına aldığı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla) – …ve Türk şeyini ayakları altına aldığı bir dönemde…

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Irkçılığı ayaklar altına alıyor.

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla) – …bu yasanın bu maddesinin de iptal edilmesinin ben gerekli olduğunu düşünüyorum ya da ben, AK PARTİ milletvekili arkadaşlarımdan özellikle rica ediyorum: Bu milletin kim olduğunu söyleyin lütfen bundan sonra de bu millet bilsin.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Irkçılığı, kafatasçılığı ayaklar altına alıyor; rahatsız olmayın.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yakında öğretecek ya!

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

12’nci madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 12. maddesinin 2. fıkrasının tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Günal Oktay Vural                                   Mustafa Kalaycı

    Antalya                                                                  İzmir                                                 Konya

Cemalettin Şimşek Reşat Doğru                               Erkan Akçay

      Samsun                                                               Tokat                                                Manisa

                                                                                Ali Öz

                                                                               Mersin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı yasa tasarısının 12. Maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu                                     Rahmi Aşkın Türeli                                    İzzet Çetin

      İstanbul                                                               İzmir                                                Ankara

   Özgür Özel                                                       Mehmet Şeker                                    Muharrem Işık

      Manisa                                                             Gaziantep                                            Erzincan

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Şeker…

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Şeker, Gaziantep Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yaklaşık bir aydır Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldü ve Meclise geldi. Bununla ilgili, tabii kanunla ilgili bundan sonraki maddelerde görüşlerimizi belirteceğiz.

Sayın Bakanım, değerli milletvekili arkadaşlar; 2012 yılında gerçekleşen sağlık harcamalarının 44,4 milyar TL olduğunu biliyoruz. Bu 44,4 milyar TL paranın 29,4 milyarı tedavi hizmetlerine, 14,4 milyarı da ilaç giderlerine harcanmıştır yani yaklaşık 44 milyarın büyük bir kısmı tedavi hizmetlerine aktarılan rakamdan oluşuyor. 2012 yılında sağlık harcamalarındaki artış incelendiğinde yani bu kaynaklar incelendiğinde artışın yüzde 95’inin tedavi, yüzde 3’ünün ilaç, geriye kalan yüzde 2’sinin de diğer harcama kaynaklarında olduğu görülmekte.

Değerli milletvekilleri, tedavi harcamalarının kaynağını oluşturan hastaneye başvuru sayılarının da yüzde 24’lük bir artış içerdiğini ve 2012 yılı sonunda 304 milyona çıktığını görüyoruz. 304 milyon kişi hastanelere başvurmuş durumda, en çok da -tabii özel değil bu- devlet hastanelerine başvuru var, bunda da katkı paylarının tabii önemli bir rolü var.

2012 yılında, en fazla başvuru, daha doğrusu başvuru başına düşen ortalama maliyet artışı da yine devlet hastanelerinde yaşanmış, devlet hastanelerinin ikinci basamak bölümlerinde bunlar yaşanmış. Bunlardan, öncelikle genelinden bir bahsedeyim istedim.

Ve yine sağlık harcamalarının bir diğer önemli bileşeni olan ve son yıllarda durağan bir sayı izleyen ilaç harcamalarının da çok ciddi şekilde artmadığı, reçete sayılarının çok fazla artmadığı fakat 338 milyon reçete yazdığımız bir yıl olduğunu görüyoruz.

Reçete sayısında, tabii ilaç firmalarındaki komisyonları, ilaç maliyetlerindeki düşüşü de hesaplarsak çok ciddi bir artışın olmadığını görüyoruz.

Buradan gördüğümüz, değerli milletvekili arkadaşlarım, tamamen tedavi hizmetlerine yönelmiş olduğumuz. Koruyucu hekimlik maalesef bu ülkede hiçbir yerde yok ve dolayısıyla, Dünya Sağlık Örgütü diyor ki: “Bundan sonraki nesil -ilk kez böyle bir toplantıda açıklama yapıyor- şimdiki nesilden daha kısa ömürlü olacak. Nedeni de kronik hastalıklar. Kronik hastalıkları önleyebilirseniz, bunun önüne geçebilirseniz ülkenizin hem ekonomisine hem de insan ömrünün ortalamasına katkıda bulunursunuz.” Ama biz, Türkiye’de maalesef hastane yapıyoruz, maalesef tedavi hizmetlerine çok ciddi değerler veriyoruz ama koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili, önleyici sağlık hizmetleriyle ilgili hiçbir tedbir almıyoruz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, ben Türkiye Diyabet Vakfının mütevelli heyeti üyesiyim. 2000 yılında yapılan araştırmada Türkiye’deki diyabetli sayısı 7,2’ydi, dikkatinizi çekerim, 338 milyon reçete yazmamıza rağmen, bu kadar çok hasta muayene etmemize rağmen, bu kadar çok hastane yapmamıza, yatak sayısını arttırmamıza rağmen bugün Türkiye’deki diyabetli hasta sayısı 13,9’a yükselmiştir.

Bu da şunu göstermektedir: Yanlış yoldayız; Sayın Bakanım, çok yanlış yoldayız. Sizden ricam, öncelikle koruyucu sağlık hizmetlerine çok ciddi önem vermeniz, bununla ilgili çok ciddi çalışmalar yapmanız.

