DÖNEM: 24
CİLT:
37 YASAMA
YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
38’inci
Birleşim
12 Aralık 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S.Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362)
A) KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ MÜSTEŞARLIĞI
1) Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ BAŞKANLIĞI
1) Afet ve Acil
Durum Yönetimi Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Afet ve Acil
Durum Yönetimi Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1) Diyanet İşleri
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Diyanet İşleri
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON AJANSI BAŞKANLIĞI
1) Türk İşbirliği
ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk İşbirliği
ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI
1) Yurtdışı
Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Yurtdışı
Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1) Hazine
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hazine
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KURUMU
1) Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) SERMAYE PİYASASI KURULU
1) Sermaye
Piyasası Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sermaye
Piyasası Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ğ) ADALET BAKANLIĞI
1) Adalet
Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Adalet
Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) CEZA VE İNFAZ KURUMLARI İLE TUTUKEVLERİ İŞ YURTLARI
KURUMU
1) Ceza ve İnfaz
Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Ceza ve İnfaz
Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
I) TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI
1) Türkiye Adalet
Akademisi Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Adalet
Akademisi Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU
1) Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI
1) Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU
1) Mesleki
Yeterlilik Kurumu Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Mesleki
Yeterlilik Kurumu Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME İDARESİ ENSTİTÜSÜ
1) Türkiye ve
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye ve
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
1) Devlet
Personel Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Devlet
Personel Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın Cumhuriyet
Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in BDP Grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet
Sağlam’ın, kendisine sataşma nedeniyle söz vermemesine ve bu tutumu nedeniyle
usul tartışması açılmasını talep etmesine rağmen usul tartışması açmamasına
ilişkin açıklaması
2.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in işsizlik konusuyla ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- 30 Mayıs-14
Haziran 2012 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 101’inci Uluslararası
Çalışma Konferansı’nda kabul edilen 14/6/2012 tarihli ve 202 sayılı Sosyal
Koruma Tabanlarına İlişkin Tavsiye Kararı hakkında Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine
bilgi sunulmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Muğla
Milletvekili Ömer Süha Aldan’ın, bir bakanın yurt dışından bavulla para
getirdiği iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in cevabı (7/11849)
2.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Atatürk Orman Çiftliği arazisine ve yeni
Başbakanlık konutuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın cevabı (7/11859)
3.- Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün, yapılacak yeni Başbakanlık hizmet binasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/11863)
4.- İstanbul
Milletvekili Binnaz Toprak’ın, Bakanlığın yasal mevzuattaki özürlü ifadesini
değiştirmeye yönelik çalışmasının olup olmadığına ilişkin sorusu ve Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in cevabı (7/11906)
5.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, Horasanlı Şeyh Bedrettin Türbesi’nin restorasyonu
için çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın cevabı (7/11976)
6.- Uşak
Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, Devlet Opera ve Balesi binasında yer alan
asansörün onarımına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı (7/11977)
7.- Hatay
Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun, Türkiye’nin terörün finansmanının
engellenmesi konusunda gereğini yapmadığı iddialarına ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/12028)
8.- Eskişehir
Milletvekili Kazım Kurt’un, işsizlik verilerine ilişkin sorusu ve Kalkınma
Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/12088)
9.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, sosyal donatı projesi kapsamında
Aşkar Höyüğü’nün park alanına çevrilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/12180)
10.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’nin Bünyan ilçesindeki
Sultanhanı’nda yapılan restorasyon çalışmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/12181)
11.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin onarımı
ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/12218)
12.- Mersin
Milletvekili Ali Öz’ün, Yenice Havalimanının ne zaman tamamlanacağına ve Akkuyu
Nükleer Santralinin etkilerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/12307)
13.- Edirne
Milletvekili Recep Gürkan’ın, Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğuna ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/12308)
14.- Antalya
Milletvekili Yıldıray Sapan’ın, Akdeniz Elektrik Dağıtım AŞ’nin
özelleştirilmesine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/12644)
15.- Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Çoruh Vadisi’ndeki tarihî eserlerle ilgili
iddialara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı
(7/12699)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak beş oturum yaptı.
Millî Savunma Komisyonu ve İçişleri Komisyonu üyelerinden oluşan
bir heyetin, Bölgesel Silahların Kontrolü, Doğrulama ve Uygulama Yardım Merkezi
ve Bosna Hersek Parlamentosunun ortaklaşa düzenlediği “Savunma ve Güvenlik
Komiteleri: Bölgesel Parlamenter Konferans” konulu toplantıya vaki davete
icabetle Hırvatistan’a resmî bir ziyarette bulunmasına ilişkin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi kabul edildi.
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/698) (S.
Sayısı: 361) ve 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap
Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/649, 3/1003) (S.
Sayısı: 362) görüşmelerine devam edilerek;
Cumhurbaşkanlığı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Sayıştay,
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı,
Yargıtay,
Danıştay,
Başbakanlık,
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı,
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,
Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,
Atatürk Araştırma Merkezi,
Atatürk Kültür Merkezi,
Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu,
2013 yılı merkezî yönetim bütçeleri ve 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesapları,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabı,
Kabul edildi.
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in AK PARTİ Grup Başkanına,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın şahsına,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Başbakan Yardımcısı
Beşir Atalay’ın Cumhuriyet Halk Partisine ve CHP Grubuna,
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın
şahsına,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Başbakan Yardımcısı
Beşir Atalay’ın CHP Grup Başkanına,
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin şahsına,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, Antalya Milletvekili Gürkut
Acar’ın Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grubuna,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal’ın CHP Grubuna,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ın CHP Grubuna ve şahsına,
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Antalya Milletvekili Gürkut Acar, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Hakkâri Milletvekili Adil Kurt, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Ankara Milletvekili Mustafa Erdem, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in şahsına,
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın şahsına,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Tunceli Milletvekili Kamer Genç, konuşmasında sarf ettiği bazı
ifadelerini düzelttiğine,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili
Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine;
Muş Milletvekili Sırrı Sakık, acıları paylaşmanın insani bir şey
olduğuna ama BDP Grubundan yakınlarını kaybedenlere aynı hassasiyetin
gösterilmediğine,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam, Başkanlık Divanı
olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay
Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine ilişkin bir konuşma
yaptı.
Alınan karar gereğince, 12 Aralık 2012 Çarşamba günü saat 11.00’de
toplanmak üzere 00.34’te birleşime son verildi.
Mehmet SAĞLAM
Başkan
Vekili
Mustafa
HAMARAT Tanju
ÖZCAN
Ordu Bolu
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.- GELEN KÂĞITLAR
No: 49
12 Aralık 2012 Çarşamba
Tasarı
1.- Sağlık
Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve
Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı (1/722) (Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.12.2012)
Raporlar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Karadağ Arasında Sosyal Güvenlik Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/652) (S.
Sayısı: 366) (Dağıtma tarihi: 12.12.2012) (GÜNDEME)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadağ Hükümeti Arasında Çalışma, Sosyal Güvenlik ve
İstihdam Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/662) (S. Sayısı: 367)
(Dağıtma tarihi: 12.12.2012) (GÜNDEME)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti ile İtalya Cumhuriyeti Arasında Sosyal Güvenlik Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/672) (S. Sayısı: 368)
(Dağıtma tarihi: 12.12.2012) (GÜNDEME)
12 Aralık 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
38’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
Program uyarınca, bugün iki tur görüşme yapacağız.
Üçüncü turda Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Afet ve Acil
Durum Yönetimi Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu,
Sermaye Piyasası Kurulu bütçeleri yer almaktadır.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (x)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (x)
A) KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ
MÜSTEŞARLIĞI
1) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI
1) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1) Diyanet İşleri Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Diyanet İşleri Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON
AJANSI BAŞKANLIĞI
1) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA
TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI
1) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1) Hazine Müsteşarlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hazine Müsteşarlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) BANKACILIK DÜZENLEME VE
DENETLEME KURUMU
1) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) SERMAYE PİYASASI KURULU
1) Sermaye Piyasası Kurulu 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sermaye Piyasası Kurulu 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, turda yer alan bütçelerle ilgili soru
sormak isteyen milletvekilleri sisteme girebilirler.
Üçüncü grupta, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına: İlhan Cihaner, Denizli
Milletvekili; Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili; İhsan Özkes, İstanbul
Milletvekili; Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili; Ali Özgündüz, İstanbul
Milletvekili; Bihlun Tamaylıgil, İstanbul Milletvekili.
AK PARTİ Grubu adına: Muammer Güler, Mardin Milletvekili; Hacı
Bayram Türkoğlu, Hatay Milletvekili; Orhan Atalay, Ardahan Milletvekili; Bayram
Özçelik, Burdur Milletvekili; Seyit Sertçelik, Ankara Milletvekili; Burhan
Kayatürk, Van Milletvekili; Mehmet Muş, İstanbul Milletvekili ve Enver Yılmaz,
İstanbul Milletvekili.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına: Ayla Akat, Batman
Milletvekili; Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili; Altan Tan, Diyarbakır
Milletvekili.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına: Mesut Dedeoğlu,
Kahramanmaraş Milletvekili; Mustafa Erdem, Ankara Milletvekili; Reşat Doğru,
Tokat Milletvekili; Sümer Oral, Manisa Milletvekili,
Şahısları adına: Lehinde Hasan Karal, Rize Milletvekili; aleyhinde
Abdullah Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.
İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İlhan Cihaner. (CHP
sıralarından alkışlar)
Konuşma süresi altı dakikadır.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA İLHAN CİHANER (Denizli) – Herkesi saygıyla
selamlıyorum. Ben Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı hakkındaki partimizin
görüşlerini iletmek için kürsüdeyim.
Biliyorsunuz, bu müsteşarlık kurulurken çok enteresan bir hava
yayıldı Türkiye'ye. Kürt sorununun ve terörle mücadelenin aslında istihbarat
birimlerinin, güvenlik güçlerinin arasındaki koordinasyonsuzluktan
kaynaklandığı ve eğer bu koordinasyonsuzluk ortadan kalkarsa bu sorunun kolayca
çözüleceği gibi bir hava yaratıldı ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
kurulmuş oldu ve yasaya göre bu müsteşarlığın amacı terörle mücadeleye ilişkin
politika ve stratejileri geliştirmek, bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar
arasında koordinasyonu sağlamak, terörle mücadele alanında politika strateji çalışmaları
yapmak, güvenlik ve istihbarat birimlerinden gelen istihbaratı değerlendirmek,
ilgili birimlerle paylaşmak, koordinasyonu sağlamak, uluslararası gelişmeleri
Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlarla iş birliği içinde izlemek, kamuoyunu
bilgilendirmek, halkla iletişimi sağlamak. Bu çerçevede İstihbarat
Değerlendirme Merkezi kuruldu bu müsteşarlık içerisinde. Tüm güvenlik ve
istihbarat bu merkeze gelecek ve bu merkez tarafından değerlendirilecekti.
Planlama Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı ise terörle mücadele
eylem planı hazırlayıp uygulamayı izleyecekti. AR-GE Daire Başkanlığı verileri
tasnif edip analiz edecekti. İletişim Daire Başkanlığı ise -özellikle bu kısma
dikkatinizi çekmek istiyorum- kamuoyunu bilgilendirmek, toplum desteğini
sağlamaya yönelik faaliyetleri yürütmek, sivil toplum desteğini sağlamak, gene
terörle mücadele çerçevesinde. Bunun adı aslında “psikolojik savaş birimi”dir.
Millî Güvenlik Kurulundan ya da sizin sürekli eleştirdiğiniz Batı Çalışma
Grubu’nun faaliyetlerinden hiçbir farkı yoktur. Doğrudan doğruya bir gladyo
örgütlenmesi olarak değerlendirilebilir.
Gene, Dış İlişkiler Daire Başkanlığı, terörle mücadeleye ilişkin
gelişmeleri takip etmek gibi bir görevle görevlendirilmişti. Her ilde, ayrıca,
sosyal etüt ve proje müdürlüğü kurulmuştu. Şimdi, tabii, bu müsteşarlık
kurulduktan sonra çok enteresan şeyler yaşandı Türkiye’de. Örneğin,
hâlihazırdaki MİT Müsteşarı ve geçmiş MİT müsteşarları, yardımcıları terör suçu
şüphelisi olarak soruşturulur hâle geldi. Kumrular ve Gaziantep’te, tüm
toplumun büyük tepkisini ve nefretini çeken çok ciddi terör eylemleri,
patlamalar meydana geldi. Dışarıda, “Mavi Marmara faciası” gibi, “fiyaskosu”
gibi bir olayla karşı karşıya kaldık.
Suriye’de yaşananlar ortada, “Bir haftada gider, bir haftalık ömrü
kalmadı.” denilen rejim hâlâ ayakta. En önemlisi de, hepimizin bildiği, bir
istihbarat faciası olan Uludere katliamı yaşandı.
Şimdi, ben, sadece, bu konuyla ilgili birtakım sorular soracağım:
Kurumun web sitesinde “ilkeler” arasında “kamuoyunun bilgilendirilmesi ve
şeffaflık ilkeleri” yazıyorken yabancı personel görevlendirilmesine ilişkin
niçin kamuoyu bilgilendirilmemiştir?
Terörle mücadelenin çok boyutluluğuna vurgu yaparak kurulan bu kurum, terör
sorununun çözümünde ne gibi bir katkı sunmuştur? Ekonomik ve sosyal koşullar ne
derece iyileştirilmiştir? Doğu ve güneydoğu illerinde dağa çıkış oranlarında
kayda değer bir azalma sağlanmış mıdır? Hükûmetin ve kurumların, dağdakilere silah bırakmaları hâlinde yabancı
ülkelere gidebileceklerini tavsiye etmek dışında, bu konuda, bütünlükçü, çözüm
odaklı bir stratejisi var mıdır? Kurumun kuruluş kanununda Terörle Mücadelede
Koordinasyon Kuruluna yer verilmiş ve bu kapsamda yürütülecek mücadelede eş
güdümünün sağlanması amaçlanmıştır. Ancak, daha mayıs ayının başında Kurumun
Müsteşarı Özçelik’in önce istifa ettiği haberleri çıktı, daha sonra bu haber
yalanlandı ve sonra da Özçelik görevden alındı. Daha kendi içini koordine
edemeyen bir kurul nasıl dışarıda terörle mücadeleyi koordine edebilecektir?
Şayet bu bir koordinasyon yoksunluğuna işaret etmiyorsa bu bir istihbarat
savaşı mıdır, sebepleri nedir ve kim galip gelmiştir? MİT soruşturmasını
bununla birlikte değerlendirebilir miyiz?
Kurumun kuruluş kanununda belirtilen terörle mücadelede koordinasyonun
sağlanması becerilebildiyse Uludere’de katledilen yurttaşların katillerinin
yargı önüne çıkarılamamasının nedenleri nedir? Yoksa bu koordinasyonun ilk
meyvesi Uludere katliamı mıdır? Kurumun bastırdığı İnsan Hakları ve Terörle
Mücadele Kitabı’nda hukuka uygunluk, insan haklarının sınırlandırılmayacağı,
özel hayata ilişkin saygı ve ölüm cezasının verilemeyeceği ilkeleri varken
Başbakan idam cezasını nasıl savunabilmektedir? Ve bu kitabın Türkçesi idrak
edilememişken İngilizcesi nasıl kurumun web sitesine konulmuştur?
Kurumla koordinasyonun sağlandığını varsayacak olursak, yani
devletin bu konuda bütünlüklü bir politikaya sahip olduğunu varsayacak olursak
bu kurumun benimsediği ilkeler ile Hükûmetçe izlenen politikalar arasındaki
tutarsızlığı tarif etmek için ikiyüzlülük dışında başka bir sözcük kullanabilir
miyiz? Görülüyor ki bu kurum kuruluş amacına ilişkin hiçbir faaliyet
göstermemiştir. Web sitesinde sadece basında çıkan haberlerin yalanlanması
dışında hiçbir faaliyeti görünmemektedir. Ben yapıcı bir muhalefet yapıp bir
öneride bulunuyorum: Bu müsteşarlığı derhâl feshedin!
Teşekkür ediyorum, saygılar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
2’nci konuşmacı Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili.
CHP GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün kentlerimiz ve diğer yerleşmelerimizin doğal ve
endüstriyel afetler açısından on yıl öncesine oranla daha güvenli olduğunu
söylemek mümkün değil. Kentlere göçler, denetimsiz ve rant amaçlı yapılaşmalar,
plansız yerleşme ve sanayileşme eğilimleri yoğun olarak devam ediyor. Bu
gidişatla başta depremler olmak üzere, gelecekte olabilecek doğal ve
endüstriyel olaylar karşısında daha büyük zarar ve kayıplarla karşılaşmamız
sürpriz olmayacaktır. Kent depremleri süreci yanı sıra şimdi de kent selleri
süreci başlamıştır.
Değerli milletvekilleri, bakınız, Türkiye’de deprem, heyelan ve su
baskını nedeniyle oluşan toplam yıkım oranı tüm afetler içerisinde yüzde
95’tir. Deprem konusuna hiç girmiyorum, çünkü o konuda, korunma adına “Kentsel
dönüşüm yapacağız; 6,5 milyon yapıyı yıkacağız.” nutukları atılıyor. Neyi
konuşalım? Rantçı arazi yağması ve yüksek yapılaşma sürerken, on yıldır
çıkaramadığınız yüksek yapı deprem yönetmeliğini mi konuşalım? Nasıl tespit
edeceğinizi bilemediğiniz afet riskli yapı ve afet riskli alan üzerine mi
konuşalım?
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, bilimsel olarak arazi
kullanımı kabiliyetimiz hâlâ çok yetersizdir. Hâlâ bir standart belirleyemedik;
herkes kendi anlayışına göre arazi planlaması yapıyor, daha doğrusu, yapamıyor.
Su havzaları, orman ve tarım alanları kentleşme adına çarçur ediliyor. Bütüncül
risk planlaması ve yönetimi de lafta kalmış. Demeçlerinizde bahsettiğiniz ama
yapamadığınız Bütünleşik Afet Yönetim Sistemi’nin temel ilkeleri şunlar
olmalıdır: Tüm tehlikeleri göz önüne almak, tüm evreleri uygulamak, tüm
kaynakları kullanmak, tüm birey ve kurumların bu çalışmalara katılmasını
sağlamak.
Bakınız, meteorolojiye göre yağış rejimi normal ama her gün bir
ilimizden sel haberleri geliyor. Kentleşme arttıkça deprem ve sel kayıpları
artıyorsa bu işte yanlış bir yönetim tarzı var demektir. Korunma, risk azaltma
yönetimi maalesef yok, yardım ve yara sarma yönetimi hâlâ devam ediyor.
Değerli milletvekilleri, 23 Ekim 2011 Van-Erciş depreminde bile
afete maruz bölgeyle, tabii afete maruz yöreler kavramlarını karıştırdılar.
Başbakana yanlış bilgi verdiler, yöneticileri şaşırttılar. 4133 sayılı Kanun’la
değişik 4123 sayılı Kanun’daki kavramları karıştırdılar. Afete maruz bölge
kavramı, olmuş ve muhtemel afetler için doğrudan afetlerin önlenmesi ve
etkilerinin azaltılması amacına yönelik bir önlemdir. Profesyonel olmadığınız
için her afette ortaya çıkan sorunlar nedeniyle o acayip torba kanunlar yoluyla
hâlâ bu kanunda, AFAD Kanunu’nda değişiklikler yapıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye alansal olarak büyük ve büyük
kentlerin oluştuğu bir ülke. AFAD merkezde ve taşrada tüm hizmetleri yerine
getirmeye çalışmamalıdır. Yalnızca stratejik karar ve koordinasyon düzeyinde
kalmalıdır. Diğer düzeylerin şöyle olmasını tavsiye ediyoruz: Stratejik karar
düzeyi; bu, hükûmetle ilişkili
olmalıdır. Taktik karar ve muamele düzeyi; valilik, büyükşehir belediye
başkanlıklarıyla ilişkili olmalıdır. Operasyon düzeyi; büyükşehir ve ilçe
belediyeleriyle ilişkili olmalıdır. Şu anda sayısını 29’a çıkarttığınız
büyükşehir belediyelerinin olduğu illerde valilik ve büyükşehir belediye
başkanlıkları ortak komuta sistemiyle bir araya getirilmeli, afet müdahale çalışmaları
emniyet, itfaiye ve ambulans bir araya getirilerek ifa edilmelidir. AFAD
Kanunu’nun yeniden günümüz dünyası risk azaltmaya yönelik örgütlenme modelini
hedef alarak yazılması gerekiyor.
Değerli milletvekili, Hükûmet “Afet yönetiminde çok başlılığı
kaldıracağız.” demişti. 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğünün görevleri ile
AFAD’ın, belediyelerin, hatta Kızılay dâhil STK’ların görevleri birbirine
karışmış durumda. Diğer ilgili kanunlarda da böylesine karışıklıklar var. Hangi
kurum, hangi yetki ve sorumlulukla yapacak bu işleri?
