17 Nisan 2013 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Mustafa HAMARAT (Ordu)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri beşer dakikadır, Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir.

Gündem dışı ilk söz, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölüm yıldönümü münasebetiyle söz isteyen Malatya Milletvekili Mustafa Şahin’e aittir.

Buyurun Sayın Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

 

 

MUSTAFA ŞAHİN (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; merhum 8’inci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın katledilişinin ölüm yıl dönümü münasebetiyle söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yine, aynı güne tekabül eden, bundan otuz beş yıl önce, efsane belediye başkanlarımızdan rahmetli Hamit Fendoğlu’nun da gelini ve iki çocuğuyla beraber katledilişlerinin de seneidevriyesi münasebetiyle onları da rahmetle, minnetle yâd etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, küreselleşen dünyanın nasıl düşündüğünü, değişim ve dönüşümü siyasetimizin gündemine getiren merhum Turgut Özal olmuştur. Geçmiş bilgilerle bugünün meselelerinin halledilemeyeceğini ifade ederek zihinsel bir devrimin gerçekleşmesine öncülük etmiştir. Dünyada uygulanan modern siyaset anlayışını Türkiye’de oturtmaya ve uygulamaya çalışan, klasik siyaset anlayışı paradigmasını tamamen değiştiren rahmetli Özal olmuştur. Temsilî demokrasiden katılımcı demokrasiye geçilmesinin yapı taşlarını döşeyerek millî iradenin hâkimiyetini muktedir kılacak bir felsefeye sahipti. 21’inci yüzyıla doğru giderken, üç büyük temel hürriyeti gerçekleştirmenin, sımsıkı korumanın, demokratik, uygar dünyanın önde gelen devletlerinden biri olmamızın vazgeçilmez şartı olduğunu görmekteyiz. Bunlardan düşünce, din ve vicdan hürriyeti ile teşebbüs hürriyeti. Enerji, telekomünikasyon, ekonomi politikaları, dış ticaret gibi alanlarda çok önemli gelişmelerin önünü açmıştır. Anayasa reformu, başkanlık sistemi, özelleştirme, eğitim, sağlık, güvenlik reformu gibi birçok alanda da ömrü vefa etmemiştir. İslami kimliği evrensel değerlerle uzlaştıran bir liderdi. İnsanımıza iman, özgürlük ve bilimin ışığında kendi kapasitesini gün ışığına çıkarmanın imkanını sağlamıştır. Özal, devleti ve özel sektörü çok iyi tanıyan, yüzünü topluma dönen, halkın içinden gelen, halkın yanında imajını veren düşünce aksiyon adamıydı.

Değerli milletvekilleri, kurmuş olduğu ANAP’ın, 20 Mayıs 1993 yılında kurmuş olduğu partinin, hemen akabinde, 6 Kasım 1993’te tıpkı AK PARTİ gibi iktidara gelmesi de halk nezdinde ne kadar kabul gördüğünün bir göstergesidir. Aynı dönem 400 milletvekilinden 211’ini ve ikinci genel seçimlerde yine 400 milletvekilinden 292 milletvekilini de kendi partisine kazandırmayı beceren ender şahsiyetlerden birisidir.

Özellikle yapmış olduğu bu değişim ve dönüşümlerle beraber bazı kesimlerin ciddi bir şekilde rahatsızlıklarını ortaya çıkarmış ve o günün… Yapmış olduğu ikinci kongresinde, Kartal Demirağ denilen, hangi düşünce iklimine sahip olduğu, hangi eller tarafından yönlendirildiği hâlâ bir muamma olan o şahsiyet tarafından, zat tarafından suikaste kurban götürülmeye çalışılması ve o suikast neticesinde, hemen kalkar kalkmaz, yine inanmış olduğu değerlere sığınarak, Allah’ın bize vermiş olduğu canı ancak ondan başkasının alamayacağını haykıran, yine dik duran bir şahsiyet ve değerli bir devlet adamımız idi. Siyasi rakiplerinin göstermiş olduğu birçok yanlış adıma rağmen, o, her seferinde, mutlaka “Alışamadık.” diyenlere “Alışacaksınız, alışacaksınız.” sözüyle, siyasi hayatımızda gerçekten sabrı, metaneti ve bir dik duruşun nasıl olması gerektiğini sergilemiştir.

Tabuları yıkarak, cesur, kemikleşmiş yargılardan uzak, değişime, yeniliğe açık bir bakış açısıyla olaylara bakmaktaydı. Siyasette reformcu kişiliğiyle önü çıkan, Türkiye’yi dönüştürün, yapısal reformlara imza atan, yerleşik kuralları altüst eden, 21’inci yüzyılın Türklerin ve Türkiye'nin yüzyılı olacağını söyleyen ve hayatını millete adayan Özal, yine bu uğurda da hayatını veren şahsiyetlerden birisidir.

Yine, cenaze töreninde mahşerî kalabalığın elinde tutmuş olduğu bir pankart vardı: “Sivil, demokrat, dindar Cumhurbaşkanı” Hem Turgut Özal’ın siyasi kişiliğini hem de Türk toplumunun bir cumhurbaşkanında görmek istediği özellikleri anlatıyorlardı.

Değerli arkadaşlar -en son gelişme- faili meçhul kalan bu olayın yine zaman aşımına uğramaması için hazırlanan iddianamenin 13. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesi gerçekten yine bizi ümitlendirmektedir.

Yine o süre içerisinde darbelere zemin hazırlamak için Uğur Mumcuların, Adnan Kahvecilerin, Malatyalı Eşref Bitlis Paşa’nın, Elazığ yolunda 33 askerimizin katledilmesinin, Madımak olaylarının, Başbağlar katliamının, yine, DEP’ten Mehmet Sincar’ın, Jandarma Asayiş Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın şehit edilmesi, Erzurum’da Yavi köyümüzde 35 insanımızın katledilmesi ve 50 kişinin yaralanması, Cem Ersever’in öldürülmesinin de o günün şartlarında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ŞAHİN (Devamla) - …tesadüf olmadığını görmekteyiz.

Bu vesileyle tekrar Cumhurbaşkanımıza Allah’tan rahmet ve sizlere teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Şahin’e teşekkür ediyoruz.

Biz de Başkanlık Divanı olarak merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı saygı ile, sevgiyle anıyoruz.

Gündem dışı ikinci söz, Doktor Ersin Arslan’ın öldürülmesinin 1’inci yıl dönümü ve sağlıkta şiddetin geldiği noktaya ilişkin söz isteyen Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker’e aittir.

Buyurun Sayın Şeker. (CHP sıralarından alkışlar)

 

 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan tam bir yıl önce bir hastasının yakını tarafından bıçaklanarak öldürülen Doktor Ersin Arslan’ı anmak, sağlıkta şiddete bir kez daha dikkat çekmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sizleri ve tüm sağlık çalışanlarını saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Doktor Ersin Arslan otuz yaşında, çok başarılı bir hekimdi. 14 Mart Tıp Bayramı’nda doğmuştu. 17 Nisan 2012’de ameliyattan çıktı, bir hastasının yakını tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Doktor Ersin Arslan’ı bıçaklayan M.G idi. Katil M.G idi ama azmettiren kimdi ya da kimlerdi? Azmettirenler “Doktor efendi dönemi bitti.” diyenlerdi. “Hekimler elini hastanın cebinden çeksin.” diyerek halkı doktora karşı kışkırtanlar azmettiriciydiler.

Evet, Doktor Ersin Arslan’ı M.G bıçakladı. Ancak, Doktor Ersin Arslan’ı asıl öldüren sistemdi değerli arkadaşlar. “Sağlıkta dönüşüm” adı verilen bu sistemle vatandaşa parasız, sırasız, sorunsuz bir sağlık hizmeti vadedildi. Oysaki sağlık hizmetine, söylendiği gibi, sadece nüfus cüzdanıyla ulaşılamıyordu. Aksine, sağlık hizmetinin her kademesine katkı, katılım payı ilave ücretler getirilmişti. Sağlık hizmeti sırasız da değildi. Kuyruk her geçen gün uzadı çünkü performans sistemi hastane yönetimlerini, hastane yönetimleri de doktorları daha fazla sayıda hastaya bakmaları için zorlamaya başladı. Sağlık hizmeti sorunsuz da değildi, çünkü, daha fazla hastaya bakmak için muayene süresinin de azalması gerekiyordu. Böylece, vatandaş hayal kırıklığına uğrarken, sistemin diğer tarafında yer alan doktorların iş yükü arttı. Doktorlar ve sağlık personeli, kendilerini 7/24 esnek, kuralsız, baskı ve risk altında bir ortamda çalışırken buldular.

Şimdi, bir sistemi düşünün ki: Bir günde doktor 200-230 hastaya bakmaya zorlanıyor. Kendinizi vatandaşın da yerine koyun, doktorun da yerine koyun. Çocuğunuzu, 150 hastayı görmüş bir doktorun beş dakikayla sınırlanmış muayenesine teslim eder misiniz? Ya da tartaklanma, hakarete uğrama, öldürülme kaygısı altında, bir günde yüzlerce kişinin derdine derman olmaya çalıştığınızı düşünün. İşte, sistem bu. Sistemin planlayıcıları, uygulayıcıları iki tarafı da mutsuz, huzursuz, mağdur ediyor. Ancak, sorunlar ortaya çıktığında doktoru hiç düşünmüyor, vatandaşı da “Sorunun nedeni doktor.” diyerek doktora karşı kışkırtıyor ve sonuçta, hastayla doktor karşı karşıya geliyor.

Bu sistemin ne getireceği önceden belli. Meslektaşlarımız, tabip odaları, sağlık sendikaları tarafından bakan, bürokratlar sürekli uyarılıyor. Bu seslere kulak vermek bir yana dursun, doktorlara savaş açılıyor, doktorları halkın gözünde küçük düşürecek imalarda, ithamlarda bulunuluyor, doktorlar ve sağlık çalışanları hedef tahtasına çevriliyor. Ve 17 Nisan 2012’ye gelindiğinde korkulan oluyor, sistem gencecik bir doktorun, çok başarılı, çalışkan, fedakâr bir doktorun canını alıyor.

Peki, bu bir yılda sağlıkta şiddet azaldı mı? Sağlıkta şiddetin azalması için ne tür tedbirler alındı? Doktorlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hız kesmeden devam ediyor. 2012 Mayıs ayından 2012’nin sonuna kadarki yedi aylık süreçte doktor ve sağlık çalışanlarına yönelik saldırı sayısı 4.425 sevgili arkadaşlar. Bu rakam, bizzat Sağlık Bakanı tarafından verilmiş rakamdır.

Değerli arkadaşlar, çalışanlarının yüzde 60’ının şiddete uğradığı başka bir meslek gösterebilir misiniz? Hastaneler dışında, binlerce saldırının gerçekleştiği başka bir iş yeri gösterebilir misiniz? Sağlıkta şiddetin azalması için alınan önlemler ise güvenli görevlisi sayısının artırılması, kamera sayısının artırılması gibi fiziksel tedbirlerle sınırlı kalmıştır. Oysaki, caydırıcılık açısından sağlık çalışanına şiddetin cezasının artırılması gerekiyor. Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten yaralama” başlıklı bölümünde eğer kamu çalışanına yönelik bir yaralama varsa bu ceza artırılabiliyor ancak özel sağlık kurum ve kuruluşunda çalışan doktorlara ya da çalışanlara şiddet uygulayanlar bu ceza artırımından kurtulabiliyorlar.

Diğer yandan, sağlık çalışanına şiddet uygulayanlar tutuksuz yargılanmak üzere hemen salıveriliyorlar. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tutuklama kararına ilişkin sayılan hâller arasında sağlık çalışanına şiddet uygulayanların tutuklu yargılanmaları yönünde mahkemelerin kanaat kullanacağı şeklinde net bir ifade yok.

Her iki boşluğu gidermek üzere hazırladığım ve Meclis Başkanına sunduğum kanun teklifinin bir an önce Genel Kurula gelmesi ve kabul edilmesi için desteğiniz önemli. Bu destek, sağlıkta şiddet sona ersin diye çok önemli. Bu destek, başka Ersinler ölmesin diye çok önemli. Bu anlamda, desteğinizi esirgemeyeceğinizi umuyor; zamansız, nedensiz bir şekilde hayatı sonlandırılmasaydı ülkemize çok önemli hizmetler vermeye devam edecek olan değerli meslektaşımız Doktor Ersin Aslan’ı rahmetle anıyor, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şeker.

Gündem dışı üçüncü söz, Adana ve ilçelerinin sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Sayın Ali Halaman’a aittir.

Buyurun Sayın Halaman. (MHP sıralarından alkışlar)

 

 

 

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Adana ve ilçelerinin sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Böyle bir imkânı verdiği için Başkan Bey’e teşekkür ederim. Yüce heyetinizi en kalbî duygularımla selamlarım.

Ben, sorunlara geçmeden önce… Siyasetçi zaman zaman bölgesinin sorunlarını, problemlerini gündeme taşıma noktasında görev alır. Dolayısıyla bunun için maaş alır yani devlet siyasetçiye maaş verir, “Benim sorunlarımı, problemlerimi iyi günde, kötü günde Türkiye Büyük Millet Meclisine taşı.” der. Dolayısıyla, ben zaman zaman kendi bölgemize gittiğimde on yıldır iktidar olan parti için şöyle diyorlar: “Yeni bir akil adam çıkardılar. Ama oy isterken hizmet edeceklerini söylediler. Biz oy verdik ama şimdi bir akil adam, ayrıştırma, bölüştürme, parçalama dolayısıyla bizim sorunlarımızdan uzak böyle bir hâlin içinde.” diyorlar. Dolayısıyla, mevcut iktidara kendi bölgemizin insanı sitem ediyor. Yani “Bizim sorunlarımızla, problemlerimizle ilgilenmeyi bıraktı, bu memlekette Türklükle, dolayısıyla sosyal hayatımızla, manevi hayatımızı değişik değişik, parça parça, didik didik etmeye uğraşıyor.” diyorlar. Bundan haberiniz olsun.

Yine, Adana’nın 15 tane ilçesi var. Adana’nın ilçelerinden bir tanesi Saimbeyli. Saimbeyli Adana’ya 157 kilometre, dolayısıyla çok eski bir ilçe, millî mücadelenin soluk aldığı bir yer. 25 tane köyü var, 3 tane mahallesi var, genelde o bölgenin insanlarının geçimi… Üzüm bağları var, kirazı var; orman bölgesi olması dolayısıyla orman işleri var, insanlar orman kesimiyle ilgilenirler, bir bölgesinde de daha çok hayvancılıkla uğraşırlar. Okuryazarı çok ve sosyal hayata, siyasi, ekonomik konulara duyarlı insanları var ve Adana’mızın en eski ilçelerinden yani 1920’den bu tarafa bir ilçe. İsmi Saimbeyli. Saimbeyli olmasının yegâne sebebi: Millî mücadelede çok derli toplu mücadele veren bir hukuk fakültesi öğrencisinin okulunu yarıda bırakarak Saimbeyli’yi Fransız işgalinden def etmek için orada mücadele eden, rahmetli olan ve ismi bugün Saimbeyli olarak anılan bir ilçemiz.

Saimbeyli son günlerde özellikle bu 2/B Yasası’yla ilgili bundan dolayı çok mağdur olan, uzun dönem oturdukları alanları şimdiki Hükûmet tarafından “Size fahiş fiyatla satacağız.” denmesinden müthiş rahatsız. Dolayısıyla, birinci, ikinci kanun çıktı, bunun üçüncüsünü de bekliyorlar.

Yine, geçmiş dönemde bu ilçenin grup yolları, içme suyu, köy yolları, buna benzer şeyler hizmet edilmekle beraber, bugün, on yıldır, bunların hiçbiri tamamlanmamış.

Yine, bu Kayseri Develi dediğimiz Saimbeyli’ye bağlanan, Feke-Kozan üzerinden Adana ile bağlanan yollar tamamlanmamış, dolayısıyla başlanmamış.

Saimbeyli ilçemizde, 2012 yılında, bu iktidar, bu geçmişi olan Saimbeyli ilçesinin adliyesini, dolayısıyla kadastrosunu kapatmış. Dolayısıyla, Saimbeyliler, kendi adliyesini ve kadastrosunu tekrar yeniden istiyorlar.

En son, AKP’li Belediye Başkanı var orada, işini gücünü bırakmış, orada bakkalı olan 3-5 tane arkadaşa sanki “İşini terk et.” der gibi, bu yeni marketler zinciri dedikleri BİM’e yeni yer veriyor. Dolayısıyla, bu tip ilçelerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ HALAMAN (Devamla) – …bu marketler zincirini getirmek doğru bir şey değil.

Ben, hepinizi saygı, sevgiyle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Halaman.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Şimdi, sisteme giren arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Atıcı…

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, cevap vermek istiyorum.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Pardon Sayın Atıcı, bir saniye efendim…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, bugün…

BAŞKAN – Sayın Atıcı, bir saniye… Sayın Bakan cevap vermek istiyormuş.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Efendim, söz verdiniz, sözümü tamamlayayım, daha sonra eğer arzu ederseniz.

BAŞKAN – Hayır, Sayın Bakana…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, bana da… Bana söz verdiniz, sözümü izin verirseniz tamamlayayım.

BAŞKAN – Sayın Atıcı, sayın bakanların konuşanlara cevap verme hakkı var.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, artık, söz verdiniz…

BAŞKAN – Lütfen, ondan sonra, belki Bakan sizinkine de cevap verebilir.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, o geçti artık.

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, o geçti, o dönem geçti. Bana söz verdiniz, sözünüzü tutunuz.

BAŞKAN – Ben görmedim efendim, kusura bakmayın, bir şey olmaz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Efendim “Sayın Atıcı” diye tutanaklarda var.

BAŞKAN – Sayın Atıcı, rica ediyorum, usulümüz böyle. Sayın Bakanlar cevap verebilir, sonra da arkadaşlara sırasıyla söz veririz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Efendim, söz verdiniz artık, sözümü kestiniz.

BAŞKAN – Görmedim efendim, lütfen.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Geçti o artık, o dönem geçti. Bunu protesto ediyorum.

BAŞKAN – Neyi protesto ediyorsunuz?

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yapmayın Allah aşkına, böyle geri dönüş olur mu?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum.

Efendim, özellikle, gündem dışı konuşma yapan Adana Milletvekilimiz Sayın Ali Halaman’ın konuşmasına cevap vermek için söz aldım, herkesi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu belirteyim yani bizim projemiz birlik, beraberlik, kardeşlik projesi. Zaten, biz, bütün bir milletin birlik, beraberlik, kardeşliğini pekiştirmek için bu projeyi yürütüyoruz, kardeşlik projesi. Ayrıca, Başbakanımız her zaman söylüyor: “Tek vatan.” diyor, “Tek devlet.” diyor, “Tek millet.” diyor “Tek bayrak.” diyor, bundan daha güzeli var mı? Hepimiz bunu arzu ediyoruz.

Tabii, bu arada, ben rahmetli Özal’a Allah’tan tekrar rahmet niyaz ediyorum. Gerçekten Türkiye’nin önünü açmasında büyük hizmetleri oldu. Biz de onun hatırasına Malatya’da bir baraja Sayın Başbakanımızın talimatıyla ismini verdik, ruhu şad olsun.

Ayrıca, az önce Değerli Milletvekilimiz Ali Bey, Saim Bey’den bahsetti, hakikatten Saim Bey bir kahramandır. Ben de Saim Bey’in tarihini okumuştum, gerçekten Fransızlara karşı mücadele edip orasını kurtaran kahramanlardan birisi, onun da ruhu şad olsun. Yani, bu insanların ismini yaşatmamız lazım, zaten onun adının ilçeye verilmesi de bizim için gerçekten gurur vesilesi. Allah rahmet eylesin.

Şimdi, efendim, tabii Saim Bey’le ilgili bu problemlerin tamamını ben aldım, ne gerekiyorsa tabii yapacağız. Elbette, Sayın Vekillerimiz burada birtakım eksikler varsa, tenkitler varsa onları söyleyecekler. Ama bunu, özellikle bu tür tenkitleri veya talepleri yaparken Adana’ya yapılanlardan bahsederlerse, marifet iltifata tabii bu bakımdan faydalı olur, çalışanların şevk ve heyecanını artırır diye düşünüyorum.

Bakın, ben çok kısa olarak, çok kısa söz aldım. Özellikle, biz, Adana’ya son on yılda yaklaşık 6,1 milyar TL yani 6,1 katrilyon yatırım yapmışız. Bunların arasında bizim, tabii, Adana’ya, Orman ve Su İşleri Bakanlığı açısından çok büyük yatırımlarımız var. Yani şu ana kadar tam 400 bin dekar araziyi modern sulamaya açtık Adana’da. Bunun dışında, çok sayıda dere ıslahını gerçekleştirdik.

Projelerden bir kısmı, Çotlu Pompaj Sulaması İnşaatı, Aşağı Seyhan Ovası sulama kanallarıyla ilgili çalışmalar, gene “Aşağı Seyhan Ovası IV. Merhale Sulama ve Drenaj” işlerinin tamamını bitirdik.

Aslantaş II’nci Merhale Projesi’nde, Cevdetiye Sağ Sahil Dilekkaya Cazibe Sulaması ile 4.960 dekar araziyi sulamaya açtık. Gene Cevdediye sağ ve sol pompaj sulamasının birinci kısmını tamamlayarak 44.340 dekar araziyi sulamaya açtık.

Bunun dışında, Yumurtalık Ovası Cazibe Sulaması ile 64.100 dekar araziyi sulamaya açtık.

Misis I. Merhale Projesi’ni yürütüyoruz.

Drenaj projeleri var, bunlardan bahsetmeyeceğim.

Bunun dışında Yüreğir’de Adana’yı da taşkından koruyacak olan Yüreğir Kılıçlı Göleti ve sulamasını tamamladık.

Bunun dışında, tam 16 tane derenin ıslahını yaparak 5 tane ilçe, 13 tane köyü… Saimbeyli ilçe merkezi de dâhil bakın, oradaki Obruk Deresi de dâhil, tam 16 tane derenin ıslahını gerçekleştirdik. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.

İnşaat safhasında çok büyük sulama tesislerimiz var. Özellikle burada bir müjde daha vermek istiyorum: Biliyorsunuz, Adana’nın hasretle beklediği 75 bin hektar yani 750 bin dekarlık alanı sulayacak olan İmamoğlu Ovası sulamasıyla ilgili işler çok hızlı yürüyor. Özellikle iletim kanalında yüzde 40’ı yakaladık ve 14.600 metrelik iletim kanalı yapım işini kısa zamanda tamamlayacağız.

Ayrıca, İmamoğlu sulaması 1’inci kısım ile 45.520 dekar araziye hizmet edecek tesislerle ilgili yüzde 50’si bitti, kalanı da önümüzdeki yıl tamamlayacağız.

Ayrıca, İmamoğlu sulaması S1 Ana kanal ve Şebekesi, Adana-Misis 2’nci Merhale Cazip Sulaması, bunlar hızla devam ediyor. Bunları özellikle vurgulamak istiyorum.

Bunun dışında 18 tane dere ıslahı daha devam ediyor. Bunu da özetle vurgulamak istiyorum.

Proje safhasında çok sayıda projemiz var ama bu arada Adana’da 13 tane gölet ve sulamasını programa aldık ve bu şekilde 38.860 dekar araziyi Adana’da sulayacağız. Bunlar çok önemli olduğu için vatandaşlarımız da merak ediyor. İlk defa açıklıyoruz, o bakımdan izninizle bunların isimlerini sadece hızla okuyacağım. Aladağ Dölekli Göleti, Aladağ Dölekli Göleti Sulaması; Pozantı’da Yağlıtaş Göleti, Pozantı’da Yağlıtaş Göleti Sulaması; merkezde Sarıçam Karlık Göleti ve Sulaması; merkezde Sarıçam’da Baklalı Göleti, merkezde Sarıçam Baklalı Göleti Sulaması; Kozan’da Bağtepe Göleti Sulaması, Zerdali Göleti Sulaması; Karaisalı’da Demirçit Göleti ve Sulaması; Kozan’da Postkabasakal Göleti Sulaması, Meletmez Göleti Sulaması ve 13’üncü de Aladağ Kasımlı Göleti ve Sulaması olmak üzere 13 tane projeyi gündeme aldık.

Az önce Sayın Vekilim ormancılık faaliyetlerinden bahsetti. Tabii Saimbeyli de ormanlık bir alan. Biz orman köylülerine her türlü desteği veriyoruz. Hatta ben arkadaşlarıma şunu söyledim: “Orman teşkilatı orman köylülerinin hasmı değil, hısmıdır.” Bu konuda her türlü desteği veriyoruz. Hatta şu anda bir yönetmelikle özellikle orman köylülerine yakın olan bozuk orman alanlarını onlara gelir getirici birtakım, cevizdir, bademdir, fıstık çamı gibi ürünleri de bizzat dikiyoruz. Üç yıl bakımı orman teşkilatına ait ama geliri tamamen taksim ediyoruz. Kura çekilerek vatandaşlara kaç tane ağaç düşüyorsa bunları teslim ediyoruz.

Adana’da da son on yılda 1 milyon 270 bin 270 dekar alanda çalışma yapılmış, özellikle 125 milyon adet ağaç, fidan toprakla buluşturulmuştur. Adana’da yaban hayatıyla alakalı bir alan vardı. Bu alanla ilgili problemi de çözdüğümüzü özetle burada vurgulamak istiyorum.

Tabii, Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz, 12 tane otomatik meteoroloji ölçüm istasyonu kurdu. Bunlar; Adana merkez, Karaisalı, Karataş, Kozan, Ceyhan, Yumurtalık, Pozantı, Ceyhan’da TİGEM, İmamoğlu, Çukurova Tarım İşletmesi, Saimbeyli ve Tufanbeyli’ye de otomatik meteorolojik ölçüm istasyonu kurduk. Artık Saimbeyli’nin hava durumunu dünyanın her yerinden görmek mümkün. Şu anda 4 tane daha talep oldu. Sayın Vekilim, onların da kurulma talimatını verdim. Feke, Aladağ, Sarıçam ve Çukurova’ya 4 tane daha kurulacak.

Tabii, sadece biz hizmet etmiyoruz, diğer bakanlıklarımız, mesela Sağlık Bakanlığımız hakikaten arada çok büyük hizmet yapıyor. Hatta, biz, Adana’yı Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın, bilhassa Arap ülkelerinin bir sağlık turizm merkezi hâline getirmek için bir çalışma yaptık, hatta DSİ’nin alanları vardı, Sağlık Bakanlığına bunu devrettik. Şu ana kadar 4 devlet hastanesi olmak üzere, 35 sağlık tesisi hizmete alındı.

Millî Eğitim Bakanlığımız 4.830 yeni derslik inşa etti ve özellikle Adana’da bulunan mevcut üniversiteler bünyesinde, vakıf üniversitelerinde 12 olmak üzere toplam 24 birim hizmete alındı.

Tabii, yoldan bahsedildi. Bakın, Adana’daki yollar gerçekten… Biz de eskiden Adana’nın hâlini biliyoruz. Adana’ya ulaşmak büyük problemdi ama artık Adana’ya otobanlarla ulaşmak mümkün. Ayrıca, 133 kilometre bölünmüş yol bizim dönemimizde yapıldı Adana’ya. İnşallah daha da eksikler varsa, Sayın Vekilim hangi yol eksikse onları da takip edeceğim.

Adana’da tarım çok önemli, sulamalar önemli. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız da son on yılda, bakın, 1 milyar 660 milyon TL’lik bir zirai destek vermiş.

TOKİ destan yazıyor Adana’da. 1 milyar 58 milyon TL son on yılda yatırım yapmış ve 12.896 adet konutu inşa ederek Adanalıların hizmetine sunmuş.

KÖYDES ve BELDES kapsamında çalışmalar yapılıyor, yapılmaya devam ediyor.

Yani, özellikle Adana gerçekten bizim kalbimizde. Adana’mız o bölgenin gerçekten gurur duyduğumuz bir ili. Bizim de Adana’nın hizmetkârı olarak elimizden gelen, tabii, orman ve su işleriyle ilgili barajlar, göletler, sulama tesisleri, içme suyu temini ve bunun dışında orman faaliyetleriyle ilgili, millî parklarla ilgili ne gerekiyorsa yapmak da bizim boynumuzun borcu.

Tabii, vekilimizin taleplerini de aldım, inşallah Saimbeyli’yle ilgili onu da takip edeceğim. Tabii, sadece Saimbeyli yok, orada Tufanbeyli var. Bu arada onu da rahmetle anıyoruz Saim Bey gibi.

Ben bu duygularla herkesi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, bir söz talebim olabilir mi?

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Atıcı, buyurun.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bugün Doktor Ersin Arslan kardeşimizin katledilişinin tam birinci yıl dönümüdür. Sağlıkta dönüşüm programı nedeniyle hekimler öldürülüyor, sağlık çalışanlarına şiddet de tam 17 kat artıyor. İşte biz, bugün bu elimde tuttuğum pankartla sağlıkta şiddeti kınıyoruz, sağlıkta dönüşümün doktorların ölümüne sebep verdiğini söylüyoruz. Başta Başbakan olmak üzere Sağlık Bakanının da söylemlerine dikkat etmesi gerektiğini ve hekimleri öldüren, sağlık çalışanlarını perişan eden, şiddete uğratan bu sistemin derhâl gözden geçirilerek ıslah edilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Atıcı.

Sayın Halaman, bir soru soracakmış galiba.

Buyurun.

ALİ HALAMAN (Adana) – Soru değil Sayın Başkanım.

Ben teşekkür ederim, Sayın Bakana da teşekkür ediyorum açıklamalarından dolayı, Allah razı olsun diyorum ama şöyle: Bu, söylediklerinin hepsi geçmiş dönemde zaten yapılmak üzereydi. Dolayısıyla, ben Yedigöze Barajı’nın nasıl yapıldığını, HES’e dönüştüğünü, SANKO’ya nasıl verildiğini biliyorum. Dolayısıyla, bana, Sayın Bakanım… Saimbeyli Karakuyu’da Göller Bölgesi var, buranın içme suyu projesi. Dolayısıyla, o bölgeye genelde bizim Kadirliler, Sumbaslılar, Kozanlılar gider. On senedir bu sulama projesiyle ilgili nokta kadar bir emekleri oldu mu? Onu söylemesi yeter. Kendisine teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Halaman.

Sayın Yetiş…

 

 

 

MUHAMMED MURTAZA YETİŞ (Adıyaman) – Sayın Başkanım, insanların sağlık hakkı, yaşam hakkı en kutsal haklardan biridir. İnsanlara bu hizmeti verebilmek için bütün ömrünü tüketen Doktor Ersin Arslan kardeşimiz, bir yıl önce bugün elim bir hadise sonucu hunharca katledilmiştir. Bütün siyasetçilerin, yöneticilerin, STK’larımızın ve kanaat önderlerinin yüksek dille bu meseleye ilişkin tepkilerini ortaya koymaları gerekir. Hekim-hasta arasındaki derin dostluk, hekimliğin onuru ve toplumsal saygınlığı korunmalıdır, şifanın dağıtıcı eli olan hekimliğin dokunulmaz olduğunun altı çizilmelidir.

Bu vesileyle tekrar, kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yetiş.

Sayın Öğüt… Yok.

Sayın Dedeoğlu…

 

 

 

MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Kahramanmaraş Afşin-Elbistan Termik Santrali’miz ve Kahramanmaraş Elbistan’daki şeker fabrikamız özelleştirme kapsamının içerisinde. Burada çalışan personellerimiz çok büyük sıkıntı içerisinde. Bu özelleştirme kapsamının içerisinde kendilerinin pozisyonu ne olacak, çıkışları mı verilecek, yoksa tam kadroya mı alınacaklar, özellikle şeker fabrikasında çalışan personellerimiz bu konuda çok büyük sıkıntıdalar.

Bunun dışında, yine en büyük problemlerden bir tanesi taşımacılıkla ilgili. Gerek termik santralin olsun gerekse şeker fabrikasının olsun gerekse de Elbistan-Afşin-Kahramanmaraş arasındaki taşımacılıkta çok büyük sıkıntılar var. Sayın Bakanım, bu konuda sizin şahsınızda Hükûmetten rica ediyoruz, bu konuların, bu kuzey kazalarımızdaki bu sıkıntıların derhâl yerine getirilmesini rica ediyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dedeoğlu.

Sayın Sakine Öz…

 

 

 

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, sağlıkta şiddet hız kesmeden devam ediyor. Sağlıkta dönüşüm ve performansa dayalı sistemde getirilen nokta, sağlık çalışanlarını gelir kaybı tehdidiyle çalıştırmaya devam ediyor.

Ben de buradan bir kez daha Doktor Ersin’i anıyor, sağlık çalışanlarının bir günlük iş bırakma eylemlerini destekliyorum.

Ayrıca, köy enstitülerinin kuruluşunun 73’üncü kuruluş yıl dönümünü kutluyor, bütün Atatürkçü ve laik eğitimcileri saygıyla ve şükranla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öz.

Sayın Akova…

 

AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

6/12/2012 tarihinde, Suriye’den kaçak olarak ülkemize sokulan zeytinyağı hususunu ve sektörümüzü olumsuz etkileyen bu durumun incelenip önlenmesi için yapılması gerekenleri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in cevaplandırması için soru önergesi verdim. Gelen cevapta Suriye’den ülkemize kaçak olarak zeytinyağı sokulmadığı belirtilmiştir. Ancak gazetelerde hâlen yer alan haberlere göre, Suriye’de Azez, Manbej ve El Bab’da zeytinyağı fabrikalarını yağmalayan Özgür Suriye Ordusu militanlarının çalıntı yağları Türkiye’ye soktuğu ve kaçak zeytinyağlarının litre fiyatının tankerle toptan satışlarda 1,25 liraya kadar düştüğü belirtilmektedir. Bu sezon nasıl tüketileceği veya ihraç edileceği bilinemeyen 200 bin ton üretimin üzerine Suriye’den kaçak olarak yurda sokulan kendi üretimimizin yüzde 20’si civarında zeytinyağı da eklenince, bu kadar zeytinyağının pazarlanmasında yaşanacak sorunlar düşünülünce yerli üreticilerin mağduriyeti nasıl giderilecek? Zeytinyağının sınırdan kaçak olarak geçmesini engellemek için ne gibi önlemler alınacak?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akova.

Sayın Hamzaçebi…

 

 

 

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün 8’inci Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın 20’nci ölüm yıl dönümü. Kendisini Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak rahmetle anıyoruz. Turgut Özal, ekonomimizin dışa açılmasında, rekabetçi bir yapıya kavuşmasında ezberleri bozmuş, büyük atılımlar yapmış bir insandı. Kendisini tekrar rahmetle anıyoruz.

Bugün ayrıca Doktor Ersin Arslan’ın 1’inci ölüm yıl dönümü. Görev başında uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmiş olan Ersin Arslan’a Allah’tan rahmet diliyorum ve gerek sağlık çalışanlarının gerekse tüm çalışanların şiddetten uzak bir ortamda çalışabileceği bir ortamı yaratmak ümidiyle hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hamzaçebi.