Bakın, Sosyal Güvenlik Kurumunun bütçesinde de var, her şeye para ödüyoruz ama önleyici sağlık hizmetlerine para ödemiyoruz, bununla ilgili yapılan toplantılara para ödemiyoruz, bununla ilgili emek harcayan hekim arkadaşlarımıza destek vermiyoruz, bununla ilgili yapılan hiçbir çalışmaya destek olmuyoruz. Bu da tabii ki ülkemiz açısından çok ciddi sıkıntı doğuracaktır.

Ve Dünya Sağlık Örgütü yine diyor ki: “Uluslararası kriz çıkaracak en önemli sebeplerden birisi kronik hastalıkların çoğalmasıdır.” Bu konuda da desteğinizi istiyoruz.

Ve yine Sayın Bakanım sizden son olarak şunu da istiyorum: Hekim arkadaşlarımızla lütfen tekrar barışın, üniversite hocalarımızla lütfen tekrar barışın ve Türkiye’de koruyucu sağlık hizmetlerinin hayata geçirilmesi için elinizden geleni yapın, adınızı tarihe yazdırın.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 12. maddesinin 2. fıkrasının tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                                                                              Mehmet Günal (Antalya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Reşat Doğru, Tokat Milletvekili.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanunun 12’nci maddesi üzerine vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, görüştüğümüz kanunun birinci bölümünü bitirmek üzereyiz, son maddelerine doğru geliniyor. Tabii, burada esas amaç belli oldu ki yapmayı düşündüğümüz hastanemizle ilgili paramız olmadığından dolayı böyle bir düzenlemeye gidiyoruz. Tabii, bu, özel sektöre bir açılma, özelleştirme adı altında değerlendiriliyor. Tabii, burada acaba başka kaynaklar kullanılarak veyahut başka yöntemler yapılarak bu kanunu daha iyi bir şekilde düzenleyip çıkartabilir miydik, bunu tabii tartışıyoruz ama tahmin ediyorum ki çok fazla sonuç alamayacağız.

Sayın milletvekilleri, bunların yanında sağlıkla ilgili ülkemizde çok ciddi sorunlar var. Bugün gazetelerde Sayın Bakanın tam günle ilgili bir demeci yayınlanınca Tokat ili Reşadiye ilçesinden bir vatandaş bizi aradı. Diyor ki vatandaş: “Biz işte Ankara’ya, İstanbul’a gidiyorduk -üniversitelerde muayene olmak istiyorduk geçmiş dönemlerde- işte, sıra noktasında sıra olmazsa ne yapıyoruz? Döner sermayeye bir miktar para yatırarak orada muayene olabiliyorduk.” diye bir tabir kullanıyor ve diyor ki: “İşte, geçmiş dönemlerde çıkartılmış olan Tam Gün Yasası’yla beraber bunun kaldırılmasıyla biz hocalara muayene olamıyoruz. Geliyoruz, muayene olmadan gitmek mecburiyetinde kalıyoruz ve sonuçta da mağdur oluyoruz.”

Sayın Bakan, bununla ilgili çalışmayı çok süratli bir şekilde yapmak mecburiyetindeyiz. Şu anda üniversite hocaları çok ciddi manada sıkıntı içerisindedir. Üniversite hocalarımızın hastaları muayenesinden tutun da ameliyatlara girmesine kadar onlara destek olunması gerekmektedir. Geçmiş dönemlerde de yine Sayın Başbakanımızın, eski Sağlık Bakanımızın da hastalıkları esnasında bazı hocalarımızın ameliyat yapmış olduğunu da biliyoruz. Öyleyse “Onların kullanmış olduğu hakkı neden benim vatandaşlarım, benim Reşadiye’nin Kızılcaören kasabasındaki vatandaşım kullanmasın?” diye düşünmek mecburiyetinde kalıyoruz. Ondan dolayı inanıyorum ki çok yakın bir zamanda söylemiş olduğunuz, basına yansıyan o kanun gerçekleşir de üniversite hocalarımıza tekrar değer vermiş oluruz.

Bakınız, muayenehaneler kapatılıyor, kapatılmasını belki doğru olarak değerlendirebilirsiniz ama şu unutulmasın ki sayın milletvekilleri, zengin hiçbir doktor bulamazsınız hekimler içerisinde. Hekimler kendi emeklerini yoğun bir şekilde ortaya koyarlar ve kendi geçimlerini temin edebilirler. Zengin olan bir galerici görebilirsiniz, bir bankacı görebilirsiniz veya başka bir meslek mensubu görebilirsiniz ama öyle, mesleğinin çalışmasıyla beraber zengin olmuş olan hiçbir hekimi göremezsiniz. Dolayısıyla, bu kanunun süratli bir şekilde çıkartılmasını bekliyoruz.

Diğer bir konu, dün itibarıyla da birinci bölümle ilgili sorular bölümünde sormuştum, şu anda ülkemizdeki bazı gruplarda katılım paylarıyla ilgili olarak çok ciddi sıkıntılar vardır. Bakınız, gelirleri çok düşük olan insanlar vardır, yeşil kartlı insanlar vardır, emekli insanlarımız vardır. Bunlar katılım paylarını ödeyemiyorlar. Siz “Caydırıcılık noktasında, en azından zapturapt altına alınma noktasında, bu katılım payları konusunun devam etmesini istiyoruz.” diyorsunuz ama unutmayın ki şu anda zaten eczaneler de karekod işleyen sistemlere geçmiştir, alınan ilacı kimlerin kullandığı, kimlere verildiği, nasıl kullanıldığı veyahut da miktarıyla ilgili zaten belirli şeyler vardır. Dolayısıyla, katılım payları konusunun da mutlaka esnetilmesi gerekmektedir.

