DÖNEM: 24 YASAMA
YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 39
46’ncı Birleşim
20 Aralık 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362)
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
2.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in
CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
4.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
5.- Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
6.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle konuşması
7.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
8.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın CHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
9.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
10.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın BDP Grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
11.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
V.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
VI.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunun 25, 26 ve 27 Aralık 2012 Salı, Çarşamba ve
Perşembe günleri toplanmamasına ilişkin Danışma Kurulu Önerisi
VII.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bazı
ifadelerine ve işçilerin asgari ücretle ilgili dileklerine ilişkin açıklaması
VIII.- OYLAMALAR
1.- 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın oylaması
2.- 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Eskişehir
Milletvekili Kazım Kurt’un, Eskişehir’de yer alan bazı taşınmazlar hakkında
toplu korunma kararı verilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11445)
2.- İzmir
Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli’nin, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin
sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/12116)
3.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kırklareli’nin Demirköy ilçesindeki termik
santral başvurularına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/12148)
4.- İzmir
Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli’nin, incir ve zeytin üreticilerinin
sorunlarına,
Hayvancılık
sektöründeki bazı sorunlara,
- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kırklareli’nin Demirköy ilçesindeki bir
kooperatif hakkındaki usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarına,
- Yozgat
Milletvekili Sadir Durmaz’ın, Brezilya’dan ithal edilen angus cinsi hayvanların
sağlık kontrollerine,
- Eskişehir
Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine yapılması
düşünülen bir silonun Kaymaz beldesine yapılması kararına,
İlişkin soruları
ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/12154), (7/12155),
(7/12156), (7/12157), (7/12158)
5.- Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’deki elektrik direklerinin
bakımsızlığına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız’ın cevabı (7/12269)
6.- Antalya
Milletvekili Gürkut Acar’ın, Antalya’da yaşanan elektrik kesintilerine ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/12270)
7.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi
bankaya yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili sözleşmeye ilişkin sorusu
ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/12271)
8.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, faaliyeti sona erdirilen askerlik
şubelerine ve askerlik şubelerinin güvenlik-temizlik işlerinin özel şirketlere
ihale edilmesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı
(7/12324)
9.- Muğla
Milletvekili Nurettin Demir’in, Muğla Milas’ta bir antik kentin yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/12535)
10.- Gaziantep
Milletvekili Mehmet Şeker’in, Gaziantep’in Yavuzeli ve Araban ilçelerinde bazı
çiftçilere pamuk destek primi ödenmemesine,
- Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, kivi üreticilerinin sorunlarına ve kaçak
kiviye,
Kaçak yollarla
ülkemize giren bala,
Hayvancılıkla
uğraşan çiftçilerin doğal afetlerden kaynaklanan mağduriyetlerine,
- Tekirdağ
Milletvekili Candan Yüceer’in, zeytin ve zeytinyağı üretimine ve üreticilerin
sorunlarına,
- Tekirdağ
Milletvekili Emre Köprülü’nün, üç gün hastalığına ve kaçak yollarla ülkeye
sokulan canlı hayvanlara,
- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Sapanca Gölü’nden pompalanan suyun kirli olduğu
iddialarına,
- Amasya
Milletvekili Ramis Topal’ın, Amasya’da ithal edilen hayvanların kontrolüne,
İlişkin soruları
ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/12610), (7/12611),
(7/12612), (7/12613), (7/12614), (7/12615), (7/12616), (7/12677)
11.- Diyarbakır
Milletvekili Emine Ayna’nın, Hakkâri’nin Kazan Vadisi’nde gerçekleştirilen
PKK’ya yönelik operasyonlarla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Millî Savunma
Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/12653)
12.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Esendere Sınır Kapısında meydana gelen hayali
ihracat ve kaçakçılık olaylarına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer
Çağlayan’ın cevabı (7/13038)
13.- İstanbul
Milletvekili Umut Oran’ın, tüketici kredileri ve kredi kartlarındaki batık
tutara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/13047)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 11.00’de açılarak dört oturum yaptı.
2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/698) (S. Sayısı: 361) ve 2011 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362)
görüşmelerine devam edilerek maddeleri kabul edildi.
Bitlis
Milletvekili Vedat Demiröz, Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun
şahsına,
Bitlis
Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu, Bitlis Milletvekili Vedat Demiröz’ün
şahsına,
Muş Milletvekili
Sırrı Sakık, Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in şahsına,
Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan, Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in BDP
Grubuna,
Sataşmaları
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Alınan karar
gereğince, 20 Aralık 2012 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere 18.48’de
birleşime son verildi.
Mehmet SAĞLAM
Başkan
Vekili
Tanju
ÖZCAN Mustafa HAMARAT Muhammet Bilal MACİT
Bolu Ordu İstanbul
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
56
Raporlar
1.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Kore Cumhuriyeti Arasında Mal Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/705) (S.
Sayısı: 364) (Dağıtma tarihi: 20.12.2012) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı
Sistemine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşma ile Eki Türkiye Cumhuriyeti ve The
Trans Anatolian Gas Pipeline Company B.V. Arasında Trans- Anadolu Doğal Gaz
Boru Hattı Sistemi Hakkında Ev Sahibi Hükümet Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/709) (S.
Sayısı: 369) (Dağıtma tarihi: 20.12.2012) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti ve
Gürcistan Arasında Ahıska-Borçka Enterkonneksiyon Hattı Yoluyla Sınır Ötesi
Elektrik Ticaretine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/632) (S. Sayısı: 371) (Dağıtma
tarihi: 20.12.2012) (GÜNDEME)
4.- Yasa Dışı, Kayıt Dışı ve
Düzenlenmemiş Balıkçılığı Önleme, Caydırma ve Ortadan Kaldırmaya Yönelik Liman
Devleti Tedbirlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Çevre Komisyonu; Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ile
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/661) (S. Sayısı: 372) (Dağıtma tarihi:
20.12.2012) (GÜNDEME)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Bangladeş Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı: 373)
(Dağıtma tarihi: 20.12.2012) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Bangladeş Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Tarım Alanında
Bilimsel ve Teknik İşbirliği Konulu Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ile
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/677) (S. Sayısı: 374) (Dağıtma tarihi:
20.12.2012) (GÜNDEME)
7.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Suudi Arabistan Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/683) (S. Sayısı: 375)
(Dağıtma tarihi: 20.12.2012) (GÜNDEME)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Bitlis Milletvekili
Hüsamettin Zenderlioğlu’nun, Bitlis protokol yolu yapımına ve yolun altyapı
eksikliklerine ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı
soru önergesi (7/11743)
2.- Bingöl Milletvekili İdris
Baluken’in, Bursa’nın Yıldırım ilçesinde BDP ilçe merkezi binasına ve
partililere yönelik saldırılara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12090)
3.- Ankara Milletvekili Aylin
Nazlıaka’nın, yayın organları ile basın mensuplarına karşı başlatılan cezai
kovuşturmalara ve işlerinden ayrılan basın mensuplarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12091)
4.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Türkiye’de ABD’ye ait nükleer bombaların muhafaza
edildiği iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12092)
5.- Ankara Milletvekili Aylin
Nazlıaka’nın, 2007-2012 yılları arasında stres, depresyon, ruh ve sinir
hastalıkları yaşayan vatandaşlara ve aile içi şiddete ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12093)
6.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı
hakkındaki bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12094)
7.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, şans oyunları ve bahislerle ilgili verilere ve
bunların kumar tutkusuna dönüşmemesi için alınan tedbirlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12095)
8.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’ün, ABD ile Türkiye’nin terörle mücadele kapsamındaki işbirliğine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12096)
9.- Kırklareli Milletvekili
Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, TMSF’ye devredilen şirketlerin yönetim ve denetim
kurullarında görev yapanlara ve bu kişilere ödenen ücretlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12097)
10.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, İstiklal Mahkemelerinde yargılanan ve cezalandırılan kişilere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12099)
11.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, Şeyh Said ve arkadaşlarının kayıp mezarlarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12100)
12.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken’in, 1980 Askeri Darbesi sonrası Bingöl’den sürülen ve işten
çıkarılan kamu görevlilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12101)
13.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, İstanbul’da yapılan 29 Ekim kutlamalarının maliyetine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12102)
14.- Kars Milletvekili
Mülkiye Birtane’nin, Çoruh Nehri sularında kaybolan iki kişiye ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12103)
15.- İzmir Milletvekili Erdal
Aksünger’in, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Ankara’ya gelen bazı
araçların durdurulmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12104)
16.- İzmir Milletvekili Erdal
Aksünger’in, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında Ankara’da yaşanan
olaylara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12105)
17.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında Ankara’da yaşanan
olaylara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12106)
18.- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürk’ün, son 5 yılda Zonguldak’ta çeşitli sosyoekonomik verilere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12107)
19.- Erzincan Milletvekili
Muharrem Işık’ın, yapılacak olan hava ve füze savunma sistemi ihalesine ve
Malatya Kürecik’teki radar sistemi ile arasındaki farka ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12108)
20.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’ün, açlık grevleriyle ilgili bir açıklamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12109)
21.- İstanbul Milletvekili
Osman Taney Korutürk’ün, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında
Ulus’ta toplanan sivil toplum örgütlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12110)
22.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, Yeşilay Cemiyeti Mardin Şube Başkanının açıklamalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12111)
23.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, okullarda gerçekleştirilen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12112)
24.- Uşak Milletvekili Dilek
Akagün Yılmaz’ın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının engellenmesine ve
kutlamalara katılan sivil toplum örgütlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12113)
25.- Aydın Milletvekili Metin
Lütfü Baydar’ın, ülkemizin hücum bot sayısına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12114)
26.- Aydın Milletvekili Metin
Lütfü Baydar’ın, yaptığı konuşmalarda Atatürk kelimesini kullanmadığı iddiasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12115)
27.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken’in, geçmiş yıllarda bazı illerde asimilasyon politikalarının
uygulandığı ve kız çocuklarının zorla evlatlık verildiği iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12117)
28.- Hatay Milletvekili
Mevlüt Dudu’nun, Suriye rejimine muhalif güçlerin Türkiye’den Suriye’ye
ambulanslarla taşındığı iddialarına ve hükümetin Suriye politikasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12118)
29.- Balıkesir Milletvekili
Namık Havutça’nın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının engellenmesine ve
kutlamalara katılan sivil toplum örgütlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12119)
30.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının engellenmesi ve
Anıtkabir’e yürümek isteyen vatandaşlara yönelik polis müdahalesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12120)
31.- İstanbul Milletvekili
Osman Oktay Ekşi’nin, Suriye politikasının ekonomik etkilerine ve Suriye’deki
rejime muhalif güçlere maaş bağlandığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/12121)
32.- Giresun Milletvekili
Selahattin Karaahmetoğlu’nun, akrabası olan bir kişinin Genel Müdür
Yardımcılığına atandığı iddiasına ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent
Arınç) yazılı soru önergesi (7/12123)
33.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, bazı Alevi derneklerine örtülü ödenekten para verildiği iddiasına
ilişkin Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/12124)
34.- İzmir Milletvekili Rahmi
Aşkın Türeli’nin, çocuk yaştaki evliliklerin engellenmesi kapsamındaki
çalışmalara ve erken evlilik sonucu eğitim hayatını yarıda bırakanların
mağduriyetine ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12127)
35.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, özürlü memur yerleştirmelerine ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12128)
36.- Kayseri Milletvekili
Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, kamu çalışanlarının tayin ve atamalarında eş durumlarının
göz önünde bulundurulmaması nedeniyle yaşanan mağduriyetlere ilişkin Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12129)
37.- İzmir Milletvekili Rahmi
Aşkın Türeli’nin, son on yılda yaşanan intihar olaylarına ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12130)
38.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel’in, kadına yönelik şiddete karşı alınan önlemlere ilişkin Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12131)
39.- Kayseri Milletvekili Mehmet
Şevki Kulkuloğlu’nun, 2001 yılından bugüne kadar gerçekleşen iş kazalarına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12132)
40.- Hatay Milletvekili
Mevlüt Dudu’nun, İşsizlik Sigortası Fonuna ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12133)
41.- Manisa Milletvekili
Sakine Öz’ün, ALO 170 hattı ile ilgili sorunlara ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12134)
42.- Manisa Milletvekili
Sakine Öz’ün, 18 yaşını tamamlamamış engelli yakını bulunan vatandaşlara
bağlanan aylıklara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12135)
43.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, Malatya’da bulunan radar üssünün komutasına ve bu üssün
İsrail-ABD ortak tatbikatında kullanılacağı iddiasına ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12144)
44.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, Erzurum’a indirilen Ermenistan yolcu uçağına ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12145)
45.- İstanbul Milletvekili
Ali Özgündüz’ün, ABD askerlerinin Türkiye’nin Suriye sınırında
konuşlandırıldığı iddialarına ve ABD askeri yetkililerinin Diyarbakır’da gerçekleştirdiği
incelemelere ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12146)
46.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılan
vatandaşlara yönelik polis müdahalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12162)
47.- Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka’nın, Ankara’daki belediye otobüslerinin bayram süresince
ücretsiz yolcu taşımasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12163)
48.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün’ün, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılan vatandaşlara
yönelik polis müdahalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12164)
49.- Kırklareli Milletvekili
Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılan
vatandaşlara yönelik polis müdahalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12165)
50.- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin toplu ulaşımda öğrencilerden
aldığı ücretin yüksekliğine ve belediyelerin ortak bir paso sistemi oluşturması
ihtiyacına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12166)
51.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yaşanan olaylara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12167)
52.- İstanbul Milletvekili
Aykut Erdoğdu’nun, Ankara’da bir doğal gaz boru hattında gerçekleşen patlamaya
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12168)
53.- İstanbul Milletvekili
Celal Dinçer’in, İstanbul’da yer alan baraj göllerinde yaşanan can kayıplarına
ve bu göllerin çevrelerinde yaşanan sorunlara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12169)
54.- İstanbul Milletvekili
Celal Dinçer’in, Haliç’te yer alan iskelelerin ulaşıma kapalı olmasına ve
bölgenin sahil şeridindeki çalışmalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12170)
55.- Çanakkale Milletvekili
Ali Sarıbaş’ın, İstanbul’un Avcılar ilçesinde 29 Ekim 2012 günü evlere
dağıtıldığı iddia edilen bir bildiriye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12171)
56.- Çanakkale Milletvekili
Ali Sarıbaş’ın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında Ulus’ta
toplanan sivil toplum örgütlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12172)
57.- Kayseri Milletvekili
Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Suriye’den ülkemize gelen mültecilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12173)
58.- Kayseri Milletvekili
Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Suriye’de yaşanan çatışmalar sırasında ülkemize düşen
top ve mermilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12174)
59.- Kayseri Milletvekili
Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’nin Sarıoğlan ilçesine bağlı bir köyün
yol, su ve kanalizasyon sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12175)
60.- Mardin Milletvekili Erol
Dora’nın, Mardin Mazıdağı’nda yaşanan bir olaya ve polisin orantısız güç
kullandığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12176)
61.- Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın, İdil ilçesindeki Açma ve Ovalı köyleri arasındaki yolun
yapımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12177)
62.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken’in, Bingöl belediyesi tarafından bazı hizmetlerin aksatıldığı
iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12178)
63.- Balıkesir Milletvekili
Namık Havutça’nın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Ankara’ya gelen
vatandaşların engellenmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12179)
64.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavını kazandığı halde
bursları ödenmeyen öğrencilerin mağduriyetine ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12185)
65.- Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın, bazı vatandaşların eğitim kurumlarına verdikleri dilekçeler
nedeniyle haklarında soruşturma açıldığı iddialarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12186)
66.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, Gaziantep’in Şahinbey ilçesindeki bir okulda başörtülü olduğu
gerekçesiyle bir öğrencinin şiddet gördüğü iddialarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12187)
67.- İstanbul Millevtekili
Ali Özgündüz’ün, ders kitaplarında Süryanilerle ilgili ayrımcı ifadeler yer
aldığı iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12188)
68.- İstanbul Milletvekili
Aykut Erdoğdu’nun, iller itibariyle toplam okul ve öğrenci sayısına ve bakanlık
tarafından yapılan ihalelere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12189)
69.- İstanbul Milletvekili
Celal Dinçer’in, İstanbul’a girişlerde emniyet şeridinde bekleme yapan ağır
vasıtalara ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12201)
70.- Çanakkale Milletvekili
Mustafa Serdar Soydan’ın, Çanakkale Havalimanında yapılacak olan çalışmalara
ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12202)
71.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Simav-Dağardı-Harmancık-Bursa karayoluna ilişkin Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12203)
72.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Kütahya’da yapılan kamu yatırımlarına ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12204)
73.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Kütahya’ya yapılan kamu yatırımlarına ve ayrılan ödenek miktarına
ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12205)
74.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Kütahya-Balıkesir karayoluna ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12206)
75.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Gediz-Simav karayoluna ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12207)
76.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Şaphane ilçesini Gediz-Simav karayoluna bağlayan karayoluna
ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12208)
77.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, internet sağlayıcısı bir şirketin 2012 yılında anlaşma
yaptığı bir şirketle ilgili güvenlik kaygılarına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12209)
78.- Diyarbakır Milletvekili
Altan Tan’ın, Ankara-Sivas hızlı tren hattı yapım çalışmalarına ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12210)
79.- Kayseri Milletvekili
Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Ankara-Kayseri karayolundaki çalışmalara ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12211)
80.- İzmir Milletvekili Rahmi
Aşkın Türeli’nin, Risk Raporuna yeni kalemlerin ekleneceği iddialarına ilişkin
Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/12213)
81.- İstanbul Milletvekili
Umut Oran’ın, bir Alman vakfı tarafından Berlin’de düzenlenecek konferansa
katılacağı bilgisine ilişkin Avrupa Birliği Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12215)
82.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, PKK’nın eğitim-öğretim hizmetlerini aksatmaya yönelik
eylemlerine karşı alınan tedbirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12219)
83.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, ekonomik krizi önlemeye yönelik çalışmalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12220)
84.- Adana Milletvekili Ali
Halaman’ın, Adana Büyükşehir Belediye Başkanının görevden uzaklaştırılmasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12221)
85.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken’in, Bingöl’ün Karlıova ilçesinde personel alımlarında usulsüzlük
yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12222)
86.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur, Antalya ve Isparta’da deprem stratejisi
kapsamında gerçekleştirilen çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12225)
87.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan’ın, muhtarların sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12226)
88.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı’nın, yükseköğretim programlarında boş kalan kontenjanlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12227)
89.- İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel’in, madencilik alanındaki politikalara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12228)
90.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutan’ın, Artvin’in Borçka ilçesinde meydana gelen sel ve heyelana
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12230)
91.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutan’ın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları hakkındaki bir
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12231)
92.- Çanakkale Milletvekili
Mustafa Serdar Soydan’ın, emeklilerin maaş promosyon gelirlerinden
yararlanamamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12232)
93.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutan’ın, yasa dışı çay ithalatına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12233)
94.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutan’ın, THY yetkililerinin maaşlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12234)
95.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutan’ın, Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis Grup toplantısındaki bir
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12235)
96.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, demiryolu taşımacılığına ve demiryolu taşımacılığı eğitiminin
geliştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12236)
97.- Kırklareli Milletvekili
Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, MİT’in KCK ile ilgili faaliyetlerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12237)
98.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker’in, bir derneğin muhtaçlara dağıttığı kurban etlerinin bozuk
olduğu iddialarına ve kurban bağışçılarının bu durumdan haberdar olup
olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12238)
99.- Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’nın, Turgut Özal’ın naaşından alınan örneklerden elde edilen
sonuçlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12239)
100.- Kırklareli Milletvekili
Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, KCK’nın faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/12241)
101.- Kırklareli Milletvekili
Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, Oslo görüşmelerine ve KCK’nın faaliyetlerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12242)
102.- Antalya Milletvekili
Gürkut Acar’ın, Antalya’nın Manavgat ilçesinde yapılması planlanan
hidroelektrik santrali projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12244)
103.- Mersin Milletvekili Ali
Öz’ün, amatör spor kulüplerine ve bir boks okuluna yapılan yardımlara ilişkin
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12251)
104.- Mersin Milletvekili Ali
Öz’ün, ilçelerde kaymakam başkanlığındaki mütevelli heyetlerinin kamu yararına
yaptığı harcamalara ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12252)
105.- Hakkâri Milletvekili
Adil Kurt’un, sosyal transferlere ve yoksulluğun azaltılmasına ilişkin Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12253)
106.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili sözleşmeye ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12254)
107.- Kars Milletvekili
Mülkiye Birtane’nin, Ümraniye’deki bir inşaat şantiyesinde meydana gelen iş
kazasına ve işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik çalışmalara ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12255)
108.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12256)
109.- Kocaeli Milletvekili
Haydar Akar’ın, İzmit Körfezinde yaşanan kirliliğe ilişkin Çevre ve Şehircilik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12263)
110.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, elde ettiği kira gelirine ve ödediği vergi miktarına ilişkin
Çevre ve Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12264)
111.- Bursa Milletvekili
Necati Özensoy’un, Dışişleri Bakanlığının Merkez ve yurtdışı teşkilatlarında
görev yapan personele ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12266)
112.- İstanbul Milletvekili
Ali Özgündüz’ün, Yemen’de yakalanan silahların Türkiye’den gönderildiği ve
Suriye’deki muhaliflere silah ve operasyon desteği sağlandığı iddialarına
ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12267)
113.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili sözleşmeye ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12268)
114.- Hatay Milletvekili
Mehmet Ali Ediboğlu’nun, Türkiye’den Yemen’e yasa dışı yollarla silah
gönderildiği iddialarına ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12281)
115.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Durağan ilçesinin bazı köylerinin yol sorununa ve
KÖYDES ödeneklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12284)
116.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Türkeli ilçesinin bazı köylerinin yol sorununa ve
KÖYDES ödeneklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12285)
117.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Gerze ilçesinin bazı köylerinin yol sorununa ve KÖYDES
ödeneklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12286)
118.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Saraydüzü ilçesinin bazı köylerinin yol sorununa ve
KÖYDES ödeneklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12287)
119.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Dikmen ilçesinin bazı köylerinin yol sorununa ve
KÖYDES ödeneklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12288)
120.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Ayancık ilçesinin bazı köylerinin yol sorununa ve
KÖYDES ödeneklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12289)
121.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop’un Boyabat ilçesindeki bazı köylerin sorunlarına ve
KÖYDES ödeneklerinin yetersizliğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12290)
122.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, Sinop Merkez’deki bazı köylerin sorununa ve KÖYDES
ödeneklerinin yetersizliğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12291)
123.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, PKK’nın eğitim-öğretim hizmetlerini aksatmaya yönelik
eylemlerine karşı alınan tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12292)
124.- Diyarbakır Milletvekili
Emine Ayna’nın, gözaltına alınan üniversite öğrencilerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12293)
125.- Diyarbakır Milletvekili
Emine Ayna’nın, Bakanlığın yayımladığı belde belediyeleri ile ilgili bir
genelgeye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12294)
126.- Diyarbakır Milletvekili
Emine Ayna’nın, son 5 yılda insan hakları alanında meydana gelen ihlallere
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12295)
127.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, maaşla taltif edilen Emniyet Teşkilatı mensuplarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12296)
128.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, trafik kurallarına uymayanlara kesilen cezalara ve trafikteki
bazı kuralların uygulanması için alınan tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12297)
129.- Hakkâri Milletvekili
Adil Kurt’un, ülkemizde mülteci, sığınmacı ve misafir olarak kalan yabancı
uyruklulara ve bu kişilerin yaşam şartlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12298)
130.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’e bağlı bir köyün yol sorununa ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12299)
131.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’in Borçka ilçesine bağlı köylerin yol sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12300)
132.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’e bağlı bir köyün içme suyu sorununa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12301)
133.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, polislerin cop kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12302)
134.- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek’in, Lüleburgaz’da sel mağduru vatandaşlardan kaybolan değerli
kâğıtlarını çıkarmak için harç ücreti talep edilmesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12303)
135.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, Emniyet Genel Müdürünün bir akrabasına resmi koruma polisi tayin
edildiği hakkındaki iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12304)
136.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, Emniyet Genel Müdürüne tahsis edilen lojmanda gerçekleştirilen
tadilat hakkındaki iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12305)
137.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12306)
138.- Ankara Milletvekili
Levent Gök’ün, bir bakanın elde ettiği kira gelirine ve ödediği vergi miktarına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12311)
139.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, Eskişehir’e bir Tarım Meslek Lisesi açılması ihtiyacına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12312)
140.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, yeni eğitim sistemi sonrasında eğitim çalışanlarının uzun
mesai saatleri sebebiyle yaşadıkları mağduriyete ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12313)
141.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, Bakanlık personeli için görevde yükselme sınavı açılıp
açılmayacağına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12314)
142.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, okulların denetlenmesine ve il eğitim denetmenlerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12315)
143.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, taşımalı eğitimin sorunlarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12316)
144.- İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel’in, Mustafa Kemal Üniversitesinde son iki yıl için
akademik personelle ilgili açılan soruşturmalara ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12317)
145.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Bakanlıklar ile YÖK arasında imzalanan Uzaktan Eğitim Lisans
Tamamlama protokollerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12318)
146.- İzmir Milletvekili
Aytun Çıray’ın, bir yazarın söyleşi kitabının ders kitabı olarak okutulmasının
önemine ve okullardaki tarih eğitimine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12319)
147.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili sözleşmeye ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12320)
148.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Artvin’in Borçka ilçesindeki Muratlı Barajının kirliliğine
ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12330)
149.- Mersin Milletvekili Ali
Öz’ün, Mersin’in çevre illerle olan karayolu sorunlarına ve Yenice
Havalimanının ne zaman faaliyete geçeceğine ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12342)
150.- Mersin Milletvekili Ali
Öz’ün, Mersin’in Gülnar ilçesinde taşıt muayene istasyonunun olmaması nedeniyle
yaşanan mağduriyete ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12343)
151.- Kayseri Milletvekili
Yusuf Halaçoğlu’nun, Kayseri’yi çevre illere bağlayan yolların yapım ve onarım
çalışmalarına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12344)
152.- Bursa Milletvekili
Kemal Ekinci’nin, uluslararası deniz taşımacılığı sektöründe çalışan işçilerin
sorunlarına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12346)
153.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Artvin-Erzurum kara yoluna ilişkin Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12347)
154.- Artvin Milletvekili
Uğur Bayraktutan’ın, Batum Havaalanı Hopa terminalinin yetersizliğine ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12348)
155.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, duble yol yapımında yaşanan sorunlara ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12349)
156.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/12350)
157.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin Avrupa
Birliği Bakanından yazılı soru önergesi (7/12351)
158.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal’ın, Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin
Kalkınma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12354)
20 Aralık 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.00
BAŞKAN: Cemil
ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER:
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın),
Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır.
Gündeme geçiyoruz.
Çalışmalarımızın hayırlı ve
uğurlu olmasını diliyorum.
Programa göre, 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son
görüşmelere başlıyoruz.
III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361) (x)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Sayın milletvekilleri, Genel
Kurulun 5/12/2012 tarihli 34’üncü Bileşiminde alınan karar gereğince, bütçe
görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi,
bu sürenin birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabileceği, İç Tüzük’ün
86’ncı maddesine göre yapılacak lehte ve aleyhteki kişisel konuşmaların ise
onar dakika olması kararlaştırılmıştı.
Şimdi grupları ve şahısları
adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına: Bingöl Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın İdris Baluken ile
Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına: Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına: İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ağan Ayaydın ve Kocaeli Milletvekili
Sayın Hurşit Güneş.
Şahsı adına: Lehinde,
İstanbul Milletvekili Sayın Osman Aşkın Bak.
Hükûmet adına: Başbakan
Yardımcısı Sayın Ali Babacan.
Şahsı adına: Aleyhinde,
Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
(x) 361 ve 362 S.Sayılı
Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 10/12/2012 tarihli 36’ncı Birleşim
Tutanağı’na eklidir.
Şimdi, ilk söz sırası Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili, Grup Başkan Vekili Sayın
Nurettin Canikli’de.
Buyurun Sayın Canikli. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli, süreniz bir
saattir.
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve
2011 Mali Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu
adına görüşlerimizi sizlerle paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Öncelikle ve bu
vesileyle hepinizi, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, değerli arkadaşlar,
yaklaşık on günden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bütçe
kanun tasarısı ve kesin hesap kanun tasarısının görüşmelerini
gerçekleştiriyoruz. Gerçekten, bu süreç zorlu bir süreç; daha önceki
görüşmeler, hazırlık çalışmaları, komisyonda yapılan yoğun görüşmeler,
müzakereler ve akabinde yaklaşık on günden beri Genel Kurul’da yapılan bu
müzakerelerden de biliyoruz, görüyoruz ki bütçe müzakereleri gerçekten zor bir
süreç. Aynı zamanda, bütçe müzakerelerinin yapıldığı bu platform, bu arena son
derece -kullanılması hâlinde- önemli bir platform ve arena. Her şeyden önce,
hükûmet için uygulamalarının, icraatlarının hesabını verdiği, muhasebesinin
yapıldığı, vermek durumunda olduğu bir alan, bir arena ve aynı zamanda, yine
hükûmetin bu çerçevede, hesap verme çerçevesinde yaptıklarını anlattığı,
icraatlarını kamuoyuyla paylaştığı bir arena; aynı zamanda, gelecekle ilgili projelerini,
projeksiyonlarını, düşüncelerini, planlarını ortaya koyduğu, kamuoyuyla
paylaştığı, âdeta kamuoyunun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunduğu
bir arena.
BAŞKAN – Sayın Canikli, bir
dakikanızı rica edeyim.
Değerli arkadaşlarım, çok
uğultu var. Ben şahsen, konuşulanları anlamakta zorlanıyorum, eminim ki sizin
için de öyledir. Sükûneti muhafaza edersek bu görüşmeleri daha verimli bir
şekilde sürdürme imkânımız olur.
Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, iktidar için önemli,
biraz önce arz etmeye çalıştım; her şeyden önce hesap vermesi gerekiyor,
yaptıklarının hangi anlamda, ne derece doğru, yerinde olduğu, olmadığı
konularında kendisini anlatması gerekiyor.
İktidar için önemli ama aynı
zamanda, en az iktidar kadar, bu platform, bu kürsü muhalefet için de son
derece önemli. Muhalefet için de… Muhalefet, esasında iktidara aday bir siyasi
organizasyondur, öyle bir iddiasının olması gerekir, son derece doğaldır bu;
aksi hâlde, muhalefet olmanın bir gereği olmaz. Dolayısıyla, muhalefetin de
kendisi iktidara geldiğinde neler yapacağını, bu konudaki vizyonunu, projesini,
projeksiyonunu ortaya koyması için de bulunmaz bir fırsattır. Eğer var ise,
ürettiği herhangi bir şey var ise; eleştirdiği konularla ilgili kendisinin ne
yapacağını, nasıl sorunu çözeceğini ortaya koyması açısından da son derece
önemlidir.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Ondan şüpheniz mi var Nurettin Bey? Ondan şüpheniz mi var? Ondan
şüpheniz mi var, “Var ise.” diyorsunuz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Evet, şüphem var, şüphem var değerli arkadaşlar.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, siz
tecrübeli bir parlamentersiniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Ama “Var ise…” Sayın Başkan, “Var ise.” ne demek! Var tabii.
BAŞKAN – Müsaade ederseniz,
ondan sonra sizin adınıza konuşacaklar var. Yani daha, işe böyle başlarsak bu
beş altı saatlik müzakereyi nasıl götürürüz? Rica edeceğim, yapmayın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Ben aslında söylemek istemiyordum ama madem ısrar ettiniz: Şüphem var, evet,
şüphem var. Neden şüphem var? Çünkü şu on günde burada muhalefetten duymamız
gereken, bu anlamda, kendisinin iktidar olması hâlinde ülkeyi nasıl
yöneteceğine, hep eleştirdiği hususlarla ilgili kendisinin nasıl bir model
ortaya koyacağına ilişkin -kusura bakmayın, bunu söylemek durumundayız- en ufak
bir şey duymadık arkadaşlar.
ENVER ERDEM (Elâzığ) – Ne
zaman geldin sen? Bütçe görüşmelerine katıldın mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Tamam, eleştireceksiniz; elbette eleştirilecek, ondan yana hiç kimsenin bir
itirazı olamaz, ağır da eleştirilecek. Muhalefet, eleştirmek için… En önemli
görevlerinden bir tanesi odur, yani kamu adına eleştirmek. Onu yapıyorsunuz,
ondan yana problem yok, fazlasıyla da yapıyorsunuz ama bunun yanında doğal
olarak otoyol projesini eleştiriyorsunuz -örnek olarak söylüyorum- AK PARTİ
hükûmetlerini eleştiriyorsunuz ya da iktidarın sosyal politikalarını. Ama,
kendiniz eleştirdiğiniz bu projenin yerine ne koyacaksınız? Alternatifiniz
nedir?
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) –
Bütçeyi görüşmeye gel.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
On günden beri izliyoruz değerli arkadaşlar. Aklınızda bir şey var mı?
Soruyorum hepinize. Benim aklımda yok, hepsini dinledim, çok dikkatli bir
şekilde dinledim. Sadece eleştirmekle olmaz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kesin
hesapta harcamanın hesabını vereceksiniz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, çok âcizane bir tavsiyede de bulunmak istiyorum: Bugüne kadar bu millet,
Türk milleti, hiçbir siyasi organizasyonu sadece eleştirdiği için iktidar
yapmamıştır. Mutlaka ortaya bir şeyler koymanız gerekir, vatandaşı ikna etmeniz
gerekir. Gerçekten, vatandaşı, iktidara geldiğinizde daha iyi yöneteceğiniz
konusunda ikna etmeniz gerekir; bunun için de projeler ortaya koymanız gerekir;
sadece eleştiriyle olmaz.
Bakın, hatırlar mısınız
rahmetli Turgut Özal’la -yanlış hatırlamıyorsam- rahmetli Necdet Calp arasında.
Boğaz Köprüsü’nün satılması konusunda bir tartışma vardı. Bunlar Türkiye için
yeniydi. Sayın Özal “Ben bunu finansman imkânı sağlamak üzere ortaklık, gelir
ortaklığı olarak özelleştireceğim.” demişti, Sayın Calp da “Ben sattırmam.”
demişti; hatırlarsınız. Bakın, ikisi de bu çıkışlarından dolayı kamuoyundan
puan aldılar. Bakın, ikisi de bir şeyler sunuyor, ikisi de bir şeyler söylüyor,
ikisi de proje sunuyor topluma. Diyor ki: “Ben buradan bir finansman
sağlayacağım ve başka yatırımların finansmanı için kullanacağım.” Öbürü de
diyor ki…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) –
Bütçeyi anlat, bütçeyi.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, bir icraat ortaya koyuyor, diyor ki: “Hayır, ben de sattırmayacağım.”
Bir şeyler söylüyor; doğru, yanlış; katılırsınız, katılmazsınız ama milletin
önüne bir icraat ortaya koyuyor. Elin taşın altına sokulması anlamına
gelebilecek bir şeyler söylüyorlar. Yapmaya çalıştığımız budur, söylediğimiz
budur. Bu da doğaldır arkadaşlar, bunu eleştirecek bir şey yok. Yani iktidar
eleştirilecek, iktidar hesap verecek, vermek zorunda, veriyor…
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) –
Hükûmet sensin. Sana akıl verecek olan biz miyiz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
…ama muhalefet de kendi vizyonunu, dağarcığındakini, iktidar olduğunda ne
yapacak, ülkeyi nasıl kalkındıracak; eğer büyüme oranını beğenmiyorsa, faiz
oranından memnun değilse faiz oranını daha nasıl düşürecek, büyüme oranını daha
nasıl yükseltecek somut olarak belgeleriyle, bilgileriyle ikna edici bir tarzda
ortaya koymak zorundadır. Onu söylemeye çalışıyorum. Bu anlamda, burası son
derece önemli bir platformdur.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Bedelini ödersen yaparım danışmanlığını Canikli. Sen boş ver onu, Başbakanın
mantığı o.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Ama on günlük müzakerede “eleştiri” kısmı tamam, muhalefet bu görevini yaptı,
yapıyor ama vizyonuyla ilgili, projeksiyonuyla ilgili bu görevinden maalesef
istenilen performansı yerine…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) –
Hani kesin hesap?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
…getiremediğini ben şahsen düşünüyorum.
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hesap
nerede, hesap?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Şimdi, neyi tartışıyoruz esas itibarıyla burada, buralarda?
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) –
Bütçe görüşmelerinde yoktun zaten, nereden biliyorsun?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Hükûmetin hesap verme çerçevesinde ekonominin iyi yönetilip yönetilmediğini
tartışıyoruz. Sonuç itibarıyla bütün bu tartışmaların ana konusu bu yani bu
soruya cevap bulmaya çalışıyoruz. Gerçekten AK PARTİ hükûmetleri, Hükûmet,
iktidar ekonomiyi iyi yönetiyor mu, yönetmesi gerektiği şekilde yönetiyor mu?
Bunu bulmaya çalışıyoruz. Peki, bunun ölçüsü nedir yani nasıl biz bunu anlarız,
nasıl ölçeriz bir ekonominin iyi yönetilip yönetilmediğini? Tabii, birçok
kriter var ama en önemlisi, en can alıcı soru büyümedir. Ekonomide temel hedef,
büyümenin gerçekleştirilmesi. Hükûmetlerin en önemli görevi bu yani toplumdaki
üretilen, ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin artırılması, çoğaltılması,
toplumun zenginleştirilmesi; temel amaç bu. Herhangi bir tartışma var mı? Yok.
Başka şeyler de var elbette, tek başına yetmez ama en temel olanı bu. Önce,
hükûmetin, hükümetlerin, ekonomi yönetimlerinin ekonomiyi büyütmesi gerekiyor,
daha çok mal ve hizmet üretir hâle getirmesi gerekiyor. Şimdi, Hükûmet bu
konuda “Evet, bu açıdan bakıldığında ben son on yılda hiçbir dönemde, hiçbir on
yıllık dönemde görülmemiş derecede bu ülkede büyümeyi sağladım.” diyor,
rakamlar da veriyor; biraz sonra konuşacağız, paylaşacağız. Hatta, Hükûmet
diyor ki: “Bu süre içerisinde –yani benim iktidar olduğum bu dönem içerisinde-
on yılda yüz yılın en büyük krizine rağmen, global krize rağmen, benden
kaynaklanmayan, tamamen bizim dışımızdan ihraç edilen, Türkiye’ye gelen ama
etkileyen nedenlerden dolayı, ona rağmen on yılda ekonomiyi, üretimi, millî
geliri reel olarak 3 kat artırdım, dolar bazında 3 kat artırdım. 230 milyar
dolarlardan 770 milyar dolarlara çıkardım.” diyor. Doğru mu bu rakam? Doğru,
herhangi bir problem yok. Aynı şekilde bunu kişi başına da dönüştürdüğünüzde
aynı gelişmeyi yani kişi başına millî geliri de 3 katı artırdığını görüyoruz.
Bu önemli bir rakamdır, gerçekten çok önemli bir rakamdır. Ortalamasını aldığınız
zaman da on yıldaki büyüme oranı yüzde 5,1’dir.
Şimdi, buraya kadar problem
yok ama muhalefet diyor ki: “Hayır, bu büyüme oranı yeterli değildir.” Birinci
itirazı bu. “Büyüme oranı yeterli değildir, daha da fazla yüksek büyümenin
sağlanması gerekirdi.” diyor. Hatta, bu tezini teyit etmek için de Türkiye’nin
geçmiş dönemlerindeki büyüme oranlarıyla bir kıyaslama yapıyor.
Şimdi, diyor ki… Mesela,
bakın, Sayın Kılıçdaroğlu’nun bütçenin açılış konuşmasında bu konuyla ilgili
bir açıklaması var, aynen okuyorum hiç değiştirmeden. Biraz önce ifade ettim,
bu dönemde yani on yıllık dönemde Türkiye 5,1 büyüdü. “Krizlere rağmen,
sıkıntılara rağmen bu çok ciddi bir büyüme oranıdır.” diyor Hükûmet ama
muhalefet diyor ki: “Hayır, bu yeterli değildir.” Gerekçe olarak da yani
muhalefetin bu büyüme, bu millî gelir artışını yeterli bulmadığının gerekçesi
olarak da 1946-2002 arasındaki büyüme oranını gösteriyor Sayın Kılıçdaroğlu.
Bütçe konuşmasında aynen şunu söylüyor: “1946-2002 arasında, 2 dünya savaşına,
darbelere rağmen, moratoryumlara rağmen Türkiye ekonomisi yıllık olarak yüzde
5,2 -yıllık bazda ortalama yüzde 5,2- büyümüştür.” diyor Sayın Kılıçdaroğlu
aynen. “Dolayısıyla, Hükûmetinizin yüzde 5,1’lik büyümesi başarı değildir.”
diyor. Rakamları değerlendireceğiz ama ondan önce bir yanlışı düzeltmemiz
gerekiyor. Benim bildiğim kadarıyla, 1946’yla 2002 arasında 2 tane dünya savaşı
olmadı hatta 1 tane bile olmadı. Yani, 1945 İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yıl
ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun -aynen okuduğum için- ifadesi böyle. Muhtemelen,
“Zor şartlara rağmen yani 1946-2002 arasında, 2 tane dünya savaşına rağmen,
ihtilallere rağmen, moratoryumlara rağmen bu hükûmetler geçmişte bu büyüme
oranını yakaladı ama siz on yılda yakalamadınız.” diyor ama düzeltmemiz
gerekiyor. Düzeltme yapıyorum sadece, ifade aynen Sayın Kılıçdaroğlu’nun
metninden alındı. Yani, 1946’yla 2002 arasında dünya savaşı falan yok; 1 tane
de yok, 2 tane de yok. Önce onu düzeltelim.
İkincisi: Şimdi, bakın,
1946’yla 2002 arasındaki toplam ortalama yıllık büyüme -düzeltilmesi gereken
bir şey daha var- yüzde 5,2 değil, yüzde 5,12. 5,12; evet, aynen öyle, tek tek
rakamların hepsi burada. 1948’li, 1968’li yılları dışarıda tutuyoruz çünkü o
yıllar endeksin başlangıç yılları. Geriye elli beş yıl kalıyor. Elli beş yılın
kümüle büyüme oranı da yüzde 282. Yüzde 282’yi 55’e böldüğünüz zaman -yani yıl
sayısına- yüzde 5,12’yi bulursunuz. Demek ki Sayın Kılıçdaroğlu’nun yüzde 5,2
olarak verdiği 1946-2002 arasındaki büyüme oranı doğru değil, doğrusu yüzde
5,12. Bu önemli.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Büyük bir fark yok Sayın Canikli, büyük bir fark yok.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Neden önemli? Şunun için önemli: Bakın, şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu bir rakam
bulmaya çalışıyor, bir rakam bulacak; on yıllık AK PARTİ hükûmetlerinin büyüme
oranı 5,1 ya, onun üzerine çıkacak bir kombinasyon bulmaya çalışıyor fakat
bulamıyor, bulunamıyor, yok yani, çünkü gerçekten, hangi ölçüyü, hangi
başlangıcı alırsanız alın, bunun üzerinde bir büyüme oranı yok. Onun üzerine
çıkarmak için, yanlışlıkla diyelim tırnak içerisinde, 5,12’yi 5,2 olarak
zikrediyor ki AK PARTİ’nin büyüme oranının, ortalama büyüme oranının üzerine
çıksın ama çıkmıyor, çıkmıyor: 5,12. Bunu da düzeltelim.
Üçüncüsü, bakın, daha
önemlisi, değerli arkadaşlar, neden 1946’yla 2002 arası alınıyor? Neden,
mesela, 1940 alınmıyor, 1941 alınmıyor? 1940 ve 1945 İkinci Dünya Savaşı
yılları. Tahmin edersiniz ki bu yıllarda ekonomi dibe vuruyor; bütün dünyada; Türkiye’de
de, bütün dünyada da ekonomi küçülüyor. Savaş sonrasında ise, dibe vurmuş
ekonomiler âdeta şahlanıyor. 1946’daki büyüme oranı ne kadar, biliyor musunuz?
Yüzde 31,9. Evet, yanlış duymadınız. 1946’daki büyüme oranı bir yıllık büyüme
oranı yüzde 31,9. Sayın Kılıçdaroğlu bu tarihi esas alıyor, dedim ya 5,2’nin
üzerinde bir rakam bulmaya çalışıyor. Yani diyoruz ya, AK PARTİ diyor ki: “Ben
on yılda, hiçbir dönemde görülmemiş bir büyüme sağladım; kesintisiz bir
şekilde, istikrarlı bir şekilde, on yıllık süre içerisinde ortalama 5,1’lik bir
büyüme sağladım.” Şimdi, bunun üzerinde bir büyüme rakamı bulmaya çalışılıyor
ya, 1946 yılı esas alınıyor. Neden? Çünkü o yıl, ekonomi, biten savaşın da
etkisiyle dibe vurmuş ekonominin savaş sonrası şahlanmalarının bütün dünyada
etkisiyle bir yılda yüzde 31,9 oranında büyüyor. Dolayısıyla, bu tarihi esas
alıyor, bu tarihin alınmasının hiçbir anlamı yok.
Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki:
“2 tane savaş vardı bu dönemde.” Hadi, bırakalım, 1 tane savaşı koyalım. Ne
yapalım? 1940’tan başlatalım. Hadi onu da bırakalım, daha objektif, daha
gerçekçi bir tarih veriyorum ben size: 1938, bir anlamı var, 1938. Neden?
Sorumluluğun büyük oranda o tarihten itibaren sadece ve sadece Cumhuriyet Halk
Partisine, ekonomi yönetimi dâhil olmak üzere, geçtiği yıl 1938. O tarihten
başlatıyoruz, onun bir mantığı var. Yani savaş döneminin eksi büyümelerini de
hesaba katıyor; savaş sonrası büyümesinin şahlanmasını, büyük orandaki büyümeyi
de dikkate alıyor; 31,9’u da dikkate alıyor.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Ne
yapsın, hiçbirini dikkate almasın mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Nitekim, bakın, 1940’ta ekonomi yüzde 4,9 küçülüyor; 1941’de 10,3 küçülüyor;
43’te 9,8; 44’te 5,1; 45’te 15,3. Neredeyse, savaşta ekonomi yarı yarıya
küçülüyor, bunları dikkate almıyor ama savaş sonrasının o büyüme oranı dikkate
alıyor. Hepsini harmanlıyoruz yani lehte, aleyhte, nötr olabilmek için savaş
döneminin küçülmelerini, savaş sonrasının yüksek oranlı büyümelerini de dikkate
aldığımız zaman karşımıza çıkan tablo şu: Altmış dört yıllık, yani 1938 ile
2002 arasındaki Türkiye’nin yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4,1 değerli
arkadaşlar; 4,1. Yani AK PARTİ döneminin ortalama büyümesinden neredeyse 1 puan
daha az; dolayısıyla altında, aşağısında; altmış dört yıllık ortalamayı dikkate
alıyorum bakın.
Başka bir kriter daha alalım,
1980’le 2002’yi alalım. O neden? Çünkü dataların daha sağlıklı olmaya
başladığı, ekonominin dışa açıldığı bir dönemdir, bu yönüyle anlamlıdır. 1980
ile 2002, yirmi üç yıllık dönemin ortalamasını alalım, ortalama büyümeyi
alalım. Orada da büyüme yıllık ortalama yüzde 3,3. Yine, AK PARTİ’nin büyüme
oranının altında.
Hangisini alırsanız alın,
arkadaşlar, ister yan yana toplayın ister alt alta koyun, ne yaparsanız yapın
AK PARTİ’nin on yılda sağladığı yüksek oranlı büyüme başarısını
yakalayamıyorsunuz. Yani, bu nedir? Bu yapılan, kusura bakmayın ama rakamlara
işkence ettirmektir.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – Sizin
yaptığınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Aynen öyle, rakamlara işkence ettirmektir yani herhâlde rakam, rakam
olalı böyle zulüm görmemiştir değerli arkadaşlar. Yani, böyle bir değerlendirme
olur mu? 1946’dan alıyorsunuz, ona rağmen 5,1 çıkınca 5,2’ye çıkartıyorsunuz; o
da tutmuyor, yine başka birtakım rakamlarla çok farklı şeyleri kabul ettirmeye
çalışıyorsunuz; bunlar doğru değil.
Şimdi, bir de son olarak şunu
yapalım: Acaba Cumhuriyet Halk Partisinin tek başına iktidar olduğu dönemde
büyüme ne olmuş? Bu da belki bazı arkadaşlarımızın aklına gelmiştir.
1978-1979’da rahmetli Ecevit’in, tek parti, tek başına CHP’nin Genel Başkanı
olarak iktidar olduğu dönem. 1978-1979 yıllarında iki yılın ortalaması binde
3,5; birinci yıl yani 1978’de yüzde 1,2 büyümüş, ikinci yıl yani 1979’da eksi
0,5 küçülmüş. Bu da Cumhuriyet Halk Partisinin tek başına iktidar olduğu iki
yılın ortalaması, binde 3,5. Yani AK PARTİ’nin büyüme oranının neredeyse on
beşte 1’i, ortalama olarak on beşte 1’i. Bu tabloyu da ben…
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) – On
yıllık değil mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bunların hepsi kesin rakamlar yani hiç…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Bizimkiler yalan, seninkiler kesin(!)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Zaten kimsenin de bu rakamlara “Yanlıştır, efendim doğru değildir.” deme
durumu söz konusu değil çünkü hiçbir şekilde tevil edilecek veya başka
anlamlara çekilebilecek bir rakam değil bunlar.
Dolayısıyla, bakın şimdi,
ortaya çıkan tablo şu: On yılda AK PARTİ hükûmetleri bütün sıkıntılara rağmen,
gerçekten, bizden kaynaklanmayan krize rağmen… Kriz bizden kaynaklanmadı, kriz
gelişmiş ülkelerden kaynaklandı; bizi etkiledi. Neden? İhracatımız yoluyla
etkiledi. Türkiye'nin ihracatı bir anda yüzde 22 oranında azaldı, başta OECD ve
Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere. Neden? Çünkü İngiliz vatandaşının serveti
azalınca satın alma gücü düştü; aynı şekilde Fransız’ın, bütün OECD
ülkelerinin, bütün AB ülkelerinin, Amerika’nın. Ve o insanların satın alma gücü
düşünce bu insanlar daha az satın almaya başladılar ve bizim ihraç ettiğimiz
ürünler de bundan nasibini aldı. Bizimle hiçbir alakası yok; bizim ürettiğimiz
politikalarla, AK PARTİ hükûmetlerinin uyguladığı politikalarla hiçbir alakası
yok ve buna rağmen, bakın yüz yılın gördüğü en büyük krize rağmen… Avrupa hâlen
yanıyor, hâlen krizin etkilerini tam olarak ortadan kaldıramadı, atamadı hem
büyüme anlamında hem işsizlik anlamında, her anlamda; aynı şey Amerika için de
geçerli. Buna rağmen, yüzyılın en büyük krizine rağmen, e-muhtıralara rağmen,
kapatma davalarına rağmen, ciddi çalkantılara rağmen AK PARTİ hükûmetleri net
bir şekilde, tartışmasız bir şekilde, on yılda ortalama olarak 5,1’lik büyümeyi
sağlamış ve üç yılda millî geliri reel olarak 3’e katlamıştır değerli
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun altının çizilmesi gerekiyor;
bunun kamuoyuyla, hepinizle paylaşılması gerekiyor.
Şimdi, daha sonra, bazı
arkadaşlar, muhalefete mensup arkadaşlar diyorlar ki: “Büyüme köpüklüdür.” Ha,
şimdi, büyümeyi kabul ettiler. Eğer birisi “Büyüme köpüklüdür, büyüme sanaldır,
büyüme fiktiftir.” diyorsa demek ki büyümeyi kabul etti. Tamam, bu noktaya
geldik şu anda. Zaten biraz önce rakamlarla da çok net bir şekilde ortaya
koydum. Hangi dönemi alırsanız alın, hangi kombinasyonu alırsanız alın bu on
yıllık dönemin başarısına, büyüme noktasında ulaşmanız, bu rakamı yakalamanız
mümkün değil, çok net bir şekilde. Şimdi, deniyor ki: “Efendim, tamam, büyüme
var, ekonomi büyümeyi sağlamıştır ama köpüklüdür, reel değildir, fiktiftir ve
ithalata dayanıyor.” Bakalım gerçekten öyle mi? Yani bu tür, konusu ekonomi
olan, ekonomiyle ilgili iddiaların mutlaka datalarla, rakamlarla desteklenmesi
gerekiyor. Böyle, ulu orta bunlar söylenmez, datalarla desteklenmediği zaman da
bunun hiçbir anlamı olmaz.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
önce, somut anlamda yatırım harcamalarına bakalım. Yatırım varsa, yatırım
yapılıyorsa üretim vardır, büyüme vardır. Doğru mu? Doğru. Tabii, büyüme
rakamlarına bakarken hem kamunun yatırım rakamlarına bakacağız hem de özel
sektörün yatırım rakamlarına bakacağız. Tekrar söylüyorum: Yatırım var ise,
yatırımın varlığını tespit edebilir, ortaya koyabilirsek büyüme, kalkınma ve
zenginleşme beraberinde gelir. Şimdi, devraldığımızda, bir yılda Türkiye
ekonomisinde yapılan yatırımların nominal değeri o günkü rakamlarla 60 milyar
lira. Bunun yaklaşık 17,3 milyar lirası kamu tarafından yapılmış, devlet
tarafından, devletin kuruluşları tarafından; 42,7 milyar lirası da özel sektör
tarafından yapılmış. Ne kadar? 60 milyar lira. Peki, bu rakam şu anda ne kadar?
Bu rakam şu anda yaklaşık 319 milyar lira değerli arkadaşlar; yani
devraldığımızda, on yıl önce Türkiye’de yapılan toplam yatırım miktarı 60
milyar lira, şu anda 319 milyar lira. Ne demektir bu? Yaklaşık 5 kattan daha
fazla bir artış söz konusu. Bu dönemde enflasyonun yani on yıllık dönemde üst
üste toplam olarak enflasyonun yaklaşık yüzde 140 olduğunu dikkate alırsanız,
yüzde 140, 5 kat artış, yüzde 431’lik yatırım artışı reel anlamda çok ciddi bir
artıştır. Ekonomi tarihinde çok ortaya çıkmaz bunlar değerli arkadaşlar, çok
ülkelerde görülmez. Bu da net, kesin, tertemiz, tartışmasız rakamlardır. Yani
60 milyar lira yatırım yapılırken -kamunun ve özelin- şu anda 319 milyar lira
yatırım yapılıyor. Dolayısıyla, büyümenin finansmanı için yatırım yapılması
gerekir. Öyle değil mi? Hatta şu soru sorulabilirdi: Tamam, büyüme rakamlarını
falan ortaya koydunuz ama gerçekten bunu destekleyecek diğer datalarla uyumlu
mu bu büyüme rakamları? Evet, uyumlu, yatırım rakamlarıyla uyumlu. 60 milyar
liradan 319 milyar liraya çıkması toplam yatırımların, 5 kattan fazla oranda
artması yatırımların büyümenin fiktif olmadığının, köpüklü olmadığının, reel
olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesi.