Şimdi durum o hâle geldi ki AFAD’ı da koordine edecek bir kurum
gerekecek. Son uygulamalara bakarsanız, AFAD’ın yalnızca bir yardım ve müdahale
kuruluşu gibi çalıştığını görürsünüz. Toplam bütçesinin yalnızca yüzde 2’si
Planlama ve Zarar Azaltma Dairesi Başkanlığına ayrılmış, bu kadarcık.
Değerli milletvekilleri, on yıllık iktidarınız döneminde herkes
doğa ve endüstriyel afet risklerini yönetemediğinizi gördü. Riskleri
azaltamayan bir yönetim hep yara sarma ve yeniden bina yapma noktasına geliyor.
AFAD biraz Kızılay, biraz da TOKİ gibi çalışmaya başladı. Yaralar sarılacaktır
ama risk yönetimi zafiyeti de bitmelidir. Şu anda AFAD örgütlenme anlayışıyla
bu olmayacak. Türkiye’de çok başlı afet yönetimi, sorunu çözemeyecek, afet
risklerini azaltamayacak. Ancak eskiden olduğu gibi müdahale, yardım ve yara
sarma işleriyle meşgul olacak AFAD’ın bütçesini onaylamıyoruz. Yanlış afet
yönetim anlayışlarıyla hareket eden bu kurumun bütçesinden harcanan her
kuruşunda afetlerde, kazalarda kaybettiğimiz vatandaşlarımızdan aldığımız
vergiler vardır, yetimin hakkı vardır.
Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
3’üncü konuşmacı İhsan Özkes, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 yılı Diyanet bütçesiyle ilgili CHP Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Diyaneti kuran parti olarak Diyanet
kurumuna ve din görevlilerine saygılıyız. Diyanetin, ancak siyasetüstü
olmasıyla saygınlığını koruyabileceğine inanıyoruz. Çünkü yüce dinimiz İslam
ilahi bir dindir, evrenseldir ve tüm insanlığa gelmiştir; partilerüstüdür,
hiçbir partinin tekelinde olamaz, siyasi vesayet altına alınamaz. Ancak
Atatürk’ün kurduğu Diyanet, TRT’de okuttuğu mevlitlerde Atatürk’e bir Fatiha’yı
bile çok görüyor. Ruhban okuluna destek veren Diyanet Başkanı, cemevlerine
köstek oluyor. Cemevlerinde kılınan cenaze namazlarına devlet erkânının
katılmaması, cemevlerinde kılınan şehit cenazelerine devlet erkânının
katılmaması birlik ve beraberliğimize zarar veriyor. Alevilerin vergilerinin de
içinde bulunduğu Diyanet bütçesinde Alevilerin hakları görmezlikten geliniyor.
Alevilerin “Haram olsun.” dedikleri Diyanet bütçesi, lüks otellerde düzenlenen
etkinliklerle tıka basa yeniliyor. Genellikle Hanefi mezhebini esas alan Diyanet
Başkanı unutmasın ki Emevi iktidarınca ehlibeyte yapılan zulümlere karşı
koyması ve o dönemde ilk defa kurulan özel yetkili mahkemelerde yargıçlığı
kabul etmemesi nedeniyle Ebu Hanife şehit edilmiş ve “imam-ı azam” yani en
büyük imam unvanını almıştır.
Sayın milletvekilleri, Neşet Ertaş’ın cenazesinde âdeta merhumun
Müslümanlığı sorgulanmış ve Başbakanın konuşmasıyla dinî cenaze merasimi miting
havasına dönüşmüştür.
Sipariş üzerine iktidara uygun kürtaj fetvası veren Diyanet
Başkanı Başbakanın gözlerine değil, Kur’an’a bakarak fetva vermelidir. AKP’ye
değil, Allah’a yakın olmaya çalışmalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Bravo Hocam.
İHSAN ÖZKES (Devamla) – Diyanet Türkiye’nin Diyaneti olma vasfını
yitirmiş, iktidarın güdümüne girmiştir. Kanunun verdiği halkı dinî konularda
aydınlatma görevini unutmuştur. Sayın Görmez’in Başkanlığında Diyanet siyaset
ve ticaretle uğraşırken ülkede cinciler, üfürükçüler, medyumlar, bidatlar ve
hurafeler kol geziyor.
Değerli milletvekilleri, altı ticarethane üstü camiler –diğer
deyişle camili iş yerleri- çığ gibi çoğalıyor. Bedensel engelliler, yaşlılar,
hastalar ve çocuklar bu camilere gitmekte güçlük çekiyor.
“AKP’li kaç milletvekili ve belediye başkanının camili iş yerleri
var?” soru önergeme henüz cevap alamadım. Kur’an-ı Kerim “Mescitler
Allah’ındır.” buyururken zamanımızdaki camili marketler çoğunlukla
AKP’lilerindir. (CHP sıralarından alkışlar)
“Birleştiren, bir araya getiren” anlamında olan camilerin yerleri
İslam tarihi boyunca tartışma konusu olmamıştır. Çünkü ihtilaf edilen ve
tartışılan bir cami içerdiği mana ve vasıflarla bağdaşmaz. Bu nedenle camiler
günlük sıcak siyasetin üstünde yer almalıdır. Dırar Mescidi gibi riya, inat ve
israf mescitleri olmamalıdır. Zira temelinde ihlas ve tevazu bulunmayan bir
caminin yüksekliği ve büyüklüğü ancak banisinin vebalini yükseltir ve büyütür.
Sayın milletvekilleri, din görevlileri, AKP’li siyasetçilerin
isteğine göre tayin edilmemelidir. Temmuzda planlandığı hâlde şu kış günlerinde
uygulanan rotasyon durdurulmalıdır. Hac, umre ve yurt dışı
görevlendirmelerindeki adaletsizlik giderilmelidir. Vakıflara ait lojmanlarla
ilgili ecrimisil davalarıyla din görevlilerine yapılan zulme son verilmelidir.
Diğer devlet memurları haftada iki gün izin kullandıkları hâlde, haftada bir
gün izin yapan din görevlilerinin her ay kullanamadıkları dört günün ücreti
maaşlarına yansımalıdır. Dünyanın en pahalı haccını yapan hacıların parasından
Diyanet İşleri Başkanının lojman tamiratına 400 bin TL harcanması kabul
edilemez. Hacda 14 milyon Suudi riyali yolsuzluk iddiasıyla ilgili soru
önergeme dokuz aydır cevap verilmemesi düşündürücüdür.
Sayın milletvekilleri, Diyanet Başkanını eleştirenleri karalayan
tetikçi İnternet siteleri organizenin boyutunu göstermektedir. Diyanet kutsiyet
perdesiyle örtülen haram ve israf batağında, haksızlık ve yolsuzluk çamurunda
bir kurum asla olmamalıdır.
Diyanet Vakfı ve Diyanetin harcamaları şeffaf olmalıdır. Sayın
Cumhurbaşkanına, Devlet Denetleme Kurumunu harekete geçirerek inceleme
yaptırması çağrımı tekrarlıyorum. Hiçbir makam dokunulmaz değildir. Yaptığından
sorgulanamayan ve dokunulmaz olan sadece Yüce Allah’tır.
Diyanetten sorumlu Bakanın memleketinde “Karısı, kızı düğünde
oynayan deyyustur.” diyen müftü yardımcısının, hâlen görevde olmasıyla, bu
cüreti kimlerden aldığı açık değil midir?
Saygılarımla teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
4’üncü konuşmacı Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan,
sayın bakanlar ve değerli milletvekilleri; TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı) kanun hükmünde kararnameyle kurulan kuruluşlarımızdandır.
Türkiye’nin yurt dışında faaliyet gösteren, onun politikalarını uygulaması
gereken bir kurum, Meclis iradesi dışında kurulmuş ve faaliyet göstermektedir.
Tabii, bakanlıklarımız kurulurken dahi Meclis iradesi baypas edilirse TİKA’ya
ne kalacaktır? Ama TİKA, biliyoruz ki yurt dışındaki çok önemli faaliyetlere
girişmekte ve Türkiye imajıyla ilgili çok önemli işlevler gerçekleştirmektedir.
Bunlar doğru mudur, yanlış mıdır; ayrı meseledir. TİKA, son yıllarda kuruluş
amacının dışında, akraba topluluklarımızdan ziyade Orta Doğu ve Afrika ülkelerine
yoğunlaşır olmuştur. TİKA politikaları ve çalışmaları, her nasılsa Hükûmet
faaliyeti içine giren ve dünyadaki yayılmacı süper güçlerin hedeflerine uygun
bir manzara arz eder hâle gelmiştir.
Daha önceki komisyon konuşmalarımızda belirttiğimiz gibi, bu uygulama
ve çalışmaların neticesinde faaliyet gösterilen bölgelerde şapkadan türlü türlü
tavşanların çıkması, hedef diye gösterilen şeylerden başka hedeflerin
gerçekleşmesi ve o hedeflere ulaşılması mümkün olabilir. Bu hedefler Türkiye
Cumhuriyeti’nin hedeflerine yakın da olmayabilir. TİKA çalışmalarının
Türkiye’nin değirmenine su taşıyacağı ihtimali şüphelidir. Bu çalışmalar daha
ziyade Kara Afrika ve Orta Doğu’da süper güçlerin köşe kapma yarışının temsil
hizmetlerine benzemektedir. Ulusal menfaatler dışında, dünya dengelerine hizmet
eder görünümdedir; dünya dengelerine ya da bazı güçlerin dünya dengelerine. Kim
söyleyebilir; Afrika’da Türkiye’nin orta vadede hangi avantajları
olabilecektir? Bugüne kadar çalışmalardan hangi menfaatler sağlanmıştır, hangi
menfaatler muhasebeleşmiştir? Afrika’yla ticaretimizin toplam ticaret üzerinde
oranı nedir? Duygusal meselelerse, eğer kalkınma meseleleriyse, eğer halka
hizmetse, gidin Balıkesir’in Macarlar köyüne. Balıkesir’in Macarlar köyünde
kışın 4 bin kişilik bir nüfus yaşar. Burada sağlık ocağı açık gözükür; sağlık
ocağının kapısı, penceresi kırıktır. Muhtarın odasındaki sağlık odasında yatağa
yattığınız zaman sağlıklı olarak kalkabilmeniz mümkün değildir. Somali’ye
gideceğinize Macarlar’a gidin.
Başka açıdan bakarsak, TİKA faaliyetleri Hükûmetin bir yerlere
şirin gözükmesine elbette hizmet edecektir. Hükûmet kendine dış destek
bulabilmek için belki de TİKA faaliyetlerinden umut beklemektedir. Dünyanın
yeni güçleri, eski kıtanın ve Afrika’nın zemininde kendilerine yer ararlarken
ABD ve Avrupa hâkimiyetlerinin tartışmalı olduğu coğrafyalarda “stratejik
ortak” diye bizim gibi ülkeleri, etkilerinin yüksek olduğu bizim gibi ülkelerin
organlarıyla varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bakın Afrika’ya,
Batı’nın etkisinin zayıflamaya başladığı bütün Müslüman ülkelerde TİKA’nın
harekete geçirildiğini göreceksiniz. Bu ülkelere ya TİKA gider ya Türkiyeli
cemaatler ya da hepsi beraber giderler.
Buradan yeniden soruyoruz: Ne oldu milliyetçilik? Nerede kaldı
millî görüş? Birçoğunuz bu hareketten geliyorsunuz. Türkiye’nin diğer Türk
cumhuriyetleriyle iş birliği ve ilişkilerinde AKP hükûmetleri dönemlerinde
niçin gerileme yaşanmıştır? Türk cumhuriyetleri AKP hükûmetlerine ve özellikle
onların yönetimindeki Türkiye’ye niçin mesafeli davranmaktadır? İlişkilerde
niçin bu dönemde ve bir önceki hükûmet döneminde dikkat çekici gerilemeler
yaşanmıştır? Bugün Türkiye’nin dış politikası “Ulusalcılık bitti.” diyen bir
bakana emanettir. Öyle bir bakanlık ki yakın tarihte hiçbir önemli öngörüsü
gerçekleşmemiştir. “Ulusalcılık”ın kelime anlamı, “milliyetçilik” değil midir?
Bakanınız çıksın ortaya, “Türkiye’de milliyetçilik bitmiştir.” desin, “Bu dünya
şartlarında milliyetçilik dönemi kapanmıştır.” desin, bakalım oy aldığınız
kitlelerden ne cevap alacaksınız? Kelime oyunu yapıp manzarayı değiştirmeden
itiraf ediniz.
TİKA ve Hükûmetin, en yakın örnekle Uygurlarla ilgili sorunlara
sırtını dönmesi, tavrını açıkça ortaya koymuştur. Daha bu yıl, dünyanın çeşitli
ülkelerinden gelen Uygur kadınlarının insan hakları toplantısı, onlara bir
açıklama yapılmadan toplantı günü iptal edilmiştir. Uygur Türkü kadınlar
şaşkınlık içerisinde, Ankara ve İstanbul’da mekik dokumuşlardır. Size şunu
söyleyeyim: Orta Doğu ve Afrika’da Osmanlıcılık oynamak, kendi kendini kandırmak
ve hayalî bir havucun ardından koşmaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) – Hükûmeti dış politikada uyanmaya
davet ediyoruz. Bundan beş-altı yıl önceki küresel şartlar ve jeopolitik
dengeler değişmiştir. Geleceğimizi, menfaatlerimizi kaos toplumlarında değil,
nispeten istikrarlı yapıya sahip, demokratik yapısı gelişmiş komşularımızla iş
birliğinde ve onlarla oluşturulacak ekonomik entegrasyonda aramalıyız.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
5’inci konuşmacı, Ali Özgündüz, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Ben, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı bütçesi
üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Değerli milletvekilleri, Sayın Bozdağ, Plan Bütçede yaptığı
konuşmada -kitapçık elimde- yurt dışı Türkler konusunda Kerkük Türkmenlerini
saymamış. Yani bu kitapçıkta Kerkük Türkmenleriyle ilgili tek bir laf yok, bir
sözcük yok. Yine, biraz sonra yapacağı konuşmada da -konuşma metnini de okudum-
orada da herhangi bir şey yok. Anlaşılan, hükûmetiniz Kerkük Türklerini ya Türk
saymıyor ya akraba topluluğu saymıyor ya da unutmuş. Aslında unutmamış,
bilinçli olarak buraya konmamış. Çünkü niçin? Biliyorsunuz, son zamanlarda
Irak’ta Barzani diyor ki: “Kerkük ve Musul, Kürt bölgesinin içindedir. Bu
nedenle de Irak’ın Merkezî Hükûmetiyle sıkıntı yaşanmaktadır. Kerkük, Saddam döneminde
de otonom Kürdistan bölgesi içinde değildi aslında. 2003’ten sonra, orada
Merkezî Hükûmetin güvenlik güçleri olmadığı için peşmerge, denetimi ele aldı,
yine Kerkük’ün demografik yapısı değiştirildi, diğer yerlerden Kürt nüfusu
getirildi ve şu anda Kerkük, peşmergenin kontrolünde bir şehir konumundadır.
Buna karşılık, Merkezî Hükûmet, Maliki, Dicle Birlikleri denilen
güvenlik birimleriyle Kerkük’ü yeniden Irak’ın Merkezî Hükûmetinin kontrolüne
almak isterken Hükûmetiniz ne yapıyor? Hükûmetiniz Barzani’yle birlikte yani
Kerkük’ün Kürt bölgesi içinde olduğunu söyleyen Barzani’yle birlikte stratejik
bir iş birliği yapıyor. Nasıl yapıyor? O bölgede Merkezî Hükûmete rağmen petrol
anlaşmaları yapıyor yani siz Irak’ın özerk Kürt bölgesinin güçlenmesini, silahlanmasını,
Irak Merkezî Hükûmetine karşı, Maliki’ye karşı güçlü olmasını ve galip
gelmesini istiyorsunuz. Böylelikle siz aslında Kerkük’ün Kürt bölgesi içinde
kalması için de çalışıyorsunuz. Bu anlamda siz bölgede Körfez, Arap ülkeleri,
Sünni ülkeler, efendim, Suudi Arabistan, Katar, ABD ve İsrail’le birlikte
müttefiksiniz bu anlamda, yani açıktan müttefik olsanız, değerli
milletvekilleri, bir insan dese ki: “Benim dostum budur, düşmanım budur.” Bu,
dürüstçedir. Şimdi, görüntüde İsrail’e yalandan düşmanlık, “One minute” falan.
Öbür taraftan İsrail’le ortaklık, Irak konusunda, Suriye konusunda İsrail’le
müttefik gidiyorsunuz. Bu, Türkiye’nin çıkarına değil. 2003 yılı başlarında
Türkmenler Türkiye’nin kırmızı çizgisiydi, anlaşılan, Hükûmetiniz bu
politikasından vazgeçmiştir, Türkmenleri unutmuştur.
SIRRI SAKIK (Muş) – Türkmenler mutlu, Kürtlerle birlikte
yönetiyorlar, ne var bunda?
ALİ ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Türkmenlerden bahsedilmeyen Yurt Dışı
Türkler ve Akraba Topluluğu Başkanlığı bütçesi, onay vermeye değmez bana göre.
Yani Ahıska Türkleri, efendim Kırım Türkleri, Gökoğuz Türkleri güzel de, e
Türkmenler? Yani bunu derken yanlış anlamayın, “Efendim, Kürtlerle düşman
olun.” falan demiyorum.
SIRRI SAKIK (MUŞ) – Halklar kardeştirler Allah için birlikte iyi
olurlar.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Sayın Sakık düşman olmasınlar yani bir
tarafı tutmasınlar, düşmanlığı körüklüyor Hükûmet, onu eleştiriyorum. Yani bize
ne?
SIRRI SAKIK (Muş) – Keşke bizim de oradaki Türkmenler kadar
hakkımız, özgürlüğümüz olsa.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (Devamla) - Yani Irak’ın öyle bir sorunu yok. Değerli
arkadaşlar Irak’takiler diyorlar ki: “Türkiye’ye yakışan, Türkiye gibi büyük
bir ülkeye yakışan, bizim kendi içimizdeki ihtilaflarda taraf olmak değil,
hakem olmaktır.” Kardeşler arasında ihtilaf çıkar, sen büyüksen eğer, bölgenin
büyük ülkesiysen, büyük gücüysen sana düşen görev, bu ihtilafları gidermek için
ara bulucu olmaktır, bir tarafı tutmak değil, olmuyor. Ve hangi tarafı
tutuyorsunuz? Ne yazık ki ülkemizin çıkarlarına uygun olmayan tarafı
tutuyorsunuz değerli Hükûmet.
Dışişleri Bakanı, herhâlde Dışişleri Bakanlığını “düş işleri
bakanlığı” olarak algılamış ki böyle garip hayallerle, düşlerle Türkiye’nin
çıkarlarına uygun olmayan politikalar izlemektedir. Bu durum, ülkemizin
çıkarlarına değil. Çıkarınaysa gelsin söylesin Sayın Bakan, desin ki: “Kerkük
politikamız bu nedenle ülkemizin çıkarınadır.” Biz ikna olalım destekleyelim
ama değil, sayın milletvekilleri maalesef değil.
Evet, bir başka konu, Avrupa’daki Türkler. Sayın Bakan, Avrupa’da,
Hollanda’da 2004 yılına kadar seçimlik olarak okullarda okutulan Türkçe
dersleri, kaldırıldı. Biliyorsunuz, öğretmen ve ders kitaplarının ülkemiz
tarafından temin edilerek orada bulunan Türk çocuklarının, ana dillerini
öğrenmesi konusunda mutlaka bir girişimde bulunmalısınız.
Bir başka konu, Geri Kabul Anlaşması. Vize muafiyeti konusunda
Avrupa Birliğiyle yapılan görüşmelerde Geri Kabul Anlaşması’nın 2’nci maddesi
gündeme getiriliyor. Bu çok tehlikeli bir şey yani bizim ülkemizi kullanarak
Avrupa ülkelerine gidenleri geri kabul alacağımız gibi, orada yıllardan beri
yaşayan vatandaşlar da herhangi bir, idari anlamda, bürokratik işlemde hata yapsalar onların da geri kabulü
gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Hâlbuki, 1963 Ankara Anlaşması gereğince
zaten vize muafiyeti vardır. Bu konunun üzerinde durmak lazım diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Son konuşmacı, Bihlun Tamaylıgil, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan bütçe
kanununun SPK, BDDK ve Hazine bütçeleri üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini iletmek üzere söz almış bulunuyorum. Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, AKP hükûmetlerinin iktidarlarının 11’inci
bütçesini görüşüyoruz ve bu bütçe görüşmeleri sırasında karşımıza öyle bir
tablo çıkıyor ki, demokrasilerde devletin yapacağı harcamaları ve bu
harcamaların yapılması için alınacak vergilere halk adına milletin seçilmiş
temsilcilerinin karar vereceği ilkesinden ve bunun da yine halkın iradesine
uygun olarak davranıp davranılmadığını denetleme ilkesinden vazgeçilmiş bir
bütçeyle yolumuza başladık. Biz, burada, bütçe yapma ve bu Meclisin bütçe yapma
hakkını sadece budamadık, Sayıştayın haklarını, yapması gerekenleri de
budayarak aslında millî iradenin haklarına derin bir budama ve o hakkı
kullanamama uygulamasını da bu bütçeyle ortaya koyduk.