Sayın Işık…

 

 

 

MUHARREM IŞIK (Erzincan) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli Başkanım, sizin aracılığınızla duyurmak istiyoruz: Bugün Ersin Arslan’ın katledilişinin yıl dönümü. Tabii, bu bir senelik süre içinde tam 7 binden fazla hekime ve sağlık çalışanlarına tekrar şiddet uygulandı, hiçbir önlem alınmadı. Kurulan komisyonun verdiği kararlara baktığımız zaman, eh işte, bazı olumlu şeyleri var ama kesin sonuçlar çıkmıyor. İki maddelik bir yasa talepleri var, bu yüce Meclis istediği zaman yarım saatte her türlü yasayı çıkarırken bu yasayı getirmiyorlar. İki maddelik bir yasa çıkarılmasını istiyorlar, bunun gelmesi gerekiyor. Ayrıca ikna odaları diye durmadan feryat ettiniz, odalar şu anda malum sendika tarafından sağlık çalışanlarına mobbing olarak uygulanmaktadır ve özellikle kamu hastane birliği başkanları ve o sağlık sendikalarının başkanları aracılığıyla şu anda şiddetle devam etmektedir. Bunu da kınıyoruz ve bunun da tedbirinin alınmasını istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Işık.

Sayın Topal…

 

 

RAMİS TOPAL (Amasya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Benim sorum Bakanımıza: Sayın Bakanım, Amasya’da büyük umutlarla temelini attığınız Aydınca Barajı dört beş aydır durmuş vaziyettedir. Bu Aydınca Barajı’nın inşaatını yapan firmalar sık sık değişmekte, burada çalışan hem işçiler hem de firmaya iş yapan, malzeme veren Amasyalılar mağdur olmaktadır. Amasyalılara çok kısa sürede sözünü verdiğiniz bu Aydınca Barajı’nın durumu nedir? Bu, Aydınca Barajı’nı yapmaktan vazgeçtiniz mi, yoksa en kısa sürede bitecek mi? Ben, bunu Amasyalılar adına size sormak istiyorum.

Teşekkür ederim.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Devam ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Topal.

Sayın Dora…

 

 

EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan.

Bugün Ezidilerin Çarşema Sor Bayramı’dır. Ezidi kültüründe hem yeni yılın başlangıcının hem de tabiatın yeniden doğuşunu ifadesi olan Çarşema Sor Bayramı’nı kutluyorum. Bu bayramın insanlar arasındaki ilişkilere, barışa ve huzura vesile olmasını temenni ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dora.

Sayın Bakan, cevap vermek ister misiniz?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, herhâlde bir tek ben kaldım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Grup başkan vekilleri olarak bizlere de söz verirseniz…

BAŞKAN – Efendim, 10 kişiye veriyoruz biliyorsunuz. Sayın Bakanın yirmi dakika hakkı var, on dakika konuştu, dolayısıyla cevap vermek isterse diye sordum.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – 10 kişi oldu efendim, kusura bakmayın.

Buyurun Sayın Bakan.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) –…grup başkan vekillerine söz vermeniz için bekliyoruz yani ama…

HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Efendim, benim de Sayın Bakana suyla ilgili sorum var.

BAŞKAN – Tamam, ayrıca vereyim.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) –…şu anda Meclis Başkanıyla görüşmeye gitmemiz gerekiyor.

BAŞKAN – Hayır, hayır, şimdi bunun pazarlığı yok, her sefer 10 kişiye.

 

 

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; özellikle sayın vekillerimizin bazı sualleri oldu, onları da dikkatle takip ettim. İnşallah bir kısmı benim Bakanlığımla alakalı bir kısmı da diğer bakanlıklar, Ulaştırma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığıyla alakalı. Onları tabii, takip edeceğiz.

Hakikaten hekimlere ve sağlık çalışanlarına şiddeti biz de kınıyoruz. Gerekli tedbirler alınıyor, daha da muhalefetin başka tavsiyeleri varsa onları da dikkate alacağız.

Bunun dışında, Sayın Dedeoğlu Elbistan’daki taşımacılıktan ve oradaki termik santralden bahsetti. Onları Ulaştırma Bakanımıza ileteceğim.

Bunun dışında, Amasya Vekilimiz, Aydınca Barajı yürüyor, yürüyecek, sözümüz bakidir. Ben de takip ediyorum, size daha da geniş bilgiyi vereceğim.

Diğer konular Sağlık Bakanlığıyla alakalı, onları da ileteceğiz.

Kaçak zeytinyağı konusunda Sayın Bakan bir açıklama yapmıştı ama ben Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımıza tekrar sizin sorunuzu ileteceğim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, bu Göksu Nehri üzerindeki barajlarla ilgili de vatandaşlarımız sizden bilgi istiyor.

ORMAN VE SU İŞLERİ  BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Göksu Nehri üzerindeki barajları da not aldım. Sayın Halaman…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok, Silifke Göksu Nehri üzerindeki barajlarla ilgili olarak biz bilgi istiyoruz.

ORMAN VE SU İŞLERİ  BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Tamam, onları da takip edeceğiz. Göksu Nehri üzerindeki birtakım baraj ve göletleri da takip edeceğim, onlarla ilgili de sizlere detaylı bilgi vereceğim.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakan, Gemerek’te Kartalkaya Barajı’yla ilgili sorum vardı.

ORMAN VE SU İŞLERİ  BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Tamam, onlarla ilgili sizlere yazılı olarak cevap vereceğim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakanım.

Sayın Baluken, buyurun.

 

 

 

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bugün Sayın Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın ölümünün 20’nci yıl dönümü. Özellikle Kürt sorunu ve Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda yirmi yıl önce ezberleri bozan, cesur politikaları devreye koymaya çalışan bir anlayışa sahip olduğu için Sayın Özal’ın öldürüldüğünü düşünüyoruz. Bu konuda kamuoyundaki şüpheler giderilmemiştir. Son Adli Tıp raporları hâlâ kamuoyundaki beklentileri karşılamamaktadır. Bir Cumhurbaşkanımızın ölümü üzerindeki sır perdesinin mutlaka kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu ölümle ilgili bütün ayrıntıların kamuoyunu tatmin edecek şekilde paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz.

Yine bugün, geçen yıl bir hasta yakını tarafından katledilen Doktor Ersin Arslan’ı kaybedişimizin 1’inci yıl dönümü. Aradan bir yıl geçmesine rağmen, sağlık emekçilerine ve hekimlere yönelik şiddet maalesef artarak devam ediyor. Bu konudaki -Meclis araştırma komisyonunun da yaptığı çalışmalarda- temel sebebin Sağlıkta Dönüşüm Projesi olduğu kamuoyu tarafından da biliniyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Özellikle biz, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir an önce kaldırılması, sosyal devlet olma ilkesi gereği herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz, ana dilde sağlık hizmetinin verilmesi gerektiğini tekrar yeniliyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baluken.

Sayın Şandır…

 

 

 

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Milliyetçi Hareket Partisi Gurubu olarak biz de sağlık çalışanlarının gördüğü şiddeti kınıyoruz. Onların bu yöndeki direnişini, tepkisini paylaşıyoruz, acılarını paylaşıyoruz. Ayrıca, hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarına Yüce Allah’tan rahmetler diliyoruz.

Ben bir daha, Sayın Bakandan, özellikle Mut ve çevresinde yaşayan insanlarımıza, Silifke’de yaşayan insanlarımıza Göksu Nehri üzerinde kurulması planlanan barajların proje çalışmaları, yapım çalışmaları, ihale çalışmaları konusunda detaylı bir bilgi verilmesini -çünkü, köylümüz bekliyor her ne kadar bize bilgi veriliyorsa da vatandaşımıza da bilgi verilmesini- istirham ediyorum.

Bunları arz etmek için söz aldım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şandır.

Sayın Aydın…

 

 

 

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Biz de AK PARTİ Grubu olarak, ebediyete intikalinin 20’nci yılında, eski Başbakan ve Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal’ı rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Rahmetli Özal, Türkiye’nin değişim ve dönüşümüne, dış dünyaya açılmasına öncülük etmiştir. Şahsiyetli bir siyaset adamı ve aynı zamanda değerli bir devlet adamı olarak tüm sıkıntılara ve engellemelere rağmen Türkiye’nin demokratik yapısının güçlenmesi ve kalkınma hamlesinin başarıya kavuşması için milletle ele ele ciddi mücadelelerde bulunmuş ve önemli başarılar elde etmiştir.

Bir kez daha kendisini rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.

Aynı şekilde, AK PARTİ Gurubu olarak her türlü şiddeti ve bu arada sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti de kınadığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum ve bu vesileyle, uğradığı şiddet neticesinde hayatını kaybeden Doktor Ersin Arslan’ı ve hayatlarını kaybeden diğer sağlık çalışanlarını da rahmetle anıyoruz.

Bir kez daha, bu vakaların olmamasını temenni ediyoruz.

Teşekkür ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aydın.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutacağım.

İlk okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır. Ancak, önergenin tam metni Tutanak Dergisi’ne eklenecektir.

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kocaeli ili Dilovası ilçesi, 1970’li yıllarda başlayan ve 80’li yıllarda hız kazanan İstanbul'un sanayileşme hareketinin İstanbul'un doğusuna kaydırılması düşüncesi ile sanayinin geniş ve ucuz arazi gereksinimine paralel olarak yoğun sanayi ile tanışmış, bu sanayileşme özellikle kimya, demir-çelik, boya sanayisi gibi kirletici sanayi dallarında gerçekleştiği için de bu küçük ilçe çevre ve sağlık koşullarının çok ciddi şekilde bozulmuş olduğu bir yer hâline gelmiştir. Sanayi tesisleri ve konut alanlarının çarpık ve plansız bir şekilde iç içe yapılandığı Dilovası'nda, sanayinin, çevre ve sağlık açısından ilçe üzerinde yarattığı olumsuz baskı, bölgedeki kansere bağlı ölümlerin Türkiye ortalamasının 3 katına çıkmasıyla kendini göstermiş ve bu konu ulusal basında da sıkça yer almaya başlamıştır.

2006 yılında bu ilçede sanayi atıklarının çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran TBMM komisyonunun yaptığı "Çevre ve insan sağlığı ile ilgili birincil ilke olan koruyucu önlemler alınması hususunun bu bölgedeki uygulamalarda göz ardı edildiği açıkça görülmektedir." tespitine rağmen ne yazık ki günümüzde hâlen daha bölge halkı sanayi ile plansız bir şekilde kuşatılmaya devam etmektedir. Komisyon raporunda ilçede yeni sanayiye artık izin verilmemesi görüşüne rağmen kurulan 4 yeni OSB'den 1’i olan Kömürcüler OSB'nin kuruluşu ile ilgili de tartışmalar devam etmektedir. OSB'nin kuruluşu esnasında hükme bağlanan zorunlulukların gerçekleştirilmediği, yer ve güzergâh seçiminde gerekli tetkiklerin yapılmadığı tartışmalarının yanı sıra kurulan bu OSB'nin faaliyetleri sırasında çevreye olan etkisi, bölge trafik yoğunluğuna olan baskısı, kurulduğu alanın imar ve kamulaştırma planlarının nasıl yapıldığı da ayrı tartışma konularını oluşturmaktadır. Rant anlayışının insan sağlığının önüne geçmesiyle ilçenin nefes aldığı tek kapı olan kuzey bölgesi de başta bahsi geçen Kömürcüler OSB olmak üzere yeni OSB'ler ile kapatılacak ve Dilovası halkı bir sanayi çemberi içinde âdeta hapsolacaktır. Anayasa’nın 56’ncı maddesinde belirtilen "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." ibaresi ışığında TBMM'nin 2006 yılında Dilovası'na yönelik araştırma raporunda belirtilen sorunların geçen süreç içinde çözüme kavuşturulmaları için ne gibi önlemler alındığının tespit edilmesi ve yukarda belirtilen tartışma konularının aydınlatılması için Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince bir meclis araştırması açılması teklif edilmiştir.

1) Mehmet Hilal Kaplan                                            (Kocaeli)

2) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

3) Hülya Güven                                                        (İzmir)

4) Salih Fırat                                                            (Adıyaman)

5) Gürkut Acar                                                          (Antalya)

6) Ali Rıza Öztürk                                                     (Mersin)

7) Haluk Ahmet Gümüş                                             (Balıkesir)

8) Mehmet Şeker                                                      (Gaziantep)

9) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

10) Sedef Küçük                                                       (İstanbul)

11) Kemal Değirmendereli                                        (Edirne)

12) Ali Demirçalı                                                      (Adana)

13) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

14) Sakine Öz                                                          (Manisa)

15) Recep Gürkan                                                     (Edirne)

16) Ayşe Nedret Akova                                              (Balıkesir)

17) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

18) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

19) Ali İhsan Köktürk                                                (Zonguldak)

20) Dilek Akagün Yılmaz                                           (Uşak)

21) Mehmet Ali Ediboğlu                                           (Hatay)

22) Aytuğ Atıcı                                                         (Mersin)

23) Haluk Eyidoğan                                                  (İstanbul)

24) Refik Eryılmaz                                                    (Hatay)

25) Alaattin Yüksel                                                   (İzmir)

26) Mehmet Siyam Kesimoğlu                                   (Kırklareli)

27) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

28) Ahmet İhsan Kalkavan                                         (Samsun)

 

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ağır kış koşullarından olumsuz etkilenen tarım sektörünün sorunları konusunda bir meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.

1) Mehmet Ali Susam                                                (İzmir)

2) Haluk Ahmet Gümüş                                             (Balıkesir)

3) Hurşit Güneş                                                        (Kocaeli)

4) Recep Gürkan                                                       (Edirne)

5) Ali İhsan Köktürk                                                  (Zonguldak)

6) Emre Köprülü                                                       (Tekirdağ)

7) Mehmet Siyam Kesimoğlu                                     (Kırklareli)

8) Veli Ağbaba                                                         (Malatya)

9) Hasan Akgöl                                                         (Hatay)

10) Hülya Güven                                                       (İzmir)

11) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

12) Mehmet Şevki Kulkuloğlu                                    (Kayseri)

13) Kemal Değirmendereli                                        (Edirne)

14) Osman Aydın                                                      (Aydın)

15) Musa Çam                                                          (İzmir)

16) Haydar Akar                                                       (Kocaeli)

17) Sakine Öz                                                          (Manisa)

18) Ayşe Nedret Akova                                              (Balıkesir)

19) Levent Gök                                                         (Ankara)

20) Nurettin Demir                                                    (Muğla)

21) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

22) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

23) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                    (İstanbul)

24) Mahmut Tanal                                                     (İstanbul)

25) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

26) Kamer Genç                                                       (Tunceli)

27) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

28) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

29) Ali Serindağ                                                       (Gaziantep)

30) Salih Fırat                                                          (Adıyaman)

31) Muharrem Işık                                                    (Erzincan)

32) Mehmet Şeker                                                    (Gaziantep)

33) Gürkut Acar                                                        (Antalya)

34) Sedef Küçük                                                       (İstanbul)

35) Ali Demirçalı                                                      (Adana)

36) Aylin Nazlıaka                                                    (Ankara)

37) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

38) Mehmet Hilal Kaplan                                           (Kocaeli)

Gerekçe:

Son yıllarda küresel ısınmanın da etkisiyle iklim koşullarında kuraklık ya da aşırı soğuklar gibi önemli değişiklikler yaşanmaktadır. Bu yıl ülkemizi de etkisi altına alan ağır kış koşulları tarım sektöründe büyük kayıplara sebep olmuş, en çok zararı da kesme çiçek, zeytin ve yaş meyve ve sebze üreticileri görmüştür.

Kış aylarında daralan yaş sebze ve meyve sektörü, ağır koşullar nedeniyle daha da zor bir dönem geçirmektedir. Türkiye'de yılda 50 milyon tona yakın sebze ve meyve üretilirken bunun yaklaşık dörtte 1’i tüketiciye ulaşmadan bozulmaktadır. Bu yıl olumsuz hava koşulları nedeniyle son bir aylık dönemde üretimde yüzde 30-40 arasında düşüş yaşanmaktadır.

Son bir ay içinde özellikle sera üretimi yapılan ürünlerin fiyatları ikiye katlanmış, yeşil fasulye 4 liradan 7 liraya yükselerek zam şampiyonu olmuştur. Sivri biberin fiyatı 4, marulun fiyatı ise 3 liraya kadar yükselmiştir. Ani fiyat artışı nedeniyle ihracatçılar da iç pazara yöneltilmiş, ihracat rakamlarında yüzde 10 civarında bir düşüş olabileceği tahmin edilmektedir.

Ağır kış koşullarının Türkiye açısından büyük önem arz eden zeytin ve zeytinyağı da etkilenmiştir. Soğuk hava nedeniyle aşırı yaprak dökümü, kabuk çatlaması, taze sürgünlerde zararlar ve uzun süre don olayı yaşanan bölgelerde zaman kalın dal ölümleri meydana gelmektedir.

Batı ve güney bölgelerde fırtına, sel ve soğuklar nedeniyle seralarda büyük zararlar oluşmuş, tek geçim kaynağı çiftçilik olan vatandaşlarımız canevinden vurulmuştur. Sektörün, ağır kış koşulları karşısında ayakta kalabilen seraların ısıtma maliyetlerinin artmasıyla daha da zor duruma düşmektedir. Akaryakıt, gübre, ilaç gibi girdi maliyetleri yüksek olan tarım sektörünün, mevsim normallerinin dışında seyreden hava koşullarıyla birlikte maliyetleri anormal bir düzeyde artarak üreticinin beli bükülmektedir.

Ayrıca, Avrupa'nın etkisi altında olduğu ekonomik sıkıntıdan dolayı meyve ve sebzeye olan talebin azaldığı, mevcut koşullarda Avrupa pazarındaki rakip ülkelerle rekabet etme koşullarının da zorlaştığı görülmektedir. Güney Afrika gibi güney yarım küre ülkeleri, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Fas, Mısır gibi daha ılıman kuzey yarım küre ülkeleri ve Orta Amerika ülkeleri ile iklim koşullarından ötürü rekabet giderek güçleşmektedir.

Bu koşullar altında üreticilerin zararlarını karşılamak için tarım sektörünün kullandığı akaryakıt, gübre, ilaç vb temel girdi maliyetlerinin düşürülmesi, olumsuz hava koşullarından etkilenmeyi azaltacak veya önleyecek tarım sigortalarının geliştirilmesi gerekmektedir. Tarım sektörünün karşılaştığı bu sorunların giderilmesi adına çözüm önerilerinin araştırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

 

 

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

 Şanlıurfa GAP Havaalanındaki uçuş güvenliği için öneme haiz araçların eksik olup olmadığının, son zamanlarda özellikle sisli havalarda Şanlıurfa GAP Havaalanı yerine komşu şehir havaalanlarının kullanılmasının nedenlerinin belirlenmesi ve ivedilikle çözülmesi amacıyla Anayasa’nın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105'nci maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımla arz ederiz. 15.02.2012

 

1) Mahmut Tanal                                                      (İstanbul)

2) Recep Gürkan                                                       (Edirne)

3) Erdal Aksünger                                                     (İzmir)

4) Tolga Çandar                                                       (Muğla)

5) Haydar Akar                                                         (Kocaeli)

6) Emre Köprülü                                                       (Tekirdağ)

7) Mustafa Serdar Soydan                                         (Çanakkale)

8) Mehmet Siyam Kesimoğlu                                     (Kırklareli)

9) Hülya Güven                                                        (İzmir)

10) Hasan Akgöl                                                       (Hatay)

11) Kemal Değirmendereli                                        (Edirne)

12) Hurşit Güneş                                                      (Kocaeli)

13) Osman Aydın                                                      (Aydın)

14) Mehmet Şevki Kulkuloğlu                                   (Kayseri)

15) Musa Çam                                                          (İzmir)

16) Ali İhsan Köktürk                                                (Zonguldak)

17) Ayşe Nedret Akova                                              (Balıkesir)

18) Tanju Özcan                                                       (Bolu)

19) Nurettin Demir                                                    (Muğla)

20) Selahattin Karaahmetoğlu                                   (Giresun)

21) Namık Havutça                                                   (Balıkesir)

22) Bülent Tezcan                                                    (Aydın)

23) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                    (İstanbul)

24) Kamer Genç                                                       (Tunceli)

25) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

26) Ramazan Kerim Özkan                                        (Burdur)

27) Ali Serindağ                                                       (Gaziantep)

28) Muharrem Işık                                                    (Erzincan)

29) Salih Fırat                                                          (Adıyaman)

30) Haluk Ahmet Gümüş                                            (Balıkesir)

31) Mehmet Şeker                                                    (Gaziantep)

32) Gürkut Acar                                                        (Antalya)

33) Sedef Küçük                                                       (İstanbul)

34) Ali Demirçalı                                                      (Adana)

35) Aylin Nazlıaka                                                    (Ankara)

36) Doğan Şafak                                                      (Niğde)

37) Veli Ağbaba                                                       (Malatya)

 

Gerekçe:

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bir il olan Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeyinde Adıyaman ve Diyarbakır, kuzeybatısında yine Diyarbakır, güneyinde ise Suriye sınırı ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.

Ülkemizin sahip olduğu en büyük projelerden biri olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)'ın merkezi konumundaki Şanlıurfa, bereketli topraklarımızın da merkezidir. Bölgenin sivil hava ulaşımına açılan kapısı niteliğindeki Şanlıurfa Havaalanı stratejik bir öneme sahiptir.

Böylesine jeopolitik olarak önemli bir konuma sahip olan Şanlıurfa'nın var olan potansiyeli iyi şekilde değerlendirilmemektedir. Uzun süredir Şanlıurfa GAP Havaalanında sorunlar yaşanmaktadır. 2012 Ocak ayının son haftasında Şanlıurfa GAP Havaalanında meydana gelen elektrik kesintileri bölgedeki insanları ve kenti ziyaret eden veya kentten ayrılan kişileri kötü yönde etkilemiş ve böylesine önemli bir şehrin hava alanının böylesine bir sorunla karşılaşması, hava alanına yeterli önemin gösterilmediğini göstermiştir. Medeniyet göstergesi olması gereken havaalanlarının böylesine sorunlarla karşılaşması güvenlik açısından da önem arz etmektedir.

Şanlıurfa GAP Havaalanı pilotların korkulu rüyası hâline gelmiştir. GAP Havaalanında sisli havalardan dolayı zor anlar yaşayan pilotlar kalkış yerinden rötarlı kalkmakta veya yakın bir ilin havaalanına iniş yapmaktadır. Bu uçuş güvenliği açısından oldukça sakıncalı bir durumdur. Bu durumların çözümü için Aletli İniş Sistemi (ILS) pist başına yerleştirilmiş vericiler vasıtasıyla uçakların inişine yardımcı olan bir hassas yaklaşma sistemidir. ILS, uçağın pist başına kadar hassas yaklaşmasını sağlayan bir seyrüsefer yardımcı sistemidir. Bulut tavanının alçak, görüş faktörlerinin kötü olduğu hava koşullarında, uçağın alçak bir biçimde piste yaklaşmasını ve piste elektronik cihazlarla emniyetli iniş yapmasını sağlar. Pilota istikamet ve süzülüş hattı bilgisi verir.

Şanlıurfa havaalanındaki ILS sisteminin bozulması ve uzun süredir tamir edilmemesi, bu soğuk kış günlerinde yapılan seferlerin güvenliğini tehdit etmektedir. Yine aynı şekilde yolcular bu vesileyle mağdur edilmektedir. Kamu kaynaklarının bu yönde kullanılması için gerekli işlemlerin yapılması gerekmektedir.

Tüm bu gerekçelerle Şanlıurfa GAP Havaalanı’ndaki uçuş güvenliği için  önemi haiz araçların eksik olup olmadığının, son zamanlarda özellikle sisli havalarda GAP Havaalanı yerine komşu şehir hava alanlarının kullanılmasının nedenlerinin belirlenmesi ve ivedilikle çözülmesi amacıyla Anayasa’nın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımla arz ederiz.

BAŞKAN – Araştırma önergeleri bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

 

 

 

                                                                                                                                     17.04.2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 17.04.2013 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                                                         İdris Baluken

                                                                                                                                        Bingöl

                                                                                                                              Grup Başkan Vekili

Öneri:

09 Mart 2012 tarihinde, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından verilen (729 sıra no.lu), "Türkiye'de üniversitelerde muhalif, farklı düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren  öğrencilerin karşılaştıkları sorunların" araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 17.04.2013 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önergenin lehinde olmak üzere, Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Kurt.

Sayın Kurt, buyurun.

ADİL KURT (Hakkâri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; grubumuz adına verilmiş önergenin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu coğrafyanın ebedi renklerinden, bu Anadolulu ve Mezopotamya kültürünün bir parçası olan Yezidilerin Çarşema Sor Bayramı’nı içtenlikle kutladığımı ve bu bayramın barışa, kardeşliğe vesile olmasını diliyorum ve bu temennilerle konuşmama başlamak istiyorum.

Bugün hem Malatya eski Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’nun 17 Nisan 1978 tarihinde evine, kapısına paket içinde gönderilen bomba nedeniyle -torunu ve geliniyle birlikte yaşamını yitiren Hamit Fendoğlu’nun- ölüm yıl dönümü hem merhum 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 20’nci ölüm yıldönümü. Her iki ölüm de Türkiye'nin belirli dönemlerine iz bırakan ve akıllardan silinmeyen ölümler olması nedeniyle bir kez daha vurgu yapmak istedim.

Hamit Fendoğlu’nun katledilmesinden sonra Malatya’nın siyasal dokusuna müdahale edildi ve Malatya’nın siyasal dokusu aslında değiştirildi, oynandı, Malatya’nın genetiğiyle oynandı. Turgut Özal’ın bugün bile sır perdesi aralanmamış, faili meçhul bırakılan ölümü Türkiye'nin siyasal dokusunun, bir dönemin siyasal dokusunun topyekûn değişimine yol açan; gene, Türkiye'deki siyasetin genetiğiyle oynanmış bir dönem olarak da tarih sahnesinde yerini alıyor. Bu nedenle, bu ölümler, bu katliamlar, bu cinayetler unutulmuyor Türkiye'de, unutulmak istense bile unutulmuyor. Turgut Özal’ın ölümü eğer bugün hâlâ aydınlatılamamışsa; bugün, hâlâ savcılar iddianame hazırlama ihtiyacı duyuyorlarsa; hâlâ Türkiye’de adli tıp raporlarının gerçekçi olmadığı yönünde güçlü şüpheler var ise Meclisin bu konuya el atması ve bunu aydınlatması gerekiyor.

Turgut Özal’ın katledilmesi, ölümünün bu şekilde faili meçhul bırakılmış olması, aydınlatılamamış olması Türkiye’nin bir döneminin karanlıkta kalmasına vesile olur. Bunun elbette ki bugünkü konumuzla yakından ilişkisi vardır. Bu siyasi cinayetlerin bugün verdiğimiz önergeyle doğrudan ilgisi vardır. Hamit Fendoğlu’nun ölümünün de ilgisi vardır, merhum Turgut Özal’ın ölümü ve benzer siyasi cinayetlerin de ilgisi vardır.

Türkiye’de bugün son bir buçuk ay içerisinde 15 üniversitede öğrenciler karşı karşıya geldi, olaylar yaşandı, yüzlerce öğrenci gözaltına alındı, polis üniversitelere girmek durumunda kaldı. Bu tabloyu Meclis araştırmak durumundadır, sebeplerine inmek durumundadır. Sadece günü birlik demeçlerle, teskin edici ya da kışkırtıcı ifadelerle bugünleri atlatma şansına sahip değiliz. Evet hem teskin edici ifadelere rastlaşıyoruz bugünlerde hem de kışkırtıcı ifadelere rastlıyoruz. Ama Türkiye’de üniversitelerin karışması bu dönemde yeniden çatışma ikliminin Türkiye gençliğine egemen olması hepimize kaybettirecektir, Türkiye’de siyasete kaybettirecektir, Türkiye’de siyaset genetiğinin yeniden başkaları tarafından değiştirilmesine zemin sunacaktır, hazırlayacaktır. Bu nedenle bugün üniversitelerde olup bitenlere Meclisin bertaraf durması, kayıtsız kalması mümkün değildir. Bu konuya Meclisin acilen eğilmesi gerekiyor. Ta, ana sınıfından üniversiteye kadar öğrencilere aşılanan antidemokratik zihniyet, antidemokratik eğitim, tekçi zihniyet, bugün karşımıza böyle bir tablo çıkarıyor. Çok açık ve net ifade ediyorum: Hepimiz o iklimin içerisinden süzülüp gelen insanlarınız. Şu veya bu şekilde, hepimiz o iklimin izlerini kendi zihnimizde taşıyoruz. O ayrışmacı iklimin izleri hepimizin ruhunda, zihninde vardır. Bu nedenle, bugün karşımıza çıkan, üniversitelerde karşımıza çıkan -ki Türkiye’nin değişik bölgelerinde, ağırlıklı olarak da Batı illerinde- on beş üniversitede baş gösteren bu olaylar eğer teskin edilmezse, bu olayların önüne geçilmezse, gençliğin bu şekilde karşı karşıya gelişine seyirci kalınırsa hep birlikte kaybedeceğiz. Sadece gençliğimizi kaybetmeyeceğiz, sadece bir kuşağı kaybetmeyeceğiz; bir bütün olarak Türkiye kaybedecektir. Türkiye’deki siyaset geleneğinin yeniden başkaları tarafından dizayn edilmesine olanak sağlayacaktır. Bugün, bir bütün olarak Türkiye’de egemen olan kardeşlik iklimi, barış iklimi, demokratik çözüm iklimi, bu şekilde üniversitelerde baş gösteren provokatif olaylarla gölgelenmemelidir. Gölgelenmesine müsaade edilmemelidir.

Bugün, Türkiye merkezli, Ankara merkezli, kendi sorunlarını tartışan ve çözme çabası içerisinde olan yeni bir dönemin içerisindeyiz. Bu dönemin başarıya ulaştırılması, bu sürecin başarıya ulaştırılması bir bütün olarak Türkiye’nin kazanımı olacaktır. Tek başına hiçbir siyasi partinin kazanımı olmayacaktır. Bir bütün olarak Türkiye’nin kazanımı olacaktır ama kaybedersek, bu dönemi kaybedersek yine bir siyasi veya bir iki siyasi partinin kaybı anlamına gelmeyecektir; bir bütün olarak Türkiye’nin kaybı anlamına gelecektir. Bu nedenle, üniversitelerdeki olaylara Meclisin acilen el koyması gerekir. Antidemokratik üniversitelerdeki antidemokratik uygulamalara derhâl son verilmesi gerekir. Öğrencilerin kendi protesto haklarını özgür bir şekilde bir başkasının hakkına tecavüz etmeden gerçekleştirme hakkının, zemininin oluşturulması gerekir.

Biz bu atmosferi yaratabilirsek, insanların kendilerini özgür bir şekilde ifade etme, protesto hakkını, kullanma hakkını sağlayabilirsek üniversitedeki sorunların önüne geçeriz. Ama bugün de müdahalelere bakıyoruz ki dünden farkı yok, yine baskı, yine polis, yine cop, yine şiddet. Çözüm olmadı, 1970’li yıllarda çözüm olmadığı gibi, 1980’li yıllarda çözüm olmadığı gibi, 1990’lı yıllarda çözüm olmadığı gibi bugün de aynı uygulamalarda ısrar ederseniz gene çözümleyici olmaz, köküne inmek gerekir, sorunun köküne, merkezine inmek gerekir. İlkokul 1’inci sınıftan hatta ana sınıfından itibaren çocuklara aşıladığımız antidemokratik zihniyet, antidemokratik müfredat, tekçi zihniyet bizi böyle bir noktaya taşıyor.

Bakın, daha dün Adana’da liselerde yapılmış bir anketten sadece bir sonucu sizinle paylaşayım. Öğrencilerin, lise öğrencilerinin yüzde 70’i -ki ben öyle iddia ediyorum, sadece Adana’da yapıldığı için Adana’yı zikrediyorum. Aynı anketi Türkiye’nin başka bir ilinde de yapsanız benzer sonuçları elde etme şansı vardır- Türkiye’deki gayrimüslimleri, Türklük dışındaki kimliklerin tamamını ihanet olarak tanımlıyor, “tehlikeli ve hain olarak” ifade ediyor. Tek başına bu veri bile yani lise öğrencisinin farklılıkları tehlike olarak görüp farklılıkları ihanet olarak tanımlaması o lise öğrencisinin suçu değildir. O liseli öğrenci yarın üniversiteye gelecek. Aynı zihniyet üniversiteye taşınmış olacak. Bu onların suçu değildir. Bu antidemokratik zihniyetin yayılması o çocukların suçu değildir. Hepimizin ortak suçudur. Hepimizin ortak kabahatidir.

İşte, biz bu pencereden bakmadığımız için, antidemokratik bir pencereden olaya baktığımız için, geçmişin beyinlerimizde, ruhlarımızda bıraktığı izlerden sıyrılamadığımız için, bugün üniversitelerimizde baş gösteren sorunlara da çözüm bulamıyoruz.

Meclis araştırma önergesini bu nedenle verdik. Bütün partilerin de duyarlılıkla yaklaşacağını umut ediyor, Meclisi selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurt.

Önergenin aleyhinde olmak üzere ikinci konuşmacı Vural Kavuncu, Kütahya Milletvekili.

Sayın Kavuncu, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, BDP grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Değerli vekiller, bilindiği gibi, geçtiğimiz günlerde Dicle Üniversitesinde karşıt görüşlü öğrenci grupları arasında istenmeyen birtakım olaylar çıkmış ve üzücü olaylar, hiçbirimizin tasvip etmeyeceği olaylar, büyüyerek devam etmiştir. Aslında olayların özüne baktığınızda belki de sadece bir vaka-i adliye olabilecek olan nitelikte olay, siyasi olarak farklı yerlere çekilmeye çalışılmış ve birtakım kişiler de bundan nemalanma çabası içerisine girme çabası içerisinde olmuştur.

Değerli vekiller, karanlığın çözümü aydınlıktır, cehaletin çözümü eğitimdir. Üniversitelerimiz bulunduğu yerlerde eğitimiyle ve bölgeye sağladığı katkılarla birlikte, aydınlanmayla birlikte geleceğimizin teminatıdır. Bu alanlarda yapılacak her türlü şiddet kabul edilemezdir. Baktığınızda olaylarda hemen akabinde -gerekçesi ne olursa olsun- üniversitenin pek çok binası harap edilmiş, laboratuvarları tarumar edilmiş ve âdeta bir savaş alanı hâline dönmüştür.

