TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                29’uncu Birleşim

                                                                                             27 Kasım 2012 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli’nin, 25 Kasım Edirne’nin kurtuluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, savurganlık ve israfa ilişkin gündem dışı konuşması

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının Meclis içerisinde kaldırımlara park edilen araçlar için milletvekillerini uyarmasını ve Millî Eğitim Bakanlığının okullarda hem temizlik hem de güvenlik görevlisi temin etmesini istirham ettiğine ilişkin açıklaması

2.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, Suriyeli göçmenlere yerleşim alanı olarak tahsis edilecek olan “Çotlu tepesi” denilen yerin birinci sınıf tarım arazisi olduğuna ve göçmenler için başka bir yer tespit edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

3.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana’nın Yüreğir Ovası’na Suriyeli göçmenlerin yerleştirilmemesini dilediğine ilişkin açıklaması

4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, kamuoyunda “Redhack” davası olarak bilinen davaya ilişkin açıklaması

5.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, birçok okulda öğretmen bulunmadığına ve Millî Eğitim Bakanlığının atanmayı bekleyen öğretmen adaylarının atamalarını derhâl yapmasını dilediğine ilişkin açıklaması

6.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu’nun, Avrupa Yargıçlar Birliğinin yayınladığı deklarasyonla ülkemizde yargının baskı altında olduğu hususunda uyarıda bulunduğuna ilişkin açıklaması

7.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, pancar üreticilerinin zor durumda olduğuna ilişkin açıklaması

8.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin Beşikdüzü ilçesinde 9 Ekim 2012 tarihinde yaşanan sel felaketinin büyük hasara yol açtığına ve gönderilen ödeneğin yeterli olmadığına ilişkin açıklaması

9.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Patriot füzelerinin Malatya’da kurulacağına ilişkin bir dedikodu olduğuna ve Hükûmetin emperyalizmin egemen güçlerinin taşeronluğundan vazgeçerek kendi ülkesine sahip çıkmasını istediğine ilişkin açıklaması

10.- Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın, Adıyamanlı çiftçilerden 2006 ve 2010 yılları arasında ödenen ürün desteğinin geri istendiğine ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

11.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek’in, Samsun’da yaşanan iş kazasında 5 işçinin hayatını kaybetmesine ve İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çerçevesinde iş yerlerinde gerekli tedbirlerin alınmasıyla ilgili Sosyal Güvenlik Bakanlığının bir çalışma yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

12.- Amasya Milletvekili Ramis Topal’ın, Amasya’da büyük araçların şehrin içinden geçmesi nedeniyle yaşanan trafik sorununa ve çevre yolunun ne zaman bitirileceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

13.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Suriye sınırına yerleştirilmesi söz konusu olan Patriot füzelerini kullanmak üzere Türkiye’ye gelecek yabancı personel için de Meclisten yetki alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

14.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ve sorunları çözülmüş bir millî eğitim sistemi dilediğine ilişkin açıklaması

15.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, Başbakanlığın 16 Haziran 2012 tarihinde Resmî Gazete’de yayımladığı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Taşınmazlarıyla İlgili Yapılacak İşlemler Hakkında Genelge’ye ilişkin açıklaması

16.- İzmir Milletvekili Hamza Dağ’ın, Barış ve Demokrasi Partisi Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’ın Adana’da Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde yaptığı konuşmaya ilişkin açıklaması

17.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dileklerine ilişkin açıklaması

18.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

19.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

20.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- AGİT Parlamenter Asamblesi Başkanı Riccardo Migliori ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 14/11/2012 tarihli ve 36 sayılı Kararı ile uygun bulunduğuna ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi (3/1050)

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 20 milletvekilinin, 28 Aralık 2012’de Şırnak Uludere’de 35 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın bütün yönleriyle araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/424)

2.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç ve 21 milletvekilinin, Irak'ta yaşanması muhtemel bir mezhep savaşında Türkiye'nin de rolü olduğuna dair Iraklı yetkililerce yapılan açıklamalar konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/425)

3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve 21 milletvekilinin, erozyon, kuraklık ve çölleşmeyle ilgili durumun, erozyon ve kuraklıkla daha etkin mücadele için gerekli politikaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/426)

C) Gensoru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ve 24 milletvekilinin, devlet eliyle yapılması gereken bor tuzlarının aranması ve işletilmesi işlerini ihale ile özel şirketlere yaptırdığı ve bu ihalelere kamu ihalelerine katılması yasaklı kişilerin katılmasına izin verdiği iddiasıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/25)

D) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, (2/401) esas numaralı, Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/79)

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun, Başkanlık Divanı olarak TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediklerine ilişkin konuşması 

 

 

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşlarının Türkiye sınırlarında Suriyeli muhaliflere silahlı yardımda bulunulduğuna dair çeşitli iddiaların ve Türkiye’nin Suriye ile özellikle Hatay sınırında güvenliğin nasıl sağlandığının araştırılması amacıyla 10/10/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, meslek hastalıkları başta olmak üzere iş kazaları ve bağlantılı hastalıkların tespit edilebilmesi, yaralanmaların ve çalışanlara yönelik risklerin azaltılabilmesi veya ortadan kaldırılabilmesi için gerekli önlemlerin alınabilmesi amacıyla 21/6/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve arkadaşlarının Sakarya bölgesinin elektrik dağıtımını yapan SEDAŞ'a ilişkin iddiaların araştırılarak mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla 13/11/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

4.- AK PARTİ Grubunun, gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 27 Kasım 2012 Salı günkü birleşiminde Kamu Başdenetçiliği seçiminin yapılmasına ve birinci oylamada seçimin tamamlanamaması hâlinde diğer oylamaların art arda aynı birleşimde yapılarak seçimin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine; (11/25) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 30 Kasım 2012 Cuma günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan’ın, Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün’ün şahsına sataşması nedeniyle konuşması

X.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Dilekçe Komisyonu ile İnsan Hakları Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonun nitelikli çoğunluğu dikkate almadan adayları belirlemesi ve Genel Kurula intikal eden bu sonuçlara göre Kamu Başdenetçiliği seçimi yapılmasının usule uygun olup olmadığı hakkında

2.- Kamu Başdenetçiliği seçimi için yapılacak gizli oylamada bakanların vekâleten oy kullanıp kullanamayacakları hakkında

XI.- SEÇİMLER

A) Kamu Başdenetçiliği Seçimi

1.- Kamu Başdenetçisi seçimi (S.Sayısı :356)

XII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, yabancılara mülk satışına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/7925) Ek cevap

2.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Gölbaşı’ndaki andezit taş ocaklarının çevreye verdiği zarara ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/11024)

3.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, Elâzığ’da yaşayan bir vatandaşın gelir ve sosyal yardım zammının düşük hesaplandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/11438)

4.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, emekli maaşları arasındaki farklılıklara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/11439)

5.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, emeklilik için gereken sigortalılık süresi ve prim gün sayısını dolduran ancak emeklilik yaşının gelmesini bekleyen vatandaşlara yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/11440)

6.- Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, 1 Ocak-1 Ekim 2012 tarihleri arasında doğal gaz ve elektrik fiyatlarına yapılan zam oranlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/11453)

7.- İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun, 2000-2012 yılları arasındaki doğal gaz ithaline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/11454)

8.- Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna’nın, son on yılda verilen taş ve maden ocağı işletme izinlerine ve bu işletmelerin çevreye zararlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/11456)

9.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/11517)

10.- Tekirdağ Milletvekili Bülent Belen’in, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde bir alışveriş merkezinde çıkan yangından zarar gören esnafın mağduriyetine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/11562)

11.- Mersin Milletvekili Ali Öz’ün, Sosyal Güvenlik Kurumunun sağlık harcamalarındaki artışa ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/11564)

12.- Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun, Bitlis’in Mutki ilçesinde yapılması planlanan bir baraja ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/11634)

13.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, 2002-2012 yılları arasında Manisa’da icra takibi başlatılan esnafa ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/11663)

14.- Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin, ülkemizde yaş ve prim ödeme gün sayısını sağlayamadığı için emekli olmayı bekleyenlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı  (7/11736)

15.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar Soydan’ın, Çanakkale ziyaretine ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/11754)

16.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması konulu Başbakanlık Genelgesi kapsamında yürütülen çalışmalara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/11755)

17.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’de bazı hayvan türlerinin tükendiği iddialarına ve yaban hayvanlarının neslinin korunması için yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/11825)

 

 

27 Kasım 2012 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

 

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşimini açıyorum.

 

III.- Y O K L A M A

 

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

Görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü münasebetiyle söz isteyen Malatya Milletvekili Öznur Çalık’a aittir.

Buyurunuz Sayın Çalık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü dolayısıyla şahsım adına gündem dışı söz almış bulunuyorum ve yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekillerim, kadın, örf ve âdetlerimize göre yuvanın asıl sahibidir. Kadın, ailenin, aile ise toplumun temel direğidir. Kadın, insanlık âleminin yarısını teşkil eden, sadece bedeni değil, ruhuyla, duyarlılığıyla, merhametiyle ve aklıyla dünyayı dönüştürendir. Ülke nüfusumuzun yüzde 50’sinden fazlasını oluşturan kadınlar ulusal gücümüzdür. Kadına yönelik şiddet geçmişten geleceğe kronikleşen evrensel boyutlarda bir yaraya dönüşmüştür. Şiddet, ayrım yapmaz, tüm kadınları etkiler. Şiddetin karşısında duracak küresel vicdan Suriye, Arakan, Somali ve Filistin başta olmak üzere dünyanın her yerinde ağlayan bütün mazlum kadınlar, bütün mazlum anneler, bütün mazlum çocuklar için de yükselmelidir. Çünkü kadının maruz kaldığı şiddetin milleti olmadığı gibi dili, dini, ırkı ve mezhebi de yoktur. Hiçbir kültür, hiçbir gelenek ve hiçbir örf, hiçbir din kadına zulmü önermemekte ve mazur göstermemektedir ve sonuçta Rabb’im bizi yani insanları yeryüzünün halifesi olarak kılarken, bunu ayetlerinde açıkça ifade ederken cinsiyet ayrımı yapmamıştır. Biz, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadınların hiçbir değerinin olmadığı bir dönemde yetişip tek bir defa eşine ya da çocuğuna el kaldırmamış bir Peygamberin ümmetiyiz.

Değerli milletvekilleri, kadın hakları ihlallerinin önlenmesi yönündeki çalışmaların odağına nasıl ki kadına yönelik şiddeti koyuyorsak toplumdaki şiddetin kökünde de, özünde de aile içi şiddeti aramalıyız. Aile ve şiddet yan yana gelmemesi gereken iki kelimedir. İnsanlar en sevdiği arkadaşına şiddet uygulamazken, evinde çocuğuna, karısına maalesef şiddeti uygun görür. Bu, sadece çocuğunu ya da eşini kendi malı gibi görmenin bir sonucudur. Kadın ve çocukların, en çok güvende olmaları gereken yerde yani kendi evlerinde, en çok sevgi ve saygı bekledikleri eşleri, ağabeyleri, babaları tarafından şiddete uğramalarının verdiği zarar maalesef çok yıkıcıdır. Zira, bu durum sürekli tekrarlanmakta ve maalesef kişide öğrenilmiş çaresizlik oluşturmaktadır.

Unutmayalım ki cinsiyete dayalı şiddet, bir avuç psikopat erkeğin şiddet eylemi değil, maalesef, öğrenilmiş bir koddur. Bize düşen bu kodu değiştirmek, şiddetin çözüm olmadığını göstermektir. Kimse içindeki şiddeti ifade etmek için sokaktan geçen adamı dövmeyi düşünmez, çünkü bunun mutlaka bir yaptırımı vardır. Ev içindeki şiddetin de mutlaka, hukuksal yaptırımı gibi toplumsal yaptırımı da olmalıdır. Devlet, sosyal devlet ilkesi gereği aileyi korumak zorundadır.

Hükûmetimiz, şiddetten arındırılmış ailelerin sağlıklı toplumlar ifade ettiğinin farkında olarak, şiddetle mücadele kararlılığını gösterecek pek çok çalışma yapmıştır. İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u çıkarmış vaziyetteyiz. Bu yasa ile her kadın ve aile bireyi şiddete karşı devlet koruması altında bulunuyor ve sadece cezai yaptırımları değil, önleyici ve koruyucu tedbirleri beraberinde getiriyor.

Şiddeti önleme ve izleme merkezlerini kurduk. Ayrıca, tüm kamu kuruluşları arasında koordinasyonun sağlanmasını, şiddete uğrayan kadına maddi yardım ve kreş yardımını sağladık.

Türkiye, CEDAW Sözleşmesi’ne 1985 yılında taraf oldu. CEDAW Komitesi 2010 yılında yaptığı oturumda, başörtüsüne karşı yasağın bir kadın hakkı ihlali ve insan hakkı ihlali olduğunu ifade etti ve kadına karşı bu şiddetin de ortadan kaldırılmasını Türkiye’den talep etti.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı sonlandırırken, şiddete maruz kalan tüm kadınlarımızın, bu şiddete tanık olan çocuklarımızın ve dahası, şiddeti uygulayanların yüreklerinde açılan yaralara Azeri Şair Ramiz Rövşen’in bir şiiriyle seslenmek isterim:

“Kişiler bir olmuyor atam balası,

Korkağı var, yiğidi var.

Ama her kişinin öldükten sonra

Kabri üstünde ağlamağa

Bir kara paltarlı güzel bir kadına ihtiyacı var.

Sen ölende kim olacak gözlerini bağlayan?

Gardaşın mı olacak, ağabeyin mi olacak?

Bu dünyada belki sana en çok ağlayan

Senin ağlattığın kadın olacak.” diyor.

“Kadına karşı şiddete hep beraber hayır!” diyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çalık.

Gündem dışı ikinci söz, 25 Kasım Edirne’nin kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli’ye aittir.

Buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

 

2.- Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli’nin, 25 Kasım Edirne’nin kurtuluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

KEMAL DEĞİRMENDERELİ (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 25 Kasım Edirne’nin kurtuluşu nedeniyle söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta 17-27 Kasım günleri arasında Edirne ve ilçelerimizin, Uzunköprü, Keşan, İpsala, Enez, Havsa, Meriç, Lalapaşa ve Süloğlu’nun kurtuluş günlerini kutladık ama buruk kutladık. 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi sonrası Meriç Nehri’ne kadar boşaltılan Trakya’mız yirmi yedi aylık Yunan işgalinden ulusal Kurtuluş Savaşı’mız sonucu yeniden özgürlüğüne kavuştu. Bu bölgemiz kurtuluştan önce, doksan yıl içerisinde Bulgarlar, Ruslar ve Yunanlılar tarafından dört kez işgal gördü. Bu bölge halkı zulümler gördü, ölümler gördü, on binlerce şehit verdi, esaret ve göçleri yaşadı. Bu nedenledir ki Trakya halkı, Rumeli halkı, Edirneliler özgürlüğün ve bağımsızlığın bedelini ağır ödediklerinden kıymetini de farklı bilirler. Ancak, 1922 kurtuluş günlerinden bu yana coşkuyla kutlanan bayramlar, kurtuluş günlerimiz ne yazık ki artık yok. Yeni düzenlenen millî bayramlar yönetmeliği uyarınca diğer ulusal bayramlarımız gibi kurtuluş bayramlarımızın da kutlanması alanlardan, meydanlardan okulların konferans salonlarına sıkıştırılmış, resmigeçit törenleri ve fener alayları yasaklanmıştır.

İmparatorluğun derinliklerinden gelen kültürü ile özgürlük ve bağımsızlığın anlamını içselleştirmiş, cumhuriyet değerleriyle yoğrulmuş, çok kültürlülüğün zenginliğini yaşayan, Atatürk’ümüzün değerlerini yaşamanın ve yaşatmanın gururunu taşıyan, Mondros Mütarekesi’nden sadece üç gün sonra Kuvayımilliyenin ilk çoban ateşini Edirne yakınlarındaki Kuleli köyünde samanlıkta yakan, burada Trakya ve Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin temellerini atan Trakyalılar kurtuluş bayramlarını yaşayamamışlardır. Halkımız her yıl olduğu gibi bayram sevinciyle yollara düşmüş, bayram yerlerine koşmuştur ancak her yıl coşkuyla yapılan, kızı kızanı, çoluğu çocuğu, yaşlısı, genci, esnafı, memuru, tüccarı coşkuyla katıldığı resmi geçit törenleri ve bayramlardan yoksun bırakılmıştır.

Bakınız, bu hafta tören alanında karşılaştığımız yaşlı bir teyze “Evladım, ben yetmiş yıldır bayramı kutluyorum. Bunu da mı elimizden alacaklardı?” diye soruyor. Bir başka yaşlı teyzemiz kızına “Hadi, bayrama gitmiyor muyuz?” diye sorduğunda kızının “Anne, bayram yasaklandı, artık bayram yapılmıyor, kurtuluş bayramı yapılmıyor.” demesi üzerine hüngür hüngür ağladığını, bayram yerlerine tabureleriyle gelen insanlarımızın buruk bir şekilde taburelerini toplayıp evlerine dönmek durumunda olduklarını, hüzün içinde evlerine döndüklerini, Edirne’de geçen hafta derin bir hüznün var olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum sayın milletvekilleri.

Değerli milletvekilleri, yeni nesillere kurtuluş bilincini, özgürlüğü, bağımsızlığı anlatabildiğimiz en önemli günler olan ulusal bayramlarımızı yasaklayarak AKP İktidarı ne beklemektedir, neyi hedeflemektedir? Bu toprakların öz kültürel, ulusal değerleri için neleri erozyona uğratmaktadır? Bu toprakların insanlarının emperyalistlere karşı verdikleri mücadeleye, özgürlük bağımsızlık bilincine karşı Vahabi kültürünün itaatkâr, biatkâr, bağnaz, skolastik anlayışının hâkim kılınmasına yönelik girişimlere Edirne halkı, Trakya halkı bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da izin vermeyecektir. Edirne’nin aydın, çağdaş değerlerin kıymetini bilen, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan insanları bu değerlere yılmadan sahip çıkmaya devam edecektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Değirmendereli.

Gündem dışı üçüncü söz, savurganlık ve israf hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’ye aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Yeniçeri.

 

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, savurganlık ve israfa ilişkin gündem dışı konuşması

 

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bir insanı ürettiğinden daha fazla tüketmeye, gelirinden daha fazla gider yapmaya alıştırmak o insana yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bir topluma yapılabilecek en büyük iyilik, o topluma rahatına kıymayı öğretmekten geçmektedir. Sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlar arasında denge kuramayan toplumlar eninde sonunda başkalarının yemi olurlar. Kaynakların israfı toplumsal dengenin kaybıyla sonuçlanır.  Kaynak israfı esasen gelecek israfıdır. Son zamanlarda israf, devleti ve toplumu bir kanser tümörü gibi sarmıştır. Toplum lüks, şatafat, gösteriş ve tüketim egemenliği altına alınmıştır.

Devlet bürokrasisi âdeta, insanların israf ideolojisi edinmesi için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Mevcut iktidar israf ekonomisi uygulamakta,  müsrifliği ve tüketimi özendirmektedir. İktidar nimetlerinden nemalanan hemen her kurum kuş sütü, kuru üzümü eksik olmayan davetler düzenlenmektedir.

Devlet yetkililerini karşılama törenlerindeki şatafat, açılışlarda kullanılan havai fişek gösterileri, stadyumlarda düzenlenen 100 bin kişilik parti toplantıları halk nezdinde gösterişi ve israfı meşrulaştırmak anlamına gelmektedir.

Bakanlık bürokratlarının keyfekeder gezileri, bu geziler için düzenlenen karşılamalar, davetiyeler, toplantılar, çiçekler, çelenkler, yemekler tam anlamıyla israf kaynaklarıdır. Şunlara bir bakar mısınız, bunların her biri birer davetiye hüviyetinde basılmış, çeşitli bakanlıkların broşürleridir. Bu davetiyelerin her biriyle bir garibin, gurebanın sabah, akşam yemeğini karşılamak mümkündür.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Başka bir şey bulamadın da bunları mı gösterdin?

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) – Hükûmet âdeta, on yıllık iktidarı döneminde, keyfîlik, müsriflik, har vurup harman savurmada ahlaki sınırları zorlamaktadır ekselansları.

Hükûmet, 100 milyar dolar civarındaki dışarıdan ülkeye giren sıcak para ile 4 ile 6 milyar dolar arasında gidip gelen milliyetsiz paraya sırtını dayayarak Türkiye’yi tüketim cehennemine çevirmiştir. Bugün Türkiye’de, üretimde ve verimlilikte doğulu, lüks tüketim ve israfta batılı davranan bir iktidar sosyetesi türemiş durumdadır.

İktidar yetkilileri kibir, egoizm ve enaniyete gırtlağına kadar doymuş durumdalar. Lüks, debdebe, şatafat kanser tümörü gibi her kurumu sarmıştır. İktidar elitleri “Yiyiniz, içiniz, giyiniz ama israf ve kibirden sakınınız.” ilkesiyle değil, Fikret’in dediği gibi “Yiyin efendiler yiyin, bu hanı iştiha sizin” mantığıyla hareket etmektedirler.

İsraf, özünde yoksulun, öksüzün, yetimin hukukunu çarçur etmektir. Ülkemizde kamu kaynaklarının sorumsuzca; debdebe, lüks, şatafat içinde nasıl israf edildiğine birkaç örnek vermek istiyorum:

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2012 yılı için, Balgat semtinde bulunan hizmet binasına 1 milyon 416 bin Türk lirası kira ödemektedir.

Aynı Bakanlığın Söğütözü semtinde bulunan hizmet binasına yıllık ödenen kira ise 2 milyon 714 bin liradır.

Yine, Dışişleri Bakanlığının, ek hizmet binası için kiraladığı bir binaya 2003 yılından 2012 yılına kadar ödediği para 4 milyon 294 bin 588 liradır.

Dışişleri Bakanlığı Resmî Konutu olarak kullanılan binaya milletin vergilerinden ödenen para 2012 yılı için 571 bin 973 TL olmak üzere, dört yıl içinde toplam 1 milyon 820 bin 794 lira ödenmiştir.

Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü hizmet ek binası için 2008 yılından 2012 yılına kadar 10 milyon 857 bin 134 lira 18 kuruş ödeme yapılmıştır.

Beş yıllık kira bedeliyle bu bakanlıkların kullandığı hizmet binası yapılabilir, istenirse TOKİ adlı Başbakanlığa bağlı kurum bunu çok kısa sürede yapabilir.

İsrafta sınır tanınmıyor ve tanınmaması yemek, içmek, çiçek, çelenk, toplantı, davet ve bunlara ödenen paralar var ki dillere şenlik.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yemekli toplantı ve ikram malzemeleri için 2008 yılında 33 bin lira verirken, 2012 yılında 64 bin lira para ödemektedir. Bakanlığın bütün birimleriyle 2012 yılında yaptığı toplantılarda 2 milyon 344 bin 41 TL gider yapılmıştır.

Maliye Bakanlığının 2012 yılı için tanım, organizasyon, ağırlama, yemek, çiçek giderleri olarak ödediği para 2 milyon 796 bin 131 liradır.

Milletin paraları hovardaca kira, yemek, davet, çiçeklere sarf edilmektedir. AKP İktidarı âdeta devleti kiraya çıkarmıştır. Yukarıda saydıklarımız birkaç örnektir. Bunlar AKP İktidarının kamu kaynaklarını nasıl har vurup harman savurduğunun somut göstergeleridir.

AKP’li bakanlara, başbakana ve bürokratlara buradan sesleniyorum: Milletin parasını çıkar çevrelerine peşkeş çekmek için bina kiralamaktan vazgeçin! Milletin gözleri üzerinizde. İktidarı kaybedince yalnız yaptıklarınızdan değil, yapmadıklarınızdan da sorumlu tutulacaksınız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yeniçeri.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, sisteme girmiş sayın milletvekillerimize birer dakika söz vereceğim.

Sayın Tanal, buyurunuz.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının Meclis içerisinde kaldırımlara park edilen araçlar için milletvekillerini uyarmasını ve Millî Eğitim Bakanlığının okullarda hem temizlik hem de güvenlik görevlisi temin etmesini istirham ettiğine ilişkin açıklaması

 

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, Meclis içerisindeki kaldırımlar üzerinde araçların sürekli park etmesi nedeniyle lütfen milletvekillerini uyarmasını istirham ediyorum.

İki: Üsküdar, Beykoz, Tuzla, Pendik, Kadıköy, Maltepe, Kartal, Sancaktepe’deki ilçelerimizdeki okullardan, okul temizliğine Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yardımcı personel verilmemiştir. Ancak, buna okul-aile birliği tarafından temizlik görevlisi temin edilmektedir. Bu anlamda öğrencilerimiz ve velilerimiz mağdur durumdadır. Öncelikle Millî Eğitim Bakanlığının okullarımızda hem temizlik görevlisini hem de güvenlik görevlisini temin etmesini istirham eder, saygılarımı sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.

Sayın Varlı…

 

2.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, Suriyeli göçmenlere yerleşim alanı olarak tahsis edilecek olan “Çotlu tepesi” denilen yerin birinci sınıf tarım arazisi olduğuna ve göçmenler için başka bir yer tespit edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

 

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla, Adana’da yaşanan bir sıkıntıyı gündeme taşımak istiyorum.

Adana Yüreğir ilçesi Çotlu, Ağzıbüyük, Düzce, Karaoğlanlı köylerinin mera alanı olan, Çotlu tepesi denilen yer, Suriyeli göçmenlere yerleşim alanı olarak tahsis edilecek Adana Valiliği tarafından. Bu alan birinci sınıf tarım arazisi. Ayrıca bu alanda, DSİ’nin 40 milyon TL harcayarak yapmış olduğu basınçlı sulama sisteminin ana hatları bulunmaktadır. Bu proje dâhilinde sulanabilen 17.500 dekar alan üretim deseni açısından stratejiktir. Türkiye’de en erken soğan, patates, sebze, meyve türleri bu alanda yetişmektedir. Onun için bu alana Suriyeli göçmenlerin yerleştirilmesi son derece sakıncalı ve yanlıştır. Adana’da Suriyeli göçmenlerin yerleşebileceği, tarım arazisi olarak kullanılmayan bir sürü yer vardır. Lütfen, Valilik tarafından, Hükûmet tarafından bu alanlar tespit edilerek bu alanlara Suriyeli göçmenlerin yerleştirilmesini önemle arz ediyorum. Lütfen bu konuyu Hükûmete iletmenizi rica ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Varlı.

Sayın Halaman…

 

3.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana’nın Yüreğir Ovası’na Suriyeli göçmenlerin yerleştirilmemesini dilediğine ilişkin açıklaması

 

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Adana’ya, tamamen koca bir yaz geçmesine rağmen ne yol yapıldı ne su getirildi. Üç yıldır Adana-Kozan arasında 55 kilometrelik yol bir türlü teslim edilmiyor, bitmiyor.

Bir de bunun üstüne yetmiyor “Suriye’den gelenleri Yüreğir Ovası’na yerleştirmek istiyoruz.” diyorlar. Ben iktidara sesleniyorum: Lütfen, Adana’nın Yüreğir Ovası’na bu Suriyelileri yerleştirmesinler.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halaman.

Sayın Özel…

 

4.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in, kamuoyunda “Redhack” davası olarak bilinen davaya ilişkin açıklaması

 

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Dün kamuoyunda “Redhack” davası olarak bilinen, 2.800 tutuklu öğrenciden 3 tanesinin tutuklu olarak yargılandığı davayı takip ettik. Sevindirici taraf, öğrencilerin dokuz ay sonra özgürlüklerine kavuşmuş olmasıdır. Uğur Cihan Okutulmuş, Alaaddin Karagenç ve Duygu Kerimoğlu adlı öğrenciler, yurt dışından erişimin sağlandığı bilirkişi raporlarıyla ispatlanmış bir siber saldırıda, sadece bu saldırının web sitesinden duyurulması üzerine Facebook, Twitter gibi paylaşım ortamlarında, sosyal ağlarda bu saldırıyla ilgili haberleri tıklamak ya da bunları beğenmekle örgütle ilişkilendiriliyorlar. Bu çocuklardan bir tanesinin bilgisayarı ve İnternet bağlantısı yok. Bir diğeri, iki yıllık bilgisayar okulunu beş yıldır okuyor. Yine bir tanesi, sadece ve sadece Facebook’ta Redhack’in sitesine bir kere tıklamış ve hiçbirisi ömürlerinde silah görmemiş, silaha el sürmemiş bu öğrencileri dokuz ay boyunca silahlı terör örgütü olma suçuyla içeride tuttuk, ileri demokrasinin Türkiye'de ulaştığı nokta budur. Yüce Meclisin dikkatlerine sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özel.

Sayın Dedeoğlu…

 

5.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, birçok okulda öğretmen bulunmadığına ve Millî Eğitim Bakanlığının atanmayı bekleyen öğretmen adaylarının atamalarını derhâl yapmasını dilediğine ilişkin açıklaması

 

MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Türkiye'nin birçok problemleri var. Bunlardan bir tanesi de eğitim problemi. Maalesef birçok okulumuzda öğretmen yokken Türkiye'nin mezun olmuş, kendini yetiştirmiş, pedagojik formasyonunu almış birçok öğretmen adayı var; maalesef ki maalesef atamaları yapılmıyor. Türkiye'nin kanayan bir yarasıdır. Millî Eğitim Bakanlığının derhâl, atanamayan öğretmenlerin ve okulsuz öğretmenlerimizin bu öğretmenlere kavuşması adına bunların atamasının yapılmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dedeoğlu.

Sayın Karaahmetoğlu…

 

6.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu’nun, Avrupa Yargıçlar Birliğinin yayınladığı deklarasyonla ülkemizde yargının baskı altında olduğu hususunda uyarıda bulunduğuna ilişkin açıklaması

 

SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, Avrupa Yargıçlar Birliğinin Washington’da yaptığı toplantı sonunda yayınlanan deklarasyonla ülkemizde yargının baskı altında olduğu, HSYK’nın Hükûmetin temsilcisi durumuna geldiği hususunda uyarı yapılmaktadır. HSYK atamalarını yargıçlar üzerinde baskı aracı olarak kullanan, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran Hükûmete muhalefet olarak uyarılarımızın haklılığı Avrupa Yargıçlar Birliğinin deklarasyonu ile de destek bulmuştur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Karaahmetoğlu.

Sayın Gök…

 

7.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, pancar üreticilerinin zor durumda olduğuna ilişkin açıklaması

 

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, elbette Hükûmetten bir bakanın burada olmasını arzu ederdim. Önemli bir konuyu dile getirmek istiyorum pancar üreticileriyle ilgili. Özellikle Ankara’da ve pek çok ilimizde pancar üreticileri şöyle bir sorunla karşı karşıya: Pancar kotasını tamamlayamayan çiftçilere ton başına 44 lira ceza kesiyorlar. Bu ne anlama geliyor? Örneğin, eğer siz 1.000 ton bir kotayı üstlenmişseniz 100 ton yerine getiremediğiniz takdirde 4.400 lira civarında bir ceza ödemekle karşı karşıya geliyorsunuz. Oysa Haymana, Polatlı gibi pek çok ilçemizde bu sene ciddi kuraklık oldu. Pancar üreticileri için de bu kuraklığın dikkate alınması gerektiğini özellikle iktidar partisi mensuplarının dikkatine sunuyorum. Pancar üreticilerimiz çok zor durumdadır ve hepsi hemen hemen daha üretimi teslim etmeden borçlu hâle gelmişlerdir. Bu konuya bir dikkat çekmek için söz aldım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gök.

Sayın Canalioğlu…

 

8.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin Beşikdüzü ilçesinde 9 Ekim 2012 tarihinde yaşanan sel felaketinin büyük hasara yol açtığına ve gönderilen ödeneğin yeterli olmadığına ilişkin açıklaması

 

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ben de Hükûmet temsilcilerinin burada olmasını çok arzu ederdim ama sizlerin aracılığıyla soracağımız soruların ilgili makamlara iletileceğini umuyorum, düşünüyorum.

Değerli Başkanım, Trabzon ilimizin Beşikdüzü ilçesinde 9 Ekim 2012 tarihinde yaşanan sel felaketi ilçede yaşamı olumsuz etkilemiş, yollar kullanılmaz hâle gelirken ev ve iş yerlerinde büyük hasara yol açmıştır. Selin mali bilançosu, 63 konut, 134 iş yerinde belirlenen hasarlarla birlikte 2 milyon 150 bin lira olarak ortaya konmuştur. Yaşanan felaketin ardından Hükûmet yaraların sarılacağı sözünü vermiş ve bu süre içerisinde ödenek gönderilebilmesine rağmen Trabzon Valiliğine sadece 200 bin lira ödenek gönderilmiştir. Bunun da Beşikdüzü ilçe halkına, esnafına ve çevreye önemli bir katkısı olmamıştır. Bu nedenle, mali portesi olan 2 milyon 150 bin ödenek Hükûmet tarafından ne zaman gönderilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Canalioğlu.

Sayın Ağbaba…

9.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Patriot füzelerinin Malatya’da kurulacağına ilişkin bir dedikodu olduğuna ve Hükûmetin emperyalizmin egemen güçlerinin taşeronluğundan vazgeçerek kendi ülkesine sahip çıkmasını istediğine ilişkin açıklaması

 

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

AKP’nin Malatya’dan alıp veremediği nedir bilemiyorum. Daha geçen yıl Kürecik’e İsrail’i korumaya yönelik füze kalkanı kuran AKP, Türkiye’yi emperyalizmin Orta Doğu’daki taşeronu yaptı. Şimdi de Patriot füzeleriyle ilgili, Malatya’da kurulacağına ilişkin bir dedikodu var.

Bugün Malatya Valiliği, İl Genel Meclisinde Akçadağ ilçesi Aşağıörüşkü köyü Erhaç mevkisinde bulunan 8.590 dönüm arazinin Millî Savunma Bakanlığına verilmesiyle ilgili talepte bulunmuştur. Şimdi, bu, Malatya’yı hedef yapmaktadır bütün Orta Doğu ülkelerine. AKP Hükûmetinin emperyalizmin egemen güçlerinin taşeronluğundan vazgeçip kendi ülkesine sahip çıkmasını istiyor ve Malatya’dan elini çekmesini diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağbaba.

Sayın Fırat…

 

10.- Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın, Adıyamanlı çiftçilerden 2006 ve 2010 yılları arasında ödenen ürün desteğinin geri istendiğine ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

 

SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hükûmet, tarımsal girdilere yaptığı zamlar yetmiyormuş gibi, bir de Adıyamanlı çiftçilerden 2006 ve 2010 yılları arasında ödenen ürün desteğini geri istemektedir. Bunların bir kısmını geri aldı, bir kısmına da haciz koydu; traktörlerine, hesaplarına haciz koydu. Bundan dolayı Tarım Bakanlığının ve Maliye Bakanlığının bu konunun düzeltilmesi için bir çalışma yapmasını arz ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Fırat.

Sayın Şimşek…

 

11.- Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek’in, Samsun’da yaşanan iş kazasında 5 işçinin hayatını kaybetmesine ve İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çerçevesinde iş yerlerinde gerekli tedbirlerin alınmasıyla ilgili Sosyal Güvenlik Bakanlığının bir çalışma yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

 

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, geçen hafta Samsun’da bir iş kazası sonucu 5 işçi hayatını kaybetti. Biz hemen oraya intikal ettik, cenazelere katıldık ve iş yerinde incelemelerde bulunduk.