Ha “Bu yetmez.” diyorsanız
yani “Bu bizi ikna etmez, bu rakam yetmez.” diyorsanız başka rakamlara da
bakalım değerli arkadaşlar; daha somut şeylere bakalım, üretilen şeylere
bakalım, toplumun çokça ürettiği, ekonomide üretilen mal ve hizmetlere bakalım.
Mesela, bakın, çok kullanılan, ekonomide önemli paya sahip olan mallar
seçilmiştir bu karşılaştırma yapılırken. Biz devraldığımızda bir yılda üretilen
toplam buzdolabının sayısı 1 milyon 88 bin, değerli arkadaşlar, 1 milyon 88
bin; 2012’nin Eylül ayı itibarıyla bu rakam 7 milyon 160 bine çıkmıştır.
Çamaşır makinesi –çok hızlı geçiyorum- 823 binden 5 milyona çıkmıştır yıllık
üretim. Bulaşık makinesi 281 binden 2 milyon 900 bine çıkmıştır. Fırın 340
binden 10 kat artışla 3 milyon 332 bine çıkmıştır. Otomobil 259 binken 600 bini
aşmıştır. İç hat yolcu sayısı 8,7 milyondan 59,7 milyona çıkmıştır. Dış hat
yolcu sayısı 25 milyondan 62,1 milyona çıkmıştır.
Bunlar somut şeyler değerli
arkadaşlar. Yani eğer gerçekten üretim somut değilse, reel değilse, köpüklü ise
bu artışları, bu televizyon artışını yani 1 milyondan 7 milyona çıkan
televizyon artışını nereye koyacaksınız, nasıl izah edeceksiniz?
ERKAN AKÇAY (Manisa) -
Borçla, borçla…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Aynı zamanda tüketilende bakın, hem üretim… Üretim var, bunlar Türkiye’de
kurulu fabrikalarda üretildi arkadaşlar. Üretim ne demek? Burada üretildi, bu
millet tarafından üretildi, bu milletin fabrikaları tarafından üretildi. Eğer
bu büyüme köpüklü ise, bu büyüme sanal ise 800 binden 500 milyonu aşan çamaşır
makinesinin üretimini nasıl izah edeceksiniz, nereye koyacaksınız, nereye
sığdıracaksınız?
Değerli arkadaşlar, aynı
şekilde, 280 binden 3 milyona çıkan bulaşık makinesi, 340 binden 3,5 milyona
çıkan fırın üretimini, keza bakın 8,5 milyon tondan 16,7 milyon tona çıkan süt
üretimini nereye sığdıracaksınız eğer gerçekten bu üretim olmamışsa, bu üretim
sanalsa? Aynı şekilde, yılda 160 bin olarak üretilen konut üretim adedinin 600
bine çıkarıldığını dikkate aldığınızda bu 600 bin konut üretimini ne
yapacaksınız, nereye sığdıracaksınız, nasıl izah edeceksiniz?
GÖKTÜRK-2 uydusunu nereye
koyacaksınız değerli arkadaşlar? ALTAY tankını nasıl izah edeceksiniz?
MUHARREM İNCE (Yalova) –
GÖKTÜRK-1’in yanına koyarız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Evet.
ATAK helikopterini ne
yapacaksınız, nereye sığdıracaksınız? Türkiye’de dizayn edilen ilk millî savaş
gemisini ne yapacaksınız?
Evet, GÖKTÜRK-2 Uydusunu
uzaya gönderdik, şu anda yörüngesinde. Doğru, Türkiye’ye sığmadı.
Savunma sanayinde yüzde 25
olan yerli üretim oranının yüzde 54’e çıkmasını nasıl izah edeceksiniz eğer
gerçekten üretim fiktifse değerli arkadaşlar? Hayır, üretim fiktif falan
değildir; rakamlarla, yatırım rakamlarıyla, üretim rakamlarıyla çok net bir
şekilde ortaya konulduğu gibi hepsi gerçektir, hepsi reeldir, hepsi de Türk
milletinin, şu anda vatandaşlarının evlerinde kullanılıyor; hem üretiyorlar hem
de tüketiyorlar. Yani şu soru da sorulabilir: Üretilmiş ama Türk milleti
tüketiyor mu bunları, vatandaşımız tüketiyor mu? Evet, hem üretiyor hem de
tüketiyor. İşte refah bu zaten değerli arkadaşlar, refah bu, zenginlik bu.
Zenginliğin ölçülerinden bir tanesi de harcamadır. Dolayısıyla, eğer öyle
derseniz bu üretimleri hiçbir yere sığdıramazsınız.
Eğer bu dediklerimiz
doğruysa, gerçekten ekonomi büyüyorsa, üretim artıyorsa bunun uluslararası
alanda da göstergelere, rakamlara yansıması gerekir, öyle değil mi? Evet. Yani
diyoruz ki: Şu anda Türkiye 17’nci büyük ekonomi, 17’nci büyük ekonomi. Peki,
daha önce nasıldı? Daha önce şöyleydi, bakın: Devraldığımızda Türkiye dünyanın
24’üncü büyük ekonomisiydi. 24’üncü büyük ekonomisi, şu anda 17’nci büyük
ekonomi. 7 basamak birden ilerlemiş değerli arkadaşlar, 7 basamak birden
ilerlemiş. İlerlemeye de devam edecek. 2023 hedefimiz de Türkiye’nin en büyük
ilk 10 ekonomi içerisine sokulmasıdır, bunu da başaracağız. Neden biliyor
musunuz? AK PARTİ hükûmetleri bunu da başaracak çünkü 24’ten alıp 17’ye düşüren
-ilerleten daha doğrusu- AK PARTİ hükûmetleri bunu da başarabilecek güçtedir
çünkü geçmişine baktığınız zaman bunu başarmıştır. Dolayısıyla, çok rahat, net
bir şekilde bu hedefe de ulaşacağını söylemek yanlış olmaz.
Şimdi, tam bu noktada Sayın
Kılıçdaroğlu’nun yine bütçenin açılış konuşmasında yaptığı konuşmada bir bölüm
var, onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: “Sayın
Başbakana sorayım: Sayın Başbakan, biz 1987 yılında 14’üncü büyük ekonomiydik.
Şimdi 17’nci. Neden geriye gidiyoruz? Hani ekonomi çok iyiydi? Kimin döneminde
geriledik? Devri iktidarınız döneminde geriledik.” Aynen ifadeleri bu. Ben önce
inanamadım gerçekten böyle mi yazıyor diye. Okudum okudum, aynı şekilde. Ya
arkadaşlar, biz 1988’de iktidara gelmedik ki, AK PARTİ 2002 yılında iktidara
geldi. Yani “1987 yılında 14’üncü büyük ekonomiydik şu anda 17’nci büyük
ekonomi; sorumlusu sizsiniz, sizin döneminizde geriye gitti.” diyor. Böyle
karşılaştırma olur mu değerli arkadaşlar?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Siz
nasıl karşılaştırma yapıyorsunuz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Onun üzerine diyorum rakamlara işkence ediliyor, rakamlara Çin işkencesi.
Doğrusu ne biliyor musunuz?
Doğrusu şu: 1987’de 14 -15 aslında ama hadi 14 olduğunu kabul edelim- 1987’den
2002’ye kadar yani biz iktidara gelene kadar, AK PARTİ hükûmetleri iktidara
gelene kadar 14’ten 24’üncülüğe geriliyor Türkiye. Sonra biz alıyoruz, AK PARTİ
hükûmetleri, bu kadro devralıyor, sonra ne yapıyor? 24’ten 17’ye ilerletiyor
değerli arkadaşlar, tablo bu.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bir
gecede mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Nasıl geriye gitmiş? Kim geriye götürmüş? Bunun AK PARTİ hükûmetleriyle ne
alakası var Allah aşkına, soruyorum? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, tekrar rica ediyorum. Bulunduğunuz yerden laf attığınız
takdirde burada arzu edilmeyen hususlar oluyor. Bugünkü konuşmaların şöyle bir
dengeli sıralaması var: Şimdi, Sayın Canikli’den sonra 3 siyasi parti grubumuz
adına söz alacak değerli konuşmacılar. Konuşmalarda eleştirilecek yan varsa,
yanlış yan varsa bunları grup sözcülerimiz dile getirecektir. Hassaten rica
ediyorum, bu yılın son müzakeresini yapıyoruz, böyle bir kolaylığı birbirimize
tanıyalım, rica ediyorum.
Buyurun Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Evet, ekonomi büyüdü. Büyüme
sağlam, büyüme reel, ortaya koyduk. Bu, önemli, gerekli, elzem ama yetmez
değerli arkadaşlar. Bu büyüme sağlanırken, ekonomi büyütülürken, mal ve hizmet
üretimi artarken dağıtımın da, dağılımın da adil olması gerekir. Bu da en az
millî gelirin artırılması hedefi kadar önemlidir ve kutsaldır. Yani, gelir
dağılımının da, bu artırılan millî gelirin daha adil bir şekilde topluma
dağıtılması gerekir. Peki, bu açıdan ne olmuş, buna bakalım. Hükûmetler gelir
dağılımını etkilerler, bütçe yoluyla etkiler. Çünkü neden? Her yıl üretilen
toplam millî gelirin yaklaşık yüzde 25’i bütçe yoluyla toplanır toplumdan,
tekrar dağıtılır. Dolayısıyla, bütçe hükûmetler için son derece önemli
araçlardır bu politikalarını hayata geçirmek açısından. Peki, bakalım ne olmuş
o açıdan bakıldığında? Şimdi elimizdeki ilk rakam şu…
Tabii, yine rakamlarla
konuşacağız, konumuz ekonomi, ekonomi ile rakam yan yana, ayrılmaz bir parça,
bütün, onun için rakamlarla konuşacağız. Tekrar şunun da bir altını çizerek
vurgulamakta fayda var: Bu rakamların hiçbir tanesi bizim dönemimizde
üretilmeye başlanmadı. Hem kendileri hem de hesaplanma biçimi, hepsi, tamamı
daha önceki dönemlerde uygulanmaya başlanmış, hesaplanmaya başlanmış, yöntemi
de belirlenmiş olan datalardır. Biz de aynı şekilde kullanıyoruz, hiçbir
değişiklik yapmadık. Yani elmayla elmayı karşılaştırıyoruz.
Bakın, devraldığımızda
toplumun en zengini ile en fakiri arasındaki fark, kat 9,5 kat idi. Toplumun en
zengini ile en fakiri arasında 9,5 kat zenginlik, fakirlik farkı vardı. Bugün
itibarıyla -daha doğrusu, en son bu konudaki rakam yayını 2009 sanıyorum- bu
oran, bu kat 8’e düşürülmüş yani zenginle fakir arasındaki uçurum azaltılmış,
9,5 kattan 8,5 kata düşürülmüş. Nitekim, baktığınız zaman, toplumun en fakir yüzde
20’sinin -devraldığımızda- millî gelirden aldığı pay yüzde 5,3’ten şu anda
5,8’e yükselmiş; aynı şekilde, toplumun en zengin yüzde 20’sinin millî gelirden
aldığı pay da yüzde 50,1’den yüzde 46,4’e gerilemiş. Hangi rakamı alırsanız
alın. Bu noktada son olarak şunu söyleyeyim: 2002-2009 yılları arasında da
Türkiye'de sayısında 6 milyonluk bir azalma meydana gelmiştir -kesin, net
rakamlar- fakir 6 milyon fakir azalmıştır 2002 ve 2009 yılları arasında. 4,3
doların altında günlük gelir elde edenler 2002 yılında yüzde 30 iken -aynen
öyle, evet- bugün yüzde 2,79’a düşürülmüştür.
Bütün bunlar gösteriyor ki
değerli arkadaşlar, tartışmasız bir şekilde AK PARTİ hükûmetleri on yıldır
ekonomiyi büyütüyor. Dünyada ve Türkiye'nin geçmiş dönemlerinde örneği
görülmeyecek tarzda yüksek oranda büyütüyor ama aynı zamanda, bunu yaparken de
gelir dağılımını daha adaletli hâle getiriyor. Şunu söylemiyoruz; “Şu anda da
gelir dağılımı adaletlidir, yeterlidir.” demiyoruz; elbette demiyoruz, daha
yapacak çok iş var. Ama önemli olan şu: Bizim devraldığımız tarihe kadar gelir
dağılımı sürekli bozuluyor, sürekli bozulma trendinde, AK PARTİ hükûmetleri
iktidara geldikten sonra önce duruyor, sonra gelir dağılımı düzelmeye başlıyor.
Önemli olan da budur ve trend bu şekilde. Sadece 2008 ve 2009 yılındaki kriz
dönemi hariç gelir dağılımı düzelmeye devam ediyor. Belli bir mesafe alınmış,
alınmaya da devam edecek.
Büyük toplumsal olaylarda çok
büyük değişimler elbette zaman ister değerli arkadaşlar, ama bu sürece
girilmiştir. Yani, AK PARTİ hükûmetleri ismindeki “adalet” kavramının gereğini,
gerçek anlamda, rakamlarla, çok net bir şekilde uygulamaya koymuş, hayata
geçirmiş olan bir siyasi partidir; bu rakamlar bize bunu gösteriyor.
Şimdi, bakın, bunlar
yapılıyor, bir de değerli arkadaşlar, bu büyümenin başka bazı şeylere de
yansıması gerekir. Mesela, işsizliği azaltması gerekir, büyüme varsa işsizlik
azalır ya da bir başka ifadeyle, eğer büyümeye rağmen istihdamda bir iyileşme,
bir azalma meydana gelmiyorsa o büyümenin de çok fazla bir anlamı olmayabilir.
Yine, bu açıdan bakıldığında,
devraldığımızda yüzde 10,3 olan işsizlik oranı en son eylül rakamlarına
baktığımız zaman da yüzde 9,1’e düşmüştür, işsizlikte yaklaşık yüzde 12’lik bir
azalma meydana gelmiştir.
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Büyüme
de düştü, işsizlik de.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Yalnız, daha net bir bilgi vermek için oluşturulan istihdam kapasitesine bakmak
lazım yani bu dönemde kaç milyon iş imkânı ortaya çıkarılmış? Global baktığınız
zaman, çalışan insan sayısı -istihdam edilen kişi sayısı- 21 milyon 354 binden
25 milyon 472 bine çıkmış yani 4 milyon 118 bin istihdam imkânı
oluşturulmuştur. Ha, bu rakam da yeterli değildir, daha doğrusu, olan biteni
tam olarak anlatmakta yeterli değildir. Neden? Çünkü, burada esas olan, tarım
dışı istihdama bakmak lazım. Türkiye’de, hâlen, dünya ortalamasının, OECD
ülkelerinin ortalamasının çok üzerinde tarım kesiminde çalışan sayısı vardır.
Bakın, OECD ülkeleri içerisinde tarımda çalışan oranı en yüksek Yunanistan’dır,
o da yüzde 13’tür. Toplam çalışanın yüzde 13’ü sadece tarımda çalışır,
diğerleri diğer sektörlerde -hizmetler, sanayi vesairede- çalışır. Türkiye’de,
biz geldiğimizde, bu oran yüzde 34,9’du -yaklaşık yüzde 35- şu anda yüzde 25.
Düşmeye devam edecek, gelişmenin ölçülerinden bir tanesi de bu. Ama, buradan
gelenler, çalışıyor gözüküp de tarım dışı alana iş aramaya çıkanlar esasında
gizli işsiz, tarımda çalışıyor gözüküyor ama çalışmıyor, tarıma bir etkisi yok.
Bunu neden çok net bir şekilde söylüyoruz? Bakın, 900 binden fazla tarım kesiminde
çalışan tarım dışı kesime kaydığı hâlde tarım üretimi 3 kat artmış değerli
arkadaşlar Türkiye’de. Demek ki, bunların -tarımdan çekilmelerine rağmen- tarım
üretimine bir olumsuz etkileri söz konusu değil, dolayısıyla gizli işsiz. Bunu
da hesaba kattığınızda, tarım dışı alanda net ortaya çıkan istihdam 5 milyon
80’dir. Evet, AK PARTİ hükûmetlerince, bu yüksek ve reel, somut, net büyümenin
sonucu olarak 5 milyondan fazla istihdam imkânı ortaya çıkarılmıştır.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu büyüme, bu anlamda bakıldığında, çok net
bir büyümedir, reel bir büyümedir, tartışmasız. Yıllık ortalama, baktığınızda,
500 bin istihdam imkânı ortaya çıkarmaktadır ki -dediğim gibi, global krize
rağmen- eğer o dönem olmasaydı bu rakam en az 600-650 bin rakamına ulaşacaktı.
Türkiye'de her yıl yaklaşık olarak ilave iş piyasasına girenlerin sayısının
400-410 bin olduğu dikkate alınırsa, on yılda bu ortalamanın üzerinde bir iş
imkânı, istihdam imkânı AK PARTİ hükûmetleri tarafından oluşturulmuştur. O
nedenle işsizlik oranı düşüyor değerli arkadaşlar, o nedenle işsizlik oranı
azalıyor ve bu arada iş gücüne katılım oranı da artmasına rağmen, yüzde 49’dan
51’e büyümesine rağmen. Büyüme var, reel; istihdam artıyor, gelir dağılımı
düzeliyor.
Bu yeterli mi? Bu da yetmez.
Bunlar yapılırken bir de enflasyon rakamlarına bakın. Bakın bu noktayı şu anda
belki çok hatırlamıyoruz ama Türkiye ekonomisi, gerçekten, her zaman enflasyon
üretmeye müsait bir ülke. Çok uzun yıllar bundan çok çekti, hâlen de o eğilimin
tamamen ortadan kalktığını söylemek çok iyimser bir yaklaşım olur. Çok dikkatli
olmak gerekiyor, o dikkati, o hassasiyeti ekonomi yönetimi zaten gösteriyor.
Bakın, iktidara geldiğimizden
beri enflasyon çok net bir şekilde kontrol altına alınmıştır ve tek haneli
rakamda tutulmaya devam ediliyor, şu anda 7’nin altındadır ve büyümeye rağmen.
Çünkü, büyümeyle, aslında, enflasyon ters orantılıdır çünkü biraz ipleri
gevşettiğinizde, biraz ekonomide büyüme ortaya çıktığında bu, enflasyon olarak
karşımıza çıkar. Türkiye'de hep böyle olmuştur geçmişe baktığımızda da. Zaten
özellik burada, hem büyümeyi sağlayacaksınız hem istihdamı artıracaksınız hem
gelir dağılımını düzelteceksiniz, düzeltmeye başlayacaksınız hem de enflasyonu
azdırmayacaksınız, enflasyonu kontrol altına alacaksınız.
Arkadaşlar gerçekten, bakın,
bütün samimiyetimle söylüyorum: Dünya ülkelerine baktığımızda bütün bu
kombinasyonların birlikte sağlandığı ekonomi çok azdır. Hatta, biraz sonra
ilave edeceğimiz diğer makro ekonomik göstergeleri birlikte düşündüğünüzde
bütün bunları aynı anda sağlayan -çünkü, bir tarafı yaparsınız bir yerden
sızar, açık verir, bir tarafı toparlarsınız başka bir yerden patlar ama-
bunların hepsinin bir arada tutulduğu, hepsinin iyiye doğru yönetildiği,
yönlendirildiği bir dönemi hem dünya ekonomi tarihinde hem Türkiye ekonomi
tarihinde bulmak, örnek göstermek hemen hemen imkânsızdır. Biz devraldığımızda,
biliyorsunuz, yaklaşık yüzde 29,7’ydi enflasyon, şu anda 7’nin altındadır ve
orada tutuluyor.
Yine önemli kriterlerden bir
tanesi şu… Yani “Ekonomi yönetimi başarılı mıdır?” sorusunu baştan sorduk ya,
ona cevap bulmaya çalışıyoruz. Birtakım önemli göstergeleri kullandık ve
onlarda, gerçekten, hükûmetin iddia ettiği gibi, o rakamların, o gelişmelerin
sağlandığını rakamlarla ortaya koyduk.
Faiz sömürünün yani yüksek
faiz -öyle söyleyelim- aşırı faiz sömürünün kaynağıdır, adaletsizliğin
kaynağıdır, ekonomide geriye gitmenin kaynağıdır, enflasyonun ve bütün
olumsuzlukların kaynağıdır ve Türkiye, maalesef, çok uzun yıllar faiz
belasından çok çekti değerli arkadaşlar.
Biz devraldığımızda nominal
faiz yüzde 60’ın üzerindeydi, reel faiz de yüzde 30. Nedir reel faiz?
Enflasyonun üzerindeki reel faiz. Yani, böyle bir ekonomide ekonomi, sadece
faiz geliri elde edenlere çalışır, millete hizmet etmez. Reel faizin yüzde 30
olduğu bir ekonomi ya da yüzde 15, yüzde 20 olduğu bir ekonomi sadece faiz
lobisine çalışır, onlara hizmet eder; dar gelirliye, çiftçiye hizmet etmez
değerli arkadaşlar.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) –
Faiz gideri ne kadar?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Şimdi söyleyeceğim. Bakın, nominal faiz ne kadar şu anda? 6’nın altında, 5,70,
5,80 civarında; doğru mu? Peki, reel faiz ne kadar değerli arkadaşlar? Sıfır.
Evet, şu anda reel faiz sıfır, sıfır… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu,
gerçek anlamda bir devrimdir, bir başarı öyküsüdür değerli arkadaşlar, kabul
etseniz de başarıdır, etmeseniz de. Bütün dünya bunu takdir ediyor, reel faiz
sıfır… Bakın, Sayın Kemal Derviş’in 18’inci stand-by mektubu çerçevesinde,
IMF’ye gönderdiği mektupta çok açık bir şekilde bunu söylüyor “yüzde 30’dur”
diyor ve “Böyle bir reel faizle bu ekonomi yönetilemez.” diyor. Yüzde 30 reel
faizden yüzde sıfıra gelinmiş bir reel faiz değerli arkadaşlar. Bunu on yıl
önce size söylemiş olsalardı, yani “On yıl sonra bir iktidar gelecek ve reel
faizi sıfıra düşürecek.” inanın deli muamelesi yapardınız. Ama bunlar gerçek;
hamdolsun yaşıyoruz, hamdolsun görüyoruz.
Şimdi, geçenlerde yine
konuşmacı arkadaşlarımızdan bir tanesi dedi ki: “Ya siz, çiftçiye sorun, esnafa
sorun; yani bunları söylüyorsunuz, anlatıyorsunuz da bir de onlara sorun.”
Soruyoruz değerli arkadaşlar, biz devamlı soruyoruz, en son 12 Haziran 2011’de
sorduk. Öyle değil mi? Cevabı da biliyorsunuz zaten, tekrarlamaya gerek yok.
Evet, reel faiz sıfır, reel faiz sıfır…
Evet, yine önemli tartışma
konularından bir tanesi, yani “Evet, ekonomi büyüyor, büyüyorsunuz, gelir
dağılımı düzeliyor, reel faiz düşüyor, istihdam imkânları artıyor da bunları
neyle, borçla yapıyorsunuz.” diyor muhalefet, çok sık kullanıyor. En çok
kullandığı argümanlardan bir tanesi de bu. Bakalım gerçekten öyle mi? Tabii,
zamanım daraldı, biraz hızlı geçeceğim. Şimdi, burada rakamlar kullanılırken
yapılan bir yanlışlıklar var. Muhalefetten arkadaşlarımız, özel sektörün dış
borcunu da sanki devletin, kamunun,
hükûmetin sorumlu olduğu borçmuş gibi rakamlara dâhil ediyor, bu doğru
değil. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir borç rakamı böyle hesaplanmaz değerli
arkadaşlar. Evet, Türkiye’de özel sektörün dış borcu artmıştır, bu da son
derece doğal. Yani, büyüyen, yatırım yapan –biraz önce rakamlarını verdim- bir
ekonomide makine yatırımı… Büyük çoğunluğu da bunlar zaten. 42 milyar dolardan
yaklaşık olarak 214 milyar dolara çıkmış özel sektörün dış borcu.
Bakın, üç yıl önceki, dört
yıl önceki bütçe konuşmalarına bakın şu ifadeyi görürsünüz: “Önümüzdeki yıl
özel sektörün ödemesi gereken, döndürülmesi gereken kısa vadeli yaklaşık 90
milyar dolar borç var, bu ödenmeyecek ve patlayacak.” Hemen hemen her yıl bu
konuşmalar yapıldı. Ne böyle bir şey oldu ne patladı, gayet sakin bir şekilde
bu borçlar döndürüldü. Neden biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Dış borcu
yapanların dışarıda kaynağı var, karşılığı var. Zaten dışarıdan kredi
getirerek, daha doğrusu dışarıdaki kaynaklarını teminat göstererek Türkiye’den
kredi sağlıyor bu firmalar. Dışarıda hepsinin kaynağı var. Bu anlamda herhangi
bir risk oluşturmuyor. Bunlar kamunun borcuna dâhil edilemez. Sadece kamunun,
devletin, bu borç ödenirken döviz talep edilmesi hâlinde döviz bulundurma
zorunluluğu var, döviz sağlama yükümlülüğü var. Onda da zaten problemimiz yok.
Merkez Bankasının döviz rezervleri bunu karşılayacak seviyede.
Şimdi gelelim borca: 250..
Devletin, yani kamunun borcunun hesaplanması gerekiyor. Devraldığımızda 257
milyar brüt borç -devletin tüm dış ve iç borçlarının toplamı 257 milyar-
2012’de 550 milyara çıkmış. Artış yaklaşık yüzde 100. Yalnız bu tablo doğru
değil. Bu tablo gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Şimdi, bazı arkadaşlar itiraz
edecekler ama net borcu hesaba katmamız gerekiyor, bu da son derece doğal
arkadaşlar. Net borcu neden dikkate almamız gerekiyor? Şimdi, devletin borcu
var, artmış ama devletin kasasında, devlet kuruluşlarının kasasında para var, o
da artmış; nakit para, nakit paradan bahsediyorum. Onu niye hesaba
katmıyorsunuz? Onu da hesaba katmanız gerekir. Yani o parada da artış var.
Keza, Merkez Bankasının net varlıklarında ciddi artış var. Dolayısıyla, net
borcun hesaba katılması gerekiyor, gerçek tabloyu net borç gösterir. Brüt
borçta bile artış yüzde 100’dür nominal olarak, bu, yüzde 140’lık global, kümüle
faizin yine altındadır ve bu anlamda bakıldığında da reel bir düşüş vardır.
Değerli arkadaşlar, şimdi,
bakın, gelelim net borca. Şimdi, devraldığımızda 257 milyar brüt borç var, üç
kalemi bundan indireceğiz. Bir tanesi, borcu olan kuruluşların bankalarda nakit
paraları var hem 2002’de indireceğiz hesaplarken hem de 2012’de indireceğiz
yani doğru karşılaştırma yapmak için. Bu 257 milyardan 41 milyarı çıkaracağız.
Neden? Merkez Bankasının net varlığı 25 milyar lira, net varlığı, nakit
varlığı. Bakın, bu da çok önemli, nakit varlığı. Keza, kamu mevduatı 11 milyar
lira 2002’de; bunların hepsini düşeceğiz, net borcu bulacağız. Bir de İşsizlik
Fonu, Sigorta Fonu; buna da itirazlar var, biraz sonra ifade edeceğim. Bu
hesabı çıktığınız zaman 2002’de devletin, kamu kuruluşlarının tamamının borcu
215 milyar liradır değerli arkadaşlar.
Peki, tablo şimdi nedir yani
2012’de nedir? 2012’de şu: Brüt borçtan aynı şekilde Merkez Bankası net
varlıkları 150 milyarı düşeceğiz. Bugün Merkez Bankasının net varlıkları 150
milyar, nakit varlıkları 150 milyara çıkmış. Bunu hesaba katmadan olur mu?
Kasasında para var, döviz var yani borç artıyor ama varlığı da, nakdi de
artıyor. Bunu düşeceğiz, 150 milyar lirayı.
Yetmedi… Bugün, kamu kuruluşlarının yani bu borç rakamında borcu olan,
gözüken kamu kuruluşlarının bankalarda 67 milyar lira nakit parası var değerli
arkadaşlar, şu veya bu şekilde kendi politikaları gereği bunu tutuyorlar. 11
milyar liradan 67 milyar liraya çıkmış, bunu hesaba katacağız, nakit para bu.
Ve yine İşsizlik Sigorta Fonu’nda 57 milyar lira var. Bütün bunları
düştüğünüzde bugünkü net borç 274 milyar liraya düşer. Yani 2002’de 215 milyar
lira, şimdi 274 milyar lira. Artış ne kadar? Artış yaklaşık olarak 60 milyar
lira, nominal olarak. Artış oranı ne kadar? On yılda toplam olarak devletin,
kamunun net borcu sadece yüzde 28; oranında artmış değerli arkadaşlar. Evet,
yüzde 28; bu kadar, hepsi bu kadar. Bütün bu tartışmalar, bu eleştiriler bunun
için yapılıyor. Yani, bu brüt borcu devletin ödeme kapasitesi var. Kamu kurumlarının
bankalarda 67 milyar lira para var. Merkez Bankasının net nakit varlığı 150
milyar lira, yani borç ödeme durumu söz konusu olduğunda ödeme kapasitesi var.
Bunu nasıl hesaba katmazsınız? Böyle bir şey olabilir mi? Onun için diyorum,
lütfen rakamlara zulüm etmeyin arkadaşlar. Yani, rakamlara bu kadar eziyet
etmeye hakikaten gerek yok.
Şimdi tekrar etmem gerekiyor.
Bu hesaplama biçimi bizden önce başladı. Bakın, bu hesaplama biçimini, net
borcun hesaplama biçimini -bizden önceki formülasyonu kullanıyoruz aynen-
-hiçbir şekilde değiştirmedik, en ufak bir şeyine dokunmadık. Yani, o açıdan eğer
soru işareti olan arkadaşlar varsa bunları da burada belirtmekte fayda var.
Bu noktada, borç noktasında
bir de kamunun riski daha yüksek dış borcuna bakalım yani devletin bütün
kurumlarının sorumlu olduğu dış borç ne kadar; devraldığımızda ne kadar, şu
anda ne kadar? Tabii karşılaştırma yapmamız gerekiyor. 2002’de devletin bütün
kurumlarının ödemek durumunda olduğu ya da biriken borç 88 milyar 359 milyon
dolar, 2002 yılında, devraldığımızda. Bugün ne kadar biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Sıfırın altında. Evet, aynen öyle, sıfırın altında, eksi 3 milyar
471 milyon. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Neden biliyor musunuz? Çünkü dış
borcu karşılayacak kadar Merkez Bankasının net nakit varlığı var da onun için?
Yani devletin şu anda...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bu olmadı Sayın Canikli!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Aynı şekilde. Bu, net rakam; 2002’de de net rakam yani orada brütü almıyorum.
Orada 88 milyar olarak verdiğim rakam...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bankalar mevduatını da al Sayın Canikli!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Bakın, biz devraldığımız olarak kullanıyorum. Yani, tarihten kastımız yoktur,
herhangi bir kastımız yoktur, mecburen onu kullanıyoruz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Bu olmadı Sayın Canikli!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
2002’de 88 milyar. Bu da net dış borçtur. Değerli arkadaşlar, aynı şekilde, o
dönem Merkez Bankasının net varlıkları, net nakit varlıkları düşüldükten sonra
bulunan rakamdır. O da aynı, aynı. Aynı yöntemle hesap ediyoruz, başka bir şey
yapmıyoruz. Demek ki, demek ki...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Canikli, bu olmadı!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, oranlara baktığınız zaman da daha önce verildi, bunları
kullanmıyorum yani uluslararası alanda kullanılan oranlara baktığınızda da aynı
şeyi görürsünüz.
Demek ki bir taraftan büyüme,
yüksek büyüme sağlanıyor, gelir dağılımı gerçekleştiriliyor; düşük enflasyonla
ekonomi yönetilebiliyor. Reel faiz sıfır. Reel faiz sıfır. Borç tarihte
görülmemiş oranda düşürülmüş, net borçlar düşürülmüş. Peki, bunlar yapılırken
bazılarının çok iddia ettiği yolsuzluk meselesi nedir değerli arkadaşlar?
Yolsuzluk meselesindeki gelişmeler nedir? Gerçekten, maalesef bazı arkadaşlar,
ısrarlı bir şekilde, sürekli olarak “Efendim, işte, yolsuzluk artmıştır,
sağımıza bakıyoruz yolsuz, solumuza bakıyoruz yolsuz…” Arkadaşlar -şimdi
rakamları biraz sonra konuşacağız- eğer öyle diyorsanız bence sorun sağınızda
solunuzdadır. Bizim sağımız solumuz tertemiz, bizim sağımız solumuzda hiçbir
problem yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, söyleyeceğim rakamları,
çok net bir şekilde söyleyeceğim.
Yolsuzluğu nasıl ölçeriz
değerli arkadaşlar? Yani, yine bir şeylerle… Ya, ben işte şurada gördüm, şurada
duydum, şu oldu, bu oldu; bunlarla değerlendirme yapılamaz. Böyle bir yaklaşım
bilimsel bir yaklaşım olmaz. Somut, net, ölçülebilir yöntemler, bilimsel
yöntemler kullanmamız gerekiyor. Kullanılıyor zaten yani bizden önce de
kullanılıyordu, biz de icat etmedik. Bu iş için kurulmuş bir örgüt var;
Uluslararası Şeffaflık Örgütü. Biz iktidara gelmeden önce de dünyadaki belli
başlı ülkelerin –tüm ülkelerin daha doğrusu- tüm ülkelerin yolsuzluk
seviyelerinin algılanmalarını ölçen bir yöntem geliştirmişler, her yıl
ölçüyorlar ve yayınlıyorlar. Yani, çok uzun yıllardan beri bu işi yapıyorlar,
Uluslararası Şeffaflık Örgütü.
Şimdi, devraldığımızda tablo
şu: Bir endeks yayınlıyor, Yolsuzluk Algılama Endeksi. Bu endekse göre 2002
yılında Türkiye 102 ülke arasında 54’üncü. Rakam yükseldikçe yolsuzluk oranı
azalıyor. 102 ülke içerisinde Türkiye 54’üncü sırada. Bu ne demektir? En kötü
3’ün içerisinde Türkiye. Öyle mi? Evet öyle. Yani rakam büyüdükçe yolsuzluk
oranı artıyor anlamına geliyor.
Ha, şunu söyleyelim: Bu
Uluslararası Şeffaflık Örgütü bizim dayımızın oğlu değil, akrabalığımız yok,
tanımıyoruz; sipariş vermedik, bizden önce de yapıyorlardı, tamamen objektif.
Uluslararası bir kuruluş, onu tekrar tekrar vurgulamakta fayda var. 2002
yılında 102 ülke arasında 65’inci sırada Türkiye. Pardon, 54 değil, pardon… 102
ülke arasında 65’inci sırada yani en kötü, yolsuzluk liginde 3’üncü ligde. En
kötü, en düşük ligde, Türkiye’nin tablosu bu.
En son 2012’de yeni veriler
yayınlandı, her yıl yayınlıyor. Bu tabloya baktığımız zaman değerli arkadaşlar,
2012 yılında 176 ülke arasında bu sefer Türkiye 54’üncü sırada. Yani, en az
yolsuzluğun olduğu 1’inci ligde Türkiye. Evet, tablo bu, rakamlar bunlar
değerli arkadaşlar, rakam bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu girersiniz
Uluslararası Şeffaflık Örgütünün İnternet sitesine, çok tartışmasız bir şekilde
ortaya çıkar.
Eğer ülke sayılarını
eşitleştirerek bir çalışma, bir değerlendirme yaparsak, Türkiye on yılda
yolsuzluk seviyesini azaltma bakımından tam 25 basamak birden yükselmiş. Evet,
25 basamak birden yükselmiş değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – O
Yolsuzluk Endeksi’nin hesabı değişti, kandırmayın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Endeks…
Bak, onun için devamlı
vurguluyorum bunu. Bu endeksi biz sipariş vermedik. Bizim akrabamız değil.
Yöntem yirmi yıl önce, on beş yıl önce nasıl kullanılıyorsa şu anda da öyle
kullanılıyor. Biz üretmedik değerli arkadaşlar. Üretileni -uluslararası
yayınlanıyor, İngilizce- biz alıp kullanıyoruz. Siz de bakabilirsiniz. Siz de
bakın.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Endeksin hesaplama yöntemi değişti ama.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Yani bundan bir rahatsızlık duymayın.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Biz duymuyoruz, siz çarpıtıyorsunuz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Bu da yetmiyor, yine bir uluslararası denetim kuruluşu Pricewaterhouse
Coopers’ın bir araştırması var 2009 yılında. Dünyadaki yolsuzluklarla ilgili
bir çalışma yapıyor, bir survey, bir araştırma yapıyor. 3.037 firmaya soru
soruyor uluslararası alanda iş yapan, anket yapıyor. Türkiye yüzde 15’le en iyi
3’üncü ülke değerli arkadaşlar. Evet, aynen öyle. Türkiye en iyi 3’üncü ülke.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hem de kimlerin üzerinde biliyor musunuz?
Türkiye yüzde 15. Türkiye, Japonya, Hong Kong’dan sonra 3’üncü en iyi ülke.
Yani yolsuzlukla mücadelede gelinen noktayı göstermesi açısından, azaltıldığı
en iyi ülkelerden bir tanesi. Rusya yüzde 71, Kanada yüzde 56, Meksika yüzde
51, İngiltere yüzde 43, İtalya 19, İsviçre 17, Romanya 16…
Hadi bu da tesadüf diyelim,
2011 yılında aynı kuruluş benzer bir çalışmayı tekrar yapıyor. Türkiye yine
burada hangi ülkelerden daha iyi biliyor musunuz? Bakın, İsveç’ten, Amerika
Birleşik Devletleri’nden, Fransa’dan, İspanya’dan ve İngiltere’den daha iyi
durumda değerli arkadaşlar.
Evet, bakın, 3 tane, size çok
net, tartışmaya mahal bırakmayacak tarzda rakamlar ve belgeler sunuyorum,
söylüyorum. Yani, bunların hiçbir tanesi Türkiye’de üretilmiş rakamlar,
çalışmalar değil.
Şimdi, bakın, evet, son on
yılda hiçbir dönemde görülmemiş ölçüde Türkiye’de yolsuzluk azalmıştır ve
azalmaya da devam edecektir. Bunun en iyi göstergelerinden birkaç tanesini
sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir tanesi özelleştirme gelirleri değerli arkadaşlar.
Özelleştirme, Türkiye’de 1986
yılından beri yapılmaya başlandı ve bugüne kadar hemen hemen tüm hükûmetler
özelleştirme işlemini gerçekleştirdi şu veya bu şekilde, bir devlet politikası
olarak ortaya çıktı. 1986-2002 arasında yaklaşık 198 tane kamu iktisadi
kuruluşu… İrili ufaklı -içinde bankalar da var, GSM şirketleri de var, hepsi
var- 190 tane iktisadi kuruluşun satılmasından -özelleştirilmesinden, 1986-2002
yılları arasında, toplam on altı yılda 190 tane iktisadi kuruluşun, devletin
sahip olduğu iktisadi kuruluşun,
işletmelerin satılmasından- elde edilen gelir yaklaşık 8 milyar dolar. Evet, 8
milyar dolar. 2003-2012 arasında elden çıkartılan yaklaşık 90 adet, 90 tane
iktisadi kuruluşun satışından elde edilen özelleştirme geliri de değerli
arkadaşlar, 38 milyar dolar. Evet, 38 milyar dolar. Yolsuzluğun olduğu,
yolsuzluğun arttığı bir ülkede, bir ekonomide böyle bir tablo ortaya çıkar mı
değerli arkadaşlar? Şu anda özelleştirme ihaleleri bütün dünyanın gözü önünde,
canlı olarak kameraların önünde yapılıyor, öyle değil mi? Bütün dünya izliyor.
Bakın, biz biliyoruz ki: Açık yaraya kurt düşmez değerli arkadaşlar. Açık
yaraya kurt düşmez. Her şeyin açık olması gerekiyor, her şeyin şeffaf olması
gerekiyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Canikli, öncesini ve sonrasını da açıklayın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Geleceğiz, ona da geleceğiz. Bakın, biraz sonra dediğiniz konuya da geleceğim.
Dolayısıyla, bu da biraz önce
verdiğim rakamları destekleyen bir gösterge. Yolsuzluğun olduğu, yolsuzluğun
arttığı bir ülkede böyle bir tabloyla karşılaşamazsınız yani özelleştirme
gelirlerinin 6-7 kat arttığı bir tablo ortaya çıkmaz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Ya, yarı fiyatına düştü özelleştirme.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Yine aynı şekilde, bir ülkede yolsuzluk varsa ilk ortaya çıktığı alanlardan bir
tanesi kamu bankalarıdır değerli arkadaşlar. Evet, öyle, kamu bankalarında
patlar, kamu bankalarında ortaya çıkar. Neden? Çünkü kamu bankaları bu amaçla,
yolsuzluk var ise, genelde siyasiler tarafından özel amaçlar için kullanılır. Kamu
bankalarının kaynakları yani devletin kaynağı, yani milletin kaynağı bu amaçla
kullanılır. Ha, bu açıdan da baktığınızda, yine devraldığımız tarih itibarıyla
baktığınızda kamu bankaları batak durumundadır. Evet, batmıştır kamu bankaları
2002 yılında. Ha, tekrar söylüyorum, bunun batmasının nedeni sadece 2002, 2001,
yahut 1999 değildir. Belgeler var burada. Ta, 1990’lı yıllarda, hatta 1980’li
yılların sonlarından itibaren başlar; birikerek gelmiştir.
Bakın, Ziraat Bankasının
batak kredi oranı 2002 yılında yüzde 11,7, Halk Bankasının yüzde 48,3. Hatta,
Halk Bankasının batak kredilerin işlemiş temerrüt faiziyle birlikte normal
kredilere oranı tam yüzde 95 değerli arkadaşlar 2002 yılında. Düşünebiliyor
musunuz, böyle bir tablo… Batmış, bitmiş, bütün kaynakları tarumar edilmiş.
Eğer, gerçekten bir yolsuzluk örneği, somut olayı görmek istiyorsanız 2002
öncesine bakacaksınız. Neden bakacaksınız? Kamu bankalarından yola çıkarak
bakacaksınız. Böyle bir kamu bankası bilançosu önünüzdeyse bunun başka bir
izahı yok. Halk Bankasının batak krediler oranı… Yani verilen her 100 kredinin
48’i batmış değerli arkadaşlar. Çünkü siyasiler telefon açmış, bankalar,
bankacılık mevzuatının, kurallarının gerektirdiği hassasiyeti gözetmeden,
teminatı almadan krediyi vermişler. Bir daha geriye dönmemek üzere ve dönmemiş…
Vakıfbank’ta bu oran yüzde 24,2. Şu anda ne kadar? Ziraat Bankasında yüzde 2,7,
Halk Bankasında yüzde 48 olan oran şu anda yüzde 2,8, Vakıfbank’ta yüzde 3,2.
Yolsuzluk olan bir ülkede, bir ekonomide böyle bir tablo olur mu değerli
arkadaşlar, böyle bir tabloyla karşılaşabilir misiniz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aynı şekilde, kamu ihale
mevzuatı; kamu ihale mevzuatı devletin yolsuzluk alanlarından bir tanesi de
budur; mal alması, mal satması sırasında ortaya çıkar, para harcaması sırasında
ortaya çıkar. Kamu ihale mevzuatı Haziran 2002 yılında değiştirildi, önceki
dönemde ama uygulaması esas itibarıyla -yani bizim, AK PARTİ hükûmetlerinin
iktidara gelişinden kısa bir süre önce değiştirildi- büyük oranda AK PARTİ
döneminde oldu. Eski 2886 sayılı İhale Kanunu’na göre Türkiye’deki kamu
kurumlarının önemli bir bölümü, özellikle kaynak kullanan, mal alan, mal satan
kamu kurumlarının önemli bir bölümü ihalelerini kamu ihale mevzuatı dışında
yapıyordu. Kimler mesela? KİT’ler. KİT’lerin tamamının kendi özel ihale
mevzuatı vardı ve İhale Kanunu’na tabi değildi. Mesela, iktisadi şirketler,
belediyelerin kamu iktisadi kuruluşları, buna benzer birçok fon, özel kuruluş
-özel kanun- üst kuruluşlar vesaire, her yeni çıkan kanun mutlaka kendi alım
satımları, Kamu İhale Kanunu dışına çıkaran bir hüküm getiriyordu. Neredeyse
devlet alımlarının yarısından fazlası Kamu İhale Kanunu dışında
gerçekleştiriliyordu. Kamu İhale
Kanunu’na tabi olanların da büyük bölümü davetiye usulüyle yapılıyordu değerli
arkadaşlar. 5 kişiye davetiye gönderiyorsunuz, seçiyorsunuz -evet, böyle- ihale
bunların arasından yapılıyordu. Bu ne zamandı?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Şimdi öyle yapmadınız mı? Şimdi öyle yaptınız geçen getirdiğiniz
kanunla.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Hayır. Bakın, söylüyorum şimdi, evet, geliyorum Sayın Aslanoğlu.
Kamu İhale Kanunu 2002
Haziran ayında değiştirildi. Değiştirenlere teşekkür ediyoruz, bizden önce
değiştirildi, bakın. Ondan sonra, şu anda, daha önce Kamu İhale Kanunu kapsamı
dışında ihale eden kuruluşların tamamı Kamu İhale Kanunu kapsamına alındı, biz
hiçbirini dışarı çıkarmadık. Dışarı çıkardıklarımız belli, belli özelliği olan
yatırımlar, ya küçük yatırımlar -onlar vardı zaten- bir de büyük yatırımlar.
Mesela FATİH Projesi, Marmaray Projesi, yani bütün dünyanın gözü önünde ihalesi
yapılan projeler bunlar değerli arkadaşlar. Özelliği nedeniyle…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Canikli, ek
süre vereceğim, lütfen konuşmanızı toparlayınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bütün bu istisnalar
kaldırıldı ve şu anda sizin hani “İstisna getirdiniz, şöyle yaptınız.”
dediklerinizden sonra yapılan, kamunun yaptığı ihalelerin yüzde 90’ından
fazlası şu andaki yeni Kamu İhale Kanunu çerçevesinde yapılıyor değerli
arkadaşlar. Evet, tablo bu, yüzde 50’nin altındayken bu şekilde yapılıyor. Eğer
öyle bir niyet olsaydı, öyle bir amaç olsaydı kamu ihale mevzuatı eski kanuna
uygun hâle getirilirdi ya da eski kanunun çok suistimale açık hükümleri hayata
geçirilir, uygulamaya konulurdu.
Son olarak, bununla
bağlantılı, Sayıştay Kanunu meselesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Eski
Sayıştay Kanunu çok uzun yıllar önce yürürlüğe girmiş bir kanundu ve 2010
yılında yürürlüğe giren 6085 sayılı yeni Sayıştay Kanunu’na kadar kurumların
önemli bir bölümü Sayıştay denetiminin dışındaydı değerli arkadaşlar. Kimler?
Mesela, bakın, yine sayalım: Kamu iktisadi kuruluşları. Kim yapıyordu bunu?
Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu tarafından yapılıyordu, Sayıştay
yapmıyordu. Belediyelerin iktisadi kuruluşları; büyükşehirlerin özellikle çok
ciddi, büyük ve kaynak kullanan, ciddi kaynaklar kullanan iktisadi kuruluşları
var. Bunların denetimlerini yine Sayıştay yapmıyordu, hiç kimse yapmıyordu.
Biz 6085 sayılı Sayıştay
Kanunu’nu 2010 yılında çıkardık. Bakın, bu teklifi kimler verdi değerli
arkadaşlarım. Bu teklifin altında imzası olanlar: Bekir Bozdağ, Suat Kılıç,
Mustafa Elitaş, Nurettin Canikli, Ayşe Nur Bahçekapılı, Fahrettin Poyraz,
Alaattin Büyükkaya, Veysi Kaynak ve diğer arkadaşlar. Evet, bu teklifi biz
verdik.
Peki, bu Sayıştay Kanunu ne
yaptı? Bu Sayıştay Kanunu daha önce Sayıştay denetiminin dışına çıkartılmış
olan bütün kurumları Sayıştay denetimine aldı, evet, aynen öyle, başta Türk Silahlı
Kuvvetleri olmak üzere, çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin işlemleri üzerinde de,
mali işlemleri üzerinde de yüzeysel bir denetim vardı. Hatta, Hükûmet ne yaptı
biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Tamamen kendi yetkisinde olan denetim
yetkisini -yani bakanlıklarda teftiş kurulları vasıtasıyla kullanılan bu teftiş
yetkisini- teftiş kurullarını kapatarak Sayıştaya devretti, dış denetim yetkisi
olarak. Başbakanlığın kendisine bağlı faaliyette bulunan ve KİT’leri
denetleyen, çok ciddi kaynak kullanan, kamu iktisadi kuruluşlarını denetleyen
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine son verdi ve bu yetkiyi de
Sayıştaya aktardı ve bir şey daha yaptı.
Bakın, bu kanunun 82’nci
maddesinde bir hüküm var, aynen okuyorum: “Diğer kanunların Sayıştay denetiminden
istisna veya muafiyet tanıyan hükümleri ile bu Kanuna aykırı hükümleri,
yürürlükten kaldırılmıştır.” Yani bir çırpıda, bu kanunla, biraz önce
imzalarını okuduğum teklif sahiplerinin verdiği teklifle, 2010 yılında Sayıştay
denetimi dışında olan kamu kurumlarının tamamı Sayıştay denetimine alındı.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Denetim nerede?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Bunu biz yaptık değerli arkadaşlar, AK PARTİ Hükûmeti yaptı, AK PARTİ Grubu
yaptı.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Canikli, denetim nerede? Lafta, lafta! Denetim nerede? Sayın
Canikli, denetim nerede? Lafta!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Tamam, bütün siyasi partiler destek verdi, oy birliğiyle oldu ama takdir
edersiniz ki yani teklif sahibi bellidir ve çoğunluk esas itibarıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisinin çalışmalarından sorumludur. Dolayısıyla, yani öyle bir
niyetimiz olsaydı, kendi yetkimizde olan bir…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Hani raporlar?
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın
Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
…denetim yetkisini başka kurumlara vermezdik değerli arkadaşlar.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Canikli, raporlar nerede, raporlar? Raporlar nerede?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
Raporları mı soruyorsunuz?
Bir yanlışı daha düzeltelim,
raporlar geldi. Bütçelerin görüşülmesinin esasını teşkil eden –kesin hesap
kanununun görüşmelerinin esasını teşkil eden- rapor geldi mi, gelmedi mi? Genel
uygunluk bildirimi geldi mi, gelmedi mi? Geldi. Bunlar, bakın, gelmeyen
raporlar…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul)
– Yok, yok, hayır! Lafta rapor, lafta!
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu,
rica edeceğim. Bak, söz sırası sizlere geliyor, eksik tarafı varsa siz
cevaplayacaksınız.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, ama rapor yok ortada, Sayıştay denetiminden
bahsediyor.
BAŞKAN – Ama, şimdi, sizler
konuşurken de bu taraftan bu konuşmalar devam ederse biz nasıl yöneteceğiz?
Lütfen…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, ortada rapor yok, rapor var diyor…
BAŞKAN – Hayır, efendim,
şimdi konuşma sıraları sizlere geliyor, lütfen. Eksiği, yanlışı neresiyse siz
söylersiniz, söz sırası sizlerde şimdi.
Evet, lütfen toplayalım Sayın
Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, gelmeyen raporlar -isimlerinin ortak özelliği-
değerlendirme raporlarıdır ve daha önceki yıllarda hiç gündemde olmayan
raporlar, yine bu kanunla biz ihdas ettik bu raporları. İlk defa bu raporlar bu
sene gelecekti. Neden gelmedi? Söyleyeyim, şunun için: Bütçe kanunlarının
görüşülmesinin esasını etkileyen kesinlikle raporlar değil, onu etkileyen, onu
denetleyen, hukuka uygun olup olmadığını denetleyen rapor geldi. O rapor
Meclise zamanında sevk edildi, o rapor kesin hesap kanunuyla birlikte
görüşülüyor, onda hiçbir problem yok. Bunu niye söylemiyorsunuz? O gelen
raporların hepsi değerlendirme raporları, çoğu da yerindelik denetimi içeren
raporlar, daha sonra bu kanunu bu Meclis değiştirdi ve hiçbir kurumun
yerindelik denetimi yapamayacağı, yürütmenin alanına giren konular… Hukukilik
denetimi değil, bakın, bununla karıştırmayın, hukukilik denetimi yapılıyor yani
yapılan harcamaların kanuna, mevzuata uygun olup olmadığı son kuruşuna kadar
denetleniyor, onların raporları da zamanında geliyor, ondan yana problem yok,
dolayısıyla o konuda problem yok.
BAŞKAN – Evet, Sayın Canikli…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, özetlemek gerekirse, on yılda AK PARTİ hükûmetleri, hiçbir
dönemde, hiçbir fâninin göremeyeceği ve görmediği ölçüde bu ülkeye büyük hizmet
etmiştir; ekonomisini, gerçek anlamda, devrim niteliğinde, yüksek oranlarda,
bütün diğer makroekonomik göstergelerle uyumlu bir şekilde artırmıştır.
Sanıyorum, AK PARTİ Grubu olarak, bu başarıyı sağlayan bu kadroya bir teşekkür
etmek gerekir. Teşekkür ediyoruz bu kadroya ve liderine. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Ben yeni bütçe kanunun
ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Canikli.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Nurettin Canikli, konuşmasında, Genel
Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bütçe görüşmelerinin ilk günü yapmış
olduğu konuşmada, Türkiye’nin dünya ekonomisi içerisindeki sıralamadaki yeri
konusunda vermiş olduğu rakamları çok farklı olarak kullanmak ve telaffuz etmek
suretiyle Genel Başkanımızın rakamlarını bir başka yöne doğru yöneltmiştir,
amacından başka bir şekilde kullanmıştır. Bu nedenle, grubumuza bir sataşma
vardır, söz istiyorum efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Efendim, ben aynen okudum Sayın Başkanım, ben tutanaktan aynen okudum.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi,
biraz sonra sizler konuşacaksınız, o zaman değerlendirme imkânı olmaz mı? Nasıl
olsa söz hakkınız var.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Şimdi, Sayın Başkanım,
hayır, şöyle…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hayır efendim, ben tutanaktan okudum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Yani yeni bir usul
ihdas eder miyiz diye endişem var.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Bakın, ben, Sayın Canikli’nin konuşmasını tümüyle değerlendirecek
değilim, bu amaçla söz istemiyorum. Onun konuşmasının birçok açıdan
eleştirebileceğim yönü var ama söz isteme nedenim, Genel Başkanımız Sayın
Kılıçdaroğlu’nun…
BAŞKAN – Peki, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
İki dakika.
IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli’nin CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bütçenin ilk günü
yapmış olduğu konuşmada, “Türkiye öteden beri G20’nin üyesidir, siz de şimdi
‘G20’de Türkiye'yi şuradan şuraya getiriyoruz.’ şeklinde bir değerlendirme
yaparak övünüyorsunuz, bu doğru değil.” anlamında bir anlayıştan hareketle
“Türkiye, 1987 yılında, dünya ekonomisi içerisinde, G20 içerisinde 14’üncü sıradaydı.” demişti.
“Şimdi bulunduğumuz yer bundan daha iyi bir yer değil.” dedi.
Şimdi, Sayın Canikli, çıktı,
dedi ki: “1987 yılında Türkiye ekonomisi 17’nci sırada.”
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hayır, 14’üncü sırada.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – 14’üncü sırada…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Şu anda 17, evet.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – ...satın alma gücü paritesine göre.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Evet, doğru, doğru.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – …satın alma gücü paritesine göre baktığınız zaman, 2002’de Türkiye
ekonomisi 17’nci sıradadır.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hayır, 24’üncü.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Hayır, hayır. Dolar kuru üzerinden…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Hepsi dolar kuru üzerinden.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – …yapmış olduğunuz sıralamada 24’üncü sıradadır. Dolayısıyla, bu
bilgiyi düzeltiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Şu anda 17’nci, dolar kuru üzerinden.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – İkinci olarak söyleyeceğim şudur: Yolsuzlukla ilgili olarak bir
endeks verdiniz. Endeks değişikliğinin, yöntem değişikliğinin sonuca etkisi
üzerinde herhangi bir değerlendirme yapmadınız. O endeksin açıklamasına
bakarsanız, 2012 rakamıyla önceki yıllar rakamlarının kıyaslanamayacağını o
endeksin kendisi söyler. Dolayısıyla, endeks değişikliğinden kaynaklanan bir
durumu “Türkiye, yolsuzluk liginde iyi duruma geldi.” diye sunmak gerçekleri
çarptırmaktır.
Sizin döneminizde yolsuzluk
zirveye ulaşmıştır Sayın Canikli.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan, tutanaklara geçmesi için… Oraya gelmeme de gerek yok.
Sayın Meclis Başkanlığımıza
Sayıştayın 132 raporu geldi, 3 bakanlığın kesin bütçesi gelmedi; Millî Savunma
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet, Jandarma, Sahil Güvenlik. Askerî
güvenlik harcamalarıyla ilgili Sayıştay Kanunu’na özel maddeyi son dakika önergesiyle
AK PARTİ koymuştur. Gizli yönetmelik gereği bunlarla ilgili hiçbir şey gelmedi,
denetim yapamadık.
BAŞKAN – Peki…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu
nedenle de zaten kurumlar vergisinde yüzde 20’yle dünya cenneti Türkiye,
dolaylı vergide de yüzde 85 dünya cehennemi durumunda, vergi adaletsizliği olan
bir ülke durumunda. Bunun kayda geçmesini istedim.
BAŞKAN – Peki, sözleriniz
kayda geçti.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkanım, biraz önce Sayın Akif Hamzaçebi, AK PARTİ döneminde yolsuzluğun
zirveye ulaştığı gibi içi boş, hiçbir şekilde, hiçbir rakamla, hiçbir somut
doneyle teyit edilmeyen bir iddiada bulundu. Son derece önemli, Sayın Başkanım,
o yüzden sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Evet, buyurun Sayın
Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Benim de endişe ettiğim nokta
buydu zaten, O ona, o ona cevap verirse hukuk davasına dönecek bu iş.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, benim bu sataşmam… Doğru, bir sataşma var ama bu…
BAŞKAN – Evet, lütfen, artık,
bir tavzih anlamında…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Efendim, bu Hükûmete bir sataşmadır yani gruba değil yani sayın
bakanlar söz isteyebilir.
BAŞKAN – Kendisini ismen
zikrettiğiniz için onu söylüyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Sayın Canikli’nin söylediklerini çarpıtıyorsunuz…
2.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Efendim, bu Hükûmet bu gruptan çıktı Sayın Hamzaçebi yani dolayısıyla bu
Hükûmet, bu grubun üyesi.
BAŞKAN – Evet, Sayın Canikli,
lütfen.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Canikli, acaba “On senedir bakan olamadım, hakkım yeniyor.”, onu mu demek
istiyor?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ayıp, ayıp, Muharrem Bey, ayıp, gerçekten ayıp! Söyleyecek sözünüz
olmayınca boş değerlendirmeler çıkarmayın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Efendim, biz hesabımızı, kitabımızı, çalışmalarımızı makama göre planlamıyoruz,
makama göre yapmıyoruz; olsak da olmasak da bize verilen görevi en iyi şekilde
yapmaya çalışıyoruz ama başkalarının aklı o şekilde ve çalışma biçimi o
şekildeyse o da kendi bilecekleri bir iştir.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ama
Hükûmet adına nasıl konuşabiliyor?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) –
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, ben biraz önce Sayın Kılıçdaroğlu’nun
konuşmasını aynen aldım, hiç dokunmadım. Sayın Kılıçdaroğlu, burada, bakın,
“1987’de 14’üncü ekonomi.” diyor, sonra diyor ki: “Şu anda 17’nci büyük
ekonomi. Efendim, bunun sorumlusu sizsiniz, aynen geriye gitti sizin
döneminizde.” Ben de diyorum ki biz devraldığımızda 24’tü yani gerçekle hiçbir
alakası yoktu. Dolayısıyla, Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu rakamları düzeltmesi
gerekiyor.
Bakın, değerli arkadaşlar,
konuşmamda da ifade ettim yani iddiaların mutlaka birtakım nesnel, somut bilgi,
belgeyle desteklenmesi gerekir, teyit edilmesi gerekir. Ben sabahtan beri o
kadar net, hiç kimsenin reddedemeyeceği belge, bilgi sunuyorum ki hiçbir tanesi…
Hepsini uluslararası alanda yayınlanan, uzun yıllardan beri kabul görmüş,
evrensel kriterlere uygun rakamlarla teyit ediyorum ama siz geliyorsunuz
“Efendim, işte yolsuzluk artmıştır.” deyip iniyorsunuz. Böyle bir şey olabilir
mi? Bu o zaman ne olur? Sadece bir iftira olur.
Bakın, benimki gerçek, somut;
reel şeylerle anlatıyorum, altını dolduruyorum, ispat ediyorum, çok net bir
şekilde söylüyorum ama siz geliyorsunuz, efendim, diyorsunuz ki: “Şu kadar bir
yolsuzluk vardır, bu kadar bir yolsuzluk vardır.”
Onun için, ısrarla diyorum ki
değerli arkadaşlar… Yani “Biz etrafımızda bunu görüyoruz.” diyor arkadaşlar.
Lütfen, o zaman, sorun etrafınızdadır, etrafınızı iyice şey yapın yani eğer
öyle bir şey varsa. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim etrafımızda, bizim
sağımızda solumuzda bu konuda hiçbir sorun yok; gayet net, temiz bir etrafımız
vardır.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kap-samındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, gruplar adına ikinci konuşma Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Bingöl Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın İdris Baluken’e aittir.
Buyurun Sayın Baluken (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakika.
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 bütçe kanun tasarısı hakkında grubumuz adına kapanış
konuşmasını yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi ve ekranları
başında bizi izleyen sevgili halkımızı sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Parlamentonun bütçe hakkını kullanmak üzere 2012 Türkiye’sinde
artık son güne gelmiş bulunmaktayız. 2013 bütçesinin kabul edileceği bu günde,
Türkiye, 2013 bütçesinin gayrimeşru olduğu konusunda bütçe dönemi boyunca epey
tartışmalar yaşadı. Bu tartışmalar daha çok Sayıştay raporlarının eksikliği
üzerinden yürütüldü.
Belirtmek gerekir ki bütçede
içeriği belli olmayan “örtülü ödenek” adı altında, sınır komşularımızdaki
ülkelerde savaşa aktarılan bütçe gelirlerinin halktan, Parlamentodan saklanması
da 2013 bütçesini gayrimeşru kılmaktadır. Bütçenin evrensel ilkelerini ihlal
ederek bizle ilgisi olmayan bir iç savaşa para aktarılmakta, şeffaflık ve
açıklık ilkeleri hiçe sayılmaktadır.
Aslında, gayrimeşrulukla
ilgili en önemli nokta Parlamentonun mevcut durumudur. Şu anda 9 tutuklu
milletvekili, yasama sürecinin en esaslı döneminde cezaevlerinde bulunmaktadır.
541 seçilmiş milletvekiliyle bütçeleme hakkını kullanmaya çalışmak başlı başına
bir meşruiyet problemidir. “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” deyip,
yüzde 50 oy alıp “Milleti temsil ediyoruz.” söylemlerini dilinden düşürmeyen
AKP Hükûmeti, yapılan her kanun ve bütçeleme hakkını gayrimeşru kılan tutuklu
vekilleri bir an önce serbest bırakmalı; Türkiye halklarının, iradesini
Mecliste temsil etmek üzere teslim ettiği milletvekilleri bir an önce yasama
faaliyetlerine bu Meclis çatısı altında başlamalıdır.
Tutuklu vekillere yaklaşım,
dar siyasi çıkarlar üzerinden değerlendirilmemeli, bir devletin yasama işlerini
yürüten parlamentonun meşruluğu üzerinden değerlendirilmelidir. Elbette, mevcut
durumda, cezaevlerindeki milletvekillerini hapsetmekten çok, tutuklu vekillerin
aldığı oyun sahibi halkın iradesini hapsetmektesiniz.
Bakın, bir karşılaştırma
yapmak istiyoruz ve bu konuda sizlere bir ufuk açmak istiyoruz. Parlamentodaki
milletvekilleri olarak bizler, gerek tutuklu arkadaşlarımızın serbest
bırakılması gerekse Türkiye’nin demokratikleşmesi için yasaları Genel Kurulda
AKP’nin parmak çoğunluğuyla hiçbir şekilde geçiremezken, bu yönlü gündemleri
maalesef burada işletemezken, tutuklu milletvekillerimiz, kendi durumlarına,
üstlerine dayatılan hukuksuzluklara aldırmadan seçmenlerine verdikleri sözün
gereği olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için
bedenlerini ölüme ve açlığa yatırmak suretiyle kırk beş gün boyunca onurlu bir
eylem ortaya koydular. Bu durumda, tekrar şapkaları önümüze koymanın vakti
gelmiştir. Bizim burada çıkardığımız sermaye lehine yasalar mı halkın gerçek
temsilini sağlamaktadır, yoksa ülkenin demokratikleşmesi, barışa gidecek bir
sürecin önünün açılması için bedenlerini ölüme yatıran milletvekillerinin bu
onurlu direnişi mi daha anlamlıdır?
Tutuklu vekillerle ilgili olarak,
benzer durumu yaşamış ve Türkiye demokrasisi için mücadele etmiş, milletvekili
iken cezaevine atılmış, devletin her türlü baskı politikasına tabi tutulmuş
rahmetli Orhan Doğan, ölümünden önce söylemiş olduğu şu cümlelerle aslında
bugünü de özetliyordu: “Arkadaşlar, gözyaşlarının rengi yoktur ama akan kanın
rengi kırmızıdır. Yaşamını yitiren Mehmetçik de dağdaki gerilla da
kardeşimizdir. Akan kan durdurulsun. Kim akan kanı durdurursa onun önünde
eğilmeye hazırız. Bizi on üç yıl önce Meclis kapısında ensemizden tutarak
tutsak alanlar, Kürt halkına olan bağlılığımızı ve sevgimizi de tutsak
alacaklarını sandılar ancak yanıldılar, hem de çok yanıldılar. Kürtler bu
ülkeye demokrasiyi getirecek. Değerli dostlar, ben bugüne kadar size barış
ortamını sağlayamadığım için özür dilerim, arkadaşlarım adına özür dilerim.”
Bizler bu Mecliste, bu halkın
temsilcileri olarak ve halkımız adına rahmetli Orhan Doğan’dan özür
dilemeliyiz. O çok sevdiği barışı getiremediğimiz için, akan kanı
durduramadığımız için bu Meclisin özür borcunu tekrar hatırlatmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri sırasında biz AKP Hükûmetinin genel politikalarını,
bakanlıkların özgün politikalarını ve bütçelerini uzun uzun burada tartıştık ve
masaya yatırdık, takdiri halkımız belirleyecek. Ben bugün yapacağım konuşmayı
temel 3 başlık üzerinde toparlamaya çalışacağım. Kürt sorunu ve
demokratikleşme, dış politika ve ekonomi, sosyal politikalar, kadın ve ekoloji
boyutuna bakmaya çalışacağım. Tabii ki zamanımız kısıtlı olduğu için, yaşanan
bütün sorunların kök hücresi, “stem cell” konumunda olan Kürt sorunu ve
demokratikleşmeye bakış açımızın diğer sorunlar açısından da çözüme olan
katkısına inancımız nedeniyle Kürt sorunu ve demokratikleşmeyle ilgili
düşüncelerimizi öncelikle paylaşmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, 2012
yılının sonlarına geldiğimiz bugünlerde otuz yıldır süren iç savaş on binlerce
can almış, binlerce köy insansızlaştırılmış, binlerce faili meçhule yol açmış,
çevre ve doğa tahribatı ile tam bir ekolojik yıkıma neden olmuş, milyonlarca
kişi yerinden yurdundan edilmiş ve onarılmaz yaralar toplumsal hafızaya
kazınmıştır. Belirtmek gerekir ki bu kanın bir gün bile akmasına artık
halkımızın tahammülü kalmamıştır.
BAŞKAN – Sayın Baluken, bir
dakikanızı rica edeceğim.
Arkadaşlar, lütfen
yerlerinizde oturmuş olarak sayın hatibi dinleyelim, lütfen…
Buyurun efendim.
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Kürt sorununa ilişkin gerçekleri ortaya koymak için Kürt sorununun kaynağına
inmekte fayda vardır çünkü bugünün gerçekliğinde Kürtler, Kürt sorununun
kaynağını tartışmak yerine nasıl bir çözüm, nasıl bir proje, nasıl bir sistem konusunu
tartışmaktayken Mecliste grubu bulunan siyasi partiler, AKP, CHP ve MHP ise
Kürt sorununun nereden kaynaklandığını anlamaya çalışıyor ya da Kürt sorununu
yok sayarak farklı adlandırmalar ve nitelemeler ile çözümsüzlüğü her geçen gün
daha fazla derinleştiriyor.
Bakın, şimdi tarihten birkaç
örnekle Kürt sorununun kaynağına değinerek zihinleri biraz berrak hâle
getirmeye çalışacağım. Dünya savaşı sonrası işgale karşı ortaya konulan
Kurtuluş Savaşı’ndan önce çok önemli kongrelerle ortak bir cephe yaratıldığını
bilmeyenimiz yoktur. Bu kongrelerin en önemlilerinden olan Erzurum Kongresi’nin
sonuç bildirgesinin 1’inci maddesinde Türklerin ve Kürtlerin saadette ve
felakette ortak oldukları tespit edildikten sonra “Gelecek hakkındaki hedefleri
aynıdır.” ilkesi benimsendi. 6’ncı maddesinde, özellikle Kürtlerin yoğun olduğu
bölgede oturanların hakkından söz edildi; maddede, Kürtlerin tarihî, dinî, ırki
haklarına saygı gösterilmesinin gereği vurgulandı. Aynı amaç ve beklentiler
Sivas Kongresi’nde de tekrarlandı. Sivas Kongresi’nin sonuç bildirisinin 1’inci
maddesinde Kürtler için “Sosyal ve siyasal farkları ile bölgesel kurallarına
saygılı, öz kardeştirler.” denildi.
Yine imzalanan Amasya
protokolleri 1921 Anayasası’nın özüne damgasını vuracak şekilde cumhuriyetin
ilk sosyal ve siyasal belgesi niteliğindeydi. Bunlardan 20-22 Ekim 1919 tarihli
protokolde, vatan “Türk ve Kürtlerin oturdukları topraklar.” şeklinde ortak
vatan olarak açıklanmıştır. Ayrıca, devamla, Kürtlerin etnik ve sosyal haklar
bakımından da destekleneceği özellikle vurgulanmıştır. 22 Ekim 1919 tarihli
2’nci Protokol’ün 1’inci maddesinde Osmanlı Devleti’nin -ki, bu, 1921
Anayasası’yla “Türkiye Devleti” olacaktır- düşünülen ve kabul edilen sınırının
Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi içine aldığı ve Kürtlerin Osmanlı
toplumundan ayrılmasının imkânsızlığı detaylı bir şekilde izah edilmişti. Sonra
da Kürtlerin serbest, özgürce gelişmelerini sağlayacak şekilde sosyal ve
geleneksel haklar yönünden imtiyazlara nail olmaları, desteklenecekleri güçlü
bir şekilde vurgulanmıştı.
23 Nisan 1920’de toplanan
Birinci Mecliste, Mustafa Kemal, Misakımillî sınırları için “Kardeş milletlerin
millî sınırları. Bu sınır içinde Türk olduğu kadar Kürt de vardır. Bu unsurlar
birbirlerinin haklarına daima saygılıdır.” ifadelerini kullanmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk anayasası sayılabilecek 1921 Anayasası’nın da aynı ruhu
taşıyacağı 1 Mart 1921 Teşkilatı Esasiye
görüşmeleri sırasında Mustafa Kemal’in Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada
ortaya çıktı. Mustafa Kemal, “Türkiye halkı” kavramına ilişkin olarak
“Efendiler, Türkiye halkı, ırken ve dinen ve harsen birlik hâlinde birbirine
karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu ve kaderleri ve çıkarları
ortak olan bir sosyal topluluktur. Bu toplulukta etnik haklar ve yöresel
koşullara saygı iç siyasetimizin esaslı noktalarındandır.” diyerek “Türkiye
halkı” kavramına açıklık getirmiştir. Aradan geçen doksan yıla rağmen, bugün
hâlâ çalışmalarını yürüten Anayasa Uzlaşma Komisyonunun, “vatandaşlık” tanımı
üzerine girmiş olduğu çözümsüzlük süreci için, 1921 Anayasası’nın bu
maddelerini ve Büyük Millet Meclisinde yapılan bu konuşmaların tutanaklarını
incelemelerini tavsiye ediyoruz.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’nin bugün 1921 Anayasası’nın ruhuna ihtiyacı vardır. Çünkü, 1921
Anayasası’nda Parlamentoda yer alan her vekil, kendi kimliğiyle, Kürdistan,
Lazistan vekili olarak kabul edilmekteydi. Milletvekillerinin üzerinden köken
siyaseti yapılmayarak etnisiteye dayalı anlayış yok sayıldı. 1921 Anayasası
1924 maddeden oluşurken bu maddelerin 14’ü öz yönetim ve kimliklerin
tanınmasını içermekteydi.
1921 Anayasası’ndan günümüze
nakledilmesi gereken en önemli siyasi bilinç ise, Kürt milletvekillerinin hem
Türkiye halkı içerisinde hem de Kürt coğrafyası içerisinde değerlendirilmesidir.
Ne yazık ki, bu toplumsal gerçekliğe ve millî mücadelede siyasal kazanıma uygun
olarak gelişen kanunlar, siyasi anlayışlar, yasal düzenlemeler, İttihat ve
Terakki zihniyetinin yansıtıldığı 1924 Anayasası’nda tekçi, Türkçü
yaklaşımların hâkim olmasıyla beraber, günümüze kadar süren demokrasi ve Kürt
sorununun da kaynağını teşkil etmiştir.
Değerli milletvekilleri, bire
bir örneklerle Kürt sorununun kaynağını sizlere aktarmak istiyorum: Kürtler
1920-1921 sürecini her yönüyle yaşamış bir halk olarak, aradan bir yıl gibi
kısa bir süre geçmesine rağmen, cumhuriyetin kurucu kadroları tarafından yok
sayılmak ve köleleştirilmek istenmiştir. Mahmut Esat Bozkurt ve İsmet İnönü’nün
kurucu misyonunu bilmeyen yoktur. Sadece bu 2 tarihî şahsın cümleleri bile Kürt
sorununun nereden başladığını ortaya koymaktadır. Mahmut Esat Bozkurt, 1921
Anayasası’ndan kısa bir süre sonra “Türk, bu milletin yegâne efendisi ve
sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır;
Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar bu
hakikati böyle bilsinler…” Yine aynı şekilde, CHP tarafından kendisine “Millî
Şef” unvanı verilen İsmet İnönü ise “Vazifemiz Türk vatanı içerisinde
bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek
anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelik her
şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.” ifadelerini kullanmıştır.
Aslında kullanılan bu ifadeler madalyonun bir diğer yüzünde Kürt sorununun
kaynağını ve buna bağlı olarak yaşanan katliamların kaynağını açıkça ortaya
koymaktadır.
Türkçenin diğer dil
topluluklarına zorla empoze edilmesinin zirvesini ise 1928’de başlayan
“Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları oluşturmuştur. Bu kampanyaların akabinde,
1921 Anayasası’nın tanımladığı Kürt coğrafyası bölgesinde Kürtlerin inkârı,
asimilasyona tabi tutulması süreci başlatılmıştır. Şark Islahat Planı’nın
14’üncü maddesi bile bugünkü taleplerin kökenlerinin tarihte aranması
gerektiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Şark Islahat Planı’nın 14’üncü
maddesinde, çarşı, pazar, umuma açık yer ve kamu kurumlarında Kürtçe konuşmak
yasaklanmış, Kürtler ise Kürtlüğe yenilmek üzere Türkler olarak tanımlanmıştır
Kürtçe dillendirilecek her kelimeye 5 kuruş para cezası öngörülmüştür.
Bir anekdotla dönemi
özetlemeye çalışalım. Hoca, Diyarbakır merkezde Kürtçe konuştuğu için reisin
önüne çıkarılır. Reis “Çarşıda Kürtçe konuşmuşsun; her kelime için 5 kuruş para
cezası vereceksin.” der. Hoca, itiraz etmeden cebindeki paraları masaya bırakarak
“Al sana para.” der. Memur paranın üstünü vermeye çalışırken Hoca ekler “Para
sizde kalsın, ben Türkçe bilmiyorum; akşama kadar Kürtçe konuşacağım, senin
zaptiye efendin de benimle gelsin, akşam onunla sana geliriz. Ne kadar cezam
varsa alırsın ve üstünü verirsin, ben de eve giderim.”
Bu dönemde devam eden bu tarz
uygulamalar Kürt sorununu derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramamıştır ki bu
gerçekliği günümüzde yaşadıklarımızla da çok iyi bir şekilde anlayabiliriz.
Yine, aynı dönemde Şeyh Said
direnişinde binlerce insan katledilmiştir, 15 bin kişi yerinden, yurdundan
edilmiştir. Ağrı direnişinde yüzlerce insan vahşi yöntemlerle katledilmiştir.
Dersim direnişinde de aynı şekilde bu gelenek devam ettirilmiştir.
Kürt liderleri, din âlimleri,
şeyhler, seyitler, bugün herkesin bir mahkeme olarak kabul etmediği istiklal
mahkemelerinde idam edilmişlerdir. Şeyh Said’i idam eden mahkeme başkanı, Şeyh
Said ve arkadaşlarının din adı altında Kürtlük davasıyla isyan ettiklerini,
bunun karşılığında da idam cezası verdiklerini belirterek Kürtlerin hak
taleplerinin cezasının tarihî kökenini ortaya koymuştur.
Hepsinden ayrı olarak bir
genosit olarak kabul edilen Dersim katliamına değinmeden cumhuriyetin Kürt
politikasını anlamak mümkün değildir. Dersim katliamında Seyid Rıza’nın yaşı
küçültülerek, oğlunun ise yaşı büyütülerek idam edilirken Hitler’in Yahudi
katliamındaki hukuk cambazlığını aratmayacak bir tarihî utanca imza atılmıştır.
Daha fazla mermi harcamamak
için süngülerle yapılan katliam, katliamcıların gözüyle “Mağaralarda fareler
gibi zehirledik.” tanımlamaları, zorla ailelerinden alınan Dersim’in kayıp
kızları ve katilinin bile uzun bir zaman sonra anı kitabına yazamayacağı
katliam manzaraları Kürt sorunun kaynağına ilişkin en acı gerçekliği ortaya
koymaktadır. Yıllarca reddedilen bu katliam resmî ideolojinin tarihî
yalanlarıyla maskelenerek halkımıza anlatıldı. Fakat, aradan geçen uzun bir
süreden sonra, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Dersim 1938’in bir katliam
olduğunu ve özür dilenmesi gerektiğini belirtmesi bir yalan tarihinin de sonunu
getirmiştir. Her ne kadar bu özrün hiçbir gereği yerine getirilmeyip verilen
sözler havada kalmışsa da gereğini takip etme zorunluluğu artık tarihe not
düşülmüştür.
Bu konuda en büyük özeleştiri
kurumu olması gereken ve tarihiyle yüzleşmesi gereken CHP’nin durumuna da bir
iki cümleyle değinmek istiyorum.
CHP’li bir milletvekilinin
iadeiitibar istemesi bir vahamet, CHP’nin katliamdan sorumlu parti olarak
iadeiitibarı kabul etmemesi de ayrı bir vahamet olarak ortada durmaktadır.
Açıkça ifade etmek gerekiyor, Dersim halkının, Seyit Rıza’nın ve torunlarının
bir iadeiitibara ihtiyaçları yoktur çünkü onlar o gün olduğu gibi bugün de
zulme karşı direniyorlar. İadeiitibar olmasa da itibara ihtiyacı olan CHP ve
teklifi reddeden tarihten ve toplumsal gerçeklikten yoksun olan Parlamento
grubudur.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Bunu takdir etmek size düşmez.
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, çözülmeyen sorun, yüzleşilmeyen zulüm tarihî son kırk
yılda da kanayan yara olarak devam etmiştir. Otuz yıldır çatışmalı bir sürece
evrilen bu ortam Kürt sorununun bir nedeni değil bir sonucudur. Ne yazık ki,
Kürt sorununu derinleştirecek uygulamalar hâlâ devam etmektedir. “Kürt sorunu
neden hâlâ var?” diyenlere birkaç yaşanmış gerçeği hatırlatmak bile yeterlidir
kanaatindeyim.
Gündemde olması hasebiyle,
1980’lerde Diyarbakır 5 no.lu Cezaevinde yaşananlara insani bir pencereden
bakmaya hepinizi davet ediyorum.
Kürt halkının evlatlarına
insan dışkısı yedirilmesi, yemeklerine fare parçalarının doğranması, lağım
suları içerisindeki hücrelerde yapılan binbir çeşit işkence yöntemi, her gün
Türk olduklarının kendilerine tekrar ettirilmesi yaşanan vahşetin sadece küçük
bir kesitidir.
Mecliste grubu olan
partimizin Eş Genel Başkanı, 1980 darbesi sonucu gönderildiği cezaevinde, altı
ay boyunca her gün işkence ve dayak altında bir köpek kulübesinde tutulmuştur.
Sayın Eş Başkanın ifadeleri şu şekildedir: “Size sadece şu kadarını anlatayım:
Cezaevi Müdürü Esat Oktay Yıldıran vardı. Bir gün, bizim kadınlar koğuşuna
girdi, herkes ayağa kalktı, ben kalkmadım. Sırf içeri girdiğinde ayağa
kalkmadım diye, sırf bu gerekçeyle beni köpeği Co’nun kulübesine tıktırdı.
Köpeğinin bile kalmak istemediği pislik içinde küçücük bir kulübeydi bu. Bir
gün değil, iki gün değil, bir ay değil, iki ay değil, tam altı ay orada kaldım.
Nefes almanın bile zor oluğu o kulübede bana her gün dayak attılar, her gün
işkence yaptılar.” Yaşanılan vahşeti herhâlde bu sözlerin dışında tanımlamaya
gerek yoktur.
Değerli milletvekilleri,
90’lı yıllardan bu yana ise 20 bine yakın faili meçhul; boşaltılan, yakılan
binlerce köy; yerinden, yurdundan edilen 4 milyon insan, toprağa verdiğimiz 50
bin genç yaşanan travmaları daha fazla artırmıştır.
Bugün, Hükûmetiniz tarafından
hazırlanan entegre projeler kapsamında, hâlâ süren siyasi soykırım
operasyonları kapsamında 10 bin BDP’li siyasetçi cezaevinde rehine olarak
tutulmakta, Kürt meselesine ilişkin konuşan herkese hukuki takibatlar yapılmaktadır.
Üç yıldır arkadaşlarımızın ana dilde savunma taleplerinin bile savunma hakkının
gasbına yol açacak şekilde dikkate alınmaması ayrı bir utanç sayfası olarak
tarihe geçmiştir. Tüm bu uygulamalarla demokratik siyasetin önü kesilmeye
çalışılmaktadır. Ayrıntısına çok fazla girmeyeceğim ama yüzde 10 seçim barajına
ilişkin Diyarbakır seçim sonuçlarını incelemek ve hazine yardımları konusunda
yapılan transferleri ortaya koymak bile demokratik siyasetin önünün
kapatılmasına güzel örnek olacak kanaatindeyim. Diyarbakır’da tüm engellemelere
rağmen partimizin bağımsız adayları 430 bin oy alırken AKP 230 bin oy almıştır.
Yani partimiz her türlü dezavantaja rağmen bağımsız girdiği seçimde AKP’den
neredeyse 2 kat daha fazla oy almıştır. Biri, YSK tarafından atanmış olmak
üzere, şu anda, bu Parlamento çatısı altında Diyarbakır’dan AKP’nin 6, BDP’nin
5 milletvekilinin olmasının takdirini hepinizin vicdanına bırakıyorum. BDP’ye
“Siyaset yapsın.” diyenler yüzde 10 seçim barajı aracılığıyla BDP’nin önünün
nasıl kesilmek istendiğine en iyi tanıklık edenlerdir.
Ayrıca, 2008-2011 döneminde
AKP’ye verilen devlet yardımı eski parayla 396 trilyon 187 milyar lira, CHP’ye
verilen Hazine yardımı 177 trilyon 531 milyar lira, MHP’ye verilen yardım 121
trilyon 303 milyar liradır. Bunlar, bizim vergilerimizle, BDP seçmeninin ve
tabanının vergileriyle de toplanmış paraların hukuksuz bir şekilde
dağıtılmasının tablosudur. Sadece partimiz değil, Parlamentoda grubu bulunmayan
diğer siyasi partilerin tamamı bu Hazine yardımlarından tek bir kuruş
almamışlardır.
Değerli milletvekilleri, bu
uygulamalar her şeyden önce kul hakkının gasbıdır ve biz, bu hakkımızı
hiçbirinize helal etmiyoruz. Ayrıca, sormak gerekiyor, bu uygulamalar
demokratik siyasetin önünü kesmiyor mu?
Özetlemeye çalıştığım bu
tabloda sorunun, iktidar hırsı için kardeş katlini bile reva gören bir
zihniyetin bugün geçerli olması, bugün de kardeş hukukunu tanımamasından
kaynaklandığını tespit etmek gerekir. Aynı evde bile kardeşler arasındaki bu
denli ayrımcılık uygulamaları, sorunları kaçınılmaz olarak gündelik hayata
sokar. Sözcüklerimi seçerek kullandığımı belirtmek isterim.
Yaşanan kardeş savaşına dair
sadece bir tek örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Dün basına yansıdığı
şekliyle de 23’üncü Dönem AKP Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’in de
paylaşmış olduğu bu örneği hepinizin vicdanlarında paylaşmak istiyorum.
Bu çatışmalı süreç acıları o
kadar iç içe geçirmiştir ki Meyaset Ana’nın yaşadıkları bu durumu anlatmaya
yeterlidir. Meyaset Ana bir oğlu gerillada, bir oğlu da askerde olan anadır.
Askerde olan oğlu gerilla kardeşini bulabilmek için her gün operasyonlara
katılıyor, Meyaset Ana ise her gün dağdaki oğlunun mu yoksa askerdekinin mi
ölüm haberini alacağım diye tarifsiz bir korku içerisindedir.
Bu ananın yaşadıklarına
Türkiye gerçekliği, nedenine Kürt sorununun çözümsüzlüğü, tarifsiz duygulara da
Kürt sorununun sonucu diyoruz arkadaşlar.
Diğer taraftan, sorunun bir
parçası da “kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmama” ilkesini
benimsememektir. Bakın, dün, Başbakanın basına yansıyan demecinde “’Bismillah’
dediğim için yargılandım.” cümlesindeki yargılamanın mantığı ile bugün sivil
cuma namazlarına yapılan saldırılar, imamların ceza evlerine atılması,
cenazelerine yapılan saldırılar arasında tek bir fark vardır: Dünün mağdurları
bugünün zalimleri konumuna gelmiştir. (BDP sıralarından alkışlar)
Yüz yıl önce Kürtlerin
inkârıyla başlayan Kürt sorunu hâlâ devam etmektedir. Bu bakımdan, Kürt
sorununun çözümüne yönelik değişen iktidarların kendi kimlikleri bile sorunun
çözümünde Türkçülüklerinin ötesine geçememektedir. Bu noktada Kürtler, iktidarı
ele alan AKP’ye yönelik ciddi bir umut beslemekteydi. Çünkü, AKP’nin İslam
kimliğini Türklükten önce tutarak bu sorunu çözeceğine yönelik bir inancın
tezahürüydü bu. AKP’nin Hazreti Ömer adaletinde, Hazreti Ali cesaretinde
davranacağına olan inançtı bu. Hucurat Suresi’ndeki: “Ey insanlar! Muhakkak ki
biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi milletler ve kabileler
kıldık ki birbirinizi tanıyasınız” ruhuna olan, saygısına olan inançtı. Ancak,
yine Kürtler, Başbakanın 1991 yılında Refah Partisi döneminde yazdığı Kürt
Sorunu Raporu’nda ise tespit etmiş olduğu şu durumlara inandılar: “Sorunun adı,
Kürt Sorunu’dur. Doğu ve Güneydoğu bölgesi dediğimiz bölge, tarihî gerçeklik
içerisinde Kürdistan coğrafyasıdır. Kürtçe yasağı çağ dışı bir yasaktır. Yerel
parlamentoların oluşturulması ve merkezî devletin küçülmesi gerekir. Kürtçe
üzerindeki tüm yasakların kaldırılması gerekir.” içerikli rapor Kürtler için
bir umut kaynağı olmuştu.
Yine, Sayın Arınç’ın 2011
bütçe kapanış konuşmasındaki “’Ben Kürt’üm’ diyen bir insanın bu ülkede hepimiz
kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi, eğitim, dil, kültür, kimlik
hakkı, ne varsa vereceğiz. Bunları kendi cebimizden vermeyeceğiz.” cümleleri,
yine duyulan inancın bir tezahürüydü. Ancak, inanç temelinde yapılan
vicdan-cesaret terazisi maalesef Kürt sorunun çözümünde AKP tarafından
işletilmedi. Süreç içerisinde AKP de, Başbakan da vicdan ve cesaret terazisinde
sınıfta kaldılar; hak, adalet, eşitlik yerine Türkçülüğü tercih ettiler.
2006’da Diyarbakır’da “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapın.” demek
suretiyle vicdanını kaybeden Başbakan, Habur’da Kürtlerin çocuklarına ilk defa
canlı olarak kavuşmasındaki sevincinde ise vicdanı yerine cesaretine yenik
düşmüştür. Geçen sürede, 1991 raporundaki reformların hayata geçirilmesi yerine
vicdanına yenik düşmüş, cesaretinin terazisi bozulmuş ve “Kürt sorunu yoktur.”
noktasına gelmiş bir Başbakan ve AKP pratiğiyle karşı karşıya kaldık.
Değerli milletvekilleri, yüz
yıldan bu yana örneklediğimiz Kürt sorununun varlığında umarız ki zihinler
biraz berraklaşmıştır. Bugün Kürt sorunu vardır ve Kürtler, AKP’nin yurt
dışında yaşayan Türklere talep ettiği ve aslında onlarda bulunan hakkın 1 gram bile
fazlasını istememektedir. Bakın, buradaki tüm siyasi partiler, Çin’deki Uygur
Türklerinin sahip olduğu özerkliği Kürtler talep edince Kürtlere bölücü damgası
yapıştırmaktadır. Balkanlarda Türklerin ana dil hakkını Türkiye’de Kürtler
isteyince Kürtler hain olmaktadır. Güney Kürdistan’da 300 bin Türkmen’in sahip
olduğu haklar bile bu ülkedeki Kürtlere çok görülmektedir.
Kürtlerin talep ettiği
haklara dünyadan örnekler verirsek meseleyi daha iyi anlatmış oluruz. Örneğin
bölgesel yönetim talebine 4 kıtadan kısaca örnekler vermek istiyorum.
Hindistan 28 eyalet, 7 birlik
bölgesinden oluşan bir yapıya sahiptir; bu ülkede 850 farklı dil, 27 ayrı resmî
dil vardır. Belçika’da her bölgenin kendi dili kullanılırken, 3 ortak dilli bir
anlayış hâkimdir. İspanya’da, Almanya’da, Birleşik Krallık’ta, pek çok Avrupa
ülkesinde de durum aynıdır. Yine Güney Afrika da 9 ayrı özerk bölgeden
oluşmakta, 3 ayrı dil ve 3 ayrı başkent kullanılmaktadır. Irak’ta 18 ayrı
eyalet ve 3 ayrı dil kullanılmaktadır. Ukrayna’da Özerk Kırım Cumhuriyeti
bulunmakta, Ukraynaca, Rusça ve Tatarca resmî diller olarak kullanılmaktadır.
Bu iki ayrı kategoriden
hareketle, bugün sizin ortaya koyduğunuz siyasi anlayış Çin’deki,
Balkanlardaki, Güney Kürdistan’daki Türklere dayatılırsa, bu Parlamento ortaya
çıkacak bu durumu kabullenmeyecektir yani Çin’de Uygur Türklerinin
bağımsızlıklarını isterken Uygurların özerk yönetimi elinden alınırsa;
“Balkanlarda tek dil vardır, o da Yunancadır.” denirse; Türkçe isimler
yasaklanırsa; yer adları, köy adları Yunanca ile değiştirilirse; “Bulgaristan
Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Bulgardır.” denirse bu
Parlamento buraya gelip asimilasyon ve insanlık suçu nutukları atmayacak mıdır?
Peki, şimdi, sormak gerekir:
Balkanlardan Çin ve Güney Kürdistan’a kadar senaryoda kullandığımız bu inkârcı
politikalar asimilasyon ve insanlık suçu oluyor da bugün Türkiye’de Kürtlere
dayatılan bu uygulamalar asimilasyon ve insanlık suçu olmuyor mu?
Buradan Başbakanın vicdan ve
cesaret terazisine bir hadisi şerifle seslenmek istiyorum: “Kadı 3’tür.”
demiştir Peygamber Efendimiz. “1’i cennetlik, 2’si cehennemliktir. Cennetlik
olan hakkı bilip öyle hükmedendir. Hakkı bilip…”
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baluken,
süreniz doldu. Sayın Canikli’ye verdiğim ek süreyi de paylaştırıyorum, 2 dakika
ek süre veriyorum size.
Buyurun.
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
Tamamını alabilir miyiz?
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın
Başkan, verebilirsiniz.
BAŞKAN – Tamam, peki. O zaman
beş dakika.
İDRİS BALUKEN (Devamla) –
“…hükmünde bile bile adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka cahilane hükümde
bulunan da cehennemliktir.” buyurmuşlardır.
Değerli milletvekilleri, Kürt
sorununun ekonomik olarak gelmiş olduğu politik arka plana değinmek gerekir:
Bugün işçi sınıfı artık Kürtleşmiştir. Kürtler iş gücü piyasasına savaştan
kaçarak geldikleri üzere ucuz iş gücü olarak kullanılmaktadır. Detaylarına
fazla giremeyeceğim.
Değerli milletvekilleri,
Roboski’de çoğu çocuk 34 Kürt köylüsü F16’larla katliama uğratılmakta, ileri
demokrat Başbakan bunu yapanlara teşekkür etmektedir. Roboski katliamının
üzerinden bir yıl geçti. Katliamdan sorumlu Hava Kuvvetleri Komutanına üstün
hizmet madalyası verildi, Genelkurmay Başkanına teşekkür edildi, Meclis
Araştırma Komisyonu çalışmaları sonuçlandırılmadı, Roboskili ailelere ise her
türlü baskı uygulandı. Tüm bunlar olurken duyarlı kamuoyunun şu soruları hâlâ
cevapsız bir şekilde ortada duruyor: Roboski’de katliam emrini kim verdi?
Katliamı ortaya koyan görüntüler neden kamuoyuna açıklanmıyor? Soruşturmanın
zamana yayılması ve sonuç çıkmaması talimatını kim verdi? İstihbarat nereden
geldi? Bombardımanla ilgili sorumluların ifadeleri neden hâlâ alınmadı? Kamuoyu
bu soruların cevaplarını beklerken Roboskili anneler ise katledilen
çocuklarının fotoğraflarını hâlâ yeni doğmuş bebek gibi kucaklarında taşımaya
devam etmektedirler.
Değerli milletvekilleri, Kürt
sorununda çözümsüzlük, Roboski ve diğer katliamların örtbas edilmeye
çalışılması ve tüm bu baskıcı uygulamaların diğer yüzü ise demokratikleşmenin
yetersiz olması ile bire bir ilişki içindedir. Demokratikleşmenin yetersiz
olması sadece Kürtleri değil, Alevileri, muhalifleri, Müslümanları,
gayrimüslimleri de mağdur etmektedir. Gayrimüslimler üzerinden uygulanan inkâr
ve imha politikasının hâlâ sürdürüldüğünü ombudsman seçimlerinde gördük. Hrant
Dink’in katline imza atan kişinin ilk ombudsman seçilmesi ne söylemek
istediğimizi ortaya koyuyor. Aynı şekilde, Maraş, Çorum Sivas ve Gazi
katliamlarının üstüne gitmeyen Hükûmet, Alevi evlerinin işaretlenmesinde ise
Alevi aileleri cezalandırma yoluna gitmiştir. Cemevlerinin ibadethane statüsünün
tanınmasını bırakın, özensiz kurulan cümlelerde “ucube” olarak tarif edilmesi
yaşanan travmaları katbekat artırmıştır.
Yine, AKP Hükûmeti döneminde,
seçimlerde çokça istismar konusu yapılan başörtüsü sorununa bile yasal çözümler
getiren düzenlemeler inanç özgürlüğü kapsamında yapılmamıştır.
Tüm bu zulüm politikaları,
Kürt halkı, Alevi halkı, samimi dindarlar, gayrimüslimler, farklı inanç
grupları, tüm muhalif kesimler için sorunları bugüne kadar getirmiştir.
Yakın dönemde cezaevlerinde
ana dil önündeki engeller ve Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridin
kaldırılması için, sahip oldukları tek şeyi, kendi bedenlerini açlığa ve ölüme
yatıran tutsakların barış talebi kadar kaygısız, çıkarsız, saf, onurlu bir
barış mücadelesi olabilir mi? Bu kadar saygın bir barış mücadelesinin
yöntemindeki taleplerin bile hâlâ yerine getirilmemiş olması hepinizi zan
altında bırakacak bir savaş ısrarından başka bir şey değildir.
Biz BDP olarak Kürt sorunun
demokrasi ve müzakereyi esas alır şekilde çözülmesini talep ediyoruz, bunun
için her gün mücadele veriyor ve diyaloğun kanallarını açmaya çalışıyoruz.
Polis gazı, copu, tehdidi demeden yaralanma ve ölüm pahasına halkımızla beraber
savaşın durması çağrısını yapıyoruz. Bugün, Kürt sorununun çözümüne niyeti
olanlar bilmelidir ki güvenlik politikaları ile sadece bu sorunun çözümsüzlüğü
derinleşir, Kürt sorununu güvenlik eksenli politikalara hapsetme, ölümleri
artırarak demokratik siyasetin, iktidarların ve ordunun tahakkümü altına
girmesine neden olur. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti bu noktada yeterince
tecrübeyi kendinde barındırmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
zamanımız yeterli olmadığı için ben burada sözlerimi bitireceğim. Özellikle,
açlık grevi eyleminin can kaybı yaşanmadan altmış sekizinci gününde müzakere ve
diyalog yöntemiyle sonuçlanması ve orada işletilen müzakere süreçlerinin neleri
ortaya çıkarabileceğiyle ilgili kamuoyunda oluşan algının iyi değerlendirilmesi
gerekmektedir. Açlık grevi eylemi sürecinde de görülmüştür ki müzakere ve
diyalog süreci yıllardır kanayan bu yaranın tek çözüm yöntemidir.
Canlara sebep olmadan, kan
akmadan, onurlu bir barışı getirecek tutumun bu olduğunu belirtiyor yeni yılın
ve önümüzdeki yılların hepimize barış, kardeşlik ve eşitlik getirmesini temenni
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Baluken.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan…
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın konuşmacı konuşmasında “Cumhuriyet Halk Partisinin ve
grubunun itibara ihtiyacı vardır.” diyerek grubumuza çok ağır bir sataşmada bulunmuştur. 69’uncu
maddeye göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Grup konuşması
bitsin, acaba ondan sonra versem daha uygun olmaz mı?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
– Olur efendim.
BAŞKAN – Olur, peki.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan, aynı şekilde…
BAŞKAN – Evet, Sayın Aydın,
size de yani söz talep edenlere…
Şimdi, konuşmayı bölmeyeyim,
Sayın Buldan konuşmasını bitirsin, ondan sonra sataşmadan söz vereceğim.
Buyurun Sayın Buldan. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakika.
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN
(Iğdır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 2013
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Barış ve Demokrasi Partisinin
görüşlerini sunmak üzere grubum adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan
önce, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı, Hükûmetin
yüzünü döndüğü politik rotanın bir izahatı olarak karşımızda durmaktadır. Bu
tasarı, AKP Hükûmetinin ülke geleceği için planladıklarının en açık
göstergesidir. Temsil konusunda yaşanan adaletsizlikler, şeffaflığa düşürülen
gölge ve antidemokratik işleyiş ile meşruluğu tartışma konusu olan bu
Parlamento, AKP sayesinde demokrasilerde yeri olamayan ilklere de tanık olmaktadır.
Her sene ısrarla üzerinde
durduğumuz bütçe şeffaflığı sorunu, AKP döneminde gittikçe katmerleşmiştir.
Darbelerin ürünü olan yasalar ile yönetilen bir ülkenin bütçesinin şeffaf
olamayacağı aşikâr bir konudur ancak AKP Hükûmeti, bütçeyi daha fazla hesap
verilmez bir duruma getirmiş, Türkiye Cumhuriyeti parlamenterlerinin tamamen
denetimi dışına çıkarmıştır. Türkiye tarihinde ilk defa, Sayıştay raporları
olmaksızın bütçe kanunu tasarısının görüşmeleri yapılmaktadır.
Bu noktada belirtmek gerekir
ki Sayıştay raporları varken de durum pek farklı sayılmazdı; zira, savunma ve
güvenlik amaçlı harcamaların özel bir uygulamaya tabi tutulması, aslan payı
askerî harcamalara ayrılmış bir bütçeyi denetlenebilir kılmıyordu zaten. Halkın
vergileriyle finanse edilen bu giderlerin bütçe kanununa ve mevzuatına
uygunluğu, zaten hiçbir zaman için denetlenebilmiş de değildir. Bu noktada,
devlet sırlarının deşifre edilmesi endişesi, temel dayanak olarak öne
sürülmektedir. Ancak, Türkiye’de hangi bilgilerin devlet sırrı olabileceği ve
hangi bilgilerin devlet sırları sayılamayacağı konusunda bir netlik
sağlanmadığı için her türlü kirli iş ve her türlü sahtekârlık, devlet sırrı
gerekçesiyle saklanabilmekte ve denetimi yapılamamaktadır. Şimdi bu denetim
aleni bir şekilde tamamen engellendi çünkü bu bütçenin karakteri militaristtir
ve demokratik referanslardan tamamen bağımsızdır. Belli ki Hükûmet, kirli
hesaplar peşinde ve bu hesaplarını saklı tutma gereği duymaktadır. Sayıştay
raporlarının önümüze gelmesinin bile engellendiği bir aşamaya gelmiş
bulunmamızın hayırlara vesile olmayacağından şüphe dahi etmemekteyiz. Bu
uygulamanın, AKP Hükûmeti tarafından daha da ileri boyutlara taşınacağına olan
inancımız ise tamdır. Bu açıdan, önümüzdeki dönemlerde bütçe tasarısının hiç
görüşülmeden kabul edilmesini de görmek hiç şaşırtıcı olmayacaktır; ne de olsa
Hükûmet, bütçeyi, kendine özel bakkal defteri gibi kullanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; diğer taraftan bütçe planlaması adaletsiz, eşitsiz ve daha da
önemlisi vicdansız bir şekilde yapılmıştır. Yoksuldan, çalışandan alıp zengine
dağıtan bir bütçe tasarısıdır, 2013 Bütçe Tasarısı. Çalışandan yüzde 80
oranında vergi toplayan Hükûmet, büyük sermaye gruplarından sadece yüzde 20
oranında vergi almaktadır. Toplumun dezavantajlı kesimleri her yasama yılında
olduğu gibi bu 2013 Bütçe Tasarısı’nda da görmezden gelinmiştir.
Sosyal ve laik devlet
anlayışı bu bütçe tasarısında tamamen terk edilmiştir. Askerî önlemlere ayrılan
devasa kaynak ve Diyanet İşleri Başkanlığına bakanlıklara dahi tanınmayan
düzeyde kaynak artışının yapılması, menzilin demokratik hedeflerden tamamen
saptırıldığının göstergesidir. Sosyal bir hukuk devletinde, devletin tamamen
ücretsiz vermesi gereken sağlık ve eğitim gibi hizmetler satın alınan hizmetler
hâline getirilirken devletin hizmet sorumluluğunda bulunmayan din hizmetlerini,
devletin yegâne görevi hâline getirmektesiniz. Bir daire başkanlığı nasıl olur
da bir bakanlığın 4 katı bütçeye sahip olabilir? Hak, hukuk, vicdan bunun
neresinde? Sağlık Bakanlığına ayrılan kaynağın 2 katı, Çevre Bakanlığına
ayrılan kaynağın 3 katı, Kültür Bakanlına ve bilimsel çalışmalara ayrılan
kaynağın tam 4 katı kaynak, Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılmıştır. Bu durum
“dine hizmet olsun” diye temiz amaçlarla alınmış bir önlem asla değildir.
Hükûmet, başından beri olduğu gibi din alanındaki istismarını sürdürmekte ve bu
istismarı daha şiddetli bir şekilde kullanacağının sinyallerini vermektedir.
“Silahla, zorbalıkla teslim alamadığımı din aracılığı ile teslim alırım.” hesabı
yapılmaktadır. Yoksa, binlerce yıldır Müslüman olan insanların, on yıllık
Hükûmetiniz döneminde dinlerini sizden öğrenecekleri yok elbette. İnsanlara
namaz kıldırmak için neredeyse hane başına 1 imam atamanıza hiç gerek
bulunmamaktadır. İnsanların açlık ile yaşamak zorunda kaldıkları, yoksullukla
savaştıkları, işsizlik bunalımının altında tükendikleri bir ekonomik ortamda bu
kadar büyük bir kaynağı Diyanet İşleri Başkanlığına ayırmanız, dini siyasetiniz
uğrunda kullanarak bütün kirli icraatlarınıza rağmen kendinizi daha uzun süre
iktidarda tutma çabasından başka hiçbir şey değildir.
İnsanların kutsal duygularını
kullanan bu popülist dindar siyasetiyle kendini ayakta tutmaya çalışan
Hükûmetin meşruluğu tartışılır bir durumdur. Havaya savurduğunuz bu paralar,
olur olmaz her yere yapmayı planladığınız camiler sizi ne daha dindar gösterir
ne de sizlere itibarlı mümin görüntüsü verir.
Zira, sizin bu halka karşı
işlemediğiniz günah neredeyse kalmadı. Lakin, ülke içindeki askerî harcamaları
aşan düzeyde savunmaya ayrılan pay, komşularımızı da bu günahlardan paydar
edeceğinizi göstermektedir. Belli ki bölgesel düzeyde bir savaşın hazırlığı
yapılmaktadır. Bu da hem kendi halkımız için hem Orta Doğu halkları için ve hem
de bütün dünya halkları için büyük bir felaket demektir. Suriye’de alet
olduğunuz kirli işlerden sonra başka savaşlarda rol üstlenirseniz -ki şu anda
durum bunu gösteriyor- altına gireceğiniz vebal çok ağır olacaktır. Kendi
ülkesinde on yıllardır süren amansız savaşı dindirememiş, halkına büyük kayıplar
yaşatan bir devletin komşusuna da dünyaya da felaketten başka verebileceği bir
şey olamaz.
Sayın Dışişleri Bakanı “Biz
tarihin takipçisi değil, akışını belirleyenler olacağız.” diyor. Emperyalist
devletlerden icazet alan, ülkesinin her karış toprağını onlara peşkeş çeken,
onların her türlü tezgâhında rol alan, ülkesini bu güçlerin üssü hâline getiren
bir devlet, bırakın tarihin akışına yön vermeyi, tarihin çöpe gönderdiği
zavallı piyon devlet olarak anılmaktan başka bir itibar göremeyecektir.