Toplumumuzun refleksleri henüz tam anlamıyla geçmiş de değildir. Hafızamız tazedir. 80 öncesi yıllarda bu milleti, öğrencilerimizi, toplumu nasıl böldükleri, nasıl ayrıştırdıkları ve insanları birbirlerine nasıl kırdırdıkları hepimizin malumudur. 12 Eylül sonrasında ise olayın çehresi biraz daha değişmiş, farklı yönlerde her türlü ayrımcılığın, laik-antilaik, çeşitli Alevi-Sünni mezhep ayrımları ve buna benzer her türlü ayrımlar ve toplumsal hassasiyetler kaşınarak toplum bir çatışma ortamı hâline giderek dökülmeye başlanmıştır.

Verilen önergenin gerekçesinde Kürt öğrencilerin haklarından bahsediliyor. Böyle bir terminoloji olabilir mi? Kürt öğrencinin hakkı, Türk öğrencinin hakkı, Boşnak öğrencinin hakkı, Alevi’nin hakkı, Sünni’nin hakkı şeklinde bir yaklaşım kabul edilebilir mi? Biz bir elin beş parmağı gibi değil miyiz? Bu beş parmağın herhangi birisi acırsa, kanarsa; “Diğeri bize ne, öteki parmak benim değil.” denilebilir mi? Böyle bir ayrımcılıktan, artık ötekileştirmekten mutlak surette kaçınmak gerekiyor. Bu noktada herkesin üzerine düşen sorumluluğu en iyi şekilde üstlenmesi gerekiyor.

Biz siyasetçiler herhâlde son dönemlerde vatandaşların biraz gerisinde kaldık. Sahadayız. Vatandaşların bu konuda bu süreçle ilişkili olan destekleri, olgunlukları bizim sanki daha önümüzde gibi. Bizler, toplumdan gelen, vatandaşlardan gelen bu sese mutlak surette kulak vermeliyiz. Öğretim üyelerimiz, akil insanlar gençlerimize ve her türlü provokatif eylemde bulunanlara yüz vermemeli ve gençlerimize yeterli teskinde bulunmalı, onlara yol göstermelidir. Gençlerimize ağabeylik yapacak olan insanlar aramızdadır. Bu tuzağa düşmemeliler. Kimse piyon olarak bu gençleri kullanmamalı. Gençlerin fikirleri, dünya görüşleri, tarzları, hayatları, hayatları tanzim etme biçimleri farklı olabilir. Bu gençlerin konuşmasına, düşünmesine, düşüncesini karşı tarafa aktarmalarına elbette müsaade etmeliyiz. Demokrasinin gereği de budur. Ancak demokrasinin gereği, bir başka kişinin, bir başka görüşün orada yer etmesi… Bu olayda olduğu gibi, bir Kutlu Doğum Haftası’nı, konferansını düzenlemelerine bile engel olmaya çalışmaları şeklinde olur ve buna karşı şiddet uygularlarsa elbette bu kabul edilmemeli.

Bu süreç içerisinde çok önemli görevler düşüyor. Bizler bu sürecin sıkıntılı geçeceğinin elbette bilincindeyiz. Sinirlerimizin test edileceği, pek çok provokasyonla karşı karşıya kalacağımız da muhakkak. Terörün zemini artık yok edilmiştir. Ayrımcılık, ötekileştirme politikaları son bulmuştur. Ülkemiz bir barış iklimindedir. Toplumdan bunun karşılığı, reaksiyonu da alınmıştır. Biz, bununla birlikte, Türkiye’yi hâlâ bölmeye yönelik, barış sürecini baltalamaya yönelik hain niyetler varsa buna da elbette müsaade etmeyiz; kimsenin de buna gücü yetmez. Biz üç kıtaya medeniyetler götürmüş olan bir milletin evlatlarıyız. Tarih bize bu misyonu üstlendirmiştir. Başka bir çözüm yolu da, çıkar yolumuz da yoktur. Bu süreçte her şeyin şeffaf yürüdüğünü ve bununla birlikte Türkiye’de de gerekli adımların atıldığını da elbette görüyoruz.

Dicle Üniversitesine baktığımızda üniversitemiz bugün bölgede bir barış unsuru hâline de gelmiştir. Yaklaşık 27 bin öğrencisi, 4 yüksekokulu, meslek yüksekokulları, konservatuarları, enstitüleriyle birlikte üniversite olarak üzerine düşen görevleri en iyi şekilde yapmaktadır. Bilimsel, kültürel faaliyetleriyle birlikte senede 700’ü aşkın faaliyet düzenlemektedir. Bu getirdiğim dosya dört senede yaklaşık 2.800 faaliyetin bir toplamıdır. Hemen her alanda, sanatta, kültürde, bilimde, sosyal alanlarda, her alanda toplum neyle ilgileniyorsa onunla ilişkili çözümler buralarda gerçekleştirilmektedir.

Mart ayında Uluslararası Kürt Dili Konferansı düzenlenmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı konferansları, toplumda şiddet, engellilerle ilişkili olan projeler, cezaevleriyle ilişkili olan birtakım sorunlar ve toplumun önde gelen birtakım değerleriyle birlikte yapılan toplantılar halkla birlikte bütünleşmeyi sağlamıştır. Daha dün Nihat Hatipoğlu’nun konferansına şehirden yaklaşık 2 bin kişi katılmış, salonlar dolmuş, almamıştır. Uluslararası Sezai Karakoç Sempozyumu üç gün boyunca halkın da doğrudan katılımıyla devam etmiştir. Halka yönelik sağlık taramaları, gene, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki öğrencilerin düzenli olarak okulu ziyaretleri ve birtakım sosyal araştırmalar hızla devam etmektedir. Bu anlamda yapılan anketler bölgenin sorunlarına da birtakım çözümler getirmekte esas olmaktadır. Bunlarla ilişkili öğrencilerimizin bu sonraki süreç içerisinde üniversite içerisinde bilime, ülkemize, bölgemize olan katkıları yönünde biz uğraş vereceklerine de eminiz. Bu provokasyonlar mutlaka karşılıksız kalacaktır.

Biz artık istiyoruz ki üniversitelerimizde şarkı sesleri yükselsin, halaylar çekilsin ve her türlü fikrin özgürce ifade edildiği, konuşulduğu, tartışıldığı alanlar hâline gelsin ama hiçbir zaman hiç kimse 80’li yıllardaki gibi artık bu ülkeyi bir şiddet ortamına sürükleyecek durumda elbette olmayacaktır. Öğrencilerimizin elbette etkinlik yapmak, protesto etmek, birtakım görüşlerini dile getirmek de elbette en doğal haklarıdır ama unutulmamalıdır ki bunlar Anayasa ve yasalara aykırılık teşkil etmemek kaydıyla yapılabilir.

Bu noktada bizlerin de siyasetçilerin ve birtakım insanların da eskiden olduğu gibi dernekler, kulüpler ve diğer öğrenci birlikleriyle oynamaması, bunları siyasi bir rant hâline getirmeden, başka amaçlara yönlendirmeden gençlerimizin bu enerjilerini en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmalarında elbette büyük sorumluluklarımız vardır.

Bu noktada üniversitelerimizde genel olarak hâkim olan bir barış ortamını bozmaya yönelik olan bu eylemleri biz şiddetle, nefretle kınıyoruz ve bununla ilişkili olarak gelecek dönemde inşallah ülkemize güzel günlerin gelmesini temenni ederek hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kavuncu.

ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Hatip grubumuzun vermiş olduğu araştırma önergesinin gerekçesinde ayrımcı bir tutum sergilendiğini iddia etti. Cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Ama eleştirmesi normal değil mi?

ADİL KURT (Hakkâri) – Hayır, eleştirmek ayrıdır, ayrımcı olmakla itham etmek Sayın Başkan…

BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok ama buyurun yani eleştirecek tabii yani aleyhte diyor, lehinde diyor, ona göre de lehinde konuşacak.

 

 

 

 

ADİL KURT (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biz eleştirilmekten korkmuyoruz, cevap verme isteğim de eleştirdiği için değildir ya da aleyhte konuştuğu için değildir. Önergeyi ayrımcı bulduğu için yani ayrımcı olarak itham ettiği için cevap vermek durumundayız.

Üniversitelerde bir gerçektir, Kürt öğrenciler baskıya maruz kalıyor, Kürt öğrenciler Kürtlüklerinden dolayı üniversitelerden kovuluyor, Kürt öğrenciler Kürtlüklerinden dolayı cezaevine konuluyor. Bu bir gerçektir, Sayın Hatip’in bunu bilmesi gerekir. Örnekleri verebilirim eğer ihtiyaç duyarsa. Birçok üniversitede karşı karşıya gruplar gelir, birbiriyle çatışır. Saldıran grup polis nezaretinde kollanıyor, götürülüyor; saldırıya maruz kalmış, kafası kolu yarılmış öğrenci gözaltına alınıyor, cezaevine gönderiliyor. Bir tek sebebi vardır, Kürt oldukları için.

SALİH KOCA (Eskişehir) – Buna sen inanıyor musun! Bu sözüne sen inanıyor musun!

ADİL KURT (Devamla) – İkinci önemli nokta, ikinci önemli noktayı söyleyeyim size, üniversitelerdeki… Bakın, siz bir konuşmayı sadece bir üniversitedeki konuşma, durum üzerinden kurgularsanız, Dicle Üniversitesi üzerinden kurgularsanız, işte ayrımcılığı o zaman yapmış olursunuz. Ben, burada bir buçuk aylık süre içerisinde on beş üniversitede -isim isim burada var, tarihleriyle birlikte burada var- baş gösteren olaylardan söz ettim. Bir tek üniversitenin adını saymadım ama ısrarla gelip Dicle Üniversite üzerinden kurgu yaparsanız, sadece Dicle Üniversitesinde olay olmuş, vaka olmuş gibi yansıtırsanız işte o zaman ayrımcılık yapmış olursunuz Sayın Vekilim.

VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Bütün üniversitelere yaymayın.

ADİL KURT (Devamla) – Bakınız, Dicle Üniversitesi en son olaydır. Muğla Üniversitesi, Hacettepe, Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya bunların hepsinde olaylar var. Kayseri’de, Karadeniz’deki üniversitelerde, hepsinde olaylar oldu. Ayrımcı yaklaşıyorsunuz. Bir sebebi var: Kürtlerin, hele hele Diyarbakır halkının…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL KURT (Devamla) – …Sevgili Peygamber’imizin doğum haftasında, doğumunu müjdeleyen Kutlu Doğum Haftası’ndaki etkinliklere karşı bir duruşun içerisinde olabileceğini nasıl ifade edebilirsiniz?

BAŞKAN – Sayın Kurt…

ADİL KURT (Devamla) – Nasıl bir kentin kimliğini böyle bir şeyle itham edebilirsiniz? Tersine, en fazla Diyarbakır halkı savundu, sahiplendi ve en görkemli sahiplenme nerede o haftaya, o kutsal haftaya? Diyarbakır halkı tarafından gerçekleşti.

BAŞKAN – Sayın Kurt…

ADİL KURT (Devamla) – Ama siz Diyarbakır halkını yeniden ihya, yeniden hidayete erdirme gayretiyle yaklaşırsanız Diyarbakır halkı sizi hidayete erdirecek, bunu bilin.

BAŞKAN – Teşekkürler.

 

 

 

BAŞKAN – Önerge üzerinde üçüncü konuşmacı, lehinde olmak suretiyle Sayın Özgür Özel, Manisa Milletvekili.

Sayın Özel, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de, üniversitelerde muhalif, farklı düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin karşılaştıkları sorunlar hakkında BDP Grubu tarafından verilmiş olan araştırma önergesinin lehinde söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, bugün Doktor Ersin Arslan’ın ölüm yıl dönümü. Geçen sene, çalıştığı hastanede, Gaziantep’te alçakça, hunharca katledilen meslektaşımızı bir kez daha buradan saygıyla anıyoruz. Kendisine Allah rahmet eylesin diyoruz.

Geçen sene, Doktor Ersin Arslan, ölümüyle birlikte Türkiye'de, özellikle Parlamentoda hekime karşı şiddetin, sağlık çalışanlarına karşı şiddetin bir realite olduğunu ortaya koydu. Doktor Ersin  Arslan’ın ölümüyle birlikte, Parlamento, hekime karşı şiddeti araştırmaya karar verdi. Bugün, bir araştırma komisyonu önerisiyle karşı karşıyayız. Geçen sene Ersin  Arslan öldürülene kadar, Cumhuriyet Halk Partisinin ve diğer muhalefet partilerinin vermiş olduğu hekime karşı şiddetin araştırılmasıyla ilgili 11 tane önerge teklifi iktidar partisinin oylarıyla reddedilmişti ama ne zaman Ersin Arslan’ın kanı beyaz gömleğini boyadı, ne zaman hekime karşı şiddetin vardığı nokta artık gözler önüne bir kez daha serildi. O gün, iktidar partisi bir araştırma komisyonu kurulmasını önerdi ve o gün o komisyona katkı verdi, bütün muhalefet partileriyle birlikte çalışmaya başladı bu araştırma komisyonu. Katıldığımız toplantılarında da gördük ki iktidar olsun, muhalefet olsun, meselenin ne kadar önemli olduğunu, bugüne kadar alınmayan tedbirleri, eksiklikleri dile getirmekten geri durmuyor. O zaman, bir mantaliteyi kabul etmek lazım. Bugün de burada, bir siyasi parti, üniversitedeki öğrencilerin demokratik haklarını kullanmaktaki kısıtlamaları, onlara karşı uygulanan disiplin cezalarını, onlara karşı uygulanan aşırı şiddeti, hatta -birazdan bahsedeceğim- tutuklanmalarını, öğrenim hayatlarını sona erdiren inanılmaz disiplin soruşturmalarını gündeme getirmek istiyor ve üniversitelerde, herkes biliyor ki yavaş yavaş tansiyon yükseliyor.

Son on yıl karşılaştırmalarına bu Meclis kürsüsü, iktidar partisi milletvekillerinin, hatiplerinin ağzından son derece alışkın ama nasıl? Son on yıl öncesine göre hekime şiddet astronomik şekilde arttıysa, aynı şekilde on yıl önce Türkiye’deki terör olayları sıfır noktasından katlanılamaz boyutlara geldiyse, aynı şekilde üniversitelerdeki öğrenciler arası çatışma, üniversitelerde şiddet, üniversitelerden gelen feryat on yıl öncesine göre inanılmaz geometrik, logaritmik şekilde artmaktadır.

Son günlerde, Türkiye’deki üniversitelerde okuyan öğrencilerin annelerinin, babalarının yürekleri yeniden ağızlarındadır. Bunu, birkaç ay önce ODTÜ’de yaşadık, geçtiğimiz günlerde Dicle Üniversitesinde yaşadık. Bu konuda iktidar partisinin yapması gereken en uygun adım, bugün, buradaki bu araştırma komisyonuna destek vermek. Bu araştırma komisyonuna destek verdiğinizde, yine çoğunluğun sizde olacağı ve İç Tüzük hükümlerine göre oluşturulacak bir komisyonda, bir yuvarlak masanın etrafında oturacağız, başkanı yine sizden olacak, raportör yine sizden olacak, bu meseleyi tartışacağız.

Şimdi, on dakika süre var. Sayın Hocam çıktı, bir şeyler söyledi; muhalefet partileri sıkıntılarını dile getiriyorlar.  Şimdi bunlara kulakları kapatmak, “Böyle bir sorun yok.” demek, gerçekten kabul edilebilir bir yaklaşım değil.

Ersin Arslan’ın ölüm yıl dönümünde sesleniyorum size: Yarın bir üniversite birbirine girerse, Ersin’in kana boyanan, kırmızıya boyanan beyaz önlüğü gibi, o üniversite de -o taraftan, bu taraftan, ne taraftan olursa olsun- öğrenmeye gitmiş o canım öğrencilerin önlükleri, gömlekleri kana bulanırsa, emin olun, size Başbakanlıktan -bir milletvekili arkadaşa- hemen talimat gelecek, koşacaksınız, eğer vakit varsa kendiniz bir önerge yazıp okutturup gündeme aldırmaya çalışacaksınız; vakit yoksa, Cumhuriyet Halk Partisinin, Milliyetçi Hareket Partisinin ya da BDP’nin önergesinin sağını, solunu kargacık burgacık imzalarla doldurup “Bu önerge bizim de önergemiz.” diyeceksiniz geçen hafta yaptığınız gibi.

Gelin, o yiğitliği bugün yapın; bugün yaparsanız yiğitlik olur. O gün geldiğinde, üniversite birbirine girdiğinde, öğrenciler yaralandığında -Allah göstermesin, ifade etmekten korkarım- kayıplar ortaya çıktığında, milletin önergesinin kenarını imzayla doldurmak yiğitlik değildir. Eğer doğruyu yapacaksanız bugün yapın. Çıkın Parlamentoya, “Biz, bu konunun araştırılmasıyla ilgili, muhalefetin önergesini destekliyoruz.” deyin. O zaman biz sizi alkışlarız ama aksi takdirde, sakın, bundan birkaç ay sonra gelip de, perşembenin gelişinin çarşambadan belli olduğu bugünlerde üniversitedeki feryada kulaklarınızı tıkayıp da sakın o gün konuşmayın.

Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda da bir komisyonu var. Sayın Veli Ağbaba, Hüseyin Aygün, Ayşe Eser Danışoğlu, Melda Onur ve benden oluşan bu komisyon, üniversitedeki öğrencilerin sorunlarını araştırıyor.

Üzülerek ifade etmek isterim ki komisyonumuzun kesişim kümesi 3 milletvekili aynı zamanda cezaevi komisyonunda. Sebebi şu: Öğrencilerin sorunlarını araştıracaksanız cezaevlerine gitmekten başka şansınız yok çünkü üniversiteler, bilimselliğin, akademinin, özgür düşüncenin, evrensel değerlerin özümsenmesinin tartışılacağı bir ortamken,  biz üniversitelerde, üniversite öğrencisinin bilimsellik, özgürlük ortamı, tartışma ortamı, tartışarak öğrenme, kendini bulma yeri olarak tanımladığımız, karşıt fikirlerle özgürce tartışma, şiddet uygulamadan çatışma, o çatışmadan bir enerji çıkarma, o enerjide kendisi de pişme, olgunlaşma sürecini yaşamasıyla ilgili gerekli olan bu mekânlarda, maalesef, bunları tartışamaz durumdayız. Çünkü, Türkiye’de üniversiteler âdeta öğrencilerin iktidar partisi eliyle terörize edildiği yerler. İktidar partisi üniversitedeki öğrencileri sadece saçını kazıttığı için, şemsiye taşıdığı için, poşu taktığı için, konser bileti sattığı için, üniversite yönetimini eleştirdiği için, basın açıklaması yaptığı için, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladığı için, -Sayın Hocam dedi ki: “Üniversite halay çekmenin yeri olsun.”, iddianameden aktarıyorum- siyasi halay, politik halay çektiği için, Deniz Gezmiş’i andığı için, düne kadar şikâyet ettiğiniz YÖK’ü protesto ettiği için, kitap okuma günleri düzenlediği için, kitap takası yaptığı için, füze kalkanına karşı eylem geliştirdiği için, Hopa davasında olduğu gibi örgütsel tavır içinde saç kestirdiği için, yumurta taşıdığı için onlarca yılla öğrencilerin yargılandığı, bunların birer terörist olarak ortaya konduğu, tutuklandıkları takdirde eğitim öğretim hayatlarının aksatıldığı, devam zorunluluğu olan derslerden kaldıkları, devam zorunluluğu yoksa sınava gitmek için bindikleri ring aracının mazotundan oradaki askerin kumanyasına kadar bütün masrafların hesaplanıp sınava gidecek öğrencilere bölüştürüldüğü, bu paranın ödenmediği takdirde sınavlara giremediği bir Türkiye’yi yaşıyoruz.

“Üniversitede halay çeksin öğrenciler.” diyor Hocam. Zaman zaman Başbakan eskiden “Ulusa Sesleniş”ti, şimdi farklı isimlerle konuşmalar yapıyor. Bu Meclis kürsüsü halka seslenme, bu Meclis kürsüsü buradan sorunları dile getirme yeridir ama Sayın Hocam, bu Meclis kürsüsü Başbakandan dilek ve temenniler kürsüsü değildir, onun için partinizin iç organizasyonlarını kullanmalısınız.

“Üniversiteler özgür olsun” diyorsanız, “Üniversitedeki öğrenciye terörist muamelesi yapılmasın” diyorsanız, “Üniversiteler eğitimin, eğitimin yanında araştırmanın, fikirlerin çatıştığı, oradan bir üretimin çıktığı yer olsun” diyorsanız, Hocam “Sanatın yeri olsun” diyorsanız, “Türküler söylensin” dediniz, bu olsun diyorsanız, “Halaylar çekilsin” diyorsanız, bunu Sayın Başbakana iletmelisiniz.

Sayın Başbakan şöyle ifadeler kullanıyor, diyor ki rahmetli Tenzile Ana’sından bahsederken, rahmetle anıyoruz: “Anacığım yaşlı gözlerle gecenin bir karanlığında mahallenin başına bakar, beni beklerdi. Ben de, arkadaşlarımla duvarlara sloganlarımızı yazmış, yavaş ve yorgun adımlarla evime doğru gelirdim. O görüntüyü unutamıyorum.” Bilmiyorum o duvarlara ne yazıyordu, Başbakanın ifadesini doğru kabul etmek lazım. Bu ifadeleri doğru kabul ettiğimiz bir yerde, Başbakan, o günkü kendisine bugünkü zulmü reva görüyorsa, bizim kendisine söyleyecek sözümüz yoktur.

Saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özel.

Önerge üzerinde son konuşmacı, Eskişehir Milletvekili Sayın Salih Koca, aleyhinde olmak üzere.

Sayın Koca buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SALİH KOCA (Eskişehir) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; ben de sözlerimin başında, Kutlu Doğum Haftası’nın tüm İslam âlemine hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Ayrıca, 8’inci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ı da vefatının yirminci yılında rahmetle anıyorum.

Gerek üniversitelerimize yönelik gerekse Türkiye’ye yönelik daha demokratik, daha özgür bir ortam oluşturulması adına AK PARTİ kurulduğu günden beri mücadelesini sürdürmektedir ve AK PARTİ daha özgür bir Türkiye istemektedir. Bu bağlamda, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi başta olmak üzere Terörle Mücadele Kanunu’nun 312’nci maddelerinde değişiklik yapılmış ve olağanüstü hâl uygulamaları kaldırılmıştır.

Yine, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin daha demokratik temele dayanması amacıyla ilgili kanunlarda değişiklikler de yapılmıştır ve insan hakları daha üst seviyeye çekilmeye çalışılmıştır.

Bu dönemde eğitime bütçeden rekor paylar ayıran, öğrencilerimizin burslarını 45 liradan 280 liralara çıkaran, her ile bir üniversite kuran, 5 yıldızlı otel konforunda yurt hizmetlerinden öğrencilerimizin faydalanmalarını sağlayan AK PARTİ iktidarları olmuştur. AK PARTİ, uygulamış olduğu eğitim politikalarıyla yaşlısından gencine tüm vatandaşlarımızın okumalarını sağlamıştır.

Üniversitelerimizde taş atarak, molotofkokteyliyle yakarak, taşlı sopalı kavgalar çıkararak hiç kimse fikir ortaya koyamaz ve siyasi olarak bundan bir kazanç da elde edemez. Bu anlamda, üniversitelerimizi eğitim kurumları olarak dünya markaları hâline getirmek amacıyla Hükûmetimiz gerekli tüm çalışmaları ve iyileştirmeleri yapmaktadır. AK PARTİ kimsenin kimliğiyle, kişiliğiyle, ırkıyla, kılık ve kıyafetiyle uğraşmamaktadır, daha demokratik bir Türkiye, daha bir demokratik bir üniversite istemektedir.

Bu duygularla, BDP’nin araştırma önergesinin aleyhinde olduğumuzu belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Koca.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Öneriyi kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Karar yeter sayısı yoktur.

Beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.35

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.47

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Mustafa HAMARAT (Ordu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince verilmiş önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

 

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır.

Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun 17/04/2013 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İç Tüzük' ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                               Mehmet Şandır

                                                                                      Mersin

                                                                    MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan 10/171 ve 10/460 esas numaralı, "Basın çalışanlarının çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve basın özgürlüğünün sağlanması, Türkiye’de yerel medya kuruluşlarının ve çalışanlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi " amacıyla verilen Meclis Araştırma önergelerimizin 17/04/2013 Çarşamba günü (bugün) Genel Kurul’da okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılmasını arz ederim.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi üzerinde lehinde olmak suretiyle ilk konuşmacı Kocaeli Milletvekili Sayın Lütfü Türkkan.

Sayın Türkkan… Yok.

İkinci konuşmacı lehinde olmak suretiyle Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İstanbul Milletvekili.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) 

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına basın çalışanları ve yerel basının sorunlarıyla ilgili verilen araştırma önergesiyle ilgili grubum adına konuşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, siz hiç ekmeksiz kaldınız mı, evinize emek götürmediğiniz günler oldu mu? İster ulusal basından, ister yerel medyadan evine ekmek götüremeyen bir sürü arkadaşımız var. Bir gün, saat akşamın beşinde “Yarın işine gelmeyeceksin, işine son verildi.” diye hiç karşılaştınız mı? Ama ister ulusal medyada ister yerel medyada “Yarın sabah işine gelme.” denilen bir sürü kardeşimiz var. İnsan onurunun ve kalemin çok kolayca heba edildiği bir yer yerel basın ve ulusal basın.

Değerli arkadaşlar, Meclisteki basındaki arkadaşlarımız, Meclisteki arkadaşlarımız; bakın, kimler geldi –ben on bir yıldır buradayım- kimler geçti, bir sürü insan geldi, eğer onuruyla, kalemiyle hep onurlu durduysa bunların birçoğu gitti. Mutlaka, Türk basınında çok onurlu kalemler var ama onurlu kalemler hep birer birer ayıklanıyor arkadaşlar. Ben bir kez daha, bugün bize, yarın size… Belki bugün sizi koruyorlar, o, onurlu olmayan kalemler ama yarın aynı kalemler, sizin başınıza da bela olacaktır. Bunlar her zaman birilerinin atına binerler, bunlar her zaman birilerinin sırtına binmeye çalışırlar, yaşamları hep bu şekildedir, bugün bize yarın size. Yarın aynı kalemler size ters döner, ters yazar çünkü onların kalemlerinin iki ucu da sivri arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, özelikle, ben burada, yerel basın konusunda birkaç kelime etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, Anadolu’daki yerel basın, sadece ilanla geçinen, aldıkları ilanlarla yaşamlarını sağlamaya, çalışanlarına maaş vermeye çalışan o yörenin aynası yerel basın, yerel gazeteler ama maalesef Basın İlan Kurumu –altını çiziyorum- 1930’lu yıllardan kalan bir yasayla idare ediliyor. Basın İlan Kurumu yasası gelmediği sürece, Türkiye'nin yerel basın konusundaki gerçekleri dile getirilmediği sürece, bugünün yaşam koşullarında yerel basına aktarılmadığı takdirde, yerel gazeteler birer birer kapanır veya birilerine teslim olurlar arkadaşlar.

Yerel gazete çok önemli bir medya, ama geliri olmayan bir yerel gazete yaşamı boyu hep zorlanmaktadır. Basın İlan Kurumu yeterince destek vermiyor. Basın İlan Kurumu Türkiye'deki ilan sektöründeki ilanları yeterince düzenlemiyor.

2002 yılından sonra, bir tarihte burada bir yasa geçiyordu. Gece saat ikide o günkü duyarlı arkadaşlarımızla birlikte, özellikle yerelde verilecek ilanların 2 yerel gazeteye verilmesini istedik ve tüm gruplar -o zaman iki gruptuk- kabul ettiler. Nitekim eğer bugün yerel gazeteler biraz yaşayabiliyorsa, o gün çıkan, Kamu İhale Yasası’na konulan bir maddeyle yaşıyorlar.

Arkadaşlar, Basın İlan Kurumu Kanunu’nu mutlak değiştirmemiz lazım. Yeni bir moda çıktı, bir ilan veriyor bir kurum, bir yıl o ilanla alım yapıyor.

Arkadaşlar, bir malın fiyatı değişmez mi? Bir malın yazlık veya kışlık fiyatları değişmez mi? Bir yıl önce verilen bir ilanla, bir şekilde eğer siz ihtiyaç temin ediyorsanız, yerel gazeteler bir şekilde bertaraf ediliyor.

Değerli arkadaşlarım, bu nedenle Basın İlan Kurumu yasası Meclise gelmesine rağmen, her ne hikmetse, kim çektiyse, kim çektirdiyse Basın İlan Kurumu yasası Meclisten çektirildi. Basın İlan Kurumunun yasası gelmediği sürece, Basın İlan Kurumu yasasında bugünkü Türkiye'nin gerçek koşullarını, ihale koşullarını gerçek bir şekilde saymadığımız sürece yerel gazeteler hep sürünecektir. Yerel gazeteleri süründürmeye kimsenin hakkı yoktur. Hepimiz sahip çıkmalıyız çünkü bu toplumun ve demokrasinin gerçek aynalarından biridir yerel gazeteler.

Değerli milletvekilleri, bir de yerel televizyonlarımız var. Biliyorsunuz, bunların bir kısmı karasal, bir kısmı da uydu yayınıyla. Değerli arkadaşlar, karasal yayın yapan yerel televizyonlar -ilk televizyon çıktığı zaman- yıllardır illerinde çok önemli hizmetler vermektedir. Şu veya bu şekilde, taraflı veya tarafsız ama bir şekilde bu yerel televizyonlar illerinde dinlenilen bir medya grubudur.

Şimdi yeni bir moda çıktı, frekans ihalesi açıldı illere. Her ile yedi tane veriliyor, radyolarla beraber. Ama bugüne kadar hizmet veren, bugüne kadar o ilin çilesini çeken karasal yayın yapan televizyonların hiçbir hükmü yok, bunlar da ihaleye giriyor. Arkadaşlar, on yıldır, on iki yıldır emek veren ve çok büyük zorluklarla mücadele veren bu televizyonların bir hakkı olmalıydı, bir ayrıcalığı olmalıydı. Ama maalesef, yeni açılan frekans ihalesi radyolarla birlikte bunları ele alıp, bir şekilde, yıllardır emek veren insanları saf dışı bırakıyor.

Yine aynı şekilde, bu yerel televizyonlarımızın da yerel ilan alma serbestisi olmalı. Reklamlar tamam ama bir şekilde bunlara da ilan verme cazibesi getirilmelidir arkadaşlar.

Yine aynı şekilde, yerelde İnternet haberciliği yapan siteler var arkadaşlar, her ilde. Değerli arkadaşlarım, maalesef acı söylüyorum, Türkiye’de başıboş, en disiplinsiz, en kolay bir şekilde, her önüne gelenin, altını çiziyorum, her önüne gelenin, her bir hesabı olanın, her bir şekilde bir başkasına çamur atma ihtiyacı olanın çok kolayca kurduğu sitelerdir bu sitelerin çoğu. Çok onurlu bir şekilde kurulan siteler var, çok büyük haber portalı olan yerel siteler var, onların önünde saygıyla eğiliyorum. Günde yüz bin kez girilen, bir ilin bir haber portalı var, bir haber sitesi var, ciddiyeti yönünden. Ama maalesef, birisiyle hesabı olan, birisiyle işi olan, birisine çamur atmak isteyen, ihale almak isteyen, kamu görevlilerine hakaret etmek isteyen, bir başka siyasi partiye hakaret etmek isteyen, buradan bir çıkarı olan birilerinin kurduğu en kolay haber siteleri.

Arkadaşlar, bu, disipline edilmelidir. Hiç kimsenin kimseye çamur atmaya, onuruyla oynamaya hakkı yoktur. Eğer devlet bunu disipline edemiyorsa yazıklar olsun bu devlete! Ama başını almış gidiyor, kimse önüne geçmiyor. Ben bunu her yıl burada söylüyorum. Benim onurumla kimsenin oynamaya hakkı yok. “Git mahkemeye, suçsuz olduğunu ispat et.” O zaman, çamur atan o namussuz suçluyu ispata davet etmiyorsunuz, kolayca düzenek kurduruyorsunuz, kolayca hakaret ettiriyorsunuz, ispatını benden istiyorsunuz. Bu, bir onursuzluktur, insan onuruyla oynamaktır.

Bu açıdan, yerel basının, yerel medyanın, özellikle yerel İnternet haber kanallarının mutlaka bir disipline edilmeye ihtiyacı var ama bu edilirken bunların gelirlerini… Bunların onurluca yaşaması için, kimseye muhtaç olmaması için, kimsenin eline bakmaması için mutlaka yasaların bir şekilde getirilmesi lazım.

Hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Şimdi, aleyhinde olmak üzere ikinci konuşmacı, Sebahat Tuncel, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tuncel.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun verdiği önerge üzerine usulen aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, basın özgürlüğü meselesi Türkiye'nin çok temel bir sorunu. Eğer bir ülkede basın özgür değilse, aslında, o ülkede demokrasi, gerçek anlamda demokrasinin olduğunu ifade etmek mümkün değil.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Basın Özgürlüğü Raporu’nda Türkiye’yi, 2012 yılı itibarıyla, 6 sıra gerileterek 179 ülke arasında 154’üncü olarak gösterdi. 2005’ten bugüne de bu alanda, Türkiye’de gazeteciler için “dünyanın en büyük hapishanesi” ifadesini kullandı. Bu, gerçekten, bu tanımlama Türkiye’ye uyan bir tanımlama. Sadece cezaevinde, yani gazetecilerin tutuklanıp cezaevine konulması meselesi yok, dışarıda kalanlar da, aslında, bir şekilde otosansür yaparak, kendisini kontrol ederek, neler yazıp yazmayacağının ya da yazıp yazmadığının kendi başına ne iş getireceğini düşünerek kendisini sınırlandırıyor. Ya gerçekten cesur gazetecilik gösterecek, yazacak, eleştirisini yapacak, habercilik yapacak, bunun sonucunda tutuklanmaya göze alacak ya da bu konuda otosansür uygulayacak ya da işinden olacak. Türkiye’deki tablo bu. Bu tablonun değişmesi gerekiyor, bu ciddi bir sorun.

Bunun temellerinden birisi, değerli milletvekilleri, özellikle Türkiye’de bu Terörle Mücadele Yasası. Çünkü, Türkiye’deki mevcut Terörle Mücadele Yasası basın alanında da çok ciddi anlamda özgürlükleri kısıtlayan, basın özgürlüğünü kısıtlayan bir noktadadır. Çünkü, özellikle İktidarın, özelikle AKP Hükûmetinin, sayın bakanların “Bu gazetecilerin hepsi gazeteci değil; başka başka davalardan yargılanıyor.” dediği neden de bu. Çünkü herkesi, örneğin gazetecileri gazeteci olduğu için yargılamıyor, yaptığı gazetecilik haberinin terörle mücadele kapsamında, örneğin “KCK” adı altında yürütülen siyasi soykırım davasında Kürt gazetecileri “KCK’nin basın kolu” diye yargılıyor.