Türkiye’de diğer iş yerlerinde olduğu gibi, iş güvenliği açısından orada da yeterli tedbirlerin alınmadığını gördük. 100 tonluk bir kapağın altında çalışan işçilerin üzerine bu kapağın düşmesi orada da yeterli güvenlik tedbirlerinin alınmadığını bize göstermektedir.

Türkiye’de iş kazalarında her yıl 1.600, günde ortalama 4 kişinin yaşamını yitirdiği, hayatını kaybettiği ve Türkiye’nin dünyada iş kazaları yönünden 3’üncü sırada olması göz önüne alındığında, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çerçevesinde iş yerlerimizde Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından gerekli tedbirlerin ivedilikle alınması hususunda bir çalışma yapılması gerekmektedir.

Ben bu vesileyle, bir kez daha, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şimşek.

Sayın Topal…

 

12.- Amasya Milletvekili Ramis Topal’ın, Amasya’da büyük araçların şehrin içinden geçmesi nedeniyle yaşanan trafik sorununa ve çevre yolunun ne zaman bitirileceğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

 

RAMİS TOPAL (Amasya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Amasya, 8.500 yıllık tarihi olan bir şehir. Osmanlıya padişahlar yetiştirmiş, cumhuriyetin temellerinin atıldığı şirin bir şehir. Ne yazık ki bu şehrin ortasından Tokat, Sivas, Çorum’a giden tır kamyonları, yolcu otobüsleri, iş makineleri geçmektedir. Zaten yolları dar olan Amasya’mızda böyle günlerde, bayramlarda, yağışlı olan havalarda trafik çekilmez duruma gelmektedir.

Ben buradan, bakanlığa, Hükûmet yetkililerine soruyorum: Bu tarihî şehrin trafik sorunu ne zaman çözülecek? On yıldır devam eden çevre yolu projesi ne zaman bitecek?

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Topal.

Sayın Acar…

 

13.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın, Suriye sınırına yerleştirilmesi söz konusu olan Patriot füzelerini kullanmak üzere Türkiye’ye gelecek yabancı personel için de Meclisten yetki alınması gerektiğine ilişkin açıklaması

 

GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türkiye’de Hava Kuvvetleri Komutanı istifa etmiştir ancak istifası kabul edilmemiştir. Durum bu kadar vahimken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin izni dışında Patriot füzelerinin Suriye sınırına yerleştirilmesi söz konusudur. Patriotları kullanmak üzere Türkiye’ye gelecek yabancı personel için de Meclisten yetki alınması gerekir. Zira, Anayasa’nın 92’nci maddesinde istisnai durum olarak yazılan, uluslararası antlaşmaların gereği olarak yabancı askerlerin kabulünde Meclisin onayına ihtiyaç duyulmayacağı kuralı, daha çok NATO tatbikatları içindir, yani tatbikatlar içindir, bu gibi durumlar içindir ve bunlar için öngörülmüştür. Kosova ve Afganistan’daki NATO misyonlarına asker göndermek için dahi Türkiye Büyük Millet Meclisinden yetki alınmıştır. AKP İktidarı kendisinin çoğunlukta olduğu  Türkiye Büyük Millet Meclisine bu konuları getirmekten korkmakta mıdır? Bunu soruyorum efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Acar.

Sayın Hamzaçebi…

 

14.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ve sorunları çözülmüş bir millî eğitim sistemi dilediğine ilişkin açıklaması

 

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Sadık Yakut’un geçen hafta sonu babası vefat etmiştir. Babasına Allah’tan rahmet, kendisine, ailesine ve milletvekili arkadaşlarıma sabır ve başsağlığı diliyorum.

Yine 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü geçen hafta sonu kutladık ancak bu buruk bir kutlama oldu. Öğretmenlerin ve Türk millî eğitim sisteminin sorunlar içinde olduğu bir süreçte Öğretmenler Günü kutlaması doğrusu daha coşkulu, daha neşeli, daha topluma, millete güven veren bir şekilde yapılabilmeliydi. Atanamayan öğretmenler sorunu bir yanda hâlen bütün şiddetiyle devam ediyor; öte tarafta, değil Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da, İç Anadolu’da, Karadeniz Bölgesi’nde, İstanbul’da bile hâlen 55-60 öğrencinin bulunduğu sınıfların olduğu okullarda Öğretmenler Günü doğrusu Millî Eğitim Bakanlığı açısından çok olumlu geçmemiştir.

Millî eğitim sistemimizin sorunlarının çözüldüğü, atanamayan öğretmenler sorununun ortadan kalktığı bir millî eğitim sistemi dileğiyle saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hamzaçebi.

Sayın Öğüt…

 

15.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, Başbakanlığın 16 Haziran 2012 tarihinde Resmî Gazete’de yayımladığı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Taşınmazlarıyla İlgili Yapılacak İşlemler Hakkında Genelge’ye ilişkin açıklaması

 

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Başbakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının taşınmazlarıyla ilgili yapılacak işlemler hakkında 16 Haziran 2012 tarihinde Resmî Gazete’de bir genelge yayımladı, kamuoyunda pek söz edilmedi. Genelgeyle Sayın Başbakan kamunun veya yarıdan fazla sermayesi kamuya ait tüm kurum ve kuruluşların taşınmazlarının satımı, kiralanması, kullanılması gibi tüm işlemlerin kendi onayından geçeceğini ilan etmiş oldu. Gerekçesi bir yana, bununla ilgili Başbakanlıkta bekleyen dosyaların binleri bulduğu ve yanıt alınamadığı ifade ediliyor. Konunun uzmanları, bu gibi konuların binlerce sayfa işlem gerektirdiğini, ehil olmayan kişilerin işin içinden çıkmasının zor olduğunu ve yanlış karar alma olasılığının yüksek olduğuna işaret ediyor.

Osmanlı saltanatının hüküm sürdüğü dönemlerde bile böylesine uygulamaların yaşanmadığının altını çiziyorum. Hâlihazırda devletin birçok kurum ve kuruluşu ve organizasyonu zaten Hükûmetin güdümündeyken Sayın Başbakanın hem neden böyle bir genelgeye ihtiyaç duyduğunu hem de dizilerden vakit bulup bunlara ayıracak yeni bir vakti olup olmadığını merak ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt.

Sayın Dağ…

 

16.- İzmir Milletvekili Hamza Dağ’ın, Barış ve Demokrasi Partisi Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’ın Adana’da Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde yaptığı konuşmaya ilişkin açıklaması

 

HAMZA DAĞ (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, Adana’da 25 Kasımda Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde “Dinimizde, kadının omzunda, boynunda şeytan yuva yapar, on beş günde bir o yuvayı dağıtmak gerekir; on beş günde bir, kadının omzunda yuva yapan şeytanı dağıtmak için şiddet uygulamak ve dövmek gerekir.” şeklinde bir konuşma yapmıştır. Oysa bizler çok iyi biliyoruz ki İslam ile birlikte, Cahiliye Dönemi’nde kadına uygulanan zulüm bitmiş, kadının toplumda hak ettiği önemi alması sağlanmıştır.

Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendi’mizin kadınlar ile ilgili görüşleri çok açık ve nettir. “Cennet anaların ayakları altındadır.” hadisi bunun en açık göstergesidir. BDP’nin, aklı sıra, dinî hassasiyeti olan Kürt vatandaşlarımızın oyunu alabilmek için aday gösterdiği Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, bu konuda Nursel Aydoğan’a ne cevap verecektir?

Kendi dinine, kendi halkına böyle bakan bir zihniyeti şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dağ.

Sayın Şandır, buyurunuz.

 

17.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dileklerine ilişkin açıklaması

 

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Biz de, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sayın Sadık Yakut’un babasının vefat etmiş olmasını üzüntüyle karşılıyoruz; merhuma Yüce Allah’tan rahmetler diliyoruz. Başta Sayın Yakut olmak üzere, tüm ailesine, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.

Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.

Gündeme geçiyoruz sayın milletvekilleri.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım:

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- AGİT Parlamenter Asamblesi Başkanı Riccardo Migliori ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemizi ziyaret etmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 14/11/2012 tarihli ve 36 sayılı Kararı ile uygun bulunduğuna ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi (3/1050)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 14/11/2012 tarihli ve 36 sayılı Kararı ile AGİT Parlamenter Asamblesi Başkanı Sayın Riccardo Migliori ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7’nci Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgisine sunulur.

Cemil Çiçek

TBMM Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 20 milletvekilinin, 28 Aralık 2012’de Şırnak Uludere’de 35 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın bütün yönleriyle araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/424)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

29 Haziran 2010 günü Hatay’ın Hassa İlçesi yakınlarında dağa kekik toplamaya giden 4 köylüyü terörist sanan askerlerin açtığı ateşte 3 köylümüz öldürülmüş, 1 köylümüz de yaralanmıştır. Buna benzer olay, 28 Aralık 2011 günü Şırnak, Uludere ilçesi yakınlarında yaşanmıştır.

Genelkurmay Başkanlığı; operasyonun, TBMM'nin verdiği yetki gereği sürdürülmekte olan sınır ötesi harekât kapsamında yapıldığını, çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda, içlerinde örgüt elebaşlarının da bulunduğu terörist grupların bölgede bir araya geldikleri ve sınır hattındaki karakol ve üs bölgelerimize yönelik saldırı hazırlığı içinde olduklarının anlaşılması üzerine gözetleme gayretlerinin sınır boylarında artırıldığını, bu kapsamda 28 Aralık 2011 günü saat 18.39'da, Irak sınırları içinde hududumuza doğru bir grubun hareket halinde olduğunun, insansız hava aracı görüntüleri ile tespit edildiğini, grubun tespit edildiği bölgenin teröristler tarafından sıkça kullanılan bir yer olması ve geceleyin hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçaklarıyla ateş altına alınması gerektiğinin değerlendirilmesi sonucu bu kişilerin, terörist sanıldığı ve terörist sanıldığı için de TSK hava kuvvetleri tarafından bombalandığını açıklamıştır.

28 Aralık 2011 günü saat 21.37-22.24 arasında Uludere'de; en büyüğü 28 yaşında olan ve aralarında 12,13,14,15,16 yaşlarında çoğu çocuk olan 35 yurttaşımız neden bombalanarak öldürülmüştür? Bu insanların, suçları ve günahları neydi? Öldürülen kişilerin, terörist sanılmaları, terörist sanılarak da öldürülmeleri, bu acı olayın haklı gerekçesi olabilir mi?

Genelkurmay; operasyonun, çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda yapıldığını belirttiğine ve MİT de, "İstihbaratı biz vermedik...” dediğine göre Genelkurmay Başkanlığı, sınırdaki hareketliliği, PKK'ya bağlayan istihbaratı hangi kaynaklardan almıştır? İstihbaratı hangi kurum ya da kurumlar vermiştir?

PKK'nın katırla geçiş yapacağı konusundaki istihbarat, olaydan 10 gün öncesi gelmiş midir? Bu istihbaratı kim vermiştir? F-16 bombardımanı ile ölenler, PKK'lı olmadığına göre istihbarat zaafının nedeni nedir? Yanlış istihbarat sonucu Genelkurmay Başkanlığı, tuzağa mı düşürülmüştür?

Operasyon yapılırken, Heron’dan alınan görüntülerden sonra karar aşamasında yer istihbaratı da yapılmış mıdır? Yoksa, Heron'dan alınan görüntülerle mi yetinilmiştir?

Amerika-lrak ve Türkiye arasındaki istihbarat paylaşımı mekanizması, sağlıklı işlemiyor mu? ABD'nin insansız hava araçlarıyla elde ettiği istihbaratın, ABD istihbarat görevlilerince değerlendirilip işbirliği içinde çalışan Türk Hava Kuvvetlerine "bombala" emri olarak iletildiği doğru mudur? ABD değerlendirilmesinin doğru olup olmadığını, kendi bilgilerimize göre neden değerlendirmeden operasyon yapıyoruz?

Bölgede yapılan kaçakçılıktan bölgedeki komutanların bilgisi var mıdır? Burada bazen kaçakçılığa göz yumuluyor mu?

Olayın, askere bildirilmesine rağmen hava bombardımanının devam ettiği iddiaları doğru mudur?

Askerin kaçakçıları durduğu, köylerine dönmelerine izin vermediği iddiaları doğru mudur?

Yaşanan olaydaki istihbarat TSK'nın kullandığı Heronlardan mı, yoksa Irak'ta ABD'nin kullandığı "Heronlar"dan mı alınmıştır?

12-15 yaşındaki çocuklar; neden terör yollarında kaçak mazot, kaçak sigara ve kaçak şeker peşinde ekmek arıyorlar? Liberal ekonomide mazot, sigara neden hâlâ  kaçak sokuluyor? Çocuklar, neden hâlâ kaçak mazot, kaçak sigara, kaçak şeker peşinde ölüme koşuyor?

Olayın araştırılıp, bu soruların yanıtlarını istemek, başta ölenlerin yakınları olmak üzere her yurttaşımızın hakkı; olayı araştırıp, soruları yanıtlamak da devletin görevidir. Bu olay, terörle mücadele gerekçesiyle örtbas edilemez

Bu nedenle olayın; askerî, ekonomik, güvenlik, sosyolojik vb. tüm yönleriyle araştırılması için Anayasanın ve Meclis İçtüzüğü ilgili hükümleri uyarınca Meclis araştırma komisyonu kurulmasını saygıyla arz ederiz.

1) Ali Rıza Öztürk                                                      (Mersin)

2) İzzet Çetin                                                            (Ankara)

3) Mustafa Serdar Soydan                                         (Çanakkale)

4) Gürkut Acar                                                          (Antalya)

5) Osman Aydın                                                        (Aydın)

6) Hasan Ören                                                          (Manisa)

7) Bülent Tezcan                                                       (Aydın)

8) Uğur Bayraktutan                                                  (Artvin)

9) Sena Kaleli                                                          (Bursa)

10) Durdu Özbolat                                                     (Kahramanmaraş)

11) Melda Onur                                                         (İstanbul)

12) Sakine Öz                                                           (Manisa)

13) Osman Oktay Ekşi                                               (İstanbul)

14) Rıza Türmen                                                       (İzmir)

15) Erdal Aksünger                                                   (İzmir)

16) Ercan Cengiz                                                      (İstanbul)

17) Aykan Erdemir                                                    (Bursa)

18) Tolga Çandar                                                      (Muğla)

19) Atilla Kart                                                           (Konya) 

20) Ensar Öğüt                                                         (Ardahan)

 

2.- Sakarya Milletvekili Engin Özkoç ve 21 milletvekilinin, Irak'ta yaşanması muhtemel bir mezhep savaşında Türkiye'nin de rolü olduğuna dair Iraklı yetkililerce yapılan açıklamalar konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/425)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Irak'ta endişe verici gelişmeler yaşanmaktadır. ABD askerlerinin Irak'tan çekilmesi henüz sıcaklığını korurken, farklı mezhepler arasında yaşanabilecek olası bir iç savaş tehdidi hemen kendisini göstermiştir. Irak Yüksek Yargı Konseyi'nin Sünni kökenli Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi ve diğer üst düzey Sünni yöneticileri, Şii kökenli Başbakan Nuri El Maliki de dâhil diğer Şii liderlere suikast düzenleme girişimine liderlik yapmakla suçlaması, Irak'taki krizi iyice derinleştirmektedir. Haşimi, "Şii yetkilileri öldüren vurucu timi yönetmekle" suçlanmaktadır. Bu gelişmelerin, komşusunun bir iç savaşın eşiğine gelmiş olması dolayısıyla Türkiye'yi çok yakından ilgilendirdiği açıktır. Ancak daha önemlisi, Haşimi ve diğer yöneticilerin korumalarının açıklamalarına/itiraflarına göre, bu gelişmelerde Türkiye'nin doğrudan rol aldığı yolundaki iddiadır. Timin bir üyesi olduğu öne sürülen ve suikast planlarında görev aldığını ifade eden koruma Ahmet El Cuburi, Türkiye'de 25 gün eğitim aldığını açıklamıştır. Bu, üzerinde önemle durulması gereken, doğruysa sorgulanması, yanlışsa açığa çıkarılması gereken bir iddiadır. Ayrıca, etkin bir uluslararası gazete olan The Wall Street Journal'da Irak Başbakanı Nuri El Maliki'nin, Türkiye'nin Irak ve bölgedeki rolünden endişe duyduğunu açıklaması, Türkiye'nin Irak'taki kamplaşmada çoktan taraf olduğu kaygısını artırmaktadır.

Tim üyesi olduğu öne sürülen kişilerin itiraflarının gerçeği ne kadar yansıttığı, ne kadarının jeopolitik stratejilerin ürünü olduğu araştırılması gereken konulardır. Genel olarak Ortadoğu'da ve özel olarak komşularıyla demokrasi, özgürlük, adalet gibi konularda dayanışma içinde olması gereken Türkiye'nin, Şii-Sünni eksenli, İran-Suudi Arabistan eksenli gerilimlerde ya da Batılı güçlerin çıkar mücadelelerinin aracı gibi bir görüntü yermesi sakıncalı ve kaygı vericidir. Bölgesel ve Batılı güçlerin yeni çatışma ve iktidar mücadelesi alanına dönüştürülen Suriye'de de mezhepsel farklılıkların derinleştirilmesi ve çatışmaların ekseni hâline gelmesi bu kaygıları iyiden iyiye artırmaktadır. Türkiye'nin Suriye'deki çatışmalarda demokrasi ve insan hakları çağrısı yerine, çatışan taraflardan birinin yanında saf tutması, bütün Orta Doğu'yu içine alabilecek bir mezhep çatışmasında taraf olması, bölgede demokrasi ve barışın inşa edilmesine katkıda bulunmayacağı gibi, çatışmayı iyice derinleştirecektir.

Yürütülecek bir Meclis araştırması, genel bir savaş ortamına sürüklenen bölgede Türkiye'nin, varsa, rolünü araştırmakla kalmayacak, demokratikleşmenin geliştirilmesi, barışın sağlanması, çok kültürlü bir bölgesel dayanışma ağının oluşturulmasının yollarına da ışık tutabilecektir.

Irak Yüksek Yargı Konseyi'nin Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi ve diğer üst düzey yöneticiler hakkındaki tutuklama kararını takiben Irak'ta yaşanması muhtemel bir mezhep savaşında Türkiye'nin de rolü olduğuna dair Irak yetkililerince yapılan açıklamalar konusunda, Anayasamızın 98. Maddesi, İç Tüzüğün 104 ve 105. Maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Engin Özkoç                                              (Sakarya)

2) Ali Demirçalı                                             (Adana)

3) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                           (İstanbul)

4) Emre Köprülü                                            (Tekirdağ)

5) Ali Rıza Öztürk                                          (Mersin)

6) Sakine Öz                                                 (Manisa)

7) Ali Özgündüz                                             (İstanbul)

8) Mehmet Şeker                                           (Gaziantep)

9) Salih Fırat                                                 (Adıyaman)

10) Emine Ülker Tarhan                                 (Ankara)

11) Ahmet İhsan Kalkavan                              (Samsun)

12) İhsan Özkes                                            (İstanbul)

13) Gürkut Acar                                             (Antalya)

14) Hülya Güven                                            (İzmir)

15) Celal Dinçer                                            (İstanbul)

16) Mehmet Ali Ediboğlu                                (Hatay)

17) Muharrem Işık                                         (Erzincan)

18) İlhan Demiröz                                          (Bursa)

19) Erdal Aksünger                                        (İzmir)

20) Ali Serindağ                                            (Gaziantep)

21) Mustafa Serdar Soydan                            (Çanakkale)

22) Yıldıray Sapan                                         (Antalya)

 

3.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve 21 milletvekilinin, erozyon, kuraklık ve çölleşmeyle ilgili durumun, erozyon ve kuraklıkla daha etkin mücadele için gerekli politikaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/426)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye, ürün çeşitliliği ve üretim potansiyeli ile dünyanın önemli tarım ülkelerinden biridir. Yanlış tarım politikalarının tarımda yarattığı daralma ve olumsuzluklara rağmen Türkiye hâlen pek çok üründe dünya piyasalarındaki yerini korumaktadır.

Çarpık kentleşme, erozyon, yanlış arazi ve mera kullanımı tarım alanları ile su havzalarını tehdit etmektedir. Kaçak ve yanlış kesimler ile yangınlar ormanlarımızda büyük tahribata yol açarken, özellikle erozyon ülkemizin bitki örtüsünde geri dönüşü mümkün olmayan tahribata yol açmaktadır.

Bozulan doğal denge nedeniyle doğal afetler sıklıkla yaşanmaktadır. Artan doğal afetler, can ve mal kaybına neden olmaktadır.

Erozyon; topraklarımız, bitki örtümüz ve su kaynaklarımız için büyük tehdittir. Bunun sonucunda yaşanan kuraklık, çok boyutlu bir tehlike olarak karşımızda tüm gerçekliği ile durmaktadır.

Ülkemizin yüzde 63'ü çok şiddetli ve şiddetli, yüzde 20'si orta şiddetli, yüzde 7’si ise hafif şiddetli erozyonla karşı karşıyadır. İşlenen tarım alanlarının ise yüzde 75'inde yoğun erozyon görülmektedir.

Topraklarımızın, tarım alanlarının, ormanların, bitki örtüsünün ve su kaynaklarının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için erozyon, kuraklık ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan çölleşme ile mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.

Ülkemizde, erozyon, kuraklık ve çölleşmeyle ilgili durumun tespit edilmesi, erozyon ve kuraklıkla daha etkin mücadele için gerekli politikaların oluşturulması, alınacak önlemlerin saptanması ve hayata geçirilmesi amacıyla Anayasamızın 98 inci, İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

1) Aylin Nazlıaka                                                      (Ankara)

2) Ali Sarıbaş                                                           (Çanakkale)

3) Ali Serindağ                                                         (Gaziantep)

4) İlhan Demiröz                                                      (Bursa)

5) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                                      (İstanbul)

6) Ali Rıza Öztürk                                                     (Mersin)

7) Sena Kaleli                                                          (Bursa)

8) Durdu Özbolat                                                      (Kahramanmaraş)

9) Gürkut Acar                                                          (Antalya)

10) Ali Demirçalı                                                      (Adana)

11) Engin Özkoç                                                       (Sakarya)

12) Ahmet İhsan Kalkavan                                         (Samsun)

13) İhsan Özkes                                                       (İstanbul)

14) Hülya Güven                                                       (İzmir)

15) Faik Tunay                                                         (İstanbul)

16) Mehmet Şeker                                                    (Gaziantep)

17) Celal Dinçer                                                       (İstanbul)

18) Mehmet Ali Ediboğlu                                           (Hatay)

19) Muharrem Işık                                                    (Erzincan)

20) Erdal Aksünger                                                   (İzmir)

21) Yıldıray Sapan                                                    (Antalya)

22) Mustafa Serdar Soydan                                       (Çanakkale)

Gerekçe:

Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de toprak kaybına neden olan, tarım alanları ve bitki örtüsünü tehdit eden etkenlerin başında erozyon gelmektedir. Ülkemizin yüzde 90'ında çeşitli şiddetlerde erozyon görülmektedir. Topraklarımızın yüzde 63'ü çok şiddetli ve şiddetli, yüzde 20'si orta şiddetli, yüzde 7'si ise hafif şiddetli erozyona maruz kalmaktadır. Konuyla ilgili önemli çalışmaları bulunan TEMA Vakfı'nın verilerine göre ülke genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazide toprak giderek yok olmaktadır. İşlenen tarım alanların yüzde 75'inde (yaklaşık 20 milyon Ha) yoğun erozyon görülmektedir.

Türkiye de erozyon nedeniyle topraklarını kaybetmekte, akarsularla birlikte milyonlarca ton toprak denizlere akmaktadır. Türkiye'de erozyon ve akarsularla taşınan toprak miktarı Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) 7, Avrupa'dan 17 ve Afrika'dan 22 kat daha fazladır. Fırat Nehri yılda 108 milyon ton, Yeşilırmak 55 milyon ton toprak taşımaktadır. Her yıl Keban Barajı'nda 32 milyon, Karakaya Barajı'nda 31 milyon ton toprak birikmektedir. Erozyonla yılda 90 milyon ton bitki besin maddesi toprak birlikte yitirilmektedir. Her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton, tüm ülke yüzeyinden 1,4 milyar ton verimli üst toprak erozyon nedeniyle kaybedilmektedir. Kaybedilen bu topraklar, 25 cm kalınlığında ve yaklaşık 400 bin hektar genişliğinde bir araziye eş değerdir.

Erozyon nedeniyle toprağın bozulması ve özelliklerini yitirmesinde gelinen nokta ürkütücü boyuttadır. Erozyon özellikle karasal iklimin yaşandığı bölgelerde kuraklık ve çölleşmeye neden olurken, suyun tutulmaması yeraltı sularımızı da olumsuz yönde etkilemektedir.

Azalan su kaynakları ve daralan tarım arazileri, dünyada suyu stratejik bir ürün haline getirmektedir. Dünya genelinde gıda fiyatlarında ciddi artışlar yaşanmaktadır. Yerküremizin pek çok yerinde temiz ve kullanılabilir su ile güvenilir gıda konusundaki sıkıntı her geçen gün artmaktadır.

Topraklarımızda yaşanan erozyonun önlenmesi ve topraklarımızın, bitki örtümüzün ve tarım alanlarının korunması bugün ve gelecek açısından büyük önem taşımaktadır.

Yapılan açıklamalar ve alınan önlemlere rağmen erozyon hâlâ büyük bir tehdit olarak varlığını sürdürmektedir. Yukarıda ifade edilen gerekçeler de dikkate alınarak, ülkemizde erozyon, kuraklık ve çölleşmeyle ilgili durumun tespit edilmesi, erozyon ve kuraklıkla daha etkin mücadele için gerekli politikaların oluşturulması, alınacak önlemlerin saptanması ve hayata geçirilmesi amacıyla bir komisyon kurulması yerinde olacaktır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi bir gensoru önergesi vardır. Önerge daha önce bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

 

C) Gensoru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ve 24 milletvekilinin, devlet eliyle yapılması gereken bor tuzlarının aranması ve işletilmesi işlerini ihale ile özel şirketlere yaptırdığı ve bu ihalelere kamu ihalelerine katılması yasaklı kişilerin katılmasına izin verdiği iddiasıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/25)

 

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Enerji Bakanlığının düzenlemiş olduğu ihalelerde cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve katılmak ile rüşvet almak ve vermek suçlarından hüküm giymiş olan, kamu ihalelerine katılma yeterliğine dahi sahip olmayan kişilere, devlet eliyle yapılması gereken bor tuzlarının aranması ve işletilmesi işine ilişkin ihalelerin 2840, 4734 ve 5237 sayılı Kanunlara aykırı biçimde verilmesinde hukuki sorumluluğu bulunan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız hakkında Anayasa'nın 98 ve 99’uncu, TBMM İçtüzüğü’nün 106’ncı maddeleri gereğince gensoru açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

 

                 Aykut Erdoğdu                                   Namık Havutça                                     Haydar Akar

                      İstanbul                                             Balıkesir                                             Kocaeli

         Mustafa Sezgin Tanrıkulu                        Birgül Ayman Güler                                  Levent Gök

                      İstanbul                                               İzmir                                                Ankara

               Uğur Bayraktutan                                   Tanju Özcan                                 Mehmet Hilal Kaplan

                       Artvin                                                 Bolu                                                Kocaeli

                 İhsan Demiröz                                    Turgay Develi                              Osman Taney Korutürk

                        Bursa                                                Adana                                               İstanbul

                   İhsan Özkes                                     Haluk Eyidoğan                                     Gürkut Acar

                      İstanbul                                             İstanbul                                              Antalya

                  Ahmet Toptaş                                       Salih Fırat                                Selahattin Karaahmetoğlu

                 Afyonkarahisar                                       Adıyaman                                            Giresun

            Mehmet Ali Ediboğlu                               Muharrem Işık                                     Mevlüt Dudu

                        Hatay                                               Erzincan                                               Hatay

                 Refik Eryılmaz                                      Ensar Öğüt                                       Ali Özgündüz

                        Hatay                                               Ardahan                                             İstanbul

                                                                            Melda Onur

                                                                           İstanbul 

Gerekçe:

2840 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre bor tuzlarının arama ve işletilmesinin devlet eliyle yapılması gerekmektedir. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 17, 58 ve 59 uncu maddelerine göre haklarında ceza kovuşturması yapılarak kamu davası açılmasına karar verilenler yargılama sonuna kadar kamu ihalelerine katılamaz hükmü bulunmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 235 inci maddesinde ihaleye katılma yeterliğine sahip olmayan kişilerin ihaleye katılmasını sağlamak ihaleye fesat karıştırma suçu olarak sayılmıştır.

Enerji Bakanlığı çeşitli tarihlerde bor madenleriyle ile ilgili olarak yaptığı hizmet alım ihaleleriyle bor tuzları işletmesinin önemli kısmını oluşturan dekapaj işlerini Fernas Şirketi'ne vermiştir. Bor tuzlarının işletilmesi ihalesini alan Fernas Şirketi Yetkilileri Enerji Bakanlığı'nın düzenlemiş olduğu ihalelerde "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve katılmak"tan 2005/95 Savcılık Esas Nolu dosya kapsamında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaya başlayarak bu suçtan E:2005/134 K: 2007/77 sayılı karar ile hüküm giymiş; Yargıtayın bu suçun eksik olduğu tespiti üzerine, aynı Mahkemece "rüşvet almak ve vermek" suçlarından E: 2009/383 K: 2012/118 sayılı kararı ile tekrar hüküm giymişlerdir. İhaleye fesat karıştırmaktan yargılanan ve 4734 sayılı Kanuna göre ihaleye katılması yasak olan bir Şirketi ihaleye katmak 5237 sayılı Kanun'un 235 inci maddesine aykırılık arz etmektedir.

Ayrıca yapılan çeşitli ihalelerle bor tuzlarının işletilmesi işinin -sözü geçen Şirket dâhil- özel şirketlere verilmesi de 2840 sayılı Kanuna aykırıdır. Danıştay 1. Dairesinin gerek 26/05/1999 tarih ve E:1999/66 K:1999/93 sayılı, gerekse 01/05/2000 tarih ve E:2000/50 K:2000/67 sayılı istişari görüşlerinde "bor tuzlarının aranması ve işletilmesinin devlet eliyle yapılması zorunluluğunun, bu madenin zenginleştirilmesini, rafinasyonunu ve pazarlamasını da kapsadığı" ve "söz konusu madenlerin ilgili Devlet Teşekkülüne devrinin, bu kuruluşlarca işletilmesini de kapsayacağının kuşkusuz olduğu, bu düzenleme biçimiyle Devletçe işletilecek madenlerin, ancak ilgili İktisadi Devlet Teşekküllerince işletileceği konusuna açıklık getirildiği... Bor tuzları, uranyum ve toryum madenlerinin Devletçe işletileceği hükmü yer aldığına göre bu madenlerin sermayesinde özel kişilerin de pay sahibi olduğu bir anonim şirket eliyle işletilmesinden söz edilmemesi gerektiği, bu durumda anonim şirket şeklinde kurulan bir bağlı ortaklıkta çok küçük oranda dahi olsa özel kişi hisselerinin bulunmasının 2840 sayılı Kanuna uygun düşmediği..." hususları karara bağlanmıştır.

Oysa ETİ Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nün çıktığı ve 13.12.2010 tarih ve 27784 sayılı Resmî Gazete ilanında "İR. 3360 sayılı toryum sahasında, toryum ve nadir toprak elementleri (NTE) için özel sektör marifetiyle veya ortaklık şeklinde çalışma yapılacağı" duyurulmuş; ayrıca 2012/67526 kayıt nolu ihale şartnamesinin teklif fiyata dâhil giderler bölümünde NTO, Barit, Florit ve Toryumun üretimi için gerekli tesisin kurulması ve işletilmesi ile bunların üretimi için gerekli olan tüm yardımcı maddelerin (...) temini ve gerekli altyapı tesislerinin kurulması olarak tanımlanan iş 2840 sayılı Kanunun 2 nci maddesine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Kaldı ki, Kırka İşletmesi içerisinde susuz boraks üretimi yapan bir yüklenici fabrikasının bulunduğuna da Sayıştay Raporlarında yer verilmektedir.

Belirtilen gerekçelerle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız hakkında gensoru açılmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Gensorunun gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmenin gününü de kapsayan Danışma Kurulu önerisi daha sonra onayınıza sunulacaktır.

Buyurunuz Sayın Elitaş.

 

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

18.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

 

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Pazar günü Rahmet-i Rahman’a ulaşan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sayın Sadık Yakut’un babası rahmetli Ali Yakut’u dün Kayseri’de toprağa verdik. Ailesine ve Meclis Başkan Vekilimize başsağlığı diliyoruz. Tüm Kayseri milletvekili arkadaşlarımız cenazeye iştirak ettiler. Siyasi parti temsilcileri cenazeye iştirak ettiler, siyasi parti gruplarımız da bugün Sayın Meclis Başkan Vekilimize taziyelerini ilettiler, biz de AK PARTİ Grubu olarak, Sayın Meclis Başkan Vekilimiz Sadık Yakut’a ve ailesine başsağlığı diliyoruz. Rahmetli Ali amcamıza da Allah’tan rahmet temenni ediyoruz.

Saygılar.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Elitaş.

Buyurunuz Sayın Akdağ.

 

19.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

 

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Ben de Meclisimizin Başkan Vekili Sayın Sadık Yakut’un babasının vefatından dolayı, şahsım ve Hükûmetim adına, kendisine ve ailesine taziyelerimi iletiyorum. Cenab-ı Hak rahmet eylesin, nur içinde yatırsın, cennetiyle müşerref kılsın. Günü gelince hepimiz ahirete göçüyoruz. Allah rahmet eylesin.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akdağ.

Sayın Baluken, buyurunuz.

 

20.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediğine ilişkin açıklaması

 

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Biz de Barış ve Demokrasi Partisi Grubu olarak, Meclis Başkan Vekili Sayın Sadık Yakut’un babasının vefatından dolayı duymuş olduğumuz üzüntüyü paylaşmak istiyoruz. Kendisine ve ailesine sabırlar diliyoruz; tüm yakınlarına başsağlığı ve uzun ömürler diliyoruz. Allah rahmet eylesin diyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Sayın Sakık, sisteme girmişsiniz.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, zaten Sayın Baluken, grup adına söyleyince gerek kalmadı, ben vazgeçtim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederiz.

 

VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun, Başkanlık Divanı olarak TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’a babasının vefatından dolayı başsağlığı dilediklerine ilişkin konuşması 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biz de Divan olarak, Değerli Meclis Başkan Vekilimiz Sadık Yakut’un kıymetli babalarının vefatı dolayısıyla başsağlığı dileklerimizi buradan bir kere daha iletiyoruz. Allah rahmet eylesin.