Bütçe hakkı, yasama organına bütçe kanunuyla verilen bir harcama
izni ve yetkisinin kullanıp kullanılmadığının ve kamu kaynaklarının israf
edilip edilmediğinin denetleme yetkisini sağlıyor, hesap sorma ve hesap verme
mekanizmalarını ortaya koyuyor ama hesap sorma, hesap verme ve denetimden
kaçkın olma tercihinde olan iktidar, maalesef, bugünkü uygulamalarla da, en
ağır temsil yetkisinde olduğumuz yüce Parlamentonun uygulamalarında böyle büyük
bir soru işaretinin yaşanmasına sebep oluyor.
Değerli arkadaşlar, bugün baktığımızda, genel ekonomi açısından
bazı verileri sizlerle paylaşmak, bazı uygulamalardaki gerçekleri de altını
çizerek sizlere sunmak istiyorum. Öncelikle, Türkiye büyüyor ve altın, parlak
sonuçlarla hem dünyada hem Türkiye basınında yer alıyor. Peki, gerçek böyle mi?
Bakıyorsunuz 1980 ve 2002 yılları arasına, bu süreçte, dünyada bizim, 151 tane
aynı ligde yarıştığımız ülke vardır. Bunların büyümesine yüzde olarak
bakıldığında 3,7; Türkiye’ninki 3,9 yani onlardan daha çok büyümüşüz. Peki,
AKP’nin devri iktidarı döneminde ne olmuş? Bizimle aynı ligde olan ülkeler
yüzde 6,6 büyürken bizim ortalama büyümemiz yüzde 5,1’lerde kalmış.
Peki, bakıyoruz, “İhracatımız arttı, ihracatımız arttı…” İthalat
ne oldu, hiç kimsenin sorduğu yok. Şöyle bir ithalata baktığımızda, yetmiş
dokuz yılda yani 2002’ye kadar 642 milyar dolar ithalatı olan ülkemizin, yine
devri iktidarı döneminde 1,6 trilyon dolarlık ithalatı gerçekleşmiş durumda.
Peki, yine bakıyoruz, borçlanma nasıl olmuş? Ben, çok kısa süre
olduğu için kısa kısa rakamlar vermek istiyorum ve vatandaşı ilgilendiren
başlıkları da dikkatinize sunmak istiyorum. Vatandaşın bankalara kredi kartı
borcu ne olmuş? 16 kat artmış. Peki, tüketici kredisi ne olmuş? O da 82 kat
artmış yani borçlanıyoruz. Peki, öyle ilginç borçlanma yöntemleri buluyoruz ki
13 Şubat 2011’de Mecliste bir yeniden yapılandırma yasası çıkarttık yani hani
şu meşhur af var ya sürekli, devri iktidarınızda 7 defa ortaya konan ve orada
bir “kolaylık” başlığı altında bir uygulama getirdik. Dedik ki: “Vatandaş,
devlete borcun vardı, bunları ödeyemedin; bunu yapılandırıyoruz, kredi kartını
kullan, taksitle öde.”
Şimdi, ondan sonra bakıyorsunuz bankaların elindeki bireysel
kredilere -tüketici kredisi ve kredi kartları açısından ve kredi kartlarının da
taksitli kredileri açısından- bunlarda oransal artışın dikkat çekici noktada
olduğunu görüyorsunuz. Yani devletin borcunu, üzerindeki riski, bankalar
kanalıyla milletten farklı bir şekilde alıyorsunuz.
Diğer taraftan karşılıksız çeklere bakıyorsunuz. Çok uzun vadeye
gitmeyeceğim. Sadece, size, yine Merkez Bankası ve Bankalararası Takas Odaları
Merkezinin datalarına, rakamlarına göre bir tek rakam vereceğim, o da şu: Ekim
ayında, baktığınız zaman, ibraz edilen çek sayısı, geçen seneye göre yüzde 27,8
oranında artmış.
Peki, karşılıksız çek miktarı ne kadar artmış? Yüzde 100.
Ekonomimiz çok iyi ya, onun için bu sonuçlara erişiyoruz(!)
Diğer taraftan baktığınızda, cari orandır şirketlerin en önemli
oranı, gücünü gösterir. Bizdeki cari oran da kısa vadeli borçların döviz
rezervleriyle karşılaşması. Maalesef, orada da önemli oranda sınıfta kalıyoruz.
Peki, borçlanma açısından diğer bir rakamı söyleyeyim: Burada da
toplam borç miktarı yani iç borcunuz, kamunun iç, dış borcu, özel sektörün
borçları ve özel kesimin iç borçları. Bunun, alt alta koyduğumuzda, gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı, 2002’de yüzde 103’ken bugün yüzde 117’ye geldi. Bunlar
çeşitli, farklı rakamlarla değerlendirilebilir.
Bir de tabii, ekonomiye güven. Ekonomiye güven için Merkez Bankası
ve TÜİK’in açıkladığı güven endekslerine bakın. Bakın arkadaşlar, kasım ayında
ne olmuş, bunu bir değerlendirin.
Diğer taraftan, bağımsız kurumlarla ilgili uygulamalara gelelim.
Türkiye maalesef AKP Hükûmetiyle beraber, iki tane ciddi kan uyuşmazlığı
yaşadı. Bunlardan biri kuvvetler ayrılığı ilkesi, ikincisi de bağımsız
kurumları, özerk kurumları maalesef ki engelleyen bir tavırla ortaya konan
yasama.
Nasıl mı oldu? Hatırlayın, kanun hükmünde kararname torbaları
çıkarttık. Yani torbanın adı “AB Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun”, içinden çıkan olay, buradaki bağımsız kurumların bir gecede siyasetin güdümüne alınması ve onun
sonuçları.
Diğer taraftan, yine ikinci bir kanun hükmünde kararname ile
İMKB’nin yönetimine el koydunuz. Çok önemliydi o torba kanun hükmündeki
kararnamenin başlığı, o da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ait Teşkilat
Yasası’yla ilgili kanun hükmündeki kararnameydi. Bunların içinden
müdahalelerinizi gerçekleştirdiniz.
Şimdi, Sayın Bakan, bir Sermaye Piyasası Kanunu çıktı, o sırada
aniden geceleyin bir önergeyle SPK’nın yönetimi değiştirildi ve diyor ki:
“Hızıma ayak uyduramadı.” Sayın Bakan, senelerdir “Türkiye’de bir Sermaye
Piyasası Kanunu çıksın.” diye bekleyen piyasa aktörleri var ve bu Sermaye
Piyasası Kanunu, Türkiye’de derinliği olan, güvenilirliği olan, şeffaflığı
olan, yatırımcıya güven veren, sermayeyi tabana yayan ve yatırımları teşvik
edecek yeni bir piyasa oluşturma amacıyla oluşturulan bir sermaye piyasası.
Peki, madem hızlı değildi, madem yeterince sizin hızınıza ayak uyduramıyordu,
böyle bir yasanın çalışmalarını niye bu yönetimle yaptınız? Değiştirseydiniz
yönetimi, farklı bir yönetimle yasa çalışması olsaydı. Peki, bu yönetimi kim
atadı? Hadi her şeyde CHP suçlu ama onu da biz atamadık, onu da siz atadınız.
Kendiniz atadınız, ondan sonra, farklı bahanelerle birtakım başlıkları ortaya
koyuyorsunuz. Gelin Sayın Bakan buradan neden SPK yönetimini değiştirdiğinizi,
neden böyle bir önergeye ihtiyaç duyduğunuzu açıklayın lütfen.
Bir de “Hız.” diyorsunuz ama ben sizin hızınızı da anlamıyorum.
Bir bakan “Hız.” diyor, bir bakan “Frene bas.” diyor; hızdı, gazdı derken
maalesef, tepe taklak giden bir yönetimle karşı karşıya kalma durumundayız
çünkü daha iki gün önce açıklandı: Türkiye’nin son üç yılın en düşük büyüme
hızını yaşadığı, yine son üç yıla baktığımızda üretim düşüşünün ekim ayında en
fazla olduğu dönemi yaşadık. OVP’lerle hedef koyuyorsunuz, bununla beraber,
baktığınızda, karşınıza çıkan her hedefi revize ediyorsunuz ve nasıl bir
güvenilirlik sağlayacağınızı gerçekten çok merakla takip ediyoruz.
Diğer taraftan, finans piyasaları: Finans piyasalarını İstanbul’a
taşıyorsunuz. İstanbul’a taşımak, orada rant yaratmak, finans piyasaları için
iş yapmak değildir, önemli olan, güvenilirliği olan, uygulamalarında doğru
kanunlarla ortaya çıkacak olan bir finans piyasası ortaya koymaktır.
Bakın, Türkiye’ye kaynak geliyor, yeni ödemeler dengesi açıklandı;
orada baktığınız zaman portföy yatırımı açısından Türkiye’ye gelen ilk on ayda
27 milyar dolar, sadece doğrudan yatırım olarak gelen 7 milyar. Türkiye ne
cenneti oldu? Türkiye, o para bankerlerinin yatırımlarıyla, sıcak parayla
kazandığı en önemli cennet hâline geldi ve şunu da söyleyeyim: Bir Sermaye
Piyasası Kanunu çıkardınız, bu kanun dâhilinde, maalesef suç ve ceza, Ceza
Kanunu da Anayasa’da belirlendiği tanımın dışında sadece ve sadece idari
birimlerin eline bırakılmış bir muallakın içine girdi. Sizin ve piyasalar
hakkında olumsuz düşünenler, cezalı olacak, “doğru” hareket etmeyen yatırımcıya
Demokles’in kılıcı gibi elinizde sallayacaksınız.
Bir diğer konu da BDDK. Yeni BDDK Başkanı atandı, ilk hedefi 60
banka. Kimdir bu 60 banka? 60’a çıkılacakmış bankalarda, hangi kriterler ve
hangi hedeflerdedir bu yeni banka sahipleri acaba, onu da merakla bekliyoruz
ve…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BİHLUN TAMAYLIGİL (Devamla) - …son bir şey daha söylemek
istiyorum: Baktığınızda, siyaset yapmak, hele hele Türkiye’de bir kadın olarak
siyaset yapmak çok zordur. Ama bu siyaset zorluğunun içerisinde bu yüce
Meclisin çatısı altında görev, sorumluluk ve belki de devlet adamlığı açısından
hareket ve sözlere çok dikkat edilmesi gerekirken, bir kadın milletvekiline
konuşurken tavır ve sözlerde her zaman çok daha dikkatli olunması gerekir. Tüm kadın
milletvekillerimizin bu anlayışla bunu paylaşması gerektiğine inanıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
AK PARTİ Grubu adına birinci konuşmacı, Muammer Güler, Mardin
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUAMMER GÜLER (Mardin) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Kamu Düzeni ve Müsteşarlığı bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu
adına görüşlerimi belirtmek üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, günümüzde terörle mücadelede koordinasyonu
güçlendirmek üzere yeni bir kurumsal yapıya gidilmesi zorunlu hâle gelmiştir.
Zira terörizm, hukuk devletinin ve demokratik sistemlerin karşısındaki en güçlü
tehditlerden birisidir. Terör faaliyetleri, demokratik hakların kullanılmasını
tehlikeye sokmakta, toplumdaki siyasi, ekonomik ve sosyal yapıların büyük
ölçüde zarar görmesine sebebiyet vermektedir. Bu doğrultuda, terörle mücadeleye
ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve ilgili kurum ve kuruşlar
arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
kurulmuştur.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının çalışmalarının özelliği
gereği esnek bir personel rejimine ihtiyaç duyulmaktadır. Hâlen müsteşarlıkta
kadrolu, sözleşmeli ve geçici olarak toplam 67 personel bulunmaktadır. Kadro
standardına uygun olarak boş kadrolar nitelikli personelle doldurulmalı ve
İstihbarat Değerlendirme Merkezinin etkin bir şekilde görev yapmasını sağlamak
üzere gerekli çalışmalar bir an önce tamamlanmalıdır. Kuruluş döneminde
Teşkilat Kanunu’nun 6’ncı maddesine göre müsteşarlığın Terörle Mücadele
Strateji Belgesi hazırlanmıştır. Bu belge doğrultusunda eylem planları
hazırlanarak hayata geçirilmelidir. 2013 yılında bu çalışmanın bitirilmesi büyük
önem arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terörle çok boyutlu
mücadele, müsteşarlıkça üretilecek olan ve örgüte katılımları engellemeye matuf
projeler aracılığıyla sağlanacaktır. Bu anlamda, müsteşarlıkça bugüne kadar
çeşitli projeler, raporlar, analizler, araştırmalar yapılmış, kitaplar
hazırlanmış ve toplantılar düzenlenmiştir. Ayrıca, önümüzdeki dönemde yapılması
planlanan önemli projeler, çalıştaylar ve kitap hazırlıkları vardır. Bu
faaliyetlerin müsteşarlığın kuruluş amacına yönelik hizmetlere katkı
sağlayacağını düşünüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin bu bölümünde
müsteşarlığımızın yapısı ve çalışmaları hakkındaki önerilerimizi de dile
getirmek istiyorum. Devleti teröristten ayıran ve onu güçlü kılan, devletin
kendi ilkelerine sahip çıkmasıdır. Dolayısıyla, insanın canının, malının,
fikrinin garanti altına alındığı, özgürlüklerin korunduğu bir ortamda hukukun
üstünlüğü ilkelerinden hareketle terör mücadelesinin yönetilmesi, devletin
temel stratejisi olmalıdır. Ülkemizde otuz yıla yakın süredir bölücü terörle
mücadele edilmektedir. Uzun yıllar mücadele edilmesine karşın, örgütün
propaganda alanına yönelik entegre mücadele konusunda daha fazla çalışılmasına
ihtiyaç vardır. Bu çalışmaların bilimsel metotlar ışığında analiz edilerek
değerlendirilmesi son derece önemlidir.
Terörle mücadelede başarı, toplumun tüm kesimlerinin mücadeleye
ortak edilmesiyle sağlanabilir. Müsteşarlık, terörle mücadele konseptinin
yaygınlaştırılması konusuna yoğunlaşmalıdır ve bu anlamda, Polis Akademisi
bünyesinde bulunan Uluslararası Terörizm ve Sınır Aşan Suçlar Araştırma
Merkeziyle, üniversitelerle, sivil toplum örgütleriyle sempozyum, çalıştay ve
projeler konusunda daha geniş iş birliği yapılmalıdır.
Müsteşarlık, toplumsal algıları ölçtürmeli ve bu bulgular ışığında
terörle mücadele süreçlerine katkı sağlamalıdır. Ayrıca müsteşarlık uzmanlarına
kariyer olarak meslek memurluğu statüsü verilmeli ve kurumun geleceği açısından
uzman yardımcısı alınıp yetiştirilmeleri sağlanmalıdır.
Geçen yılki bütçe görüşmelerinde belirttiğimiz gibi, müsteşarlık
bünyesinde mülki idare amiri kökenli personelden mutlaka yararlanılmalıdır.
Müsteşarlıkta kurulması öngörülen ve bir hafıza merkezi konumundaki arşiv ve
dokümantasyon merkezinin kısa zamanda hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kurucu müsteşarı olmaktan
onur duyduğum Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının 2013 yılı bütçesinin
hayırlı olmasını ve başta Sayın Müsteşar Mehmet Ulvi Saran olmak üzere,
müsteşarlığın seçkin mensuplarının başarılı çalışmalara imza atmasını diliyor,
yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
2’nci konuşmacı, Hacı Bayram Türkoğlu, Hatay Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HACI BAYRAM TÜRKOĞLU (Hatay) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın,
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz depremlerde insan
kaybı açısından dünyada 3’üncü, etkilenen insan sayısı açısından ise 8’inci
sıradadır. Ortalama olarak her yıl, büyüklüğü 5 ile 6 arasında olan bir deprem
yaşanmaktadır. Deprem bölgeleri haritasına bakıldığında topraklarının yüzde
70’i, sanayi tesislerinin yüzde 76’sı birinci ve ikinci derece deprem bölgeleri
arasında yer almaktadır. Afetlerde ortalama olarak her yıl 1.000 kişi yaşamını
yitirmekte ve 9.000 konut hasar görmektedir. Yaşanan afetler sürdürülebilir
kalkınmanın sağlanmasında hayati bir tehdit oluşturmuş ve kriz odaklı bir afet
yönetimi anlayışı yerine önceliği risk yönetimi olan afet yönetimi anlayışını
gerekli kılmıştır.
Özellikle, 1999 yılında yaşanan depremlerin deneyimleriyle, uzun
zaman alan araştırma ve etütler sonunda, 2009 yılında, 5902 sayılı ilgili Kanun
çıkarılarak risk yönetimi odaklı afet yönetimine geçişte önemli bir adım
atılmıştır. Gelecekte küresel iklim değişikliğinin çeşitli afet ve acil
durumlara sebep olacağı öngörüsüyle hareket ederek, stratejik politikalar
oluşturmak ve beklenmeyene hazır olmak durumundayız. Bu bağlamda Başkanlığın
misyonu, afetlere dirençli toplum oluşturmak olarak belirlenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Van ilimizde meydana gelen
depremlerde afet koordinasyonunda devlet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör
ve vatandaşlarımız afet anında yapılması gerekli olan tüm eylemleri büyük bir
iş birliği ve dayanışma ruhu ile yerine getirmiştir. Depreme ilk yirmi dakikada
müdahale edilmiş, depremin üzerinden altı saat geçmeden 22 uçak ile binden
fazla arama kurtarma, sağlık ve Kızılay personelinin araç ve ekipmanıyla
birlikte bölgeye ulaşması ve en hızlı şekilde bölgede arama kurtarma
faaliyetlerine başlaması sağlanmıştır. 252 vatandaşımız da enkazdan sağ olarak
kurtarılmıştır. Depremin ardından yapılan iyileştirme ve yeniden yapılanma
çalışmalarının maliyeti 3,6 milyar Türk lirasına ulaşmıştır. Van depremlerinin
ülkemize toplam maliyetinin 5,5 milyar TL olacağı tahmin edilmektedir. 15.341
adet afet konutunun inşaatı tamamlanarak Ağustos 2012 tarihi itibarıyla hak
sahiplerine teslimine başlanmıştır. 23 Ekim 2012 tarihinde Sayın Başbakanımızın
katılımlarıyla gerçekleşen törenle tüm hak sahiplerine konutları teslim
edilmiştir. Van ili merkezde olmak üzere 2.148 adet afet konutunun yapımı devam
etmekte olup dört ay içerisinde hak sahiplerine teslim edilecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, 2011 yılı Nisan ayı içerisinde
Suriye’de başlayan iç karışıklıklar nedeniyle yaklaşık 188.652 Suriye vatandaşı,
ülkemize giriş yapmış olup 133.640 Suriye vatandaşı 7 ilimizde kurulan 13 çadır
kent ve bir konteynır kentte, her türlü insani ihtiyaçları karşılanmak
suretiyle bir buçuk yılı aşkın süredir misafir edilmektedir. Bu kamplarda 3
bine yakın personel 7X24 esasına göre hizmet vermektedir. Kamplarda hazırlanan
okullarda 16 bine yakın öğrenci eğitim almaktadır. Kampların elektrik, su ve
kanalizasyon sistemleri de kurulmuş olup güvenlik, 2 bine yakın polis, jandarma
ve özel güvenlik elemanlarıyla sağlanmaktadır. Bugün itibarıyla Suriye’den
ülkemize yönelik nüfus hareketleri için AFAD tarafından harcanan para 455
milyon TL’nin üzerindedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; arama kurtarma faaliyetleri
kapsamında, 2012 yılının ilk on ayında yaşanan sel, su baskını, trafik kazası,
göçük, deprem, yangın ve benzeri kazalardan oluşan 339 olaya 1.833 personelle
müdahale edilmiş, müdahale sonucunda 860 kişi sağ olarak kurtarılmıştır. Söz
konusu afet ve acil durumlarla ilgili olarak ilgili valiliklerin emrine kasım
ayı sonu itibarıyla toplam 854 milyon 469 bin 917 TL acil yardım ödeneği
gönderilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, Dışişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA, AFAD, Kızılay ve sivil
toplum kuruluşları iş birliğiyle Somali’ye 18 uçak ve 8 gemiyle toplam 23 bin
ton ağırlığında insani yardım malzemesi gönderilmiştir. Yapılan yardım maliyeti,
100 milyon TL’nin üzerindedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu duygu ve düşüncelerle
2013 yılı bütçemizin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diler, yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
AK PARTİ Grubu adına 3’üncü konuşmacı Orhan Atalay. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN ATALAY (Ardahan) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tarih boyunca insan ve toplum hayatının incelenmesi
hâlinde görülecektir ki din hayatın en açık realitesidir çünkü varoluşun her
bir karesini anlamlandıran yegâne disiplin dindir. Merhum Begoviç’in dediği
gibi, bugün yerin altındaki şehirlerin tümü şayet yerin üstüne çıkarılacak
olursa mektepsiz ve fabrikasız şehirlerin olduğunu görebiliriz ama mabedi ve
mezarlığı bulunmayan tek bir şehir dahi yoktur ya da Hazreti İsa’nın Dağ
Vaazı’nda dediği gibi, hakikat dağın üstündeki şehirdir, asla gizlenemez. İşte
asli hüviyetiyle bu hakikat, insanı hiçbir makul dayanağı bulunmayan hurafe
niteliğindeki ritüellere boyun eğmekten kurtaran ve böylece insanı
özgürleştiren en büyük güç dindir. Bundandır ki tarihin en büyük zorbalarına
karşı hakikati dillendirme cesaretini sadece peygamberler gösterdiler.
