DÖNEM: 24 CİLT: 52 YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
113’üncü Birleşim
30 Mayıs 2013 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMA
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Zonguldak
Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, Zonguldak iline yapılan yatırımlara ilişkin
gündem dışı konuşması
2.- Tunceli
Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, cezaevlerindeki hasta mahkûmlara ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Irak Türklerinin sorunları, beklentileri ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Arap ülkelerine nakliyat yapan tır
şoförlerinin sorunlarına ilişkin açıklaması
2.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, İstanbul Taksim Meydanı Gezi Parkı’na sahip
çıkılması gerektiğine ilişkin açıklaması
3.- Mersin
Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ilişkin
açıklaması
4.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat ilindeki çiftçilerin sorunlarına ilişkin
açıklaması
5.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Kahramanmaraş ili Andırın ilçesinin
Çokak-Çığşar köyündeki soğuk hava deposunun bir an önce faaliyete geçirilmesini
dilediğine ilişkin açıklaması
6.- Erzincan
Milletvekili Muharrem Işık’ın, TÜİK’in Erzincan’da yaptığı “Türkiye’de Dinî
Hayatı Araştırma” anketine ve Erzincan’da şap hastalığıyla ilgili gerekli
duyarlılığın gösterilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
7.- Malatya
Milletvekili Veli Ağbaba’nın, 44 Malatyaspor şampiyon olmasına rağmen hakkının
teslim edilmemesi ve hakemin yanlış penaltı kararı vererek Yeni Malatyaspor’un
bir üst lige yükselmesini önlemesi nedeniyle Futbol Federasyonunu kınadığına ve
Türkiye Büyük Millet Meclisine şikâyet ettiğine ilişkin açıklaması
8.- Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’in Hopa ilçesindeki limanda kömür
nakliyesi esnasında oluşan kömür tozu nedeniyle orada yaşayan halkın zor
durumda bulunduğuna ilişkin açıklaması
9.- Manisa
Milletvekili Sakine Öz’ün, Manisa’nın Sabuncubeli ve Gökçeler köyü civarında
çıkan yangın nedeniyle oluşan zararların giderilmesi için gerekli çalışmaların
yapılmasını dilediğine ilişkin açıklaması
10.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, KPSS 2012 sonuçlarına göre atama bekleyen öğretmen
adaylarının haziran ayında da ikinci bir atamanın yapılmasını istediklerine ve
19/5/2011 tarihinde meydana gelen Simav depremi nedeniyle oluşan
mağduriyetlerin giderilmesi için verilen sözlerin yerine getirilmesini talep
ettiğine ilişkin açıklaması
11.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, mevsimlik tarım işçilerinin taşınması sırasında
meydana gelen trafik kazalarına ve bu işçilerin yaşadıkları sıkıntılara ilişkin
açıklaması
12.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Anayasa’nın 138’inci maddesinin üçüncü
fıkrasına göre, görülmekte olan bir davayla ilgili Türkiye Büyük Millet
Meclisinde araştırma komisyonu kurulması istemiyle bir grup önerisi
verilemeyeceğinden BDP grup önerisinin görüşülemeyeceğine ilişkin açıklaması
13.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın usul
görüşmesinde Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in tutumunun
lehinde yaptığı konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
14.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun CHP
grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin, Sivas ilindeki göçün ve
ekonomik olarak küçülmenin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/642)
2.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 25 milletvekilinin, ülkemizdeki basın
özgürlüğü kısıtlamalarının ve gazetecilerin karşı karşıya bulunduğu siyasal
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/643)
3.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, Türkiye’de üniversitelerde
muhalif, farklı düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin
karşılaştıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/644)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun,
Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından Tuğgeneral Musa
Çitil davasının araştırılması amacıyla 7/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak
sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin Genel Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- MHP Grubunun,
mesleki ve teknik eğitim sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak Genel Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi
3.- CHP Grubunun,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26 milletvekili tarafından
Uludere katliamının tekrar incelenmesi ve faillerinin araştırılarak yargı
karşısına çıkarılması amacıyla 29/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak Genel
Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, BDP grup önerisinin görüşülmesinin
Anayasa’nın 138’inci maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı olması nedeniyle BDP
grup önerisini işlemden kaldırdığına ilişkin konuşması
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- BDP grup
önerisinin görüşülmesinin Anayasa’nın 138’inci maddesinin üçüncü fıkrasına
aykırı olması nedeniyle işlemden kaldırılıp kaldırılamayacağı hakkında
X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin
Tanrıkulu’nun CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında AK PARTİ Grup
Başkanına ve AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın
sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında CHP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
4.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin
sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
5.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma
nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Barış ve Demokrasi Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
6.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şahsına tekraren
sataşması nedeniyle konuşması
7.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin
Tanrıkulu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
8.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şahsına tekraren
sataşması nedeniyle konuşması
9.- Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün, Ordu Milletvekili İhsan Şener’in CHP grup önerisi
üzerinde yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
10.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Ordu Milletvekili İhsan Şener’in CHP grup önerisi
üzerinde yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
11.- Ordu
Milletvekili İhsan Şener’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın CHP grup
önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında ve Ankara Milletvekili Levent Gök’ün
sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
12.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Mersin Milletvekili Nebi Bozkurt’un
görüşülen kanun tasarısının tümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşma sırasında
Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
13.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin
sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında AK PARTİ Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
14.- Mersin
Milletvekili Nebi Bozkurt’un, Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın görüşülen
kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde grubu adına yaptığı konuşma sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
15.- Ankara
Milletvekili Zühal Topcu’nun, İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın görüşülen
kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşma sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
16.- İstanbul
Milletvekili Fatma Nur Serter’in, İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın
görüşülen kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde şahsı adına yaptığı konuşma
sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları
(1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı: 453)
4.- Tabiatı ve
Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile Çevre Komisyonu Raporu (1/627)
(S. Sayısı: 297)
5.- Orta Asya ve
Kafkaslar Bölgesel Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği Komisyonu
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Tarım
Orman ve Köyişleri Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/498) (S.
Sayısı: 173)
XII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Tekirdağ
Milletvekili Candan Yüceer’in, Tekirdağ’da elektrik dağıtım hizmetleri ile
ilgili sorunlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/21947)
2.- Kocaeli
Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan’ın, Kocaeli’de elektrik dağıtım hizmetleri ile
ilgili sorunlara ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/21948)
3.- Kocaeli
Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan’ın, sayaç değişim işlemleri için
tüketicilerden tahsil edilen bedellere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/21949)
4.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Pamukkale’deki jeotermal kaynaklara yönelik
projelere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
cevabı (7/21950)
5.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, okul bahçelerinde bulunan yüksek gerilim
hatlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
cevabı (7/21951)
6.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Bakanlığın bilişim altyapısına ve PARDUS işletim
sistemi ile yerli yazılımların kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/21952)
7.- Balıkesir
Milletvekili Haluk Ahmet Gümüş’ün, Balıkesir’deki bir bor işletmesinde çalışan
taşeron işçilerin yaşadığı iddia edilen sorunlara ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/21953)
8.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Bursa’da Bakanlığa bağlı kurum ve
kuruluşlarda yapılan denetimlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/21954)
9.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, TPAO’nun bir İngiliz şirketi tarafından
sözleşmeye uyulmayarak zarara uğratıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/21955)
10.- Eskişehir
Milletvekili Ruhsar Demirel’in, istihdam edilen arkeologlara ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/21956)
11.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Bakanlığa yönelik siber saldırılara ve alınan
önlemlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
cevabı (7/21957)
12.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, yabancı bir firma yetkilileri ile
yapılan görüşmeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/22358)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.02’de açılarak on bir oturum yaptı.
İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak,
İstanbul Milletvekili İhsan Barutçu,
İstanbul Milletvekili Tülay Kaynarca,
İstanbul’un fethinin 560’ıncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
birer konuşma yaptılar.
Genel Kurulu ziyaret eden Tunus Cumhurbaşkanı Moncef Marzouki’ye
Başkanlıkça “Hoş geldiniz.” denildi.
Tunus Cumhurbaşkanı Moncef Marzouki Genel Kurula hitaben bir
konuşma yaptı.
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Türk Hava Yolları adına TC-TUR
tescilli bir uçak alındıysa bu uçakla ilgili bilgi almak istediğine,
Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz, Adana ilindeki köy yollarının
durumuna,
Ardahan Milletvekili Orhan Atalay, Ardahan’ın Göle ilçesinin
Yeniköy köyünde zorla cami yaptırılmasının söz konusu olmadığına,
İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu, İstanbul’un fethinin
560’ıncı yıl dönümüne ve üçüncü boğaz köprüsünün hayırlı olmasını dilediğine,
Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu, Trabzon Belediyesi
ve TOKİ iş birliğiyle başlanılan Zağnos Vadisi İyileştirme Projesi’ne,
Tokat Milletvekili Reşat Doğru, İstanbul’un fethinin 560’ıncı yıl
dönümüne ve son günlerde Irak’ta Irak Türklerine yönelik saldırılarla ilgili
Hükûmetin birtakım görüşmeler yapması gerektiğine,
Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, İstanbul’un fethinin sembolü
olan Ayasofya’nın yeniden cami hâline getirilmesini dilediğine ve üçüncü boğaz
köprüsünün adının “Yıldırım Bayezid Köprüsü” olması gerektiğine,
İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu, İzmir Büyükşehir Belediyesinin
yapımına başladığı fuar alanıyla ilgili karşılaştığı engellemelere,
Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, Sivas ilinin Zara
ilçesinde yaşanan içme suyu sorununa,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, İstanbul’un fethinin
560’ıncı yıl dönümüne,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul’un fethinin
560’ıncı yıl dönümüne ve Taksim Gezi Parkı’nın yeşil kalması için gösteri
yapanların uğradığı saldırıya,
İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak, Taksim Meydanı’nda Osmanlı
Dönemi’nden kalma tek yapı olan bahçe düzenlemesinin yıkılmasını ve asırlık
ağaçların kesilmesini kınadığına,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi ve 29 milletvekilinin,
ülkemizde medyanın durumunun tüm boyutlarıyla (10/639),
Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ve 21 milletvekilinin, geçici
işçilerin sorunlarının ve çözüm yollarının (10/640),
Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 19 milletvekilinin, Amasya
ilinin sorunlarının (10/641),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve görüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
BDP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının 624’üncü
sırasında yer alan, toplu mezarlar gerçeğinin araştırılması, sorunların tespit
edilmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesinin (10/595),
MHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan
(10/149) esas numaralı, 3269 sayılı Yasa kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinde
1986 yılından itibaren başlayan uzman erbaş uygulaması sonucunda ortaya çıkan
sorunların araştırılarak alınabilecek tedbirlerin belirlenmesi; 16/5/2012
tarih, 4995 sayı ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu subay, astsubay, uzman
jandarma ve uzman erbaşlar ile geçici köy korucularının özlük hakları ile diğer
hak ve imkânları konusunda yaşadıkları sorunların; 12/2/2013 tarih, 9569 sayı
ile terörle mücadele kapsamında en önde ve yüksek yoğunluklu terör tehdidi olan
bölgelerde bulunan uzman erbaşların çalışma ve özlük hakları ile ilgili
sorunların belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilmiş olan Meclis araştırması önergelerinin Genel Kurulun 29 Mayıs 2013
Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde sunuşlarda okunarak,
CHP Grubunun, 14/2/2013 tarihinde İstanbul Milletvekili Binnaz
Toprak ve 58 milletvekili tarafından lezbiyen, gey, biseksüel bireylerin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin (731 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınmasına ve Genel Kurulun 29 Mayıs 2013 Çarşamba
günkü (bugün) birleşiminde sunuşlarda okunarak,
Görüşmelerinin Genel Kurulun 29 Mayıs 2013 Çarşamba günkü (bugün)
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul
edilmedi.
Bingöl Milletvekili İdris Baluken, İzmir Milletvekili Hamza Dağ’ın
BDP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle
bir konuşma yaptı.
Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, İstanbul Milletvekili
Şirin Ünal’ın MHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasındaki bazı
ifadelerine,
İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel, üçüncü boğaz
köprüsünün yapımının İstanbul’da yeni sorunlara yol açacağına,
İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak, İstanbul Milletvekili Türkan
Dağoğlu’nun CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasındaki bazı
ifadelerine,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156),
2’nci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
raporlarının (1/484) (S. Sayısı: 287),
4’üncü sırasında yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/759) (S. Sayısı: 453),
5’inci sırasında yer alan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre
temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği
Koruma Kanunu Tasarısı ile Çevre Komisyonu Raporu’nun (1/627) (S. Sayısı: 297),
Görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Türk Petrol
Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporu (1/725) (S. Sayısı: 450) görüşmeleri tamamlanarak
yapılan açık oylamasından sonra kabul edildi.
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in 450 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine başlanırken Hükûmetin bulunmaması nedeniyle
ara vermesinin İç Tüzük’ün 62’nci maddesine uygun olup olmadığı hususunda usul
görüşmesi yapıldı. Başkanlığın tutumunun İç Tüzük’e uygun olduğu açıklandı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 450 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine başlanırken Hükûmeti temsilen Genel Kurulda
bulunmamasına ilişkin bir açıklamada bulundu.
Komisyonların bulunmayacağı anlaşıldığından, alınan karar
gereğince, 30 Mayıs 2013 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere 01.22’de
birleşime son verildi.
Meral
AKŞENER
Başkan
Vekili
Özlem
YEMİŞÇİ Fatih
ŞAHİN
Tekirdağ Ankara
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.-
GELEN KâĞITLAR
NO: 165
30 Mayıs 2013 Perşembe
Tasarılar
1.- Ödeme ve Menkul Kıymet
Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında
Kanun Tasarısı (1/780) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji; Adalet; Avrupa Birliği Uyum
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.05.2013)
2.- Orman Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/781) (Adalet; Plan ve Bütçe; Çevre; İçişleri; Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.05.2013)
Rapor
1.- İstanbul Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 Milletvekilinin; Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 Milletvekilinin; Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 26 Milletvekilinin;
Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal ve 24 Milletvekilinin; İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 22
Milletvekilinin; Mersin Milletvekili MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ve 19
Milletvekilinin; Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 Milletvekilinin; Bingöl
Milletvekili İdris Baluken ve 22 Milletvekilinin ve Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı ve 20 Milletvekilinin; Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet
Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir
Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/49, 113, 118, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258) (S.
Sayısı: 454) (Dağıtma tarihi: 30.05.2013) (GÜNDEME)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru ve 20 Milletvekilinin, Sivas ilinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/642) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.03.2012)
2.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 25 Milletvekilinin, basın özgürlüğünün kısıtlandığı
iddialarının ve gazetecilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/643) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.03.2012)
3.- İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel ve 21 Milletvekilinin, üniversitelerde farklı düşüncelere sahip
öğrencilerin yaşadıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/644) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.03.2012)
30 Mayıs 2013 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 113’üncü Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre
vereceğim.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz,
Zonguldak iline yapılan yatırımlar hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili
Sayın Özcan Ulupınar’a aittir.
Buyurun Sayın Ulupınar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, Zonguldak iline yapılan
yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması
ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde
Zonguldak ilimize yapılan yatırımlar üzerinde gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ hükûmetleri, 2002 yılından itibaren bütün illerimizde
olduğu gibi Zonguldak ilimizde de eğitim, sağlık, ulaşım, KÖYDES, BELDES ve diğer birçok alanda değişime ve dönüşüme
uygun yatırımlarını sürdürmüştür.
Ulaştırma Bakanlığımızın
ilimizde yaptığı yatırımlar çeşitli alanlarda devam etmektedir. Sadece 16
kilometre duble yolumuz varken şu anki hedefimiz olan 132 kilometre duble yolu
bitirme çalışmaları hızlı bir şekilde sürüyor. Yeniçağa’dan Zonguldak’a kadar
olan duble yol çalışmaları devam etmekte. Sapça, Üzülmez-1, Üzülmez-2
tünellerinin yüklenici firma tarafından yapımına başlanıldı. Devrek–Ereğli
arasındaki yol çalışmaları hızla devam ediyor. Ereğli-Zonguldak arasındaki yol
yapım çalışmaları kısa sürede bitirilecek. Alaplı çıkışından başlayan Ereğli
Çevre Yolu Projesi tamamlandı. Zonguldak Çevre Yolu Projesi onaylandı ve
ihalesi yapıldı; devamında, Kilimli Sahil Yolu Projesi ile Filyos’a duble yolla
bağlanacak. Ayrıca, Zonguldak-Karabük
arası demir yolları sinyalizasyonu ve ray hatlarının yenilenme çalışmaları
sürdürülmektedir. Ulaşımdaki büyük adımlarımızdan biri de Zonguldak
Havaalanı’nın aktif hâle getirilmesi olmuştur.
Bunun yanında sağlıkta büyük
atılımlar olmuştur. Özellikle, Devrek’te 100 yataklı hastane, Çaycuma’da, yine,
100 yataklı ek proje, Karadeniz Ereğli’de 400 yataklı hastanelerimizin yapımı
hızlı bir şekilde devam ediyor. Zonguldak merkezde 700 yataklı hastane
projemizin yer tespit çalışmaları tamamlandı, TOKİ’de, ihale aşamasındadır.
Gençlik ve Spor
Bakanlığımızın ilimizde yapımı devam eden veya yapımına başlanacak projelerine
de değinecek olursak: Zonguldak merkezde gençlik merkezi, Kandilli beldemizde
sentetik çim yüzeyli futbol sahası, Alaplı sentetik çim yüzeyli sahası, merkez
spor salonu inşaatı, Alaplı Gümeli spor salonu yapımı, Devrek’te 300 öğrenci
kapasiteli yurt yapımı, Alaplı’da 500 öğrenci kapasiteli yurt yapımı, Devrek
Sabahat-Cemil Ulupınar Anadolu Öğretmen Lisesi 200 yataklı pansiyonu ve
Devrek’te 100 yataklı huzurevi yapımı bu projeler arasında.
Yine, bizim hükûmetlerimiz
döneminde Devrek, Ereğli ve Alaplı ilçelerimizde adalet sarayı binaları
yapılmıştır. Ayrıca, Alaplı ilçemiz hükûmet konağına kavuşmuştur. merkezde,
yine, ek adalet sarayı binası yapılacaktır. Ayrıca, Beycuma Açık Cezaeviyle
ilgili çalışmalar devam etmektedir.
Geçmişte yapılan yanlış
yatırımlar sonucunda haftada belli günlerde Zonguldak’a su verilirken bu
dönemde, su konusundaki geçici olan çözümler kalıcı hâle getirilmiş ve 13
milyona yakın bir yatırımla tüneller açılarak Zonguldak’ın her gün suya
kavuşması sağlanmıştır. Bununla birlikte, ilimiz merkezinde maden müzesi
yapıldı ve önümüzdeki süreçte açılışı yapılacak.
Eğitimde son derece güzel
gelişmeler olmuştur. 4 olan anaokulları sayısı şu anda 14’e çıkmış, mevcut 37
tane olan lise sayımız bugün itibarıyla 68’e ulaşmıştır. Zonguldak merkezde,
Ereğli’de ve Devrek’te öğretmenevlerimiz yeni binalarında hizmet vermeye
başlamıştır.
Bülent Ecevit Üniversitemiz 10
fakülte, 3 enstitü, 3 yüksekokul, 6 meslek yüksekokulu ile hizmet vermektedir.
Merkezde 12.671, Alaplı, Ereğli, Çaycuma, Devrek ve Gökçebey ilçelerimizde
8.957 olmak üzere toplam 21.628 öğrencisi vardır. Bülent Ecevit Üniversitemizde
öğrenci sayısındaki artış ile beraber sınıf sayısında, öğrenci yurtlarında ve
yatak sayılarında da artışlar sağlanmıştır. İlimizde bin yataklı öğrenci yurdu
bizim hükûmetlerimiz döneminde hizmete açılmıştır.
İlimizde çalışmaları devam
eden önemli ve kapsamlı projelerimizden biri de Filyos Vadi Projesi’dir; sadece
Batı Karadeniz projesi değil, bir dünya projesidir. Yaklaşık 20 milyar dolarlık
bu proje, hem özel sektör hem de kamu eliyle hızlı bir şekilde yürütülmektedir.
Uzun Mehmet tarafından 8
Kasım 1829’da bulunan ve ilimizin simgesi olan taş kömürünün bulunmasıyla
ilimiz, Türkiye'nin stratejik önemi en fazla olan illeri arasında yer aldı.
Kara elmasımız kömür, yıllarca binlerce insana ekmek, iş, aş verdi, ekonomiye katkıda
bulundu, sadece ekonomiye değil, bölgemizin sosyal ve kültürel yaşantısına
hayat verdi. Bizim dönemimizde TTK’ya 4.651 işçi alınmıştır. TTK’nın hazineye
personel alımı için müracaatı onaylanmış olup 195 niteliksiz işçi, 61 memur
alımı için başvurular devam etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖZCAN ULUPINAR (Devamla) -
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Ulupınar.
Gündem dışı ikinci söz,
cezaevlerindeki hasta mahkûmlar hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili Sayın
Hüseyin Aygün’e aittir.
Buyurun Sayın Aygün. (CHP
sıralarından alkışlar)
2.- Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, cezaevlerindeki hasta
mahkûmlara ilişkin gündem dışı konuşması
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Çok
sağ olun Başkanım.
Cezaevleri denilince, tabii,
Antalya L tipinde Pozantı’dan gelip tecavüze uğrayan çocukların dramını mı
konuşalım, yoksa Şakran’da hortumla dövüldüğü için çığlıklarını daha birkaç gün
evvel duyduğumuz çocuklarla ilgili mi konuşalım; gerçekten vicdanen karar
vermek zor. Fakat Fatih Hilmioğlu gibi geçmişte çok güçlü görünen, bugün
burnunu sürtüp, cezaevine koyup ölüsünü çıkarmaya yemin ettiğiniz ünlüler
dışında da çok sayıda insan hikâyelerinin olduğunu ve her gün insanların
öldüğünü, Meclisin haberdar olmadığını söylemekle başlamak isterim.
İki gün evvel İstanbul
Ümraniye E tipinde sadece iki yıl hapis cezası alan, ertelenmediği için
cezaevine konulan Şahin Şimşek yani 28 Mayısta, iki gün evvel öldü. Sebep,
tedaviye gönderilmemesi, bir hücreye konulması. Adli bir suçlu, sesini duyan
yok, hiçbir siyasetçi sahip çıkmıyor, kim olduğunu ancak öldükten sonra
duyabiliyoruz.
Yine, Eyüp Yural’ı
anlatabilirim. Sınırda şoförken gözaltına alındı, iki yıldır tutuklu, anemi
hastası ve bir gözü görmüyor, cezaevinde tedavisi mümkün değil ancak hücrede
kalmaya devam ediyor.
Taylan Çintay, geçen
pazartesi günü, tam bir hafta evvel Diyarbakır’dan getirildi, vücudundaki
kanserli hücreler söküldü, ardından Sincan 1 no.lu F tipine götürüldü, çıplak
aramaya karşı çıktığı için dövüldü ve bir hücreye atıldı. Belki de bu, sayın
milletvekilleri, dünyada görülmemiş bir şeydir, kanser ameliyatından çıkan bir
gencin dövülmesi ve bir hücreye atılması ama Türkiye’de oldu, kanser hastası
bir çocuk üç gün hücrede kaldı.
7 Mayısta İrfan Eskibağ, bu
şehrin bir cezaevi olan, Sincan’da hayatını kaybetti. Hiçbir ders alınmadı. Şu
anda aynı yerde Abdülsamet Çelik ölümü bekliyor, eğer tahliye edilmezse ölecek
çünkü Abdülsamet kan kanseri, her gün kan almak zorunda, tedavisi de bir
hücrede -siz de takdir edersiniz ki- yapılamıyor.
Ben Adalet Bakanlığına bir
soru sormuştum, çok ayrıntılı yanıt verdi Bakan, genelde bakanlar böyle
ayrıntılı yanıt vermezler ama Sayın Bakanın verdiği yanıta göre Türkiye
cezaevlerinden şu anda 2,5 günde 1 insan ölüyor. Yıllara vurulduğunda 2,5 günde
1 kişi hayatını kaybediyor, inanılmaz bir şey bu. 2002 ile 2012 yılları
arasında tam 1.734 kişi ölmüş. Şu anda 411 ağır hasta var ve bunların çok büyük
bir bölümü normal tedavi edilebilir hastalıklar; hücrede, hapishanede tedavi
edilemediği için ağır ağır ölüm sınırına yaklaşıyorlar. 2002 yılında 89 kişi
cezaevinde ölmüşken bu sayı, 2011 yılında, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki
rekor olan 268 sayısına yükselmiş. Dolayısıyla, cezaevlerinde büyük bir
meseleyle karşı karşıya olduğumuz, insanları öldüren, insanların yakınlarını da
dışarıda gün gün, saat saat öldüren bir dramla karşı karşıya olduğumuz açık ama
ne yazık ki hiçbir şey yapılmıyor.
Kendimin yakinen takip ettiği
ve pazar günü evinde ziyaret ettiğim Mete Diş’in öyküsüyle beş dakikalık süremi
bitireyim. Mete, tam yüz yedi gün kemoterapi tedavisi gördü. Tam üç yıla yakın
cezaevinde kaldı, Kandıra’dan Maltepe’deki hastaneye ring araçlarıyla getirilip
götürüldü, 40 derece ateşli ve adli tıp bu çocuk hakkında hiçbir rapor
düzenlemedi. Sonunda, arkadaşlarının cezaevi önünde, ailesinin Ankara’da
Mecliste, avukatlarının adli tıp şube müdürlükleri binasında yürüttüğü
mücadeleyi, polislerin gaz sıkarak, cop sallayarak dağıtmak istediği Çağlayan
Adliyesi önündeki çocukların sesini hâkimler duydu ve bir adli rapor bile
olmadan bu tepkilere dayanamayarak Mete’yi tahliye etti. Pazar günü evinde
ziyaret ettim, şu an çok ağır bir hastalık olan yumurtalık kanseriyle
boğuşuyor. Ona da buradan şifa dilemekten başka bir şey elimden gelmiyor çünkü
Hükûmet, genelde ölüme yakın insanları tahliye ediyor ve dışarıda öldüklerinde
sorumluluğu üzerinden atmış oluyor. Bu bakımdan, Mete’nin yaşamasını, ayakta
kalmasını sadece Allah’tan dileyebilirim.
Son sözlerim şöyle olsun:
Cezaevlerinde her şeye rağmen, Nazım Hikmet’in dizeleriyle “Düşmana inat bir
gün yaşamak” için direnenlere selam olsun. Onlar için dışarıda gaz yiyen,
onlara sahip çıktığı için yeniden örgüt üyeliğinden yargılanan arkadaşlarına da
selamlar olsun buradan.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Aygün.
Gündem dışı üçüncü söz, Irak
Türklerinin sorunları, beklentileri ve alınması gereken tedbirler hakkında söz
isteyen Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru’ya aittir.
Buyurun Sayın Doğru. (MHP
sıralarından alkışlar)
3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Irak Türklerinin sorunları,
beklentileri ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşması
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Irak Türklerinin sorunları ve
alınması gereken önlemler adı altında söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Irak Türkleri, son yıllarda
çok ağır saldırılar, planlı yok etmelerle karşı karşıya bulunmaktadır.
Kerkük’ün bin yıllık Türk şehri olduğu unutularak Türklere ait ne varsa
saldırılar artarak devam etmektedir. Daha önce Erbil ve Kerkük’te yapılan
Kürtleştirme politikaları, şimdi de Irak’ın her tarafında yoğun bir şekilde
uygulanmaktadır. Ülkenin her tarafında okumuş ve iş adamları olan Türkmenlerin
ekonomik açıdan zayıflatılması için baskılar sürmektedir. Peşmerge bölgeleri ve
insanları zenginleştirilmekte, Türkmenler, tam tersi, yok edilmeye
çalışılmaktadır. Hileli nüfus sayımları, hileli seçimler, Kerkük’e peşmerge
yerleştirme faaliyetleri yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Ağır saldırılar her geçen gün
artarak devam ediyor. Türkmen liderler bir bir yok ediliyor. Her geçen gün bir
Türkmen öldürülmesin, yaralanmasın. Bunlar yapılırken Barzani ABD’ye güveniyor.
Haince saldırıyorlar.
Pekâlâ, Türkler kime
güvenecek? Herhâlde herkes “Türkiye” diyecektir. Ancak AKP Hükûmeti Türklere
maalesef hiç sahip çıkmıyor. Türkiye
sadece nasihat ediyor.
Bugün Irak’ta peşmergeler ve
merkezî Irak güçleri silahlı durumdadır. Ellerinde her türlü silah varken
Türkler ise tamamen silahsızdır, hatta evlerindeki ekmek bıçakları bile
peşmergeler tarafından toplanmıştır. İşte, bu durumlar göz önüne alınınca, doğu
ve güneydoğu başta olmak üzere Anadolu’da emniyetli bir şekilde yaşamın olması
için Musul, Kerkük, Tuzhurmatu, Telafer’de Türklerin güvenli, huzur içinde
yaşamaları gereklidir. Irak Türkleri güçlü olmazsa ülkemizin doğu ve
güneydoğusunda emniyet olmayacaktır. Türkiye'nin güvenliğinin Musul’dan,
Kerkük’ten, Kıbrıs’tan geçtiği unutulmamalıdır.
Filistin’de bir Müslüman’ın
burnunun kanaması tabii ki hepimizi üzer. Somali, Arakan, Mali’deki işgal,
saldırı, insan ölümleri hepimizin yüreğini yakar. Ancak hem Müslüman hem de
Türk olan Irak’taki Türkler için Hükûmetçe ne yapılıyor? Filistin’e gösterilen
ilginin onda 1’i buralara gösterilse Irak Türk’ü yüreklenir, canlanır, bundan
da yüce milletimiz ve devletimiz kazançlı çıkar. Ancak, maalesef, Irak Türkleri
sahipsiz; sahipsiz bırakılıyor, kaderine terk ediliyor.
Yapılması gerekenleri şöyle
sıralamak istiyorum:
Irak’ta Türkler için mutlaka
her kesimi kapsayacak bir istişare meclisi, bir danışma meclisi, bir Türkmen
meclisi kurulmalıdır.
Ayrıca, Türkmeneli strateji
merkezi oluşturulmalıdır. Türkmen halkı söylem birliği yapmalı, siyasi
güçlerini mutlaka birleştirmelidir.
Irak’taki Türklerin her türlü
çalışmaları yakından desteklenmeli, takip edilmeli, onlar yüreklendirilmelidir.
Ayrıca, söz konusu “Türkmen
halkı” olduğunda, kendileri tek yumruk, tek ses ve tek yürek olmalıdır.
Aralarında fikir ayrılığı olabilir ancak konu Türkmenler ise ayrılıklar bir kenara
bırakılmalıdır, birlik ve beraberlik her şeyin önüne geçmelidir.
Türkmenler toprağından
vazgeçmemelidir. Nüfus korunmalı, göç mutlaka durdurulmalıdır. Toprak, nüfus
kaybedilirse dava da kaybedilir; bu, akıldan çıkarılmamalıdır.
Irak devletinin bütünlüğü
içerisinde Türklerin statüsü mutlaka doğru şekilde ortaya konulmalıdır. Irak
Türkleri 1925 yılındaki gibi devletin kurucu unsurları arasında mutlaka
olmalıdır, buna her türlü destek verilmelidir. Çünkü Irak’ta bugün 3 milyonun
üzerinde Türk yaşamaktadır.
Türkiye olarak da Irak
Türklerinin kaderi PKK’nın desteklediği, beraber hareket ettiği Barzani’ye
bırakılmamalıdır. Merkezî Hükûmetle de ilişki kurulmalıdır. Ayrıca, Türkiye ile
Irak arasındaki ilişkiler de Türkmenler üzerinden yapılmalıdır.
Buradan sesleniyorum: AKP
Hükûmetinin ve Dışişleri Bakanlığının yanlış politikaları yüzünden Türkmen
davası kaybediliyor. Türkiye'den kayıp İran’ın kontrolüne geçiyor. Irak
Türkleri de, Suriye Türkleri de Hükûmetin yanlış politikalarıyla çok şeylerini
kaybediyorlar. Tarih de, yüce Türk milleti de yapılanların hiçbirini unutmaz,
bir gün mutlaka hesabını sormuştur.
Bin yıllık Türk yurdu olup
dört yüz yıl Osmanlı idaresinde kalan bu bölge insanları kardeşçe, huzur içinde
yaşamalı, Türkiye'nin ilgi alanında kalmalıdır. Irak Türküne de, Suriye Türküne
de sahip çıkmak bizim tarihe olan borcumuzdur diyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Doğru.
60’ıncı maddeye göre söz
taleplerini yerine getireceğim.
Sayın Yeniçeri…
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Arap ülkelerine nakliyat
yapan tır şoförlerinin sorunlarına ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bilindiği gibi Suriye’de
yaşanan iç savaş nedeniyle başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerine
nakliyat yapan Türk tırları deniz yolunu kullanmaktadır. İki aydır Mersin ve
İskenderun limanlarından Mısır ve Suudi Arabistan’a götürülen 500’e yakın tır
ve şoförü bu ülkelerde mahsur kalmış bulunmaktadır. İki aydır 250 Türk tır şoförü
Suudi Arabistan’ın Duba Limanı’nda Mısır’a geçmek, bir o kadar da şoför ve tır
ise Suudi Arabistan’a geçmek için beklemektedir. Çoğu şoförün yemek parası
kalmamıştır. Bize ulaşan mahsur şoförler, bulundukları yerde gölgesine
sığınacak bir ağaç dahi bulunmadığını ifade etmişlerdir, Dışişleri
yetkililerinin kendileriyle görüşmekten çekindiklerini söylemişlerdir.
Sayın Davutoğlu komşu
ülkelerin içişleri bakanı olmayı bir kenara bırakmalı ve Hükûmet, derhâl, Mısır
ve Suudi Arabistan’da mahsur kalan tır şoförlerimizi Türkiye getirmek için
harekete geçmelidir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tanal…
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, İstanbul Taksim Meydanı Gezi
Parkı’na sahip çıkılması gerektiğine ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İstanbul ilimiz Taksim
Meydanı Gezi Parkı’nda ağaçlar kaldırılıyor, katlediliyor. Oradaki ağaçlar
kuşların yuvası ve gerçekten şehrimizin hava aldığı bir meydan, oksijen
deposudur ve bunun -ağaçların- yerine rant odaklı bir projenin
gerçekleştirilmesi İstanbul’u hançerlemekte, doğayı katletmektedir. Duyarlı
olan milletvekillerinin, bakanların, halkımızın, İstanbul ilimiz Gezi Parkı’na
sahip çıkmasını arz ediyorum.
Saygılarımı sunarım.
BAŞKAN – Sayın Atıcı…
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, sağlık çalışanlarına yönelik
şiddete ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, AKP
döneminde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hızla devam ediyor. Geçen hafta,
Ağrı’da, 2 hekim ölümcül bir saldırıdan son anda kurtulabildi. Dün, Ankara’nın
göbeğinde, Numune Hastanesinde bir kadın doktora bıçakla saldırıda bulunuldu.
Tüm bu saldırıları kınıyorum. En çok da AKP’yi kınıyorum. Neden mi? Çünkü uyur
gibi yapıyor. Uyuyor olsa şu ana kadar uyanmış olması gerekiyordu. Sağlık
çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarını araştıran ve raporunu yayınlayan
Komisyonun önerilerini Hükûmet yerine getirmemektedir. Sağlık Bakanı “Sağlığı
nasıl pazarlarım?” diye diyar diyar geziyor, kendi çalışanları umurunda bile
değil. Başbakana ise Allah yardım etsin, gündemi değiştirmek için bir yandan
IV. Murat’a diğer yandan Yavuz Sultan Selim’e sarılmaktan başka çaresi
kalmamış.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Doğru…
4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat ilindeki çiftçilerin
sorunlarına ilişkin açıklaması
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Tokat ili Kelkit Vadisi,
Kazova Ovası, Artova, Zile Ovası çiftçileri, maalesef, çok zor ve ağır günler
yaşıyorlar. Neredeyse tarlalarını ekememişler ve borçlar altında da inim inim
inlemek durumuyla karşı karşıya kalmışlardır. En büyük borç da mazot, gübre ve
ilaç noktasındadır. Bunlardaki ÖTV ve KDV’nin yüksek olması tarlalarına gübre
attırmamakta, traktörlerine mazot koydurmamaktadır. Bu noktada Hükûmetten acil
destek bekleniyor. Ziraat odası başkanları bütün güçleriyle her yerde “İmdat!”
diye bağırıyorlar. Dolayısıyla çiftçilerimizin sesini mutlaka duymalı, çiftçi
reel desteklenmelidir diyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Dedeoğlu…
5.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Kahramanmaraş ili
Andırın ilçesinin Çokak-Çığşar köyündeki soğuk hava deposunun bir an önce
faaliyete geçirilmesini dilediğine ilişkin açıklaması
MESUT DEDEOĞLU
(Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Kahramanmaraş Andırın Çokak
-Çığşar köyümüzün üreticileri, Kiraz Birliği bir soğuk hava deposu yapmış.
Ancak, maalesef ki maalesef, şu anda oranın yolu ve elektriği olmadığı için
soğuk hava deposunun değerlendirilmesi, ekonomiye katkı sağlaması şu anda
mümkün değil. Dünyaca ünlü bu kiraz yetiştiricilerinin ve bu kirazların
ekonomiye daha çok katkı sağlaması amacıyla yapılan bu tesisin bir an önce
faaliyete geçirilmesini diliyorum. Sayın Ulaştırma Bakanımızdan ve ilgili
bakanlıklardan buranın bu sezona yetiştirilmesi noktasında yardımlarını talep
ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık…
6.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın, TÜİK’in Erzincan’da yaptığı
“Türkiye’de Dinî Hayatı Araştırma” anketine ve Erzincan’da şap hastalığıyla
ilgili gerekli duyarlılığın gösterilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MUHARREM IŞIK (Erzincan) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, TÜİK, şu anda
Erzincan’da “Türkiye’de Dinî Hayatı Araştırma” adı altında bir anket
yapmaktadır. Bu ankette, ev ev dolaşılarak “Hangi dine mensupsunuz? Hangi
mezhebe göre amel ediyorsunuz? Köpek giren eve melek girer mi? Loto oynar
mısınız?” gibi sorular sorulmaktadır. Bu, işaretlenme değil de nedir? Bunu
kınıyorum ve bir an önce durdurulmasını istiyorum.
İkinci bir konu, Erzincan’da
şu anda şap hastalığından gerçekten çok korkunç sayıda hayvan ölmektedir. 65
hayvanı olan bir insanın 44 tane hayvanının öldüğünü biliyoruz. Bu konuda Tarım
Bakanlığı hiçbir çalışma yapmıyor, üstelik de tazminatlı hastalıklar
kategorisinden çıkardığı için ödeme de yapılmıyor, aşı yapılmıyor. Tamamen
başıboş bırakılmış. Bu konuda da gerekli duyarlılığın gösterilmesini istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba…
7.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, 44 Malatyaspor şampiyon
olmasına rağmen hakkının teslim edilmemesi ve hakemin yanlış penaltı kararı
vererek Yeni Malatyaspor’un bir üst lige yükselmesini önlemesi nedeniyle Futbol
Federasyonunu kınadığına ve Türkiye Büyük Millet Meclisine şikâyet ettiğine
ilişkin açıklaması
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın
Başkan, teşekkür ederim.
Bu yıl Malatyaspor ve 44
Malatyaspor, maalesef, Futbol Federasyonundan çok çekiyor. 44 Malatyaspor
şampiyon oldu, lider oldu ama maalesef, hakkı teslim edilmiyor.
Geçtiğimiz çarşamba akşamı da
Yeni Malatyaspor ile Fethiyespor arasında oynanan karşılaşmada hakem resmen
Malatya’nın haklarını yedi. Son dakikalarda bir penaltı, yanlış bir penaltı
kararı vererek Malatyaspor’umuzun üst lige yükselmesini önledi.
Ben Malatya’ya bunları yapan
federasyonu huzurlarınızda kınıyorum ve Malatyalının haklarını her zaman yiyen,
her zaman Malatya’ya kötülük eden federasyonu da buradan Türkiye Büyük Millet
Meclisine şikâyet ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bayraktutan…
8.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’in Hopa ilçesindeki
limanda kömür nakliyesi esnasında oluşan kömür tozu nedeniyle orada yaşayan
halkın zor durumda bulunduğuna ilişkin açıklaması
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) –
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben de Çevre ve Şehircilik
Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar’ın dikkatini çekmesi gereken bir konuyu arz
etmek istiyorum. Artvin ili Hopa ilçesindeki liman işletmeciliği bir süredir
aktif olarak çalışmaktadır. Ancak kömür nakliyesi esnasında büyük bir kömür
tozu, hatta bulut oluşmakta, hemen çevresindeki meskenleri oldukça rahatsız
etmektedir. Özellikle dün vatandaşlarımız bizzat beni aradılar. Yaklaşık 500
ailenin yaşadığı alanda kömürden kaynaklı oluşan toz bulutu evlerin içerine
kadar sızmakta, büyük bir çevre ve sağlık skandalı yaşanmasına neden
olmaktadır. Limanın hemen karşısında emniyet müdürlüğü ve adliye gibi kamu
daireleri de görev yapmaktadır. Bölgede vatandaşlar konuyla ilgili imza
toplayıp ilgili mercilere ulaşmış olsa da durumla ilgili bir çözüm, bir
iyileştirme henüz olmamıştır. Konunun ilgili makamlar tarafından acilen incelenmesi
ve yaşamsal alandaki büyük çevre sorununun ilgili bakanlık tarafından çözülmesi
için gereğini Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir kere daha anlatmakta yarar
gördüm.
Çok teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sağ olun.
Sayın Öz…
9.- Manisa Milletvekili Sakine Öz’ün, Manisa’nın Sabuncubeli ve
Gökçeler köyü civarında çıkan yangın nedeniyle oluşan zararların giderilmesi
için gerekli çalışmaların yapılmasını dilediğine ilişkin açıklaması
SAKİNE ÖZ (Manisa) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, dün öğleden
sonra Manisa Sabuncubeli ve Gökçeler köyü civarında çıkan orman yangınıyla 300
hektar arazimiz, ormanlık alanımız yanmıştır. Bu civarda çıkan yangınla
köylülerimiz mağdur duruma gelmiştir. Hava koşullarından dolayı da orman yangın
ekibi ve çevre belediye itfaiyeleri yangını gece saat 21.00 civarlarında
zorlukla söndürebilmiştir. Yangın kontrol altına alındıktan sonra çıkan manzara
ormanlarımıza ne kadar önem vermemiz gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Çıkan yangından dolayı başta Gökçeler köyü ve Manisa halkı ile tüm halkımıza
geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, bir an önce yangından oluşan zararın
giderilmesiyle ilgili çalışmaların yapılmasını diliyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Sayın Işık…
10.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, KPSS 2012 sonuçlarına göre
atama bekleyen öğretmen adaylarının haziran ayında da ikinci bir atamanın
yapılmasını istediklerine ve 19/5/2011 tarihinde meydana gelen Simav depremi
nedeniyle oluşan mağduriyetlerin giderilmesi için verilen sözlerin yerine
getirilmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
KPSS 2012 sonuçlarına göre
yapılacak memur atamalarında atama bekleyen yüz binlerce öğretmen adayı haziran
ayında da ikinci bir atamanın yapılmasını istemektedir. Sayın Millî Eğitim
Bakanı burada iken bu konuyu dile getiriyor, kendisinin bu konuda yapacağı her
türlü çalışmanın arkasında olacağımızı ifade etmek istiyorum.
İkinci konu: 19 Mayıs 2011
tarihinde meydana gelen Simav depreminin ardından yaşanan mağduriyetler devam
etmektedir. Özellikle bu depremde hasar gördüğü gerekçesiyle boşaltılan Simav
Devlet Hastanesinin ya güçlendirilmesi ya da yeni bir hastane yapımı konusunda,
Hükûmet yetkilileri başta olmak üzere, Simavlı hemşehrilerime verilen sözlerin
acilen yerine getirilmesini talep ediyorum. Hükûmeti bu konuda göreve davet
ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Baluken…
11.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, mevsimlik tarım işçilerinin
taşınması sırasında meydana gelen trafik kazalarına ve bu işçilerin yaşadıkları
sıkıntılara ilişkin açıklaması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, dün,
Adıyaman’da tarım işçilerini taşıyan bir minibüs lastiğinin patlaması sonucu
kontrolden çıkarak köprüden şarampole yuvarlanmıştır. Minibüsün hurdaya döndüğü
bu kazada 10 kadın işçi yaşamını yitirmiştir, 13 kişi yaralanmıştır. Biz
öncelikle yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına,
ailelerine başsağlığı diliyoruz. Benzer bir kaza da Beytüşşebap’ta oldu. Yine,
şarampole yuvarlanan bir minibüsteki 7 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Yine,
kendilerine Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm halkımıza başsağlığı
diliyoruz.
Özellikle bu trafik kazaları
çok ciddi bir sorun olarak maalesef ülkemizde can almaya devam ediyor. Bu konuyla
ilgili Hükûmetin yeterli, gerekli tedbirleri alması lazım. Gerekirse Meclisin
bir komisyon oluşturarak bu konuya el atması gerektiğini düşünüyoruz.
Diğer taraftan, mevsimlik
tarım işçilerinin yaşadığı sıkıntılar çok ciddi düzeyde. Kadın, çoluk çocuk
demeden kamyon kasalarına, traktör kasalarına istiflenen bu insanlar her yıl
trafik kazalarında yaşamlarını yitiriyorlar...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Gittikleri yerlerde de ayrımcılığa tabi tutulan bu işçilerin eğitimden sağlığa
kadar yaşadıkları pek çok sorun için Meclisin inisiyatif alması gerektiğini
belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündeme geçiyoruz...