Efendim, şimdi Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşlarının Türkiye sınırlarında Suriyeli muhaliflere silahlı yardımda bulunulduğuna dair çeşitli iddiaların ve Türkiye’nin Suriye ile özellikle Hatay sınırında güvenliğin nasıl sağlandığının araştırılması amacıyla 10/10/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

                                                                               27.11.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun 27/11/2012 Salı günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                      İdris Baluken

                                                                           Bingöl

                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri:

10 Ekim 2012 tarihinde, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından verilen (1589 sıra nolu), Türkiye sınırlarında Suriyeli muhaliflere silahlı yardımda bulunulduğuna dair çeşitli iddiaların ve Türkiye'nin Suriye ile özellikle Hatay sınırında güvenliğin nasıl sağlandığının araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 27.11.2012 Salı günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin lehinde Bingöl Milletvekili İdris Baluken.

Buyurunuz efendim.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun, Suriye politikasıyla ilgili ülkemizin içerisine girmiş olduğu çıkmaza dikkat çekmek amacıyla vermiş olduğu araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biliyorsunuz uzun süredir yürütülen bir dış politika var. Bu dış politikayla ilgili kaygılarımızı, endişelerimizi, mevcut durumu defalarca burada, Meclis Genel Kurulunda paylaştık. Bu konuda halkımızla birlikte çeşitli eylem, etkinlik programı çerçevesinde Hükûmetin dikkatini, Meclisin dikkatini yaşanan sorunlara çekmeye çalıştık. Ama maalesef, bugüne kadar yapmış olduğumuz bütün çağrılara yanlış dış politikayla ısrar eden bir Hükûmet gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başından beri Orta Doğu’da “sıfır sorun” ile başlayan Hükûmetin bütün ülkelerle nasıl savaşın boyutuna geldiğinin detaylarına girmeyeceğim, kendi deyimleriyle, devletler arasında var olan notaların nasıl müzik notasına döndüğüne girmeyeceğim. İran’la, Irak’la, Suriye’yle ilgili yaşanan süreçlerin bütün detaylarını buradan aktarmaya vaktimiz yetmeyecek ama özellikle son günlerde Suriye sınırında yaşananlar ve bu sınırda yaşanan olayların iç yansıması giderek durumun aciliyetinin, hemen müdahale edilmesi gereken kritik bir aşamaya doğru geldiğini gösteriyor.

Suriye’de özellikle Türkiye’nin El Kaide ve Müslüman Kardeşler üzerinden bir politik hat belirlediğini, bu politik hat üzerinden Esad için birkaç aylık bir süre öngördüğünü, bu öngörünün tamamen boşa çıktığını, boşa çıktıktan sonra Özgür Suriye Ordusu ya da Suriye Ulusal Konseyi üzerinde finansmanından tutun da lojistiğine, askerî desteğine kadar bütün mekanizmalarının Türkiye’den örgütlendiğini biliyoruz. Bütün bu çabalarla devreye konmaya çalışılan Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu da Suriye halkından, özellikle mezhepsel eksenli bir yaklaşım üzerinden Sünni kesimin, Suriye’deki Sünni halkların desteğini alamadığı için, Suriye’deki süreç her geçen gün daha büyük bir kaosu içinde barındırıyor ve bu kaos, Suriye halklarına her geçen gün acı, gözyaşı ve kan, ölüm getiriyor. Bugüne kadar Suriye’de yaşamını yitirenlerin sayısı 50 bini aştı.

Tüm bu yanlışlar ortadayken Türkiye ise yanlış politikalarını aynı şekilde sürdürüyor. Etnik ve mezhepsel yaklaşım üzerinden Suriye’de bir taraf olan Türkiye, fiilî olarak aslında Suriye’deki savaşın bir parçası konumuna gelmiş durumda. Özellikle Türkiye’nin yürüttüğü politikaların son dönemlerde sınır kentlerimizde çok ciddi rahatsızlıklara sebep olduğunu, Suriye’deki gerginliğin, yüksek tansiyonun, çatışmalı sürecin ülkenin içine kaymasıyla ilgili bir riskin olduğunu çok açık bir şekilde belirtmemiz gerekiyor.

Şu anda Suriye’de mevcut durumda üç yapı var: Bir, Esad rejimi kendini ayakta tutmaya çalışıyor. İkinci güç, Özgür Suriye Ordusu ya da Suriye Ulusal Konseyi -farklı bir isim adı altında şu anda yürüyor- rejime karşı bir savaş yürütüyor. Her ikisinin de katliamlarla ilgili Suriye halkına getirdiği acılar da birbirinden hiçbir farkı bulunmuyor. Üçüncü bir güç ise, kan akıtmadan, Suriye’de katliam yapmadan, işgal altındaki topraklarda kendi örgütlü gücünü, kendi kurumsal yapısını oluşturan Kürtlerden oluşuyor.

İşte, Türkiye, Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu üzerinden bütün politikaları iflas edince, bütün belirlediği politik hat çökünce, Kürtlerin kazanımlarına yönelik birtakım farklı ilişkilerin, farklı birtakım kirli komploların içerisine girmiş bulunmakta. Özellikle Suriye’deki kuzey sahasında, Kürtlerin kendi kazanımlarını elde ettiği sahalarda, artık Özgür Suriye Ordusu bileşeni olup olmadığı bile bilinmeyen birtakım çetelerle iş birliği yapmaktadır. Şu anda sınırda, bu fiilî çetelerin, Türkiye’den almış olduğu güçle, lojistik destekle, silah yardımıyla, maaşla birlikte, Kürt halkına yönelik, oradaki Kürtlerin kazanımına yönelik çok ciddi bir saldırısıyla karşı karşıyayız. Sınırın öte tarafında hedeflenen şey bir Kürt-Arap çatışması yaratmaktır, bu Kürt-Arap çatışması üzerinden Kürtlerin var olan kazanımlarına geri adım attırmaktır. Ancak, sınırın diğer tarafında Kürt-Arap çatışması hedeflenirken sınırın bu tarafında yani Ceylanpınar’da da aynı riskin olabileceği, Kürt ve Arap çatışmasıyla ilgili çok sıkıntılı bir sürecin önümüze geleceği gerçeğini göz önünde bulundurmamaktadır.

Bakın, medyamız bu konuda gözü kapalı, kulakları duymuyor, orada yaşanan gerçekleri yansıtmıyor. Yine, burada, Mecliste, Dışişleri Bakanı, Ceylanpınar-Serekaniye sınırında nelerin yaşandığını, Suruç’ta, Viranşehir’de nelerin yaşandığını hiçbir şekilde gelip Genel Kurula sunmuyor. Orada yaşananlar, aktif olarak çatışmayı yürüten Kürt halkının oradaki, Suriye’deki kazanımlarına yönelik, aktif bir savaş içerisinde olan çetelerin elini kolunu sallayarak Türkiye’ye gelmesi, Türkiye’de yaralılarını tedavi ettirmesi, cenazelerini Türkiye hastanelerine getirmesi, Türkiye’den silah,  teçhizat, askerî her türlü desteği alması, bu destekten sonra tekrar giderek sınırın diğer tarafında Kürtlerle çatışmasından oluşmaktadır. Serekaniye’de en son, Türkiye’nin destek vermiş olduğu bu çeteler bir toplumsal gösteri sırasında Serekaniye Halk Meclisi Başkanı Abid Xelil’in katledilmesiyle ilgili bir silahlı saldırıyı da gerçekleştirmiş bulunmaktadırlar.

Türkiye’nin, biz, başından beri yapması gerekenin şu olduğunu söylüyoruz: Türkiye, Suriye’de, Suriye halkının iradesine saygı göstermelidir. Suriye’de çeteler üzerine kurulacak her türlü politika çökmeye mahkûmdur. Suriye halkının bir dinamiği olarak da Kürtlerin elde ettiği, yaratmış olduğu, kan dökmeden, diğer halklarla, Araplarla, Dürzilerle, Nusayrilerle, Hristiyanlarla birlikte ortaya koymuş olduğu kazanımlara saygı duyması ve bunun gereğini yerine getirmesinden geçtiğini belirtmek istiyorum. Çünkü bu durum, aynı zamanda ülke içerisindeki Kürt sorununda da ciddi bir yansıma bulacaktır. Eğer Suriye’de anti Kürt politikası üzerinden, Kürt düşmanlığı üzerinden, Kürtlerin kazanım göstermemesi üzerinden bir politika yürütülürse buna içerideki Kürtlerin de tepkisiz kalacaklarını beklemek son derece gerçekten uzak bir belirleme olur diye düşünüyoruz.

Bakın, Suruç’ta, Ceylanpınar’da, Viranşehir’de bir haftadır hayat neredeyse durma noktasına gelmiş, esnaf doğru dürüst kepengini açamıyor, öğrenciler okullara gidemiyor, halk günlük yaşamını yerine getiremiyor ama bu Meclisten bir heyet giderek Ceylanpınar’da,  Viranşehir’de, Suruç’ta halkın gerçek sıkıntısı nedir, bunu tespit etme noktasında herhangi bir çalışma ortaya koymuyor. Oraya giden Barış ve Demokrasi Partisinin milletvekilleri de buradan, Ankara’dan verilen talimatla, gazlı, coplu, tazyikli bir polis müdahalesiyle karşı karşıya geliyorlar. Bir ay boyunca, şu anda alınan karara göre, Ceylanpınar başta olmak üzere, bu sınır ilçelerimizde her türlü halk buluşması, halk etkinliği, yürüyüş, basın açıklaması ve miting etkinlikleri yasaklanmış durumda. Yani tamamen Anayasa’ya aykırı bir şekilde, gerçeklerin açığa çıkmaması pahasına son derece antidemokratik bir yaklaşım sergilenmekte. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkenin milletvekilleri bu ülkenin sınırları içerisindeki bir ilçeye gidip polis şiddetine, polisin her türlü baskısına maruz kalıyorlar ama ne olduğu belli olmayan silahlı gruplar, elini kolunu sallayarak sınırın o tarafından bu tarafına, bu tarafından o tarafına geçip çatışmalara katılıyorlar. Böyle bir tablonun kabul edilmesi mümkün değildir. Böyle bir tabloyla ilgili, Dışişleri Bakanının derhâl Meclise bilgilendirme yapması ve Meclisin de Orta Doğu’daki, Suriye’deki halkların kardeşliği üzerinden, Suriye’deki halkların iradesine saygı üzerinden bir tutum belirlemesi gerekmektedir.

Bu nedenle, vermiş olduğumuz araştırma önergesi hem sınır ilçelerimizde, illerimizde bulunan sıkıntılı durumun açığa çıkarılması hem de Türkiye'nin yanlış politikalardaki ısrarlarının bizi hızla içine saplanmış olduğumuz bataklıkta bir çıkmaza doğru sürüklediğini ortaya koyması açısından önemlidir. Bu nedenle bütün siyasi parti gruplarının bu sorumlulukla yaklaşmasını bekliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Biz Türkiye’ye Orta Doğu’da kazandıran politikanın hem içeride hem Suriye’de hem Orta Doğu’nun diğer parçalarında kardeş halklarla, özellikle 40 milyonluk Kürt halkıyla beraber ortak bir gelecek planlamasından ve bunun politikalarından geçtiğini düşünüyoruz.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.

Aleyhte, Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Kaçar.

MAHMUT KAÇAR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisinin aleyhine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de AK PARTİ İktidarının göreve geldiği ilk günden itibaren, Suriye halkının refahının yükseltilmesi ve Suriye’nin dünyayla entegrasyonu noktasında Türkiye'nin son derece samimi ve ciddi çabaları olmuştur ve bu bağlamda, Suriye ile geçmiş, tarihî misyonumuza uygun olarak, dost, kardeş ve akraba olmamız hasebiyle bu ilişkiler son derece önemli bir noktaya varmıştır. Ancak Suriye rejiminin halkın demokrasi taleplerine karşı silaha başvurması, kendi halkını bombalaması üzerine Türkiye, bu gidişata son verme adına, bütün yetkili kurumlarıyla, Başbakanımız, Dışişleri Bakanımız başta olmak üzere, ciddi anlamda bir çaba içerisine girmiş ancak bütün bu çabalar sonuçsuz kalınca Türkiye’nin doğal olarak yapması gereken, Suriye halkının yanında olması gerekiyordu ve dış politikasında da, az önce Grup Başkan Vekilinin ifade ettiğinin aksine, orada El Kaide’yi veya başka dış güçleri değil, Suriye halkını merkeze alarak bir dış politika oluşturmuştur.

Suriye yönetiminin baskısı ve bombardımanı altında kalan özellikle sınır illerinde ve ilçelerindeki Suriye vatandaşları kendi can güvenliğini sağlamaya yönelik olarak Türkiye’ye sığınmaya başlamışlardır ve başta milletvekili olduğum Şanlıurfa olmak üzere, şu anda, 125 binin üzerinde Suriyeli yaşlı, kadın, çocuk, can güvenliklerini sağlamaya yönelik olarak Türkiye’ye sığınmışlardır ve şu anda Şanlıurfa’da da yaklaşık 39 bin Suriyeli sığınmacı bulunmakta.

Değerli arkadaşlar, burada önce şunu ifade etmemiz gerekiyor: Bu kamplarda Türkiye, Suriye halkına kucak açarken, kimsenin etnik kökenine ve kimsenin mezhebine bakarak herhangi bir yaklaşım içerisinde olmamıştır. Bunu Akçakale’deki kampta da görme imkânınız var, Hatay’daki kamplarda da görme imkânınız var ve buraya gelen sığınmacıların kamplardaki güvenliklerinin sağlanması noktasında, bütün bu gelen sığınmacıların yirmi dört saat kamerayla izlendiğini, kampların izlendiğini, bunların giriş ve çıkışlarının kontrol altında tutulduğunu, birilerinin iddia ettiği gibi, gelip kamplarda yerleşip, gidip Suriye tarafında silahlı çatışmaya girerek tekrar döndüğü noktasındaki yaklaşımların tamamen yanlış olduğunu burada ben tekrardan ifade etmek istiyorum.

Ceylanpınar’daki hadiselere gelince… Evet, Şanlıurfa’da başta Akçakale olmak üzere sınır ilçelerde meydana gelen çatışmalar ilçe halkında ciddi anlamda tedirginlik meydana getirmiştir. Özellikle Akçakale’de 5 vatandaşımızın vefatıyla, şehit edilmesiyle sonuçlanan bu olaylarda Türkiye’nin güvenlik anlamında yapmış olduğu temel konsept, kendi vatandaşlarının can güvenliğini sağlamaktır ve Türkiye'nin de kendi vatandaşlarına karşı en önemli önceliğinin, görevinin de vatandaşlarının can güvenliği olduğu noktasında da zannediyorum hepimiz mutabıkız. Burada, sınırdaki hareketlilik, askerî hareketlilik, tamamen Suriye tarafından atılan bombaların sınırımıza düşmesi, bunun sonucunda vatandaşlarımızın vefat etmesi ve en son Ceylanpınar’da da, bildiğiniz gibi, 1 öğretmenimizin yaralanması neticesinde alınan önlemlerdir.

Bunun dışında, buradaki muhaliflere, özellikle muhaliflerin etnik kökenlerine göre veya mezhepsel anlamda bir yaklaşımla hareket edilmesi Türkiye'nin gerçeklerine aykırı bir yaklaşımdır. Biz bu ülkede 75 milyon insan olarak, farklı etnik kökenlere sahip, farklı inanç gruplarına sahip ama bin yıldır birlikte kardeşçe yaşayan bir ülke olarak Türkiye'nin, Suriye halkını merkeze alan başka bir yaklaşım içerisinde bu hadiseleri değerlendirmesinin ne kadar yanlış bir yaklaşım olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum.

Burada, sınırda meydana gelen hadiselerle ilgili -özellikle bu gerekçenize baktığımızda- bazı olaylara arkadaşlar atıfta bulunmuşlar. Arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Sağlık Bakanlığımızın, bu 112 ambulanslarıyla ilgili, bunların muhaliflere silah taşıdığıyla ilgili iddialar noktasında yapmış olduğu önemli incelemeler, tespitler ve bu konuda kamuoyuyla yaptığı paylaşımlar var. Bunların gerçek dışı olduğu, çok net bir şekilde, ispatıyla, deliliyle ortaya konmuş.

Diğer yandan, yine bu kamplarla ilgili, silah yardımı ve eğitim yapıldığıyla ilgili… Biliyorsunuz Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun bu anlamda yapmış olduğu çok önemli bir çalışma var ve bu çalışmada, konaklama merkezlerinde kalan sığınmacılara sağlanan imkânlar, konaklama merkezlerinde yaşayan Suriyeli vatandaşların hukuki statüsü, konaklama merkezlerinin konumu, sığınmacıların Suriye topraklarına geçerek savaşa iştirak ettiği ve tekrar konaklama merkezlerine döndüğü iddiası, bu anlamda basında çıkan iddialar başlığı altında çok ayrıntılı bir şekilde Meclis İnsan Hakları Komisyonumuzun yapmış olduğu inceleme ve raporu da hepimizin malumudur.

Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak, BDP’nin grup önerisinin aleyhinde olduğumu ifade ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaçar.

Lehte, Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz efendim.

MEHMET ALİ EDİBOĞLU (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin Akçakale’de yaşanan olaylar ve Suriye-Türkiye sınır güvenliği konusunda vermiş olduğu araştırma önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sevgili arkadaşlar, değerli milletvekilleri; uluslararası basında Türkiye’yi itibarsızlaştıran, Türkiye’yi aşağılayan yüzlerce makale, haber maalesef Türkiye Cumhuriyeti devleti yetkilileri tarafından yanıtsız bırakılıyor, ben ve benim gibi bir sürü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını da derinden rahatsız ediyor.

Akçakale’deki olayların araştırılması istenmiş. Evet, Akçakale’de 5 vatandaşımızın şehit olmasına neden olan bu bombalama olayı basına yansıdığı zaman, Dışişleri yetkililerimizce, bunun yedinci bomba olduğu, birkaç günden beri benzer bombaların Akçakale’ye düştüğü ancak diğerlerinin can kaybına yol açmadığı açıklandı ve bu bombalamalara angajman kuralları gereğince karşılık verildiği de yazıldı, çizildi, söylendi.

Şimdi, şu soru akla geliyor: “Birilerinin ölmesi mi beklendi güvenlik tedbiri alınması için Akçakale’de?” Bu sorunun yanıtı havada kaldı. Biz bunu Dışişleri yetkililerinden bekliyoruz. Yedi tane bomba düşüyor, hiçbirinin ardından güvenlik tedbiri alınmıyor, ancak 5 vatandaşımızın ölümünden sonra da bu tür tedbirlerin alınması ve tartışılması gündeme geliyor.

Ancak yabancı basında başka şeyler var. Birkaç gündür, yabancı basını izliyor iseniz, Patriot füzelerinin konuşlanması için Akçakale olayının bir tezgâh olduğunu, gerekçe oluşturmak üzere hazırlandığını ve uygulamaya konulduğunu yazıyorlar; buna da Hükûmet kanadından herhangi bir yanıt verilmedi.

Suriye-Türkiye sınırının güvenliğinin araştırılması talep ediliyor. Ben, Hatay Milletvekili olarak, 190 kilometrelik Hatay sınırında bir güvenlik olmadığını rahatlıkla buradan söyleyebilirim, her partiden -benden başka- 9 milletvekili arkadaşım da bunun tanığı.

İki tane mevcut sınır kapısının dışında çok sayıda gayriresmî kapı oluşturulmuş durumda. Bu kapılardan giriş, bu kapılardan, bu alanlardan, bu köylerden Suriye’ye geçiş için kolaylık sağlamak üzere yollar asfalt bile yapılmış bizim Hükûmetimiz veya bizim yetkililerimiz tarafından. Bizden Suriye’ye, Suriye’den Türkiye’ye geçişin hiçbir güvenliği söz konusu değil, denetim asla söz konusu değil. Son bir yıl içerisinde -yine basına düşen haberlere göre- yüzlerce çalıntı arabanın bu gayriresmî kapılardan Suriye’ye götürülüp orada savaşta kullanıldığı yine yanıtsız kalan bir diğer soru.

Daha da önemlisi, bölge ekonomisi yerlerde sürünürken, artık, ayakta durabilmek için kaçakçılık tek çare olmuş durumda Hatay’da ve sınırdaki bütün illerimizde; buna da maalesef göz yumuluyor. Mesela, 10 binlerce fidanın ekilmesine, ektirilmesine katkı sağlayan tarım il müdürlükleri, binlerce nar fidanının dikilmesinin karşılığında, o narı, ürettiği narları yurt dışına veya yurt içindeki pazarlarda satması gereken vatandaşımız bunları satamıyor ama Suriye’den, yok pahasına, çok ucuza her gün binlerce kilo nar Türkiye'ye kaçak yollardan giriyor, buna seyirci kalınıyor.

Zeytin üretimi ve zeytinyağı üretimi konusunda Türkiye'nin önemli kentlerinden birisi olan Hatay, zeytinyağını ve zeytinini tüketemez durumda çünkü Suriye’den her gün 3 bin, 4 bin teneke zeytinyağı kaçak olarak bu gayriresmî kapılardan girmekte ve buna yine göz yumulmaktadır.

Aynı şekilde, canlı hayvan girişlerine de göz yumulmaktadır. Her gün binlerce canlı hayvan kaçak yollarla Türkiye’ye getirilmekte ve besicilik adına kredi almış, hayvancılık için canla başla çalışan çiftçimizi perişan etmiş duruma getirmiştir.

Önemli bir iddia var yine bölgemizde son günlerde; yine yanıtsız kalan bir iddia, yine ülkemizin itibarını zedeleyecek bir iddia. Barzani aracılığıyla, kuzey Suriye’de, bazı Kürt gruplarıyla Suriye’nin kuzeyinde Irak’ın kuzeyindeki gibi bir Kürt bölgesi oluşturmak üzere dört maddelik bir anlaşma yapıldığı iddiası basında yer aldı, uluslararası basında yer aldı ancak bu da yanıtsız kaldı. Bu dört maddenin üç tanesi askerî üs kurulmasıyla ilgili. Türkiye’ye Ayn el-Arap, Kamışlı ve Afrin’de birer askerî üs kurulması ve kuzey Suriye’de oluşacak bu Kürt bölgesiyle ticaret ilişkilerinin aynı şekilde Kuzey Irak’ta olduğu gibi yapılmasını öngören bir anlaşmanın var olup olmadığını ben buradan AKP yetkililerine sorup yanıtını da bekliyorum.

Bölgede ekonomi dibe vurmuşken, işsizlik 2 misline çıkmışken bölgemizde Suriyeli sığınmacılara, sayısı 125 bini geçmiş Suriyeli sığınmacılara özel bir ilgi gösterilmekte. Onlara belediyelerimizde taşeron firmalar aracılığıyla iş bulunmakta, özel sektörde çalışmaları konusunda Hükûmet yetkilileri veya parti yöneticileri tarafından baskı yapılmakta ve birçoğuna iş imkânı yaratılmış, kendi vatandaşlarımız işsiz hâle getirilmiştir. Bunu da benim kabul etmem bölge halkı adına mümkün değil. Sığınmacılara itirazımız yok, insani yardım her şekilde onlara yapılmalıdır ancak uluslararası kuralların el verdiği ölçüde yaparsınız. Kendi vatandaşınıza tanımadığınız imkânı sığınmacılara tanıdığınız zaman, buna ben ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkesin ve özellikle bölgede yaşayan herkesin itirazı yükselecektir.

Cenevre Mutabakatı’yla ilgili birtakım sözler yine uluslararası basında yer aldı. Bildiğiniz gibi, Cenevre Anlaşması’na Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı olumlu görüş bildirdi. Bu Cenevre Mutabakatı’na göre, Türkiye, Suriye’deki Esad rejimiyle muhaliflerin bir diyalog içerisine sokulmasına, onların masaya oturtulmasına ve Suriye’de bir millî hükûmet kurulmasına zorlaması şeklindeydi. Buna Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı “evet” yanıtı vermesine rağmen, Suriye’yle diyaloğu reddetmiştir. Bu bir çelişki değil midir?

Yanıt arayan önemli bir soru da 18 Temmuz sonrası yani Suriye’de bu Savunma Bakanının öldürüldüğü saldırıdan sonraki gelişmelerdir. Suriye’de kırılma noktası olarak kabul ediliyor, bütün dünya bunu böyle kabul ediyor ve Türkiye'nin, o günden sonraki, bölgedeki tavrının, Türkiye'nin “güvenilmez ülke damgası” yemesiyle neticelendiğini bütün dünya basını yazıyor.Yine Türkiye’den buna yanıt yok.

Hatırlatmak gerekirse, biliyorsunuz, 4 önemli üst düzey Suriyeli yöneticinin ölümünden sonra Suriye’de şiddet ortamı artmış, çatışmalar büyümüş, karşılıklı adam öldürmeler hat safhaya varmış, Özgür Suriye Ordusu’nun direnemeyeceği anlaşılınca Türkiye'nin çabasıyla radikal İslamcı gruplar Suriye’ye sokulmuş Türkiye ve Hatay üzerinden. Bunun yüzde 60’a varan oranda -bugün çatışan gruplar içerisinde- Libyalı olan ve diğer on bir ülkeden gelen -El Kaide başta olmak üzere- diğer radikal İslamcı gruplar Suriye’de savaşıyor. Bunların orada savaşmaya başlamasıyla birlikte Suriye’de Doğu Kiliseleri Patriği Mar Henna bir açıklama yapıyor ve “Radikal İslamcı grupların Suriye’de bulunuyor olması, burada yaşayan 3 milyon Hristiyan’ın can güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Derhâl Batılı başkentler tedbir alsınlar. Biz Esad’ın karşısında böyle bir grubun bulunmasından rahatsızlık duyuyoruz, müdahale edin.” diyor ve o gün itibarıyla, bütün Batılı devletler Türkiye’yi dışlamışlar, desteği çekmişler ve son olarak da Türkiye’den görevi almışlar, Katar’a, Doha’ya devretmişlerdir.

Son olarak Gazze olayından bahsetmek istiyorum. Suriye muhaliflerine lojistik destek, silah desteği vereceksiniz; Gazze’deki masum Müslüman Filistinlilerin katledilmesini sadece gözyaşlarıyla, hamasi nutuklarla geçiştirmeye çalışacaksınız. Bu, kabul edilebilir, yeterli bir tavır değildir.

Bakın, uluslararası basın aynen şöyle söylüyor: “İsrail, Gazze’den atılan Filistin füzelerini karşılamak için Kürecik’i kullandı.” Bu, cevap bekleyen önemli bir iddia.

Yine, Türkiye’ye Halit Meşal ile İsrail’i barıştırma görevi verildi. Bunun cevabı henüz verilmiş değil. Biz İsrail’i eleştirirken ertesi gün İsrail’den Hayfa’ya ticaret gemileri yola çıkmaya başlamıştı törenle.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ EDİBOĞLU (Devamla) - Yine son birkaç yıl içerisinde İsrail ile ticaret hacmimiz 1 milyar dolardan 5 milyar dolara çıkmış, Suriye ve Suriye’nin gerisindeki on bir tane ülkeyle olan ticaretimiz de durma noktasına gelmiştir. Bu nedenle, bu araştırmaların derhâl yapılmasından yana tavrımızın olduğunu söylüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ediboğlu.

Aleyhte, Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu.

Buyurunuz Sayın Türkoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; BDP grup önerisi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yaklaşık 800 kilometreden fazla bir sınıra sahip olan Türkiye-Suriye arasındaki bölgenin her iki tarafında da meydana gelen olumlu ya da olumsuz gelişmelerin iki ülkeyi de, iki toplumu da etkileyeceği muhakkaktır. Bu çerçevede, yanlış politikaların, isabetsiz politikaların bir sonucu olarak, hemen bu yakın coğrafyamızda meydana gelen, Suriye’de ortaya çıkan iç savaş vesilesiyle, maalesef, sınır bölgelerinde yaşayan illerimiz ve vatandaşlarımız büyük zararlara uğramışlardır. İşte bunlardan belki de en çarpıcı olanlardan birisi, 3 Ekim 2012 tarihinde Harran ilçesinde meydana gelen bir patlamada vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan, saldırı mı yoksa kaza mı olduğu da henüz net olarak belli olmayan bir gelişmedir.

Bu gelişmenin haber alınmasından sonra, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin talimatıyla, bölge milletvekili olarak Hatay Milletvekilimiz Sayın Adnan Şefik Çirkin Beyefendi ve Adana Milletvekilimiz Sayın Seyfettin Yılmaz Beyefendi ve bendenizden, Harran, Akçakale ve Urfa’nın diğer bölümleriyle ilgili bir inceleme yapmak, olayları yerinde görmek maksadıyla bir heyet oluşturulmuştur. Bu heyet, olayı takip eden 4 Ekim Perşembe günü Urfa’ya hareket etmiştir. Urfa merkezde, Akçakale’de ve Harran’da bu olaydan etkilenen vatandaşlarımızla diyaloglara geçilmiştir. Özellikle, 4 ferdini kaybeden Timuçin ailesinin taziye çadırı ziyaret edilmiş, hem Sayın Genel Başkanımızın hem de grubumuzun başsağlığı dilekleri, acılarını paylaştığımıza dair ifadeler kendilerine aktarılmıştır. Daha sonra, 1 ferdini kaybeden Özer ailesinin taziye yeri ziyaret edilmiş, kendilerine de aynı duygular iletilmiştir.

Akçakale’de emniyete bir ziyaret yapılmış, emniyet mensuplarının yaralı olanları hastanede ziyaret edilmiş, Akçakale Belediye Başkanı, Harran’daki diğer unsurlar ziyaret edilmiş, sorunlar dinlenmiş, acılar paylaşılmıştır. Fakat Akçakaleliler, Urfalılar, bize özellikle bazı hususları iletmişlerdir. Akçakaleliler, bu savaşın birbirine çok yakın coğrafyada, yerleşim birimlerine çok yakın bir coğrafyada meydana gelmesinden dolayı sınırın iki tarafında da bu savaştan zarar görenlerin aynı insanlar olduğunu, insanların birbirine akraba olduğunu ifade etmişlerdir ve bu savaşta ölenlerin aynı ailenin fertleri olduğunu, dolayısıyla şiddetle bu savaşa karşı olduklarını ifade etmişlerdir.

Akçakaleli, Suriye krizi konusunda iktidar partisinin, Hükûmetin krizi iyi yönetemediğini ifade etmiştir. Bu kötü yönetimin sorumlularının Hükûmet olduğunu, Başbakan ve Dışişleri Bakanı olduğunu ama zararı kendilerinin çektiğini, sonuçlarına kendilerinin katlanmak durumunda kaldıklarını ifade etmişlerdir ve bu iç savaşın sonucunun nereye gittiğini de merak ettiklerini, çok endişeli olduklarını ifade etmişlerdir.

Akçakale, Harran ölçeğinde, aslında bütün Şanlıurfa bu krizden olumsuz etkilenmiştir. Zaten iktidarın yanlış politikaları neticesinde tarım kesiminin yaşadığı olumsuz etkilere bir de, bilhassa sınır ticaretinin hâkim olduğu Akçakale, Harran bölgesinin bu krizden çok olumsuz etkilendiğini, sınır kapısının kapatılmasının günlük yaklaşık bin beş yüz aracın giriş-çıkış yaptığı, ticaret hacmini olumlu etkileyen sınır kapısının kapatılmasının kendilerini çok önemli ölçüde olumsuz etkilediğini, bu savaştan dolayı, huzursuzluk sebebiyle Akçakale’yi, Harran’ı terk eden vatandaşlardan dolayı pamuklarının tarlada kaldığını, hasat edecek, hasatta çalıştıracak işçi bulamadıklarını ifade etmişlerdir.

Bugün Ceylânpınar’da da yaşanıyor aynı sorun. O günlerde Akçakale’de eğitime ara verilmişti. Çocuklar, üç dört hafta, okullar açılmış olmasına rağmen eğitime devam edememişlerdi fakat Akçakaleliler, Harranlılar bu sorumluluğun sahibi iktidar partisinin, Hükûmetin mensuplarına tepkilerini de koymuşlardı. Biz 4 Ekim 2012 tarihinde, Akçakale’ye varmadan bir gün evvel, Akçakale’yi ziyaret eden iktidar partisinin bakan ve mensuplarına karşı bir tavır almıştı Akçakaleli ve onlara tepki göstermişlerdi. Bakın, 5 Ekim 2012 tarihinde Cuma günü, Cuma namazını eda etmek üzere gittiğimiz Akçakale’deki camide, caminin imamı hutbesinde şöyle bir ifadede bulundu “Devlet büyüklerine karşı tepki göstermek, onlara karşı muhalefet yapmak dinimizce haramdır.” dedi ve bir hadisten bahsetti. Yani, Akçakaleli imam AKP iktidarının yanlış politikalarına tepki gösteren Akçakaleliye, Allah’ın kitabının ayetleri, Peygamber’in hadisleriyle -Profesör Doktor Mustafa Erdem, Ankara Milletvekilimizin ifadesiyle ne hadiste ne Kur'an’da böyle bir ifade yok- böyle bir savunmaya geçmişti. İktidar partisini camide minberden bize karşı savunmaya geçmiş bir cami imamı görmek durumunda kaldık biz. Aslında ne hazindir ki din adamlarımızın arasında çoğunluğu böyle değil ama maaşını iktidar partisinden aldığını zanneden ya da iktidar partisine hizmet etmeyi dine hizmet etmek zanneden 3-5 tane de olsa gafil olmalı ki biz onlardan birisine rastladık Akçakale’de.

Bir başka enteresan durum da şu ki: İktidar partisi din adamlarının bazılarını kullanmak suretiyle kendi iktidarını meşru hâle getirmeye çalışıyor ve Akçakale’deki imam bize “Başbakana, bakanlara karşı muhalefet etmek dinimizce yasaklanmıştır.” diyor ama aynı iktidar partisi, sınırın hemen öbür tarafında, 100 metre ileride, bakana, başbakana ya da devlet başkanına karşı isyan etmiş muhaliflere para, lojistik yardım, gıda, her türlü yardımı yapmaktan çekinmiyor. Böyle bir enteresan tabloyla karşılaşmıştık Akçakale’de.

Akçakale’den döndükten sonra “Akçakale’nin ve Akçakale ölçeğinde bu Suriye krizinden olumsuz etkilenen bütün bu bölgenin sorunlarının araştırılması için bir araştırma önergesi vermeliyiz.” dedik ve buna yönelik bir önerge de hazırladık, Meclis gündemindeki yerini aldı. Dedik ki: Akçakale’de, Urfa’da ve o coğrafyanın tamamında, Suriye krizinden olumsuz etkilenen sanayici, iş adamı, esnaflarımız, tarım kesimimizle ilgili Hükûmet tedbirler almalı. Bunların bankalara olan borçları gerekiyorsa affedilmeli ya da ertelenmeli, faiz işletilmeden ertelenmeli gibi bir ekonomik paket hazırlanması gerektiğini söyledik.

Hatta, Akçakale’de, hiç günahı olmadığı hâlde hayatını kaybeden bu 5 vatandaşımızın örnek alınması, örnek olması çerçevesinde “Bu savaştan sorumlu olmayan ama bu savaşın bedelini ödeyen ve hayatını kaybeden, yaralanan insanlarımıza, nasıl mazot kaçakçılarına terörle mücadele kapsamında bazı haklar, imtiyazlar sağlanmışsa, işte bu savaştan olumsuz etkilenen Akçakaleliler başta olmak üzere, tüm zarar gören, yaralanan ya da hayatını kaybeden insanlara da aynı haklar sağlanmalı.” diye önerilerimiz oldu. Ancak iktidar partisi, her önerimizde olduğu gibi, her teklifimizde olduğu gibi, bu önerimize de maalesef kulaklarını tıkamak gibi bir tavır takındı.