22 Nisanda KCK davası var, basın davası var. 40’dan fazla basın emekçisi yargılanıyor ve bunların hepsi, baktığınızda, basın emekçisi olduğu için yargılanmıyor zaten, “KCK’li, KCK’nin basın birimi” olarak yargılanıyor. Oysa, iddianamelerine baktığınızda, yaptığı haberler yargılanıyor. Bu iddianameleri… Buradaki, özellikle iktidar partisindeki sayın milletvekillerini 22 Nisanda İstanbul Çağlayan’da görülecek KCK davasına davet etmek istiyorum. Oradaki yargılamaları gördüğünüzde aslında burada basın özgürlüğünün ne hâle geldiğini bir kez daha görmüş oluyoruz yani bu çok ciddi bir sorun.

Şimdi, Türkiye’de Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformunun şubat ayında yayımladığı bir veri var. Burada, isimleriyle 70 gazeteci var cezaevinde. Şu an 70 gazeteci, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı cezaevinde bulunuyor. Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesinin verilerine göre de… 2012 raporunda daha önce bu kurum Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısını “70” olarak ifade etmişti ama Türkiye'nin itirazları, “Onlar işte gazetecilikten dolayı değil, işte bunlardan dolayı yargılanıyor.” diye ifade ettiği için en son “49 gazeteci” olarak ifade etmiş, bunların üçte 2’sinin Kürt olduğunun da altını çizmiş. Kaldı ki burada sayıya katılmanın kendisi problemli yani eğer gazetecilikten dolayı 1 kişi bile cezaevindeyse bu bir problem. Yani Hükûmetin bu sayıyı düşürme yaklaşımı kendisini kurtaran bir yaklaşım değil, 49 sayısının kendisi bile yüksek bir sayı. Bunun bir şekilde ortadan kalkması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, biz aslında cumhuriyetin kuruluşundan bugüne hep bir şekilde basın üzerinde iktidarın, hükûmetin bir baskısı olduğunu hep ifade ettik. Ne zaman ki darbe… Türkiye’ye bakın, basın özgürlüğünün en çok kısıtlandığı süreçler antidemokratik uygulamaların çok yoğun olduğu süreçlerdir, ya darbe süreçleridir ya da bu tip antidemokratik uygulamaların olduğu dönemlerdir. Bu dönemlerde ilk başta basın ortadan kaldırılıyor. Ki Kürt basını bundan en çok zarar gören basın. İşte, binaları bombalandı, gazetecileri öldürüldü, tutuklandı. Yıllarca bunlar Kürt basını açısından ciddi bir handikap olarak görüldü. Muhalif basın bu konuda…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Basını da bölmeyin artık, basın da bölünmesin artık Türk basını, Kürt basını diye.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Biz bölmüyoruz, ülkenin kendisi böyle yaklaşıyor. O açıdan, bu ciddi bir sorun.

Değerli milletvekilleri, basın alanında yaşanan bu soruna -basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü- yani basın emekçilerinin hak ve özgürlükleri meselesine geldiğimizde de çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Yani Türkiye’de basın ne yazık ki tekelleşmiş ve patronların denetiminde olan bir durumda. Yani halkın haber alma, sağlıklı haber alma kaynağını bir şekilde… İfade etme, dürüst, bağımsız gazetecilik ya da habercilik yapma yerine, aslında patronun çıkarı kimden yanaysa; ana muhalefetten yanaysa ona, iktidardan yanaysa ona… Kimse, tabii, diğer kesimlerden, halktan yana bir çıkarı olmadığı için daha çok bu kesimlerin sesini duyuracak bir şekilde yayıncılık yapıyor yani üslubunu, dilini de buna göre kullanıyor.

Yine, basın alanında en temel sorun basının kullandığı dil, cinsiyetçi dil, nefret söylemi. Aslında, bu konuda milliyetçi yaklaşımların kendisi de çok ciddi bir sorun yani basın alanını aslında bir bütün olarak ele almak lazım. Bu konuda da çok ciddi sorunlar var. Bir yandan basın emekçilerine, basın özgürlüğüne yönelik böyle bir baskı durumu var ama bir de basının kullandığı dil açısından önemli.

Şimdi, bugün, medyanın, yazılı basının, görsel basının toplum üzerindeki etkisini çok daha iyi görüyoruz. İnsanlar bunu izlediğinde buna göre toplum şekilleniyor. Bu konuda da basının özellikle cinsiyetçi dilden, milliyetçi dilden, nefret söylemini üreten dilden uzak durması önemli, o da buranın sorumluluğu diye düşünüyorum. Özellikle, bu dilin her gün her gün yeniden üretilmesi, ciddi anlamda ciddi sorunlara neden oluyor.

Diğer bir alan da biraz önce ifade ettiğim gibi basın alanında çalışan emekçilerin hak ve özgürlük sorunları. Aslında, basın alanında da örgütlenme sorunu  ciddi anlamda ortada duruyor. Basın emekçileri eğer örgütlenmek isterse, hak ve özgürlüklerini talep ederse, sendikal mücadele içerisinde olursa patronlar bunları hemen -diğer alanlarda olduğu gibi- kapının dışına koyuyor. Görülen birçok şeyi ya da emeğinin karşılığını alamıyor. Özellikle birçok kurumda mobbing uygulanıyor basın çalışanlarına karşı ya da kısa süre içerisinde işten atılmalarla karşı karşıya kalıyorlar.

Dolayısıyla, basın alanında bir değerlendirme, bir çalışma yapacaksak bütün bunları gözetmeden bir araştırma komisyonunun olması mümkün değil. Bütün bunları araştırarak… Bu alanda nasıl bir çözüm bulacağız meselesi önemli. Çünkü demokrasinin gereği budur. Eğer, bu ülkede basın bile özgürce ifade edemiyorsa, yazamıyorsa, yazdığından dolayı tutuklanıyorsa ya da yazdığından dolayı işten atılıyorsa bu ciddi anlamda demokrasinin yara alması meselesidir. Bunun bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, Türkiye’de, özellikle yazarlar üzerinde çok ciddi baskının olduğunu ifade ettik. Ayşe Berktay’dan bahsetmek istiyorum. Aslında, Ayşe Berktay    -kimlikteki ismi Ayşe Hacımirzaoğlu- PEN ödülünü aldı ama kendisi şu an KCK İstanbul ana davası nedeniyle tutuklu. 30 Nisanda Amerika’da ödülü verilecek ama kendisi muhtemelen gidemeyecek ve yargılanmasının nedeni, aslında, BDP Kadın Meclisinde yaptığı faaliyetlerden dolayı yargılanıyor. Şimdi, Hükûmete sorarsanız, Ayşe Berktay’ı gazeteci ya da çevirmen kimliğiyle tanımaz, BDP Kadın Meclisi çalışanıdır. BDP Kadın Meclisinde çalıştığı için, kotayı savunduğu için, cinsiyet eşitliğini savunduğu için, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü savunduğu için, terörle mücadele kapsamında terörist olarak ilan edilmiştir ne yazık ki. Kendisinin Türkiye adına böyle bir ödül almış olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Ben, burada, bir kez daha, cezaevlerinde bulunan arkadaşlarımıza, Ayşe Berktay şahsında, tutuklu bulunan basın emekçilerine, BDP’li arkadaşlarımıza, milletvekillerimize de selam ve sevgilerimizi iletiyorum ve Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesi açısından, Türkiye'nin demokratik bir ülke olması açısından da ilk el atması gereken şey basın özgürlüğü meselesidir; bunun, bir kez daha altını çizmek istiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, basın üzerindeki bu baskı politikaları, zor politikası ortadan kalkmadığı sürece insanlar bu ülkede gerçek fikirlerini, düşüncelerini ifade etmeyecek, patronunun beğendiği düşünceye göre yazmak durumunda kalacak; bu da aslında en büyük kötülük, Türkiye’ye en büyük kötülük olarak ortada duracak diye düşünüyorum. Bunun bir an önce giderilmesi gerekiyor. Bunun giderilmesi için de bütün partilerin görev alması, sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, dediğimiz gibi, usulen aleyhte söz alsak da basın emekçilerinin, özellikle yerelde çalışanların hak ve özgürlüklerinin sağlanmasının, bu konuda çalışma koşullarının araştırılmasının ve bu konuda çözümlerin üretilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tuncel.

Şimdi, lehinde olmak suretiyle Kocaeli Milletvekili Sayın Lütfü Türkkan.

Sayın Türkkan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yerel gazetelerin ve basın derneklerinin yeterince desteklenmemesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuya girmeden önce, bugün, sosyal medyada da çokça rastlanan bir meseleye değinmek istiyorum. Burada, Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerine sormak istiyorum: Sizin Türkiye’yle ilgili alıp veremediğiniz ne? Cumhuriyetle ilgili meseleniz nedir? Türkiye Cumhuriyeti meselesi, kelimesi sizi niye bu kadar rahatsız ediyor? En son Bursa Valiliği, kendi levhasından Türkiye Cumhuriyeti ibaresini kaldırmış. Ya, Patagonya olmaya mı özeniyorsunuz siz ya! Türkiye Cumhuriyeti’nden neden rahatsız oluyorsunuz? Valiliklerin bu işgüzarlıklarına neden dur demiyorsunuz? Kimliksiz, yok olan bir toplum mu olmak istiyorsunuz, biraz aklınızı başınıza devşirin ya!

Ben, burada, bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğünün Teşkiline Dair Kanun, 2 Ocak 1961 tarihinde, 195 kanun numarası ile 10702 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe konmuştur.

Ben, burada, başta bölgem Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere, yerel gazetelerin ve basın derneklerinin haklı taleplerini dile getirmek üzere huzurlarınızdayım. Peki, ne istiyor Anadolu’daki gazeteciler cemiyetleri? “O dönemin şartlarına göre hazırlanan ve yürürlüğe giren kanun ‘Genel Kurulun görevleri’ maddesinin ‘Kurumun yıllık safi kazancının yüzde 5’inden az olmamak şartıyla, basında fikren veya bedenen çalışanların sendikalarına ve derneklerine yardımda bulunmak,’ maddesi uyarıca, bizlere de yardımda bulunulması için istenilen belgelerin de günün koşullarına uygun hâle getirilmesini talep ediyoruz.” diyor Anadolu’daki gazeteciler cemiyeti yöneticileri. Çünkü, İstanbul’da bulunan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Derneği, Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti, o dönemde, yasa ve yönetmelikle o tarihten günümüze kadar Basın İlan Kurumunun kararının yüzde 5’lik kısmını yardım olarak derneklerine almışlar. Ancak, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti gibi Anadolu’da faaliyet gösteren İstanbul, Ankara ve İzmir Gazeteciler Cemiyetinden farklı olmayan dernekler ise 2012 yılına kadar hiçbir pay alamamış.

Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Derneği, yapılan girişimler sonucu, Basın İlan Kurumundan sadece 3 derneğin değil, Türkiye’deki Basın İlan Kurumu şubeleri bulunan illerdeki cemiyetlerin pay alması amacına ulaşılmış. Ama maalesef, Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna yine bu 3 derneğin tabii üye olması nedeniyle, istenilen ölçülerde, hatta hakkaniyet doğrultusunda dağıtım yapılamamaktadır. Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti Derneği 2012 yılında 12 bin lira yardım alırken Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Derneği 750 bin lira, Gazeteciler Cemiyeti 570 bin lira, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Derneği ise 165 bin lira gibi bir para yardımı alıyor. Yani Kocaeli’nin aldığı yardımı diğerlerinin yanında söylemeye bile gerek yok dersek abartmamış oluruz.

Gelelim şimdi sıkıntının olduğu noktaya. Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü, yasa ve yönetmeliklere ve genel kurul kararına dayanarak Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti gibi Anadolu’da bulunan derneklerinden üyelerinin isim listesini, adres beyanlarını ve sarı basın kartı fotokopi ve fikir işçisi sözleşmelerini istiyor. Ancak bahsi geçen 3 dernekten ise sadece üye sayılarını istiyor, diğerlerinden ise adres bilgilerine kadar isteniyor. Hâlbuki bu derneklerden de adres bilgileri istense, Kocaeli’nden ve diğer vilayetlerden bile bu derneklere üye olan gazetecilerin mevcut olduğu görülecek. Yani adrese göre istense bu derneklerin bu kadar yardım almaları mümkün değil arkadaşlar.

Buradan ne sonuç çıkıyor? Bu yapılan Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı. Anayasa’nın eşitlik ilkesine göre davranılsa bu derneklerin bu kadar pay almaları mümkün değil. Bu konuda bir an önce gerekli incelemenin yapılması ve ardından da gerekli yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi, Kocaeli ve Anadolu’daki diğer dernekler için aciliyet taşımaktadır.

Kendi bölgem olan Kocaeli’ndeki yerel basın da daha fazla desteklenmeyi beklemektedir. Ancak bu yolla daha hızlı, daha iyi ve daha güncel haberlere ulaşılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Basın İlan Kuruma Genel Müdürlüğünün 4 Mart 2013 tarihinde Kocaeli Gazeteciler Cemiyetine gönderdiği gazeteci derneklerine maddi yardım yapılmasıyla ilgili çeşitli başlıklarda talepleri bulunmakta, yardımlarla alakalı olarak tereddütlerin ortadan kaldırılması amacıyla Genel Kurulda alınan kararlar doğrultusunda yönetim kurulunun söz konusu yardımların içerik ve kapsamını belirlediği de ifade edilmiştir. Basın İlan Kurumu, Kocaeli Gazeteciler Cemiyetinden Kocaeli’ndeki tek gazeteci derneği olması nedeniyle derneğe yardım verebilmek amacıyla bazı evraklar istemiştir. Dernek üyesi bulunan ve sarı basın kartı sahibi olanların sarı basın kartı suretleri, diğer bir maddede ise sarı basın kartı olmayan ancak 13 Haziran 1952 tarih ve 5953 sayılı Kanun’a tabi olan çalışan üyelerin de iş akdi sözleşmeleri istenmektedir.

Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğünün teşkiline dair 1961 tarihli 195 Kanun numarası ve 10702 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe konulmuştur. Tekrar vurgulamak isterim ki o dönemin şartlarına göre hazırlanan ve yürürlüğe giren kanunun Genel Kurulun görevleri maddesinin “Kurumun yıllık safi kazancının yüzde 5’inden az olmamak şartıyla basında fikren veya bedenen çalışanların sendikalarına ve derneklerine yardımda bulunmak” maddesi uyarınca Anadolu’daki gazeteciler cemiyeti diğer yerer derneklere de yardımda bulunulması için istenilen belgelerin de günün koşullarına uygun hâle getirilmesi gerekmektedir.

1961 yılında ülkemizde bilgisayar ve İnternet erişimi bulunmamakta iken günümüzde ise İnternet erişimi ile yazışmalar gerçekleştirilmekte ve ülkemizde Merkezî Nüfus İdare Sistemi ve Dernekler Bilgi İşletim Sistemiyle artık Anadolu’daki gazeteciler cemiyeti gibi derneklerin tüm bilgi ve verileri devletin resmî bilgi bankalarında mevcuttur. Yani derneğin kaç üyesi bulunduğu ve MERNİS sisteminden yararlanılması durumunda üyelerin hangi adreslerde oturduğuna dair tespitler anında görülebilmektedir. Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü sitesinde il il, hangi ilde kaç sarı basın kartlı ve sürekli sarı basın kartlı bulunduğu da görülebilmektedir. Yine, sarı basın kartı bulunmayan üyelerin de, 13 Haziran 1952 tarihinde yürürlüğe giren Kanun’a göre fikir işçisi olanların da sözleşmeleri istenmektedir. Ancak bu istenen sözleşmelerin tümü her yıl Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından resmî ilan alma hakkına sahip olan gazetelerden istenmektedir. Yani, bu belgeler Basın İlan Kurumunda da bulunmaktadır. Dernekten iş akit sözleşmelerinin istenmesi de hukuka aykırıdır çünkü iş akit sözleşmeleri kişinin kendisiyle işvereni arasında kalmaktadır. Bu iş akit sözleşmelerinin verilebilmesi durumunda kentlerde iş barışına da bir darbe vurulmuş olacaktır. Günümüzde özellikle bazı gazetecilerin çalışanlarına maaşlarını zor verdiğinin, hatta verenlerin de çalışanlarından banka kartlarını alarak yatırılan ücretleri de geri aldığının dahi konuşulduğu bir dönemde iş akdi sözleşmelerinin istenmesi de hayatın gerçekliği açısından da aykırı bir durumdur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bir hatırlatma yaparak bitirmek istiyorum. Anayasa’nın eşitlik ilkesi maddesi çok açıktır. Anayasa’nın 10’uncu maddesine göre “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Bu madde gereğince dernekler de eşitlik ilkesine göre değerlendirilmeli ve üye sayıları, üyelerin bağlı bulundukları ilde olanların değerlendirme kapsamına alınması gerekmektedir.

Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Türkkan.

Öneri üzerinde son konuşmacı, aleyhinde olmak suretiyle, Konya Milletvekili Sayın İlhan Yerlikaya.

Sayın Yerlikaya, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İLHAN YERLİKAYA (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 19 milletvekilinin yerel medya kuruluşlarının ve çalışanlarının sorunlarını araştırarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi üzerine aleyhinde görüşlerimizi belirtmek için AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma önergesinin başında ilk konuşmacı arkadaşımız konuşmasının bir yerinde şöyle demişti: “Gazeteler birer birer kapanmaya başlıyor.” Ben, isterseniz önce Türkiye’deki yerel gazetelerin, bölgesel gazetelerin ve televizyonların durumuna bir bakalım, ondan sonra konuşalım diye düşünüyorum.

Bu bağlamda, bölgesel olarak 91 tane gazete var Türkiye’de, yerel olarak 2.618 tane gazete var Basın Yayın Enformasyonun son bilgilerine göre. Yine, 15 tane televizyon var bölgesel, yerel 200 tane; ulusalı saymıyorum burada. Radyo bölgesel 38 tane, yerel 922 tane. Yine, dergi bölgesel 259, yerel de 1.377 adet var. Bunlardan, uydudan yayın yapan televizyonları da saymıyorum. Onları da sayarsak televizyon 193 tane, radyo da 62 tane.

Dolayısıyla, ülkemizde bizim iktidarımız döneminde de özellikle bu basın özgürlüğünün önünü açmamız ve basının yolunu açmamız sayesinde oldukça fazla gazete ve televizyon var. Bu neyin göstergesi? Bu, arkadaşlar, çoğulculuğun göstergesidir. Temel hak ve özgürlüklerin savunulması için, kişilerin hak ve özgürlüklerinin savunulması için ve demokrasinin denetlenmesi, rayında yürütülebilmesi için çok önemli şeydir.

Demokrasi ve medya ilişkisine baktığımızda çoğulculuk burada çok önem arz etmektedir. Demokrasi üzerindeki vesayetleri kaldırabilecek yegâne unsur da medyanın çoğulcu olmasıdır. İşte, burada da görüldüğü gibi artık medyamızda çoğulculuk sağlanmıştır. Kaldı ki teknolojiden de buna destek gelmektedir çünkü yeni teknolojilerde artık medya kurmak, televizyon kurmak, gazete kurmak eskisi gibi çok pahalı bir şey değildir; çok kolay bir şekilde İnternet ortamında yayın da yapabiliyorsunuz.

Tabii, burada bir arkadaşımızın dediği gibi özgürlük ve şantaj            -dengesi mi diyelim- ikilemiyle de düşünmek lazım. Basın özgürlüğünü sonuna kadar destekliyoruz ama arkadaşlarımızın dediği gibi basını silah olarak kullanmak, basını şantaj aracı olarak kullanmayı da asla desteklemiyoruz. Bu konuda sadece onlar değil bizler de mağduruz. AK PARTİ iktidarına, hatta Başbakanımıza söylenenleri hepiniz kamuoyundan görüyorsunuz. Ancak, bunlarla ilgili görev de yargınındır, yargı bunlarla ilgili gerekeni yapacaktır. Nitekim, bizler de mahkemeye gidiyoruz ve yargı gereğini yapıyor. Burada tabii, bunu söylerken, bu eleştirileri söylerken buna çok dikkat etmek lazım. Medyanın özgürlüğü istismar etmemesi lazım. Medya da neticede, bir suç işlerse onun cezasını görecektir, bunu buradan belirtelim.

Yine, bir kardeşimiz frekans ihalesine değindi. Frekans ihalesi de biliyorsunuz bugünlerde yapılıyor; dün başladı, ulusal bazda yapıldı, bugün de devamı geliyor. 13 tane başvuru olmuş dün ulusalda; televizyonlarda, gazetelerde de izlediniz. Bu ihale devam ediyor. Bu ihale ne demektir arkadaşlar? Bu ihale az önce yapılan eleştirilere de bir anlamda cevaptır çünkü yıllardır frekans ihalesi yapılamadı ve ben Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda görevliyken de biliyorum, yerel televizyoncular da, ulusal televizyoncular da kendilerini bir göçebe gibi, gecekondu gibi hissediyorlardı. “Ne olur şu frekansımızı bir an önce verin ki biz de doğru dürüst yayın yapalım, göçebe gibi hissetmeyelim, gecekondu gibi hissetmeyelim.” diyorlardı. Bugün işte, Allah’a şükür o frekans ihalesi de yapılıyor ve yerelde de, ulusalda da çok fazla şikâyet yok, basından bunu izliyorsunuz. Ulusaldaki, dün itibarıyla yapılan frekans ihalesine baktığınızda da kimseye haksızlık yapılmıyor veya iktidarın yandaşlarına gibi bir şey de yok. Gayet, şu anda yayın yapanların hepsinin de bu ihalenin içinde bulunduğunu görmüş oluyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada ülkemizin yerel medya geçmişine de değinmiş önergede. Gerçekten, 1860’lı yıllardan beri yerel medyamız var. Burada şunu da belirtelim: Ülkemizde yerel medya da, medya da Avrupa’dan hemen alınmış, diğer alanlara göre çok hızlı biz alıyoruz. Yerel medya alanında da öyle. Gazetelerimizi düşündüğünüzde ilk tarihlerdeki, öyle ama günümüzde, az önce verdiğim rakamlarda da belirtildiği gibi oldukça fazla. Bunu da çoğulculuğun gereği olarak biz düşünüyoruz ve yerel medya mensuplarını da, çalışanlarını da destekliyoruz, biraz sonra o konuya değineceğim ama İnternet medyasına da burada değinmek istiyorum çünkü İnternet medyasını aslında hem ulusal hem de yerel medya anlamında düşünmek lazım. Yerel artık ulusal oluyor çünkü yerelde bir İnternet gazetesi çıkardığınızda onu Türkiye'nin, dünyanın her tarafından izleyebiliyorsunuz. Dolayısıyla, kişiler temel hak ve özgürlüklerini savunmak için veya kendisine yapılan haksızlıkları anlatmak için artık istedikleri kadar mekân bulabilmektedirler hem İnternet ortamında hem de diğer ortamda. Ama bir arkadaşımızın söylediği gibi, tabii bu araçları da silah olarak kullanmamak lazım, amenna, biz de bunu kabul ediyoruz. Bununla ilgili zaman zaman da önlemler alınıyor, yasalar, mevzuatlar çıkarılıyor.

Bir başka husus: İnternet medyası daha ucuz bir yayın imkânı doğuruyor, bu da çoğulculuk bağlamında önemlidir. Çünkü eskiden şöyle oluyordu: Gerek gazeteler gerekse televizyonu -bilhassa çok pahalı bir yayın organıdır- herkes çıkaramadığı için belirli tekeller oluşuyordu ve o tekeller de kamuoyunu yönlendiriyor, toplum mühendisliği yapabiliyordu ama şimdi öyle değil artık; herkes her şeyi söyleyebiliyor ve günümüzde de yüzde 0,01 oy oranı olan partilerin bile medyada kendisini ifade edebildiğini görüyoruz. Hatta, az önce söylediğimiz gibi, o kadar fazla ki, bazen karşıdakine hakarete varan şekilde söylemler içerisinde de bulunabiliyor; bu, eleştirilen bir yan ama diğer taraftan da herkesin düşüncelerini kamuoyuna aktarması bakımında da çok önemli bir husustur diye düşünüyorum.

Yine, sosyal medya da başka bir faktör. Bu da insanların fikir ve düşüncelerini aktarmakta önemli bir rol üstleniyor. Buradan onu da belirtelim.

Arkadaşlar, bir başka husus: “Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü basına destek vermiyor.” dendi. Hayır, basına, hele hele iktidarımızın dönemince oldukça fazla destek veriliyor ve bunlar da mümkün olduğu kadar eşit ve belirli kriterlere göre dağıtılmaya çalışılıyor. Hatta radyo, televizyonlar, yerel televizyonlar da tıpkı Basın İlan Kurumunun yerel basına verdiği gibi “Ne olur, bize de destek verin çünkü ayakta durabilmemiz için bu gerekli. Hatta, televizyonlar daha pahalı bir yayın aracıdır, onun için bize de verin.” diyorlar. Dolayısıyla bu söylem de yanlış diye düşünüyorum. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü bu desteklerin yanında, yani parasal destekler yanında basın kartı işlemlerini görüyor, yine trafik kartı dağıtıyor ve bunlarla ilgili işlemler yapıyor. Gazetecilerimizin gri pasaport işlemlerini yapıyor. Yine yerel medya eğitim seminerleri düzenliyor. Araştırma önergesinde de belirtiliyor “yetişmiş eleman kıtlığı” diye bunu gidermek için illerde, yerel bazda çok değişik eğitimler veriyor. Bu da önemli bir husus diye düşünüyorum.

Yine, Basın İlan Kurumunun başka yerel gazetecilere ve gazeteciliğe destekleri de var. Bunları da kısa kısa belirtmek istiyorum, süremiz çünkü azalıyor. Bunlardan birisi, fiilen çalışan gazetelere 4.200 TL destek veriyor, faizsiz kredi veriyor. Bu önemli bir destek diye düşünüyorum. Yine çalışamayan, muhtaç veya engelliler için de yılda bir defa karşılıksız 4 bin lira destek veriyor Basın İlan Kurumu. Ölen basın mensuplarına bir defaya mahsus 6 bin TL destek veriyor. Yine, basınla ilgili derneklere de bir defaya mahsus 10 bin TL civarında karşılıksız destek veriyor. Dolayısıyla az önce söylenildiği gibi “Basın İlan Kurumu da destek vermiyor.” değil, elinden geldiği oranda destek vermeye çalışıyor.

Bir başka husus arkadaşlar: “Gazeteciler bugün sizin lehinize veya aleyhinize yayın yapıyor.” diye bir kardeşimiz söyledi. “Bugün sizin lehinize yapıyor ama yarın aleyhinize.” Bu, sizler için de geçerli, dolayısıyla çoğulculuğun olduğu yerlerde bu söylemler de yanlıştır. Dolayısıyla çok ucuz ve çok fazla basının olması bu söylemlerin de haklılığını bertaraf eder diye düşünüyorum. Yani yerel gazetecilik bu anlamda oldukça fazla olması, çoğulcu olması demokrasimiz açısından da önemli bir husus ama birtakım sorunları var mıdır? Doğrudur, vardır bunların da çözülmesi için elimizden ne gelirse onu yapmaya çalışıyoruz.

Televizyonlar bağlamında da az önce söylediğim gibi, şimdiye kadar da el atılamayan, yapılamayan frekans ihalesini de biz çözmüş bulunuyoruz. Sözlerimin sonunda hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yerlikaya.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı.

BAŞKAN - Evet, şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok, yok.

BAŞKAN – Evet, anlaşmazlık var, elektronik cihazla oylama yapacağız.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, yapmayın Allah aşkına! 2 AK PARTİ’li üye, anlaşmazlık olur mu? Yok işte, gözünüz görmüyor mu ya!

BAŞKAN – Niye bu kadar heyecanlanıyorsunuz ki? Bir saniye, Sayın Aslanoğlu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Allah aşkına ya, ne kadar adam var?

BAŞKAN - Bir arkadaşımız “Var.” diyor, bir arkadaşımız “Yok.” Ben de elektronik cihazla oylama yapıyorum. Niye heyecanlanıyorsunuz ki?

Buyurun arkadaşlar, iki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                   Kapanma Saati: 16.33

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.46

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir. Karar yeter sayısı vardır.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

 

 

 

 

 

17/04/2013

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 17/04/2013 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                               M. Akif Hamzaçebi

                                                                                       İstanbul

                                                                               Grup Başkan Vekili

 

Öneri:

Mersin Milletvekili Vahap Seçer ile 27 milletvekili tarafından, 29/03/2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Yağlı tohum politikasının tüm yönleriyle araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin (327 sıra nolu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 17/04/2013 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN –  Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerinde ilk söz Mersin Milletvekili Sayın Vahap Seçer’e aittir.

Sayın Seçer, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Ankara’nın siyasi gündemi yoğun. Gündem, sürece, yeni anayasa çalışmalarına, yargı paketine kilitlenmiş durumda ancak hayat devam ediyor, toplumun da önemli sorunları var.

Bakın, geçtiğimi z gün seçim bölgem olan Mersin’de hava muhalefeti yaşandı, yoğun yağmur oldu, sel oldu. Hortumdan dolayı Anamur’da, Bozyazı’da, Aydıncık’ta özellikle muz seralarında önemli hasarlar meydana geldi.

Yine, hemen akabinde Silifke bölgesinde, Erdemli bölgesinde, Mersin merkezde dolu afeti oldu ve önemli ölçüde meyve bahçeleri, sebze bahçeleri zarar gördü. Geçtiğimiz aylarda da aynı bölgede yine yoğun yağıştan kaynaklanan afetler yaşanmıştı ve üretici yine zarar görmüştü. Zaten tarımsal üretim önemli sorunlar yaşıyor, üreticinin iki yakası bir araya gelmiyor, bir de üstüne böyle afetler eklendiği zaman çifte kavrulmuş oluyor ve çiftçi öldü Allah rahmet eylesin.

Geçtiğimiz günlerde bizim  bölgede meydana gelen afetlerden dolayı yetkililer, ilgili kurumlar gidiyorlar hasar tespiti yapıyorlar. Tabii üretici de bin bir umutla bekliyor. Hasar tespiti yapıldı, buna ilişkin değerlendirmeler yapılacak ve meydana gelen hasardan dolayı devlet bir miktar da olsa derdimize çare olacak, yaramıza merhem olacak. Ama aldığımız şikâyetler diz boyu. Gerçekten de hemen afet sonrasında Hükûmet yetkilileri ya da kurum yetkilileri açıklamalarda bulunuyor: “Gittik, hasar tespiti yaptık.” ama sorunların çözümüne ilişkin herhangi bir adım atılmıyor. Umut ediyorum, bu afetten sonra özellikle iktidara mensup iktidar milletvekilleri buna öncülük ederler, bölgede hasar tespit çalışmalarını hızlandırırlar ve üreticilerimizin zararının, ziyanının hiç olmazsa bir kısmının devlet tarafından ödenmesini sağlarlar.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde GDO tartışması basına yansıdı, geniş bir şekilde basında yer buldu. Daha önceki Parlamento döneminde görev yapan milletvekili arkadaşlarım bilir, 2010 yılında bu Parlamentodan Biyogüvenlik Yasası çıktı. GDO yani genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerine ilişkin bir yasa bu Mecliste görüşüldü ve kabul edildi. O tarihe kadar Türkiye’de GDO’lu ürünleri, âdeta bu ithalatı gerçekleştiren ithalatçılar elini kolunu sallayarak Türkiye gümrüklerinden içeriye geçiriyorlar, yurt içinde bunları rahatça pazarlayabiliyorlar idi. Ve Türkiye’de o döneme kadar, gerçekten, hiçbir denetime tabi olmadan GDO’lu ürünleri, maalesef, halkımıza bunları yediriyorduk. Ancak o yasa kabul edildikten sonra, bir nebze olsun, bunlar disiplin altına alındı gibi görüldü.  Ancak geçtiğimiz günlerde, 4 Nisanda basına yansıyan haberlere göre, Mersin Limanında 23 bin ton çeltik GDO’lu olduğu şüphesiyle analize tabi tutuluyor ve GDO olduğu tespiti yapılıyor. Tabii, bunlar İTÜ’nün, İstanbul Teknik Üniversitesinin ve TÜBİTAK laboratuvarlarından elde edilen sonuçlara göre, raporlara göre ortaya çıkan sonuçlar. Ancak bu konuda, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Eker bir açıklama yaptı “Dünyada ticarete konu pirinç yoktur, dolayısıyla bunlarda GDO olması mümkün değildir.” dedi. Hemen akabinde Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Yazıcı bir açıklama yaptı: “Evet, çalışmalar yaptık, bazı sınır kapılarında, örneğin Tekirdağ’da gerçekten GDO’lu pirinç ithal edildiğine dair bilgiler aldık.” dedi. İkisi birbiriyle çelişen, birbirinden farklı açıklamalar oldu. Hatta Sayın Yazıcı biraz daha ileri giderek, olayı biraz daha tiye aldı, dedi ki: “Ben pirinç tüketmiyorum, bulgur tüketiyorum.”

Değerli arkadaşlarım, GDO meselesi öyle şakaya alınacak, tiye alınacak, ironi yapılacak bir mesele değil, 75 milyon nüfusun sağlığını ilgilendiren bir konu. Bakın, Türkiye’de GDO’lu gıda var mı, yok mu? Ben iddia ediyorum, Sayın Bakan da bunun yanıtını veremez. Türkiye’de bu anlamda yeterli akredite laboratuvarlar yok. Türkiye sınırlarından hâlâ -Biyogüvenlik Yasası’na göre- elini kolunu sallayarak, ben iddia ediyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden iddia ediyorum, GDO’lu ürünler giriyor ve piyasalarda, market raflarında, gıda olarak tüketiliyor.

Şimdi, Sayın Bakan açıklama yapıyor, diyor ki: “Eğer böyle bir konu söz konusu ise yani GDO’lu ürün girdiyse bu GDO’lu değildir, nakliye araçlarından kaynaklanan ya da yurt dışından gelen gemilerden kaynaklanan bulaşıktan yani daha önce GDO’lu ürün taşımış o nakliye aracı ve daha sonra da bu pirinçler yüklenmiş ve o bulaşıktan kaynaklanan bir sonuç  GDO’lu olduğu iddiası.”