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Sayın Başkan, milletvekillerimize tahsis edilen iki telefon operatöründen bir
tanesi çalışmıyor, hatta salı gününden beri çalışmıyor. Adını da burada ifade
edeyim, Avea çalışmıyor. Bununla ilgilenirseniz memnun olurum. Genel Kurul
salonu dâhilinde çalışmıyor, kulise çıktığımız zaman çalışıyor, burada
çalışmıyor.
Arz ediyorum.
BAŞKAN – Tamam, ben teknik
arkadaşlara şimdi soracağım. Çok teşekkür ederim.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin, Sivas
ilindeki göçün ve ekonomik olarak küçülmenin nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/642)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Sivas ili her geçen gün nüfus
ve ekonomik açıdan küçülmektedir. Göçün ve ekonomik olarak küçülmenin
nedenlerinin araştırılarak, alınması gereken tedbirler konusunda, Anayasa’nın
98’inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Reşat
Doğru (Tokat)
2) Ahmet
Kenan Tanrıkulu (İzmir)
3) Oktay
Vural (İzmir)
4) Ali
Uzunırmak (Aydın)
5) Ruhsar
Demirel (Eskişehir)
6) Bülent
Belen (Tekirdağ)
7) Enver
Erdem (Elâzığ)
8)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
9) Alim
Işık (Kütahya)
10)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
11)
Mustafa Kalaycı (Konya)
12) Koray
Aydın (Trabzon)
13) Murat
Başesgioğlu (İstanbul)
14) Oktay
Öztürk (Erzurum)
15)
Muharrem Varlı (Adana)
16)
Mehmet Günal (Antalya)
17) Atila
Kaya (İstanbul)
18) Mesut
Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
19) Celal
Adan (İstanbul)
20) Emin
Çınar (Kastamonu)
21) Sümer
Oral (Manisa)
Sivas, Türkiye'nin İç Anadolu
Bölgesi, Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan bir ildir.
Sivas ili, Mezopotamya ve arasında kervanların geçtiği bölgede olduğu için,
Selçuklular döneminde tüccarların ziyaret ettiği bir merkez hâline gelmiştir.
Ülkemizde Konya'dan sonra en çok Selçuklu eserinin bulunduğu il Sivas'tır.
Sivas Osmanlı
İmparatorluğu’nda eyalet merkezi hâline getirilerek Amasya, Çorum, Tokat, kısmi
olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya
Çelebi Seyahatnamesi’nde belirtildiği gibi Sivas zamanının en önemli
eyaletlerinden biridir. 40 ilkokul, 1.000 dükkân, 18 han, 40 kadar çeşmesi
olduğundan bahsedilir.
Sivas'a birçok vali atanmış,
bunlar içinde belki de ismi hiç unutulmayacak olan Halil Rıfat Paşa’nın
yaptırdığı birçok yollar, köprüler, hanlar ve konaklar hâlen halkımızın
hizmetindedir. Tarihin kaydedildiği zamandan beri önemli bir yerleşim merkezi
olan Sivas, asırlar boyunca önemini korumuş ve özellikle millî mücadele
yıllarında millî mücadeleye başlangıç olması ona tarihin en kıymetli değerini
vermiştir.
2000 yılında Sivas'ın nüfusu
755.090 kişiden 627.050 kişiye düşmüştür, yüzölçümü 28.488 metrekaredir.
Kızılırmak havzası kenti İç Anadolu iklimine, Yeşilırmak Karadeniz, Fırat
havzası ise Doğu Anadolu iklimine bağlamaktadır. Bu, 3 su, 3 yol, 3 farklı kültür
demektir.
Kuzeyden Kelkit Vadisi,
doğuda Köse Dağlarının uzantısı olan Kuruçay Vadisi ve Yaman Dağı, güneyde
Kulmaç Dağı, Tahtalı Dağlarının uzantılarıyla, Hezanlı Dağı, batıda Karababa,
Akdağlar ve İncebel Dağları gibi yükseklikler çizen kentin doğal sınırları vardır.
Sürekli göç veren ilde sanayi
sektörü yeterince gelişmediğinden dolayı ilin gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH)
göstergeleri düşük düzeylerde kalmaktadır. Kişi başına gayrisafi yurt içi
hasıla göstergeleri hem ülke hem de İç Anadolu Bölgesi ortalamasının
altındadır.
İl, ülkenin geri kalmış
yöreleri arasında bulunmaktadır. 1’inci Derece Kalkınmada Öncelikli Yöreler
(KÖY) kapsamında yer alan ilde, var olan ekonomik potansiyelin özellikle görece
zengin yer altı kaynaklarının yeterince değerlendirilemediği söylenebilir. İlde
hâkim sektör tarım sektörüdür ve bu sektörün gelişme hızı ve verimliliği
düşüktür.
Ekonomik kalkınma açısından
özel önem taşıyan imalat sanayisi gelişmemiştir. Bu nedenlerle ilin ekonomik
büyüme hızı düşmekte, dolayısıyla da gelişmiş yörelerle aradaki açık
kapatılamamaktadır.
Yerel ekonomilerin içinde yer
aldıkları coğrafi bölge ve ülke ekonomisi içerisindeki yerinin
somutlaştırılması büyük önemi haizdir.
İlin ekonomisini genel olarak
tarım, hayvancılık, dokuma, deri, madencilik ve küçük el sanatları
şekillendirmektedir.
Üretim sektörleri olan tarım,
inşaat ve sanayi sektörleri ile hizmet sektörleri olan ticaret, ulaştırma ve
haberleşme sektörleri tam anlamıyla gelişmemiştir. Üretim sektörlerinden tarım
ve hayvancılık sektörünün Sivas ekonomisine katkıları oldukça sınırlıdır.
Coğrafi konumu, doğal, beşerî ve ekonomik kaynaklarının sınırlı olması ve
bunlar gibi birçok sebeple sanayi sektöründe gelişme sağlanamaması ilin
ekonomik yönden büyümesini engellemektedir.
Sosyoekonomik gelişmenin
temel dinamiklerinden biri olan yetişmiş insan gücü bakımından Sivas, sürekli
olarak ve yoğun göç vermesi sebebiyle giderek dezavantajlı bir konuma
sürüklenmektedir. Sosyoekonomik gelişmenin önündeki diğer engeller ise teknik
ve sosyal altyapılardaki yetersizliklerdir.
Sivas'a sahip çıkmanın zamanı
geçmektedir. Daha fazla gecikmeden TBMM'nin sahip çıkacağına inanıyoruz. Tüm bu
gerekçelerle araştırma önergemiz hazırlanmıştır.
2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 25
milletvekilinin, ülkemizdeki basın özgürlüğü kısıtlamalarının ve gazetecilerin
karşı karşıya bulunduğu siyasal sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/643)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizdeki basın özgürlüğü
kısıtlamalarını ve gazetecilerin karşı karşıya bulunduğu siyasal sorunları
araştırmak amacıyla Anayasa'mızın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
2)
Muharrem İnce (Yalova)
3) Emine
Ülker Tarhan (Ankara)
4) Mehmet
Akif Hamzaçebi (İstanbul)
5) Ercan
Cengiz (İstanbul)
6) Salih
Fırat (Adıyaman)
7) Aylin
Nazlıaka (Ankara)
8) Özgür
Özel (Manisa)
9) Celal
Dinçer (İstanbul)
10)
Haydar Akar (Kocaeli)
11) Veli
Ağbaba (Malatya)
12) Ali
Özgündüz (İstanbul)
13)
Levent Gök (Ankara)
14) Ali
Demirçalı (Adana)
15) Umut
Oran (İstanbul)
16) Osman
Taney Korutürk (İstanbul)
17) Faik
Öztrak (Tekirdağ)
18)
Mahmut Tanal (İstanbul)
19) Ayşe
Gülsün Bilgehan (Ankara)
20) Ahmet
İhsan Kalkavan (Samsun)
21) Ahmet
Toptaş (Afyonkarahisar)
22) Ayşe
Nedret Akova (Balıkesir)
23) İzzet
Çetin (Ankara)
24) Malik
Ecder Özdemir (Sivas)
25)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
26) Haluk
Eyidoğan (İstanbul)
Gerekçe:
Ülkemizde gazetecilerin karşı
karşıya bulunduğu sorunların başında ifade özgürlüğünü kısıtlayan Terörle
Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddeleri bulunmakla birlikte,
gazetecilerin yaşadığı sorunlar bundan ibaret değildir. İlgili yasalardan dolayı
gazetecilerin kendilerine otosansür uyguladığına veya yargılanma korkusuyla
mesleklerini icra edemediklerine dair çok sayıda değerlendirmeye
rastlamaktayız. Ülkemizde her gün yeni tutuklamalar yaşandığı için sayısı
değişken olmakla birlikte birçok gazetecinin cezaevinde bulunduğu ve binlerce
gazetecinin yazdıkları yazı veya haberlerden ötürü yargılandığı bilinmektedir.
Ülkemizdeki tutuklu gazeteci
sayısına ilişkin rakamlara, tamamen göreli değerlendirmeler sonucunda
ulaşılmaktadır. Zira, her kurum veya merci, bulunduğu konuma veya pozisyona
göre bir gazeteci tanımı yaparak tutuklu kişileri buna göre gazeteci sayıp
saymama tercihinde bulunabilmektedir.
Oysa, geçimini gazetecilik
yaparak sağlayan herkes gazetecidir. Bir kişinin gazeteci sayılması için 212
sayılı Kanun kapsamında sigortasının yapılmış olması ve dolayısıyla, sarı basın
kartı almış olması gerekmemektedir. Kuşkusuz, her gazetecinin, özlük haklarını
teminat altına alan kanun kapsamında çalıştırılması ideal olandır. Bu konuda
Türkiye Büyük Millet Meclisinin de gereken çabayı sarf etmesi, ülkemizdeki
gazetecilerin özlük haklarına kavuşmasına yardımcı olacaktır. Ancak tutuklu
gazeteci sayısını, gazetecilik tanımı veya sarı basın kartı sahibi olup olmamak
üzerinden düşürmeye çalışarak ülkemizdeki ifade özgürlüğü kısıtlamasını
görünmez kılmaya çalışan Hükûmet, sorunun daha da kangren hâline gelmesine
sebep olmaktadır.
Başta Sınır Tanımayan
Gazeteciler Örgütü (RSF), Gazetecileri Koruma Cemiyeti (CPJ) gibi uluslararası
basın örgütleri ve ülkemizdeki Çağdaş Gazeteciler Derneği, Cemiyeti, Türkiye
Gazeteciler Sendikası ve insan hakları örgütleri olmak üzere çok sayıda sivil
toplum veya meslek kuruluşu, Türkiye'de basın özgürlüğü kısıtlamalarının vahim
hâle geldiğini çeşitli açıklama ve raporlarında vurgulamaktadır. Ülkemizde
basın özgürlüğü ihlallerinin düzeyini, bizzat bu ihlallere önayak olan
Hükûmetin belirlemeye çalışması en büyük sakıncalardan birini oluşturmaktadır.
Ülkemizde kaç tutuklu
gazeteci olduğunu, kaç gazetecinin tutuklu veya tutuksuz yargılandığını, bu
yargılamalara gerekçe olan unsurları araştırmak kaçınılmaz hâle gelmiştir.
İktidarın basın üzerinde
uyguladığı baskılar, demokrasimizin bugünü ve geleceği açısından büyük tehdit
oluşturmaktadır. Haber alma özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik uygulamaların
ve basın üzerindeki baskıların araştırılması, var olan olumsuz tablonun
saptanması ve bu konuda alınacak tedbirlerin belirlenmesi için bir araştırma
komisyonu kurulması yaşamsal önemdedir.
3.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin,
Türkiye’de üniversitelerde muhalif, farklı düşünen ve demokratik tepkilerini
gösteren öğrencilerin karşılaştıkları sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/644)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye'de üniversitelerde
muhalif, farklı düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin
karşılaştıkları sorunların araştırılması, tespit edilmesi, bu konuya dair
istatistiklerin çıkarılması, üniversitelerde çıkartılan yönetmenliklerin
incelenerek antidemokratik yanlarının ortaya çıkartılması ve öğrencilere
yönelik saldırı ve baskıların engellenmesi, YÖK'ün bu baskıcı uygulamalardaki
rolünün açığa çıkartılması ve özgür, özerk ve demokratik üniversitelerin inşa
edilebilmesi için gerekli politikaların oluşturulması amacıyla bir Meclis
araştırma komisyonu kurulması amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İç Tüzük’ün 104 ve
105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz
ederiz. 09/03/2012
1)
Sebahat Tuncel (İstanbul)
2) Pervin
Buldan (Iğdır)
3) Hasip
Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı
Sakık (Muş)
5) Murat
Bozlak (Adana)
6) Halil
Aksoy (Ağrı)
7) Ayla
Akat Ata (Batman)
8) İdris
Baluken (Bingöl)
9)
Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10) Emine
Ayna (Diyarbakır)
11)
Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan
Tan (Diyarbakır)
13) Adil
Zozani (Hakkâri)
14) Esat
Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Düşünce ve ifade özgürlüğü
demokrasilerin en temel ilkesidir. Bu ilkenin ihlal edildiği her durumda insan
hak ve özgürlüklerinde ciddi sorunlar yaşanmasını da beraberinde getirmektedir.
Antidemokratik ve özgürlüklerin önünde en büyük engel olarak duran 12 Eylül
darbe Anayasası ve 12 Eylülün ortaya çıkardığı tüm kurumsal yapılar, tek dil,
kimlik, inanç ve kültürü esas alan bir anlayışla ele alınmış ve bunun üzerine
inşa edilmişlerdir.
Bu kurumların başında YÖK
gelmektedir. Darbe sonrası güvenlikçi ve baskıcı yaklaşımla üniversiteler
demokratik talepleri için mücadele eden öğrencileri sindirmek için öğrencilere
yönelik saldırılar, baskılar bizzat üniversite yönetimlerinin disiplin
soruşturmaları ve cezalarıyla desteklenmektedir. Yıllardır öğrenciler YÖK'ün kaldırılması
için mücadele etmektedirler. Ancak bu kurum devletin gençler üzerindeki
denetiminin en önemli mekanizması olarak korunmaya devam edilmektedir.
Üniversite öğrencilerinin toplumsal sorunlara ilişkin mücadeleleri bizzat
üniversite yönetimleri ve YÖK tarafından tehlike olarak görülmekte ve
öğrencilere baskı ve zor uygulanmaktadır. Özellikle sol görüşlü, muhalif
öğrenciler, Kürt öğrenciler bu baskı politikalarından en çok etkilenenler
olmaktadır.
Türkiye'de yaşanan siyasal,
ekonomik, kültürel ve benzeri gelişmeler doğal olarak üniversite gençliğini de
etkilemektedir. Gençlerin bu gelişmelere yönelik yaptıkları etkinlikler, basın
açıklamaları sonrasında öğrenciler hakkında okul yönetimlerinin başlattıkları
soruşturmalar sonrasında birçok öğrencinin okulla ilişkisi kesilmekte, disiplin
cezaları verilmektedir. Bu durum sadece öğrencileri değil ailelerini de olumsuz
etkilemektedir. Özellikle Kürt öğrencilerine karşı geliştirilen, şovenist,
milliyetçi, ayrımcı yaklaşım zaten öğrenciler için ciddi bir sorunken bir de
okul yönetimlerinin muhalif öğrencilere karşı baskıcı ve antidemokratik tutumu
eklenince yaşamları çekilmez hâle gelmektedir.
Türkiye genelinde
cezaevlerinde tutuklu bulunan öğrenci sayısı 600’ü geçmiş durumdadır. Bu
öğrencilerin tutuklanma nedenlerine bakıldığında, Kürt sorununun demokratik ve
barışçıl çözümüne dair yapılan etkinlikler, ana dilde, parasız eğitim talebi, 8
Mart etkinliğine katılma, muhalif bir filmin afişini asma veya bir müzik
grubunun biletini satma, HES'lere ve nükleere karşı etkinliklere katılma gibi
gerekçelerle hakkında soruşturma açılmış ve tutuklanmışlardır. Uzun tutukluluk
süresi, ana dilde savunma taleplerinin mahkemeler tarafından karşılanmaması
öğrencilerin mağduriyetini artırmaktadır. Üniversite yönetimleri de
öğrencilerin daha haklarındaki dava sonuçlanmadan, öğrenciler hakkında disiplin
cezası, okuldan uzaklaştırma veya okulla ilişkisini kesmek gibi uygulamaları
devreye koymaktadırlar. Denizli Pamukkale, Kütahya Dumlupınar, Isparta Süleyman
Demirel, Konya Selçuk, İstanbul Marmara ve İstanbul, Diyarbakır Dicle, Malatya
İnönü, Edirne Trakya, Adana Çukurova, Hatay Mustafa Kemal, Muğla, Antalya
Akdeniz, Erzurum Atatürk ve daha birçok üniversite de muhalif ve Kürt
öğrenciler bu politikaların sonucu olarak, tutuklama ve okul yönetimlerin
baskıcı tutumları ile karşı karşıya kalmaktadırlar. En son örneği, Dicle
Üniversitesinde 24 öğrenci tutuklanarak cezaevine gönderildi. Gençleri
potansiyel suçlu olarak gören bir yönetim anlayışının ne kadar demokratik
olduğunu, Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğündeki düzeyini çok net
göstermektedir.
Öğrencilerin en temel hakkı
olan eğitim hakkından mahrum bırakılan öğrencilerin durumunun araştırılması,
mağduriyetlerinin giderilmesi bundan sonra öğrencilerin benzer sorunlarla
karşılaşmaması açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle Türkiye'de üniversitelerde
muhalif, farklı düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin
karşılaştıkları sorunların araştırılması, tespit edilmesi, bu konuya dair
istatistiklerin çıkarılması, üniversitelerde çıkartılan yönetmeliklerin
incelenerek antidemokratik yanlarının ortaya çıkartılması ve bu baskı ve
saldırıların engellenmesi için YÖK’ün bu baskıcı uygulamalardaki rolünün açığa
çıkartılması ve özgür, özerk ve demokratik üniversitelerin inşa edilebilmesi
için gerekli politikaların oluşturulması için bir Meclis araştırma komisyonu
kurulmasını önermekteyiz.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları
tarafından Tuğgeneral Musa Çitil davasının araştırılması amacıyla 7/5/2013
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin Genel
Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
30/05/2013
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulunun 30/05/2013 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti
grupları arasında oy birliği sağlanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
İdris
Baluken
Bingöl
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
7 Mayıs 2013 tarihinde,
Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından (3280 sıra no.lu),
Tuğgeneral Musa Çitil davası, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan
Meclis araştırma önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak 30/5/2013 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz Iğdır Milletvekili Sayın Pervin
Buldan’a aittir.
Buyurun Sayın Buldan.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, önemli
bir isim aslında Musa Çitil. Şu anda da görevi başında ama ne yazık ki 1992 ve
1994 yılları arasında Mardin’in Derik ilçesinde tuğgeneral olarak görev yaptığı
dönemde, o coğrafyada işlenen birçok faili meçhul cinayetten, yine tecavüz ve
taciz olaylarından, insan hakları ihlallerinden bire bir sorumlu olarak
gösterilen bir insan ama ne yazık ki insan hakları aktivistlerinin, insan hakları
kurucularının çabasına rağmen Musa Çitil davası Mardin’den alınarak Çorum’a
götürülmüştür ve bir şekilde, aslında Musa Çitil koruma altına alınmıştır.
Bununla ilgili, parti olarak ve grup olarak Musa Çitil davasının bir an önce
sonuçlanması ve Musa Çitil’in gerekli
bir cezaya çarptırılması yönünde ve işlediği suçlardan dolayı da bir
araştırmanın yapılması yönünde vermiş olduğumuz bir araştırma önergesi var. Bu
süreçte vermemizin önemli bir sebebi, Sayın Öcalan’la başlatılan diyaloğun
ardından müzakereler devam ederken yıllardır süren savaşın biteceği yönündeki
umutların en güçlü olduğu dönemlerden birine tanıklık etmekteyiz aynı zamanda.
Kuşkusuz, bu durumun, yıllardır dediğimiz ve gerek halk tarafından gerekse Kürt
siyasal hareketi olarak uğruna nice bedeller ödediğimiz bir sürecin ardından
bizi ayrıca umutlandıran bir gelişme olduğunu da ifade etmek isteriz. Bu
bakımdan, gerçek bir barış ve demokratikleşme sürecinden söz edilecekse eğer,
bu bedelleri ödeyen yurttaşların ve ailelerinin devam eden hukuk mücadelesini
hatırlamanın hayati önemde olduğunu da ifade ederek buna inanmak istediğimizi
söylemek istiyoruz.
Yakınları devlet tarafından
öldürülen yurttaşlarımızın hukuk mücadelesi yirmi yıldır devam ediyor değerli
arkadaşlar. Özellikle 1992 ve 1994 yılları arasında, Mardin’in Derik ilçesinde
görevli olan Musa Çitil, 13 yurttaşın ölümünden sorumlu gösterilen bir insan.
Buna rağmen, terfi etmiş bir şekilde görevine devam eden Çitil, yıllar sonra
hakkında açılan davaya ve tüm delillere rağmen tutuksuz bir şekilde
yargılanmaktadır. Gözaltında kayıp, işkence ve tecavüz olaylarından mesul olan
Çitil hakkındaki dava, hukuka aykırı olarak, yargılama yeri olan Mardin’den
Çorum’a alınmıştır.
Musa Çitil’in katlettiği
insanların yakınlarının adalet beklentisi bugün her zamankinden daha fazla
çünkü onlar, bu topraklara barışın ancak hakikatle yüzleşerek ve faillerin
adalete teslim edilmesiyle geleceğine inanıyorlar. Biz, bu nedenle Hükûmeti,
faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için gerçek anlamda sorumluluk almaya,
yargı organları ile idari makamları hukuka uygun hareket etmeye ve sorumluları
adalet önüne çıkarmaya bir kez daha davet ettiğimizi ifade etmek istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, Mardin’in
Derik ilçesinde, 20/04/2013 tarihinde, 1992 ve 1994 yıllarında Derik Jandarma
Komutanı olan Musa Çitil’in görevden alınması ile başlatılan bir imza
kampanyası yürütüldü ve bu imza kampanyasında toplanan 3 bin imza PTT yoluyla
Adalet Bakanlığına iletildi. Adı geçen şahıs, birçok tecavüz, işkence, köy
yakma, kötü muamele, yargısız infaz, zorla kaybettirme vakalarına karışan, 13
cinayetten sanık olan Musa Çitil’le ilgili ama bu Musa Çitil ne yazık ki şu
anda görevine devam ediyor. Bunun, biz hem vicdanen hem de hukuken doğru
olmadığını bir kez daha ifade etmek istiyoruz.
Musa Çitil’in yargılandığı
faili meçhul cinayetlerden bir tanesi -örnek olarak vermek istiyorum- Vecdi
Avcıl cinayetidir. Vecdi Avcıl, 1994 yılında gözaltına alınmış ve bu tarihten
itibaren bir daha kendisinden hiçbir şekilde haber alınamamıştır. Mardin
Cumhuriyet Başsavcılığının faili meçhul cinayetlere ilişkin sürdürdüğü
soruşturma kapsamında Avcıl’ın cesedi Mardin’in Derik ilçesinde 2011 yılında
kesinleşmiştir. Vecdi Avcıl’ın oğlu Yasin Avcıl “12 Haziran 1994 tarihinde
jandarma ve korucular tarafından köyümüze bir operasyon yapıldı, köylüler köy
meydanında toplatıldı, evimiz didik didik arandı ancak herhangi bir delil
bulunmadığı hâlde babamı gözaltına aldılar. Daha sonra kendisinden hiçbir
şekilde haber alamadık.” diye de bir açıklama yapmıştır.
Aralarında Vecdi Avcıl’ın da
bulunduğu 13 faili meçhul cinayetin sanığı olarak yargılanan Musa Çitil’in 13
kez ağırlaştırılmış hapis cezasıyla yargılandığı davası ne sanık ne de müşteki
avukatlarından herhangi bir talep olmamasına rağmen Adalet Bakanlığı tarafından
Mardin’den Çorum’a alınmıştır değerli arkadaşlar.
Biz özellikle şunu ifade
etmek isteriz tabii ki: Başlatılan çözüm ve diyalog sürecinde yüzleşme
fırsatını yakalamış bulunmaktayız. Bu davada yargının vereceği kararın karanlık
bir dönemin aydınlatılmasına da katkı sunacağı düşüncesindeyiz. 13 kişinin
katili ve 13 kez müebbet hapis cezasına çarptırılan birinin bugün dışarıda
olması ahlaki ve hukuksal olarak tam bir skandaldır. Bir katliamın sanığı olan
şahıs hâlâ görevi başındadır ve terfi ettirilmiştir. Maalesef hukuk, yaşanan bu
katliamı maskelemiş durumdadır.
Yarın bu konuya ilişkin,
İstanbul’dan Cumartesi Anneleri Ankara’ya gelecekler; özellikle, Musa Çitil
davasına ilişkin görüşlerini, düşüncelerini YKM önünde saat 12.30’da basınla ve
kamuoyuyla paylaşacaklardır. Biz duyarlı olan bütün milletvekillerimizi yarın
Cumartesi Annelerine destek olmak adına YKM önüne davet ediyoruz. Ben de
geçmişte bir cumartesi annesi olarak ve bugün de hâlâ onların yakını olarak
yarın Cumartesi Anneleriyle birlikte, bu hukuksuzluğa, bu adaletsizliğe karşı
onlarla birlikte olmak için YKM önünde olacağım.
Değerli arkadaşlar, dünyadaki
bütün örneklerine bakıldığında, Musa Çitil ve ağır insan hakları ihlallerini
kapsayan benzeri davaların, özellikle barış ve müzakere süreçlerindeki yüzleşme
ve hesaplaşma bağlamında birer samimiyet sınavı oldukları herkes tarafından
kabul edilmiştir. 1990’lı yıllarda özellikle Kürt illerinde “terörle mücadele”
adı altında yürütülen köy boşaltmalar, taciz ve tecavüzler, faili meçhul
cinayetler ve ağır işkence vakaları aydınlatılmadan ve suçlular yargılanmadan,
Türkiye halklarının devlete karşı zedelenmiş olan güvenlerini asla
onaramayacaktır.
Dolayısıyla biz, barış ve
çözüm komisyonunun kurulduğu bugünlerde, yaşanan yoğun şiddetin ve ağır insan
hakları ihlallerinin aydınlatılması için hafızaya başvurmak kuşkusuz
yetersizdir. Aynı zamanda, söz konusu hafızanın içinde suçluları ortaya çıkarıp
yargılama süreci başlatılmadan kalıcı bir barış ve çözüm olmadığının da altını
önemle çizmek isteriz.
Musa Çitil’in, hakkındaki ağır suçlamalara
rağmen bir defa bile mahkemeye gitmemesi ve hâlâ Ankara Jandarma Bölge Komutanı
olarak görevine devam etmesi, avukatların ve sanık yakınlarının “Tutuklu
yargılansın.” talebinin mahkeme tarafından reddedilmesi ve en son Çorum’da
görülen davaya avukatını bile göndermemesi, kamuoyunda mahkemenin
tarafsızlığına dair derin kuşkular yaratmıştır.
Dolayısıyla, bir kez daha,
Musa Çitil’e yasal olmayan bir koruma zırhı oluşturulmasının biz hukuk
açısından sakıncalı olduğunu ifade ediyoruz, bu konuda Meclisin üzerine düşen
görevi yapması ve bir an önce bu konunun aydınlatılması için bir araştırma
sürecinin başlatılması gerektiğini düşünüyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Buldan.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Anayasa’nın 138’inci
maddesinin üçüncü fıkrasına göre, görülmekte olan bir davayla ilgili Türkiye
Büyük Millet Meclisinde araştırma komisyonu kurulması istemiyle bir grup
önerisi verilemeyeceğinden BDP grup önerisinin görüşülemeyeceğine ilişkin
açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, sayın milletvekilinin konuşmasını ve grup önerisinin içini
incelediğimizde, görülmekte olan bir davayla ilgili, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde Anayasa, İç Tüzük gereğince bir araştırma komisyonu kurulması istemi
üzerine verilmiş bir önergedir. Anayasa’mızın 138’inci maddesinin üçüncü
fıkrasına baktığımızda: “Görülmekte olan bir dava hakkında yasama Meclisinde
yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.”
Sayın milletvekili herhangi
bir mekânda bu konuyla ilgili görüşlerini dile getirebilir, o kişinin yaptığı
veya yaptığı iddia edilen meselelerle ilgili her şeyi dile getirebilir,
mahkemeye gitmemesine itiraz edebilir, eleştirebilir ama Türkiye Büyük Millet
Meclisi bu araştırma önergesiyle ilgili grup önerisini görüşmeye yetkili
değildir. Başkanlık Divanının bu konuyu görüşerek grup önerisinin görüşülmesini
gündemden alması gerekir.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Bir saniye…
Şimdi, şöyle yapalım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) -
Anayasa açık, görüşülmekte olan bir davayla ilgili araştırma önergesi
verilmesiyle ilgili bir grup önerisi verilemez.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Şu
anda Genel Kurulun gündemine gelmiş zaten Sayın Elitaş.
BAŞKAN – Birleşime on dakika
ara vereyim, grup başkan vekillerinden de rica edeyim, kürsü arkasında
görüşelim.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 14.59
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.44
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatih ŞAHİN (Ankara), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, BDP grup
önerisinin görüşülmesinin Anayasa’nın 138’inci maddesinin üçüncü fıkrasına
aykırı olması nedeniyle BDP grup önerisini işlemden kaldırdığına ilişkin
konuşması
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisine konu Meclis
araştırması önergesinin, Anayasa’nın 138’inci maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında, görülmekte olan bir davada kullanılan yargı yetkilerini araştırma
konusu yapması nedeniyle grup önerisinin işlemden kaldırılması gerektiği
yönünde bir hatırlatma olmuştur.
Hâlen Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığında inceleme aşamasında bulunan söz konusu Meclis araştırması
önergesinin içeriğine bakıldığında, önergenin Anayasa’nın 138’inci maddesine
aykırı olduğu Başkanlığımızca değerlendirilmiş olup, Barış ve Demokrasi Partisi
grup önerisini işlemden kaldıracağım.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, tutumunuz hakkında usul tartışması açılmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Tamam.
OKTAY VURAL (İzmir) – Lehte…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Lehte…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, lehte…
SIRRI SAKIK (Muş) – Aleyhte…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Lehte…
BAŞKAN – Siz, lehte… O zaman…
OKTAY VURAL (İzmir) –
Üzerinde konuşmuş olsunlar, parti konuşmuş olsun efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Üzerinde…
BAŞKAN – Tamam. Birer birer
dağıttım.
Üç dakika süre vereceğim.
Sayın Baluken, tutumum
aleyhinde söz aldınız. Buyurunuz.
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- BDP grup önerisinin görüşülmesinin Anayasa’nın 138’inci maddesinin
üçüncü fıkrasına aykırı olması nedeniyle işlemden kaldırılıp kaldırılamayacağı
hakkında
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi biz bu önergeyi Meclis Başkanlığına sunarken Musa
Çitil’in yol açtığı, sebep olduğu faili meçhul cinayetler başta olmak üzere,
bölgedeki bütün faili meçhul cinayetlerin araştırılmasıyla ilgili bir önerge
hazırladık.
Bugüne kadar biz Meclis
Başkanlığına araştırma önergesi sunduğumuzda izlenen yol şudur: Eğer Anayasa’ya
ya da İç Tüzük’e aykırı bir durum var ise Meclis Başkanlığı mevcut önergeyi
parti grubuna iade eder. Böyle bir yol işletilmedi. Eğer iade edilmemişse Genel
Kuruldan önce Danışma Kurulu toplanıyor, bu tarz bir aykırılık varsa yine
Danışma Kurulundaki tartışmalarla önerge geri çekilir.
Şimdi, burada 7 Mayısta
verdiğimiz bir önerge var. Meclis Başkanlığı bunu iade etmemiş, Anayasa’ya
uygunsuz olduğunu belirtmemiş. Danışma Kurulunda bugün görüşülmüş yine aynı
şekilde bir tartışma, oradan çıkan bir karar olmamış. Genel Kurulun gündemine gelmiş
Genel Kurulda tartışma açılmış, bizim grubumuz adına konuşan hatip buraya gelip
görüşlerini ifade etmiş, siz ondan sonra Anayasa’ya uygunlukla ilgili bir karar
veriyorsunuz. Bu tutumunuz doğru değil. Eğer Anayasa’ya uygunlukla ilgili bir
problem var ise, bahsettiğim gibi, bu belirtmiş olduğumuz mekanizmalarda siz
mevcut araştırma önergesini iade ederdiniz, biz de amacına uygun olacak
şekilde, Anayasa’ya aykırı olan kısımları içinden çıkarır, hangi konunun Genel
Kurulda tartışılmasını istiyorsak o konuda bir revizyon yapıp buraya, Genel
Kurulun gündemine getirirdik. Dolayısıyla, bu tutumunuz doğru olmamıştır.
Tabii, burada, Meclis
İçtüzüğü ve 12 Eylülün darbeci zihniyetinin Anayasası’nın bu kadar, böyle, AK
PARTİ Grubu tarafından dört elle sarılacak şekilde konu edilmesini de hiç
anlaşılır bulmuyorum doğrusu. Önemli olan, vicdanların iç tüzüğü ve vicdanların
anayasasıdır. Dünden beri buraya, toplu mezarlar, faili meçhullerle ilgili bir
araştırma komisyonu kurulması konusunda önergeler getiriyoruz. Yani bu konunun,
biraz, milletvekillerinin, parti gruplarının vicdanında değerlendirilmesi
yönünde bir gündem işletmeye çalışıyoruz. Sizin de dikkat etmeniz gereken
hususun bu olduğunu düşünüyoruz. Yoksa Kenan Evren’in hazırlamış olduğu darbeci
bir Anayasa’ya zaten AK PARTİ Grubunun kendisi de tamamen karşı ama anladığımız
kadarıyla daha vicdanen siz kendi muhasebenizi yeterince yapmamışsınız, bu
konularla yüzleşmekten kaçınıyorsunuz, o nedenle de Kenan Evren’in anayasa
maddesine sığınıyorsunuz.
Sayın Başkan, tabii, almış
olduğunuz kararı oylamaya sunacaksınız ama bu konuyla ilgili BDP Grubu gündem
işletmeye devam edecek, takip etmeye devam edecek.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Gerekirse önergemizi yeniden revize ederek Genel Kurulun gündemine getireceğiz.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Tutumumun lehinde ilk söz
Sayın Mustafa Elitaş’ta.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisinin
grup önerisi bugün saat 12.30’da Meclis Başkanlığı Başkanlığında Danışma
Kurulunda görüşüldü. Nitekim içeride aldığımız, sizin Başkanlığınızda
yaptığımız toplantıda aldığımız bilgi çerçevesinde, grubumuz adına katılan
temsilcimiz bu önergenin Anayasa’ya aykırı olduğunu ifade etmesine rağmen,
Başkanlık Divanı maalesef bizim arkadaşımızın yaptığı uyarıyı dikkate almadan
bu grup önerisini gündeme taşımış.
Nitekim, siz, Türkiye Büyük
Millet Meclisi açılışında “Saat 12.30’da toplanan Danışma Kurulunda, partiler
arasında oy birliği sağlanamadığından dolayı İç Tüzük'ün 19’uncu maddesine göre
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun önerisinin görüşmelerine başlıyoruz.” diye
ifade ediyorsunuz.
Burada, 7 Mayıs tarihinde
verilmiş bir önergenin Anayasa’ya aykırı olup olmadığıyla ilgili bir inceleme
süresi atlatıldıktan sonra, İç Tüzük'ün, kırmızı gündeme girmemesine rağmen,
bunun inceleme yönünden, zaman yönünden bir kaçma süreci var. Ama ben, buradan,
Pervin Hanım’ın konuşmasını yaparken, ilk ifade ettiğinde, görülmekte olan bir
davayla ilgili bir konuyu ifade ettiği grup önerisinde…
Nitekim, grup önerilerinin
başında “13 kişiyi öldürmekten yargılanan ve yargılanma süreci hâlen devam
eden” diye ifade ettiğini anladıktan sonra Sayın Meclis Başkanına işaret ettim,
dedim ki: “Bu konuyla ilgili görüşme yapmak istiyorum.” Bir milletvekili
hanımefendi burada konuşurken onun sözünü kesmenin nezaket kurallarına aykırı
olduğunu düşünerek bu işlemi yaptım.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Çok
naziksiniz!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Yoksa, o anda da o uyarıyı yapabilirdik. İlk anda, okunduğu andan itibaren bu
uyarıyı “Sayın Başkan, bu, Anayasa’ya aykırı” diye yapabilirdim. Ama kürsüde
konuşan bir hatibin konuşmasını kesmemek adına bu işi yaptım.
Bakın, değerli
milletvekilleri, bu 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmek üzere bir komisyon
kuruldu. Bu Komisyon gayretle çalışıyor, inşallah bitirecek, ümit ediyoruz,
diliyoruz. Basındaki yansımalara vesairelere kulaklarımızı tıkayarak Komisyonun
30 Haziran tarihine kadar -verdiği son süreyle ilgili- bu anayasa değişikliğini
bitireceklerini ümit ediyoruz. Bitti veya bitmedi… Şu anda yürürlükte bir
Anayasa var, yürürlükte bir kural var. O kural çerçevesinde Anayasa’nın
138’inci maddesine uymak hepimizin mecburiyetidir.
Bu itirazımızı, farklı
şekilde değiştirerek, şunları buradan çıkararak değil, Anayasa’ya aykırı bir
düzenlemenin burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde araştırma konusu
yapılmasıyla ilgili meseleyi gündeme getirmek için bunu yaptık.
Başkanlığın biraz önce
yaptığı açıklamanın doğru olduğunu, tutumunun doğru olduğunu ifade ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın
Başkan, sadece tutanaklara geçmesi açısından ifade etmek istiyorum. Sayın
Elitaş Danışma Kurulunda AKP Grubunu temsilen Sayın Doğan Kubat’ın beni ikaz
ettiğini, uyardığını ifade etti ama ben kendisine zaten gerekçemizi söyledim.
Niçin bu araştırma önergesini Genel Kurula getirdiğimizi izah ettim. Buna rağmen,
bize bir itiraz gelmemiştir. Sayın Sadık Yakut yönetti bugün Danışma Kurulunu,
kendisi de bana bir uyarı yapmamıştır. Buna istinaden biz bugün bu araştırma
önergemizi Genel Kurula getirdik ve görüşmeye açtık.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Akif Hamzaçebi,
buyurunuz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük gereği usul
tartışmasında iki aleyhte iki lehte söz alınabiliyor, tabii ki bu insanların
düşüncelerini lehte veya aleyhte şeklinde gruplandırmasına neden olmuyor. Yani
ben sözümü bu önergenin usul tartışmasının üzerinde alıyorum. Lehte veya
aleyhte değil üzerinde konuşuyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi,
Meclis araştırma önergesinde süregelen bir davayla ilgili olarak yargılama
sürecinin hukuksuzluğuna işaret ederek bu konuda bir Meclis araştırması
açılmasını talep ediyor. Danışma Kuruluna bunu grup önerisi olarak getirmiş,
daha sonra orada kararlaştırılamayınca Genel Kurula grup önerisi olarak bunu
sunuyor.
Her şeyden önce şunu ifade
edeyim ki: Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bütün faili meçhullerin
araştırılması için Meclis araştırma komisyonu kurulmasını arzu ediyoruz.
Görüşümüz açıktır, nettir. Bu önerilerimizi defalarca buraya getirmiş olmamıza
rağmen iktidar partisinin, AKP’nin oylarıyla bu önerimiz kabul edilmemiştir.
Hâlâ aynı görüşteyiz.
İkinci olarak söyleyeceğim
şudur: Bu önergede hukuksuzluğa işaret olarak, örneğin bu davanın yargılama
yerinin değiştirildiği ifade ediliyor. Yargılama yeri ilk defa değiştirilen bir
dava değil bu. Bir başka dava da, başka davalarda da yargılama yerinin
değiştirildiği olmuştur. Mesela Mardin Kızıltepe’de 12 yaşında öldürülen Uğur
Kaymaz’ın davası da oradan alınıp Eskişehir’e nakledilmiştir.
SIRRI SAKIK (Muş) – Ama hepsi
de beraat etti.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Zaten amaç o. Amaç, beraat ettirmek, kaybetmek, gözden kaçırmak.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Bakın, bu tip sorunlar vardır. Evet, Anayasa’nın 138’inci
maddesinin üçüncü fıkrası, görülmekte olan bir davayla ilgili olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin olarak herhangi
bir görüşme yapılamayacağını, beyanda bulunulamayacağını ifade ediyor.
Bu açıdan baktığımızda böyle
bir anayasal sorun var bu önergeyi görüşmeye ama ben size sormak istiyorum: 12
Eylül darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yla ilgili bir
dava devam ederken, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Darbeleri Araştırma
Komisyonu kuruldu. Sayın Elitaş, o zaman bu itirazlarınızı neden buraya getirip
söylemediniz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Darbeleri Araştırma Komisyonu kuruldu.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Susurluk Komisyonu kuruldu. Susurluk’la ilgili bir dava devam
ederken, Anayasa’ya aykırı bir şekilde burada komisyon kuruldu o zamanki
Parlamentoda. Bunlar nasıl oluyor? Yani işimize geldiği zaman Anayasa’nın
hükmünü hatırlayıp, işimize gelmediği zaman Anayasa hükmünü bir kenara
atmayalım.
Sürem bittiği için…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sizin işinize geliyorsa kabul edin öyleyse bunu.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Efendim, hayır, Anayasa’ya aykırılığını ifade ediyorum. Bu konunun
burada görüşülmemesi -usul açısından böyledir- gerekir ama lütfen siz de
tutarlı olun, her konuda bu tutarlılığınızı aynı şekilde ifade edin.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, her konuda tutarlı olduğumuzu iddia ediyoruz ve gösteriyoruz.
Bakın, biz 12 Eylül
yargılamasıyla ilgili, Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılamasıyla ilgili bir
araştırma komisyonu kurmadık, biz Türkiye'deki darbelerle ilgili, 27 Mayıs
darbesinden bugüne kadar olanlarla ilgili bir araştırma komisyonu kurulmasını
önerdik ve bütün siyasi partiler de oraya temsilci verdiler. İkisi birbirinden
farklı, onun altını çizmek gerekir.
BAŞKAN – Anlaşılmıştır.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, ikisi birbirinden farklı değil, Sayın Elitaş yine Genel Kurulu
yanıltıyor. Biz de bu Musa Çitil davası başta olmak üzere… Çünkü 13 kişinin
mezarı yeni ortaya çıktı ve 13 kişinin katili olduğuyla ilgili ciddi iddialar
var. Bu, mevcut gündemde olan davadan başlayarak bütün faili meçhul
cinayetlerin araştırılması yönünde bir önerge aslında bence. Yani “Biz bir tek
12 Eylülle ilgili bir komisyon kurmadık.” diyor, biz de bir tek Musa Çitil
davasıyla ilgili komisyon kurulsun demiyoruz, 90’lı yıllardaki bütün faili
meçhul cinayetlerle ilgili komisyon kurulsun diyoruz.
BAŞKAN – Anlaşıldı.
Evet, İzmir Milletvekili
Sayın Oktay Vural.
Buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) –
Tutumunuzun lehinde efendim.
BAŞKAN – Evet, Sayın Baluken
dışında herkesi “leh” olarak diyemedim, onun için öyle…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, ben de yerimden lehinde söz istiyorum.
BAŞKAN – Bir saniye, şimdi
bir halledelim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet,
teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tutumunuzun lehinde söz
aldım. Keşke gerçekten sizin ortaya koyduğunuz tavır; kanunların, İç Tüzük’ün
tam manasıyla uygulanmasına yönelik tavır her zaman diğer Meclis başkan
vekilleri tarafında da yerine getirilse. Doğru bir tavırdır, yerinde bir
tavırdır, uyarı da yerinde olmuştur. Dolayısıyla, münhasıran devam eden bir
davayla ilgili bir konuyu buraya getirmek ve yargı üzerinde, bağımsız ve
tarafsız olmasını istediğimiz bir yargı üzerinde bir baskı oluşturmak her
şeyden önce hukuk devletine yakışmaz, hukukun üstünlüğüne yakışmaz. O bakımdan,
bence bu önergenin bu şekilde tavrınızla gündeme alınmaması, görüşülmemesi
konusunda –her ne kadar başlamış olsa bile- tavır doğrudur.
Danışma Kurulunda kısmen de
olsa bu husus dile getirilmişti. Aslında, tabii, orada Danışma Kurulu bir bakıma
partiler arasındaki bir uzlaşmayı temin etmek, bir anlayışı temin etmek üzere
orada oluşturuluyor. Yani, orada Meclis Başkanı adına bulunan Meclis başkan
vekilimiz keşke bu konudaki ortak bir anlayışı orada temin etseydi. Asıl amaç
da o. Danışma Kurulunda bir araya geliyorsak, burada bununla ilgili bir usul
tartışması açmak yerine orada bunu anlatmak, bunu oluşturmak ve bu yönüyle bir
irade konusunda da bir ortak görüş meydana getirmek gerekirdi. Bu bakımdan,
Danışma Kurulunda her ne kadar oy birliği olmadığı için getirilmişse de
zannederim Danışma Kurulu Başkanlığını yapan Meclis başkan vekilinin bu konuyla
ilgili gerekli inisiyatifi kullanması gerekiyordu. Nihayeti itibarıyla bir
parti önerisi getiriliyor. Bugün burada görüştüğümüz konu aslında bir grubun
önerisidir, bizatihi bir araştırma önergesinin görüşülmesi değildir ama mesnedi
araştırma önergesidir ve hukuka aykırıdır. Dolayısıyla, bu bakımdan, hukuka
aykırı olan bu konunun burada görüşülmemesi doğrudur.