Aslında, Suriye ölçeğinde Orta Doğu’daki bütün gelişmelerin Büyük Orta Doğa Projesi’nin bir parçası olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bakın, Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini, sınırları değişecek ülkelerin arasında Türkiye’nin de olduğunu söyleyen Amerika’nın eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, birkaç gün evvel dedi ki: “Suriye’de yaşanan gelişmeler artık Orta Doğu Projesi’nin son sahnesidir.” Öyle anlaşılıyor ki artık, bundan sonraki dönemde bu projenin gerçekleşmesi hâlinde, Türkiye’nin sınırları değişecek ve hiçbirimiz Türkiye’nin sınırlarının olumlu değişeceğine inanmıyoruz, olumsuz değişeceğini biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) - Bu çerçevede, iktidar partisinin kendi Hükûmetini uyararak bu yanlış politikalardan geri dönmesi hususunda bir adım atmasını temenni ediyor, Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkoğlu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.40

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.53

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Öneriyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.

Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

 

2.- MHP Grubunun, meslek hastalıkları başta olmak üzere iş kazaları ve bağlantılı hastalıkların tespit edilebilmesi, yaralanmaların ve çalışanlara yönelik risklerin azaltılabilmesi veya ortadan kaldırılabilmesi için gerekli önlemlerin alınabilmesi amacıyla 21/6/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

                                                                                                                               Tarih: 27.11.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 27.11.2012 Salı günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                                                 Mehmet Şandır

                                                                                                                                        Mersin

                                                                                                                          MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

21 Haziran 2012 tarih ve 5676 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğumuz "Meslek hastalıkları başta olmak üzere, iş kazaları ve bağlantılı hastalıkların tespit edilebilmesi, yaralanmaların ve çalışanlara yönelik risklerin azaltılabilmesi veya ortadan kaldırılabilmesi için gerekli önlemlerin alınabilmesi amacıyla" verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin 27.11.2012 Salı günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin lehine, Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak vermiş olduğumuz meslek hastalıkları başta olmak üzere, iş kazaları ve bağlantılı hastalıkların tespit edilebilmesi, yaralanmaların ve çalışanlara yönelik risklerin azaltılabilmesi veya ortadan kaldırılabilmesini amaçlayan Meclis araştırma önergemiz lehine söz almış bulunuyorum ve Türkiye'deki iş kazalarına geçmeden önce, Çalışma Bakanlığının isminden atıfla herhâlde “çalışma!” şeklinde bir güdülenmeyle işsizlikle mücadele etmediğini, bazı insanların iş kazalarına muhatap olmak gibi bir durumları bile olamıyor. Nitekim, atanamayan öğretmenler, yaptıkları eylemler, atanamayan öğretmenler özelinde genel olarak işsizlerin ne meslek hastalıkları ne de çalışma hayatına dair hiçbir dezavantajları da olamıyor. Bu bir şans mıdır, şansızlık mıdır bilemiyorum artık, bunu tartışmak gerekiyor ama işsizlik Türkiye'deki en büyük şiddetlerden biri. Yetişkin erkekler ve yetişkin kadınlar gerekli eğitimi almış olmalarına rağmen çok uzun süredir işsizlik çekiyorlar Türkiye'de ve bunların bir kısmı intiharla sonlanıyor. Dolayısıyla, Hükûmetin ben bu konuda duyarlılık gösterip kendi parti milletvekillerinin de desteklerini isteyeceğini düşünüyorum ilgili konunun halledilmesi için.

Tabii, iş sağlamak veya iş kazalarını önleyerek çalışanların güvenliklerini temin etmek, öncelikle Çalışma Bakanlığının ama sonuçta bütün işverenlerin, bütün toplumun duyarlılık göstermesi gereken bir konu. Ancak İstanbul Deklarasyonu’nu 2008 yılında imzalamış bir ülke ve bir Hükûmetin sahibiyiz ve İstanbul Deklarasyonu 2008 yılında imzalanırken şöyle bir cümle var: “Çalışanların sağlık ve güvenliğini korumak amacıyla, standartlarının tespit edildiği etkin ve güçlü denetim sistemini yürürlüğe koymak hükûmetlerin öncelikli görevidir.” diyor. Ancak Türkiye'de her iki çalışandan birinin iş kazasına maruz kaldığını, son on yıldır, yani Adalet ve Kalkınma Partisinin hükûmet ettiği dönem içinde 11 bin kişinin Türkiye'de iş kazaları nedeniyle vefat ettiğini, Avrupa birincisi olduğumuzu artık duymayanın kalmadığını, dünyada üçüncülüğü Cezayir ve El Salvador’a borçluyuz biliyorsunuz. Eğer Cezayir ve El Salvador tedbirleri alırsa dünyada da üçüncülükten daha yukarıya çıkmak üzereyiz. Bunlar bizim ayıplarımız. Peki, ayıplarımızı neden bu kadar sık söylüyoruz? Çünkü tedbir alınmıyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçtiğimiz yasama döneminin son günlerinde,  bir gece yarısı bir İş Güvenliği Yasası çıkardı, biliyorsunuz ve yasanın adında da biz aslında, o dönem  düzeltme istemiştik bir önergemizle. “İş güvenliği”nden öte “çalışan sağlığı” veya “çalışan güvenliği”yle beraber “iş güvenliği” biçiminde yasanın adının düzenlenmesini istedik. Çünkü iş güvenliğinden murat, öncelikle çalışanların sağlığının, güvenliğinin, refahının, sosyal uyumunun halledilmesi olmalı. Bunu niye söylüyorum? Türkiye’de kayıt altında çalışanların yüzde 71’i mutsuz, yüzde 54’ü hayatında hiç tatil yapmamış. “Peki, kayıt dışı çalışanların durumu?” derseniz, onu hiçbirimiz bilmiyoruz. Kayıt içinde çalışanların yüzde 71’i “Mutsuzum.” diyorsa kayıtsız olarak çalışanların sanıyorum ki yüzde 100’ü mutsuzdur.

Peki, bütün bunların ötesinde “Hükûmetimiz bu konuda ne yapıyor?” derseniz ben, bir kez daha, bu Meclis kürsüsünde ifade ettiğim bir konuyu hatırlatmak istiyorum: Başbakanlığa bağlı Türkiye Yatırım Destekleme ve Tanıtım Ajansı Başkanlığının sitesi. Bu Başkanlığın sitesi Türkiye’yi yatırım cenneti olarak görürken şöyle bir şey söylüyor: “Yetişmiş, genç, 26 milyon çalışmaya hazır insanımız var.” Peki, bunları neyiyle övüyor? Bu insanlarımızın haftada elli üç saat çalışabildiğini ve dünyanın en az hastalık izni kullanan insanlarının da Türkiye’de olduğunu söylüyor. Ben, daha önce bu konuyu açtığımda şunu da söylemiştim “Birer de diş grafisi koyarsanız yanına, tam köle pazarına dönecek.” diye. Aslında, bunlar dünyada olumlu olarak kabul edilmeyen şeyler. Nitekim, Türkiye, iş güvenliği anlamında dünyada çok geri sıralarda yer alan bir ülke. Genel olarak, her tür şiddette zaten öyleyiz. Şiddetle baş etmek konusunda genel olarak  bir beceriksizliğimiz ve bu konuda hep üçlü rakamlarla telaffuz edilen bir sıramız var, yani 100 ve üstünde sıralarda yer alıyoruz ülke olarak. 

Nitelikli, rekabetçi iş gücüne sahip olmak, bir ülkede insanların haftada elli üç saat çalışması ve yılda dört gün gibi bir hastalık izni kullanmasıyla ifade edilmiyor.  Nitelik, aslında gerektiği zaman izinlerini kullanabilen, sosyal güvencesini sağlamış ve dolayısıyla iş güvenliği konusunda devletin koruması altında olması gereken çalışanları tarif eden bir durum ama bizde iş sağlığı, iş güvenliği ve meslek hastalıkları bu çerçevede hiçbir zaman değerlendirilmiyor. İşte, geçtiğimiz hafta Samsun’da yaşanan olayı, ben, burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Amonyak tankının kapağı… 300 tonluk bir kapağı halatlarla yerine koymaya çalışan bir zihniyet, bilmiyorum nerelerde var ve dolayısıyla 5 tane işçimizin vefatına, 11 tanesinin ağır yaralanmasına ve böyle bir kapağın altında kalıp ezilerek vefat eden 5 tane işçiye sahip Türkiye 2012’nin şu son günlerinde. 21’inci yüzyıl ileri demokrasi; insan hakkının olmadığı, çalışanın hakkının gözetilmediği bir ülkeye “ileri” demek hiçbir anlamda doğru değil. Tek bir şey var: Evet, sınırsızca çalışanlarına kıymet vermeme konusunda koşturan bir ülke durumundayız. Hüseyin Bayrak, Güven Demirel, Sadık Kurultay, Hüsamettin Taşsümer ve Fatih Açıkel; bu 5 işçi bir kapağın altında kalarak vefat ettiler. Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Bey’in talimatıyla, Samsun Milletvekilimiz Sayın Cemalettin Şimşek Bey ve Tokat Milletvekilimiz Sayın Reşat Doğru Bey, gidip olay yerinde incelemeler yaptılar. Gerçekten hani “önlenebilir kazalar, önlenebilir hastalıklar” deriz ya önlenmek bir yana, göz göre göre insanları ölüme yollamak böyle bir şey olsa gerek.

Geçtiğimiz hafta, Çocuk Hakları Günü nedeniyle burada bir konuşma yaparken çocuklarımızın okullarda basket potasının altında kalabildiğini, bahçe kapısının üstlerine düşebildiğini, lavaboların üstlerine düşerek canlarını kaybedebildiklerini söylemiştim. Benzer bir örnek, Samsun’da üstlerine amonyak tankının kapağı düşerek gerçekleşen çalışanların ölümünden bahsediyoruz. “Çalışmak mı, çalışmamak mı?” derseniz herkes çalışmayı tercih eder. Atanmamış öğretmenler her tür riske rağmen atanmak ister. Eğitimli işsiz insanlarımız her tür riske rağmen çalışabilmek ister, kayıt altında çalışmak ister ama çalışırken iş güvenliğinin temin edilmesini, meslek hastalıklarından korunmayı ister.

Türkiye’de kayda alınmamış o kadar çok meslek hastalığı var ki ve bizler, şu salonda çalışan milletvekilleri bunun en büyük adaylarıyız. Başka adaylar da var: Tutanak memurları. Meslek hastalığı konusunda aslında en riskli gruplar altında bulunuyoruz. Düzensiz çalışma saatleri, uzun oturmalar ve çok da iyi havalanmayan bir ortam. Tutanak memurları derseniz, onlar sanıyorum hasta bina sendromuna yakalanmış durumdalar şu anda. Bizler kendimiz de bu kadar meslek hastalığına yatkın bir ortamda çalışırken, Türkiye'de birçok insanın da meslek hastalığına adı konmamış bir şekilde maruz kaldığını bilirken iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda ülke olarak sınıfta kaldığımızın da kabulüyle birlikte, partimizin vermiş olduğu bu Meclis araştırması önergesine, bütün Meclisin en azından kendi sağlık gelecekleri adına da destek vermelerini umuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Demirel.

Aleyhte, İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Domaç.

MEHMET DOMAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP’nin Meclis araştırması önergesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, iş sağlığı ve güvenliği sadece iş yeri ve çalışan düzeyinde değil, toplumun genelini doğrudan ilgilendiren, aynı zamanda Hükûmetimizin ve bizlerin öncelik verdiği bir konudur.

Nitekim verilen araştırma önergesinden dokuz gün sonra, hepimizin katkı ve çalışmalarıyla, 30 Haziran 2012 tarihinde 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu yürürlüğe girmiştir.

6331 sayılı Kanunla, tüm iş yerlerinin risk değerlendirmesine tabi tutulması; geçici, kısmi, tam zamanlı çalışma gibi farklı statülere sahip çalışanlar ile kamu dâhil tüm çalışanların iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili hizmetlerden yararlanması, işverenlere iş güvenliği uzmanlarını ve iş yeri hekimlerini istihdam etme ya da hizmet alma zorunluluğu getirilmesi; kamu kurum ve kuruluşları hariç 10’dan az çalışanı bulunan, tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta bulunan iş yerlerinde görev yapacak iş yeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve diğer sağlık personelinin hizmet bedellerinin sosyal güvenlik tarafından karşılanması, iş güvenliği uzmanlarının ve iş yeri hekimlerinin yetki ve sorumluluklarının artırılması, iş yeri hekimlerine meslek hastalıklarını bildirme zorunluluğu getirilmesi, 6331 sayılı Yasa’nın uygulanması için 30 kadar yönetmeliğin çıkarılması çalışması yapılmaktadır. 2’si Başbakanlığa gönderilmiş bulunmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği konusunda uygulamaların gözlenerek, bu uygulamalar gözlendikten sonra araştırmaya ihtiyaç doğarsa o zaman bizlerin de desteğini alacağını düşünüyoruz.

Bu önergeyi İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası izlendikten sonra bizim de destekleyebileceğimizi ancak şimdi desteklemediğimizi belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Domaç.

Lehte, Erzincan Milletvekili Muharrem Işık. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Işık.

MUHARREM IŞIK (Erzincan) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP’nin grup önerisi olarak getirdiği meslek hastalıkları başta olmak üzere iş kazaları ve bağlantılı hastalıkların tespit edilmesi, yaralanmaların ve çalışmalara yönelik risklerin azaltılması veya ortadan kaldırılması ile ilgili önergenin lehinde konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, içinde bulunduğumuz muharrem ayının insanlığa, kardeşliğe birlik, beraberlik getirmesini; ayrım yapılmadan kimsenin canının yanmadığı, ölümlerin bittiği günlere vesile olmasını öncelikle temenni ediyorum.

Ehlibeyte, Hazreti Hüseyin ve onun yavrularına eşi benzeri görülmemiş, insanlık âleminin yüz karası, susuz bir zulüm ve katliamın işlendiği bu ay, Aleviler için matem ayıdır. Bugüne kadar, inancında, felsefesinde, itikadında, sevgisinde Hazreti Muhammed’e ve onun ehlibeytine… Onların sevgisiyle sevinmişler, kederiyle kederlenmişler, acılarına ağlamışlar, gördükleri zulme yas tutmuşlar, zulüm edeni de lanetlemişlerdir, zulüm edenleri de lanetlemeye devam edeceklerdir.

Değerli milletvekilleri, bundan bir hafta önce Erzincan’da Pir Sultan Abdal çadırına 3 kişi tarafından bir eylemde bulunuldu, çadırın flamaları yakıldı. Daha sonra bu 3 kişi yakalandı, yakalanan 2 kişi tutuklandı. Tabii, burada iyi bir gelişme yakalanmış olması ve tutuklanmış olması. Yalnız, bunun önemli olan… Hükûmetimizin özellikle bu konuya ciddi bir  şekilde eğilmesini istiyoruz. Bu kindar meseleleri gündeme getirip böyle toplumu germeye kimsenin hakkının olmadığını düşünüyoruz. Bu konuya tekrar ciddi bir şekilde eğilmesini istiyoruz.

Asıl konumuz meslek hastalıkları. Tabii, meslek hastalıklarının tanımı yapıldığı zaman “Sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal özürlülük hâlleri.” diye tanımlanıyor. Dünya genelinde her yıl 1000 işçiden 4 ila 12 kişinin meslek hastalığına yakalandığı bilinmekte ve bunun böyle tespit edilmesi gerekirken ülkemizde maalesef bu oran hiçbir zaman için doğru olarak tespit edilememektedir.

Değerli Milletvekilimiz Alaattin Yüksel’in Sayın Bakana verdiği soru önergesinde, 2011 yılındaki meslek hastalığı tespiti 688 olarak görülmekte. Oysaki bu sayının, bizim tahminlerimize göre, çok daha yukarılarda olması gerektiği ve Türkiye’de şu anda 100 binin üzerinde meslek hastalığının tespit edilmediği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla, her zaman söylediğiniz bir laf var: “İş kazalarının yüzde 99’u, meslek hastalıklarının yüzde 100’ü önlenebilir.” diye söyleniyor ama maalesef bunu önlemek için de  hiçbir şey yapmadığınız görülmekte. Bunun en basiti, işte, silikozis hastalığı; herkesin bildiği bir hastalık. 2009 yılına kadar maalesef ülkemizde birilerinin para kazanması için kot taşlama işçiliğine önem verildi, izin verildi. Oysaki baktığımızda, Amerika’da 1960’larda, Avrupa’da yine 1960’larda yasaklandığını görmekteyiz. Dolayısıyla, bizim verdiğimiz önem de ortaya çıktı.

Biraz önce sayın vekilimiz yeni çıkan iş yasasından, iş sağlığı ve iş  güvenliğinden bahsetti. Biz orada yasa görüşülürken de söylemiştik. Bu yasada kesinlikle, bir kere, önce meslek hastalıklarıyla ilgili tespiti yapacak olan kurumun, tabip odalarının olması gerektiğini, bunların yetkili bırakılması gerektiğini söylemiştik ama tabip odaları burada tamamen diskalifiye edildi. Dolayısıyla da bundan sonra atanacak hekimin işverenin emrinde çalışacak kişi olduğunu bilmemiz gerekiyor. İşverenin emrinde çalışan bir hekimin de ne kadar ciddi çalışacağını düşünmemiz lazım. Oysaki eğer ciddi bir şekilde biz bu konuya eğilmek istiyorsak öncelikle yapmamız gereken, tabip odalarının ve mühendislerin, bu konuda iş yerlerindeki iş güvenliği uzmanlarının serbest bırakılması ve bunların özgür iradeleriyle karar verebilmelerinin sağlanmasıdır; oysa bizim bu en son çıkardığımız yasada tamamen işverenin emrine verilmiş ya da işte, devlette çalışan hekimlerimize verilmiş, ne kadar zaman ayırıp bu konuyu inceleyebilecekler buna bakmak gerekiyor.

Tabii, özellikle “meslek hastalıkları” dediğimiz zaman, çok geniş bir alanı kapsadığı için bu konuda ciddi araştırmaların yapılması gerekiyor. Hangi ortamda çalıştığı, çalıştığı zamanki şartları, nasıl bir maddeye temas ediyor, bunların hangisine maruz kalıyor, bunların hepsinin tek tek çıkarılması lazım ama ülkemizde böyle bir çalışma hiç yapılmadı, yapılacak gibi de görünmüyor. Biliyorsunuz, üç tane meslek hastalıkları hastanemiz vardı. Hastaneler şu anda maalesef içler acısı bir durumda, çalışacak hekim bile bulamıyorlar. Dolayısıyla, bu tespitlerin nasıl olacağı bilinmiyor.

Ben özellikle iş yasası görüşüldüğü zaman meslek hastalıklarıyla ilgili kanun teklifi vermiştim. Bu kanun teklifinde, ben, orada meslek hastalıklarına ayrı bir yer ayrılması gerektiğini söyledim ama bu konu ciddiye alınmadı. Özellikle ülkemizin her tarafında, bütün şehirlerinde hastanelerde bir poliklinik açılması ve bu konuda çok ciddi çalışmaların yapılması gerekiyor ki bu iş gerçek ve ciddi bir şekilde araştırılabilsin.

Bir de biliyorsunuz, taşeron işçilik, kaçak işçilik ülkemizde almış başını gidiyor. İşsizliğin bu kadar çok olduğu bir zamanda da herkes ne iş bulsa o işi yaparım zihniyetiyle hareket ettiği için, hiç kimse de kalkıp şikâyette bulunmuyor. Tabii, en kötü tarafı da meslek hastalığı sayılması için illa ki sigortalı olması gerekiyor. Sigortalı olmadığına göre, kaçak çalıştığına göre yüzlerce insan burada maalesef tespit edilemiyor.

Yalnızca, biliyorsunuz, Bingöl’ün Karlıova ilçesinde 160’a yakın silikozis hastası var. Yalnızca Taşlıçay köyünde 60’dan fazla hasta var ve en son ocak ya da şubat ayında oradan 8’inci cenazemiz de çıkmıştı. Dolayısıyla, bunlara ne kadar sahip çıktığımız… Geri kalan insanların da çöp, kâğıt toplama işinde çalıştığını ve hiçbir sosyal yardım alamadıklarını, bir kısmının ancak 500 TL civarında bir maaş aldığını bilmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, tabii, “meslek hastalıkları” dediğimiz zaman bir tek silikozisi, pnömokonyozu düşünmememiz lazım. Devlet memurları da meslek hastalığına yakalanmaktalar; büroda çalışan işçiler de, askeriye de çalışan askerler de meslek hastalığına çeşitli yönlerle yakalanmaktalar.

Bir de bir diğer konu var ki bu da meslek hastalığı tanımına girmeyen ve hiçbir zaman da girmeyecek olan, bir mesleği olduğu hâlde işi olmayan işsizler. Bunlar da ne yapıyorlar? İş sahibi olmadıkları için psikolojileri bozuluyor. Dolayısıyla, psikolojileri bozulduğu için de intihara gidiyorlar. İşte, en son, biliyorsunuz, öğretmenler eylem başlattılar; 350 bin öğretmenimiz atama için beklerken bunların içinde 36 tanesi intihar etti. Bunlar niye intihar etti? Meslekleri olduğu hâlde işi olmadığı için psikolojik olarak bozuldukları için, bunalıma girdikleri için intihar ettiler. Dolayısıyla, bunları da ciddi bir şekilde düşünmek lazım. Ayrıca işi olmadığı için yüzlerce gencimiz aynı şekilde bunalıma girmekte, aileler dağılmakta, aileler parçalanmakta; işte, televizyonlarda her gün bir cinayet haberi izliyoruz. Bunun da yine aynı şekilde -tabii, ciddi bir şekilde düşünürsek işin esprisini yapmıyoruz- meslek hastalıklarına girmesi lazım, öyle düşünülmesi gerekiyor.

Tabii, ben burada fırsatı bulmuşken bu gençlerin birinden bahsetmek istiyorum. Bundan yaklaşık iki ay önce Erzincan’da bir köyümüzdeki bir  gencimiz, oradaki bir barajımızda -Gönye Barajı dediğimiz barajda- kendini suya atarak intihar etti. Çocuk 19 yaşındaydı. Güvenlik sertifikası almıştı bu çocuk ve güvenlik sertifikası aldıktan sonra güvenlik işinde çalışmak istiyordu. Tabii, bize de söyledi “Muharrem Ağabey, bana iş bul, güvenlik sertifikası aldım, güvenlikçi olarak çalışmak istiyorum.” Ama tabii, bizim burada başvurduğumuz bütün kapılar yüzümüze kapandı, hiçbir yerde de iş bulamadılar. Çocuk en sonunda bunalıma girerek intihar etti. Tabii, annesini ziyaret ettiğimizde, evine gittiğimiz de annesi bana orada “Muharrem Ağabey bir iş bulamadın çocuğuma.” dediği zaman yüreğimiz parçalandı. Tabii, orada biz sorumluyduk çünkü bir iş bulamadık ama asıl bence orada sorumlu olan bütün başvurduğumuz kapıların yüzüne kapandığı, benim de yüzüme kapanan, iş verilmemesinden dolayı olan sorunlardı.

Burada, meslek hastalıklarıyla ilgili araştırma önergesi getiren MHP’li arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Çünkü meslek hastalıkları gerçekten çok önemli bir konu ve ülkemizde maalesef bunun tespit edilmesinde çok gerilerde kalıyoruz. Bunu tespit etmek için önce yasaya bir madde eklemek lazım, o madde de hekimlerin bağımsız bir şekilde çalışacağı ve bu hekimler tespit edilirken hiç kimseden etkilenmeden hareket etmelerinin sağlanması. Bunu yapmamız için de tabii, önce, işverenlerden korkmamamız lazım, işverenlere gerekli olan cevabı vermemiz lazım. “Biz sosyal devletiz.” diyeceğiz, “İşçilerimizin sağlığını çok düşünüyoruz.” diyeceğiz, “Vatandaşlarımız için burada mücadele ediyoruz” diyeceğiz ama iş öyle geldiği zaman da maalesef, işverenin dediğini yapacağız. İşte, Kurulda görüşülmeden önce komisyonda görüştüğümüz zaman işverenlerin nasıl davrandığını, neler yaptığını gördük. Oradaki sayıların, 10 işçiden aşağı olan sayıların olsun, 50’den aşağı olan işçilerin sayıları olsun, nasıl müdahale edip onları nasıl tespit edeceğimiz görüldü zaten, hiçbiri de ciddiye alınmadı.

Tabii, burada en önemli şey Sayın Sağlık Bakanımıza düşüyor. Yapması gereken, yasayı geri getirmediklerine göre, onu öyle çıkaracaklarına göre, her hastaneye talimat versin, sağlık dönüşümünün içine bir tane de meslek hastalıkları yönünde poliklinik açmak için çalışmalara başlasınlar. Belki öylelikle biraz azaltmış oluruz.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.

Aleyhte, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Tuncel.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP Grubunun verdiği araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, iş kazaları -artık buna “kaza” diyemeyiz, aslında iş cinayetleri- Türkiye'nin neredeyse kaderi hâline geldi. Gün geçmiyor ki bir yerde, bir tersanede ya da bir iş yerinde ya da HES barajında ölüm haberleri gelmesin. Bunu sadece iş kazalarıyla ya da firmaların yaklaşımıyla ifade etmek mümkün değil. Aslında bu, Türkiye’de özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının uyguladığı neoliberal politikaların çöktüğü anlamına geliyor. Bugün, bu işçilerin ölümüne neden olan, katliamına neden olan şey, aslında bu sistemin kendisidir çünkü bu sistem, daha çok işçinin iş sağlığını, iş güvenliğini, sosyal güvenlik hakkını korumak değil, aksine “Nasıl bu işçiler üzerinden daha çok kâr elde edebilirim, onları daha çok nasıl çalıştırabilirim?” üzerinden yapılan bir yaklaşım. Yani sistem çökmüş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, başka ülkelerde olsa, şimdiye kadar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının 10 defa istifa etmiş olması gerekir. Yani hangi örneği anlatalım? En son Samsun örneği yine burada verildi, 5 işçi öldü. Adana’da 10 işçi baraj altında kaldı, öldü. Esenyurt’ta işçiler diri diri yandı ama bu ülkede, AKP Hükûmeti hâlâ bu konuda hiçbir iş yapmadı. Her kürsüye çıkıldığında iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda çok iyi şeyler yapıldığı, bu konuda hiçbir sorunun, hiçbir problemin olmadığı; bazı sorunlar olduğu ama bu konuyu da zaten AKP’nin çözeceği yönünde bir yaklaşım var. Bu, ciddi anlamda bir problem. Oysa bu gerçeği görmeden, aslında, AKP Hükûmeti her gün yaşanan işçi katliamlarına, işçi cinayetlerine ortak oluyor. Bunun adı “cinayet”tir, bunu böyle koyalım, bu kaza maza değil.

Bakın, Tuzla tersaneleri geçen dönem de burada gündemdeydi. Tuzla tersaneleri konusunda bir araştırma önergesi verildi, araştırma yapıldı ama sonuç değişmedi. Hâlâ Tuzla tersanelerinde iş kazaları olmaya devam ediyor, insanlar yaşamlarını yitirmeye devam ediyor. Ekim 2012 tarihi itibariyle Tuzla tersanelerinde ölüm sayısı 152 oldu.

Yine, bu konuda, özellikle meslek hastalıkları, iş kazaları konusunda, ciddi anlamda bir sistem değişimine ihtiyaç var. Yani kâr üzerinden değil, bu kârı elde ederken “Bu kâra neden olan işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlüklerini nasıl güvence altına alabiliriz, nasıl garanti altına alabiliriz, insanlar daha iyi koşullarda nasıl çalışabilir?” üzerinden bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Bunlar konusunda hiçbir düzenleme yok. Sözde, burada, bazı düzenlemeler yapıldı işçiler hakkında. Yapılan bütün düzenlemeler aslında işçilerin aleyhine, emekçilerin aleyhine. Sözde sendikal örgütlenme konusunda düzenlemeler yapılıyor ama grev hakkı elinden alınıyor. Dolayısıyla, bugün işçiler aslında itiraz bile edemiyor, itiraz hakkı elinden alınmış durumda. Örgütlendiğinde, ancak AKP Hükûmetini övdüğünde, onun politikalarının ne kadar iyi olduğunu söylediğinde ancak örgütlü mücadele içerisinde yer alabiliyorlar. Biz, bunu çok net olarak görüyoruz sendika mücadelesinde. Yani sendikalılar, aslında bir muhalefet olmaktan, AKP Hükûmetini ya da devletin bu konudaki politikalarını eleştirmekten çok uzak bir noktadalar. Ancak, onu övecekler, hiçbir sorun yokmuş gibi bir yaklaşım… Sonra da yaşanan kazalarda “Bu bir kazaydı.” üzerinden bir yaklaşımla ne yazık ki götürmeye çalışıyorlar. Ama buradan bir kez daha uyarmak istiyoruz biz Barış ve Demokrasi Partisi blok vekilleri olarak: Böyle devam etmeyecek bu. İşçiler de emekçiler de örgütleniyor, buna “Hayır.” diyor. Bulunduğu her yerde, kendi bulundukları işte işten çıkarılmaya, esnek çalışmaya, sosyal güvencesiz çalışmaya “Hayır.” diyorlar, bunun için örgütleniyorlar.

Bakın, bu ülkenin başına bela olan bir taşeronlaşma var. AKP Hükûmeti bu taşeronlaşmayı teşvik ediyor. Bu ölümlerin çoğunu araştırın, taşeron firmalar sayesinde olmuş. Taşeron firmaları çünkü denetlemiyorlar. Asıl iş yüklenici işini taşeron firmaya atıyor, taşeron firma da zaten bunun sorumluluğunu üstlenmiyor, onun üzerinde denetleme mekanizması yok. Nasıl olacak da biz bu iş kazalarını önleyeceğiz? Bunun üzerinden zaten sorumluluk ifade edilmiyor.

Bu Hükûmetin yaklaşımı, işçilerin nasıl güzel öldüğüne yönelik yaklaşımlar oluyor ama bunu nasıl engelleriz, nasıl bu insanlar güzel yaşar, gerçekten çalıştıkları yerde sağlıklı yaşar, iş kazasına maruz kalmadan, akşam evine nasıl gideceğini düşünmeden yaşar konusunda herhangi bir çalışmaları yok.

Değerli milletvekilleri, önemli bir konu da meslek hastalıkları gerçekten. Bu meslek hastalıklarının tespit edilmesi, bunun yasal güvenceye alınması önemli. Anayasa’da da, yasada da bazı tespitler var aslında işçilerin yaşam hakkını güvenceye alma noktasında ama uygulamalara baktığınızda çok ciddi sorunlar var.

Meslek hastalıkları konusunda en ciddi konu, aslında “kot taşlama” diye ifade edilen, geçen dönemde de bu Meclisin gündemine gelen… Ama düzenlemeleri, ne yazık ki yine meslek hastalıklarının tanımı konusunda zorluklar çıkaran bir düzenlemeyle geçti. Yani kot kumlama işinde çalışan işçilerin, öncelikle kendisinin bu hastalığı taşıdığını, o iş yerinde çalıştığını kanıtlaması gerekiyor. Oysa birçoğu esnek çalışıyor, sigortasız çalışıyor. Birçoğunun zaten, örneğin, bu kot taşlama konusunda daha çok bölgeden olmasının, Kürt illerinden olmasının bir şeyi de 90’lı yıllarda insanlar, savaşın en yoğun yaşandığı, çatışmanın en yoğun yaşandığı yerlerden İstanbul’a gelmişler, gelip kot taşlama alanlarında çalışmışlar. Hepsi “İş buldum.” diye sevinip diğer akrabalarını çağırmış; hepsi şu anda meslek hastası, ölümü bekliyorlar neredeyse ama bu konuda bir düzenleme yok. Bu hastaların öncelikle kendilerinin hasta olduğunu kabul ettirmesi gerekiyor, oysa bu alanda çalışmışlar. Silikozis hastalığının meslek hastalığı olduğunun başka bir kanıta gerek bırakmadan değerlendirilmesi gerekiyor. Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu konuda kanun teklifi de verdik , geçen dönem de vermiştik, şimdi de verdik. Bunun güncellenmesini ve bu Parlamentonun en azından bu ayıptan kurtulması gerektiğini düşünüyoruz. İnsanlar ölürken kendi çocuklarına, en azından eşlerine daha güvenli, sağlıklı bir yaşam bırakabilir ama bu konuda ne yazık ki çok ciddi çalışma yok. Türkiye'de kot taşlama işinde çalışan yaklaşık 10 bin kişi olduğu ifade ediliyor. Şimdi, mesela, Hükûmete sorsanız bu konuda artık kot taşlama işinin modern cihazlarla yapıldığını, bu konuda sorunlar olmadığını söyleyecek ama peki, daha önce çalışanları ne yapacaksınız? 10 bin işçi bu alanda çalışıyor. Yani bunun 500’ünde silikozis hastalığı olduğu belirlenmiş, ki bir çoğu da daha yeni yeni tespit ediliyor. Bu işte çalışanlar iki üç ay gibi kısa bir süre içerisinde bu hastalığa yakalanıyorlar ama burada, bu insanların çalıştığı yerde bu meslek hastalığını tespit etmesi için birçok engel çıkarılıyor, bürokratik engel çıkarılıyor. Bu konuda bunun da araştırılması gerekiyor diye düşünüyorum.

Sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum: Gerçekten eğer Türkiye'de güçlü ekonominin devam etmesi isteniyorsa o çok övündüğümüz güçlü ekonominin nasıl sağlandığı konusuna bir bakarsak, bu işçilerin, bu emekçilerin hangi koşullarda çalıştığını bir görebilirsek onların koşullarını düzeltme konusunda çaba içerisinde olmak zorunda olduğumuzu görmek durumundayız. Her defasında kalkıp övünüyorsunuz, dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi… Peki, bu ekonomiyi sağlayan işçilerin, emekçilerin yaşam standardı, yaşam durumu, sağlığı, güvenceli çalışması sizin sorununuz değil mi; insanların tedavisi, daha insanca yaşam koşulları sizin sorumluluğunuz değil mi? Bunları bir kez daha düşünmeniz gerekiyor.

İkincisi, bu taşeronlaşma meselesi ciddi bir sorun. Bunun ortadan kaldırılması ya da en aza indirgenmesi meselesi konusunda bir çalışmanın acil yapılması gerekiyor. Taşeron firmaların araştırılması, belki bu konuda ciddi anlamda yaşanan sorunların ifade edilmesi gerekiyor.