Şimdi, bunu, bu iddiayı ortaya koyanlar da şöyle söylüyor: “Türkiye’de gıda konusunda eşik değer olarak hangi miktarda GDO’lu ürünlerin yurt dışına gireceğine dair bir eşik değer yok.” Bunu belirlemesi gereken Bakanlık ama Bakanlık izliyor, Bakanlık seyrediyor, bu konuda bir tedbir almıyor. Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu konu önemli bir konudur, bu konu toplum sağlığını ilgilendiren bir konudur ve ilgili kurumun, ilgili bakanlığın bu konuda doyurucu açıklama yapması gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, araştırma önergemizin konusu Türkiye’nin yağlı tohum ithalatına yönelik yaşadığı sorunlar, bu sorunların araştırılması ve bu konuların çözümüne ilişkin çözüm yollarının bulunması. Değerli arkadaşlarım, Türkiye yağlı tohumlara ve onun türevlerine çok önemli miktarda para ödüyor. 2011 yılı rakamları: Parasal olarak ithal ettiğimiz yağlı tohumlar ve onun türevleri 3,1 milyar dolar. 2012 yılı rakamları: 3,7 milyar dolar biz yağlı tohum ve türevlerine bedel ödüyoruz, ithalat yapıyoruz. Bakın, Türkiye’nin en önemli ekonomik sorunlarından bir tanesi cari açık meselesi. Türkiye 2011’de cari açıkta rekor kırdı, 77 milyar dolar cari açığımız vardı. Dünya sıralamasında ilk 5’e girdik cari açıkta. Aldığımız tedbirlere rağmen, ekonomik önlemlere rağmen 2012’de cari açığı 50 milyar dolar civarlarında bir noktaya çekebildik. Türkiye’nin cari açığa sebebiyet veren en önemli ithalat kalemleri petrol ve ürünleridir, bunun ardında da yağlı tohumlar ve türevleri gelmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin istikrarı, sürdürülebilir tarım politikaları uygulayıp yağlı tohum üretimi konusunda aşama kaydetmesi gerekiyor, gelişme kaydetmesi gerekiyor.

Bakın, 2002-2012, bazı mukayeseler yapmak istiyorum: Türkiye’de 2002 yılında toplamda 2 milyon ton yağlı tohum ve türevleri ithal edilirken bu rakam 2012 yılında 5,3 milyon tona ulaştı. Az önce de söylediğim gibi, bu 5,3 milyon ton ürünün parasal değeri 3,7 milyar dolar idi. Ayrıca, Türkiye, o günden bugüne kadar bakınız: Soya fasulyesi ithal ediyor. 2002 yılında 613 bin ton soya fasulyesi ithal ederken, bugün, Türkiye 1,1 milyon ton soya fasulyesi ithal ediyor. 750 bin ton ayçiçeği çekirdeği ithal ediyor. Yine, bir yağlı tohum olan ve yağ elde edilen önemli bir ürün olan koza, 150 bin ton ithal ediliyor. Tabii bunları ortadan kaldırmak, bu kadar yüksek miktarda ithalat yapmayı ortadan kaldırmanın bize sağlayacağı sadece cari açığı azaltmak değil, Türkiye ekonomisine de katkı sağlamaktır. Bu anlamda da bu konuların araştırılması için bir araştırma komisyonunun gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Yüce Meclisin bu konuda destek vereceğini düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Seçer.

İkinci konuşmacı aleyhinde olmak suretiyle Kars Milletvekili Sayın Yunus Kılıç.

Sayın Kılıç, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YUNUS KILIÇ (Kars) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Sayın Vahap Seçer ve arkadaşlarının Türkiye’de yağlı tohum politikasıyla alakalı vermiş olduğu araştırma önergesinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarla selamlıyorum.

Tabii, Sayın Seçer, aleyhinizde söz aldım ama tespitlerinizi inkâr edecek değilim. Öncelikle bunları hep beraber kabul edeceğiz ama bunların oluşma gerekçeleri noktasındaki fikir ayrılıklarımızı ifade etmek üzere söz aldım.

Şimdi, işin özüne dönecek olursak aslında saygıdeğer milletvekilleri, bugün dünyada yaşayan 7 milyar insandan 1 milyarı açlık sınırının altında yaşıyor, yaklaşık 2,5 milyar insan da her an açlık tehlikesiyle ne yazık ki karşı karşıya. Her yıl dünyada yaklaşık 12 milyon insan açlıktan ve yetersiz beslenmeden ölüyor. Bunlar, şu anda dünyamızın gerçekleri ve ne yazık ki artık, enerji ihtiyacımızın da büyük bir kısmı gene tarım ürünlerinden, tahıllardan, yağlı tohumlardan elde edilmek yoluna gidiliyor. Hele ki 1960’lı yıllarda tarımda devrimi, Yeşil Devrim’i yapanlar “Evet, bir gün tarımı, gıdayı elinde tutanlar bütün insanlığı ele geçirecekler ve yönlendirecekler.” iddiasıyla yola çıkmışlardı. Evet, bu mücadele dünyada bu kadar kızışmışken, artmışken; insan sayısı, nüfuslar bu kadar artarken; açlık, sefalet, çekilirken; paylaşımda adaletsizlikler meydana gelerek artarken ve sürdürülebilir gıdaya olan talep artarken bir gerçeği de bilerek hareket etmekte ülke açısından fayda olduğunu düşünüyorum. O da nedir? “Türkiye, sahip olduğu toprak ve iklim özellikleri sebebiyle en azından 160 milyon insana yetecek kadar gıdayı, besini rahatlıkla üretebilecek bir ülkeyken -evet, çok haklısınız araştırma önergesini verenler- o zaman, her şey böyle dört başı mamur, yerli yerindeyken biz, bize lazım olanı neden üretemiyoruz, neden yeterince üretemiyoruz ve üretimimizde bir geriye gidiş var mı?” Bunu araştırmak, bu konuda kafa yormak ülke insanımızın ve dünyanın ihtiyaçlarına daha çok katkıda bulunmak elbette hepimizin amacı olmalı.

Yalnız, saygıdeğer milletvekilleri, bir ülkede tarımsal ve başka alanlardaki üretim de insanların ve toplumların gelişmişliğiyle, süreçleriyle alakalı olarak yer yer artabilir, azalabilir veya değişmeyebilir. Şimdi, Türkiye'de bu süreç yağlı tohumlar açısından nasıl olmuştur öncelikle buna bir bakmak isterim. Tabii, biz burada sohbetler ederken, cevaplar verirken, biliyorsunuz, 2002’den 2013 yılına kadarki süreci genellikle değerlendiririz. Tabii, bunu sizin de önergenizde böyle değerlendirmiş olduğunuzu görmek aslında memnun etti bizi. Neden? Çünkü, erk sahipleri, icraat yapanlar, sistemi kontrol edenler kendi süreleri içerisinde eleştirilmeli, değerlendirilmeli ya da yargılanmalı; doğrusu bu. O yüzden ben de bu süreleri esas alarak sizin değerlendirmelerinize birtakım katkılar, cevaplar vermek istiyorum.

Evet, 2002 yılında yağlı tohumlar üretim alanımız 6,5 milyon dekardan 2012 yılında 7,5 milyon dekara çıkmış. Aslında bir azalma olmamış, hatta biliyorsunuz ithalatımız da artmış buna rağmen. O zaman, bir taraftan üretim alanımız artarken, bir taraftan 2,5 milyon ton olan yağlı tohum üretimimiz 3,2 milyon tona çıkarken bir taraftan da ithalat yapıyorsak burada başka bir şey aramak lazım. Nedir? Arkadaşlar, bunun cevabı şurada: Türkiye, 2002 yılında 4 milyar dolarlık tarımsal ihracat yaparken, şu anda Türkiye, 17 milyar, 17,5 milyar dolarlık tarımsal ihracat yapıyor; demek ki bu fark burada. Yani Türkiye, artık sadece kendi ürettiğini tüketen bir ülke değil, Türkiye, dünyada olanı alan, kendinde daha yüksek katma değerler oluşturmak üzere üreten ve dünyaya pazarlayan ve insanlığın refah seviyesine katkı sunan bir ülke. Bunun cevabı aslında burada.

Bu 2002 yılından 2012 yılına kadar aslında üretimimizde yüzde 25’lik, yüzde 26’lık, arkadaşlar artış var, verimlerde artış var. Yalnız ithalatımızda da tekrar ediyorum 800 bin tondan 2 milyon tona kadar bir artış var. Nedir bu 3 milyar? Evet, dediğiniz 3 milyar dolarlık rakam doğrudur. Ancak bunun içerisinde neler vardır? Bunun içerisinde yağlı tohumlar vardır, tohum ithalatı vardır, ham yağ, margarin ithalatı vardır, küspenin ithalatı bunun içerisindedir. Yani tarım ve hayvancılıkta da biliyorsunuz gerekli, kaliteli kaba yem ihtiyacını Türkiye henüz tam olarak karşılayabilen bir ülke değil. Bunun da bir kısmını küspe ve pamuk tohumu, keten tohumu falan, ay çekirdeği küspesi olarak yurt dışından büyük oranlarda ithal etmekteyiz, yani bu 3 milyar dolar aslında bunların toplam rakamları. 2002’de ne kadardı, yok muydu ihracatımız? Vardı, 2 milyar dolardı. Az değildi, yani üretimimizde tarımsal üretimimiz 23 milyar dolar iken ithalatımız 2 milyar dolardı, tarımsal üretimimiz 63 milyar dolara çıktı, bu sadece yüzde 50 kadar arttı. Yani tarımsal üretimimiz üç katına çıkarken ithalatımız arkadaşlar sadece yarısı kadar artmıştır.

Şimdi, peki, ne yapılıyor? Bütün bu gerçekler ortada iken, hâlâ yağlı tohum ihtiyaçlarımız ortada iken, Türkiye Gıda, Tarım Bakanlığı ve  Hükûmet olarak bununla alakalı neler yapıyor? Sevgili arkadaşlar, öncelikle tarımı eskisinden çok fazla destekliyor, özellikle havza bazlı hangi alanda hangi ürünün daha kârlı bir şekilde üretilebileceklerini tespit ettiriyor, bu anlarda fark ödemesi yapıyor, tarımsal destekler yapıyor ve özellikle girdi maliyetinden kaynaklanan çiftçi sıkıntılarını, maliyet sıkıntılarını gidermek için çok ciddi destekler yapıyor. Nedir bunlar? Mesela; ayçiçeği için kilogramına 24 kuruş veriyor 2013 yılı için; efendim, kütlü pamuğa 50 kuruş, soyaya 50 kuruş, kanolaya 50 kuruş, aspire 45 ve zeytinyağına, zeytinyağının kilogramına da 60 kuruş destek veriyor.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Zeytinyağı 5,5 Hocam.

YUNUS KILIÇ (Devamla) – Ayrıca, havza bazlı üretim modellerinde de o bölgelerde belirlenmiş ve katma değeri yüksek ürünler üretenlere de ilave olarak destek verilmeye devam ediyor.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Antep fıstığını da söyleseydiniz de bilseydik Hocam.

YUNUS KILIÇ (Devamla) – Bunları aslında toplam verdiğim için, tek tek bu rakamları vermek istemiyorum. Yalnız şunu özellikle söylemek isterim: Arkadaşlar, yağlı tohum bitkilerinde hemen hemen pamuk hariç

–pamukta küçük bir azalmanın dışında- hepsinde yüzde 25, yüzde 30 oranında ciddi üretim artışlarımız var. Peki, üretimlerimiz böyle artarken o zaman ihtiyacımızı niye karşılayamıyoruz? Çünkü şöyle bir sıkıntı var: Türkiye’de nüfus artıyor, turist artıyor; refahımız yükseldi, tüketimimiz artıyor, Türkiye’nin özellikle tarıma dayalı ihracatı artıyor. Bunların hepsini düşündüğünüz zaman hâlâ daha fazla üretmeye ihtiyacımız olduğu kesin. Üstelik bakın, şöyle bir sıkıntı da bizi bekliyor, belki siz öngörmemişsiniz: Önergenizde öngörmediğiniz bir sıkıntıyla daha ileride karşı karşıya kalmak durumunda kalacağız, onu da ben söyleyeyim buradan. Biliyorsunuz, bu ürünler aynı zamanda özellikle enerji hammaddesi olarak kullanılacak yani dünyada artık tarım daha vahşice bir şekilde enerji sektöründe kullanılmak isteniyor. Demek ki bizim gelecekte tarım politikalarımızı, yağlı tohum politikalarımızı da bütün bunları düşünerek yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine hep beraber katılıyoruz, doğru ancak şu anda tespit ettiğimiz şey şudur: Evet, bizim yağlı tohum üretimlerimiz 2002 ile 2013 arasında azalmamış, yüzde 30’a yakın bir artış sergilenmiş, ortaya konulmuş ancak hâlâ artan ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumda değil. Doğrudur, Türkiye cari açığı olan bir ülkedir, tarımda üretebilme potansiyeli vardır, olmasa dersiniz ki: “Ne yapalım yani arazimiz yoktur, iklim uygun değildir falan, üretemedik.” Ama Türkiye'nin bu potansiyeli vardır, bu potansiyelini harekete geçirmesi de kesinlikle gereklidir.

Bunun dışında “Neler yapılması gerekiyor?” dedik. Özellikle Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, tarım araştırmalarıyla alakalı kurumlar hangi alanlarda Türkiye'de hangi ürünlerin daha iyi yetişeceği ve ihtiyaçlarımızı karşılayacağı noktasında ciddi çalışmalar yapıyorlar. Buna yönelik de Hükûmetimiz ve Tarım Bakanlığımız ciddi destekler veriyor, her geçen gün bu desteklerin miktarlarını artırıyor. Yeterli midir? Bakın, iddia etmiyoruz arkadaşlar. Evet, Türkiye hâlâ uluslararası fiyat dalgalanmalarına açık bir ülkedir, global ekonomiden oldukça etkilenen bir ülkedir. Dünyanın bir yerinde bir mal, bir ürün daha ucuza üretiliyorsa Türk çiftçisini bundan korumak adına çok ciddi destekler yapılıyor. Gümrük duvarları, bir şekilde dünyanın bize bugün direttiği, bunları kaldırın dediği gümrük duvarlarıyla biz kendi çiftçimizi, üreticimizi bir şekilde koruyarak tarıma dolaylı bir şekilde arkadaşlar destek vermeye devam ediyoruz. Ayrıca…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YUNUS KILIÇ (Devamla) – Daha da konuşmak isterdim ama bir sonraki araştırma önergenize inşallah.

Hepinizi saygılarla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

Öneri üzerinde üçüncü konuşmacı Tekirdağ Milletvekili Bülent Belen, lehinde olmak üzere.

Buyurun Sayın Belen. (MHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin yağlı tohumlar ve yağlı tohumlar ithalatının neden olduğu sorunlar üzerine vermiş olduğu Meclis araştırması açılması yönündeki önergenin gündeme alınmasıyla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizi, heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen aziz Türk milletini saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin ithalatta petrolden sonra en fazla para ödediği 3’üncü sektör olan yağlı tohumlar ithalatını azaltmak için AKP hükûmetleri bugüne kadar reel bir politika yürütememiş ve çiftçi vatandaşlarımızın yağlık bitkiler ekmesi noktasında AKP hükûmetlerinin destekleri yeterli olmadığı için üretim istenilen seviyeye yükseltilememiştir. Milliyetçi Hareket Partisinin de koalisyon ortağı olduğu 57’nci Hükûmet zamanında başlatılan destekleme politikaları, devamında gelen AKP hükûmetlerince günün şartlarına uygun hâle getirilmediği ve arttırılmadığı için çiftçi vatandaşlarımız geçimini sağlamakta sıkıntıya düşmüş ve bunun neticesinde yağlık bitki ekilen alanlarda hissedilir bir artış olmamıştır.

Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneğinin verilerine göre, 2002 yılından 2011 sonuna kadar yağlı tohumlar ithalatındaki görünüm şöyledir: Türkiye, bitkisel yağ imalatında değerlendirilmek üzere 2002’de 613 bin ton soya fasulyesi ithal ederken 2011’de 1 milyon 298 bin ton ithalat yapmıştır. 2002’de sadece bin ton kanola tohumu ithal eden Türkiye 2011’de 122 bin ton ithalat yapmıştır. Ayçiçeği tohumu ithalatında 2002’de 129 bin tondan 2011 yılında 911 bin tona çıkılmıştır. Türkiye’nin yağlı tohumlar ithalatı toplamda 2002 yılında 798 bin tonken 2011 yılında 2 milyon 331 bin tona ulaşmıştır, ithalattaki artış 3 kattan fazla olmuştur. Türkiye, bitkisel yağ imalatı için sadece yağlı tohum ithalatı yapmıyor, ham yağ ithalatı da var. 2002 yılında 707 bin ton ham yağ ithalatı, 2011’de 1 milyon 43 bin tona ulaştı. Ham yağ ithalatındaki ayrıntılar ise ayçiçeğinde 93 bin tondan 470 bin tona çıkmıştır. Miktar bazındaki bu artışlara bakıldığında AKP’nin 2002 yılından bu yana uyguladığı tarım politikası, verdiği destekler, çıkardığı yasalar yağlı tohum üretimini artırmaya yetmediğini gösteriyor. Uygulanan politika ithalatı körüklemiş ve başka ülke üreticilerini desteklemiştir.

Değer bakımından incelendiğinde durum çok daha vahim. Türkiye, yağlı tohum ithalatında 2002’de 223 milyon dolar öderken 2011 yılında 1 milyar 358 milyon dolar ödemiştir. Ham yağ ithalatında 2002 yılında 340 milyon dolar öderken geçen yıl 1 milyar 338 milyon dolar para ödenmiştir. 2002 yılında küspe ithalatına ödenen döviz miktarı 88 milyon dolardan bugün 406 milyon dolara çıkmıştır. Yağlı tohumlar ve türevlerine ise 2002’de 650 milyon dolar ödenirken 2011 yılında 3 milyar 102 milyon dolar ödenmiştir.

Özetle, milat olarak kabul edilen 2002’den bugüne kadar uygulanan yağlı tohum politikası Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtarmak bir yana daha da bağımlı hâle getirmiştir. Bu, yağlı tohumlar politikasının iflasının göstergesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; on bir yıldır iktidarda olan AKP Hükûmetleri her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de rantçılara destek olmuş, gerçekte çiftçilik yaparak yaşayamaya çalışanlara yani Türk çiftçisine destek vermekte cimrilik yapmıştır.

Gübre kullanma zamanı geldiğinde 2 katına çıkan gübre fiyatlarına Hükûmetler müdahale etmemiş, mazot fiyatları 2002 yılından bugüne geldiğimizde çok yükselmiştir. Bu da çiftçi vatandaşlarımızın belini bükmüştür.

İthalatta kendi çiftçisini korumak için tedbir almak yerine tam tersine ithalatı kolaylaştıran düzenlemelerle çiftçimizi ekonomik olarak bitme noktasına getirmiş, bunun sonucunda yediemin depolarında Türk çiftçisinin sahibi olduğu ama icra dairelerince haczedilen traktörler ve bunların ekipmanları dolmuş taşmış. Geçimini sağlamak için ekip biçtiği tarlaları, kredi kullandığı bankalarca haczedilerek elinden alınmıştır.

AKP hükûmetlerinin on yıllık iktidarlarının tarım politikaları, sadece yağlı tohumlarda değil hububat, hayvancılık, süt üreticiliği ve diğer alanlarda da üreticimizi sıkıntıya sokmuştur. Hükûmet en kısa zamanda politikalarını gözden geçirmeli ve ithalatçıya verdiği desteği gerçek üretici olan Türk çiftçisine vermelidir.

AKP Hükûmeti, 2010 yılında canlı hayvan ithalatı ve et ithalatındaki gümrük vergilerini yüzde 275’ten yüzde 30’a indirerek ithalatçılara çok büyük destekler vermiştir. 2012 yılı sonuna kadar yapılan ithalatlarda dolaylı olarak ithalatçılara Hükûmetin vermiş olduğu destek 3 milyar dolara ulaşmıştır. Biz isterdik ki Hükûmet, gerçek Türk çiftçisine, Türk hayvancısına bu desteği versin ve ülkemizde hayvan sayısı artsın, tüketiciler de ucuz et yesin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye iklim ve toprak özellikleri dikkate alındığında yağlı tohumlu bitkilerin üretimi bakımından büyük bir potansiyele sahiptir, ancak yıllar itibarıyla yağ ihtiyacını karşılayacak düzeyde üretim gerçekleştirilememiştir. 1991 yılında toplam 7,4 milyon dekar olan yağlı tohum ekim alanı, 2011 yılında ancak 7,7 milyon dekara ulaşmıştır. 2002-2010 yılları arasında Türkiye’de yerli tohumun işlenmesiyle ortalama 519 bin ton ham yağ üretilmiştir.

Türkiye’de, gerek hızlı nüfus artışı ve gerekse kişi başına düşen artan tüketim sonucu bitkisel yağ tüketiminde sürekli bir artış gözlenmektedir. Yağlı tohumların ekim alanlarının artış gösterdiği yıllarda bile tüketimi karşılayacak yeterli üretimin olmaması nedeniyle bitkisel yağ üretiminde giderek artan önemli miktardaki açık ithalat yoluyla karşılanmaktadır.

Türkiye’de yıllar itibarıyla bitkisel yağ açığı incelendiğinde, 2011 yılında yağ açığının 1,6 milyon ton olduğu, 2002 yılına göre bu oranın yüzde 88 arttığı görülmektedir. Son on yıl ortalamasında Türkiye’nin bitkisel yağ ihtiyacının yaklaşık yüzde 70’i ithalat yoluyla karşılanmıştır. Türkiye’nin ithalat miktarı 2002’li yıllarda, yağlı tohumlarda 798 bin ton, ham yağ da 707 bin tonken 2011 yılında 2,3 milyon ton yağlı tohum, 1 milyon ton ham yağ ithalatına toplam 2,70 milyar dolar döviz ödenmiştir. Türkiye’de bitkisel yağ açığını ve dışa bağımlılığı azaltmak için yağlı tohumlu bitkilerin üretimi arttırılmalı, bu konuda Hükûmet reel politikalar tespit etmelidir. Hükûmetiniz destekleme primlerini, gelir rekabetini yağlı tohumlar lehine olacak şekilde arttırmalı, GAP üretim deseninde yağlı tohumlu bitkiler mutlaka birinci sırada yer almalıdır.

Nadas alanlarında ve alternatif üretim projesinde yağlı tohumlu bitkiler üretimi devreye girmelidir ama Hükûmetinizin on yıllık devri iktidarında maalesef Türk milletinin, ithalatın serbest olmasıyla ne yediği belli olmamıştır, GDO’lu mu, GDO’suz mu olduğu belli olmayan gıdalarla beslenmektedir. Onun dışında, maalesef son günlerde medyada yer alan, et tüketiminde, tespitlerde, at eti mi, eşek eti mi veya Hükûmetinizin kesimini ve satışını serbest bıraktığı domuz eti mi yediği hiç belli değildir. Çiftçimizi bitirdiniz, çiftçimiz nefes alamaz hâle geldi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak, bugün Tekirdağ ili Emiryakup köyünden bir çiftçimizin gönderdiği mesajı okuyarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Çiftçi vatandaşımız diyor ki: “Sayın Vekilim, Ziraat Bankası kullandırdığı traktör kredisinden yüzde 2 komisyon alıyor. 500 lira ipotek parası, 500 lira kasko, 350 lira da hayat sigortası alıyor. Hani enflasyon tek haneliydi? Yüzde 2 komisyon alıyor.” Bu, Hükûmetinize bağlı bir bankanın aldığı fahiş komisyon miktarına son vermenizi diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Belen, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerinde son konuşmacı, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Öntürk.

Sayın Öntürk, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ÖNTÜRK (Hatay) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, sözlerime başlamadan önce, 8’inci Cumhurbaşkanımız Sayın Turgut Özal’ın seneidevriyesinde buradan rahmetle anarak sözlerime başlamak istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisinin önerisinde yağlı tohum bitkileriyle ilgili ithalatta ciddi bir artış olduğu söylenmektedir. Evet, bu doğrudur, ithalatta ciddi bir artış olmuştur ama bu artışın nedeni acaba üretimimizde mi bir düşüş var, yoksa ekim sahalarımızda mı bir problem var veya Hükûmetimiz desteklemelerde eksik ödemeler mi yapmakta veya desteklemeleri azaltmakta mıdır? Bunları bir analiz etmek istedim.

Değerli arkadaşlar, 2002 yılında 75 bin ton olan soya üretimimiz 2012 yılında yüzde 62 artışla 122 bin tona çıkmıştır. Kanola üretimimiz 1.500 ton iken 2002 yılında yüzde 730 artışla 110 bin tona yükselmiştir. Yine, ayçiçeği üretimimiz 850 bin ton iken yüzde 61 artış oranıyla 1 milyon 370 bin tona yükselmiştir.

Peki, ekim sahalarımız ne olmuştur? Bugün 550 bin hektar olan ayçiçeği ekim alanımız yüzde 19 artışla 655 bin hektar alana yükselmiştir. Yine, soya ekim alanımız 25.500 hektardan 26.421 hektara yükselmiştir. Yine, kolza ekim alanımız 550 hektardan yüzde 487 artışla 26.829 hektara yükselmiştir.

Peki, 2002 yılında sizlerin verdiği destekleme rakamlarına bir bakalım; bir de bizim dönemimizde verdiğimiz destekleme rakamlarına bakalım. Bugün ayçiçeğine 2002 yılında 5,2 sent –dolar olarak söylüyorum- verdiğiniz desteklemeyi biz yüzde 141 artışla 13,3 sente çıkartmışız yani 240 bin liraya çıkartmışız. Yine, pamukta 5,2 sent verdiğiniz desteği 27,7 sente çıkartmışız. Soyada 6,1 olan desteklemeyi –sent olarak söylüyorum- 27,7 sente çıkartmışız. Kanolada 5,5 sent olan desteklemeyi 22,2 sente çıkartmışız.

Peki, hem ekim sahası artıyor hem üretimimiz artıyor hem desteklememiz artıyor. Bu ithalat niye artıyor? Değerli arkadaşlar, bu ithalat, en önemli nedeni, ihracatımızdan dolayı artıyor. Bakın, ben size ihracat rakamlarımızı vereceğim. Bugün Gümrük Tarife Cetveli’nden aldığım son bilgi olarak söylüyorum: 2002 yılında 82.500 ton olan yağ ihracatımız    -değeri de 90 milyon dolardı- bugün 626.000 ton yağ ihracatı yapıyoruz ve yaklaşık değeri 1 milyar dolar civarında. İşte, bu ithalattaki artışın en önemli nedeni bizim ihracatta ithal ettiğimiz bu yağlı tohumlu bitkileri burada işleyerek ihraç etmekten kaynaklanıyor.

Yine, ithalatı artıran ikinci neden tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle alakalı. Gelişen ekonomilerde insanlar mutlaka iyi yağı yemektedir ve tüketim alışkanlıkları artmaktadır. Yine, 7 milyonluk 2002’yle bugün arasında artan bir nüfusumuz var. Bu da tüketimde ithalatın artışına neden olmaktadır. Yine, enerjide yağlı tohumlar artık ciddi oranda kullanılmakta.

Peki, ne yapmamız lazım? İthalatı azaltmayı biz de istiyoruz. Ne yapmamız lazım? Birincisi, sulanabilir alanlarımızı daha da arttırmamız lazım. İnşallah 2013 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de toplam arazinin yüzde 65’i sulanabilir vasfa kavuşacaktır, bu çok önemli bir gelişme. Yörem olan Hatay’da da 2 tane barajımız inşallah 2015 yılında hizmete açılacaktır.

Yine, Miras Kanunu ve toplulaştırmayı hızla devam ettirmemiz lazım. Bunlar, tarımın geleceği için çok önemli konulardır. Yine verimliliği artırmamız için tohumculuğa verdiğimiz, tohum üreticilerine verdiğimiz desteği artırarak devam ettirmemiz lazım.

Değerli arkadaşlar, tüm bu nedenlerle ben Türkiye’de yurt dışındaki emtia piyasalarındaki düşüşlerden dolayı, tarımda bir nebze olsun sıkıntılar gördük ama bunların önümüzdeki süreçte çok daha iyi olacağını ve bizim de, Hükûmetimizin de desteklerini artırarak devam edeceğine inanıyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öntürk.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan, yoklama talebimiz var.

BAŞKAN – Yoklama talep ediyorsunuz.

Buyurun efendim.

Sayın Hamzaçebi, Sayın Seçer, Sayın Özkan, Sayın Öztürk, Genç, Aksünger, Işık, Serindağ, Aslanoğlu, Çetin, Küçük, Özdemir, Öz, Kaleli, Özgündüz, Köktürk, Aldan, Demirçalı, Kurt, Korutürk, Bayraktutan.

Şimdi, elektronik cihazla yoklama yapacağız.

İki dakika süre veriyorum, yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

CHP grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Şimdi, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

                                                                                                      17/4/2013

                                       Danışma Kurulu Önerisi                          

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 93’üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi amacıyla Genel Kurulda özel bir görüşme yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 2013 Salı günü saat 14.00’te toplanması, bu toplantıda yapılacak görüşmelerde siyasi parti grupları başkanlarına onar dakika süreyle söz verilmesi ve bu birleşimde başka konuların görüşülmemesinin, Danışma Kurulunun 17/4/2013 Çarşamba günü yaptığı toplantıda Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                                                                                                            

                                                                                                                                     Cemil Çiçek

                                                                                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                                        Başkanı

                                         

                                Ahmet Aydın                                                          Mehmet Akif Hamzaçebi

                       Adalet ve Kalkınma Partisi                                                 Cumhuriyet Halk Partisi

                           Grubu Başkan Vekili                                                       Grubu Başkan Vekili

                                         

                               Mehmet Şandır                                                                 İdris Baluken

                        Milliyetçi Hareket Partisi                                                Barış ve Demokrasi Partisi

                           Grubu Başkan Vekili                                                       Grubu Başkan Vekili

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

 

 

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156) 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk'ün; Avukatlık Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 8 Milletvekilinin; 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 3568 Sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk'ün; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk'ün; Avukatlık Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin ile 8 Milletvekilinin; 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 3568 Sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk'ün; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/750, 2/1326, 2/1343, 2/1344) (S. Sayısı: 444) (X)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Geçen birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 8’inci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet Erdoğan, Muğla Milletvekili.

Sayın Erdoğan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 444 sıra sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, sözlerime başlamadan önce, 8’inci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın bugün 20’nci ölüm yıl dönümü, 20’nci ölüm yıl dönümünde Turgut Özal’ı rahmet ve minnetle yâd ediyorum, Allah kendisine rahmet eylesin.

Bu kanunun 1’inci maddesi, şahsa yönelik düzenlemeleri içermektedir. Şimdi, Yargıtay Genel Kurulunda artık, 2010 yılında yapılan referandumdan sonra, çoğunluk iktidar partisinin kontrolündeki HSYK’nın eline geçmiştir.

Şimdi, bu çok tehlikeli bir durum tabii ki. İnsanların yargıda yapılan bu düzenlemelerden sonra artık gidecek bir yerleri kalmamaktadır, yargı bağımsızlığı zedelenmektedir.

Şimdi, bir daire içinde çözemediğiniz işleri garanti çözebileceğiniz genel kurulda görüşülmesini sağlamaya çalışmaktasınız. Şimdi AKP, iktidara geldikten bu yana sürekli yargı paketleri gündeme getirmektedir. Lakin, yapılan kamuoyu araştırmalarına göre toplumda adalete olan güven de sürekli azalmaktadır. Bu konu gerçekten üzerinde çok düşünülmesi, çok konuşulması, çok çalışılması gereken bir konudur çünkü adalet mülkün temelidir. Burada ben daha önceki değişik kanun tasarılarının görüşmesi sırasında da defalarca söyledim, mülk devlettir, kişilerin şahsi malı, mülkü, serveti değildir. Devletin bekası için ise en önemli iş adalettir. Bir devletin adalet sistemi sağlıklı değilse, bir devletin adalet sistemi herkes için uygulanabilir değilse, herkesin güvendiği bir sistem değilse bu devleti ayakta tutmak mümkün değildir arkadaşlar. Adalet her zaman herkese lazım. Adaletle çok oynamamak lazım. Adaletle -bizim size tavsiyemiz- çok oynamayın çünkü gün gelecek -unutmayın- bu adalet bir gün size de elbette lazım olacak.

Yine, bu kanunun 4’üncü maddesi ile idari yargıda ihtisas mahkemelerinin kurulmasının önü açılmaktadır. Şimdi, bu tabii ki doğal yargıç ilkesine aykırı, çok sakıncalı bir düzenlemedir. Daha önce Özelleştirme Kanunu’na eklediğiniz hükümlerle zaten “İdarenin her işi yargı denetimine tabidir.” hükmünü “Özelleştirmeler açısından idari yargının kararları Bakanlar Kurulunun denetimine tabidir.” şekline getirdiniz. Bu çok tehlikeli gidişatı şimdi -“Yanlış hesap Bağdat’tan döner.” diye bir deyimimiz, atasözümüz var- ortadan kaldırdınız. Artık bundan sonra doğru da olsa biz Bakanlar Kurulu kararıyla istediğimizi istediğimiz yere getiririz düşüncesi hâkim oldu.

Yine, üst düzey atamalar açısından idari yargıyı etkisiz kılacak düzenlemeler yaptınız. 2011 yılında çıkarttığınız 35 kanun hükmünde kararname ile binlerce kamu görevlisinin müktesep haklarını gasp ettiniz. Yani, bunun içerisinde çok enteresan örnekler var bu kamu görevlilerinin haklarıyla ilgili. Hâlâ onlar mahkemelerin kapılarında sürünmeye devam ediyorlar. Mesela, Gümrük ve Ticaret Bakanlığında memur olarak teşkilata girmiş bir kardeşimiz şeflik sınavına girmiş, kazanmış, şef olmuş; müdür yardımcılığı sınavına girmiş, kazanmış, müdür yardımcısı olmuş; müdürlük sınavına girmiş, kazanmış, müdür olmuş; başmüdür yardımcılığı sınavına girmiş, başmüdür yardımcısı olmuş ama bu kanun hükmünde kararname ile bu kardeşimiz müdürün emrinde bir araştırmacı kadrosuna atanmış. Yani, bu müktesep hakları yok sayan zihniyetin de bir hizaya gelmesi lazım. Bundan sonrası için de ihtisas mahkemeleri kurarak bu işi çözeceksiniz. Pekâlâ, hakkı gasp edilen insanların hakları ne olacak?

Yine, ülkemiz gündeminde önemli bir yer tutan küçük ölçekli HES’ler var. Bunların çoğu tartışmalı. Seçim bölgem Muğla’da Beyobası beldesindeki Yuvarlakçay üzerinde planlanan HES doğal dokuyu yok edecek, oradaki çok güzel tabiat varlığını yok edecek. Bu, yargı kararıyla durduruldu ama buna benzer gene Fethiye’de Kargı Çayı, Eşen Çayı üzerinde planlanan HES’ler var, bunlar da tarihî ve tabii dokuyu yok edecek.

Şimdi yargı, bu konuyu etraflıca inceliyor ve gereğini yapıyor. Siz, doğal yargıç ilkesine aykırı olarak ihtisas mahkemesi kuracaksınız, oralara istediğiniz hâkimleri atayacaksınız, sonra istediğiniz kararları çıkartacaksınız. Bu, çok yanlış, tehlikeli ve telafisi mümkün olmayan bir süreç, bu sürecin kesinlikle geriye döndürülmesi lazım.