Diğer taraftan şunu da ifade
etmeliyim ki darbeleri araştırma önergesini biz de verdik ama darbeleri
araştırıyoruz biz. Dolayısıyla, o araştırma önergesiyle bizim de katkı
sağladığımız bir komisyon kuruldu. O konuyla bunu çok doğrudan doğruya
ilişkilendirmek, zannederim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz
araştırma önergesinin de amacına aykırıdır. Biz, devam eden bir yargılama
süreciyle ilgili değil, doğrudan doğruya, objektif anlamıyla, darbeler sürecini
araştırmak amacıyla bir araştırma önergesi verdik.
Burada, çok net, hukuka ve İç
Tüzük’e bir aykırılık olduğu için bunun gündeme alınmaması konusundaki iradeniz
doğrudur. Eğer oya sunarsanız lehinde oy kullanacağımızı ifade etmek isterim.
Saygılarımı arz ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Vural.
Sayın Sakık, buyurun. (BDP
sıralarından alkışlar)
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
13.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın usul görüşmesinde Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in
tutumunun lehinde yaptığı konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan,
çok teşekkür ediyorum.
Sayın Elitaş, biraz önce
“Yasaya, Anayasa’ya aykırı.” diyordu ve şunu söyleyen CHP grup sözcüsü de
davaların hukuki bir şekilde başka illere nakledildiğini… Biz bunları biliyoruz
geçmişten bugüne kadar.
BAŞKAN – Yok, o şekilde
demedi canım.
SIRRI SAKIK (Muş) – Şimdi,
Uğur Kaymaz davasının Mardin’den Eskişehir’e alınıp katillerin nasıl
aklandığını biliyoruz. Yine, Samsun’a Muş’tan bir davanın nasıl nakledildiğini,
Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasını protesto edip… Orada bir vatandaş
tarafından 2 kişi öldürüldü, 10 kişi yaralandı ve beş ay içerisinde katiller
beraat etti ve mağdurlar ağır cezalar aldı. Darbeleri Araştırma Komisyonu da
kuruldu, bütün darbeleri araştırdılar ama 2 Mart darbesi Kürtlere karşı
yapıldığı için… 2 Mart darbesi askerlerin ve sivillerin ortak oluşturduğu bir
darbeydi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
SIRRI SAKIK (Muş) – Ama bu
Darbeleri Araştırma Komisyonu bunu da araştırtmadı.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
M. AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
– Sayın Başkan, sanıyorum, benim cümlem…
SIRRI SAKIK (Muş) – Hayır,
hayır, sizinle ilgisi yok.
M. AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
– Öyle mi? Ha, pardon.
BAŞKAN – Ben zaten söyledim
yani öyle bir şey demediğinizi de bu arada ben de söyledim.
M. AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
– Peki, tamam.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) –Sayın Başkan…
BAŞKAN – Ben tutumumu
açıklayayım Sayın Tanrıkulu, ondan sonra sizi dinleyeceğim, bir saniyenizi
alayım.
IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)
1.- BDP grup önerisinin görüşülmesinin Anayasa’nın 138’inci maddesinin
üçüncü fıkrasına aykırı olması nedeniyle işlemden kaldırılıp kaldırılamayacağı
hakkında (Devam)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, tutumumda bir değişiklik olmamıştır. Barış ve Demokrasi
Partisi Grup önerisi işlemden kaldırılmıştır.
Evet Sayın Tanrıkulu…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, yani yanlış anlaşılmaya izin vermemek açısından şunu
söylüyorum: Yani ben o davayı takip eden avukatlardan bir tanesiyim, Uğur
Kaymaz davasını takip ettim. Davalar neden, gerçekten neden Adalet Bakanlığının
kararıyla işte Mardin’den Kızıltepe’ye, Muş’tan Samsun’a, Mardin’den yeniden
Çorum’a nakledilir? Bunun cevabını Bakan buradaysa versin. Yani Mardin’deki
yargıçlara mı güvenmiyorlar, Mardin halkına mı güvenmiyorlar?
BAŞKAN – Tamam, tutanaklara
geçti Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Mardin’de güvenlik güçlerine mi güvenmiyorlar? Çorum’a yeni hâkim
mi atadılar ya da işte, Eskişehir’deki hâkimleri ayarlamışlar mıydı, ne
yapmışlardı? Bunları açıklasınlar.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Tutanaklara geçti, şimdi tekrarlıyorsunuz.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Yani hangi demokratik gereksinim, bir davanın Türkiye’nin bir
ilinden başka bir iline alınmasını haklı gösterir? Bunu söylesinler bize, biz
de ikna olalım.
BAŞKAN – Anladım, tamam.
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın
Başkan, bir hususta ben de beyanda bulunmak istiyorum.
Sayın hatip dedi ki: “Adalet
Bakanı ister ve kaldırır davayı.” Öyle bir yetkisi yoktur. Adalet Bakanı sadece
Yargıtaydan bunu talep edebilir. Davaların başka bir yere nakline dair husus,
Ceza Muhakemesi Usul Kanunu’nun 19’uncu maddesinde son derece açıktır. Ancak,
bu kararı Yargıtay verebilir. Bunu da ben düzeltme gereği duydum.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Kim ister peki, kim ister, kim ister Sevgili İdris?
BAŞKAN – Tamam, o da
tutanaklara geçti.
Sayın Tanrıkulu, ne olur…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Kim talep eder, kim talep eder? Seninle bunu her yerde tartışırız.
Kim talep eder, bunu söyle bana?
BAŞKAN – Tamam. Şimdi, bakın,
her şeyi herkes açıkladı, tutanaklara geçti. Ya, bunların hepsi geçti.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Kim talep eder? Bakanlık talep eder mi? Bakanlık niye talep eder?
BAŞKAN – Ya muhteremler!
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Bakanlık
talep eder, Yargıtay karar verir.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Tamam, Bakanlık niye talep eder?
BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu,
yani yazıldı çizildi, tamam.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- MHP Grubunun, mesleki ve teknik eğitim sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak Genel
Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 30/05/2013
Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy
birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Oktay
Vural
(İzmir)
Öneri:
7 Şubat 2013 tarih, 9456 sayı
ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğumuz “Mesleki ve Teknik Eğitim Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla” verdiğimiz
Meclis araştırma önergemizin 30/5/2013 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda
okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşimde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi Grup önerisinin lehinde ilk söz, Kütahya Milletvekili Sayın Alim Işık’a
aittir.
Buyurun Sayın Işık. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna ait, 20 milletvekilimizin
imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğumuz, mesleki ve
teknik eğitimin sorunlarının araştırılarak gerekli önlemlerin alınmasına
yönelik Meclis araştırma önergemizin Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
alınması yönündeki grup önerimiz adına söz aldım. Bu vesileyle, şahsım ve
grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
özellikle gençlerimizin istihdam sorununun had safhaya ulaştığı bu dönemde bu,
iş arayan ya da iş bulduğu hâlde işinden rahatsızlık duyan genç grup içinde
önemli bir kesim mesleki ve teknik eğitim öğretim kurumlarından mezun olanlar
kesimidir. Yani, kısaca, kamuoyunda “teknik öğretmenler” olarak bilinen
öğretmen arkadaşlarımızın istihdamı konusu, özellikle AKP’nin iş başına geldiği
2002 yılından bu yana, en öncelikli sorunlar arasında yer almaktadır.
Sayıları yüz binleri bulan bu
grup, yapılan KPSS sonuçlarına bakıldığında, ilk yüzde 1’lere, binde 1’lere,
hatta ilk 10’lara girse dahi maalesef yeterli kontenjan ayrılmadığı için bu
sınavlara boşa girip çıkmış, dolayısıyla Türkiye 1’incisi, 2’ncisi, 3’üncüsü
olmuş mesleki eğitim erbabı öğretmen adayı gencimiz devlet kurumlarının
kapısından geri döndürülmüştür. Birinci sorun, istihdam sorunudur. Bu insanlar
dört yıl yükseköğrenimde okumuşlar ve bu ülkeye hizmet etmek için, üretmek
için, üretip hem kendisinin hem ülkenin kazanması için emek vermiş insanlardır.
Dolayısıyla, birinci sorun bu istihdam sorunudur. On yıldır ihmal edilen,
özellikle de 28 Şubat sürecinde en fazla mağdur kesimi oluşturan teknik
öğretmenlerle ilgili istihdam sorununun acilen çözüme kavuşturulması gerekiyor.
Sayın Bakanın da burada olmasını bir fırsat bilerek, yapılacak olan ilk
öğretmen atamalarında, şimdiye kadar görmediğiniz, sadece zaman zaman oyları
için isimlerini kullandığınız ama oylarını aldıktan sonra unuttuğunuz bu
gençleri hatırlamanız ve bunlara ait kontenjanları artırmanız çok yerinde
olacaktır. Bu konuda Bakanlığın alacağı olumlu yaklaşımın sonuna kadar
arkasında olduğumu ifade etmek istiyorum.
Diğer bir önemli sorun,
teknik hizmetler sınıfında yer almasına rağmen teknik öğretmenler, maalesef
yürürlükte olan yasalarımızda genel idari hizmetler sınıfı grubunda istihdam
edilmekte, dolayısıyla teknik meslekte bulunmanın avantajını kullanamamaktadırlar.
Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri Sayın İsmet Büyükataman ve
Sayın Mehmet Şandır’ın vermiş olduğu 31 Ocak 2013 tarihli ve (2/1189) esas
numaralı Kanun Teklifi’nin acilen Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
alınarak yasalaşmasını teklif ediyoruz. Aksi takdirde, bu insanlar zor
şartlarda kamu kurum ve kuruluşlarına devlet memuru olarak girmişler ama
hakları olan bu özlük haklarını alamayacaklardır. Şu güne kadar alamadıkları
için, bundan sonra da bu mağduriyet devam edecektir.
Bir diğer önemli konu, bu
meslek grubuna verilmiş olan şantiye şefliği ve iş güvenliği uzmanlığı
yetkileri, maalesef son dönemde yine AKP Hükûmeti tarafından ve ilgili birimler
tarafından ellerinden alındı. Boş olan bu kadrolara atanacak olan bu insanlar
yine atanamadı. Bunun da mutlaka yeniden değerlendirilerek çözüme
kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz.
Bir başka sorunları,
özellikle, 2009 yılına kadar “teknik eğitim fakültesi” olarak ismi devam eden
ve yüz binleri bulan mezunları veren bu okulların 2009 yılında “teknoloji
fakültesi” olarak ismi değiştirildi ve teknoloji fakültesi mezunlarına
mühendislik hakkı verilmesiyle ilgili bir yasal düzenleme gerçekleşti. Bu
olumlu bir gelişmeydi, biz de buna
destek verdik ama bu sadece günü kurtarmaya yönelikti. 2009 ve 2011 yıllarında
yapılacak seçimlerde, acaba bu kesimi nasıl mutlu edebilirizin bir arayışıydı.
O zaman da söyledik, dedik ki: Bu fakültelerin isminin değişmesi sorunu
çözmeyecek, mezun olmuş yüz binlerce teknik eğitim fakültesi mezununu ne
yapacaksınız? Madem ki teknoloji fakültesi mezunlarına mühendislik hakkı
veriyoruz, geliniz, yapılacak bir düzenlemeyle hiç olmazsa son on yılda mezun
olmuş insanlara doğrudan bir mühendislik hakkını verelim dedik ama maalesef
çoğu kanun tasarısında olduğu gibi, bu önerilerimize iktidar partisi
milletvekilleri olarak siz değerli milletvekilleri kulak tıkadınız, Hükûmet
zaten tıkıyor, bunun acilen çözülmesi lazım. Bununla ilgili defalarca ilgili
bakanlara soru önergemizi vermemize rağmen, çözümüyle ilgili ne düşündüklerini
bugüne kadar öğrenemedik. Bunun mutlaka çözülmesi gerekiyor.
Bir başka konu, lisansüstü
programlarında, bu son 2009 yılında yapılan düzenlemeden sonra, teknik eğitim
fakültesi mezunlarının yüksek lisans ya da doktora yapacakları kontenjanlar ya
da ana bilim dalları ortadan kalktı. Allah aşkına, bu ülkenin genci, sadece
teknik öğretmen olduğu için “Sen, yüksek lisans ya da doktora yapamazsın.” diye
kapı dışında bırakılabilir mi? Bunu çözmemiz lazım. Dolayısıyla, bu da onların
bir an önce çözüm beklediği çok önemli konuların başında geliyor. Bu
kontenjanların artırılması ve ilgili fen bilimleri enstitüsündeki ana bilim
dallarında bu mezunlara ilişkin hakların verilmesi gerekiyor.
Bir başka önemli konu, kamuda
çalışan dört yıllık lisans mezunu teknik öğretmenler veya mesleki teknik eğitim
fakültesi mezunları, maalesef yine mevzuat gereği, ya teknisyen ya da
teknikerle eş değer olacak şekilde özlük haklarına sahip. Bunların özellikle ek
gösterge ve tazminatlarıyla ilgili düzenlemenin mutlaka yapılması, bu insanların
hak ettikleri şekilde -üniversite mezunu, ama teknik öğretmen, ama mühendis,
ama bir başka unvanla- haklarının verilmesi gerekiyor.
Bir başka önemli konu, 3795
sayılı Kanun’la tanınan mühendislik tamamlama eğitiminden, şimdiye kadar, bu
teknik öğretmenlerin yeterince yararlanamadığı ve yararlandırılmadığı
konusudur. Değerli milletvekilleri, yasal olarak bu hak verilmiş olmasına
rağmen, bugüne kadar, değişik gerekçelerle, özellikle “Yeterli elemanımız yok,
yeterli altyapımız yok.” ve benzeri gibi sudan bahanelerle bu gençlerimiz
kapılardan döndürüldü, bunlara mühendislik eğitimini tamamlamayla ilgili haklar
âdeta kısıtlandı. Mutlaka, bunun da önünün açılması ve Yükseköğretim Kurulu
tarafından ilgili kurumlarımız uyarılarak ve gerekli, varsa ihtiyaç olan ek bir
düzenlemeyle bu kapının onlara açılması gerektiğini düşünüyoruz. Aksi takdirde,
bundan sonra, teknoloji fakültelerinin mezun ettiği gençlerimize verilen bu
hak, aynı, hemen hemen yüzde 90-95 oranında müfredat eşitliği olduğu hâlde
eskiden mezun olmuş ama adı teknoloji fakültesi olmadığı için, fakültesinin
adından dolayı bu hakkı alamayan gençlerimiz yine mağdur olmaya devam edeceklerdir.
Bir başka önemli konu; teknik
eğitim fakültesi mezunu, teknik öğretmenler, maalesef, özel sektörde mesleğini
dahi söyleyemez durumdadır, çok vahimdir Sayın Bakanım bunların durumu. “Ben
teknik öğretmenim.” diyemeyecek kadar bu gençlerimiz kendilerini ezilmiş
hissetmektedirler, gerek kamuda gerekse özel sektörde bu gençlerimizin önünün
açılacağı her türlü düzenlemenin yapılması gerekiyor.
Bu nedenle, bu araştırma
önergemizin yüce Meclis tarafından kabulünü ve işleme alınmasını teklif
ediyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin aleyhinde ilk söz, Van Milletvekili Sayın Burhan Kayatürk’e
aittir.
Buyurun Sayın Kayatürk. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BURHAN KAYATÜRK (Van) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; teknik ve mesleki eğitimdeki problemlerle
alakalı, Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği önerge üzerine grubum adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bilgi ve iletişim
teknolojisindeki baş döndürücü gelişmelerin etkisi hayatın her alanında
hissedilmekle birlikte, değişimin en çok etkilediği alanların başında eğitim
gelmektedir. Önceliğimiz, batılı ülkelerin nüfusuna oranla çok daha genç olan
nüfusumuza mesleki ve teknik eğitimde gerekli bilgi, beceri ve yetkinliği
kazandırmaktır. Bu kapsamda hazırlanan Mesleki ve Teknik Eğitim Strateji
Belgesi Eylem Planı (2013-2017), Dokuzuncu Kalkınma Planı, şûra kararları ve
hükûmet programları mesleki ve teknik eğitim verilerinin önem ve önceliğini
yansıtacak şekilde hazırlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, OECD
2010 verilerine bakıldığında, mesleki ve teknik eğitimin öğretim içindeki
payında ülkelere göre farklılık görülmektedir. Ortaöğretim düzeyinde mesleki ve
teknik eğitim Kanada’da yüzde 5,6; Japonya’da yüzde 22,6; Kore’de yüzde 23,7;
Almanya’da yüzde 51,5; Hollanda’da yüzde 67; Avusturya’da yüzde 76,7; İtalya’da
yüzde 60; Fransa’da yüzde 44,3’tür; OECD ortalaması yüzde 46, 21 AB ülkesi
ortalaması yüzde 52,8’dir. Türkiye’de ise bu oran yüzde 42,9 olarak
belirlenmiştir.
Değerli milletvekilleri, 28
Şubatta yerle bir olan ortaöğretimdeki mesleki ve teknik eğitime dikkatinizi
çekmek istiyorum. Bakın, 2001-2002 eğitim ve öğretim yılında mesleki ve teknik
ortaöğretimin ortaöğretim içindeki payı, açık öğretim öğrencilerini
çıkardığımızda 28,9 iken 2011-2012 döneminde yüzde 47,95’e çıkarılmıştır.
2010-2014 Millî Eğitim Bakanlığı Stratejik Planı’nda hedeflediğimiz yüzde
50’lik bir orandır ve bu orana 2012’de yaklaşıldığını görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu
bağlamda, Hükûmetimizin iktidar olduğu dönemde attığı adımları görmenizi burada
talep ediyorum. Burada ilk yapılan şey öğretmen atamaları. Millî Eğitim
Bakanlığı olarak mesleki ve teknik eğitimde görev alacak öğretmenlerle ilgili
çalışmalar devam etmekte olup mevcut durum itibarıyla mesleki ve teknik
öğretmenlerin doluluk oranının yüzde 90’ın üzerinde olduğu görülmektedir.
7/8/1997 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan teknik öğretmenler için
düzenlenecek mühendislik programının uygulama esas ve usulleriyle ilgili, lise
üstü dört yıl sürekli yüksek teknik öğretim suretiyle teknik öğretmen olanların
iki yarı yıl eğitim alarak mühendis olmaları sağlanmıştır.
Bununla beraber, iş uzmanlığı
noktasında atılan adımlar var. Bu atılan adımlara baktığımızda teknik eğitim
fakültesi mezunlarının iş güvenliği uzmanlığı yetkileri yönetmelikle güvence
altındadır.
2010 yılında katsayı
uygulaması azaltılmış ve 2011 yılında sona ermiştir. Böylece, meslek liseleri
ve genel liseler arası puan adaletsizliği ortadan kaldırılmıştır. Doğrusu,
bugünkü araştırma önergesinin belki de en önemli şikâyet noktası bu olduğu
hâlde bunun AK PARTİ tarafından ortadan kaldırıldığını da hepimizin bilmesi
gerekir.
Bir başka adım: Organize
sanayi bölgelerinde açılan mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören
öğrenciler için 2012-2013 döneminden başlamak üzere Millî Eğitim Bakanlığıyla
Maliye Bakanlığı iş birliğine gitmiştir. Burada öğrencilerin bu bölümlerde
okumaları için, bu bölüme devam edip organize sanayi bölgesine ve özellikle
orta ölçekteki iş yerlerine büyük katkı sağlaması için çok önemli adımlar
atılmıştır ve burada öğrenim gören öğrencilerin ciddi manada özendirildiğini,
kendilerine her türlü katkının sunulduğunu görüyoruz. Bu bağlamda bugüne kadar
5 tane lise açılmış ve bundan sonra bu liselerin sayısının artırılarak aynı
zamanda daha kaliteli hâle getirilmesi için de yine AK PARTİ Hükûmetinin çok
büyük çabalarının olduğunu görmekteyiz.
Tabii, biraz önce de ifade
ettiğim gibi, belki burada bizim AK PARTİ iktidarı öncesi hükûmetlerin
imam-hatip liselerini kapatmak için meslek liselerini kapattığı, bunun
sonucunda insanımızın mesleksiz hâle getirildiği de çok açık bir şekilde
görülmektedir. Burada her ne kadar maksat
imam-hatip liselerini kapatmak olsa da en büyük darbeyi bütün meslek
liselerinin yediğini burada bilmeyen değerli milletvekilimiz ve ekranlarımızda
bizi izleyen insanımız yoktur. Burada hepimizin ortak olarak kabul ettiği bir
şey var ki bu dönemde meslek liselerine vurulan darbeyle hem orta ölçekteki
teknolojinin hem OSB’lerin geri gittiği, buralara insan yetiştirilemediği ve
yetiştirilemeyen insanlarla ekonomimizin çok ciddi manada geriye gittiği
görülmektedir. Bunun da ortadan kaldırılması için AK PARTİ Hükûmetinin iktidara
gelmesi beklenmiş olup ve bugün bu adımla bu adaletsizlik, dolayısıyla bu
düzensizlik tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Bakın, burada sadece bu
teknik ve mesleki eğitim alanında değil, AK PARTİ’nin on yıllık Hükûmeti
döneminde Anadolu’da orta ölçekteki iş gruplarının da İstanbul sermayesiyle
mücadele edebilir, rekabet edebilir, aynı zamanda Türkiye ekonomisine çok ciddi
katkı sunabilir hâle geldiğini görüyoruz. Bugün, birçok insan için Güney
Afrika’daki mücadeleden sonra gelen reformun çok büyük bir reform olduğu kabul
edilmekte, ki biz de bu anlayışa katılmaktayız. Ancak, Anadolu insanının ortaya
koyduğu reform son on yıllık dönemde Anadolu Aslanlarının, Anadolu
Kaplanlarının, özellikle AK PARTİ Hükûmetiyle beraber ayağa kalktıklarını ve
varlık sebeplerini tam anlamıyla ortaya koyup çok ciddi rekabet ettiklerini
görüyoruz.
Bugün, Güney Afrika’daki
ekonominin yüzde 85’i, yüzde 8 veya yüzde 10’luk bir grubun elindedir. Bugün,
Güney Afrika’da yüzde 40’lık bir işsizlik söz konusu ve bu işsizliğin yüzde
90’ının siyahlardan olduğu kabul edilmekte. Ama, Türkiye bu reformu başarılı
bir şekilde götürmüştür. Dolayısıyla, AK PARTİ döneminde bu, mesleki ve teknik
eğitim noktasında çok ciddi adımlar atılmıştır.
Böylece, bu araştırma
önergesine ihtiyaç olmadığını ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kayatürk.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin lehinde ikinci söz, Balıkesir Milletvekili Sayın Namık
Havutça’da.
Buyurunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi
üzerinde söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugün eğitim sistemine baktığımızda bilimsel olmayan, ırkçı, gerici ve şoven
karakterli, ötekini yok sayan, cins ayrımcı, otoriter ve tek tip insan
yetiştiren bir yapı olduğunu görüyoruz. Eğitimin bilimsel, çağdaş, laik, genel,
halk ve insanlık yararına olması gerekirken, AKP Hükûmetinin politikaları,
eğitimin temel amacı olan; kendi yeteneklerini tanıyan, eleştirel düşünen,
demokrasiyi özümsemiş, farklılıklara saygılı olan, toplumsal sorumluluk
taşıyabilen, estetik değerler kazanmış, emeğin değerini bilen, bilimi toplumun
ve insanlığın yararına sunan bireyler yetiştirmekten maalesef uzaktır. Bu
söylediğim gerçekliğin en somut göstergesi mesleki eğitim üzerinde açıkça
yaşanmaktadır.
Sayın milletvekilleri, bugün,
emeği sömüren, çalışanları köleleştiren bu düzenlemeleri yapan AKP Hükûmeti,
işçiler, memurlar üzerinde de uyguluyor. Mesleki eğitim alan gençlik, bu emek
düşmanlığının da ne yazık ki mağduru. AKP Hükûmeti, torba yasalardan biri olan
6111 sayılı Kanun ile genç ve ucuz emek sömürüsünün önünü tamamen açmıştı.
Hükûmet tarafından, mesleki eğitim yaptırılacak işletme sayısının yetersizliği
öne sürülerek var olan staj yaptırma yükümlülüğü, 20 ve daha fazla personel
çalıştıran işletmelerden, 20’den az işçi çalıştıran ve Türkiye’deki toplam
işletmelerin önemli bir bölümünü kapsayacak şekilde genişletilmiştir. AKP
Hükûmeti bu düzenleme ile meslek liseleri öğrencilerinin staj yapma
olanaklarını artırdığını iddia etse de yaptığı diğer düzenlemelerle, özellikle,
staj ücreti bakımından, stajyerlere yasa öncesinde brüt asgari ücretin üçte
2’si ödeniyorken yapılan değişikliklerle stajyerlerin asgari ücretin net
tutarının üçte 1’i ücret almalarını öngördü.
Diğer yandan, meslek
liselerinde öğrenciler son sınıfta iki gün okula, üç gün ise alanlardaki
işletmelere staja gitmektedirler. Kanun değişikliğiyle stajyerleri daha fazla
ve daha ucuza çalıştırma imkânı sağlanmıştır. Ucuz iş gücü olarak görülen
gençler, işçilerin yerine, kendi alanları olmayan konularda çok uzun saatler
çalıştırılarak eskiye kıyasla çok daha ucuz emek sömürüsü yaşanması
sağlanmıştır. AKP Hükûmeti, tek amacı eğitim alarak bir meslek edinmek ve
hayatını güvenceli bir işle idame ettirmek olan gençlerimizin emeklerinin
sömürülmesine izin vermekten artık vazgeçmelidir.
Değerli milletvekilleri,
bakın, bugün, AKP Hükûmetinin uygulamaya koyduğu 4+4+4 kesintili eğitim
sistemiyle birlikte, çalışan çocuklar sayısı korkunç derecede artmaya başladı.
Sekiz yıllık kesintisiz eğitimden sonra çocuk işçi sayısı azalmıştı ama bugün 1
milyon 700 bin olan çocuk işçi sayısı yarıya inmiştir. Geçen yıl uygulamaya
konulan bu sistemle, yani sizin yeni icat ettiğiniz bu sistemle özellikle dar
gelirli, yoksul ailelerin çocukları temel eğitimden sonra -verildikleri meslek
liseleri- çıraklık eğitimi kisvesi altında organize sanayi bölgelerinde stajyer
işçi olarak çalışmaya başladılar, oraya yönlendirildiler. “Bunda ne var?”
diyebilirsiniz. “Çocuk iş sahibi oluyor ve bunu uygulamalı öğreniyor.”
diyebilirsiniz. Ama gelin görün ki madalyonun bir de öbür yüzü var. Tezgâh
başında stajyer değil çırak olarak çalıştırılan çocuklar ve bunu yasal bir
zorunluluk olarak yaptıran AKP Hükûmeti, hiçbir denetim olmayan
imalathanelerde, tehlikeli iş kollarında çocuklarımızın ölümüne seyirci
kalmaktadır.
Bakın, Ahmet Yıldız 13
yaşındaydı. 14 Martta Adana’da okul harçlığını çıkarmak için çalıştığı
fabrikada pres makinesine sıkışarak öldü,
Serkan Altunay okula
gidemiyordu. 16 yaşında inşaatta çalışırken düşerek öldü.
Muharrem Ceylan 16
yaşındaydı, tersanede çalışıyordu. Elektrik akımına kapıldı, can verdi.
Hakan Oğuz, 18 yaşında
fabrikada hayatını kaybetti.
Metin Turan tersanede
çalışıyordu, 19’undaydı.
Sadece geçen yıl 38
evladımız, çocuk hayatını kaybetti. Bunların sorumlusu sizsiniz.
Sayın milletvekilleri, TÜİK
rakamlarına göre Türkiye’de 893 bin çocuk çalışıyor, işlerde çalışan çocukların
büyük bir çoğunluğu okula gidemiyor. Nüfusun yüzde 20,6’sını oluşturan 6-17 yaş
grubundaki 15 milyon 247 bin çocuktan 893 bini çalışıyor. Şimdi, DİSK-AR’ın
raporuna göre istihdam içinde değerlendirilmeyen, ev işlerinde çalışan 5-17 yaş
arası toplam çocuk sayısı 2006 yılında 6 milyon 540 iken, 2012’de 7 milyon 503
bine yükselmiş, böylelikle istihdama katılan ve ev işinde çalışanlar dâhil
olduğu hâlde toplam çalışan çocuk sayısı 8 milyon 397 bin rakamına ulaşılmış.
İnanılmaz değil mi? Evet, Türkiye bir çocuk işçi emek cennetine dönüşmüş.
Bugün, 4+4 sistemiyle bu rakamlara ulaşıldı ve Sayın Bakan sayenizde Türkiye
çocukların açıkça sömürüldüğü, ölüme terk edildiği bir ülke hâline geldi. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
meslek eğitiminde yaşanan sorunların çözüm önerilerini Cumhuriyet Halk Partisi
olarak her seferinde dile getiriyoruz. Ne diyoruz? Eğitim sistemlerinin temel
amacı, o ülkenin nitelikli insan gücünü yetiştirmek ve yurttaşlarına
vatandaşlık eğitimi vermektir. Bunu gerçekleştirmek için her eğitim sistemi
yetiştireceği insan modelini, sahip olduğu eğitim felsefesi ve insan gücü
politikası ışığında saptayarak eğitimin etkinliklerini bu amaca göre düzenlemektedir.
Bunun için iki yıllık akademik lise ve iki yıllık mesleki liseler kurulsun
diyoruz ve akademik veya mesleki liselerde verilen eğitim bu derece
yönlendirmeler sonucu gençlerimizin yaklaşık üçte 1’i üniversitelere, diğerleri
ise meslek yüksekokullarına yönlendirilerek Türkiye’de eğitim sisteminin temel
sorunu çözülecektir.
Bugün, bu çarpık eğitim
sayesinde 100 bini aşan atanamayan öğretmenlerimiz var. Bunun planlaması, Sayın
Başbakanın ifade ettiği gibi, Sayın Bakanın “Biz, her eğitim fakültesini
bitireni öğretmen yapmak zorunda değiliz.” demek değildir. Bu ülkenin
Başbakanının ve Millî Eğitim Bakanının sorunu, onu planlamak ve gençlerimizi iş
ve aş sahibi yapmaktır. Sayın Başbakan atanamayan öğretmenlere “Gidin,
kendinize iş bulun.” demek durumunda değildir, dememelidir. Ama ne yazık ki,
eğitim hakkı Türkiye’de parası olana eğitim, parası olmayana eğitim olarak
kabul edilmektedir yani AKP eğitim alanını da tam bir ticaret ve rant alanı
olarak görmektedir. Hatta, bakın, AKP hükûmetleri döneminde en fazla değişen
bakanlık Millî Eğitim Bakanlığıdır. Neden? Çünkü AKP Hükûmetinin eğitim
politikaları konusunda kafası net değil, ne yapacağına bir türlü karar
veremiyor. Öğretmenler… “Demokratik eğitim” diye yola çıkıldı. Bugün, Türkiye
tarihinde eğitimde en gerici, en baskıcı dönem yaşanmaktadır. Eğitim
sendikalarımız, bırakın hak taleplerini var olan taleplerini bile koruyamama
noktasındadır. Eğitimin karar mekanizmasına ne sağdan ne soldan hiçbir
sendikamızın görüşü alınmamaktadır. Türkiye’de eğitimin demokratikleşmesi asla
ve asla… Bu Hükûmet döneminde çalışanların hakları bakımından, sosyal ve özlük
hakları bakımından, çalışma koşulları bakımından öğretmenler tam bir kâbus
dönemi yaşamaktadır. Bugün bakın millî eğitime, caddelere, öğretmenlere sorun.
Sayın Bakan, öğretmen sendikalarını çağırdınız mı, onlarla beraber oturdunuz
mu? Bu eğitim sistemiyle, 4+4’le Türkiye’yi nereye getirdiniz? Bugün,
okullarımız, hangisi ortaokul olacak, hangisi ilkokul olacak, tam bir karmaşa
durumundadır; velilerimiz, çocuklarımız perişan durumdadır. Bunları görmüyor
musunuz, bunları konuşmuyor musunuz?
Sayın Bakan, bir zamanlar bir
Millî Eğitim Bakanı “Şu çocuklar olmasaydı ben Millî Eğitimi ne güzel, iyi
yönetirdim.” diyerek tarihe geçti. Siz de gelin, öğretmenlerin ve çocukların
sesini dinleyerek, attığınız adımların yanlışlığını görerek, Türkiye’de ulusal
birliği, ulusal bütünlüğü, kardeşliği, hoşgörüyü, barışı ve gerçek bir
demokratik eğitimi sağlayacak adımları atmak için artık çok geç kalmadan bunu
yapalım, Türkiye'nin millî eğitim politikasını ortak çıkarlar doğrultusunda
belirleyelim diyorum ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Havutça.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin aleyhinde Ankara Milletvekili Sayın Nurdan Şanlı.
Buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin mesleki ve
teknik eğitimin sorunlarının araştırılarak gereken önlemlerin alınması amacıyla
vermiş olduğu grup önerisi üzerinde söz almış bulunuyorum ve Genel Kurulu
saygılarımla selamlıyorum.
İktidara geldiğimiz günden
başlayarak genelde eğitimi, özelde ise mesleki ve teknik eğitimi ülkemizin
kalkınması ve gelişmesinin en temel unsuru olarak kabul ettik. Bu kapsamda,
mesleki ve teknik eğitimin sektörün ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılması
için çalışmalar gerçekleştirdik ve bu, tüm kamu kurum ve kuruluşları, sivil
toplum kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör iş birliği içerisinde
yürütüldü. Bu projelerden Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi
Projesi 2002-2007 yılları arasında gerçekleştirildi. Mesleki eğitimin yeniden
yapılandırılması konusunda önemli kriter ve basamak oluşturularak bir dizi
politika belgesinin hazırlanması sağlanmış oldu. Projenin en önemli
çıktılarından biri de Mesleki Yeterlilik Kurumunun kurulmasına katkı olmuştur.
Ve yine, 2002-2007 yıllarını kapsayan Mesleki ve Teknik Eğitimin Modernizasyonu
Projesi, 2008-2010 yılları arasında gerçekleştirilen İnsan Kaynaklarının
Mesleki Eğitim Yoluyla Geliştirilmesi Projesi, son olarak da 2006 yılında hayata
geçen ve hâlen sürdürülmekte olan Ortaöğretim Projesi ile Bakanlığımızca
devredilen meslek liselerinin klasik programları yerine iş gücü piyasasının
ihtiyaçlarına duyarlı, esnek ve yeterliliğe dayalı yeni eğitim programları
hazırlanarak uygulamaya konulmuştur. Bunun yanında havacılık, tarım, sağlık,
adalet gibi mesleki eğitim oranlarının donatımı sağlanmış ve 13 yaş ve üstü tüm
bireylere rehberlik etmeyi amaçlayan web tabanlı Ulusal Mesleki Bilgi Sistemi
kurulmuştur. Ve böylece son on yılda hem mesleki eğitimde okullaşma oranlarının
artırılması hem de mesleki eğitimin niteliğinin yükseltilmesi gibi son derece
önemli adımlar atılmıştır.
Mesleki ve teknik okul yapım
bütçesine baktığımızda, 2009 yılında 57 milyon Türk lirası iken 2010 yılında bu
118 milyon TL’ye, 2011 yılı bütçesinde 132 milyona, 2012 yılında ise 282 milyon
900 bine yükseltilmiştir.
Türkiye'nin en önemli ve
öncelikli gündem maddesi olan işsizliğin azaltılması ve nitelikli eleman
ihtiyaçlarının karşılanması için tüm kurumlarımız seferber edilmiş durumdadır
ve bu kapsamda 2011 yılında başlatılan Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri
Projesi’yle TOBB ve İŞKUR iş birliğinde genel bütçeden finanse edilen 119,3
milyon TL kaynakla 1 milyon gencimizin beş yıl süreyle mesleki eğitim alması
amaçlanmaktadır.
4+4+4 yasası sonrası ilk yıl
değerlendirilmesine bakacak olursak, yasayla, mesleki eğitim veren okulların
önündeki katsayı engeli tamamen kaldırılmıştır ve 4+4+4 yasası ile mesleki
eğitimin payı lise 1’inci sınıflarda yüzde 50,53’ten yüzde 57,74’e
çıkarılmıştır ve 2012 yılında liseyi bitiren öğrencilerin yüzde 46,6’sının
meslek lisesi mezunu, 2004 yılında liseyi bitiren öğrencilerin yüzde 33,9’unun
meslek lisesi mezunu olduğu görülmektedir.
Yine, öğrencilerin okul ve
işletmelerdeki eğitimlerine şöyle bir baktığımızda, meslek lisesi ve Anadolu
meslek lisesi 12’nci sınıf öğrencileri haftada üç gün işletmelerde beceri
eğitimi almaktadır. Teknik lise ve Anadolu teknik lisesi 11’inci ve 12’nci
sınıf öğrencileri yaz dönemlerinde işletmelerde toplam üç yüz saat staj
yapmaktadır. Otelcilik ve turizm meslek lisesi öğrencileri nisan-ekim ayları
arasında işletmelerde altı ay süreyle yoğunlaştırılmış beceri eğitimi
almaktadır. Sağlık meslek lisesi 11’inci ve 12’nci sınıf öğrencileri haftada
iki gün işletmelerde beceri eğitimi almakta ve yüz altmış saatlik staj eğitimi
yapmaktadır. Öğrencilerin toplam eğitimde işletmelerde yapılan eğitim payı ortalama
yüzde 35’tir.
Değerli milletvekilleri,
görüldüğü üzere, araştırma önergesi verilen konuyla ilgili çalışmalar
iktidarımızla başlamış ve devam
etmektedir. İktidara gelmemizle birlikte bu çalışmaların devam etmekte
olduğunun altını bir kez daha çizmek istiyorum, çünkü mesleki ve teknik eğitim
ülkemiz için gerçekten önem arz etmektedir. Ancak bugün gündemimizin belli
olması nedeniyle Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu önerinin aleyhinde
olduğumuzu ifade eder, saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şanlı.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26
milletvekili tarafından Uludere katliamının tekrar incelenmesi ve faillerinin
araştırılarak yargı karşısına çıkarılması amacıyla 29/5/2013 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak Genel Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi
30/05/2013
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulunun, 30/05/2013 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti
grupları arasında oy birliği sağlanamadığından,
grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince
Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Mehmet
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
İstanbul Milletvekili M.
Sezgin Tanrıkulu ve 26 milletvekili tarafından 29/05/2013 tarihinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına “Uludere katliamının tekrar incelenmesi ve
faillerinin araştırılarak yargı karşısına çıkarılması” amacıyla verilmiş olan
Meclis araştırma önergesinin (936 sıra nolu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 30/05/2013 Perşembe günlü
birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin
lehinde ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Sezgin Tanrıkulu’na
aittir.
Buyurun Sayın Tanrıkulu. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
hafızanızın tazelenmesi açısından ve başka bir gerçekle bugün de tekrar
yüzleşmeniz açısından hatırlatmak istiyorum: 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak’ın
Uludere ilçesi Roboski köyünde 34 yurttaşımız katledildiler, hatırlıyor musunuz?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Devam
edin.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Hatırlıyor musunuz?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Gayet
iyi.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Evet.
Değerli arkadaşlar, yok,
biraz, belki, yani vicdanınız, sağduyunuz yerine gelir de biraz sonra, yine,
Uludere’ye… Bütün Türkiye’ye ellerinizi göstereceğiz çünkü o fotoğrafları
çekiyoruz. Göstereceğiz kimler gerçekten, gerçekten yana, kimler adaletten
yana, kimler hakikatten yana, kimler demokrasiden yana ve kimler gerçek
barıştan yana? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Herkes
görevini yaptı, herkes görevini yaptı.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – O yüzden… biraz sonra göstereceğiz, biraz sonra göstereceğiz. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Hiç, o yüzden de… Göstereceğiz biraz sonra.(AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, 28’inde bu oldu, 29’unda oradaydık, ayın 3’ünde
yani 3 Ocak 2012 tarihinde Mecliste İnsan Hakları Komisyonuna -örneği burada-
alt komisyon kurulması noktasında önerge verdik. Aynı gün -örneği burada-
Meclis Başkanlığına Meclis araştırma komisyonu kurulması noktasında önerge
verdik. Ne oldu? Mecliste bir araştırma komisyonu kurulamadı ama bizim
önerimizle Mecliste İnsan Hakları Komisyonu altında bir alt komisyon kuruldu.
Bu alt komisyon on beş ay
boyunca, bütün muhalefet partilerinin çabalarına rağmen, bir türlü, Başbakanın
talimatıyla, Uludere, Roboski katliamının üzerine gidemedi, on beş ay boyunca
gidemedi. Raporunu açıklayacaktı, martta açıklayacaktı, mayısta açıklayacaktı,
aralıkta açıklayacaktı, açıklayamadı, hiçbir biçimde açıklayamadı. En son mart
ayında bu Meclis çatısı altında hiç olmamış bir biçimde, gizli bir biçimde,
rapor üyelere dağıtılmadan toplantı yapıldı, alt komisyon raporu okundu Komisyonda ve ondan sonra da
üyeler ancak bu şekilde kendi eleştirilerini söylemek durumunda kaldılar ve
maalesef, maalesef Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerinin elleriyle, 10 üyenin
eliyle bu rapor, olayı aydınlatmayan, olayın üzerine gitmeyen ve sorunlarını
ortaya çıkarmaktan uzak bu rapor kabul edildi.
Şimdi ortada bir rapor var mı
gerçekten? Sizce var mı ortada bir rapor? Soruyorum sizlere: Var mı bir rapor?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Biraz
sonra açıklayacak arkadaş.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Ama bizim, bakın, ama bizim ömür boyu sizin gözlerinize bakacak,
ömür boyu sizin gözlerinize bakacak raporumuz var, muhalefet şerhimiz var.
Buradaki 34 yurttaşımızın gözü sizin gözlerinizde olacak, bütün ömrünüz boyunca
olacak, bütün ömrünüz boyunca.
10 arkadaşımız orada el
kaldırmıştı, şimdi bütün Genel Kurul yine el kaldıracak ve siz de el
kaldıracaksınız. Göreceğiz, gerçekten kimler vicdanen, ahlaken, adalet
açısından ve demokrasi açısından Türkiye'nin bu karanlık olayını araştırma
noktasında gerçek bir irade ortaya koyacaklar?
Değerli arkadaşlar, bunlara
bakacağız. Ne oldu? Hatırlayalım, gerçekten hatırlayalım. Olayı bir trafik
kazası gibi gördünüz, bir iş kazası gibi gördünüz. Adalet ve Kalkınma
Partisinin sözcüsü daha ilk açıklamasında “İş kazası olmuştur.” gibi bir edayla
konuştu. Başbakan, başkasının tavuğu ölse özür dilerdi ama 34 yurttaşımızın
ölümüyle ilgili olarak “Özür dilenecek bir olay değildir.” dedi. Hükümet
sözcüsü, bu vahim katliamla ilgili olarak “Ortada özür dilenecek mahiyette bir
olay yoktur.” dedi. Sabık İçişleri Bakanı aynen şu sözleri söyledi:
“Figürandılar.” dedi gençler için, figüran, bu lafı kullandı, “Özür dilemeyiz.”
dedi bu yurttaşlarımızdan. Sözcülerinizin tümü bu lafları kullandı, hatırlayın.
Ve Meclis araştırma alt komisyonu da bunları bir talimat saydı kendisine, bizim
bütün istemlerimize rağmen, arkadaşlarımızın bütün istemlerine rağmen hiçbir
konuda adım atmadı, sormadı, gelenle yetindi ve ileride Diyarbakır Özel Yetkili
Savcılığının yetkisizlik kararına gerekçe olacak Genelkurmay Başkanlığının raporunu
esas alarak bir rapor aldı ve bu olayı akladı. Hiç kimsenin üzerine gitmedi.
Peki biz, daha bu dönemde hepsini araştırabiliriz. Daha bu dönemde ortaya çıkan
bu olayla ilgili olarak hiçbir şey yapmayacağız, elimizi kımıldatmayacağız ve
sizler barıştan yana olacaksınız, bizler barışa karşı olacağız.
Değerli arkadaşlar,
Cumhuriyet Halk Partisi kurumsal kimliğiyle, 1 milyon üyesiyle ve 12 Haziranda
kendisine oy vermiş 11 milyon seçmeniyle Türkiye’de barıştan, Türkiye’de
kardeşlikten, Türkiye’de mutabakattan yanadır. Cumhuriyet Halk Partisi
çatışmaya da karşıdır, ölümlere de karşıdır ama biz, aynı zamanda Sayın
Başbakana güvenmek zorunda değiliz. Sayın Başbakanın bu kürsülerde yedi ay
önce, sekiz ay önce Kürtlere ne söylediğini biliyoruz, “Zerdüşt” demedi mi?
“Zerdüşt” demedi mi bütün Kürtleri aşağılayarak? Sayın Başbakan demedi mi?