Bundan bir buçuk asır önce
Marx şöyle demişti: “Zamanımızın iki yüzlü politikasının hiçbir dogması, barış
istersen savaşa hazır ol dogması kadar büyük zararlara yol açmamıştır. Büyük
bir yalanı içeren bu büyük gerçek bütün Avrupa’yı silahlanmaya çağıran bir
savaş ilanıdır.” Büyük harp hazırlıkları içerisinde yerini alan Sayın Başbakan
“Harp olmadan sulh olmaz.” diyerek aynı şiarla zamanın Avrupa’sına götürülen
felaketi Orta Doğu’ya yaşatmak gayesindedir. Umarız ki tarihe böyle kanlı bir
akış yönü tayin etme hevesinden dönmeyi geç olmadan becerebilir bu Hükûmet.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçen yıl bütçe görüşmelerinde dile getirdiğimiz haksızlıklar,
hukuksuzluklar ve olması gerekenlere karşın söz alan Hükûmet sözcüsü bu
kürsüden bazı taahhütlerde bulunmuştu. Sayın Arınç, Kürtlerin haklarının
verileceğini, kimliklerinin tanınacağını, faili meçhullerden siyasi cinayetlere
kadar hepsinin aydınlatılacağını bu kürsüden ilan etmişti. Aradan tam bir yıl
geçti Sayın Arınç, bir yıl içerisinde bu taahhütlerinizden hiç olmazsa birini
gerçekleştirmek adına ne yaptınız? Bir yıl hiç az bir süre değil biliyor
musunuz? Bir hükûmet isterse bir yıla iyi ya da kötü o kadar çok icraat
sığdırabiliyor ki... Lakin bizim payımıza düşen, Kürtlerin hakkına düşen yine
katliam, yine kan, yine baskı ve zorbalık oldu. Sayın Arınç bu açıklamaları
yapalı, haftasına varmadan Roboski’de 34 Kürt çocuğu Türk Hava Kuvvetleri
tarafından paramparça edildi. Her zamanki gibi yargısız, sualsiz, nedensiz,
öylesine işte… Öylesine bir şekilde katledildiler. Böyle diyor devlet. Bir
yılda hak, hukuk adına tek bir şey yapamayan bu Hükûmet, diğer taraftan bir
yıla çok şey sığdırdı. Kürt katliamı yaptı, öylesine. Binlerce Kürt’ü neden
bulsun bulmasın tutukladı, öylesine. Yargısız infazlara aynen devam edildi,
yüzlerce genç daha çatışmalarda can verdi, yüzlerce eve ateş düştü, 19 kişi
faili meçhullerde, 35 kişi yargısız infazlarda ve onlarca kadın her yerde
katledildiler, öylesine. 2012 yılı da otuz yıldır olduğu gibi her zamankinden
daha fazla kan ve gözyaşı ile dolu geçti. Peki, neden? Otuz yıldır bu devlet
ezberini bozmadı da o yüzden. Silahlardan başka çözüm arayıp inkârcı
politikalarına bir nihayet etmedi de o yüzden. Zorbalık faaliyetlerine,
hukuksuz uygulamalarına son vermedi de o yüzden. Barış için, demokrasi için bir
tek adım dahi atmayıp her sözü her adımı ile barış umudunu bir kez daha tüketti
de o yüzden. Her şeyi kutsal saydı da, bu ülkede insan canını, yaşam hakkını
kutsal saymadı da o yüzden.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; insan Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakınca şunu düşünüyor: Bu devlet
aklı, nasıl olur da bir defa olsun utanmasını bilmedi? Ermenilere, Süryanilere,
Kürtlere, Rumlara, Alevilere, muhaliflere, gerçek aydınlarına; özcesi halkına
karşı işlediği insanlık suçlarından bir kez olsun nasıl utanmadı? Doksan yıldır
bu ülkeye utanmasını hiç bilmemiş adamlar utanılacak trajediler yaşattılar.
Sayın Arınç, geçenlerde utanmış olmanın rahatsızlığından yakındı. Utanmasını
bilmeli insan gerçekten lakin bir kadının kendisine bakmasından çok, bir
kadının kullandığı kelimeden çok, neden olduğu ölümlerden, eziyetlerden,
haksızlıklardan utanmalı insan. Hiçbir şey yapmadığınız için her gün solup
giden hayatları seyretmekten utanmalı insan. Sorgusuz, sualsiz katledilmiş 34
gencin orta yerde bırakılmış hesabından utanmalı. Dört yüz haftayı geride
bırakmasına rağmen, Galatasaray Lisesi önünde oturmaya devam etmekten başka,
kayıp yakınlarının önüne hiçbir seçenek sunmayan devletin temsilcisi olmaktan
utanmalı. Toplu mezar sahibi bir ülkeyi bunlardan habersizmiş gibi yöneten bir
hükûmetin üyesi olmaktan utanmalı. Valisinin, amirinin, katilinin insafına terk
ederek ölümüne sebebiyet verdiği Gülşah’tan ve onun gibi kolayca katledilen
binlerce kadının yurtsuzluğundan, devletsizliğinden utanmalı. Hem de öyle bir
utanmalı ki bu utancın altında ezilip kalmalı insan. Yüz kızarması hiçbir şey
değildir utanmasını bilene.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; daha da vahim olan durum şudur ki: Başbakan bütün bu olup
bitenler ile gurur duyduğunu açıklamaktadır. Bizim bu insan hakları tablomuz
Sayın Başbakana pek çok gurur veriyormuş. Sayın Başbakan Irak’a demokrasi
götüren ABD’ye pek hayran kalmış ki kendisini de Orta Doğu’ya insan haklarını
getirecek örnek ülkenin başkanı sayıyor. Kendi ülkesinde bulunmasa da elbet bir
ülkeden temin ederek Patriotlar eşliğinde götürür ihtiyacı olan ülkelere
insanların haklarını. Keşke Sayın Başbakan da kendisine bu sözü söyleten o
müthiş siyasi zekâsına ve insan hakkını bilen o muazzam akıl ve vicdana değil
de bir nebze olsun utanma duygusuna sahip olabilseydi, utanmasını bilerek
konuşmasını becerebilseydi. Bu ülkenin başına felaketler saran, insanlık
vicdanını yitirmiş ve zulüm etmekten hiç utanmayan zalimlerin, basiretsizlerin
yolunu kendisine yol bilmeseydi. Bir asırdır bu devletin medet umduğu boş
cümlelere, yalan beyanlara bağlamasaydı umudunu.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bir polis devletinde hukuk ne gezer, demokrasi ne gezer, hele
insan haklarının işi dahi olmaz. Polisi, askeri, yargısının gücü ile kendisini
padişah sanan bir başbakanın, toplum mühendisliği yaptığı bir ülkede insanların
hakları ile onurlu bir yaşam sürmesi imkânsız hâle getirilmiştir. Bir ülkede
alınan polisiye önlemler ne İsrail’e ne de başka hiçbir diktatörlüğe pabuç
bırakmayacak türdendir.
Her cenaze töreninde, her
defin işleminde mezarlıkların neredeyse bir ordu asker ya da polis tarafından
kuşatıldığı kaç sömürgeci ülke, kaç diktatörlük rejimi tanımaktasınız?
Kürtlerin Diyarbakır’da, bir defin işlemi için devletin polisiyle üç gün
boyunca çatışma yaşamak zorunda kalması hangi hukuka, hangi dine, hangi insan
hakları metnine sığar?
Ana dilini kullanma hakkını
elde etmek için kaç demokratik ülkede insanlar bedenlerini ölüme yatırmak
zorunda kalmaktadır. Ana dilinde fen bilgisi öğrenip, matematik işlemlerini
yapmasının, ana dilinde okumasının ilelebet yasak buyurulduğu demokratik bir sistemi
kim tarif edebilir bizlere?
Devlet partisinden olmadığı
için onlarca belediye başkanının ve 10 binin üzerinde siyasetçinin tutuklandığı
başka bir polis devleti daha var mı bu dünyada?
Tutuklu gazeteci sayısında
dünyada 1’inci durumdadır Türkiye.
Hukuk ve yargının
araçsallaştırıldığı adalet sistemi tamamen çökmüş durumdadır. Basın
açıklamasına katılmak, bir gösteriye katılmak, slogan atan toplulukta bulunmak,
limon bulundurmak, “Nevroz” şenliklerine katılmak 7 yıl ile 21 yıl arası; toplu
oturma eylemi yapmak, Meclise yürümek 5 yıl ile 7 yıl; Roboski katliamını
protesto etmek 16 yıl; polis tarafından vurulanı -tek bir polisin bile
yargılanmadığı- havaya ateş açmada öleni anmak 9 yıl; yasal bir partinin
mitinglerine birden fazla kez katılmak 14 yıl; olayların çıktığı sokakta bulunmak
10 yıl; pankart taşımak 7 yıl 3 ay; slogan atmak 7 yıl 1 ay; sessizce oturmak 3
yıl; ıslık çalmak 1 yıl; “Savaş istemiyorum.” demek tam 6 yıl ceza demek Türk
yargı sisteminde. Bunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman AKP Hükûmetinin
kendi iktidarına karşı tehdit olarak algıladığı yurttaşları için istediği
toplam ceza 40 milyon hapis günü. Bir de “güçler ayrılığı var” diye Başbakanın
oynama sahası kendisine dar geliyormuş. Düşünün sayın üyeler, bir de geniş
sahada oynasa Başbakan, bu ülkedeki çoluk çocuk, bütün Kürtler ve muhalifler
demir parmaklıklar arkasından seyredeceklerdi dünyayı. Doğrusu, Adolf Hitler
bugün yaşıyor olsaydı Sayın Başbakanın önünde şapka çıkarmak zorunda kalırdı.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; böylesi liderler iktidar koltuklarını edindikleri zaman
padişahlık tahtına oturduklarını sanmaktadırlar. Parlamento çatısı altında
“öteki” gördüğüne, rengini, dilini beğenmediğine haddini bildirme hırsına
bürünmektedir. Zamanında Sayın Ecevit türbanını beğenmediği Sayın Merve Kavakçı
için “Bu kadına haddini bildirmek gerekiyor.” demişti. Şimdi Sayın Erdoğan da
Kürtlüğünü beğenmediği BDP parlamenterleri için “Yeri geldiğinde bu
Parlamentoda herkese haddini bildiririz.” şeklinde tehditler savurmaktadır.
Sormak isterim doğrusu: Şimdi iadeiitibar vermeyi düşündüğünüz bir kadına reva
görülen linci siz hangi hadle, hangi zihniyetten aldığınız güç ile bizlere reva
görmektesiniz? Siz ağzınızdan dökülen buyruğu 3 milyona yakın yurttaşın oyundan
daha mı kıymetli sanmaktasınız? Bu ülkeye demokratikleşme yolunda en az 10 ters
takla attıracak bir girişimi kendi faşizane duygularınızı tatmin etmek adına
kullanma lüksünü kim verdi size? İçine girdiğiniz siyasi çıkmazları Kürtlere
daha çok saldırarak aşabileceğinizi hangi tarihsel deneyimden esinlenerek ya da
hangi diktatörden feyzalarak düşünmektesiniz? Hakkımızda verilen yüzlerce
fezlekeyi söyleyecekseniz size şunu deriz: Biz o fezlekelerin hesabını veririz,
ya siz? Siz bu hesabı verebilecek misiniz? Dokunulmazlıklarımızın kaldırılması
için bizlere isnat edilen suçlardan gurur duyduğumuzu açık yüreklilikle
söylemek isterim. (BDP sıralarından
alkışlar) Gerçek yurtseverlerin “terörist”, özgürlük ve hak arayışçılarının
“bölücü”, demokratik örgütlenme mücadelesi yürütenlerin “illegal örgüt üyesi” ilan
edildiği bir rejimde bu suçlamalar ile yargılanmak bize ancak gurur verir. Ne
ahlaki ne de vicdani olarak en ufak bir rahatsızlığımız olmadığı gibi
halkımızın önünde boynumuzu önümüze bükecek bir suçun sanığı durumunda olmamak
haklı davamız yolunda bizleri dimdik ayakta tutmaktadır. Binlerce onurlu,
dürüst, güzel insanın, çocuklarımızın, aydınlarımızın, ömrünü özgürlük
mücadelesine adamış çınarlarımızın cezaevlerine kapatıldığı bir ülkede açıkçası
cezaevi tehdidi de bizleri hiç mi hiç korkutmamaktadır. Sizin yaşattığınız
vahşet yanında cezaevi bir tehdit olma özelliğini Kürtler için çok yıllar önce
kaybetmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, çalmadık, çırpmadık, kimsenin hakkına, vebaline girmedik.
Bu dünyada da öteki dünyada da verilmeyecek hesabımız yoktur. Fezlekelerde yer
aldığı üzere örgüt propagandası yapmak, toplantı ve yürüyüş yapmak, “sayın”
ifadesini kullanmak gibi fiillerden dolayı kaldırılacaksa dokunulmazlıklarımız
buyurun kaldırın. Bizler, bize dokunmayan yılana hiçbir zaman alkış tutmadık.
Zulme karşı susanın da bir o kadar zalim olduğuna inandık. Dolayısıyla bizler,
hak arama, demokratik, barışçıl siyaset yapma, bu devletin işlediği insanlık
suçlarının hesabını sorma ve ille de aydınlık bir gelecek için barış mücadelesi
yürütme suçlarını bilerek ve çok isteyerek işledik ve halkımız da bizleri bu
suçları işlediğimiz için, devletin bin yıllık oyunlarına, usulsüzlüklerine ve
baskılarına rağmen dişi ile tırnağı ile seçti ve bizlere bu Parlamentonun
yolunu açtı. O nedenle biz bu suçlarımızla halkımızın önüne gururla çıkar,
hesabımızı veririz. Ya siz Sayın Başbakan? Başta kendiniz ve bakanlarınız olmak
üzere hakkınızdaki suçlar ile kendi seçmeninizin huzuruna çıkın, gurur
duyacaklar mı sizinle? Sadece siz ve 3 bakanınız Sayın Veysel Eroğlu, İdris
Naim Şahin ve Ömer Dinçer hakkındaki fezlekelere bir bakın deriz: Nitelikli
zimmet, sahte belge düzenlemek, kara paranın aklanması, ihaleye fesat
karıştırma, kalpazanlık, görevi kötüye kullanmak ve daha bir sürü yüz kızartıcı
suç. Önden buyurun Sayın Başbakan!
Hep, “milletin rızası”
diyorsunuz ya; buyurun, fezlekelerimizi alıp çıkalım halkın karşısına; bakalım
sizin bu suçlarınızla gurur duyacak, bu suçlarınıza rıza gösterecek kaç seçmen
bulabileceksiniz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, doksan yıldır padişahlık sisteminden cumhuriyet
sistemine geçti ama doksan yıldır hâlâ demokrasi sistemine geçemedi. Neredeyse
bir asırdır kıyasıya bedeller ödeyerek demokrasi mücadelesi veriyor bu ülke.
Yazık değil mi? Özellikle son dönemlerde ağır bir şekilde hissediyoruz ki,
Başbakan, padişahlık sistemine geri dönmek istemektedir; herkesin kendisine
biat ettiği tek adam olmayı arzulamaktadır. Doksan yıl sonra en başa dönme
çabası, Hükûmetin yürüttüğü siyasetin demokrasi mücadelesinden ne kadar
uzaklaştığını ve ne kadar geri bir düzeyde durduğunu göstermektedir. Söylemler
ve icralar, hepsi bu zihniyetin birer iz düşümüdür.
“Diyarbakır cezaevi dağa
çıkışların nedenidir.” diyor Sayın Arınç. Yıl 2012, gençlerimiz hala dağa
çıkıyor ve otuz yıllık savaşa rağmen dağ kadrosu hiç eksilmedi. Sizin
döneminizde de bu çıkışları devam ettiren nedenler hâlâ geçerli. O nedenle
“Bizi bölecekler, bölücülerden hesap soracağız.” gibi doksan yıllık palavraları
telkin ederek, bu halka, bu ülkeye daha fazla zaman kaybettirmeyin. Karanlık
cinayetlerde ihmali olanlara tahsis ettiğiniz makam, katliam sorumlularına
taktığınız madalya, Hükûmetin çözüm gücü beklentisini tüketmiştir. Devam eden
silahlı ve siyasi operasyonlar, ölüme varan zorbalıklar kardeşlik olgusunu bile
sorgulanır düzeye taşımış, barış ümidini dinamitlemiştir. Açlık grevlerine
karşın taahhüt ettikleriniz konusunda hâlâ adım atmış değilsiniz. Kültürel ve
siyasi hiçbir talebimiz Hükûmet kanadından karşılık bulmamıştır. Kendi ana
dilimizi dalga geçer gibi seçmeli olarak önümüze koyduğunuz için, sokaklarda
ensemize silah dayayıp bizleri kurşunlamadığınız için, eskisi kadar çok Kürt’ü
kayıplarda yok etmediğiniz için size minnettar olmamızı beklemeyin lütfen.
Bu devletin işlediği suçlar,
hangi dönemde işlenirse işlensin, aydınlatılmak zorundadır ve bu sorumluluk
sizin Hükûmetinize aittir. Çünkü bizler bunu biliyor ve görüyoruz; bir hükümet
aydınlatamadığı her cinayeti, her insanlık suçunu kendisi de işliyor.
Doksan yıllık cumhuriyet
tarihindeki sayısız Kürt katliamına en sonuncusunu AKP Hükûmeti ekledi.
Roboski, Kürt tarihindeki hiçbir katliamdan daha masum, daha hafif, daha
acımasız değildir. “Biz faili meçhul cinayet işlemedik.” diyen Hükûmetin faili
meçhule göndermek istediği toplu bir katliamdır Roboski.
Sorumlular ortaya çıkarılıp
cezalandırılmadığı sürece Kürtler için kapanmayacak bir yaradır Roboski ve biz
biliyoruz ki bu, devletin bizde açtığı ne ilk yaradır ne de son olanı. Roboski
katliamı ve bütün Kürt cinayetlerinin failleri bize hesap vermeden ne bu yara
kapanır ne davamız biter ne barış olur ne kardeşlik ne de bu ülkede
geçirebileceğimiz bir tek günahsız gün.
O nedenle her şey zaten
ortada sayın Hükûmet. Her zaman söylediğimiz gibi, biz doksan yıllık katilimizi
tanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti binlerce Kürt’ü kendi elleriyle kaçırdı,
kaybetti, katletti. Tanığıyız, şahidiyiz, mağduruyuz. Başka bir ülkeyi
yönetiyormuş gibi davranmak, bu suçları örtbas etmekten başka hiçbir anlam
taşımamaktadır.
Buyurun, anlatın; nasıl
bombaladınız, nasıl kaçırdınız, nasıl katlettiniz, nereye sakladınız? Failimiz
devlettir, dolayısıyla cevabımız da devlettedir. Çabanız boşunadır;
unutmayacağız, peşini bırakmayacağız. Bir hafta sonra Roboski katliamının yıl
dönümü. Milyonlarca Kürt’ün söylediğini tekrarlamak istiyorum: Unutursak
kalbimiz kurusun.
Zira neye mal olursa olsun,
bu devlet geçmişi ile yüzleşip günahlarının hesabını verinceye kadar demokratik
bir sistemde, kendi aidiyetlerimiz ve haklarımızla; onurlu, eşit bir yaşamı
tesis edinceye kadar mücadele etmeye kararlıyız. Doksan yıllık cumhuriyet
tarihi, bu kararlılığımızın tarihidir aynı zamanda. Hükûmete bir daha
hatırlatmak isterim ve bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla, sevgiyle selamlarım.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Evet, buyurun Sayın
Hamzaçebi, sataşmadan dolayı söz istemiştiniz.
Sataşmadan iki dakika söz
veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in
CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kürsüye biraz önce
konuşan Sayın Pervin Buldan’dan önce çıkan konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun itibarıyla ilgili saygısız bazı değerlendirmeler yaptı. Ben, o
milletvekiline bu kürsüden öncelikle şunu söylemek isterim: Cumhuriyetin kurucu
iradesiyle, cumhuriyetle problemi olanların başkaları nezdinde itibarı olabilir
ama Cumhuriyet Halk Partisi nezdinde bunların itibarı yoktur, olmayan itibarın
iadesi diye de bir konu Cumhuriyet Halk Partisinin gündeminde bulunmamaktadır.
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
Barış ve Demokrasi Partisi adına burada konuşan o sayın konuşmacı gerçekten
partisinin adına uygun olarak hareket etmiş olsaydı, gerçekten o parti barış ve
demokrasinin partisi olsaydı siz terörle kucaklaşmazdınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Bravo! Bravo!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Barışın ve demokrasinin partisi olduğunu iddia edenler terörle
arasına mesafe koyarlar, terörden beslenmezler. Terörle arasına mesafe
koyamayanlar “barış” ve “demokrasi” kelimelerini ağzına alamayacak olanlardır.
Siz, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde polemik yaparken, Ankara’da
konforlu evlerinizde otururken yüreğiniz o, dağlara gönderdiğiniz, ölüme sevk
ettiğiniz gençler için bile sızlamıyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Sallıyorsun, sallıyorsun…
Haftada 2 sefer gaz yiyorsun.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, amacı teröre itibar kazandırmak olanların
demokrasi ve barış gibi bir amacı olamaz; bilginize sunuyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Hamzaçebi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan şahsımıza yönelik sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN – Hayır, sizden evvel söz talebi var.
Buyurun Sayın Aydın, hangi
konuda?
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Efendim, az önce her 2 konuşmacı da iktidarımızı ikiyüzlülükle suçladı,
iktidarımıza meşruluk…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkanım, muhalefet yapıyoruz, övecek hâlimiz yok.
BAŞKAN – Peki, iki dakika size de…
4.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve Iğdır
Millet-vekili Pervin Buldan’ın Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, tabii
kirli hesabı olanlar iktidarımızı kirli hesap yapmakla suçlayamaz; öncelikle
onu ifade etmek istiyorum.
“El insaf!” diyorum. Evet,
herkes, konuşmacının ifade ettiği gibi şapkasını önüne koysun. Vekilleri
tutuklayan biz değil, tutukluları vekil yapmaya çalışan sizlersiniz. Yine,
şartları tutmadan aday yapıp, sonra “YSK’nın vekili” diyenler sizlersiniz.
Sizlere şöyle bir iki tavsiyem olacak:
Bakın, değerli arkadaşlar,
öncelikle Kürtlerin temsilcisi gibi görünmekten vazgeçin. Artık, Kürtleri
istismar etmeyin. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar; BDP sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Ahmet, sandık var, sandık. Sandıktan kaçamazsınız.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Çünkü, Kürtler artık sizin gerçek yüzünüzü biliyor. Ölü canlar üzerinden hayat
bulmuş gibi istismar siyaseti yapmayın. Asıl, Uludere’yle ilgili acılarımız
üzerinden hayata tutunmaya çalışanlar utanmalı.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bir
senedir susanlar utanmalı. Bir senedir susanlar utanmıyorsa...
AHMET AYDIN (Devamla)
Uludere’yle alakalı olarak Sayın Başbakanımızın tavrı ortadayken, Hükûmetimizin
tavrı ortadayken her seferinde bu hatayı kabul edip ve bu hatanın üzerine
giderken siz bunu konuşamazsınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Burada çıkıp konuşabiliyorsunuz…
BAŞKAN – Lütfen, Sayın Kaplan… Siz istediğinizi
söylediniz, oradan da ne söyleniyorsa dinleyeceksiniz; öyle şey yok.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, “ben Kürt’üm” denilemiyordu, bu dil bilinmeyen bir dildi, o
bölge ihmal edilen bir bölgeydi. Bu sorunun çözümü için “millî birlik ve
kardeşlik” dedikçe bu kardeşliğe kurşun sıkanlar ve kurşun sıkanlarla birlikte
hareket edenler utanmalıdır. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Şimdi siz, çok haksız ve
mesnetsiz bir şekilde bu kürsüde her şeyi konuşabiliyorsanız, bu AK PARTİ’nin
demokratikleşmede attığı adımlar sayesindedir ve sizlere rağmen bu adımlara
devam etmeye çalışacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Babanızın hayrına mı konuşuyoruz!
BAŞKAN – Sayın Tan… Sayın Tan, böyle bir usul yok.
AHMET AYDIN (Devamla) – Demokratik siyasetten bahsediyorsunuz ancak
terörle aranıza mesafe koyamıyorsanız, parti kapatmaları engelleyen düzenlemeyi
bile boykot ediyorsanız, asıl ikiyüzlülük budur. Asıl, bunu yapanlar
utanmalıdır diyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Aydın.
Buyurun Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – CHP
adına konuşan hatip şahsıma, partimize ve grubumuza sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN – Şimdi, arkadaşlar,
bakınız, ben baştan söyledim. Siz konuştunuz, o size cevap verdi. Her cevap
sataşma değildir. Burada yanlış bir usul uygulaması yaptırıyorsunuz. Siz
olduğunuz için söylemiyorum. Baştan da bu endişemi söyledim. Müsaade ederseniz
tutanakları getirtir, bakarım. Ondan sonra, sataşma varsa veririm.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Ama
sataşma olunca…
BAŞKAN – Hayır.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, ortada açık bir sataşma var, olur mu öyle bir şey? Barış ve
Demokrasi…
BAŞKAN – Hayır, bakınız, şu
müzakereyi usulü çerçevesinde götürmeye çalışıyoruz. Zaten talebinizi de burada
söylediniz. Getirteyim tutanağı ama şimdi, siz bir konuşma yapacaksınız. Ondan
sonra “O bana sataştı, o bana sataştı…” Bu işin sonu gelmez.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Ama
demin cevap hakkı verdiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yok, şimdi değil.
Tutanakları getirteyim, baktırayım, neyi kastetmiş; sizinle ilgili bir cevap mı
vermiş, yoksa sataşmış mı; ondan sonra veririm.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, hem şahsıma yönelik bir sataşmada bulundu hem de isminde “barış
ve demokrasi” olan partinin pratiğiyle ilgili sataşmada bulundu.
BAŞKAN – Müsaade edin,
tutanağı getirteyim, bakayım var mıdır?
Evet, sayın milletvekilleri,
tutanağı getirtip bakacağım. Usul budur zaten.
ALTAN TAN (Diyarbakır) –
Tutanak gelince usul tartışması açalım.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.
BAŞKAN – Evet, tutanağı
getirtelim, bu konuşmadan sonra size de söz vereceğim.
III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kap-samındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN – Efendim, şimdi
üçüncü söz hakkı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili ve
Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır’a ait.
Buyurun Sayın Şandır. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz altmış dakika.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık elli günden bu yana
bir bütçe müzakeresinin sonuna geldik. Heyecansız, ruhsuz, anlamsız, Hükûmetin
ve iktidar grubunun ilgi göstermediği, bir şekil şartının yerine
getirilmesinden öte geçmeyen bir müzakere yaptık maalesef. Bugüne kadar
yapılan bütçe görüşmelerinin bana göre
en verimsiz olanı maalesef bu bütçe görüşmeleri oldu. Hâlbuki bütçe
müzakerelerinin, devlet yönetiminin, devlet yönetmenin ve siyasetin öğrenildiği,
öğretildiği âdeta hızlandırılmış bir siyaset okulu gibi olması gerekirdi. Son
on yılda her geçen yıl bütçe görüşmeleri maalesef bu özelliğinden sizlerin
sayesinde uzaklaştırıldı. Öncelikle sözlerime bu konudaki üzüntülerimi ifade
ederek başlamak istiyorum.
Yine de bu bütçe tasarısının
hazırlanmasında emeği geçen, başta devlet bürokrasisi olmak üzere, katkı vermek
için gayret gösteren milletvekili arkadaşlarıma ve Meclis personeline partim ve
şahsım adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Her şeye rağmen bu bütçe
tasarısının ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini baştan dileyerek
sözlerime başlıyor ve sizleri şahsım ve grubum adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bütçe müzakereleri, aslında ülkenin gündemi üzerinde bir genel görüşmedir.
Ayrıca, bütçe kanun tasarısının bizatihi kendisi ve bütçe üzerinde yapılan
müzakerelerin tutanakları önemli ve değerli birer siyaset belgesidir. Burada
birlikte tarihe not düşüyoruz. Her siyasi parti, ülke ve millet için gelecek
öngörülerini, ülke için tehdit algılamalarını, tedbir ve yatırım önceliklerini
bütçe müzakerelerinde ortaya koyarlar. Bu yönüyle bütçe görüşmeleri, siyasi
partilerin misyon ve vizyon sahnesidir. Bu sahnenin seyircisi de millettir.
Aslında burada birlikte yaptığımız müzakere bir anlamda dün, bugün, yarın
tartışmasıdır. Geleceğimizi birlikte ve sesli düşünmekteyiz; müzakere, muhasebe
ve muhakeme yapmaktayız. Bu sebeple, bütçe görüşmeleri, iktidar için icraatının
hesabını verebileceği bir fırsat olarak değerlendirilmeli, muhalefet partileri
için de millet adına iktidardan hesap soracağı bir görev ve kendi iktidar
projesini takdim edeceği bir zemin olarak görülmelidir.
Her ne kadar Sayın Nurettin
Canikli “Burada hiçbir öneriniz olmadı.” diyorsa da muhalefet partilerinin
sayın konuşmacılarının tutanaklardan konuşmalarını okusunlar, orada çok sayıda
öneri olduğunu görecekler. Biz bu konuda daha önceki bütçe müzakerelerinde
böyle bir hazırlığı yaptık, haber verdik ama hiç ilgilenmediklerini de burada
hatırlatmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini her zaman bu anlam ve bu
kapsamda görmekteyiz ve bunun gereğince davranmaktayız. Burada MHP’li
milletvekili arkadaşlarımız çok önemli konuşmalar yaptılar, değerlendirmeye
alırsanız çok sayıda ve değerli önermelerde de bulundular ancak Hükûmetten ve
AKP Grubundan aynı duyarlı yaklaşımı gördüğümüzü söyleyebilmek mümkün değildir.
Her aralık ayında aynı
nakarat: Rakamlara takla attırarak övünmeler, muhalefeti suçlamalar,
ilgisizlik, tahammülsüzlük, sığ, vizyonu olmayan konuşmalar, Başbakana
methiyeler ve geçmişi suçlamalar. Bütçe görüşmelerinin iktidar grubu açısından
manzarası maalesef budur. Bana göre bu bütçe görüşmelerinde de siz, milletin
zamanını ve umutlarını boşuna tükettiniz. Maalesef ne dünü doğru konuştuk ne
bugünü doğru tartıştık ne de geleceğe dönük bir ufuk turu yapabildik. Ne yazık
ki bütçe görüşmeleri, bir anayasal sorumluluk gereği ve bir şekil şartının
yerine getirilmesi anlayışıyla yapıldı ve tamamlanmak üzere.
Değerli milletvekilleri,
bütçe kanun tasarıları millete ait olan kaynakların nasıl kullanılacağını,
hangi önceliklere ve politikalara göre dağıtılacağını anlatan ve bir bütünlük
içinde belirleyen hukuki belgelerdir. Bütçe görüşmelerinde toplum kendi
kaynaklarının nasıl kullanıldığını, nasıl kullanılacağını öğrenir ve bir önceki
yılın uygulamalarını denetlemek imkânına sahip olur. Bu bir toplumsal haktır.
Toplum bu hakkını kullanarak ülkeyi yönetecek siyasi partiyi doğru seçmek
sorumluluğundadır. Bu imkânı bütçe görüşmelerinde sağlayabilir, ulaşabilir.
Buna bütçe hakkı denir. Bütçe hakkı demokratik sistemin temel bir kurumu ve
kuralıdır. Demokratik toplum yapısının gelişmişliğinin ve hukuk devleti olmanın
çok önemli bir göstergesidir, ölçüsüdür. Kısaca bütçe hakkı temel bir haktır,
demokrasi anlayışının ve demokratik sistemin vazgeçilmez bir unsurudur. Bütçe
kanunu müzakereleri kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığının ve nasıl
kullanılacağının milletçe öğrenilebilmesi için iktidarın muhalefet partileri
tarafından sorgulanmasıdır bütçe hakkı.
Değerli milletvekilleri,
öncelikle birçok arkadaşımız tarafından ifade edildi. Bu sorgulamanın bir
belgeye ve bilgiye dayalı yapılması gerekir. Biz bu bilgileri Hükûmetin,
idarenin uygulamalarını millet adına denetleyen Sayıştayın denetim
raporlarından öğrenebiliriz, aynı dernek kongrelerinde olduğu gibi. Derneklerin denetim kurulları
vardır, yönetimin faaliyetlerini denetim kurulları rapora bağlar ve kongrede
genel kurula sunar, genel kurul ibra eder veya etmez. Ne yazık ki 2012 bütçe
müzakereleri Sayıştay raporu olmadan yapıldı. Bu, Meclis tarihinde ilk defa
oluyor. Anlaşılıyor ki AKP Hükûmeti sona yaklaşırken milletin gözünden bir
şeyler saklama telaşına düştü. Bunun başka anlamı yoktur. Sayın Canikli’nin
dediği doğru değildir. 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun ve 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun ilgili maddeleri -maddelerin fotokopilerini
çıkarttım, buraya getirdim. Sayın Canikli doğruyu söylemiyor- bu kanunların
yani 5018 ve 6085 sayılı kanunların ilgili maddeleri gereğince Sayıştay
tarafından hazırlanması gereken raporlar şunlardır: Dış denetim genel
değerlendirme raporu, faaliyet genel değerlendirme raporu, mali istatistikler
genel değerlendirme raporu, hazine işlemleri raporu ve diğer ilgili raporlar.
Bunların bütçe görüşmeleri öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine, Plan ve
Bütçe Komisyonuna sunulması gerekmektedir. Parlamentonun denetim yetkisini
yerine getirebilmesi için Sayıştayın denetim raporlarının Meclise ulaşmış
olması gerekmekte ve Hükûmetin getirdiği bütçe gerçekleşmeleri yani kesin hesap
kanun tasarısı bu raporlar doğrultusunda müzakere edilmelidir. Bu hem Türkiye
Büyük Millet Meclisinin görevini belirleyen Anayasa’nın 87’nci maddesi hem
Sayıştayın görevlerini belirleyen yine Anayasa’nın 160’ıncı maddesinin amir
hükümleridir. Türkiye bir hukuk devletiyse, öncelikle siyasi iktidar, anayasal
ve kendi imzalarıyla çıkarttıkları bu kanun hükümlerine uymak
mecburiyetindedir. Her ne kadar Plan Bütçe Komisyonu Başkanı bu konuda doğruyu
söylemişse de, yani bu raporların gelmesi gerektiğini söylemişse de, maalesef
muhalefet partilerinin ısrarlı taleplerine rağmen bu raporlar Plan Bütçe
Komisyonuna gelmeden müzakereye başlamış ve müzakereleri tamamlamıştır.
Değerli milletvekilleri, bize
göre bu durum, bu sonuç göz göre göre bir hukuksuzluktur, hukuk ihlalidir. Hem
Anayasa’nın hem de mevcut cari hukukun ihlalidir. Bu bütçe görüşmelerinin
başlangıcında işlenen bu kanunsuzluk hâli oylarınızla maalesef, o kirletilmiş
parmaklarınızla… Bunu 2’nci defa tekrarlıyorum: Burada yapılan bir hakareti
parmaklarınızla ortadan kaldırdınız. Artık, o parmaklarla burada yaptığınız
oylamaların meşruiyeti sürekli tartışılır hâle geldi. Maalesef bütçe
görüşmelerinin başında işlenen bu kanunsuzluk hâli kesin hesap kanununun da
meşruiyetini sorgulanır hâle getirecektir arkadaşlar. İbra edilmeyen, yani
Genel Kurulunda uygulamaları, harcamaları ibra edilmeyen bir 2011 yılının
bütçesinin sahibi Hükûmetle meseleleri müzakere etmekteyiz. 61’inci Hükûmetin
2011 yılı bir kesin hukuk sonucu olarak ibra edilmemiş sayılır.
Değerli milletvekilleri,
hesap ahrete kalmaz, bir gün bu kanunsuzluğunuz mutlaka önünüze
çıkartılacaktır. “Kanunu değiştirdik, Sayıştay raporlarına gerek yoktur.”
denilmesi, “Meclisin denetim yapmasına lüzum yoktur.” demektir. Bu anlayış
Anayasa ve demokrasiye aykırıdır. Milletten neyi saklıyorsunuz? Hangi
yolsuzlukları örtüyorsunuz? Size bu soru sürekli sorulacaktır. Bu konudaki
ısrarınız Hükûmetinizin 2011 yılı işlemlerini şaibeli hâle getirecektir.
Sayıştay denetiminden kaçan bir Hükûmetin hesap vereceği yer gayet açık, net,
Yüce Divan olacaktır. Bu dünyanın hesabı bu dünyada da mutlaka sorulacaktır.
Akıllı ve dürüst yönetimler hesabı öte dünyaya yani ahrete bırakmazlar.
Yaptığınız iş, bana göre, sizin adınıza akıllıca değildir. Ayrıca,
“değiştirdik” dediğiniz yasa çıkmadan önce de Sayıştayın raporları vardı, o
raporları da Meclise göndermediniz, Plan Bütçe Komisyonunda tartıştırmadınız.
“Değiştirdik” dediğiniz kanun haziranda çıktı, Haziran öncesi raporlar yine
Meclise gelmedi.
Değerli arkadaşlar, Sayıştay
6.700 kurumu denetlemek mecburiyetinde. Hukukun emri budur. Bu kurumlardan
yalnız 132’sini denetlemiş, yani denetleme görevini yüzde 1,97 oranında yerine
getirmiş. 900 denetçi 142 milyon TL kullanarak 132 kurumu denetlemiş, her rapor
1,1 trilyona gelmiş. Bu milletin kaynağının bu kadar hor kullanılmasının hesabı
sorulmayacak mıdır zannediyorsunuz? Değerli arkadaşlar, bu sonuç sizin
açınızdan, gerçekten, AKP Hükûmeti açısından bir handikap olarak her zaman
önünüze getirilecektir, bunu bilmenizi istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
Hükûmetin bu bütçe görüşmelerinde bir diğer yanlışı da şudur: Orta Vadeli Plan,
her ne hikmetse, yıllarca, 2006 yılından bu yana süresi içerisinde
sunulmamaktadır. Hâlbuki kanun gereği, belirlenmiş tarihte sunulması lazım ve
devlet bürokrasisi hükûmetin sunduğu bu Orta Vadeli Plana göre bütçe hazırlamak
durumundadır. Ama bu sene de siz Orta Vadeli Planı, programı otuz yedi gün geç
sunduğunuz, ilan ettiğiniz için devlet bürokrasisi, maalesef, bu bütçeyi sizin
öngörülerinizin, sizin politikalarınızın dışında hazırlamak durumunda
kalmıştır. Bu durum bana göre yanlış bir durumdur. Usul, esastan önce gelir.
Usule uymayan bir düzenleme sakat kalır. Bu bütçe, sonuçları itibarıyla, hem
hukuken meşruiyeti hem usulen sakatlığı tartışılır bir bütçe olmuştur.
Değerli milletvekilleri, AKP
Hükûmetinin 11’inci bütçesini görüşüyoruz, on yılı tamamladınız 11’inciyi bu
ilgisizlik, bu duyarsızlıkla müzakere ediyoruz. Gelin milletimizin önünde…
Sayın Canikli burada rakamlara -vukufiyeti fazla- takla attırarak ifade etti,
“Büyüdük ve başarılıyız.” dedi. Gelin, bir muhasebe yapalım, samimi bir
muhasebe yapalım. Siz dinleseniz de dinlemeseniz de milletimiz bizi dinliyor.
Milletimizin huzurunda, gelin, bir muhasebe yapalım, gelin, bir muhakeme de
yapalım. İnanıyorum ki milletimiz o muhakemeyi bundan sonraki seçimde
yapacaktır.
Öncelikle şunu ifade
etmeliyim: Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, milletimize, ülkemize bir
gram hizmeti dokunan tüm iktidarlara, tüm insanlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Ancak, biz, bu milleti, her şeyin en güzeline, en çoğuna layık görüyoruz.
Bizden azla yetinmemizi beklemeyiniz. Tabii ki yaptıklarınızı tenkit edeceğiz.
“Sizler bir şey yapmadınız.” demiyoruz, ama yaptıklarınızı yeterli bulmamızı
bizden beklemeyiniz. Bu millet çok daha fazlasına layıktır. Kaldı ki
yaptıklarınız da yeterli ve doğru da değildir, biraz sonra sonuçları itibarıyla
bunları ifade edeceğim.
Sizi tenkit etmek, millet
adına hesap sormak bizim görevimiz, hukuken de görevimiz siyaseten de
görevimiz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu görevi bihakkın yapmaya
çalışıyoruz.
Öncelikle şunu ifade
etmeliyim: Değerli milletvekilleri, siyasi iktidarlar yaptıklarıyla övünmek
yerine yapamadıklarından dolayı üzüntülerini ve özürlerini ifade etmek
mecburiyetindeler. Siz AKP iktidarı, on yıldan bu yana ülkeyi tek başına
yönetiyorsunuz. Buraya çıkıyorsunuz, sürekli, yaptıklarınızı 2002 ile mukayese
ederek ve rakamlara takla attırarak övünüyorsunuz. İktidarınız, icraatınızı
olması gerekenle değil, geçmişin terazisinde tartıyor ve sürekli övünüyorsunuz.
Siz, âdeta yaptıklarınızı milletin başına kakıyorsunuz, halbuki görevinizi
yapıyorsunuz. Milletin size bu desteği üç dönemdir vermiş olmasının sebebi,
gidip bu millete hizmet etmenizi emrettiği içindir. Yaptıklarınız, tamamen
milletin size verdiği yetki ve güçle ortaya koyduklarınızdır.
Yapamadıklarınızdan dolayı bu kürsüden özür dilemek sizin borcunuzdur.
Bir başka şey daha
yapıyorsunuz, sizden önce hiç iyi bir şey yapılmamış gibi cumhuriyet dönemiyle
kendinizi mukayese ediyorsunuz. Her ne kadar Sayın Başbakan açılış konuşmasında
bu yanlışı, bu eksikliği bu defa düzeltmek istediyse de tüm sözcüleriniz, tüm
konuşmacılarınız “Bugüne kadar yapılan hiç iyi bir şey yok, ne varsa ne iyi
yapıldıysa onu biz yaptık.” diyorsunuz, o anlamlar çıkıyor. Yaptıklarınıza
tekrar şükranlarımı sunuyorum milletim adına ama bu övünme kompleksinin
sebebini de sorgulamak istiyorum. Bu hangi psikolojinin dışa vurumudur,
suçluluğun mu, kibrin mi? Yapamadıklarınızın suçluluğuyla mı övünmek gereğini duyuyorsunuz,
yoksa gerçekten milletin size verdiği desteğin anlamını idrak edemiyor, kibre
mi düştünüz? Bana göre her ikisi de sağlıklı ve faydalı bir durum değildir.
Değerli milletvekilleri, şunu
unutmayın, ülkeyi on yıldan bu yana siz AKP hükûmetleri yönetiyor ve tek başına
yönetiyor. Artık kendinizi kendinizle mukayese etmelisiniz. Hiçbir mazeretiniz
geçerli olmaz, temenni, şikâyet, bahane, vakitler; vaatleriniz karın
doyurmuyor. Gelecekle değil, siz geçmişle boğuşuyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, mukayese
ettiğiniz, kendinizi başarılı göstermek için terazisine çıktığınız 2002 yılını
bana göre doğru ve dürüstçe de değerlendirmiyorsunuz. Bakın, size kısaca bir
ifade edeyim: 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti istikrarsız on yılların sonunda
bütçesi bile yapılamayan bir Türkiye'yi teslim almıştı. 2 büyük deprem, 2 büyük
krizle yaşama pahasına üç buçuk yıl 3 ortaklı bir iktidardı. Sonuçta, size
teslim edilen Türkiye’de enflasyon düşüyordu, borçlanma faizleri düşüyordu,
yükselen bir büyüme yakalanmıştı, dış ticaret açığı, cari açık problem değildi.
Yapısal birçok düzenleme yapılmıştı; para piyasaları düzenlenmiş, bankalar
güçlendirilmiş, Merkez Bankası ve kamu bankaları özerkleştirilmişti. Üç yıllık
bir program yapılmış, bir istikrar ve güven ortamı tesis edilmişti. Hatta 2007
yılı programınızda, sizin kendi programınızda, ulaştığınız başarının 57’nci
Cumhuriyet Hükûmetinin hazırlamış olduğu programın ve yapmış olduğu,
gerçekleştirmiş olduğu yapısal düzenlemelerin eseri olduğunu kendi
hazırladığınız 2007 yılı Ekonomik Programı’nda kendiniz ifade ettiniz, itiraf
ettiniz.
2002 yılı sonunda etnik,
bölücü terör artık kan akıtamaz bir noktaya çekilmişti. Dünyada kriz bitmiş,
yurt içinde ve yurt dışında çok önemli avantajlar ve imkânlar yakalanmıştı.
Tekrar hatırlatıyorum,
iktidarınız on yılı doldurdu. Şimdi, size soruyorum: 2002’de var olup da bugün
olmayan, unuttuğumuz hangi sorunumuz var? Hangi sorun bitirildi? En basit,
kendi kendinize sorun, hangi sorun kesin çözüme kavuştu? On yılın sonunda,
insanımızın hayatında iyiden yana, güzelden yana ne değişti? Bize göre, bugün
ülkemiz dünden farklı veya dünde yaşanan sorunların hiçbirinde dünden daha iyi
ve daha güzel bir durumda değildir. On yılda ülkemizin hiçbir temel ekonomik
sorunu çözülmemiştir. Üretim, cari açık, yoksulluk, gelir dağılımındaki
sorunlar çözülememiş, üretim yerine tüketim, ihracat yerine ithalat, rekabet
yerine tekelleşme, tasarruf yerine borçlanma anlayışı hâkim kılınmış, ülkemiz,
cari açığın yanı sıra bütçe açığı ve tasarruf açıklarıyla daha derin bir şekilde
muhatap olmaya başlamıştır. Hane halkının borçlarının hane halkı geliri
içerisindeki payı artmakta ve tasarruf oranları hızla düşmektedir. Milletimiz
ayrıca birçok sosyal sorunlar içerisinde de boğuşmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu
noktada çok şey söylenebilinir. Zaten on gündür de bunu söylemeye çalışıyoruz.
Ancak, ben burada bir sonuç olarak bazı hususları dikkatinize sunmak istiyorum.
“Büyüdük, kalkındık.” diyorsunuz. “Millî gelirimiz 10 bin doları geçti.”
diyorsunuz. “Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisi olduk.” diyorsunuz. Ancak, ortada
iki sonucunuz var, reddedemeyeceğiniz, kılıf uyduramayacağınız iki sonucunuz
var: Biri işsizlik. Bu kadar büyüdünüz, on yıldır ülkeyi tek başına
yönetiyorsunuz, işsizlik hâlâ yüzde 9,1 Türkiye ortalaması. Kırsalı bunun
içerisinden ayırırsak, tarım kesimindeki işsizliği bunun içerisinden ayırırsak,
işsizlik şehir merkezlerinde yüzde 12’nin üzerinde. Çalışmaya, işe ihtiyacı
olan genç nüfusun içinde de işsizlik yüzde 20’nin üzerinde, bu mudur büyüme?
Büyüyen bir ekonominin sonucu bu mu olmalıdır? Kendi insanına iş bulamayan bir
ekonomi, bir ülke, bir iktidar “Büyüdük.” derse bu doğru olur mu? Tekrar
soruyorum; işsizlik sorununu çözemeyen bir ekonomiye “büyüdük” denilebilir mi,
“büyük ekonomi” denilebilir mi?
İkinci husus: Yine büyümenin,
kalkınmanın, zenginleşmenin bir sonucu olarak, bireysel ve toplumsal olarak
tasarruflarımızın artması lazım. Yani para kazandınız, kazandığınız paranın bir
miktarını yastığın altına koyarsınız, tasarruf edersiniz. O çok tenkit ettiğiniz
ve kendinize referans aldığınız 2002’de toplumun tasarruf oranı, gayri safi
millî hasılaya oranı yüzde 20’ye yakındır, yüzde 18,6’dır. On yıl sonra, bu
kadar büyümeden sonra toplumun ve bireyin tasarruf oranı yüzde 10’lara doğru
düşmüştür. Nerede bu büyüme değerli arkadaşlar? Yapılan bir araştırmaya göre
halkın yalnız yüzde 10,3’ü tasarruf yapabiliyor, yüzde 61’i hiç tasarruf
yapamıyor. Ayrıca bu tasarruf oranları da sürekli düşüyor, bu arızi bir şey
değil. Bakın, 2011 Ekim, Kasım, Aralık aylarında tasarruf yapabilenlerin oranı
yüzde 12,1 iken 2012’nin ilk üç ayı sonunda yani ocak, şubat, mart ayı sonunda
tasarruf yapabilenlerin oranı yüzde 10,3’e düşmüş. Bu gidiş gelecek açısından
hiç de doğru değil, büyük riskler taşıyor değerli arkadaşlar. Ben tekrar soruyorum;
büyüdüğü iddia edilen bir ekonominin tasarrufları neden artmıyor? Demek ki
büyüme yalanı, “büyüme” dediğiniz hadise doğru bir hadise değil. Birileri
büyüyor, hiç itiraz etmiyorum, birileri büyüyor ama milletimizin büyümediği,
halkımızın büyümediği çok açık ve net.
Değerli milletvekilleri, bir
başka husus, ekonomiden sorumlu sayın bakanlar dış kaynak ihtiyacının her geçen
gün arttığını ve iç tasarrufların yetersizliğini bir problem olarak ileri
sürüyorlar, “Birçok sorunun kaynağı buradan geliyor.” diyorlar. Şimdi buradan
soruyorum; gayrisafi yurt içi hasılanın içindeki yabancı sermayenin payı ne
kadardır? Her yıl yurt dışına ne kadar kâr transferi yapılmaktadır? Büyüme
oranının ne kadarı bize ait değildir? İşte, “Yüzde 3 dolayında büyüyeceğiz.” Ben
inanıyorum ki -uzmanların ifade ettiğini söyleyeyim- bu yüzde 3’lük büyüme
Türkiye’de bulunan yabancı sermayenin kârını bile karşılamaya yetmeyecektir.
Ayrıca “Kamu borcu düştü.”
diyorsunuz. Vatandaşın ve özel şirketlerin borcunu hiç hesaba kattığınız yok.
AKP Hükûmetinin ekonomik politikaları sonunda yabancının parasıyla yabancının
malını tüketen bir ülkeye dönüştük. Türkiye cari açık ile bütçe açığı
arasındaki ters orantının esiri hâline getirildi. Toplumun tüketim
potansiyeline yatırım yapan yabancı sıcak paranın acımasız kollarında
geleceğimizi ipotek ediyorsunuz, Türkiye’yi hızla yabancılaştırıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, 2012
yılı Nisan ayı itibarıyla bugün ülkemizde 30.110 adet uluslararası sermayeli
şirket faaliyet gösteriyor. Toplumun tüketim potansiyeline yatırım yapan 30.110
adet yabancı sermayeli şirket var ve bu şirketlerin kârını karşılamak için,
Türk toplumu, bugün, kredi kartı ve tüketici kredisi borcu olarak toplam 252,9
milyar lira borç batağına saplanmış durumdadır. Bu toplum geleceğini satıyor,
çocuklarının geleceğini satıyor, yabancı sermayenin kârını ödeyebilmek için,
onu besleyebilmek için. Hâlbuki -tekrar hatırlatıyorum- toplumun kredi kartı ve
tüketici kredilerinin toplam miktarı 2002 yılında 6,5 milyar dolardı. O kadar
da değil, 6 milyar 351 milyon dolardı. “Bugün nereden nereye geldik.”
dediğinizi bir de bu teraziye çekmenizi size tavsiye ederim.
Değerli milletvekilleri,
maalesef Türkiye’yi üretimden çıkardınız. Sanayici ithalatçı oldu, küçük esnaf
iş yerini kapattı, çiftçi her yıl üründe zarar eder hâline geldi, her yıl her
bölgede ve her üründe. On yıl sonunda her 4 çiftçiden 1’i tarlasını sattı,
tarımdan çıkarak işsizler ordusuna katıldı. 2002 yılında tarımda kullanılan
arazi 24 milyon hektardı ama sizin iktidarınız sonunda bu miktar 20 milyon 500
bin hektara dönüştü. Yani 3,5 milyon hektar ekilebilir arazimiz maalesef boş
duruyor, ekilmiyor çünkü çiftçi her üründe zarar ediyor, ne kadar ekerse o
kadar zarar ediyor. Eseriniz bu. Türkiye’yi, kendi insanımızı, bildiği iş,
kendi toprağında dişi tırnağıyla, çoluk çocuğuyla kendi emeğini ortaya koymak,
ekmeğini kazanmak imkânından mahrum ettiniz. Eseriniz bu.
Şimdi size buradan bir
paragraf okuyacağım. Deniliyor ki: “Sanayinin kredi maliyetlerinin yüksekliği,
kayıt dışı ekonomi, düşük fiyatlı ithalattan kaynaklanan haksız rekabet,
bürokrasinin fazlalığı, kamunun sağladığı bazı girdilerin fiyatlarının uluslararası
fiyatlara göre yüksekliği, vergi oranlarındaki yükseklik gibi temel sorunları
devam etmektedir on yılın sonunda. Ayrıca, teknoloji üretiminde yetersizlik,
ileri teknoloji kullanımının hızla yaygınlaştırılamaması, nitelikli iş gücü
eksikliği, yüksek katma değerli ürünlerde sınırlı üretim kabiliyeti, tesislerin
üretim ve yönetim yapılarındaki
modernizasyon ihtiyacı, sanayinin kapasitesi ve potansiyeli konusunda
yatırımcıların bilgiye erişimindeki zorluklar gibi genellikle yapısal
nitelikteki sorunların çözülmesi acilen gerekmektedir.”
Değerli arkadaşlar, yani
üretim sektörü olan sanayinin bu kadar büyük, bu kadar derin sorunları varsa
siz hangi büyümeden bahsediyorsunuz? Bunları biz de söylemiyoruz. Bunları siz
söylüyorsunuz değerli arkadaşlar. İşte 2013 yılı programınızda söylüyorsunuz
bunları. 2013 yılına ulaşmışsınız, hâlâ sanayinin bu sorunlarının olduğunu
söyleyerek mazeret üretiyorsunuz. Bunun adı “Türkiye’yi kötü yönetiyoruz.”
demektir, ”Başaramadık.” demektir.
Değerli milletvekilleri,
halkımız, milletimiz yaşanan yoksulluk karşısında çaresiz, yolsuzluklar
karşısında öfkeli, yaygınlaşan adaletsizlikler karşısında cinnet geçiriyor.
2002’ye göre hapishaneler
doldu taşıyor, 2 katını geçti. Mahkemelerdeki icra sayısı 2002’nin 2 katına
çıktı. 9 milyon 400 binmiş icra dosyası, bugün 20 milyon 772 bine çıkmış.
Kalkınan, refah içerisindeki bir toplumun suç oranının bu kadar artmasının sebebi
ne özellikle de ekonomik suçlarda?