Din özgürlük olunca, din ile baskı arasında telifi gayrikabil
temel bir aykırılık vardır. Bundandır ki ikrah yani baskı ve zorbalık yoluyla
bir dini benimsetmek veya dinden caydırmak Kur'an’da “Fitne” diye tanımlanmış
ve reddedilmiştir.
Değerli milletvekilleri, tarihsel ve toplumsal realitemizin
incelenmesi hâlinde görülecektir ki İslam hiçbir zaman kiliseyi taklit etmediği
için bizde hiçbir zaman engizisyonvari süreçler yaşanmamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarihi Descartes’in ikili
alan, özel ve kamu alanı ayrımına dayalı kurgularına dayalı laisizm, din işleri
ile devlet işlerini ayırmak veya dinî özgürlükleri garanti altına almaktan
ziyade, dinî alanı devletin lehine yok etmiş veya en azından daraltmıştır.
Böylece, dinî özgürlükler belki de tarihte hiç olmadığı kadar tehdit ve tahdit
altına alınmıştır. Dolayısıyla, bugün itibarıyla, din ve devlet arasındaki
ilişkinin ne olacağı, sınırların nasıl ve nerelerden çizileceği gibi kritik
sorunların hâlâ çözümsüz kaldığı kanaatindeyim.
Hak ve hürriyetlere vurgunun öne çıktığı çağdaş bir dünyada bu
hâlimizle yarınlara yürümemizin imkânı kalmamıştır. Öyleyse, Meclisin toplum ve
tarihe karşı en büyük sorumluluğu gereği yapmak zorunda olduğu yeni anayasada,
din-devlet ilişkisini tanzimde, merkeze devletin güvenliği yerine insanın özgürlüğü
esas alınmalıdır. Unutmayalım ki toplumsal hafızamızda güvenlik sözcüğünün
telmihleri oldukça sorunludur. Oysa güvenlik ile özgürlük birbirleriyle çelişen
değerler değildir. Unutmayalım ki sahih dine göre din de, devlet de insanın
mutluluğu için vardır.
Değerli milletvekilleri, toplumsal bünyemizin her bir alanını
sorun hâline getiren katı diktatöryal ideolojinin enkaza çevirdiği bir ülkenin
yönetimini devralmış bulunan AK PARTİ, baştan beri, her alanda olduğu gibi dinî
hayat alanında da insanın özgürlüğünü ve dolayısıyla mutluluğunu esas alan “Her
hak sahibinin hakkını teslim ediniz.” esaslı bir program yürütmektedir.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Nerede, Aleviler nerede? Cemevleri
nerede?
ORHAN ATALAY (Devamla) – Ne var ki bu konuda da muhalefet kendisine
terettüp eden sorumluluktan kaçan ve özgürleştirmeyi engelleyen talihsiz bir
rol üstlenmiştir.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Yani bu bütçede 1 lira yok. Bu bütçe
haram bütçe. Yalan konuşmayın!
ORHAN ATALAY (Devamla) – Bu cümleden olmak üzere, Hükûmetimiz,
özellikle CHP’nin onlarca yıl sürmüş devri iktidarında çekmediği kalmamış,
horlanmış, aşağılanmış, ret, inkâr, asimilasyon, imha, tenkîr, tehcir…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ya hâlâ inkâr ediyorsunuz.
ORHAN ATALAY (Devamla) – …ve Dersim gibi tragedya politikalarına
kurban edilmiş Alevi vatandaşlarımız için…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – He, ne yaptınız? Ne yaptınız?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ne oldu, neticede ne oldu?
ORHAN ATALAY (Devamla) –… cumhuriyet tarihinde ilk defa, çeşitli
kesimlerden 304 katılımcıyla, tam 7 çalıştay düzenlemiş…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ne oldu?
ORHAN ATALAY (Devamla) – … çözüme dünden daha yakın bir noktaya
gelmişizdir.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Yirmi sayfa aldınız, onu da dejenere
ederek koydunuz üç sayfaya.
ORHAN ATALAY (Devamla) – Keza, Hazreti Ali’nin “Onlar bizimle
birlikte yaşama akdini imzaladıktan sonra malları mallarımız, canları
canlarımız, ırzları ırzlarımızdır.” dediği…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Bu bütçede 1 kuruş var mı?
ORHAN ATALAY (Devamla) – …gayrimüslim vatandaşlarımıza “varlık
vergisi” adı altında yaşattığınız, CHP’nin yaşattığı…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ya, seksen sene öncesini bırak. Sen on
senedir iktidarsın. 1 kuruş var mı bu bütçede?
ORHAN ATALAY (Devamla) – …o sürüncemeyi, o sefaleti, bu ayıbı,
yine AK PARTİ, yapmış olduğu yasal düzenlemelerle ortadan kaldırmıştır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – 1 kuruş var mı? 1 kuruş var mı? Bu bütçe
haram bir bütçedir. Bak, ilahiyat profesörüsün… Ben hakkımı helal etmiyorum! Bu
bütçe haramdır!
ORHAN ATALAY (Devamla) – Ülkem adına üzüntüm şudur: Eşyanın
tabiatına uygun olarak muhalefetin özgürlüğe, iktidarın ise statükoya yakın bir
mevzi tutmasıdır.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – İlahiyatçı olarak, din âlimi olarak
söyle bakalım, bu bütçe helal midir, haram mıdır? Niye hikâye anlatıyorsun?
ORHAN ATALAY (Devamla) – Bana ülkemde “İktidar ile muhalefetin
karakter farkı nedir?” diye bir soru sorulacak olursa şayet, cevabım şudur:
İktidar yeniliğe ve özgürlüğe ne kadar istekliyse muhalefet eski, tutucu ve
baskıcı tarza o kadar yakın durmaktadır.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sen özgürlükçü ol! İktidar sensin, on
yıldır iktidarsın. Allah’tan kork!
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Başkan…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Başkan… Bir saniye, cevap
vereceğim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, burada ne var
arkadaşların kalkacağı?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın
Başkan, Cumhuriyet Halk Partisine sataşmada bulunmuştur. İzin verirseniz
cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Tekrar eder misiniz Sayın Tanal.
Buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın hatip biraz önce konuşmasında
Cumhuriyet Halk Partisine sataşmada bulunmuştur. Bu anlamda…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, grup temsilcileri
konuşsun Cumhuriyet Halk Partisinin.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Başkan, arkadaşımız konuşmasında,
efendim, işte, “baskıcı, totaliter, tekçi yapı” diye Cumhuriyet Halk Partisinin
30’lu yıllarını, o yıllarını eleştirmiştir. Müsaade ederseniz…
BAŞKAN – Tamam, o zaman tercih yapın. İkinizden birine söz vermem
gerekir, kendi aranızda tercih yapın.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İsterseniz hepsine verin.
BAŞKAN – Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum Sayın Tanal.
Buyurun.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın Cumhuriyet Halk Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
AKP dönemi, diktatörel ve faşizme yönelik, tüm toplumun telefonlarının
dinlendiği, evlerinin izlendiği ve sürekli insanların baskı altında olduğu bir
dönemdir ve AKP döneminde, vergisini veren -bakın, bütçeyi konuşuyoruz-
askerliğini yapan, devlete karşı tüm yükümlülüklerini yerine getiren Uludere’de
34 vatandaşımızın… Kamu Düzeni Müsteşarlığı da aynı zamanda biraz önce
tartışıldı. Yabancı misyonların size verdiği bilgiler doğrultusunda
vatandaşlarımızı katlettiniz ve bu, 21’inci yüzyılda yaşanan… Diktatörlüğe
doğru adım adım giden, milletvekillerinin telefonlarının dinlendiği,
vatandaşların evlerinin sürekli takip edildiği…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Yatak odalarına kadar giriyorlar.
MAHMUT TANAL (Devamla) – …yatak odalarına girildiği ve tüm
liderlerin, tüm siyasetçilerin, tüm bürokratların özel yaşamının kalmadığı bir
dönemi yaşıyoruz. Faşist dönemlerde dahi bu olmadı; Irak’ta olmadı, Suriye’de
olmadı Mısır’da olmadı, Libya’da olmadı. Biz şu anda Türkiye’de adaletsizliğin,
baskının, zulmün yaşandığı en yüksek bir noktada yaşıyoruz. Cumhuriyet Halk
Partisi yaşanan bu baskılara, bu zulümlere, bu zindanlara son verecek. Şunu
unutmayın: Sizlerin hukuka bir gün ihtiyacı olacak. Cumhuriyet Halk Partisi
nasıl kimsesizlerin kimsesiyse, baskıya, zulme, işkenceye, adaletsizliğe nasıl
göğüs germişse yine sizin de sığınabileceğiniz liman Cumhuriyet Halk
Partisidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Partileri karıştırdın, “AK PARTİ”
olacaktı.
MAHMUT TANAL (Devamla) – Sizin sığınabileceğiniz liman yine
Cumhuriyet Halk Partisidir. Cumhuriyet Halk Partisi olmamış olsaydı siz hangi
üniversitede okuyacaktınız? (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayenizde, sayenizde!
MAHMUT TANAL (Devamla) – Sizi okutan o üniversiteler, o bilim yuvaları
Cumhuriyet Halk Partisinin eğitim kurumlarından kaynaklanmaktadır.
Teşekkür eder, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.
ORHAN ATALAY (Ardahan) – Benim okuduğum üniversite 1957 yılında
kuruldu, siz kurmadınız Sayın Tanal!
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Atatürk temelini kurdu, o olmasaydı…
Cumhuriyet Halk Partisi Halk Partisi temelini kurdu.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
A) KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Diyanet İşleri Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Diyanet İşleri Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON
AJANSI BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Hazine Müsteşarlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hazine Müsteşarlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) BANKACILIK DÜZENLEME VE
DENETLEME KURUMU (Devam)
1) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) SERMAYE PİYASASI KURULU (Devam)
1) Sermaye Piyasası Kurulu 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sermaye Piyasası Kurulu 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - AK PARTİ Grubu adına 4’üncü konuşmacı Bayram Özçelik,
Burdur Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Saygıdeğer Başkan,
kıymetli milletvekilleri;
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın,
Hedefe varmayan mızrak utansın.”
30 ülkede 34 program koordinasyon ofisiyle 5 kıtada tohum saçan,
hedefe varmaya çalışan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansımızı görüyor, gurur
duyuyoruz.
“Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın. “
Ecdat yadigârı topraklarda ağlayan kültür eserlerimiz artık
ağlamasın; çırağını da, ustasını da bulan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
var.
“Ey, binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın.”
Türkiye, tarihinden gelen o ruh ve anlayışla, dünya genelinde
ihtiyaç sahibi, mazlum, mağdur, imdat bekleyen her millete, her halka, her
ülkeye yardım götürmenin mücadelesi içindedir.
TİKA, doğum ile başlayıp ölüm ile biten hayat çizgisinin hiçbir
anını dışlamadan, doğmak üzere olan bir bebek ile ölmek üzere olan bir hastaya
aynı anda koşmaktadır. Kırgızistan’da Oş şehri hastanesinde, Azerbaycan Millî
Onkoloji Merkezinde, Nijer’deki su kuyularının açılmasında, Senegal’deki mağdur
çocukların yurdunda “Kimse yok mu?” diyen, can suyu bekleyen insanların
yardımına koşmaktadır.
Milletvekilleri olarak heyetler hâlinde yurt dışı programlarına
gittiğimizde, o ülkede sahip çıkılmasını istediğimiz bir kültür eseri ve
hizmeti gördüğümüzde, “Kim var?” diye sorulduğunda, sağına ve soluna bakınmadan
“Ben varım.” diyebilme cesareti gösteren bir TİKA bulunmaktadır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
TİKA’nın Türkiye değirmenine nasıl su taşıdığını bir görelim.
Kosova’da I. Murad Hüdavendigâr’ın türbesini harabe olarak bulunca,
Moğolistan’da Bilge Kağan ve Kültigin anıtlarını bakımsız görünce, Ukrayna
Bahçesaray’da Zincirli Medrese ve Giray Han Türbesi’ni perişan görünce “Adam,
aldırma da geç git diyemem, aldırırım / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar
kaldırırım.” anlayışıyla çalışan TİKA’yı görüyoruz.
İslam, gözyaşı medeniyetidir. Gözyaşı damarları kurumuş,
çalışmayan insanlardan medeniyet beklenmemelidir. Somali’de açlıktan ve
susuzluktan bitkin düşmüş anne ve çocuğu için iyilik gemisiyle yola düşen
Başbakanımız ve TİKA, tam bir medeniyet örneği sergilemiş ve “İnsanlık
ölmemiş.” dedirtmiştir. “Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu.” diyenleri,
mazlumun derdine derman olmak için Gazze Dostluk Hastanesinde, Gazze Pediatri
Hastanesinde, Batı Şeria Tubas Dostluk Hastanesinde TİKA’yı cansiparane
çalışırken görüyoruz. Sudan’da yetimlerin yurtlarına yardım elini uzatan, tüm
dünyadaki Müslümanlar Kurban Bayramı’nı kutlarken çaresiz ve bitkin
Müslümanların “Bayramsa, bayramınız mübarek olsun.” seslerini duyup, vekâletle
kurban kesimleri yapıp Etiyopyalılara Kurban Bayramı yaştan TİKA’ya iftiharla
ne söylesek azdır.
Atalarımız kurdukları vakıflarla öldükten sonra amel defterlerini
kapatmayarak sadaka-i câriyyeler inşa ederken, yüzyıllar sonra TİKA, o
hayratların devamına vesile olarak, bir vakıf, bir hayır kurumu gibi
çalışmaktadır. Ukrayna Akmescit’te okul hizmetinde, Arnavutluk Bektaşi
Merkezi’nde, Bosna Hersek’te Ayvaz Dede Şenlikleri’nde, Kosova Gilan şehrinde
III. Alâeddin Medresesi’nde TİKA’yı medarıiftarla görmekteyiz.
TİKA dünyadaki yayılmacı zihniyete hizmet ediyormuş, öyle mi?
İnsan bunu söylerken vicdanı sızlar. Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Orta Asya’da,
Orta Doğu’da “Türkçe ağzımda anamın ak sütüdür.”, “Türkçem benim ses
bayrağımdır.” diye “Türkçe öğrenmek, Türkçe konuşmak istiyorum.” diyenlerin
hemen imdadına TİKA yetişiyor, Türkçe kurslar açıyor ve Türkoloji çalışmalarına
tam destek veriyor. Yardıma muhtaç halklarının imdadına koşan ülke algısının
oluşmasında, Kamerun’dan Yemen’e, Haiti’den Moritanya’ya, dünyanın neresinde
olursa olsun mazlumların yanında yer almasından… 2002 yılında 86 milyon dolar
olan yurt dışı kalkınma yardımlarımız 27 kat artarak 2011 yılında 2 milyar 363
milyon dolara ulaşmıştır.
Şu kısacık ömürde dava adamı olmak, vakıf insanı olmak her insana
nasip olmaz. TİKA’da çalışan ve TİKA’ya hedef koyan, TİKA’ya ödenek ayıran,
çalışma azmi verenleri vakıf insanları olarak görüyoruz. 2002 yılına kadar TİKA
aracılığıyla 10.086 proje sayısına ulaşılmıştır. TİKA’nın proje sayısı önceki
on yıla göre 4,5 kat artmıştır.
Yüce heyetinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
5’inci konuşmacı Seyit Sertçelik, Ankara Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SEYİT SERTÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı
hakkında konuşmak üzere grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları, Türk dış
politikasının ana konularından birini teşkil etmektedir. 2010 yılında kurulmuş
olan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımıza yönelik çalışmalar yapmakta ve bu vatandaşlarımızın
karşılaştıkları sorunlarla ilgili çözümler üretmektedir. Ayrıca, soydaş ve akraba
topluluklar ile başta sosyal ve kültürel olmak üzere günümüzde her geçen gün
daha çok önem arz eden ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde
çalışmalarını kurulduğu günden beri başarıyla sürdürmektedir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin son yıllarda siyasi ve ekonomik
alanda artan performansına paralel olarak cazibesinin artması,
üniversitelerimizin eğitim kalitelerinin her geçen gün yükselmesi geçmişe
nazaran daha fazla öğrencinin eğitim maksadıyla ülkemizi tercih etmesi sonucunu
doğurmuştur. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, yurt dışından
ülkemize eğitim görmek üzere gelen öğrencilerin Türkiye’deki eğitimleri ile
ilgili çalışmalar da yapmaktadır. Başkanlık, Avrupa Birliği projeleri kapsamı
dışında, kamu kurum ve kuruluşlarınca ülkemizde eğitim görmeleri uygun
bulunanlara ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde ülkemize gelen öğrencilere
başarılı bir eğitim süreci sağlanması konusunda her türlü esasın
belirlenmesinden ve bu bağlamda ilgili kurumlar arasında eş güdümün sağlanmasından
da sorumludur. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla soydaş ve akraba
topluluklara yönelik önemli çalışmalar yanında, ülkelerine döndüklerinde her
biri Türkiye'nin fahri elçisi olabilecek bu gençlerin ülkemizdeki eğitim
süreçlerinin olabildiğince başarılı ve verimli geçmesi, hem öğrencilerin hem de
Türkiye'nin yararına olması konunun önemini daha artırmaktadır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin 1960’lı yıllarda Almanya,
Avusturya, Belçika, Hollanda, Fransa, Avustralya ile iş gücü anlaşmaları
imzalaması ile bu dönemde söz konusu ülkelere yoğun bir göç yaşanmıştır. Bugün,
yurt dışında 192 ülkede 6 milyona yaklaşan vatandaşımız yaşamaktadır. Bu sayı,
dünyadaki 100’den fazla ülkenin nüfusundan daha çok bir rakam teşkil
etmektedir. Statü itibarıyla bu insanlarımızdan bazıları bulundukları ülkelerin
kendilerine sundukları siyasi, sosyal ve ekonomik haklardan yararlanabilmek
için o ülkenin vatandaşlığına geçmişler ya da kanunlar çerçevesinde çifte
vatandaşlık haklarından yararlanmışlardır. Ayrıca, Mavi Kart uygulaması ile
yaşadıkları ülkelerde çifte vatandaşlık imkânına sahip olmayan, ancak hem
bulundukları ülkenin hem de ülkemizin kendilerine tanıdıkları haklardan
yararlanmak isteyen vatandaşlarımızın Türkiye’deki birçok alandaki hakları
teminat altına alınmıştır. Başkanlık koordinasyonunda ülkemizde
gerçekleştirilecek seçimlerde yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın oy
kullanabilme sürecini sağlıklı olarak yürütebilmek için gerekli yasal
düzenlemeler yapılmıştır. Böylece, vatandaşlarımız, sadece gümrük kapılarında
değil, yaşadıkları yerlerde değişik yöntemlerde oy kullanabileceklerdir.
Başkanlık, tüm bu statüdeki vatandaşların ülkemizle olan
sosyokültürel ve ekonomik bağlarının devam ettirilmesi yanında, onların
sorunlarına çözüm bulmak ve hayat standartlarını yükseltmek için çalışmalar
yapmaktadır. Vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde eğitim, istihdam, siyasi
haklar, çifte vatandaşlık ve din hizmetleri gibi alanlarda karşılaştıkları
sorunların çözümü için başkanlık büyük bir gayret sarf etmektedir. Öte yandan,
tarihî ve kültürel bağlarla bağlı olduğumuz Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya
coğrafyalarında yaşayan 40’tan fazla soydaş ve akraba topluluğun toplam nüfusu
bugün 200 milyona ulaşmıştır. Bu topluluklarla hem kültürel ve sosyal bağların
güçlendirilmesi hem de ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi büyük devlet olmanın
gereği ve tarihsel bir sorumluluğudur.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığını ülkemizde
önemli bir boşluğu dolduran bir kurum olarak görmekteyiz. Uzun yıllar ihmal
edilmiş olan yurt dışındaki vatandaşlarımızın gerek yasalardan kaynaklanan
gerekse kültürel kimliklerine ilişkin sorunları gibi birçok alanda yaşadıkları
problemler onların beklentileri gözetilerek bu teşkilat sayesinde
çözülmektedir. Bu kurum, soydaş ve akraba topluluklar ve diğer ülkelerle
ülkemiz arasında çeşitli fırsatlar oluşturarak bağlarımızı kuvvetlendirmeye ve
ülkemizin her alanda sözü dinlenen ve önemsenen bir devlet olmasına katkı
yapmaktadır.