Demedi mi Sayın Başbakan? (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Öyle bir şey söylemedi, çarpıtıyorsun. Öyle bir şey demedi.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla)
– Aşağılamadı mı hepsini? Sayın Başbakan değil miydi burada idam isteyen,
elinde iple dolaşan? Sayın Başbakan, değil miydi dokunulmazlıkları kaldırmak
isteyen? Şimdi Sayın Başbakan barıştan yana oldu, biz barışın karşısında olduk.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Siz
de sözde barıştan yanasınız.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Arkadaşlar bakın, değerli arkadaşlar bakın, burada demokrasi ve
özgürlük bildirgemiz var. Geçen hafta salı günü, bu hafta salı günü yüzde 3
barajı getirdik. Bugün de burada on dördüncü sırada olan “Uludere’nin hesabını
soralım”ı getiriyoruz. Hepsini getireceğiz, oylarınızı ve ellerinizi kayıt
altına alacağız, ellerinizi. Sizler, bir taraftan ceza vermediniz ama diğer
taraftan failleri ortaya çıkarmadınız ama diğer taraftan ne yaptınız biliyor
musunuz, diğer taraftan ne yaptınız? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Genel Başkan Yardımcısı anlatsın size barışı.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Onu sen benim külahıma anlat, külahıma! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Senin uzun pantolona geçtiğin anda, ben kısa pantolona geçtim. Sen
onu külahıma anlat! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen, Grup Başkan Vekiliniz cevaplar canım, karşılıklı
atışmayın.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Genel Başkan Yardımcısı, o da senin gibi Genel Başkan Yardımcısı, ona sor,
anlatsın! Genel Başkan Yardımcısı Gülseren Onanç Hanım kendi anlatsın, ondan
öğrenin. Barışı anlatır size. Niye istifasını istediniz?
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) –
Sus, dinle!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Bakın, Isparta’da 80 öğrenci kınama cezası aldı Uludere’yi kınadığı
için. Bakın, okuyacağım isimlerini, kayıtlara geçsin: Aydın’ın Ortaklar
beldesinde, katliamdan iki gün sonra gerçekleştirilen protestoya katıldıkları
gerekçesiyle gözaltına alınan Muhammet Kızılay’a yirmi yıla değil yirmi yıl
-sizin yargınız verdi- Ahmet Batur’a otuz yedi yıla değil, otuz yedi yıl; Erdin
Baran’a otuz yedi yıla değil, otuz yedi buçuk yıl; Ramazan Atabey’e otuz yedi
yıla değil, otuz yedi yıl; Osman Tekin’e ve Hüseyin Kurt’a da on dokuz yıla
değil on dokuz yıl sizin yargınız ceza verdi. Niye verdi? Uludere Roboski’ye
karşı çıktıkları için. Katiller dolaşacak, Başbakan siyasi sorumluluk
üstlenmeyecek ama öğrencilere, ama protesto edenlere yirmi yıl, otuz yıl, otuz
yedi yıl sizin yargınız ceza verecek. Nerede adalet? Bununla mı barış bulacağız?
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Gelin, beraber, gerçek barışı
özgürlükle, demokrasiyle, adaletle, burada güvence altına alalım, biz varız.
Ama biz hile ve desiseye yokuz, biz kapalı kapılar ardında konuşmaya yokuz.
Burada konuşalım, şeffafça konuşalım, hileyle ve desiseyle değil, yapalım,
açıkça konuşalım. Gelin, size imkân sunuyoruz, Uludere’yi kapattınız, gelin,
burada bir daha açalım.
HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) –
Nereden çıkarıyorsun?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Bu, sizin için bir imkândır. Uludere’de kuyunun dibine düştünüz,
şimdi size ip atıyoruz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Gelin, beraber
çıkaralım ve demokrasi ve barışı yurttaşlarımızın gönlünde yeniden inşa edelim.
Bu fırsatı size veriyoruz. Uludere konusunda, Roboski konusunda ve diğer
katliamlar konusunda bu fırsatı Ana Muhalefet Partisi olarak size veriyoruz.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yarın
imzayı geri çekersen ne yapacağız?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Gelin, burada bugün komisyonu kuralım, beraber yeniden sizin ortaya
çıkarmadığınız bu failleri, sorumluları ortaya çıkaralım. Yoksa yeriniz
uluslararası ceza mahkemesidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ya
imzayı geri çekersen ne yapacağız?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Size söylüyorum: Carlson gibi bir savcı çıkacak ve gıyabi tutuklama
kararı çıkaracak, hiç kaçışınız yok. Eğer, burada gerçekleri ortaya
çıkarmıyorsanız, yargıyı engelliyorsanız, bir savcı çıkacak ve uluslararası
ceza mahkemesinde bu olayın sorumluları yargılanacak çünkü siyasi sorumluluk
Başbakandadır ve Hükûmettedir.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tanrıkulu.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – İmzanı
geri çektin sen.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Hile ve desiselere boyun eğmeyiz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - İmzanı çektin, buradan kaçtın…
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim
Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Hile ve desiselere boyun eğmeyiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ
olun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
İmzanı çektin…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir saniye, ben size
söz vereceğim de…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Kayıp
oldun sen, yoktun buralarda. Nereden geldin?
BAŞKAN - Buyurun. (AKP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sataşmadan, değil mi?
BAŞKAN – Sataşmadan söz
verdim, Grubunuza sataşmadan.
Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sebebini sormadınız efendim, niye söz verdiniz?
X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma
sırasında AK PARTİ Grup Başkanına ve AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir kere, burada konuşma
yapan hatibin, Sayın Başbakanın defalarca söylediği, yanlış anlamaya hiç müsait
olmayan bir şeyi farklı bir şekilde ifade etmesini yadırgıyorum, hayretle de
dinliyorum. Hem Sayın Başbakan yaptığı konuşmalarda hem de AK PARTİ
temsilcileri bu kürsüde açık ve net söylüyor: Kürtlere hiçbir zaman “Zerdüşt”
ifadesi AK PARTİ sıralarından bir milletvekili tarafından ya da Sayın Başbakan
tarafından kullanılmamıştır. Kürtlerin Zerdüşt olduğuyla ilgili ifade, PKK
terör örgütünün yöneticileri ve önderleri tarafından geçmişte Kürtlerin dininin
Zerdüşt olduğuyla ilgili ve İslam dininin…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Zerdüştlük bir inançtır, ona
hakaret edemezsiniz. Dinî bir inançtır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Dinle, bir dakika!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Kürtlerin birtakım inançlarına saygı duymayabilirsiniz ama nefret
söylemi yaratamazsınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…Kürtlerin inançlarıyla paralel olmadığını ifade etmeye çalışan…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Nefret söylemi yaratamazsınız!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…Müslüman Kürt kardeşlerimizi farklı bir yöne doğru çevirmeye çalışan…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Zerdüştlük bir inançtır, bir
nefret söylemi yaratamazsınız!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …
PKK terör örgütünün yöneticilerinin, o Kürt vatandaşlarımıza karşı farklı bir
şekilde ortaya koydukları düşünceyi bertaraf etmek adına yapmıştır.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Bu bir inançtır, inanç. Bunun bir inanç olduğunu kabul edin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bakın, terör örgütünün temsilcileri Kürtlerin esas dininin Zerdüşt olduğunu
ifade etmek, ateistliği ön plana çıkarmak için yaptığı süreçte, Sayın Başbakan
buna şiddetle itiraz etmiştir, Kürtlerin dininin İslamiyet’in gelişmesinde çok
önemli katkılarının da olduğunu da ifade etmiştir.
Siz burada konuşurken lafın
şehvetine kapılıp nereye gittiğinin farkında değilsiniz. Eski bir baro
başkanısınız.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Ben farkındayım, farkındayım, siz farkında değilsiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
“Sizin yargınız.” diye ifade etmek şuur altında eskiden yargının kimlerin
güdümünde olduğunun en açık delili ve göstergesidir. (AK PARTİ sıralarından
‘Bravo’ sesleri ve alkışlar) Siz, attığınız imzanın arkasında duramayan,
birlikte verdiğimiz önergeyi zorla getirip 24 milletvekili arkadaşınızın
imzasının arkasında duramayan bir milletvekilisiniz. Bu önergeyi kabul
ettiğimizde imzanızın arkasında durup duramayacağınız da belli değil.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Belli değil, belli değil, geri çekebilir.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
İSMAİL AYDIN (Bursa) –
İmzanın arkasında olduğunu mu söyleyeceksin?
2.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Ben, bizim bir büyüğümüzün söylediği gibi, hile ve desiselere
boyun eğmedim, eğmeyeceğim; sizin hile ve desiselerinize de boyun eğmem, bunu
bu şekilde bilin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Senin önergen öneri miydi? Senin önergen öneri miydi?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Evet, ben, baro başkanlığı döneminde de şimdi de, bakın, o zaman da
karşıydım yargının bu vesayetçi düzeyine şimdi de sizin vesayetinize girdi, ona
da karşıyım. Siz karşı çıkıyor musunuz? Ben sizin haklarınızı sonuna kadar
savundum baro başkanıyken, şimdi siz savunuyor musunuz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Biz herkesin hakkını savunuyoruz, 76 milyonun hakkını savunuyoruz.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Böyle demokratlık olmaz, olmaz böyle demokratlık. O zaman da
yanlıştı, şimdi de yanlış; o yanlışa o zaman da karşı çıktık, şimdi de siz
karşı çıkın. Yargı sizin egemenliğinize girdi ve şimdi karşı çıkmıyorsunuz.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ne
demek “Yargı egemenliğinize girdi.”
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nerde yargı bizim emrimize girdi, AK PARTİ’yi kapatmaya kim uğraştı?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Bir de şunu size soracağım ya, Zerdüştlük bir inançtır, Zerdüştlük
bir inançtır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – AK
PARTİ’yi kapatmaya kim uğraştı?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Bir inancı aşağılayamazsınız, tek bir insan bile inansa o inancı
aşağılayamazsınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – AK
PARTİ’yi kapatmak için belgeleri taşıyan kim?
BAŞKAN – Sayın Elitaş,
lütfen!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Bunu, Başbakan da olsa aşağılayamaz, hiç kimse bir inancı
aşağılayamaz. İnançlar üzerinden kutuplaşma yaratamazsınız ve nefret söylemi
yaratamazsınız, ben yaratanı da kınıyorum başta Başbakan olmak üzere.
Teşekkür ederim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Şimdi bir saniye.
Sayın Hamzaçebi…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Elitaş konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun Sayın
Sezgin Tanrıkulu’na ilişkin olarak, onun imzasının olduğu önergeyi geri
çekmesiyle ilgili olarak yapmış olduğu değerlendirmeyle…
BAŞKAN – Buyurun.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) –
“Önergeyi dört saat sonra vereceğim.” dedin ama vermedin daha.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Karayip
korsanları önergemizin üstüne atlamıştı da önergemizi korsanlardan koruduk.
BAŞKAN – Buyurun.
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında CHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Evet, siyasette insan bir laf ederse, bu, kayıtlara geçer. Gün
gelir, devran döner bu kayıtlar ortaya çıkarılır, konulur.
Şimdi, Zerdüştlük de bir
inançtır. Her inanca saygı gösterilir, herkesin inancı kendisine. Ama Sayın
Başbakan inanç konusunu siyaset malzemesi yaptığı için sürekli hata yapıyor,
sürekli tökezliyor bu konularda.
Şimdi, Sayın Elitaş bir
açıklama yaptı “Terör örgütü üyeleriyle ilgili Sayın Başbakan ‘Bunlar
Zerdüşt’tür.’ dedi.” diyor.
Şimdi, ben Sayın Başbakanın
Diyarbakır’da yapmış olduğu konuşmayı sizlere okuyorum. 1 Haziran 2011…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Elitaş yalan söylemez ama! Benim tanıdığım
Elitaş yalan söylemez.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Diyor ki, BDP’lilere hitaben söylüyor, teröristlere, terör örgütü
üyelerine hitaben söylemiyor: “Siz zaten açıklamışsınız. Ne diyorsunuz?
Kürtlerin dini Zerdüştlüktür…”
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Gazete
haberi ama!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – “… Bunu onlar söylüyor.
Bunlara göre Apo peygamberdir. Bunu da ilan ediyorlar.” Evet, Sayın Tayyip
Erdoğan’ın, işte…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
İşte “Onlara göre” diyor zaten. Bunda ne var? Doğru…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla)
– Doğru, evet doğru. Yani şimdi hem
Sayın Başbakan Kürtlere “Bunlar Zerdüşt’tür.” diyecek hem de onun sözcüsü
buraya çıkacak “Hayır, Sayın Başbakan böyle söylemedi.” diyecek.
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Nereden okuyorsun bunları?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla)
– Evet, Halep oradaysa arşın burada.
Ben Sayın Başbakana ve AKP
Grubuna şunu tavsiye ederim. Aslında Sayın Başbakana tavsiye ederim, gruba
tavsiye etmem yanlış olur bunu Sayın Başbakan yapıyor. Sürekli dinî konularla
uğraşıyor. Bıraksın Sayın Başbakan bunu, gerçeklere dönsün.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Hayır,
öyle bir şey yok!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – En son Suriye, Reyhanlı’da
ölen vatandaşlarla ilgili dedi ki: “Bunu gerçekleştiren teröristler cehennemde
yanacaktır.“ Ahrete havale ediyor, çaresizim diyor. Geçen sene Gaziantep’te
ölen 8 vatandaşımız için de demişti: “Bunu yapanlar ahrette hesabını
verecektir.” diye.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Sayın Başbakan bu dünyaya
gel de görevini hatırla, gereğini yap. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Elitaş.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, ben de söz alacağım.
BAŞKAN – Sıraya sıraya… Yani
grup başkan vekilleri önce, aldık sıraya tamam…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, Sayın Hamzaçebi Sayın Başbakanımızın hazirandaki yaptığı
konuşmayla ilgili yanıltıcı bilgi verdi…
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
“Aynen kabul ediyorum.” dedi.
BAŞKAN – Buyurun.
4.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Hamzaçebi İnternet’ten Sayın Başbakanın 1 Haziran tarihindeki yaptığı
konuşmayı okudu. Baş cümlede öyle geçiyor. Bakın diyor BDP’lilere hitap ederek:
“Sizin zaten Kürtlere tavsiyeniz…” BDP’lilerin söylediğini söylüyor.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Hangi BDP’li söylüyor?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Diyor ki: “Sizin Kürtlere tavsiyeniz, bizim inancımız İslam değil, bizim
dinimiz aslında Zerdüştlüktür.” Hatta diyor ki: “BDP’liler öyle bir noktaya
gelmişler ki, PKK’lılar, Kandildekiler öyle bir noktaya gelmişler ki Apo’yu
peygamber ilan etme acziyetine, yanlışlığına düşmüşler.”
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Yani, siz onları peygamber ilan etmek için mi müzakere
yürütüyorsunuz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Sayın Başbakanın söylediği bu. Yoksa Sayın Başbakan Kürt vatandaşlarımızın
Zerdüşt olduğuyla ilgili değil, az önce söylediğim gibi BDP’lilerin…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Aynen öyle, “Kürtlerin dini Zerdüştlüktür.” diyor Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Sayın Hamzaçebi, siz okuduğunu anlayan bir arkadaşsınız diye biliyorum ben.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Yok yok, hiç olmuyor, olmuyor, cümleler burada.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Biz sizinle… Yani, şu anda Grup Başkan Vekili olduktan sonra okuduğunuzu
anlayamadığınız bir noktaya geldiyseniz üzülüyorum.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Siz de anlamıştınız Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Açıkçası Sayın Başbakanın söylediği, BDP’lilerin Kürtlerin diniyle ilgili bir
tanımlamayı kamuoyuyla paylaşmış, Apo’nun peygamber ilan edilmesini
eleştirmiştir. Bizim Kürt vatandaşlarımızın İslam hassasiyetleri çok yüksek
seviyededir. Bunu kimse tartışmaz, tartışmaya da açmamız mümkün değil zaten.
Bakın, değerli arkadaşlar,
siyasette söz önemlidir. İmza da bunun altının en pekiştiği noktadır. Sayın
Tanrıkulu, 24 milletvekiliyle verdiği araştırma komisyonu kurulmasıyla ilgili
önergede, bizim de uygun gördüğümüz araştırma komisyonu kurulmasıyla ilgili
önergede ne hikmetse birdenbire imzasını geri çekti.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Yani, Sayın Başbakan Amerika’ya giderken “Cenevre olmaz.” dedi; gelince
“Cenevre olur.” dedi. Şimdi, nasıl olacak bu?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Şimdi, onun daha hâlâ ezikliği içerisinde kalkıp burada Sayın Başbakanı
kınamaya ve Sayın AK PARTİ Grubunu farklı yöne çekmeye hakkınız da yok,
haddiniz de yok. Önce imzanızın arkasında duracaksınız çünkü söz senettir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Mustafa, kendin önerge vermiyorsun da bizim önergeye gelip imza atıyorsun.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu,
yok; şimdi sırada Sayın Baluken var.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, ben de alacağım.
BAŞKAN - Bir şey demiyorum
canım. Yani sırayla gidiyoruz.
Buyurun.
5.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Barış ve Demokrasi
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi burada Sayın Elitaş
konuşurken Başbakanın BDP’lilerin bu düşüncede olduğunu ve bunu söylediklerini
ima etti. Bunun doğru olmadığını zaten sanırım AK PARTİ Grubundan büyük bir
çoğunluk milletvekili de biliyor ki Başbakan da o yaptığı yanlıştan geri adım
attı.
SIRRI SAKIK (Muş) – Özür
diledi, özür.
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Sayın Elitaş hâlâ tasfiye konseptinin dilinde ve politikasında kalmış durumda.
Zerdüştlükle ilgili ne sizin ne Başbakanın hakaret etme hakkı yok. Bir
Başbakanın bulunması gereken konum bir coğrafyadaki bütün inanç gruplarına eşit
mesafede durmaktır, nötr mesafede durmaktır. Evet, Kürtler çok öncesinde,
milattan önce 2000’li yıllarda Zerdüştlük diniyle ilgili bir inancı
yaşamışlardır ancak eğer Müslümanlık tartışmasına girerseniz siz ateşe taparken
Kürtler zaten Müslüman olmuştu. (BDP sıralarından alkışlar)
SONER AKSOY (Kütahya) – Öyle
bir şey yok.
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Yani bu şekilde işi ırkçılığa çevirirseniz oradan çıkamazsınız.
Diğer taraftan CHP Grubunun
tekrar böylesi bir tartışmayı getirmesini de hiç doğru bulmuyoruz.
Müslümanlıkla ilgili, Kürtlerle ilgili bizim hiçbir kuşkumuz yok. Siz
Müslümanlıkla ilgili kaygı besliyorsanız ülkenin diğer taraflarına bakın.
Kürtlerin kendi inancıyla ilgili, Müslümanlıkla ilgili, Zerdüşt’le ilgili, Ezidi’yle
ilgili, gayrimüslimle ilgili farklı inançlara mensup bireyleri vardır ve bütün
bu bireylerin bir arada yaşama ortak hukuku ve ortak kültürü vardır. Eğer
Kürtlerin Müslümanlığıyla ilgili ırkçı yaklaşmıyorsanız, defalarca bu Meclis
kürsüsüne getirdik, Şeyh Sait’in mezarını niye Kürtlere vermiyorsunuz? Seyit
Rıza’nın mezarını niye Kürtlere göstermiyorsunuz? Bediüzzaman Said-i Kürdi’nin
mezarını niye göstermiyorsunuz? Roboski’nin kanı ellerinizde iken burada gelip
Müslümanlık edebiyatı kimse bize yapmasın. Bu Meclis Roboski tezkeresine,
Roboski’ye sebep olan tezkereye BDP Grubu dışında hep birlikte onay vermişti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Eğer hem bu zulmü yapıp hem Müslümanlık edebiyatı yapacağım diyorsanız orada
karşınızda bizi bulursunuz.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Baluken.
Buyurun.
6.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında
şahsına tekraren sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, yani Genel Kurulun tekrar vaktini aldığım için özür
diliyorum. Ben Sayın Elitaş’ın benimle ilgili görüşlerini 2008 8 Nisanda ya da
9 Nisanda bu Mecliste daha ben parlamenter değilken yaptığı konuşmadan
biliyorum. Sayın Sırrı Sakık ve Sayın Atilla Kart kendisinin bir yanlışı ve
yalanı üzerine burada söz almışlardı, o zamandan beri aynı çizgisini devam
ettiriyor. O zaman baro başkanıydım, Sayın Başbakanla görüştüm. Başbakanla
aramızda hiç geçmeyen bir konuşmayı Sayın Elitaş burada yalan ve yanlış bir
biçimde konuşmuştu, aynen yalan ve yanlış konuşmaya şimdi de devam ediyor.
Sırrı Sakık bunun tanığıdır, Atilla Kart bunun tanığıdır.
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın
Milletvekili, imzayı niye çektin?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Benim hiç onunla alakam yok ama kendileri o yalan ve yanlışa da
tanık oldukları için burada söylemişlerdi. Kendisi burada benimle ilgili yalan
yanlış şeyler söylemişti.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) –
Bir dakika, hangi yalan, hangi yanlış?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - O zaman ben baro başkanıydım -gider tutanaklara bakar- çok iyi de
biliyorum, kendisi de bilir hangi yanlışı söylediğini o zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
“Sayın Elitaş yalan konuştu.” diye itham ediyorsun. Hangi yalan?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Dolayısıyla, şimdi, şunu söyleyeceğim: Hileyle, desiseyle burada iş
yapılmaz. Benim o önergeyi verdiğim tarih var, sizin verdiğiniz önergenin
tarihi var. Niye bizimle müzakere etmediniz? Niye etmediniz? Türkiye’nin en
önemli meselesini görüşmek için burada hile ve desiseye başvuruyorsunuz. Biz
ana muhalefet partisiyiz, nerede mutabakat arayacaksınız? soruyorum size,
vicdanen soruyorum.
AHMET YENİ (Samsun) – İmzayı
niye çektin, imzayı?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Aramayacaksınız mutabakat, hile ve desiseyle burada kamuoyunu
yanıltmaya çalışacaksınız. Böyle iş yok arkadaşlar.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) –
Hile ve desise neresinde? Önergeyi veren benim ya!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Biz barıştan yanayız. Bizim barış yanlılığımızı siz
sorgulayamazsınız, test edemezsiniz. Edemezsiniz siz, tamam mı arkadaşlar?
İki, bir daha söylüyorum:
Başbakan dâhil olmak üzere, her insanın inancına saygı duyulmak zorundadır, her
halkın inancına saygı duyulmak zorundadır; o inancın gereklerini yerine getirme
konusunda kolaylaştırıcı olmak zorundadır. Her zaman bunu yapmalıdır. Tamam mı?
Böyle olmak zorundadır. Tamam mı?
İSMAİL AYDIN (Bursa) – İmzaya
gel, imzaya!
SUAT ÖNAL (Osmaniye) – İmzaya
gel!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Ancak Başbakan sizi hizaya getirebilir. Bizim alnımız açık. O zaman
da Sayın Başbakana “Ben senin memurun değilim.” demiştim, şimdi de söylüyorum,
ancak sizler memur olursunuz!
AHMET YENİ (Samsun) – İmzayı
niye çektin, imzayı?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Bir daha da söz almayacağım.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, hatip kürsüde benim 2008 yılında yaptığım bir…
BAŞKAN – Evet, yalan
söylediğinizi söyledi, buyurun.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
İmzayı niye bu kadar büyüttünüz? Çünkü oyununuz bozuldu sizin değil mi?
7.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, hatip kürsüde 2008 yılındaki yaptığım bir konuşmayla ilgili
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili Sayın Kart ve BDP milletvekili Sayın
Sakık’ın beni yalanla…
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Ben
gazeteden okumuştum, hâlinize çok üzülmüştüm.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
…yanlışlıkla itham ettiğini, yalan yanlış beyanda bulunduğumu ve bunu da
kanıtladığını ifade etti. Ama bunun ne olduğunu, 2008’teki tutanağın hangi
tarihteki, hangi tutanak olduğunu da ifade etmesi gerekir. Burada birisini
yalancılıkla itham etmek öyle basit bir mesele değil. Bakın, yalancılıkla itham
ediyorsunuz beni...
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – “Yalan ve yanlış” dedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
…2008’deki yaptığım bir konuşmayla ilgili. Onun ne olduğunu burada üstü kapalı
olarak gidip söylemek maharet değildir. Gerçek neyse söyleyeceksiniz tutanağın
tarihini, ne ise oraya bakacağız.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Biraz sonra söyleyeceğim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Ben nerede yalan söylemişim, yanlış söylemişim onları ifade edeceksiniz. Yanlış
söylenebilir ama “yalan” diye söylemek, itham yanlıştır. Sizin bir avukat
olarak, baro başkanlığı yapmış biri olarak -yıllarca- böyle, birinin söylediği
bir şeyi -yanlış olup olmadığını da tartışmıyorum- “yalan” diye ifade etmeniz
yakışık alacak bir mesele değildir. Hâlâ siz, baskıyla, “Dört saat sonra
vereceğim.” dediğiniz o araştırma önergesinin altında ezildiğinizden dolayı
bizi hile ve desiseyle itham ediyorsunuz.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Onu siz anlamadıysanız ben size nasıl anlatayım?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Bütün kürsüye gelen milletvekili arkadaşlarınız olarak “Bizim bu kanunla ilgili
önergemizin hiç mi akla yatkın tarafı yok? Niye bunu kabul etmiyorsunuz?” diye
ısrarla bizi eleştiriyorsunuz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Siz o önergeye niye imza attınız?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Sizin verdiğiniz araştırma komisyonu ile ilgili önergeyi uygun bulduk. Bizim
milletvekili arkadaşlarımız da getirdiler bir araştırma komisyonuyla ilgili
önerge verdiler. Birdenbire ne olduysa, sizi, son anda, arka tarafta ve büyük
de bir üzüntüyle -en son imza da sizindi tahmin ediyorum- önergenin geri
çekilmesiyle ilgili, ezilmişlik duygusuyla yaptığınız, attığınız imzayı…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Siz niye imzaladınız, o önergeye siz niye imza attınız?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Nasıl olduğunu biliyorum ama Allah kimseyi o hâllere düşürmesin, kimseyi attığı
imzanın arkasından vazgeçip zor duruma düşürmesin.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Efendim, bir daha alacağım.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Münazaraya döndü.
BAŞKAN – Evet, öyleye döndü.
Biraz sonra kapatıyoruz.
Buyurun.
İSMAİL AYDIN (Bursa) – İmzanı
mı anlatacaksın, nasıl ikna olduğunu mu anlatacaksın?
AHMET YENİ (Samsun) –
Hesabını ver, hesabını!
8.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında
şahsına tekraren sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Hesabımı bu dünyada bütün yurttaşlara da vereceğim, öbür dünyada
da, inandığınız dünyada da bütün yurttaşlara vereceğim, herkese vereceğim ama
siz vicdanınıza veremeyeceksiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Önce şu “Yalan söyledin.” dediğin kısmı çıkar.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Benim hesap veremeyeceğim bir şey yok. Hesap veremeyeceğim hiçbir
şey yok. Ben neye imza attığımı çok iyi biliyorum, niçin çektiğimi de çok iyi
biliyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Önce şu yalanla ilgili kısmı söyle, yalanla ilgili kısmı.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Sizlere söylüyorum, sizlerin hile ve desisesiyle olmaz bu iş. Biz
ne söyledik, açın önergeme bakın. “Eşit sayıda olsun.” dedik. Bizimle müzakere
ettiniz mi? Ettiniz mi? Ettiniz mi? Şimdi kurulan komisyon mu? 10 AKP, 1 BDP;
böyle komisyon mu olur!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Milletvekili, siz burayı avukatlık zannediyorsunuz. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kendine has kuralları vardır.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Türkiye'nin en temel meselesini, cumhuriyetten beri devam eden
meselesini Adalet ve Kalkınma Partisinin, burada bir komisyonda çoğunluğuna
bırakacaksınız!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Tanrıkulu, benim yalan söylediğimle ilgili kısma geçin.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) – Ben size biraz sonra telefonu göstereceğim. Benim şahsımla ilgili
konuşmuştunuz. Ben hayatımda kimseye dava açmadım, hiç kimseye.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Beni neyle, yalanla ilgili itham ettiğini söyle! Nerede yalan söyledim?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - O nedenle size dava açmadım ve size telefon açtım, hatırlayın. Size
telefon açtım, telefon. Hayatımda kimseye dava açmamışım, tazminat davası ve
size açmadım. Size telefon açtım, sizinle telefonla konuştum, hatırlayın bir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nerede yalan söyledim, onu söyleyin.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Evet, hatırlayın. Bakarsınız tutanaklara, size söylerim, tamam mı?
Bu böyle.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ne
konuşuldu, öğrenelim.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Ama hiç kimse burada, bakın, burada, hele hele bu çoğunluk beni ve
bizim grubumuzu barıştan yana olmamak, arkasında durmamak gibi sorgulamasın.
Peki, sizin on yıllık
çoğunluğunuz var, neden aklınıza gelmedi? Neden aklınıza gelmedi, söyler
misiniz?
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Gülseren Onanç’a ne oldu, Gülseren Onanç’a? Niye istifa etti?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Bizim önerimiz bugün de orada duruyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nerede duruyor önergeniz? Havada duruyor, havada!
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - “Eşit sayıda olsun.” dedik. “Mutabakat komisyonu kuralım, eşit
sayıda olsun, beraber yapalım.” dedik ama emrivaki yaptınız, hile ve desise ile
buraya getirdiniz. Benim önergeme niye imza atıyorsunuz? Niye imza atıyorsunuz?
O zaman gelin, CHP’ye katılın.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Gülseren Onanç’a ne oldu?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Gelin katılın, imza atın arkadaşlarımıza. Gelsinler, CHP’ye
katılsınlar. Yok böyle bir şey.
O nedenle arkadaşlar…
AHMET YENİ (Samsun) – İmzanın
arkasında dur, imzanın arkasında.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Bakın, burada Roboski’yi konuşuyoruz, burada Uludere’yi
konuşuyoruz.
İSMAİL AYDIN (Bursa) –
İmzanın arkasında dur, imzanın…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(Devamla) - Daha da konuşmaya devam edeceğiz, her ay da getireceğiz; bunları da
getireceğiz, faili meçhul cinayetleri de getireceğiz…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Birleşime on dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.14
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.28
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatih ŞAHİN (Ankara), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26
milletvekili tarafından Uludere katliamının tekrar incelenmesi ve faillerinin
araştırılarak yargı karşısına çıkarılması amacıyla 29/5/2013 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak Genel Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisi üzerinde şimdi söz sırası, aleyhte olmak üzere, Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’da.
Buyurun Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Uludere ilçemizin Roboski
köyünde 34 canımızı yitirdik. Maalesef, bunların failleri ortaya çıkarılmadı.
Ancak, demin burada bu katliamın, bu toplu kırımın üzerinde yapılan tartışmaların
gerçek ekseninden kayıp bir kayıkçı muhabbetine dönüşmesi bizim ve inanıyorum
ki Uludere’de, Roboski’de, Becuhi köyünde şu an bizi izleyen bütün anaların
yüreğini dağlamıştır. Meclis, çağımızın en büyük katliamlarından birini
tartışırken asıl konuyu bırakıp başka bir noktaya çekilmesi ve tartışma konusu
edilmesi kabul edilir bir davranış biçimi değil. Biz, bunu daha ilk gün Meclise
araştırma önergesi için getirdik, 5 Ocak 2012. Biz bunun bir alt komisyonun,
Meclisteki komisyonların yapacağı bir araştırma konusu olmadığını başından
söyledik. Dedik ki: Bu, İnsan Hakları Komisyonuna, onun oluşturacağı bir alt
komisyona bırakılmayacak kadar çok önemli bir konudur. Maalesef, en büyük hata
burada yapıldı, Meclis İnsan Hakları Alt Komisyonunda bu olaya el atıldı ve AK
PARTİ üyelerinin oy çokluğuyla resmen örtbas edilen bir sonuçla
sonuçlandırıldı, “Kasıt yok” denildi, mahkeme yerine, hâkim yerine geçildi.
Ben bu süreçte katkısı olan,
emeğini harcayan, muhalefet şerhini yazan herkese buradan teşekkür ediyorum.
Onlar, insanlığın, hukukun ve demokrasinin gereğini yaptılar. Bizim de üyemiz
Sayın Kürkcü, bunun raporunu, muhalefet şerhini yazdı. Cumhuriyet Halk
Partisinden Sayın Levent Gök hem yazdı hem kitaplaştırdı. Burada, MHP’nin bu
konunun lehinde konuşması da aslında anlam ifade ediyor ama arkadaşlar, bir
gerçek asla ve asla karartılamaz.
17 Ekim 2007’de savaş
tezkeresine kalkan eller, AK PARTİ’nin, CHP’nin, MHP’nin her yıl uzatılan savaş
tezkeresindeki ortaklığı göz ardı edilemez. Bir tek Barış ve Demokrasi Partisi
bu tezkerelere ret oyunu veriyordu. Onun için bazı konular, insan yaşamı, hele
hele kendi ülkenin yurttaşlarını kendi savaş uçakların bombalayıp paramparça
ediyorsa ve parça parça o cesetleri o analara teslim ediyorsa bu imzayı atan
her partinin sorumluluk göstermesi gerekiyor, vicdan muhasebesi yapması
gerekiyor, insanlık muhasebesi yapması gerekiyor. Hiç kimse bu olayın büyüklüğü
karşısında timsah gözyaşları dökerek, hiç kimse bunu siyasetin malzemesi
yaparak, siyasetin, çıkarın kavgası yaparak gerçekleri ve sadece gerçekleri,
adaleti ve sadece adaleti yerine getirme, açığa çıkarma dışında bir hesapla
hareket ederek bu olaya doğru yaklaşamaz.
Çok açık ifade ediyorum,
sevgili arkadaşlar, bu olay karşısında Barış ve Demokrasi Partisi bir yandan
iktidara muhalefet ediyor, bir yandan ana muhalefete muhalefet ediyor ve
elbette ki genellemiyorum.
Şimdi, ben, biraz da iktidar
partisine birkaç söz söylemek istiyorum: Demin burada yaşadığımız bu tartışma,
bu rezalet, çözümün, barışın dili değildi. Çözüm ve barış süreci duyarlılık
ister, buna uygun dil ister, buna uygun davranmayı gerektirir, buna uygun adım
atmayı gerektirir. Barışın ve çözümün dilini en önce bu mikrofondan
sağlayacağız arkadaşlar. Bu mikrofonda, bu kürsüde -milletin bize ak sütü gibi helal
oylarıyla hepimiz seçildik, geldik- barışın ve çözümün dilini konuşurken herkes
üstüne düşen görevi çok iyi tartmalıdır.
Bakın, Maide Suresi 8’de ne
diyor: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik
yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin.
Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” diyor ve Hazreti Ömer “Dicle’nin
kenarında bir kurt bir kuzuyu yese Allah hesabını Ömer’den sorar.” diyor.
Elbette ki, adı adalet olan bir iktidarın Başbakanı şöyle bir deyim
kullanıyorsa: “Şam’da, Bağdat’ta, Kâbil’de masum insanlar, çocuklar
öldürülürken biz sessiz, tepkisiz kalamayız.” diyen Başbakana da sözlerini
hatırlatmak, muhalefet, demokratik muhalefet olarak Barış ve Demokrasi
Partisinin görevidir.
Biz atılan her adımı
önemsiyoruz. Başbakanımız eşi, kızı ve kadın bakanımız dâhil gidip acılı
ailelerle buluşmasını da bir iyi niyet olarak görüyoruz ama yetmiyor. Kim
yanlış bilgi verdi? Heron’ları, Predator’ları kim yönlendirdi? Koskoca
Genelkurmayı kim yönlendirdi? Malatya’daki hava kuvvetlerinden Diyarbakır’daki
hava kuvvetlerine kim tekmili verdi? Kim uçakları kaldırdı? Kim bir saat
boyunca bombaladı bir kişi kurtulmamacasına? Bu sorunun cevabını elbette ki
halkın ve tarihin önünde hepimiz vereceğiz sevabımızla günahımızla,
yanlışımızla doğrumuzla, hepimiz vicdan hesabı altındayız.
Bakın, Sayın Başbakan bir söz
daha söylemişti, “Biz Ankara’nın dehlizlerinde bunu unutturmayacağız, kaybolmayacak.”
demişti. Şimdi, biz barışın ve çözümün dilini konuşurken, akil insanlardan
çözüm komisyonlarına kadar adım adım bütün dünyayı etkileyen, Türkiye’deki
yurttaşlarımızın yüzde 80’ini etkileyen bir barış ve çözüm sürecinde, yeni bir
anayasanın ruhunu, 21’inci yüzyıl hukukunun kardeşliğini, yurttaşlığını,
eşitliğini, özgürlüğünü, inançların özgürlüğünü, her şeyi savunurken burada
hâlâ Zerdüşt tartışması yapan zihniyeti lanetliyorum! Lanet olsun bu zihniyete!
(BDP sıralarından alkışlar)
Siz bu şekilde mi 76 milyonu
kardeş yapacaksınız? Bu şekilde mi eşit olacak, bu şekilde mi özgür olacak, bu
şekilde mi bu yurttaşlara anayasa yapacaksınız? Biz, bunları aşmak zorundayız
arkadaşlar. Türkiye’de binlerce yıl beraber yaşamışlığımızın ve gelecek
stratejisinde birlikte yaşayacaklarımızın ve Orta Doğu’nun ve Suriye’nin ve
Irak’ın ve Türkiye'nin, bütün bölgenin geleceğini düşünerek, milyonların
geleceğini düşünerek büyük düşüneceğiz, büyük konuşacağız, ağzımızdan çıkan
lafı bin kez tartıp konuşacağız.
Sayın Tanrıkulu, keşke o
imzanı o önergeden almasaydın. Biz o komisyonda tek kişi değiliz, 5
milletvekili, 10 uzman, 10 AKP milletvekiline karşı çözüm komisyonunda
çalışıyoruz ve inanın, tarih, ya hukuk kararlarında ya tarih belgelerinde
katillerin adını, 34 mezarın olduğu Uludere’nin Roboski köyünde bir anıtta
bütün sorumlularını yazacaktır.
Onun bir çözümü vardır; hep
beraber aydınlığa kavuşturacağız, yüzleşeceğiz tarihimizle, gerçekliğimizle. Bu
bizi bekliyor, bundan kaçamayız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) –
İstediğiniz kadar reddedin, bunu gerçekleştirmek Barış ve Demokrasi Partisinin
boyun borcudur.
Saygılarımla. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin lehinde Kayseri Milletvekili Sayın Yusuf Halaçoğlu; buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Uludere konusuna girmeden
önce bir şeyi merak ettim, demin Sayın Baluken “Siz daha ateşe taparken biz
Müslüman olmuştuk.” demişti.
ESAT CANAN (Hakkâri) – Tarihe
girmeyen…
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) -
Ama herhâlde Sayın Mustafa Bey’e söyledi. Türkler mi, başka bir millet mi?
Türkler hiç ateşe tapmadı çünkü.
ESAT CANAN (Hakkâri) –
Şamanizm…
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) –
Çünkü, Gök Tanrı dini vardı. “Şamanizm” dedikleri dinin, “Şaman” sadece din
adamının ismidir ve “Gök Tanrı” dini denir ona. Dolayısıyla, ateşle alakası
hiçbir zaman olmamıştır Türklerin, onu da özellikle belirtmek istiyorum.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Düzeltelim peki, “Şamanizm” diyelim.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) –
Şimdi, Uludere meselesinde zannediyorum ki bazı kavram kargaşaları var. Burada
bağırıp çağırmanın pek bir anlamı da yok ama birtakım meseleleri çok ciddi
şekilde ele almak lazım. Sonuç olarak onların Kürt olup olmaması meselesi de
değil, orada ölen insandı, insanlar üzerinden konuşmamız gerekiyor.
Şimdi, 34 insan orada
hayatını kaybetti. Biz İnsan Hakları Komisyonu olarak tek tek bunları
inceledik. Heron’ların en baştan itibaren görüntülerini gözden geçirdik.
İnsanların birtakım yükler alıp sınırımıza kadar geldiklerini yedi saatlik bir
müddet içerisinde de gördük. Sınır bölümüne geldiler insanlar -diğer
arkadaşlarımız yani milletvekili arkadaşlarımız belki konuyu tam olarak
bilmedikleri için biraz böyle anlatmak istiyorum- üç ayrı yerde kondular.
Birisi, sınıra yakın bir yerde; diğeri, ondan aşağı yukarı bir 100 metre daha
geride başka bir yerde; diğer biri de 800 metre kadar daha geride bir yerde
eşyalarıyla kondular ve burada uzun bir müddet beklediler, kırk dakika kadar,
kırk beş dakika kadar beklediler. Birkaç kişi daha yüksek bir yere çıktı -ki
karlı olduğu için insanların ve hayvanların silüetleri siyah olarak zaten
gözüküyordu- oraya çekildiler. Bir müddet sonra bir görüntü… Ve bir bomba
atıldı, büyük bir bomba atıldı ilk grubun bulunduğu yere ve burada insanlar
yere serildiler. Diğer tarafta bulunan 3 kişiden 2 kişi de öldü muhtemelen,
yerde idi; 1 kişi Türkiye sınırı tarafına doğru kaçtı ve katırlardan da alev
görüntüleri görülüyordu. Aradan on bir dakika geçtikten sonra ikinci grup, ki
bunun içerisinden 3 kişi ötekilere haber vermek için herhâlde ayrıldılar.
İkinci gruba on bir dakika sonra ikinci bir bomba atıldı, bu bomba da patladı
ve insanlar yine yerlerdeydi. Sonra, aradan on dakika geçtikten sonra 3 kişi
üzerine tekrar bomba atıldı, küçük bir bomba atıldı; bunlar da işte muhtemelen
öldüler, yerdeydiler. Aradan yirmi dakika geçtikten sonra son grup üzerine
tekrar bir bomba atıldı, büyük bir bombaydı, bulundukları yerde toprak kayması
da meydana geldi, 3 kişi de geriye doğru kaçtı.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, böyle bir olayda zannediyorum ki şunlar değerlendirilebilir:
Birincisi: Eğer bu insanlar
kaçakçıysa -ki, öyle olduğu ifade ediliyor- kaçakçıların öldürülmesine dair
herhangi bir yasamız yoktur. İnsanların öldürülmesi gerekmez kaçakçılık
yapıyorlarsa.
Yok, teröristlerse, o zaman
şu olabilirdi: Birinci bomba atıldıktan sonra eğer teröristlerse diğer
grupların kaçması gerekirdi veya dağılması gerekirdi. Onlar dağılmayıp, tam
tersine birbirlerine sokuldular. Dolayısıyla, bunu Heronda izleyebiliyorduk,
Heron’la gözetledik. Öyleyse burada bir yanlış yapıldı. Eğer terörist olarak
bunların üzerine bomba atılmışsa, o zaman iki, üç ve dördüncü bombaların
atılmaması gerekirdi. Çünkü, birinci bombadan sonra insanlar dağılmadılar,
kaçmadılar, saklanmadılar. Dolayısıyla burada bir yanlış yapıldı.
Helikopterleri gönderirdiniz, diğerlerini aldırabilirdiniz. Şimdi, bu işin bir
yönü.
İkinci bir yönü daha var, bu
da… Hep şu söyleniyor: “Efendim, bu bölgede kaçakçılık tabiidir, geleneksel
hâle gelmiştir.” Efendim, bir ülkede sınırlardan dışarı çıkarak kaçakçılık
yapmak meşru değildir, suçtur ama demin dediğim gibi, kaçakçılığın cezası da
ölüm değildir. Dolayısıyla, devletin ona göre tedbir alması gerekirdi.
Üçüncü bir konu: Bu emri kim
verdi? İşte bütün mesele burada kilitleniyor. Sınır ötesinde olduğuna göre, bu
emrin bölgedeki komutanlar veya güvenlik güçleri tarafından verilmesi mümkün
değildi. Nitekim, birtakım jurnalleri okuduğumuzda, bunun Genelkurmay
tarafından verilen bir emir olduğu ortaya çıkıyor. Öncelikle top atışına izin
verilip, sonradan emrin geri alınıp, daha sonra uçaklarla bombalama yapıldığı
görülüyor.
Şimdi, burada önemli olan şey
şu: Genelkurmaydan gelen bu emir kim tarafından verilmiştir? Sınır ötesi
harekât yetkisi doğrudan doğruya Hükûmete verildiğine göre, Hükûmetin bu
yetkisini Genelkurmaya verip vermediğini iyi değerlendirmek gerekir. Eğer
Genelkurmaydan gelen bu emir Genelkurmay Başkanı tarafından verilmişse o zaman
muhakkak Başbakanın haberinin olması gerekir.
Dolayısıyla, olaylara diğer
bir yönüyle, gerçek yönüyle, objektif baktığınızda şunlar görülüyor: Şimdi, bu
bombanın patlamasından ve 34 kişinin burada ölmesinden sonra, ilginçtir ki,
hemen Başbakanlık 100 bin liralık ek ödeme yapmıştır. Hangi sebeple yaptı?
Hiçbir araştırma yapılmadan, hiçbir şey yapılmadan neden 23 bin liranın üzerine
bir de 100 bin lira konuldu? Bunları iyi değerlendirdiğiniz zaman, demek ki
aslında bu parayı da verenlerin bundan haberi vardı.
Fakat benim en çok ilgimi
çeken şey şuydu: Bu, Genelkurmay tarafından verilen “vur” talimatının
istihbaratını kim vermiştir? MİT “Ben vermedim.” diyor. Öyleyse kim verdi?