Yine bu kanunun 6’ncı maddesi, hâkim ve savcıların terfisini yeni usullere bağlamaktadır. Yeni usulde, arabuluculuk, sulh ve tahkim faaliyetleri de not sistemine dahil ediliyor. Bu da, hâkimlerin kanunlar içerisindeki yargılama görevlerinin yerine diğer faaliyetlerini öne çıkarmasına sebep olacaktır. Hâkim ve savcıların terfi sisteminin daha objektif kriterlere bağlanmasının muhakkak sağlanması lazım.

Bu kanunun getirdiği en tartışmalı husus da elbette Ceza Kanunu’nun 263’üncü maddesinin yürürlükten kaldırılmasıdır. AKP iktidara geldiğinden bu yana, önce bu maddede öngörülen ceza iki defa azaltıldı, şimdi de tamamen kaldırılmaktadır. Şimdi bu olaya birkaç yönden bakmakta fayda var.

Birincisi, Sayın Başbakan sürekli 36 etnik gruptan bahsetmektedir. Şimdi herkes bu 263 kalktıktan sonra kendi okulunu kurarsa, okullarda kıyafet serbestisini de getirdiniz, önümüzdeki günlerde herkese kendi dilinde eğitimi de serbest bırakma çalışmalarını artık kamuoyunda akil adamlarınız dillendirmektedir. Şimdi, bu, tabii ki toplumda çok ciddi bir ayrışma süreci başlatacaktır. Bu ayrıştırma değil midir? Bu ayrıştırmayı başlattıktan sonra, herkesin ilkokul yaşındaki, ana sınıfındaki bebesinden itibaren bu imkânı sağladıktan sonra bu işi nerede, nasıl durdurabileceksiniz? Dili, kıyafeti serbest, müfredat konusunda Millî Eğitim Bakanlığını, Talim ve Terbiye Kurulunun aldığı kararları tanımayan, istediğini istediği gibi programa koyabilen eğitim kurumlarına sahip olabilecek etnik yapılar ortaya çıkartacaksınız, ondan sonra bu milleti bir arada nasıl tutacaksınız? Bin yıllık kardeşliği nasıl devam ettireceksiniz?

Bazı şeyleri bozmak kolaydır arkadaşlar, ama düzeltmek çok zordur. Yani, şimdi siz bunları böyle masumane haklar olarak birer birer vermeyi belki çok kolay görüyorsunuz ama bu milleti sonra yeniden bir araya getirmek, bu işleri yeniden bir nizama, hizaya getirmek o kadar kolay olmayacaktır.

Yine, AKP iktidarı misyonerliği serbest bıraktı. Bütün misyoner grupları Anadolu’nun dört bir tarafında misyoner okulları açarsa bu işin sonu nereye gidecek? Ey, AKP’li arkadaşlarım, vakit varken aklınızı başınıza alın, Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayın, bu çok tehlikeli bir kanun.

Bölücü terör örgütünün açacağı okullara nasıl engel olacaksınız? Bu kanunla, zaten şu anda kılık kıyafet serbestisinden sonra değişik kılık kıyafetlere bürünmüş öğrenci fotoğrafları maalesef basınımızda yer almaktadır, bunlara nasıl dur diyeceksiniz? Orada yapılacak bölücülük faaliyetlerine nasıl dur diyeceksiniz? Vakit varken, lütfen, bunu bir daha düşünün.

“Teröristlerle müzakere yaparken hiçbir şey vermiyoruz. Barış olacak, analar ağlamayacak, gençlerimiz ölmeyecek.” Sloganlar güzel, bunlara kimsenin itiraz etmesi mümkün değil. Kimse savaş olsun, kimse insanlar ölsün, kimse memlekette kargaşa olsun, kaos olsun istemez ama PKK ve onun yerli ve yabancı iş birlikçileri isteyecek ve siz de onları birer birer burada gündeme alacaksınız, görüşeceğiz.

Ana dilde savunma kanunu çıkacak, 4+4+4 eğitim reformuyla Kürtçeyi seçmeli ders yapacaksınız, yerel yönetimlerin Kürtçe isimler vermesinin önünü açacaksınız, kamu hizmetlerinden ana dilde yararlanma ile ilgili hazırlıkları başlatacaksınız, eğitimde ana dilin önünü açma çalışmalarını başlatacaksınız, “büyükşehir” adı altında Bütünşehir Kanunu’nu çıkartıp yerel özerkliğin önünü, yolunu açacaksınız.

“Akil adamlar” diye bu milletin değerleri, birliği, bütünlüğü hakkında saçmalayan 63 kişi belirleyip sokağa saldınız, her birisi ayrı bir borazan çalıyor. Yok “Öcalan Bodrum’a paşa yapılsın.” Yani, böyle bir şey yapılacaksa paşaların da niye içeriye atıldığı belli oluyor arkadaşlar. “Türk Bayrağı’nın adı değişsin.” “PKK aslında terör örgütü değildir. PKK’ya haksızlık yapılıyor, onun yöneticileri iyi çocuklardır, hoş çocuklardır, onlarla ilgili bu millete yanlış bilgiler, belgeler veriliyor.” falan gibi… Bunları çoğaltmak mümkün. Şimdi de “Teröristler yurt dışına çıksın, iş bitsin.” diyorsunuz. Bu iş sanki bu kadar kolay, bu kadar ucuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, şahsı adına da konuşacaklar, beş dakika müsaade ederseniz, konuyu tamamlasın.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Başkanım, şahsım adına da beş dakikam var, birleştirirseniz…

BAŞKAN – Evet, buyurun efendim, tamam.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu kadar taviz yetmedi. Şimdi, askerlere, valilere kanunsuz emir verme noktasına geldiniz. Pekâlâ, şu anda devam eden Ergenekon ve Balyoz davaları ne olacak bu durumda? Bu davalarda komutanlar, üstlerinin düzenlediği ve emrettiği seminerlere, programlara katıldıkları için yargılanıyor ve bu davalardan ceza alan, mahkûm olan yüzlerce generalimiz, subayımız, astsubayımız var ama sizin emir verdikleriniz yargılanmayacak. Var mı böyle bir adalet? Dünyanın neresinde var böyle bir şey arkadaşlar? Anayasa’nın 137’nci maddesi yürürlükteyken ve çok açık olarak kanunsuz emir Anayasa’da düzenlenmişken size Anayasa’yı çiğneyip istediğiniz gibi kanunsuz emir verme yetkisini kim vermektedir? Bu cesareti, bu cüreti nereden almaktasınız? Bu yanlıştan, lütfen aklınızı başınıza alın, vazgeçin. Herkes, başta Anayasa olmak üzere, kanunlara uyacak. Eğer kanunlar keyfî olarak uygulanırsa ne devlet nizamı kalır ne hukuk kalır ne adalet kalır; ülkeye anarşi ve kaos hâkim olur. Hükûmetin asli görevi, ülkedeki kanun ve nizam hâkimiyetini sağlamaktır.

Bu “açılım süreci” denen çözülme programının en vahim tarafı da şudur: “Sayın Başbakanın dışında hiçbir kimse bu süreçle ilgili hiçbir şey bilmiyor.” deniyor. Bütün, çok akil olarak seçtiğiniz adamların söyledikleri bu. Devletin işleri, hukuk, nizam içerisinde, yazıyla, çiziyle, kanunlara, kurallara uygun olarak yapılır. Şimdi, Sayın Başbakan da insandır. Ona bir şey olursa ne yapacaksınız, bu işler nasıl yürüyecek, bu işleri kim yürütecek eğer onun dışında bir bilen yoksa? Bu süreç, bir çözülme sürecidir. Eğer bu yanlıştan dönmezseniz, bu işleri önce “basit sosyokültürel haklar” adı altında birer birer burada masumane düzenlemeler olarak geçirirsiniz. Arkasından, işte, o masumane niyetlerle geçirdiğinizi iddia ettiğiniz büyükşehir, bütünşehir, özerk yönetimlere dönüşür, sonra federasyon gelir ve nihayetinde de ayrı bir bağımsız devlet kaçınılmaz hâle gelir.

Buna kimsenin hakkı yok. Bin yıllık kardeşliğimizi bitirmeye, bu milleti bir kaosa, bir kargaşaya düşürmeye kimsenin hakkı yok. Bunun hesabını da zaten hiç kimse veremez. Milliyetçi Hareket Partisi, bu yanlışı durdurmaya ve bin yıllık kardeşliğimizi yaşatmaya kararlıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, ülkenin birliği, dirliği konusunda şimdiye kadar üstüne düşen bütün sorumluluğu, sorumlu muhalefet bilinci içerisinde yerine getirmiştir, bundan sonra da yerine getirmeye devam edecektir.

Şimdiye kadar sizleri Meclis kürsüsünden gücümüzün yettiği kadar uyardık. Bursa’da 23 Mart’ta başladığımız Kuruluş Mitingi’yle birlikte artık meydanlardan da uyarıyoruz. Önümüzdeki cumartesi günü, İzmir’de düzenleyeceğimiz Bayrak Mitingi’yle de sizleri tekrar uyaracağız. Lütfen aklınızı başınıza alınız!

Şimdi, bu mitinge de biz, bu sürece “hayır” diyen… Bayrağımızı rencide etmeye kalkanlara; birliğimizi, dirliğimizi bozmaya kalkanlara karşı olan herkesi de 20 Nisan Cumartesi günü İzmir Gündoğdu Meydanı’nda düzenleyeceğimiz Bayrak Mitingi’ne bekliyoruz.

Ama bunun ötesinde, tabii ki şunlara çok iyi dikkat etmek lazım. AKP her kanunu adım adım getiriyor. Hiçbir şeyi nihai hedefini, nihai niyetini ortaya koyarak getirmedi bugüne kadar buraya. Ama cumhuriyet tarihinin en çok kanun çıkartan Meclisi hâline geldik. Hâlbuki -ben yirmi beş yıl da uygulamacı olarak görev yaptım- bu kadar çok kanun değiştirmek elbette ki başka sıkıntılara sebep olmaktadır. Uygulamada birçok boşluğa, düzensizliğe sebep olmaktadır. Çünkü, alelacele, böyle komisyonlarda bile yeterince tartışılmadan çıkartılan bu sözüm ona “çözüm” adı altındaki çözülme kanunlarınız, hukukta çok ciddi boşluklara sebep olmaktadır. Bu hukuk kaosuna ve garabetine son vermek için bundan sonra, lütfen, kanunlar üzerinde adam gibi çalışalım, komisyonları adam gibi çalıştıralım, herkesin bu kanunlara katkı vermesini sağlayalım, ülkemizin birliği, bütünlüğü için, ülkemizin dirliği için daha sağlıklı, daha akıllı, daha mantıklı kanunlar çıkartalım.

Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Erdoğan.

İkinci konuşmacı, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Erol Dora, Mardin Milletvekili.

Sayın Dora, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 444 sıra sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde avukatlık, mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik mesleklerinin icra edilebilmesi için tasarlanmış büroların neredeyse hiç olmaması hasebiyle sözü edilen meslek grupları, meskenlerde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Avukatlık büroları, tıpkı doktor muayenehaneleri gibi, ticarethane olarak algılanamaz. Avukatlık büroları, serbest muhasebeci, mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik bürolarıyla ilgili öngörülen değişiklikleri bu konudaki yoğun taleplerden yola çıkılarak hazırlandığı için olumlu görmekteyiz. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda avukatlık bürolarıyla ilgili düzenleme yapılıncaya kadar, meskenlerdeki avukatlık bürolarının faaliyetlerine devam edebilmesi için iki yıl süreli geçici bir düzenleme yapılmıştı. Aynı düzenleme mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik için söz konusudur. 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun’un 194’üncü maddesiyle eklenen hüküm ile 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda avukatlık büroları ve hukuk bürolarının faaliyetlerine devam edeceği, bu sürenin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl olduğu ve ilgili hükmün, 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nda ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meslek mensupları tarafından açılan bürolar hakkında da uygulanacağına ilişkin hükümle tanınan süre sona ermiş olduğundan, avukatlık büroları ile serbest muhasebeci mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik bürolarına ilişkin özel bir düzenleme getirilmiş olmasında fayda görülmektedir.

Öngörülen değişiklikler bu geçici düzenlemeleri sürekli hâle getirmesi hasebiyle önemli ve olumludur, ancak avukatların ve mali müşavirlerin diğer sorunları tam olarak çözülemediği için, daha kapsamlı ve kalıcı düzenlemelerin yapılmasını da biz gerekli görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, tasarının 6’ncı ve 7’nci maddesiyle yapılan değişiklik münasebetiyle, alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin uygulanmasına ilişkin çalışmaları ve iş cetvelleri de yargıçların derece yükselmesinde ve 1’inci sınıf yargıçların ve savcıların değerlendirilmesinde bir kriter olarak ele alınacaktır. Böyle bir durumda, yargıçlar arabuluculuk gibi resmî yargılamanın dışında kalan çözüm yöntemlerine itilmektedir. Arabuluculuk sistemi bu yolla yargıçların teşvik ettiği, koruyup kollayacağı bir sistem hâline getirilmektedir ki az önce ifade ettiğim gibi böyle bir düzenleme yargıçları devletin resmî yargısının dışındaki çözüm yollarına sürüklemek anlamına gelecektir.

Devletin en önemli görevi adalet dağıtmaktır ve bu yargıçlar yoluyla sağlanmaktadır. Birey ve toplum adaletten vazgeçemez, adaletsizlikten yana olmazlar. Hukuk ve adalete dayanmayan bir toplum teknolojide ne kadar ilerlerse ilerlesin bir gün dağılmaya mahkûm olacaktır. Devlet adaleti tesis ettiği sürece güçlü kalabilir. Adalet bağımsız yargı tarafından dağıtılabileceğini göre, yargıcın bir kişi, kurum veya makamın etkisinde kalmadan yasalara ve vicdanına göre karar vermesi sağlanmalıdır.

Unutulmaması gereken nokta şudur: Yargının bağımsızlığı, yargıç teminatı, görev yapan yargıçların rahatlığı için değil, toplum ve bireylerin hakları, onların gelecekleri içindir.

Değerli milletvekilleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu üzerinde yapılan değişiklikler vesileyle toplumun kanayan bir yarasına dikkatinizi çekmek istiyorum. 1 Ekim 2011 tarihinden itibaren tüm hukuk davalarında uygulanmaya başlayan yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile köklü değişikler meydana gelmiş ve yapılan bu değişiklikler ile yargı işleyişinin hızlandırılması amaçlandırılmıştır. Kişinin hak arama sürecine etki edecek en önemli değişiklik ise hukuk mahkemelerinde dava açarken, yargılama aşamasında yapılacak tüm masrafların baştan alınıyor olmasıdır. Yani, kişi, hukuk mahkemesinde bir dava açacağı vakit, dava harcının dışında her türlü tebligat ücretleri, keşif söz konusu olacaksa keşif masrafları, bilirkişi ve tanık ücretlerini karşılayacak toplam tutarı mahkeme veznesine yatırmakla sorumlu tutulmaktadır. Yasaya göre, baştan yatırılan bu gider avansının yargılama aşamasında yeterli olmadığının anlaşılması hâlinde mahkeme eksikliğin tamamlattırılması için davayı açan tarafa iki haftalık kesin süre öngörmekte, kesin süre içerisinde eksik kalan gider avansının yatırılmaması hâlinde ise dava usulden reddedilmektedir. Böyle bir değişiklik yargının hızlanması amacıyla yaratılmıştır ancak vatandaşı mağdur etmekten başka bir işe yaramamıştır. Vatandaşlar yapacakları masraftan korktukları için tabiri caizse haklarını aramaktan korkar olmuştur. Yapılan düzenlemeler eğer gerçek ihtiyaçları karşılamıyorsa, bu verdiğim örnekten de anlaşılacağı üzere, vatandaşın derdine çare olmamakla kaş yapayım derken göz çıkarılmaktadır. Bu sıkıntı özellikle haksız yere işten çıkarılan işçi kardeşlerimiz için tam bir mağduriyete dönüşmektedir. İşten haksız yere atılan bir işçi hakkını aramak için adaletin tesis edildiği mahkemeye gidip gitmemeyi düşünür olmuştur. Çünkü, kendisinin karşılayabileceği nispi miktarda harç parası ödemek yerine dosya masraflarının tamamını ödemek zorunda kalacaklar. Bizler neredeyse her gün bu yönde şikâyetler almaktayız. Bu mağduriyetin bir an önce giderilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Yasalar sadece sermayenin rahatlığı için değil tüm yurttaşların huzur ve mutluluğu için çıkarılmalıdır. 2011 yılında yapılan değişiklikten önceki ve sonraki dava sayılarına bakılacak olursa acı gerçek eminim ortaya çıkacaktır. Yapılan değişiklikle birlikte kişinin adalete erişim hakkı elinden alınmış, üzülerek ifade etmek gerekiyor ki adalete olan inancı sarsılmıştır.

Asgari ücretle geçimini sağlayan bir işçiyi ele alalım. Haksız yere işten atılması durumunda bu işçi hakkını nasıl arayacaktır? Parayı nereden bulacaktır? Yargı işleyişinin hızlanmasıyla amaçlanan bu mudur? Düşük gelirli vatandaşların dava açmayarak hak aramaktan vazgeçmesi ve böylelikle açılan dava sayısının azalması sonucu yargının iş yükü azalmış mı olacaktır? İş yükünün azaltılması yapısal, kalıcı çözümler yaratarak mümkündür. Hukuk devletinde devletin gücü, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Bu nedenle, içeriği adil olmayan, insan haklarına aykırı yasaların çıkarılması önlenmelidir. Asıl olan amaç, adaletli, demokratik bir toplum düzeninin yaratılmasıdır. Öteki türlü yaklaşımla, eğer “Biz yaptık, oldu.” diyorsanız, kabul ettiğiniz yasalarla oluşturduğunuz yasa devleti olmanın ötesine geçemezsiniz. Bu, adalet değildir, hukuk devleti de hiç değildir.

“Hukuk devleti” ilkesi, özgürlükçü, çoğulcu, çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğünün yaşama geçirildiği, yönetimde keyfîliğin önlendiği, devletin hukuka bağlı olduğu, yargının bağımsız niteliği ile siyasal baskı ve karışmalardan etkilenmeden çalıştığı, hukuk kurallarının herkese eşit uygulandığı, hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı, bireylere hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistemi ifade eder. Hukuk devletinden söz edebilmek için, genel, soyut, önceden bilinebilir, anlaşılabilir ve istikrarlı kurallardan oluşan bir hukuk düzeni mevcut olmalı ve hukuk kuralları, yönetilenler kadar siyasi iktidarı kullanan devlet organlarını ve yöneticilerini de bağlamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurula getirilen yasal düzenlemelerin, mutlaka ve mutlaka, sorunlara yapıcı ve kalıcı çözüm getirmesi gerekmektedir. Adaletin tesis edilmesi amacıyla yapılan düzenlemelerin palyatif düzenlemeler olmamasına azami ölçüde dikkat etmek gerekiyor. Getirilen yasaların toplumun adalet ihtiyacını karşılayan nitelikte olması, adaletin tesis edilmesine büyük katkı sunması gerektiğine inanıyoruz.

Biz bu düşüncelerle görüşlerimizi bu anlamda belirtmiş bulunmaktayız. Bu vesileyle tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dora.

Üçüncü konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 444 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde birinci bölümde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu görüşülmekte olan kanun tasarısı, aslında, dördüncü yargı paketinin B kısmı oluyor çünkü A kısmını, “4/A”yı geçen hafta görüştük. Şimdi, bu, “4/B” kısmı oluyor. Bu da Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tasarı. Tabii, bunun içerisine Ceza Kanunu’yla da ilgili bazı hükümler konulmuş.

Şimdi, tabii, aslında yasa değişiklikleri ya da yeniden yasa yapma ihtiyacı, toplumdaki gelişen ihtiyaçlara göre kendini hissettirir. Biz bu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu daha yeni yaptık, daha yeni yürürlüğe girdi. O zaman tartıştık, dedik: “Eksiklikler var, fazlalıklar var.” Dinlenmedi. Şimdi bu tasarı tekrar gündeme geldi yani Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda değişiklik yapma ihtiyacı nereden doğdu, onu da anlamış değilim.

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle de şunu söylemek istiyorum: Ben bildiğiniz gibi, Mersin Milletvekiliyim, Silifkeliyim. Anamur’da, Silifke’de, Aydıncık’ta ve Mersin’de, Erdemli’de çok şiddetli dolu yağışı ve hortum meydana geldi, büyük zararların olduğu söyleniyor. Sera üreticilerinin çok büyük zararları var. Bir an önce hasar tespitinin yapılıp bu kişilerin zararlarının giderilmesi gerekmektedir. Her böyle zarardan sonra Hükûmet ya da Bakan çıkar, “Hasar tespitini yapıyoruz, yaptık, zararları ödeyeceğiz.” der ama bir türlü ödemez. Bunun bir an önce giderilmesi gerekiyor, çünkü geçenlerde Erdemli’de benzer olay oldu, bir türlü olmadı. Özellikle, burada, iktidar partisinin Mersin milletvekillerinin sahaya çıkmalarını istiyorum ben, bu işin çözümü konusunda.

Değerli milletvekilleri, bu, Türkiye Cumhuriyeti devleti aslında son zamanlarda yeniden şekillendiriliyor, yeniden yapılandırılıyor. Bu yapılandırma, ne yazık ki, demokratikleşme yönünde olmuyor, otoriterleşme yönünde oluyor. Yargı paketleri çıkarılıyor ve adına “Reform var.” deniliyor. Ve yine, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararı vermesine neden olan olayları ortadan kaldırmak üzere ve bu sorunları çözmek üzere bu paketleri çıkartıyoruz.” deniliyor ama bu açılan paketler her seferinde yolda darmadağın oluyor, dağılıyor.

İşte, numaralarla 1, 2, 3, 4 diye gidiyoruz; bundan sonra kaçlara geleceğiz bilmiyorum ama her paket, açıldıktan sonra hak, hukuk getirmiyor, haksızlık, hukuksuzluk getiriyor. Her paketin açılımından sonra haksızlıklar, hukuksuzluklar, keyfîlikler daha da çok artıyor.

Bu, “dördüncü yargı paketi” olarak bilinen pakette de, toplumda böylesine bir beklenti oluşturuldu. Sanki toplumdaki, yargıdaki sorunların bu paket sayesinde çözüleceği umutları pompalandı ama gördük ki, paketin (A) kısmını görüştük, bir şey olmadı. (B) kısmını da şimdi görüşüyoruz, gene toplumdaki beklentileri karşılamayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, aslında bu otoriterleşme, bu haksızlıklar, hukuksuzluklar sadece yargı alanında olmuyor, toplumun her kesiminde görülmeye başlandı. Tabii, bir ülkede yargı bağımsız ve tarafsız olmayınca, demokrasi olmayınca, özgürlükler olmayınca toplumun diğer kesimlerinde de benzer olaylar oluyor.

Şimdi, aslında, yargıdaki sorunların temel noktası, bu sorunların temel çözüm noktası, her zaman bu kürsüde söylediğim gibi, bir kez daha söylüyorum: Burada, sorunların çözümüne yaklaşırken Hükûmetin niteliksel bir yaklaşımdan daha ziyade niceliksel bir yaklaşıma yönelmiş olması ve insan hakları sorununu, gerçekten, özü itibarıyla kavramayıp, görünüşte, yüzeysel olarak, niceliksel olarak değerlendiren bir yaklaşımla bu sorunları çözmeye kalkması ve bütün bu sorunları çözerken “Canım, bize ne derler; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde şu kadar ihlal dosyası var, bu ihlal dosyalarını biraz azaltalım.” anlayışıyla hareket edilmesidir. Tabii ki Sayın Bakanımız Komisyonda söyledi, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önündeki ihlal dosyalarının azaltılmasından niye rahatsız oluyoruz?” dedi. Hayır, hiç rahatsız olmuyoruz. Aksine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne hiç ihlal dosyası gitmesin. Sayın Bakanımızın da söylediği gibi, 21’inci yüzyılın Türkiyesi’nde artık insanlar haklarının ihlal edilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmak zorunda kalmasınlar.

Değerli arkadaşlarım, tabii, yargıdaki bu sorunların temel nedenlerinden birincisi, yasa yapma özensizliğini kural hâline getirmiş bir yasama organının varlığıdır. Biz, demin de söyledim, yasa yapma yönteminden, tekniğinden, adabından, usulünden ayrıldık. 10 maddelik bir kanun çıkarıyoruz, adına “reform” diyoruz; 20 maddelik çıkarıyoruz, adına “reform” diyoruz. Aslında bunların reform olmadığını biz de biliyoruz, bu kanun tasarısını hazırlayanlar da biliyor. Çünkü reform böyle olmaz, reformu adam gibi yaparsın bir sefer, ondan sonra onu tamamlayan unsurları yaparsın. İkinci mesele, hukuk devletinden kopmuş bir başbakan ve siyasi iktidarın varlığıdır. Yani yürütme organının varlığıdır yargıdaki sorunların temel nedenlerinden birisi. Üçüncüsü de hukukun üstünlüğünü kendi üstünlükleri olarak gören savcı ve yargıçların varlığıdır değerli arkadaşlarım. Bütün bunların yanında, biz eğer bu sorunları zihnimizde, beynimizde aşamazsak gerçekten bu sorunların çözümünün mümkün olmadığını göreceğiz.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu sorunların, insan hakları ihlallerinin çözümü konusunda meydana getirdiği nedenleri kaldırmak için bu paketlerin yapıldığı söylendi. Hatta bundan önceki “4/A” paketi, insan hakları ve ifade özgürlüğü bağlamında bir paketti. Ama bu paket ne yazık ki bu Parlamentodan çıkar çıkmaz Fazıl Say Tweeter’da paylaştığı sözlerinden dolayı on ay ceza aldı. Demek ki ifade özgürlüğü olmuyormuş bu.

Yine o paket Parlamentodan çıkar çıkmaz, çıktığının ertesi gününde, tutuklulukla ilgili sorunlar çözülmediği gibi, KCK davasında Van Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği bir kararda savcının istediği mütalaa çok ilginç. Burada, sakın şu anlaşılmasın -BDP’li arkadaşlarım hemen kulaklarını kabarttılar- yani KCK davasında bu insanlar niye serbest bırakıldı demiyorum ben. Ben şunu söylüyorum arkadaşlar: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bugüne kadar Türkiye’de vurgu yaptığı en önemli mesele, tutukluluk müessesinden kaynaklanan sorunların Türkiye’de yaygın ve sistematik bir hâl aldığı meselesidir. Burada da tutukluğunun hukuka uygun olmadığı yani tutuklamanın haksız olduğu meselesidir. Tutukluk sürelerinin uzunluğu ayrı bir konu ama tutuklama nedenlerinin doğru olmayışı konusunda vurgu yapıyor.

İkincisi: “Tutuklama sürelerinin makul süre olmadığını” söylüyor. Şimdi, bakın, bu sorunları çözmedi hatta ne yazıktır ki bu Parlamentonun 8 tane milletvekili hâlen şimdi tutuklu. Komisyonda söyledim. Silivri’de yatan 3 tane milletvekili var, onlar yatsınlar orada, onlara bir diyeceğim yok ama KCK davasında yargılanan, tutuklu olan 5 tane milletvekili var.

Şimdi, KCK davasında sıradan vatandaşlar bırakılıyor. E, bırakılsın… Bunun anlamı şu demek: Tutuklama nedeni olan delillerin karartılması ya da sanığın kaçma şüphesi tehlikesinin ortadan kalktığı demektir, eğer tutuklama kararı kalkıyorsa. Çünkü, tutuklamanın esas nedeni budur, bunun dışında bir tutuklama olmaz, başka bir nedenle insan tutuklayamazsınız.

E, peki sıradan insanların delilleri karartmayacağına ya da bu insanların kaçmayacağına karar vererek onları serbest bırakıyorsunuz ama aynı davada yargılanan milletvekillerini, millî iradenin temsilcisi olan milletvekillerini serbest bırakmıyorsunuz. Bununla şunu demek istiyorsunuz: Milletvekilleri kaçar ya da delilleri karartır. Ben aynı davadan bahsediyorum.

Şimdi, Van Özel Yetkili Mahkemesinin savcısının verdiği mütalaayı okuyorum arkadaşlar. Savcı: “Sanıkların tamamının örgüt üyesi olmak gerekçesiyle tutuklanmalarını düşündüğümüz… PKK’nın kırsal ve sokak olaylarının devam ettiğini düşündüğümüzden dolayı toplumsal barışı zedelemekten dolayı tutuklanmasını talep etmiştik.”

Şimdi soruyorum, soru bir, Sayın bakanım: Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, bu tutuklanmanın nedeni olarak PKK’nın kırsal ve sokak olaylarının devam ettiğini düşünmek var mıdır? Ya da toplumsal barışın zedelenmiş olması tutuklama nedeni midir?

Şimdi, Sayın Savcı, toplumsal barışı zedeleyeceğini düşündüğü için PKK’nın kırsal ve sokak olaylarının devam ettiğini düşünüp tutuklama talep etmiş. “Ancak, gelinen aşamada örgütün eylemlerine son verdiği ya da böyle bir karar aldığı görülmektedir. Van Cumhuriyet Savcılığı olarak da bunu göz önünde bulundurarak ‘toplumsal barışa zarar verecekleri’ gerekçemiz ortadan kalktığından dolayı sanıkların toplu tahliye edilmesine karar verilmesini talep ediyoruz.”

Ya Allah aşkına arkadaşlar, AKP’li hukukçu arkadaşlarım ya, el vicdan ya; yani, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda böyle bir tutuklama nedeni ya da böyle bir tahliye talebi nedeni olur mu? Biz, mahkemenin esas hakkındaki kararından bahsetmiyoruz, tutuklamadan bahsediyoruz değerli arkadaşlarım.

Yine, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun neresinde “Şu suçu işleyenler için savunma hakkı kırk dakikadır, şu suçu işleyenler için savunma hakkı bir saattir.” diye bir hüküm vardır Sayın Bakanım? Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açık bir hüküm vardır: “Savunma kısıtlanamaz.” İster bu yargılandığı fiilin suçu on yıl olsun isterse elli yıl olsun. Ama şimdi, bakın, yine burada, mahkeme bir karar veriyor: Eğer ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıysa –mahkeme kararı da yok, mahkeme başkanı söylüyor- ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından yargılananlara iki saat, örgüt üyeliği suçlamalarından yargılananlara bir saat savunma hakkı veriliyor. Ya ben soruyorum: Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hangi maddesinde bu vardır? Yoksa Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen kurallar, bu mahkemede yargılama yapan hâkim ve savcıları bağlamıyor mu? Bu sadece avukatlar için mi geçerli?

İşte, değerli arkadaşlarım, Türkiye’de hukuk olmayınca, adalet olmayınca, bağımsız yargı olmayınca, bu bizim gidiyor, Silifke’deki Akdeniz foklarını da etkiliyor. Bakın, Akdeniz foklarını da etkiliyor. Ne yazıyor burada: “Akdeniz fokları tehlikede.”

Şimdi, değerli milletvekilleri, Silifke’nin Yeşilovacık beldesinde ve Akdere beldesinde, 3 tane termik santrali öngörülüyor. Hepimiz biliyoruz ki Akkuyu’da 1 tane nükleer santral kurulması planlanmış, o yetmiyor, 3 tane de termik santral kuruyorlar, 2 tane de çimento fabrikası kuruyorlar. Halk buna karşı, halk bunu istemiyor. Kömür nerede? Termik santralleri biliyorsunuz kömürle çalışır, kömür nerede? Kömür, Güney Afrika’dan gelecekmiş. Onun gelmesi için de Yeşilovacık Limanı’nda ikinci bir liman yapıyorlar, genişletiyorlar, denizi o kayalarla dolduruyorlar. Doldururlarken de orada fok balıklarının yuvaları var, Akdeniz’de, o limanın olduğu yerde, o mağaraların ağzını kapatıyorlar, orada yeni doğmuş fok yavruları var. Şimdi, hepimiz biliyoruz ki bu fok balıkları gözden ırak insanın ulaşamayacağı yerlerde yaşarlar ve buraya günlük 10 bin, 12 bin ton kömür gelecek. Ya, şimdi kömürün olmadığı yerde, kömürle çalışan termik santral olur mu, böyle bir anlayış olur mu?

Bu elimdeki de Çevre Bakanlığının yazısı. Çevre Bakanı diyor ki: “Veriliş sözleşmesine göre taahhüdümüz vardır, o liman inşaatına da o şeylere de izin verilmemiştir.” diyor. Liman yapılıyor orada, liman yapılıyor!

Şimdi, ben, burada, gerçekten Yeşilovacık beldesi sakinleri, Akdere beldesi sakinleri, tüm Silifkeliler, AKP’lisi, MHP’lisi, CHP’lisi, bu olaya karşı, isyan ediyorlar. Hem bir yandan turizm kenti ilan ediyorsunuz “Mersin’in batısından Gazipaşa’ya kadar burası turizm potansiyeli.” diyorsunuz ama bir yandan da orayı katlediyorsunuz termik santralle. Ya, başka, kömürü olan yerlere niye yapmazsınız bu termik santrali de gelirsiniz kömürü olmayan yere yaparsınız? Güney Afrika’dan kömür getireceklermiş.

Şimdi, sevgili milletvekilleri, bu da demin de söylediğim gibi Orman Bakanlığının yazısı. Altında Ahmet Özyanık’ın, Bakan adına Genel Müdürün imzası var. Limanla ilgili, Yeşilovacık’da yapılan limanla ilgili diyor ki bu hukuki süreç sonuca bağlanmadan herhangi bir inşaat faaliyetine başlanmaması hususunu belirtiyor bakanlığın yazısı. Ama ben buradan ihbarda bulunuyorum: Liman yapılıyor, dozerler, hepsi orada.

Sayın Başbakanımız 28 Ağustos 2008’de diyor ki: “Ben çevrecinin daniskasıyım, asıl çevreci benim.” Şimdi, fok balıklarının kurtarılması gerekiyor, o çevre katliamının durması gerekiyor. Ben, çevrecinin daniskası olan Sayın Başbakanı göreve davet ediyorum.

Yine, Sayın Başbakan. geçen gün Birleşmiş Milletler Orman Forumu’nun 10’uncu konferansında diyor ki: “Ecdadımızdan miras olarak aldığımız ve çocuklarımıza emanet ettiğimiz dünyayı bu denli hızla tüketmeye devam edersek bizlere bile nefes alacak atmosfer kalmayacaktır. Çok bilinen bir Kızılderili atasözüyle örnek vermek istiyorum: ’Bütün ağaçlar kesildiğinde, bütün sular kirlendiğinde, hava solunamaz hâle geldiğinde, işte o zaman paranın yenilebilir bir şey olmadığını anlayacaksınız.’”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Mademki Sayın Başbakan çevrecinin daniskasıysa, bir gitsin, Silifke’nin Yeşilovacık beldesindeki hem deniz katliamını hem çevre katliamını bir görsün, lütfen bunu durdursun değerli milletvekilleri.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Şimdi, sisteme giren arkadaşlarımız var.

Soru-cevap işlemi yapacağız.