2013 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
6’ncı konuşmacı Burhan Kayatürk, Van Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA BURHAN KAYATÜRK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerine grubum adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ Hükûmeti göreve geldiği 2002
yılından bu yana makroekonomik istikrarın sağlanmasında çok önemli başarılar
elde etmiştir. Bu çerçevede, tarihin en düşük enflasyonu, çok düşük faiz
değerleri, çok düşük işsizlik oranları elde edilmiş; kişi başına düşen millî
gelir, ihracat rakamları, Merkez Bankası rezervlerindeki rakamlar zirveleri
göstermiştir. Kısacası, dünya ekonomileri teker teker sarsılırken Türkiye
ekonomisi iyi günde kötü günde büyüklüğünü bütün dünyaya hissettirmiştir. Bütün
dünyanın hissettiği bu büyüklüğü biz de Van depreminde hissettik değerli
milletvekilleri.
Bildiğiniz gibi, Van ve Erciş geçen yıl iki büyük depremle
sarsıldı, 700 bin insan dışarıda kaldı. Yaşadığımız bu büyük felaketin
yaralarını sarmak için büyük bir ekonomiye ihtiyaç vardı. Depremden birkaç saat
sonra Sayın Başbakanımız kabinesiyle birlikte deprem bölgesindeydi. Depremin
ikinci gününde 4 bine yakın kurtarma ekibi çalışanı vardı. Kısa bir süre içinde
80 bine yakın çadır geldi ve peşinden 30 bin konteyner takip etti. Başbakan
Yardımcımız Sayın Beşir Atalay ve bakanlarımız bizi hiç yalnız bırakmadı. Biz 4
milletvekili de halkımızı, bölgemizi hiç yalnız bırakmadık ve uzun süre bölgede
kaldık.
SIRRI SAKIK (Muş) – Burhan Bey, biz de oradaydık.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Biz de oradaydık.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, depremin
birinci yılında yani 23 Ekim 2002’de…
ALİM IŞIK (Kütahya) – 2012 demek istediniz herhâlde.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – …Sayın Başbakanımızın katılımıyla
15.340 kalıcı konutu halkımıza teslim ettik.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Belediye başkanlarını da tutukladınız
ama.
BURHAN KAYATÜRK (Devamla) – Orada bulunan, bize yardım eden
herkese, muhalefete, bütün Türkiye’ye ben şükranlarımı sunuyorum. Şu anda
inşaat çalışmaları devam eden konutlar bittiğinde 30 bine yakın konut
sahiplerine teslim edilmiş olacaktır. Sadece konutlar değil, çok sayıda okul,
cami, sağlık ocağı ve iş yeri halkımızın hizmetine sunulacaktır. Binlerce
esnafımız KOSGEB kredileri aldı ve almaya devam ediyor.
Değerli milletvekilleri, bu kadar büyük bir iş yapabilmek için
büyük devlet, büyük ekonomi olmak zorundasınız. Bu büyük ekonomiyle, büyük
metropoller, büyükşehirler oluşturuyoruz.
Bildiğiniz gibi, yeni yasayla Van artık büyükşehir. 1 milyon 150
bin nüfusu olan Van, tabiat güzellikleriyle, coğrafi, stratejik konumuyla ve
tarihiyle gerçek ve büyük bir metropol. Doğa harikası olan Van tam bir medeniyet
beşiğidir. Van Gölü’nün 7 adasında 7 Ermeni kilisesi vardır. Van Gölü etrafında
tam anlamıyla bir Selçuklu medeniyeti bulunmaktadır. Sınırları Batı Anadolu’ya
kadar uzanan Urartu devletinin başkenti Van’dır, eski adı “Tuşba”dır ve tarihî
İpek Yolu bu bölgeden geçmektedir. Dolayısıyla, büyükşehir kapsamında Van’da
yeni oluşan 2 ilçenin isimleri “İpekyolu” ve “Tuşba”dır. Van’ın konumlandığı
yer, İran, Irak, Suriye ve Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırlarıdır.
Ayrıca, yeni teşvik kapsamında 6’ncı bölge olan en avantajlı
bölgede yer almaktadır. Bu nedenle, bu bölgeye yapılan yatırımlar çok hızlı ve
kârlı dönüşümler sağlayacaktır. Bu nedenle, tüm yatırımcılara bu cazibe
merkezinde, Van Gölü’nün etrafında, özellikle kurmakta olduğumuz Tekstilkent’te
yatırımlarını çok hızlı bir şekilde yapmalarını ısrarla tavsiye ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, biz depremi ve bütün felaketleri geride
bıraktık, geride bırakmak istiyoruz. Bundan sonra önümüze bakacağız ve Van’ı
inşallah büyütmeye devam edeceğiz tıpkı on yılda Türkiye’yi büyüttüğümüz gibi
diyorum, hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
7’nci konuşmacı Mehmet Muş, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2013 yılı bütçesi
üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ülke ekonomilerinde sürdürülebilir, aynı zamanda kayda değer bir
büyüme ve kalkınma trendinin oluşabilmesi için reel piyasalarla eş güdüm içinde
çalışan, gelişmiş ve sağlıklı finansal piyasaların varlığı artık kaçınılmazdır.
Ana omurgasını bankacılık sektörünün oluşturduğu finansal piyasalarda oluşan
güven bunalımı kısa süre içerisinde reel sektöre sirayet etmekte ve sonucunda
ülke kaynaklarının heba edildiği ekonomik resesyon süreçlerine girilmektedir.
2008 yılında yaşanan ve hâlen devam eden küresel finans krizi bunun en somut
örneğidir. Gerekli denetim ve kanuni yaptırımlar ihmal edilerek deregüle edilen
finans piyasalarında, gerekli kriterlerin sağlanıp sağlanmadığına bakılmaksızın
kullandırılan krediler ve aşırı menkul kıymetleştirmeyle büyük bir çöküş
yaşanmıştır. Çok geçmeden reel sektörü de etkisi altına alan bu kriz, ulusal
sınırları da aşarak küresel bir hâle dönmüştür.
AK PARTİ iktidarından önce, yıllarca şeffaflıktan uzak, belirli
bir sistematiği olmayan, çeşitli çıkar grupları tarafından kolayca manipüle
edilebilen, keyfî uygulamalara tabi ve de kronik olarak belirli periyotlarla
kriz yaratan bir finansal piyasaya sahip olan ülkemiz, sağlıklı işlemeyen
finansal piyasaların ne denli yıkıcı etkilere sahip olduğunu yakından müşahede
edip yaşayarak tecrübe etmiştir.
Değerli milletvekilleri, Türk bankacılık sektörünü batık bankalar
mezarlığına çeviren 28 Şubat sürecinin ülkeye ekonomik anlamda verdiği zarar on
milyarlarca doları bulmuş durumdadır. 2000 yılının Ağustos ayında faaliyete
geçen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, on yıllar boyunca bankacılık
sektöründe biriken yapısal sorunlara çözüm getirmesi amacıyla kurulmuştur.
Kurumun temel görevi, Türk finans sektörü içerisinde en fazla aktif büyüklüğe
sahip olan bankaların düzenli ve istikrarlı bir şekilde çalışmasını
engelleyecek, ekonomide önemli zararlar ortaya çıkarabilecek işlemleri ve
faaliyetleri önleyerek sistemin sağlıklı çalışmasını temin etmek, tasarruf
sahiplerinin hakkını korumaktır. Küresel ekonominin iyiye gittiği bir dönemde,
Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan siyasi ve ekonomik
istikrarsızlıkların yol açtığı 2001 bankacılık krizi sonrası yapılan
reformlarla bugün bankacılık sektörümüz 48 bankası ile 1,2 trilyon Türk lirası
aktif büyüklüğe ulaşmıştır. Pek çok gelişmiş ülkenin bankacılık sektörünün
karşı karşıya kalmış olduğu zafiyetler, zamanında alınan tedbir ve düzenlemeler
sayesinde Türk bankacılık sektörü için söz konusu bile olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında
bankacılıkla ilgili yaptığımız düzenlemeler ve reformlar ile düzenleme ve
denetleme çerçevesi güçlendirilmiş, zamanında alınan tedbirler sayesinde Türk
bankacılık sektörü dünyada parmakla gösterilir hâle gelmiştir. Düzenleme ve
denetleme çerçevemiz uluslararası bankacılık standartlarından daha yüksek
standartlara getirilmiştir. Uluslararası bankacılık standartlarına göre asgari
yüzde 8 olması gereken sermaye yeterlilik rasyosu bizim bankacılık sektöründe
yüzde 12 olarak belirlenmiştir. Son yayınlanan Finansal Piyasalar Raporu’nda,
dünyada finansal krizin sürmesine rağmen bankacılık sektörümüzün sermaye
yeterlilik rasyosu yüzde 16,5 olarak açıklanmış ve hiçbir bankamız, sektörün
içindeki hiçbir bankamız asgari olan yüzde 12 rasyosunun altında kalmamıştır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa’da sermaye açıklarını kapatmaya
çalışırken Türk bankacılık sektöründeki sermaye yeterliliğine ilişkin rasyolar,
sektörün yüksek kaliteli sermaye yapısına işaret etmektedir. Allah’ın izniyle,
AK PARTİ, milletinden aldığı destekle ve de sahip olduğu donanımlı kadroyla
sürekli ve güçlü kalkınmasını sağlayan politikaları ve köklü yapısal reformları
hayata geçirmeye devam edecek büyük Türkiye’nin inşasını gerçekleştirecektir.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, 2013 yılı bütçemizin ülkemize,
milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, Genel Kurulu bir kere daha
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Son konuşmacı Enver Yılmaz, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar).
AK PARTİ GRUBU ADINA ENVER YILMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sermaye Piyasası Kurulunun 2013 yılı bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, geçen hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altında Sermaye Piyasası Kanunu ile ilgili üç gün boyunca yoğun görüşmeler
gerçekleştirildi. Böylece iktidar ve muhalefet milletvekillerinin katkıları ile
otuz yıllık SPK Kanunu dünyadaki hızlı gelişmeler çerçevesinde yenilenerek
kabul edildi. SPK Yasası ile yatırımcıların haklarının korunması hususunda
yenilikler getirilmiş ve ilk kez borsaların anonim şirket olarak kurulmalarına
ilişkin yasal altyapı oluşturulmuş, kurumsal yatırımcılar sektörünün daha
rekabetçi bir yapıya kavuşmasına yönelik düzenlemeler yapılmıştır.
Halka açılma süreçlerinin daha hızlı ve kolay hâle getirilmesine
yönelik olarak alınan tedbirlerle hem Türkiye'nin önde gelen şirketlerinin hem
de KOBİ'lerin halka açılmaya teşvik edilmesi amaçlanmıştır. SPK ve İMKB
tarafından sürdürülen halka arz seferberliği kapsamında, borsaya başvuran
şirketlerde ciddi bir artış yaşanmıştır. Dünyadaki finansal krize rağmen, halka
açılan şirket sayısı 2010 yılında 22, 2011 yılında 27 ve 2012 yılında 26 olarak
gerçekleşmiştir. Borsadaki şirketlerimizin piyasa değeri ise on yılda 10 kat
artarak 520 milyar liraya ulaşmıştır. Borsada yaşanan hızlı yükselişin not
artırımı ile beraber artarak devam ettiği de görülmektedir.
Avrupa ülkelerinin ciddi ekonomik sıkıntılar içinde olduğu, yurt
dışında halka arzların durma noktasına geldiği bir dönemde gerçekleştirilen
Türkiye Halk Bankasının ikincil halka arzı da ülkemiz sermaye piyasalarına
duyulan güvenin ve halka arz seferberliğinin başarısına bir örnektir.
Sermaye piyasalarında yaşanan dünya çapındaki krize rağmen, son
yıllarda artan halka arzlarla beraber İMKB'de işlem gören şirket sayısının
400'ü aştığını görmek memnuniyet verici olsa da halka arz seferberliğinin
hedefi cumhuriyetimizin 100’üncü yılının kutlanacağı 2023 yılında borsada işlem
gören şirket sayısını binin üstüne çıkarmaktır. Daha çok şirketimizin sermaye
piyasası aracılığıyla kaynak temin etmesini ve sermayenin daha geniş bir tabana
yayılmasını arzu ediyor, çalışmalarımızı bu yönde gerçekleştiriyoruz.
KOBİ’lerin sermaye piyasalarından ölçeklerine göre
yararlanabilmesi için, geçen yıl borsa bünyesinde Gelişen İşletmeler Piyasası
kurulmuş ve söz konusu piyasada işlem gören şirket sayısı 11'e yükselmiştir.
Ülkemiz sermaye piyasalarının küresel piyasalara entegrasyonunu hızlandırmaya
yönelik olarak SPK tarafından yayımlanan yeni bir tebliğ ile ilk kez yabancı
bir şirketin hisse senetleri borsamızda işlem görmeye başlamıştır.
Borsalar dışında, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından ülkemize
kazandırılan diğer önemli kurumlar ise Takasbank ve Merkezi Kayıt Kuruluşudur.
Bu sistem, finans kurumlarının batmasına ve hile yapılmasına karşı
yatırımcıların tasarruflarını güvence altına almaktadır.
Sermaye Piyasası Kurulunun düzenlediği bir alan da doğal olarak
aracı kuruluşlardır. Sayısı 101 olan aracı kurumların toplam varlıkları
hâlihazırda 8,9 milyar TL düzeyindedir. Aracı kurumların öz kaynakları ise 3
milyar TL'dir.
Kurumsal yatırımcılar, SPK'nın ülkemize kazandırdığı önemli bir
sektördür. Şu anda sayısı 616'ya ulaşan yatırım fonlarının büyüklüğü 30 milyar
TL'ye ulaşmıştır. Sayısı 176'ya ulaşan emeklilik fonlarının büyüklüğü ise 18
milyar TL'ye ulaşmıştır. Sayısı 24 olan gayrimenkul yatırım ortaklıklarının
büyüklüğü ise 14 milyar TL'dir. Sonuç olarak, SPK gözetiminde faaliyet gösteren
kurumsal yönetim sektöründe, yönetilen yatırım fonlarının ve ortaklıklarının
toplam portföy değerleri 65 milyar TL'ye yaklaşmıştır.
Öncelikli olarak yatırımcıların korunmasının hedeflendiği yeni
Sermaye Piyasası Kanunu ile sermaye piyasalarımızda çok geniş kapsamlı
değişiklikler hayata geçecektir. Bunları sermaye piyasası araçları ile
ihraççılar, finansal raporlama, bağımsız denetim ve derecelendirme, sermaye
piyasası faaliyetleri, aracıları ve öz düzenleyici kuruluşlar, kurumsal yatırımcılar,
denetim ve piyasa ile yaptırımlar olarak 6 ana başlık altında toplayabiliriz.
Yeni Sermaye Piyasası Kanunu, gelişmekte olan sermaye piyasamızın
ihtiyaçlarına daha iyi karşılık vererek piyasanın sağlıklı işlemesine yardımcı
olacaktır.
Kanunun hazırlanmasında emeği geçenlere, başta Sayın Bakanımız Ali
Babacan olmak üzere, bir kez daha teşekkür ediyor, yeni Sermaye Piyasası
Kanunu'nun ve 2013 yılı bütçesinin ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor,
sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Ayla Akat, Batman
Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA AYLA AKAT (Batman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı’nın Kamu Düzeni
ve Güvenliği Müsteşarlığı bütçesi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, böyle önemli bir bütçe konuşulurken keşke salonumuz biraz
daha dolu olsaydı diye de değerlendiriyoruz.
Değerli Başkan, müsteşarlık terörle mücadeleye ilişkin bir
politika ve stratejiler geliştirmek, bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar
arasında koordinasyonu sağlamak görev tanımıyla kurulmuş, 8/7/2011 tarihinde de
Başbakanlığa bağlanmıştır.
Tabii, önemli görevleri var; en önemlisi, MİT, emniyet, jandarma
arasındaki istihbarat bilgilerini bir merkezde toplayıp koordine etmek. Geçen
sene de aynı bütçe üzerine konuşmuştum, kurumun bütçesi üzerine. Biz, henüz
böyle bir koordineyle tanışmış değiliz. Hâlâ bizim açımızdan görünür olan temel
olgu şu: Acaba MİT, emniyet ve jandarma istihbaratı bizi ayrı ayrı mı izliyor;
yok, hâlâ tek elden mi izliyor? Hayır, hâlâ ayrı ayrı kameralarla izliyorlar ve
tahminimizce geçen sene 5 olan kamera sayısı bu sene 9’a çıkmış durumda Sayın
Bakanım. Yani bu diğer istihbarat birimleri hangileri, bunu da bizimle
paylaşırsanız seviniriz çünkü yerelde bizi izleyen basın kuruluşları bellidir
ama onun dışında yapılan izlemeler var ya da şöyle bir şey olabilir: “Acaba
MİT, emniyet ve jandarma istihbaratı oraya gönderdiği görevli personelden mi
şüphe duyuyor ki 2 tane görevlendirmeye başladı, birinin çekemediğini çeksin ya
da biri yanlış çekmiştir, yanılgılı çekmiştir, onu da kontrol edelim adı
altında mı?” diye değerlendiriyoruz.
Tabii, bizim açımızdan bu görev henüz tamamlanmış değil, yani bu
amaçla kurulmuş olabilir ama bir koordinenin söz konusu olduğunu söyleyemeyiz.
Hâlâ MİT, emniyet ve jandarma arasında, jandarma istihbaratı arasında ciddi bir
çelişki olduğunu düşünüyoruz. Hâlâ bunların -büyük, süper yetkilerle donatılmış
olsa bile- müsteşarlığınız bünyesinde koordinesi sağlanmak istense bile böyle
bir koordinasyonun söz konusu olmadığını, hatta bu kurumların, yani
müsteşarlığınızın Başbakanlığa bağlanmasının ardından bile hâlâ ciddi bir
koordinasyonsuzluk olduğunu ve bunun da dönem dönem kamuoyuna yansıdığı
gerçeğini de hatırlatmak gerekir. Kaldı ki MİT Müsteşarı hakkında Oslo
görüşmeleri sonrasında yapılan suç duyurusu, muhtemelen devlet içerisindeki
belli eller tarafından tetiklenmişti. Bu noktada ne yürütülen konseptin doğru
temelde ne de açığa çıkarmış olduğu sonuçların tarafınızca doğru temelde ele
alındığını söylemek de çok mümkün değil.
Diğer bir boyutu: Hani bağımsız bir istihbarat birimi değil, tabii
ki içinde barındırmış olduğu tüm kurumlar birer istihbarat birimi, bunların
elde etmiş oldukları istihbarat üzerinden bir çalışma yapılıyor ama biz bunun
bağımsızlığını söyleyemeyiz çünkü bütün bilgiler Sayın Başbakana aktarılıyor.
Zaten jandarma istihbaratı hâlâ tepkili olsa bile ya da bu konuda gerekli
sorumluluğu göstermese bile, emniyetin bu konuda çok yüksek birtakım yetkilerle
görevlendirildiğini, hatta politikaları belirlediğini düşünürsek bağımsız
değil, direkt Başbakana bilgi veriyor. Başbakanla ilgili, ciddi bir bağımlılık
olduğunu düşünüyoruz biz bu kurum arasında. Bu, Başbakanın bu kurumlardan
sorumluluğu adında değerlendirilemez sadece, Tabii ki Başbakana bilgi
verecekler ama yargıya intikal etmeyen hususlar bile dönem dönem Başbakana
ifade ediliyor. Hatırlarsanız, yerel yönetim seçimleri sırasında, Sayın
Başbakan, yargıya bile intikal etmeden, kamuoyuna bile yansımadan, bir
konuşmasında “Yarın Gültan Hanım’ın konuşmaları da basına düşer, görürsünüz.”
demişti, eş başkanımızın yapmış olduğu bir telefon konuşmasının dinlemeye
takıldığı ve bu bilgilerin kendisine aktarılmış olmasından kaynaklı.
Diğer bir boyutu: Güvenlikle ilgili operasyonel bir faaliyeti
bulunmuyor bu müsteşarlığın ama “Operasyonel bir faaliyeti bulunmayan bir
kuruma niye bu kadar bütçe aktarılıyor?” diye biz soruyoruz. Mesela,
operasyonel faaliyeti yok, 90 küsur personeli var. Bu personelin maaşlarını
ödemek dışında nasıl bir ekonomik girdiye ihtiyaç duyabilir? Bizim açımızdan
böyle bir ekonomik girdi ihtiyacı yoktur ama sonuç itibarıyla, sadece kendisine
ayrılan bütçeden değil aynı zamanda örtülü ödenekten bütçe alan bir kurumdur.