Heron’lardan gelen talimatla da olmadığı söyleniyor; öyleyse bunun içerisinde
Amerika Birleşik Devletleri var mıdır, yok mudur? Veya bu talimat verilirken… O
tarihe kadar KCK tutuklamaları gerçekleşiyordu. KCK tutuklamalarıyla PKK’nın
önemli bir haber alma grubu ortadan kalkmış oldu. Aslında o tarihe kadar,
Uludere’ye kadar, PKK oldukça sinmiş bir pozisyondaydı. Öyleyse kim bu
talimatı, bu istihbaratı verdi ve bu bombalamaya sebep oldu?
Bunların çok iyi tetkik
edilmesi gerekir ve o talimatı verenler aslında daha sonra PKK’yla masaya
oturup birlikte anlaşma yapmayı da meydana getirmişlerdir. Durup dururken
PKK’yla oturup masada konuşamazsınız. Oslo görüşmelerinden tutun İmralı
görüşmelerine kadar hepsinin temelinde bu olayın başlangıç olarak yattığını
düşünüyorum. Dolayısıyla, bizler Uludere meselesinin öyle ulu orta bir raporla
geçiştirilmesinin doğru olmadığına inanıyoruz. Dolayısıyla, bunun ciddi bir
şekilde araştırılması, bütün yönleriyle araştırılması ve İnsan Hakları
Komisyonuna iletilmeyen birtakım bilgilerin de iletilmesi ve görülmesi şarttır.
Çünkü, buradaki kilit cevap “Bu istihbaratı kim vermiştir?” üzerine
oturmaktadır. Aslında, istihbaratın kim tarafından verilmiş olduğu ortaya
çıkarsa Uludere meselesi de bütün berraklığıyla ortaya çıkar. Bu bir Türkiye’yi
oyuna getirmek midir yoksa başka bir şey midir, bütün bunların hepsi
kendiliğinden ortaya çıkacaktır diye düşünüyoruz.
Dolayısıyla, bu araştırma
önergesinin de ciddi olarak ele alınması gerektiğini ve bundan dolayı da bu
teklife olumlu baktığımızı belirtmek istiyorum.
Burada, söz gelmişken, bir de
şunu özellikle belirtmek istiyorum: Bugün gündemde hep yer alıyor kanunla
ilgili, alkollü içkilerle ilgili “iki ayyaş” meselesi. Burada, Sayın Hükûmet
Sözcüsü Hüseyin Çelik şöyle demiş: “Efendim, burada herhangi bir kişi
kastedilmemiştir; Ahmet, Mehmet’tir, öylesine konuşulmuştur.” Bir Başbakan
öylesine bir konuşma yapamaz arkadaşlar, kimse kusura bakmasın. Efendim “iki
ayyaş” derken bir kanunda bunu söylerseniz, yarın zinayı kabul ettiğinizde,
serbest bırakırken o zaman zinayı serbest bırakan zihniyette de aynı mantığı
dile getirmek zorunda kalırsınız. Dolayısıyla, bu gibi konular çok ciddi
konulardır. Ülke üzerinde birtakım fikir tartışmalarına, hatta rekabetlere
sebep olacak bir tartışmanın içine girmemesi gerekir.
Saygıyla hepinizi selamlarım.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Halaçoğlu.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, sayın hatip konuşması sırasında benim kullandığım cümlelerle
ilgili bazı şeyler söyledi, onlarla ilgili bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Ama sonra siz
yerinizden düzelttiniz, onu aldılar şeye.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Bir
yanlış anlaşılma var, hem kendisi yanlış anlamış hem de Genel Kurulda yanlış
bir kanı oluşabilir.
BAŞKAN – Peki…
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
14.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu’nun CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasındaki bazı
ifadelerine ilişkin açıklaması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Demin konuşmam sırasında
kullandığım bir cümleye atfen sayın hatip bazı şeyler ifade etti. O konuşmada
ben şunu vurgulamaya çalıştım: Bu ülkedeki bütün inançlar değerlidir dedim.
Ezidilikten tutun da Museviliğe, Hristiyanlıktan tutun da Müslümanlığa,
Sünniliğe, Aleviliğe kadar, bütün inançlara aynı düzeyde değer biçtiğimizi
söyledim. Bizim açımızdan, ateşe tapan da değerlidir, Gök Tanrı’ya tapan da
değerlidir, hiç inanmayan da değerlidir ve buradan o konuşmayı yaparken
özellikle iktidar partisinin sorumlu grup başkan vekiline ve Sayın Başbakana da
şu çağrıyı yapmak istemiştim: Sayın Başbakan ya da AK PARTİ Grubunun herhangi
bir yetkilisi bu ülkedeki sadece Müslümanların Başbakanı ya da onlardan sorumlu
bir yetkili değildir demiştim. 76 milyonun, bu coğrafyada yaşayan her inanç grubunun
sorumluluğunu taşıyan bir yetkilidir demiştim. Dolayısıyla, Zerdüştlükle ilgili
ya da farklı inançlarla ilgili düşünceler ifade edilirken buna dikkat edilmesi
gerektiğini belirtmiştim.
Ben şuradan bir eleştiri
getirdim: İslam’ın da Türkleştirilme çabasına karşı olduğumuzu söyledim. Yani
eğer İslamlığı, Müslümanlığı “Kürtler, Türkler” diye bir yarıştırma içerisine
girersiniz, Kürtlerin Müslümanlığa geçiş tarihinin çok daha eskiye dayandığını
ve şu anda da kendisini Müslüman olarak gören Kürtlerin dinî kaygılar
noktasında diğer halklardan daha fazla kaygıyla kendi hayatını yaşadığını ve
inancını diğer inançlara saygı çerçevesinde yürüttüğünü ifade etmiştim.
Dolayısıyla, ateşe tapanın burada kullanılması bir hakaret unsuru taşımaz.
Dediğim gibi, binlerce yıl önceden başlayarak bugün de her bir birey, her bir
yurttaş, inancı ne olursa olsun, hatta inancı olmasa bile bizim gözümüzde
değerlidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
Siyasete de malzeme olacak bir konu değildir.
Teşekkür ederim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Baluken.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26
milletvekili tarafından Uludere katliamının tekrar incelenmesi ve faillerinin
araştırılarak yargı karşısına çıkarılması amacıyla 29/5/2013 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak Genel Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi (Devam)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Ordu Milletvekili Sayın İhsan Şener. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
İHSAN ŞENER (Ordu) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilen -28
Aralık 2011 tarihinde, gerçekten de üzücü bir olayla ilgili verilen- araştırma
önergesinin aleyhinde söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu tür olayların gerçekten de
aydınlatılması lazım, burada mutabıkız. Biz, İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonunda oluşturulan alt komisyon marifetiyle bir yılı aşkın bir süre bu
konuyla ilgili çalıştık. Katkısı olan -muhalefetten, iktidardan- arkadaşlara
teşekkür ediyorum.
Araştırma komisyonlarının
süresi 3+1 ya da 2’dir. Dolayısıyla, bu kadar uzun zamanda bütün bilgi ve
belgeleri toplama gayretinde olarak bir rapor ortaya koyduk. Muhalefet
partilerine ait milletvekili arkadaşlarımız da muhalefet şerhlerini yazdılar.
Ben, tabii, Komisyonun Başkanı olmak marifetiyle titizlikle bu arkadaşlarımızın
da muhalefet şerhlerini okudum.
Şunu açıklıkla ifade edeyim:
Bu olayın meydana gelmesinde yapısal, istihbari, güvenlik açısından ve siyasi
açıdan hangi eksiklikler, kusurlar vardır; bunlarla ilgili elde ettiğimiz
bilgiler ve belgeler ışığında kasta dair bir belgeye rastlayamadığımızı ifade
ettik.
NURETTİN DEMİR (Muğla) –
Genelkurmayı çağırdınız mı?
İHSAN ŞENER (Devamla) – Sayın
Hasip Kaplan “Kasıt yoktur ifadesi kullanıldı.” diyor, bu doğru değil.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu
tabiri çıkarsaydınız.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Hayır, şimdi, bakınız, orada çok net bir ifade vardır. Elde ettiğimiz bilgi ve
belgelerden kasta dair belgeye biz ulaşamadık.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Size
cevap vermediler ki, dinlemediniz ki…
İHSAN ŞENER (Devamla) – Şunu
takdir edersiniz ki, bu olayla ilgili kurulmuş olan Komisyon bir inceleme
komisyonudur ve bu meydana gelen gerçekten de üzücü olayla ilgili bir duygusal
kopuş süreci yaşanmasın diye hem muhalefete ait milletvekilleri, genel
başkanlar hem iktidar partisine ait Hükûmet üyeleri, Mecliste kurulan komisyon,
bölgede o insanlarla, acıyı çeken insanlarla birlikte olmaya çalışmıştır.
Burada, muhalefet ve iktidarın gayretleri takdire şayandır, onu, bir defa,
altını çizerek belirtmek istiyorum.
Ne hazindir ki, bu tür
olaylar -daha eskiye de gidebiliriz ama- 1977’de Taksim’de, 1993 yılında
Başbağlar’da, Sivas’ta, Yavi’de, yine 1993 yılında Bingöl’de, her olayda 30’u
aşkın vatandaşımızın ölümüne sebep olan bir sistemin işleticileriyle omuz omuza
olarak çözülmez. Burada yanlış işleyen bir sistem var. bu sistemden beslenen,
bu sistemi korumaya çalışan her insan bu ölümlerden sorumludur.
Türkiye’de adaletin tesisi,
tam demokrasinin tesisi ve hesap verebilir bir devletin mekanizmalarını
oluşturmak için gerçekten de AK PARTİ’nin yaptığı gayretleri her defasında
burada kötüleyerek, küçümseyerek, milletin nezdinde küçük düşürerek bu
olayların üstesinden gelemeyiz ve bu olayları tekrar tekrar yaşayabiliriz.
Yapmamız gereken çok açıktır. Yapmamız gereken, bu tür ölümleri üreten sistemle
hesaplaşmaktır. Bu sistem, belli dönemlerde hep ölüm üretti. Sisteme dair,
sistemin şeffaflaşmasına dair, demokratikleşmesine dair, adaletin tam tesis
etmesi için yapılacak olan yapısal değişikliklerde bu sistemin işleticileri ve
bu sistemin, karanlık sistemin işletilmesinde rol alan insanların hesaba
çekilmesinde Hükûmetin yanında mı durdunuz, karşısında mı durdunuz? Bu soruya
her birimiz vicdanımızla doğru cevap vermek zorundayız. Yapılması gereken şey
şudur: Evet, gerçekten üzücüdür, oradaki anaların acılarını biz yüreğimizde
hissediyoruz, hissettik, gittik, hep birlikte gördük. Kesinlikle, yapılması
gereken…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Sistemin başında sen varsın, sen. On bir senedir iktidar sende.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Lütfen, lütfen…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ne
“lütfen”i yani.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Yapılması gereken…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – On
bir senedir sen yönetiyorsun bu sistemi. Daha neyi savunuyorsun.
İHSAN ŞENER (Devamla) – On
bir senedir de sizin bu anlamsız muhalefetinizle uğraşıyoruz. Lütfen...
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bırak
sistemi.
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak,
lütfen...
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Yapılması gereken şey, el birliğiyle bu ölümleri üreten süreçlere müdahale
etmektir.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Buralardan besleniyorsunuz hep ya! Yeter ya! Yeter “sistem”e ya! Hep buralardan
besleniyorsunuz ya!
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Şimdi, arkadaşlar, bu rapor, bizim İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
tarafından hazırladığımız rapordur, “Ortada bir rapor yoktur.” diyenlerin incelemesine
sunuyorum. Bu da Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği muhalefet şerhidir. Her
ikisini de… Zaten bunu birlikte hazırladık, arkadaşlarımız tenkit ettikleri
hususların tamamında haksız olduklarını kendileri de biliyorlar. Şu muhalefet
şerhinde burada bizim dercettiğimiz, yazdığımız konuların; teknik konuların,
istihbaratla ilgili konuların, güvenlikle ilgili konuların hiçbirine burada
değinilmemiş ama ne yapılmış? Günbegün olay anlatılmış; her birimizin şahit
olduğu şeylerdir, bütün belgeleri birlikte okuduk, bütün görüntüleri birlikte
izledik, yapılan şey bunların takvim sırasına konulup sonunda da gerçekten
–tırnak içinde söylüyorum bunu- “sorumsuzca” oraya “Şu insanlar sorumludur; şu
siyasi, şu güvenlik açısından sorumludur.” diye insanları yazmaktır. Biz bir
mahkeme değiliz. Burada yapılması gereken şey yapılmıştır, bundan sonraki süreç
cezai konudur. Cezai konuyla ile ilgili de, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı bu
hususla ilgili soruşturmasını devam ettiriyor, neticesini hep birlikte
gözleyeceğiz.
Buradan, Cumhuriyet Halk
Partisinin araştırma önergesi vererek olayı aydınlatmaya yönelik girişimi belki
masumane karşılanabilir ama bu tür olayların olmasına sebep olan süreçleri ve
yapıları gelin, el birliğiyle değiştirelim, dönüştürelim, daha şeffaf, daha
hesap verebilir, daha adil bir sistem oluşturalım derken, başka kulvarlarda
koşup, başka insanların destekçisi oluyorsunuz. Yapılması gerekenleri hep
birlikte yapalım; ölüm üreten sistemi, insanın hayatına saygı duyan, onu onurlu
kılan bir sistem hâline, adil bir sistem hâline dönüştürelim ve hesap verebilir
bir sistem hâline getirelim. Burada tereddüdümüz yok, çabamız da bunun için.
Biraz önce her çıkan sözcü,
buradan “Bunu bir siyaset malzemesi hâline getirmeyelim.” diyor ama her
defasında da buradan bir siyasi rant elde etmek için seçmene selam mantığıyla,
hiç doğru olmayan, hiç adil olmayan cümleler kullanıyor. Doğru işler doğru
yöntemlerle yapılır.
Araştırma önergesinin ben
aleyhindeyim, sebebi de şudur: Üç ay, dört ayda bu bizim elde ettiğimiz…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Araştırın da sistem çıksın ortaya Hoca! Araştırın da sistemde mi hata, nerede,
çıksın ortaya!
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Dolayısıyla yapılması gereken şey çok nettir.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Kaçmayın, kaçmayın!
İHSAN ŞENER (Devamla) – Hiçbir
yere kaçmıyoruz biz.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Araştırın, sistem mi, ne, çıksın!
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Yapmamız gereken çok nettir. Kimlerle nasıl iş birliği yaparsınız… Herkesin
reyi kutsaldır, herkesin oyu kutsaldır, kimin ne oy vereceğini biz burada tayin
etmiyoruz, biraz sonra oylanacaktır inşallah…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Araştırın, sistem çıksın ortaya!
İHSAN ŞENER (Devamla) – …öyle
umut ediyoruz ki ben şahsen bu araştırma önergesinin, bir araştırma komisyonu
kurulmasına dair önergenin bu olayın aydınlatılmasına katkıda bulunacağını
düşünmüyorum.
Dolayısıyla, bu önergenin
aleyhinde olduğumu belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın
Başkan, arkadaşlar vahiy bekliyor herhâlde veya ecinniler geldi onlar yaptı!
Hiç kimse yok!
BAŞKAN – Bir saniye, şimdi
sırayla geliyoruz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı konuşmasında, Uludere’de 34
vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan o bombalama olayıyla ilgili
olarak muhalefet şerhi veren Cumhuriyet Halk Partili üye Sayın Levent Gök
milletvekili arkadaşımızın muhalefet şerhinin içeriğini başka bir anlama
gelecek şekilde bir değerlendirme yapmıştır, sorumsuzca bir muhalefet şerhi
olarak onu nitelendirmiştir. Sataşma nedeniyle Sayın Levent Gök adına söz
istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
9.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, Ordu Milletvekili İhsan Şener’in
CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’mizin yakın tarihinin en trajik
olaylarından bir tanesini konuşuyoruz. Elbette bu zaman aralığında her şeyi
konuşmamız söz konusu değil ancak az önce konuşan Meclis İnsan Hakları
Komisyonu Uludere Alt Komisyonu Başkanı Sayın Şener partimizin yazmış olduğu
muhalefet gerekçesini sorumsuz ve başka kesimlere hizmet edecek şekilde
değerlendirmiştir. Bu raporumuz, değerli arkadaşlarım, bastırılmış ve
kamuoyuyla paylaşılmıştır. İnsan hakları mücadelesi önemli savaşımları
gerektirir, kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz.
Ancak, Uludere Alt Komisyonu
Başkanı Sayın İhsan Şener acaba o raporu kendisi mi yazmıştır, AKP’nin
hazırladığı raporu? Çünkü en son yaptığımız toplantıya geldiğimizde
–tanıklarımız buradadır- “Arkadaşlar, ben bu raporu daha yeni gördüm.” diyerek
bu raporun başka karanlık odaklarda hazırlandığını bizzat kendisi beyan
etmiştir. Bizse alnımızın akıyla kendimiz bütün delilleri değerlendirip
raporumuza yazdık ve kamuoyuyla paylaştık ama Sayın İhsan Şener kendisinin
ifade ettiği bir konuda acaba bize ne açıklama yapacaktır? O rapor tam bir
aklama raporudur, tam bir kapatma raporudur, PKK’lıların 34 kişinin arasına
sızdığını belirterek hüküm veren bir rapordur ve meşru gösteren bir rapordur.
Burada dakikalarımız müsait değil. Tabii, bu gücü de Başbakandan aldılar,
Başbakan bir canlı yayında söylediği sözlerde “Hep sivil, hep sivil diyorsunuz,
bakalım onların arasında terörist var mıdır?” diyerek zaten kendilerine de yol
gösterdi. Bu rapor AKP’li üyelerin hazırladığı bir rapor değildir, zaten
Komisyon Başkanı da bunu itiraf etmiştir ama bu rapor bizim alnımızın akı gibi
kendi raporumuzdur. (CHP sıralarından alkışlar)
İHSAN ŞENER (Ordu) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Sayın Şener, size
söz vereceğim ama şimdi Sayın Hasip Kaplan’ı dinleyelim sonra ikisine beraber…
Evet, bir dakika Sayın
Kaplan, ne diyorsunuz, önce onu bir göreyim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan, Alt Komisyon Başkanı raporundaki “Kasıt yok.” kavramıyla ilgili
vardıkları sonucu açıklarken, İç Tüzük hükümlerini göz ardı ederek vardıkları
bir kanaati açıkladı. Bunun yargısal olmadığını söyledi. Bu doğru değil.
BAŞKAN – Peki, buyurun. Ama
sinirlenmeden lütfen. Yeni yatıştırdık ortamı.
10.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Ordu Milletvekili İhsan
Şener’in CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tabii
zaten sorun orada arkadaşlar. Siz mahkeme değilsiniz ki. Eğer mahkeme
olsaydınız, adil olsaydınız… Gittiniz Şırnak’a İnsan Hakları Komisyonu üyeleri
olarak, sınır tümen komutanı İlhan Bölük size “Bizim haberimiz yoktu
bombalamadan.” dedi. Sordunuz, size cevap verdi, “Saat 21.00’de hava trafiğine
kapatıldı orası.” dedi. Peki, siz bu kastı madem araştırıyordunuz, insan sormaz
mı “Genelkurmay Başkanlığından kim bu kararı verdi? Malatya’da Hava Kuvvetleri
Komutanlığında masa başında oturan kimdi? Oradan Diyarbakır’a kim emri verdi?
Hangi pilotlar uçurdu? Hangi Heron’dan bilgi geldi? Hangi Predator’dan geldi?”
diye? Sınır ötesinde 34 yurttaşımız bile bile katlediliyor, öldürülüyor, bir
tekini dinleyemiyorsunuz. Bir tekini, bir tek görevliyi Meclise getirip
dinleyemediniz. Bir tek görevliyi, Allah aşkına, vicdan, bir tek görevliyi
dinlemeden siz nasıl bu sonuca varırsınız “Kasıt yok.” diye? Kasıt buradadır,
kasıt bu karartmadadır, kasıt bu rapordadır. Bu yanlış sizi kurtarmaz, tarih
önünde sorgulanırsınız. Ben size bunun tarihî sorumluluğunun ağır olduğunu
söylüyorum ve ben size şunu söylüyorum… Diyorsunuz ki: “Biz Başsavcılığa,
Diyarbakır’a sevk ettik.” Oo, maşallah, sizin raporunuzu dayanak yapar,
görevsizlik de verir, yetkisizlik de verir, dosyayı da kapatır. Siz Irak’ta,
sınır ötesinde Kürdistan yönetimini dinlediniz mi? Predatorlar için
Amerikalıları dinlediniz mi? Siz bir onbaşıyı dinleyemediniz, onbaşıyı,
onbaşıyı! Siz Meclis adına kara bir sayfa yazdınız. Bu rapor kara bir lekedir,
sizi aklamaz. Hâlâ şansınız var, gelin, beraber düzeltelim diyoruz.
Ve şunu söylüyorum: Ne olur,
yaramız derindir, deşmeyin, deşmeyin. Konuşurken, bu süreçte gelin, beraber,
omuz omuza, yüzleşme ve hakikatler komisyonuyla bunu beraber çözelim, birlikte
çözelim. Barış istiyorsanız ana muhalefet de gelsin, siz de katılın, gelin, hep
beraber çözelim. Bakın, MHP de araştırmak istiyor.
Saygılarımla.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Sayın Şener, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
11.- Ordu Milletvekili İhsan Şener’in, Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında ve Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
İHSAN ŞENER (Ordu) – Şimdi,
Sayın Kaplan, bir hukukçusunuz ve okuduğunuzu anlayacak düzeyde olduğunuzu
düşünüyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ben
otuz iki sene ceza avukatlığı yaptım. İnsan hakları hukukçusuyum ben, ne
dediğimi biliyorum.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Raporun ne anlama geldiği, o cümlenin, çok açıktır. Biz orada “Kasıt yoktur.”
ifadesini kullanmıyoruz, bu bir.
İkincisi: Sayın Levent Gök,
biz bir değerlendirme toplantısı yaptık. Bu değerlendirme toplantısında, bütün
Komisyon üyesi arkadaşlarımız -araştırma değil, inceleme komisyonu- bu
toplantıda herkes kendi görüşlerini ortaya koydu ve raportörler Komisyonda
rapor tuttular. Bundan epey bir süre sonra biz bir araya geldiğimizde bizim bu
görüşlerimizden kaynaklı olarak “Raportörlerin hazırladığı raporu ben yeni
gördüm.” dedim, bu bir.
İkincisi: Bu rapor bu
Komisyon üyelerinin ürünüdür, sizin de içinde olduğunuz Komisyonun üyelerinin
ürünüdür. Asla…
LEVENT GÖK (Ankara) – Ama o
sözü söylediniz siz.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Hayır, ben niçin söylediğimi size söylüyorum.
LEVENT GÖK (Ankara) – “Ben bu
raporu daha yeni gördüm.” dediniz.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Arkadaşlar, ben niçin söylediğimi şimdi söylüyorum.
İki ay geçmiş biz
değerlendirmeyi yaptıktan sonra, raportörler bir rapor hazırlamışlar. Bu raporu
değerlendirmek üzere bir araya geldiğimizde “Ben de sizin gibi bu raporu yeni
görüyorum.” dedim, doğru. Çünkü biz elimizle yazacak değiliz. Bizim düşüncelerimizi
raportörler dile getirecekler.
LEVENT GÖK (Ankara) – Oylama
yaptığımız toplantıda söylediniz bunu İhsan Bey, oylama yaptığımız toplantıda
söylediniz, tanıkları var burada. Olur mu böyle bir şey?
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Hayır, hayır, Levent Bey, lütfen, lütfen. Diğer arkadaşlarımız da buna
şahittir, tarih de şahittir, tutanaklar da şahittir.
LEVENT GÖK (Ankara) – Gayet
tabii.
İHSAN ŞENER (Devamla) –
Dolayısıyla, bu husus da -çok açık ve net söylüyorum- Komisyonumuzun raporudur.
Komisyonumuz, raporunun arkasındadır ve inşallah, öyle umut ediyorum ki bu tür
karanlık, bu tür milletimizi derinden üzen, bütün sıkıntıları bize yaşatan
olaylar bir daha yaşanmaz diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Şimdi, şöyle geçin
siz. Onların hepsi konuşuldu. Yüksek sesle söyleyin, tutanaklara geçsin,
öneriyi oylayacağım.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Hayır, hayır, Sayın
Kürkcü, orada, grubunuzun önünde yüksek sesle söyleyin, tutanağa alınsın.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Peki, Sayın Başkan, Komisyon Başkanı, Alt Komisyon Başkanı yanlış bilgi
veriyor. Bu komisyon raporu sadece çoğunluk üyelerinin, Adalet ve Kalkınma
Partisi üyelerinin oylarıyla kabul edilmiştir. Üç muhalefet partisi buna karşı
oy kullanmıştır. Baştan bu rapor yazılırken de, rapor tartışılırken de esastan,
usulden ve içerik bakımından karşı olduğumuzu belirttik ve muhalefet şerhimizi
verdik. Bu rapor AKP’li üyelerin oyları karşısında CHP, MHP ve BDP’li üyelerin
aleyhte oylarıyla çoğunluk esasına göre kabul edilmiştir. Biz bu raporun
içeriğiyle, esasıyla, süreciyle, yöntemiyle mutabık değiliz. Bu raporun ortaya
koymaya çalıştığı yaklaşıma temelden karşıyız, buna muhalefet şerhlerimiz de
vardır. O yüzden bizim raporumuz değildir, onların raporudur.
BAŞKAN – Tamam Sayın Kürkcü,
tutanaklara geçti.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddesine göre kurulmuş bir
komisyon var. Bu komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün ilgili
maddesine göre, hangi siyasi parti grubunun aldığı oy oranına göre temsil
edildiği milletvekili sayısına göre tespit edilir. Komisyonlarımız da
genellikle 17 kişiden oluşur. Bunların 10 tanesi -aldığı oy çerçevesinde- AK PARTİ
Grubuna, 4 tanesi Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna, 2’si Milliyetçi Hareket
Partisi Grubuna, 1’i de Barış ve Demokrasi Partisi Grubuna düşen oydur,
milletvekili sayısıdır.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) –
3, 3.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Burada “Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulmuş Komisyonun AK PARTİ’li
üyeleri buna ‘evet’ demiştir, bu rapor AK PARTİ’nin raporu.” demek yanlıştır.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) –
Var mı başka “evet” diyen?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu Komisyonu kurmuştur ve bu rapor Türkiye Büyük
Millet Meclisinin raporu olarak kayıtlara geçmiştir.
BAŞKAN – Evet, sizinki de
kayıtlara geçti.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, tabii, rapor Türkiye Büyük Millet Meclisi…
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sayın Başkan, herkes muhalif olabilir…
BAŞKAN - Bir saniye Sayın
Tanrıkulu, Sayın Vural’ı dinleyeyim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Rapor
Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesi doğrultusunda hazırlanmıştır ama,
dolayısıyla, böyle bir rapora muhalefet olarak katılmadığımızdan şerh
edilmiştir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Zaten şerh edilmiştir ama Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanmış
bir rapordur.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin
oylarınızla, çoğunluk iradesiyle kabul edildi yani.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul)
– Bir yanlışı düzelteceğim efendim sadece: İnsan Hakları İnceleme Komisyonu İç
Tüzük’ün 98’inci maddesi uyarınca kurulan bir Komisyon değildir, üye sayısı da
17 değildir. Yasayla kurulmuş…
BAŞKAN – Genel komisyonlar
için söyledi.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Evet, efendim.
Yasayla kurulmuş komisyondur.
Sayın Grup Başkan Vekili yanlış ifade ettiler.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Doğru, doğru, düzeltiyorum: İnsan Hakları İnceleme Komisyonu kendi içinde bir
alt komisyon kurmuştur. Bu alt komisyonda da aynı şekilde nisaba göre dağılım
yapılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, ben
düzelttim zaten, düzelttim, siz genel komisyonları kastettiniz.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın
Başkan, Komisyonu mu tartışacağız, önergeyi mi tartışacağız? Tartışma konusu,
Komisyon raporu veya Komisyon değil; tartışma konusu, önerge.
BAŞKAN – Şimdi, isterseniz,
muhteremler, çok teşekkür ediyorum hepinize de, bakın, saat yedide televizyon
kapanıyor, önemli bir kanun görüşeceksiniz, ben de yöneteceğim. Telaşımın
sebebi, yani konuşma yapacak arkadaşların televizyondan sözlerinin milletimiz
tarafından izlenmesidir. Şu öneriyi oylayayım, yediden sonra tekrar bakarız
bazı şeylere, olur mu?
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 26
milletvekili tarafından Uludere katliamının tekrar incelenmesi ve faillerinin
araştırılarak yargı karşısına çıkarılması amacıyla 29/5/2013 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak Genel Kurulun 30 Mayıs 2013 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir.
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile
Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 453) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu, 453 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz
isteyen Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zühal
Topcu.
Buyurun Sayın Topcu. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili söz almış
bulunuyorum Milliyetçi Hareket Partisi adına. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye’nin en önemli
sorunlarından olan eğitim sorunu, AKP iktidarıyla iyice içinden çıkılmaz bir
hâl almıştır. İnsan kaynaklarının planlı ve programlı şekilde yetiştirileceği
ocaklar olan eğitim kurumlarının tek bir bireyi bile harcama lüksü olmadan
planlanıp programlanması gerekmektedir. Eğitim, bireylere yaşam boyu hizmet
sunan bir süreçtir. Eğitim, toplumların ekonomik, sosyal, kültürel ve politik
gelişmelerini doğrudan etkilemektedir. Millî gelirde dünyanın ilk 20 ülkesi
arasına giren Türkiye’ye “2023 için ilk 10’a girmek istiyoruz.” diyenler,
2023’te 500 milyar dolarlık ihracat ve kişi başına 25 bin dolarlık gelir düzeyi
hedefleri koyanlar, nedense, bunu sağlayacak olan insan kaynağının matematikte
43’üncü sırada, okumada 41’inci sırada, bilimde de 43’üncü sırada olmasını
umursamamaktadır.
OECD tarafından her yıl
yayınlanan kaliteli yaşam endeksinde Türkiye’nin gelir, istihdam, eğitim,
sağlık, çevre koşulları, güvenlik gibi 11 kriterden oluşan değerlendirmede yine
OECD ülkeleri arasında en son sırada yani 36’ncı sırada olduğunu hepimiz
biliyoruz. Zaten, iki gün önce basında geniş olarak yer aldı. Bireylerin
eğitimlerindeki bir birimlik artış, demin yukarıda ifade ettiğimiz, ismini
saydığımız bu kriterlerde önemli derecede gelişmelere zemin hazırlamaktadır.
İnsan kaynaklarının, çağdaş bilim ve teknolojinin, toplumun ve çalışma
yaşamının gereklerine uygun niteliklerde yetiştirilmesi, ancak nitelikli ve
kaliteli eğitimlerle mümkün olmaktadır. Kaliteli eğitimin verilmesi gereken en
önemli basamaklardan bir tanesi de üniversitelerdir. Çünkü, üniversitelerin
varoluş amaçları, toplumların en dinamik ve faal unsurları olarak toplumun
ufkunu açma, rehberlik etme ve aydınlatma olmaktadır. Bu aydınlatma
çerçevesinde, üniversiteler, muhakeme etmenin, akıl yürütmenin, sorgulamanın,
sorumluluk duygusunun, hayal kurmanın, vizyon geliştirmenin, yaşama ve
öğrenmeye heyecan ve heves beslemenin yani öğrenmenin öğrenilmesinin yapıldığı
yerlerdir. Üniversitede, dünya görüşü kazanılır; koşullar ne olursa olsun,
bilgiye ulaşmanın ve tüm veriler arasında en doğrusunu seçmenin yöntemleri
öğrenilir. Yükseköğretim, bir ülkenin en gelişmiş beyinlerinin bulunduğu,
ülkenin nitelikli insan gücünü yetiştiren, bilime, araştırmaya, teknoloji
üretimine ev sahipliği yapan bir sektördür. Ülkelerin rekabet gücü de büyük
ölçüde eğitimli ve nitelikli insan gücüne bağlıdır. Üniversiteler de bunları
gerçekleştirmesi gereken anahtar kurumlardır.
Deminden beri eğitimin
önemine binaen yaptığımız bu konulardan sonra, şöyle, bunların ülkemizde hangi
basamaklarda gerçekleşebildiğine baktığımızda, ülkemizin gerçekten eğitim
konusunda içler acısı içerisinde olduğunu görebiliyoruz ve rahatlıkla da
söyleyebiliyoruz. Şimdi, Türkiye’de, üniversitelerin gerçekten çok önemli
sorunları bulunmaktadır. Genel olarak baktığımızda üniversitelerin sorunlarına,
önce, öğretim elemanlarının maaş ve özlük sorunları olduğunu biliyoruz; YÖK’ün
merkeziyetçi yapısı sorunu olduğunu biliyoruz; insan kaynaklarının
değerlendirme sorunu olduğunu görebiliyoruz; yönetim sorunu olduğunu
görebiliyoruz ve vizyon oluşturmada üniversitelerin gerçekten problem
yaşadıklarını görebiliyoruz.
(x) 453 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Yukarıda saydığımız maddeleri
üniversitelerin genel sorunları arasında sayar isek, bir de yeni kurulan
üniversitelerin kendilerine ait özel sorunları bulunmaktadır. Bunlarda fiziki
altyapı sorunları, ekonomik sorunlar, kurum kültürü oluşturamama durumları ve
nitelikli eleman sorunları bulunmaktadır. Özellikle ülkemizin cumhuriyet
döneminde yetiştirdiği bilim adamlarından olan Profesör Doktor Cahit Arf,
konuşmasında “Üniversite kurulmaz, üniversite olunur.” ifadesiyle
üniversitelere anlamlı vurgu yapmıştır. Genel olarak da ifade edersek
“Üniversite için yeterli altyapı mevcut mu, yeterli öğretim üyesi var mı,
kütüphanesi ve gerekli veri iletişim ağı var mı, teknolojileri ve
laboratuvarları çağa uygun olarak donatılmış mı, bina, arazi ve diğer
olanakları mevcut mu, sosyal ortam buna uygun mu ve üniversitenin açılacağı
ilde, vatandaş gözünde, yeni üniversitenin nasıl algılandığı ve nasıl olması
gerektiğine yönelik bir taban araştırması yapılmış mıdır?” gibi soruların
gerçek anlamda cevapları üniversite olunmasının göstergeleridir.
Bilişim teknolojilerindeki
gelişmelerle beraber değişen dünyada artık üniversitelerin yeniden tanımlanması
da gerekmektedir. Artık, yaşayan, canlı, etrafı ile yirmi dört saat etkileşim
içerisinde olan üniversiteler gündemdedir. Disiplinler arası geçişlerin açık
olduğu, çok yönlü etkileşimlerin olduğu yeni kuşak üniversiteleri hızla
yayılmaktadır. Çok yönlü bakabilen, çok yönlü düşünebilen, birkaç uzmanlık
alanını ortak noktalarda yorumlayabilen bireyler yetiştirmeyi hedefleyen yeni
kuşak üniversiteler, toplum içerisinde, toplumla beraber yaşama alanı
bulmaktadır ve herkese kapısını açmaktadır; şu andaki aktif üniversitelerimizin
yaptığının tam tersine kapıları kapatarak değil, toplumla beraber, toplumla
birlikte ayakta kalmayı getirmektedir.
Yeni kuşak üniversitelerde
öğrencinin ve öğretim elemanının beraberce çalışarak, bilgiyi ortak üreten ve
bilgiyi pazarlayan kişiler olarak takım çalışması yapması tercih edilmektedir.
Artık, katma değeri yüksek, dünyada söz sahibi olan üniversitelere ihtiyaç
vardır. Lider ülke Türkiye’yi gerçekleştirmek için en büyük pay
üniversitelerimize düşmektedir. Bunun için de kaliteli üniversitelerde bilimsel
makale ve atıf sayıları, AR-GE harcamaları, doktora öğrenci oranları, web
sayfalarının performansları, patent sayıları önem arz etmektedir. Bir örnek
verecek olursak özellikle patent sayıları açısından, Türkiye’nin en iyi
üniversiteleri on yılda ortalama 20 patent başvurusu yaparken Batı’daki iyi
üniversitelerde bunların yılda 277’ye kadar ulaştığı görülmektedir.
Bir başka açıdan
baktığımızda, üniversitedeki öğretim üyeleri başına düşen öğrenci sayıları
açısından olayları değerlendirdiğimizde, 2012 URAP verilerine göre hâlâ birçok
üniversitede öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 50’nin üzerinde,
hatta bazı üniversitelerde 100’ün üzerinde olduğu görülmektedir.
Bir başka açıdan,
üniversitenin ve hatta o ülkenin kalite göstergelerinden biri olan kütüphane
özellikleri açısından olaya baktığımızda durumun çok daha vahim olduğunu
görebiliyoruz. Türkiye’de tüm üniversitelerin kütüphanelerindeki toplam kitap
sayısı 11 milyon 700 iken dünyanın en büyük kütüphanesi olan Amerikan Kongre
Kütüphanesinde yaklaşık 30 milyon cilt kitap olduğu, Harvard Üniversitesinde ve
Boston Üniversitesinde yaklaşık 15,5 milyon kitap olduğu bildirilmektedir.
Türkiye’deki tüm üniversitelerin kütüphanelerindeki toplam kitap sayısının
Amerika’daki bir üniversitenin kitap sayısına bile ulaşamadığının acaba
farkında mıyız?
Yükseköğretimin önemli
sorunlarından bir tanesi de kontenjanların değerlendirilme sorunlarıdır. Şu
anda ülkemizdeki pek çok fen ve edebiyat fakültesi öğrenci bulamadığı için
kapanma noktasına gelmiştir. Fen ve edebiyat fakültelerindeki bölümlere ayrılan
kontenjan son üç yılda 10 binlik bir düşme kaydetmiştir ve buna rağmen hâlâ
kontenjanlar boş kalmaktadır. Bu bölümlerde 2012’de kontenjanların yarıdan
fazlası boş kalmıştır. On bir yıllık sürede, 2002’den beri iktidarda olan
AKP’nin gösterdiği performans aslında yalnız bunlarla değerlendirilmemektedir.
Kontenjanların dolmaması sebebiyle 58 tane bölüm kapanmak zorunda kalmıştır.
Taşradaki üniversitelerin fen fakültelerinin bölümlerini tercih edenlerin
sayısı 2’yi veya 3’ü geçmemektedir. Puanlar yaklaşık 30-40 puan kadar
düşmüştür. Yerleşen öğrenciler -bunlar çok önemli konular arkadaşlar- yalnızca
soruların yüzde 15’ini yaparak bu bölümleri kazanmışlardır. Millet olarak kendi
bilimimizi kendimiz üretmek, kalkınmak, ilerlemek ve sürdürebilir hâle getirmek
istiyorsak bu bölümleri tekrar canlandırıp, cazip hâle getirip tercih edilmesini
ve çağın gerektirdiği bilim ve teknolojiyi üretecek duruma gelmesini sağlamamız
gerekmez mi?
2012 yılında “Türkiye'de
Temel Bilimler, Durum Tespiti ve Yapılması Gerekenler” diye bir rapor
hazırlanmıştır. Bu rapora göre, 2023 yılı için belirlenen hedefleri
gerçekleştirebilmek için, yer altı kaynaklarından değil, bilim ve teknoloji
üretilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu rapora göre, pirincin 1 kilogramı 2
dolar, etin 1 kilogramı 15 dolar, otomobilin kilogramı 50 dolar, uçağın
kilogramı 250 dolar, dizüstü bilgisayarın kilogramı 1.000 dolar, cep
telefonunun kilogramı 5 bin dolar, uydunun kilogramı 100 bin dolar, süper
iletken hızlandırıcılar 200 bin dolar civarındadır. Şimdi, bu bize
göstermektedir ki temel bilimler alanına hak ettiği önem verilerek bilim ve
yüksek teknolojiye dayalı üretim yoluyla ancak ülkemizin gelişmişlik düzeyi
artırılabilir.
Fen ve edebiyat
fakültelerindeki bu içler acısı hâli tetikleyen bir başka neden de öğretmen
yetiştirmede uygulanan öğretmenlik formasyon eğitimindeki belirsizliklerdir. On
yıllık iktidar döneminizde veya on bir yıllık artık, formasyonla ilgili sürekli
kararlar değiştirerek öğrenciler mağdur edilmiştir. Aynı mağduriyet aslında
eğitim fakülteleri için de geçerlidir. Döneminizde o kadar çok eğitim fakültesi
açıldı ki şu anda yüz binlerce öğrenci adayı yanlış istihdam politikalarıyla
işsiz ve çaresiz bırakılmıştır. AKP iktidarı, ısrarla, kendi koyduğu
politikalarla çelişmektedir. Eğitim fakültelerinde bilgisayar ve öğretim
teknolojileri eğitimi bölümleri açıp öğretmen yetiştirirken okullarda
“Öğrenciler zaten bilgisayar bilerek geliyor.” diyerek bilgisayar derslerini
kaldırdınız. Yalnız, çok yeni, bir hafta önce 4’üncü ve 5’inci sınıflara tekrar
zorunlu olarak bu dersler getirildi. Onu da bildirmek istiyoruz, en azından
hatanın neresinden dönülürse kârdır zihniyetiyle bunun olumlu bir davranış
olduğunu da belirtmek istiyoruz.
Yine, “yılın projesi” olarak
ifade ettiğiniz teknoloji tabanlı FATİH Projesi’ni uygularken diğer ortaokul
kısmında da bu derslerin kaldırılması herhangi bir cehalet kavramıyla da izah
edilememektedir.
Üniversitelerde çalışan
öğretim elemanlarının maaşları ve özlük hakları da üniversite sorunları
arasında önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizde genel ücret skalaları
düşünüldüğünde akademisyen maaşlarının gerçekten çok alt düzeyde kaldığı herkes
tarafından bilinmektedir. Özellikle araştırma görevlilerinin ve yardımcı
doçentlerin mağduriyetlerinin birçok sözler verilmesine rağmen hâlâ
giderilmediği görülmektedir. Bundan otuz yıl önce araştırma görevlilerinin
maaşı mühendis maaşından yüzde 38 daha yüksekti. 2013 yılı itibarıyla ise
araştırma görevlileri maaşı 2.200 lira, yardımcı doçent 2.600 lira, şube müdürü
3.250 lira, mühendis maaşı da 3.400 liradır; aradaki farkı hesaplamayı ben
sizlere bırakıyorum. Üniversitelerdeki akademisyen özlük hakları yerle bir
edilmiştir. Verdiğiniz ücretlerle üniversitelerde artık akademisyenleri tutmak
mümkün olmamaktadır. Bu paralarla hangi bilimsel çalışmalar yapmalarını
beklemektesiniz? 2023 Türkiyesi’ne hangi yüzle girilecektir? Ayriyeten,
araştırma görevlilerinin görev tanımları yok, hocalarının arabalarını
yıkadıklarını, evlerini temizlediklerini bildirenler bile var. Böyle çarpıcı ve
yüz kızartıcı olaylar da tarihe not olarak düşmüştür.
Ayrıca, yardımcı doçentlerin
karşı karşıya kaldığı derece sınırlandırılması ve çalışmalarındaki süre
sınırlandırılması mağduriyetinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Özelikle
vurgulamak istiyorum ki üniversitede nitelik sorununu gidermek için akademisyenlerin
özlük problemlerini çözmek şarttır.
YÖK’ün getirdiği ve dayattığı
sistem ideolojik, merkeziyetçi, dayatmacı, otoriter bir sistemdir. Bu sistem,
bütün üniversitelerde tek tip elbiseyi giymeye zorlamaktadır. AKP olarak,
iktidara gelmeden önce en fazla yakındığınız YÖK ile ilgili konularda, iktidara
geldikten ve kontrolü ele geçirdikten sonra hiçbir şikâyetiniz olmamıştır ve
hâlâ üniversiteleri 80’li yılların YÖK Yasası ile yönetmeye devam etmektesiniz.
Katma değeri olmayan eğitim sistemiyle gençlik yetiştirmede hâlâ ısrar
edilmektedir.
Ülkemizde mesleki eğitim de
gereken cazibesini artık yitirmiştir. 2013 yılında, özellikle Yükseköğretime
Geçiş Sınavı, yani birinci basamak sınavında meslek okullarından barajı geçen
öğrencilerin yüzdesi, yalnızca yüzde 27’dir. Demin, Milliyetçi Hareket Partisinin
verdiği mesleki ve teknik eğitimin sorunlarına yönelik önergeyi hep birlikte,
AKP iktidarı olarak “Mesleki ve teknik eğitimin sorunlarını çözdük.” diyerek
reddettiniz. Burada, aslında bu rakam bile, yalnızca üniversite sınavını
kazanan, birinci basamağı kazanan öğrencilerin yüzdesinin yüzde 27 olması bile
bu sorunun kar topu gibi karşımızda durduğunu bize göstermektedir, onu
belirtmek istiyoruz.
Şimdi, birçok sorun var,
bunları aslında artırabiliriz, bu örnekleri artırabiliriz. Eğitim kademeleri birbirine
bağlı, birbirinin devamı olan kademeler olduğu için hepsinin bir bütün
içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Eğitimin en önemli çıktıları
mezunların istihdamıdır. OECD’nin yeni açıklanan raporunda, özellikle 15-24 yaş
arası gençler arasındaki işsizlik oranının yüzde 18,4 olduğu verilirken, bu
oranın üniversite mezunlarında yüzde 20’ye yaklaştığı bildirilmektedir. Bu
raporların sonuçlarının çok dikkatli ve detaylı bir biçimde yorumlanması
gerekiyor. Bu sorun, üniversitelerin verdikleri eğitimin içeriği ve
politikalarının gözden geçirilmesini gündeme getirmektedir. Ayrıca, ülkelerin,
gençliğe yönelik politikalarını da değerlendirmesi lazım.