Birinci sırada Sayın Yılmaz.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben şunu sormak istiyorum Sayın Bakana: Bir araştırma yapılmış. Bu araştırmaya göre son bir ayda 101 KCK tutuklusu serbest bırakılmış. Elbette tutukluluk bir cezalandırmaya dönüşmemeli, eğer delilleri karartma ve kaçma tehlikesi yoksa insanlar tutuksuz yargılanmalıdırlar. Ancak burada bu tahliyeler olurken Ergenekon davası, Balyoz davası ve diğer siyasi nitelikli davalarda neden hiç tahliye olmamaktadır Sayın Bakan? Bunu hiç araştırma gereğini duydunuz mu?

Bir de dün size bir soru sormuştum ama cevabı ne yazık ki alınamadı. Gültan Kışanak dünkü yapmış olduğu grup toplantısında, Kürdistan’dan gelen yerel derneklerden bahsediyor. Ülkemizde “Kürdistan” diye ayrıca bir yönetim şekli oluşmuş mudur? Bu konudaki düşünceniz nedir? Hükûmet olarak düşünceniz nedir?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Öyle bir eyalet var mı? Kuruldu da haberimiz mi yok?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yılmaz.

Sayın Can…

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, hükûmetleriniz döneminde kaç tane adliye sarayı yaptınız? 2002’ye kadar yapılanlarla toplam açısından mukayese eder misiniz?

HSYK kararlarının ve Yüksek Askerî Şûra kararlarının yargı denetime açılması ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı hukukumuzda ne zaman, hangi tasarrufla yer bulmuştur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Can.

Sayın Tunç…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, özellikle muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımız tutuklu yargılamaların yaygın bir hâl aldığı yönünde sürekli beyanlarda bulunmaktadırlar. Son yıllarda ülkemizde tutuklu ve hükümlü oranlarındaki değişim nasıldır, oran ve rakamlar verebilir misiniz? Tutuklu yargılamaların arttığı yönündeki eleştiriler doğru mudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tunç.

Sayın Şimşek…

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, geçen günkü toplantılarda sorduğum bir sual üzerine    -teröristlerin çekilmesiyle alakalı, gerçekten kamuoyunu çok meşgul eden bir konudur ve bize sık sık sorular soruluyor bu konuda- siz verdiğiniz cevapta dediniz ki Sayın Bakan: “Geçmiş otuz yılda yaşanmış terör hadiselerinin, yaşanılan can kayıplarının, akan kanın, akan gözyaşlarının faillerinin temize çekilmesiyle ilgili bir çalışma söz konusu değildir. Yapılan çalışma bugüne kadar akan kanın bundan sonra akmaması içindir, geçmişte yaşanan acıların bundan sonra yaşanmaması içindir.” diyerek bir cevap verdiniz o zaman. Ama Sayın Başbakan çıktığı bir televizyon kanalında - çünkü kamuoyu bunları takip ediyor- dedi ki: “İster silahlarını gömsünler çıksınlar isterse bir yere atıp çıksınlar. Yoksa eğer silahlarıyla burayı, ülkeyi terk ederlerse ben kamuoyunu ikna edemem, güvenlik güçlerimi de ateş açmamaları konusunda ikna edemem.” diyor. Biz bunları bir demagoji yapmak için sormuyoruz. Gerçekten endişeliyiz bu konuda. Onun için, çekilmeleri esnasında ne yapılacak?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şimşek.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Kanun tasarısının 3’üncü maddesinde “Kat maliklerinin izni ve benzer şartlar aranmaksızın avukatlık büroları faaliyet gösterebilir.” diye bir yazı var. Acaba, bunların içerisine hekimlik, psikologluk, diş hekimliği gibi çeşitli meslek gruplarının neden alınmadığını öğrenmek istiyorum, birinci sorum.

İkinci sorum olarak KCK davasından dolayı görevden alınmış olup son bir aydır görevine iade edilen hangi belediye başkanları vardır, bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Doğru.

Sayın Akyürek…

MEHMET AKYÜREK (Şanlıurfa) – Sayın Bakanım, son yıllarda Yargıtayda iş yükü ne durumdadır? Bidayet mahkemelerinde verilen kararların temyizinin her hâlde gerek ceza ve gerekse hukuk dairelerinde incelenme süresi ne kadardır?

İkinci sorum: Temyiz edilen kararların -ceza ve hukuk- bozulma ve onama oranları nedir?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akyürek.

Sayın Yılmaz…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben, aynı zamanda dün sorduğum bir sorunun cevabının çok yeterli olmadığı kanaatiyle yeniden soruyorum. Şimdi, dün söyledik: “Kanuna aykırı emir verilerek güvenlik güçlerinin PKK’lıların yurt dışına çıkışı sırasında herhangi bir işlem yapmaması konusunda bir emir talimatınız olacak mı?” diye, Sayın Bakan da dedi ki: ”Böyle bir şey olmayacak.” Ancak yine basından gördüğümüz kadarıyla valilere askerin kendi üs bölgesi dışına çıkmaması yönünde genelge gönderileceği söyleniyor Sayın Bakan. Bu ne demektir? Yani, askere “Siz asla müdahale etmeyeceksiniz, sadece kendi bölgenizde kalacaksınız, başınızı dışarıya uzatmayacaksınız.” diye bir genelge mi gönderiyorsunuz, valiliklere böyle bir emir mi veriyorsunuz? Bu konuda düşüncenizi öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yılmaz.

Sayın Canalioğlu…

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Trabzon’un Beşikdüzü ilçesinde yapmayı planladığınız cezaevinin son durumu, hangi aşamada olduğu hakkında bilgi verirseniz memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Canalioğlu.

Sayın Köktürk…

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde 59 bin olan toplam tutuklu ve hükümlü sayısının geçtiğimiz yıllarda 135 binlere ulaştığı doğru mudur? Şayet bu rakamlar doğruysa bu durum iktidarınız dönemindeki ekonomik ve sosyal yapıdaki bozulmayı ve adalet anlayışındaki tahribatı mı göstermektedir? Ayrıca, dün tutuklu ve hükümlü sayılarıyla ilgili rakamlar verdiniz. AKP iktidara gelinceye kadar hükmen tutuklular tutuklu kapsamında değerlendiriliyordu bu rakamlar verilirken ancak sizin yansıttığınız rakamlarda hükmen tutuklular maalesef hükümlüler arasında yer alıyor. Bu istatistikteki veri değişikliği Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından hangi dönemde gerçekleştirilmiştir? Çünkü, 2002 yılındaki değişikliklerle, gerçekliklerle bugünkü rakamları mukayese etme olanağı maalesef bu kriter değişikliği nedeniyle mümkün olamamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şimşek…

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biraz evvelki sorum yarım kaldığı için tekrar oradan devam etmek istiyorum Sayın Bakanım.

Şimdi, bu çekilme esnasında teröristlerin çekilmeleri… Devletin herhangi bir kaydı var mı ki onların suç işleyip işlemedikleri nasıl tespit edilecek, suçlu mudur, değil midir? Yani, devletin envanterinden böyle bir kayıt var mı? Ona göre mi çekilecekler?

Bir de bu süreçle alakalı, dün akşamdı zannediyorum, akil adamlardan olan Profesör Yücel Sayman bu konuda bazı sorular geldiğinde kendisine “Benim de kafam bazı şeylerde karışık hakikaten, bazı soru işaretleri var.” diye söyledi. Yani, akil adamda soru işareti varsa kamuoyunu nasıl aydınlatacaklar bunlar, merak ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şimşek.

Sayın Bakanım, buyurun.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

İlk soruyla başlayayım. Sayın Dilek Akagün Yılmaz “Son bir ayda 101 KCK tutuklusu tahliye olmuş, burada bunlar tahliye olurken Ergenekon, Balyoz vesair davalarda tahliye olmuyor. Neden?” diye sordular.

Sayın Yılmaz, siz de avukatlık yaptınız bildiğim kadarıyla, her dava kendi şartları içerisinde değerlendirilir. İddianamede sanıklarla ilgili tanzim edilen, talep edilen ceza maddeleri, talep edilen ceza miktarları, bütün bunlar davanın mahiyeti, davadaki yargılanan kişilerin özel durumları da tutuklu kalıp kalmayacaklarında özel önemi olan hususlar.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Bağımsız ve tarafsız mahkemeler için geçerli.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Şimdi, KCK soruşturmalarında yapılan yargılamalarda sanıklar için sevk maddeleri, yargılanması istenildiği maddelerin ceza limitleri ile bahsettiğiniz, adı geçen davalardaki ceza limitlerinin arasındaki farkı benim size ayrıca hatırlatmama gerek yok. Bunları bilmediğinizi asla kabul etmem.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O bile bu iktidarın ayıbı olmasına yeter Sayın Bakan. KCK’yla içeridekileri aynı tutmak bile yeter yani. KCK oldu masum!

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Dolayısıyla, burada takdir mahkemelerindir. Bir örgüte üye olma davasındaki tutuklu kalınacak süre ile müebbetle yargılamalarda tutuklu kalınacak süre arasında bir fark olmasının hukuken çok garipsenecek bir şey olmadığını düşünüyorum.

Yine, sorunuzun ikinci kısmına ilişkin olarak: Sayın Kışanak’ın söylediğini bahsettiğiniz bir cümleden “Kürdistan’dan gelen temsilciler” ifadesinin doğru olup olmadığını… Ben bu ifadeyi tasvip etmem ama Sayın Kışanak milletvekilidir, bunu söylemişse sorunun muhatabı kendisidir. Türkiye’de dört bir coğrafyanın her tarafı bu ülkenin bayrağı altında, bu ülkenin parçasıdır. O coğrafyada yaşayan insanların etnik kökenleri, inanışları, mezhepleri, sosyal katmanlarda bulunuş tarzlarına göre yöre adları belirlenmez ama çağdaş modern devletlerde devlet yönetimi de ülkesinin dört bir köşesindeki vatandaşına aynı sıcaklıkta, aynı kucaklayıcılıkta yaklaşan yönetimdir.

Sayın Can, “2002’den bu yana kaç adliye sarayı yapılmıştır?” diye sordunuz. Değerli milletvekilleri, bunları değişik vesilelerle sizlerle paylaşıyoruz. Şu anda, bizim hizmete sunduğumuz adliye sarayları 160’ı aştı. Bunlar, kapalı alan itibarıyla, 2002’ye kadar yapılmış olanların, metrekare itibarıyla 4 katından fazla bir alana ulaştı. Bu açıdan, fiziki mekan olarak Türk yargı sisteminin problemlerini önemli şekilde halletmiş durumdayız. Danıştay Başkanlığının, Anayasa Mahkemesinin sorunları çözülmüştür. Yargıtay Başkanlığı için yer tahsisi yapılmıştır, burada proje çalışmaları yapılıyor. Bu, proje ve ruhsat çalışmalarından sonra Yargıtayımızın da fiziki mekan sorunu çözülecektir. Böylece, yargı sistemimizin fiziki mekânla ilgili sorunu çözülecek. Buna bağlı olarak teknik altyapı konusunda da önemli gelişmeler yaşandı. UYAP Bilişim Sistemi’yle yargı sistemimiz birbiriyle entegre vaziyette, hem ilk derece mahkemeleri hem yüksek mahkemeler entegre vaziyetteler ve bütün sistem birbirine UYAP ağıyla bağlı durumda ve bilişim teknolojileri 2002’yle mukayese edilmeyecek şekilde mükemmel bir noktaya taşınmış durumda. Avrupa Konseyine üye ülkeler içerisinde yargı alanında bilişim teknolojisini en yüksek oranda kullanan ülke Türkiye şu anda, bu da bizim açımızdan sevindirici bir gelişme.

İkinci bir husus: HSYK kararlarının yargı denetimine açılmasına ilişkin bir soru sordunuz. O da, bildiğiniz gibi, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile sağlanmış bir durum. O tarihe kadar HSYK kararları yargı denetimine kapalı idi ancak o tarihte yapılan değişiklik ile meslekten ihraç kararları yargı denetimine açılmıştır. Bu, ağır bir sonuç olan meslekten ihracın bir de ayrıca mahkemelerin denetiminden geçmesini öngören doğru bir yaklaşım idi Sayın Can.

Yine, Sayın Tunç’un “Tutuklu yargılamalardan dolayı yaygın şikâyetler ve muhalefetin dile getirdiği eleştiriler var. Türkiye’de tutuklu yargılamaların değişim oranını bize aktarır mısınız?” diye bir sorusu var. Değerli milletvekilleri, bunu daha önce de ifade etmeye çalıştım. Türkiye’de tutuklu yargılama oranlarında çok önemli, ciddi değişimler var. Gerçi, Sayın Köktürk bunun hükmen tutukluların hesaba katılmamasından kaynaklı bir görece iyileşme olduğunu ifade ettiler ama ben şunu çok net ifade edeyim: Hem Yargıtayın içtihatları hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları karşısında “hükmen tutuklu” diye bir sınıf yok artık. Bunlar, mahkeme, ilk derece mahkemesi kararını verdikten sonra hükümlü statüsünde değerlendiriliyorlar.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Hangi tarihte başladınız bu uygulamaya Sayın Bakanım, onu soruyorum.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bu açıdan 2002’yle 2012 arasındaki kıyaslamada bunu da hesaba katsanız bile, hükmen tutukluları koysanız bile yarı yarıya yakın bir azalma söz konusudur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, cezaevlerinde bulunan her 100 kişinin 50,4’ü tutuklu imiş. Ne zaman? 2001 yılında. Bu soruyla paralel olarak Sayın Ali İhsan Köktürk’ün sorusuna da cevap vermek istiyorum. O da “2002’de 59 bin olan cezaevi mevcudunun şimdi 130 binlere gelmiş olmasını neye bağlıyorsunuz?” diye sordular? Değerli milletvekilleri, 2002’de o rakamlar olabilir ama öncesinde çıkartılan 2001 affından dolayı en dip yaptığı noktadaki rakamdır 59 bin. Oysa 1999 rakamlarına bakarlarsa cezaevlerinde 70 binleri gören mevcutlar var.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – 134 bin değil ama.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN – Değerli arkadaşlar, 2005’te yeni ceza yasasının yürürlüğe girmesiyle beraber suç ve suçlulukla mücadele önemli ölçüde kolaylaştırılmış ve cezaevinde kalış süreleri artırılmıştır. Ceza İnfaz Yasamıza göre, 2005 öncesinde yüz gün ceza alan bir kişi kırk gün cezaevinde kalmak suretiyle şartla tahliye olabiliyordu yani cezasının yüzde 40’ını infaz etmek suretiyle iyi hâlliler tahliye olabiliyor idi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

2005 değişikliğinden sonra…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerinde önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

1’inci madde üzerinde aynı mahiyette iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 1. maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

           Dilek Akagün Yılmaz                               Ali Serindağ                                      Faik Öztrak

                        Uşak                                             Gaziantep                                          Tekirdağ

                  Ramis Topal                                 Uğur Bayraktutan

                     Amasya                                              Artvin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi ile 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı yasanın 373 üncü, 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı yasanın 439 uncu ve 5236 sayılı yasanın 16 ıncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddelerine eklenen fıkranın tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                  İdris Baluken                                    Sebahat Tuncel                                     Aysel Tuğluk

                       Bingöl                                              İstanbul                                                 Van

                 İbrahim Binici                                        Erol Dora

                     Şanlıurfa                                             Mardin

BAŞKAN – Sayın Komisyon, katılıyor musunuz aynı mahiyetteki önergelere?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmamaktadır Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Yapılan değişiklik Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun, hakemlik ve içtihat mercii olma konumunu da gölgelemektedir. Bununla birlikte, işbu değişiklik Yargıtay Kanunu'na da aykırılık teşkil etmektedir. Yine Yargıtay'ın geliştirdiği usuli müktesep hak anlayışı içinde birbirine aykırı bozma kararı verilmesi ihtimalinin çok büyük ölçüde bertaraf edildiği de gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Yapılan değişikliğin gerçek bir ihtiyacın ifadesi olmadığından bahisle işbu değişiklik önergesi verilmiştir.

BAŞKAN – Sizden kim konuşacak?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Dilek Akagün Yılmaz.

BAŞKAN – Dilek Akagün Yılmaz, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken öncelikle bugün memleketimden belediyede çalışan geçici işçi statüsündeki teknik elemanlar geldiler. Bakanlığın gündeminde taşeron işçilerle ve özellikle sözleşmeli personelle ilgili bazı çalışmaların olduğunu biliyorlar ancak on beş on altı yıldır çalışan, Türkiye’de 16 bin civarında olan, geçici işçi statüsünde çalışan teknik elemanlar, mimarlar, harita mühendisleri ve pek çok konudaki teknik eleman ne yazık ki kadroya alınamamıştır şimdiye kadar. Eğer bu konuyla ilgilenen arkadaşlarımız, komisyondaki arkadaşlarımız varsa lütfen bu konunun üzerine de gidilebilirse… 16 bin insanın şu anda gözü kulağı buradadır, bu haklı taleplerine de cevap vermek gereklidir diye düşünüyorum.

Tasarıyla ilgili, 1’inci maddeyle ilgili görüşlerimize gelince: 1’inci maddede yapılmak istenen şey, Yargıtay bozmalarıyla ilgili aslında çok ciddi bir değişiklik yapılıyor. Normal koşullarda, şimdiye kadar yapılan uygulamalarda, temyiz edilen karar Yargıtay tarafından esastan bozulur ya da esastan onanırsa eğer, bu konu yerel mahkeme tarafından aynen kabul edilirse, bir daha gittiğinde o şekilde, Yargıtay önceki kararına aykırı bir şekilde karar veremezdi. Arkadaşlar, bu bizim hukuk sistemimize 1959 yılında çıkartılmış olan içtihadı birleştirme kararı ile girmiş ve usuli müktesep hak dediğimiz bir kavramdır. Bunun anlamı, aslında, hukuk güvenliğini sağlamak, hukuka olan güveni daha da perçinlemek ve mahkemelerin ya da Yargıtay dairelerinin aynı konuda, aynı dosya üzerinde birbirine çelişik kararlar vermemesini sağlamaya dönüktür. Ancak, şimdi yapılmak istenen değişiklikle, Yargıtay dairelerinin aynı dosya üzerinde daha önce onadığını bozabilme hakkı tanınmaktadır. Yani, Yargıtay daireleri, artık, öncekinde olduğu gibi daha önce vermiş olduğu kararına aykırı bir şekilde karar verme gibi bir durumla karşı karşıya kalacaktır. Oysa ki bu, tamamen, bu ülkenin güvenlik sistemine, hukukun güvenilirliğine yapılacak bir darbedir. Böylesi bir şeyin yapılmaması gereklidir çünkü yıllardır bizim hukuk sistemimizde ve hukuk mantığımızda oturmuş bir yapı varken Yargıtay dairesine önceki verdiği kararın tam aksi bir şekilde karar verebilme yetkisini tanımak gerçekten de insanların hukuka olan güvenlerini ortadan kaldıracaktır. Siz diyorsunuz ki “Yargıtay dairesi önceki verdiği karara aykırı bir şekilde karar verebilir. Bu sefer, üçüncü temyizinde de Hukuk Genel Kuruluna gitsin.” Hukuk Genel Kuruluna gittiğinde Hukuk Genel Kurulu hangi konudaki kararı kazanılmış bir hak olarak görecektir? Neye göre karar verecektir? Yani, bir konuda, aynı davada çelişik o kadar çok karar çıkabilecektir ki bu neyin sonucunda getirilmiştir, inanın biz bunu anlayamadık. Ben, Yargıtaydan da pek çok uygulayıcı arkadaşla görüştüm, dediler ki:”Böyle bir uygulama zaten yok. Şimdiye kadar bu konuda ciddi anlamda bir sorun da yoktu, kazanılmış müktesep hakka bütün Yargıtay daireleri uyardı. Bunun bir tek istisnası vardır -önceki kararını yeniden bozabilmesinin bir tek istisnası vardır- maddi hatalardır, kamu düzeniyle ilişkili değişikliklerdir.” dediler ama inanın, bunun neden olabildiğini ne Yargıtaydaki yargıç arkadaşlarımız ne de biz anlayabilmiş değiliz. Aklımıza şöyle bir şey geliyor: İhtimal vermek istemiyoruz ama, sanki özel bir dava için mi, bu “kazanılmış müktesep hak” kavramıyla sınırlanan bir konuda özel bir dava için mi geliyor diye, aklımıza bunların hepsi de geldi sevgili arkadaşlar.

Bir de bunun yanında, özellikle tasarının 6’ncı ve 7’nci maddelerinde, yargıçların terfilerinde, derece ilerlemelerinde alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri yani arabuluculuk gibi sistemlerin de, o sistemlere vatandaşları yönlendirmelerin de önemli olduğunu belirten bir düzenleme yapılıyor. Yargıç arkadaşlarımız aynen şunu söylüyorlar: “Biz, o zaman, neden yıllardır hukuk fakültesinde okuduk, neden yıllarca bu eğitimleri aldık? Bu eğitimleri almasaydık! Eğer bu şeklide arabuluculara bizi mahkûm edeceklerse, bizim vatandaşı arabuluculara yönlendirmemizi istiyorlarsa bu mahkemeleri kapatsınlar. Yüzyıllardır yapılan mücadelenin sonucunda kararların bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından verilmesi konusunda Türkiye Cumhuriyeti’nde ve bütün evrensel hukuk kurallarına göre böylesi bir düzenleme varken, şimdi mahkemeleri bertaraf edecek şekilde özel hukuk yöntemleri ön plana çıkartılmaktadır. Bunu asla kabul etmiyoruz.” diyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – Biz de tasarıdaki bu konudaki değişikliğinin uygun olmadığını düşünüyoruz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki iki önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Önergeleri  kabul edenler... Kabul etmeyenler…

Kâtip üyeler arasında anlaşmazlık var, elektronik cihazla oylama yapacağız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan… Sayın Başkan, İç Tüzük’e göre, Başkan da sayar. Yani iki kâtip arasında…

BAŞKAN – Hayır, böyle bir şey yok, kusura bakmayın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Var efendim, İç Tüzük’ü açıp okursanız “Başkan da sayar.” diyor.

BAŞKAN – Çelişki olduğu zaman elektronik oylamayla yapılıyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır… (AK PARTİ sıralarından “Otur yerine!” sesleri, gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, iki dakika süre veriyorum ve elektronik oylamayla yapıyoruz.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani AKP’li bayan, hanım, aslında bayana, hanıma hiç yakışmayan…

BAŞKAN – En adili bu, en adili bu.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, niye? Yani böyle, söylemekle olmaz ki…

BAŞKAN – Öyle, böyle değil efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Öyle, yani yanlış yapıyorsun.

BAŞKAN – Siz yerinize oturun lütfen. Lütfen… Lütfen yerinize oturun, tamam.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ondan sonra, oradaki hanımın dürüst sayması lazımken, her defasında burada 50 kişi varken yanlış sayıyor.

BAŞKAN – Burada arkadaşınız var.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yanlış yapılıyor efendim.

BAŞKAN - O da sayıyor benimle beraber. İtimat edeceksiniz, arkadaşlarınıza itimat edeceksiniz Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yok, olmayan şey, ondan sonra… Sen ne biçim… Hanımların daha dürüst görev yapması lazımken her zaman AKP’yi koruyorsun ya! Ne biçim şey olacak bu iş ya!

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – AKP’yi koruyacak tabii, CHP’yi koruyacak hâli mi var?

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN –  Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci madde üzerinde aynı mahiyette iki ayrı önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 2. maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

            Dilek Akagün Yılmaz                                 Faik Öztrak                                        Ali Serindağ

                        Uşak                                               Tekirdağ                                            Gaziantep

                   Ramis Topal                                   Uğur Bayraktutan                                Ömer Süha Aldan

                      Amasya                                               Artvin                                                Muğla

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci  maddesi ile 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı yasaya eklenen “Geçici 4 üncü Madde”nin  tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

                  Pervin Buldan                                    Sebahat Tuncel                                    Aysel Tuğluk

                        Iğdır                                                İstanbul                                                 Van

                  İdris Baluken                                     İbrahim Binici                                        Erol Dora

                       Bingöl                                              Şanlıurfa                                              Mardin

BAŞKAN –  Sayın Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmamaktayız Sayın  Başkanım.

BAŞKAN –  Sayın Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN  (Hatay) –  Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN –  Sayın Baluken, buyurun.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Vermiş olduğumuz önerge üzerinde söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Sayın Adalet Bakanı buradayken Bakanlığını ilgilendiren birkaç sorunla ilgili bugüne kadar -defalarca iletmemize rağmen- yeterli çalışma yapılmadığını  Genel Kurulla paylaşmak ve tekrar Bakanlığı duyarlı bir tavır içerisine davet etmeye çalışacağım.

Özellikle birinci husus, bu hasta tutuklularla ilgili durum. Şu anda Türkiye cezaevlerinde 413 hasta tutuklu var ve bu 413 kişiden 122’si ağır hasta ve her an ölebilecek bir kronik hastalıkla karşı karşıyalar. Bu hastaların tedavi süreçlerinde çok ciddi aksaklıklar var. Bu hastalar özellikle tedavi süreçlerindeki aksamalardan dolayı her an hayatını kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Bu konuyla ilgili bu Meclisten  bir kanun çıkmasına rağmen Adalet Bakanlığı hâlâ sorunu ağırdan takip eden, soruna duyarlı bir yaklaşım göstermeyen bir tavır içerisinde. Yani bu 122 ağır hastanın tamamının son bir arzusu var: Tedavi süreçlerinin son aşamasını kendi ailelerinin yanında yapmak ya da son nefeslerini kendi ailelerinin yanında vermek. Bu kadar insani bir talebin, üstelik yasası çıkmışken bu kadar ağırdan alınmasını biz anlayamıyoruz. Sayın Bakana -bugüne kadar pek çok olumlu çalışmada imzası vardır- bu konuyla ilgili tekrar bir duyarlılık çağrısında bulunmayı bir görev biliyoruz.

Diğer taraftan, bu hasta tutuklularla ilgili adli tıp süreçleri oldukça ağır işliyor ve adli tıptan tahliye için bir rapor beklenirken bu hastalar yaşamlarını yitiriyorlar. Geçen üç ay içerisinde birkaç hasta tutukluyu bu şekilde kaybettik. Yani biz o kanun görüşülürken tam teşekküllü bir üniversite hastanesinin ya da Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü bir eğitim araştırma hastanesinin vereceği bir raporun yeterli kabul edilmesi gerektiğini defalarca söyledik buradan. Ancak, herhâlde Bakanlık üniversite hastanesine ya da Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneye güvenmiyor ki illaki adli tıp raporu diyor. Adli tıp da sağ olsun bürokratik yavaşlık için, bürokratik ağır işleyiş için ne gerekiyorsa onları yapıyor. Hasta rapor alıncaya kadar cezaevinde yaşamını yitiriyor. Yani Şahabettin Yüceer’in nasıl yaşamını yitirdiğine sadece bakarsanız ne demek istediğimizi anlarsınız.

Diğer taraftan, cezaevlerinde var olan sorunlar aynı şekilde devam ediyor. İşte, Tekirdağ Cezaevinde, Şakran Cezaevinde, Kırıkkale Cezaevinde, pek çok cezaevinde şu anda cezaevi koşullarıyla ilgili çok ağır, insanlık onuruyla bağdaşmayacak uygulamalar var. Daha önceki açlık grevleri sürecinde Adalet Bakanı her defasında bu kürsüye çıkıp cezaevlerindeki koşullardan dolayı açlık grevi yapılmadığını, cezaevlerinde her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söyledi. Ama şu anda Tekirdağ Cezaevindeki açlık grevi 25’inci güne yaklaşmış durumda ve sadece cezaevlerindeki ağır koşullardan dolayı. Orada gardiyan ve askerlerin keyfî bir şekilde bir nizam oturtma girişimleri hemen hemen her gün tutukluların önüne sorun olarak geliyor.

Bir kere, askerin cezaevlerinde bir nizam oturtma yetkisi yok Sayın Bakan. Bu konuda size daha önce sorunu söyledik, gerekeni takip edeceğinizi söylediniz ama sorun aynı şekilde devam ediyor. Tutukluların, cezaevindeki tutukluların yazdığı şiire, öyküye, makaleye keyfî bir şekilde el konuluyor ve geri verilmiyor. “Sünger odası” diye ayrı bir işkence odası var. İşkence edilenlerin herhâlde çıkardıkları sesler duyulmasın diye, tutuklu arkadaşların bize söylediği böyle özel bir konsept var. Bununla ilgili bugüne kadar hiçbir şey yapılmadı. Tam tersine, Tekirdağ Cezaevi’nde Sayın Başbakanın da eleştirdiği 12 Eylül dönemindeki Diyarbakır cezaevlerini hatırlatan uygulamalar var. Tutukluların tek sıra şeklinde yürütülmesi, işte demin bahsettiğimiz koğuşların keyfî şekilde basılması, askerin bu tarz cezaevlerindeki süreçlerin içerisinde olması, bize direkt olarak Diyarbakır Cezaevini hatırlatıyor yani ya Bakanlığınızın söylediği orada dikkate alınmıyor ya da orada gerçekten Diyarbakır Cezaevini, o süreci hatırlatmak isteyen, gündemleştirmek isteyen bir yönetim var. Bu konularla ilgili bugüne kadar Bakanlığınızın yapmış olduğu çalışmalar belli ki yetersizdir. Tekrar Bakanlığınızın esaslı bir çalışma yapmasını Genel Kurulun huzurunda talep ediyoruz.

Genel Kurula saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baluken.

Kim konuşacak Sayın Hamzaçebi?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Ömer Süha Aldan.

BAŞKAN – Ömer Süha Aldan, Muğla.

Sayın Aldan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “Bir şiir için mahkûmiyet kararı verilmiştir. Öncelikle bu kararın hukuk tarihimiz adına bir trajedi, bir utanç sayfası olduğunu belirtmek isterim. Mafyalaşmanın, çeteleşmenin, kokuşmuşluğun dibe vurduğu bir ortamda yolsuzluktan değil, cinayetten değil, kul hakkı yemekten değil, sadece ve sadece bir şiir nedeniyle mahkûmiyet ceza alanı değil, sadece bu ülkenin hukuk anlayışını küçültür. Yargının üzerine siyaset gölgesi düşüp siyasallaşmaya başladığının endişesini, uzun zamandan beri içeri tıkılan düşünce ve siyaset adamlarından, aydınlardan, gazetecilerden biliyorduk ama bir taraftan da yüreğimizin bir köşesinde adaletin eninde sonunda tecelli edeceği, hukukun yalnızca adalet ilkelerine göre işleyeceği ve bu karanlık döneme ait olumsuzlukları geride bırakacağımız günlere de içten içe inanıyorduk fakat bu son karardan sonra görüyoruz ki yargı gerçekten bağımsız değil. Bu yol yanlış bir yoldur çünkü adalet, gün gelecek yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacaktır. Bu kararı, düşünce özgürlüğü kapsamındaki diğer yanlış kararları kendi çocuklarınıza izah edemezsiniz, yaşadığımız dünyaya izah edemezsiniz çünkü herhangi bir zamanda herhangi bir kimseye yapılan adaletsizliği şimdiye kadar hiçbir hukuk anlayışı, hiçbir yönetim, hiçbir güç odağı meşrulaştıramamıştır. Dünya değişmiş ama bizim ülkemizin insan hakları ve demokrasi arayışında geldiği noktaya bakınız, uğraştığımız konulara bakınız: Şiiri suçluyoruz, düşünceyi dışlıyoruz, özgürlükleri askıya alıyoruz, sonra da dünya insan hakları konusunda, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda bizi neden beğenmiyor diye şikâyet ediyoruz. Bu yasaklarla nereye kadar gidebiliriz? Hangi gerçeği yasaklarla örtebiliriz?

Değerli milletvekilleri, bu sözler ne bana ne geçtiğimiz günlerde on ay hapis cezası alan Fazıl Say’a aittir; bu sözler, 24 Eylül 1998 günü İstanbul Belediyesinin önünde 30 bin kişinin karşısında Recep Tayyip Erdoğan tarafından söylenmiş sözlerdir ve o toplantı sırasındaki en meşhur slogan da nedir biliyor musunuz: “Şerefsiz medya.” Şöyle bir baktığımızda, o gün de şiirden mahkûmiyet vardı, bugün de var; o   gün de hukuksal  kararlar tartışılıyordu, bugün de tartışılıyor;  o gün de aydınlar ve gazeteciler içeri tıkılmıştı, bugün de;  o gün de siyasallaşan adaletten bahsediyorduk, bugün de; o gün de dünyaya bunu izah edemiyorduk, bugün de edemiyoruz; keza, o gün de medya eleştirisi vardı, bugün de var. O  zaman, ileri demokrasi nerede? Ve Sayın Başbakan ne yazık ki, Sayın Fazıl Say’ın bu cezaya mahkûm edilmesinden sonra soru sorulması üzerine “Onlarla bizi meşgul etmeyin.” demiştir.

Değerli milletvekilleri, insan hakları konusunda, temel hak ve özgürlükler konusunda geldiğimiz nokta, aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle ortadadır. Dün Sayın Başbakan, Meclisteki grup konuşmasında Sayın Genel Başkanımıza demokrasi tarihi üzerinden bir not vermiş. Ben, sadece Sayın Başbakana bu konuda not vermeyeceğim. Zira, 1998’deki konuşması ve bugün gelinen nokta, aslında onun notunu belirtiyor diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki iki önergeyi…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN - …oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Başkanım, sizin takdiriniz önemli.

BAŞKAN - Önergeleri kabul edenler… Kabul etmeyenler…  (AK PARTİ sıralarından “Var, var” sesleri, CHP sıralarından “Yok, yok.” sesleri)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Çelişki var, çelişki!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, göz var, izan var.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Göz var, izan var.

BAŞKAN – Hayır… Göz var, izan var ve çelişki var ortada.

SİNAN OĞAN (Iğdır) – Ne çelişkisi var Sayın Başkan?

BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.

Beş dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 18.52

                                         DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

444 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde aynı mahiyetteki iki önergenin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeleri yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önergeler kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Şimdi 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...  Kabul edilmiştir.

Şimdi tasarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon yerinde, Hükûmet yerinde.

Şimdi, 3’üncü madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 3. maddesinin son cümlesindeki “aksine” ibaresinin kaldırılarak “çelişen” ibaresinin eklenmesini saygıyla arz ve teklif ederiz.

            Dilek Akagün Yılmaz                                 Faik Öztrak                                        Ali Serindağ

                        Uşak                                               Tekirdağ                                            Gaziantep

 

                   Ramis Topal                                   Uğur Bayraktutan                                  Muharrem Işık

                      Amasya                                               Artvin                                              Erzincan

BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmamaktadır Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Muharrem Işık konuşacak.