Sayın milletvekilleri, bunun
yanında başta asgari ücretliler olmak üzere çalışanların ve emeklilerin büyük
çoğunluğu açlık sınırının altında aylık almaktadır. Daha önce yeşil kartlı
olarak bilinen aile içi kişi başına düşen geliri asgari ücretin üçte 1’inden az
olduğundan dolayı genel sağlık sigortası primi devlet tarafından karşılanan
kişi sayısı 2012 Eylül ayı itibarıyla 5 milyon 172 bin kişi. Bu, yeşil kartlı 9
milyondu, şimdi bir düzenlemeyle bunu 5 milyona düşürdünüz.
Bir sonuç olarak söylüyorum:
Tarım sektöründen geçimini sağlayan 20 milyon civarındaki çiftçimiz, 10 milyon
300 bin emeklimiz, 5 milyon 172 bin yeşil kartlımız, 5 milyonun üzerindeki
asgari ücretlimiz, 1 milyon 250 bini aşan 2022 sayılı Kanun’a göre aylık
bağlanan yaşlı ve engellilerimiz, 2,5 milyon işsizlerimiz ile bu kesimlerin
bakmakla yükümlü olduğu kimseler dikkate alındığında denilebilinir ki
milletimizin nüfusunun yarısı bugün yoksulluk sınırı altında kıvranmaktadır.
AKP iktidarının eseri budur. On yılın sonunda ulaştığınız nokta budur.
Değerli milletvekilleri, daha
da kötüsü şu: Maalesef uyguladığınız politikalarla, hatta övündüğünüz
politikalarla bugün Türkiye’yi hızla yabancılaştırdınız. “Özelleştirme” adı
altında cumhuriyetimizin binbir emekle kurduğu o stratejik değerdeki tesislerini,
üretim varlıklarını yabancılara sattınız. Bugün ülkemiz yabancılar için bir
açık pazar hâline geldi. Satışa sunulmayan neyimiz kaldı? En son otoyolları ve
köprüleri de sattınız. Ne kaldı? Yani bütçe açıklarını kapatmak için daha neyi
satacaksınız? Muhtemel kıyılarımız kaldı, zaten onları da satıyordunuz.
TÜİK’in 11 Haziran 2012
tarihinde açıkladığı Yabancı Kontrollü Girişimler Araştırmasına göre, size
bağlı TÜİK’in araştırmasına göre söylüyorum: Bankacılık, sigorta ve medya
sektörü hariç, Türkiye’deki toplam girişimlerin yüzde 15,4’ü yabancı
kontrolündedir. Tütünde yüzde 90,4; ilaçta yüzde 51; otomotiv, TELEKOM,
bilgisayar sektöründe yüzde 50; yabancı payı yüzde 30’u geçen toplam 9 sektör
mevcut olup, sigorta ve bankacılık da dâhil yabancıların 11 sektörde büyük
ağırlıkları bulunmaktadır. Enerjide dışa bağımlılık bulunmakta, ara malı sanayi
büyük ölçüde ithalatla yabancıların elinde bulunmaktadır. Aynı şekilde,
bankalarımızın yarıdan fazlası, sigortacılık sektörümüzün tamamına yakını
yabancıların eline geçmiş bulunmaktadır. İktidarınızın on yılının sonunda
ekonominin kontrolü ve toplumun mevduatlarının kontrolü maalesef yabancıların
eline geçmiştir.
Değerli milletvekilleri,
bundan daha kötü bir durum daha vardır. O da, ne yazık ki topraklarımızı da yabancılara
satıyorsunuz. “Alıp götürüyorlar mı?” demeyiniz. Yahudilere satılan İsrail’i de
alıp götüren olmadı ama bugün itibarıyla, iktidarınız döneminde, 442 sayılı Köy
Kanunu’nun 87’nci maddesini değiştirdiniz. Artık köy arazileri, tarım arazileri
de dâhil Türkiye’nin yüzde 10’una kadar yabancılara, mütekabiliyet esası
aramaksızın satmaya hukuk çıkarttınız, kanun koydunuz. Sonuçta, bir sayın
bakanınızın ifadesiyle söyleyeyim, Sayın Erdoğan Bayraktar’ın ifadesiyle
söyleyeyim: Bugün, 81 milyon 864 bin 537 metrekare vatan toprağı yabancıların
mülkiyetine geçmiş bulunmaktadır. Bu, ülkemizin nereden baksanız büyük bir
kısmıdır değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, bir
sonuç olarak söylemek gerekirse -benim meslektaşımı salonda göremiyorum, onun
anlayacağı sözle ifade edeyim- maalesef Türkiye’yi dikili kuru hâline
getirdiniz. Türkiye, bugün dışından bakınca dallı budaklı, görkemli ama içi
boş, içi boşaltılmış, tüm kabuk böceklerinin saldırısına açık bir duruma geldi.
Maalesef sonuçlar bu.
Şimdi, önümüze getirdiğiniz
bütçeye bakalım: Bu bütçe, fakir fukaranın sırtına dolaylı vergi artışları ve
zorunlu tüketim mallarına zam öngören bir zulüm bütçesidir. Doğal gaza dokuz
ayda yüzde 29, bir yılda yüzde 49 zam yaptınız. 2012 yılında asgari ücrete
yüzde 12, memura ve emekli aylıklarına yüzde 8 düzeyinde artış yapmıştınız.
Elektriğe, doğal gaza, LPG’ye, mazota, benzine, oto gaza yapılan zamların ardı
arkası kesilmiyor. Hatta, fakirin mutfakta kullandığı tüp bile 75 liraya çıktı.
2013 yılı vergi gelirlerinde yüzde 14 oranında artış öngörüyorsunuz. Bunun
anlamı, Hükûmetin vergi zulmüne devam edeceğini göstermektedir. Faizciden,
rantiyeciden, iş dünyasından, zenginden yeterli vergi alamayan, vergileri
toparlayamayan Hükûmet, dolaylı vergilerle yüklenerek dar gelirli vatandaşa,
çalışana, emekliye, garibana vergi zulmü uygulamaktadır. Maalesef, AKP
Hükûmetinin vergi politikası bu şekildedir.
Değerli milletvekilleri, TÜİK
tarafından yayınlanan ve 17 Eylül 2012 tarihinde açıklanan bazı sonuçları
sizlerle paylaşmak istiyorum. Aynayı önünüze koyayım, bir seyredin lütfen.
Bakınız, TÜİK diyor ki: Nüfusumuzun yüzde 35,8’i ihtiyacı olsa da yeni bir
giysi alamıyor değerli milletvekilleri. Nüfusun yüzde 80,3’ü eskimiş ve
yıpranmış mobilyalarını yenileyemiyor. Nüfusun yüzde 41,6’sı akan çatısını,
çürüyen pencere çerçevesini tamir ettiremiyor. Nüfusun yüzde 41,7’si sıcak bir
yuva hayaliyle yaşıyor, kışın üşüyor, evini ısıtamıyor. Nüfusun yüzde 67,6’sı
beklenmedik ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Nüfusun yüzde 60,2’si et, tavuk veya
balık satın almakta güçlük çekiyor. Nüfusun yüzde 86,5’i evden uzakta bir
haftalık bir tatile bile gidemiyor. Türkiye’de 18 yaş ve üstü nüfusun yüzde
65’inin lise eğitimi yok, yüzde 25’i hiçbir okula gitmemiş. AKP iktidarı
döneminde büyüme, yıllık ortalama yüzde 5,3 olduğu iddia ediliyor ama sonunda
toplumun aynası budur. Bu sizin eseriniz değerli milletvekilleri, sizin
iktidarınızın eseri. Dolayısıyla, burada gelip övünmenizin hiçbir haklı
dayanağı olmaz.
Tüm bu sebeplerden dolayı,
konuşmamın bundan sonraki bölümünde anlatacağım sebeplerden de dolayı
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz bu bütçe tasarısına ret oyu
vereceğiz değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, bu
anlattıklarımdan sonra bir hüküm cümlesi olarak ifade ediyorum: Maalesef,
Türkiye kötü yönetilmektedir. Uygulanan ekonomik politikalarla belki bugünü
kurtarıyor olabiliriz, ancak geleceğimiz çok büyük tehdit ve tehlikeler altına
atılmıştır. Öncelikle, içine düştüğünüz kimlik bunalımı, başlattığınız açılım
politikaları ile Türk milletinin ve Türkiye'nin siyasi birliğini parçaladınız.
Burada bazı milletvekili arkadaşlar bir başka milletin milletvekili gibi
konuştular, bundan hiç rahatsızlık duymadınız maalesef. Ben size
hatırlatıyorum: Taviz vererek, İmralı, Kandil ile müzakere yaparak nereye
varacaksınız? Bunu görmediniz mi daha?
Sayın Genel Başkanımın
sorularını burada tekrarlıyorum, cevabı verilmesi gereken sorular: Üç yıl önce
demokratik açılım veya son hâliyle Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi ilan
edilmişti. Terör saldırılarında bir azalma oldu mu? Sözde “Kürt sorunu” veya
“Kürt kardeşlerimin sorunları” sözlerinin bir faydası görüldü mü? İmralı’ya yüz
sürmenin, Oslo’da masaya oturmanın, Habur’daki karşılama törenlerinin acıdan ve
milletimizi hayal kırıklıklarına uğratmaktan başka herhangi bir sonucu yaşandı
mı? Verilen kararlılık mesajlarına, atılan adımlara, yapılan görüşmelere
rağmen, askerimizin, polisimizin, korucumuzun ve masum sivil vatandaşlarımızın
şehadeti önlenebildi mi? Şu ibretlik manzaraya bakınız: Müebbet cezaya
çarptırılmış bir terör suçlusu, tarafınızdan, fiilen siyasi aktör hâline
getirildi, Kandil’i İmralı’dan sevk ve idare eder gibi bir statüye
kavuşturuldu. Değerli milletvekilleri, bu, Türk milletine ve Türkiye devletine
yakışıyor mu? Bu utancı nasıl taşıyacağız?
Değerli milletvekilleri, bir
hususu da üzülerek ifade etmek istiyorum: Sayın Bülent Arınç’ın, geçen bütçe
konuşmasında, 21 Aralık 2011 tarihinde, bu kürsüden “Kürt kimliğini tanıyorum,
bu kimliğin tüm siyasi ve sosyal haklarını vereceğiz.” sözünden sonra, maalesef,
31 polisimiz, 132 askerimiz, 42 sivil vatandaşımız bölücü terör örgütü
tarafından katledildi. Ne anaların gözyaşı dindi, ne şehit kanı durdu. Sayın
Arınç’a göre, daha fazlasını vermek gerekiyor, hatta dağa çıkmak gerekiyor.
Bir hatırlatma da yapayım: Sayın
Arınç bu konuşmayı burada yaptığında Türkiye’nin büyüme oranı yüzde 8,5’tu,
Sayın Arınç’ın bu konuşmasından sonra Türkiye’nin büyüme oranı yüzde 2,5’a
düştü. Bu konuşmaya devam edin, Türkiye’yi nereye götüreceğinize hep beraber
bakacağız.
Değerli milletvekilleri, bu
konuda aslında benim merak ettiğim konu Sayın Başbakanın tavrıdır. Sayın
Başbakanın bölücü terör örgütüyle mücadelede ortaya koyduğu kararlılığı her
defasında Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyoruz.
Ama dağa çıkmayı masumlaştıran, meşrulaştıran Sayın Arınç’ın bu beyanı
karşısında Sayın Başbakan ne düşünmektedir? Ne düşünmektedir?
ALİM IŞIK (Kütahya) – Rol
paylaşımı, rol!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Arkadaşımın söylediği gibi, bu bir rol paylaşımı mıdır, yoksa bir arızi durum
mudur?
Değerli arkadaşlar, devleti
suçlayarak, güvenlik güçlerini suçlayarak dağa çıkmayı bir hak hâline
getirirseniz… Hatta gazetelerde okumaya başladık: İmralı canisi çok masummuş,
Nurcuymuş, imammış, suçlu devletmiş! Böyle bir anlayış…
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Nurcu
değil.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Nurcu olacakmış, evet.
Şimdi, bunu gazetelere
yansıtmak, Sayın Arınç’ın buna sahip çıkması… Siz ne yapmak istiyorsunuz? Yani
safınızı bölücü terörden yana kararlaştırdıysanız bunu söyleyin bu millete. Bir
yandan “Bölücü terörle mücadele edeceğiz.” diye nutuk atacaksınız, bir yandan
da bölücü terörü sahipleneceksiniz, dağa çıkmayı kutsallaştıracaksınız. O zaman
bu memlekette dağa çıkmayan insan mı kalır yani Sayın Arınç’ın mantığıyla?
Ben tekrar soruyorum: Sayın
Arınç’ın bu tavrı karşısında Sayın Başbakanın tavrını görmek istiyoruz. Bu
düşünceleri paylaşıyor mu ya da bu düşüncelere sahip olan Sayın Arınç’la
çalışmaya devam edecek mi?
Değerli arkadaşlar, buradan
milletimize ve sizlere, Milliyetçi Hareket Partisinin, bu konuda, bu bölücülük
konusunda, başlattığınız bu kimlik sorunu konusunda çok net bir mesajını vermek
istiyorum. Sayın Genel Başkanımızın beyanıyla bir mesaj vermek istiyorum. Sayın
Genel Başkanımız diyor ki, burada söyledi, bu kürsüde: “Kökeni, yöresi,
mezhebi, anasının dili ne olursa olsun, Türk milletinin her ferdi, bizim için
yeri dolmaz, eşsiz, saygın ve eşit özelliktedir. Hakkâri ile İzmir’in, Şırnak
ile Kırşehir’in, Diyarbakır ile Balıkesir’in kaderi çok şükür ayrı olmamış,
ayrı düşmemiştir. Terörün gayrimeşru ve gayrikanuni bir yol olup sözde hak ve
hukuk alanına sırtını yaslayarak, yurdumuzun bir bölümündeki insanımızın
temsilcisi gibi hareket etmesi karşılık bulmamalıdır, bize göre bulmayacaktır
da. Bizim için, bölücü terör sorununun üstesinden gelmek için tam saha mücadele
etmek, terörün insan, mali ve finansman kaynaklarını kurutmak acilen
sağlanmalıdır ve Kandil teröristlerin başına yıkılmalıdır.
Türk milleti ortak paydası
altında, Türk vatanı müşterek zemininde ve Türkiye çatısı içinde, dün olduğu
gibi yarın da beraberce yaşama istek ve arayışında olan herkesle kavuşmaktan,
kaynaşmaktan ve kucaklaşmaktan zerre kadar vazgeçilmemelidir…”
AHMET TÜRK (Mardin) – İyi de
nasıl kucaklaşalım?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
“…Bu şartlar altında herkes eşittir Türkiye’dir.. Türkiye Türk milletinindir.”
Türk milleti… Sayın Genel
Başkanımızın yine bu konuda 4 Mayıs 2005 tarihinde yapmış olduğu basın
toplantısında tüm siyasi partilere yaptığı çağrı çok açık; burada diyor ki
Sayın Genel Başkanımız: “Gelin bu Türk milletini tanımlayalım. ‘Alt kimlik’,
‘üst kimlik’, ‘Türkiyelilik kimliği’ olarak ‘Türkiyeli’nin öznesini yok etmeye
hakkınız yok. Gelin bu Türk milletini tanımlayalım.” diyor ve 4 maddede
tanımlıyor, diyor ki: “’Türk milleti’ bu topraklarda yaşayan halkın adıdır.
‘Türk milleti’ Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan
insanların toplamıdır. ‘Türk milleti’ tabiri ‘kan ve soy bağı’ demek değildir;
yaşanan binlerce yıllık, yüzlerce yıllık bir geçmiş ve yaşanacak gelecek iradesidir,
ülküsüdür. İşte bu Türk milleti ortak paydasında, değerli arkadaşlar, hiç kimse
kendini bunun dışında tutmamalıdır. Herkes eşittir ve herkesin bu eşitliğinin
karşılığı da Türkiye’dir. Türk milleti de Türk vatandaşlarının birlikte vücut
verdiği muazzam sosyolojik, kültürel ve tarihî hazinenin adıdır. ‘Ne mutlu
Türk’üm diyene!’ sözü ırkı ve ırkçılığı dışlayan bütünsel bir çağrıdır.
Unutmayınız ki bu topraklar şehit kanıyla vatanlaşmıştır, 1 metrekaresinden
bile vazgeçilmesi, tek insanıyla ilgili farklı hayaller kurulması olmayacak
duaya amin demekle eş değerdir. Aklından zoru olanlar, şuurları kapanıp da
gözleri kararanlar aksini iddia ediyorlarsa Türk milletinin ne yapacağını ve
mukaddesatı uğruna nelere katlanacağını tüm boyutlarıyla görecekler ve acı bir
şekilde yaşayacaklardır.” Sayın Devlet Bahçeli bunları bütçe konuşmasında bu
kürsüden söyledi.
Değerli milletvekilleri, işte
böyle bir Türkiye; üretmeyen, üretim araçları yabancılaştırılmış, üretim
bilgisini kaybetmiş borçlu bir ülke, üstelik birliğini de kaybetmişse, artık
küresel projelerin kolay hedefi ve lokması hâline gelecektir. Türkiye’yi
getirdiğiniz nokta burasıdır. Biz bunu tarihte yaşadık değerli milletvekilleri.
Osmanlı Devleti böyle bir sürecin sonunda yıkıldı. Öyle bir sürecin sonunda vatanımızın
bugünkünün 10 katı büyüklüğündeki toprağını kaybettik, milletimizin 5 milyonunu
o dağlarda kaybettik. Aynı süreci bize yaşatmak, Türk’ü yeniden ateşle imtihan
etmek niyetine düşenler, bu niyetlere taşeronluk yapanlar, karşılarında Türk
milletinin Millî Mücadele’yle ortaya koyduğu o azmi, o kararı, o iradeyi
bulacaklardır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Değerli milletvekilleri,
milletimiz, 3 seçimdir, on yıldan bu yana ülkemizin yeni yüzyıla hazırlanması
görevini, güçlü bir siyasi irade oluşturarak, o iradeyi de sizin arkanıza
koyarak, size bir görev olarak verdi. Bugün şu saate kadar konuştuklarımız ve
yaşadıklarımız sonucunda bir şey tartışmak lazım. On yıl sonunda sonuçlar böyle
mi olmalıydı? Bugün bu konuları mı tartışmalıydık? Bölünmeyi, ayrışmayı mı
tartışmalıydık? Yabancılaşmayı mı tartışmalıydık? Sizleri, zaman ve mekân
bütünlüğünde birlikte düşünmeye davet ediyorum. Gelin bir vicdan muhasebesi
yapalım değerli milletvekilleri.
Yeni bir yüzyılın, hatta yeni
bir bin yılın başındayız. Bana göre, Türk milleti tüm zamanların en şanslı bir
dönemini yakalamışken mutfakta yangın çıkarmak isteyenler var, evin düzenini
bozmak isteyenler var. En kötüsü, daha da kötüsü değişim, dönüşüm adına küresel
güçlerin, emperyalist heveslerin siyasi emelleriyle kendi şahsi çıkarları
birleşmiş maalesef devlet adamları var. Yangının başlangıcında yeterince ve
zamanında tedbir alamazsak -Allah korusun- bin yılda bir yakaladığımız bu
tarihî fırsatı kaçırmak üzereyiz. Bugün, Türkiye ve Türk dünyası coğrafyası tüm
yüzyılların başlangıcından çok daha değerli ve önemli bir jeopolitik,
jeostratejik konum kazandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği
merkezli bir küresel dünya düzeninden çok merkezli bir dünya düzenine evrilen
dünyamızda Türkiye ve Türk dünyası, yeni küresel güç adaylarıyla eskilerinin
arasında tarihî bir fırsat ve çok değerli bir jeopolitik yakaladı. Şimdi, bir tercih noktasındayız; ya tarih
yazacağız, 21’inci yüzyıl Türk asrı olacak ya da maalesef küresel güçlerin
küresel projelerinin ayak altında kalacağız.
Değerli milletvekilleri,
küresel güçler bu bölgeyi kontrolleri altında tutabilmek için günümüzde âdeta
savaş düzeni aldılar ve maalesef mevzileri bizim topraklarımız üzerinde
kuruyorlar. Her yeni yüzyılın ilk çeyreğinde olduğu gibi 21’inci yüzyılın bu
ilk çeyreğinde de dünya düzeni şimdi yeniden kuruluyor. Tarihin sonunun
geldiğini ve artık medeniyetler çatışması yaşanacağını düşünen ve dünya
imparatorluğu kurmak iddiasında olan küresel güçler, bölgemizde küresel
projeler uyguluyorlar.
Şimdi buradan Hükûmete
soruyorum: Bu yeni yüzyılda Türkiye için öngördüğünüz bir konum var mı?
Türkiye’yi nereye koyuyorsunuz? Dünyanın yeniden tanzim edildiği bu süreçte
Türkiye, paylaşılan, parçalanan bir ülke mi olacak yoksa paylaşılamayan,
itibarlı, güçlü ve lider bir ülke mi olacak? Bu bütçe tasarısıyla, Hükûmet
olarak Türk milletinin önüne hangi hedefleri koyuyorsunuz? Bir siyaset belgesi
olarak bu bütçe tasarısının bir siyaset felsefesi var mı? Topluma heyecan veren
ve bir gelecek umudu ortaya koyabiliyor musunuz? Denetimden kaçan, öz güvenini
yitirmiş, ülke sorunlarını bu sorunları çıkaranların insafına terk etmiş bir
Hükûmetle hangi umudu yaşatacaksınız?
Değerli milletvekilleri, ne
yazık ki biz bu bütçe tasarısında böyle bir gelecek öngörüsü göremiyoruz. Bir
tablo hazırlattım; uzun bir tablo hazırlattım. Bakın, “10’uncu ülke olacağız.”
diyorsunuz. Bu tabloyu size verebilirim. 10’uncu büyük ekonomi olacaksanız
2023’te, bugünkü 10’uncu ülke İspanya. İspanya’nın kişi başına millî geliri
30.026 dolar. Siz bu gidişle millî geliri ancak 16.988 dolara çıkartacaksınız.
Tüm parametrelerle, bu kaplumbağa hızı ve bu sorunlarla Türkiye’yi 2023 yılında
10’uncu ekonomi hâline getirebilme şansınız yok. Ne kendinizi kandırın ne
milleti kandırın. Rakamlar burada, merak edene verebilirim.
Yaklaşık elli günden bu yana
bütçe tartışıyoruz. İktidarıyla muhalefetiyle bütçe hakkını yeterince yerine
getirdiğimizi de söyleyebilmemiz mümkün değil. Sorunları derinlemesine
tartışamadık, alınması gereken tedbirler için ortak akıl geliştiremedik.
İktidar ile muhalefet arasında boş-dolu bardak tartışmasının ötesinde bir şey
olmadı. Ne bardağın boşu ne dolusu bu milletin karnını doyurmuyor. Siz bu
bardağı kovaya dönüştürebiliyor musunuz, bunu konuşmanız lazım bütçede ama
maalesef, trajikomik bir oyun olarak boş-dolu bardak tartışmasıyla milletin
gününü, zamanını tükettiniz. Hâlbuki bugün, bu elli günde Türkiye’yi nasıl
lider ülke Türkiye hâline getireceğimizi konuşabilirdik. Eğer iktidar olarak
böyle bir vizyon getirmiş olsaydınız muhalefet olarak biz de buna katkı
verirdik. Sayın Canikli “Hiç proje sunmadınız.” diyor. Hayır, bundan iki yıl
önce, yine aynı sözün üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin
burada yaptığı konuşmalarda yaptıkları önermeleri bir araya getirdik, size sunduk,
hiç dikkate almadınız. Aslında, muhalefet proje sunma sorumlusu değil. Ülkeyi
siz yönetiyorsunuz. Danışmana ihtiyacınız varsa o ayrı bir hadise. Ama
maalesef, iktidar sorumluluğunda bu ülkenin geleceğini konuşturmadınız.
Değerli arkadaşlar, dünyanın
hızla eksen değiştirdiği, güç kaymalarının yeni haritalar çizdiği, dostların
düşman, düşmanların müttefik olduğu, herkesin yeni durumlara göre yeni
pozisyonlar belirlediği bir süreçten geçiyoruz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi
olarak kendi hayalimizi, kendi iktidar projemizi size anlatıyoruz.
Hatırlatıyoruz size de. Ülkemizin kronikleşmiş hastalıkları, sorunları ve
zaafları olabilir ve vardır. Dünyanın yaşadığı değişim ve dönüşümün etkileri ve
mecburiyetleri ne kadar ağır olursa olsun Türkiye bu coğrafyada güçlü olmak
mecburiyetinde. Bu coğrafya, büyük olanların egemen olduğu bir coğrafyadır. Bu
coğrafyada zayıflara hayat hakkı yok. Bugün ülkemizin ve milletimizin geleceği
açısından en önemli sorunu hâline gelen etnik bölücü terörü ve siyasal
bölücülük taleplerini bu anlam ve bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu
coğrafyada gözü olanların öncelikle hedef aldıkları konu bizim birliğimizdir,
bizim kimliğimizdir.
Değerli arkadaşlar, bir
devletin kimliği milletidir. Bir cümlenin öznesi yoksa yükleminin anlamı yoktur.
Eğer bu devlet, bağımsız, onurlu, güçlü olmak istiyorsa öznesini güçlendirmek
mecburiyetinde. Şimdi siz özneyi ortadan kaldırdınız kimlik tartışmasıyla.
“Milletim, milletim, aziz milletim” diyorsunuz. Kim bu millet değerli
arkadaşlar? Bu millet Türk milleti, isteseniz de Türk milleti, istemeseniz de
Türk milleti. Ama, siz maalesef, etnik bölücü terörü küstürmemek adına, küresel
güçleri küstürmemek adına bu ülkenin millî kimliğini, kurucu hukuktan
kaynaklanan kimliğini sulandırdınız, tartışmaya açtınız.
Türkiye’nin zaafları, kangren
olmuş sorunları, geçmişinde imza attığı yanlışlıkları vardır ve düzeltilmesi
için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini, can yakıcı kararlar alınıp
uygulanmasının zorunlu olduğunu hepimiz birlikte biliyoruz. Ancak, artık bugün
yeni bir durumla yüzleştiğimizi, sorunun sadece bu ülkenin zaaflarıyla sınırlı
olmadığını, bölgede olup bitenlerin birbirini tetiklediğini, Türkiye’nin
yapayalnız yürüdüğü tehlikeli bir yolculuğa çıktığını, aslında bunun uzun bir
yürüyüş olduğunu, bir meydan okuma olarak algılandığını, bu ülkenin 20’nci
yüzyıl defterini kapatmak istediğini, bunun da kendi müttefiklerimiz tarafından
bile tehdit olarak kabul edildiğini ve bize diz çöktürmek için önce bölücü
terör üzerinden birliğimizi parçalamayı bir proje olarak bize dayattıklarını
hepimiz görmek mecburiyetindeyiz. Ve ne yazık ki, milletin oylarıyla iktidar
olmuş bu iktidarın Sayın Başbakanı bu projelere eş başkan olmakla övünüyor, acı
olan da bu.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’yi ve Türk milletini tarih, coğrafya, kültür, inanç bağlamında ve bir
zaman-mekan bütünlüğünde düşünürsek, Türkiye gerçekten bir merkez ülke olarak
büyük bir ülkedir. Milletiyle, devletiyle, birikimiyle, iradesiyle büyük bir
ülkedir. Öncelikle bu büyüklüğe inanmak mecburiyetindeyiz ve bu büyüklüğün
gereğini yapmak mecburiyetindeyiz. Bunun anlamı şudur: Türkiye’yi yönetenler
tüm dinamiklerin gücünü kullanırken, tüm faktörlerin bileşkesinde strateji
belirlerken, planlama yaparken, hatta iş birlikleri, ittifaklar yaparken millî
düşünmek, başkent Ankara merkezli bakmak zorundadır. Washington, Brüksel, Erbil
merkezlerinden yükselen taleplere ve projelere eş başkanlık yapmak hevesi,
hayali Türkiye için bir stratejik derinlik değil, stratejik komiklik olur ve
siz maalesef bunu yapıyorsunuz. Sizi bu konuma cesaretlendirenler gün gelir
sizden vazgeçer, ortada kalıverirsiniz, birçok olayda yaşadığımız gibi.
Değerli milletvekilleri,
büyük medeniyetler, toplumların bunalım dönemlerinde bu bunalımdan çıkış
gayretleriyle kendilerini geliştirir, ifade ederler ve sorunu enerjiye
dönüştürürler. Ben inanıyorum ki bugün Türkiye’miz, cumhuriyetimizin
kuruluşundan seksen, doksan yıl sonra yaşadığı bu bölücülük sorununu aşarken
yeni bir…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şandır, ek
süre veriyorum. Lütfen tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
…yüzyılın ilk çeyreğinde büyük olmak iddiasını, idealini yani lider ülke
Türkiye olmak idealini bir enerjiye, bir iradeye, bir karara dönüştürecektir ve
bunu gerçekleştirecektir inşallah. İşte bunun için gerekli olan husus, millî
bir siyaset, milliyetçi bir siyaset ve bir milliyetçi kadroya ihtiyaç
bulunmaktadır, milliyetçi bir anlayışa ihtiyaç vardır.
Milliyetçilik dediğimiz
hadiseyi hepiniz biliyorsunuz ama en basit tarifiyle söyleyeyim: Mensubiyet
şuuru. Sahip olduklarımıza mensubiyetin asabiyeti milliyetçilik. Biz binyıllık
bir tarihe, bu kadar geniş bir coğrafyaya ve acısıyla tatlısıyla bir geçmişe
sahip bir millet olarak buna duyduğumuz mensubiyetin enerjisi… O enerjiyle
ülkemizi ve milletimizi büyük yapmak bize göre zor değil ama bunun
yapılabilmesi için milliyetçi bir anlayışın, milliyetçi bir siyasetin ve
milliyetçi bir kadronun bu ülkeyi yönetmesi lazım.
Bakınız, bizim bir projemiz
olarak size ifade edeyim. Bunu gerçekleştirebilmek için öncelikle
farklılıkların farkında olarak ve farklılıklarımıza da saygı göstererek hiç
kimsenin kendine ait özeline itiraz etmiyoruz ama biz Türk milletiyiz, hepimiz
birlikte Türk milletiyiz. Herkesin soyu kendine ait. Birlikte yaşamayı -bizim
en önemli değerimiz bu, birliğimiz- bir cazibe merkezi hâline getirmeliyiz ve
bunu bir ülkü hâline getirmeliyiz. Bunu bir enerjiye dönüştürmemiz ve bundan
bireysel çıkarımı maksimize edecek projeleri de milletimize sunmalıyız. Ayrıca,
adil, şefkatli bir devlet yönetimi ve bunu yönetecek siyasi kadrolarda
sorumluluk duygusunu bir ahlak hâline getirmiş bir siyaset ve siyaset kurumu
geliştirmeliyiz. Bunun için, küreselleşen dünyada, küresel projelerin
kesiştiği, çarpıştığı coğrafyamızda bunu gerçekleştirecek ancak bir millî
siyasete ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri,
toplumsal psikoloji bir öz güven ile yeniden inşa edilmelidir. Toplum bir
büyüklük hayali içinde ortak gelecek kurmaya ikna edilmelidir. Ayrışmayı
besleyen söylem ve siyasetlerden ve bunu destekleyen terör saldırılarından
hızla kurtulmak gerekmektedir. Toplumu, birlikte oluşturdukları tarihi ve
binlerce yıl birlikte yaşadıkları coğrafyayı birlikte sahiplenmeye ikna etmemiz
gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisinin iktidar projesi bunu amaçlayan, bunu
gerçekleştirmeyi projelendiren bir iktidar anlayışıdır.
Değerli milletvekilleri, çok
güzel bir söz vardır, bir özdeyiş. “Yay ne kadar gerilirse ok o kadar ileri
atılır.” Ancak, o yayı gerenin sağlam bir zemine basması lazım. Öznesi olmayan
bir milletin, öznesi olmayan bir devletin ileriye atacağı ok yok, ancak kendi
ayağına sıkar. Maalesef, ülkemiz bugün bunu yaşamaktadır. Bize göre, 21’inci
yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır, Türk asrı olacaktır ve bunu hep birlikte,
birlikte gerçekleştireceğiz. Milletimizin hiçbir ferdinden; ülkemizin,
vatanımızın bir tek çakıl taşından bile vazgeçmeden bunu gerçekleştireceğiz
inşallah. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu anlayışla bu göreve
hazırız. Bu bütçe görüşmesiyle bunu aziz milletimizin takdirine sunuyoruz.
Bu değerlendirmeler ve
hedefler doğrultusunda bu bütçeyi yeterli bulmuyoruz. Bunun için, ret oyu
vereceğiz. Tekrar ediyorum: Milletimize bir gram hizmet edene şükranlarımızı
sunuyoruz. Ancak, biz milletimizi hizmetin en iyisine, en çoğuna layık
görüyoruz.
Etini, sütünü, buğdayını,
hatta samanını yurt dışından satın alarak, binyıllık kardeşliği tartışarak,
ayrışarak, küresel projelere taşeronluk yaparak bu topraklarda egemen ve özgür
yaşamanın mümkün olmayacağını biliyoruz. Bedelini atalarımızın kanlarıyla ödeyerek
vatan yaptığımız bu topraklarda kıyamete kadar Türk ve Müslüman kimliğimizle ve
bağımsız devletimizle yaşayacağımıza yürekten inanıyoruz.
İnşallah diyorum ve her şeye
rağmen, görüştüğümüz bu bütçenin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini
dileyerek yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, daha önceki oturumda söz talebimiz vardı.
BAŞKAN – Bitmedi, aynı oturum
içerisinde... 69’a bakarsanız zamanı tayin etmek bana ait. Müsaade ederseniz...
Ben birleşimi kapatmadım. Onun için...
Şimdi sıra…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Ama
konu tamamen dağılıyor Sayın Başkan. Çıkıp orada bir konuda açıklama yapacağız,
cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Hayır… Bakın, şimdi,
siz İç Tüzük’e göre söz talep ediyorsunuz. Ben de İç Tüzük’ün hükümlerine uygun
olarak bu işlemi yapacağım.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, daha önce söz verirken böyle bir yöntem işletmediniz.
BAŞKAN - Bakın, sizden evvel
de bir başka sataşma talebi Hükûmetten geldi, ona da aynı muameleyi yapıyoruz.
Lütfen…
AHMET TÜRK (Mardin) – Taraflı
davranıyorsunuz. Niye diğer gruplara verdiniz?
BAŞKAN - Keşke sataşacak
laflara sebebiyet vermesek.
Evet, şimdi Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ağan Ayaydın. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Ayaydın.
Zannediyorum siz de süreyi
eşit paylaşıyorsunuz, süreniz otuz dakika.
CHP GRUBU ADINA AYDIN AĞAN
AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 yılı bütçesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu anda sıralara baktığımda sıralarda bir eksiklik görüyorum.
Bu eksiklik sayısal eksiklik değildir. Bu eksiklik demokrasi eksikliğidir. Bu
eksiklik aynı zamanda halkın iradesinin yüce Mecliste tescil edilmemesinin
eksikliğidir. Şu anda bu sıralarda 8 milletvekili arkadaşımızın bulunması
gerekir. 8 milletvekili eksik olarak 2013 yılı bütçesini görüyoruz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Mehmet Haberal denilince,
yoldan geçtiğinizde 10 kişiye sorun, “Mehmet Haberal necidir?” derseniz,
“Mehmet Haberal, insanların hayatını kurtaran, günde on sekiz saat böbrek nakli
yapan dünyaca ünlü bir operatör, bir cerrahtır.” derler. “Mustafa Balbay
kimdir?” derseniz, Mustafa Balbay için de “Dünyanın en dürüst, en çalışkan, en
namuslu gazetecisiydi.” derler. Şimdi bunların ve bunlarla beraber, Milliyetçi
Hareket Partisinde ve Barış ve Demokrasi Partisinde bulunan diğer
milletvekillerinin de bugün burada bulunmaları gerekirdi. Burada bulunmamaları
büyük bir eksiklik, bir demokrasi eksikliğidir. Bir an önce o milletvekili
arkadaşlarımızın da aramızda olmasını yürekten diliyorum ve Cumhuriyet Halk
Partisinin 133 milletvekili –başta Genel Başkanımız olmak üzere- şu anda
Silivri Cezaevine, onlara selamlarımızı, sevgilerimizi iletiyoruz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin vatandaşlara heyecan ve umut vermesi
gerekir. Ancak, görüyoruz ki, bu bütçe görüşmelerinde bırakınız vatandaşa
heyecan ve umut vermeyi, bizler bile heyecan duymamaktayız. Eskiden bütçe
görüşmeleri yapılırken o zaman televizyonlar yoktu, herkes transistörlü
radyolarda köyünde, evinde, bahçesinde kulaklarını radyoya verir ve bütçe
görüşmelerini o şekilde takip ederdi. Ancak, AKP sayesinde artık bütçe
görüşmeleri izlenilmez oldu, umut vermez oldu, heyecan vermez oldu; bu da bir
AKP klasiğidir.
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen
sükûneti muhafaza edelim, Sayın Hatibi dinleyelim lütfen.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– AKP döneminde bütçe görüşmelerinin profili ve heyecanı her geçen yıl
düşmektedir.
BAŞKAN – Sayın Ayaydın bir
dakika.
Özellikle arka sırada oturan
arkadaşlarımız, eğer konuşma ihtiyacınız varsa, lütfen kuliste bu ihtiyacı
gideriverin. Hatibi saygıyla dinleyelim lütfen.
Buyurun Sayın Ayaydın.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
- Bütçe görüşmeleri sıradanlaştı ve anlamını yitirdi. Sayısal çoğunluğuna
güvenen AKP, yasaların Mecliste görüşülmesini artık yalnızca bir şekil şartı
olarak görüyor. Bu nedenle, halkın da bütçeye olan ilgisi ve inancı tamamen yok
oldu, nasıl yok olmasın ki?
Bütçe görüşmelerinin başında
Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Hükûmete tam 13 soru sordu ama Sayın
Genel Başkanımızın sorduğu o sorulara Hükûmetten tek bir cevap gelmedi,
gelemez.
AKP iktidarı, halkın bizlere
verdiği en önemli emanet olan bütçe hakkını dikkate almıyor. AKP Hükûmeti bu
yıl da Orta Vadeli Program’ı yine geç yayımlayarak kanun hükmünde kararnameyle
kendi değiştirdiği bütçe hazırlama takvimine uymamış, hukuku, kuralları,
teamülleri, kanunu hiçe saymaya devam etmektedir. 5018 sayılı Kanun’a neden
uymuyorsunuz? Madem uymayacaktınız bu kanunu neden çıkardınız? Ve bu kanun
hükmünde kararname değişikliğini neden yaptınız? Siz kanunlara uymazsanız
vatandaşların kanuna uymasını nasıl beklersiniz? Böyle bir şey olur mu?
Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına kamu kurum ve kuruluşlarını Sayıştay denetler. 2011 yılı Genel Uygunluk
Bildirimi dışında Sayıştayın Meclise sunması zorunlu olan Dış Denetim Genel
Değerlendirme Raporu, Faaliyet Genel Değerlendirme Raporu ve Mali
İstatistikleri Değerlendirme Raporu Meclise gelmemiştir. Gerekçesi, Sayıştay
Kanunu’nda yapılan değişiklikmiş!
Evet, 2012 yılında 6353
sayılı Kanun ile Sayıştay Kanunu’nda değişiklik yapıldı ama bu değişiklik
yapılırken Sayıştay Kanunu hiçe sayıldı. Sayıştayın görüşü alınmaksızın,
tepeden inme bir şekilde denetim işlevsizleştirildi. Üstelik bu değişikliğin
2011 yılı için düzenlenecek olan raporlarla da ilgisi bulunmamaktadır.
Kendisi hukuki olmayan bir
değişiklik bahane edilerek 2011 yılı kesin hesabını görüşmek meşru ve doğru bir
davranış değildir.
Kurumların 2011
faaliyetlerini, giderlerini, ödeneklerin ne kadarını nasıl ve nerede
kullandıklarını bilmeden, hangi hesapları neye göre oyluyorsunuz? Bunu anlamak
mümkün değildir.
Daha da vahimi ise, komisyon
aşamasında bizlerin, kurul aşamasında da başta Genel Başkanımız Sayın
Kılıçdaroğlu’nun, tüm muhalefetin bu konuda dile getirdiği onca tespit ve eleştirilerine
Hükûmet tarafından ne yazık ki tek bir yanıt verilememiştir. Dönemin AKP
Kayseri Milletvekili ve şu anki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili
Sayın Sadık Yakut bakınız ne diyor; tarih 4 Aralık 2001: “Yasama organı,
yürütme organının mali işlemlerini bağımsız, tarafsız ve uzman bir kuruluş olan
Sayıştay eliyle denetlemektedir. Devlet harcamalarını Sayıştay denetiminden
kaçırmayı amaçlayan düzenleme ve uygulamalardan kaçınılması gerektiği
inancındayız.” Kim diyor bunu? AKP’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Sadık Yakut. Sadık Yakut Bey’i kutluyorum. Onun bu söylediklerinin
hepsinin altına imzamı atarım ve şu anda da biz muhalefetin talepleri de bu
sözlerin yerine gelmesidir.
Yine, 6085 sayılı Sayıştay
Kanunu’nu teklif olarak 1 Şubat 2010 tarihinde Meclise sunan AKP grup başkan
vekilleri Sayın Nurettin Canikli, Sayın Mustafa Elitaş, Sayın Ayşe Nur
Bahçekapılı ve şu anki Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ ve Gençlik ve
Spor Bakanı Sayın Suat Kılıç bakınız teklif gerekçelerinde ne diyor:
“Sayıştayın asli görevlerinden olan, adına denetim yaptığı Türkiye Büyük Millet
Meclisine rapor verme, gereği gibi yerine getirilememektedir. Teklif ile
Sayıştay hazırladığı raporları zamanında ve belli bir prosedür dâhilinde
Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna sunabilecektir.” Doğru söylemişler,
biz de bunu istiyoruz.
Peki, kanunu değiştirdiniz,
bu raporların Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmesini sağladınız mı? Asla,
çünkü AKP’nin söyledikleriyle yaptıkları birbirinden farklıdır.
AKP Grup Başkan Vekili ve
bakanların tüm bu ifadelerine aynen katılıyorum, kendilerini de kutluyorum,
ancak bu sözlerine de sahip çıkarak Sayıştay raporlarının peşine düşmeye de
davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada söz konusu ettiğimiz husus, bizim veya sizin
paralarınızla ilgili değildir, halkın paralarının nasıl kullanıldığıdır. Tüm bu
çabalarımız, AKP’nin kendi parasını değil, dilinden hiç eksik etmediği, tüyü
bitmemiş yetimin ve halkın parasının nereye harcandığının ortaya çıkması içindir.
Lafa gelince “halk” diyeceksiniz, ama halkın parasının nereye harcandığını
sorunca da bunun hesabını vermeyeceksiniz, hem de hesabı soran muhalefet
partilerine kızacaksınız. Bu ne biçim anlayıştır Allah aşkına? Unutmayalım ki
bu yetkiler de, bu paralar da bizlere halkımızın verdiği kutsal emanetlerdir,
bu emaneti doğru ve dürüst kullanmak iktidar olarak sizin, nasıl kullanıldığını
denetlemek de muhalefet olarak bizim boynumuzun borcudur.
Gelelim bütçenin içerik ve
esaslarına. 2013 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Orta Vadeli Program baz alınarak
hazırlanmıştır. Evet, bu program Hükûmetin bir yol haritasıdır, ancak korkarım
ki Hükûmet önünü pek görememektedir.
Bütçe görüşmeleri sürecinde
AKP temsilcileri ekonomideki sözde başarıyı anlatırken, ekonomide hedef ve
öngörülerin tuttuğunu söylediler. Şimdi size, sadece kağıt üzerinde kalan,
sözde gerçekçi ve sözde isabetli hedeflere bir-iki örnek vermek istiyorum:
Yüzde 4 olarak öngörülen 2012 büyümesi, yüzde 3,2 olarak revize edildi, üstelik
bu oranın yakalanması bile zor. Bu mudur tutulan hedef?
21 milyar olarak öngörülen
2012 yılı bütçe açığının 33,5 milyar Türk lirası olacağını Sayın Bakan bizzat
kendisi açıkladı. Bu, yüzde 50’den de büyük bir sapmayı göstermektedir. Yoksa,
“Tuttu.” dediğiniz hedef bu sapmayla, bu mudur?
Yüzde 5,2 olarak öngörülen
2012 TÜFE, yüzde 7,4 olarak revize edildi, bunun da tutmayacağı daha şimdiden
belli. Bu ne biçim hedef, bu ne biçim öngörü?
On yıldır ülkeyi tek başına
idare eden bir ekonomi yönetiminin önünü daha iyi görmesi gerekmez mi? Bütçe
Orta Vadeli Program’a göre hazırlandığına göre, neden Orta Vadeli Program’ı geç
yapıyorsunuz? Madem geç yaptınız, bari gerçekçi yapın.
Gelelim yönetilemeyen
ekonomimize. 2012 yılı Türkiye ekonomisi için pek iyi geçmemekte, Hükûmet
tarafından çizilen o pembe tablolar yerini ülkenin acı gerçeklerine
bırakmaktadır. AKP tarafından dikkate alınmayan tespit ve uyarılarımız maalesef
bir bir gerçekleşmiş, ülke ekonomisi yine bocalamaya başlamıştır.
Esnaf kan ağlıyor, siftahsız
kepenk kapatıyor. Sanayici şaşkın ve karamsar, tüccar perişan, memur ve işçi ay
başını zor getiriyor. Kredi kartı borcunu ödemek için tefecinin POS makinesini
neredeyse yasal hâle getirdi. Emekliler perişan, hâlleri içler acısı. Çiftçi
artık yok. Ürettikleri ürünü satarken eline geçen para, aldığı mazotun ÖTV’sini
bile karşılayamıyor. AKP iktidarı milyonlarca dolar değerindeki yat ve
teknelere ÖTV’siz mazot verirken, sıkıntı içinde kıvranan bu çiftçinin
traktörüne neden ÖTV’siz mazot vermez? Bunu anlamak mümkün değil.
Hayvancılıkla uğraşanlar
sizlere ömür. Yıllarca hayvan ihracatı yapan ülkemiz, önce et, sonra da canlı
hayvan ithal etmeye başladı. Anlayacağınız, Türkiye’de tarım ve hayvancılık
öldü.
“Serbest meslek sahiplerinin
durumu nasıl?” derseniz, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Borç batağındaki
vatandaş icralık olmuş. Bu nedenle icra dairelerinin sayısı ha bire artıyor.
Ekonomi iyiyse, on yılda neden 7 kez mali af çıkardınız? Bunun cevabını
veriniz. Hâlinden memnun olan var mı? Olmaz olur mu, elbette var. Daha üç beş
yıl öncesine kadar ismi cismi olmayan, vergi rekortmenleri listesinde asla
isimleri geçmeyen, belki de vergi mükellefi bile olmayan ancak AKP iktidarında
birden öne çıkan yeni ultra zenginler elbette hayatından memnun, hem de çok
memnundurlar.
Peki, AKP’nin on yıllık
iktidarında hiç mi olumlu bir uygulama yok? “Yok.” desem haksızlık etmiş
olurum. Elbette vardır. Mesela, yıllardır dünya kadar para ödediğimiz ilaçları
artık çok daha ucuza alabiliyoruz, bu bir gerçek. Ana muhalefet partisi olarak
Hükûmete ön yargılı değiliz. İyi yaptığına “iyi”, kötü yaptığına “kötü” diyecek
kadar da objektif değerlendirmesini biliyoruz. Ancak iktidar ve iktidarın arka
bahçesi hâline gelen medya, zaten AKP iktidarının 1 yaptığını kamuoyuna 100
olarak yansıtıyor, yanlışları ise hiç görmüyor. Muhalefet olarak bizler de hiç
olmazsa, Hükûmetin gündeme getirilemeyen yanlışlarını, eksikliklerini ve ülke
ekonomisinin gerçek fotoğrafını bütçe görüşmeleri vasıtası ile kamuoyuna açıklayıp
kayda geçirmek istiyoruz.
Türkiye ekonomisi 2012’nin
3’üncü çeyreğinde sadece yüzde 1,6 oranında büyüdü. Geçen yıl yüzde 8,2’ydi,
yıl sonu yüzde 3’leri bulsak sevineceğiz. Sağlıksız ve sürdürülemeyecek olan
büyüme de, bu yılki düşük büyüme de bizim açımızdan sürpriz olmamıştır.
Peki, bu zigzaglı tablonun
sebebi nedir? Defalarca söyledik, ikaz ettik. Tabii ki yanlış büyüme modelinde
ısrar edilmesidir. Yüksek büyümenin bileşenlerine bakıldığında Türkiye
ekonomisi söylemde ihracat merkezi, eylemde ise yüksek iç talebe dayalı konut
ve hizmetler sektörü gibi dış ticarete konu olmayan alanlarda yoğunlaşan bir
büyüme modelini uygulamaktadır.
Şimdi, Sayın Canikli
konuşurken Sayın Genel Başkanımızın neden 1946-2002 yılındaki büyüme hedefini,
gerçekleşen büyümeyi eksik söylediğini yani 5,2 dediğini... Sayın Canikli’ye
göre bu 5,2 değil, 5,12 olacakmış yani bindelerle bir sapma. Şimdi, ben merak
ediyorum. Bizim aldığımız göstergeler devletin resmî kaynaklarından, Türkiye
Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığının “Ekonomik ve Sosyal Göstergeler” kitabından
alıyoruz. Şimdi, Sayın Genel Başkanımız 5,2 diye 5,12’yi yuvarladı. Sayın
Canikli de “Yüzde 5,12.” dedi. Ben oturdum, hesabını yaptım; bu kitaptan,
devletin kaynaklarından hesabını yaptım: 5,19. Demek ki sayılar arasında bir
fark vardır, Sayın Canikli sayılarla biraz daha fazla oynamayı herhâlde
seviyor.
Şimdi, Sayın Canikli neden
1946-2002 yılına takıldı? Sayın Kılıçdaroğlu’nun 1946-2002’yi niye
hesapladığını sordu. Söyleyeyim, cevap vereyim: Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu
büyüme ortalaması hesabında 1946’yı şu amaçla kullandı: “1946” denilince bu
milletin aklına çok partili yaşam ve demokrasi gelir. Onun için Sayın
Kılıçdaroğlu rakamları söylerken 1946’yı yani demokrasiyi temel yıl, baz yıl
olarak aldı. Ama Sayın Canikli’nin ağzından eksik etmediği -“Niçin 1938 değil?”
diyor- 1938 ne biliyor musunuz? 1938, Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal’in
ölüm yılı. Onun için Sayın Canikli özellikle “1938” diyor. Şimdi, 1938’e Sayın
Canikli çok meraklıysa; 1923’ten yani cumhuriyetimizin kuruluşundan 1938 yılına
kadar Türkiye'nin büyümesi yüzde 7,8; AKP iktidarının bugünkü büyümesi yüzde
3,2. İşte, gelinen nokta budur. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli büyümeden
bahsetti. Büyümeden bahsederken birtakım ülkeler birbirleriyle kıyaslanır.
Kıyaslanırken de aynı kategoride olan ülkelerin rakamları kıyaslanır. Şimdi,
geçen yıl AKP ne diyordu: “Dünyada en çok büyüyen ülkelerin 1’incisi Çin,
2’ncisi Türkiye.” Doğru, geçen yıl Türkiye ile Çin yüzde 8 dolayında -yüzde 8
değil, yüzde 7 küsur- büyüme yaptı. Çin bu yıl da yüzde 8. Peki, Türkiye'nin
büyümesi bu yıl ne kadar? Büyümede önemli olan, bir yıllık büyüme değildir.
Eğer büyüme sürdürülebilirse, her yıl aynı büyümeyi gerçekleştirebiliyorsanız o
ekonomi sağlıklıdır. Bir yıl yüzde 8, öbür yıl yüzde 2, öbür yıl yüzde 4 olan
büyüme sağlıklı bir büyüme değil, hormonlu bir büyümedir, hormonlu büyüme. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli, yolsuzlukla
ilgili Pricewaterhouse’un bir raporundan
bahsetti ve Türkiye’nin o araştırmaya göre 3’üncü sırada olduğunu, çok başarılı
olduğunu, yapılan araştırmalara göre yolsuzlukta artık Türkiye’nin iyi bir noktada olduğunu söyledi. Ancak, Sayın Canikli’nin o raporun
bir özetine bakması lazım, o rapor nasıl
hazırlanmış. O rapor sadece incelenmiş olan yolsuzluk raporlarını kapsıyor.
Türkiye’de yolsuzluklar inceleniyor mu ki, medya yolsuzlukları gündeme
getiriyor mu, yolsuzlukları içeren raporlar Meclisin gündemine geliyor mu ki?
Onlar incelediğinde görülecektir ki, o yolsuzluk raporları, o sıralaması o
şekilde olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ekonomiye oldukça önemli göstergelerle cevap vermek istiyorum
ama Sayın Canikli söylediği için bir konuyu daha açıklamak istiyorum.
Sayın Canikli, büyümenin
raporu olarak, Türkiye’de gösterge olarak buzdolabı sayısını, çamaşır makinesi
sayısını ve bulaşık makinesi sayısını veriyor. Dünyanın hangi gelişmiş
ülkesinde bu tür istatistikler konuşulur? Bunların konuşulması… Ancak geri
kalmış olan ülkelerde bu tür sayısal istatistikler verilir, gelişmiş hiçbir
ülkede buzdolabı sayısı, çamaşır makinesi sayısı verilmez. Çünkü bunların
büyümede hiçbir anlamı yoktur. Eğer anlamı olsaydı o zaman şu denirdi:
Türkiye’nin bu kadar topu var, bu kadar silahı var, bu kadar tüfeği var, o
zaman Türkiye çok büyümüştür. Dolayısıyla, büyümenin göstergeleri vardır,
makroekonomik göstergeler vardır, o makroekonomik göstergelerle konuşacaksanız.
İnsanların halka verecekleri
bir şey yoksa konuşmasını sadece rakamla ve grafiklerle süslemeye çalışır,
Sayın Canikli de öyle yaptı. Biz ise rakamlara sarılmadan, gerçekleri
halkımızla paylaştık. AKP iktidarı rekor cari açığa dayalı yüksek büyümeyi de,
“yumuşak iniş gerçekleşti” diye düşük büyümeyi de alkışlamamızı bekliyor. Ama
bilinmelidir ki bir kez, bazılarını çoğu kez, kendinizi ise hep
kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız, hele bizleri asla ve
asla kandıramazsınız. Takke düşmüş, kel görünmüştür. Maalesef bugün, Türkiye
ekonomisi tam anlamıyla bir açmaza sürüklenmiştir. Ya rekor cari açık ya düşük
büyüme. Düşük tasarruf, yüksek cari açıkla sakatlanmış bir ekonomi olduk.