Son günlerde gündeme gelen
alkolle ilgili düzenlemelerde gençliğin malzeme olarak kullanılması, biz Milliyetçi
Hareket Partilileri çok üzmüştür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Türk
gençliğinin büyük çoğunluğunun kötü alışkanlıklardan uzak olduğunu biliyoruz.
TÜİK’in yaptığı en son araştırmada da gençliğin yüzde 83’ünün hiç alkol
almadığı belirtilmektedir. Bu verilere ve gençliğimize olan inançla,
gençlerimizin, Sayın Başbakanın “Gece gündüz içen, kafası kıyak bir nesil
istemiyoruz.” ifadesi ile bu konuda töhmet altında bırakılması hiçbir
gerekçeyle bağdaşmamaktadır. Gençlik gelecektir, milletin geleceğidir. Onların
en iyi biçimde yetiştirilmesi için iktidar olarak on bir yılda hangi ortamları
onlara sundunuz? Gençlerimiz en iyiye layıktır, onlar bizim gururumuzdur. Bunun
için, diyoruz ki: Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yeni kurulacak olan 5 yeni
üniversitemizin yukarıda belirttiğimiz kriterlere göre, geleceğimiz olan
gençlere hak ettikleri kaliteli eğitimi vereceklerini ümit ediyoruz ve
başarılar diliyoruz.
Aynı zamanda, AKP iktidarının
on bir yıldır arapsaçına çevirdiği ve yine, 8 Haziranda başlayacak olan sınav
maratonuna katılacak olan hem öğrencilere hem de velilere başarılar diliyoruz.
İnşallah, bu konunun da en kısa zamanda çözülmesi dileğiyle deyip teşekkür
ediyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Topcu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Fatma Nur Serter. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA FATMA NUR
SERTER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 453 sıra sayılı
Yasa’yla bugün 1 vakıf üniversitesinin isminin değiştirilmesi teklif edilmekte,
5 yeni vakıf üniversitesi kurulmaktadır. Yeni kurulacak olan 5 vakıf üniversitesinin
2 tanesi tematik üniversitedir, 1 tanesi adli tıp bilimleri konusunda
eğitim-öğretim verecektir, diğeri de “tarım ve gıda” adını almış olan, Konya’da
kurulan bir vakıf üniversitesidir.
Şimdi, ben öncelikle Altın
Koza Üniversitesinin isminin “İpek Üniversitesi” olarak değiştirilmesi
teklifiyle ilgili görüşlerimizi ifade etmek istiyorum. Altın Koza Üniversitesi
yıllar önce kurulmadı, yeni kuruldu ve kurulduktan kısa bir süre sonra da bir
isim değişikliği teklif edildi. Kurucusu olan vakıf -bir holdingin kurmuş
olduğu vakıf- adının ilk kelimesini “altın” ekiyle üniversite adı olarak teklif
etmişti, şimdi adının ikinci kelimesini üniversite adı olarak teklif ediyor ve
değiştirmek istiyor.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, Sayın Bakan; bir vakıf üniversitesi kurulurken adı bile doğru
saptanamıyorsa ve kurulduktan kısa bir süre sonra isim değişikliği teklif
ediliyorsa bu, vakıf üniversitelerinin ne kadar özensiz, ne kadar üstünkörü, ne
kadar ön çalışma yapılmadan kurulmuş olduğunun bir göstergesi değil midir? (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bir
üniversite, kurulduktan sonra adının yabancı dillere çevirisinin pek de hoş
olmayacak anlamlara geldiğini fark etmiş, Rusçasını beğenmemiş, adının
değiştirilmesini teklif ediyor. YÖK’ün üniversite isimleri konusundaki bu
teslimiyetçi tavrını komisyon toplantılarında da izliyoruz. Türkçe olmayan
şirket isimlerinin tekrarı niteliğinde olan isimler, üniversitelere
verildiğinde itiraz ediyoruz. Bu itirazımıza çoğu kere iktidar partisi
milletvekilleri de katılıyorlar. Aldığımız cevap: “E, canım, vakıf öyle
istedi.” oluyor. YÖK ne iş yapar? YÖK’ün holding üniversitelerine karşı
takındığı bu teslimiyetçi tavrın arkasında ne olduğunun gerçekten araştırılmaya
değer olduğunu düşünüyoruz. Şimdi adı “İpek Üniversitesi” olarak
değiştiriliyormuş.
Değerli arkadaşlar, bakınız,
üniversite ismi çok önemlidir çünkü üniversitenin adı diplomada yer alır. O
diploma sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde dolaşıma girer. Üzerindeki
ismin anlamlı, ya eğitimle bağlantılı ya kentin özellikleriyle ya da kurucusu
olanların ya da Türk büyüklerinin ismiyle bağlantılı olması gibi bir teamül
varken bu tamamıyla altüst edilmiştir.
Bakın kurulan üniversite
isimlerine: Medipol. Değerli arkadaşlar, “Medipol” diye bir üniversite adı olur
mu? Bugün teklif edilen üniversite adına bakalım: Sanko. Yakında buzdolabı ve
çamaşır makinesi isimlerinin de üniversite adı olarak teklif edildiğini
göreceğiz. (CHP sıralarından alkışlar) Bakınız, kayda girin, göreceğiz çünkü bu
işin artık ayarı tamamıyla kaçmıştır. Böyle bir ciddiyetsiz tavra YÖK’ün derhâl
dur demesi gerektiğinin altını çiziyorum çünkü bu yaklaşım, hem üniversiteleri
değersizleştirmekte hem de ne yazık ki üniversitelerin içinin boşaltılması
gibi, unvanlar, kavramlar değerlerini ve önemlerini kaybetmeye
başlamaktadırlar.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, bakınız, burada kurulan vakıf üniversiteleri, evet,
kuruluyorlar diyoruz. Bir ayarı yok, bir dengesi yok, bir planlaması yok.
İstanbul’da 36 tane vakıf üniversitesi var. Bugün 37’ncisi kuruluyor, Esenyurt
Üniversitesi diye. Peki, bu üniversiteler öğretim üyesi ihtiyacını
karşılayabiliyor mu, karşılayamıyor mu? Bunların öğretim üyesi yetiştirmek gibi
bir yükümlülüğü var mı? Bu konu iktidar partisinin hiç gündemine girmedi. Yani
bu ülkede öğretim üyesi yetiştirme yükümlülüğü devlet üniversitelerine aittir;
öğretim üyesi ithal etme avantajı, ayrıcalığı da vakıf üniversitelerine
verilmiştir. Kendi öğretim üyesini yetiştiren bazı vakıf üniversitelerini
elbette bunun dışında tutuyorum. Onlara saygı duyuyorum. Çok nitelikli eğitim
verdiklerinin de altını çizmek istiyorum.
Şimdi, vakıf üniversiteleri
üçer beşer açılıyor. Tek de gelmiyorlar, yani üç-beş, üç-beş geliyorlar. Acaba
hiç düşündük mü neden birdenbire vakıf üniversitesi açmak bu kadar popüler
oldu? Acaba vakıf üniversitesi açmanın avantajı var mı? Ben size bu avantajları
önce sayayım. Önce vakıf üniversitesi nasıl açılır? “Vakıflar kendilerine
kazanç sağlamak amacıyla yükseköğretim kurumu kuramazlar.” 2547 sayılı Yükseköğrenim
Yasası’nın temel maddelerinden biridir. Şimdi, vakıf üniversiteleri nasıl
açılıyor? Vakıf üniversitesini açtınız, birtakım mali kolaylıklar sağlanıyor.
Örneğin eğitim- öğretim amacıyla bir makine, alet, cihaz, malzeme, yayın gibi
bir şey ithal ettiğinizde gümrük vergisi, resim ve harçtan muaf. Şimdi, bunu
ben gerçek vakıf üniversiteleri için asla eleştirmiyorum. Gerçek vakıf
üniversitelerinin böyle bir desteğe de ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Şimdi gelelim ikinci
avantajına: Arazi ve bina tahsisi. Kamu tüzel kişilerine ait arazi ve binalar
vakıf üniversitelerine tahsis edilebiliyorlar. Bunu gayet iyi biliyorum, hangi
üniversitelere nelerin tahsis edildiğini de biliyorum.
Üçüncüsü çok daha önemli.
Bakınız, kuruluşunun üzerinden iki yıl geçmiş olan vakıf üniversiteleri, bir
yıllık eğitim-öğretim, araştırma, kütüphane, yatırım masrafları ve diğer
harcama kalemlerinden oluşan bir bütçe yapıyorlar. Yatırımın da içine
katıldığını özellikle dikkatinizi çekmek için altını çizerek söylemek
istiyorum. Şimdi, bir yıllık bütçe yapıyorlar. Bu bir yıllık bütçenin yüzde
45’ini geçmemek üzere devlet yardımı alabiliyorlar. Değerli milletvekilleri,
bunun yüzde 45’ini geçmemek üzere devlet yardımı alabilmek çok büyük bir
avantajdır. Vakıf üniversitelerinin bu koşullarda hızla açılmakta oluşu
üzerinde dikkatle, hassasiyetle durularak bu açılış izninin verilmesi
gerektiğinin en önemli nedenlerinden biridir.
Şimdi, bu da yetmiyor, bu
avantajlar var. Şimdi, yeni YÖK
taslağında -henüz son şeklini görmedik ama- vakıf üniversitesi öğrencilerine
devlet bursu verilmesi de gündeme getirilmişti, son şeklini bilmiyorum.
Şimdi, bütün bunlar gerçek
vakıf üniversiteleri içinse yani hiçbir kazanç amacı gütmüyor, devlet de
bunlara yardım yapıyor, olabilir, tartışılabilir ama ben şimdi size bir başka
dengesizliği somut rakamlarıyla sunmak istiyorum. Bu vakıf üniversiteleri
öğrencilerden öğrenim bedeli alıyorlar değil mi arkadaşlar? Peki, alırlarken
bir vakıf üniversitesinin aldığı yıllık öğrenim bedeliyle diğeri arasındaki
fark acaba ne kadar olabilir? Size örnek vereceğim. Bir vakıf üniversitesi tıp
fakültesinin yıllık öğrenim bedeli 47.500 lira, bir başkasının 32.500 lira, bir
diğerinin 24 bin lira, bir diğerinin 21 bin lira. Değerli milletvekilleri,
47.500 lirayla 21 bin lira arasındaki fark acaba YÖK’ün neden dikkatini
çekmiyor? Bakanlığın neden dikkatini çekmiyor? Acaba bu, neden sorgulanmıyor?
Bu kadar mı sahipsiz bir ülkede yaşıyoruz biz? Çocuklarımız bu kadar mı
sahipsiz bırakılıyor?
Şimdi, denilebilir ki:
“Efendim, bir tanesinin altyapısı vardı.” Hayır, hayır, tam tersi. Muhteşem
hastaneleri olan, hastanesinin adıyla üniversite kuran üniversitelerin tıp
fakültelerinin aldığı paradan bahsediyorum; 47.500. Karşılığında verdiğim 24
bin lira rakamı da, ciddi bir sağlık kurumuna sahip olan çok değerli, çok
kaliteli eğitim veren bir vakıf üniversitesinin tıp fakültesinde alınan
paradır. Şimdi, “21 bin lirayla eğer tıp eğitimi verilmez.” diyorsanız, o zaman
neden izin veriyorsunuz 21 bin lira alınmasına? Yok, “Bunun maliyeti 21 bin lira,
yeterlidir.” diyorsanız, 47.500 lira alınmasına neden onay veriyorsunuz?
Bakınız, değerli
milletvekilleri, herkes şunu bilir: Mühendislik ve mimarlık eğitimi sosyal
bilimlerden, iktisadi idari bilimlerden ve hukuktan daha pahalı bir eğitimdir.
Herkes bunu bilir. Şimdi, size öğrenim ücretlerini sırasıyla, bazı örneklerle
vereceğim. Hemen hepsinde aynı yalnız, onu söyleyeyim. Şimdi, 15.500 lira
mimarlık mühendislik fakültesi için alıyor üniversite, 17.500 lira hukuk
fakültesi için,. 15.500 lira iktisadi idari bilimler fakültesi için yani hukuk
eğitimi -hukuk eğitimi nedir; Sınıftır, hocadır, tahtadır; bu kadardır-
diğerlerinden 2 bin lira daha pahalı. Neden? Başka bir örnek vereyim: 24.900
lira mimarlık, 27.500 lira hukuk fakültesi eğitimi, 24.500 lira da iktisadi
idari bilimler fakültesi eğitimi. 24 bin lira hukuk eğitimi, 21 bin lira
iktisadi idari bilimler fakültesi eğitimi. Bu nedir biliyor musunuz? Bu,
üniversitelerin öğrenci maliyetine göre değil, arz-talep kurallarına göre,
ticari esaslara göre ücret belirlediğinin açık bir göstergesidir ve bu bir
sömürüdür, bu yanlıştır. Eğer buna YÖK karşı çıkmıyorsa, YÖK’ün ne iş yaptığını
gerçekten merak edip sorgulamanın hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Açılan hukuk fakültelerine
bakıyoruz, talep çok ya. Peki, öğretim üyesi var mı? Şimdi, size örnek vereyim:
Yeni açılan üniversitelerden biri, eğitim-öğretime başlamış. Hukuk fakültesi, 1
profesör, o da dekan, 3 yardımcı doçentle eğitim veriyor. Bir başkası, 1
profesör dekan, 1 profesörü daha var, 4 tane yardımcı doçenti var. Bir bölüme
böyle eğitim veremezsiniz. Bunu neden yapıyorlar? Bunu vakıf üniversitelerini
kazanç amacı olarak kullanan vakıflar yapıyor. Kim kontrol ediyor? Hiç kimse
kontrol etmiyor. Bu çok ciddi bir sorun olarak karşımızda bulunmaktadır. Eğer bu
konu çözülemezse vakıf üniversiteleri bu yıl olduğu gibi önümüzdeki yıllar da
boş kontenjanlarla eğitim-öğretim vermeye devam edeceklerdir. Bakın, bu yıl
kontenjanlarının yüzde 20,1’i boş kaldı, 19.161 kontenjanı dolduramadılar.
Şimdi, ne yapıyor vakıf üniversiteleri? Yurt dışından öğrenciyi nasıl
getireceğinin hesaplarını yapmaya başladılar.
Bakınız, vakıf üniversitesine
çocuğunu gönderen bir ailenin durumunu bir gözler önüne serelim. Ayda en az
2.500, en çok 5 bin lira arasında bir eğitim öğretim ücreti ödemek zorunda,
buna ek olarak ders kitapları. Bu okulların çok lüks standartlarda sundukları
yemek imkânlarından yararlanmak, kantinlerinde ve kafeteryalarında yiyip içmek.
Bu üniversitelerin zengin aile standardına uygun kılık kıyafet ve ulaşım
giderleri. Bütün bunları hesap ettiğinizde ayda en az 3 bin lira gibi bir
paranın çocukların eğitimine ayrılması gerektiği ortaya çıkıyor.
Şimdi, çocuklarını niye vakıf
üniversitelerine gönderiyor geliri orta düzeyde olan aile? Çünkü bir devlet
üniversitesini kazanamamış oluyor. Peki, o ailenin ekonomik durumunda bir
sarsıntı olursa bu çocukların durumu ne oluyor? Sayın YÖK Başkanına,
seçildikten kısa bir süre sonra bu konudaki sorunları aktardım ve buna mutlaka
bir çözüm bulunması gerektiğini, hiç olmazsa bu öğrencilerin bir devlet
üniversitesine naklinin sağlanması için düzenleme yapılması gerektiğini ifade
ettim, “Üzerinde çalışacağız.” dedi; bakın, ses çıkmadı.
Şimdi, ben şunu yüreğinizde
hissetmenizi istiyorum: Bir anne geldi bana. Çocuklarını vakıf üniversitesine
gönderirken ailenin ekonomik durumu iyiymiş. Babaları ölmüş, vefat etmiş, baba
yok. Baba ticaretle uğraşıyormuş. Çocuk ortada kalmış vaziyette. Ailenin talebi
nedir biliyor musunuz? Bir yıl, sadece bir yıl kaydı dondursun üniversite
-kaydını dondursun, başka bir şey istemiyoruz- ve o bir yıl çocuk çalışacak
-3’üncü sınıfa gelmiş- o parayı biriktirecek ve 4’üncü yıl eğitimini
tamamlayacak. Ne cevap aldık biliyor musunuz? “Kayıt dondurmak için bir yıllık
öğrenim ücretinin peşin ödenmesi gerekir.” Aldığımız cevap budur.
Peki, bunu kim koruyacak? Bu
çocuklara kim sahip çıkacak? Burada trajediler yaşanıyor değerli arkadaşlar.
Bir değil, on değil; onlarca kişi her ay telefon ediyor. Bütün bunları yaşıyor
insanlar. Bununla ilgili bir çözüm üretemez miyiz? Bu durumdaki ailelerin
çocukları devlet üniversitelerine yatay geçişle geçirilemez mi? Geçirilebilir,
elbette geçirilebilir ama yapılmıyor. Neden yapılmıyor? Bunun cevabını vermekle
yükümlü olan mercilerin kısa sürede buna cevap vereceğini umuyorum, diliyorum.
Şimdi, bu üniversiteler burs
veriyorlar, söylenen bu, “Canım, zaten bir burslu kontenjanı var.” Evet ama
burs neye göre veriliyor? Başarıya göre veriliyor. Neden başarıya göre
veriliyor? Çünkü başarı bursuyla giren öğrenci, o üniversitenin ortalama standardının
çok üstünde puan almış öğrenci. O burs aslında üniversiteye prestij satın alma
bursudur. Yüksek puanlı öğrenciyi üniversiteye getirdiğinizde “İşte benim
üniversiteme şu puanla öğrenci aldım.” diyerek üniversitenin reklamını ve
pazarlamasını yapıyor o üniversiteler ama ihtiyaç sahibi, gelir düzeyi düşük ya
da üniversiteye girdikten sonra ailevi koşulları değişmiş olan öğrencilere burs
vermeye iş geldiğinde 1 tane öğrenciye burs verdiremiyorsunuz.
Şimdi, vakıf üniversitesi
açmak kolaydır. Zaten yeni YÖK yasa taslağında –umarım değişir- Genel Kurula
filan da gelmeden Bakanlar Kurulu imzalayacak, vakıf üniversiteleri açılacak,
kimsenin haberi bile olmayacak, öyle bir düzenleme getiriliyor. Önemli olan, o
vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin eğitim ve öğretimlerinin kalitesine
ve onların ekonomik koşullarındaki olumsuzluklara dikkat çekmek ve onlara sahip
çıkmaktır. Orada okuyanlar başka bir milletin çocukları değil, bizim
çocuklarımız ve çok büyük aile trajedilerinin yaşandığı, çocukların yaşamlarının
çöpe atıldığı, üniversitelerin 3’üncü, 4’üncü sınıflarından… Beş yıllık
üniversitelerde okuyanlar var. Tıp fakültesinde okuyor, 5’inci sınıfa gelmiş,
parası yok, eğitimine ara vermek mecburiyetinde kalıyor, veremiyor, okuldan
atılıyor.
İşte, bütün bunlara sahip
çıkılması gerektiğinin altını önemle çizmek istiyorum ve biz üniversite açarken
–hepimiz istiyoruz- daha çok ve daha kaliteli eğitim veren üniversitemiz olsun.
Hepimiz şunu istiyoruz: Üniversite diplomasının bir değeri olsun. Bakınız,
üniversite diploması olan her 4 gençten 1’inin işsiz olduğu bir ülkede
yaşıyoruz yani diploma aslında bu amansız işsizlik koşullarında rekabetin bir
aracı hâline geliyor. O zaman o diploma değer bulsun, eğitim nitelikli olsun,
açılan vakıf üniversitelerine kendi öğretim üyelerini yetiştirme koşulu
getirilsin, kendi öğretim üyesini belli süre içinde yetiştirmeyen
üniversitelerin öğrenci alması engellensin.
Yapılacak çok şey var ama ne
yazık ki bugüne kadar, defalarca dile getirmiş olmamıza karşın, bütün bunlar
yapılmadı. Ben bir tek şey rica ediyorum: Eğitim siyaset dışı bir alandır ve
çok kutsal bir alandır. Lütfen, eğitimi, siyasi propagandanın aracı hâline
getirmek için üniversite açmayalım. Lütfen, açtığımız üniversitelerin sayısıyla
övünürken içeriğiyle, kalitesiyle, yetiştirdiği öğrencinin niteliğiyle de
övünecek hâle yükseköğretimimizi getirelim.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Serter.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Zozani.
Buyurun.(BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ
(Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, ben de kanun tasarısı üzerine partimiz adına söz almış
bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında bu konu, üzerinde
böyle çok da uzun çalışmaya mecbur bıraktırmadan gelip çokça şey söylenebilecek
bir durum. Üniversitelerin sorununu konuşuyorsak eğer Türkiye’de, uzun uzadıya
gidip çalışmanın, veri toplamanın bir anlamı yok. Bir tek cümle sarf ettiğiniz
zaman aslında durumu özetlemiş oluyorsunuz, geriye kalan, söylediğiniz her şey
teferruattan ibarettir. “Türkiye’de üniversitelerin hâli berbattır.” dersiniz.
Bunu söylediğiniz zaman Türkiye’de üniversitelerin durumunu özetlemiş
olursunuz.
Sayın Bakana bilmiyorum, yüklensek
hakkı mıdır? Yeni Bakan oldu ama en azından söyleyeceklerimizi not alırsa, en
azından söyleyeceklerimizi dinler ve “Bizim ülkemizde üniversitelerimizin bu
sorunları var.” deyip not alırsa, üzerinde durursa galiba faydalı bir iş yapmış
olacağız. Üniversitelerin isim değişikliği vesaire sorunları var, bu konuya hiç
girmeyelim, dilediğiniz ismi verebilirsiniz. Hatta ben bir örnekle konuşmamın
başında ifade edeyim. Mesela, sorduklarında, şu anda okullarda çocuklarımıza
sorduklarında, “Robotu kim icat etti?” dendiğinde Uzak Asya ülkeleri hemen
çocuklarımızın aklına gelir çünkü eğitim kurumlarımızda “Robotu onlar icat
etti.” diye söylenir, ezberletilir ama bugün, buradaki hazırunda veya
üniversite camiası içerisindeki pek çok öğretim görevlisi -bakın “öğrenci”
demiyorum- sibernetik biliminin atasını sorsak cevabını veremeyecektir çünkü
sibernetik biliminin atasının bu coğrafyadan bir insan olduğunu bilse, bugüne
kadar öğretilen birçok şeyin yanlış olduğunu fark etmiş olacak ya da eksik
olduğunu fark etmiş olacak.
Öneriyorum Sayın Bakana,
üniversitelerin isimlerini değiştiriyorsanız Şırnak Üniversitesine de
sibernetik biliminin atası olan Cizrelinin isminin verilmesini öneriyorum.
Bilince çıkaralım, tarihimizi bilince çıkaralım. Eğer ki kendi değerlerimize sahip
çıkarsak, kendi tarihimizi ötelemezsek, kendi değerlerimizi ötelemezsek, yok
saymazsak çok daha yararlı bir şey yapmış oluruz.
Hayatımda yediğim bir tokadı
hiç unutmam. Polisten vesaire nezarethanelerde gördüğüm işkencelerden söz
etmeyeceğim ama hayatımda yediğim bir tokadı asla ve asla unutmuyorum, o da
ilkokulda okurken din bilgisi öğretmenimin bana attığı tokattır. Neyi sormuştu
biliyor musunuz, tokat atmanın, yediğim tokadın sebebi neydi biliyor musunuz?
Bana Hazreti Peygamberimizin annesinin adını sordu, ben de “Zübeyde Hanım”
dedim. Sen misin bunu söyleyen, tokat attı bana. E şaşırdım. Günün yarısında
Zübeyde Hanım ezberletiliyordu, günün diğer yarısında Amine Hanım
ezberletiliyordu. Günün hangi yarısında olduğumu karıştırdım, yanlışlıkla “Zübeyde
Hanım” dedim Sayın Bakanım, tokadı yedim, o tokadı hiç unutmadım.
Bir tokat daha yedim, o da
beni devlete muhalif duruma getirdi. Neydi o tokat? Ben 9 yaşında bir köylü
çocuğu olarak okula gittim ve Türkçe bilmiyordum. Kendimi Türkçe ifade
edemediğim için okul müdürümden tokat yedim, o tokadı da unutmuyorum. Ama bir
kelimeyi o tokat bana öğretti, muhalif olmak durumundasınız, bir şeyleri
değiştirebilmeniz için muhalefet etmek durumundasınız, dik durmak
durumundasınız. O tokadın bana öyle bir faydası oldu.
Bir acı gerçekliğe parmak
basmak için ifade ediyorum. Bizim coğrafyadan, bizim memleketten çocuklar,
bizler, sizlerin çocuklarınıza nazaran beş yıl dezavantajla eğitime başlıyoruz.
Biz beş yıl boyunca Türkçeyi öğrenmekle meşgul kaldık, biz Türkçeyi öğrendiğimizde,
sizin çocuklarınız yani batıda ana dili Türkçe olan çocuklar pozitif bilimleri
öğrenmeye başladılar. O nedenle, tesadüf değil, her yıl üniversite sınavları
açıklandığında son sıradaki 20 il hiçbir zaman değişmez, değişmemiştir ve biz
birinci kim olur, onu merak ederiz ama esasında sonuncunun kim olduğunu önceden
biliyoruz; geçen sene de öyleydi, bir önceki sene de öyleydi, ondan önceki sene
de öyleydi, yirmi sene öncesinde de öyleydi.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Biz
de sizin gibiyiz.
ADİL ZOZANİ (Devamla) –
Hakkâri de öyledir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Kocaeli de öyle vallaha.
ADİL ZOZANİ (Devamla) –
Kafanız çalışmıyorsa ne yapalım.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Kocaeli de öyle vallaha. En çok parayı biz veriyoruz, en sonlardayız.
ADİL ZOZANİ (Devamla) – Hiç
mesele öyle değil, hiç mesele öyle değil.
Bakınız, şimdi, eğer
gerçekten Türkiye’de eğitim sorununu örnekleriyle masaya yatırırsanız, bu
konuda evet siyaset mekanizmasının dışına taşılarak, bir uzlaşı konsensüsüne
oturtularak Türkiye’de eğitim sorununu bir bütün olarak baştan aşağı gözden
geçirip nereden başlayacağımıza birlikte karar verirsek iyi şeyler yapmış
oluruz.
Mevcut durumda, sizlerin daha
önce yaptığınız düzenlemelerin ve sizden önceki düzenlemelerin hiçbiri
Türkiye’de eğitim sorununun çözümüne katkı sunmuyor; 4+4+4 de çözüm sunmadı,
önceki 8+4 de sunmadı, ondan önceki de… Çünkü sorun, sayıları peş peşe dizip
arasına çarpı mı, bölü mü, artı mı koyacağınız şekliyle çözümlenmiyor, maalesef
öyle çözümlenmiyor. Sorun, zihniyet sorunudur, tekçi zihniyet sorunudur; sorun,
bu coğrafyada yaşayan farklı dil ve kültürleri yok sayma sorunudur.
Şimdi, kimi
üniversitelerimizde çalışmalar yapılıyor. Mesela, adına Kürtçe denmemesi için
Artuklu Üniversitesinde kurulacak kürsüye isim bulmak için kırk dereden su
getirildi, kırk takla atıldı ve sonunda “Yaşayan Diller ve Lehçeler” adı
keşfedildi.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) – Süryanice de var.
ADİL ZOZANİ (Devamla) -
Öneriyoruz: Hiç böyle dolanmanıza gerek yok, o üniversitenin o birimine
“Yaşayan Diller ve Lehçeler” ismini koymanıza gerek yok.
Evet, Sayın Bakanım,
Süryanice de vardır. O nedenle, önerim çok önemlidir, önerimi dikkate alın
lütfen: Adını “Öldüremediğimiz diller ve lehçeler” diye koyarsanız, doğru iş
yapmış olursunuz, “Yok edemediğimiz diller ve lehçeler” diye koyarsanız doğru
iş yapmış olursunuz.
Çok uğraşıldı; yok etmek
için, bitirmek için çok uğraşıldı ama amacına ulaşılamadı. Şimdi, “Yaşayan
Diller ve Lehçeler” demenize gerek yok, “Öldüremediğimiz diller ve lehçeler”
deyin, amaca hizmet etmiş olursunuz.
Bugün üniversitelerden mezun
olmuş öğrencilerin büyük çoğunluğundan,
-hatta “öğrenci” demeyelim, yetişkinlerin; artık çoğu çoluk çocuğa
karışmış- iş bulma umudunu bile yitirmiş insanlardan söz ediyoruz. Ki Türkiye’de
hep işsizlik verileri ifade ediliyor, sıralanıyor. Türkiye’de artık iş bulma
umudunu yitirmiş yaklaşık 1 milyon insan var. Bu nedenle de herhangi bir kuruma
iş bulmak amacıyla başvurmadığı için işsiz sayılmıyor artık. 1 milyon insan ve
bunların büyük çoğunluğu üniversite mezunlarıdır ve bu insanların tamamı şimdi
icralık duruma düşmüşler. Siz, sözüm ona, okuyabilsinler diye burs vermişsiniz
ama o bursu bir şekilde tahsil edeceksiniz. Çalışamadığı için, istihdam
edilemediği için devlet şimdi ödediği bursu onlardan istiyor. Ödeme gücü
olmayınca bu insanların kapısına icra memurları gönderiyor. Böyle şikâyetler
size geliyordur Sayın Bakanım, biliyorsunuz bunları.
Ne ile övüneceğiz? Üniversite
sayılarının artırılması ne yazık ki marifet değil. Üniversitelerin düzeyi
liselerin altına indi. Hiç olmazsa liselerin tabelası var, hiç olmazsa
liselerin binası var. Bu ülkede binası olmayan üniversite var. Örnek mi
istiyorsunuz? Hakkâri Üniversitesini söyleyeyim size. Mutlaka YÖK’ten
arkadaşlarımız vardır burada, Hakkâri Üniversitesinin adresini bana bir
söylesinler. Lütfen, bir tanesi çıksın söylesin; Hakkâri Üniversitesine mektup
göndermek istiyorum, bana adresini versin. Yok, ha, derseniz ki: “Depin’deki
polis noktasına mektubu teslim ederseniz…” Olur, biz de öyle tercih ediyoruz zaten.
Binası olmayan üniversite olur mu? İşin daha garibini söyleyeyim size: Hakkâri
Üniversitesine kendi mülkünü kiraya veren vatandaş “Vay, sen misin üniversiteye
mülkünü kiraya veren?” denilip cezaevine atılmış. Usulsüzlük yapılmış yani
üniversiteye kendi binasını kiraya vermiş, devlet bunu araştırtmış, haksız mal
edinmeden dolayı o vatandaşı, o Hakkârili garibimi de cezaevine atmış.
Dolayısıyla, vatandaş da artık kiraya vermiyor mülkünü.
Üniversitenin yeri yok,
rektörün oturacağı odası yok. Üç yıldır bir zemin etüdü yapılamadı Hakkâri’de.
Hakkâri’den Van’a geçeyim.
Geçenlerde Plan ve Bütçe Komisyonunun iktidar partisi mensupları rüyalarında
Van Üniversitesini görmüşlerdi. Demişlerdi ki: “Van Üniversitesinin kadro
eksiği var.” Ertesi gün tasarıya “Van Üniversitesine 300 kadro tahsisi” diye
bir madde koydular, getirdiler, biz de komisyonda tartışıyoruz. Saf saf “Van’a
bir pozitif ayrımcılık yapmış, bunlar rüyalarında görmüş, hayatlarında bir tane
doğru iş yapacaklar.” diye sevinirken, destek verirken, gene aynı
milletvekilleri bir önerge veriyorlar, önergeyle bu maddeyi geri çekiyorlar.
Niye geri çekiyorsunuz? “Efendim, biz bunu koyduk ama ben Türkiye’nin başka
yerlerindeki illerin aynı zamanda milletvekiliyim, benim ilimdeki üniversite de
benden kadro istiyor, ben bu sorunun cevabını veremiyorum.” Emin olun -Plan ve
Bütçe Komisyonunun tutanaklarında vardır- aynen savunma bu şekildedir, hem alt
komisyonda hem üst komisyonda aynen önerge sahipleri bu savunmayı yapmışlardır.
Sözüm ona Van’a bir pozitif ayrımcılık yapacaklardı. “Çok tahrip ettik,
üniversiteyi biraz ayağa kaldıralım, kalkındıralım, kadro gitsin, çalışsın,
oradaki öğrenciler de eğitimden nasiplensin.” demişlerdi, kafalarına ne
düşmüşse önceki gün, o şokun etkisinden, o rüyanın etkisinden kurtuldukları
andan itibaren önergeyi geri çektiler.
Devam edelim. Bitlis’teki
üniversitenin, Muş’taki üniversitenin, Mardin’deki üniversitenin durumu
bunlardan farklı mıdır? Hayır, farklı değil. Zaten bu eşitsiz eğitim
koşullarından dolayı sürekli problemli alanlar oluşuyor.
Bakın, biraz önce, birkaç
saat önce burada bir tartışma yapıldı. Esasında o tartışmanın kökenine
inerseniz, temellerine inerseniz eğitim sorununu bulursunuz. Eğer bu ülkede
hâlâ milletvekilliği yapıp, bakanlık yapıp Zerdüştlük konusunda en ufak bir
bilgiye sahip değilse insanlar, eğitimimizi sorgulamak durumundayız. Eğer hâlâ
Zerdüştlüğe hakaret edilebiliyorsa, kendi eğitimimizi gözden geçirmek
durumundayız. “Hangi koşullarda insanları yetiştirdik, insanlarımızın
beyinlerini nasıl şekillendirdik?” diye kendimize sormamız gerekiyor. Kendisinden
olmayana rahatlıkla hakaret edebilen bir insan profili eğer ortaya
çıkarabilmişsek, elbette ki eğitimsel sorunlarımızdan kaynaklıdır. Kendimizden
olmayana, bizim gibi düşünmeyene, bizim gibi inanmayana çok rahatlıkla burada
hakaret edilebiliyor. İşte, kökeni burasıdır; bu tekçi, faşizan zihniyetin
ürünüdür.
Bir başka milletvekili
çıkıyor diyor ki: “Efendim, herkesin kimliği kendi şerefidir.” Bir başkasının
kimliğini, etnik yapısını şeref addetmek faşizmin daniskasıdır. Siz kim
oluyorsunuz benim kimliğimi şeref addedeceksiniz? Ama, bunu yapan var, bu
oluyor. Bu faşizan zihniyetin temelinde işte eğitim vardır. Bu handikaptan
gerçekten kurtulmak istiyorsak, bu handikabı bertaraf etmek istiyorsak, sil
baştan eğitim sistemimizi gözden geçirmek durumundayız.
Bu coğrafyada yıllarca, on
yıllarca yok edilmek için, bitirilmek için… Dilleri yeniden yaşatmak için,
devlet o dillere karşı pozitif davranmak durumundadır. Bu devletin borcudur,
yarattığı tahribatı tolere etmek bu devletin borcudur. Bu nedenle, siz gerçekten
üniversitelerde yararlı bir şey yapmak istiyorsanız, üniversitelerde herkesin
kendi ana dilinde eğitim yapabilmenin koşullarını, altyapısını hazırlamak için
üniversitelerden başlamanız gerekiyor, fakülteleri buna göre dizayn etmek
durumundasınız. Bu coğrafyada yaşayan bütün dillerin, bu coğrafyada yaşayıp
kendi ana dilleriyle eğitim görmek isteyen tüm vatandaşların ihtiyaçlarına
cevap verebilecek, bu talebine cevap verebilecek bir altyapı hazırlığına
başlamanız gerekir. Fakülteleri buna göre dizayn etmeniz gerekir ve eğitimi
yeniden kurgulamak, özgürlükçü bir yapıya kavuşturmak gerekiyor.
Bakınız, neredeyse yirmi
dakika konuştum üniversite öğrencilerinin sorunlarına, üniversitelerdeki
şiddete hiç değinemedim bile. Daha dün Burdur’da, öğrenciler tek gitse dayak
yiyor, grup hâlinde gitse polis müdahale ediyor. İlgili mekanizmalara,
mercilere bildirimde bulunuyoruz, bu öğrencilerin sorunlarını aktarıyoruz,
ilgilenen birini bulamıyoruz. Niye? Çünkü, biz, üniversitelerimizi karşı
karşıya getirdik, kamplaşma merkezlerine dönüştürdük. İnsanlar birbirini
hazmedemiyor, birbirini kabul edemeyecek pozisyonlar yarattık, bunun sorumlusu
biziz. Üniversitelerde birbirine taş atan, birbirinin kafasını kıran
öğrencilerin, gençlerin hiçbir suçu yok, suç bizde, suç bu mekanizmayı
koruyanda. Bu mekanizmayı siz korudukça üniversitelerde öğrenciler birbirinin
kafalarını kıracaklar ne yazık ki.
Buradaki ayrımcılık, yönetim
erki itibarıyla bir kez daha açığa çıkıyor, mazluma “Sen niye mazlumsun? Senin
mazlum olman kabahattir.” denip
ikinci defa cezalandırılıyor.
Zaten üniversiteden öteleniyor, zaten eğitimden öteleniyor; zar zor kazanmış,
gitmiş, oralarda okumuş. Hadi, ayrımcılık meselesini, tekrar onu, bugün yeniden
bir kez daha dillendirmemek için “Kürt” demeyeyim, “Kürt öğrenci” demeyeyim ama
kendi kimliğinden kaynaklı olarak ötelenen insan, hem saldırıya maruz kalıyor,
üstüne üstlük polis de saldırganla birlikte saf tutuyor, ikinci bir defa onları
cezalandırıyor.
İşte, böyle koşullarda,
üniversiteleri konuşunca, eğitimi konuşunca, esasında, burayı, bu kürsüyü biraz
dertleşme faslına da dönüştürmek gerekiyor, kendimizle yüzleşmek gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ADİL ZOZANİ (Devamla) –
Sıkıntının kaynağına inmek lazım. Sıkıntının kaynağına inmeden de bu sorunları
çözme şansına sahip değilsiniz.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Zozani.
ADİL ZOZANİ (Devamla) – Sayın
Başkan, sabrınıza sığındım, teşekkür ediyorum.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahısları adına, Mersin
Milletvekili Sayın Nebi Bozkurt.
Buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NEBİ BOZKURT (Mersin) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 453 sıra sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda
değişiklikle alakalı şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi hürmetle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, kanun
teklifi, bir üniversitenin adının değiştirilmesi ve bazı vakıf
üniversitelerinin kurulması ve birimleriyle alakalı. İsim verme, ad verme,
tabii, kişiler için önemli olduğu kadar müesseseler için de önemlidir ancak bir
üniversite için en önemli konu, orada yapılacak olan ilmî çalışmalar, bilime,
evrensel düşünceye, ülkenin gelişmesine sunulacak olan katkılardır.
Meclisimizde bir kanun
teklifi görüşülürken çoğu zaman konuşmalar onunla alakalı olmuyor, herkes
kendince önemli gördüğü bir konuyu dile getiriyor.
Bugün, Meclisimizde epey
dinden söz edildi. Ben de, tabii, bir ilahiyatçıyım. Bu kanun teklifi
Komisyonda görüşülürken -Millî Eğitim Komisyonundayım aynı zamanda- orada da
epey dinden, mezhepten, Maturidilikten, özellikle, Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarımız da dâhil olmak üzere söz ettiler.
Konu üniversite olunca, ben
de, yıllar önce muttali olduğum bir kitaptan söz etmek istiyorum. Kitabın adı
“Kamâlizm”, alt başlığı Cumhuriyet Halk Partisi programının izahı. Onun için
Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımız belki daha bir özenle dinlerler.
Niye “Kamâlizm” denilmiş,
“Kemalizm” değil de “Kamâlizm?” Atatürk’ün nüfus cüzdanında, kimlik belgesinde
-bazılarında tabii- adı “Mustafa Kamâl” şeklinde geçiyor, “Mustafa Kemal”
şeklinde değil de “Mustafa Kamâl” şeklinde yazılıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kim
yazmış bunu ya? Nerede yazılı o, nerede?
NEBİ BOZKURT (Devamla) -
Burada efendim. Kitabın adı da böyle.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bunu
yazan yanlış yapabilir yani, doğru olup olmadığını nereden bilelim? Ver bakalım
o kitabı.
ÇİĞDEM MÜNEVVER ÖKTEN
(Mersin) – Hocam, devam edin.
NEBİ BOZKURT (Devamla) -
Kitabın yazarı Edirne Saylavı -Edirne Milletvekili yani- Şeref Aykut.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ver
biz de görelim ya, senin doğru konuştuğunu nereden bilelim.
NEBİ BOZKURT (Devamla) - 1936
yılında yayınlanmış, Meclis Kütüphanesinde de var, bakabilirsiniz oradan
efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ver
bakalım, biz görelim.
NEBİ BOZKURT (Devamla) -
Oradan bakabilirsin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya
burada görelim de doğru olduğunu, konuştuğunu doğru anlayalım.
NEBİ BOZKURT (Devamla) -
Yazar kitabın birçok yerinde Kamâlizmi bir din olarak tanımlıyor. Daha ön
sözünde “Yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik
temeller üzerine kuran bir din.” diyor.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Bunu tanımlayan kim?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kim
diyor onu?
NEBİ BOZKURT (Devamla) -
Kitabın içinde…
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Hangi kitap?
NEBİ BOZKURT (Devamla) – CHP
Milletvekili Şeref Aykut efendim, 1936 yılında, tekrarladım.
KAMER GENÇ (Giresun) – Sakın
bu kişi senin sülalenden gelmesin?
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Kitabın içinde CHP’nin “altı ok”u yorumlanırken, zamanın bazı anlayışları
hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Sekizinci sayfada, yazar devletten
bahsederken Türk ulusunun kendi karakterine uygun iki devleti olduğundan söz
ediyor, bunlar da Eti birleşik devleti ve Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet. Yani
böylece, yazara göre Etiler, Hititler Türk oluyor ve Türk olduğu ifade
ediliyor. Aynı başlık altında bir yerde Osmanlının son padişahı “yüz karası”
olarak ifade ediliyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ben
de bir kitap bulup, getirip, okuyayım size.
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Hâlbuki, Murat Bardakçı’nın “Şahbaba” kitabını okuduğumuzda böyle olmadığını
görüyoruz. Zor şartlarda almış olduğu bazı kararlar tartışılabilir ama “yüz
karası” ifadesini hak etmiyor.
Edirne saylavı yani
milletvekili kitabında diyor ki: “Kamâlizm bir dindir ki, onun en büyük ve ana
sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır.” Yazar daha birçok yerde Kamâlizmin
bir din olduğunu ifade ediyor, vurguluyor; devletçilik başlığı altında
“Kamâlizm dininin devletçiliği, Kamâlizmin inanlı tapkanları” diyor.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
“Başbakan peygamber” denilince bir şey olmuyor da bu mu problem oldu? Bize ne?
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Milletvekili CHP programını anlatırken “Atatürk’ün ulusçuluğu ancak tarihin
maddi ve ekonomik yöneyinden kavrayarak partisine hız vermiştir. Parti, ulusçuluğu
bu yolda kurmakla beraber, eskinin onu yeşil küf kokan kara selviler altında
çöreklenmiş dinsel durdurucu kurallardan arıtarak ona tam bir yaşayış görüşü
vermiş.” diye devam ediyor. Benzer bir ifade “inkılapçılık” bölümünde de yer
alıyor. “Türk ulusu mezarlıklar içinde loş selvilerin karanlık gölgelerine
yaslanmış yosunlu medreselerin, kara damlı tekkelerin evham, hurafe, urasa
yayan telkinleri altında kıvranıyor.” deniliyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bula
bula bu kitabı mı buldun binlerce kitap arasında ya? Daha güzel bir kitap
okuyabilirdin.
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Yazara göre, “şimdi yaşamak dini…”
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bağışlayın ama Sayın Komisyon Başkanım, vakıf üniversiteleriyle
bunların ne ilgisi var?
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Dinleyin.
“Şimdi yaşamak dini, yarın
ahirette nimet bulmak hurafesini yıkmıştır.”
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, vakıf üniversitesiyle bunların ne
ilgisi var ya!
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
“Tapılan, görünmeyen…”
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Yapmayın Allah aşkına ya!
NEBİ BOZKURT (Devamla) – Bir
inkılap tarihi dersi yapalım isterseniz canım! Yapalım.
Yazara göre, “Şimdi yaşamak
dini, yarın, ahirete nimet bulmak hurafesini yıkmıştır. Tapılan görünmeyen
değil, görülen hakikattir.” Yazar böylece gayb ve ahiret inancını bir hurafe
olarak anlatıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Şevki
Yılmaz’ın kitabını oku bakalım!
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Cevabını verirsiniz arkadaşlar.
CHP Edirne Milletvekili olan
Şeref Aykut, laiklik ilkesini anlatırken zaten İslam’ı bir kâbus gibi görüyor.
O günlerde sağa sola yazılan
“Ak günleri yaşarken kara günleri unutma.” ifadesinden sözle…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sen
bana okuma! Dedene sorsaydın, dedene! CHP’liydi deden! Öyle mi görüyordu?
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
…“Türk milletinin bu kara günü biraz çok sürmüş, uzunca ve korkulu bir rüya,
biraz ürperten düştür.” diyor ve bu uzun rüyanın aşağı yukarı bin üç yüz otuz
yedi yıl sürdüğünü söylüyor.