Üçüncüsü, esnek çalışma meselesinin, güvencesiz çalışma yaklaşımının -ki AKP Hükûmeti bunu kanuni hâle getirdi biliyorsunuz, yasal hâle getirdi esnek çalışmayı, güvencesiz çalışmayı- bunların zararlarının araştırılması önemli bir nokta diye düşünüyoruz. Bütün bunları yapmadan Türkiye'de gerçek anlamda insan yaşamına dair iyi şeyler yaptığımızı düşünemeyiz. İşçilerimiz nasıl bir durumdaysa aslında biz de kendimizi bundan şey hissedemeyiz. Dolayısıyla, burada doğru bir iş yapmamak ölümlerden hepimizin sorumlu olduğu anlamına gelir, sadece o firmanın değil. O firmaların ölümlere neden olan işler yapmasının, bu konuda tedbir almamasının, işçilerin sağlığını, yaşamını güvence altına almamasının temel nedeni bu Parlamentodur. Bu Parlamentodan güç alıyor, buradaki yasalardan güç alıyor, buradaki denetim yoksunluğundan güç alıyor.

Dolayısıyla, sadece firmaya bu işi yüklemek istemiyorsak o zaman burada gereğinin yapılması gerekiyor, diyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tuncel.

OKTAY VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı…

Elektronik cihazla oylama yapacağım.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır.

Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisi kabul edilmemiştir.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.

 

3.- CHP Grubunun, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve arkadaşlarının Sakarya bölgesinin elektrik dağıtımını yapan SEDAŞ'a ilişkin iddiaların araştırılarak mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla 13/11/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

Sayı: 414                                                                                27.11.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun, 27.11.2012 Salı günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                               Mehmet Akif Hamzaçebi

                                                                                      İstanbul

                                                                                Grup Başkan Vekili

Öneri:

Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve 21 Milletvekili tarafından, 13.11.2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Sakarya Bölgesinin elektrik dağıtımını yapan SEDAŞ'a ilişkin iddiaların araştırılarak, mağduriyetlerin giderilmesi" amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin (564 sıra nolu), Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 27.11.2012 Salı günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Lehte, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan.

Buyurunuz Sayın Kaplan. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve tutuklu tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

Bugün, sizlere günlük yaşantımızın vazgeçilmezi, yaşamımızı kolaylaştıran, uygarlık ve gelişmişlik göstergesi olan elektrik tüketiminde yapılan vurgunu vatandaşa çektirdiğiniz eziyet üzerinden bahsetmek istiyorum.

Hükûmetinizin sözde, elektriği daha ucuza halka sunmak ve devletin hantal yapısından kurtarmak adına kamusal bir sorumluluk ve hizmet alanı olan elektriği özelleştirdiğini biliyoruz. Bu anlayışınıza göre bir daha trafolar yanmayacak, elektrik kesintileri olmayacak, elektrik hatları yenilenecek, kayıp kaçak oranları azalacak, böylelikle elektrik ucuzlamış olacak, halkın cebinden daha az para çıkmış olacak. Soruyorum size değerli milletvekilleri: Böyle mi oldu?

Özelleştirme politikalarınızın önemli bir sorunu da, elektrik dağıtımını üstlenen şirketlerin vatandaşa çektirdiği eziyeti Hükûmetinizin seyretmesidir.

Yaşadığım kent Kocaeli’de ve ilçesi Çayırova’daki TOKİ konutlarında yaşanan vurgunu, belirsizliği ve sorumsuzluğu sizinle paylaşmak istiyorum. Bölgemizde elektrik dağıtımını üstlenen SEDAŞ AŞ 2009 tarihinde özelleşti. Özelleştiğinden itibaren, yapmak istediği sadece ve sadece para toplamak ve bu anlayışla devam etmek, hizmet anlayışından yoksun. Hatta bugünkü bir ulusal gazetede çıkan bir yazıyı da size göstermek istiyorum. “Kocaeli’nin Körfez ilçesindeki bir caminin elektriğini, 2009 özelleştirmesinden önce olan elektrik borcu nedeniyle SEDAŞ yetkilileri kesmiştir.” SEDAŞ’ın sadece Kocaeli’de değil, Bolu’da, Sakarya’da, Düzce’de, dağıtım yaptığı her yerde bu sıkıntıları, şikâyetleri herkese ve basına yansımıştır. Abartmıyorum, Kocaeli bölgesinde her gün elektrik kesiliyor; saati belli değil, süresi belli değil. Hava hafif rüzgârlı, yağmurlu, elektrik kesiliyor; güneşli, açık, elektrik kesiliyor; cumartesi, pazar, bayram demeden her gün elektrik kesiliyor. Vatandaş bıktı. Her gün medyaya bu konu yansıyor. Vatandaş kime şikâyet edecek? SEDAŞ’ın 186 no.lu şikâyet hattı arandığında yüzde 95 yanıt veren kimse yok. Yanıt verdiklerinde de cevap tek: “Arıza giderilmeye çalışılıyor.” Bununla ilgili, arızanın süresinin ne zaman biteceği, ne zaman geleceğiyle ilgili yine muhatap olunacak kimse yok. Bunları anlattığım zaman siz sanıyorsunuz ki muhalefet milletvekilinin sadece söylediklerinden ibarettir.

Değerli milletvekilleri, Kocaeli’de SEDAŞ’la ilgili, sizin de milletvekillerinizin bulunduğu, yerel yöneticilerin bulunduğu bir toplantıda sizin Belediye Başkanınız Sayın Nevzat Doğan’ın söylediklerini sizinle paylaşmak istiyorum. Sayın Doğan diyor ki: “Bu kentte bu kurumla ilgili yakınma ve memnuniyetsizlik artık had safhaya geldi. Ben cevap veremez durumdayım. Vatandaş bize soruyor: ‘Sokak lambaları niye yanmıyor?’ Yanıt veremiyorum. Yol ortasında kalan direğin fotoğrafını çekiyoruz, değiştirilmesini istiyoruz, gönderiyoruz, üç ay sonra yanıt geliyor: ‘Yaptırım planlarımızın içerisinde yok.’ Açıktan kablolar geçiyor. Çocuklar parmağını elektriğe sokuyor, çarpılıyor, umursayan kimse yok. ‘SEDAŞ eskiden devletteyken böyle değildi, hizmet anlayışıyla işlem görüyordu, şimdi kâr mantığıyla görüyor.’ diyor.”

Değerli milletvekilleri, sormak istiyorum: Nasıl bir sözleşme yaptınız? Bu bölgedeki SEDAŞ yetkilileri, idari amirlere, belediye başkanlıklarına, vatandaşa rağmen dilediğini sorumsuzca, hiçbir kimseye danışmadan, kimseyi takmadan bu yapma cesaretlerini nereden alıyorlar? Acaba bilmediğimiz farklı bir anlaşma mı var?

Değerli milletvekilleri, Kocaeli sanayi kenti, enerjinin en çok gereksinim duyulduğu bir kent. Sanayide elektriğin kesilmesi demek üretimin düşmesi demek, soğuyan makinelerin yeniden ısınması için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulması demek, zaman kaybı demek. Sağlık açısından; bu bölgede diyaliz makinelerine bağlı yüzlerce kalp ve böbrek hastası vatandaşın yaşamının tehlikede olması nedeniyle bize başvurulmuş, dilekçeleri var. Gece sokak lambalarının yanmaması nedeniyle vardiyaya giden işçilerin yaşamlarının tehlike altında olduğunun şikâyetleri var.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bölgemizde -dikkatlice dinlemenizi istiyorum- Çayırova’da TOKİ konutları var. 2007 yılında insanların yaşamaya, oturmaya başladığı, dar gelirli insanların bulunduğu TOKİ konutları 1.736 tanedir. 2012 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında, burada yaşayan vatandaşlarımızın elektrik faturaları 10 kat, 20 kat artarak geldi. Abartı yapmıyorum, eskiden 30, 40, 50 lira olan faturalar 1.900, 1.500, 2.000 gibi rakamlara kadar geldi. Vatandaş şikâyet ettiğinde, müracaat ettiğinde SEDAŞ yetkilileri bu faturaları anında düşürüyorlar. Örnek veriyorum: 1.373 lira olan fatura, gidip itiraz ettiğinizde 93 liraya düşüyor. 1.264 lira olan faturayı itiraz ettiğinizde 178 liraya… Sayılarını, örneklerini artırmam mümkün ama dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var: SEDAŞ yetkililerine vatandaşlarımız müracaat ettiğinde “Bunu neden yaptınız, nereden kaynaklandı?” diye sorduğunda “Efendim, saatleriniz arızalıydı.” diyorlar. 2007’den beri oturan insanların saatlerinin arızalı olduğunu özelleştirmeden sonra mı SEDAŞ fark etti? SEDAŞ’la -ben de bölgeye gittim- SEDAŞ yetkilileriyle, TOKİ yetkilileriyle ve vatandaşla bire bir görüştüm. SEDAŞ’a sorduğum soruda, buradaki elektrik sayaçlarını 2011 yılının Ekim ve Kasım aylarında değiştirdiğini söylüyorlar. Üstelik bu elektrik sayaçları, o dönemin TEDAŞ ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının kontrolünden geçerek onay almış dijital saat olmalarına rağmen. Size gökten mi indi bu, nereden anladınız saatlerin bozuk olduğunu? Üstelik varsayıyorum ki saatlerin bozuk olduğunu, 1.736 tane konutun içerisinde neden 670 tanesinin saatinin bozuk olduğuna karar verdiniz? Bu bozukluğa karar verirken 1.730’unu, tümünü kontrolden geçirseniz, “bunlar sağlam”, “bunlar arızalı” deseniz kabul edeceğim. Kim söyledi size bunu, nereden esinleniyorsunuz? Kendi keyfinizden. Demin de söyledim ya, kimse nasıl olsa SEDAŞ’ı denetleme yetkisine, hakkına sahip değil.

Size soruyorum şimdi: Nasıl bir özelleştirme yaptınız SEDAŞ’la, merak ediyorum? Saatleri istediği zaman gelip okuyorlar, okuma bedellerini faturaya yansıtıyorlar; istediği zaman arızalı diye, kimseye danışmadan, vatandaşa sormadan gelip saati değiştiriyorlar. Kontrollerini kendileri yapıyorlar, saatlerin kalibrasyonunu kendileri yapıyorlar. Bu nasıl sözleşme? Hani devletin denetimi? Hani kamusal bir görevdi bu? Vatandaşın sorunlarına böyle mi sahip çıkılıyor? Böyle mi özelleştiriliyor?

Değerli milletvekilleri, size söylemek istediğim bir başka nokta daha var. Bu konuda Hükûmetinize güvenmek istiyorum, Hükûmetinizin aldığı tedbirlerle -özelleştirme de olsa- elektriğin ucuzlayabileceği noktasıyla, hizmetlerin iyi olabileceği kanısıyla güvenmek istiyorum ama gelin görün ki bu güvenim size tam değil. Şöyle ki: Özelleştirdiğiniz elektrik dağıtım şirketlerine kıyak geçmeye, avantaj teşkil etmeye, korumaya devam ediyorsunuz. Örnek vereyim: Türkiye’de, daha geçenlerde, tüm dağıtım şirketlerinin işlerini üstlenmiş şirketlerin veya üstlenecek şirketlerin kilovatsaat başına kâr dağıtım payını yüzde 50 artırdınız. Yetmedi, EPDK’nın yapılan bir yeniden düzenlemeyle bütün bölgelerdeki kayıp kaçak oranlarını artırdınız. Sadece bu iki kalemden toplam maliyet 1,5 milyar Türk lirası. Faturalara yansıyacak bu 1,5 milyar Türk lirası kimin cebinden çıkıyor? Vatandaşın cebinden çıkıyor.

Şimdi, nasıl bir anlayış? “Özelleştirelim, elektriği ucuza getirelim.” diyen sizsiniz ama elektrik pahalılaşmaya devam ediyor. Vatandaşıma üzücü bir haber vermeye devam edeyim: Önümüzdeki aylarda yüzde 20-25 elektrik pahalılaşacak, hep beraber yaşayacağız. Şirketler daha da zenginleşti, halk faturayı ödemekle kalıyor.

Enerji politikanız var. Yüzde 80 elektriğinin dışarıya bağımlı olduğu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı

MEHMET HİLAL KAPLAN (Devamla) – …ve enerji açığının olduğu bir ülkeden bahsediyoruz ama aynı dönemde, sorumsuzca, enerjinin ve elektriğin dağıtımının özel şirketlere pervasızca peşkeş çekilmesine seyirci kalıyorsunuz. Ben, bunu, düzeltilmesi noktasında, verdiğimiz önerge doğrultusunda desteklerinize sunuyorum.

Saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.

Aleyhte, Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün

Buyurunuz Sayın Aygün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, verilen önergeyi ben de okudum. Benim mesleğim de elektrik mühendisliği. Tabii, sorunlar her zaman vardır, insanın olduğu yerde sorun olur ama Mehmet Hilal kardeşim bu önergeyi vermeden önce bizimle temas kursaydı, sanıyorum bu söylediklerinin yüzde 25’ini söylemezdi.

Değerli arkadaşlar, ben şunu söyleyeyim: SEDAŞ’ın özelleştirilmesinden önce hani bu sorunlar hiç yoktu, SEDAŞ özelleştirildikten sonra sorunların var olduğunu ima eden, böyle, abartılı bir söz söyleniyor. Ben şunu söyleyeyim: Elektrik kayıp kaçak oranını biraz önce izah ettiler. Devletin işletmesindeyken kayıp kaçak oranı Türkiye genelinde yüzde 24’tü ama bu, bütün her taraf özelleştirilmediği hâlde kayıp kaçak oranı yüzde 14’e düşmüştür. Kocaeli’de ise bu oran yüzde 8,5’tu özelleştirmeden önce, kayıp kaçak oranı şu anda yüzde 6’lara düşmüştür ki bunun yüzde 5’i de zaten teknik kayıptır dolayısıyla Kocaeli’deki kayıp yüzde 1 civarındadır. Dolayısıyla, kayıptan dolayı dert yandığımız, “Neden ben kaçak elektriği ödedim?” şeklinde dert yandığımız şeyi çözüyorsak herhâlde bunun bir faydası olsa gerek.

Ayrıca, devletin işletmeci olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz, yaşayan süreç içerisinde bunu gördük. Dolayısıyla, bizim burada özelleştirmeden kastımız, mülkiyetini özelleştirmedik, işletmesini otuz üç yıllığına işletmeciye kiraya verdik. Özel sektörün çalışma hayatında ne kadar başarılı olduğunu biliyoruz. Ama, burada devlet olarak bizim düzenleyici ve denetleyici olmamız lazım ve biz de bunu yaptık.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Denetleyin Sayın Aygün, denetleyin…

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Düzenleme olarak EPDK’nın yaptığı düzenleme doğru bir düzenlemedir ama denetleme olarak da -bugün, işte  tatilden önce torba yasada çıkardığımız ve bunun da Enerji Bakanlığımızın şu anda düzenlemesini yaptığı-  denetleme konusunda da çok sıkı adımlar atıyoruz.

Tabii, her değişim, dönüşüm mutlaka sancılı olacaktır. Bu sancının ortadan kalkması için de bizlerin, hepimizin devreye girmesi lazım. Biz de bu itibarla Kocaeli’de şöyle bir çalışma yapıyoruz -tabii biz de boş durmuyoruz- ve bu çalışmamızın içeriğinde şu var: Bakın, sorunu yaşayanla sorunu çözeni karşı karşıya getiriyoruz. Nedir bu çalışma? Vali yardımcımızı, kaymakamımızı, belediye başkanımızı, bütün  muhtarlarımızı bir araya getirip, toplantı yapıp sorunları bir bir tespit ediyoruz. Bu sorunları en iyi, bire bir yaşayan mahallede muhtarlarımız. Bu muhtarlarımız o toplantıda sorunları nokta olarak  belirtiyorlar ve sorunu çözecek olan arkadaşlar da bunları teker teker not alıp ertesi gün muhtarlarla beraber o sorunları yerinde tespit ediyorlar ve yaptıkları çalışmaları bize rapor olarak da bildiriyorlar. Dolayısıyla, bu tür çalışmanın bize verdiği kazanç da şu oluyor: İnanın, Kocaeli’de, İzmit bölgesinde, İzmit’te yaptığımız bu toplantıda… 12 ilçemiz var, 12’sinde de yaptık, en sonuncusunu da bu cumartesi günü saat birde Derince’de yapacağız, sizi davet ediyorum Mehmet Bey oraya Haydar Bey’le beraber, orada nasıl bir çalışma yaptığımızı görelim. Dolayısıyla, buradaki sorunları yaşayanla çözen arasındaki…

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Aygün, sizin daha önceki çalışmada bulunduğunuz yazılar da var burada.

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Bakın, sorunları çözenle yaşayanlar arasında bir iletişim kurarsanız bu  işi çözersiniz ama uzaktan laf atarak, efendim basınla konuşarak, insanlara hakaret ederek bu işi çözemezsiniz. Bu ülkede üretim yapan, çözüm üreten insanlar bizim insanlarımız. Bu özelmiş, devletinmiş; bu şekilde yorumlarsak yanlış bir yolda olduğumuzu görmemiz lazım.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Aygün, kime hakaret ettiğimi hatırlar mısınız?

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Hayır, sizin hakaret ettiğiniz anlamında değil ama genelde bugüne kadar siyaset bu tarzda yapıldı. Size asla öyle bir şeyi yakıştıramam çünkü sizin karakter yapınızı biliyorum.

HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Bir genelleme yapıyor.

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Evet.

Değerli arkadaşlar, yapılan bu çalışmalarda muhtarlarımızın memnuniyetini size şöyle söyleyeyim: İzmit’te yaptığımız bu çalışmada muhtarlardan bir tanesi “Bundan önce de aynı şekilde kaymakamın ve bütün seçilmişlerin huzurunda bu çalışmaları yaptık ama bir sonuç alamadık ama buradan şunu görüyorum, bu çalışmaların bir sonuç vereceğini görüyorum.” dedi ve memnuniyetle kalktı oradan ve bu memnuniyeti de… Benim sizden ricam, bu muhtarlarla bir temas kurarsanız bunu öğrenirsiniz.

Tabii ki sorunları çözmek öyle kolay değil. Çünkü neden? Kocaeli yılda 40 bin-50 bin kişinin göç ettiği bir il. Depremden önce insanlar şehir merkezlerinde yaşıyordu ama şimdi artık köylere doğru yayılmaya başladı. Köylerdeki kurulan tesisler de oradaki 10-15 haneye göre kurulmuş trafolar ve hatlardı ama şimdi 10-15 hanelik kurulan trafo ve hatların olduğu yerlerde bugün en az 100-150 hane var. Dolayısıyla, bu değişim, dönüşümü de yapıyoruz. Bunlarla ilgili de ne yaptığımızı söyleyeyim: 2011 yılında Sayın Bakanımızın başkanlığında Kocaeli Kartepe’de TEİAŞ, TEDAŞ ve bütün sivil toplum örgütleri, OSB’lerin başkanlığında bu sorunları tespit ettik ve makro değerde yatırımlarımızı tespit ettik. Bunların içerisinde Gölcük’te yapılan 100 MVA’lık yatırım, efendim, Karamürsel’de yapılacak yatırımların ve çift devre bağlantılarının yapılması. Bunun dışında Kocaeli’de, İzmit merkezinde 100 MVA’lık trafo yatırımı, Gebze’de, OSB’de yapılan 100 MVA’lık, Diliskelesi’nde yapılan 100 MVA’lık yatırımlar. Tabii, bunlar o toplantı neticesinde çıkan ve bir yıl içerisinde yapılan yatırımlar. Bunun dışında bizim yaptığımız da, yerelde, daha dar çerçevede, ilçe düzeyinde bu çalışmaların takibi ve vatandaşın sıkıntılarını birebir alıp çözme noktasında çalışmalardır. Ben bu konuda Kocaeli milletvekillerimi davet ediyorum cumartesi günü Derince’ye. Nasıl bir çalışma yaptığımızı göreceğiz.

Değerli arkadaşlar, tabii, süremiz pek uzun değil, daha uzun anlatma imkânımız var. Bizim bu konuda Kocaeli’deki çalışmalarımızın içerisinde, sorunları olarak aktarılan Şekerpınar TOKİ konutlarını da ilgili arkadaşımız anlattı. Evet, bu konuda 636 tane, TOKİ tarafından yapılan aboneli sayaçların hatalı ölçüm yaptığı SEDAŞ tarafından tespit edilmiş. Hata olan sayaçlar bedel alınmaksızın yenileriyle değiştirilmiş…

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – 1.736’nın tümünü niye kontrol etmediniz?

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – …hatalı olan sayaçlar Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının yetkilendirdiği personel ve sayaç ayar laboratuvarında muayeneye tabi tutulmuş, yapılan muayene sonucunda bu sayaçların hatalı, değişik oranlarda eksik tahakkuk yaptığı tespit edildiğinden bu sayaçlara malik olan abonelere yeni sayaç takılarak, tüketimleri de dikkate alınarak EPDK Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’ne göre geriye dönük ek tahakkuk yaptırılmıştır. Yalnız bu ek tahakkuk o beş yıl süreyi bir yılla sınırlandırmış çünkü bu, Kanun gereği budur. Yani bir yıl, bakın, burada “Geriye dönük on iki aydan fazla tahakkuk ettiremezsiniz.” diyor ve bunu da taksitlere bağlayarak yapıyor. Onun için, bu hatalı sayaçların 2011’de değiştirildiği söylemi doğrudur ancak bu…

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Aygün, saatlerin arızalı olduğunu kim, nereden anladı birden gitme, değiştirme ihtiyacı hissettiler? 

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Bakın, vatandaşın şikâyeti üzerine yapıldı.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Vatandaşın bir tane dilekçesini göstersin. Ben, soru sordum.

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Mehmet Bey, burada şunu yapalım yani karşılıklı konuşmayalım ancak şunu söyleyelim: Burada mutlaka bir sorun vardır ama o sorunun üzerine gitme tekniği önemlidir. Biz, bu sorunun üzerine gittik ve vatandaşın beş yıllık kullandığı enerjinin bir yıllık geriye dönük olarak ödemesini taksitli olarak sağladık ve bu anlamda sayaçları şu anda sağlam olarak çalışmaktadır ve bunu da bilgilerinize sunmuş olalım.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu yatırımlar Kocaeli’de yapılıyor. Bakın, 45 milyon liralık şu anda Kocaeli’de yatırım yapıldı ve bunların içersinde Gebze, Kocaeli, Kocaeli’nin şebeke yatırımları… Kocaeli merkezinde ilave olarak 8 MVA’lık trafo yapılmıştır ve bu yürüyüş yolunda -oraları iyi bilirsiniz- en az 4 tane trafo yer altına yerleştirilerek oradaki yüzde 80, yüzde 90 kapasiteyle çalışan trafolar, her an sigorta atan trafolar şu anda güçleri yükseltilerek bu sıkıntıdan kurtarılmaktadır. Ayrıca bütün şebeke orta gerilim olarak SCADA sistemiyle merkezî olarak kontrol edilmektedir. Yani, siz Alo 186’yı artık bundan sonra aramayacaksınız, aramanıza da gerek kalmayacak çünkü herhangi bir yerde trafo devre açmışsa bunu oradaki personel merkezî olarak görecektir ve anında müdahalesini yapacaktır veya ekibi devreye sokacaktır.

Bu lambalar konusuna gelince… Bakın, lambalar konusunda, evet bir ara sıkıntı yaşadık ama bu sıkıntıyı inanın ki çok kısa sürede aştık. Şöyle ki: Çok verimsiz ve kullanımsız yerlerde armatürlerin var olduğu görüldü ve şu anda düzenleme yapılarak, armatür ekipleri de kurularak burada düzenli bir şekilde bu armatürler de yapılmaktadır.

Ben, bu konuda Kocaeli milletvekillerimizin muhtarlarla temas kurmasını hassaten rica ediyorum, cumartesi günü de bekliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKİ AYGÜN (Devamla) – Buradan da tüm Kocaeli insanını selamlıyorum.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aygün.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Kaplan.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkanım, konuşmacı konuşmasının bir yerinde “Gelip buradan hakaret etmesi kolay.” cümlesi kullandı. Düzeltmek istiyorum, yanlış bu.

BAŞKAN – Ama sonra da sözünü size yönelik olmadığını söyleyerek düzeltti.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Burada bu konuyu açıklayan başka kimse var mı?

BAŞKAN – Efendim?

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Burada başka, bu konuyu konuşan ve “Hakaret eden” diyen kimse var mı?

BAŞKAN – “Size yönelik olarak söylemedim, genel olarak söyledim.” diye düzeltti ama siz de bu hakareti yapmamıştınız zaten. Ama buyurunuz, kısa bir söz size vereyim. 

Buyurunuz Sayın Kaplan.

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan’ın, Kocaeli Milletvekili Zeki Aygün’ün şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, Sevgili Kocaeli Milletvekilimin açıklamalarının üzerine söz aldım tekrar. Benim üslubumda, siyasi yaşamımda kimseye, herhangi bir kuruma ve şahsa hakaret yoktur, böyle olmadığını sizler de biliyorsunuz. Ancak, buraya gelmişken Sayın Aygün’ün verdiği bilgiyle ilgili olarak, kendisinin biraz önce bahsettiğim toplantıda bulunduğu ve o toplantıda kendisinin söylediğinin basına yansıyanını da sizinle paylaşmak istiyorum.

Sayın Aygün diyor ki: “Ben Hazine Müsteşarlığının genelgesini doğru bulmuyorum. Bu genelgenin değişmesi için Ankara’da çalışmalara başladık, kanun değişikliği yapacağız. Cami avlusunun ve dekoratif aydınlamanın elektriğinin kesilmesi yanlıştır, sistemi düzelteceğiz. SEDAŞ alınan kararları uyguluyor sadece, çözüm adresi Ankara’dır. Burada bu kurumu çok yıpratmayın, Ankara’ya ileteceğim, Başbakanımıza rapor edeceğim.” Bu, kendisinin ifadesi.

Bir başka şeyi düzelteyim: SEDAŞ yetkililerinin, dört beş yıllık elektrik faturalarının yanlış saat okumadan dolayı kesildiğini, bu cezanın sadece son bir yıl içerisinde alındığını ifade etmeleri, bunların bir bağışı değil. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği’nin 20’nci maddesinde, son bir yılı kapsamak kaydıyla eğer abonenin herhangi bir suçu yoksa taksitlendirmek kaydıyla kişiyle görüşülmesinden bahsediliyor. Kimsenin böyle bir bağışı söz konusu değil, bu nedenle söz aldım.

Sayın Aygün, cumartesi günü sizinle beraber olacağım.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.

ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkanım…

 

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan ve arkadaşlarının Sakarya bölgesinin elektrik dağıtımını yapan SEDAŞ'a ilişkin iddiaların araştırılarak mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla 13/11/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun 27/11/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Lehte, Bursa Milletvekili Necati Özensoy.

Buyurunuz Sayın Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar)

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu SEDAŞ’taki elektrik sayaçlarıyla ilgili problemlerin araştırılmasıyla ilgili grup önerisi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, elektrik faturaları vatandaşın eline ulaşana kadar, elektriğin üretiminden başlayıp o sistematiğin birtakım sıkıntılarıyla birlikte, yine o sayaçlar vesaire, bütün bunları üst üste getirdiğimizde vatandaşı rahatsız eden, hatta basına yansıyan birçok problem var, mahkemelere başvurular var.

Dolayısıyla, bu tür konuları burada, en azından, vatandaşın problemlerini konuşmak, görüşmek fırsatı doğduğunda ilgili bakanların da burada olmasında aslında fayda var diye düşünüyorum ama Sayın Bakan herhâlde Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu gensoruyla ilgili çalışma yapıyor, onun için burada bulunamadı. Ama, bizim de burada müspet, bu konularla alakalı müspet birtakım şeyler söyleyebilme ihtimallerini göz önünde bulundurmalılar diye düşünüyorum.

Tabii, bu sayaçlar, sadece SEDAŞ’ın bulunduğu bölgede değil, Türkiye’nin birçok bölgesinde sayaçların zamansız sökülmesi veya ilgililere haber vermeden sökülüp takılması, sökülüp takılmasından dolayı vatandaşlara birtakım yüklerin binmesini hep biliyoruz, duyuyoruz. Ama vatandaşı rahatsız eden en büyük problemlerden bir tanesi de, biraz önce bahsedildi “kayıp kaçaklar.”

Şimdi, Sayın Aygün burada konuşmasını yaptı, ayrıldı zannediyorum. Şimdi, biraz önceki Cumhuriyet Halk Partili konuşmacı kayıp kaçakların faturaya yansımasından bahsederken aslında doğru bir şeyi ifade etti. Çünkü 2008’de TEDAŞ maliyet bazlı fiyatlandırmaya geçti ancak bölgesel bazlı maliyetlendirmeye, fiyatlandırmaya geçmedi.

Dolayısıyla, TEDAŞ, faturalara bu kayıp kaçakları bindirirken Türkiye genelindeki kayıp kaçakların ortalamasını, faturasını ödeyen herkese yüklüyor. İşte, TEDAŞ’ın bakın tablosu burada yani Türkiye’nin herhangi bir yerinde fatura ödeyen bir vatandaş yüzde 57,3’üne gelecek şekilde ancak elektrik parasını ödüyor. Onun üzerindeki bütün rakamlarda… Yani, 20 kuruşluk bir rakam 35,70 kuruşa çıkıyor. Yani elektrik parası 20 kuruş ama nihai olarak ödediği rakam 35,70 kuruş. Bunun içerisinde de yine baktığımızda, biraz önce “kayıp kaçakların düştüğünden” bahsetti Sayın konuşmacı ama ne hikmetse bundan üç yıl önce 14,5’lara kadar düşmüştü kayıp kaçaklar ama özelleştirilen şirketlerin de kayıp kaçakları dâhil olmak üzere bugün 18’lere çıktı. Bunun cevabını aslında, Enerji Bakanımız, Sayın Bakan, sayın Enerji Bakanlığının yetkililerinin vermesi lazım. Hem teknoloji gelişiyor hem dağıtım şirketleri özelleşiyor ama kayıp kaçak her ne hikmetse 14,5’dan 18’e çıkıyor. Bu rakam, yine faturasını ödeyen tüketicilerden alınmak üzere -burada ifade ettiğim gibi- faturalara ilave ediliyor. Yani Kocaeli’de kaçakların sadece teknik kayıp boyutuna indirilmesi oradaki insanların problemini çözmüyor veya Türkiye'nin başka bir yerinde teknik kayıplara kadar, yüzde 5’lere, 6’lara kadar kayıpların indirilmesi oradaki vatandaşın problemini çözmüyor. Dolayısıyla, Türkiye genelindeki kayıp kaçakların bu anlamda indirilmesi yahut aslında bence şu anda, hemen, acilen yapılması gereken, çok da mantıklı olan bir şey var; o da bölgesel bazlı fiyatlandırmaya geçmek. Sayın Bakana bütçede de sordum ve çözümünü de ifade etmeye çalıştım. Bölgesel bazlı fiyatlandırmaya geçildiğinde bölgeler arası fiyat farklılıkları oluşacağı endişesi var; doğru, ancak oradaki o kayıp kaçakları burada kaçak elektrik kullanmayanlara ödetmek yerine, devletin bence bunu sübvanse etmesinden yani vatandaşın hiç suçu olmadığı hâlde ödediği bu parayı devlet kontrol edemediği için, devlet bunu kontrol altına alamadığı için devletin üzerine almasından daha mantıklı bir şey yoktur diye düşünüyorum.

Tabii, bu sayaçlarla ilgili olunca, aslında, yine, enerji koridoruna baktığımızda, bu enerji koridorunun daha düzenli çalışması için baktığımızda, şimdi, oluşan akıllı sayaçlar, akıllı sistemler var. Vatandaş, bakın, bu konuda çok fazla bilgi sahibi de değil. Zaman zaman yine, akıllı sayaçlar alıp taktıran vatandaşlar, bunları ilgili kurumları bilgilendirmedikleri için, yine saatlik birtakım tüketimlere göre faturalarının geldiklerini zannediyorlar. Oysa, bunu ilgili kurumlara bildirmeleri gerekiyor.

Bir de tabii, Türkiye genelinde de bu akıllı sayaçlar takılıp yine bu saatlik elektrik fiyatlandırmasına eğer geçilirse Türkiye'nin elektrik projeksiyonuna da, üretimine de çok büyük faydaları olacağı kanaatindeyim. Çünkü, bakın, elektrik fiyatlarını yükselten nedenlerden bir tanesi de puant saatlerindeki elektrik tüketiminin yüksek olması, dolayısıyla Türkiye’nin puant gücünün de bu anlamda elektriği karşılamakta sıkıntı çektiğinden dolayı, özellikle PMUM’da fiyatların çok yukarılara çıkması ve aşağı yukarı da PMUM’daki elektrik alışverişlerinin de neredeyse yüzde 30’lara çıkmasından dolayı, bu, elektrik fiyatlarını da ciddi anlamda yukarıya çekmekte maliyetlerini. Eğer vatandaşa bu akıllı sayaçları taktırabilip ve hatta faturalarının da, bu anlamda puant saatleri dışında kullandıkları elektriklerinin de, daha hesaplı olabileceğini bir şekilde anlatabilirsek, dolayısıyla hem elektrik tüketimindeki maliyetleri bu anlamda aşağıya çekmiş oluruz hem de vatandaşa yansımasında da bir anlamda iyilik etmiş oluruz diye düşünüyorum.

Dolayısıyla, bakın, size PMUM’dan TEDAŞ’ın aldığı rakamlara örnek olsun diye, 2009-2010’daki rakamları şöyle kısaca verirsek: Yine EÜAŞ’tan 15 kuruşa aldığı bir dönemde PMUM’dan aldığı fiyatın 23 kuruşa ulaştığını yine TEDAŞ’ın denetim raporlarında görüyoruz. Dolayısıyla bütün bunlar harmanlandığında, TEDAŞ’ın fiyatları bu anlamda yukarıya çıkıyor.

Yine, burada, TEDAŞ’ın PMUM’la ilgili bu fiyatların yukarı çıkmasından kaynaklanan sıkıntıları, ciddi anlamda raporların içerisinde yer alıyor.

Yine, özelleşen firmalar, buralardan alınan artık fiyatların maliyetlerinin yüksek olduğundan dolayı özel sektördeki ikili anlaşmalarını iptal etmeye başladılar.

Şimdi, elektrikle ilgili zamlar konusunda da… Maalesef artık elektrik gerçekten vatandaşın elini çarpar hâle geldi. Her ne kadar Sayın Bakan… Bunu, rakamları da zannediyorum cuma günü daha net bir şekilde ortaya koyarız. Ama, yine, bu Hükûmetin herhâlde siyasi birtakım aldığı kararlarla 2007’ye kadar elektrik fiyatlarını sübvanse etmesiyle, ancak 2007’den sonra, 15,81 kuruş olan 2007’deki elektrik fiyatlarının da bugün 35-36 kuruşlara kadar çıkması yani yüzde 120, yüzde 130’lara varan zamlarla birlikte vatandaş, gerçekten hem bu kayıp kaçaklar, işte, elektrik sayaçları, okuma paraları, vesaire, bu karmaşık faturalarla birlikte ciddi anlamda bir sıkıntı içerisinde. Bence, bu elektrik projeksiyonuyla alakalı, Türkiye’nin enerji politikalarıyla alakalı bir an önce bir araştırma komisyonunun kurulup, muhalefetin de görüş ve düşüncelerini ama yapıcı olan görüş ve düşüncelerini de dikkate alıp bu konunun daha da sağlıklı bir zemine oturmasını sağlamalıyız diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özensoy.