2002 yılında millî gelirin
yüzde 18’i olan, bu ülkenin kalkınması için hayati önem arz eden tasarruf
düzeyi, son on yılda, bırakın artmayı, resmen eriyerek yüzde 12’lere indi. Bu
tasarruf düzeyiyle nereye gidilebilir? Ne kadar gidilebilir? Gidilemediği için
de ülkemiz cari açığa ne yazık ki mahkûm kalmıştır. Cari açık düşüyor ama cari
açığın finansman kalitesi de düşüyor. Bugün, cari açık, artan bir şekilde sıcak
parayla finanse edilmektedir. Ülkeye yani yatırıma, istihdama değil, faize ve
ranta giden sermayenin Türkiye’deki tatlı getiriden yararlanması artık bir
geleneğe dönüştü. AKP döneminde asıl büyüyen, vatandaşlarımızın geliri değil,
sıcak para sahiplerinin geliridir.
İhracatımız büyümekte ancak
ithalatımız da artmaktadır, daha da artmaktadır. Evet, ihracatın artışı ne
kadar iyiyse ithalatta da 250 milyar dolar düzeyine çıkması o kadar can
sıkıcıdır. İhracat da ithale bağımlı üstelik.
Sağlıklı ve kalıcı büyüme
için, en kısa sürede büyüme modeli değiştirilmelidir. Türkiye ekonomisinin
sorunu, bu büyüme modelinde hızlı ve yavaş gitmek değildir, sağlıklı bir büyüme
modeline geçmektir. Son dönemde popüler olan “gaz-fren” jargonuyla ifade etmek
gerekirse, gidilen yol yanlışsa ister gaza basın ister frene, hızınızın önemi,
anlamı yoktur. Arabanın hakkı verilemediği için, yani ülkenin potansiyeli iyi
kullanılamadığı için, yönetilemediği içindir ki işsizlik, AKP döneminde
halkımızın bir nevi kaderi hâline gelmiştir.
Ülkemizde 1980-1989 arası
dönemde işsizlik oranı yüzde 8,3. Koalisyon hükûmetleri dönemi, dolayısıyla
siyasal iktidarın tam olarak sağlanamadığı -hani kayıp on yıl olarak
adlandırılan- 1990-1999 arası dönemde Türkiye’deki işsizlik oranı yüzde 8,2. On
yıllık AKP döneminde işsizlik önce 14,8’e çıktı, ortalaması ise 10,6’dır. Evet,
söylemlerine bakıldığında, işsizliğe karşı büyük başarı elde ettiği
sanılabilecek AKP’nin performansı budur. Başarı bunun neresinde Allah aşkına?
Küresel kriz tüm ülkeleri
etkiledi, doğrudur. Ancak, Türkiye’de yanlış politika tercihleri sonucunda
işsizlik sorunu derin ve kronik hâle geldi. İşsizler iş bulamaz, hakkını alamaz
oldular. İşsizlik Sigortası Fonu geldiğimiz nokta itibarıyla vatandaşın değil,
AKP Hükûmetinin emrine girmiş, kamu harcamalarına tahsis edilen bir fon hâline
gelmiş, hazinenin bir borçlanma kaynağı olmuştur. İşsizlik Sigortası Fonu’nun
toplam varlığı, kasım sonu itibarıyla 60 milyar lirayı bulmuştur. Peki, işsize
nasip olmayan bu para nerede? Devlet tahvillerinde. Yani emekçiden kesilen bu
paralar işsiz kalınca ona ödenmediği gibi kamu harcamalarına aktarılmış, bugün
itibarıyla da devletin finansman kaynağı hâline gelmiştir. İssizlik Sigortası
Fonu’nu emekçiler değil, hazine kullanıyor. Bir nevi zorunlu borçlanma. Yani
emekçi vatandaş, devlete mecburen borç veriyor. Peki, on yıldır sağlanamayan
kamu dengesinin faturası kime çıkmaktadır? Tabii ki vatandaşa.
AKP sayesinde ısınmak bile
lüks bir hâle geldi. Vatandaş Edison’a sitem eder duruma geldi. Edison’un malum
ampulü artık zammın sembolü olmuştur. 2013 yılı da vatandaşlar açısından zamlı
ve vergi artışlı zor bir yıl olacaktır. Zira, bu büyümeyle öngörülen gelirlere
ulaşmanın tek yolu vergi artışı ve zamlar olacaktır. Vatandaşlarımıza buradan
bir daha sesleniyorum: AKP’de durmak yok, zamlara devam.
Sağlıksız, adaletsiz,
vergilere dayanan, sürdürülemez gelir sistemimizin sebebi bellidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayaydın, size
iki dakika ek süre veriyorum.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– İki süreyi de ben kullanacağım.
BAŞKAN – Öyle mi?
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– Evet.
BAŞKAN - Öyle kullanacaksanız
mesele yok.
O zaman beş dakika süreniz.
Buyurun.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– 2002 yılında Türkiye’de gelir üzerinden alınan vergilerin vergi gelirleri
içerisindeki payı yaklaşık yüzde 33’tür. AKP döneminde ise bu pay gerilemiş,
yüzde 30’a düşmüştür. Gelir vergilerinin payı, bırakın artmayı, azalmıştır
bile. Hükûmet işin kolayı bulmuş, dayanmış ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilere.
Dolaylı vergilerin oranı yüzde 67’ye ulaştı.
BAŞKAN – Sayın Ayaydın,
sürenin tamamının kullanılmasında muvafakat yok. O zaman sürenizi iki dakikayla
sınırlayacağım.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– Benzin istasyonları ile sigara ve içki satıcıları vergi daireleri gibi
çalışmaya başladı.
AB ülkelerinde ortalama yüzde
13 olan gelir ve kurumlar vergisi toplamının millî gelire oranı ülkemizde yüzde
6 bile değil. Böyle bir tabloda kayıt dışıyla mücadelede sonuç alındığını
söylemek ne kadar doğru.
Son on yılda yaklaşık 500
milyar Türk lirası borç faizi ödenmiştir. İşçinin, memurun, esnafın ödediği
vergiler yabancı sermayeye borç faizi olarak altın tepside sunuluyor.
AKP iktidarında borç stoku
önceki seksen yıldan daha fazladır. 2002 sonunda 257 milyar olan borç stoku,
bugün 550 milyara ulaşmıştır. Yiğidin kamçısı olan borç, AKP döneminde yiğidin
kemendi hâline geldi, resmen boynuna dolandı. Eminim ki yiğit bile bu kadarını
tahmin edemezdi. Vatandaşın boynuna geçirilen borç kemendi, onun çocuklarının,
hatta torunlarının geleceğini şimdiden bağlamıştır.
AKP bütçeyi bakın nereye
harcıyor; yatırıma değil, cari harcamalara yani devletin israfına,
verimsizliğine ve borç faizlerine.
Geçenlerde uluslararası kredi
derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye'nin kredi notunu artırdı. Değerlendirme
kuruluşları Türkiye'yle ilgili endişelerini dile getirince tepki gösteren,
bunları ciddiye almayan AKP bu son değişiklikle fazlaca sahiplendi. Tabii ki bu
not artırımı yetersiz ancak önemli bir gelişmedir ve bizleri de mutlu etmiştir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir konu vardır. Zira not artırımı,
küresel kriz nedeniyle dünya genelinde bol tutulduğu bu konjonktürde ülkemizde
sıcak para girişinin daha da artmasına yol açacaktır. Bu, şu anda sahip
olduğumuz riskin büyümesi demektir.
Peki ekonomide tablo bu da bu
övündüğü…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet Sayın Ayaydın…
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– Ben arkadaşımdan rica ediyorum, onun iki buçuk dakikasını da kullanıyorum.
Grubum da bu konuda onay veriyor.
BAŞKAN – Peki, o zaman kalan
süreyi de Sayın Ayaydın kullanıyor.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla)
– AKP iktidarının çok övündüğü sağlıkta OECD sonuncusuyuz. Gerek kişi başına düşen
harcamada gerekse millî gelir içerisinde toplam sağlık harcamalarının en az
olduğu OECD ülkesi Türkiye'dir. Galiba sağlık alanında dönüşen, değişen tek şey
muayene parası, reçete parası gibi araçlarla her geçen gün vatandaşın
külfetinin artması ve sağlık çalışanlarının mesleğe yabancılaştırılmasıdır.
Eğitimde farklı değil durum.
Eğitim harcamalarının millî gelire oranı açısından OECD ortalamasının
altındayız yani sonuncuyuz. Eğitim yazboz tahtasına çevrildi. 4+4+4 ile tüm
aileleri dert+dert+dert ile yaşamaya mahkûm ettiniz. ÖSYM’deki şifreli sınavlar
hafızamızdaki yerini koruyor. İki yıl önce, çoğunluğu yoksul aile çocuğu
olanlar, artık çocuklarını okutamaz hâle geldiler. Oysa İslam dininin en hassas
olduğu husus kul hakkıdır. Kul hakkı yiyen Allah’ın karşısına çıkamaz. Şimdi
soruyorum: 1,5 milyon gencin yenilen kul hakkının hesabını kim verecek, bu
gençlerin ailelerinden helallik nasıl alınacak? Bunu yapanlar değil cennette,
cehennemde bile yer bulamazlar. Zira, Hazreti Peygamber’in dediği gibi: “Gökler
ve yer adalet ile ayakta.”
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu bütçe ile ne işçiye bir şey var ne emekliye ne memura ne
tüccara ne sanayiciye ne çiftçiye ne hayvan üreticisine, hiçbir şey yok. Bu
bütçe sadece ve sadece ranta yelken tutuyor.
Onun için, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak biz bu bütçeye olumlu oy kullanamayacağız.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Ayaydın.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkanım…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Canikli, size sataşmadı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
İzin verin Sayın Başkan.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Sataşmadı, cevap verdi, Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Söylediğim şeyleri farklı anlamlarda zikretti, doğrudan ismimden bahsederek.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Canikli, söylediklerinize cevap verdi.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Benim hiç düşünmediğim, niyetlenmediğim şekilde yorumladı. Sayın Başkanım, o
yüzden söz istiyorum.
BAŞKAN – Şimdi Sayın Güneş’i
de dinleyelim, birleşim kapanmadan bu sataşmaları değerlendireceğim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Efendim, sataşmadı.
BAŞKAN - Müsaade ederseniz,
konuşmanın bütünlüğü bozulmasın, lütfen rica edeceğim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Sayın Canikli, sizin söylediklerinize cevap verdi.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Hurşit Güneş.
Sayın Güneş, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Güneş, süreniz otuz
dakika, maalesef ek süreniz de yok; takdirlerinize sunarım.
CHP GRUBU ADINA HURŞİT GÜNEŞ
(Kocaeli) – Can sağlığı olsun.
BAŞKAN - Sağ olun.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2013 yılı bütçesine, bütçe tasarısına ilişkin
Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Değerli arkadaşlar, ekonomi
bir arabaya benzer. Tıpkı bir araba gibi ekonominin de hızlı gitmesini isteriz.
Ama hızlı gitmesi yetmez, biz aynı zamanda arabanın güvenli olmasını isteriz.
Güvenli olması da bir arabanın kaza yapmaması demek, arıza yapmaması demek,
aynı zamanda yolcuları da yormaması demektir; konforlu olacak.
Şimdi, geçtiğimiz yıl,
biliyorsunuz, bir tartışma oldu: Acaba gaza mı bassak, frene mi bassak, bu
ekonomiyi nasıl yönetsek diye. Değerli arkadaşlar, ekonomide amaç nettir,
mümkün olabildiğince gaza basacaksınız, frene basma ihtiyacı doğmayacak ama
kaza yapmayacaksınız, araba da arıza yapmayacak.
Şimdi, ben, 2012 yılında da
bu kürsüde, gelmişim, bütçeyle ilgili ne demişim, gittim, zabıtlara baktım.
Zabıtlarda gördüğüm manzara şu oldu: 10 Aralık tarihinde demişim ki: “Bu büyüme
yüzde 4 olmaz. Hayaldir. 21 milyar TL bütçe açığı hayaldir, enflasyon yüzde 5
olmaz.” Zabıtlar ortada, gidip bakabilirsiniz. Ama görünen şu ki: Hem araba yavaşlamaya
başlamış hem de arızalar artmaya başlamış.
Şimdi, 2012 yılını, önce,
değerlendirmek istiyorum. 2013 bütçesine gelmeden önce 2012 bütçesine bir
bakmamız lazım. Ne oldu, ekonomi nereye gitti, ne elde ettik? Birinci durum şu:
Büyüme yavaşladı. Büyümede bu yıl Hükûmetin tahmini yüzde 3 ve diyorlar ki:
“Evet, büyüme düştü ama dünya ekonomisi daralıyor, ne yapalım.” Ben size
söyleyeyim: Dünya ekonomisinin bu yılki büyüme beklentisi 3,3 yani Türkiye’den
yüksek. Onu bilelim birincisi.
Şimdi, Sayın Babacan burada,
kendisini yakın tanıyorum, takdir de ederim. Gelsin, bu kürsüde bana cevabında
desin ki: “Altın hesabını çıkardığımız zaman bu yıl Türkiye’nin büyümesi,
tahmin ediyorum, şu rakam olacak.” Yüzde 1 mi diyecek, yüzde 1,5 mu diyecek,
ben bunu merak ediyorum çünkü Türkiye’de nüfusun artış hızı da yüzde 1. Eğer
altını çıkardığımız zamanki –o çok konjonktürel bir şey, sadece İran’a gidiyor;
o bu yıl için geçerli bir şey, onu gelecek yıl yapıp yapamayacağımız kuşkulu-
büyüme hızı ne olacak, ben bunu samimiyetle bekliyorum.
Şimdi, geçen yıl bu kürsü
inliyordu, diyordunuz ki: “İki yıldır biz çok yüksek büyüme elde ettik.” Yüzde
8,5’tu geçen yıl. Şimdi ağzınızı bıçak açmıyor, hiç bu yılki büyümeden
bahsetmiyorsunuz, dut yemiş bülbül gibisiniz. Nerede o yüksek büyüme? Geçen yıl,
“Sürdüremezsiniz.” dedik, sürdüremediniz.
Gelelim 2’nci konuya, dış
açık: Geçen yıl dünyanın en büyük dış açığını, millî gelir itibarıyla Türkiye
vermişti. Bu yıl durum ne? Bu yıl da çok farklı değil. Geçen yıl millî gelirin
yüzde 10’uydu, bu yıl da millî gelirin yüzde 7’si, 55 milyar dolar civarında
olacak ama bir şey var altın dâhil. Altını çıkarırsanız, o millî gelirin yüzde
8,5’u eder, yani bu, İran’a yaptığımız, konjonktürel bir durum olan, onu
çıkarırsanız.
Değerli arkadaşlar, bu
Hükûmetin mensupları sıklıkla geliyorlar, sadece bu kürsüde değil,
televizyonlarda, her yerde “İhracatta patlama yaptık…” 2002 yılında ihracatın
millî gelire oranı yüzde 16’ydı, bu yıl altın dâhil yüzde 18. Öyle olağanüstü
bir artış yok, bir efsane ama bu efsanenin mutlaka yıkılması, kırılması
gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, gelelim
bütçeye: 2012 bütçesi nasıl bir bütçe? Geçen yıl söyledik, dedik ki: “21 milyar
TL açığı unutun, hayal.” Ne oldu? geçen yıl 17,8 milyar TL’ydi, 2011; bu yıl
33,5 milyar TL olması bekleniyor. Şimdi, 2012 yılıyla övünülecek bir taraf var
mı değerli arkadaşlar? Yok.
Şimdi, söylüyoruz, diyoruz
ki: “Yeni bir mimariye ihtiyacınız var. Bu 2011 model bir modeldir, bir
ekonomik modeldir, bu arabayı değiştireceksiniz, başka bir arabaya
bineceksiniz; daha hızlı giden, arıza yapmayan, bir durup bir kalkmayan bir
arabaya ihtiyacınız var.” Diyorsunuz ki:
”Bize bir öneride bulunun.” Biz de bulunuyoruz, diyoruz ki: “Yeni bir modele
ihtiyacınız var. Bunun için de iradeye, siyasi iradeye ihtiyaç var.” Peki,
böyle bir iradeniz var mı? Artık onu size bırakıyorum, varsa yeni bir modeli
dizayn edin, Türkiye için kurun çünkü bu model artık yürümüyor.
Şimdi, ben Başbakana bir soru
sormak istiyorum müsaade ederseniz. Sayın Başbakan yahut da onu temsilen
Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan yanıtlasın. 2012 yılında, 3 tane OECD ülkesi
soracağım. Bunlardan bir tanesi, OECD ülkeleri içinde en yüksek dış açık, bu
ülke hangisi acaba?
Bir başka ülke daha
soracağım, o da en yüksek genç işsizliği olan OECD ülkesi, acaba hangi ülke o?
2’nci ülkemiz o.
3’üncü ülkemiz de OECD
ülkeleri içinde 2012 yılında en hızlı yavaşlayan, birdenbire yavaşlayan ülke
hangisi? Bu 3 ülke hangisi acaba? Birazdan Sayın Babacan bu konuyu gelip bize
açıklar.
Şimdi, efendim, bendeniz
Kandıralıyım. Bizim Kandıra’da misafirliğe gittiğiniz zaman yemek güzel olmazsa
ev sahibi der ki: “Ya, kusura bakmayın, yemek ‘sasık’ oldu.” Bu bir Kandıra
tabiridir, başka yerlerde var mı, bilmiyorum. Yani tadı tuzu yoksa yemeğin,
lezzeti yoksa “Yemek sasık oldu, kusura bakmayın.” derler.
Şimdi, 2013 bütçesine
bakıyorum: Bütçe açığı daralıyor mu Orta Vadeli Program’da? Yok. Büyümede ciddi
bir yükseliş var mı? Yok. Cari açık düşüyor mu? E, onda da bir şey yok. E,
işsizlik düşüyor mu? Hayır, aynı kalıyor. “E, kusura bakmayın, 2013 bütçesi
sasık bir bütçe oldu, tadı tuzu yok. Kusura bakmayın. Bununla yetineceksiniz.”
diyor Hükûmet.
Şimdi, efendim, bu sasık bir
bütçe fakat bu kürsüye gelen bütün Hükûmet yetkilileri geliyor, bir karnedir
tutturuyor: “Çok oy aldık.” diyor, “Yüzde 50 oy aldık.” diyor, “Bu yetmez mi?”
diyor. Şimdi, efendim, çok oy aldınız, doğru, biz bunu inkâr etmiyoruz da, siz
bunu hak ettiniz mi, biz onu tartışıyoruz. Bizim de muhalefet olarak görevimiz,
sorumluluğumuz bunu hak etmediğinizi topluma, halka anlatabilmek.
Şimdi, bakın, bazı efsaneler
yarattınız put gibi. Bunlara da halkı inandırmaya çalışıyorsunuz, tıpkı
Cahiliye Dönemi’nin putları gibi, “Biz inanıyoruz, siz de inanın.” diyorsunuz.
Ama bu putları artık yıkma zamanı geldi. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, önce müsaade ederseniz
çiftçiden başlayacağım: Herkes söylüyor “Üre Türkiye’de pahalı.” diye.
Hindistan’da 24 kuruş, Türkiye’de 1,5 lira ürenin kilosu. Mazot Hindistan’da 1
lira 30 kuruş, Türkiye’de 4 lira 50 kuruş. Yine birçok konuşmacı söyledi,
biliyorsunuz, mazot sizin iktidarınız döneminde 4,4 kat arttı, gübre 6,3 kat
arttı, buğday ise 2,5 kat arttı ama diyebilirsiniz ki: “Hayır, canım, biz
destekleme veriyoruz.” E, destekleme de 4,1 kat arttı. Şimdi, köylünün durumu
şu: Ya tarlasını ekemiyor -herkes veriyor ve ekilen tarlalar azaldı dönüm
olarak diye- ya borçlanıyor -e, onları da bankalardan biliyorsunuz- ya borcunu
ödeyemiyor ya tarlasını satıyor, çekip gidiyor şehre, köylünün durumu bu. Siz,
Türkiye’ye iyi bir şey yaptınız. “Hani hiç iyi bir şey yapmadık mı?” demiyor
musunuz? Yaptınız. 2006 yılında 5488 sayılı bir yasayı çıkarttınız. Sizi
kutluyoruz, çok hayırlı bir iş yaptınız. Ona, bir 21’inci madde koydunuz, Tarım
Kanunu. “Millî gelirin yüzde 1’inden aşağı destekleme vermeyeceğiz.” dediniz,
bravo, tebrik ederiz. Fakat sadece kanunu çıkarttığınızdan bu yana yani
2006’dan bu yana, o yıl geçerli değil, 2007’den alalım. 2007’den bu yana, o
çıkarttığınız kanunun 21’inci maddesine uymadınız, köylüye millî gelirin yüzde
1’i kadar desteği vermediniz, 36,4 milyar TL’yi gasbettiniz, gasbettiniz,
vermediniz. (CHP sıralarından alkışlar) 2002’den bu yana da 41 milyar TL’sini
gasbettiniz köylünün. Şimdi ama bir abidik gubidikler yapıyorsunuz bütçede,
diyorsunuz ki: ”Yüzde 1 ediyor.” Nasıl ediyor? DSİ yatırımlarını koyuyorsunuz
oraya, arazi toplulaştırma harcamalarını koyuyorsunuz, “Yüzde 1 tuttu.”
diyorsunuz. Tutmuyor, yalan, doğru değil. Türk köylüsünü aldatıyorsunuz. Türk
köylüsünün geldiği durum şu bakın.
Bakın, bir zamanlar bir film
vardı 70’li yıllarda bilir misiniz “Kibar Feyzo” diye? Bir “Kibar Feyzo” vardı.
Film, Şener Şen’le rahmetli Kemal Sunal’ın filmi. Orada bir gariban “Kibar
Feyzo” vardı, bir de “Maho Ağa” vardı. Köylünün hakkını gasbediyordu. Bakınız,
sizin gasplarınızı buraya renge döktüm. Burada kırmızı renkte gördüğünüz ve
yeşil renklerde gördüğünüz, Türk köylüsünden gasbettiğiniz ve kendi koyduğunuz
yasadan gasbettiğiniz paralar. Yazık değil mi Türk köylüsüne? Yazık.
Şimdi konuya devam edeceğim,
bakınız diyorsunuz ki: “Bizim karnemiz yüzde 50.” Ne yüzde 50’si! Sizin
karneniz Kayseri’de yüzde 65, Konya’da yüzde 70, Sivas’ta yüzde 63, Elâzığ’da
yüzde 67. Buğday yetiştiriyorlar, onların hepsi olmuş “Kibar Feyzo.”
Alıyorsunuz paralarını; “Maho Ağa”; Hükûmet olmuş “Maho Ağa”, alıp götürüyor.
Şimdi, Urfa’da yüzde 65 oy alıyorsunuz karneniz daha yüksek, pamuk
yetiştiriyorlardı; “dı” diyorum çünkü pamuk da yetiştirilemez hâl aldı.
Sakarya’da ayçiçeği yetiştiriliyordu, yüzde 62 oy aldınız, karneniz yüksek. Onu
diyorum ya, siz bu oyları alıyorsunuz da hak ediyor musunuz o ayrı bir dava.
Erzurum’da yüzde 69 oy alıyorsunuz, hayvancılık hâkim, hayvancılık hâkim
olmasına rağmen hayvancılığın durumu ortada. Rize’de Başbakan’ın hemşehrileri
var, çay yetiştiriyorlar. Çayda da destekleme var. Temel’in de desteklemesinin
yarısı gasbedilmiş Maho Ağa tarafından; durum bu, çok açık.
Değerli arkadaşlar, ezilen
sadece köylü değil, ezilenler içinde ücretliler de var. Şimdi, Başbakan çıktı
buraya dedi ki açılış konuşmasında: “Değerli arkadaşlar, asgari ücrete ben
iktidara geldiğimden beri yüzde 301 zam yaptım.” Doğru mu? Doğru. “SSK’da
emekliye de yüzde 245 yaptım.” dedi. Doğru, helal olsun. “Memur ücretine de
yüzde 188 zam yaptım.” dedi. O da doğru, helal olsun, teşekkür ederiz. Ama
Sayın Kılıçdaroğlu -Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı- o da bütçenin
açılışında bir başka şey söyledi, dedi ki: “Siz, ücretliye neden refahtan pay
vermiyorsunuz?” Şimdi, siz söylüyorsunuz, “Millî gelir yüzde 300 artmış.”
diyorsunuz. Tabii dolar bazında diyorsunuz ama nominal olarak da arttı. Niye
bir nominal millî gelirden bu söylediklerinize pay vermiyorsunuz? Bunu
açıklayamıyorsunuz. Demek ki göreli olarak, siz, memurları, işçileri, emeklileri
eziyorsunuz. Bu da ikinci konu. Şimdi bu ikinci puttan sonra geliyoruz üçüncü
puta.
Üçüncü put şu: Sayın
Kılıçdaroğlu geldi, açılış konuşmasında dedi ki: “Krizden önce Türkiye’nin
işsizliği yüzde 6,5’tu.” Doğru. “Şimdi ise çok daha yüksek, o döneme gelemediniz.”
dedi. Doğru. Ben şimdi bir oran daha söyleyeyim: 2003 yılında işsizlik yüzde
10,5’tu, şimdi 9,1. Çok mu düştü? Eh, bir miktar düştü ama kışa artacak yani
pek bir mesafe yok zannedilebilir. İktidara geldiğinizde 2,5 milyon işsiz
vardı, bugün de 2,5 milyon işsiz var. Ama bir veriyi daha vereceğim, o put da
kırılmalı. Siz iktidara geldiğinizde 946 bin kişi iş aramıyordu çünkü “İş
bulamam.” diyordu, “Ama iş bulsam çalışırım.” diyordu. Şimdi “İş bulsam
çalışırım.” diyen, “Ama iş aramıyorum çünkü bulamam.” diyen insan sayısı çıktı
2 milyona. (CHP sıralarından alkışlar)
Evet, şimdi bakınız, rakam
istiyorsanız bu rakamlar TÜİK rakamı. TÜİK rakamlarıyla, işsizlik azalmadığı
gibi umutsuzlar da 2 katına çıktı. Siz Türkiye’de insanların umutlarını
yitirttiniz yahu. İşsiz insanlar umudunu yitirdi, artık iş aramaz oldu ve o
nedenle de işsiz sayılmıyorlar.
Şimdi, gelelim bir başka
puta. Efendim, bu, OECD: Bakın, burada kırmızı renkli bir ülke var. O kim
biliyor musunuz? Türkiye. Number one, 1 numara. Her 3 gençten biri işsiz.
Tabloyu ben yapmadım, olduğu gibi OECD’nin raporundan çektim. Türk halkı
bilsin, OECD ülkeleri içinde çalışmayan ve eğitimde olmayan işsiz –İngilizce
ha, dikkat edin, işsiz- iyi bakın, her 3 gençten biri işsiz, görün, Türk halkı
görsün.
BEDİİ SÜHEYL BATUM
(Eskişehir) – Bakana göster, Bakana.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) –
Bakan bilir, Bakan bilir.
Şimdi, Başbakan geliyor,
diyor ki: “Şu kadar İnternet, şu kadar bilgisayar sağladık.” Doğru mu? Doğru,
yalan yok, bunların hepsini sağladı. Türkiye’de İnternet arttı, bilgisayar
arttı, araba alışı arttı, ev alışı arttı, bunların hepsi arttı ama bir şey daha
oldu. Efendim, bu, hane halkının gelirinin hane halkının borcuna oranı;
harcanabilir gelir ama tabii esas olması gereken o. Siz iktidara geldiğinizde 3,4’tü,
şimdi yüzde 48.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Tam
tersi, borcunun gelirine oranı.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) –
Şimdi, efendim, borcun gelire oranı çıkmış yüzde 48’e. Almışlar da gelirleriyle
almamışlar ki borçla almışlar. Bunun övünülecek ne tarafı var?
Şimdi, bakın, burada, yine
bizim memleketten bir örnek vereceğim: Kandıra’da hindiye “kel” derler, “Kel
gibi de kabarma.” derler. Yahu, siz kabarıyorsunuz da kabaracak bir durum yok,
borçlandırmışsınız halkı, o da borçla gidip almış bunları, sizin buna bir katkınız
yok, geliri artmış da almış değil.
Değerli arkadaşlar, karne
yüksek çıkabilir ama öğretmen öğrencinin karnesinin nasıl hazırlandığını veya
imtihan kâğıdında ne yapıldığını çaktığı anda ne yapar biliyorsunuz: Ya sınıfta
bırakır ya sınıftan atar ve biliyorsunuz ki, demokrasilerde de öğretmen
halktır. Onun için buna da şimdiden kendinizi hazırlamanızda yarar vardır.
Şimdi, bütün bunları
anlatıyorum şöyle sanabilirsiniz: Yahu, bu ekonomi çok mu kötü? Yo, ekonomiden
daha kötü bir politikanız var, dış politika. Oo, orası dökülüyor.
Şimdi, bakınız 2009 yılında
-çok eski değil- sınırlarımızdaki mayınları temizleyecektiniz değil mi?
Onlardan kurtulacaktık çünkü sıfır sorun olacaktı. Şimdi ne yapıyorsunuz? O
sınırlarımızın berisine Patriot füzesi koyuyorsunuz. Ee, şimdi nereden nereye
geldik be kardeşim? Mayın toplamaktan geldik Patriot füzesi koymaya. (CHP
sıralarından alkışlar) Şimdi, bu dış politikanın başarılı olduğunu anlatmak
mümkün mü?
Şimdi, düşünün, Başbakan
İran’a gidiyor, kapısında bekliyor bir gün. İran hava kuvvetleri ve
genelkurmayı açıklamada bulunuyor, diyor ki: “Malatya’yı vururuz ha!”
“Ahmedinejad gelecek.” diyorsunuz, sonradan anlaşılıyor ki Ahmed’in geleceği
filan yok, boş, palavra.
Hükûmetin Bakanı Irak’a yola
çıkıyor, Kayseri’ye iniyor. Zannedersiniz ki, Kayseri’de sucuk dağıtılıyordu ya, canı çekti de onun için
Kayseri’ye indi; alakası yok, alakası yok. (CHP sıralarından gülüşmeler,
alkışlar) O, Irak’a gidemediği için Kayseri’ye indi. Ama bir tek o gidemese
hadi neyse, ben size daha kötüsünü söyleyeceğim; bu, geçmişte oldu: Dışişleri
Bakanımızla ilgili Irak Dışişleri İnternet sitesinden resmî bir açıklama
yaptı “Türk Dışişleri Bakanı gelirse
tutuklarız ha.” dedi. Bu oldu, bu oldu da, bu skandal cumhuriyet tarihinde ilk
defa oldu, ilk defa. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Irak’a gitmek istiyor, Irak
da diyor ki: “Gelirse Dışişleri Bakanını tutuklarız.” Kepazeliğe bakın.
Değerli arkadaşlar, gelelim
Suriye’ye: Suriye’ye gitmek bir yana uçağımız oraya yaklaşırken düşürülüyor. O
daha berbat bir durum.
Değerli milletvekilleri,
cumhuriyet tarihinde ilk defa, ilk defa Türkiye’de bir Hükûmet bir komşumuzun
iç işine karıştı. Karışmakla kalmadı, aynı zamanda da karıştırdı. Karıştırsa
neyse, karıştırsa neyse, bir de oranın içinde Müslüman insanları,
komşularımızı, dindaşlarımızı birbirine vurdurdu, daha da kötü şeyler yaptı.
Neymiş, efendim, Suriye’ye demokrasi gelecekmiş. Kiminle yapıyorsunuz bunu?
“Biz bunu Katar’la ve Suudi Arabistan’la yapıyoruz.” Niye yapıyorsunuz? “Biz
Suriye’ye demokrasi getireceğiz.” Ya, bu Katar’la Suudi Arabistan monarşiyle
yönetiliyor be! Bunların demokrasiyle ne alakası var? (CHP sıralarından
alkışlar) Yani keser döner sap döner, günün birinde bize de demokrasi gelir diye
mi bunlar sizinle beraber oraya silah yolluyor? Bunun mantıklı bir tarafı var
mı?
Değerli arkadaşlar, Hükûmetin
yetkilileri, Gazze’de İsrail bombalarıyla ölen Müslüman kardeşlerimiz
nedeniyle, Filistinliler nedeniyle çok üzüldüğünü söylüyor. Açıkçası, milletçe
biz de kahroluyoruz. Fakat ben bir şey söyleyeceğim: Sayın Başbakan gelsin bu
kürsüye, desin ki: “Bizim Kürecik’e koyduğumuz radar İsrail’i korumak için
değil, Gazze’deki Müslüman kardeşlerimizi korumak içindir.” Size söz veriyorum,
ben Kürecik’e gidip orada nöbet tutacağım. (CHP sıralarından alkışlar) Gelsin,
desin ki: “O, İsrail için değildir, o, aslında Gazze içindir.”
Değerli arkadaşlar, Dışişleri
Bakanımız geldi, bu bütçe müzakerelerinde dedi ki: “Cumhuriyet Halk Partisi
oryantalisttir.” Neden? İşte, batıcı matıcı, batı zihniyetinde filan diye
kastediyor herhâlde. Ama bir ülke gidip de NATO’dan Patriot füzelerini getirip
de Türkiye’ye koyduktan sonra o Bakan bizi nasıl bu biçimde suçlar, onu anlamış
değilim.
Fakat ben bir iddiada
bulunacağım müsaade ederseniz. Bana kalırsa Dışişleri Bakanı halüsinasyonist. O
hülya görüyor, o kendisini Orta Doğu’da önemli bir aktör zannediyor ama o, ona
inanıyor da ona başka hiçbir ülke inanmıyor. O nedenle de o, bana kalırsa,
halüsinasyonist. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Plan ve
Bütçe Komisyonunda söyledim, zabıtlarda, gidin bakın. Sayın Bakan da, Dışişleri
Bakanı da dinledi. Bana kalırsa, bu Hükûmetin yapması gereken bir şey var, bu
konuda da oldukça başarılılar. Şu, yabancı basının Türkiye’ye girişini
yasaklayın. Der Spiegel’i, Le Monde’u, The Times’ı, Washington Post’u, bunları
yasaklayın çünkü siz gelip burada, Türkiye’de “Dış politikada çok başarılıyız.”
diyorsunuz, bunların hepsi de istisnasız, Türk dış politikasının iflas
ettiğini, özellikle Orta Doğu’da bir bühtan içinde olduğunu, tıkandığını
yazıyor. Yahu, yasaklayın da Türk halkının kafası karışmasın çünkü yabancı dil
bilenler var.
Şimdi, AKP seçmeninin yüzde
36’sı hükûmetin dış politikasını yanlış ve hatalı buluyor. Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak sorumlu bir partiyiz, geldik size iki defa gensoru verdik.
“Madem böyle bir sıkıntınız var, siz yapamıyorsunuz, size bir fırsat
tanıyalım.” dedik, “Siz bu Dışişleri Bakanından kurtulun.” dedik, elinizin
tersiyle ittiniz, beceremedik.
Şimdi, Başbakana da bir soru
sordum geçtiğimiz günlerde, dedim ki: Sayın Başbakan, 2005 yılından bu yana
örtülü ödenekte anormal bir artış var, çok yüksek, hele bu yıl iş şirazesinden
çıktı, olağanüstü bir rakama geldi, on bir ayda 1 milyar 42 milyon oldu yani
eski parayla 1 katrilyon para. Çoğu bakanlığın bütçesinden yüksek. Yahu, ne
oldu da bu artıyor? Ben, sizden fatura istemem, kime para ödedin, onu öğrenmek
hakkımız yok, biliyoruz ama neden böyle bir artış oldu, onu öğrenme hakkımız
var. Neden, ne gerek var, bir savaş hâlinde miyiz, bunu öğrenmek istedik. Sayın
Başbakan söylemedi ama bizde bir kaygı var, kaygımız da bu: “Acaba bu Türkiye
sınırlarında bu eli silahlı Suriye’deki çatışmacının silahı örtülü ödenekten mi
gidiyor?” diye merak ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Başbakan gelip
“Hayır” diyebilir çünkü o para oraya harcanamaz, onu biliyoruz.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Orada eğitiliyorlardır!
EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) –
Çiftçiden gasbettikleri paralardır onlar!
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – Tabii,
çiftçinin parası orada.
Değerli arkadaşlar, kabul
etmeliyiz ki bu iktidar döneminde en başarısız ve halkın en büyük rahatsızlık
duyduğu konu terör. Terör niye bu kadar azdı biliyor musunuz? Hükûmetin kafası
karışık, kararlı değil, yani bir yere teslim olmuş, bir adrese. O teslim olduğu
adres de ona yardımcı olmuyor. Her gün birkaç fidanımız kırılıyor, kahroluyoruz
ve ne yazık ki baş edilemiyor. Nedeni şu: Hükûmet, silahlı teröriste karşı sert
ve kararlı, silahsız ayrılıkçıya da ikna edici olamıyor hatta daha kötüsü,
masum sivillere, çoluk çocuğa tepeden bomba yağdırıyor. Şimdi, böylesi bir
konjonktürde böylesi bir politikayla terörün durması mümkün değil.
Başbakan Yardımcısı çıkıyor
diyor ki: “Ben de dağa çıkardım.” Öte yandan Başbakan da diyor ki: “Dağa
çıkanla kucaklaşanların dokunulmazlığının kaldırılması lazım.” Şimdi, kafamız
karışıyor. Bu durumda eğer Başbakan haklıysa, Başbakan Yardımcısının da
dokunulmazlığının kaldırılması gerekmiyor mu? (CHP sıralarından alkışlar) Onun
da dokunulmazlığını kaldıracaksın çünkü o, dağa çıkana özeniyor ve özendiriyor.
Değerli arkadaşlar, bu
Hükûmet, halkı hipnotize etmeye çalışıyor, halklar da hipnotize edilmeye
çalışılabilir. “Uyu ey halkım!” diyor, “İnan bunlara.” diyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Milleti
aptal mı zannediyorsun sen?
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) –
Mesela “İşsizlik düştü.” diyor ama işsizlik yükseliyor. Verdim rakamları; bu
rakamları ben üretmedim, TÜİK üretti. “Memura, emekliye, işçiye bol kepçe
verdim.” diyor, refahtan pay vermiyor. Köylünün oyunu alıyor, kendi çıkardığı
yasadaki desteğini gasbediyor tıpkı Maho Ağa gibi. “Komşularla sıfır sorun”
diyor, o komşuların kapısından giremiyor. Sıkıştı mı gündem değiştiriyor,
Muhteşem Yüzyıl’daki Hürrem’in kıyafeti, efendim, ecdadımız aklına geliyor,
onları dile getiriyor; gündem değişiyor, onları tartışıyoruz ama bilin ki bu
millet eninde sonunda uyanacak ve gereğini yapacak.
Şimdi, bakınız değerli
arkadaşlar, iktidar partisi AKP… (Gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar,
lütfen dinleyin.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) – …demokrasiyi
geliştirmeye çalıştığını söylüyor ama demokrasiyle ilgili bir şeyi hatırlatmam
gerekiyor: Demokrasi bir öç alma rejimi değildir, demokrasi, bir hoşgörü
rejimidir. Öylesine ki sadece farklılıklara değil, kendinizi indirmeye
çalışanlara bile hoşgörü ve tahammül göstereceksiniz, asla onlarla
didişmeyeceksiniz, asla onları içeri tıkmaya çalışmayacaksınız. Muhalefetten
şikâyet edeceksiniz, güçler ayrılığından şikâyet edeceksiniz, sonra da
“Demokrasiyi ilerlettim.” diyeceksiniz ve “Ben demokratım.” diyeceksiniz. Buna
inanmak mümkün mü? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
unutmayalım oy çokluğuna dayalı iktidarlar, meşru olabilir ama halk bunları
adil bulmayabilir. Oysa insanlığa yollanan en yüce vicdani değer, adalettir.
Bakınız geçtiğimiz günlerde
iki tane önemli araştırma, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunuldu, biri,
TESEV-KONDA tarafından; diğeri, TEPAV tarafından. Ortak sonuç şu: Halkımızın
yüzde 65’i, “Türkiye’de haksızlıklar var.” diyor ve “Adalet sorunu var.” diyor.
Düşünebiliyor musunuz, halkımızın yüzde 65’i “Adalet sorunu var.” diyor. Adalet
sadece mahkemelerin dört duvarı arasında aranmaz -kaldı ki orada da kalmadı-
adalet aynı zamanda siyasette de aranır. Siyasetçilerin adil olması gerekir,
devlet adamlarının adil olması gerekir yani hem çiftçiye hem memura hem işsize
adil olacaksın hem de muhalefete karşı da adil ve hoşgörülü olacaksın. Sivil
itiraz hakkına tahammül göstereceksin, demokrasinin özü bu. İtiraz edecek,
kabul etmeyecek “Yanlışsın.” diyecek, “Olabilir.” diyeceksiniz, “Benim de
fikrim farklı.” diyeceksiniz. Halkımız bu iktidarı elbette meşru buluyor ama
adil bulmuyor, dikkat ediniz, adil bulmuyor ve muhalefet partileri de demokrat
bulmuyor. Ne acı değil mi?
Değerli arkadaşlar, bakınız
ben size bazı tarihî karneler sunacağım. 1954 yılında Demokrat Parti, yüzde 58
aldı. Onun da karnesinde yüzde 58 oy vardı ama onun karnesinde bir şey daha
vardı, ispat hakkı vardı, tahkikat komisyonları vardı. Adalet Partisi, 1965’te
yüzde 53 aldı. Onun da karnesinde 12 Marta çaktığı selam vardı. ANAP, 1983’te
yüzde 45 aldı. Onun da karnesinde 1987 referandumunda siyasi yasakları
savunması vardı. 2011 yılında siz de yüzde 50 aldınız ama sizin de karnenizde
iki şey var: Sizde de sivilde adalet ve Uludere’de çoluk çocuk katliamı var, ne
yazık ki. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, evet ne
yazık ki bunlar var ve bunlar çok önemli ve bunları oturup düşünmeniz
gerekiyor. Bunlar Türk siyasetinde sadece ilk defa olmuyor, 1950’den beri,
adaletsiz olanlar, karneleri yüksek olmasına rağmen demokrasiyi hazmetmeyen
iktidarlar, eninde sonunda gidiyorlar. Buradan ders çıkartmanız gerekiyor. Eğer
muhalefet partilerinin mensupları, sıklıkla gelip sizi sert bir biçimde bu
konularda eleştiriyorsa, aynı sertlikte yanıt vermek yerine, oturup düşünmeniz
gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
Cumhuriyet Halk Partisi, doğrudur altmış yıldır yüzde 50 almadı. Doğru…
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – CHP’de
ne var, onu söyleyin de bilelim.
BAŞKAN – Sayın Çelebi, lütfen
yapmayın.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) –
Maho’nun Bilo’su olmayın kardeşim, dinleyin.
Şimdi, altmış yıldır
Cumhuriyet Halk Partisi, yüzde 50 oy almadı, doğrudur ama bir şey var: Bütün bu
saydığım siyasi partiler kapandı, Cumhuriyet Halk Partisi dimdik ayakta, alnı
ak, başı dik. (CHP sıralarından alkışlar) Kapattılar, açıldı, yine geldi. Asıl
mesele burada, demek ki karnesi tertemiz ve ak.
Bu çok önemli, bakın, şurayı
unutmayınız: Öyle bir mahşerî sıcak gün gelecek ki sadece tek gölge kalacak,
işte o gölgeye ancak adil olanlar, öncelikle sığınabilecek. O nedenle, adaleti asla
elden bırakmayınız. Tarihte, kırk yamalı giysiyle, elinde bir bastonla sokak
sokak dolaşan ve adalet dağıtmaya çalışanı asla unutmayınız, o, önemli
büyüğümüzdür. Adalet son derece önemli. Adalet, sadece muhalefete değil,
iktidara değil, tüm Türkiye'ye lazım.
Değerli arkadaşlar,
Cumhuriyet Halk Partisi de günün birinde iktidara gelecek ama Cumhuriyet Halk
Partisi, iktidara geldiğinde belki adında “adalet” yok ama yüreğinde adalet
olmaya devam edecek. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, evet, 2013 bütçesi
sasık bir bütçe ama her şeye rağmen, milletimize hayırlar getirmesini diliyor
ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Güneş.
Bu birleşimde, bazı
konuşmalarda kendilerine sataşma yapıldığı iddiaları var, sırayla onlara söz
vereceğim.
Sayın Eroğlu, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
İki dakika, yeni sataşmaya
sebebiyet vermeyin. Sataşmaya sataşma faslını da kapatıyorum, kim ne
söyleyecekse bu sürede söylesin.
Evet, lütfen.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sataşırsa Sayın Başkan?
BAŞKAN – Yapmamaları lazım,
onu söylüyorum.
IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
hepinize saygılarımı sunuyorum.
Özellikle BDP Başkan Vekili,
konuşmasında ismimi anarak hakkımdaki iddialardan dolayı beni itham etmek
istemiştir.
Özellikle şunu ifade edeyim:
Allah’a şükür yüzümüz ak. Ben, İSKİ Genel Müdürüyken Sultanahmet 4. Ağır
Ceza’da yargılandım ama beraat ettim. Bunu da kısaca anlatmak istiyorum.
Tesadüfen, ağır cezada yargılanırken bir saat yaptığımız çalışmaları anlattım
mahkeme heyetine. Sonra mahkeme başkanına şunu sordum: “Sayın Başkanım, ben,
burada, niçin varım, merak ettim.” Mahkeme başkanı, -zabıtlarla sabittir-
“Veysel Eroğlu niçin bu davada?” deyince, savcı, “Sayın Başkanım, sehven
yazılmış.”dedi. Beraat ettik tabii.
Diğer bir dava da İGDAŞ
davası. İGDAŞ davası şu şekilde: Bir ara İSKİ Genel Müdürü olarak ben İGDAŞ’ın
yönetim kurulu üyesiydim, keza Ömer Bey de bir ara -Sayın Ömer Dinçer’de-
yönetim kurulu üyesiydi. Tabii, o zaman, İçişleri Bakanlığı her hafta İSKİ’ye, İGDAŞ’a,
büyükşehire müfettiş gönderiyordu. Neticede, savcılığa bir ihbarda bulunmuşlar,
bir dava açıldı ihaleyle alakalı, İGDAŞ’ın ihalesiyle. Ancak ne Ömer Bey, ne
ben, ihale komisyonunda değiliz, yani herhangi bir kararda imzamız yok. Hatta
Ömer Bey’le alakalı çok daha enteresan bir dava var: İddia edilen karar,
kendisinden sonra alınmış yani üye olduktan sonra alınmış.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – O
zaman, niye müfettiş gönderiliyor?
BAŞKAN – Lütfen…
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Neticede, bu İGDAŞ davasında da, ihaleyi yapan, ihale
komisyonunda olanların tamamı beraat etti. Ancak, biz, milletvekili olduğumuz
için dosya tefrik edildi. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Peki, o hâkimlerin hepsini Yargıtaya getirdiniz mi?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Kaldı ki şunu da belirtmemde fayda var: Allah’a
şükür, bizim çalışmalarımız ortada, yüzümüz ak, Allah’a şükürler olsun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Hesap veremeyeceğimiz hiçbir şey yok.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL (İstanbul) – O
hâkimlerin hepsini Yargıtaya getirdiniz mi, getirmediniz mi?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bizim de dokunulmazlıklarımızı kaldırın, yargılanalım
diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Eroğlu.
E, arkadaşlar, yani
konuşmaları kimse dinlemeyecekse biz nasıl yöneteceğiz?
ALİ ÖZ (Mersin) – Doğruları
söylemiyorlar.
BAŞKAN – Bakın, bir saat
evvel burada en ufak bir sataşma olmadı, bir söz kesme olmadı. Bırakın kendisi
söyleyecek, iki dakika sabredin.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Sayın Başkan, o dönemin tüm hâkimlerini Yargıtaya getirdiler.
BAŞKAN – Sayın Baluken,
buyurun.
Siz de iki dakika…
Yeni bir sataşmaya sebebiyet
vermeyin. Lütfen…
MAHMUT TANAL(İstanbul) –
Bakın, o dönemin tüm hâkimlerini Yargıtaya getirdiler.
BAŞKAN – Sayın Tanal, yani
böyle bir usul yok ki. Yeri geliyor, İç Tüzük’e göre benden talepte
bulunuyorsun, ondan sonra İç Tüzük’ü kendin çiğniyorsun. Doğru bir şey değil bu
canım, yani yapmayın etmeyin.
MAHMUT TANAL(İstanbul) –
Sayın Başkan, efendim, gerçekleri söylüyorum, kendilerini yargılayan hakimleri
Yargıtaya getirdiler.
BAŞKAN – Lütfen…
Buyurun Sayın Baluken, iki
dakika süreniz.
6.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, öncelikle ben şunu belirtmeliyim ki kendi parti tarihiyle
yüzleşme cesaretini göstermeyenlerin, partimize saldırmak suretiyle kendilerini
tarihle yüzleşme sorunundan kurtarmaya çalışanları muhatap almıyorum. Ancak, Dersim
halkına burada bir açıklama yapma ihtiyacı var. Burada konuşan CHP grup başkan
vekili şunu belirtmiştir “Cumhuriyetle problemi olanların, başkalarının
nezdinde itibarı olabilir ama CHP
nezdinde bunların itibarı yoktur. Olmayan itibarın iadesi de söz konusu olmaz.”
demek suretiyle Seyit Rıza ve arkadaşlarını asanların, Dersim’deki kayıp
kızların, insanlık suçu işleyenlerin, süngüyle çocukları parçalayanların
belirttiği bir zihniyeti burada yansıtmıştır. Onlar da aynı savunmayla o
katliamları yapmışlardı. “Cumhuriyetin kurucu iradesine karşı başkaldırı” olarak bunu ifade etmişlerdi.
Bunun doğru olmadığını da buradan sizlere belirteyim.
Dersim katliamı asırlara
dayanan, sistemli bir soykırım operasyonudur. Bunu da ben Genelkurmay
Başkanlığının ve mülkiye müfettişi raporunun 1926 raporlarına dayanarak ifade
edeyim. Genelkurmay raporu şöyle diyor: “Dersime, asırlarca egemen olunmamış,
hükûmete sorunlar çıkarmış, devamlı şakilik yapan saldırgan ve soyguncuları
barındıran bir bölgedir.” diyor. 1926 yılında yine mülkiye müfettişi: “Dersim,
hükûmet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yapmak, acı
sonuç ihtimalini önlemek gerekir.” diyor. Yine 1926 yılında Koçuşağı
hareketiyle Dersim’in her tarafı askerî karakollar ve demir yollarıyla döşeniyor.
Sistemli olarak bir katliamın hazırlığı yapılıyor. 1935’te Tunceli Kanunu’yla
Dersim’e gidecek devletin “tunç eli” gösteriliyor ve ondan sonra da sistemli
bir soykırım yapılıyor. Bunun hiçbir savunması yoktur.
Buraya gelip, BDP’ye saldırı
üzerinden kendinizi aklayacağınıza kendi tarihinizle yüzleşmeye çağırıyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Size iktidar saldırdığında cevap vermiyorsunuz değil mi! İktidar
saldırdığında cevap vermiyorsun! İktidar saldırıyor size!
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu,
lütfen…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Evet, iktidar saldırıyor ve siz ona cevap vermiyorsunuz. Onlara
cevap ver!
BAŞKAN – Lütfen…
Sayın Canikli, buyurun.
Siz de lütfen, sataşmaya
meydan vermeyin.
7.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, İstanbul Milletvekili Aydın Ağan Ayaydın’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, gerçekten, Cumhuriyet
Halk Partisi, ayakta kalmaya devam ediyor ve devam edecek muhtemelen; çünkü
milletimiz, muhalefet yapma, ordinaryüs
muhalefetlik görevini Cumhuriyet Halk Partisine verdi. Dolayısıyla bunda bizim
açımızdan da, millet açısından da bir sorun yok. Muhalefet olarak ilelebet
kalmasında hiçbir sakınca görmüyoruz. Milletimizin bu sağduyusunun önünde bir
kez daha saygıyla eğiliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlar, bizim,
Suriye’ye demokrasiyi getirme gibi bir düşüncemiz yok, öyle bir amacımız, öyle
bir niyetimiz yok. Biz, orada haklıyı koruyoruz, haklıyı savunuyoruz. Belki
Cumhuriyet Halk Partisinin böyle bir niyeti olabilir, bunu da Esed’le, Maliki’yle
yerine getirebilirsiniz. Birlikte Suriye’ye, yani Suriye Devlet Başkanı Esed,
Irak Başbakanı Maliki’yle birlikte….
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Siz de
Haşimi’yle mi getireceksiniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- …güle oynaya, çok uyumlu bir şekilde
Suriye’ye, herhâlde, demokrasiyi getirirsiniz.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Bizim
ailemize konuk olmadı o!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bir de belki Saddam ile Kaddafi olsaydı,
sanıyorum, daha da iyi bir şekilde, daha da güçlü bir şekilde bunu yapardınız.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
işsizlik oranlarını biraz önceki konuşmacı arkadaşlarımız da verdi. 10,3’ten
9,1’e düştü; kabul ediyor ama diyor ki “Efendim, genç işsiz oranı, OECD’den
yüksek.” Bu, son derece doğal. Neden? Çünkü OECD ülkeleri içerisinde en genç
nüfus, Türkiye’de değerli arkadaşlar. Avrupa ihtiyar, Avrupa yaşlandı;
dolayısıyla bunun böyle çıkması son derece doğal. Buradan yola çıkarak
“İşsizlik vardır.” demek mümkün mü?
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Kargalar gülüyor dışarıda, kargalar! Meclisin kargaları bile gülüyor dışarıda.
BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- O nedenle diyorum ki, rakam, rakam
olalı gerçekten böyle zulüm görmedi, yani sizler tarafından yapılan zulmü
görmedi.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Otomatik yalan makinesi oldunuz be!
BAŞKAN – Lütfen… Böyle bir
müzakere usulümüz yok değerli arkadaşlar. Lütfen, yapmayın!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Arkadaşlar, memura, işçiye refah payı
veriliyor. Siz de söylediniz. Memura, işçiye nominal enflasyon, kümüle 140.
Verilen zam ne kadar? Yüzde 280, yüzde 300. Aradaki fark nedir? Aradaki fark
nedir soruyorum size Allah aşkına? Enflasyonun üzerinde memura ve işçiye
verilen aradaki fark nedir? Refah payıdır işte.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Refah payı veriliyor. Bunu nasıl inkâr
edersiniz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Canikli.