Yine, diğer bir konumuz da gıdalarla ilgilidir. Bakınız, ülkemizde şu anda çeşitli noktalarda hazır gıdalar kullanılıyor. İşte, uzun ömürlü süt, uzun ömürlü yoğur veyahut da bayatlamayan ekmek veyahut da işte, diğer gıdalar. Sayın Bakanım, bununla ilgili de çok ciddi sorunlar vardır. Bununla ilgili kısa vade, orta vade ve uzun vadede acaba vatandaşların kullanmış olduğu bu gıdalar ne yapıyor? Bakınız, şu anda nişasta bazlı şeker… Nişasta bazlı şekerin kullanılmış olduğu bisküviler var, meyve suları var veyahut çeşitli -reçellerden tutun da bir sürü- gıdalar var. Acaba, bu nişasta bazlı şekerin insan vücudunda yapmış olduğu şeyler nelerdir? Son zamanlarda özellikle cildiye polikliniklerinde alerjik deri döküntülü hastalıkların yoğun bir şekilde artmakta olduğu ve beraberinde yine kanser vakalarının çok artmış olduğu görülüyor; öyleyse bu noktada da araştırma yapılması gerekmektedir.

Şu anda dünyada nişasta bazlı şekerin oranı devamlı olarak düşürülüyor. Bakınız, geçmiş dönemlerde çıkartılmış olan bir kanundur, ülkemizde şu anda nişasta bazlı şeker yüzde 10-15 civarında kullanılıyor ama bunun artık mutlaka düzenlenmesi gerekmektedir. Yani Avrupa Birliği ülkelerinde veya Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 2 civarında kullanılıyorsa benim ülkemde neden bu oranda kullanılmıyor veyahut da koruyucu hekimlik babından bu şekilde bir düzenlemenin yapılması gerekmez mi?

Tabii, bunların yanında özellikle AMATEM merkezleriyle ilgili de yani alkol ve madde bağımlılığı merkezleriyle ilgili olarak da bazı düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Ülkemizde madde bağımlılığı konusu çok süratli şekilde artmaktadır.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

13’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır; ikisi aynı mahiyettedir, aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı yasa tasarısının 13. Maddesinin “...türev ürünlerden kaynaklananlar da dahil olmak üzere” ibaresi ile “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ihale ilanına çıkılmış olan projeler açısından uygulama sözleşmeleri taslağına ilişkin ihale öncesi Müsteşarlık görüşü, kısmi üstlenim taahhüdü ve borç üstlenim limiti hükümleri uygulanmaz.” ibaresinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz

 

          Ferit Mevlüt Aslanoğlu                        Rahmi Aşkın Türeli                                 İzzet Çetin

                     İstanbul                                              İzmir                                                Ankara

                   Özgür Özel                                    Mehmet Şeker                                  Muharrem Işık

                      Manisa                                           Gaziantep                                          Erzincan

           Dilek Akagün Yılmaz

    Uşak

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 13. maddesinin “…türev ürünlerden kaynaklananlar da dahil olmak üzere” ibaresi ile “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ihale ilanına çıkılmış olan projeler açısından uygulama sözleşmeleri taslağına ilişkin ihale öncesi Müsteşarlık görüşü, kısmi üstlenim taahhüdü ve borç üstlenim limiti hükümleri uygulanmaz.” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                  Oktay Vural                                    Mehmet Günal                                 Mustafa Kalaycı

                        İzmir                                               Antalya                                              Konya

             Cemalettin Şimşek                                     Ali Öz                                           Erkan Akçay

                     Samsun                                             Mersin                                              Manisa

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

417 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 13. maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                Pervin Buldan                                   İbrahim Binici                            Abdullah Levent Tüzel

                        Iğdır                                              Şanlıurfa                                           İstanbul

               Ertuğrul Kürkcü                                     Erol Dora                              Hüsamettin Zenderlioğlu

                      Mersin                                              Mardin                                                Bitlis

                  Demir Çelik

                        Muş

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Erol Dora, Mardin Milletvekili; buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 13’üncü maddesi üzerine vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde çağdaş sağlık hizmetlerine geçişin en önemli adımı 1961 yılında kabul edilen 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun ile atılmıştır. Bu kanun, eşitlikçi bir yaklaşımla hazırlanmıştır ve Türkiye’de tüm sağlık hizmetlerinin bir devlet görevi olduğunu kabul etmektedir. Kanunla birinci basamak hizmetlerin kırsal kesime kadar yayılarak herkesin sağlık hizmetinden yararlandırılması, koruyucu ve iyileştirici sağlık hizmetlerinin entegre biçimde bir arada yürütülmesi hedeflenmiştir. Kanun, ayrıca, kamu sektöründe sağlık hizmetlerinin tek elden yönetimini, halk ile bütünleşmeyi ve kamu sektöründe hekimlerin tam süre çalışma ilkesini getirmektedir. Ancak şu an yaşanan tablo oldukça farklıdır.

Türkiye sağlık sektörü Sağlık Bakanlığı tarafından yürürlüğe konan politikalar sonucunda son on yılda yaklaşık olarak 4 kat büyütülerek önemli bir piyasa yaratılmıştır. Bu büyümede Sosyal Güvenlik Kurumunun sağlık giderlerindeki büyük artış ve kamu bütçesinden sağlık alanına aktarılan tutardaki yükselme belirleyici olmuştur. Bu büyüme ile birlikte, geçtiğimiz yıllar ülkede özel sağlık sektörünün 4 kat hızla büyümesine de tanıklık edilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında hayata geçirilen Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık alanında örgütlenme, finansman ve sunuma müdahale ederken sağlıkta insan gücüyle ilgili olarak da köklü değişiklikler yapmaya çalışmaktadır. Önümüzde duran yasa tasarısı da Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir devamı olarak görülmektedir.