Aleyhte, Siirt Milletvekili Afif Demirkıran.

Buyurunuz Sayın Demirkıran. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AFİF DEMİRKIRAN (Siirt) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet Halk Partisinin SEDAŞ ile ilgili vermiş olduğu önerge aleyhine söz almış bulunuyorum.

Şimdi, tabii olayı SEDAŞ’ın spesifik bir uygulaması olarak incelediğimizde ayrı bir değerlendirme yapmak lazım. Olayı Türkiye’nin genel enerji politikaları açısından, elektrik dağıtım hatlarının, şirketlerinin özelleştirilmesi açısından değerlendirdiğimiz takdirde ayrı bir bakış açısı oluşturmak gerekir. Tabii ki burada hiçbir milletvekili, özelleştirilmiş olan, özel sektör tarafından işletilmekte olan bir dağıtım alanında yapılan yanlış uygulamalar var ise bu yanlış uygulamalarla ilgili herhangi bir savunma yapmak durumunda değildir ne Kocaeli milletvekilleri ne Sakarya ne SEDAŞ bölgesine düşen illerin milletvekilleri. Bizler de hiçbir şekilde yanlış uygulamaların arkasında olmayız ve özelleştirme yapıldığı zaman şartname bellidir, nelere riayet edileceği bellidir, vatandaşların haklarının ne olduğu bellidir ve o haklarda herhangi bir şekilde bir eksiklik, bir zayi söz konusu olduğu zaman, tabii ki bu haklarını ararlar ve TEDAŞ devamlı bir denetim de yapmaktadır.

Ancak bu önergeye esas olan olaya baktığımızda, mesela TOKİ konutlarıyla ilgili arkadaşlarımız diyor ki: “Tamam, TOKİ konutlarından şu kadar çok –işte, 670 tane- hatalı sayaç çıkmış.” Ben, Kocaeli Sanayi İl Müdürüyle de görüştüm biraz önce, “Evet efendim, doğrudur, bize gelen sayaçların incelemesini yaptık, değerlendirmesini yaptık, bu kadar çok sayaç hatalı…” SEDAŞ bu sayaçları bilabedel sayaçları takan şirkete değiştirtmiş, bu bir. İkincisi, bir sayaç, on sene sonra Ölçüler ve Ayar Kanunu’na göre mutlaka bir kalibrasyondan geçmesi gerekiyor. Maalesef Türkiye’de birçok ilimizde birçok sayaç böyle bir kalibrasyondan yılı dolduğu hâlde geçmemiş bulunuyor. Mesela, SEDAŞ bölgesinde 1 milyon 420 bin abone var, bunun 1 milyon 100 bin tanesinin süresi on yılı geçmiş.

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – TOKİ konutları 2007 yılında yapılmış Sayın Vekilim.

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) - Ha, bunları değiştiriyorlar. Şimdi, iki türlü yol var: Ya gidecek, kalibrasyonunu yapacak veyahut da değiştirecek. Ne hikmetse, kalibrasyon ücreti daha yüksektir, dolayısıyla insanlar değiştirmeyi tercih ediyorlar daha modern, elektronik sayaçlarla. Dolayısıyla, doğrusu, eğer zaman içinde Türkiye’deki bütün sayaçlar daha modern, elektronik, daha hassas sayaçlarla değiştirilirse, hem kayıp kaçakla ilgili hem verimlilikle ilgili çok daha iyi bir noktaya ülkenin elektrik sektörü gelebilir. Zaten özelleştirdiğimiz zaman, özelleştirme yapıldığında da amaç verimliliği artırmak, amaç maliyetleri düşürmek, amaç özel sektöre yatırımı yaptırmak, amaç kayıp kaçağı önlemek, amaç daha fazla yatırım yaptırmak.

Şimdi, SEDAŞ bölgesine baktığımız zaman, özelleştirmeden önceki üç sene yani 2007-2010 arasında toplam 80 milyon TL civarında bir yatırım yapılmış iken, sadece 2012 yılında 78 milyon liralık bir yatırım ve 2013 programında da 86 milyonluk bir yatırım söz konusu. Ha, bunları yaptığımız zaman, tabii, devlet bütçesinden bazı yükleri almaktır amaç. Özel sektör marifetiyle yapılıyor. Diyeceksiniz ki: “Yapıyor da ne oluyor?” Tabii ki daha sonra bunu, yapmış olduğu yatırımları daha önce yapmış olduğu şartname gereği genel maliyetlerin içine dâhil ediyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii, 2002’de biz iktidarı devraldığımızda -biraz önce de ifade edildi- yüzde 25 civarında bir kayıp kaçak vardı ve bu yüzde 14’lere kadar düştü. En son bütçe konuşmasında Sayın Bakanın ifadesi yüzde 16 küsurdur, biraz önce arkadaşlarımız burada söylediler. Ancak bu bir gerçektir ki kayıp kaçak ciddi şekilde düşüyor. Ha, bunun bir sebebi de özelleşmedir ama öte yandan, tabii ki kamu kurumları da daha verimli, daha hassas çalışmalar yapmaktadırlar. Hedefimiz 2015 yılında yüzde 10’a düşürmektir kayıp kaçağı.

Elektrik fiyatlarıyla ilgili bir ifade kullanıldı. Daha fazla zaman geçirmek istemiyorum doğrusu, çok yapacak işimiz var, sadece orada bir iki rakamı sizinle paylaşıp ayrılacağım kürsüden. Mesela 2002 yılında 0,16 TL/kilovatsaatti elektriğin meskenlerdeki fiyatı, 2012’de 0,355. Ama asgari ücretle bunu mukayese ettiğiniz zaman, 2002 yılında asgari ücret ile 1.412 kilovatsaat elektrik alma imkânı var iken, bu 2012 yılında 2.084 kilovatsaat elektrik... Dolayısıyla, insanlarımızın…

MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Vekilim, dolaylı vergiyi de ilave etmeniz gerekiyor yalnız.

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – Evet, elektrik fiyatları artmıştır çünkü bu süreç içinde, on yılda petrol yüzde 260 artmıştır ama buna mukabil sanayi elektriği sadece ve sadece yüzde 18 artmıştır. Yani çeşitli tedbirler ile biz vatandaşımıza, özellikle sanayicimize ilave yük gelmemesi için elimizden gelen bütün gayreti göstermekteyiz ve dar gelirli vatandaşlarımızın alım gücünü artırarak daha fazla alım yapabilmelerini sağlamak için gerekli tedbirleri almaktayız. Ha, bu arada, tabii, kayıp kaçağı düşürmek için çeşitli, başka tür tedbirleri… Mesela, 2002 yılında 42 bin kilometre iletim hattı varken Türkiye’de, bugün 50 bin kilometre iletim hattı var. Dağıtım madem konumuz, 2002’de 812 bin kilometre dağıtım hattı varken -daha sonraki tabii ki genişlemeler, yeni alanların açılması- 2012 itibarıyla şu anda 1 milyon kilometre dağıtım hattımız mevcuttur.

Dolayısıyla, bu önergenin reddedilmesini ben şahsen talep ediyorum ve oyumu bu şekilde kullanacağımı ifade ediyorum, grubumun da görüşü bu şekildedir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Demirkıran.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Sayın Köprülü, sisteme girmişsiniz, buyurunuz.

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, konuyla alakalı olduğu için… Elektrik dağıtım şirketlerinin kamu hizmeti niteliği vardır ve elektrik dağıtım şirketlerinin bu niteliği özelleştirmeyle ortadan kalkmaz ancak bu özelleştirmelerde kâr elde etmenin kamu hizmetinin önüne geçtiğini açık olarak görüyoruz, vatandaş mağduriyetlerinin arttığını görüyoruz. Bu bağlamda, aynı şekilde Trakya’da da SEDAŞ gibi TREDAŞ Elektrik Dağıtım Şirketi vardır. TREDAŞ Elektrik Dağıtım Şirketinin özelleştirmeden sonra birkaç ay içerisinde 8.113 tane sokak ve cadde aydınlatmasını söktüğünü, devamında –daha da ilginç olarak- geçen hafta içerisinde Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde 25 tane camide denetim yaparak ortalama 15 bin ila 20 bin Türk lirası camilere ceza kestiğini görüyoruz. İbadethanelerin, vatandaşın aydınlatmasının kamu hizmeti niteliği olması elektrik dağıtım şirketlerince dikkate alınmamaktadır. Bunu Genel Kurulun takdirine sunmak istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Sayıda tereddüt doğmuştur. Bu nedenle elektronik olarak yapıyorum, iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi kabul edilmemiştir.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.

 

4.- AK PARTİ Grubunun, gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 27 Kasım 2012 Salı günkü birleşiminde Kamu Başdenetçiliği seçiminin yapılmasına ve birinci oylamada seçimin tamamlanamaması hâlinde diğer oylamaların art arda aynı birleşimde yapılarak seçimin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine; (11/25) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 30 Kasım 2012 Cuma günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

 

                                                                                                                               27/11/2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun 27.11.2012 Salı günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasi parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, İçtüzüğün 19’uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                          Mustafa Elitaş

                                                                                               Kayseri

                                                                           AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan 291, 349, 350, 355, 50, 49, 174, 176, 332 ve 334 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 6, 7, 8, 9, 15, 16, 17, 18, 19 ve 20’nci sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;

Genel Kurulun 27 Kasım 2012 Salı günkü birleşiminde sözlü sorular görüşülmeyerek 6328 sayılı Kanunun 11’inci ve geçici 1'inci maddeleri gereğince Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonca bildirilen 3 aday arasından Kamu Başdenetçiliği seçiminin yapılması, birinci oylamada seçimin tamamlanamaması hâlinde diğer oylamaların art arda aynı Birleşimde yapılarak seçimin bu Birleşimde tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesi;

Genel Kurulun;

28 Kasım 2012 Çarşamba günkü birleşimde 337 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

29 Kasım 2012 Perşembe günkü birleşimde 342 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;

Haftalık çalışma günlerinin dışında 30 Kasım 2012 Cuma günü saat 14:00'te toplanarak, bastırılarak dağıtılan 11/25 esas numaralı gensoru önergesinin 30 Kasım 2012 Cuma günkü gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına alınması ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 30 Kasım 2012 Cuma günkü Birleşiminde yapılması ve bu birleşimde 11/25 esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesi;

04 Aralık 2012 Salı günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesi;

04, 05 ve 06 Aralık 2012 Salı, Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde saat 24:00'e kadar;

Yukarıdaki birleşimlerinde gece 24:00'te günlük programın tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar;

Çalışmalarına devam etmesi;

Önerilmiştir.

BAŞKAN – Lehte, İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Kaynarca.

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ grup önerisi lehine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Grup önerimizde neleri öngörüyoruz, başlıklar hâlinde bunlara işaret edeceğim.

Kanun tasarılarının öne çekilmesi ilk gündem. Maliye Bakanımız Sayın Şimşek ile Başbakan Yardımcımız Sayın Ali Babacan’ın talepleri olan uluslararası sözleşmelerin gündemin ön sıralarına alınmasını öngörüyoruz.

Diğer grup önerimiz, diğer konu başlığı da yine çalışma saatlerimizle ilgili. Bugün gündemin bitimine kadar çalışmayı öngörüyoruz. Yarın             -çarşamba- perşembe ve cuma günleri de 14.00 itibarıyla başlayıp bitimine kadar çalışmayı öngörüyoruz.

Grup önerimizin diğer bir konu başlığı da Enerji Bakanımızla ilgili olan gensoruyla ilgili. Gensorunun da cuma günü görüşülmesini öneriyoruz.

Grup önerimizin diğer başlığı da haftaya çalışma saatlerinin programlanmasıyla ilgili. 4, 5 ve 6 Aralık tarihleri itibarıyla saat 24.00’e kadar çalışmanın yapılması ve birleşimlere devam edilmesini öneriyoruz.

Yine grup önerimizdeki hangi gün hangi tasarıların görüşüleceği konusuna da işaret etmek istiyorum. Bugün itibarıyla Kamu Denetçiliği Kurumu başdenetçi seçiminin gerçekleştirilmesini öngörüyoruz. Çarşamba günü ise 337 sıra sayılı Sermaye Piyasası Kanunu Tasarısı’nın görüşülmesini önermekteyiz. Bu tasarı temel kanun -biliyorsunuz- olarak görüşülecek ve 6 bölümde 159 maddeden oluşuyor. Perşembe günü ise 342 sıra sayılı Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın görüşülmesinin yapılmasını öngörüyoruz. Cuma günü ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız Sayın Taner Yıldız hakkında verilen gensoru önergesinin görüşülmesini öneriyoruz.

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ grup önerimize desteğinizi diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaynarca.

Aleyhte, Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Sarıbaş.

ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, tabii, Meclisimizin çalışması konusunda bir sıkıntı yok, ancak bu konuda, gerçekten bu önerilerin hepsi tüm grupların ortak anlayışı içerisinde, acaba ivedilikli mi, doğru mu diye tartışmasının bence Meclisin ortak kararı olmasında fayda var. Tabii, bununla ilgili olarak da, benim de 11 arkadaşımızla birlikte Çanakkale’nin Çan ilçesinde ve yine Bandırma’da yaptığımız bir ziyaret ve kamudaki incelemeler araştırma önergemizin içerisinde. Bunun da, ben, böyle ivedilikli bir araştırmanın da gündeme girmesinden yanaydım. Ancak görüyorum ki sadece AKP Grubu gündemi hazırlayıp dikte ettirmenin dışında bir karar olmuyor ve bu anlamda da bu önerinin karşısında söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bu konuda da Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisindeki KİT Komisyonundan ve Enerji Komisyonundan bir heyetle 19-20 Kasım 2012 tarihinde Çan Termik Santrali ve kömür ocaklarına yapmış olduğumuz ziyaret ve inceleme sonucunda, Çanakkale ilçesinde faaliyet gösteren, Elektrik Üretim AŞ şirketine bağlı, millî kuruluşumuz olan 18 Mart Çan Termik Santrali’nde 28 Ağustos 2012’den beri ne yazık ki üretimin yapılmadığını yerinde tespit ettik. Aradan geçen üretimsiz üç aylık süre içerisinde ülkemizin elektrik üretiminin yüzde 1,5’luk kısmını karşılayacak olan -üretim kapasitesini karşılayacak olan- bu santralin üç ayda 63 milyon dolar ülke ekonomisine zararını da göz önüne alacak olursak, bilerek ve isteyerek üretimin yapılmaması ve dolayısıyla da ülkemizin günlük yaklaşık 400 bin dolar zarara uğratılması konusuna seyirci kalınması doğru değildir. Bunun için de burada sizlere bu konuyu açmak isterim.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizin millî değerlerinden olan 18 Mart Çan Termik Santrali, bölgemizde yüksek kükürt içeren 70 milyon ton linyit rezervinin bulunması nedeniyle, bu bölge seçilerek elektrik enerji üretimi amacıyla 1.600 dönümlük bir alana kurulmuş ve 2000 yılında temeli atılarak 400 milyon dolara mal olmuştur. Ülkemizdeki elektrik üretiminin yüzde 1,5’unu karşılamaktadır. Buradaki teorik olarak yüzde 48 oranındaki maksimum verimliliğin Çan Termik Santrali’nde yüzde 49,5 olduğu görülmüştür.

Onun için de burada özellikle Türkiye’deki enerji üretiminin fiyatları son yıllarda göz önüne alındığında, elektrik fiyatlarının artışına baktığımızda, termik santrallerin, özellikle kendi ürettiğimiz ve kendi ocaklarımızdan ürettiğimiz elektrik santrallerinde 1 kilovatın maliyetinin 6-7 sent olduğunu biliyoruz.

Doğal gazdan da elde ettiğimiz elektrik santrallerinde 1 kilovatın 14 ile 16 sent arasında olduğu görülüyor.

Şimdi, ülkemizde termik santrallerin, yerli kömürle çalışan santrallerin şöyle bir payına bakmak gerekirse, 2000 yılında yüzde 27,5 iken, 2010 yılında yani on yıllık süreç içerisinde yüzde 17’ye düştüğünü görüyoruz. Yani dışa bağımlılığımız artmış elektrik üretiminde, özellikle yerli üretimimizin bu payda gittikçe düştüğünü görüyoruz.

Doğal gazla elektrik üretiminde 2008’de yüzde 37 oranında  üretim varken yine 2010 yılında yüzde 46,5’a çıktığını görüyoruz. Bir başka deyişle, dışa bağımlılığımızın arttığını görüyoruz.

Yine ülkemizin 2010 yılındaki ithal ve doğal gaz elektrik üretimindeki payı 54,4 iken yerli kaynaklarla üretilen elektriğin payı ise yüzde 45,6’da kalmıştır. Ülkemiz için bu kadar önemli tesis ne yazık ki üç aydan beri elektrik enerjisi üretememektedir. Bu gidişle ne zaman üreteceği de belli değildir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, termik santralin bacasından zehirli gaz ve tozların sızarak çevreyi kirlettiği ve insan sağlığını tehdit ettiği yönünde hemşehrilerimin şikâyeti üzerine, Kütahya’da yaşanan çevre felaketini de örnek göstererek, 15 Ağustos 2012 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yanıtlaması için soru önergesi vermiştim ve santralle ilgili kaygılarımı dile getirmiştim. Tabii ki o tarihte santral çalışıyordu. Tarafıma aradan iki buçuk ay geçtikten sonra gelen cevapta “28 Ekim 2012 tarihinden itibaren bacadan herhangi bir zararlı gaz emisyonu ve tozların çevreyi kirletmesi mümkün değildir.” deniyordu. “Neden?” dediğimizde de “Çünkü Çan Termik Santrali’nin 28 Ağustos 2012 tarihinden itibaren faaliyetine son verildiğinden elektrik enerjisi üretmemektedir de ondan.” deniyordu. “Peki, yaklaşık üç aydan beri, ülkemiz toplam üretiminde yaklaşık yüzde 1,5 payı olan bu termik santral neden üretim yapmıyordu?” dediğimizde ”Efendim, kükürtdioksit tutuşturulması için kömüre karıştırılan kireç taşı elimizde kalmadığı için...” Bahaneye bakın, kireç taşı kalmadığı için, kireç taşını temin eden firmayla sözleşmelerimiz bittiği içinmiş. “28 Ağustos 2012 tarihinden itibaren faaliyeti durdurulmuş.” deniyor.

Değerli arkadaşlar, insanın içi sızlıyor. Böylesine önemli ve çok değerli bir tesis kireç taşı ihalesinin yapılmamasından dolayı üç aydır kapalı bırakılabilir mi? Bu anlamda hemen şunu söylemek istiyorum: Burada birinci kez yapılan ihalede, üretimin, kireç ihalesinin… Gerçekten orada bir tek firma var gittiğimizde, o tesisteki firma duruyor ve ihaleye çıkarılıyor. 13 Aralık 2011 tarihinde yapılan ihale de 4734 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesine göre iptal ediliyor. Yani gerekçe, oradaki iptal ettiren firma Fernas şirketi ve orada olan tesis ve Fernas şirketi iptal için gerekçesini sunuyor ve iptal kararı alıyor.

 

Yine aynı şekilde 28 Şubat 2012 tarihli kireç taşı alımı ihalesi de yine 4734 sayılı Kanun’un 5’inci maddesine istinaden, gene aynı firmanın şikâyeti üzerine, kendi üzerinde kalmadığından, iptal ediliyor. 5’inci maddeye bir baktığınızda da göreceksiniz ki, ihalede bulunması gereken kamu görevlilerinin orada yeteri kadar bulunmadığını anlarsınız. Bu kadar basit olan ve de önceden de kalmayacağı bilinen böyle basit bir teknik hatanın da kamuda yapılmasının bir başka amaç taşıdığını, mutlaka, zannediyorum.

Yine, bundan sonra yapılacak ve son yapılacak ihale şartnamesinin sözleşmesine de yine teknik anlamda yeni ilaveler yapılıyor ve bunun 27/12/2012 tarihinde yapılmasına karar veriliyor. Buradaki yeni teknik şartnameye de baktığımızda, burada da yine o firmanın üzerindeki teknik şartnamede ona uygun yapılabilecek vasıfta  ihaleye şartlar konulmuş ve bu anlamda da sanki bu kadar önemli olan, üç ay içerisinde kapalı olan bir ihalenin illa o şirkete firmaya verilmesi konusunda ısrarcı olunduğu görülüyor.

Değerli arkadaşlarım, burada üç ay boyunca bu kadar verimli olan bir ocağın termik santralinin sadece bir firmanın oradaki kireç taşını almasından dolayı çalıştırılmaması çok esef vericidir. Biz “Acaba Türkiye’deki diğer, başka yerlerdeki doğal gazlardaki üretimden kaynaklanan alımdan mı doğuyor?” diye sorduğumuzda Bakanlığın da böyle bir cevap vermesi gene enteresandır.

Türkiye’nin başka yerlerinde kireç alımıyla ilgili ihalelere baktığımızda da, maalesef hiçbir kireç ihalesinin alımlarının ertelenmediğini görüyoruz. Bunun için de özellikle burada bu ihalenin bu şekilde yapılması ve ülkede elektriği gerçekten, halkımızın pahalı bir şekilde kullanması ve 11 kuruşa maliyet olurken, diğer yandan da 14, 16 sente mal olan doğal gazdan alınması ve özellikle dışa bağımlılığın gittikçe arttırılması ve özelleştirmenin de gündemde olduğu böyle bir ocağımızın verimli hâlde çalıştırılmaması gerçekten kamu zararı mıdır? Bence kamu zararıdır. Niye iyi yönetilmiyoruz? Niye bu ocak… Aynı şekilde Sivas Kangal’da da şu anda aynı şekilde aynı ocak bundan dolayı çalıştırılmamaktadır.

Değerli arkadaşlar, gelin, bununla ilgili gündemimize alınacak araştırma önergelerini bu hafta içerisinde koyalım ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ SARIBAŞ (Devamla) –…kamu zararı olan bütün ihalelerin yapılmadığı konuları beraber konuşalım.

Sevgi ve saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sarıbaş.

Lehte, Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun.

Buyurunuz Sayın Ercoşkun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Önergemiz haklında lehte şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bildiğiniz gibi önümüzdeki günlerde bütçe görüşmeleri yakın zamanda başlayacak. Bütçe görüşmelerinden önce piyasanın, bizlerin, birçok alanın beklemiş olduğu bazı kanunlar var. Sermaye Piyasası Kanunu bunlardan bir tanesi. Ondan sonra da gerçekleştirmemiz gereken, aciliyet durumu olan birçok kanunu görüşmemiz gerekiyor. Cuma günü itibarıyla da Sayın Enerji Bakanımız hakkında verilen gensoru hakkında görüşme söz konusu olacak.

Ben önergemiz lehinde oy kullanacağımı belirtiyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ercoşkun.

Aleyhte, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.

Buyurunuz Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, her salı günü bunu yaşıyoruz, her defasında da tekrarlıyoruz. Zannediyorum saat yediye de yaklaştık yani yaklaşık dört saattir bu konuyu tartışıyoruz. Sebebi şudur: Değerli arkadaşlar, yasama meclisinin, yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki temel görevi bulunmaktadır. Biri toplumun ihtiyaçları, beklentileri doğrultusunda hukuk kurmak, kanun çıkarmak, böylelikle ülke yönetiminin faydalı bir şekle dönüşmesini temin etmek, birinci görevimiz bu ama ikinci görevimiz de yasama olarak yürütmeyi denetlemek yani Hükûmeti denetlemek; bu, muhalefet partilerinin temel görevi, milletçe verilmiş anayasal da bir görev. Dolayısıyla, muhalefet partilerinin Hükûmeti denetleyebilmesi için İç Tüzük’te var olan imkânları siz getirdiğiniz Danışma Kurulu, grup önerileriyle ortadan kaldırırsanız, muhalefet partilerinin elinde bir tek imkân kalıyor, o da grup önerisi vererek, daha önce vermiş oldukları araştırma önergelerinin gündeme alınmasını talep ederek burada milletçe, halkımızca önemli olan konuların birlikte müzakere edilmesini, toplumun dikkatine sunulmasını temin etmek.

Dolayısıyla, muhalefet partilerinin vermiş olduğu grup önerilerinin bahane gösterilerek, mazeret gösterilerek, gerekçe gösterilerek burada iktidar grubunun sayısal çoğunluğuna da güvenerek Genel Kurula bir dayatmada bulunmasının size bir faydasının olmadığını her hafta burada tekrarlıyoruz. Şimdi, bir saat sözlü sorulara cevap verilmiş olsa bu sorunların birçoğu bitecekti ama şimdi üç saat, dört saat birtakım konuları burada tartışmaya mecbur kalıyorsunuz. Bence de doğru oluyor, iyi oluyor çünkü değerli milletvekilleri, bizi izleyen değerli vatandaşlarım, burada bugün muhalefet partilerinin vermiş olduğu grup önerileriyle üç konuyu tartıştık:

Birincisi: Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesinin gündeme alınmasının konusu olan iş kazalarının ve meslek hastalıklarının sebep ve sonuçlarının araştırılmasını gündeme getirdik, üzerinde kırk dakika konuştuk. Ne kadar da iyi oldu çünkü bugün ülkemizin çok önemli sorunlarından biri iş kazalarıdır. Henüz daha sıcağı kurumadı, Samsun’da yaşanan ve hepimizi çok derinden üzen o iş kazası, ona benzer… Ki dünyada üçüncü sıraya yükselmişiz yani “Nereden nereye?” diye çok övündüğünüz hadisede, iş kazalarında, nereden nereye gelindiği de ortada. E, bunların sebep ve sonuçlarının, alınması gereken tedbirlerin görüşülmesini talep ettik. Ne güzel burada kırk dakika, her grup görüşünü de ifade ederek müzakere ettik. Bence faydalı olmuştur.

İkinci getirilen husus: Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun getirmiş olduğu, enerji dağıtımındaki usulsüzlüklerle ilgili. Gerçekten bugün enerji, toplum hayatında, ülkemizin hayatında, ekonomik sosyal hayatında çok önemli bir yeri var ve çok önemli de iddialar var bu konuda, birtakım yolsuzlukların yapıldığıyla ilgili. Gelin bir genel görüşme yapalım, yapmıyorsunuz. Gensoru veriliyor -bu hafta cuma günü böyle bir gensoru müzakeresi var- gensoruyu da Hükûmetinizi övmenin bir fırsatı olarak değerlendiriyorsunuz. Rakamlara taklalar attırarak maalesef gerçekleri milletin gözünden saklıyorsunuz.

Bir diğer husus: Bir başka grubumuzun, Barış ve Demokrasi Partisinin verdiği, Suriye’de yaşanan hadiselerin, özellikle, hudut il ve ilçelerimizdeki etkilerinin konuşulmasını temin ettik ki ne kadar iyi oldu. İşte, yaşananlar var, 5 insanımız hayatını kaybetti Akçakale’de, yaşanması muhtemel olanlar var, bunların birlikte müzakere edilmesinde çok yoğun bir fayda olduğu kanaatindeyim.

Tekrar ediyorum: Yasama Meclisinin yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki temel görevinden biri olan denetim görevini muhalefetin elinden aldığınız takdirde yani bir yol bulunuyor, İç Tüzük’e dayalı olarak bir yol bulunuyor, ve burada, bugün, bakınız, dört saatte hâlâ gündeme geçemediniz.

Şimdi, getirdiğiniz konulara da bir bakalım. Değerli iktidar partisi milletvekilleri sizin dikkatinize sunuyorum, biz çalışırız ama size reva görüleni siz anlamıyorsunuz. Bakın, bugün yine bir karar aldık, bitime kadar çalışacağız, ne zaman biterse. İkincisi, yarın yine bitime kadar çalışacağız. Yine angarya dönemi başladı.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Rahat olun, anlaşırız.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değil mi?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Erken biter.

MEHMET ŞANNDIR (Devamla) - Yani “Biz razıyız.” diyorsunuz bu bitime kadar çalışmaya ama bu milletvekillerine eziyet etmeye de hakkınız yok.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır, hayır… Bitimine kadar olmaz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, bir şey söyleyeceğim: Ayın 20’sinde, geçen hafta bir Danışma Kurulu kararı almışız. Gene iktidar partisi grubunun teklifiyle burada kararlaştırdığımız, 20/11/2012 tarihli 26’ncı Birleşimde aldığımız Danışma Kurulu. Bu Danışma Kurulunda salı günü 15.00-20.00 çalışacaktık. Bugün karar alıyorsunuz “Bitime kadar çalışacağız…”

Yine, 5, 6, 12, 13, 19, 20, 26, 27 Aralık, önümüzdeki ayı bütünüyle programlıyorsunuz ve diyorsunuz ki: “14.00-20.00 saatleri arasında çalışacağız.” Yani, böyle -kusura bakmayın- değerli mesai arkadaşıma buradan bakarak söylüyorum, burnunuzun ucunu görmüyorsunuz, burnunuzun ucunu bile görmüyorsunuz. Yani, Türkiye’yi size emanet eden milletimin dikkatine sunuyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Şandır, o, çerçeve bir öneridir.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Grup Başkan Vekili, sizi milletime şikâyet ediyorum. Bir haftayı bile planlayamıyorsunuz. Biliyorsunuz ki önümüzdeki haftadan sonra bütçe görüşmeleri başlayacak. “Bütçe görüşmelerini saat sekizde bitireceğiz.” diye bir kayıt koymanız, bununla ilgili Genel Kurulda bir karar almanız olacak iş değil, olacak iş değil Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tabii ki bütçeyi ayrıca getireceğiz Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Olacak iş değil!

Dolayısıyla, bakınız, her defasında burada, böyle, milletin aklıyla alay ediyorsunuz. Bunu doğru dürüst tanzim etmek mümkün. Geçen hafta, bugün saat 20.00’ye kadar değil, işte, bitime kadar çalışacağınızı öngörmeniz lazımdı maalesef öngöremiyorsunuz.

Bugün getirdiğiniz konuya bakınız: Yüz elli dokuz madde, SPK, önemli bir kanun. Yirmi yıldan bu yana değiştirilmemiş. Ekonomik hayat veya işte Türk Ceza Kanunu’nda, Ticaret ve Borçlar Kanunu’nda yapılan değişiklere paralel birtakım değişiklerin yapılması lazım. Yüz elli dokuz madde, altı bölüm. Bugün Danışma Kurulunda Sayın Elitaş diyor ki: “Bir günde bitireceğiz.” Değerli milletvekilleri, yüz elli dokuz madde, altı bölüm bir günde bitecek! Biter mi Sayın Bakan? Bitmez. Yani, beş yüz kelimelik gerekçeli önergeleri okuyarak siz ancak bir bölümü ya bitirirsiniz ya bitiremezsiniz.

Şimdi “Uzlaşmayı arayalım.” diyorsunuz, eyvallah, ancak uzlaşmayı buraya gelmeden önce aramanız lazım. Bu eksikliğin farkına vararak Sayın Bakan yarın saat birde bizi toplantıya çağırıyor, işte “Komisyonda yapılan uzlaşmayı kanunun görüşmelerine başlamadan bir saat önce yapalım.” diyor. Bunu da bir kazanç görüyoruz ama bunu daha önce yapsanız. Bu kadar önemli bir kanun.

Bu kanunun gerekçesini okudunuz mu sayın milletvekilleri? Bir manifesto gibi gerçekten çok güzel hazırlanmış, işte sermaye piyasasının önemi, gelişimi konusunda, dünyadaki örnekleri konusunda çok güzel bir gerekçe ortaya konmuş ve bu gerekçeler üzerinde komisyonda bir müzakere yapılsa, gruplar arasında bir müzakere yapılsa, bir ortak metin çıksa.

Değerli milletvekilleri, burada hukuk kuruyoruz, hukuk. Kurduğumuz hukukla ülkenin yönetimini adaletli, etkin, verimli yapmak mecburiyetindeyiz ama bunu birlikte kurmamız lazım. Böyle “Ben yaptım oldu.” derseniz… Burada yarın göreceğiz, birçok önergeyi siz vereceksiniz, yine itiş kakış, bir sürü problem.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, yine milletin zamanından çaldığınızı hatırlatmak istiyorum. Maalesef, çok önemli, çıkartılması gereken konularda muhalefetle uzlaşma aramadan, birlikte tartışmadan, müzakere etmeden… Burada müzakere ediyoruz, müzakere birlikte yapılır, zaten ismi “bilişim.”. Bunları gereğince yapmaz da “Bizim sayısal çoğunluğumuz var, parmakların ucu her şeye karar verir.” derseniz… Ki ben o parmakların geçen oturumların birinde kirlendiği de kanaatindeyim. Burada bir hakareti parmaklarınızla akladınız, o güzel parmaklarınızı kirlettiniz. Bu parmaklarla siz burada “Biz istersek yaparız.” demenizin çok fazla faydası ve doğru olmayacağı kanaatindeyim.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – O irade arkadaşlarımızın, nasıl isterlerse öyle kullanırlar; tertemizdir o, milletin iradesi tertemizdir.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla, Sayın Canikli, belirlediğiniz gündemi değiştirmek imkânına sahip değilsiniz çünkü bütçe geliyor, bütçe görüşmelerinin kendi seyri var, ona müdahale etmeyeceğiniz için zannediyorum bundan sonra bir Danışma Kurulu bir tane daha getirmek durumunda kalıyorsunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tabii, gelecek. Mecbur yani, her seferinde…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.

 

III.- Y O K L A M A

 

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz, yoklama talebimiz var.

BAŞKAN – Yoklama talebi…

Sayın Hamzaçebi, Sayın Aslanoğlu, Sayın Öğüt, Sayın Ağbaba, Sayın Tanal, Sayın Eryılmaz, Sayın Özkan, Sayın Özel, Sayın Öner, Sayın Dinçer, Sayın Acar, Sayın Atıcı, Sayın Kaplan, Sayın Genç, Sayın Sarıbaş, Sayın Havutça, Sayın Cihaner, Sayın Serindağ, Sayın Onur, Sayın Öz.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

4.- AK PARTİ Grubunun, gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 27 Kasım 2012 Salı günkü birleşiminde Kamu Başdenetçiliği seçiminin yapılmasına ve birinci oylamada seçimin tamamlanamaması hâlinde diğer oylamaların art arda aynı birleşimde yapılarak seçimin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine; (11/25) esas numaralı Gensoru Önergesi’nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 30 Kasım 2012 Cuma günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Şimdi, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım:

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, (2/401) esas numaralı, Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/79)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/401 Esas Numaralı Kanun Teklifim 45 gün içinde komisyonda görüşülmediğinden iç tüzüğün 37. Maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması konusunda gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 17.05.2012

                                                                                                                                   Mahmut Tanal

                                                                                                                                        İstanbul

BAŞKAN – Teklif sahibi olarak İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, biraz sessiz olalım lütfen.

Buyurunuz Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinize saygılarımı sunuyorum.

Kanun teklifinin özü şu değerli milletvekilleri: Şu anda ülkemizde 70 bin hasta diyaliz tedavisi görüyor, bunun 21 bini acilen organ bekliyor. Araçların nasıl bir yedek parçası varsa insanoğlunun yedek parçasını üreten bir mekanizma veya bir fabrika yok. Onun için, organ nakli tanımına baktığımız zaman, organ veya doku nakli, bir bağışlayıcıdan bir alıcıya iyileştirme amacıyla doku veya organların nakledilmesi anlamına geliyor.