Kitap 1935’te yazılmış, neyi
kastettiği belli. İnsanın aklına tabii ki Ziya Paşa’nın “Ger Endülüs olmasa
ziyâdâr, kim Avrupa’yı ederdi bidâr.” sözü geliyor. “Eğer Endülüs ışık
tutmasaydı Avrupa’yı cehalet uykusundan kim uyandırırdı.”
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kimin
aklına geliyor, kimsenin aklına öyle bir şey gelmiyor ya!
NEBİ BOZKURT (Devamla) – Bir
Batılı yazar Fernand Grenard’ın Müslümanlığın barbar Avrupa’nın gelişmesinde en
hâkim rolü oynadığına, Batı’nın matematiği, fiziği, kimyayı, trigonometriyi
Müslümanlardan aldığına dair ifadeleri akla geliyor.
1000 Temel Eser serisi
içerisinde yayınlanan “Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü” adlı kitaba
bakabilirsiniz.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Bravo!
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Sigrid Hunke adlı bir Alman ilim doktoru, “Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam
Güneşi” adıyla Türkçeye çevrilen eserinde, Avrupa’nın içinde bulunduğu
karanlıktan Müslümanlar sayesinde kurtuluşundan söz ediyor.
Konuyla ilgili daha birçok
eser yazılmış. Daha yeni yazılan bir eser George Makdisi’nin “The Rise of
Colleges” adlı eseridir.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Vakıf üniversiteleriyle ne gibi bir bağlantısını kuracaksınız, merak ediyorum!
OKTAY VURAL (İzmir) – Böyle
fesat kitaplar okuma ya, tavsiye etmem sana!
NEBİ BOZKURT (Devamla) – The
Rise of Colleges’tan bahsediyorum, “üniversitelerin doğuşu” anlamı.
Onlar böyle derken, CHP’nin
parti programının izahı olan ve Edirne Milletvekili Şeref Aykut’un kaleme
aldığı kitapta, “Türk’ün ulusal heyecanı çok derindir, çok kuvvetlidir. Hâlbuki
Arap’ı tutuşturacak kadar vaatler dolu İslam dini tam Arap’a yakışan bir dindir.
Çöllerin beyin kavuran ateşleri ortasında tasavvur edilen yeşil bahçeler, her
yanında sular fışkıran, çaylar akan uçmak hayalleri, cennet tasavvurları Arap’ı
tutuşturmaya yetişiyordu.”
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Başka
bir malzeme bulun ya! Dinden başka bir malzeme bulun ya, yeter, iğrendik artık!
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
“Bunun için Arap kızgın çöller ortasında cennetin yeşilliklerini düşünerek
yürüyordu, Türk ise ilahiyasız olduğu için bunları düşünemezdi.” deniliyor.
Tamamen dünyevi olan, Türk’ün kendi dini olan “yaşamak” dininden söz ediyor.
“Hayvana gem vurmayı, kağnı kurmayı, tekerlek takmayı, tarlayı sürmeyi, tuzlu
eti zerzevata karıştırmayı, kümes ve ahır hayvanlarını adamcıl -yani evcil
yapmayı demek istiyor herhâlde- yapmayı hep Türk bulmuş, yaratmıştır.” Böylece,
tekerleği de biz Türklerin bulduğunu anlamış oluyoruz değerli arkadaşlar.
Yazara göre, köylerde
gelişmeyi sağlamak için -dikkat, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlara özellikle
“dikkat” diyorum- “Köylerde son…”
ERDAL AKSÜNGER (İzmir) – Ya, kendine
söyle!
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ya,
bırak, bize bir şey söyleme sen ya!
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
“…can çekişim hırıltısı, hâlâ duyulan ‘softa’ artığı yobaz huylu imamlar ile
kötü urasaları -yani üfürükçülük anlamında- dede ve babaların oydamlarından
-yani telkinlerinden, belki anlamazsınız- köy çocuğunu, cumhuriyetin temel
direklerini korumak ve kurtarmak gerekir.” diyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Çok
başarılı bir konuşma yaptın, bravo ya! Ne oldu şimdi? Ne oldu?
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Vakıf üniversiteleriyle ne ilgisi var bu anlattığının?
NEBİ BOZKURT (Devamla) –
Evet, arkadaşlar, şimdi…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Helal olsun! Vakıf üniversiteleri sizinle gurur duyuyor!
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ne
anlattın yani? Vakıf üniversiteleriyle ilgili ne anlattın sen şimdi?
NEBİ BOZKURT (Devamla) – Bu
kadar bağırmanızdan anlıyorum ki… Yahu bir inkılap tarihi dersi yapmak istedim,
ne var bunda? Herkes burada her şeyi konuşuyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Bravo!
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Bravo!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Bravo!
NEBİ BOZKURT (Devamla) – Ne
var yani CHP’li bir milletvekilinin yazdığı bir kitap.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. [AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından alkışlar(!)]
BAŞKAN – Sayın Bozkurt,
teşekkür ederim.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Bayağı âlimmişsin, âlim!
OKTAY VURAL (İzmir) – Kitabı
tavsiye mi ediyorsunuz siz, ne yapıyorsunuz yani?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı konuşmasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Mersin
Milletvekili Nebi Bozkurt’un görüşülen kanun tasarısının tümü üzerinde şahsı
adına yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP adına zaman zaman
buraya ilahiyatçı sıfatıyla bazı milletvekilleri çıkıyor. Doğrusu, onların
ilahiyatçığından şüphe ediyorum yani
hangi okullardan, hangi üniversitelerden mezun olmuşlar bilemiyorum. Benim
ilahiyat bilgimin onlardan daha iyi olduğunu görüyorum.
Şimdi, tarihin çöplüklerine
gidiyorlar, orada bir şeyleri eşeliyorlar, bir şeyler buluyorlar, getiriyorlar,
burada okuyorlar.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) –
Niye rahatsız oldunuz?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Şimdi sayın konuşmacı diyor ki: “Vakıf üniversiteleri konuşuluyor,
burada başka dinî konuları muhalefet partileri gündeme getiriyor.” Peki, Sayın
Konuşmacı, siz 1935 tarihli kitabı yani bizim bu dinî konuşmaları yapmamız
üzerine koşup, kütüphaneden alıp mı geldiniz? Hazırladınız “30’lu yıllardan ne
buluruz?” diye getirdiniz buraya, gerçekle ilgili olmayan şeyler söylüyorsunuz.
Bakın, bizim tarihimizde şu
yoktur: Bizim tarihimizde şirk yoktur, Allah’a eş koşmak yoktur, Başbakanı
Allah yerine koyup ona ibadet etmek yoktur. (CHP sıralarından “Bravo!” sesleri,
alkışlar; AK PARTİ sıralarından gürültüler)
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Kim
yapıyor onu? Kim yapıyor onu?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Siz kendi arkadaşlarınıza sorun.
Bakın, bir milletvekiliniz
-şu anda bu Parlamentoda, burada- ne demiş?
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Sen
şirkin ne olduğunu öğren, ondan sonra
konuş.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Sayın ilahiyatçılar, şirk ne demek, oturun bakın. Sizin hayatınız
şirk.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) –
Terbiyeni takın!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Dinle! Dinle!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – “Sayın Başbakanla beraber olma imkânını bulduk. Sayın Başbakanımıza
dokunmak bile ibadettir.”
Ne zamandan beri insanlara
dokunmak ibadet sayılıyor? İnsanların önünde ne zamandan beri secde ediliyor?
Sizin din anlayışınız bu.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Birleşime ara
verecektim ama buyurun, dinleyeyim sizi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi konuşmasını yaparken, milletvekilimize cevap
verirken, Sayın Başbakanın Yaradıcı nezdine konulduğuyla ilgili itham etti.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Hayır, sizin milletvekiliniz söylüyor bunu, ben değil.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Siz oraya söyleyeceksiniz.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Öyle
bir şey yok ya, o itham etmedi ya.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Size bütün belgeleri getiririz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
İzin verirseniz…
BAŞKAN – Buyurun.
13.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Bakın değerli milletvekillerim, ilahiyat farklı bir konu, maliye farklı bir
konu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Burada, vakıf üniversitesinde ne işi var ilahiyatın Sayın Elitaş?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Aslanoğlu, dünkü tutanakları açın, inceleyin. Dünkü görüştüğümüz yasayla
ilgili önergelerde ne önergenin yasayla alakası var ne konuşulanın yasayla
alakası var.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hepsi
yasayla ilgiliydi ya, bakalım.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul)
– Hiçbiri... Atma!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Şurada konuşan milletvekilleri, bugün, hem CHP hem MHP hem de BDP Grubundan
konuşan arkadaşlarımız…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Eğitim konuştular.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Teknik meselelerle eğitimi konuştular.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Evet.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Ben de içimden dedim ki: Ne kadar güzel konuşuluyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Ne güzel!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Herkes yasayla ilgili bu meseleyi gündeme getiriyor dedim. Ama sizin
geleneğinizde, bugüne kadar baktığımızda yasayla ilgili bir kelime yok, sadece
yasanın başlığıyla ilgili bir şey var, arkasından hakaretler var, iftiralar
var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Nerede yaptık?
EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Her
gün yapıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Aslanoğlu, dünkü tutanakları inceleyin, bakın. İlahiyat farklı bir konu.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) – O
zaman ne konuştuğunuzun farkında değilsiniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Ben farkındayım. Benimle muhatap olma sen, benimle muhatap olma,
olma muhatap!
OSMAN KAHVECİ (Karabük) –
Allah Allah!
EMRULLAH İŞLER (Ankara) –
Sakin ol.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Benimle muhatap olma!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Arkadaşlar, bakın, birisinin inancının ne olduğunu, inancını ifade ederken, bir
şeyi kullanırken mübalağalı bir anlatımla ifade ettiğinin şirk koşmakla ne
alakası var?
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Söyleyin ya… Türkiye Cumhuriyeti devletini din devleti hâline getirdiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
“Bir şeye dokunmak, bir şeye bakmak, bir şeyi okumak ibadet nezdindedir.” diye
söylemenin dine şirk koşmak, Allah’a şirk koşmakla ne alakası var?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Kime ibadet edilir Sayın Elitaş, kime ibadet edilir?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
“Yani ilahiyatı ben sizden daha iyi biliyorum ama sizdeki bir kısım
ilahiyatçılar böyle böyle söyleyip…” diye farklı bir şekilde yorumlamak…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
İnsana tapılan çağlar geçti Sayın Elitaş. Tarihler değişti, Orta Çağ’da değiliz
artık.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Kime ibadet edilir Sayın Elitaş?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Yani Sayın Hamzaçebi, ara sıra burada geliyorsunuz, ayet meallerini
söylüyorsunuz, hadislerden ifade etmeye çalışıyorsunuz ama bu konuyu dinsel bir
noktaya doğru getirip sevginin meselesini mübalağalı bir şekilde anlatmanın
dinle alakasının veya şirk koşmakla alakasının olduğunu ifade etmek yanlış bir
düşüncedir. Eleştirebilirsiniz. Tarihin çöplüğündeki…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Niye
çöplük oluyormuş?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Doğru, 1935 yılında… Şu anda siz bir şeyi…
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Cumhuriyeti
teokratik devlet hâline getirdiniz Sayın Elitaş.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 19.32
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.41
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatih ŞAHİN (Ankara), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113’üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
453 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 453) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Tasarının tümü üzerinde şimdi
söz sırası, şahıslar adına Ankara Milletvekili Sayın Mustafa Erdem’de.
Buyurun Hocam. (MHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ERDEM (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 453 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla
ilgili olarak söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Bizim kültürümüzde insanlar
bilgi bakımından dört sınıfa ayrılırlar: Bildiğini bilen insan, bilmediğini
bilen insan, bildiğini bilmeyen insan, bilmediğini bilmeyen insan. Bilmediğini
bilmeyen insanlardan Allah’a sığınıyorum.
İkinci bir husus: Yüce Rabbim
Kur'an’da buyurur ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Hazreti Ali
Efendimiz buyururlar ki ona nispet edilir: “Yarın ahrette bilmeyenlere niçin
bilmediği sorulmazdan önce, bilenlere niçin öğretmediği sorulacaktır.” Bilginin
öğrenileceği yer mekteptir, medresedir, okuldur, üniversitedir. Bilginin
kaynağı oralardadır ve ilim erbabının da oralarda olması lazımdır.
Yine bizim kültürümüzde
denilir ki: “Kemalât, kem alât ile olmaz.” Yani kötüden iyi yapmak, çürük
şeylerden bir sanat eseri meydana getirmek mümkün değildir. Hoca iyi olacak ki
talebe iyi olsun, talebe iyi öğrenmeli ki bu topluma, bu millete, bu Meclise
faydalı olsun. Hoca çürükse, medrese yıkıksa, talebe bozuksa ne bu toplum hayır
görür ne bu millet hayır görür ne de bu Meclisten bir hayır gelir.
Değerli milletvekilleri,
bizim millî eğitimimiz adına layık bir eğitim ortaya koymaz ise hangi
4+4’lükleri sıralarsanız sıralayın, hangi pedagojik formasyonu verirseniz verin
o yetiştirilen elemanlardan ne anasına ne babasına ne dinine ne devletine fayda
gelir. Öncelikle bizim, bizi biz yapan ruhu öğrenmemiz, bu devleti, bu milleti,
bu vatanı bize emanet eden ecdadın eserlerinin bir emanet olduğu şuuruna
ermemiz lazım gelir.
Eğitim kurumlarımızın sadece
ve sadece laf olsun torba dolsun kabilinden yapılması, popülist, çıkarcı veya
siyasi amaçlara kurban edilmesi, bu millete de, Türkiye Cumhuriyeti devletine
de yapılmış en büyük saygısızlıktır. Özellikle vurgulamak istiyorum: Binası yok,
hocası yok ama, talebesi çok bir üniversitenin, soruyorum hangi derdimize
merhem olması mümkün, hangi açığımızı kapatmamız mümkün veya muasır milletler
dediğimiz uluslararası arenada, pek çoğunu minnet borcu olarak ifade ettiğimiz
küresel güçler karşısında bizi mukabil konuma çıkaracak ne var?
Şunu özellikle vurgulamak
istiyorum ki: Öncelikle, üniversitelerimizin fiziki şartlarının uygun olması
lazım, ihtiyaca göre üniversite ve ihtiyaç olan yere üniversite olması lazım.
Kalkar, köye üniversite açarsanız, talebe bulamamaktan müşteki olan hocanın,
neticede o bilgi ve birikimi köylü Ahmet ağaya, Mehmet ağaya vermesi bilim
adına, insanlık adına, millet adına, devlet adına bize ne kazandıracak veya tam
tersi talebesi var hocası yok bir üniversite kurduğunuzda talebe bilimi
direklerden, eşikten ve kapıdan mı alacak yoksa gökten zembille gelen birisi
ona ledünnî ilim dediğimiz birtakım hikmet yollarını mı öğretecektir?
Değerli milletvekilleri,
üniversite hocalarımızın statüsü belirlenmeden, onlara bir şekilde üniversite
hocası kariyeri sağlanmadan, onların hakları başkalarına el açacak şekilden
kurtarılmadan bilimsel hayattan söz etmek ve üniversiteleri arzuladığımız
düzeye çıkarmak mümkün değildir. Üniversite sayısı lise düzeyine indirilmişken
üniversite hocalarının, bilim insanlarının, akademisyenlerin haftalık alacağı
ders ücretlerini düşünür hâle getirilmesi, o insanların bilim adına bir
araştırma yapıp yapamayacağını şayet bir araştırma yapıyor ise bunun bilime ve
insanlığa katkısının, faydasının ne olacağını sizin takdirlerinize havale
ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
öğrencilerine ders veremeyen bir hocanın, başkalarının himmetine muhtaç kalmış
bir bilim adamının, maişet kaygısı veya geçim derdine düşmüş bir babanın,
öncelikle düşünmesi gereken kendi hakkı ya da çoluğunun çocuğunun muhanete
muhtaç olmaması konusundaki duyarlılığı olur. Şu anda üniversitelerimiz, gerçek
anlamda böyle bir imkândan mahrumdur. Üniversitelerin başarısından söz ediliyor
ise, yaptığı eserlere bakmak lazım gelir. "Âyinesi iştir kişinin lafa
bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" diyen Ziya Paşa’nın bize
ilham kaynağı olması lazım gelir. Sayısal olarak 100’ü 200’e, 200’ü 400’e
çıkarın ama uluslararası üniversiteler sıralamasında en altlarda nal toplayan
–özür dileyerek söylüyorum- bir üniversite statüsüne sahip olmak, kemiyet
olarak bu milleti kaybetmekten veya kandırmaktan başka bize ne sağlayacak.
Şuna da dikkatinizi çekmek
istiyorum: Vakıf üniversiteleri, öncelikle, bir vakıf ruhunun zedelenmemesine
özen göstermesi lazım. Geçmişte insanlığa hizmet amacıyla kurulan vakıfların
sonradan kişisel çıkarların korunmasına yönelik araçlar hâline dönüştürüldüğünü
tenkit ediyor isek, bugün de namını yürütmek, statüsünü artırmak,
maiyetindekilere siyasi baskı yapmak için kurulan üniversitelerin veya doymak
bilmeyen nefislerini tatmin etmek için garip gurebanın, fakir fukaranın
çocuklarını sömürme amacına bir vakıf kurarak üniversite açmak, bu millete de
bu milletin çocuklarına da yapılmış en büyük haksızlıktır, bunu göz ardı
etmeyelim. Dolayısıyla, vakıf, bizim için kutsal bir müessesedir, bu
müessesenin mahremiyetine halel getirilmemesi, şayet bir vakıf üniversitesi
kurulacak ise amacın çıkar değil, öncelikle Allah’ın rızası ve bu milletin
evlatlarının eğitim düzeyinin yükseltilmesi olması lazım gelir.
Değerli milletvekilleri, bir
başka hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum: İster vakıf isterse devlet
üniversitesi olsun, üniversitelerimizin ikinci öğretim uygulamalarına
dikkatinizi çekmek istiyorum. Üniversite hocalarımızın, maişet kaygısıyla
gündüz eğitimlerini asistanlara vermesi, ders ücreti alabilmek için gece
eğitimini tercih ettiği bir uygulamanın yapılması eğitim adına bu millete
yapılmış en büyük haksızlıktır. Eğer üniversite hocaları buna tevessül ediyor
ise onları buna zorlayan sebepleri araştırmamız lazım gelir.
Bir başka husus: İster vakıf
üniversitesi isterse devlet üniversitesi olsun eğer altyapı sağlam değil ise
bilimi zembille indirseniz o çocukları eğitmeniz mümkün değildir. Şu anda 5
Millî Eğitim Bakanının bir AKP iktidarı döneminde değiştiğini düşünürseniz
hangi istikrardan, hangi idealden, hangi model eğitimden söz edersiniz?
Biz tarihimizde -uzun süreli-
devlet adamlarının başarılı veya başarısız olduğunu düşündüğümüzde,
kullanabilme imkânı olan alanlardan sarfınazar ettiğini, devletine ve milletine
gereken önemi veremediğini ama bundan sonra da lanetlendiğini görüyor ve
tarihten ders almamız lazım geldiğini düşünüyorum. Bununla şunu ifade etmek
istiyorum: Lisede vatan, millet, din ve devlet duygusu almamış bir üniversite
hocasının netice itibarıyla bu devlete yükten başka bir katkısı olmayacağını
düşünüyor, hepinizi sevgiyle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Erdem.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 28/3/1983 tarihli ve
2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununun ek 141 inci maddesinin
başlığı ve birinci fıkrasında yer alan “Altın Koza Üniversitesi” ibareleri
“İpek Üniversitesi” şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı.
Buyurun Sayın Atıcı. (CHP
sıralarından alkışlar)
CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU
ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, 453 sıra sayılı bazı vakıf üniversitelerinin kurulmasına ve bir
üniversitenin adının değiştirilmesine olanak tanıyan Kanun Tasarısı’nın 1’inci
maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Üniversitelerin özerkliğini savunan ve üniversiteleri ticarethane olarak
görmeyen herkesi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 1’inci
madde ne diyor? Diyor ki: Altın Koza Üniversitesinin adı İpek Üniversitesi
olsun. Olabilir, yani bir isim değişikliğine gidilebilir ama nedenini merak
ediyorum. Yani, bir üniversite adı değiştiriliyor, bu bir bakkal dükkanı değil.
Merak ediyorum, bize gönderilen sıra sayısına bakıyorum, acaba neden böyle bir
isim değişikliğine gerek duyuluyor? Gerekçeye bakıyorum, gerekçede tek kelime
açıklama yok yani AKP Hükûmeti bir üniversitenin adını değiştiriyor ama
gerekçesinde bir kelime yok değerli arkadaşlar, bir kelime. İşte, tam da sorun
burada yani AKP'nin hem ülke yönetimine hem üniversitelere verdiği değer işte
bu kadar. Bakıyorum Altın Koza Üniversitesine, Altın Koza Üniversitesi 17 Şubat
2011 tarihinde kuruluyor ve ülkemizin ilk güzel sanatlar ve sosyal bilimler
üniversitesi olma özelliği de taşıyor, güzel ama kuruluşunun üzerinden ancak iki
yıl geçiyor, bir de bakıyoruz adı değişmiş. Dedim, gerekçede yok, acaba
üniversitenin ağ sayfasında herhangi bir şey bulabilir miyim? Bir de web
sitesine, ağ sayfasına gireyim belki bir gerekçe vardır diye düşündüm. Girdim,
baktım, ağ sayfasında kocaman yanıp sönen bir logo: “Altın Koza Üniversitesi
ismini İpek Üniversitesi olarak değiştiriyor.” Bunu gördüm. Bir de baktım,
hatta ve de hatta ağ sayfasının adını da “www.ipek.edu.tr” olarak
değiştirmişler. Hepinizin elinde son model cep telefonları var, girin, bakın,
hem “altınkoza.edu.tr” var hem de “ipek.edu.tr” diye değiştirmiş.
Yani, siz, değerli
milletvekilleri, burada boşuna oturuyorsunuz, siz de ben de burada boşuna
konuşuyoruz yani üniversite bu işi yukarıdan bağlamış ve ilan etmiş.
Üniversiteler, işte acı tarafı da budur, sistem kurmak, ülkeye yön vermek
yerine, sisteme boyun eğmiş, hatta ve de hatta sistemi nasıl kullanacağını,
Başbakana nasıl ulaşıp da bu işi halledeceğini öğrenmiş. Yani, üniversite,
buradaki yüce Meclisin hiçbir önemi olmadığını, hiçbir işlevi olmadığını
anlamış, gitmiş Başbakanla konuşmuş ve kendi web sitesinde ilan etmiş ve ağ
sayfası adresini de değiştirmiş. İşte sonun başlangıcı burasıdır, özgürlüğün ve
yaratıcılığın bittiği nokta burasıdır.
Şimdi, üniversitelerin
yığınla sorunu varken bu sorunu çözmek yerine ne yapıyor AKP Hükûmeti?
Üniversitelerin adını değiştirmekle meşgul. Keşke üniversitelerin adını
değiştirmekle üniversitelerin sorunu çözülse. Hepsinin adını değiştirelim; Orta
Doğu Teknik Üniversitesinde öğrenciler artık dövülmeyecek, gaz yemeyecekler ise
adını değiştirelim ODTÜ’nün “ampul üniversitesi” yapalım, her şey düzelsin.
Dicle Üniversitesinde artık öğrenciler tutuklanmayacaksa değiştirelim Dicle
Üniversitesinin adını, “ak üniversite” yapalım, her şey yoluna girsin; yeter ki
bu çocuklar tutuklanmasın.
Bakın, üniversitenin
sorunlarını size burada getirdiğim iki örnekle açıklayacağım. Şu elimde
gördüğünüz gaz bombası kapsülleri değerli arkadaşlar. 2 tane gaz bombası
kapsülü. Bakın, birisi patlamış, birisi henüz patlamamış. Bu 2 tane gaz bombası
kapsüllerini ben ODTÜ’de kendi ellerimle topladım. Şu gördüğünüz patlamış olan
Barış Barışık isimli Mersinli bir öğrencinin kafasına isabet ediyor ve beyin
kanaması geçiren çocuk sakat kalıyor. Bizzat gittim, ziyaret ettim. Barış
Barışık’ı sakat eden AKP’nin gaz bombası. Şu da Allah’tan patlamamış, bir şekilde
polisin şeyinden düşmüş demek ki.
Ben bunu buraya bırakıyorum
Sayın Bakanım, envantere girsin, lazım olur, ülkenin parası boşa gitmesin, bir
başka Barış Barışık’ı da bununla halledebilirsiniz. Ellerinize sağlık. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
üniversitelerin hâli bu.
Efendim? Siz mi istediniz?
İsteyen alabilir, yani ben buraya bırakıyorum.
BAŞKAN – Patlamaz, değil mi?
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Efendim, vallahi, patlayabilir Sayın Başkanım, bilmiyorum, yani patlarsa da
bunun sorumlusu yine AKP.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Bunu
Sayın Bakanlar iyi bilirler; Onu AK PARTİ’lilere sorun, iyi bilirler;
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Şimdi, üniversitelerin sorunları isim değiştirmekle bitmiyor arkadaşlar.
Üniversiteler konuşabiliyor mu? Hayır. Üniversiteleri susturdunuz,
üniversiteler o kadar sustu ki, o kadar susmaya alıştı ki sizin lehinize bile
konuşamaz hâle geldiler. Bakın, çok tehlikeli bir noktaya getirdiniz, o kadar
korkuttunuz ki sizin lehinize bile konuşamıyorlar. Nereden biliyorum, biliyor
musunuz: YÖK Başkanı rektörleri topladı bir toplantıda, onlara diyor ki: ”Sayın
Hocalarım, konuşun, lütfen konuşun, çözüm sürecini anlatın bütün üniversitedeki
çocuklara.” Bakın, yani YÖK Başkanı da üniversitelerin hocalarının
konuşmadığını biliyor ve onları bir şekilde konuşmaya zorluyor ama “Çözüm
sürecini konuşun.” diyor. Utanç verici değil mi? Yani, YÖK Başkanı rektörlere
“Konuşun, korkmayın, biz arkanızdayız.” diyor. Hani, YÖK’ü kaldırıyordunuz?
Nerede? Hani, laf ağızdan çıkardı? Demin buraya gelen insanlar konuştular, hani
onurlu insanlar verdiği sözü tutardı? Başbakan “YÖK’ü kaldıracağız.” dedi mi,
demedi mi? Dedi. Ne yaptı kaldırmak yerine? Kendisine benzetti. Hayırlı uğurlu
olsun.
Türkiye’nin en saygın
üniversitelerinden birisi ODTÜ’den sonra ya da ODTÜ’yle yarışan, İstanbul
Teknik Üniversitesi. Bakın, ne hâle getirdiniz koskoca üniversiteyi? Mersin’de
bir GDO olayı yaşandı, genetiği değiştirilmiş organizmalı pirinç oldu,
hatırlarsanız. O pirincin taşını da ayıklayamadınız ama İTÜ’lü, İstanbul Teknik
Üniversitesinden bir hocayı bilirkişi olarak tayin ettiler ve bilirkişi
raporunu gönderdi, dedi ki: “Bu pirinçler GDO’ludur.” Siz ne yaptınız? “Bir
dakika, Sayın Hoca, sen bizden izin almadan konuştun.” dediniz, derhâl Rektör
devreye girdi ve geri adım attı. Dedi ki Rektör: “Efendim, biz bunda GDO olduğunu
düşünmüyoruz.” Be kardeşim, rektör kim? İdareci. İdareci bir adam bilimsel bir
konuda yorum yapar mı? AKP döneminde yapar. Rektörü kim göreve getirdi çünkü,
AKP getirdi. Bilimsel raporu siz bu dönemde bir idareciye çektirdiniz. Bunun
utancını da ömür boyu yaşayacaksınız. İçinizde üniversite mezunu birçok insan
var, üniversitenin ne duruma geldiğini sizler buyurun görün. Ama AKP’nin
baskısı o kadar güçlüydü ki bir yanda kamuoyu baskısı vardı, bir yanda AKP
baskısı vardı; en son, üniversite iki satırlık bir yazı gönderdi, dedi ki:
“Kamuoyunda daha fazla yıpratılmaması amacıyla analiz görevinden üniversite
olarak affımızı talep ediyoruz.” Size yakışan budur. İstanbul Teknik
Üniversitesini nasıl rezil bir duruma getirdiniz Türkiye’yi nasıl rezil duruma getirdiğiniz
gibi. İşte, üniversitelerde yaptığınız tahribat da budur.
Kendi emirlerini
uygulayamayan ve AKP borazanlığı yapmayan herkesi içeri atmaya başladınız.
İçerideki hocaları, içerideki öğrencileri gördükçe inanın yüreğim sızlıyor,
içim sızlıyor. Gerçek anlamda, üniversiteler siyasete yön verirler. Üniversite
rektörlerinin, üniversite öğretim üyelerinin “Sürülürüm.”, “Atılırım.” korkusu
olmadan çalışmaya devam etmeleri gerekir. Öğretim üyeleri sizin yüzünüzden
derslere bile girmek istemiyorlar. Niye biliyor musunuz? Çünkü artık ne
heyecanları kaldı ne de aşkları kaldı. Çünkü derslere çok girerlerse,
öğrencilere çok zaman ayırırlarsa performans alamıyorlar tıp fakültelerinde.
SALİH KOCA (Eskişehir) –
Onlar eskide kaldı, eskide. Sen bugüne gel.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Öyle
bir performans belası getirdiniz ki öğretim üyeleri derslere bile girmek
istemiyorlar. Tıp fakültesi olmayan yerlerde ise derse girmekten başka bir şey
yapamıyorlar çünkü açlar, aç. İkinci öğretimde daha çok derse girip fazla para kazanıyorlar,
tıp fakültelerinde ise daha çok performans yapmak için, diş hekimliği
fakültelerinde daha çok performans yapmak için bu insanlar maalesef sizin
cenderenize girip can çekişiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, son
olarak da, Mersin Milletvekilinin burada yaptığı talihsiz konuşmayla konuşmamı
noktalamak istiyorum. Nebi Hocam burada mı bilmiyorum ama yakışmadı. Bu
konuşma, evet, yani, bu konuda bilgisi olmayan bir insan tarafından yapılsaydı
olurdu ama Nebi Hocam, yakışmadı. Buraya gelip 1936’daki bir konuyu, bir
yazarın söylemlerini söylediniz, gerçekten yakışmadı diyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Atıcı.
Madde üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili Sayın İdris Baluken…
NEBİ BOZKURT (Mersin) – Sayın
Başkanım…
BAŞKAN – Bir saniye… Ben sizi
görmedim Hocam. Siz buyurun, sonra konuşuruz.
Buyurun Sayın Baluken.
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine partimiz adına söz almış bulunmaktayım.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, önce, iktidar
partisinin grup başkan vekillerine bir çağrıda bulunmak istiyorum: Buradan
muhalefetin ne konuşup konuşmaması gerektiğiyle ilgili tespitleri isterseniz
yapmayın yani yasayla ilgili mi konuşmalar, konuşmanın içeriği sizi memnun eder
mi, etmez mi, bunu belirleme hakkını kendinizde görmeyin derim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Baluken, İç Tüzük öyle söylüyor.
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Neticede burada ifade edilen konuşmaların tamamı üniversitelerle ilgili olan
bir yasayla ilgilidir; üniversitelerin bugün demokratik, özerk, bilimsel
yapısını kaybetmesiyle ilgili görüşlerdir ve tamamı da aslında bugün getirmiş
olduğunuz yasa tasarısını da ilgilendiren düşüncelerdir. O nedenle kendi
düşüncelerinizi burada aktarmanın yollarına bakın, muhalefetin ne konuşması
gerektiğini muhalefet kendisi belirlesin.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, aslında “üniversite” dediğimiz kurum tarih boyunca hem Doğu
medeniyetinde hem Batı medeniyetinde akademi olarak bilginin üretildiği, özgür
düşüncenin tartışıldığı, fikrin üretildiği kurumlardır. Bugün, uzun bir süredir
bu akademi ruhu, bilimsel bilginin üretildiği bu ruh ortadan kaybolduğu için
üniversitelerle ilgili bu kadar sıkıntı yaşanıyor.
Bakın, binlerce yıl önce
gerek Doğu medeniyetine gerek Batı medeniyetine ait üniversitelerde ortaya
çıkan bilgiler, orada üretilen bilimsel veya felsefik görüşler, bugün de
aslında insanlığın bu yolculukta yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Ne zaman ki
üniversite iktidar aygıtıyla tanışmış, ne zaman üniversite devlet ideolojisinin
şekillendiği bir yer olmuşsa oradan itibaren toplumlarda felaketler yaşanmaya
başlamıştır.
Bugün Hiroşima’ya,
Nagasaki'ye baktığımız zaman da, aslında en temel arka plana baktığınız zaman,
üniversitenin iktidar boyunduruğuna girmesiyle ilgili bir anlayışı görürsünüz.
Bugün aslında ülkemizde yaşanan sorun tam da budur. Devlet ideolojisini siz
üniversitelerde bilimsel faaliyetin, bilimsel üretimin, eşitlikçi bir
düşüncenin önüne koyarsanız orada yozlaşma başlar ve dolayısıyla bir bütün
olarak sistemin çürümesi orada başlar.
Bugün Türkiye’deki bütün
üniversitelerde daha çok bireyleri kutsal bir devlet algısıyla yaratmaya
çalışan, eğitmeye çalışan bir torna makinesi işlevi gören bir anlayışla karşı
karşıyayız. Özgür düşüncenin üretildiği, tartışıldığı bir üniversite ortamının
olduğunu eminim ki hiçbir milletvekili çıkıp burada rahatlıkla söyleyemez,
siyasi bir konuşma yapsa bile söyleyemez. Dolayısıyla Türkiye’deki eğitim
sisteminin, üniversitelerdeki bilimsel düşünce sisteminin milliyetçi, otoriter,
devleti kutsayan bir anlayışa terk edilmesi bugünkü sorunların temel olarak
kaynağını oluşturuyor.
Devlet, kutsal devlet yerine
üniversitelerde birey, toplum, düşünce ve bilim öncelenmelidir. Bu formül
öncelenmeden üniversiteyi siyasetin ya da iktidarın hegemonyasından kurtarmanın
mümkün olmadığını biz düşünüyoruz. Tam tersine, bugün, üniversitede bunu
savunan öğrenciler ya da akademisyenler, bunu savundukları için sistem
tarafından ciddi düzeyde sorgulama süreçlerine tabi tutuluyorlar. Yani bugün,
üniversitede kendi ana dilinde eğitim isteyen, parasız eğitim isteyen veya
ücretsiz yemek isteyen öğrencilere yönelik yaratmış olduğunuz bu milliyetçi,
otoriter, devletçi sistem soruşturmalar başlatıyor ve bu düşünceyi
üniversiteden alarak cezaevlerine gönderiyor. Böylesi bir zeminde, böylesi bir
ortamda fikrin, düşüncelerin gelişmesi mümkün müdür?
Bakın, buraya getirdiğiniz
yasa tasarısının 1’inci maddesi isim değişikliği üzerinedir. Bu isim
değişikliğinin sizde bu kadar bir karşılığı varsa, bir duyarlılığı varsa ben
size bir öneride bulunayım. Bugün Tunceli’de Tunceli Üniversitesi, halkın,
toplumun tepesine inen “devletin tunç eli” ismini simgeliyor. Bir üniversitenin
adını “devletin tunç eli” olarak koyarsanız oradan bilimsel düşünce çıkar mı?
Oradan tekçi bir zihniyetin devlet algısı dışında herhangi bir şey çıkar mı? Bu
kadar duyarlıysanız, gelin -bir yüzleşme sürecinden sürekli bahsediyoruz- bu
“Tunç eli” ismini “Dersim Üniversitesi”, “Seyit Rıza Üniversitesi” diye
değiştirelim. İsimlere bu kadar duyarlıysanız, daha birkaç gün öncesinde 3’üncü
köprünün ismiyle ilgili, bu coğrafyada yaşayan bütün Alevi kitlelerin
rahatsızlığına yol açan, bu konuyla ilgili infiallerine yol açan isim
düzenlemesinden vazgeçin. Biraz empati kurun, kendinizi bir Alevi vatandaşın
yerine koyun. Türkiye’deki bir Alevi, İstanbul’a gittiği zaman Sabiha Gökçen
Havalimanı’nda inip Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden karşı tarafa geçerse,
burada, siz ne toplumsal barıştan ne de özgür bir düşünceden bahsedersiniz.
İsim değişikliği yapacaksanız, bu şekilde bir tarihî hatayı ortadan kaldıracak
şekilde bir süreci işletmenizi biz öneriyoruz.
Bugün özellikle
üniversitelerle ilgili yaşanan sıkıntıların nereden kaynaklandığını çok iyi
biliyoruz. Bugün üniversitelerin tamamında bilimsel liyakat kriterleri bir
kenara bırakılmış, üniversitelerde akademik kadrolar oluşturulurken cemaatler
koalisyonu olacak şekilde, cemaatlerin referansıyla hareket eden bir anlayış
vardır. Bakın, Dicle Üniversitesinde -merak eden bir baksın- 2008’den 2013’e
kadar hangi fikirden, hangi düşünceden insanların üniversiteden atıldığını,
üniversiteden istifa ettirilmek zorunda bırakıldığını, onların yerine hangi
cemaatlerin referansıyla kimlerin getirildiğini bir araştırın derim. Bu
anlayışa sahip bir üniversite rektörü düşünün ki çözüm sürecini tartıştığımız
bir süreçte bir siyasi parti genel başkanının katılacağı bir panel etkinliğine
Sayın Selahattin Demirtaş katılacağı için “Çözüm süreci akamete uğrayabilir.”
diye yasakçı bir zihniyetle yasak koyuyor. Böyle bir üniversite anlayışı var
mıdır? O üniversitede bir ay önce bu ülkenin Dışişleri Bakanı çözüm süreciyle
ilgili -ki biz oradaki konuşmaların çoğunu da son derece olumlu ve isabetli
değerlendirdik- buna müsaade eden bir üniversite rektörü bir siyasi partinin
genel başkanına ötekileştiren, ayrımcı, yasaklayıcı bir zihniyetle yaklaşıyor.
Burada bilimsel düşünce, burada özgür fikirlerin tartışılmasının mümkün
olmayacağını herhâlde hepiniz takdir edersiniz.
Kendi ilimle ilgili, Bingöl
Üniversitesiyle ilgili durumu defalarca buraya getirdim. İddia ediyorum, bakın,
Bingöl Üniversitesinin Rektörünü alın, yerine Bingöl AKP İl Başkanını koyun,
üniversitede hiçbir nitelik kaybı olmaz. AKP İl Başkanlığında nitelik kaybı
olur mu, onu bilmem. Ama, durum buysa yani bir üniversite rektörü, bir siyasi
partinin il başkanı gibi üniversiteyi yönetmeye kalkar, basına bu şekilde
açıklamalarda bulunursa orada bilimsel içerikten, bilimsel üretimden bahsetmek
mümkün değildir. Yerleştirdiği akademik kadronun büyük çoğunluğu kendi aile
çevresi, aile şirketi gibi yönetiyor, herkesin de bundan haberi var. Ama, bir
öğrenci basın açıklaması yaptı diye üniversiteden altı ay uzaklaştırma cezası
verip öğrencinin hayatını mahvediyor. Tam 60 öğrenci hakkında, sadece
üniversite dışında basın açıklaması yaptıkları için disiplin soruşturmaları
açan bir zihniyetle karşı karşıyayız ve bu üniversite öğrencileri hakkında
savcı bile soruşturma açmamış. Bu kadar devletçi yaklaşan, bu zihniyeti
barındıran bir rektörün olduğu üniversiteden bilimin çıkması mümkün müdür?
Dolayısıyla, burada sorunları tartışırken sorunların özüne yönelik ciddi
düzeyde sorgulamalar yapmamız lazım.
Ankara Üniversitesinde yine
aynı. Bizden bir milletvekili Ankara Üniversitesine gidince hemen panele
yasaklama geliyor, salonu kapatıyor. Öğrenciler hakkındaki soruşturma
iddianamelerine baktığımızda: 8 Mart’a öğrenci katılmış, öğrenci afiş asmış,
bez afiş asmış, yemek ücretlerinden şikâyet etmiş, “Nevroz”a katılmış… Bunları
disiplin soruşturması yapan, bunlar hakkında soruşturma süreci işleten bir
rektör anlayışı, bir üniversite anlayışıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla,
üniversitenin demokratik, özerk, bilimsel bir kurum olarak, tıpkı tarihteki
Doğu medeniyeti, Batı medeniyetinin üretimlerini yapabilmesi için bir bütün
olarak zihniyetin değişmesi gerektiğini ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Baluken.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, Sayın Baluken konuşmasında benim daha önceki yaptığım konuşmaya
atfen dedi ki: “İktidar partisi Grup Başkan Vekili muhalefetin nasıl
konuşacağını tarif etmesin.” Ben bir tarifte bulunmuyorum ama İç Tüzük’ün
66’ncı maddesi açık ve net fakat uygulanmıyor. Maalesef uygulanmıyor, ne
Başkanlık Divanı tarafından ne de siyasi partiler tarafından. İç Tüzük 66’ncı
maddeyi izin verirseniz okuyorum: “Kürsüdeki üyenin sözü ancak Başkan tarafından,
kendisini İçtüzüğe uymaya ve konudan ayrılmamaya davet etmek için kesilebilir.
İki defa yapılan davete rağmen, konuya gelmeyen milletvekilinin aynı birleşimde
o konu hakkında konuşmaktan menedilmesi, Başkan tarafından Genel Kurula teklif
olunabilir.” Yani ben bunu ifade etmeye çalışıyorum.
BAŞKAN – Anlaşılmıştır Sayın
Elitaş. Tutanaklara da girdi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) -
“Bugün yapılan konuşmalarda üç siyasi parti grubu adına yapılan konuşmalar
konuyla tam alakalı.” demiştim ama Sayın Baluken herhâlde o anda burada yoktu.
BAŞKAN – Evet, neyse…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, ben de orada hitap ederken mevcut üniversitedeki sorunların arka
planına bakılması gerektiğini, muhalefet partilerinin de bunu yaptığını… Burada
kanarya sevenler derneği, çay sevenler derneği ile ilgili bir konuşma yapan
hatip olmadı.
BAŞKAN - Sayın Elitaş yalnız
üç partinin konuşmacılarını doğrusu methetti yani o konuşmasında methetti, o
doğru.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Hayır, hayır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Evet efendim. “Üçü de grupları adına çok güzel konuştu.” dedim.
BAŞKAN - Evet, buyurun Hocam.
NEBİ BOZKURT (Mersin) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Ben size söz
vereceğim ama bir şartla vereceğim. Şimdi, Sayın Atıcı sizi bir kere dehşet
methetti; bilginize, size… “1935’te birinin yazdığı bir yazıyı buraya getirmek
yakışmadı.” dedi. Şimdi, parantezi kapattığımız zaman…
NEBİ BOZKURT (Mersin) – Ama
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Müsaade buyurun
Hocam, lafımı bitireyim. Ben de bir eski akademisyenim.
Şimdi, sonuç itibarıyla, yani
size hakaret yok, sataşma yok ama ben size saygımdan iki dakika vereceğim ama
siz de bu çerçevenin dışına lütfen çıkmayın.
Buyurun.
X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
14.- Mersin Milletvekili Nebi Bozkurt’un, Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın görüşülen kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde grubu adına
yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
NEBİ BOZKURT (Mersin) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Aytuğ Atıcı kardeşimi ben çok
severim, diyaloğumuz da gayet iyidir. Mersin Devlet Hastanesinde zaman zaman
bir problem olduğu zaman kendisinin de yardımına başvururum her zaman. Kendi
mesleğinin iyi bir bilim adamı olduğunu biliyorum. Ama zaman zaman burada çok
sert konuşuyor. O zaman kendisine “Aytuğ, bugün çok sert konuştun.” dediğim
zaman da “Hocam, siyaset yapıyoruz.” diyor. E, biz de bazen böyle siyaset
yapıyoruz, ister istemez bir konuya giriyoruz. Yani belki o konu dolaylı
olabilir.
Ben şunu söyleyecektim, vakit
yetmedi: Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın göstermiş olduğu tepkiye ben
sevindim. Niye sevindim? Demek ki 1935-36’larda kalmamışlar yani, kendilerini
yenilemişler demektir.
Aytuğ Bey’in iltifatına da
teşekkür ediyorum. Sağ olsun, var olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 453) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi, madde
üzerinde şahıslar adına İstanbul Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurun Sayın Aslanoğlu.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Efendim, burada dövüldüğü için Sayın Aslanoğlu aksayarak yürüyor, onun için geç
kaldı Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Yapmayın Sayın
Atıcı!
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Gerçekten.
BAŞKAN – Bir kere, aynı
bölgenin milletvekiliyiz, birbirimizi de çok severiz. Yapmayın!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Aslanoğlu burada dövülmemiştir Sayın Başkan. Yanlış yapanı korumak için
Sayın Aslanoğlu kendini kalkan etmiştir.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Hayır,
arbedede yaralandığını söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben bir üniversite
öğretim görevlisi değilim, bilimsel bir tarafım da yok ancak yaşadıklarım ve
gördüklerimi de söylemek zorundayım.
Sayın Bakanım, Sayın YÖK
temsilcim, Sayın Komisyon Başkanım; görüyorum ki cadde, minibüs geçiyor, bazı
fakülte ve yüksekokullar araba tamircilerinin içinde. Bu çocuklar buraya
giremiyor, hiçbir sosyal etkinliği yok, bahçesi yok, sadece çıkıyorlar, caddede
trafiğin içinde kalıyorlar. Eğer izin veriyorsanız bazı yüksekokullara ve bazı
fakültelere, bu çocukların sosyal ve psikolojik durumlarını gözetmek
zorundasınız. Ben size İstanbul’da böyle -ben kimseyi küçümsemiyorum ama-
tamircilerin içinde, çocukların girip çıkmasında sorun olan yerlerde bazı
yüksekokulları gösterebilirim. Bir kere, bunu net söylüyorum.