İnsan gücü sürecinin hem planlama hem yetiştirme hem de istihdam alanlarında yürürlüğe konulan değişiklikler sağlık çalışanları kadar toplumu da yakından ilgilendirmektedir, çünkü genel olarak değişim insan odaklı olarak değil kâr odaklı olarak kurgulanmaktadır. Buna en can alıcı örnek olarak Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışan taşeron işçilerin sayısı verilebilir. Sağlık Bakanlığının 2010 yılı verilerine göre, Sağlık Bakanlığında 2002 yılında 11 bin olan taşeron işçi sayısı 2010 yılında 118 bine çıkmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık hizmetlerinin özel sektöre bırakılması aynı zamanda kişilerin sağlık hizmetini almasını para ya da sağlıkla ilgili güvenceye sahip olmanın ön koşuluna bağlamaktadır. Oysa, sağlık hizmetlerinin yerine başka bir hizmet konmamalı, sağlık hizmetleri, parasal değeri daha az olan bir hizmet alanıyla değiştirilmemelidir.

Sağlık hizmeti alması gereken bir hastaya parası ya da sağlık güvencesi yok diye sağlık hizmeti verilmemesi, sağlığın temel bir insan hakkı olduğunu yok saymaktır. Sağlık hizmeti alan kişilere müşteri gözüyle bakılması sağlığın temel bir insan hakkı olmasını engelleyecektir. Bu konuda verilebilecek en iyi örnek, belki de Amerika Birleşik Devletleri’dir. Kişi başına gelirin 30 bin doların üzerinde olduğu ve kişi başına en yüksek sağlık harcamasının yapıldığı Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 50 milyon kişi sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanamamaktadır. İşte, bu yasa tasarısıyla böyle bir durumun yaşanacağı günler yakın olacaktır. Sağlığın net bir şekilde tamamen özelleşeceğinin ilk adımı olacak bu yasa tasarısı, basit bir özelleştirme olmayacak; hem halkımız sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayacak hem de torunlarımız bile oluşacak borcu ödemekle uğraşacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdiye kadar uygulanan Devlet İhale Kanunu yöntemiyle belirtilmiş esas ve usullere göre çok daha ucuz yatırımların yapılması olanaklı iken idarenin ihaleyle ilgili kendine özel usul ve kurallar belirlemesi kamu yararı açısından tezat bir durum oluşturmaktadır.

Bu nedenle, değişiklik önergemizin kabul edilmesini yüce Meclisten talep ediyor, Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Aynı mahiyetteki iki önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra sayılı yasa tasarısı’nın 13. maddesinin "...türev ürünlerden kaynaklananlar da dahil olmak üzere" ibaresi ile "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ihale ilanına çıkılmış olan projeler açısından uygulama sözleşmeleri taslağına ilişkin ihale öncesi Müsteşarlık görüşü, kısmi üstlenim taahhüdü ve borç üstlenim limiti hükümleri uygulanmaz." ibaresinin tasarı  metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                     Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul) ve arkadaşları

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 13.maddesinin "...türev ürünlerden kaynaklananlar da dahil olmak üzere" ibaresi ile "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ihale ilanına çıkılmış olan projeler açısından uygulama sözleşmeleri taslağına ilişkin ihale öncesi Müsteşarlık görüşü, kısmi üstlenim taahhüdü ve borç üstlenim limiti hükümleri uygulanmaz." ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                         Oktay Vural (İzmir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergelere katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Dilek Akagün Yılmaz…

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Dilek Akagün Yılmaz, Uşak Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada sözlerime başlamadan önce Silivri’de yaşanan ve pek çok insanımızın yaralanmasına neden olan, aynı zamanda, Sayın Milletvekilimiz Mahmut Tanal’ın da yaralanmasına neden olan olayları kınıyorum.

Oraya insanlar artık hukuksuzluğa “hayır” demek için gittiler, yakınlarını belki biraz daha görebilmek umuduyla gittiler, hiçbir taşkınlık da yapmadılar ama ne yazık ki orada neredeyse kafeslerin içinde bulunduruldular. Aynı zamanda, CMK uyarınca, Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca, hazır edilen tanıkların dinlenmesi zorunluluğu olduğu hâlde, bu mahkemeler, Silivri mahkemeleri, hukuksuzluğun abidesi olan mahkemeler bu tanıkları dahi dinlemediler ve hiçbir yasayı da tanımadıklarını açıkça ifade ettiler. Biz de Silivri mahkemelerini, bu hukuksuzluğun abidesi olan mahkemeleri asla tanımıyoruz, tanımayacağız. Oraya ne kadar baskı olursa olsun, bizlere ne kadar saldırı olursa olsun gitmeye de devam edeceğiz. Bunu, bütün herkesin bilmesi gerekiyor.

Aynı zamanda, İstanbul Adliyesinde avukat arkadaşlarımıza yapılan saldırıyı da kınıyorum. Avukat arkadaşlarımız tutuklu olan avukatların durumunu protesto etmek için, hiçbir şiddet kullanmadan, adliyede sadece oturma eylemi yapmışlar ama adliyenin asli unsurlarından olan avukat arkadaşlarımıza orada saldırı yapılmış ve yerlerde sürüklenmişlerdir. Başsavcıya dahi dilekçelerini verememişlerdir. Avukat arkadaşlarımızın savunma hakkına yapılan bu saldırıyı da şiddetle kınıyorum.