Ülkemizde organ ve doku nakliyle ilgili, gerçekten bu işte emek sarf eden, emekleri inkâr edilmeyen, bu konuda devrim yapan, şu anda Silivri zindanlarında tutuklu bulunan Profesör Doktor Mehmet Haberal ülkemizde ilk başarılı organ naklini gerçekleştirmiş bir bilim adamıdır.

Sayın Haberal organ nakliyle ilgili bu çalışmasını yaparken, aynı zamanda ülkemizde mevzuatın hazırlanması açısından da büyük bir emek sarf etmiş, o dönemde üniversiteyle yasama organı arasında büyük bir mekik dokumuştur ve organ ve doku nakliyle ilgili yasa ülkemizde 1979 yılında Sayın Haberal’ın büyük katkı ve emekleriyle yasalaşmış olan bir kanundur. Bu anlamda buradan, emeği geçen Sayın Haberal’a selam ve saygılarımızı yolluyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, ülkemizde, tabii bu organ nakliyle ilgili diğer ülkelerdeki hukuksal düzenlemelerin bizimkiyle farkı nedir? Ülkemizde 20 bin organ bekleyen insan var, ancak… Peki, bu organ naklini nereden temin edebiliriz? Ya canlı vericiden alınabilir veyahut da “kadavra” dediğimiz, ölüden alınabilir. Ülkemizde, takdir edersiniz sürekli bir organ mafyası var; organ mafyasının tamamı canlı vericilerden organ almaktadır. Bunun önüne geçmenin tek bir yolu varsa, organın kadavradan alınması gerekir. Dünyada ve ülkemizde kadavrada organ mafyasının yaşandığı herhangi bir vaka yoktur. Bu anlamda, eğer biz gerçekten organ bekleyen vatandaşlarımıza organ temin etmek istiyorsak mevcut olan sistemde bir aksaklık var yani sürekli bir organ temin edemiyoruz. Peki, bunun yolu nedir? Benim tüm milletvekillerinden istirhamım şu: Ben de sizler gibi bir milletvekiliyim. Size göstermiş olduğum bu kart, mevcut olan organlarımın tamamını bağışlamış durumdayım. Bunun sebebi nedir? Sebebi şu: Çünkü organ üretilemiyor. Organın üretilme imkânı olmayacağına göre, bir toprak olarak eriyip gideceğine göre, bir insanın hayatını yaşatmak gerçekten çok önemli, kutsal ve alkışlanacak olan bir eylemdir. Bu anlamda, tüm milletvekillerini organ bağışına davet ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Peki, değerli arkadaşlar, şunu söyleyebilirsiniz: Evet, organ bağışlamanın önünde herhangi bir hukuksal veya dinî bir engel var mıdır? Dinî anlamda da bir engel yoktur. Ne açıdan dinî anlamda bir engel yoktur? 1980 yılında, 396 sayılı, Diyanet İşleri Başkanlığının vermiş olduğu yazı uyarınca bunun dinen bir mahzurunun olmadığını; ayrıca, Maide Suresi’nin 32’nci ayetinde “Kim, bir kimseye hayat verirse, onun sanki bütün insanlara hayat vermişçesine sevap kazanacağı”nı… Bu anlamda, dinen de bir engel yoktur.

Peki, diğer ülkeler bu organ eksikliğini, sıkıntısını nasıl gideriyorlar? Önümüzde iki örnek var: Belçika örneği var, İspanya örneği var. Belçika ve İspanya örneğinde şu deniliyor: “Eğer kişi on sekiz yaşındaysa, mümeyyizse, temyiz kudretine sahipse, söylediği, yaptığı işlemin eylem ve sonuçlarını anlayabiliyor ise, öldükten sonra organının alınmasını yasaklamamışsa, bu, serbest anlamına gelir.” Yani varsayılı izin anlamına, irade anlamına gelir.

Bu anlamda, gerçekten bu çok önemli bir eksikliktir. Mevzuatımızda bu eksikliği bu şekilde gidermiş olacağız. 20 bin insanın organ beklemesi demek, bir ilçemizin nüfusu kadardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) – 70 bin insanın diyalize girmesi demek, bir ilimizin nüfusu kadardır.

Onun için, siyaset kurumuna düşen görev, bu çözüm bekleyen sorun için bu yasayı çıkarmak lazım. Bunun için hepinizin destek vermesini umar, saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.

Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; organ bağışını kolaylaştırmak üzere verdiğimiz yasa teklifi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. İnsan yaşamına değer veren ve sağlığı kâr edilmesi gereken bir sektör olarak görmeyen bütün milletvekillerini saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, bugün ülkemizde binlerce insan organ nakli için sıra bekliyor. Biraz kendi yakınlarınızı düşünecek olursanız, eminim, bu yüce Meclis çatısı altında bulunan milletvekillerinin bir kısmının çok yakınları da bu dertten muzdariptir. Hatta daha ileri giderek şunu söyleyebilirim ki bir hekim olarak: Hepimiz, yarın,  bakın yarın bir organa ihtiyaç duyabiliriz. Yani, eğer dikkate alırsanız çıkaracağımız bu yasa hem sizleri hem yakınlarınızı, sevdiklerinizi, hepimizi sevince boğabilir.

Ben acaba “Bu konuyu hiç düşündünüz mü?” diye merak ediyorum. İçinizde hekim milletvekili arkadaşlarım var, onlar da hastanelerde ömürlerini geçirdiler. Organ nakli için sıra beklemenin ne demek olduğunu acaba hiç onlarla konuştunuz mu? Organ geldiğinde o insanın gözündeki pırıltıyı hiç gördünüz mü? Uzun süre bekleyip de organ bulamadığında sönen hayallere hiç tanık oldunuz mu değerli arkadaşlar? Eğer içinizde hekim yok ise eminim ki tanık olmamıştır ama içinizde hekim arkadaşlarım var, onlar tanık olmuştur tıpkı benim tanık olduğum gibi, hem de defalarca.

Peki, Türkiye’de organ ve doku nakli yapılmakta mıdır? Evet, yapılmaktadır hem de büyük bir başarıyla. Peki, hasta çok mudur? Binlerce hastamız var. Peki, nakil yapan doktor var mıdır? Çok başarılı doktorlarımız var. Peki, eksik olan ne? Eksik olan organdır. 10 binlerce diyaliz hastası her gün makinelere taşınıyor ve 10 binlerce hasta artık bu yaşamdan nefret ediyor.

Bakın, yürürlükte olan Yasa’ya göre, aklı başında olan, farik, mümeyyiz olan on sekiz yaşın üstündeki herkes isterse organlarını bağışlayabiliyor ama aniden bir trafik kazası geçiren bir insan bilicini yitirdiğinde o insanın ailesinin izin vermesi gerekiyor. Bugün Türkiye’de beyin ölümü nedeniyle tedavi edilen, edilmeye çalışılan insanlardan organ istendiğinde ailelerin  sadece ve sadece yüzde 24’ü “Evet.” diyor, yüzde 76’sı “Hayır.” diyor. Biz de diyoruz ki: Gelin, bu kadar, binlerce insanın derdine derman olalım, organ verilmesi için eğer herhangi bir insan aksini beyan etmemişse yani “Benim organlarıma dokunmayın, ben organlarımla gömülmek istiyorum.” dememiş ise ve bu kişide beyin ölümü gelişmişse bunun organlarını yakınlarına sormadan alalım ve ihtiyaç sahiplerine verelim. Bu şekilde, inanın hem organ mafyasının önüne geçmiş olacağız hem organ ticaretinin önüne geçmiş olacağız hem organ nakli yaptırmak için 100 binlerce lira para harcayıp yurt dışına giden insanlarımıza bu engeli ortadan kaldıracağız ve bu insanlara bir umut ışığı olacağız, bu gerçekten dikkate alınması gereken konu.

Peki, siz para işlerini de çok dikkatle takip edersiniz ülkenin yüksek menfaatleri için. Bir küçük rakam vereyim size: Sadece diyaliz malzemesi için 1 milyar avro para ödemişiz, 1 milyar avro. Eğer o böbrekleri alabilseydik ve bu insanları kurtarabilseydik bu kadar para hiçbir şekilde harcamayacaktık değerli arkadaşlarım.

Peki, Sağlık Bakanlığı on yıldır uyguladığı Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla bu derde derman oldu mu? Hayır. Niye? Çünkü bu iş çok fazla doğrudan kâr getiren bir iş değil. Acaba daha kaç on yıl geçecek bu derde derman olabilmek için?

O yüzden Sayın Sağlık Bakanının da -burada bulunuyor, Genel Kurulun içerisinde- kalkıp bu yasaya “Evet.” demesini bekliyorum; hem bir hekim olarak hem de bir insan olarak hem de sağlığı yöneten kişi olarak kalkıp bu yasaya “Evet.” demesini istiyorum çünkü “Evet.” demek de zorundadır. Bir on yılda yapamadığını şimdi yapabilir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, rakamlara baktığımızda, Avrupa’da canlıdan yapılan nakillerde birinciyiz, çok iyi potansiyelimiz var ama kadavradan yapılan nakillerde sonuncuyuz. Diyorum ki: Eğer bu yasaya “Hayır.” derseniz bir gün belki vicdan nakli olur, o hayır diyenlere de vicdan nakli yaparız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Atıcı.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum:

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, saat 20.00’ye kadar ara veriyorum.

                                                             Kapanma Saati: 18.58

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Şimdi, sanıyorum, gündem gereği kamu denetçiliğinin seçimine geçeceğiz. Kamu denetçisi seçimine geçmeden önce bir konuyu Genel Kurulun ve sizin dikkatinize sunmak istiyorum ve bu çerçevede bir usul tartışması açmak istiyorum.

Kamu denetçisi seçimi ve kamu başdenetçisi seçimine ilişkin olarak Dilekçe Komisyonu üyeleriyle İnsan Hakları Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonun daha evvel gerçekleştirmiş olduğu toplantılar, kamu denetçisi ve kamu başdenetçisi seçiminde bir demokraside aranması gereken kuralların gerisinde kalarak yapılmıştır. Bu seçimin İç Tüzük’e uygun olarak yapıldığı söylenebilir ama yapılan seçimler, oradan Genel Kurula intikal eden sonuçlar bir demokraside kamu denetçisi veya kamu baş denetçisi seçiminde aranması gereken nitelikli çoğunluk aranmadan yapılmıştır. Bu nedenle izninizle bu konuyu usul tartışması çerçevesinde Meclis kürsüsünden dile getirmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmadınız ki, hangi tutum?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Belki lehte konuşmak isteyen olursa, o da olabilir tabii.

BAŞKAN – Siz buyurun aleyhte. Tutumum hakkında aleyhte konuşmak arzusundasınız.

Buyurunuz.

 

X.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Dilekçe Komisyonu ile İnsan Hakları Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonun nitelikli çoğunluğu dikkate almadan adayları belirlemesi ve Genel Kurula intikal eden bu sonuçlara göre Kamu Başdenetçiliği seçimi yapılmasının usule uygun olup olmadığı hakkında

 

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu başdenetçisi ve kamu denetçiliğine ilişkin kanun 14 Haziran 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş ve daha sonra yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bütün demokrasilerde, bütün hukuk devletlerinde vatandaşların, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin idareye yani hükûmetlere karşı korunması ve güvence altına alınması çok temel bir özelliktir. Demokratik toplumların temel özelliği, bireyin hak ve özgürlüklerinin devlete karşı, idareye karşı güvence altına alınmasıdır. Hukuk devletlerinde, demokrasilerde esas olan tabii ki idarenin, hükûmetin uygulamalarının yargı tarafından denetlenmesidir ancak yargı tarafından yapılan denetimde zaman zaman birey açısından sorun olabilen bazı hususlar ortaya çıkabilmektedir. Yargı belli bir süreyi gerektirmektedir. Bir vatandaş hükûmetin, bir devlet dairesinin, bir belediyenin herhangi bir işlemine karşı yargı yoluna başvurduğu zaman çok uzun bir süreyi göze alması gerekmektedir.

Yine, ikinci olarak, yargıya başvurmak bir maliyet gerektirmektedir. Dava açmak bir para ödemeyi, bir harç ödemesini gerektirmektedir. Bütün vatandaşlarımız bu harcı ödeyebilecek durumda değildir veya idarenin, devlet memurunun yaptığı işlem nedeniyle o davayı açıp açmamak da o maliyet unsuru nedeniyle, harcın yüksekliği nedeniyle tereddüt edebilmektedir ve bu nedenle davadan vazgeçebilmektedir.

Yine, dava açmak, belli biçimsel koşulları gerektirir. Gerekçenin bir şekli vardır, bu şekle uygun hareket edeceksiniz, avukat tutacaksınız… Bütün bunlar zaman, maliyet gibi unsurlar nedeniyle dava yolu bütün demokrasilerde, gelişmiş demokrasilerde dahi her zaman için vatandaşların başvurduğu bir yol olmayabilmektedir. O nedenle demokrasiler, bireyin hak ve özgürlüklerine önem veren demokrasiler bunun dışında bir etkin denetim yöntemini de kendi anayasal sistemlerine, yönetim sistemlerine dâhil etmişlerdir, bu da o ülkelerdeki adıyla ombudsmanlık, Türkiye'deki adıyla kamu denetçiliğidir.

Kamu denetçiliği kurumu çok önemli bir kurumdur. Vatandaşın idarenin işlemleri nedeniyle, eylemleri nedeniyle, davranışları nedeniyle yargıya başvurması hâlinde yargının verdiği karara idarenin uyma zorunluluğu var iken idareyi bir dilekçeyle kamu denetçisine şikâyet ederse vatandaş, kamu denetçisinin verdiği karara idarenin uyma zorunluluğu yoktur. Kanun, bu şekilde, kanun yanlış değil, eksik de değil. Bütün ülkelerde uygulama nasılsa bu bizim kanunumuz da aynı modeli esas almıştır, kamu denetçisinin vereceği karar idare için, devlet daireleri için bir tavsiye kararı niteliğindedir.

Peki, kamu denetçisinin kararı, tavsiye kararı niteliğindeyse, idare uymak zorunda değilse, bu nasıl etkin bir denetim sağlayacaktır? Etkin denetim sağlayabilmesi için kamu denetçisinin, kamu başdenetçisinin bu kurumun, bütün politikalardan, hükûmet uygulamalarından hatta, Türkiye Büyük Millet Meclisinden dahi bağımsız olarak konumlandırılması gerekir, bu yapılırsa ancak başarılı olabilir. Ancak yasa bu şekilde çıkmamıştır. Yasa, iktidar partisinin, Parlamentoda çoğunluğa sahip olan iktidar partisinin yapacağı seçimle kamu denetçisini ve kamu başdenetçisini belirleyebilme imkânını getirmiştir, bu yanlıştır.

Kanundaki bu eksikliği Komisyonda giderebilmek amacıyla Dilekçe ve İnsan Hakları Komisyonu üyelerimiz “Belli bir uzlaşıyla kamu denetçilerini seçelim.” yönündeki bir öneriyi ortaya koymuşlardır. Ancak, iktidar partisi çoğunluğuna güvenerek “Bizim buna ihtiyacımız yok.” demiştir ve o çerçevede bugün kamu başdenetçisi seçimi de buraya gelmiştir.

Şimdi, bir kamu başdenetçisi seçimi yapılacaktır. Buradan çıkacak olan kişinin güvenilir, bütün kamuoyunun itibarına sahip bir kişi olabilmesi için tartışmalardan uzak bir kişinin seçilmiş olması gerekir. Ancak, hükûmetin kendi çoğunluğuna dayanarak bu seçimi gerçekleştirme arzusu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sözlerimi toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tamam, son cümlenizi de alalım.

Buyurunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hükûmetin veya iktidar partisinin bu yöndeki arzusu, kamu başdenetçisinin seçimini baştan gölgelemiştir. Biz böyle bir seçimin doğru olmadığını düşünüyoruz. Kamu denetçisi seçiminde bu nedenle, Karma Komisyondaki ilk toplantılara katılmış olmakla birlikte, daha sonra arkadaşlarımız o seçime katılamamışlardır. Aynı tutumun burada da devam etmesi hâlinde, bu seçime de iştirak edemeyeceğimizi burada bildiriyorum.

Kamu başdenetçisi seçilecek olan kişiye de buradan bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Gerçekten başarılı bir icraatta bulunmak istiyorsa, hükûmet çoğunluğunun, iktidar partisi çoğunluğunun kendisini seçmiş olması gerçeğini bir kenara atması gerekir, ancak o takdirde bağımsız olabilecektir, tarafsız olabilecektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hamzaçebi.

Lehte, Kayseri Milletvekili Sayın Elitaş.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kamu Denetçiliği Kanunu geçtiğimiz yasama yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yasalaştı ve gerçekleşti. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatile girdiğinden dolayı bu haziran ayında, temmuz ayında yapılması gereken seçim yapılamadı.

Kanunda zaten gerekli düzenlemeler mevcut. Karma Komisyon, bu konuyla ilgili kendisine müracaat edenlerin üzerinde bir mutabakata vardı ve kanundaki istenen çoğunluk çerçevesinde 3 adayı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından seçilmek üzere değerli üyelerin bilgisine sundu. Biraz sonraki yapacağımız gizli oylama içerisinde bu 3 aday içerisinden değerli milletvekillerimiz kimleri tercih ederse, gizli oylama şeklinde yapılacak bir seçimle bu neticelenmiş olacak. Yani bunun bu şekilde olması, kanundaki usullere ve esaslara uygun bir şekilde değerlendirilmesi “Burada, bu şekilde yapılamaz.” diye iddia etmek, kanaatimce ne Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’ne ne de şu andaki Meclis Başkanlık Divanının tutumuyla ilgili bir usul tartışmasını açacak bir durum değil. Çünkü Karma Komisyon, bu konuyla ilgili görüşlerini beyan etmiş, sonuçlarını Meclis Başkanlığına iletmiş ve Meclis Başkanlığı da bunun hangi usul ve esaslar çerçevesinde ne zaman yapılacağıyla ilgili görüşlerini gündemine almış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi de bugün, kamu denetçisi, başdenetçiyi seçmek üzere biraz sonra oylamaya geçecek.

Yapılan usulün, yapılan çalışmanın Türkiye Büyük Millet Meclisinin usullerine aykırı bir durum ortaya çıkarmadığını ifade ediyorum. Meclis Başkanının biraz önce aldığımız karar çerçevesince ki, AK PARTİ Grubunun aldığı grup önerisinde de bugün “turların arka arkaya devam etmesi ve neticelendirmesi” şeklinde. Kanunda yazılan bir uygulamanın bugün icraata geçmesiyle ilgili bir düzenlemedir. Meclis Başkanlık Divanının bu konuda yapacağı herhangi bir durum söz konusu olmadığından dolayı seçimlere geçilmesinin doğru olacağı kanaatindeyiz.

Bu görüşlerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sarılarında alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz, Sayın Elitaş.

Aleyhte, Manisa Milletvekili Özgür Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, yazılı olarak da verdim Sezgin Tanrıkulu’na devrediyorum efendim.

BAŞKAN – Öyle mi?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Evet, efendim.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Tanrıkulu. (CHP sıralarında alkışlar)

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten ombudsmanlık, Kamu denetçiliği çok önemli bir kurum, Türkiye’ye getirilmiş olması da çok önemli ancak bu getiriliş biçimi hem yasanın kendisi hem de getiriliş biçimi şimdiden çok ağır bedellere gebe.

Şimdi, burada biraz sonra seçim yapacaksınız. Seçimle ilgili olarak, seçeceğiniz muhtemel adayla ilgili olarak çok ciddi iddialar var. Ben Hrant Dink davasından müdahil avukatlardan birisiydim. O davada Hrant Dink’i ölüm sürecine götüren sürecin, bir yargı süreciyle başladığını da biliyorum, bir mahkûmiyet süreciyle başladığını biliyorum ve o mahkumiyet sürecine katkısı olmuşlardan birisi, biraz sonra burada bu yüce Meclisin önüne kamu denetçisi adayı olarak gelecek. Tek başına bu bile bu seçimi gölgelemektedir. Kamu vicdanında bu kadar ağır yara edinmiş ve büyük bir travma yaratmış bir olayın sürecinde negatif katkısı olan bir adayın, bütün Türkiye bakımından kamu denetçisi olabilecek olması, gerçekten üzerinde çok düşünmemiz gereken bir olaydır.

Bunu başarılı bir biçimde yapabilirdik, yasanın kendisini nitelikli bir çoğunluğa dönüştürebilirdik veya alt komisyonda ve Komisyonda da muhalefetin görüşünü alabilirdiniz, hem başdenetçinin nitelikleri konusunda hem de denetçi yardımcılarının nitelikleri konusunda bir uzlaşma yaratabilirdik veya bir konsensüs yaratabilirdik, bir Meclis geleneği oluşturabilirdik fakat maalesef buna yanaşmadınız.

Şimdi elimde, Orhan Gazi Ertekin’in -daha önce de bu kitaptan bahsetmiştim bu kürsüde- “Yargı Meselesi Hallolundu” adlı kitabı var. Bu kitabın 79’uncu sayfasında bir kıdemli yargıçtan söz ediyor, okumanızı tavsiye ederim, bu bölümü okumanızı tavsiye ederim. Şimdi, böyle niteliklere sahip, hakkında böyle iddia olan birisinin biraz sonra sizler tarafından kamu denetçisi olarak seçilecek olması gerçekten bu Meclis bakımından kabul edilecek bir şey değildir, objektiflik açısından doğru değildir, nitelikleri bakımından doğru değildir. Diğer adayların niteliklerine geçmiyorum ama eğer kamu denetçiliği kurumunu AB standardında bir kuruma dönüştürmek istiyorsak benim sizlere önerim, bu seçimi bugün burada yapmamaktır, yasağa rağmen yapmamaktır. Eğer yaparsanız bu kurumu da diğer kurumlar gibi kendinize benzetirsiniz ve işlevsiz bir hâle dönüştürürsünüz. Kamu denetçiliği, iktidarı ve devletin uygulamalarını denetlemek için getiriliyor ama sizin uygulamalarınızı aklayacak, belli masalarda şahitlik yapmış insanları buraya bu güvenilir kurum bakımından getirmeniz hiçbir biçimde uygun olmayacaktır.

Ayrıca, kendisiyle ilgili başka iddialar da var, isim vermek istemiyorum, birçok davada beraat konusunda veya başka konularda telkinde bulunduğu konusunda iddialar var. Bu iddiaları da sizlerin vicdanınıza terk ediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Lehte…

BAŞKAN – Sayın Akman, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle Sayın Başkanım, siz bugün saat tam 20.00 gibi oturumu açtınız. Sadece oturumu açtığınızı ifade ettikten sonra Sayın Grup Başkan Vekili, usul hakkında tartışma açmak istediğini söyledi. Hâlbuki siz, nasıl bir icraat yapacağınızı, hangi konuyu görüşeceğinizi dahi henüz Genel Kurulun bilgisine sunmamış idiniz. O anlamda, doğrusu usul tartışması açmak Başkanın takdirinde olmakla beraber, ben usul tartışmasını düzenleyen İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine bakıyorum: “Görüşmeye yer olup olmaması, Başkanı gündeme veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerine uymaya davet, -bir de üçüncü olarak- bir konuyu öne alma veya geriye bırakma gibi usule ait konular, diğer işlerden önce konuşulur.” ifadesi var birinci fıkrada. Ben bunların hiçbirisiyle doğrusu bağdaştıramadım. Onu önce ifade etmem lazım. Ama siz usul tartışması açmış oldunuz. Bu usul tartışması sırasında, bugün Anayasa’nın 74’üncü maddesinin amir hükmü gereği yapmamız gereken bir işi bir şekilde tartışmaya açmış olduk. Hâlbuki siz Başkanlık Divanı olarak, Anayasa’nın 74’üncü maddesinde çok açık bir şekilde ifade edilmiş olan kamu denetçiliğinin başdenetçisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca dört yıl için seçileceğini ve bu oylamanın usullerini ifade eden dördüncü fıkrasının gereğini yerine getirmiş oluyorsunuz. Bu anlamda herhangi bir usule aykırılık söz konusu değil.

Yine, bu Anayasa değişikliğinin ve kanunun hazırlanması sırasında ciddi emeği olmuş bir arkadaşınız olarak, gerek Komisyon aşamalarını, yani Karma Komisyonun toplanıp karar alma aşamalarını gerek diğer aşamaları takip etmiş bir arkadaşınız olarak, Anayasa 74’üncü maddede öngörülen ve özel kanunda öngörülen yasaya hiçbir aykırılık görmediğimi, bulmadığımı açıkça ifade etmek istiyorum.

Eğer Sayın Hamzaçebi’nin itirazı, burada bir AK PARTİ çoğunluğu var, bu AK PARTİ çoğunluğu nasıl olsa Anayasa’da belirtilmiş olan nisaplar çerçevesinde arzuladığı kişiyi gizli oylamayla da olsa başdenetçi seçer gibi bir şeyden hareket ediyorsa, bu itiraz, bugün buradaki usule ilişkin bir itiraz değil, 12 Haziran 2011’de milletin verdiği karara bir itiraz anlamına geleceği için bu itirazı millete yapması gerektiğini ben düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu Genel Kurul çalışmaları sırasında itiraz edilecek hiçbir husus yok. Her şey Anayasa’nın, İç Tüzük’ün ve ilgili yasanın gerekleri doğrultusunda devam ediyor ve Başkanlık Divanının bu konuyla ilgili Birinci Oturumda karar almış olduğu üzere… Yani bugün AK PARTİ Grubunun önerisi üzerine bu seçimlerin yapılacağına dair Genel Kurulun kararı var. Bugün bu icra ediliyor. Herhangi bir usule aykırılık yok. Bir an önce seçimlere geçilmesini istirham ediyorum.

Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akman.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı benim konuşmamın sadece bir bölümünü alarak bir değerlendirme yaptı. Ben hem kamu başdenetçisinin seçiminden hem de kamu denetçilerinin seçiminden söz ettim. Anayasa’nın 74’üncü maddesi sadece kamu başdenetçisinin seçimine ilişkin usulü düzenler.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Ama bunu burada tartışmıyoruz dikkat ederseniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Kamu denetçilerinin seçimine ilişkin husus kanunla düzenlenmiştir ancak orada da nitelikli çoğunluk aramıştır Hükûmet buraya getirmiş olduğu kanun tasarısıyla ve yasalaşan kanunla.

Şimdi, benim konuşmamın sadece başdenetçiye ilişkin bölümünü alıp kamu denetçisine ilişkin olarak Komisyonda yaşananları anlattığım bölümü konuşmacı atlarsa, eksik bir değerlendirme yapmış olur.

Mesele, Komisyonda kamu denetçilerinin seçim sürecinden başlıyor. Kamu başdenetçisi seçimi onun ikinci aşamasıdır. Aynı anlayış her iki seçimde de ortaya konmuştur: “Biz iktidar çoğunluğumuzla, Parlamento çoğunluğumuzla bu seçimi kendi başımıza yapacağız, size ihtiyacımız yoktur.” Benim eleştirdiğim anlayış budur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Konu netleşmiştir efendim.

Teşekkür ederiz Sayın Hamzaçebi.

Divan olarak kararımızda bir değişiklik yoktur.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

 

XI.- SEÇİMLER

A) Kamu Başdenetçiliği Seçimi

1.- Kamu Başdenetçisi seçimi (S.Sayısı :356)(x)

BAŞKAN – Şimdi, bu kısımda yer alan kamu başdenetçiliği için yapılacak seçime başlıyoruz.

Anayasa’nın 74 ve 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’nun 11 ve geçici 1’inci maddeleri hükümlerine göre, seçim gizli oylamayla yapılacaktır. Başdenetçi seçilebilmek için ilk iki oylamada üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu yani 367 oy, üçüncü oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu yani 276 oy aranacaktır; üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan 2 aday için dördüncü oylama yapılacak ve dördüncü oylamada karar yeter sayısı olmak şartıyla  en fazla oy alan aday seçilmiş olacaktır.

Şimdi, Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonca belirlenen 3 kamu başdenetçisi adaylarının adlarını okuyorum: Yavuz Erkmen, Mehmet Nihat Ömeroğlu, Halime Nuray Turcan.

Komisyonca belirlenen adayların adlarını içeren oy pusulası Başkanlıkça bastırılmıştır.

Şimdi gizli oylamanın ne şekilde olacağını arz ediyorum: Komisyon ve hükûmet sıralarında yer alan kâtip üyelerden, komisyon sırasındaki kâtip üyeler, Adana'dan başlayarak Denizli'ye kadar -Denizli dâhil- ve Diyarbakır’dan başlayarak İstanbul’a kadar -İstanbul dâhil- hükûmet sırasındaki kâtip üyeler ise İzmir'den başlayarak Mardin’e kadar -Mardin dâhil- ve Mersin’den başlayarak Zonguldak’a kadar –Zonguldak dâhil- adı okunan milletvekiline mühürlü oy pusulası ile zarf verecek ve milletvekilinin adını ad defterinden işaretleyecektir.

Oyunu kullanacak sayın milletvekili mühürlü oy pusulasıyla zarfı aldıktan sonra oy kabinine girecek, oy pusulasında adları yazılı adaylardan hangisine oy verecekse o adayın adının önündeki kutucuğu çarpı işaretiyle işaretleyip, oy pusulasını kabinde zarfa koyduktan sonra Başkanlık Divanı kürsüsü önüne konulan oy kutularına atacaktır.

Sayın üyelerin oylamada dikkat edecekleri hususları arz ediyorum: Oy kullanılırken adaylardan sadece birinin adının önündeki kutucuk işaretlenecektir. Birden fazla adayın işaretlendiği oy pusulaları geçersiz sayılacaktır. Kabinlere aynı renk tükenmez kalemler konulmuştur, sayın üyeler bu kalemleri kullanacaklardır. Oy pusulasında oyun kime ait olduğunu belirleyecek herhangi bir işaret, imza, karalama veya kabinlerdeki kalemlerden başka renkli bir kalem kullanma gibi durumlarda oy geçersiz sayılacaktır. Geçerli oy tercihi belirten çarpı işareti dışında hiçbir işaret taşımayacaktır.

Oylama gizli olacağından vekâleten oy kullanılmayacağını belirtiyorum.

Sayın kâtip üyelerin yerlerini almalarını rica ediyorum.

Birinci oylamada kullanılacak mühürlü oy pusulaları ve zarfları sayın kâtip üyelere teslim edilsin.

Sayın milletvekilleri, oylamanın sayım ve dökümü için ad çekme suretiyle 5 kişilik bir tasnif komisyonu tespit ediyorum:

Balıkesir Milletvekili Ali Aydınlıoğlu? Yok.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önceki açıklamanızda vekâleten gizli oylama…

BAŞKAN - Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek? Burada.

Kilis Milletvekili Fuat Karakuş? Yok.

Bursa Milletvekili Mustafa Kemal Şerbetçioğlu? Burada.

Denizli Milletvekili Nihat Zeybekci burada mı? Burada.

Konya Milletvekili Faruk Bal burada mı? Yok.

Afyonkarahisar Milletvekili Sait Açba burada mı? Yok.

Adana Milletvekili Ali Küçükaydın, burada mı? Yok.

Iğdır Milletvekili Sayın Sinan Oğan burada mı? Yok.

Ankara Milletvekili Haluk İpek burada mı? Burada.

Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım burada mı? Burada.

Bu 5 Sayın Milletvekili Tasnif Komisyonunda görevli olacaklardır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Evet, buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Biraz önce, oylamanın olacağıyla ilgili yaptığınız açıklamada gizli oylama yapıldığından dolayı vekâletle oy kullanılamayacağıyla ilgili bir açıklamada bulundunuz.

BAŞKAN – Evet.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bu, Anayasa’ya ve İç Tüzük’e aykırı bir durumdur, o konuda usul tartışmasını…

BAŞKAN – Aykırı değildir efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, usul tartışması açmak istiyorum.

BAŞKAN – Kesin bir hüküm yoktur. Bir oylamada daha böyle kullanılmıştır. Bir gizli oylamanın ruhuna uygun değildir vekâleten oy kullanmak efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuzla ilgili usul tartışması açmak istiyorum.

BAŞKAN – Anayasa’da net bir hüküm yoktur ve açıktır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN – Evet.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 63’üncü maddeye göre, uygulamanızla ilgili usul tartışması açmak istiyorum.

BAŞKAN – Seçime geçtik artık.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ama siz seçime geçerken bir irade beyanında bulundunuz. Usul tartışması açmadan bu seçimi yapamazsınız.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, bu uygulamayı -isterseniz bakabilirsiniz- daha önce de uyguladım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, siz Anayasa’dan ve İç Tüzük’ten almadığınız bir yetkiyi kullanarak…

BAŞKAN – Bakınız sayın milletvekilleri, bir gizli oylamada vekâleten oy kullanmak gizli oylamanın ruhuna aykırıdır. Açık oylamada vekâleten oy kullanabilirsiniz ama gizli bir oylamada vekâleten oy kullanmak gizliliğe aykırı bir husustur. Anayasa’da bu açık bırakılmış bir husustur. Onun için…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Anayasa’da açık olan kısmı siz neye dayanarak kapatıyorsunuz? Neye dayanarak bu hükmü veriyorsunuz? Sayın Başkan, 63’üncü maddeye göre…

BAŞKAN – Anayasa’da gizli oylama belirtilmemiştir.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, izin verir misiniz?

BAŞKAN – Buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 63’üncü maddeye göre, tutumunuz hakkında usul tartışması açmak istiyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, oylama başladı.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Oylama devam ederken usul tartışması olmaz Sayın Başkan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın Grup Başkan Vekilinin usul tartışmasıyla ilgili girdiği konuda usulle alakalı hiçbir şey olmazken…

BAŞKAN – Şimdi, sayın milletvekilleri, biz oylamaya başlamış bulunuyoruz. Tasnif Komisyonu da seçilmiş bulunmaktadır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Müsaade eder misiniz Sayın Başkan? Sayın Başkan, ben bir sözümü bitireyim, ondan sonra…

BAŞKAN – Lütfen… Bunu daha önceki yaptığımız uygulamaları incelerseniz göreceksiniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

Siz bu iradenizi beyan ettikten sonra ben itiraz ettim, “Sayın Başkan, yaptığınız açıklama usule aykırı. Usul tartışması…” dedim, “Kura çekiyorum.” dediniz. Oylamaya geçmeden önce siz iradenizi söylediğiniz anda ben bu konuyu gündeme getirdim. Efendim, usul tartışması açın, 63’üncü maddeye göre değerlendirmemizi yapalım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bir işlem…

BAŞKAN – Yani usul tartışması…

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Ya, vicdanınız yaralanmıyor mu?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ben 63’e göre böyle bir istemde bulunduğum anda, siz bu konuyu değerlendirme değil, usul tartışması sonucuna göre değerlendirme yapacaksınız.

BAŞKAN – E tabii, buyurun Sayın Elitaş.

Sayın milletvekillerimiz, usul tartışmasını…

Buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, lehte, aleyhte söz isteyenleri yazacak mısınız?

VELİ AĞBABA (Malatya) – Aleyhte söz istiyorum.

ÖZGÜR ÖZEL(Manisa) – Aleyhte istiyorum.

BAŞKAN – Siz buyurun Sayın Elitaş.