Hatta 2012 yılı içerisine bakarsanız -2013’ün bütçesi zaten de- biz soruyoruz
bu örtülü ödenekte bu müsteşarlığın yapmış olduğu çalışma ne? Ha, tabii, bizim
de bazı fikirlerimiz var Sayın Bakanım, bu müsteşarlık ne yapıyor diye.
Muhtemelen bu dinlemeler… Her dinleme muhtemelen bir ekonomiyi gerektirir, aynı
zamanda bir kadroyu gerektir. Bir kadro temini var, emniyet teşkilatı
istihbaratına da var, jandarma istihbaratına da bir kadro temini var. Aynı
zamanda, bunlar gece gündüz çalışıyorlar. Bizim elimize geçen notlardan
görüyoruz gece de konuşsak tutanakları var, gündüz de konuşsak tutanakları var,
evde de konuşsak var, parkta da konuşsak var, partide de konuşsak bunların tutanakları
var. Şimdi, böyle olunca, tabii bu kadar yorulacak personeli muhtemelen hoşnut
tutmak gerekiyor. Her çalışmanın bir kadrosunu oluşturmak lazım. Siz 90 küsur
kadro elde etmediniz. Bu dinlemeleri de… Bakanlığınız bütçesinden -ki zaten
hani telekomünikasyonla ilgili birim bu dinlemeleri yapıyordur ama- bu noktada
bütçenin büyük bir kısmının dinlemelere ayrıldığına inanıyoruz çünkü
“Operasyonel bir faaliyeti yoksa nereye para gidecek?” diye soruyoruz. Eğer
Sayın Bakan bu konuda bizi aydınlatırsa seviniriz. Bütçe yetmedi, bak,
müsteşarlığa ayrılan bütçe yetmiyor bir de örtülü ödenekten alınıyor ve
operasyonel bir faaliyeti yok. Bunların cevaplarını bizimle, kamuoyuyla
paylaşırsanız mutlu oluruz Sayın Bakanım.
Bir de bu müsteşarlığa ortak bir kurum kuruldu; Terörle Mücadele
Koordinasyon Kurulunun da bir sekreteryası görevi var müsteşarlığımızın.
Şimdi, bu Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunun bir defa aktif
çalışabilmesi için Türkiye'nin gerçekten ciddi, ulusal üstü ölçekte kabul
görecek bir terör tanımına ihtiyacı var. Aksi hâlde, işte bugün olduğu gibi,
Sayın Bakanım, biz 1’inci sıradayız. İsterdik ki Türkiye düşünce özgürlüğünde,
ifade özgürlüğünde, örgütlenme özgürlüğünde dünyada 1’inci sırada olsun ama biz
düşünce, ifade özgürlüğünü kullandığı için, örgütlenme özgürlüğünü kullandığı
için dünyada “terörist” sıfatıyla yargılanan ülkeler sıralamasında 1’inci
sıradayız. O zaman, bu kadar açık, net ve ortadayken bu müsteşarlık bunu
kestirmiştir yani bugün elde ettiğiniz istihbari bilgiler açıktır, ortadadır.
Öğrencisinden gazetecisine, sağlıkçısından eğitimcisine, siyasetçisinden
sokakta yürüyen vatandaşa kadar herkes bu sıfatla yargılanabilir durumdadır.
Tabii bunun toplumda bir de meşruiyet sorunu vardır. O yüzden de bazı sıfatlar
bulunuyor. Yeri yurdu belli olmasına rağmen, kimlerin yöneticisi olduğu belli
olmasına rağmen, “KCK” adı altında, “Ergenekon” adı altında, toplumda meşruiyet
yaratacak birtakım sıfatlarla yargılamalar yapılıp toplumun buna karşı sessiz
kalmasının da önü açılıyor.
Şimdi, biz, buradan, madem bu alanın, bu müsteşarlığımızın en
önemli görevi terörle mücadele alanında araştırma, analiz, izleme,
değerlendirme çalışmaları yaparak politika ve strateji üretmekse, en büyük
hizmetinin yeni bir terör tanımı olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu da alt
hukuk normlarında yapılacak iyileştirmelerin önünü açabilir, belki yeni anayasa
çalışmalarına da bir kısım faydası olabilir.
Tabii, bizim özellikle partimizin örgütlenme faaliyetlerinin hedef
alındığı “KCK” adı altında yürütülen siyasi soykırım operasyonlarında, biz, bu
politika ve stratejilerin, üretilen politika ve stratejilerin neler olduğu
gerçeğiyle yüzleşiyoruz.
Sayın Bakanım, şubat ayında, hemen Batman ilinde yapılan 5’inci
KCK operasyonunun iddianamesini geçen ay yapılan yargılamayla bizler de
öğrendik. İddianamede diyor ki:
1) Gelen cenazelere sahip çıkmak, çadırları kurmak, ailelere
başsağlığı dilemek.
2) Mahallelerde komisyon kurmak, faaliyet yürütmek.
3) Bu anlamda basın açıklaması yapmak, kamuoyunu bilgilendirecek
çalışmalar yapmak.
Şimdi, bir siyasi parti olmanın temel birtakım pratikleri vardır.
Türkiye’de Siyasi Partiler Kanunu eğer rafa kaldırıldıysa bize bunu söyleyin,
biz de bunu bilelim, buna göre bir taktik belirleyelim ama hem bir siyasi parti
olarak kabul edeceksiniz anayasal anlamda hem de diyeceksiniz ki: “Siz, basın
açıklaması dahi yapamazsınız. Vatandaşınıza, kendi seçmeninize başsağlığı dahi
dileyemezsiniz. Onu da bırakın, örgütlenme çalışması yapamazsınız.”
Sayın Bakanım, açık söyleyelim, yani eğer bir hukuk varsa ve
hukukun üstünlüğü varsa, bizim tüzüğümüz geçti Yargıtaydan ve orada diyor ki:
“Evet, BDP meclisler şeklinde örgütlenebilir; kent meclisi kurabilir, mahalle
meclisi kurabilir, sokak meclisi kurabilir.” Ama şimdi öğreniyoruz son
operasyondan, operasyon beş gün önce yapıldı Batman’da, 31 kişi göz altına
alındı 24’ü tutuklandı. Geçen sene, 2010 Ekim ayında son kongremizi yapmıştık,
şubat ayında bir operasyon yedik, daha sonra belediyemize bir operasyon yapılıp
bir kısım arkadaşımız daha tutuklandı. Bu operasyonla yedek, asil, denetleme,
disiplin; toplam 2 arkadaşımız kaldı geriye. Şimdi, o 2 arkadaşımızı tabii
canla başla koruyoruz, yeni kongreye de gideceğiz ama bir baktık ki ilin
kapısında kuyruklar oluşmuş, insanlar gelip “Biz gönüllü olarak siyasi partide
yöneticilik yapmak istiyoruz.” diye. Hani bilin diye söylüyorum, ona göre
strateji üretin.
Yıldız Aktaş, Mahmut Kaygusuz, Ayşe Algat, Abdülmenaf Eripek,
Şükrü Tapkan, Mehmet Zeki Tangüner, Medeni Algat isimli şahısların düzenlediği
kent meclisi toplantısı. Yıldız Aktaş merkez yürütme kurulu üyemiz; Batman’da
operasyon yapıldıktan sonra Batman’a gelmiş. Diğer ismini saydığım
arkadaşlarımın hepsi il yöneticisi. Hep beraber oturmuşlar, operasyondan sonra
il yönetimindeki görev dağılımı ne olacak, atama mı yapılacak, kongre mi
gerçekleşecek, tartışmışlar. İl yönetimimiz, il binamız dinlenmiş, dinlemeden
sonra bir de yafta, etiket yapıştırılmış “kent meclisi toplantısı” diye.
Sayın Bakanım, bu konudaki bizim sunacağımız bilgiye ihtiyacınız
olduğunu düşünerek belirtiyorum. Şimdi, bu müsteşarlık, bir: Toplumu kontrol
etme, sindirme, pasivize etme, tek tipleştirme, korkutulmuş bir toplum yaratma
ve planlama müsteşarlığına dönüştü. Biz geçen sene de ifade ettik, böyle bir
müsteşarlığa gerek yok. Ne koordinasyon var istihbarat teşkilatları arasında ne
de politika ve strateji üretilebiliyor.
Diğer bir boyutu: Yıllardır “güvenlik” adı altında toplum
güvensizliğe itiliyor. Hangi insan güven duyuyor bu toplumda? Toplumun hangi
kesiminden olursa olsun, güven duyan kimse var mı bu toplumda? Bir huzur, güven
ortamı yaratmak isteyen herkes hedef hâline getirilmiyor mu? Getiriliyor. O
zaman biz, bilginin, özgür düşüncenin ve yaratıcılığın kontrol altına alınmaya
çalışıldığı bu stratejinin, bu politikanın insan aklı olmaması gerektiğine
inanıyoruz. Eğer ülke gerçeği buysa ve bu ülke gerçeği doğrultusunda birtakım
stratejiler ve politikalar üretilecekse akla, mantığa, Hakk’a, izana uygun
olması gerekiyor. Eğer BDP Batman İl Teşkilatında operasyon sonrası geriye
kalan il yöneticilerimiz bir araya gelip toplantı yapmış ama siz yeni bir
operasyon gerekçesi olsun diye bunlara “kent meclisi” diyorsanız -ki kent
meclisini bizim tüzüğümüz gereği oluşturmamız gerekir ve bundan sonra da
oluşturacağız, onu belirtelim- ortada bir tek gerçek vardır: Siz düşünen,
muhalefet eden, ortaya koymuş olduğu proje gerçekten toplumda kabul görecek
veya belki sorunların aşılması noktasında size de yol gösterecek projesi, planı
olan herkesi belli sıfatlarla yargılayıp toplumda bir tehdit algısı yaratmaya
çalışıyorsunuz.
Sayın Bakanım, “KCK” adı altında yürütülen operasyonların geldiği
nokta toplumu bölmedir, toplumu kutuplaştırmadır, toplumu birbirine
kırdırtmadır, toplumu birbirine küstürtmedir. Eğer bu konuda ısrarınız varsa ve
bu noktada devam edecekseniz, bizim söyleyeceğimiz tek şey var “Amenna! Kimse
alternatifsiz değil.” Bunu da tartışırız, bunu da oturup sizlerle tartışırız.
Biz, burada bir çözüm olabilir diye tartışıyoruz kaç yıldır ama 2009 14
Nisanından beri içine girdiğiniz politik süreç ve içine girdiğiniz pratik,
doğru bir pratik değil, akla, mantığa da uygun değil. Eğer toplum siyasetsiz
bırakılmak, siyaset etkisizleştirilmek isteniyorsa; bir, BDP burada kararını verdi, ne siyasetsiz ne
iradesiz olmayacak; iki, eğer siyaseti etkisiz kılarsanız siyaset dışındaki
araçları referans veriyorsunuz demektir. O zaman, çıkıp kamuoyuna doğru bilgi
vereceksiniz. “Biz, siyaset dışı yöntemleri refere ediyoruz çünkü siyasetçileri
bir hedef olarak görüyoruz ve yargılıyoruz. Bu yargılamalardan açığa çıkan
sonuçları da kamuoyundan gizliyoruz. Bu konuda kamuoyuna bilgi veren
gazetecileri gözaltına alıp tutukluyoruz. Bu konuda bilimsel çerçevede çalışma
üreten sivil toplum örgütlerini hedef hâline getiriyoruz.”
Peki, açığa çıkan sonuç ne oluyor Sayın Bakanım, onu da söyleyip
bitireceğim.
Batman Lisesi 1’incisi on altı yaşında bir genç kızımız Evin
Barış, üç yıl önce gözaltına alındı. İlk çalışmalara başladığında ailesiyle
görüşmüştük. Ben kendisine “On altı yaşındasın, Batman Lisesi 1’incisisin.”
demiştim. Kendisi çalışmalarda olmak istediğini ifade etmişti. Daha sonra
gözaltına alındı, yaşı küçük olduğu için bırakıldı. Sonra bir kez daha alındı,
sonra TMK mağduru olduğu için bırakıldı. En son yargılamasında, ben İstanbul
Bakırköy Cezaevinde kendisini ziyaret ettim. Dedi ki: “Sayın Vekilim, gidin
siyasetçilere de söyleyin. Annem bana ‘Kızım, okul 1’incisisin, Batman Lisesi
1’incisisin; oku’ dedi. Ben de ‘Anne, okuyup ne olacağım?’ dedim. ‘Profesör
olursun, vekil olursun, gazeteci olursun, avukat olursun, doktor olursun.’
dedi. Şimdi, ben Bakırköy Cezaevindeyim. Eski milletvekilimiz Fatma Kurtulan
benim yanımda -o zaman için- Prof. Dr. Büşra Ersanlı benim yanımda. Gazeteciler
var, hepsi -30 küsur- benim yanımda. Ankara’da sağlık öğrencileri tutuklular,
benim gibi onlar da siyasi rehin durumunda. Eğitimciler, KESK’e sayısız
operasyon yapıldı, yargılanıyor durumda.” Bu durumda söylenecek tek söz var:
Toplumsal muhalefet bir bütün tehdit hâline getirilip herkes cezaevlerine
konularak toplumsal barışı sağlamak mümkün değildir. Bu akıl, doğru bir akıl
değildir. Bir an önce bundan vazgeçilmesi gerekir. Bu müsteşarlık da görevini
yerine getiremediği için, bu bütçenin kendisine -halktan toplanan vergilerle-
ayrılmasına da gerek yoktur. Bu şartta kapatılması gerekir.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarında alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına 2’nci konuşmacı Adil Kurt,
Hakkâri Milletvekili.
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının bütçesi üzerine söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye, jeolojik özellikleri ve bununla birlikte iklim,
topoğrafya ve coğrafi yapısıyla doğal afetlerin oldukça sık rastlandığı bir
ülke pozisyonundadır. Afetlerin en sık görüleni, bildiğimiz üzere depremlerdir.
Farklı coğrafyalarda, iklim faklılıklarına göre heyelan, su baskınları,
yangınlar, fırtına ve çığ gibi afetler de görülmektedir ülkemizde. Ama,
özellikle afetlerin bu kadar sık rastlandığı bu coğrafyamızda, afetlere karşı
önlem geliştirme konusunda maalesef geleneksel yöntemlerin dışına çıkan bir
anlayışımız söz konusu değildir. Ülkemizde bulunan 16 milyon konutun sadece
yüzde 5’inin zorunlu deprem sigortası kapsamında sigortalı olduğunu hesaba
kattığımızda, vatandaşın afetlere karşı, özellikle depreme karşı
bilinçlendirilmesi konusunda da çok ciddi bir yetersizliğin olduğu gerçektir.
Türkiye’de deprem bölgesi haritasına bakıldığında ortaya çıkan tablo da bu
anlamda ürkütücüdür. Türkiye topraklarının yüzde 96’sının çeşitli derecelerde
deprem riski altında olduğu ve nüfusunun yüzde 98’inin bu alanlarda yaşadığı
görülmektedir. Dolayısıyla, bu kadar vahim bir tablo içerisinde yaşamımızı
sürdürürken depreme karşı, doğal afetlere karşı vatandaşın bilinçlendirilmesi
ve tedbirlerin geliştirilmesi konusunda devletin etkin tedbirler alması
gerekiyor.
Birkaç gün önce, Japonya’daki bir depremden örnekler verildi,
medya bunu çok işledi. İlginçtir, mesela 7,3 düzeyindeki bir deprem sadece 9
vatandaşın -o da panikten kaynaklı olarak- yaralanmasına sebebiyet vermişti.
Ülkemizde 7 civarında, hatta 6 civarındaki depremler insanların ölümleriyle
sonuçlanıyor. Neden kaynaklanıyor? Yani Türkiye’nin coğrafik olarak zemini
Japonya’nınkine göre çok mu daha risklidir? Değil. Onlardaki tedbir anlayışı,
algısı modern bir anlayış temeline oturtulmuş ve tedbirlerini geliştirmişler.
Biz de ise maalesef, merkezî hükûmetten yerel yönetimlere kadar, bu konuda
önlem geliştirici bir politikanın olmadığını gösterir. Bu kurum nezdinde de
düşündüğünüz zaman, yani AFAD nezdinde de düşündüğünüz zaman, mevcut kadro
yapısı, olağanüstü durumlarda müdahale kapasitesini, hepsini bir arada
değerlendirdiğiniz zaman sadece ismi olan bir kurumdan söz ediyoruz.
Bu kurumun deprem veya doğal afet karşısındaki tedbir anlayışı
çadır ve battaniyeyi hazır bulundurmaktan ibarettir. “Devlet olarak vatandaşa
sadece çadır verebiliyoruz, battaniye verebiliyoruz, işte, hayır kurumları
vesilesiyle vatandaşa sıcak ekmek verip yemek verebiliyoruz. Bu da bizim için
olağanüstü bir gelişmedir.” diyorsanız, eksiklik etmiş olursunuz.
Sayın Elitaş burada. Onun bütçenin geneli üzerindeki
konuşmasındaki bir cümlesi aslında devletin, Hükûmetin bu konulara yaklaşımını
da bir şekilde özetliyor.
Ne diyordu? Diyorduki “Her vatandaş bizden ebe, her vatandaş
bizden köyüne imam talep etmektedir.” Niye? İzah ediyor. Mealen söylüyorum,
bire bir cümlesi değildir, tutanaklarda da bu mevcuttur. Çünkü, doğduğunda
doğuma refakat edecek bir ebenin olmasını vatandaşlarımız önemsiyorlar,
öldüklerinde cenazelerini yıkayacak bir imamın olmasını önemsiyorlar. Yani
vatandaşın sadece doğumuyla, ölümüyle ilgilenen bir devlet anlayışı. Bu arada,
vatandaşın güvenli yaşamını tesis edecek bir devlet anlayışı, bir hükûmet
anlayışı yok. Vatandaş doğdu ve öldü, bu kadar. Ne tür bir yaşam sürdürdü,
yaşam güvenliği neydi bu insanların, hiç bununla ilgili olan bir devlet algısı
yok. Buradan kurtulmak lazım.
AFAD’ı, özellikle kurum olarak önemsiyoruz, şablon olarak
koyarsınız, önemsiyoruz. İçini nasıl doldurduğunuz önemlidir. İçini
dolduramadıktan sonra, bu kurumun varlığı, yokluğu hiçbir şeyi değiştirmez.
Mevcutta AFAD’la Kızılay arasında bir fark yoktur, sadece çadırların nakli
konusunda bir koordinasyon farklılaşması ya da koordinasyon kolaylığı... Onun
dışında bir işi, işlevi yoktur AFAD’ın. Bu kurumda ciddi bir yeniden yapılanma
ve konumuna uygun bir personel istihdamı politikası geliştirmemiz gerekiyor.
Bunlar yok.
Şimdi, daha çok “yara sarma” yaklaşımı üzerinden geliştirilen bu
politika acilen terk edilmelidir. Almanya’da bir vatandaşın evine misafir oldum
Sayın Bakanım. Sordum: “Bu bina kaç yaşında?” “100 yaşında.” “Aa, çok yaşlı bir bina.” dedim. Şaşırdı “Siz
niye ‘yaşlı’ diyorsunuz bu binaya?” dedi. Ben “Çünkü bizde 50 yaşındaki bina
yıkılacak binadır da o yüzden öyle dedim.” dedim. “Hayır, burada 100 yaşındaki,
150 yaşındaki bina yeni binadır.” dedi. “Nasıl oluyor?” “Çekici alın elinize,
eğer bizim duvarımızdan bir parça beton sökebilirseniz, sıva sökebilirseniz bu
bina yaşlıdır. Sökemezsiniz çünkü biz sağlam yapıyoruz, binayı temelde sağlam
yapıyoruz.” dedi. Bizdeki 20 yaşındaki bina sağlam bina mı oluyor?
Girmeyecektim ama konuşunca ister istemez girmek durumunda
kalıyoruz. Mesela Van… Bizim, esasında,
devlet olarak doğal afetler karşısındaki hazırlık durumumuz oradaki profilde
ortaya çıkıyor, Bayram Oteli profilinde ortaya çıkıyor. Mevcudu makyajladığınız
zaman, dış cepheye bir cam duvar yaptığınız zaman korunaklı olmuş oluyoruz.
Maalesef öyle değil, korunaklı değiliz. Mevcut olanı yıkmak, sadece kentsel
dönüşüm politikasına ağırlık vermek suretiyle yeni yapılaşma konusunda bir
iyileşmeye gitmek de bu konuda tek başına önemli bir tedbirdir ama mevcut olanı
iyileştirmek konusunda ciddi bir politikanın geliştirilmesi gerekiyor.