Birleşime on beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
18.48
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
19.02
BAŞKAN: Cemil
ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER:
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Muhammet Bilal MACİT (İstanbul)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki son görüşmelere devam edeceğiz.
III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kap-samındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Şimdi söz sırası, şahsı
adına, lehinde olmak üzere İstanbul Milletvekili Sayın Osman Aşkın Bak’ta.
Buyurun Sayın Bak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı hakkında şahsım adına, lehte söz almış bulunuyorum. 2013 yılı
bütçesinin ülkemiz, milletimiz ve ekonomimiz için hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Her başarılı hükûmet,
sürdürülebilir ve dengeli bütçeler gerçekleştirmeyi hedefler. 2013 yılı bütçesi
de bu anlamda başarılı ve hedefe uygun bir bütçedir. Orta Vadeli Program ve
Orta Vadeli Mali Plan’a uygun olarak hazırlanan 2013 yılı bütçesi, AK PARTİ
hükûmetleri döneminde hazırlanan 11’inci bütçedir.
2013 yılı bütçesi, mali
disiplini ve makroekonomik istikrarı korumayı amaçlayan; büyümeyi, istihdamı ve
yatırımları destekleyen; eğitim, sağlık ve altyapıyı önceliklendiren; sosyal
nitelikli harcamalara ağırlık veren ve toplumsal refahı gözeten bir bütçedir.
Kamu kaynaklarının nerelere
harcanacağını bilmek vatandaşlarımızın en doğal hakkıdır. 2013 yılı bütçesinin
nerelere harcanacağına ve vatandaşa neler getirdiğine bir bakalım.
2013 yılı bütçesi, eğitimi,
dolayısıyla uzun vadeli geleceğimizi önceliklendiren bir bütçedir. Eğitime
bütçeden ayrılan pay 68,1 milyar TL’dir. Eğitimin bütçe içindeki payı yüzde
17’ye çıkarılmaktadır. Eğitim bütçesi bir önceki yıla oranla yüzde 27,1
arttırılmaktadır.
2013 yılı bütçesinde
vatandaşlarımıza kaliteli sağlık hizmeti sunmak için daha fazla kaynak
ayrılmıştır. 2013 yılında kamu sağlık harcamaları için Sosyal Güvenlik Kurumu
ve merkezî yönetim bütçesinde 67,9 milyar TL kaynak ayrılmıştır. Sağlık
hizmetleri bütçede eğitimden sonra 2’nci sırayı almakta ve bir önceki yıla oranla
yüzde 11,1 arttırılmaktadır.
2013 yılı bütçesi, esnaf ve
KOBİ’lerimizi desteklemektedir. Yatırımın ve istihdamın, yani reel ekonominin
yanındadır. Bu bütçede işveren prim desteği 6,6 milyar TL, ihracat desteği 718
milyon TL, teşvik ödemeleri 420 milyon TL, KOBİ destekleri 249 milyon TL’dir.
Esnaf ve KOBİ desteği bir önceki yıla oranla yüzde 23,3 arttırılmaktadır.
2013 yılı bütçesinde tarıma
ve çiftçimize desteğimiz artarak devam etmektedir. Tarımsal kredi faiz desteği
1,8 milyar TL, çiftçilerimiz için ayrılan doğrudan hibe payı ise tam 9 milyar
TL’dir. Çiftçimize yönelik desteklerin toplam tutarı geçen yıla oranla yüzde 25
artırılmaktadır.
Bu bütçe ile yatırımlara daha
fazla kaynak ayrılmaktadır. 2013 yılında merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki
kurumların yatırım ödenekleri 2012 yılına göre yüzde 20 artırılarak 39,2 milyar
TL’ye çıkarılmaktadır. Sektörel bazda bakıldığında, eğitim yatırımlarına 8
milyar TL, demir yolu yatırımlarına 6,9 milyar TL, enerji yatırımlarına 2,4
milyar TL, sağlık yatırımlarına 2,2 milyar TL, adalet yatırımlarına 1,1 milyar
TL, hava yolu yatırımlarına ise 646 milyon TL tahsis edilmiştir.
2013 yılı bütçemiz ile
çalışanlarımız ve emeklilerimiz enflasyona ezdirilmemekte, sosyal güvenlik
sistemi desteklenmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan transferler bir
önceki yıla oranla yüzde 16 artırılarak 72,9 milyar TL’ye, sosyal hizmetler ve
sosyal yardım harcamaları için ayrılan pay da bir önceki yıla oranla yüzde 25,1
artırılarak 26,4 milyar TL’ye çıkarılmaktadır. Engelli yurttaşlarımızın eğitim
desteği ve bakımları için ayrılan pay da bir önceki yıla oranla yüzde 20
artırılarak 5,3 milyar TL’ye yükselmiştir.
Bu bütçede yerel yönetimlere
daha fazla kaynak ayrılmaktadır. Yerel yönetimlere verilen destek bir önceki
yıla oranla yüzde 18 artırılarak 37,7 milyar TL’ye yükselmiştir. Ayrıca, 2013
bütçesinde kırsal kesimin altyapısı da ihmal edilmemektedir. Bu bağlamda KÖYDES
projesine 578 milyon TL, SUKAP projesine 525 milyon TL, kalkınma ajanslarına
473 milyon TL, SODES’e ise 210 milyon TL kaynak ayrılmaktadır.
2013 bütçesinde
vatandaşlarımızın yaşam standardının yükseltilmesi amacıyla kentsel dönüşüm
desteklenmektedir. Riskli yapıların güçlendirilmesi ve vatandaşlarımıza daha
sağlıklı ve daha güvenli bir yaşam alanı sunulması için kentsel dönüşüm
çalışmalarına tam 1 milyar TL kaynak ayrılmıştır.
Bütçemiz her türlü AR-GE
faaliyetini desteklemektedir. Başta TÜBİTAK olmak üzere tüm ilgili çevrelerden
gelen projelerin desteklenmesi için 2,8 milyar TL bütçe ayrılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2013 yılı bütçesi, 2009 yılından bu yana 4 milyon net istihdam sağlayan, cari
açığı son bir yılda yüzde 30 azaltan, işsizlikte son on yılın en düşük
rakamlarına ulaşan, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeyi başaran, yüzde
36’lık kamu net borç stokunu eksili hanelere indiren, ülkemizin küresel
ticaretteki payını yaklaşık 2 kat artıran bir hükûmetin bütçesidir.
AK PARTİ hükûmetlerinin daha
önce hazırlamış olduğu bütçeler bu süreçte gerçekleştirilen tüm seçimlerde
milletimizden tam not almıştır. AK PARTİ hükûmetleri, on yıllık iktidarı
döneminde, ülkenin millî gelirini 230,5 milyar dolardan 774,2 milyar dolara,
kişi başına düşen yıllık geliri ise 3.492 dolardan 10.469 dolara yükseltmiştir.
Ülkemizin IMF’ye olan borcunu 23,5 milyar dolardan 860 milyon dolara indirmiş
yani 27 kat azaltmıştır.
Bunlarla beraber, AK PARTİ
hükûmetleri Merkez Bankası döviz rezervini 4 kat artırmış; 27,5 milyar dolardan
118 milyar 366 milyon dolara çıkarmıştır. Kendisinden önce gerçekleşen kriz
nedeniyle 111 milyar liralık borcu faiziyle birlikte 231 milyar lira olarak
ödemiştir. Memuruna, işçisine 13,5 milyar TL zorunlu tasarruf geri ödemesini ve
3,5 milyar TL konut edindirme yardımı ödemesi gerçekleştirmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AB üyesi Yunanistan’ın ekonomik şartlarını yerine getiremediği
için düzenlemekten geri çekildiği Akdeniz Oyunları, 2013 yılı Haziran ayında
Mersin’de düzenlenecektir. Bir başka AB üyesi İtalya’nın başkenti Roma’nın
ekonomik koşullar nedeniyle adaylıktan çekildiği 2020 Olimpiyat Oyunlarının en
güçlü adayı İstanbul’dur. Uluslararası büyük spor organizasyonlarını başarıyla
gerçekleştiren bir Türkiye var.
Hükûmetlerimiz döneminde
sağladığımız siyasi istikrar, güven ortamı ve uyguladığımız tutarlı
makroekonomik politikalar sayesinde Türkiye son on yılda büyük bir değişim ve
dönüşüm sürecinden geçmiştir. AK PARTİ iktidarıyla, Türkiye, istikrarla
büyümeye devam edecektir. Bu dönemde, milletimizin güçlü desteğini arkamıza
alarak birçok yapısal sorunu çözüme kavuşturduk. Ülkemizin fiziki ve kurumsal
altyapısını iyileştirdik, yükselttik ve vatandaşımızın refah seviyesini
arttırdık.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cumhuriyetimizin 100’üncü yıl dönümü için çok daha büyük
hedeflerimiz var. 2013 yılı bütçesi, önceki yıllarda olduğu gibi, 2023 ruhu ve
hedefleriyle uyumlu olarak hazırlanmıştır. 2023 hedeflerine doğru yürürken,
insanı merkezine alan, toplumsal refahı arttırmayı ve geliri daha adil
dağıtmayı ilke edinen bir bütçe var karşımızda. Bu bütçe, aynı zamanda, 2071
hedeflerine doğru atılmış bir adımdır. Bu bütçede Türkiye’nin geleceği için
büyük projeler var. Eğitimde FATİH Projesi var, Marmaray var, İstanbul’a 3’üncü
köprü ve bağlantı yolları var, İstanbul’a 3’üncü havalimanı var, salı günü
uzaya fırlattığımız GÖKTÜRK-2 uydusu var, Boğaz’da Avrasya Tüneli var, yüksek
hızlı trenler var, yeni limanlar, otoyolları, yüksek barajlar, uzun tüneller
var, millî tank Altay var, Atak helikopteri var, Kanal İstanbul var, dev şehir
hastaneleri var, nükleer santraller var.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu bütçede milletin kendisi vardır, milletin alın teri vardır,
bu bütçede milletin geleceğine yatırım vardır, bu bütçede AK PARTİ’nin vizyonu
vardır, bu bütçede ekip ruhu vardır, bu bütçede millete hizmet aşkı vardır, bu
bütçede paranın, zamanın ve insanın iyi yönetilmesi vardır, bu bütçede Recep
Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve Türkiye sevdası vardır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Unutulmamalıdır ki başarılı bütçenin, başarılı siyasetin, yapılan
hizmetlerin karnesini yalnız ve yalnız millet verir. Milletinden aldığı destek
ve Türkiye sevdasıyla AK PARTİ, istikrarla büyüyen bir ülke, öz güveni artan
bir millet, gururla dalgalanan bir bayrak ve her seviyede itibar gören bir
devlet için durmadan yoluna devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 yılı bütçe tasarısında emeği geçen herkese teşekkür
ediyor, bütçemizin, AK PARTİ İktidarıyla geçen son on yılda olduğu gibi 2013
yılında da hayırlı hizmetlere vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum.
Bütçenin lehinde oy
kullanacağımı ifade ediyor, yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bak.
Hükûmet adına Başbakan
Yardımcısı Sayın Ali Babacan.
Buyurun Sayın Babacan. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Sayın Babacan, sizin de
süreniz altmış dakika.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2013
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Hükûmetimiz adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2013 yılı bütçemizin,
milletimiz için, ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bütçenin
hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye Bakanlığımız olmak üzere, tüm ekonomi
birimlerimize de ayrıca teşekkür ediyorum.
Hem komisyon aşamasında hem
de Genel Kurul aşamasında bütçede çok emeği olan Plan ve Bütçe Komisyonumuzun
Değerli Başkanına ve üyelerine de ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.
Burada, Genel Kurul Salonunda
on bir gündür çok sayıda konuşmacıyı dinledik, takip ettik. Bu kürsüde dile
getirilen tüm yapıcı görüş ve düşünceler için de ayrıca teşekkürlerimi sunmak
istiyorum. Bütçe görüşmeleri vesilesiyle sadece bütçe büyüklüklerini değil, pek
çok politikayı burada tartıştık, değerlendirdik. Bizler de iyi niyetli
eleştirilerden, önerilerden istifade ettik.
Bugün görüşmelerin son günü.
Bu vesileyle, ben de burada gündeme getirilen konular ve görüşler için ve yapıcı
katkılar için teşekkürlerimi sunmak istiyorum ve Hükûmetimizin
değerlendirmelerini de sizlerle şimdi paylaşmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 yılından itibaren tüm dünyayı etkilemekte olan küresel
kriz hâlâ devam ediyor; fazlar değiştirerek, aşamalar değiştirerek devam
ediyor. Bugün itibarıyla baktığımızda, dünyanın en büyük ekonomileri
problemlerini henüz çözebilmiş değil. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en
büyük ekonomisi hemen on gün sonra içine düşebileceği bir mali uçurumdan
kurtulma çabası gösteriyor. Avrupa Birliği, pek çok ülkesinin derin bir
bankacılık ve borç kriziyle boğuştuğu bir dönem yaşıyor. Japonya’ya
baktığımızda, 2007 yılından bu yana şu anda 6’ncı hükûmet, 6’ncı başbakan
göreve geldi ve tarihinin en derin ekonomik sorunlarından birisini yaşamakta.
Bütün bu sorunlar gelişmekte olan ülkelere de önemli ölçüde yansımış durumda.
Bugün, bakıyoruz, Çin’in, Brezilya’nın, Hindistan’ın büyüme oranları her ay
aşağı doğru revize edilmekte.
Pek çok ülkenin kamu borç stoku
tarihî yüksek seviyelere yükselmiş durumda. Japonya’da millî gelirin yüzde
236’sına ulaşan borç, İtalya’da yüzde 123’e ulaşan borç, Portekiz’de yüzde
119’a, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 107’ye ulaşan kamu borcu, bütün bu
ülkelerin büyümesi üzerinde uzun yıllar baskı oluşturacak. Bu krizin etkileri
yıllarca, hatta bazı ülkeler için on yıllarca aşılamayacak.
Türkiye’ye gelecek olursak,
Türkiye 2008-2009 öncesinde izlemiş olduğu politikalar ve yapmış olduğu
reformlarla bu krizin etkilerinden önemli ölçüde uzak durabildi. Biz 2008-2009
krizi öncesindeki dönemde bütçe açığımızı ciddi oranda aşağıya çektik, kamu
borç stokumuzu tarihî düşük seviyelere indirdik; bankacılık alanındaki
reformumuzla, sosyal güvenlik alanındaki reformlarımızla, sağlık alanındaki
reformlarımızla, kamu maliyesi ve kontrolü alanındaki reformlarımızla kamu
maliyesini sağlam bir bünyeye kavuşturduk. 2009 yılı geldiğinde, o krizin en
derin yılı geldiğinde Türkiye çok güçlü bir kamu maliyesi yapısına sahipti ve
çok güçlü bir bankacılık yapısına sahipti.
Krizden önceki durumumuz
farklıydı. Krizden önce yaptıklarımız krizi en az etkilerle atlatmamıza önemli
katkıda bulundu. Ancak, 2009’da uyguladığımız politikalar da dünyanın geri
kalanından ve pek çok Avrupa ülkesinden farklı politikalardı. 2009’da pek çok
ülke bu krizi kamu harcamalarını artırarak, bütçe açığını artırarak aşmaya
çalıştı. İspanya’da, Portekiz’de, İtalya’da, Yunanistan’da o dönemin
hükûmetlerine bakın, hepsinin izlediği yol “Biz daha çok devlet parası
harcayacağız. Evet, bütçe açığımız artacak ama bu krizi bu şekilde aşacağız.”
diyordu ve sonucunda, bütün bu ülkeler, şu anda, çok derin bir borç kriziyle
karşı karşıya kaldı.
Biz ise 2009 yılında
açıkladığımız Orta Vadeli Program’la, tam tersine, bütçe açığımızı daha da nasıl
aşağı seviyelere çekeceğiz, kamu borç stokumuzu nasıl aşağı seviyelere
çekeceğiz, bunu açıkladık ve bu yıl, o 2009 Orta Vadeli Programının 3’üncü
yılıdır, açıkladığımız hedefler ve açıkladığımız politikalar doğrultusunda
uygulamalar gerçekleştirdik ve Türkiye’nin genel performansı öngörülenden de,
programlanandan da daha öte bir performans oldu. Biz, bütün ekonomi
politikalarımızın merkezine güven ve istikrar kavramlarını oturtuyoruz. Devlete
güven esastır diyoruz. Devlet sağlam olacak ki, devletin kurumları mali bünye
açısından sağlam olacak ki hem o ülkenin reel sektörü hem de finans sektörü
sıhhatli bir şekilde çalışabilsin. Aksi hâlde, devlete olan güven sarsıldığında
o ülkenin hem finans sektörü hem reel sektörü nasıl derin bir çukurun içine düşüyor,
nasıl büyük problemlerin içine düşüyor, şu anda canlı örneklerini pek çok
Avrupa ülkesinde yaşamaktayız.
İşte, bu güven ve istikrarı
önceleyen politikalar sonucundadır ki 2010 yılında yüzde 9,2; 2011 yılında da
yüzde 8,5 gibi yüksek büyüme oranlarını elde ettik. 2009’dan bu yana 4 milyonun
üzerinde ilave istihdam oluştu Türkiye’de. Yine, işsizliği düşürme açısından
baktığımızda -2009’la bugüne baktığımızda- Uluslararası Çalışma Örgütü üyeleri
içerisinde işsizliği en hızlı düşüren ülke Türkiye oldu. Bütün bunlar
gerçekleşirken, bir yandan da Türkiye’de gelir dağılımı düzelmeye devam etti.
OECD’nin, geçen sene aralık ayında yayınladığı raporda, Türkiye, tüm OECD
üyeleri içerisinde gelir dağılımının en hızlı düzeldiği ülke olarak kayda
geçti.
2011 ve sonrasına bakacak
olursak, Türkiye’de özellikle enflasyon ve cari açıkla ilgili gördüğümüz
riskler bizim özellikle bankaların kredi hacmi konusunda yeni bir politika
uygulamamızı beraberinde getirdi ve bankaların kredi hacminin artışı üzerine
sınırlamalar getirmeye başladık. Aşırı borçlanmayla ve aşırı iç tüketimle, hele
hele ithalata dayanan bir tüketimle, elde edilen büyümenin, sürdürülebilir,
sıhhatli bir büyüme olmayacağına kanaat getirdik ve bunun sonucundadır ki 2012
büyümesi yüzde 3 civarında gerçekleşecek bir büyümedir ama bu büyüme sıhhatli,
sürdürülebilir bir büyümedir, dış talep ağırlıklı bir büyümedir. Bu büyümenin
içerisine dış talebin katkısı yaklaşık artı 5 puan, iç tüketimin katkısı da
yaklaşık eksi 2 puan civarındadır ve bu yeniden dengeleme sürecinde
ekonomimizin, hem cari açığın hem de enflasyonunun ciddi şekilde düştüğünü
görüyoruz. Geçen sene yüzde 10’u gören enflasyon, yüzde 10’u gören cari açık,
bu yıl sonu itibarıyla yüzde 6-7 gibi rakamlara düşmüş olacak. Dolayısıyla,
2013 ve sonrasındaki dönemde çok daha dengeli, çok daha sürdürülebilir büyüme
oranlarını Türkiye’de hep beraber göreceğiz. Bu büyüme, aynı zamanda, istihdam
üretmeye devam eden bir büyüme olacak, işsizlik oranlarını ve cari açığı
düşürmeye devam eden bir büyüme olacak.
Bütün bu politikaların
sonucundadır ki Türkiye’nin şu andaki güven göstergeleri tarihin en iyi
noktalarında. Risk göstergelerine baktığımızda, yine tarihin en düşük
noktalarında. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin en son yapmış olduğu iç
borçlanmada faiz yüzde 5,77 olarak gerçekleşti, yüzde 5,77. Bu, reel faizin
artık hemen hemen sıfır noktasına indiğini bize gösteriyor. Tarihte bu kadar
düşük oran, bu kadar düşük bir reel faiz söz konusu olmamış Türkiye’de.
Yine, dış borçlanmaya
bakıyoruz, şu anda Türkiye’nin dış borçlanma faizleri yine tarihî en düşük
oranlarda. Otuz yıl vadeli, 2041 vadeli hazine borçlanmasında dahi faiz yüzde
4,35 olarak gerçekleşti. Bu, Amerikan hazinesinin yani sıkıştığı zaman borcunu
ödemek için dolar basıp kullanabilen bir hazinenin faizlerinin sadece yüzde
1,6’sında şu anda.
Yine, kredi temerrüt takas
oranına baktığımızda sadece yüzde 1,25’e inmiş durumda. Avrupa Birliği
üyelerinin neredeyse yarısı, bizden daha fazla, daha yüksek risk göstergelerini
şu anda yönetmek zorunda kalıyorlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu anda pek çok ülkede bütçe tartışmaları yapılıyor, pek çok
ülke 2013 bütçesini tartışıyor. Diğer parlamentolarda neler tartışılıyor, neler
görüşülüyor diye şöyle bir bakmamızda büyük fayda var.
Pek çok parlamento, şu anda,
memur ve emekli maaşlarının ne kadar düşürüleceğini tartışıyor; eğitim, sağlık
harcamalarından ne kadar kesilmesi gerekeceğini tartışıyor. Pek çok parlamento,
şu anda, kaç memurun işten çıkarılması gerektiğini tartışıyor. Pek çok parlamento,
üniversite harçlarının ne kadar artırılacağını, kaç katına artırılması
gerektiğini tartışıyor. Çok şükür, bizim bütçemiz, tüm sosyal harcama
alanlarında ciddi artışları 2013 için öngören bir bütçe. 2013 bütçesi, aynı
zamanda, üniversite harçlarının sıfıra indirildiği, üniversite harçlarının
artık kaldırıldığı bir bütçe. Sosyal harcamalarımız geçen yıla göre yani 2012
yılına göre yüzde 25 oranında artırılıyor önümüzdeki sene.
Biraz önce sayın
konuşmacılardan birisi dedi ki: “Bu bütçe görüşmeleri çok sakin geçiyor, fazla
sükûnet içerisinde geçiyor, bir rehavet var.” Çok şükür, bu, Türkiye'nin bir
güven ortamının, Türkiye'nin istikrar ortamının da bir göstergesi. Allah
korusun, Türkiye, bir başka ortamı yaşasaydı, bir başka ekonomik dönemden
geçseydi buradaki tartışmalar böyle sakin, huzur içerisinde geçer miydi diye de
sormak lazım kuşkusuz. Dolayısıyla, bu, sayın milletvekillerimizin, bütçe
konusuna, ekonomi konusuna olan ilgisizliğinden değil, tam tersine, geleceğe
olan güven ve itimat neticesindedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'nin hangi ekonomik göstergesine bakacak olursak
olalım, çok şükür, tarihî rekorları gördüğümüz, yaşadığımız bir dönemdeyiz ve
bu dönem, önümüzdeki üç yıllık dönem için yani -2013, 2014, 2015- önümüzdeki
Orta Vadeli Program dönemi için bize çok sağlam bir zemin oluşturuyor. Zaten
ileriye doğru güven ve politikalara olan güven bu kadar güçlü olmasa, faizlerin
-reel faizlerin- yüzde sıfıra düşmesi mümkün olmazdı, uluslararası piyasalardaki
borçlanma faizlerimizin bu kadar düşmüş olması mümkün olmazdı. Bugün eğer
Türkiye pek çok alanda güvenilen, itimat duyulan bir ülkeyse, bu, Türkiye'deki
siyasi istikrarın bir sonucudur, güçlü bir siyasi iradenin sonucudur ve doğru
ekonomik politikaların sonucudur.
Bazen ekonomiyle ilgili zor
kararlar almak gerekir. Gereğinde, zamanında o zor ama gerekli tedbirleri
aldığınızda ileriye doğru büyük rahatlamaları, büyük kolaylıkları görürsünüz.
İşte, şu anda dünyadaki pek çok ülke, o gerekli ama zor kararları alamadığı
için sıkıntıya düşmüş durumda. Hükûmetler değişiyor, başbakanlar değişiyor,
azınlık hükûmetleri var, hükûmetlerle parlamentolar arasında kopukluklar var ve
hele hele yanı başımızdaki Avrupa Birliğine baktığımızda, gerçekten son derece
sıkıntılı bir tablo var: 27 hükûmet, 27 parlamento ve bir türlü ortak bir
yaklaşımın, ortak bir politika çerçevesinin oluşturulamaması, bir türlü güven
ortamının oluşturulamaması.
Geçtiğimiz ekim ayında
Tokyo’da yapılan Dünya Bankası ve IMF toplantılarında, sadece G-20 ülkelerinin
katıldığı kapalı bir oturum gerçekleştirdik ve meslektaşlarımız bana sordu,
dediler ki: “Niye bu iş düzelmiyor?” Biz de görüşlerimizi söyledik.
Avrupa’da önemli adımlar
atıldı, güçlü bir emniyet duvarı kuruldu. Yaklaşık 900 milyar euroluk bir
destek paketi hazırlandı, bir kenara konuldu. 2 ülke hariç 25 ülkenin ortak bir
maliye politikası çerçevesi üzerinde mutabık kalındı. Avrupa Merkez Bankası
şimdiye kadar görülmemiş miktarda likiditeyi piyasaya sürdü, görülmemiş
miktarda karşılıksız para bastı “Aman bankalar batmasın, aman devletler
batmasın.” diye. Fakat o güven unsuru ve güven unsurunun eksikliği Avrupa’da
bir türlü toparlanmayı beraberinde getiremedi. Eğer halk geleceğine
güvenmiyorsa şirketler geleceğine güvenmiyorsa, finans sektörü geleceğine
güvenmiyorsa siz hangi politikaları uygularsanız uygulayın, başarıya ulaşmak
mümkün değil. Çok şükür, Türkiye’de, şu anda, tüm güven göstergeleri en yüksek
noktalarda dolaşıyor. Bakıyoruz tüketici güvenine, bakıyoruz reel sektör güven
endekslerine, tarihî yüksek seviyelerde geziyor şu andaki bu endeksler. İşte
bunun sonucundadır ki, çok şükür, güzel sonuçlar alıyoruz.
Türkiye’yle ilgili önümüzdeki
dönemde yoğun bir gündemimiz var, yoğun bir reform gündemimiz var. Kuşkusuz,
siyasi reformlarımız devam edecek. Yargı başta olmak üzere, pek çok alanda
atmamız gereken adımlar var. Eğitim en önemli alanımız, eğitimde bu
reformlarımızın hızlı bir şekilde devam etmesi gerekiyor. Eğer 2023 hedeflerine
ulaşmak istiyorsak, Türkiye'nin dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi
olmasını istiyorsak, Türkiye'nin ileri bir demokrasi olmasını istiyorsak, aynı
zamanda çok modern, iyi bir eğitim sistemine ihtiyacımız var ve hukukun
üstünlüğü ilkesinin Türkiye’de tavizsiz uygulanmasına ihtiyacımız var. Bu konuda
çok önemli adımlar attık, geçtiğimiz on yıl çok önemli bir dönem oldu
Türkiye'nin neredeyse bir çağ kapatıp bir başka çağı açması açısından ama
önümüzde de daha uzunca bir reform listemiz var.
Yine, Türkiye’de enerji
konusunda, iç tasarrufların artırılması konusunda, daha yüksek katma değerli
üretime geçme konusunda, araştırma-geliştirmenin, inovasyonun üretimde daha çok
kullanılması konusunda atacağımız adımlar var. İşte, önümüzdeki bu dönem, aynı
zamanda tüm bu reformlar konusunda hızlı adımlar atacağımız, hızlı ilerlemeler
sağlayacağımız bir dönem olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütün bu politikalar, kuşkusuz, insanı merkez alan
politikalar. Biz, ekonomi politikalarını bir teknik alan olarak görmüyoruz,
insandan kaynaklanan ve insanı hedef alan bir politika seti olarak görüyoruz.
İşte böyle baktığımızda da, çok şükür, ülkemizde yoksulluk göstergelerinde
tarihî düşük seviyelere ulaştık.
Dünya Bankasının kabul ettiği
ve Dünya Bankasına üye 188 ülke için ölçülen bir mutlak yoksulluk göstergesi
var, bu da 1 dolar ve 2 doların altında yaşayan nüfus.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) -1
dolar 25 sent.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) - Çok şükür, biz bugün itibarıyla bu tür bir toplum kesiminin
artık Türkiye’de olmadığını görüyoruz. 1 dolar ya da 2 doların altında bir
gelirle yaşayan nüfusumuz, hamdolsun, kalmadı.
Daha üst bir eşik olan 4,3
dolara bile baktığımızda, 2002 yılında yüzde 30 olan bu oranın, en son verilere
göre, sadece yüzde 2,7’ye düştüğünü görüyoruz; yüzde 30’dan yüzde 2,7’ye ve
inşallah, 2015 yılı geldiğinde, Türkiye, Dünya Bankası sınıflandırmasına göre,
artık üst gelir, yüksek gelir ülke grubuna giriyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Dünyada dört ülke
sınıflandırması var: Düşük gelir diyoruz, alt orta gelir, üst orta gelir ve
yüksek gelir. 2015 programımız bize, o 2015 yılı geldiğinde, inşallah, Dünya
Bankasının, artık yüksek gelir ülke grubuna gireceğini gösteriyor.
Yine şöyle bir göz atacak
olursak, bütün bu politikalar, Türkiye’de özellikle çiftçilerimizi, esnafımızı
destekleyen politikalar oldu.
Eğitim, sağlık en önemli
harcama kalemlerimiz. Yine konuşmacılardan bir tanesi dedi ki: “Eğitime
savunmanın dörtte 1’i kadar para harcıyorsunuz.” Şimdi, ya bütçeyi okumayı
bilmiyorsunuz ya hesap kitap bilmiyorsunuz. Bunlar tek tek, rakam rakam
buralarda görüşülen, incelenen konular. Şu anda, toplam bizim, kamunun sağlığa
harcadığı rakam 68 milyar TL 2013 yılında, 68. Eğitime de aşağı yukarı bir o
kadar daha, yaklaşık 69 milyar harcıyoruz. Eğitim ve sağlık 1 numaralı ve 2
numaralı, en önemli harcama kalemlerimiz bütçede ve eğitim, özellikle 2004
bütçemizden bu yana hep 1 numara oldu ve o gün bugündür de 1 numara olmaya
devam ediyor.
Yine, tarımla ilgili Sayın
Güneş’in ifadeleri vardı, “Yüzde 1.” dediniz ve hatta bir “gasp” ifadesini de
kullandınız ki bu da çok üzücü. Bakın, bütçe ortada. Bizim, 2013 bütçesinden
tarıma ayırdığımız, sadece bütçe giderleri açısından baktığımızda, gayrisafi
yurt içi hasılanın yüzde 1,09’u, yüzde 1’in üzerinde. OECD’nin farklı bir hesap
metodu var, en son raporlarını açıp bakabilirsiniz. OECD’nin ortalaması yüzde
0,95 iken OECD, Türkiye’nin tarım desteklerini yüzde 2,18 diye hesap ediyor.
Özellikle, bu gümrük ve koruma uygulamalarının getirdiği ilave desteği de OECD
hesaba katıyor ve OECD içerisinde tarıma en çok destek veren ülke, 1 numaralı
ülke Türkiye gösteriliyor gayrisafi yurt içi hasılasına göre.
Yine, OECD rakamlarından yola
çıkmışken, özellikle Sayın Güneş’in gösterdiği bir grafik vardı ve
tutanaklardan da bakabiliriz, “Bu, OECD’deki genç işsizlik grafiğidir.” dedi. 2
ayrı arkadaşımıza ayrı ayrı biraz önce talimat verdim “OECD raporlarından
çıkarın, bana şu genç işsizlik rakamlarını bir gösterin.” dedim. 2012’nin 2’nci
çeyreği itibarıyla bütün OECD ülkelerinin rakamları var. OECD’deki genç işsizlik
ortalaması yüzde 16, Türkiye yüzde 15, grafik de burada. Öyle üçte 1 işsizlik
falan yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Güneş, siz akademisyen
kimliğinizle ve bu konuları bilen bir kişi olarak, işsizlik rakamını
kullanarak…
HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) –
Grafikte yazıyor…
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Bakın, başka türlü tanımlar getirebilirsiniz ama OECD’nin
ve Eurostat’ın bir işsizlik tanımı vardır, bunlar OECD’nin kendi raporundandır.
“Türkiye’deki her 3 gençten 1’i işsiz.” derken hem OECD hem Eurostat bunu yüzde
15,2 olarak açıklıyorsa bu kürsüden “Üçte 1’i gençlerin işsiz.” demek çok doğru
değil, ben bunu özellikle hatırlatmak istiyorum.
HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – OECD
raporuna yazarsın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye tarıma
desteği, gerçekten, hem çeşitlendiren hem de bu konuda güzel sonuçlar alan bir
ülke. Bakın, şu anda biz tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla olarak dünyada
7’nciyiz, Avrupa’da 1’inciyiz. Ha, bir de rakamları vereyim: 2002’deki
rakamımız 23 milyar dolar, 2011’deki rakamımız 61 milyar dolar ve dünya
7’ncisiyiz. İnşallah, 2023’te dünyada 5’inci olacağız tarımsal gayrisafi yurt
içi hasıla açısından. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bir yandan Türkiye hızla
sanayileşiyor, doğru ama asla tarımı ihmal etmiyoruz. Bakın, tarımda tablo bu.
Turizmde, şu anda gelen turist sayısı açısından dünya 6’ncılığına yükseldik,
gelen turist sayısı açısından. Bütün bunlar ekonomimizin çeşitlendirilmesi
açısından son derece önemli ve ileriye doğru, daha sağlam, pek çok konuda
başarılı, pek çok konuda yapısı sağlam bir ekonomi olmamız açsından da son
derece önemli konular.
Bir başka konu bu altın
meselesi. Altın ihracatı, altınla ilgili işlemler, sanki Türkiye’nin büyümesine
suni bir katkıda bulunuyor, Türkiye’nin ekonomik büyümesini olduğundan farklı
gösteriyor gibi yanlış bir bilgilendirme, bir dezenformasyon yayılmaya
çalışılıyor. Bununla ilgili Kalkınma Bakanlığımız gerekli bütün açıklamaları
yaptı. TÜİK, bu altın istatistiği nasıl tutulur, ta temmuz ayında, 6 sayfalık
bir açıklamayla ortaya koydu. Bizim gayrısafi yurt içi hasıla hesabımızdaki
temel yöntem üretim yöntemi yani biz Türkiye’deki toplam oluşturulan katma
değeri toplayarak gayrısafi yurt içi hasılayı buluyoruz. Altını eğer Türkiye’de
üretiyorsak, toprak altından çıkarıyorsak orada oluşan katma değer, altının
değeri olduğu gibi büyümemize giriyor ama ithal ve ihraç arasındaki fark
-biliyorsunuz kâr çok çok düşüktür- onun büyümemize herhangi bir katkısı, fazla
bir desteği yok. Bunlar defalarca açıklandığı hâlde, hâlâ işte “Büyüme sunidir.
Altın da ihraç edilmişti, o büyümeye etki etmiştir.” gibi yanlış
değerlendirmelerin yapılması gerçekten bizim için üzücü.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) –
“Var” diye açıkladınız Sayın Başbakan Yardımcısı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Yine bir başka konu -artık benden önceki konuşmacıların
değindiği konulara hızlı hızlı değiniyorum başlıklar hâlinde- Türkiye’de gelir
dağılımı ve satın alma gücü. Bunu Sayın Başbakanımız bütçenin ilk açılış
gününde ortaya koydu fakat defalarca bu bilgilerin verilmesine rağmen, hâlâ,
maalesef, bir yoksulluk edebiyatı yapılıyor, sanki satın alma gücü düşüyormuş
Türkiye’de gibi, sanki gelir dağılımı bozuluyormuş gibi bir algı oluşturulmaya
çalışılıyor. Gerçek çok açık ortada, hesap kitap da ortada. Sadece birkaç örnek
vereceğim, fazla vakit harcamayacağım çünkü çok işlendi bu konu. Bakın, en
düşük memur maaşı 2002’de 382 kilo makarna alırken bugün 695 kilo makarna
alabiliyor…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Kaç
altın alıyor Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – …48 kilo dana eti alırken 66 kilo dana eti alıyor, 135
litre ayçiçeği yağı alırken bugün 256 litre ayçiçeği yağı alıyor.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Altınla kıyaslayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN
(Devamla) – Asgari ücrete geçiyorum: 182 kilo ekmek olmuş 288 kilo, 143 litre
süt olmuş 316 litre, 110 kilo şeker olmuş 232 kilo şeker. Bu, satın alma
gücünün artmasıdır, bu refahın artmasıdır. Bunu dünyanın neresine götürüp de
anlatsanız “Bu ülke gelişmiş, kalkınmış. Bu ülkede yoksulluk azalmış, refah
artmış.” derler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN (Ankara) – Ekmeği
kiloyla kim alıyor Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Bu konularda akıntıya kürek çekmenin hiçbir anlamı yok. Bu
tabloya rağmen, bu rakamlara rağmen farklı şeyler söylemek de inanın Türkiye
içinde de, Türkiye dışında da ciddi kredibilite kaybına uğruyor, daha sonra
söylediklerinizin de bir değeri olmuyor. Gerçeklere dayanan, gerçekler bazında
ifadeler olsa ve o konuda gerçekten bize yol gösterici, yön verici söylemler ve
öneriler gelse bize de faydalı olacak, biz de belki politikalarımıza bir
şekilde yön vermekte sizin görüşlerinizi kullanabileceğiz.
Bir başka önemli konu: Bakın,
Türkiye 2002’de IMF’in 42’nci büyük ortağıymış, 42’nci, bugün 20’nci büyük
ortağı. İnşallah, Mayıs 2013’te, Allah kısmet ederse beş ay sonra, bu borcu
sıfırlıyoruz ve artık Türkiye uzun yıllardan sonra IMF’e borcunu sıfırlayan bir
ülke, hatta bundan sonra da IMF kaynaklarına destek vermeye başlayacak, IMF’e
borç vermeye başlayacak bir ülke olacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Borçlarla ilgili pek çok
rakam ifade edildi. Fakat, ben şunu size ifade edeyim ki: Bakın, Türkiye’de biz
bir yandan bu gelişme, kalkınma için çaba gösterdik, bir yandan sosyal
harcamalarımızı artırdık, bir yandan tarım desteğini artırdık, bir yandan
bankacılık sistemimizin daha sağlam temellere oturması için çalıştık fakat bir
yandan da harıl harıl borç ödedik. Sadece kendi dönemimizde, 2002 Kasımdan bu yana,
batan bankalar için ve kamu bankalarının görev zararı için yapılmış olan
borçlanmaya yaptığımız ödemeler bugünkü rakamla 112 milyar dolar. 2010 sonunda
bunu da sıfırladık çok şükür. 2012 sonu itibarıyla da batan bankalardan ve kamu
bankaları zararlarından, 2001 krizinden bugüne kalan borç artık yok.
Yine, özel sektörün borcu çok
konu ediliyor. Bakın, yıl 2002, bizim özel sektörümüzün dışarıya borcunun millî
gelire oranı yüzde 18,7; en son rakamlar yüzde 27,8 gösteriyor yani 9 puanlık
bir artış olmuş. Ama kamu borcunda da yaklaşık 40 puanlık bir düşüş var. Bu 40
puanlık düşüşü hiç görmezden gelip -millî gelire oran olarak 40 puan- sadece
özel sektörün borcu artıyor diye, sanki Türkiye’de bir borç sorunu varmış gibi
sunmak da yine rakamlarla, gerçeklerle örtüşmüyor. Kaldı ki bizim özel
sektörümüzün yurt dışında da çok ciddi varlıkları var, bütün raporlarda bunları
görüyorsunuz. Ve kamuya baktığınızda, özellikle kamuya, kamunun net dış borcu
haziran sonu itibarıyla sıfırlandı, hatta artıya geçtik. Yani, kamunun elindeki
döviz varlıkları şu anda kamunun döviz borcundan daha fazla. Net dış borcunu
sıfırlayan bir Türkiye var artık -kamu kesimi olarak söylüyorum- sadece hazine
değil tüm belediyeleri, tüm KİT’leri de katarak hesap ettiğimizde, artık dış
borcunu sıfırlamış bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine, Sayın Şandır’ın ifadeleri vardı, dedi ki: “Genç işsizlik
yüzde 20’ye ulaştı.” Keşke, Sayın Şandır, bir zahmet edip TÜİK raporlarına bir
baksanız ya da OECD ya da Eurostat rakamlarına baksanız da öyle söyleseydiniz
bu rakamı. En son TÜİK rakamımız yüzde 15,2. İşsizlikte yarım puanın, 1 puanın
dahi çok önemli olduğunu siz çok iyi takdir edersiniz. Yüzde 15,2 rakamını
“Genç işsizlik yüzde 20’ye çıktı.” diye bu kürsüden ifade etmeniz, yine,
halkımıza doğruları söyleme anlamında, artık sizlerin takdir etmesi gereken bir
tablo.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Kayıt dışını saymayacak mıyız?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) - Kaldı ki 17 ülkeye baktığımızda, avro bölgesine baktığımızda,
genç işsizlik ortalaması şu anda yüzde 23,9. Avro bölgesinin ortalaması
23,9’ken bizde bu rakam yüzde 15,2. Dolayısıyla yine, rakamlar konusunda -Sayın
Güneş gibi- daha dikkatli olmanızın sizler için kredibiliteniz açısından daha
hayırlı olacağını düşünüyorum.
Yine, bir başka ifade:
“Nüfusun yarısı yoksulluk sınırı altında.” Hangi usulde ölçerseniz ölçün, hangi
uluslararası veriye bakarsanız bakın, isterseniz Dünya Bankasına bakın,
isterseniz Birleşmiş Milletlerin rakamlarına, böyle bir şey yok. Ha, sizin
kendi bir hesap yönteminiz olabilir ama Türkiye'nin rakamları uluslararası
standartlarda, uluslararası mukayese edilebilir rakamlar olmalıdır ve o
çerçevede konuşmalıyız.
Yine, bir başka konu: “Satışa
sunulmayan ne kaldı?” dediniz, özelleştirmeleri eleştirdiniz. E, MHP-DSP-ANAP
koalisyon döneminde de pek çok özelleştirme yapıldı. Sayın Bahçeli’nin pek çok
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının altında imzası var. Yani “Eğer bu yanlış
bir şeyse siz o dönemde niye yaptınız?” diye sormak lazım. Kaldı ki özel
sektörün ekonomide ağırlığının artmasını isteyen bir ekonomik programımız var
bizim. Özel sektörün o verimliliği, o dinamizminden daha çok istifade etmemiz
gerektiğini düşünüyoruz. Bakıyoruz özelleştirdiğimiz kuruluşlara, zarar eden
kuruluşlara bakıyoruz, özelleştirildikten sonra bırakın zararı, ettikleri kâr
ve tekrar devlete ödedikleri vergi bu ülke için çok çok önemli bir kaynak.
Yine, dediniz ki: “Bu bütçe
bir zulüm bütçesidir.” İşte, milliyetçilikle ilgili yine ifadeleriniz vardı.
Ben yine, bakın, kırk iki aylık MHP-DSP-ANAP döneminden bazı veriler sunmak
istiyorum ve eğer bu kadar ağır ifadeler kullanmasaydınız belki bu verileri
hatırlatmama gerek kalmayacaktı ama “zulüm bütçesi” diyorsanız ben şimdi
soruyorum: Merkezî yönetimin toplam borcunun bu kırk iki aylık, üç buçuk yıllık
iktidarınız döneminde 28 milyardan 235 milyara çıkması zulüm müdür, değil
midir? Yine soruyorum: O kısa süre içerisinde dolar kuru 395’ten 1.646’ya
çıkmış, Türk lirasının değeri dörtte 1’ine düşmüş. Bu zulüm müdür, değil midir?
Yine, “milliyetçilik” dediniz. Bakın, gayrisafi millî hasıladan bahsediyorum:
262 milyarla devralmışsınız, 2002’de rakam 230 milyar! Millî hasılamızdan
bahsediyorum.
Dolayısıyla, milliyetçilik,
230 milyarlık gayrisafi yurt içi hasılayı 800 milyar dolara çıkarmaktır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Milliyetçilik, bu ülkenin borcunu millî gelirinin
yüzde 74’ünden yüzde 36’sına indirmektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Milliyetçilik, bu ülkede yüzde 66’ya çıkmış olan faizleri yüzde 5,77’ye indirmek,
yüzde 30’u bulan reel faizi yüzde sıfıra indirebilmektir. Eğer milliyetçilik,
bu milleti, bu ülkeyi sevmekse bunu da rakamlarla çok çok açık bir şekilde
görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine Sayın Ayaydın’ın ifadeleri vardı, gerçi Sayın Güneş de
bunların pek çoğunu tekrar etti ama şunu ifade etmek istiyorum ki: Bakın,
özellikle ekonomi ve finans alanına baktığınızda eleştirilerinizi çok çok
dikkatli, çok hesaplı kitaplı yapmanız lazım. Bütün dünyanın artık kabul
ettiği, bütün Avrupa’nın kabul ettiği bir Türk ekonomisini, burada, hele hele
en sağlam noktalarından eleştirmeye çalışmak sadece, dediğim gibi, bu
eleştirileri yapanlar adına bir güven kaybıdır ve Türkiye muhalefeti adına da
iyi bir tablo değildir diyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yine sayın konuşmacıların dile getirdiği bazı konular vardı “Türkiye’de icra
sayıları artıyor, dosyaları artıyor.” diye. Bakın, size bir rakam vereceğim,
Adalet Bakanlığımızdan aldığım rakam: 2002 yılı itibarıyla açılan takip sayısı
-icradan bahsediyoruz- 3 milyon 894 bin,
2011 yılına geldiğimizde 6 milyon 252 bin yani yüzde 60’lık bir artış
var ama bunun yanında 3 misline çıkmış bir millî gelir var. 3 katına çıkmış bir
ekonomik boyut var. Ekonomi her şeyiyle büyük yer, alacağıyla, vereceğiyle, ödenen çekleriyle,
kredileriyle her şeyiyle büyük yer. Yine, bakıyoruz ihracat 36 milyardan 150
milyar dolara çıkmış, 4 kat artmış. Dolayısıyla bu kadar büyüyen ekonomide icra
dosyaları sayısında da yüzde 60’lık bir artış, bu dokuz yıllık dönem içerisinde
gayet makul. Olağanüstü bir tablo burada kesinlikle yok.
Cezaevlerindeki hükümlü ve
tutuklu sayısının artışı. Biliyorsunuz, burada şartlı tahliye oranının yüzde
40’tan yüzde 67’ye çıkarılmasıyla ile ilgili bir adım attık. Dolayısıyla
burada, artık eskiye göre daha uzun süreler cezaevinde kalma söz konusu.
SIRRI SAKIK (Muş) – Nasıl?
Anlamadım!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Yine, pek çok konuda cezalar artırıldı. 2011 yılından
itibaren Yargıtay ceza dairesi ve üye sayısı artırıldı ve dosyalar daha hızlı
onaylanıyor, o da sayıdaki artışın bir sebebi ama belki de en önemlisi.
Diyeceksiniz ki “Niye cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklu sayısı arttı?” Değerli
arkadaşlar, mafyalar, çeteler artık dışarıda dolaşmıyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Mafyalar, çeteler içeride, artışın da en önemli sebebi bu.
Yine, bazı konuşmacıların
kuvvetler ayrılığıyla ilgili değerlendirmeleri, ifadeleri oldu. Anayasa’mızın
125’inci maddesinin 4’üncü fıkrası çok açık, aynen okuyorum: “Yargı yetkisi,
idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir
surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda
gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak,
idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı
kararı verilemez.” Bu, Anayasa hükmü, bizim istediğimiz de tam bu; her kuvvetin
kendi anayasal sınırları içerisine çekilmesi. Her taş kendi yerinde ağır.
Yasama, yürütme ve yargı, sistemin birbirini dengeleyen ve tamamlayan
parçalarıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, devlet organları arasında bir
çatışmanın gerekçesi, farklı kuvvetler arasındaki çekişmenin mazereti olarak da
algılanmamalıdır. İtiraz ettiğimiz husus şudur: Yargının kendi yetki alanını
kendi kendine genişletecek kararlar alması ve görev alanına girmeyen konularda,
bir tür nüfuz alanı mantığıyla alanına katmasıyla oluşan genişlemelerdir. Bir
bakıma, kuvvetler ayrımını mazeret gösterip yargının yasama ve yürütmeye
müdahil olmasıdır. Böylesi bir gelişme, güvensizlik ve belirsizlik duygularını
besleyeceği gibi, keyfîliği normatif bir değer hâline de getirebilir diyoruz ve
Sayın Başbakanımızın itirazları da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Yargı
erkleri kendi anayasal sınırları içerisinde uygulamaya bunu yansıtmalıdır.
Daha önceki dönemlerden
olumsuz tecrübeler yaşadık. Bakın, burada bir “367” vakası yaşadık. Anayasa
Mahkemesi, 367 milletvekili bulunmadan cumhurbaşkanı seçilemeyeceğine dair bir
karar verdi. Ne yaptı? Kendini yasamanın yerine koydu. Halkın yüzde 47’sinin
oyunu almış olan iktidar partisini kapatmaya çalıştı.
Yine, Anayasa’nın 10’uncu ve
42’nci maddelerinde, eğitim ve öğretim özgürlüğünü genişletmeye yönelik olarak
411 milletvekilinin oyuyla kabul edilen bir kanunun, daha doğrusu anayasa değişikliğinin
iptalini hep beraber gördük.
Yine, Anayasa’nın 155’inci
maddesindeki hüküm uyarınca, kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmeleri hakkında iki ay içerisinde düşüncesini bildirmekle görevli olan
Danıştayın bu süre içerisinde görüşünü bildirmemesi sebebiyle çok büyük
zararların oluştuğunu gördük. İşte, belki İzmir Limanı bunun en somut örneği. 3
Mayıs 2007’de 1 milyar 275 milyon dolara ihale ediliyor özelleştirmede. Ne
yapılması lazım? İki ay içerisinde görüş yazılması lazım. Peki, görüş ne zaman
geliyor? 27 Temmuz 2009. İki ay değil, iki sene iki ay sonra. Şartlar
değişiyor, firma o günkü finansman imkânlarına ulaşamıyor ve vazgeçiyor. Sadece
o 1 milyar 275 milyonun gecikmiş tahsili sebebiyle, faiziyle beraber hesap
ettiğimizde, şu anda 1,7 milyar dolarlık bizim kaybımız var. İşte bu, yargının
yerindelik denetiminin, yargının, bir bakıma yürütmenin yerine kendisini
koymasının somut örneklerinden bir tanesi. Yine, biz bunu Haydarpaşa’da gördük,
Galataport’ta gördük, Türk TELEKOM’da gördük, YÖK’ün üniversiteye giriş
sınavında uygulanacak katsayının belirlenmesine ilişkin kararında gördük, hâkim
ve savcı adaylığı alımı için yapılan mülakatlarla ilgili olarak verilen
kararlarda gördük ve bir bakıma bu isyanımız, bu görüşümüz bu nedenledir.
Yine, Suriye’yle ilgili pek
çok konu gündeme geldi. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yanı
başımızdaki, en uzun sınırı paylaştığımız, akrabalarımızın, kardeşlerimizin
yaşadığı Suriye’de halkın taleplerinin dikkate alınması, değişim sürecinin zararsız
şekilde atlatılması için her türlü girişimde bulunduk. Maalesef, tüm tavsiye ve
dostane uyarılarımıza rağmen, Suriye rejimi reformları yapmak yerine, oyalama
taktikleriyle sorunun üstesinden gelebileceğini ve meseleyi baskıyla
çözebileceğini zannetti. Ne zaman ki Esed rejimi halkına karşı silah doğrulttu,
çocukları, yaşlıları, kadınları, masum sivilleri katletmeye başladı, işte o
zaman, biz de Türkiye olarak Suriye halkının yanındaki yerimizi aldık. Şu ana
kadar, bu rejim 50 binden fazla masum insanı öldürdü. Yaşanan olaylar
neticesinde 2,5 milyon kişi ülke içerisinde göç etmek zorunda kaldı, 500 bin
Suriyeli komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Zulüm ve katliamdan kaçan
Suriyeli kardeşlerimize ayrım gözetmeden, meşrebine, mezhebine ve dinine bakmadan
kapılarımızı, evlerimizi ve en önemlisi de gönüllerimizi açtık. Hâlihazırda, 14
barınma merkezinde 136 bin Suriye vatandaşını misafir ediyoruz, eğitimden
sağlığa kadar her türlü ihtiyaçlarını görüyoruz.
Akan kanın ve yaşanan bu
trajedinin bir an önce son bulması amacıyla da çok yoğun bir diplomasi trafiği
yürüttük, yürütmekteyiz. Suriye meselesinin uluslararası toplumda hak ettiği
ilgiyi görmesi için de büyük çaba sarf etmekteyiz. İşte, Türkiye, Suriye Ulusal
Koalisyonu’nu, Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanımış ve destek
taahhüdünü yinelemiştir ama bunu tanıyan sadece Türkiye değildir. En son
Marakeş’te yapılan toplantıda 114 ülkenin ve 13 uluslararası kuruluşun
katılımıyla yapılan Suriye Dostları Grubu’nun 4’üncü toplantısında “Suriye
Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Suriye halkının meşru temsilcisi
olarak tanınmıştır. Yani, dünyada artık büyük ekseriyette rejim değil, Suriye
halkının gerçek temsilcileri bugün tanınmaktadır. Zaten kendi halkını uçaklarla
bombalayan, sahilden harp gemileriyle kendi şehirlerini bombalayan, hatta en
son dönemde Scud füzelerini de yine kendi halkı üzerinde kullanmaya başlayan
bir rejimin artık meşruiyeti kalmamıştır. Bu rejim artık gidicidir, tamamen
zamanlama meselesidir. Yönetimin her seviyesinden ve özellikle de askerî
kanattan her gün kaçışlar vardır. Muhalefet, ülkenin her bölgesinde etkinliğini
artırmaktadır. Âciz kalan rejimin halkına karşı yürüttüğü bu kirli savaşa komşu
ülkeleri müdahil kılmaya, çatışmaya çekmeye dönük niyetlerin de farkındayız. Ancak,
vatandaşlarımızın temel haklarını ve sınırlarını korumak için uluslararası
hukuk çerçevesinde de gerekli her türlü önlemi aldık ve bu önlemleri almaya da
devam edeceğiz ve attığımız bütün adımlar, atacağımız bütün adımlar güçlü bir
uluslararası hukuk zemininde olacaktır, güçlü bir uluslararası meşruiyet
zemininde olacaktır. Türkiye olarak, Suriye halkı ile kardeşlik hukukunun
gereği olan dayanışmamızı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam
ettireceğiz.