Sevgili arkadaşlar, bugün görüştüğümüz bu yasa tasarısı çok açıkça hepiniz biliyorsunuz ki aslında Anayasa’nın 56’ncı maddesine aykırı. Sağlık hizmeti aslında bir kamu hizmetidir ama bu yasayla beraber artık özelleştiriliyor ve neredeyse uluslararası şirketlerin insafına bırakılıyor Türkiye’deki sağlık hizmetleri.

Ben burada, aynı zamanda, Uşak’ta yaşadığımız bir olayı da sizlere anlatmak üzere söz aldım. Uşak’ta 2009 yılında bir düzenleme, bir protokol yapıldı. Bizim 650 yataklı 2 hastanemizin, ne yazık ki TOKİ’ye devredilerek 400 yataklı bir hastaneyle değiş tokuş yapılması söz konusu oldu. Bu 400 yataklı hastanenin pazartesi günü hizmete açılacağını öğrenmiş bulunuyoruz ama diğer 2 hastanemizin akıbetinin ne olacağı şimdiye kadar ne yazık ki açık seçik bizlere söylenmedi. Bu konuda davalar açtık. Bu konuda 30 sivil toplum örgütü hem Bakanlığa başvurdu hem de kamuoyuna çağrı yaptı. Bu hastanelerin kapanmaması için, 650 yataklı hastanemizin 400 yataklı hastaneye dönüştürüldüğü takdirde Uşak’taki sağlık hizmetlerinin aksayacağını ve aynı zamanda oralardaki, o 2 hastanemizin bulunduğu yerdeki çok değerli taşınmazların da birilerine peşkeş çekileceğini çok açık seçik söyledik. Uşak halkı bunlara asla izin vermeyeceğini, bu hastanelerin yok edilmesine izin vermeyeceğini söyledi.

Şimdi, günkü tasarının benzeri Uşak’ta işte bu şekilde uygulanıyor sevgili arkadaşlar. Şehrin en değerli yerindeki hastane alanlarımız TOKİ’ye devrediliyor, TOKİ tarafından alışveriş merkezi ve konut yapılacakmış diye duyuyoruz. Şimdi, belki artık TOKİ’den de vazgeçilecek, bu düzenlemeyle beraber çok kârlı bir yatırım olduğu için Uşak’ın merkezinde Kızılay meydanı gibi bir yere ne yazık ki yine bu şirketler tarafından belli tesisler yapılabilecek, konut yapılabilecek, kâr amacıyla işler yapılabilecek. Ama inanın, bütün Türkiye’de olduğu gibi Uşak halkı da böylesi yapılan bir işlemi, halk sağlığı zararına yapılan bir işlemi asla affetmeyecektir. Seçimlerde bunların sonuçlarını göreceksiniz sevgili arkadaşlar. Sizler bu haksızlığı, bu yanlışlığı yapmaya devam ettiğiniz sürece halk da size gereken tavrı gösterecek. Uşak’taki bu hastanelerimizin yok edilmesi söz konusu olduğu takdirde Sayın -Bakan bu konuyu inceleyebilirse Uşak halkının ne kadar tepkili olduğunu görecektir- oradaki insanlarımız şehir merkezindeki gidecekleri hastaneler yok edileceği için şehrin 6 kilometre dışındaki yere gitmek durumunda kalacaklar. Aynı zamanda, hastane yeri seçimi çok hatalı olduğu için, Devlet Demiryollarının hemzemin geçidi olduğu için ani durumlarda, hastaneye ulaşılması gereken durumlarda da hastaneye ulaşılamayacak, beyin kanaması ve kalp krizi gibi durumlarda ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalabileceğiz çünkü Devlet Demiryollarının hemzemin geçidinden ambulanslar geçemeyebilecektir.

İşte, böylesine yanlış yer seçimi sonucunda da “Ben yaptım oldu.” mantığıyla yapılan bu türden yanlışların sonucu hem sağlık sistemi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - …açısından çok ağır sonuçlara yol açacaktır hem de AKP iktidarının gerçek yüzünü insanlarımıza gösterecektir.

Hepinize saygılar sevgiler diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkanım, bazı konularda yanlış bilgiler verdi. Düzeltme yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Böyle bir usul yok yani. Hayır, size karşı bir sataşma söz konusu mu?

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – “Uşak” dediği için…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Seninle ne ilgisi var İsmail Bey? Neyi düzelteceksin sen? Yaptığınız yanlışlığı çıkıp bir de orada anlatacak mısın? (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN – Diğer önerge üzerinde söz isteyen, Erkan Akçay, Manisa Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, başlayacağız söze ama karşılıklı muhavere bittiği zaman başlayayım ben Sayın Başkan.

Siz “hava bulutlu” dediniz, gereken alınganlık gösterildi.