Son olarak şunu da ifade edeyim: İki yıldır biz burada hep
konuşuyoruz. Hükûmet yetkilileri, iktidar partisi yetkilileri hep bizi bu
konuda yalanladılar ama en son, bir de özellikle Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi
olarak, Dışişleri Bakanı dâhil olmak üzere, en azından 10 bakanın politikasını,
propagandasını Van depremi ve sonrasındaki gelişmeler üzerine inşa ettiğini
gördüm, tanıklık ettim; tutanaklar ortadadır. Ama bir sayın bakan, en son,
hakkı iade etti, gerçeği söyledi. Van depremi konusunda özellikle deprem
kanununu, Doğal Afet Kanunu’nu -1959 tarihli- bu deprem olayı vesilesiyle,
devletin uygulamadığını itiraf etti, açıkladı. Neydi o? Şimdi, o kanun diyor
ki: Depreme maruz kalmış bölge ile deprem bölgesi, afet bölgesi ile afete maruz
kalmış bölge ayrımını yapar. Van, afete maruz kalmış bölgeydi, kanun
tanımlaması bu şekildeydi ama Hükûmet hiç burayla ilgili olmadı. Daha çok, afet
bölgesi ilanıyla işi demagojiye getirdi ve bunun karşısındaki bütün söylemleri
öteleme politikası…
Son olarak -cümlesini ifade ediyorum- Sayın Çevre ve Şehircilik
Bakanımızın cümlesiyle bitiriyorum: “Arkadaşlar, biz, tabii, oralara
girmeyeceğiz. Afete maruz kalma, afet alanı ilan edilmesi falan yani orada
dediklerinde haklılık var.”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla) - Bu afete maruz kalma konusundaki
tespitlerimizi ve bizim serzenişlerimizi hep dikkatinize getirmemize rağmen, bütün
inkâr, ret politikasına karşılık, sevindirici, Hükûmetten sağduyulu bir ses
çıktı, “Bu doğrudur, bu eleştiri haklıdır.” dedi. Ben de bu nedenle, konuşmamda
Van özgülünde çok konuşmamayı ve genele ilişkin tespitleri sizlerle paylaşmayı
tercih ettim.
Hepinize teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına son konuşmacı Altan Tan,
Diyarbakır Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tabii “sayın milletvekilleri” diye konuşmama başlıyorum ama
maalesef Parlamentonun yüzde 95’i yok burada, özellikle de Adalet ve Kalkınma
Partisinden milletvekilleri yok. Herhâlde Cenabı Rabb-ül-âlemin bütün ilmi
vermiş, göğüslerinin içine koymuş, kimseyi dinlemeye de ihtiyaçları yok. Zaten
dinleseler de “Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.” veya
“Edilmemiştir.” istediklerini söylüyorlar, bir maksat hasıl olmuyor. Neyse, biz
yine Genel Kurula hitaben konuşmamıza başlayalım.
Ters bir şey var mı söylediklerimde? Varsa buyurun.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Genelde orada 2 kişi oluyor da bugün
neyse gelmişler.
ALTAN TAN (Devamla) – Evet, sevgili arkadaşlar, bugün Diyanet
İşleri Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı kurumlarının bütçesi üzerinde söz
almış bulunmaktayım.
Geçen yıl sadece Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili -zamanım da
daha fazlaydı- uzun ve detaylı bir konuşma yapmıştım. Dinler tarihinden
başlayarak, Hristiyanlıktan, Yahudilikten, şeyhülislamlık makamından, işte,
Bizans’ın din-devlet ilişkilerinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin Bizans’tan
Osmanlıya, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne tevarüs eden din-devlet
ilişkilerine kadar uzun uzadıya birçok şey konuşmuştum. Ancak, o tarihte de
kendisi de ilahiyat fakültesi mezunu olan Diyanetten sorumlu Başbakan
Yardımcımızın verdiği cevaplar, bir imam-hatip talebesinin verebileceği
cevaplardan bile daha basit ve konuyla alakasız cevaplardı. Bugün vaktimin
sınırlı olması ve başka konularda da konuşmam gerektiğinden dolayı uzun uzadıya
bu mevzulara girmek istemiyorum. Sadece kısa bir özet ve tabiri caizse,
dokundurmalarla konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Diyanetle ilgili çok şeyler konuşuldu.
Birincisi ve en önemlisi, hemen her fırsatta, bu konuyla ilgili konuşma fırsatı
bulduğum vakit dile getirdiğim şudur: Din devletin emrinde olmaz. Sayın
Başbakan Yardımcısı da dâhil, Hükûmetin diğer üyeleri de dâhil AK PARTİ’de
benim tanıdığım 4-5 tane ilahiyat profesörü var, doçentler ve doktorlar da
hariç. İlahiyat profesörleri, bunun eğitimini almış bütün arkadaşlara
sesleniyorum: Gelin, çıkın deyin ki eğer diyebiliyorsanız: “Din devletin emrinde
olabilir İslam hukukuna göre.” Bunu
diyebiliyorsanız helal olsun, gerisi mugalatadır, demagojidir, laf oyunudur; 3
dilde de söyleyeyim. Birinci büyük yanlışlık budur. Laik bir yönetimde de, dinî
esasları referans alan İslami bir yönetimde de din devletin emrinde olmaz. Bu
İmamıazam Ebu Hanife’ye göre de böyle, İmam Malik’e göre de böyle, İmam
Şafiî’ye göre de böyle, İmam Hanbel’e göre de böyle, İmam Cafer-i Sadık’a ve 12
İmama göre de böyle. Aksini iddia eden varsa hodri meydan, gelsin bunun tersini
söylesin. İmamıazam Ebu Hanife, dini devletin emrine sokmamak için sakallı,
sarıklı, 5 vakit namaz kılan Abbasi halifesine karşı durdu ve işkencede öldü.
Peki, siz bu Diyaneti niye özerkleştirmiyorsunuz veya dini niye sivil topluma
bırakmıyorsunuz?
Burada benim CHP’ye de bir eleştirim var yeri gelmişken.
Buldukları her fırsatta çıkıyorlar, diyorlar ki: “Bu AK PARTİ’nin gizli bir
ajandası var. Bunlar şeriatçı, bunlar dinci, bunlar teokratik bir yönetim
kurmak istiyorlar.” Sevgili arkadaşlar, yok böyle bir şey yani bir halüsinasyon
görüyorsunuz. Bunların bir dinî yönetim kurma, İslami yönetim kurma endişesi de
yok, liberal demokrat bir demokrasi inşa etme endişeleri de yok çünkü İslami
bir yönetim kurma iddiasında olsaydılar yine ilk yapacakları iş dini özgürleştirmekti,
liberal demokratik bir hukuk sistemi kurmak istiyor olsalardı yine yapmaları
gereken dinle devletin bağını koparmak, ayırmak, din işlerini sivil topluma
bırakmak olurdu. Asla böyle bir şey yok, yanlış yerden eleştiriyorsunuz ve bu
yanlış yerden eleştirmeyle de sürekli iktidarı zayıflatayım derken daha da
kuvvetlendiriyorsunuz. Bunu da bir uyarı olarak değerlendirirseniz memnun
olurum.
Değerli arkadaşlar, Diyanetin sivil alana bırakılması niçin
gerekli? Bunu, dediğim gibi, geçen yıl bütün tarihî referanslarıyla anlattım,
bu yıl tekrarlamayacağım. Ama, bugün Diyanet İşleri Başkanı Millî İstihbarat
Teşkilatından, Millî Güvenlik Kurulundan, Genelkurmay askerî istihbaratından
daha fazla -tırnak içinde- derin yapıların kontrolündedir. Ve nitekim, 12 Eylül
öncesinde de sonrasında da o dönem, Millî İstihbarat Teşkilatıyla çok yakın
ilişkileri olan, hatta elemanı olduğu söylenen bir Diyanet İşleri Başkanı,
bütün Avrupa’daki İslami kurul ve kuruluşların örgütlenmesiyle ilgili o dönemde
millî görüşe karşı ve diğer yapılanmalara karşı, resmî dinî yapıları
kuvvetlendirmek için gecesini gündüzüne kattı, gündüzünü gecesine kattı.
Geldiğimiz noktada soruyoruz: Bu Diyanet eğer Türk İslamcı ve
Hanefi bir çizgide değilse Alevi vatandaşlarımızın talepleri niye yok? İki: Türkiye’de
özellikle Iğdır yöresinde Şii vatandaşlarımız var. Caferi mezhebine bağlı,
bunlarla ilgili Diyanet İşlerinin niye çalışmaları yok? Ve yine Türkiye’de
önemli bir Şafii nüfus var, bunlarla ilgili niye bir çalışması yok?
Soru önergeleri veriyorum, gelen cevaplar evlere şenlik: ”Efendim,
biz fetva verirken Şafii, Hanefi, Maliki diye bakmıyoruz, vatandaşın sorusuna
bütün mezhepleri inceleyerek cevap veriyoruz.” Vesaire, vesaire yani neyi
sorarsanız sorun, bir demagojiyle ve laf oyunuyla bu mevcut çarpık yapının üstü
örtülmeye çalışılıyor. Soruyoruz: “Kürtçe vaaz camilerde verilebilir mi?” Yine
doğru düzgün cevap yok. Ya kardeşim, sen İslam adına söz söylüyorsan,
verilebilir veya verilemez dersin. Ha nerede verilir, nasıl verilir, ne kadar
verilir, kim verir, nasıl verir? Bu da ayrı bir tartışma konusudur.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Onları devlet adına söylüyor.
ALTAN TAN (Devamla) - Bununla da ilgili bir doğru düzgün cevap yok
maalesef.
Değerli arkadaşlar, öyle bir noktaya gelindi ki son dönemde
basında sıkça bir ibare tekrarlanmaya başlandı: “Dindar Kemalizm.” Bunu da
arkadaşlar eğer kabul ediyorsa çıkıp kabul ettiklerini söylesinler,
reddediyorlarsa çıkıp demokratik, laik, liberal, dünyanın kabul ettiği hukuk
normlarına dayalı din-devlet ilişkileri nasıl olur, gelip bunu bize izah
etsinler.
Laf oyunları, demagojiler, kelime oyunları hiçbir şeyi çözmüyor.
Biz de gerçekten bu işlerden bıktık, gerçekten bıktık.
Sevgili arkadaşlar, yurt dışındaki Türklerle alakalı kurulan
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı üzerinde de birkaç cümle
söylemek istiyorum.
Şimdi, bir sefer, kuruluşun ismi tartışmalı, “Yurtdışı Türkler...”
Türk kim? “Efendim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Aslında, biz ‘Türk’ derken
bütün bu topraklar üzerinde yaşayan, ortak bir geçmişe sahip, etnik, ırki
kökenine bakmadan bütün vatandaşlarımızı kastediyoruz.” Böyle söyleniyor ve
yıllardır biz de buna itiraz ediyoruz. Bir an için dediklerinizi sizin
mantığınızdan değerlendirelim. Peki, bu kadar çalışma yapıyorsunuz, eğer
Türkiye'deki bütün vatandaşlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar, Türkler,
Kürtler, Araplar, Süryaniler, Lazlar, Pomaklar, Çerkezler, kim varsa bunların
hepsini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve kültürel anlamda Türk olarak kabul
ediyorsanız yurt dışındaki faaliyetleriniz bu çerçevede mi?
Bakıyorsunuz, dönüyorsunuz yine çalışmalara, işte anlatılıyor;
Başbakanın okuduğu, bütçeyle ilgili yaptığı konuşmada da uzun uzadıya
bahsediliyor; dünyanın dört bir tarafındaki çalışmalardan, restorasyonlardan,
onarımlardan, kurslardan, film festivallerinden, belgesellerden bahsediliyor.
Bakıyorsun ki Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı ve -tırnak içinde- Türk olarak
kabul ettiğiniz Türkiye'deki Kürtlerle, Araplarla, Süryanilerle alakalı hiçbir
çalışmanız yok. Niye yok? İşte orada da yine alavere dalavere, Kürt Mehmet
nöbete; yine “Öyle değildi de böyleydi, şöyle demek istemedik de böyle dedik,
şöyle yapmadık da böyle yaptık.” Sadece TİKA’nın Üsküp’teki Türkoloji bölümünde
300 öğrenci ders görüyor. Bu, sizin beyanlarınızda böyle. E, peki, Kürtlerle
ilgili ne var, hangi çalışmalarınız var? Erbil’de, Süleymaniye’de, Kamışlı’da
bir şey var mı? Yok. Türkiye’nin içinde Artuklu Üniversitesi, 500 tane Kürtçe
öğretmeni yetiştirmek üzere bir imtihan açıyor YÖK’ün bilgisi dâhilinde. Millî
Eğitim Bakanlığıyla görüşüyor, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanıyla görüşüyor, üç
ayda bir ders kitabı hazırlıyor Kurmanci ve Zazaki lehçelerinde, her ikisinde
de mükemmel bir kitap hazırlıyor, takdim ediyor Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanlığına ve ona söylenilen şu: “Alabildiğin kadar öğrenci al.” yani
öğretmen al yetiştirmek üzere. 500 kişi alacağını ilan ederek sınav açıyor ama
daha sınavlar sonuçlanmadan, ilan aşamasında YÖK, bunu temmuz ayında 250’ye
indiriyor. Öbür taraftan da gidiyor, Üsküp’te 300 öğrenciye Türkoloji bölümünde
öğrenim imkânı sağlıyor. Sağlasın, bunu her tarafta sağlasın ama madem bir
kardeşlik, bir hukuk, bir birliktelik varsa bunu Türk, Kürt, Arap, Müslim,
gayrimüslim, Alevi, Sünni demeden herkese sağlasın.
Ve en önemli sorunlardan birisi arkadaşlar, Türkiye dışında
yaşayan Türkiyeliler, sizin tabirinizle “Türkler”; Türk’üyle, Kürt’üyle,
Arap’ıyla, Alevi’siyle, Sünni’siyle, dindarıyla, laikiyle Türkiyeliler. Hepimiz
yurt dışına gidiyoruz Çin’den Amerika’ya, Rusya’dan Güney Afrika’ya kadar. Şu
an dünyanın her yerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları var, her yerinde ve
bunların devasa sorunları var; sosyal sorunları var, ekonomik sorunları var,
ticari sorunları var, kültürel sorunları var, hukuki sorunları var. Hem
yaşadıkları ülkelerle ilgili ciddi problemleri var hem de Türkiye’yle olan
münasebetlerinde ana vatanla ilgili, bütün bu tek tek saydığım meselelerle
ilgili problemlerinde ciddi sıkıntıları var. Peki, bunlarla ilgilenen bir
devlet aklı var mı?
Birçok büyükelçiliğin kapısını çalamıyorsunuz, birçok
konsolosluğun kapısını çalamıyorsunuz, çaldığınıza pişman ediliyorsunuz.
Özbekistan’da, Diyarbakır’dan giden bir ticari heyetle birlikte büyükelçiliğin
ekonomi müşavirliğini ziyaret ettik -ve bu ziyaretçi heyetin içerisinde şu an
bir AK PARTİ’li milletvekili arkadaş da var; o zaman ikimiz de milletvekili
değildik, ona da sorabilirsiniz- geldiğimize, geleceğimize pişman edildik. Yani
bize söylediği: “Aman, buraya gelmeseniz iyi olur.” Yani “Gelin, şunları yapın,
şöyle ticaret yapın, böyle yapın; işte zorluklar budur, kolaylıklar budur; şu
imkânları sağlarız, bunları size temin edebiliriz.” diyeceğine, neredeyse “Niye
buraya geldiniz?” muamelesiyle karşı karşıya kaldık.
Yine aynı şekilde, yine AK PARTİ’li o milletvekili arkadaşla
beraber, yine bir heyetle –ticari heyetle- Mısır’a gittik. Sevgili arkadaşlar,
ekonomi müşavirliğinin yerini bulamadık. İki gün boyunca yere ulaşamadık. En
son, uçağın kalkmasına yakın bir zaman kala, yakınlarına kadar, 20 -30
telefonla adresi sora sora giderken, bulmaya çalışırken “Uçağı kaçıracağız.”
diye yarıda kesip tekrar geri döndük. Beyefendi zahmet edip de -koskocaman bir
heyet gelmiş güneydoğudan- gelip de otelde “Hoş geldiniz.” bile demedi.
Şimdi, ciddi sorunlar var; işte, asimilasyon sorunu var, kültür
sorunu var, dil sorunu var, oralarda aldıkları cezalarla ilgili, yattıkları
hapislerle ilgili ciddi sorunlar var, var, var, var…
Peki, ne yapıyor bu kuruluşlar? Sadece ideolojik, göstermelik faaliyetler
yapıyor ve bunların ötesinde hiçbir ciddi çalışma yapılamıyor.
Onun için, bütün bu sorunlarla ilgili bu bütçelere “ret” oyu
vereceğimizi belirtir, hepinize saygılar sunarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.17
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.18
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
38’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, 3’üncü tur üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
kapsamında, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ile Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı bütçeleri üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 2013 yılı Merkezi Bütçe Tasarısı AKP
Hükûmetinin 11’inci bütçesidir. Bütçeler, devletin hangi alanlara ne kadar
kaynak ayırdığını ve hangi alanlara ne kadar kaynak sağlayacağını
göstermektedir. AKP Hükûmetinin 11’inci bütçesi de daha önceki bütçeleri gibi
tamamen vergiye dayalı kaynaklar üzerine hazırlanmış durumdadır. Hükûmet, bu
kaynakları, toplumun günlük hayatta kullandığı pek çok ürüne zam yaparak
sağlamayı planlamaktadır. Hükûmetin gelir kaynaklarının en başında akaryakıt
zamları 1’inci sırada yer almaktadır. Türkiye, bu nedenle, son on yıldır
dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanmaktadır. AKP iktidarı, 2002’de 1,6 lira
olan benzinin litre fiyatını, yapılan son zamlardan sonra 4,76 liraya
yükseltmiştir. Hükûmet sadece akaryakıta zam yapmakla kalmayıp bütçe öncesi ve
sonrası sürekli olarak pek çok ürüne zam yapmaya başlamıştır ve devam
etmektedir. Hükûmet, bütçe açıklarını zam yaparak vatandaşların sırtına
yüklemeyi âdeta alışkanlık hâline getirmiştir. Bütçe öncesi ve sonrası yapılan
yüksek oranlı zamlar da bunun açık bir göstergesidir.
Memur maaşlarına bütçe dengeleri bozulur gerekçesiyle 4+4 oranında
zam yapan Hükûmet, 2012 yılı içerisinde elektrik fiyatlarını yüzde 21, doğal
gaz fiyatlarını 29,3 ve LPG fiyatlarını da yüzde 25,9 oranında artırmıştır.
Motorlu taşıtlardan alınan vergileri artıran Hükûmet, tapu
işlemleri üzerinden alınan binde 16,5 oranındaki harçları da binde 20 olarak
yeniden düzenlemiştir. Yapılan bütün bu zamlar piyasada ürünlere kısa sürede
yansımış ve fiyatları artırmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet, bu bütçede de,
geçmiş bütçelerde olduğu gibi, işçiyi, memuru, emekliyi, esnafı, çiftçiyi,
asgari ücretliyi ve dar gelirliyi unutmuştur. Bu durumda, Kahramanmaraş
ilimizde de yıllardır ağır aksak devam eden yatırımlar, 2013 yılı içinde de
kaynak sıkıntısı nedeniyle tamamlanamayacaktır. Kahramanmaraş devlet yatırımı
beklemektedir. Kahramanmaraş devlet tarafından hatırlanmayı beklemektedir.
Hükûmet tarafından uygulanan yanlış ekonomi politikaları, ülkemizde
açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan kişi sayısını da sürekli olarak
artırmaktadır. Başta asgari ücretliler olmak üzere, çalışanların ve emeklilerin
büyük çoğunluğu açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilmişlerdir.
Ekonomi konusunda ülkemizde bunlar yaşanırken, AKP Hükûmeti
tarafından izlenen yanlış politikalar terör olaylarını hâlen ülkemizin en
önemli meselesi yapmaya devam etmektedir.