Suriye’yle ilgili özellikle
bu Patriot füzeleri konusu sık sık gündeme gelmekte. Suriye’deki durum, değerli
arkadaşlar, ciddiyetini koruyor. Biliyorsunuz 5 tane vatandaşımızı kaybettik 3
Ekim tarihindeki bu düşen bombada. Yine, halkımızı ve topraklarımızı korumak
sorumluluğumuz olduğu kadar da meşru bir hakkımız. Hükûmetimiz bu çerçevede
tamamen savunma amaçlı olmak üzere, üyesi olduğumuz NATO’dan, savunma
sistemlerimizin NATO çerçevesinde konuşlandırılacak Patriot füze savunma
bataryalarıyla takviyesini istemiştir ve 4 Aralık tarihinde de NATO dışişleri
bakanları, NATO Konseyinde bu talebimizi onaylamıştır. Süre bir yıllığınadır
ama gerekirse bu süre uzatılabilecektir. Tekrar ediyorum ki bu önlemler savunma
amaçlı önlemlerdir. Onun ötesinde kimse bir şey aramamalıdır. Buradaki amacımız
da Suriye’deki krizin daha fazla tırmanmasına engel olabilmektir. Türkiye,
Suriye krizinin barışçı yollardan bir an evvel çözümü amacıyla da yapmış olduğu
bu girişimleri bundan sonra da aynen, kararlılıkla uygulamaya devam edecektir.
Yine, özellikle komşumuz
İran’ın, kendisi 2.000-2.500 kilometrelik füzelere sahipken bu konuda bazı
açıklamalar yapması, farklı bir tutum sergilemesi de, kuşkusuz, bizim için
kabul edilemez. Burada, Suriye’nin tüm komşularının ve bütün bölge ülkelerinin yapması
gereken, her gün katledilen masum sivillerin, masum Suriye vatandaşlarının
yanında olmaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 28 Aralık 2011 tarihinde, Uludere ilçemize yakın sınırın Irak
tarafında, maalesef, 34 kardeşimizi, 34 vatandaşımızı yitirdik. Bu elim olay
karşısında, sadece oradaki aileler, sadece belli bir bölgedeki vatandaşlarımız
değil, 75 milyon bu acıyı yüreğinde hissetti. Sayın Başbakanımızın eşi ve kızı
bölgeye giderek bu ailelerin acılarına ortak oldular. Başbakan Yardımcımız, eşi,
pek çok bakanımız, milletvekillerimiz aynı şekilde, bu köylere gittiler,
aileleri ziyaret ettiler. Valimiz, CHP ve BDP genel başkanları, milletvekilleri
de yine bölgeye gittiler, ailelerin acılarını paylaştılar. Bu vahim hadisenin
ardından, acılı aileleri bir nebze olsun teselli etmek amacıyla, Hükûmetimiz
çok samimi adımlar attı. Bu ailelere gerek maddi gerekse manevi destek sağlama
konusunda mevzuatın çerçevesinin de ötesinde adımlar atıldı. Ayrıca, bu vahim
hadisenin nasıl olduğu konusunda Meclisimizde de biliyorsunuz bir araştırma
komisyonu kuruldu. Adli ve idari yargı süreci başlatıldı. Bu süreçler de devam
ediyor, askerî yargı süreci devam ediyor, Diyarbakır Başsavcılığının
çalışmaları devam ediyor.
Ben, bir kere daha şu hususun
altını çizmek durumundayım: Uludere’deki hadisenin acıları başta Hükûmetimiz,
partimiz ve grubumuz olmak üzere ırk, inanç, dil, din ayrımı olmaksızın
toplumun her kesimi tarafından paylaşılmıştır. Uludere’nin acısı, bu milletin
ortak acısıdır. O ailelerin hissiyatı, bu milletin ortak hissiyatıdır. Bu
hadisenin bir ayrışmanın, çatışmanın, hele hele bir istismarın aracı yapılması
son derece tehlikelidir ve bu istismarı biz sadece BDP’de görmüyoruz,
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Adalet arıyorlar… Ne zamandan beri adalet aramak istismar oldu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) - Maalesef bu istismar kervanına Cumhuriyet Halk Partisi de
katılmakta. Yaşanan acı üzerinden, akan kan üzerinden istismar siyaseti gütmek,
fırsatçılığa girişmek, en az yaşanan olay kadar acıdır, vehimdir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp
ya!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Sayın Bakan, vur emrini kim verdi?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Toplu
katliam, soykırım, insanlık suçu…
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen,
hatibin sözünü kesmeyin efendim, lütfen… Şurada birkaç dakika daha sabredin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Bir vahim hadisenin…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Ayıp!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – 34
can… Adalet arıyor insanlar…
BAŞKAN – Lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O
işin sorumlusu kim, ortaya çıksın!
BAŞKAN - Lütfen…
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Bir vahim hadisenin kendi bağlamından, kendi gerçekliğinden
koparılarak, özellikle de vicdan dairesinin dışına çıkarılarak, sağduyudan uzak
şekilde istismar ve fırsatçılık hırsıyla ele alınması o acıyı dindirmez, tam
tersine o acıyı büyütür. (CHP sıralarından gürültüler)
BÜLENT TURAN (İstanbul) –
Dinle, dinle!
MUSATAFA SEZGİN TANRIKULU
(İstanbul) – Sana ne? Sana ne oluyor? (AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı
konuşmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen
değerli arkadaşlar, lütfen… Sükûneti muhafaza edelim, lütfen.
Değerli arkadaşlar, lütfen…
Sayın Babacan, lütfen, devam
edin siz. (AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı konuşmalar, gürültüler)
Devam edin lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Adalet arıyor insanlar!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Uludere hadisesini ayrışmanın bir
fırsatı olarak değil, bu tür hadiselerin yaşanmaması için… (AK PARTİ ve CHP
sıralarından karşılıklı konuşmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen, yerinize
oturunuz arkadaşlar. Lütfen, yerinize oturunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) -…acı bir tecrübe olarak görmek vicdani bir sorumluluktur.
Terörle iç içe yaşayan, her
an terör tehdidine maruz kalan, terörle büyük bir hassasiyetle mücadele eden
bir ülkede Uludere’yi bir fırsat olarak görmek, bunu siyasi istismar aracı
yapmak…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Bir yıldır “Bombalama emrini kim verdi?” sorusuna cevap veremediniz.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar,
lütfen, bakın müzakerelerin sonuna geldik. Ne olur! Bu yılın son müzakeresi bu!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Hem suçlu hem güçlü!
BAŞKAN - Sükûneti muhafaza
edelim.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Hem suçlu hem güçlü!
BAŞKAN - Laf atmayın, bundan
kimseye bir fayda yok. Şu ana kadar sükûnet içerisinde geldi. Yani oradaki
yapılan söz atmaların…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Bir yıldan bu tarafa “Bombalama emrini kim verdi?” sorusuna cevap veremediniz.
BAŞKAN – Sayın Özdemir, siz
idare amirisiniz, lütfen uygun değil.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) -
Ama Sayın Başkan olur mu öyle şey?
BAŞKAN - Ama sizin oradan
attığınız lafın buraya bir faydası yok, kamuoyu da duymuyor.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Ama muhalefeti suçluyor.
BAŞKAN – Efendim, suçluyorsa
cevap verilir.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
“Siyasi istismar yapıyor.” diyor.
BAŞKAN – Suçluyorsa cevap
verilir.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Bilir misiniz ki oradaki insanlar bir yıldan beri…
BAŞKAN – Suçluyorsa söz
istersiniz birileri cevap verir ona, söz kesmek yok ki!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
İnsanlar…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan, vereceğiz, bu sataşmanın cevabını vereceğiz.
BAŞKAN – Vereceksen
vereceksin ama siz konuşurken hiç kimse müdahale etmedi bakınız, istediğiniz
gibi konuştunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İktidar partisi milletvekilinin orada ne işi var?
BAŞKAN – Bir dakika…
Bu kürsünün dokunulmazlığı
var, burada herkes istediğini söylüyor, siz de konuştunuz kimse laf atmadı.
Doğru bir şey değil canım yani.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tamam
da AK PARTİ milletvekilleri oraya kadar yürüyor.
BAŞKAN – Siz grup başkan
vekilliği de yaptınız. Olur mu böyle bir şey? Buranın da bir usulü var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Kalkan milletvekilini oturtun o zaman.
BAŞKAN – Yeri geliyor İç
Tüzük’e göre hak talep ediyorsunuz öbür tarafta İç Tüzük’te olmayan tavırlar
ortaya koyuyorsunuz. O zaman hangi İç Tüzük nerede kalıyor, yapmayın lütfen.
Sayın Babacan, devam edin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Uludere hadisesini ayrışmanın bir fırsatı olarak değil, bu
tür hadiselerin yaşanmaması için acı bir tecrübe olarak görmek vicdani bir
sorumluluktur. Terörle iç içe yaşayan, her an terör tehdidine maruz kalan,
terörle büyük bir hassasiyetle mücadele eden bir ülkede Uludere’yi bir fırsat
olarak görmek, bunu siyasi istismar aracı yapmak sorumlu, sağlıklı ve sağduyulu
bir siyaset olamaz. Unutmayalım ki, daha önce de biz bir Gediktepe vakası
yaşadık. Sivil vatandaş zannedilenler terörist çıktı; şehitler verdik, bedel
ödedik. İstismarcılar ve fırsatçılar ellerini çektiğinde Uludere hadisesi çok
daha hızlı bir şekilde aydınlanacak ve çözüme kavuşacaktır.(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, 1980 ve sonrasında Diyarbakır Cezaevinde yaşanan insanlık dışı
muamele ve işkencenin milletimizin hafızasında ve ortak vicdanında derin bir
yara açtığını hepimiz biliyoruz. Kalbi olan, vicdanı olan, insanlıktan zerre
eser taşıyan birinin Diyarbakır Cezaevinde yaşananları ve yaşatılanları
onaylaması asla mümkün değildir. Nitekim, Sayın Başbakanımız da değişik
vesilelerle Diyarbakır Cezaevinde yaşanan olayları kınamış ve o acıyı
paylaşmıştır. Esasen AK PARTİ pek çok mensubu benzer süreçlerden geçmiş bir
parti olarak Diyarbakır Cezaevinde yaşananlarla empati kurabilen bir partidir.
Hükûmetimiz ne şekilde olursa olsun ret, inkâr ve asimilasyonun karşısındadır
ve bu karşıtlığını da defalarca somut bir şekilde ifadelendirmiştir,
uygulamalarıyla da ortaya koymuştur. Hükûmetimizin kuruluşunun ilk gününden
itibaren “İşkenceye sıfır tolerans.” dedik ve bunu da kararlılıkla uyguluyoruz.
Diyarbakır Cezaevinde yaşananlar ne kadar acıysa bu acıyı bir başka acıyla
örtmek, kanı kanla yıkamak, yanlışı yanlışla düzeltmeye çalışmak da o kadar
isabetsiz bir yaklaşım olacaktır. Diyarbakır’ı yaşamış olanların bugün kan
akıtmasını, masum canlara kastetmesini, mağaralarda yapılan işkencelere
müsamaha göstermesini, bütün bunlara seyirci kalmasını, bu yanlışları
onaylamasını anlamak da elbette mümkün değildir. Diyarbakır Cezaevinde yaşanan
acı, vicdanlarda yeni yaralar açarak kapatılamaz, dindirilemez. Öte yandan,
şiddet kimden gelirse gelsin, nereden gelirse gelsin mazur görülemez ve
gösterilemez. İşkencenin her türü insanlık dışıdır, bir suçtur. İşkence büyük
bir yanlıştır ancak terör de insanlık dışıdır, bir suçtur. Terör de büyük bir
yanlıştır. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilemez. Sebebi ne olursa olsun
AK PARTİ’nin terörü meşru göstermek gibi bir yaklaşımı olamaz. Gayrimeşru
yolları meşrulaştırmak gibi bir anlayışımız da olamaz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine bazı konuşmacıların gündeme getirdiği tutuklu gazeteciler
konusu var. Bu, bize hem yurt içi temaslarımızda hem yurt dışı temaslarımızda
sık sık soruluyor, özellikle “Bu kişiler acaba farklı bir anlayışla, farklı bir
sebeple mi tutuklu ya da hükümlü oldular?” diye de sorgulanıyor. Bakın, tutuklu
gazeteciler dediğimiz kişilerden bazılarının dosyalarından hangi suçlardan
yargılandıklarını sizlere ifade etmek istiyorum: Ateşli silah bulundurmak,
polis ve bekçi öldürmek, bombalama eylemlerine katılmak… (CHP sıralarından
“Yok, yok; sen bari söyleme.” sesleri, gürültüler)
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Ayıp, utanın!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – …banka soygunu…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Listesini bize de gönderin Sayın Bakan.
AYLA AKAT (Batman) – Onlar
daha ceza almadılar, ne zaman hüküm verdiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – …terör örgütlerine üye olmak, evrakta sahtecilik, silahlı
soygun; bunlar dosyalardan alınan yargılama konuları. Bu kişiler, gazetecilik
meslekleri için ya da gazetecilik alanındaki çalışmaları için yargılanmıyor,
gazeteciliğin dışında gösterdikleri faaliyetler için yargılanıyor.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Başbakan hakkında da var.
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Kalpazan var mı içlerinde, kalpazan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Takdir edersiniz ki, pek çok darbe hazırlığı ya da kötü
niyetli pek çok yapılanmanın bir kamuoyu ayağı vardır ve bu kamuoyu ayağında da
özellikle kamuoyu oluşturma anlamında da…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Arkana
dön bir bak Sayın Bakan, kimleri göreceksin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – …basının da rolü olabilir, daha önceki tecrübelerde de bunu
Türkiye görmüştür. Dolayısıyla, darbe hazırlıklarında…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Geldi
gene gemicikçiler…
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN
(Devamla) – …özellikle işi, kamuoyunu hazırlamak açısından ya da fiilen bu tür
saydığım eylemlerin içinde bulunma açısından değerlendirdiğimizde kimi sayılara
göre 40… Ki açıklanan rakamlar her gün değişiyor, bu uluslararası örgütün
açıkladığı bazı 40’lı rakamlar var, 70’li rakamlar var. Fakat nereden bakarsak
bakalım…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – En
fazla tutuklu gazetecinin olduğu yer.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – …binlerce gazetenin olduğu, 1.100 tane radyo kanalının
olduğu, 400’ün üzerinde televizyon kanalının olduğu bir ülkede eğer
gazetecilerin arasında da bu tür yanlış işlere girenler varsa, bazı yanlışların
içine düşenler varsa gazetecilik kimliği…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Arkana
dön bir bak Sayın Bakan, kimleri göreceksin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – …diğer suçlar için bir koruma sahası, bir dokunulmazlık
sahası oluşturmamalıdır. Kaldı ki yargı süreçleri de devam etmektedir. Hep
beraber bekleyip yargının hangi yönde karar alacağını görmek de hepimize düşen
vazifedir. (CHP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'nin hem siyasi reformlar alanında elde etmiş olduğu
başarılar hem ekonomi alanında elde etmiş olduğu başarılar gerçekten bütün
dünyada artık örnek gösteriliyor. Bir bakıma, Türkiye, nüfusunun yüzde 99’unun
Müslüman olduğu bir ülke olarak, aynı zamanda daha iyi işleyen bir demokratik
sisteme sahip bir ülke şu anda. Bir bakıma halkın yüzde 99’u Müslüman olan bir
ülkenin aynı zamanda ileri bir demokrasisi olması ve kalkınmış bir ülke olması
demek ki mümkün olabiliyormuş. Ama, burada şunu hiç unutmamız gerekiyor:
Demokrasiyle ekonomi, aynı at kulağı gibi baş başa ve paralel yürütülmesi
gereken alanlar, birinden birini eksik bıraktığınızda diğerinin başarılı olması
mümkün değil. Kaldı ki, Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı tarihî reform süreci,
şu anda pek çok ülke için ilham kaynağı olmuş durumda. Bugün, Tunus’ta
yaşananlara baktığımızda, Libya’da yaşananlara baktığımızda, Mısır’da
yaşananlara baktığımızda, Yemen’de yaşananlara baktığımızda, artık, Türkiye,
pek çok ülkeye örnek teşkil eden bir yapıya sahip. Biz, bu ülkelerle de çok
yakından çalışıyoruz, onların hem siyasi reformlarına hem ekonomik reformlarına
destek veriyoruz. Mısır örneğinde 2 milyar dolarlık bir finansmanla, Tunus
örneğinde 500 milyon dolarlık bir finansmanla, Libya örneğinde 200 milyon
dolarlık bir finansmanla, Yemen örneğinde 100 milyon dolarlık bir finansmanla
da bu ülkelerin bu süreçlerini destekliyoruz.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Paraları bavulla mı gönderiyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Demokrasi adına, insan hakları adına, özgürlükler adına,
hangi ülkede bir çaba varsa, bir gayret varsa Türkiye, artık o ülkelere de
destek veren, o ülkelerin de dönüşüm sürecine destek veren bir ülke hâline geldi
ve bu rolümüz bizim profilimizi çok çok yükseltti.
Türkiye'nin ekonomisi dünyada
16’ncı sırada olabilir ama artık pek çok siyasi sıralamada, uluslararası
etkinlik açısından Türkiye, kimi durumda dünyanın en etkin 10, kimi durumda
dünyanın en etkin 5 ülkesinden biri olarak anılıyor. Bu, hem ekonomik gücümüzün
ve başarılarımızın sonucu ama aynı zamanda da izlediğimiz doğru dış politikanın
sonucu.
Bakın, Türkiye, geçtiğimiz ay
içerisinde önemli bir adım attı, Filistin’in devlet olmasına destek verdi ve
özellikle, Birleşmiş Milletlerdeki bu yeni statüsünün oluşması konusunda yoğun
çaba gösterdi. Sayın Başbakanımız bir yandan, Sayın Dışişleri Bakanımız bir
yandan, Birleşmiş Milletlerde, neredeyse, bir iki ülke bir yana, geri kalan
bütün dünya bir yana kalacak şekilde bir başarı elde ettik. Ve bütçe
görüşmelerimizin başladığı ilk gün 10 Aralık tarihinde Filistin Devlet Başkanı
Sayın Mahmud Abbas geldi, bu kürsüden sizlere hitap etti ve Türkiye'nin
desteklerinden, katkılarından ötürü teşekkür etti. Artık Türkiye küresel bir
aktör, artık Türkiye bir merkez ülke.
Yaptıklarımız çok çok önemli.
Türkiye, yaptığı her şeyle dünyaya örnek olmak zorunda olan bir ülke. Sadece
demokrasisiyle değil, sadece ekonomisiyle değil ama aynı zamanda iyi işleyen
bir Parlamentosu ve iyi bir muhalefetiyle de örnek olmak durumunda. Türkiye'nin
örnek alınacak pek çok yönü var ama biz gerçekten arzu ediyoruz ki Türkiye'deki
muhalefet bilinci ve muhalefet yapma şekli de örnek alınan bir şekle gelsin.
Bunu, bu bütçe görüşmelerinde maalesef gördük, izledik. Mutlaka alternatifler
üretmek gerekiyor, öneriler geliştirmek gerekiyor. Yalnız, iyi olduğunu bütün
dünyanın kabul ettiği politikaları taşlayarak, eleştirerek bir yere varmak, bir
noktaya gelmek mümkün değil.
Türkiye'nin hem dış
politikada hem ekonomide yaptığı açılımlar bütün dünyada birbirini destekliyor.
Bakın, yıl 2008, bizim Afrika’daki büyükelçilik sayımız 12, şu anda çıktığımız
sayı 32. Dört yılda Afrika’daki büyükelçilik sayımızı 12’den 32’ye çıkarttık.
Türk Hava Yolları, şu anda, Afrika’da 35’ten fazla noktaya uçuyor. Bugün, Türk
Hava Yolları, gittiği ülke, uçtuğu ülke sayısı açısından dünyada bir numara.
Yani dünyada hiçbir hava yolu Türk Hava Yollarından daha fazla ülkeye uçmuyor.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Bırak
ya, yeni şeyler söyleyin biraz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Bu, hem bizim diplomasi faaliyetimizin, dış politika
faaliyetimizin sonucu hem de o ülkelerle olan ekonomik ilişkilerimizin bir
sonucu.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Peki, atılan işçiler ne olacak?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – Sadece bu sayılar dahi Türkiye'nin nereden nereye geldiğini
bu dönem içerisinde bize gösteriyor.
Bugün, Güney Amerika’da,
Peru’da, Kolombiya’da büyükelçilikler açtık; Panama’da, Ekvador’da
büyükelçilikler açıyoruz. Myanmar gibi Türkiye'de isminin yeni yeni öğrenilmeye
başlandığı ülkelerde dahi büyükelçilik açtık. Bir yandan büyükelçiliklerimiz,
bir yandan dış ticaret temsilciliklerimiz, bir yandan TİKA ofislerimiz dünyanın
her yerinde Türkiye'nin profilini yükseltiyor.
Türkiye, çok şükür, artık
bugün, dünyanın her yerinde halklar tarafından da sevilen bir ülke hâline
geldi. Bugün, Sayın Başbakanımız, Dışişleri Bakanımız, pek çok bakan
arkadaşımız, tabii Sayın Cumhurbaşkanımız hangi ülkeye gitse sadece devletlerin
resmî töreniyle karşılanmıyor, halkların coşkusuyla karşılanıyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Sayın Başbakanımız hangi ülkeye gitse o ülkede o halkın
gönlünü nasıl kazandığını, o ülkenin halkının kendisine nasıl bir sevgi
gösterdiğini hep beraber görüyoruz. Yüzlerce, binlerce, on binlerce kişi artık,
her ülkede Türkiye için tezahüratta bulunuyor.
Biz, biliyorsunuz 2008
yılında Birleşmiş Milletlerle ilgili çok önemli bir seçim geçirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Babacan, ek
süre veriyorum; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – 2008’de Güvenlik Konseyine aday olduk.
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Yalandan kim ölmüş?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Devamla) – 192 ülke oy kullandı, 192 ülke. O gün zaten Birleşmiş
Milletlerin üye sayısı 192 idi, bugün daha arttı, 3-4 ülke daha eklendi. 192
ülkeden 151 tanesi Türkiye’ye oy verdi ve bu, gizli oy. İnsanların gönüllerini
kazanmadan bu oyları alamazsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2008’den
önceki on yıla bir bakın, Birleşmiş Milletlerin tarihinde benzer formattaki
seçimlerde bizim kadar yüksek oy alan ülke hiç olmamış. 151 oy demek, değerli
arkadaşlar, yüzde 80 demek. Dünya ülkelerinin yüzde 80’inin oyunu, desteğini
alacak bir noktaya geldi çok şükür Türkiye. Bazen dış politikada sayılarla,
rakamlarla nereden nereye geldiğimizi ifade etmek zor olabiliyor ama bu
verdiğim örnekler, sayılar, gerçekten Türkiye’nin başarısının, Türkiye’nin
geldiği noktanın en önemli göstergelerinden diye değerlendirmek lazım.
Ben sözlerime son vermeden
önce, tekrar 2013 bütçemizin ülkemize, halkımıza hayırlı olmasını diliyorum;
iyi hizmetlere, güzel hizmetlere vesile olmasını diliyorum. 2013 yılının,
inşallah 2012 yılına göre daha hızlı büyüyen, daha hızlı kalkınan bir
Türkiye’ye vesile olmasını diliyorum.
Hepinize saygılarımı,
sevgilerimi sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Babacan.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Müsaade ederseniz,
sırayla…
Sayın Hamzaçebi, buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Ali Babacan konuşmasında geçen yıl Uludere’de
hayatını kaybeden 34 vatandaşımızla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin
yapmış olduğu değerlendirmeleri, açıklamaları o konunun istismarı olarak
nitelendirmek suretiyle grubumuza sataşmada bulunmuştur. 69’uncu maddeye göre
söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkanım, Sayın Bakan benim ismimi de anarak yaptığım konuşma üzerinde
bazı değerlendirmeler yaptı, ona cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Baluken…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, bu ülkenin tarihindeki en büyük ve en trajik katliamlardan biri
olan Roboski katliamıyla ilgili konuşurken Sayın Bakan, partimizin duyarlılığına
“Bu konuda istismar ediyorlar.” şeklinde ithamda bulunmuştur, sataşmada
bulunmuştur.
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ben
konuşacağım.
BAŞKAN – Aynı konuyla ilgili,
aynı konu...
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Grubumuz adına Sayın Hasip Kaplan cevap verecek.
BAŞKAN – Sayın Tüzel…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, ben makamınıza da başvurdum, Başbakan Yardımcısının
bir sözü…
BAŞKAN – Tamam yazılı bir
talebiniz var.
Sayın Ayaydın…
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul)
– Sayın Bakan ismimi zikrederek Türkiye ekonomisi hakkında benim verdiğim
bilgilerin yanlış olduğunu söyledi. Bu konuda 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, müsaade ederseniz taleplerinizi aldım.
Şimdi, bütçenin aleyhinde
Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’ye söz vereceğim, ondan sonra
taleplerinize de bakacağız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Efendim, usul gereği…
BAŞKAN – Efendim, İç Tüzük’ün
69’uncu maddesine göre talepte bulundunuz, 69’uncu maddenin de bana verdiği bir
takdir hakkı var. Müsaade ederseniz siz o maddeye göre talep ettiniz, benim de
o maddeye göre işlem yapabilmem için evvela şu işlemleri yapalım çünkü
deniliyor ki: “Oturumun süresi içerisinde cevap verir.” Oturum bitmedi, daha
yapacağımız Danışma Kurulu önerisi filan var burada, onun için…
Bütçenin aleyhinde Yalova
Milletvekili Sayın İnce, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın İnce, süreniz on
dakika.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
On yılda gönülleri
ayrıştırdınız, on yılda idealleri yok ettiniz.
RECEP ÖZEL (Isparta) –
Birleştirdik, birleştirdik.
MUHARREM İNCE (Devamla) - On
yılda bankalarımızı ayrıştırdınız, lokantalarımızı ayrıştırdınız, gıdalarımızı
ayrıştırdınız, marketlerimizi ayrıştırdınız; on yılda Türkiye’yi ayrıştırdınız.
Sürekli kavga ettiniz; bilim
kurullarıyla kavga ettiniz, yargı organlarıyla, iş dünyasıyla, medyayla, işçi
sendikalarıyla, muhalefetle, tarihle kavga ettiniz, dizilerle kavga ettiniz;
komşu ülkelerle, çiftçiyle, öğrenciyle kavga ettiniz; size biat etmeyen
herkesle kavga ettiniz. Kavgadan, çatışmadan, kamplaşmadan nemalandınız.
Tarihi tersinden okutmaya
çalıştınız. Kendinize göre bir medya, kendinize göre demokrasi, siyaset, tarih,
hukuk ve dürüstlük anlayışı geliştirdiniz.
Sizden olmayan herkesi yok
etmek için her yola başvurdunuz. Sizin gibi düşünmeyenleri ya zindana attınız
ya da genel başkan yardımcısı yaptınız.
19 Nisan 2011, Genel Başkan
Yardımcınız Sayın Numan Kurtulmuş bakın ne diyor? “2023’te bu zadegân iktidar
olursa BOP sayesinde bölge ülkelerinin sayısının 2 katına çıktığını göreceğiz,
icra gelmeyen ev kalmayacağını göreceğiz, zenginlerin yaşadığı sitelerin
etrafından dilenen yoksullara polisin biber gazıyla müdahale ettiğini
göreceğiz, AVM’lerin önünde bakkalların, kasapların, manavların dilencilik
yaptığını göreceğiz. 2023’te Başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı,
belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka kimsenin milletvekili olamadığını
göreceğiz. Yağmur sularının parayla satıldığını göreceğiz.” (Gürültüler)
Bunları ben söylemiyorum, Numan Kurtulmuş 11 Nisan 2011’de söylüyor, “Yağmur
sularının parayla satıldığını göreceğiz.” diyor. Yani dün böyle diyordu Harun,
bugün o da olmaya karar verdi Karun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sizin gibi düşünmeyenleri ya
işten attırdınız ya iftira attınız ya da peşine polis ve müfettiş taktınız.
Sadece 2012 yılında 47 kitaba
yasaklama kararı çıkarttınız.
Orta Doğu Teknik
Üniversitesini Orta Doğu’nun sokakları sanıp bir yandan uydu fırlatırken diğer
yandan uyduyu fırlatacak öğrencilere gaz sıktınız.
“Hedefe giderken şeytanla
bile iş birliği yaparım.” deyip PKK’lılardan gizli tanık yaptınız.
“Dostum, kardeşim”
dediklerinizin linç edilmesi için bavulla para gönderdiniz.
Bu topraklarda Yunus Emre’ye
sansür uygulayıp “Bayrak” şiirini kitaplardan çıkarttınız.
Türkiye’nin en parlak
öğrencilerinin 500 puanla girdiği ODTÜ’ye siz 5 bin polisle girdiniz.
1 numaranız “Güroymak değil,
Norşin.” dedi, 2 numara “Ne Roboskisi? Uludere.” dedi, 3 numara ise dağa
çıkmayı tercih etti.
Somali’nin olmayan Merkez
Bankası Başkanına randevu verip atanamayan öğretmenlere randevu vermediniz.
Nasrettin Hoca’nın kazanı
doğuruyordu, sizin gemicikleriniz doğurdu.
Çanakkale’de kanser hastası
öğretim üyesini işten attınız, Gaziantep’te milletvekili olan öğrencilerin
okula gelmemeleri için özel senato kararı çıkarttınız.
Deniz Feneri’nde sanıkları
yargılamak yerine savcıları yargıladınız.
“Asarım, keserim, parçalarım
iktidarı” oldunuz.
Ekonomik açıdan iki farklı
Türkiye yarattınız: Birinde açlık var, sefalet var, yoksulluk var; diğerinde
şatafat var, savurganlık var, haram var.
Birinci Türkiye’de 2,5 milyon
resmî işsiz var. Çalışanlarının yüzde 47’si asgari ücretli olan bir Türkiye bu.
127 bin öğretmen açığının olduğu bu ülkede 36 öğretmen intiharı var, kredi ve
kredi kartı borcunu ödeyemeyen 1 milyon yurttaşımız var, maaşına 4 lira zam
yapılan şehit babası var, 800 bin protestolu senet var, nüfusunun yüzde
41,6’sının akan çatısını, çürüyen penceresini onaramayan Türkiye var.
Gelelim ikinci Türkiye’ye,
sizin Türkiye’nize: Makam arabasının aylık kirası 21 bin lira olan Anayasa
Mahkemesi Başkanı var; örtülü ödeneklerde rekor kırıp Meclisteki makam odasını
360 bin liraya yenileten Başbakan var, brüt maaşı 22 bin euro olan Başbakanlık
danışmanı var, aylık kirası 980 bin lira olan bakanlık var, 50 bin liralık
konutta kiracı olarak oturan Dışişleri Bakanı var.
Bu şatafatı yaşamak için, bu
ikinci Türkiye’yi kurmak için bakın neler yaptınız:
70 sente bile muhtaç
olduğumuz günlerde satmadığımız ne var ne yok hepsini sattınız.
Verginin vergisini aldınız.
Doğal gaza yüzde 18, memura
yüzde 3 zam yaptınız.
Dünyanın en pahalı benzinini
tükettirdiğiniz gibi Ahmet’e, Mehmet’e 4,60’tan sattığınız benzini Hans’a,
Johnny’ye 1,48’ten sattınız.
Bu çarkı kurmak için, bu
çarkı korumak için Danıştay Başkanını Danıştaya aklattınız, Hükûmeti Sayıştaya
aklattınız, bakanları milletvekillerine aklattınız.
Hak arayan öğrenciyi, grev
yapan işçiyi, HES’lere karşı çıkan köylüyü, yürüyen öğretmeni, doktoru polise,
jandarmaya coplattınız.
Ceberut on yılı “Muhteşem
Yüzyıl” gündemiyle kapatmaya çalıştınız.
Şehit askerimizin cenazesinde
onun mezhebini sorguladınız.
Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarını yasakladınız.
IMF’ye borç para
vereceğinizden bahsederken bütçedeki 53 milyarlık faizi açıklayamadınız.
“Allah Allah!” nidalarıyla
aldığımız bu toprakları “Allah, Allah” diyerek NATO toprağı ilan ettiniz.
Ecdadımızın at sırtında
gittiği yerlere uçakla bile gidemediniz. Erbil’e hurma yemeye giderken
Kayseri’de pastırma yediniz.
Yolsuzluk yapanı değil,
yolsuzluğu itiraf edeni azarladınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Meclisin futbol takımının
maçını canlı yayın verirken Meclis görüşmelerini göstermediniz.
Başbakan bakanların
açıklamalarını tekzip ederken Dışişleri Bakanı Başbakanı tekzip etti.
Halkı kandırmayın. Bu
topraklarda “Bismillah” demeyi kimse suç saymadı ama siz “Elhamdülillah” demeyi
öğrenemediniz, şükretmeyi bilmediniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Yargıya talimat vermek
yetmedi, yargının yerine geçmek istediniz. Yasamaya talimat vermek yetmedi,
başkan olmak istediniz. Kadı da siz, mebus da siz, sultan da siz olmak
istiyorsunuz. En son geldiğiniz yer “Kuvvetler ayrılığı bize engel oluyor.”
diyerek demokrasi treninden diktatörlük hızlı trenine binmek istediniz.
Değerli milletvekilleri, bu
bütçenin en önemli yeri neresi biliyor musunuz? Sayın Başbakanın bakanlarından
birisi gazı savundu, öbürü freni savundu. Peki, bugün kim konuştu; gazi savunan
mı konuştu, freni savunan mı konuştu? Freni savunan konuştuğuna göre, demek ki
ülkenin ekonomisinin şarampole yuvarlanma olasılığı vardır. Bu bütçenin
şarampole yuvarlanma olasılığını Sayın Başbakan da kabul etmiş olacak ki, frene
basmak isteyen Başbakan Yardımcısını bugün tercih etti.
Yine, bir başka konu da şudur
değerli milletvekilleri: Ben başından beri takip ediyorum Sayın Babacan’ın
konuşmasını. Sayın Başbakan beni dinlememek için, baktı ki ne yapacak, dışarıya
çıktı. Bu, benim on yıllık milletvekilliğimde, son iki bütçe konuşmamda
Başbakanı, Sayın Başbakanı çok rahatsız ediyorum demek ki, bir yolunu bulup
Başbakan dışarıya çıkıyor, benim konuşmam bitince geliyor. Ben bunu hayatımdaki
büyük bir onur olarak alıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Bunu gerçekten çok önemsiyorum.
Ve size şunu söylüyorum sayın
milletvekilleri: Siz, demokrasi treninden inip diktatörlük hızlı trenine tam
gaz gitmektesiniz. Ama, unutmayınız, er ya da geç, bu yüce çatı tanıklık
edecektir ki, bu çark kırılacaktır, bu düzen değişecektir ama siz, bu gök kubbe
altında hoş bir seda olarak bile kalamayacaksınız.
Hepinize teşekkür ediyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan, Grup Başkan Vekili konuşmasında “diktatörlük” gibi çok ağır
suçlamalar kullandı. Müsaadenizle cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Anladım… Peki…
Sayın milletvekilleri, 2013
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’yla 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanun Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Oylamaya geçmeden evvel
sataşma sebebiyle… Lütfen, işin sonuna geldik. Yeni bir sataşma; o ona cevap,
bu buna cevap… Emin olun sataşma diye sadece bir sürtüşme olmasın, bundan dolayı
yeni bir usulsüz tartışma açmayalım diye… Yoksa “Burada sataşma vardır.”
dediğiniz hususların hiçbiri İç Tüzük açısından sataşma değil. Bir şey
söyleniyor, ona cevap veriliyor. Öyle olunca her cevabın karşılığında bir
sataşma talebi gelir. Ama, ben, sorumluluk duygusu içerisinde bu konuşmaları
noktalayacağınıza inanıyorum.
Bu sebeple, ikişer dakika
evvela sataşmadan söz vereceğim, diğerlerini ondan sonra…
Evet, buyurun Sayın
Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
8.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın CHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Yardımcısı Sayın
Ali Babacan ekonomiyle ilgili, zarif bir üslup içerisinde bilgiler verdi; keşke
orada kalsaydı, diğer alanlara girmeseydi. Kendi uzmanlık alanı olmayınca kullandığı
kelimeler de kendi siyasi çizgisiyle, üslubuyla yan yana durmuyor, ben yan yana
getirmekte zorlanıyorum.
Geçen yıl Uludere’de 34
vatandaşımız hava bombardımanı sonucu hayatını kaybetti. O günden bugüne
Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, bu vatandaşlarımızın acısını yüreğimizde
hissediyoruz. Çocuklar var, gençler var, kadınlar var, genç insanlar var; 50
lira, 100 lira yevmiyeyle hayatını idame
ettirmek için oralara giden insanlar var. İki şey istedik. Bir: Hükûmet özür
dilesin, Sayın Başbakan özür dilesin.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bravo.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – İki: Soruşturma yapılsın ve bu soruşturmanın sonucu kamuoyuyla
paylaşılsın.
Şimdi, Sayın Babacan, kusura
bakmayın, diyorsunuz ki: “Cumhuriyet Halk Partisi bunu istismar ediyor.” Size,
o zarif üsluba yakışan neydi biliyor musunuz? Bizi istismar etmekle suçlamak
yerine “Ben, 34 vatandaşımızın ailesinden özür diliyorum.” demekti. (CHP
sıralarından alkışlar) Birinci yıl doluyor, hâlâ özür dileyemiyorsunuz. Bakın,
dün bir genel başkan yardımcınız diyor ki: “Ben özür dileyebilirim.” Onu da
diyemiyor, tam diyemiyor; oysa güneydoğudan, oradan ama korkuyor, dileyemiyor.
Çünkü Sayın Başbakan özür dilemedi. “Para verdik, daha ne istiyorsunuz?”
anlayışı olur mu?
Bir de Sayın Babacan,
OECD’nin tarımsal desteklerine ilişkin rakamlarını verdiniz, “Türkiye yüzde
2,18.” dediniz 2011 yılı. 2009’da bu yüzde 2,72’ydi, 1997-2001’de de yüzde
4,01’di. Onda bile aşağıya doğru gidiyorsunuz. Onu da bilginize sunuyorum.
Saygılarımla. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Hamzaçebi.
Sayın Şandır. (MHP
sıralarından alkışlar)
9.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın şahsına
sa-taşması nedeniyle konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan benim konuşmamdan
hareketle, ilgi konusunu yadırgadığını söyledi. E, ben de yadırgıyorum
gerçekten arkadaşlar. 330 milletvekilinden oluşan iktidar grubunu biz ilk defa
bu kalabalıkla görüyoruz, bu çoğunlukla görüyoruz.
SITKI GÜVENÇ (Kahramanmaraş)
– Biz de sizi, biz de sizi!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Sayın Başbakana teşekkür etmek lazım. Ama sizler de kabul edersiniz ki çok
önemli konular. Hatta, bütçe konusunda, burada 15 milletvekilinizle ancak hazır
bulunduğunuz çok dönemleri, çok oturumları da gördük. Sayın Bakanın bunu
dikkate alması lazım.
Sayın Bakan, işsizlik
konusunda, genç işsizlikte yüzde 15,2 sizi rahatsız etmiyor mu? Yani bununla mı
övünüyorsunuz? “Yüzde 20.” dememizi yadırgıyorsunuz. Şimdi, “kayıt dışı
ekonomi” dediğiniz hadise sizin rakamlarınıza göre yüzde 40’a falan ulaşıyor
zannediyorum. Eğer, bu kayıt dışı işsizliği de sayarsanız, yüzde 20 çok insaflı
kalacak, “Yüzde 33.” diyen arkadaşımıza hak vermek durumunda kalacaksınız.
Bir başka husus
milliyetçilik… Sayın Bakan, biz ısrarla bunu söylüyoruz: “Büyüyün.” Büyük Türk
milleti büyük bir destekle sizi üç dönemdir iktidarda… Yani, kendinizi 2002 ile
kıyaslamaktan, üç partili bir koalisyondan, koalisyonla mukayese etmekten, 330
milletvekillik bir iktidarın görevleri, sorumluluklarıyla 2002’yi kıyaslamaktan
ne zaman vazgeçeceksiniz? Siz ne zaman büyüyeceksiniz Sayın Bakan? Siz ne zaman
büyüyeceksiniz? (MHP sıralarından alkışlar) Yani, bu ülkeyi çok daha iyi
noktalara getirmek gibi bir sorumluluğunuz yok mu? Bugün -ben size okuyayım-
okudum burada, eğer bir sonuç olarak bugün ülkemizde 20 milyon çiftçi, memuru,
10 milyon emeklisi, 5 milyon asgari ücretlisi, 10 milyon yeşil kartlısı hâlâ
varsa ve bu sizin kayıtlarınıza göre sabitse bunun nesiyle övünüyorsunuz? Sayın
Bakan, lütfen, büyüyün ve Milliyetçi Hareket Partisiyle bir yarışa girmeyin.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Baluken…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Sayın Başkan, grubumuz adına Hasip Kaplan konuşacak.
BAŞKAN – Evet, lütfen yeni
bir sataşmaya sebebiyet vermeyin.
Buyurun.
10.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın BDP Grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; inanıyorum, Roboski katliamı hepinizin
vicdanında kanayan bir yaradır, o zaman onu aydınlığa kavuşturmak hepimizin
görevidir. F-16 uçakları bombalıyor, 34 can paramparça ve aileler bu Meclise gelip
bütün gruplara gitti, komisyon kuruldu. Meclis komisyonuna Genelkurmay yedi
aydır bilgi vermiyor. Diyarbakır özel yetkili mahkemesi bir senedir gizlilik
kararı veriyor, bir fail yargılanmadı. MİT Yasası çıktı -sorumsuzluk-
istihbarat kim belli değil. İnsansız hava aracı ne, belli değil. Heron ne,
belli değil. Predator ne, belli değil. Emri kim verdi, kim uyguladı, belli
değil.
Roboski halkı sizden bir tek
şey istiyor arkadaşlar; tazminat istemiyor, adalet istiyor. Adalet istemek,
toplu bir katliamda, insanlık suçunda nasıl bir istismar, nasıl bir fırsatçılık
arkadaşlar? Devletin “Katlet, inkâr et.” zulmü siyaset olabilir mi! Biraz daha
elinizi vicdanınıza koyun ve şunu söylüyorum: Aydınlatın, adaleti
gerçekleştirin. Bir yıl sonra -28 Aralığa sekiz gün kaldı- halkımız sizden bunu
istiyor; tazminat değil, adalet ve özür istiyor.
Gazeteciler konusuna gelince,
Sayın Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı öyle fena işletmiş ki
bürokratları, benim yeğenimle ilgili o raporları sundular uluslararası
kuruluşlara. Avukatları gereğini yapıyor. Her ikisine de anlatacağım. Burada
zamanım kalmadı ama bu, belgelerle ortaya çıktığında da sizler utanacaksınız.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Aydın… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
11.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Tabii, az önceki konuşmaların
biz bütçe üzerine olmasını arzu ediyorduk, bütçe üzerine yapılan çok değerli,
içerikli konuşmalar bekliyorduk.
Değerli arkadaşlar, biz şunu
söyledik her seferinde: Siyaset, iktidarıyla muhalefetiyle birlikte sorumluluk
gerektirir. Kin ve nefret söylemleriyle siyaset asla yapılmaz. Çünkü, ne
dediğiniz değil, burada ne konuştuğunuz önemli değil; sizin ne yaptığınız,
dünüyle bugünüyle ne yaptığınız, eyleminiz çok önemli. Biz şunu diyoruz:
“Âyînesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Değerli arkadaşlar, özürden bahseden
arkadaşlar, Dersim’in özrü dahi bize düştü, siz onun bile özrünü yapamadınız,
söyleyemediniz, geçmişinizle yüzleşemediniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Siz kendi özürlerinize bakın! Silivri özrüne bakın!
AHMET AYDIN (Devamla) –
Muharrem Bey, Grup Başkan Vekili arkadaşımız, sanki bu ülkede yaşamıyor gibi
konuştu. Hâlâ tek parti döneminde kalmış olsa gerek çünkü tamamen geçmişi tarif
etti. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar,
lütfen.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Tamamen tek parti dönemini, tamamen tek parti zihniyetini tarif etti değerli
arkadaşlar. Diktatörlük için de, dedikleriniz tüm o şeyler için de, açın, geçmişinize
bakın, aynaya bakın kendinizi göreceksiniz! (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Sen geçmişine bir kez daha bak. Sen bak! Bugün yaptığınız zulme bakın siz!
AHMET AYDIN (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, herkesle kavgalı göstermeye çalışıyorsunuz, bizim hiç
kimseyle kavgamız yok. Biz bu ülkede millî birlik ve kardeşliği tesis etmek
için uğraşıyoruz, siz buna bile çomak sokuyorsunuz. Bırakın kardeşliği tesis
etmeyi, tesis etmeye çalıştığımız kardeşliğe bile çomak sokuyorsunuz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Hadi oradan! Hadi oradan!
İZZET ÇETİN (Ankara) –
Memleketin içine nifak soktunuz!
AHMET AYDIN (Devamla) – Kin
ve nefret söylemleriyle konuşuyorsunuz. Yargı da dâhil olmak üzere –değerli
arkadaşlar- bütün bu organlar, anayasal kurumların hepsi bu milletin öz
kurumları olacak. Hiçbir kurum, hiç kimsenin ne arka bahçesi ne de ön bahçesi
olmayacak artık. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sizin söylemeye çalıştığınız:
“AK PARTİ tekeline giriyor yargı.” Böyle kabul etmemek lazım, yargı sizin
tekelinizden çıktığı için bu kadar militanlaşıyorsunuz. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
Teşekkür ediyorum, sağ olun.
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan… Bir cümleyle…
BAŞKAN – Yok.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika
arkadaşlar, bir dakika... Evvela dinleyelim, ne talep ediyor, onu bileceğiz.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Sayın Başkan, sadece tutanaklara geçsin diye söylüyorum. Sayın Ahmet Aydın, tek
parti dönemini sadece benim ya da partimin geçmişi… Sayın Aydın, o dönem
Türkiye’de başka parti yok, hepimizin geçmişi o. Senin geçmişin değil mi,
bizlerin, hepimizin geçmişi değil mi? Yani, o zamanlar başka parti mi vardı?
Bir tane parti vardı, herkes oraya üyeydi. Biraz tarih okumasını tavsiye
ediyorum.
BAŞKAN – Peki, teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, şimdi
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, bana söz verecektiniz.
BAŞKAN – Efendim, daha
müzakerelerimiz bitmedi. İç Tüzük’e göre ben işlem yapıyorum.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Ben de sataşmadan dolayı söz istemiştim.
BAŞKAN - Merak etmeyin, merak etmeyin, evvela şu
önümüzdeki işi bir bitirelim yani benim üzüldüğüm nokta, herkes İç Tüzük’e göre
hak talep ediyor, uymaya gelince İç Tüzük bir tarafta kalıyor. O zaman hangi İç
Tüzük’ü ben burada uygulayacağım? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buna da bir
karar verin, yapmayın. Sizi temin ederim, sataşma dediklerinizin hiçbiri
sataşma değil. Bunlar olsa olsa cevap hakkıdır ama bir yanlış uygulama başladı,
başka sebeple burası meşgul edilmesin diye İç Tüzük’ü olmaması gereken şekilde
uyguluyoruz, müsaade edin.
III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kap-samındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN - 2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız. Tasarılar açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında
Genel Kurulun kararını alacağım.
Her iki kanun tasarısının
açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, 2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulalarını, yine, oylama için öngörülen süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Evet, oylama işlemi
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 2013
yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı açık oylama sonucunu arz ediyorum:
“Kullanılan oy sayısı : 460
Kabul :
321
Ret :
139 (x)
(AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Kâtip Üye
Kâtip Üye
Muhammet Rıza YALÇINKAYA Muhammet Bilal MACİT
Bartın
İstanbul”
Böylece, 2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
Şimdi, 2011 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre
vereceğim ve oylama işlemini başlatıyorum:
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan oy sayısı : 455
Kabul :
319
Ret :
136 (x)
Kâtip Üye
Kâtip Üye
Muhammet Rıza YALÇINKAYA Muhammet Bilal MACİT
Bartın
İstanbul”
Böylece, bütçe ve kesin hesap
kanunu tasarıları kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz ve memleketimiz
için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Sayın Başbakan teşekkür için
söz talep etmiştir.
Buyurun Sayın Başbakan. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
V.- TEBRİK,
TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 2013 bütçesi, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde kabul edilen ve bu kabulle ülkemiz, milletimiz için
yeni bir dönemin başladığı bütçe oluyor. Bütçemizin ülkemizin yarınları için
hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. Maliye Bakanlığımıza,
Plan ve Bütçe Komisyonumuza, Komisyonun Değerli Başkan ve üyelerine, bürokrat,
teknokrat arkadaşlarımıza şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı arz
ediyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kuruluna, Sayın Başkan ve milletvekillerine, grup başkanlarımıza ve
başkan vekillerine de katkıları için ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
Bütçenin açılış görüşmeleri
esnasında İstanbul Menkul Kıymetler Borsamız 76.954 puanla tarihinin en yüksek
seviyesine ulaşmış, yeni bir rekor kaydetmişti. Bütçe kapanış müzakereleri
esnasında da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankamızın altın dâhil, döviz
rezervlerinin 120 milyar 586 milyon dolarla bir başka tarihî rekor kaydettiğini
bugün sizlere ayrıca tekrar müjdelemek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) İnşallah 2012 yılını başka rekorlarla kapatacak, 2013’te de ülkemizi
hep birlikte istikrarla, güvenle, kardeşlik ve dayanışmayla büyütmeye devam
edeceğiz.
Ben bir kez daha yüce
heyetinize teşekkürlerimi sunuyorum. Yeni yılınızı tebrik ediyor, 2013 yılının
sizler, milletimiz için, insanlık için barışa vesile olmasını tekrar Allah’tan
temenni ediyor ve aydınlık yarınları hep birlikte kucaklayalım temennisiyle
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta ve sürekli
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Başbakan.
Sayın milletvekilleri,
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
VI.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 25, 26 ve 27 Aralık 2012 Salı, Çarşamba ve
Perşembe günleri toplanmamasına ilişkin Danışma Kurulu Önerisi
Danışma
Kurulu Önerisi
20/12/2012
Danışma Kurulunun 20/12/2012
Perşembe günü yaptığı toplantıda; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
25, 26 ve 27 Aralık 2012 Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri toplanmaması
hususunun Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Nurettin Canikli Mehmet
Akif Hamzaçebi
Adalet ve Kalkınma Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Mehmet Şandır İdris
Baluken
Milliyetçi Hareket Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
BAŞKAN – Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2013 yılının ilk birleşimi,
kabul ettiğiniz üzere, 2 Ocak 2013 Çarşamba günü saat 15.00’te yapılacak.
Yalnız, bütçe müzakerelerinde
alışık olmadığımız ama müsaade ederseniz, müsamahanıza sığınarak bir pozitif ayrımcılık
yapacağım. Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in ilk defa bir talebi oluyor.
Bir konuda açıklama yapacakmış.
Âdetten değil, usulden değil,
bir başka zaman da örnek olmaması dileğiyle…
Oturduğunuz yerden lütfen.
Buyurun.
VII.-
AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bazı
ifadelerine ve işçilerin asgari ücretle ilgili dileklerine ilişkin açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, değerli Hükûmet üyeleri; hepinizi selamlıyorum.
Bir noktayı düzeltmek ve
değinmek istiyorum. Bütçe görüşmelerinde Sayın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan
benim konuşmama yanıt verirken “Sanki bu ülkede yaşamıyormuş gibi konuştu.”
dedi.
Önceki gün buraya Türkiye’den
toplanan işçiler geldiler. Asgari ücretle ilgili topladıkları imzayı Sayın
Meclis Başkanına sundular. Orada nasıl bir ülkede yaşadıklarını kendileri de
çok iyi bir şekilde ifade ettiler; zamlar, işsizlik ve yoksulluk ve bunun
karşılığı 740 lira asgari ücret.
Şimdi, biraz önce Sayın
Başbakan Yardımcısı da yüksek gelir ülke grubundan olduğumuzu ifade etti. Bu
bütçeye “Hayırlı olsun.” diyoruz biz de ama yeni zamlar bu bütçenin gerçekliği
ve işçiler de asgari ücrete yapılacak artışın en az bu gelecek zamlar kadar
olmasını yani ortalama 1.500 lira olmasını istiyorlar ve aynı zamanda, vergi
kesilmesin, devlet desteği olsun istiyorlar yani günde 75 kuruş simit artışı istemiyorlar.
Aynı zamanda, Sayın Başbakana
da bir mesajları var: “Sayın Başbakan hep 3 çocuktan bahsediyor. Evlenemedik,
bu 3 çocuğu da nasıl doğuracağız Başbakan yanıtlamalı.” diyorlar. “Büyüme,
zenginlik, rakamlar ve kişi başı geliri çokça duyuyoruz ama bunun…”
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – “…karşılığı ne yazık ki asgari ücrette yok. Elhamdülillah açız.”
diyorlar.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tüzel. Teşekkür ediyorum.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Gruplara, bütün parti gruplarına işçilerin çağrısı var.
“Durumumuzu görün ve seyirci kalmayın.” diyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Ayaydın, sizin
bir talebiniz vardı. Göz ardı etmemek için tekrar okuyayım, arkadaşlarımızın
takdirine bırakıyorum. Aynen ifade şu: “Sayın Ayaydın’ın ifadeleri vardı, gerçi
Sayın Güneş de bunların pek çoğunu tekrar etti ama şunu ifade etmek istiyorum:
Bakın, özellikle ekonomi ve finans alanına baktığınızda eleştirilerinizi çok
dikkatli, çok hesaplı kitaplı yapmanız lazım.” Hepsi bu kadar.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul)
– Söz talebimi geri alıyorum.
BAŞKAN – Yani burada sataşma
yok. Tekrar ifade etmiş oldum.
Çok teşekkür ediyorum.
2013 yılının ülkemiz,
milletimiz, hepimiz için ve tüm insanlık için barış ve huzur dolu bir yıl
olmasını temenni ediyorum. Katkılarınız için teşekkür ediyorum.
Sözlü soru önergeleri ile
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için, alınan karar gereğince 2 Ocak 2013 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.