Çok değerli milletvekilleri, görüştüğümüz bu 13’üncü madde üzerine verdiğimiz önerge hakkında söz aldım. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

13’üncü  madde, sağlık sektörüne getirilen kamu-özel ortaklığı yatırım modelinin AKP’ye özgü, yersiz ve akıl dışı bulduğumuz düzenlemelerin somutlaştığı bir göstergedir, düzenlemedir. Dünyadaki uygulamaların tecrübesi kamu-özel iş birliği modelinde kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılamadığını göstermektedir. Devlet kaynakları özel sektör lehine heba edilmektedir. Nitekim, Avrupa Yatırım Bankası, kamu-özel iş birliği yöntemiyle sabit yatırımların yüzde 24, finansman için kullanılan kredilerin ise devlet borçlanmasına göre yüzde 83 daha pahalı olduğunu açıklamıştır. Bütün bu maliyetler devlet bütçesinin üzerindedir yani kamuya yüklenmektedir. Bu modelle özel sektör kârını her şartta maksimize edebilmektedir. Özel sektörün kuruş riski yoktur.

Bu tasarıyla Adalet Kalkınma Partisi bugüne kadarki özelleştirme uygulamalarının zirvesine çıkmaktadır. Sağlık yatırımlarını sosyal devlet olmanın bir gereği olarak değil, ekonomik ve ticari bir faaliyet olarak gören bu anlayış pastanın en büyük, yağlı, ballı dilimini bu kanuna saklamıştır. Üstelik, bu sefer dünyada eşi benzeri olmayan düzenlemeler öngörülmektedir. 13’üncü maddede düzenlenen borç üstlenimi dünyadaki örneklerden çok farklı hükümler içermektedir. AKP’nin özelleştirme sevdası olan bu madde ile risk devlete, kâr özel sektöre gidecektir. Yatırım ve hizmetlere ilişkin borçlar ile türev ürünlerden kaynaklanan mali yükümlülükler ve riskler devlete kalmaktadır.

Tasarıda, özel sektörün maliyetlerinin vatandaşın sırtına binmesi için de özenle seçilmiş düzenlemeler bulunmaktadır. Finansman anlaşmalarında ve türev maliyetlerde hazine garantisi getirilmesi Hükûmetin ekonomi yönetimindeki başarısızlığını açığa vurmaktadır. Hükûmet, hazine garantisi vermekle aslında kamuya olan güveni de sarsmaktadır ve bu güvensizliği itiraf etmektedir. Devletin bütün külfetleri üstlendiği bu sistemde, AKP bununla de yetinmeyip kanun kapsamında yapılacak yatırımları damga vergisi ve harçlardan muaf tutmaktadır. Bu muafiyetlerin gerekçesinde ifade edilen sözleşme maliyetinin artmaması ve kamunun daha fazla yük altına girmemesi hedefi gerçekten trajikomik bir ifadedir. Bir kere, zaten sağlık yatırımlarının dünyadaki en pahalı yöntemini seçiyorsunuz. Şimdi de sözleşme maliyetini damga vergisi gibi sembolik bir vergiyle düşürmekten bahsediyorsunuz. Bu görüş eğer bir bilinçsizlik örneği değilse gerçekten de milletin aklıyla ve zekâsıyla alay etmektir. Bu tasarı, kamu sağlık sektörünün özelleştirilmesine ve bilhassa yabancılaştırılmasına yol açacaktır.

AKP yabancı yatırımcı hedefini tutturabilir, muhtemelen tutturacak çünkü bu tasarıyla tam bir kapitülasyon yani imtiyaz, ayrıcalık sistemi öngörülmektedir. Yabancı yatırımcılar heyecanla, dört gözle bu kanunun çıkmasını beklemektedir. Kapitülasyon sisteminde bu sistemin ülke ekonomisine hiçbir faydası yoktur. Ülkemizde yabancı sermayenin yatırım yapmasına karşı değiliz ancak yabancı sermayenin asıl yatırım yapması gereken alana, ihracata ve üretime dönük sektörlere yönelmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde ülkeye döviz kazandırılır, cari açık azaltılır, istihdam sorununa çözüm getirilir. AKP ise yabancı yatırımcıya teşviki hizmet sektöründe vermektedir. Üstelik sağlık hizmetlerinde etkinlik ve verimlilik de sağlanamayacaktır.

Neticede, tasarı bu haliyle yasalaşırsa, geçtiğimiz aylarda, son yedi-sekiz aydır medyada çıkan “Dünya devi firmaların gözü Türkiye’de yapılacak dev şehir hastanelerinde.” şeklindeki haberlere son günlerde daha sık rastlanacaktır.

Bu düşüncelerle önergemizi desteklemenizi bekler hepinize saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önergeler kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

14’üncü madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra no.lu tasarının 14. maddesindeki “geri ödenmesi” ibaresi “geri ödenmesi ile finansmana ilişkin diğer hususlar” ibaresinin metinden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

                 Bülent Kuşoğlu                                Rahmi Aşkın Türeli                           Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                       Ankara                                                İzmir                                                İstanbul

                   Haydar Akar                                       Gürkut Acar                                     Nurettin Demir

                      Kocaeli                                              Antalya                                               Muğla

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 14. maddesinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                   Oktay Vural                                      Mehmet Günal                                   Mustafa Kalaycı

                        İzmir                                                Antalya                                               Konya

               Cemalettin Şimşek                                       Ali Öz                                           Erkan Akçay

                      Samsun                                              Mersin                                               Manisa

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Erkan Akçay, Manisa Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14’üncü madde üzerinde verdiğimiz önerge hakkında söz aldım. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu konuya girerken “Bizim Manisa’mızın, Manisa’nın şehir hastanesi ne durumda?” diye Sayın Bakana, Hükûmete sorumu yönelterek konuşmama başlamak istiyorum. 2004-2005 yıllarından bu yana “400 yataklı bölge hastanesi yapacağız.” diye özellikle seçim önceleri vaatlerde bulunuldu. Aradan sekiz-dokuz sene geçti, ortada hiçbir şey yok, ne hastane var ne inşaatın başlaması söz konusu. Bugün yarın, bugün yarın; Manisalı sekiz-dokuz yıldır oyalanıyor. Bu hastane yapılacak yerin arsası 2009 yılı sonu itibarıyla Manisa Belediyesi tarafından Hazineye devrildi ve gerekli tahsisat yapıldı. 