BAŞKAN – Sayın Muharrem Işık, Erzincan Milletvekili.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM IŞIK (Erzincan) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, her yasa çıktığı zaman “İnsan hakları, hakları daha iyi yapalım.” diye ifadeler kullanıyorsunuz. En son, geçen haftaki yasanın da başlangıcı “İnsan Hakları Kanunu” idi. Zaten “Hak, hukuk, adalet” dediğiniz zaman hiç mangalda kül bırakmıyorsunuz. “Haram yemediğinizi” söylüyorsunuz, “Adil davrandığınızı” söylüyorsunuz, “Kimsenin hakkını kesinlikle yemediğinizi” söylüyorsunuz.

Sayın Bakanım, adliyelere zabıt kâtibi alıyorsunuz. Sınavlar yapıyorsunuz; önce, bir yazılı sınav yapıyorsunuz, daha sonra sözlü sınav yapıyorsunuz. Bu sınavları yaparken de orada “Çok adil bir şekilde davrandığınızı” söylüyorsunuz. Bir de adliyeye alınıyor bunlar, daha da adil olması gerektiği söyleniyor.

Tabii, nasıl adil davranıldığı yapılan sınavlarda belli oluyor. Ben Erzincan’dan örnek vereceğim: Erzincan’a yaklaşık bir buçuk sene içinde 43 taneye yakın zabıt kâtibi ve diğer görevlerde çalıştırılmak üzere eleman alındı. Bu alınan elemanların hepsinin de listesi açık ve net söylüyorum Ankara’dan gitti. O kadar söylememize rağmen hiçbir zaman için de bu isimler değişmedi. Şu anda “Barış süreci” diyorsunuz, “kardeşlik” diyorsunuz, “dostluk” diyorsunuz, “Barış süreci yapalım.” diyorsunuz. Ne kadar samimi olduğunuz zaten geçen hafta bu Dicle’deki olaylarda da belli oldu ve bu iş alımlarında da zaten bunu baştan sonu gösteriyorsunuz.

Şimdi, sınava girenlerin içinde, toplam 49 kişi sınava giriyor, 1 kişi sınava gelmiyor, 48 kişiyi sözlü sınava alıyorlar. Bu girenlerin içinde -girenleri söylemeyeceğim ilk sekizi- 15’inci sırada Kamber Akbaş isminde bir arkadaşımız var Adalet Meslek Yüksek Okulu mezunu. Bu çocuk 86,271 puan alıyor ve bu çocuğun okulu da zaten Adalet Meslek Yüksek Okulu mezunu. Diğer bir arkadaş Ahmet Solak isminde bir çocuk ve bu 85,158 puan alıyor, bir diğeri de Emre Bozkurt 82,336 puan alıyor. Bunlar merkezî sınavda -yapılan ilk sınavda- en fazla notu alan kişiler. Ama sözlü sınava geldiği zaman sözlü sınavda Kamber Akbaş’a 61,66 puan veriyorlar, Ahmet Solak arkadaşımıza 53 puan veriyorlar ve Emre Bozkurt’a da 53 puan veriyorlar; 8’inci sırada giren arkadaşımıza 85 puan veriyorlar, diğerlerine de 85, 81 diye gidiyor, kazanacak şekilde. Şimdi, burada diyeceksin ki: “Sınava girdi, sözlüde aldı; sözlüde beceremedi yazılıyla girdi.” Hayır, Sayın Bakanım, siz de biliyorsunuz ki burada isimler gitti ve orada alınması gerekenler belli oldu, alınması gerekenler de alındı. Eğer burada Adalet Bakanıysanız ve bu Türkiye’ye adaleti getirmek istiyorsanız bu sınavı iptal edeceksiniz. İptal ettikten sonrada oraya gerçekten adil olan bir komisyon göndereceksiniz ve sözlü değil, yazılı sınav yapacaksınız, sözlüyü de yazılı yapacaksınız. O zaman kimin kazanıp kimin kazanmadığını göreceğiz, adaletin nasıl olduğu da belli olacak. Bu Kamber Akbaş dediğimiz arkadaş 5’inci, 6’ncı sefer giriyor; 85, 90, 95 aldığı dönemlerde oldu ve hiçbirinde işe giremedi. Tamamen çocuğun hakkı yeniyor, diğerlerin de hakkı yeniyor. Ve bu kazananların 8’nin de size kim olduğun tek tek söyleyebilirim; kimler olduğunu, Erzincan’da ne iş yaptıklarını, kimin oğlu, kimin yeğeni olduğunu, nereden referans gittiğini tek tek söyleyebilirim. Bu kadar adaletsizlik olmaz. Biz, burada, kimsenin hakkın almayalım, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste diyoruz, bir sürü söz söylüyoruz ama buraya geldiğimiz zaman da yapılan şeyleri gördüğümüz an bu kadar adaletsizlik olmaz.

Bu bir tek bunun için geçerli değil Sayın Bakanım. Erzincan’da yapılan ve Türkiye’de yapılan bütün sınavlarda bu sistem uygulanıyor. Yolların kenarına kantarlar koyuldu, buradan gelen ağırlıkları ölçmek için. Burada gidenlerin hepsinde alınanlar torbaya konuldu, torbada çekildi başvuranların çoğunun ismi yoktu orada, isim olmadığında nasıl çıktığı belli oluyor.

Sabancı Kız Yurdumuz vardı. Burada sözleşmeli olarak çalışan bir arkadaşımız, beden eğitimi öğretmeni işten çıkarıldı. Dediler ki: “Bakanlık tarafından atama yapılacak.” Bir hafta sonra kimin alındığını biliyoruz. Daha bunun gibi binlerce şey. Siz eğer burada kardeşliği, barışı istiyorsanız barış önce bu yollardan geçer. İnsanlara eşit davranmazsanız, insanları böyle kutuplaştırırsanız, insanları gerçekten bazı şeylere zorlarsanız barış falan bu ülkeye gelmez. Bunları görmedikten sonra da hiçbir şey çözülmez. Biz diyoruz ki barış çözülecekse eğer Dicle Üniversitesinde olan olaylara da göz yummayacaksınız, Erzincan’da bu alımlarda yapılan haksızlığa da göz yummayacaksınız. Eğer ki gerçekten adilseniz ve bunun hesabı inanıyorsanız -ki bazen gerçekten kafamda soru işaretleri oluşuyor- öbür dünyada da sorulur, burada da sorulur.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Işık.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 4. maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

            Dilek Akagün Yılmaz                                 Faik Öztrak                                        Ali Serindağ

                        Uşak                                               Tekirdağ                                            Gaziantep

                   Ramis Topal                                   Uğur Bayraktutan

                      Amasya                                               Artvin

BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılınmamaktadır Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkanım, önergeyle ilgili görüşümü bildirirken Sayın Muharrem Işık’ın ifade ettiği konuya ilişkin şunu söylemem lazım: Bu alımlar Bakanlığımızın doğrudan müdahalesinde olabileceği alımlar değil bunlar adalet komisyonu başkanı, başsavcı ve bir üyeden oluşan komisyonlarca yapılan alımlardır. Şayet bu alımlarda bir usulsüzlük tespitiniz varsa lütfen bunları yazılı olarak müdellel şekilde bildirin, takibatını yapalım Sayın Işık.

Önergeye de katılamıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Bayraktutan, Artvin.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, bugün elime geçen bir belgeyi yüce heyetinizle paylaşmak istiyorum. Samsun Valiliği Emniyet Müdürlüğünün… Gerçi bu Adalet Bakanlığının konusu içerisinde değil ama İçişleri Bakanlığını ilgilendiren bir konu. Bu konu iltica ve sığınma talebinde bulunanlar… Son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmelerden dolayı ülkemize iltica talebinde bulunan yabancılarla haymatlos, vatansız olanlara ilişkin bir genelge yayınlıyor İçişleri Bakanlığı, diyor ki bu genelgede bazı illere ilişkin Karadeniz’de de Zonguldak’tan Artvin’e kadar olan bölgenin içerisinde, bütün illeri kapsayan bu illerde iltica talebinde bulunan kişiler yerleştirilebilir. Bu illeri tek tek sayayım -tek bir il yok değerli arkadaşlarım, olmayan il Rize, çok garip yani- Samsun var, Sinop var, Zonguldak var, Ordu var, Giresun var, Trabzon var, Artvin var, bir tek Rize yok. Şimdi, esas Sayın Başbakan bunları Suriye’den davet ediyor, en çok davet etmesi gereken ilin Rize olduğunu düşünmeme rağmen hangi kriterler uygulanarak bu ölçümleme yapılmış bunu öncelikle merak ediyorum, bunu belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 4’üncü madde üzerinde söz almış bulunmaktayım. 4’üncü maddedeki temel gerekçe şu: Bir yargı çevresi içerisinde birden çok idare veya vergi mahkemesi kurulduğu takdirde, bu mahkemeler arasındaki özellikle ihtisaslaşmayı sağlaması açısından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından bir görev bölüşümü yapılır. Şimdi, burada, tabii, doğal yargıç ilkesini, bunları bir kenara koyalım. Esas ihtisaslaşmayı, bu gerekçeyi ortaya koyduğumuz zaman biz ihtisaslaşmaya ilişkin en önemli olaylardan bir tanesi, işte daha önceki konuşmamda da belirtmiş olduğum gibi, özel yetkili mahkemeler.

Sayın Bakan bunlardan şikâyetçi oluyor, “Özel yetkili mahkemeleri niye burada konuşuyoruz?” diye. Daha önceki yapmış olduğumuz kanunlara ilişkin görüşmelerde de “Öncelikle bunları niye görüşüyorsunuz başka bir mesele yok mudur?” diye bizlere serzenişlerde bulundu.

İhtisas mahkemeleri olduğu iddia edilen devlet güvenlik mahkemeleriyle başlayan, sıkıyönetim mahkemeleri süreciyle devam eden, arkasından özel yetkili mahkemelerle devam eden, şimdi terörle mücadele mahkemeleri altında devam eden bu yargılama sürecinde adil yargılama ilkesinin bütün kurallarının ihlal edildiğini burada birçok kereler anlatmaya çalışıyoruz, masumiyet karinesinin ihlal edildiğini anlatmaya çalışıyoruz.

Şimdi, 4’üncü maddede bu madde gerekçesi ortaya koyuluyorken, ihtisas mahkemelerine gidebilecek bir süreci ortaya koyuyorken, bir yandan da başka bir şeyi ihlal ediyoruz. İhtisas mahkemeleri olduğunu iddia etmiş olduğumuz özel yetkili mahkemelerle adil yargılama hakkını ne yazık ki bu ülkenin gündeminden uzaklaştırıyoruz değerli arkadaşlarım. O nedenle biz diyoruz ki, önümüzdeki süreçle ilişkin olarak, özelikle ceza yargılaması açısından, uzun tutukluluk sürelerini ne Avrupa’ya anlatabiliyoruz ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine anlatabiliyoruz. Yani, bu mahkemelerde on yıl civarındaki tutuklulukları herhangi bir yere anlatmamız mümkün değil değerli arkadaşlarım. Buradaki delilleri anlatamıyoruz, gizli delil kavramını, gizli tanık kavramını anlatamıyoruz. Bir ülkenin Genelkurmay Başkanı tutuklu olarak yargılandığı bir dosyada terör örgütü başının tanık olarak bulunduğu bir dosyayı biz anlamakta zorluk çekiyoruz, anlatmakta zorluk çekiyoruz. Gizli tanıkların kim olduğunu bilmiyoruz, gizli delillerin ne olduğunu bilemiyoruz. Bakın, daha dün Balyoz davasıyla ilişkin, CD’lerle ilişkin Microsoft’un yapmış olduğu açıklama var, deliller var. O tarihteki yazı karakterleri, 2007’deki yazı karakterleri, 2003’lerde var. Buradaki yargılamalardaki problemleri anlayamıyorum.

Sayın Bakan, 12 Eylül 2010 tarihi yargı için bir dönemeçtir, bir dönüm noktasıdır. Daha önce yapmış olduğum konuşmada da söyledim. O tarihlerde, 12 Eylül 2010 tarihinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin en önemli kurallarından, ayaklarından bir tanesi olan yargı ayağını çökerttiniz. Ben, o dönemle size hitap ediyorken “Sayın Adalet Bakanı” demiyorum, “sayın özel yetkili adalet bakanı” olarak hitap ediyorum. Neden? Çünkü bir görev üstlendiniz.

Kimlerin hangi yerlere geldiğini, hâkim ve savcıların nasıl memur hâline getirildiğini bizler biliyoruz. Ben, kendi seçim bölgem açısından diyorum. Adliyedeki hâkim, savcılara nasıl listelerin gönderildiğini, eğer bu listelerde gerekli isimler çıkmazsa gerekli hesapların sorulacağını, aba altından sopa gösterildiğini bilmiyor muyuz Sayın Bakan?

Şimdi, ben konuşuyorum, dinlemediğinizi de biliyorum ama biz burada muhalefet milletvekilleri olarak bunları anlatmak zorundayız. 12 Eylül 2010 bir operasyondu, bu operasyonun başındaki kişisiniz siz. 12 Eylül 2010’da Türkiye'deki bağımsız yargı ne yazık ki çökertilmiştir. Bu çökertmenin emir ve talimat zinciri içerisinde kişilerden bir tanesisiniz ama bu yargı bağımsızlığı bir gün herkese lazım olabilir, size de lazım olacaktır. İnşallah size lazım olmaz. Önümüzdeki günlerde bunu göreceğiz.

Ne hazık ki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu bugün bu ülkede bir memurlar kurulu hâline getirilmiştir değerli arkadaşlarım. Bugün hâkimlerin tayinleri yapılıyorken, savcıların tayinleri yapılıyorken liyakat esası bir tarafa bırakılmıştır, buradaki yükselmenin bir tek usulü sadakat usulü getirilmiştir. Kamudaki yükselmenin ölçütü liyakat olmalıdır, sadakat olmamalıdır ama ne yazık ki siz HSYK’yı bir bağımsız kurulun ötesinde memurlar kurulu hâline getirdiniz. İnşallah önümüzdeki dönemde bunun size de dokunup dokunmayacağını hep beraber göreceğiz.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayraktutan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü  kabul edilmiştir.

5’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

            Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın çerçeve 5’inci maddesinin tasan metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Dilek Akagün Yılmaz                  Faik Öztrak              Ali Serindağ

      Uşak                                     Tekirdağ                  Gaziantep

Ramis Topal                           Ali Rıza Öztürk

     Amasya                                   Mersin

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - İştirak etmiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

 

 

 

 

BAŞKAN – Sayın Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili.

Sayın Öztürk, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5’inci maddede, önerge üzerine söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu, yargıdaki yakıcı sorun olmaya devam eden tutukluluk müessesesinden kaynaklanan sorunlarla ilgili düşüncelerimizi, öyle anlaşılıyor ki, hâlâ anlatamamışız. Sayın Bakanımız, Dilek Akagün Yılmaz’ın sorusuna yanıt verirken dedi ki: “Her davanın kendinden kaynaklanan has özellikleri vardır. Yani bazı davaların daha fazla cezası var, bazılarının daha az.” Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında şunu vurguluyor: “Suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın kaçması gibi soyut şüphelerle tutuklama kararı verilemez.” diyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aslında, suçun vasıf ve mahiyetini yani suçun niteliğini ağırlığı ya da hafifliğini, iddianamede yapılan suçlamanın niteliğini aslında tutuklama nedeni olarak kabul etmiyor. Şimdi, Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre biz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla bağlıyız, yani Türkiye’deki karar veren ulusal yargıç ve savcılarımız, herhâlde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymakla yükümlüler, bu konuda bir takdir hakları yok, yani bu, bağlayıcıdır. Dolayısıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tutuklama nedeni olarak, esas olarak iki şeyi kabul ediyor: “Birincisi, sanığın kaçma şüphesi. İkincisi, delilleri karartma tehlikesi. Soyut suç şüphesinin varlığı tutuklama nedeni olamaz.” diyor. Bunu, ben söylemiyorum, AİHM söylüyor. Dolayısıyla, bu koşullar var ise bile yani sanığın kaçma şüphesi ve delilleri karatma tehlikesi var ise o suçun karşılığı olan cezanın miktarı ne olursa olsun, tutuklamanın koşulları var ise ve tutuklamayla elde etmek istediğiniz sonucu, amacı başka yönlerden elde edemiyor iseniz tutuklamak zorundasınız ama tutuklamanın koşulları var fakat tutuklama ile elde etmek istediğiniz amacı başka yönlerden elde edebiliyorsanız, o zaman yargıcın tutuklama kararı verip vermeme konusunda takdir hakkı yoktur değerli arkadaşlarım. Ya şimdi ben anlamıyorum, bu memlekette herkes diyor ki “Efendim, bu takdir hakkıdır.” Ya, takdir hakkı olmaz. İnsanı tek yanlı olarak özgürlüğünden alıkoymaya ilişkin bir karar, takdir hakkıyla açıklanan bir karar olamaz. Burada kurallar bellidir. Eğer tutuklama koşulları var ise, tutuklamadan elde ettiğiniz sonuç başka yollardan elde edilemiyor ise o zaman tutuklamak zorundasınız ama bunlar kalkmışsa serbest bırakmak zorundasınız. Deminde söyledim, Van Ağır Ceza Mahkemesindeki Sayın Savcının tutuklama kararının kaldırılmasıyla ilgili verdiği mütalaayı okudum. Bunun hukukta hiçbir yeri yok. Yani, davanın esasına ilişkin bir olayla ilişkin tutuklama kararı verilemez. O karar aslında şunu gösteriyor: Verdiği tutuklama kararının haksız olduğunu gösteriyor. “Ey vatandaş, biz haksız bir tutuklama kararı verdik.” Şimdi, burada da, Ergenekon davası, KCK davası, Silifke’deki dava, Mersin’deki dava, Adana’daki dava. O davalarda elbette ki kararlar, ceza miktarları farklı farklıdır. Suçun niteliği, işte verilecek cezayla ilgilidir ama o davalarda eğer sanığın kaçma şüphesi yoksa, delilleri karartma tehlikesi yoksa ya da bu olmasına rağmen siz bunu başka yönlerden önleyebiliyorsanız, tutuklama kararı veremezsiniz. Bunu hâkimin takdir yetkisine bırakmak hukuku anlamamak demektir. Burada eski Genelkurmay Başkanıyla ilgili bir karar verildi. Saçma sapan bir karar. Orada diyor ki “Soyut suç şüphesi tutuklama nedeni olamaz.” Sanıyorum Karaadayı’yla ilgili. Ondan sonra kalkıyor, adli kontrol sistemine başvuruyor. Ya kardeşim, tutuklama nedeni yok ise yani soyut suç şüphesi tutuklama nedeni sayılamaz ise o zaman adli kontrol sistemine zaten başvuramazsın. Yani, sen eğer tutuklama nedeni var ise, adli kontrolle önleyebiliyorsan o zaman adli kontrole başvuruyorsun. Hem kararında “Soyut suç şüphesi var, bu, tek başına tutuklama nedeni sayılamaz.” diyorsun, o zaman da tutuklama nedeni varmış gibi adli kontrole başvuruyorsun. Şimdi, bunların hepsi, hâkim ve savcıların hukuku yanlış uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Bunlar aslında hukuk kurallarını uygularken düşülen hatalar değildir bilinçli, ısrarla yapılan hatalardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Türkiye'nin AİHM’de mahkûm olması pahasına yapılan şeylerdir. O nedenle, biz bu konudaki düzenlemeleri yapamazsak, hataları değiştiremezsek, hiç merak etmeyin, AİHM’in önünde daha çok mahkûm oluruz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.

6’ncı madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 6. maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

            Dilek Akagün Yılmaz                                 Faik Öztrak                                        Ali Serindağ

                        Uşak                                               Tekirdağ                                            Gaziantep

                   Ramis Topal                                   Uğur Bayraktutan

                      Amasya                                               Artvin

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılamamaktayız Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben özellikle konuşmamda eksik kalan, zamanımızın yetmemesi nedeniyle eksik kalabilen bazı konuları tamamlamak istiyorum.

İhtisas mahkemelerinin kuruluşuyla ilgili bir değişiklik yapılıyor. İhtisas mahkemelerinin kuruluşu, her hâlükârda Anayasa madde 142 çerçevesinde kanunla olması gerekirken, bir değişiklik getiriliyor ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ihtisas mahkemelerinin kurulması yetkisi veriliyor. Bu şekilde olduğu takdirde, ihtisas mahkemelerini Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kendiliğinden belirleyebildiğinde, işte o zaman, davalara göre yargıçların belirlenmesinden ve “doğal yargıç” ilkesine aykırı bir şekilde özel yetkili hukuk mahkemelerinin olacağından kaygı duyuyoruz. Bugün nasıl terör mahkemeleri çerçevesinde özel yetkili mahkemeler var ise ve oralara doğrudan doğruya yapılan atamalarla insanlar özgürlüklerinden yoksun bırakılıyorsa,  her türlü haklarından yoksun bırakılıyorsa, doğal yargıç ilkesine aykırı bir durum varsa, bu sefer, Anayasa madde 142’ye aykırı olarak kanunla kurulması gereken mahkemelerin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eliyle konularına göre kurulabilmesi durumunda, işte burada da doğal yargıç ilkesinin zedelenebileceğini düşünüyoruz. O nedenle bu maddelerde yapılan değişikliğin yerinde olmayacağını düşünüyoruz.

Bunun yanında, bugün Anayasa Uzlaşma Komisyonunda bazı konular konuşulmuş. O konuda da sizlerle görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Anayasa Uzlaşma Komisyonunda bugün ilk dört madde üzerinde çeşitli görüşmeler yapılmış. İlk dört maddenin değiştirilemeyeceğini, değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceğini biz baştan beri ifade ettik. Ancak, AKP’nin önergesinde ve BDP’nin önergesinde ilk dört maddenin değiştirildiğini ve değiştirilmesi için de her türlü çabanın sarf edildiğini, hatta komisyonlara önerilen önergelerde de 4’üncü maddenin, değiştirilmezlik maddesinin bile ortadan kaldırıldığını gözlemliyoruz. Yani o zaman bu maddeler istediğimiz zaman, istediğimiz şekilde değiştirilebilir gibi bir anlam çıkıyor.

Neden ilk dört madde değiştirilemez diyoruz sevgili arkadaşlar? Burada hukukçular var mutlaka. Yani Avrupa ülkelerinde dahi eğer anayasanın tümüyle ilgili ya da önemli maddeleriyle ilgili değişiklikler varsa, büyük oranda değişiklikler yapılacaksa mutlaka bir kurucu meclisin kurulması gerekiyor. Kurucu meclis nasıl kuruluyor? Anayasa değişikliğine karar verdiğiniz takdirde, öncelikle o meclis fesholuyor ve sadece anayasa değişikliğini yapmak üzere bir meclis oluşturuluyor. Anayasa değişikliğini yapmak üzere oluşturduğunuz bu meclis tarafından da bazı maddeler, değiştirilmek istenen maddeler ya da anayasa maddeleri gündeme getiriliyor, ardından da yeniden referandum yapılıyor. Bu, Avrupa’daki pek çok ülkede böyle. Ancak, bu Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi oluşurken “Anayasa’nın şu şu şu maddelerini değiştireceğiz, tümünü ortadan kaldıracağız.” gibi bir şey söylediniz mi arkadaşlar? Böyle bir yetki aldı mı bu Meclis? Böyle bir yetkiyi almamıştır. O nedenle de kurucu meclis değildir. “Türk vatandaşlığı kavramını çıkaracağız.  Bölge meclislerine yetkiler vereceğiz. Ana dilde eğitimin yapılmasını sağlayacağız.” dediniz mi siz? Bu konularda yetki alınmış mıdır arkadaşlar? Bu konularda yetki alınmamıştır. Değiştirilmez maddelerimiz nedir bizim? Dilimizin Türkçe olması, bu ülkenin bölünmez bütünlüğünün korunması, cumhuriyet değerlerinin korunması; bunlar için bize yetki verildi, sizler burada bunun için yemin ettiniz ama yemin ettiğiniz şeyi, şimdi, değiştirmeye çalışıyorsunuz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kim değiştirmek istiyor?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – Anayasa’nın, “laiklik” ilkesi de dâhil olmak üzere, “Din esasına dayalı devlet oluşturulamaz.” ilkesini dahi ortadan kaldırmaya ve içini boşaltmaya çalışıyorsunuz.

Egemenlikle ilgili şu var sevgili arkadaşlar: Deniyor ki BDP’nin önergesinde: “Egemenlik, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve bölge meclislerine aittir.” Aynı şekilde, aynı günlerde -her ne hikmetse- Sayın Başbakan da diyor ki: “Türkiye’de eyaletler sistemi neden olmasın?” Ondan sonra da, bu düşünceleri anlatmak üzere, bu bölünme projesini anlatmak üzere “akil adamlar” Anadolu’ya çıktıklarında şunlar söyleniyor: “Nereden çıkartıyorsunuz siz bölünme olacağını? Nasıl olacakmış bu bölünme?” İşte, böyle olacak sevgili arkadaşlar: Bölünme, bölge meclislerine yasa yapma yetkisini verirseniz, idari özerkliğini verirseniz, güvenlik yetkisini verirseniz, eğitim yetkisini verirseniz bunun adı bölünmedir. İster “bölge meclisi” deyin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – …ister “yerel yönetimleri güçlendirme” deyin, ne derseniz deyin. Bunun farkında mısınız? Sizler, özellikle sizlere soruyorum, sizlerin içindeki vatansever milletvekillerine soruyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım: Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

6’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

7’nci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 7. maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Dilek Akagün Yılmaz                                             Ali Serindağ                                       Ramis Topal

         Uşak                                                             Gaziantep                                             Amasya

Uğur Bayraktutan Faik Öztrak                                  Kazım Kurt

         Artvin                                                            Tekirdağ                                            Eskişehir

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz? 

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Eskişehir Milletvekili Sayın Kurt, buyurun.

KAZIM KURT (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 444 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesi üzerine vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle bu tasarının hazırlığı sırasında Sayın Musa Çam’la benim tarafımdan imzalanan (2/1293) sayılı teklifin de Komisyonda dâhil edilmesi gerekirdi. Bu edilmemiştir, bunu hatırlatmak istiyorum.

Şimdi, getirilen 7’nci madde ile hâkim ve savcıların terfileri, yükselişleriyle ilgili esaslarda bir değişiklik yapılması düşünülmekte ve buna, geçmişte hâkimlerin, savcıların iş üretmesi, karar üretmesi üzerine kurulu olan sistem değiştirilmek suretiyle, iş üretmemek üzere, karar üretmemek üzere, vatandaşları hukuki yolların dışındaki alternatif yollara göndermek üzere yapılan çalışmaların yükselmelerde dikkate alınacağına dair bir madde getirilmektedir. Oysa esas olan, hukukun içinde çözümdür; esas olan, adliyenin içinde çözümdür, yargılamanın içinde çözümdür ama ne hikmetse yargılamaları hızlandırmak adına, hukuki düzenlemeleri yapmak için düzenlediğimiz tüm yasalarda hukuk dışına çıkan bir anlayışla hareket ediyoruz. Oysa, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gerektiği zaman gerekli ilke kararlarıyla bu düzenlemeleri yapmakta ve bu düzenlemelere göre de terfileri çizmekteydi.

Şimdi, getirilen düzenleme, hâkimin, savcının insanları hukuk dışına yönlendirmesi hâlinde daha çok puan alması esasına dayalı bir sistemdir ki bu asla kabul edilecek bir nokta değildir. Zaten, esas olan Türkiye’deki uygulamaları da adliyeleri kapatmak suretiyle arabulucu, uzlaşmacı ya da ombudsman denilen alternatif çözümcüler üzerine atmaya çalışmakla belki de ileride yargının özelleştirilmesiyle ilgili bir çizgiyi tutturmaya çalışmak istiyoruz ki bu çok doğru bir yaklaşım, çok doğru bir tercih değildir. Burada hukuka, hakka ve adalete uygun yargılamayı en hızlı, en adil nerede ve nasıl yapacağımızı kestirmemiz gerekir. Bunun yolu da Türkiye’de adliyeleri kapatmakla değil, daha çok adliye açmakla daha çok hizmeti vatandaşın ayağına götürmekle söz konusu olur.

Eskişehir’de, şu anda, mevcut 12 ilçenin 8’inde adliye yok. 4 tane ilçede adliye var ve gerisi tamamıyla şehir merkezindeki adliyede çözülmek durumunda. Bakanlığa, Sayın Bakana bir soru sorduk. “Eskişehir’deki kapanan Seyitgazi, Mahmudiye ve Mihalgazi adliyelerinde şimdiye kadar ki çıkmış olan uyuşmazlıkları nasıl  çözdünüz, nasıl bir formül buldunuz, ne kadarı Eskişehir’deki mahkemelere gidebildi?” diye. Henüz yanıt alabilmiş değilim, onun yanıtını da bu vesileyle beklediğimi belirtmek isterim.

Türkiye, gerçekten, adil ve hakka uygun bir yargılama sistemi gerçekleştirmek istiyorsa bu paketleri çoğaltmakla değil, ciddi anlamda bir hukuk reformunu tek başına ve düzgünce getirmekle bunu sağlayabilir.

Her torba yasada, her temel yasada çok farklı uygulamaları getirmek suretiyle hukuku daha çok karmaşık, daha çok anlaşılmaz bir hâle getirmenin hiç kimseye yararı yoktur ve olmayacaktır.

Nitekim, bu yasada da hukukla, idare hukukuyla ilgili maddeleri düzenlerken bir de Ceza Kanunu’nun kanun dışı eğitimle ilgili maddesini getirmek suretiyle bu suçu ortadan kaldıran bir anlayışla bir çizgi çiziyoruz. Bunun da tamamen hukuka uymadığını ve bunun yanlış olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünerek önergemize destek vermenizi ve hiç değilse hâkim ve savcı terfilerini verecekleri kararlara göre olması gerektiğini düşünüyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurt.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım:

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok, Sayın Başkan. Sayın Başkan, karar yeter sayısı yoktur.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Yine mi var? Noter getireceğim bir gün buraya, tespit ettireceğim Sayın Başkan ya.

BAŞKAN – Elektronik cihazla oylama yapacağız, iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yetersayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi 7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 7’nci madde kabul edilmiştir.

8’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 8. maddesinin ilk cümlesindeki “kapsamında” ibaresinin kaldırılarak “çerçevesinde” ibaresinin eklenmesini saygıyla arz ve teklif ederiz.

            Dilek Akagün Yılmaz                                 Faik Öztrak                                        Ali Serindağ

                        Uşak                                               Tekirdağ                                            Gaziantep

                   Ramis Topal                                   Uğur Bayraktutan                                    Sena Kaleli

                      Amasya                                               Artvin                                                Bursa

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Kaleli, Bursa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kaleli.

SENA KALELİ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 444 sıra sayılı Tasarı’nın 8’inci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken 8’inci Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal’ı 20’nci ölüm yıl dönümünde ve Doktor Ersin Arslan’ı 1’inci ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum. Ayrıca, köy enstitülerinin 73’üncü kuruluş yıldönümünü kutluyor, bir çok ülkeye örnek olan, üretirken öğreten, öğretirken üreten Anadolu’ya özgü modelin kaos ortamındaki eğitim sistemine ışık tutmasını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, etik değerlerden, hukuktan, adaletten söz etmek kolay ama uygulamak zordur. Tasarının 8’inci maddesiyle Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nda mali hakları düzenleyen 50’nci maddeye bir paragraf eklenmekte ve yurt dışında görevlendirmelerle ilgili kira yardımı konusu düzenlenmektedir. Ancak, söz konusu adalet olunca yalnızca yurt dışındakilerin değil ülke içinde görev yapanların da mali haklar, güvenlik ve çalışma koşullarının terazinin dengesini bozmayacak şekilde hakkaniyetle gözetilmesi gerekir. Çünkü, Voltaire’in de dediği gibi “İnsanlığın en güzel görevi adalet dağıtmasıdır.” Ancak, yaşadıklarımız da göstermiştir ki ne çıkartılan yasalar ne ismi saray olan adliyeler ne de mali ve sosyal haklar adaleti ve yargı bağımsızlığını sağlamaya yetmiyor. Adaletin sağlanması için bunların yanında yargı bağımsızlığına, temel hak ve özgürlüklere, eşitliğe, hoşgörüye, vicdana ve ahlaka da ihtiyaç vardır. Adaletin olmadığı yerde en ağır cezalar da uygulansa, toplum bilinçli de olsa insanların yanlış yapmaktan caydırılması çok zordur. İnsanoğlu güce, gösterişe taptıkça adaleti kendisi ortadan kaldırmış oluyor. Asıl niyetini kendinden ve ötekilerden saklayanlar, kendine itiraf etmekten utanacak düşünce ve hedefleri olanlar, çıkar peşinde olanlarla ittifak kurar, çoğunluk elde ederler. Ne kadar çıkarcı bir o kadar da bir şeylerin gereksinimi içinde iseniz aklınız size bir çok gerekçeler hazırlar. Böylece, çoğunluk desteği herkesin yeteneğini, yapacağını, ihtiyacını saptayacak yetkiyi devralır. Kolay olan sisteme dâhil olmaktır. En ilkel din ve inanışlarda evrensel aklın arınmışlığı vardır. Aklı bilmeyenin vicdanı da, ahlakı da, adaleti de olamaz. Bu tür insanlar plansız, danışma gereği görmeyen, çok bildiklerine inanan hâlleriyle pratik çözümleri olduğuna ve çağı yakaladıklarına kendilerini de, çevrelerini de kolayca inandırır, doğayı, sistemi, adaleti dönüşü olmayan yola sokarlar.

Objektivist düşünür Ayn Rand bu durumu şöyle özetlemektedir: Herhangi bir hükûmetin tek kozu suçluların tepesine binmektir. Bunun için de uygulanamayan yasalar ve yönetmelikler çıkarılır. Ortada yeterli sayıda suçlu ve suç yoksa o zaman onları yaratmak gerekir. O kadar çok şeyi suç olarak ilan edersiniz ki insanların yasaları ihlal etmeden yaşaması mümkün olamaz. Ama, çıkarılan yasalar uyulamaz, uygulanamaz, nesnel olarak yorumlanamaz şeyler ise o zaman bir ülke dolusu yasa ihlalcisi yaratırsınız. Ondan sonra da yasayı istediğinize uygular, suçluluktan para ve güç kazanmaya başlarsınız. Ülkeyi kendine oy verenden ibaret sayan anlayış bir tarafı cezalandırırken diğer tarafı ödüllendirerek adaleti sağlayamaz, iktidarınızı ve hükümranlığınızı adaletsizliğinizle beslersiniz. Sistem ve oyun budur. Ne yazık ki bu oyunu oynayamıyorsanız, çağın gerisinde kalmakla ve marjinallikle suçlanırsınız. Yine de en doğru yol bildiğiniz en kısa yoldur. Adalet geç de olsa vardır, ilahî adalet de gününü bekler.

Bu düşüncelerle saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaleli.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 8’inci madde kabul edilmiştir.

Oturuma Saat 20.30’a kadar ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati:19.40



(X) 444 S. Sayılı Basmayazı 16/4/2013 tarihli 92’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.