 

X.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)

2.- Kamu Başdenetçiliği seçimi için yapılacak gizli oylamada bakanların vekâleten oy kullanıp kullanamayacakları hakkında

 

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, yaptığınız işlem ne Anayasa’ya ne İç Tüzük’e uyan bir işlemdir.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Sizin yaptığınız da hiçbir şeye uymuyor, vicdana uymuyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama şu anda, kendiniz, siz…

Sayın Başkan, beni dinliyor musunuz? Ben sizinle ilgili…

BAŞKAN – Duyuyorum. Siz Genel Kurula hitap ediniz, ben duyuyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan ama Genel Kurulun kanaati değil, şu anda sizin kanaatiniz ön plana çıktı. Eğer siz Genel Kurulun kanaatine uyacaksanız, 63’üncü maddeye göre, ona göre konuşalım.

Şu anda, siz, Genel Kurulun kanaatini almadan, kendi görüşleriniz doğrultusunda “Böyle bir uygulama yapıyorum, geçmişte de bu şekilde uygulama olmuştur.” diye bize herhangi bir örnek göstermeden, belki kendi yaptığınız uygulamadır ama o uygulama da olmadı.

Ben altı yıldır burada Grup Başkan Vekiliyim, on yıldır milletvekiliyim, Anayasa oylamalarında ve gizli oylamaların tamamında vekâlet verilmiştir. Nitekim, Anayasa’nın 96’ncı maddesi Bakanlar Kurulunun hangi noktada vekâlet verecekleriyle ilgili düzenlemeyi yapmış. Toplantı ve karar yeter sayısı, bakın, 96…

BAŞKAN – Genel Kurula hitaben konuşun efendim, ben duyuyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Peki Sayın Başkanım.

96’ıncı maddenin ikinci fıkrası “Bakanlar Kurulu üyeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin katılmadıkları oturumlarında, kendileri yerine oy kullanmak üzere bir bakana yetki verebilirler. Ancak bir bakan kendi oyu ile birlikte en çok iki oy kullanabilir.”

İç Tüzük’ümüz de 147’nci maddede gizli oylamayı tanımlamış: “Anayasa veya kanun gereğince açık oylamanın zorunlu olduğu hallerde veya İçtüzüğün işaret oyuyla hallinin zorunlu olduğunu belirttiği konularda yahut açık oylamanın İçtüzük uyarınca istem üzerine yapıldığı hallerde, gizli oylama yapılamaz.

Yukarıdaki fıkrada yazılı haller dışında gizli oylama yapılabilmesi için yirmi milletvekilinin bir önerge ile, gizli oylama yapılmasını istemesi ve bu istemin Genel Kurulca kabulü lâzımdır. Karar görüşmesiz işaret oyuyla alınır.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bu, gizli oylamanın nasıl yapılacağı konusunda Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – İzin verir misiniz Sayın Başkan?

BAŞKAN – Buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 148’inci madde de gizli oylamanın usulünü tadat etmiş.

BAŞKAN – Yapmış…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “Milletvekillerine, beyaz, yeşil ve kırmızı renkte üç yuvarlak birden verilir. Bunlardan oy olarak kullanılacak yuvarlak, bunun için gösterilen kutuya atılır. Diğer iki yuvarlak ayrıca belirtilen yere bırakılır.”

Bakın Sayın Başkan, İç Tüzük gizli oylamada nasıl oy kullanılacağıyla ilgili düzenlemeyi yapmış, Bakanlar Kurulu üyelerinin kimlere vekâlet edeceğiyle ilgili kısmı Anayasa tadat etmiş. Anayasa'nın yaptığı bir düzenlemeyi, şu anda siz, kendi iradenizle, Başkanlık kürsüsüne oturmanın verdiği yetkiyle Anayasa'ya aykırı bir uygulama yapmaktasınız.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Gizli oylamada vekâlet olmaz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Biz yirmi altı maddelik Anayasa değişikliğimizi yaptığımız süreçte dahi, Anayasa oylamalarını yaparken dahi, bugüne kadarki bütün oylamalarda Bakanlar Kurulu üyeleri başkalarına vekâleten oy kullanmıştır. Zaten “Vekâleten oy kullanmak.” demek, hangi tür oylama olursa olsun, herhangi bir bakan başka bir bakana oy verdiği takdirde oyunun rengini de ifade etmiştir ama o, oy veren ile vekâleti veren arasındaki bir anlaşmadır, hangi noktada oyunu verdiğini beyan etmek kendi ihtiyarlarına bırakılmıştır. Bu anlamda, sizin, gizli oylamayı Anayasa değişikliğinde veya başka bir şeyi yaparken “Gizli oylama yapmıyoruz.” diye ifade etmeniz Anayasa'ya aykırı bir tutumdur. Nitekim, bu yaptığımız, oy yuvarlaklarını kullanmak da değil, işaretle 3 kişiden 1 tanesini -hangi kutuya- kimi seçeceğimizle ilgili işareti siz “Şunun üzerine bir işaret koyacak.” diye ifade ettiniz. Buradaki yaptığımız oylamanın gizli oylama süreci olması noktasında sizin yaptığınız tutumun yanlış olduğunu, Sayın Başkan, İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine göre bu şekildeki bir usul tartışması konusunda eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin bu konuda kararını almak istiyorsanız Genel Kurulun oyuna başvurduğunuz takdirde herhâlde net bir sonuca ulaşırız diye düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Elitaş.

Lehte, Manisa Milletvekili Özgür Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’a devrediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tanal, buyurunuz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gizli oy kullanmanın asıl mantığı şu: Kurulan kabinlerin içerisine giren milletvekili perdeyi çektikten sonra kendisi ve vicdanıyla baş başa kalarak kimsenin görmeyeceği, duymayacağı, işaret edilemeyeceği bir şekilde oy kullanma zemini hazırlanıyor orada ve bu şekilde gizli oylamada şu yapılamaz: “Ben vekâletimi (A) şahsına, bakan olarak verdim ve benim bakan olarak vermiş olduğum vekâlete Sayın Bakan Özer Bey gidip orada oy kullanamaz çünkü ben, Sayın Bakan Özer Bey’e irademi açıklamış olurum.” Bu ise aynı zamanda ne olmuş olur? Gizliği ihlal etmiş oluruz yani gizliğin asıl mantığı, kimseye iradenizi açıklamamış olacaksınız, beyan etmemiş olacaksınız, duyurmamış olacaksınız, söylememiş olacaksınız, onu vicdanıyla, Allah’la baş başa bırakmış olacaksınız. Ama burada Sayın Grup Başkan Vekilinin söylediği hadise “Efendim, bir bakan bir başka bakana vekâlet verir, vekâleti açıkça kullanır.” Bu, vekâletin gizliği, daha doğrusu oyun gizliliğiyle bağdaşan bir husus değil yani gizlinin hukuktaki mefhumu muhalifinden çıkan ters mana, kimsenin duymaması lazım, kimseyle paylaşılmaması lazım, kimseye fikrin açıklanmaması anlamı çıkar. Bu anlamda, gizli olan oylamalar şahsa sıkı sıkıya bağlı olan bir haktır. Şahsa sıkı sıkıya bağlı olan bir hak başkasına devredilemez. Bu aynı zamanda bir kişilik hakkı gibidir yani biz kişilik haklarımızı nasıl üçüncü şahıslara devredemiyor isek gizli oy da kişiliğe bağlı, sıkı sıkıya bağlı olan bir haktır. Sıkı sıkıya kişiliğe bağlı olan bir hakkın bir başka şahsa devredilmesi imkânsızdır.

Bu anlamda, Sayın Başkanın tutumu Anayasa’ya ve tüm evrensel hukuk kurallarına, bugüne kadarki Meclisin teamüllerinin tamamına uygundur. Teamüllerin hepsini bilmek, on yıldan beri milletvekili olma anlamına gelmez; on yıl milletvekili olur ama teamülleri bilmez. (CHP sıralarından alkışlar) Bu anlamda Sayın Grup Başkan Vekilinin yorumu yerinde değildir.

Hepinize saygılar. Başkanın tutumu yerindedir.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.

Aleyhte, İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat.

Buyurunuz Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; tutumunuzun aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın 96’ncı maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplantı ve karar yeter sayısı açık biçimde düzenlenmiştir. 96’ncı maddenin ikinci fıkrası, Bakanlar Kurulu üyelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin katılamadıkları oturumlarında kendi yerlerine oy kullanmak üzere bir bakana yetki vereceklerini amirdir.

Bu, çok net, kısıtlayıcı herhangi bir hüküm içermeyen açık bir maddedir. Yani burada gizli oylama, işaretle oylama veya açık oylama ayrımı yapılmaksızın, bakanın bir diğer bakanı vekil tayin etmek suretiyle oyunu kullanabileceğini belirtmektedir. Dolayısıyla, hukukun bilinen bir kuralıdır: “Bir konuda yasaklama yoksa o konuda aslolan serbestliktir.”

Nitekim, İç Tüzük’ümüzün 139’uncu maddesinde oylama biçimleri düzenlenmiştir, işaretle oylama, açık oylama ve gizli oylama şeklinde.

Şimdi, bir bakan diğerini vekil tayin ettiği zaman işaret veya açık oylama yönünden bunu kabul edip… Çünkü o vekâletlerde bakan, hiçbir zaman “Görüşülen konunun lehinde oyumu kullanmak üzere…” veya “Aleyhinde oyumu kullanmak üzere…” diye vekâlet vermiyor, “Benim şu oturuma katılamamam nedeniyle mevcut durumu değerlendirip ona göre takdir hakkını size bırakmak suretiyle oyumu kullanın.” diye vekâlet veriyor. Dolayısıyla, gizli oy açısından da bunun kabul edilmemesi İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırıdır.

Kaldı ki gizli oylamada vekâlet yönteminin uygulanmasına örnek olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi’nin 22 Temmuz 1995 tarih ve 146 sayılı Birleşiminde aynı vekâlet yoluyla gizli oylamada oy kullanılmıştır.

Yine, Meclis Başkanlığı seçimindeki örnek uygulama için de Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi’nin 19 Kasım 2002 tarih ve 2 numaralı Birleşiminde de yine gizli oylama vekâlet yoluyla yerine getirilmiştir. Bu incelenirse, çok net biçimde gizli oylamalarda da vekâlet usulünün geçerli olduğu sonucuna varılabilir.

Sayın Başkanım, biz, İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine göre, eğer bu konudaki tutumunuzun değişmemesini düşünüyorsanız, yüce Genel Kurulun oylarına başvurarak bu konudaki teamülün Meclis kararıyla saptanmasını talep ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kubat.

Lehte, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Binnaz Toprak’a devrediyorum söz hakkımı.

BAŞKAN – Sayın Toprak, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, çok sevgili milletvekili arkadaşlarım; ben bugün sizin vicdanlarınıza hitap etmek istiyorum.

Bakın, Hrant Dink öldüğünde 1 milyon insan arkasından yürüdü, onların arasında ben de vardım ve Türkiye çok ciddi bir travma yaşadı. Üstüne üstlük çok yakın zamanlarda, Darbeleri Araştırma Komisyonu, Hrant Dink olayının da araştırılması gerektiğine karar verdi. Bu, Türkiye için gerçekten çok önemli bir davadır ve Hrant Dink’in ölümüne neden olan olaylar zincirinde şimdi bu 3 kişi arasında olan ve duyduğum kadarıyla AKP’nin yetkililerinin tercih ettiği bir isim de var; ismi söylemeyeceğim, zannediyorum biliyorsunuz.

Şimdi, bakın, böyle bir şey gerçekten kabul edilemez diye düşünüyorum. Eğer ombudsmanlık diye bir kurum burada ihdas ediyorsak bunu şunun için yapıyoruz: Oraya vicdanı olan, hakikaten bağımsız, tarafsız davranacağına emin olacağımız birinin oturması ve dolayısıyla da vatandaş ile devlet arasında herhangi bir sorun çıktığında, vatandaşın bir şikâyeti olduğunda buna vicdanlı bir şekilde, tarafsız bir şekilde karar verecek bir kişinin olması. Böyle bir kişi eğer seçilecek olursa -bir kere, teessüf ediyorum, bu ismi düşünmüş olduğunuz için bile teessüf ediyorum- böyle bir isim seçilecek olursa bunu siz kendi vicdanlarınıza da anlatamazsınız diye düşünüyorum, bu bir.

Kamuoyuna ve uluslararası kamuoyuna hiç, hiç anlatamazsınız. Ben şahsen uluslararası kamuoyunun bunu duyması için de elimden gelen her türlü çabayı göstereceğime burada, bu Mecliste söz veriyorum.

Böyle bir şey kabul edilemez, dünyada hiçbir örneği yoktur. Dolayısıyla, lütfen ve lütfen vicdanlarınızın sesini dinleyerek oy verin. Burada parti disiplini söz konusu değil; burada söz konusu olan, gerçekten de adalettir ve insanların vicdan duygusudur.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Toprak.

Sayın milletvekilleri, tutumumda bir değişiklik yoktur…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - …gizli oy kararımda ısrar ediyorum…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - …ve bu konu kapanmıştır.

Oylamaya geçiyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN - Oylamaya Adana ilinden başlıyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir cümle söyleyeyim müsaade edin.

BAŞKAN – Buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bakın, son bir buçuk ay içerisinde biz iki gizli oylama yaptık. Biri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 2014 yılı mahallî idare seçimlerinin 2013 Ekim ayına alınmasıyla ilgili yaptığımız gizli oylamadır. Sayın bakanlar vekâleten oy kullandı. (CHP sıralarından “Yanlış” sesleri)

Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Elitaş…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Müsaade edin Sayın Başkan.

Yine aynı şekilde, Sayın Başbakanla ilgili yapılan soruşturma görüşmeleri sırasında yaptığımız gizli oylamada yine sayın bakanlar vekâleten oy kullandı. (CHP sıralarından “Yanlış” sesleri)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, bunları belirttiniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, şu anda siz Anayasa’nın üzerinde…

BAŞKAN – Sayın Elitaş, demin de aynı şeyleri söylediniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – …Anayasa’nın 96’ncı maddesinin üzerinde ve Anayasa’ya aykırı bir tutum içerisindesiniz.

BAŞKAN – Bakınız Sayın Elitaş…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Anayasa’ya aykırı bir işlem yaparak…

BAŞKAN – …sayın milletvekilleri…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Anayasa’ya aykırı bir işlem yapıyorsunuz.

BAŞKAN – Ben Anayasa’nın üzerinde karar vermiyorum; ben, Anayasa, gizli oylama konusunda bir netlik getirmemiştir…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Siz nasıl netlik getirebilirsiniz?

BAŞKAN – Gizli oylama, vekâlette de gizli oylamada bir netlik getirmemiştir.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - O zaman seçimlerde de vekâleten oy kullanın.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Gizli oylamanın ruhuna aykırıdır, lütfen...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Anayasa 96…

BAŞKAN – Oylamaya geçiyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, müsaade edin bir dakika.

BAŞKAN – Söylediniz Sayın Elitaş, daha neyi söyleyeceksiniz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Anayasa 96… Anayasa diyorum… Anayasa 96, Bakanlar Kurulu üyelerinin hangi şartlar altında oy vereceğini… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – “Gizli oylamalarda oy kullanır.” demiyor efendim, vekâleten.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Seçimlerle bağlantı kurmanız o kadar büyük bir hata ki, bakın, milletvekilleri birbirlerine…

Sayın Başkan, bir dinleyin.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, “Gizli oylamalarda vekâleten oy kullanılır.” diye yazmıyor. Lütfen yeter artık!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, milletvekillerinin birbirlerine vekâleten oy kullanamayacağını İç Tüzük ve Anayasa yazmıyor.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, bunu söylediniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, yaptığınız iş yanlış.

BAŞKAN – Tutanaklara geçti efendim.

Oylamaya Adana ilinden başlıyoruz. Okuyunuz lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Anayasa’nın yerine geçiyorsunuz şu an. Sayın Başkan, Kanunlar Kararlarla konuşmuyorsunuz, hiç kimseyle konuşmuyorsunuz. Şu anda siz nereden aldığınız belli olmayan bir yetkiyle, yetkisiz bir şekilde yanlış bir uygulama yapıyorsunuz.

BAŞKAN – Anayasa’dan alıyorum efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Meclis Başkan Vekili olmak demek Anayasa’ya ve kanunlara aykırı bir uygulama yapmak demek değildir. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Ne yapmaya çalışıyorsunuz Sayın Elitaş, anlayamadım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, 63’e göre…

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturunuz, konu kapanmıştır. Siz de burada Meclis iradesinin, 63’üncü maddeye -İç Tüzük’ün verdiği- göre kararıma devamlı itiraz ederek ne yapmaya çalıştığınızı anlayamıyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bu konuyu oylamaya sunmanız konusunda ısrar ediyorum.

BAŞKAN – Lütfen yeter, bu devam edemez, lütfen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul – Sayın Başkan, izin verir misiniz efendim?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bu konuyu oylamaya koymanız konusunda ısrar ediyorum.

 

XI.- SEÇİMLER (Devam)

A) Kamu Başdenetçiliği Seçimi (Devam)

1.- Kamu Başdenetçisi seçimi (S.Sayısı :356) (Devam)

 

BAŞKAN – Oylamaya başlıyoruz, okuyunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yazıklar olsun, yazıklar olsun! (CHP sıralarından gürültüler, “Hakaret ediyor.” sesleri)

(Oylar toplandı)

BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.

Oylama işlemi tamamlanmıştır.

Lütfen oy kupalarını kaldırınız.

Tasnif Komisyonu üyeleri yerlerini alsınlar.

İsimlerini tekrar okuyorum: Ankara Milletvekili Haluk İpek, Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım, Bursa Milletvekili Mustafa Kemal Şerbetçioğlu, Denizli Milletvekili Nihat Zeybekci, Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek.

(Oyların ayrımı yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasnif komisyonu tutanağı gelmiştir, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’nun 11’inci ve geçici 1’inci maddeleri hükümlerine göre kamu başdenetçiliği için yapılan birinci oylamaya 251 üye katılmış; kullanılan oyların dağılımı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

Saygıyla arz olunur.

Tasnif Komisyonu

          Üye                                                    Üye                                                      Üye

     Haluk İpek                 Hasan Hami Yıldırım              Mustafa Kemal Şerbetçioğlu

      (Ankara)                                             (Burdur)                                                (Bursa)

        Üye                                                      Üye

Nihat Zeybekçioğlu                              Cemalettin Şimşek

        (Denizli) (Samsun)                                   

Mehmet Nihat Ömeroğlu: 223

Yavuz Erkmen: 11

Halime Nuray Turcan: 9

Boş: 4

Geçersiz: 4

Toplam: 251 oy.

Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre kamu başdenetçisi seçiminde Anayasa ve 6328 sayılı Kanun’da öngörülen üçte 2 oy çoğunluğu bulunamamıştır.

Böylece, şimdi, ikinci tur oylamaya başlıyoruz. Bu oylamada da başdenetçi seçilebilmek için üye tam sayısının üçte 2 çoğunluğu yani 367 oy aranacaktır.

Sayın kâtip üyelerin yerlerini almalarını rica ediyorum.

İkinci oylamada kullanılacak mühürlü oy pusulaları ve zarfları sayın kâtip üyelere teslim edilsin.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Efendim, daha oylama başlamadan oy kullanıyorlar.

BAŞKAN – Kimse oy kullanmıyor efendim, daha başlamadık.

Sayın milletvekilleri lütfen.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bakın, sayın grup başkan vekilinin elinde pusula var.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, oylamanın sayım ve dökümü için ad çekme suretiyle 5 kişilik tasnif komisyonunu tespit ediyorum.

Lütfen, şehirleri okumaya başlamadan önce oy vermeye başlamayınız.

Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz burada mı? Yok.

İstanbul Milletvekili Harun Karaca burada mı? Yok.

Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü burada mı? Yok.

Edirne Milletvekili Kemal Değirmendereli burada mı? Yok

Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Akyürek burada mı? Yok.

Ağrı Milletvekili Fatma Salman Kotan burada mı? Yok.

Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk burada mı? Yok.

Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak burada mı? Yok.

Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel burada mı? Burada.

Trabzon Milletvekili Aydın Bıyıklıoğlu burada mı? Burada.

Sivas Milletvekili Ali Turan burada mı? Burada.

Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir burada mı? Yok.

Amasya Milletvekili Avni Erdemir burada mı? Yok.

Mardin Milletvekili Muammer Güler burada mı? Burada.

Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar burada mı? Yok.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Twitter’da efendim, sanal âlemde! Meclis çalışmalarını tweet atıyor.

BAŞKAN – Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu burada mı? Yok.

Muğla Milletvekili Tolga Çandar burada mı? Yok.

Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu burada mı? Yok.

Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar burada mı? Burada.

Evet, tasnif kurulu oy verme işleminden sonra işlemini yapacak.

Adana ilinden başlıyoruz oylamaya.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.

Oylama işlemi tamamlanmıştır.

Lütfen oy kupalarını kaldırınız.

Tasnif Komisyonu üyeleri yerlerini alsınlar.

Üyelerimizin adlarını okuyorum: Trabzon Milletvekili Aydın Bıyıklıoğlu, Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel, Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar, Mardin Milletvekili Muammer Güler, Sivas Milletvekili Ali Turan.

(Oyların ayrımı yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasnif komisyonu tutanağı gelmiştir; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’nun 11’inci ve geçici 1’inci maddeleri hükümlerine göre kamu başdenetçiliği için yapılan ikinci oylamaya 265 üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

Saygıyla arz olunur.

Tasnif Komisyonu

                         Üye                                                   Üye                                                   Üye

                 Mehmet Yüksel                                  Muammer Güler                                       Ali Turan

                       Denizli                                               Mardin                                                Sivas

                         Üye                                                   Üye

               Aydın Bıyıklıoğlu                                 Özcan Ulupınar

                      Trabzon                                            Zonguldak

 

Mehmet Nihat Ömeroğlu:                    231

Halime Nuray Turcan:                           18

Yavuz Erkmen:                                     10

Boş:                                                      4

Geçersiz:                                               2

Toplam:                                             265

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre kamu başdenetçisi seçiminde Anayasa ve 6328 sayılı kanunda öngörülen üçte 2 oy çoğunluğu bulunamamıştır.

Şimdi, üçüncü oylamaya başlıyoruz. Bu oylamada başdenetçi seçilebilmek için üye tam sayısının salt çoğunluğu yani 276 oy aranacaktır.

Sayın kâtip üyelerin yerlerini almalarını rica ediyorum.

Üçüncü oylamada kullanılacak mühürlü oy pusulaları ve zarfları sayın kâtip üyelere teslim edilsin.

Oylamanın sayım ve dökümü için ad çekme suretiyle beş kişilik tasnif heyetini tespit ediyorum.

Malatya, Mahmut Mücahit Fındıklı? Yok.

İzmir, Hamza Dağ? Burada.

İstanbul, Ferit Mevlüt Aslanoğlu? Yok.

Ankara, Seyit Sertçelik? Yok

Aydın, Osman Aydın? Yok.

Bursa, Necati Özensoy? Yok.

İstanbul, İsmet Uçma? Burada.

İstanbul, Erol Kaya? Burada.

Erzurum, Muhyettin Aksak? Burada.

Ankara, Ahmet İyimaya? Yok.

Siirt, Gültan Kışanak? Yok.

İzmir, Oğuz Oyan? Yok.

Şanlıurfa, Mahmut Kaçar? Burada.

Tamam, 5 oldu.

Oylamaya Adana ilinden başlıyoruz.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok galiba.

Oylama işlemi tamamlanmıştır.

Oy kupaları kaldırılsın.

Tasnif Komisyonu üyeleri lütfen yerlerini alsınlar.

Üçüncü tur Tasnif Komisyonu üyelerinin adlarını okuyorum: Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak, İstanbul Milletvekili Erol Kaya, İstanbul Milletvekili İsmet Uçma, İzmir Milletvekili Hamza Dağ, Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar.

(Oyların ayrımına başlandı)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Olmaz öyle, olmaz sonradan oy kullanma. Bayram, ne yapıyorsunuz Bayram?

Sonradan oy kullanıyor. Sayıma geçti, oy kullanıyor ya, gördük işte orada. Sayıma geçti, oy kullandı işte, zarfı verdi. Alın zarfı oradan lütfen ya!

Ya, böyle bir şey olmaz ki! Zarfı alın oradan ya! Ayıp böyle bir şey, sayıma geçmiş, oy kullanıyorlar ya!

Bakın ya! Rıza, uyuyor musunuz orada, Başkanlık Divanında ya? Böyle bir şey var mı ya?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Bayram Ağabey, hep bu işleri sen yapıyorsun ya!

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bayram, ne zaman oraya gidersen bir sıkıntı var orada ya, hakikaten sıkıntı var orada. Ayıp ya!

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Geçen sefer de senden yakalamıştık.

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Tamam… Tamam…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – On dakika oldu, oylama bitti, kutular ortaya döküldü, tasnif oluyor, oy kullanıyor ya! Ayıp, ayıp! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) “Ya”sı yok bu işin. Adam gibi, dürüst yapacağız bu işi.

Bir sıkıntınız mı var? Ya, bırakın Allah aşkına, hep sizi kollamakla geçiyor ömrümüz.

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Bağırmadan konuş!

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ya, Bayram, yanlış yapıyorsunuz. Kullandırtma kardeşim, kullandırtma benim Genel Başkan Yardımcıma ya!

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Ya, bağırma, tamam, bitti.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ayıp ya! Nedir ya, hep aynı şey ya!

(Oyların ayrımına devam edildi)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, üçüncü Tasnif Komisyonu tutanağı gelmiştir, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’nun 11 ve geçici 1’inci maddeleri hükümlerine göre Kamu Başdenetçiliği için yapılan üçüncü oylamaya 280 üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

Saygıyla arz olunur.

 

                                            Tasnif Komisyonu

 

Muhyettin Aksak Erol Kaya                                     İsmet Uçma

Erzurum                                                                   İstanbul                                              İstanbul

Hamza Dağ                                                          Mahmut Kaçar

İzmir                                                                      Şanlıurfa

Mehmet Nihat Ömeroğlu:                    253

Halime Nuray Turcan    :                    15

Yavuz Erkmen              :                                           8

Boş                                    :              1

Geçersiz                             :              3

Toplam                               :              280

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre kamu başdenetçisi seçiminde Anayasa ve 6328 sayılı Kanun’da öngörülen üye tam sayısının salt çoğunluğu bulunamamıştır.

On beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.41

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 22.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Kamu başdenetçiliği seçimine devam ediyoruz.

Şimdi 4’üncü oylamaya başlıyoruz.

3’üncü oylamada en çok oy alan 2 aday için 4’üncü oylama yapılacak ve 4’üncü oylamada karar yeter sayısı olmak şartıyla en fazla oy alan aday seçilmiş olacaktır.

3’üncü oylamada en fazla oy alan 2 adayın isimlerini okuyorum: Mehmet Nihat Ömeroğlu, Halime Nuray Turcan.

Sayın kâtip üyelerin yerlerini almalarını rica ediyorum.

4’üncü oylamada kullanılacak mühürlü oy pusulaları ve zarfları sayın kâtip üyelere teslim edilsin lütfen.

Sayın milletvekilleri, oylamanın sayım ve dökümü için ad çekme suretiyle 5 kişilik tasnif heyetini tespit etmeye başlıyorum:

Konya Milletvekili Hüseyin Üzülmez burada mı? Burada.

Manisa Milletvekili Recai Berber? Yok.

Kırşehir Milletvekili Muzaffer Aslan, burada mı? Evet.

Diyarbakır Milletvekili Şerafettin Elçi? Yok.

Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten? Burada.

Çorum Milletvekili Murat Yıldırım? Yok.

Hatay Milletvekili Mehmet Öntürk, burada mı? Yok.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Gönüllü 5 kişi olsun biz kabul ediyoruz.

BAŞKAN - Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner? Yok.

Kilis Milletvekili Ahmet Salih Dal, burada mı? Burada.

Bir kişi kaldı, umarız burada olanlardan çıkar.

İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca? Burada.

Evet, şimdi oylamaya Adana ilinden başlıyoruz.

(Oylar toplanmaya başlandı)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, isimler okunmadan oy kullanıyorlar, usule aykırı.

(Oyların toplanmasına devam edildi)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, kimse kabine girmiyor, gizli oy kullanılmıyor, açıkta oy kullanılıyor, Anayasa ihlali söz konusu. Bakın, hiç kimse girmiyor kabine, dosdoğru geçiyor arkadaşlarımız.

(Oyların toplanmasına devam edildi)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – İşte Sayın Başkan, ne kadar usulsüzce oy kullanıldığı belli. İsimler okunuyor, hiçbir milletvekili yok. Aslında isimler okunup öyle oylama yapılması lazım. Önceden kullandılar. Usulsüz.

(Oyların toplanmasına devam edildi)

BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın üye var mı?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bir arkadaş var. 

BAŞKAN – Evet, bekliyoruz.

HALUK İPEK (Ankara) – Geldi, geldi.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır, ismi yeni okundu zaten. Usule uygun oy kullanan tek arkadaşı tebrik ediyorum.

BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok galiba.

Oylama işlemi tamamlanmıştır.

Oy kupaları kaldırılsın.

(Oyların ayrımına başlandı)

BAŞKAN - Tasnif Komisyonu üyeleri lütfen yerlerini alsınlar.

Dördüncü tur Tasnif Komisyonu üyelerini okuyorum: Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca, Kırşehir Milletvekili Muzaffer Aslan, Kilis Milletvekili Ahmet Salih Dal Konya Milletvekili Hüseyin Üzülmez.

Diğer komisyon üyemiz nerede acaba?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, bence tam olarak hepsi yerini  almadan tasnife başlamamaları gerekir.

BAŞKAN – Evet.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yani hepsi de zaten iktidar partisinden, orada kontrol eden kimse de yok.

BAŞKAN – Hüseyin Üzülmez yok, lütfen bekleyiniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, yoksa yeniden çekin.

BAŞKAN – Burada yoksa tekrar tamamlayalım ama görünmüyor. Sayın Milletvekilimiz unuttu galiba.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Komisyon eksik Sayın Başkan.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Ama olmaz ki!

BAŞKAN – Biraz zor…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, bunun isimler okunmaya başlamadan önce tamamlanması gerekiyor.

BAŞKAN – Evet.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şu anda tasnife girdi artık. Her dördü de iktidar partisinden, muhalefetten hiç yok.

BAŞKAN – E, yok ama… Gelmiyor arkadaşlar.

Bursa, Hakan Çavuşoğlu?

Sonsuza kadar çekeriz buradaki arkadaşların sayısına göre.

Sayın Hüseyin Üzülmez nerede acaba?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, usul esasın kapısıdır. Yanlış usulden geçersek, varacağımız sonuçlar da yanlış olur Sayın Başkan.

BAŞKAN – Diyarbakır, Oya Eronat?

Yani böyle bir şey hiç aklımıza gelmezdi doğrusu.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Eğer oylamada oy kullandıysa Anayasa Mahkemesi bu oylamayı kesin iptal eder.

BAŞKAN – Rize, Nusret Bayraktar?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – İlk önce bakalım orada 550 kişi var mı?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, kim eksik, o çektiklerinizden kim gelmedi?

BAŞKAN – Onu arıyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Çekerek bulunmaz ki efendim!

BAŞKAN – Ama Tasnif Komisyonu üyesi olduğunu bilmiyor muydu arkadaşımız?

Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, burada CHP’li, MHP’li hiç kimse yok mu? Hep AK PARTİ’den çekiyorsunuz. Çok hevesli arkadaşlarımız…

BAŞKAN – İzmir, Aytun Çıray?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, sadece AKP’lilerin listesi yapılmış oraya, onun için...

BAŞKAN – Lütfen… İşin kendine göre bir sistematiği var herhâlde sayın milletvekilleri.

Batman, Ziver Özdemir?

Sayın milletvekillerimiz sorumluluklarını unutmuşlar.

İstanbul, Muhammed Çetin?

Yani böyle bir şey olamaz. Buradaydı, “Burada.” dediler.

Muğla, Nurettin Demir?

Niğde, Doğan Şafak?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Konya Milletvekili Hüseyin Bey ilk turlarda vardı.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Suat Bey’in ismini çektiniz efendim.

BAŞKAN – Nerede?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, Suat Bey’in ismini çektiniz, burada.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Suat Bey’in ismini çektiniz, burada.

BAŞKAN – Kimi?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Suat Bey’i çektiniz.

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Suat Bey burada.

BAŞKAN – Niye “Buradayım.” demedi? Onu çekmedim.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, tahmin ediyoruz, Sayın Bakan bu görevi küçük gördü. Sayın Bakan bu görevi küçük mü görüyor efendim?

BAŞKAN – Hatay, Mehmet Ali Ediboğlu?

Ankara, Yıldırım Tuğrul Türkeş?

Böyle bir şey hiç düşünemediğimiz bir şey sayın milletvekilleri, olacak bir iş değil!

Bilecik, Bahattin Şeker?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Usule aykırı herhâlde bu şeyden sonra efendim.

BAŞKAN – Yani Komisyona, Tasnif Komisyonuna kuradan çıkmış bir arkadaşımız…

Muğla, Tolga Çandar?

Sonsuza kadar buradan isim çekeceğiz ve bekleyeceksiniz.

Bursa, Hüseyin Şahin? Burada mı? O zaman, en sonunda…

Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Efendim, tesadüfen adaşı çıktı ama ilk oylamada çıkan Konya Milletvekili Hüseyin Üzülmez’in, tutanaklardan bakıldığı takdirde burada olduğunu, oy kullandığını ama görevini yapmadan ayrıldığını dikkatlerinize arz ederim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Burada olup da oy kullanmayanlar ne yapıyor acaba?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Biz Hrant Dink’e 301’den ceza veren birine oy vermemek için oy atmıyoruz.

BAŞKAN – Şimdi, Komisyona seçilmiş bir milletvekilimizin -Tasnif Komisyonuna- bu sorumluluğunu yerine getirmesini bekleriz. Böyle bir şeyi bekleyebilmemiz mümkün değildir ama neyse, şimdi işlemimize devam ediyoruz.

Buyurunuz efendim.

(Oyların ayrımı yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Tasnif Komisyonunun tutanağı gelmiştir, okutuyorum:

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’nun 11 ve geçici 1’inci maddeleri hükümlerine göre Kamu Başdenetçiliği için yapılan dördüncü oylamaya 279 üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı aşağıda gösterilmiştir.

Saygıyla arz olunur.

                                            Tasnif Komisyonu

                   Cuma İçten                                   Tülay Kaynarca                                 Muzaffer Aslan

                   Diyarbakır                                          İstanbul                                            Kırşehir

               Ahmet Salih Dal                                Hüseyin Şahin

                        Kilis                                                 Bursa

Mehmet Nihat Ömeroğlu                     :                      258

Halime Nuray Turcan                         :                        14

Boş                                                   :                          2

Geçersiz                                           :                         5

Toplam                                             :                      279

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre Sayın Mehmet Nihat Ömeroğlu, dördüncü oylamada Anayasa ve 6328 sayılı Kanun’da öngörülen çoğunluğu sağlamış ve 258 oyla Kamu Başdenetçisi seçilmiştir.

Alınan karar gereğince, Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşleri sırasıyla görüşmek için 28 Kasım 2012 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 23.34



(x) 356 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.