Edindiğimiz bilgilere göre, 23 Aralık 2010 tarihinde hastane inşası için 7 adet ön yeterlilik başvuru dosyası idareye teslim ediliyor. Netice? Netice yok. Aradan iki yıldan fazla bir zaman geçiyor değerli milletvekilleri, ihaleyi hâlâ Hükûmet, Sağlık Bakanlığı yapamamış. Neden?

Şimdi, bu sorunun mutlaka Hükûmet tarafından verilecek bir cevabının olması gerekir. İdarenin hazırladığı ön fizibilite raporunda arsa ve işletme sermayesi yatırımı dâhil toplam yatırım tutarı 122 milyon Türk lirası olarak hesaplanıyor ve Manisa Hastanesi ihalesinde yıllık kira bedeli de 64 milyon Türk lirası olarak belirleniyor. 122 milyon sabit sermaye yatırımı, 64 milyon lira yıllık kira bedeli. Ön fizibilite raporunda belirlenen sabit yatırım tutarıyla karşılaştırıldığında iki yıllık kira bedeli toplamı 128 milyon lira eder; sabit yatırım tutarından 6 milyon lira fazlaya gelmektedir.

Bu rakamlarda değişiklikler olabilir fakat mukayese önemlidir; sabit sermaye yatırımı ve yıllık kira bedeli arasındaki mukayese. Ön fizibilite raporunda yüklenicilerin talep edeceği yıllık kiranın 8 milyon Türk lirası olması öngörüldüğü iddia edilmekte, ihalede belirlenen kira bedeli ön fizibilite raporunda neredeyse 8 katına çıkıyor.

Eğer, benim burada ifade ettiğim rakamlarda bir yanlışlık var ise Sağlık Bakanlığımız lütfen burada tutanaklara geçecek şekilde doğru bilgileri versin, biz de elbette Sağlık Bakanının vereceği resmî bilgilere itibar edeceğiz. Yalnız birkaç defa Komisyonda da çeşitli vesilelerle sormamıza rağmen maalesef bunun son derece açık ve net cevabını alabilmiş değiliz. Bunu bütün Manisalılar merak etmektedir. Bu iş artık yılan hikâyesine döndü ve bir an evvel kamuoyunun, toplumun aydınlatılması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla sağlık hizmetlerinde ne kalite ne etkinlik ne verimlilik ne de bütün vatandaşlarımızın faydalanacağı bir model ortaya konulmamaktadır. Tasarıda bu ideallerin tam tersini ortaya koyacak hükümler bulunmaktadır. Yani neticede, karşılaşacağımız sonuçları şimdiden bir öngörü olarak ifade ediyoruz.

Birincisi: Sağlık hizmetlerinde kalite ve etkinlik ortadan kalkacaktır. Sağlık hizmetleri tamamen özel sektöre devredilecek ve özel sektör de kârlılığını artırmak için hizmet standartlarını düşürebilecektir. Bu bir tehlikedir, bu tehlike mevcuttur.

İkincisi: Sağlık çalışanları özel sektörün işçisi hâline getirileceği için mesleki bağımsızlık ve verimlilik çok büyük zarar görecektir.

Üçüncüsü de: Tasarı ile kamunun sağlık hizmetleri üzerindeki otoritesi ortadan kalkarken sağlık hizmetlerinin kullanıcısı vatandaşlarımız için de olumsuz düzenlemeler vardır.

Sayın Başbakanın beş yıldızlı olarak değerlendirdiği sağlık hizmetlerinden ancak bu hizmetin karşılığını ödeyebilecek kişiler faydalanabilecektir.

Bu düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 417 sıra no.lu tasarının 14. maddesindeki “geri ödenmesi” ibaresi “geri ödenmesi ile finansmana ilişkin diğer hususlar” ibaresinin metinden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

Nurettin Demir (Muğla) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Edirne) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Nurettin Demir, Muğla Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

NURETTİN DEMİR (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 417 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 14’üncü maddesindeki değişiklik önergesi üzerine konuşma yapıyorum.

Şimdi, saygıdeğer milletvekilleri, özellikle pazartesi günü yani 18 Şubatta Silivri’de yaşanan olayların sizlerin huzurunda tekrar altını çizmek istiyorum. Ben, ilk kez gitmedim, en az 15’inci kez gittim ve maalesef buradaki uygulama, buradaki karşılamalar insanlık dışıydı. Bırakın insan olmayı, bırakın tanık olmayı, avukat olmayı, milletvekillerine bile yapılan uygulama gerçekten Türkiye’ye ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı uygulanan çok büyük bir saygısızlıktı. Bizler, milletvekili olduğumuzu, milletin vekilleri olduğumuzu söylememize karşın, oradaki güvenlik güçlerince “Ne yapalım kardeşim, içerisi dolu tıka basa, milletvekilliğin bize sökmez.” gibi muamelelerle karşılaştık. 

Bu nedenle, ben, başta Hükûmet olmak üzere, İçişleri Bakanını buradan kınıyorum. Bir milletvekili barikatları aşmak durumunda kalır mı arkadaşlar? Yani bir milletvekili barikatlardan aşacak, topuğunu kıracak ve iktidarda ya da muhalefetteki milletvekilleri içinden gülecek. Bu olmaz, bu demokrasiye karşı çok büyük bir ayıp.