İki: Arkadaşlar, dikkatle şu
rakamı dinleyin: Türkiye’de şu anda -ki benim aldığım bilgiye göre- vakıf
üniversitelerinin öğrenci sayısı 210 bin. Beni herhâlde Komisyon Başkanım teyit
edecektir. Sayın Elitaş, 210 bin vakıf üniversitesinde okuyan öğrencimiz var
ama bu vakıf üniversitelerinin bu çocuklara yaptığı yurt sayısı 8 bin. Vakıf
hayırdır, eğer biz vakıf üniversitelerine izin veriyorsak bu çocuklarımızın
gelecekte nerede, nasıl kalacaklarını da, bunlar hayır kurumları ise düşünmek
zorundalar. Onun için, Sayın Bakanım, bugünden, bugüne kadar kurulmuş vakıf
üniversiteleri belli bir süreçte –bu süreç beş yıl mı olur, on yıl mı olur-
öğrencilerini… Bazı vakıf üniversitelerine çok saygı duyuyorum. Aynı kampüste
kalıyorlar, aynı kampüste çok güzel yurtları var, sosyal donatıları var. Ben
hakikaten bunu yapan vakıf üniversitelerinin önünde saygıyla eğiliyorum ama
bugün Türkiye’de vakıf üniversitelerimizin yüzde 5’inin dahi yurdu yok.
Öğrenciler nerede kalacak, hiç düşünmüyor arkadaşlar.
Sayın Bakanım, buna bir
zorunluluk getirmek zorundasınız. YÖK Temsilcim, vakıf üniversitelerine hemen
izin veriyorsunuz. “Hayır, kardeşim. Sen bu çocukları nerede yatıracaksın, bu
çocuklar nerede kalacak?” Bunu düşünmeden izin veriyoruz, ondan sonra çocuklar
sefil oluyor. Zaten Kredi Yurtlar Kurumu hızla açılan devlet üniversitelerine,
her yerdeki devlet üniversitelerine yetişemiyor, bütçesi yetmiyor. Bir tek
Kredi Yurtlar Kurumunun dışında siz eğer vakıf üniversitelerine bu zorunluluğu
getirmezseniz belli bir süreçte –bugünden yarına demiyorum- kaç öğrencisi varsa
her vakıf üniversitesi bu öğrencilerin nerede kalacağına, nerede yatacağına…
İşte, hayırsa esas hayır budur arkadaşlar. O zaman amaç başka oluyor, amaç
değişik oluyor, amaç para kazanmak oluyor, bu çocukların sosyal ve psikolojik
hiçbir sorunu ile ilgilenmemek oluyor. Bir kere bunu da söylemek, Sayın
Bakanım, benim boynumun borcu.
Üç, Sayın Bakanım, biz
çocuklarımızı sevmiyoruz. Ben öğretim görevlisi değilim. Yabancı dille eğitim,
yabancı dille öğretim, bunun takdirini ben yapamam ama Türkiye’de ilköğretimden
başlayarak lise sona kadar bir lisanı, üniversite sonuna kadar ikinci lisanı
biz çocuklarımıza… Yine söylüyorum, ben yabancı dille eğitim ve öğretim
konusunda ahkam kesemem. Eğer biz başlamazsak, çocuklarımızı dünyayla entegre
etmezsek… Biz çocuklarımızı katlediyoruz. Dünyanın her tarafındaki çocuklar iki
lisan, üç lisan biliyor. Biz, bu konuda hakikaten çocuklarımızı katlediyoruz.
Hepinize saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Şahıslar adına son söz,
İstanbul Milletvekili Sayın İsmet Uçma’nın.
Buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İSMET UÇMA (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 453 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygı, sevgi ve
muhabbetle selamlıyorum.
Bu tasarıyla, Altın Koza
Üniversitesinin adının “İpek Üniversitesi” olarak değiştirilmesi
öngörülmektedir. Bununla da kalmıyor, bunun dışında yine bu tasarıyla Ankara,
İstanbul, Adana, Konya ve Gaziantep’te toplam 5 tane vakıf üniversitesi
kurulmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
üniversiteler baştan sona özerk kurum hâline getirilmelidir. Takdir edersiniz
ki bütün siyasi partilerin programlarında YÖK’ün kaldırılacağına dair
taahhütler vardır. AK PARTİ verdiği sözlerin arkasında duran parti olarak
maruftur. Bunu hem milletimiz hem diğer siyasi partilerdeki arkadaşlarımız ve
hem de dünya böyle bilmektedir. İnşallah giderek YÖK’ün bu yapısını tamamen
ortadan kaldırmak ve çağdaş dünyada ve ileri demokrasilerdeki düzenlemelerle
yeniden Türkiye’deki yüksek-öğretimi tezyin etmek hepimizin boynunun borcudur.
Bu yolu yürürken birlikte, bize destek vereceğinizden de eminim.
Sevgili Nur Hocam, Zuhal
Hocam 2001 öncesi dönemleri gayet güzel anlattı. 2001 sonrası için biraz
haksızlık gördüm. Nur Hocam, mesela vakıf üniversitelerinden bir tanesinde
böyle olağanüstü bir durum olabilir. Bu bizim görevimizdir. Gerçekten bu
aksaklıklar varsa -mutlaka olur- ama sevgili arkadaşlar, hiç söylemek
istemezdim, 28 Şubat süreci ve darbeler dönemi, ülkemizde Hülagû’nun ve Cengiz
Han’ın Bağdat’ı tahribatından daha büyük ağır tahribatlar meydana getirmiştir;
burada bütün siyasiler zaten ittifak hâlindedirler.
Sevgili Hocam, bir iki
öğrencimizin mağduriyeti bile çok önemlidir. Canın ve öğrenciliğin yedeği asla
yoktur ama zatıaliniz döneminde -takdir edersiniz ki- binlerce öğrencimiz,
Sevgili Hocam, bu haklarından mahrum bırakılmışlardır, gelecek hayatları çalınmıştır
ve gerçekten de umutları kırılmıştır.
Sevgili arkadaşlar, bu
itibarla, biraz önceki konuşmalardan doğrusu çok mutlu olduğumu ifade etmek
mümkün değil. Arkadaşlar, herkes ötekinin segmentine saygılı olacak, hepsi bu
yani kendin için istemediğini öteki için istemeyeceksin, tamamı bu.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Alkolde olduğu gibi mi?
İSMET UÇMA (Devamla) – Eksene
aldığımızda merkeze alacağımız şey baştan sona budur.
Sevgili arkadaşlar, şimdi
artık yurt dışına çıkarken bundan böyle gümrükte sizin çantalarınıza falan
bakmayacaklar ya da “Tırınızda ne var, şunların gümrüklerini alalım.”
demeyecekler. Lütfen, bunu bir kehanet
-kehanete de inanmayan birisiyimdir- kabul etmeyin. Yakın bir gelecekte -akademisyenlerimiz ve bilim adamlarımız
da bunu çok iyi biliyorlar- sevgili arkadaşlar, zihninizdeki bilgiyi test
edecekler ve şöyle diyecekler: “Bu bilgi bizim ülkemizde çok iş yapar, önce şu
bilginin gümrük vergisini öde, sonra ülkemize dâhil ol.”
Sevgili arkadaşlar, fethin
560’ıncı yıl dönümünde Fatih Sultan Mehmet’i birçok yönüyle anmak mümkün ama
-bugün bu konuyla alakalı olduğu için dikkat ederseniz- ilk iş olarak Fatih,
medreselerini oluşturmuştur. Eğitim-öğretim gerçekten de bu kadar önemlidir.
Vakıf üniversitelerini
destekliyorum, üniversitelerin çoğalmasını destekliyorum, sebep şu sevgili
arkadaşlar: Bunların bir kere yaygınlaşması lazım. Başkasından rahmet kıskanan
olgulardan sakınmamız gerekiyor ve şimdi, bakınız, niçin vakıf üniversiteleri bizim
dönemimizde, aşağı yukarı 46’ya falan çıktı, devlet üniversiteleri çoğaldı? Tek
nedeni şu arkadaşlar: Sermaye ürkek bir şeydir. Dolayısıyla, ne yapamadı? Güven
duyup, güven ve istikrar ortamı olmadığı için ülkemizde bu tür yatırımlardan
sürekli korkuldu. Demokrasiyi hep birlikte geliştirdikçe, bilimi ve
özgürlükleri geliştirdikçe, öyle zannediyorum medeniyet muhassalamızı
geliştirdikçe, hoşgörümüzü artırdıkça, potansiyel suçlu oluşturmadıkça, devri
sabık yaratmadıkça birbirimizi çok daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.
Şöyle yönetiyoruz arkadaşlar
ülkemizi, dünyayı: Bir senfoni olsun istiyoruz. Bu senfonide her tür enstrüman
olsun ama öyle enstrümanlar olsun ki gerçekten de bu enstrümanları dinlediğinde
sazı olsun, kemençesi olsun, zurnası olsun, bütün enstrümanları olsun ve şef
bunu büyük bir ustalıkla yönetsin…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İSMET UÇMA (Devamla) – …ve
“Arkadaşlar, gelin böyle yönetelim.” dediğimizde…
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Uçma.
İSMET UÇMA (Devamla) –
Affedersiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sağ olasınız.
İSMET UÇMA (Devamla) – İlave
etmem gereken husus şudur, şöyle diyorum: Gelin hep birlikte yönetelim ama yani
kalkıp birileri “Hayır…” Tamam, biz de senfoniyle yönetelim…
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Uçma, duyulmuyor zaten.
İSMET UÇMA (Devamla) – …ama
“Senfonideki bütün enstrümanlar zurna olsun, herkes de zurna çalsın.” demek bu
ülkeye yakışmaz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Efendim, Sayın hatip grubumuz adına konuşan Sayın Zühal Topcu’nun 2001
rakamlarını verdi. Zannederim, hatip belki ayranı fazla içmiş olabilir ama
rakamlar 2001 değil, güncel olduğunu ifade etmek için… O çarpıtmayla ilgili
Zühal Hanım’a söz verirseniz…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Kayıtlara geçti, güncelmiş zaten.
BAŞKAN – Buyurun.
E, bütün partiler aldı ikişer
dakikayı yani MHP geri mi kalsın!
X.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
15.- Ankara Milletvekili Zühal Topcu’nun, İstanbul Milletvekili İsmet
Uçma’nın görüşülen kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde şahsı adına
yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ZÜHAL TOPCU (Ankara) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İsmet Hocam, verdiğim bütün
rakamları yerleriyle, tarihleriyle, bunlarla beraber verdik. Yani yapılan
çalışmaların hiçbiri eski değil. Aslında ön yargıyla hareket etmemek lazım.
Özellikle gençlik üzerine ayrı eğilmek gerektiğini vurguladık, UNESCO’nun
yaptığı çalışmaları verdik, URAP’ın yaptığı çalışmalardan verdik ve özellikle
Fizik Derneğinin yaptığı 2012 yılındaki rakamları verdik ve TÜİK’in gençler
üzerinde yaptığı, özellikle alkol konusunda gençlerin yüzde 83’ünün alkol
almadıklarına, şimdiye kadar daha hiç tatmadıklarına yönelik verileri de verdik
ama önemli olan ne biliyor musunuz. Gençler üzerindeki veya karşıdaki kitle
üzerindeki ön yargıların özellikle iktidar tarafından kaldırılması.
Biz, onun için, hep birlikte,
hep beraber bu ülkeye sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Teşekkür ediyorum.
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Hocam. (CHP
sıralarından alkışlar)
16.- İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in, İstanbul Milletvekili
İsmet Uçma’nın görüşülen kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde şahsı adına
yaptığı konuşma sırasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Teşekkür ediyorum.
Gerçekten çok zarif bir
üslupla benim adımı da geçiren ama benim söylediklerimle hiçbir bağlantısı
olmayan bir konuşma yaptınız.
Bakın, burada çok samimi
söylüyorum, benim amacım, var olan bir sorunu ve vakıf üniversitelerinin bütün
toplumu rahatsız eden yüzünü, çok somut rakamlarla ortaya koymaktı. Ben bunu
yaptım. Siz buna karşılık bir cevap vermediniz ama vermiş gibi yaparak başka
konulara sapmaya çalıştınız. O başka konuları başka ortamlarda konuşuruz.
Ben İç Tüzük’e sadık
kalıyorum ve vakıf üniversiteleri konusunda yapmış olduğum konuşmanın gerçek
dışı olduğuna ilişkin bir beyanınız, bir saptamanız, bir bilginiz ve belgeniz
varsa, benim adımı geçirerek yapacağınız konuşmayı bu kapsamda yapmanızın daha
uygun olacağını düşünüyorum ama konuşmanızdaki zarif üslubunuz için de size
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 453) (Devam)
BAŞKAN – Maddede bir önerge
vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 453 Sıra
Sayılı “Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı”nın 1 inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
Sakine Öz Fatma
Nur Serter
Manisa İstanbul
BAŞKAN – Komisyon, katılıyor
musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK
VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI
(Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Sakine Hanım.
BAŞKAN – Sayın Öz, buyurunuz.
(CHP sıralarından alkışlar)
Güzel, üniversitelerle ilgili
hanımefendiler konuştu, ne güzel.
Buyurun.
SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının üzerinde
verdiğim önerge üzerinde söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
önümüzdeki tasarı 2011’de kurulmuş 1 üniversitenin adının değiştirilmesini ve 5
yeni üniversitesinin kurulmasını öngörüyor. Biz parti olarak kapsamlı bir YÖK
reformunun, üniversitede eğitim sisteminin gözden geçirilmesinin tabela
üniversitesi kurulmasından daha önemli olduğunu defalarca dile getirdik ama
sonuç ortada. Ne yazık ki bugün sizinle üniversitelerin reform ihtiyacını veya
henüz iki yıl önce kurulan Altın Koza Üniversitesinin adının değiştirilmesini
ya da üniversitelere tahsis edilen arazilerde yürütülen inşaatın çevre binalara
nasıl zarar verdiğini tartışmayacağım. Sorun daha büyük, sorun, Meclisimizin
varlık nedeniyle, millî iradeyle ilgilidir. Biz bu kanun tasarısını aslında
boşuna konuşuyoruz çünkü bu kanunda Meclise ihtiyaç kalmamış; Altın Koza
Üniversitesi, kanunun çıkmasını beklemeden adını çoktan değiştirmiştir. Üzerine
basarak söylüyorum, önümüzdeki bu tasarı uygulamada çok büyük bir sorunun
varlığını kanıtlamıştır. Parlamento tarihine kara bir leke çalınmış ve henüz
Meclisten geçmeyen bir düzenleme uygulanmaya başlanmıştır. Meclisimizin temsil
ettiği millî irade ve yasama yetkisinin devredilmezliği açıkça gasbedilmiştir.
Tasarı, Başbakanın hamilikart yakini İpek Grubunun vakfına ait “Altın Koza
Üniversitesi”nin adının “İpek Üniversitesi” olarak değiştirilmesini
öngörmektedir. Ancak bu üniversite, adını değiştirecek kanun sürecinin
tamamlanmasını beklemeden yeni adını kanunsuz biçimde kullanmaya başlamıştır.
İnanmayan hafızasını yoklasın, bir aydır Ankara caddelerinde boy boy İpek
Üniversitesi afişlerini hatırlayacaktır.
Biz, İpek Üniversitesinin Ankara’daki
reklam ilanlarını gördük. Araştırınca, bir de baktık ki aslında böyle bir
üniversite yasal olarak yok. Başbakana soru önergesiyle “Kanunsuz üniversiteden
haberdar mısınız?” diye sorduk, ses çıkmadı. Yalnız, olayı gündeme getirdiğimiz
günden beri üniversitede bir telaş, İnternet sitelerinde İpek logoları ve
fotoğrafları Altın Koza ile değiştirilmeye başlandı. Fotoğraflar montajlaşarak
değiştirmeyi denediler ama tutmadı, ortaya komik görüntüler çıktı, bazı
yerlerde İpek, bazı yerlerde Altın Koza yazar hâle geldi.
Size, Meclis iradesini hiçe
sayan, kanunu çıkmadan uygulamaya başlayan iktidar-şirket ilişkisinden örnekler
sunuyorum:
FATMA NUR SERTER (İstanbul) –
Sayın Bakana da göster.
SAKİNE ÖZ (Devamla) – Sayın
Bakanım, 13 Mayısta üniversitenin giriş kapısı, giriş kapısında İpek
Üniversitesi yazıyor, 18 Mayısta birdenbire Altın Koza olarak değiştirildi. 4
Mayısta üniversitenin resmî sitesinde rektörün arkasında İpek Üniversitesi
yazan flama vardı, işte burada gazete kupürlerinde gösteriyorum. Biz olayın
peşini bırakmayınca, o flama üniversitenin resmî sitesinde montajlanarak Altın
Koza oldu. Çelişkiler ve acemilikler bitmiyor, İnternet sitesinde gezinmeye
devam ediyoruz. Sitenin üst kısmında Altın Koza, alt kısmında İpek Üniversitesi
yazıyor ama resmî “twitter” sitesi İpek Üniversitesi olarak devam ediyor.
NURETTİN DEMİR (Muğla) –
Belki soruşturma açmışlardır!
SAKİNE ÖZ (Devamla) – Sayın
Bakana konuşmamızın sonunda dosyayı sunacağım ülkemizde nasıl bir tablo
yarattıklarını gözlerinizle görün diye.
Şimdi, sıralardaki AKP
milletvekillerine ve Hükûmete burada soruyorum: Sizce bu neyin telaşı, neyin
hızıdır? Bu nasıl bir ticari ilişkidir ki, Hükûmetinizin prenslerinden İpek
Grubu millî iradeyi yani Meclisimizi hiçe sayıp kanunu çıkmadan adını değiştirmiştir?
Sayın milletvekilleri, bu
Meclis Hükûmet-şirket bağlantılarının tamamlayıcısı ve iş takipçisi olamaz.
Bilim özgürlüğü ve üniversite özerkliği, ticaretin kâr ve siyasetin çıkar
hesaplarına terk edilemez.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SAKİNE ÖZ (Devamla) – Kanunu
Meclisten geçmeyen bir üniversite -ve
onun iş dünyasındaki gözde gücü İpek Grubu- adını Hükûmetin gölgesine sığınarak
değiştiremez. Kanunu Meclisten geçmeyen bir düzenleme uygulanamaz, hukuk
devleti ilkesi çürütülemez.
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Öz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Maddeyi
geri çekiyor herhâlde Komisyon.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Aksi durum,
rektörün Meclis üzerindeki tahakkümüne işaret ediyor.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) –
Rektörün Meclis üzerindeki tahakkümü!
Bir bu kalmıştı Sayın Bakan,
bir onu yapmamıştık yani!
OKTAY VURAL (İzmir) – Vesayet
mi var yani?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Vesayet
rejimi!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2’nci maddeye bağlı 5 ek madde bulunmaktadır. Ek maddeler ayrı
ayrı görüşülecektir.
Şimdi, ilk ek madde olan ek
madde 150’yi okutup üzerinde görüşme açacağım.
MADDE 2- 2809 sayılı Kanuna
aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.
"Anka Teknoloji
Üniversitesi
EK MADDE 150- Ankara'da
İstanbul Adli Bilimler Eğitim ve Araştırma Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Anka Teknoloji Üniversitesi
adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Adli Bilimler
Fakültesinden,
b) Fen Fakültesinden,
c) Mühendislik Fakültesinden,
ç) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
d) Sosyal Bilimler
Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN – Madde üzerinde ilk
söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplan’a aittir.
Buyurun Sayın Kaplan. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teşekkür ederim.
Öncelikle, bu 2’nci maddede
geçen Anka Teknoloji Üniversitesi, İstanbul Esenyurt Üniversitesi, Adana’da
Kanuni Üniversitesi, Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi ve Gaziantep’te Sanko
Üniversitesi hayırlı olsun, ülkede inşallah donanımlı bir eğitimle faydalı hizmetler
verirler.
Bugüne kadar Barış ve
Demokrasi Partisi olarak, üniversitelerle ilgili vakıf olsun, devlet olsun
gelen her kanun teklifine destek verdik. Biz inanıyoruz ki, nerede bir okul
açılırsa, nerede bir üniversite açılırsa birçok kötülük azalır ve inşallah da
öyle olur.
Tabii, sıkıntılar var. Bu
sıkıntıların içinde -arkadaşlar açıkladılar- yer durumu, kampüslerin durumu,
yurtların durumu, yine, ücret durumları -çünkü, ücretli oluyor vakıf
üniversiteleri- bunların getirdiği sorunlar gerçekten ciddi sorunlar. Biraz
rant eleştirilerinin olması, parası olanların vakıf kurarak üniversite
işletmesi, fakir olanın, emekçi olanın kuramaması, farklı kesimlerin
kuramaması, Hükûmete, iktidara yakın olanların daha iyi kurabilmesi, devlet
üniversitelerinden özel vakıf üniversitelerine kadar partizan kadrolaşma gibi
sıkıntılar var, bu bir gerçekliğimiz, bunu görmemiz gerekiyor. Bir ülkede
eğitim gerçekten o ülkenin geleceğini belirliyor.
Geçen gün adliyeye gitmiştim…
İstanbul Üniversitesinde -doğrusu üzüldüm- hâlâ 21’inci yüzyılda üniversite
öğrencilerinin çatışması kabul edilebilir bir olay değildir. Buradan Meclisteki
4 parti grubuna ve liderlerine çağrıda bulunuyorum: Üniversite gençlerimiz
kavga etmesinler, fikir yarıştırsınlar. Üniversitelerin bilimsel özerkliği,
özgürlüğü olsun, fikirler tartışılsın. Ama maalesef, sürekli, 12 Eylülün
getirdiği YÖK sisteminin bir karabasan gibi çöktüğü sistem, daha sonra rektör
atamalarıyla, el değiştiren bir yaklaşımla maalesef baskıcı, partizan, taraftar
ve sürgünlere varan uygulamalar var. Bunlar ülkeye maalesef hiçbir şey
kazandırmaz ve rant olayları çok daha tehlikeli.
Üniversite gençlerine sordum:
“Niye örgüt üyesi diye dava açmışlar?” Çocukların üzerinde çıkan MP3’lerde
Kürtçe şarkılar, müzik varmış. Bu dinledikleri müzik bile delil olarak dosyalara
girmişti.
Avrupa Hukukçular Birliğinde
Türkiye üyesi olarak yirmi yıl çalıştım ve 100’ün üzerindeki konferanslarımızın
hemen hemen hepsini üniversitelerde yaptık. Akademik, hukuk ve siyaset konulu
tartışmalardı. Hiçbir üniversitede bir engelle karşılaşmadık ama Türkiye’de
bunu maalesef yapamadık.
Yine -Sayın Elitaş da
biliyor- komisyon incelemelerinde, Amerikan Kongresi komisyon incelemelerindeki
en büyük tartışmalardan biri, üniversite eğitim ücretlerinin tartışılmasıydı.
Eyaletlerdeki üniversitelerde paralarını ödeyemedikleri için okuldan atılmakla
karşı karşıya olan yüz binlerin sorunu, dünyanın bir numaralı ekonomisinin de
sorunuydu. Bizim ülkemizde bu sorun daha vahim. Rakamlarla, burada -öğretim
üyeliği yapmış olan hatipler vardı- açıkladılar. Evet “Parasız, hakikaten
emekçi, memur çocuğunun gidebileceği ücretsiz eğitim hakkını nasıl
sağlayacağız?” konusu bu Meclisin ana konularından biri olabilmelidir.
Peki, ana dilde eğitim okulu
böler mi arkadaşlar? Okullar ülkeyi böler mi? Öğretmenler ülkeyi böler mi?
Öğrenciler ülkeyi böler mi? Dersler böler mi? Kalem böler mi? Vallaha bir
saplantı var bazı partilerde demeyeceğim hem… Meclisteki, bizim dışımızdaki 3
parti de Kürtçe ana dilde eğitim olursa ülke bölünecek paranoyasının içindeler.
Şimdi, ben size soruyorum:
Önce dediler ki “Kürtçe bir dil yoktur, bilmem ne” dediler. Ama hemen yanı
başımızda, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne şöyle bir Google’dan girin,
devlet eyalet üniversitelerini görürsünüz orada: Hawler Tıp Fakültesi, Duhok
Üniversitesi –ki bizim üniversitelerle de çalışıyor- Koya Üniversitesi,
Kürdistan Hawler Üniversitesi, Selahaddin Üniversitesi, Soran Üniversitesi,
Süleymaniye Üniversitesi.
Bir de devlet üniversiteleri
var: Halepçe Üniversitesi, Germain Üniversitesi –bu, Türk-Alman üniversitesi
gibi kurulanlardan- Raparin Üniversitesi, Ranya Üniversitesi, Zaho
Üniversitesi.
Biraz daha okuyayım
isterseniz bilgi olsun diye: Irak Amerikan Üniversitesi de var, öbür tarafta
Cihan Üniversitesi var, Dicle Koleji de var, Işık Üniversitesi var. Bu Meclisin
üyesi olan milletvekillerinin de içinde yer aldığı çalışmalar var. Lübnan
Fransız Üniversitesi var, Royal British Üniversitesi var ve SABIS Üniversitesi
kuruldu, İnsani Gelişim Üniversitesi kuruldu, en son Newroz Üniversitesi
kuruldu.
Şimdi, 21 tane üniversite
ismi saydım size. Bunlar, denklik düzeyinde çok yüksek eğitim gören. Ama
nüfusun en kalabalık yaşadığı Türkiye'de Kürtlerin tek bir üniversitesi yok
kendi ana dilinde. Niye?
Şimdi, bunun bir tartışmasını
yaptık, dedik ki 12 Eylül darbesi gelir gelmez 2932 sayılı dil yasasını çıkardı
ve ana dili eğitimi, Kürtçe ana dili yasakladı. Bu Meclis 21’inci yüzyılda hâlâ
bu korkuları, kaygıları, generallerin şapkasından alıp kendi kafasına mı
koyacak? Bunun aşılması gerektiğini düşünüyorum.
İki hafta önce, Columbia
Üniversitesinde bir konferansa davetliydim ve çözüm süreci için gittim. Orada
20 ayrı eyaletten gelen, üniversitelerden gelen hocalarla çok güzel ve faydalı
bir konferans oldu. Türkiye’yi merakları, bizi onlara anlattım, onların anlatımları;
Orta Doğu, petrol, güvenlik, özgürlük, bunların hepsi konuşulabiliyor.
Prestijli bir üniversite, Obama’nın okuduğu, Başbakan Sayın Erdoğan’ın da ilk
gittiğinde “Bir an önce oraya gideyim.” dediği üniversite. Peki, bizim
Türkiye’de birçok üniversitemiz var, Boğaziçi, ODTÜ, İstanbul Üniversitesi,
hakikaten önemli üniversitelerimiz var, bilim düzeyinde bir marka olabilmeyi
başarabilmek için ne yapabiliriz? Bunun çok ciddi bir şekilde konuşulması
gerekiyor. Meclis-üniversite diyalogu, çalışması, AR-GE’si son derece zayıf
arkadaşlar. Komisyonlarımızda, dikkat edin teknik konuların hiçbirisinde,
hiçbir Meclis çalışmasında bir üniversite raporunu önümüzde göremiyoruz, bir
AR-GE raporunu göremiyoruz. Neden? Belki o da ülkeyi böler Kürtçe gibi.
Şimdi, “Bu ana dilde eğitim
ülkeyi böler.” diyen virüsün peşindeyiz arkadaşlar, Allah’ın izniyle o virüsü
yok edeceğiz; bütün diller, bütün kültürler, bütün kimlikler kendi dillerinde
eğitim yapacaklar, hatta bu işten gerçekten ciddi akademik kariyer yapanlar da
ortaya çıkıyor.
Şimdi, arkadaşlar, buradan
benim söyleyeceğim şu: 76 milyonluk Türkiye’de çok fazla yabancı üniversite var
İngilizce eğitim yapan. Resmî dilimiz Türkçe diyoruz, ortak dildir iletişim.
Kürtçe, İngilizce o üniversite eğitim yaparsa uykularınız bölünecek mi?
Bölünmemesi lazım. Alışacağız arkadaşlar. Bakın, TRT Şeş’te de o kıyamet
kopmuştu veya bir başka olayda. Umarım bunları aşarız ve okulların da bölücü
olmadığını anlarız.
Teşekkür ederim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Hocam.
OĞUZ OYAN (İzmir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de üniversite enflasyonuna AKP katkıları sürüyor. Bu yeni kurulacak 5
vakıf üniversitesiyle üniversite sayısı 175’e çıkacak, vakıflarımızın sayısı
71’e çıkacak. Yani bu nicel sayı artışına, her kasabaya bir üniversite kurmaya
başarı diyorsanız, iktidarınız bununla iftihar edebilir, ama ne yazık ki
madalyonun öbür yüzü ak değil kara. Madde madde söylemeye çalışayım.
Nasıl ki Türkiye'de bayrak
direklerinin yükselmesi ve bayrakların boyutlarının büyümesiyle bağımsızlık
arasında ters orantılı bir ilişki varsa, yani ne kadar bağımsızlık kaybı varsa
o kadar bayrakların çapı büyüyorsa, özellikle devri AKP döneminde, Türkiye'de
üniversite sayısının artışıyla bilim düzeyi arasında da ters orantılı bir
ilişki oluşmaya başlamıştır. Bir tanesi diğerini perdelemek işlevine sahiptir,
bu vakıf üniversitelerinde biraz daha bariz bir durumdadır, bazı vakıf
üniversitelerini hariç tutabilirim.
Madde 2: Türkiye'de bütün
üniversiteler, devlet üniversitesi olsun vakıf üniversitesi olsun, büyük bir
siyasi kuşatma altındadır. Rektör atamasından başlayarak dekan atamalarına,
bütün idari kadrolara kadar giden bir siyasi kuşatma vardır, iktidarın ve cemaatin
tasallutu altındadır üniversiteler.
Vakıf üniversitelerinin büyük
bölümü açısından da benzer siyasi uzantılar yürürlüktedir. Bu giderek akademik
kadroları, bu giderek doktora vesaire doçentlik jürilerini içine almaktadır,
özellikle doçentlik jürileri büyük ölçüde iktidara yakın kadrolar tarafından
atanmakta, buralara üyeler seçilmektedir. Bu yol bilimin yolu değildir.
Madde 3: Eğer üniversiteler
inanç sistemlerinin veya siyasetin kuşatması altındaysa bilim de kuşatma
altında demektir. Böyle bir kuşatma altında ne özgür düşünce ne yaratıcı akıl yani bilim gelişmez. Böylesine
bir üniversite ortamında üniversitenin asıl işlevi olan, asıl işlevlerinden
birisi olan düşünmesini öğretmek gerçekleşmez. Üniversite önce öğrencilerine
düşünmesini öğretir, düşünme sistematiğini öğretir. Bunu yapamadığınız takdirde
soru sorabilen, sorgulayabilen nesiller yetiştiremezsiniz, 4+4+4 sistemiyle
zaten bunun önünü kestiniz. Şimdi, dolayısıyla, bunun tam tersine bir gidişat
vardır, sorgulamayan nesiller oluşmaktadır, bilim dışına kayış hızlanmaktadır.
Bu, vahimdir, kaygı vericidir.
Madde 4: Üniversiteler büyük
bir taşralaşma baskısı altındadır. Taşralaşma sadece coğrafi konum bakımından
değil bu, bilimsel yetkinlik ve araştırma kapasitesi anlamındadır. Dolayısıyla,
büyük kentlerin üniversitelerini de büyük ölçüde kapsamaktadır ama Anadolu’daki
üniversitelerde üniversiteler o kentin düzeyini yukarıya çekme işlevine sahip
olmaları gerekirken tam tersine o ortamın vasatına doğru aşağıya gitmekteler.
Yerel güçlerin, eşrafın, iktidar merkezli siyasetin, tarikatların çekim alanına
girmektedirler. Bu, esef verici bir durumdur ve Türkiye’deki üniversitelerin
geleceği açısından kaygı vericidir. Kuruluşundan itibaren bu tür bir misyonla
hareket eden üniversiteler de vardır, vakıf üniversiteleri arasında da bol
miktarda vardır. Biraz önce burada bütünü hakkında iktidar adına yapılan
konuşmanın düzeyi de doğrusu bu gidişi çok iyi göstermektedir.
Madde 5: Mutlak gerçekler
dünyasının yani dinsel dogmaların göreli gerçekler dünyası olan bilime
müdahalesini Batı yüzyıllar önce halletmiştir.
Medreseden üniversiteye geçiş ya da skolastik düşünceden gerçek,
bilimsel alana geçiş gerçekleşmiştir. Bunlara tekrar geri dönüş olmaz. Türkiye
bu açıdan oldukça gecikmiştir, çok gecikmiştir. Bu konuda ana atılım 1930’larda
yapılmıştır ve kısa sürede büyük hamleler yapılmıştır. Burada 35’le ilgili bir
şey söylüyor, Türkiye’de gerçek üniversite reformu, gerçek bilimsel gelişme
1933 reformu sonrasındadır. Bunu bilmemek büyük bir ayıptır Türkiye açısından.
Şimdi, süreç tersine işlemeye
başlıyor, devri AKP döneminde bu süreç tersine işlemeye başlıyor ama hiç kimse
Türkiye’yi tekrar medrese tarzı düşünme düzeyine getiremez. Türkiye'nin değerli
zamanını boşa harcatmamak konusunda iktidara görev düşüyor çünkü tam da bunu
yapıyor.
Madde 6: Vakıf üniversiteleri
bugün toplam üniversitelerin sayısının yüzde 41’idir ama öğrenci sayıları yüzde
8,7’dir. Dolayısıyla, burada vakıf üniversiteleri üzerinden çok ciddi bir
kaynak israfı gerçekleşmektedir. Bunlar zaten kontenjanlarını dolduramıyorlar,
çok yüksek ücretler vesaire, insanların güçleri de yetmiyor. Ama şunu
sorgulamak gerekir: Biz bu üniversitelere kamu kaynağı aktarıyoruz, burada
söylendi yüzde 45’ine kadar. Bu kamu kaynağını denetliyor muyuz? Bu kaynaklar
gerçekten doğru kullanılıyor mu? İktidara soruyoruz. Biz bu üniversitelere
buradan kaynak aktaran kurumun içindeyiz, yasama organıyız, bunu
denetleyebiliyor muyuz değerli arkadaşlarım? Yani burada bu kaynak israfı
yanında birtakım kamu arazileri, birtakım kamu yapıları bu üniversitelere
aktarılıyor. Hatta bazen birtakım vakfiyeler amacı dışında aktarılıyor. Fatih
Sultan Mehmet Üniversitesi için Fatih’in vakfiyesini yani düşünün, Fatih’in bir
hayri amaçla kurduğu vakfın gelirlerini, mal varlıklarını paralı eğitime aktarabiliyorsunuz.
Bu acaba vakfedenin amacıyla uyumlu mu? Ya da Bezmiâlem Üniversitesinde
vakfedenin amacıyla tamamen ters bir şeyle bu vakıf üniversitesini
kurabiliyorsunuz. Ya da başka bir şey: Bir başbakanı düşünün ve 2 bakan, İlim
Yayma Vakfı adına üniversite kuruyorlar, İstanbul Sabahattin Zaim
Üniversitesini. Nasıl olabilir? Bir ülkeyi düşünün, kamu üniversitesi kurma
yetkisi elinde olanlar vakıf üniversitesi kuruyorlar kendi vakıfları
aracılığıyla. Bu inanılmaz bir şeydir ve Türkiye’de şimdi holding üniversitesi
dönemindeyiz. Kozalar, Sankolar vesaire peş peşe geliyorlar ve bunların bir
bölümü de iktidarla çok yakın, yandaş ilişkiler içinde.
Madde 7: Vakıf
üniversitelerinin ülke düzeyinde dağılımına baktığınız zaman, paranın nasıl
asıl itici güç olduğunu da görüyorsunuz. 71 tane vakıf üniversitesinden 54
tanesi, bu kurulacak olanlar dâhil, üç büyük şehirde. 49 tanesi iki büyük
şehirde, 37 tanesi İstanbul’da. İki şehirde İstanbul’da ve Ankara’da vakıf
üniversitelerinin sayısı devlet üniversitelerini aşmıştır. İstanbul’da 37 vakıf
üniversitesi, 9 devlet üniversitesi, bu nasıl bir ilişkidir? Dünyanın neresinde
böyle bir şey var? Yani bu tam, paranın, ticaretin ya da tarikat-ticaret
bağlantılarının deyin isterseniz, öne çıkması, sahnenin önüne geçmesidir. Bu
bir rekordur İstanbul açısından ama sadece para amaçlı olmadığını da
söyleyeyim, bazıları da tamamen… Yani sermaye grupları Türkiye’de üniversite
kuruyorlar. Türkiye’de belli inanç grupları üniversite kuruyorlar. Bu bir
üniversite kavramıyla bağdaşmayan bir gelişmedir.
Madde 8: Türkiye’de bu kadar
üniversite kurulurken, bu kadar üniversiteye öğretim elemanı ihtiyacı varken
araştırma görevlilerini 50-d maddesi üzerinden dışlayan, üniversiteden atan,
onları daimi kadrolara geçirmeyen bir zihniyet egemendir. Bu zihniyetin başında
AKP vardır. 2011’de çıkardığı bir torba yasayla bu yolu daha da açmıştır ve
sadece İstanbul Teknik Üniversitesinin 62 araştırma görevlisi kapı dışarı
edilmiştir. Türkiye’de yüzlerce örnek vardır. Yani ilk önce, bir kere, bu
araştırma görevlilerini koruyalım. Yani bunun tek amacı, kendi kadrolaşması
için meydanı boşaltmak herhâlde, başka bir anlamı varsa Sayın Bakan açıklar.
Madde 9: Öğretim üyeleri,
sadece araştırma görevlileri değil, her
düzeyden doçenti, profesörü, öğretim üyeleri üzerinde inanılmaz bir baskı
vardır, cezalandırma baskısı vardır, üniversiteden atma baskısı vardır.
Bunların isimlerini sayamayacağım, vaktim yok ama birçok yerde özgür düşünceye
ket vurulmak istenmektedir. Bunun da üniversiteyle bir ilişkisi olamaz. Aynı
şey, öğrenciler için de geçerlidir. Yüzlerce öğrenci sadece pankart açtıkları
için, parasız eğitim istedikleri için, protesto ettikleri için hapishanelerde,
eğitimleri engellenmektedir. Bu bir utanç kaynağıdır.
Ve şimdi Başbakan diyor ki:
“Özel güvenlik olmaz. Danışıklı dövüş oluyor. Polisi sokacağız üniversiteye.”
Bu da, aslında AKP’nin polis devletine çok yakışacaktır doğrusu ama Türkiye’ye
yakışmayacaktır, tıpkı AKP’nin Türkiye’ye yakışmadığı gibi.
Son olarak şunu söyleyeyim:
İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde 90’ıncıyız. Üniversiteli düzeyini de o
gösteriyor.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahıslar adına ilk
söz Ankara Milletvekili Sayın Emrullah İşler’in.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
EMRULLAH İŞLER (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 453 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesinin Ek 150 maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
İstanbul Adli Bilimler Eğitim
ve Araştırma Vakfı tarafından Ankara’da kurulmasına karar verilen Anka
Teknoloji Üniversitesi farklı ihtisas alanı, fakülte ve bölümleriyle diğer
birçok üniversiteden ayrılmaktadır. Ankara’da sizlerin oyları ve teveccühü ile
kurulacak olan bu üniversite bir konsept üniversitesi olarak planlanmıştır.
Özellikle kriminal teknolojiler, siber güvenlik, savunma sanayi olarak
sıralayacağımız üç ana bilimsel araştırma ve hizmet alanına hizmet verecek
şekilde tasarlanmıştır. Söz konusu üç alanda da Türkiye’de gerek lisans
düzeyinde gerekse AR-GE düzeyinde yeterli fakülteler bulunmamaktadır. Özellikle
ilk ikisi Türkiye gibi, gelişmekte olan ülke kategorisinden hızla gelişmiş ülke
kategorisine geçen bir ülke için gereklilik ve hatta zorunluluk hâline gelmiştir.
Gelişen teknoloji ile
birlikte kriminal teknolojiler de büyük değişiklikler göstermiş, yeni alanlarda
araştırma ihtiyacı ve kalifiye eleman ihtiyacı üst seviyelere çıkmıştır.
Özellikle günümüzde işlenen
suçlar arasında bilişim suçları önemli bir yer tutmaktadır. Yakın gelecekte ise
işlenen toplam suçların yarısını bilişim suçları oluşturacaktır. Anka Teknoloji
Üniversitesi, bu açığı kapatmak üzere üst düzeyde kriminal uzman yetiştirmeyi,
bu konuda yine üst düzeyde araştırma geliştirme faaliyetinde bulunmayı
hedeflemektedir. Ülkemizde inceleme yetersizliğinden dolayı en basit davalar
yıllarca sürmekte, insanlar basit hatalardan ve inceleme yetersizliklerinden
dolayı haksız cezalara maruz kalmaktadır. Anka Teknoloji Üniversitesi,
ülkemizde bulunmayan, Avrupa ve dünya üniversitelerinde dahi sadece ihtisas
üniversitelerinde bulunan adli bilimler fakültesi ile ülkemizin kriminal
teknolojileri konusundaki üst düzey ihtiyacını bilimsel olarak karşılayacaktır.
Bu özelliği ile de sadece Türkiye’den değil tüm dünyadan öğrenci çekecektir.
Yine siber âlemdeki güvenlik
ciddi bir ülke meselesi hâline gelmiştir. Yeterli denetlemeler
yapılamadığından, akıllı cep telefonları dâhil, bilgisayarlarımıza yapılan
siber saldırılar önemli sorun hâline gelmiştir. Özellikle ülke güvenliği
açısından sadece kamu kurumları değil özel şirketler dahi ciddi seviyede siber
güvenlik sorunları yaşamaktadır. Kurulacak bu bölüm ile gerek kamu ve gerekse
de özel sektörün ihtiyacı olan siber güvenlik ve yönetimsel güvenlik
elemanlarının yetiştirilmesi hedeflenmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, Hükûmetimizin 2023 hedefleri arasında Ankara’yı ağırlıklı
olarak savunma sanayisinin üssü hâline getireceğimizi açıkladık. Bu çerçevede,
Anka Teknoloji Üniversitesi Mühendislik Fakültesindeki bölümler mali kaygılara
girmeden, bir ihtisas üniversitesi için özenle seçilerek savunma sanayisi için
hazırlanmıştır. Bu bölümlerin çoğu ülkemiz üniversitelerinde bulunmakla
birlikte, özellikle savunma sanayisi AR-GE faaliyetlerini yürütmek üzere söz
konusu bölümler ihtisaslaştırılacaktır. Kurulacak olan yazılım ve yapay zekâ
mühendisliği bölümü ülkemizde daha önce hiç olmayan bu alanlardaki AR-GE
faaliyetleri için tamamlayıcı bir bölüm olacaktır.
Anka Teknoloji Üniversitesi
Adli Bilimler ve Mühendislik Fakülteleri bünyesindeki adli teknolojiler,
yönetim ve bilişim güvenliği, kriminoloji, yazılım ve yapay zekâ, siber
güvenlik ve enerji sistemleri mühendisliği bölümleri ile tam bir teknoloji
ihtisas üniversitesi niteliği taşıyacaktır.
Anka Teknoloji Üniversitesi,
özellikle adli bilimler, adli bilişim teknolojileri ve adli mühendislik
konularında gelişmiş ülkelerde var olan ileri teknolojilerin ülkemize adapte
edilmesine katkıda bulunacaktır. Ayrıca, kurulacak AR-GE laboratuvarlarıyla şu
an için sadece adli kurumlara hizmet veren Adli Tıp Kurumunun yükünün
azaltılmasına, adliyelerde inceleme eksikliği nedeniyle karara bağlanamayan
davaların hızla sonuçlanmasına önemli katkılarda bulunacak ve hemen her konuda adli bilimler uzmanları
yetiştirecektir.
Anka Teknoloji Üniversitesi
ülkemizi özellikle adli bilimler eğitimi konusunda Avrupa, Orta Doğu, Uzak Doğu
ve Afrika coğrafyasında lider konuma taşıyacaktır.
Anka Teknoloji
Üniversitesinin ülkemize, Ankara’mıza, başkentimize, bölgemize ve tüm insanlığa
hayırlı olmasını diliyorum. Ayrıca diğer kurulacak üniversitelerin de ülkemize
hayırlar getirmesini diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
İşler.
İzmir Milletvekili Sayın
Aytun Çıray… Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 21.06
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.09
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatih ŞAHİN (Ankara), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113’üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
453 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yok
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan,
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile ve Çevre Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile Çevre
Komisyonu Raporu (1/627) (S. Sayısı: 297)
BAŞKAN - Komisyon? Yok
Ertelenmiştir.
5’inci sırada yer alan, Orta
Asya ve Kafkaslar Bölgesel Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği Komisyonu
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
5.- Orta Asya ve Kafkaslar Bölgesel Balıkçılık ve Su Ürünleri
Yetiştiriciliği Komisyonu Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ile Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu
Raporları (1/498) (S. Sayısı: 173)
BAŞKAN - Komisyon? Yok
Ertelenmiştir.
Bundan sonra da komisyon
bulunamayacağı anlaşıldığından, alınan karar gereğince Başbakan Sayın Recep
Tayyip Erdoğan hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağına
ilişkin görüşmeler ile kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek için 31 Mayıs 2013 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.