Bu özellikle 50 milyon doları bulan sağlığın piyasalaşması, tedavi hizmetlerinin artması, Sosyalizasyon Kanunu’nun, 224 sayılı Sosyalizasyon Kanunu ve onu çıkaran Nusret Fişek Hocamızı bir kere daha burada saygıyla…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Milyon değil, milyar dolar…

NURETTİN DEMİR (Devamla) – Evet, milyar dolar. Bu birilerinin ağzını sulandırıyor arkadaşlarım ve iktidar da bunları peşkeş çekmek için elinden geleni yapıyor. Bu bir rant yasasıdır sevgili dostlar.

417 sıra sayılı yasa, İhale Yasası’yla çelişiyor, ne olduğu belli değil, İhale Yasası’nı yok sayıyor. Bu yasa ile ihaleye fesat karıştırılıyor; tekrar altını çiziyorum, fesat karıştırılıyor. Siz fesat karıştırılmadığı hâlde muhalefet partisi belediyelerinin üstüne gitmiyor musunuz, olmadığı hâlde? Peki, bundan sonra nasıl bunun altından kalkacaksınız? Bu yasa ile ihaleye fesat karıştırılırken ülkenin kaynakları, halkın sağlığı birbirine peşkeş çekiliyor. Bu yasa halka, hakka hizmet etmiyor. Niçin bu yasa çıkarılıyor? Gözünü para hırsı bürümüş, kapitalist sömürü düzenine hizmet edecektir. Birileri hastaların ve halkın sağlığını pazarlayacak, cebini dolduracaktır. AKP de bunun için yasal kılıf hazırlamaktadır. Bu yasa sömürüye zemin hazırlayan kılıf yasasıdır. Bu yasa ile hastanelerde sağlık çalışanları ne olacaktır, o hiç belli değil, onunla ilgili hiçbir düzenleme, çalışma yok. Taşeronlaşma artacak, köleleşecektir.

Sevgili arkadaşlar, eskiden şehirlerde parklara gidilirdi. Şimdi, camilerle dolduruyoruz, camiler gidilecek bir yer, tamam ama tiyatrolar kapanıyor, sinemalar kapanıyor ama hastaneler oldukça kalabalık, insanlar hastalanıyor. Peki, oraya ne yapalım? AVM yapalım, AVM’ye sondalı hastalar gider. Efendim “Yüzde 20 üroloji hastalarına indirim yapılır, yüzde 40 da kanser hastalarına yapılır.” diye artık bunları bundan sonra görebileceğiz ve gerçekten tüketim toplumunun esiri oluyoruz saygıdeğer milletvekilleri.

Dolayısıyla, Sayın Bakan, sayın komisyon üyeleri, saygıdeğer milletvekilleri; bu çıkarılan yasa insanları tedavi etmeyecektir, sağlığına kavuşturmayacaktır, daha çok hasta yapacaktır.

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, UEFA Şampiyonlar Ligi’ndeki temsilcimiz Galatasaray Futbol Takımı’na Schalke 04 Takımı’yla yapacağı müsabakada başarılar diliyoruz.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 19.58

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)

----------0----------

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 68’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

417 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon yok, ertelenmiştir.

Sayın Elitaş, buyurun.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

 

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Aslında ara vermeden önce tüm milletvekili arkadaşlarımızın duymasını arzu ederdim. Geçenlerde de böyle bir konu olduğunda  Meclis Başkanlığımız milletvekillerimizin yakınları Hakk’ın rahmetine kavuştuğunda bilgilendirilsin diye istemiştik ama demek ki ihmal olmuş.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Sayın Emin Haluk Ayhan annesini kaybetmiş, merhuma Allah’tan rahmetler diliyoruz; kederli ailesine, Milliyetçi Hareket Partisi camiasına başsağlığı ve sabırlar temenni ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Biz de Allah’tan rahmet diliyoruz.

Buyurun Sayın Tarhan.

 

5.- Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

 

EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Değerli MHP Milletvekilinin acısını paylaşıyoruz ve başsağlığı diliyoruz, kalanlara sağlık diliyoruz efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

6.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, acılarını paylaşan grup başkan vekillerine teşekkür ettiğine ve İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’a geçmiş olsun dileğinde bulunduğuna ilişkin açıklaması

 

OKTAY VURAL (İzmir) – Biz de grup olarak sayın grup başkanvekillerimize acımızı paylaştıkları için teşekkür ediyorum.

Bu vesileyle Sayın Mahmut Tanal’a da geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

4’üncü sırada yer alan 212 sıra sayılı komisyon raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suudi Arabistan Krallığı Hükümeti Arasında Gençlik ve Spor Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (1/348) (S. Sayısı: 212)

 

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan 240 sıra sayılı komisyon raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

 

5.- Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporları (1/488) (S. Sayısı: 240)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan 49 sıra sayılı Komisyon Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

 

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Malezya Hükümeti Arasında 27 Eylül 1994 Tarihinde Ankarada İmzalanan Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasını Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/405) (S. Sayısı: 49)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

7’nci sırada yer alan 192 sıra sayılı Komisyon Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Elektrik ve Enerji Alanlarında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/559) (S. Sayısı: 192)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 21 Şubat 2013 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 20.03

 



(*) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) 417 S. Sayılı Basmayazı 19/02/2013 tarihli 67’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.