Terörle mücadelede görevli kurumlar arasında koordinasyon
sağlanamadığı gerekçesiyle, Hükûmet, 2010 yılında, İçişleri Bakanlığına bağlı
olarak Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığını kurmuştur. Hükûmet, o dönemde
hazırlamış olduğu kanun tasarısının gerekçesinde koordinatör-süzlükten
bahsederek terör konusunda verimli çalışmayı amaçladıklarını belirtmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet neredeyse sekiz yıl
çalışmış olduğu mevcut teşkilatlarını verimsiz bulmuştur. İlk olarak 2010 yılı
içerisinde İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı, daha sonra 2011 yılında yapılan bir değişiklikle Başbakanlığa
bağlanmıştır. Kamu Düzeni ve Güvenliği ülkemizde her yıl artan terör olayları
konusunda gerçekten önemli bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. Bu kuruma
gerçekten ülkemizde çok büyük görevler düşmektedir. Hükûmetin bu kurumu daha
etkin çalıştırması konusunda kamuoyunda büyük bir beklenti vardır fakat Hükûmet
tarafından terörle mücadele yerine müzakerenin tercih edilmesi bu beklentileri
kısa sürede hayal kırıklığına uğratmıştır. Hükûmetin açılım konusunda başlatmış
olduğu politikalar ve izlemiş olduğu yol terörü azdırmıştır. Her seçim öncesi
açılım politikasından geri adım atan Hükûmet, seçmenin oyunu aldıktan sonra,
seçim sonrası yeniden açılım politikalarını sürdürmüştür. Uygulanan açılım
politikaları adım adım Türkiye’yi bölmeye götürmektedir. Uygulanan bu açılım
politikalarından vatandaşlarımız rahatsızdır. Gelinen bu noktada Hükûmet
tarafından terör konusunda mücadele yerine müzakerenin tercih edilmesi de
ülkemizde bölücü terörü bitirememiştir, tam tersine, terörü daha da
arttırmıştır. Yapılan araştırmalar da bunu göstermektedir. Son on yılda toplam
1.163 güvenlik görevlimiz bölücü terör örgütü tarafından haince şehit
edilmiştir maalesef. Ülkemiz terör konusunda ağır bedeller ödemeye devam
etmektedir. Açılım politikaları Türkiye’yi terör konusunda daha da kötü bir
noktaya götürmüştür. Hükûmet bölücü terörle daha etkin bir mücadeleyi derhâl
başlatmalıdır. Terör mutlaka bitmeli, ülke huzur ve güven ortamına yeniden
kavuşmalı ve bu sağlanmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı bütçesi konusuna da değinmek istiyorum.
Ülkemizde heyelan, deprem, sel gibi afetler sık sık meydana gelmekte ve bu
olaylarda çok sayıda can ve mal kaybı yaşanmaktadır. Ülkemizde çok sayıda
şehrin yerleşim alanı da coğrafi konum itibarıyla zaten deprem kuşağı üzerinde
yer almaktadır. Bu illerden biri de Kahramanmaraş’tır.
Bugüne kadar ülkemizde meydana gelen depremlerde çok sayıda can ve
mal kaybı meydana gelmiştir. Bu nedenle, afet ve acil durum hizmetleri
ülkemizde büyük bir önem taşımaktadır. Bu hizmetler yetişmiş insan gücü ve
modern araçlarla en hızlı bir şekilde verilmelidir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 5902 sayılı Afet ve Acil
Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’la
Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuştur. Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel
Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ile Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü de aynı yasanın 18’inci maddesiyle
ortadan kaldırılmış ve yerine il afet ve acil durum müdürlüğü kurulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hemen hemen aynı amaç
kapsamında kurulan bu iki kurumda çalışanlar arasında çeşitli sıkıntılar
yaşanmaktadır. Kökleri eski, kuruluşu yeni olan il afet ve acil durum
müdürlüğüne bağlı olarak çalışan personelin en büyük sorunlarından biri de
kurumun fiziksel olarak ayrı ayrı çalışmasıdır.
Bu müdürlüklerin mali yönden özel idarelere bağlı birimler olması
birçok sıkıntıya da beraberinde getirmektedir. 5902 sayılı Kanun’a göre afet ve
acil durum müdürlüğüne bağlı olarak çalışan personelin maaşları Afet ve Acil
Durum Yönetimi Başkanlığına ait bütçeden karşılanırken giderleri de il özel
idare bütçesinden karşılanmaktadır. Bu kanuna göre özel idareler kendi
personeline vermiş olduğu sosyal yardımları, il afet ve acil durum müdürlüğünde
çalışan personele de vermek zorundadır. Bu konudaki sorunlar yargıya da
taşınmış durumdadır.
Görevde yükselme pek çok kurumda olduğu gibi bu kurumda da
yapılamamıştır. Bu kurumda çalışan bazı memurlar özel ücret alırken genel idare
hizmetleri sınıfında çalışan personel bu ücretten mahrum kalmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin 2013 bütçesini
ülkemizde sorunlara çözüm üretemeyecek, yatırım ve istihdam sağlayamayacak bir
bütçe olarak görüyoruz. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2’nci konuşmacı Mustafa
Erdem, Ankara Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz sekiz dakika.
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA ERDEM (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesi konusunda Milliyetçi
Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığımız, Türk toplumunun Müslüman olduğu
günden bugüne manevi yapısını oluşturan, onun dünya ve ahiret saadetini temin
eden, zirveye çıktığımız yönetim döneminde, Osmanlı Devleti’nde de bu işleri
üstlenen yüce bir kurumdur. Bugün içinde bulunmak ve mensubu olmakla onur
duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nce, kurulduğu günlerde de aynı görevi, aynı
işlevi üstlenmek üzere meşihat makamının günümüzdeki temsilcisi olmak üzere
Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Sayın milletvekilleri, cumhuriyeti kuran irade, devleti kuran
irade, Diyanet İşleri Başkanlığımızın o günkü şartlar içerisinde sosyal,
kültürel, dinî, hatta demografik yapısı göz önüne alınarak bugünkü yapısal
şeklini aldırmış ve bundan sonra da ebediyete kadar Türk toplumunun bekasının
zeminini oluşturacak değerleri onun bünyesinde oluşturmuştur.
Diyanet İşleri Başkanlığımız kurulduğu günlerde, Başbakanlığa
bağlı olarak 2 tane başkanlıktan birisi olmak sıfatıyla ne kadar önemli bir
değere sahip olduğu, toplum için ne kadar önemsendiği hususu fevkalade
önemlidir. Zira, Genelkurmay Başkanlığından da önce bir protokole verilmek ve
devlet bütçesinden önemli kaynaklar hazırlanmak suretiyle toplumun inanç,
ibadet ve ahlakla ilgili ihtiyaçlarını, din konusundaki problemlerini çözmek ve
yürütmekle görevlendirilmiş olan bu kurum, bugün, beka arzusu içinde olan Türk
milleti için de fevkalade önemlidir ve önemli olmaya da devam edecektir.
Aziz milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığımız, bugün, 130
bini aşan personeliyle sadece ve sadece Türkiye’de değil, Türkiye'nin dışında
da Türk milletinin şerefini, Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarını ve inanç
konusunda muhtaçlıktan dolayı acze düşmüş insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak
üzere önemli bir görev ve sorumluluk üstlenmektedir. Bugün, Diyanet İşleri
Başkanlığımız, Türkiye Cumhuriyeti devletinde hiçbir devlet kurumunun
ulaşamadığı, hiçbir devlet görevlisinin bulunmadığı yerlerde de görev ifa etme
ve devletimizi temsil etme bakımından da önemli bir görev ve sorumluluk
üstlenmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığımız, kurulduğu günlerde, insanlığın din
konusunda aydın olabilmesi, hurafe, batıl ve cehaletten kurtulabilmesi için
fevkalade önemli 2 eseri günümüze kazandırmış ve bugün bile, Diyanet İşleri
Başkanlığımız bunların benzerini meydana getirmekte acze düşmüştür. Kamil Miras
ve Ahmed Naim hocalarımızın hazırlamış olduğu “Tecrid-i Sarih/ Sahih-i Buhari”
tercümesi ve merhum Hamdi Yazır’ın kaleme aldığı ve bugün, hâlâ, ilahiyat
hocalarımızın bile benzerini meydana getiremediği “Hak Dini Kur'an Dili”, o
dönemin eserleri olması bakımından bir gurur ve övünç vesilesidir. Diyanet
İşleri Başkanlığımızın toplumun din konusundaki ihtiyaçlarını karşılayabilmesi
bakımından, merhum Ahmet Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, hâlâ tren yolunda deve
yürütülmemesi gerektiğini düşünmek ve bugünün insanının ihtiyacına, karşı
karşıya kaldığı dinî problemlerin çözümünde bir katkı üretmek zorunluluğunda
olduğunu özellikle hatırlatmak istiyorum. Yine aynı şekilde, merhum Âkif’in
ifadesiyle, doğrudan doğruya Kur'an’dan alarak ilhamı, asrın idrakine İslam’ı
sunmak için, Diyanet İşleri Başkanlığı yöneticilerimizin omuzlarında büyük bir
görev ve sorumluluk vardır. Dolayısıyla, bu konuda başarılı olabilmek,
insanlarımızın ihtiyaç duyduğu bilgileri ona sunabilmek ve karşı karşıya
kaldığı manevi problemleri çözebilmek için Diyanet İşleri Başkanlığımızın
bütçesi bu seviyede değil, bundan daha fazlasıyla da artırılsa yeridir ve mutlaka
bu imkânlar onlara sağlanmalıdır.
Din görevlilerimiz toplumun model insanlarıdır, örnek
insanlarıdır ve onların peşinden giden
insanların hem dünya hem de ahiret saadetine kavuşacakları ümit ve beklentileri her zaman olmuştur. Bu nedenle,
din görevlilerimizin eğitilmesi, yetiştirilmesi bakımından eğitim
merkezlerimizin modernize edilmesi, yurt dışına gönderilecek elemanlarımızın,
İngilizce bilenlerinin Fransa’ya, Fransızca bilenlerin Almanya’ya gönderilmesi
değil, gerçek anlamda hangi toplumda görev yapacaksa o toplumun dilini, dinini
bilen insanların oralarda görevlendirilmesi, öyle sanıyorum ki, dinler arası
mücadelenin olduğu şu âlemde İslam dininin yüceliğini ispat etme bakımından
fevkalade önem, görev ve sorumluluk ifa edecektir.
Aziz milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığımız bugün sahip
olduğu imkânlar itibarıyla insanlığa model olacak ise, öncelikle kendilerinin
de bu noktada model olduğunu hissetmeleri lazım gelir. Öyle görülüyor ki,
üzülerek ifade etmem gerekirse, bugün, Diyanet İşleri Başkanlığımızda yapılan
atamalar, bir şekilde kul hakkının, adaletin, liyakatin ve hakkaniyetin göz
ardı edildiği… Manevi sorumluluğu başkalarına öğretmesi gerekenlerin öncelikle
bu konuda duyarlı olmaları gerektiğini hatırlatıyorum.
Müftülerimizin merkeze toplanması adalet ölçüleriyle ne kadar
bağdaşıyor bilmiyorum ama teşkilat kanununun değişmesinden sonra, iki yıllık
bir süreye yakın, tedvirle de değil, görevlendirme suretiyle daire başkanı
olabileceklerin maddi haklarının bile göz ardı edildiği bir kurumda adaletin
gereği şekilde işlemediği duygusu, doğrusu bir Müslüman ve diyanet alanında
çalışmış birisi olarak beni üzmekte, eminim ki, kalbinde Allah korkusu olan
herkesi de titretmektedir diye düşünüyorum.
Sayın milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığımızda yakın
gelecekte bir uygulama daha oluyor. Bu ay içerisinde şeflerimiz ve vaizlerimiz
rotasyon adı altında başka taraflara gönderilme gibi bir endişeyi yaşıyorlar.
En azından şunu hatırlatmak isterim: Yaşanan kış şartları ve hava muhalefeti
nedeniyle, bu rotasyon olacak ise o insanların aileleri, çocukları ve yaşam
şartları göz önünde bulundurularak daha müsait bir zamana ötelenmesi, öyle
tahmin ediyorum ki, Diyanet İşleri Başkanlığımızın yetkililerinin ve
etkililerinin herhâlde teşkilatı dikkate alması ve göz ardı etmemesi gereken
bir husus olarak düşünüyorum.
Çok aziz davetliler, kıymetli misafirler, aziz milletvekilleri;
şunu unutmamanızı istiyorum: Diyanet önemli bir kurum. Diyanetin önemli olması
şeref-ül mekân bil mekîn olmasıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla, Diyanet
İşleri Başkanlığında çalışan arkadaşlarımızın…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ERDEM (Devamla) - …görevlilerin önce Allah’tan
korkmalarını, sonra devletine ve milletine hizmet etmenin bilincinde olmalarını
ve bu vesileyle de Diyanete sahip çıkmalarını tavsiye ediyor, yüce Meclisinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 3’üncü konuşmacı Reşat
Doğru, Tokat Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; TİKA ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı
bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Dünyada Türkiye dışında 250-300 milyonun üzerinde Türk
yaşamaktadır. Bu yaşayan nüfusun yaklaşık olarak 3,5 milyonu Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşıdır. Bundan dolayı da TİKA’nın yanında Yurtdışı Türkler ve
Akraba Topluluklar Başkanlığının bu nüfus üzerinde çok önemli çalışmalar yapması,
problemleri gidermesi gerekmektedir.
24 Mart 2010 tarihinde kurulan Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığının, kurulduğu günden itibaren önemli çalışmalar yapmış
olmasına rağmen daha aktif olmasını beklemekteyiz. Bu başkanlık da aynı TİKA
gibi yurt dışında ofisler açmalı, vatandaşlarımızla beraber olmalıdır. 7-8
Haziran 2011 yılında Ankara’da, yurt dışında yaşayan Türklerin kurduğu sivil
toplum kuruluşlarıyla yapılan toplantıları, ayrıca Almanya’da, göçün 50’nci
yılı münasebetiyle yapmış oldukları toplantıları ve beraberinde de Balkanlarda
yapmış oldukları çalışmaları takdirle karşılıyorum ve olumlu buluyorum. Bu tür
toplantılara sadece belirli düşünce grupları değil de her kesim davet edilmeli,
onlara da konuşma hakkı verilmeli, iş birliği yapılmalıdır. Avrupa ülkelerinde
bulunan Türk federasyonları da bu toplantılara mutlaka çağrılmalı, muhatap
alınmalıdır çünkü Türk federasyonları Avrupa’da çok önemli hizmetler yapmış ve
de yapmaya devam etmektedirler.
Yurt dışında, özellikle Avrupa’da Türk gençlerinin çok büyük
problemleri vardır. Millî ve manevi değerlere sahip çıkan bir eğitim almaları
sağlanmalıdır. Ayrıca, gençlerimiz ülkemize getirilerek, ülkemizi ve
değerlerimizi tanımaları, sevmeleri sağlanmalıdır. Bugün yurt dışında
Çanakkale’yi, Bursa’yı, Söğüt’ü, Ahlat’ı bilmeyen, kimliğinin ne olduğunun
farkında olmayan –maalesef- gençlerimiz vardır. Hükûmet bunlara sahip
çıkmamaktadır. Ayrıca, Avrupa Türk gençlerinde uyuşturucu başta olmak üzere
madde bağımlılığı her geçen gün artmaktadır. İleriki yıllarda bu sorun çok
farklı boyutlara ulaşabilir.
Buradan Hükûmete soruyorum: Şu anda Avrupa hapishanelerinde acaba
kaç tane Türk vatandaşı yatmaktadır? Bunlar hangi suçlardan dolayı
hapishanelerde bulunmaktadır? Bunları öğrenmek istiyoruz. Dolayısıyla,
ailelerine ve çocuklarına mutlaka sahip çıkmalıyız.
Bunun yanında, önemli bir gerçek de şudur ki sayın
milletvekilleri: Avrupa’da uyuşturucu suçundan hapishanelerde yatan gençler
Türkiye’ye gönderildiği zaman, bunları kendi köylerine gönderiyorlar ve o
bulaşıcı hastalığı da saatli bomba gibi etraftaki insanlara bulaştırıyorlar, bu
dikkate alınmalıdır.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı bünyesinde,
ayrıca yurt dışından gelen öğrencilerin koordinasyonu için Uluslararası
Öğrenciler Daire Başkanlığı vardır. Bu başkanlık, misafirlerimiz olan bu
öğrencileri bir aile yuvası şeklinde sahiplenmeli, onları korumalıdır. Sadece
bunların sayılarının artırılması değil, yeni imkânlar verilmesi, onlarla iyi
ilişkiler kurulması sağlanarak, ülkemiz ve insanlarımız sevdirilmelidir.
Sayın milletvekilleri, Atatürk “Türkiye'nin dışında yaşayan
Türkler vardır. Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak oralarla ilişkiler kurmalı,
oralardaki gelişmelere hazırlıklı olmalı.” diyerek bizlere tarihî görev
vermiştir. Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği, rahmetli Başbuğ Alpaslan
Türkeş'in ülkücülere emanet ettiği dış Türkler konusu, ülkemizin en önemli
meselelerinden birisidir.
Türkiye'nin dışında 6 tane bağımsız devlet yanında, birçok ülke
sınırlarında Türkler yaşamaktadır, bundan dolayı da hükûmetlerin buralarla
ilgilenmesi asıl görevi olmalıdır.
Avrupa Birliğine, Batı’ya gösterilen ilgi Türk dünyasına reel
şekilde gösterilse dünyanın ekseni değişir, ancak bu yapılmıyor, her şey
Batı’ya, Batı için yapılıyor.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu Orta Asya'da Türk
devletleri bağımsızlıklarını kazandılar. Bağımsızlık sonucu, Türkiye o
ülkelerle yakın ilişkiler kurarak, başta TİKA gibi çeşitli kurumlar kurmuştur.
TİKA da kurulduğu günden itibaren çok önemli görevler yapmıştır, ancak son
yıllarda AKP Hükûmetiyle beraber bir yön değişikliğine gidilmiştir, Türk
dünyasının yanında Afrika ve Asya ülkelerine de açılımlar sağlanmıştır, ancak
TİKA'nın kuruluş amacı Türk dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesi içindir,
unutulmamalıdır. Yirmi yıllık bağımsızlık süreci, uzun bir zaman değildir,
dolayısıyla Türk dünyasında yapılabilecek çok iş vardır.
Türk dünyasındaki insanların durumu değerlendirildiğinde, TİKA'nın
görevleri içerisinde olan birçok konu vardır. Türk devletleri halkları çok
fakirdir, bazı ülkelerin zenginliği daha henüz halka yansımamıştır. Halka
yönelik projeler getirilmeli, onlarla beraber olunmalıdır. Ortak tarih,
edebiyat, dil konusunda çalışmalar mutlaka yapılmalıdır.
Örneğin Türk dünyasında Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullar
vardır. Okulların fiziki konumu çok yetersizdir. On beş yirmi yıllık
bilgisayarlarla, yetersiz laboratuvarlarla eğitim maalesef yapılmaktadır.
TİKA’ya işte burada görev düşmektedir.
Türk dünyasındaki bütün okulların hepsi TİKA tarafından yenilenmeli,
çağa uygun her türlü teknolojik araçlarla donatılmalıdır. O çocuklar bizim
çocuklarımız, millet ise bizim milletimizdir, onları kaderleriyle baş başa
bırakamayız.
Sayın milletvekilleri, Stalin, 1944 yılında Gürcistan’ın Ahılkelek
bölgelerinde yaşayan Ahıska Türklerini buradan zorla alarak Rusya’nın çeşitli
yerlerine dağıtmıştır. Ahıska Türkü öz vatanına dönememiştir; dağılmış bir
şekilde, kimliksiz olarak Orta Asya’nın birçok yerinde bulunuyor. 2012 yılında
bile bu insanların çilesi hâlâ devam ediyor. Hâlbuki bu insanlar bizim
kardeşlerimizdir, bu insanların vatan topraklarına dönmeleri için neden yardımcı
olmuyoruz? Gürcistan’ın Avrupa Konseyine verdiği teminattan dolayı, geriye
dönüşten acaba kaç kişi faydalanmıştır, kaç kişi öz vatanına dönmüştür, bunu
merak ediyoruz? Ancak, maalesef dönüş yoktur çünkü Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
bu desteği göstermemiştir. AK PARTİ iktidarı Ahıska Türklerine sahip
çıkmamıştır, Ahıska bölgesine dönüş için destek vermemiştir. Hâlbuki, Kırım
Türklerine yapılan desteğin bir kısmı da bu bölge insanına yapılsa idi, Vatan
Cemiyeti Ahıskalıları tekrar oraya gönderebilirdi. Böyle olmamıştır, Ahıska
Türkleri sahipsiz kalmıştır.
Irak’ta da Türkmenler sahipsizdir. 2003’te Irak’ın ABD ve
koalisyon kuvvetlerince işgali, Türklerin her geçen gün kaybetmesine sebep
olmaktadır. Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu bıçaksırtındadır. Tuzhurmatu’da, peşmergeler
Türkmenlerin kutsal kabul ettikleri Musa Ali Dağı’na boya ile peşmerge bayrağı
bile çizmişlerdir, halk çok tedirgin olmuştur. Son zamanlarda Irak merkezî
hükûmeti ile peşmergeler arasında birçok sorun çıkmaya başlamıştır. Bunun
sonucu olarak da Irak ordusu ile peşmerge güçleri arasında gerginlik
yaşanmaktadır. Bunun önlenmesi Türkmenlere bazı yetkilerle sağlanabilir,
oradaki insanların durumunun düzelmesi noktasında. Türkmenlerden, bölge
insanından oluşacak güvenlik güçleri bölgede güvenliği sağlayabilir. Kerkük yüz
yıllardır bir Türk şehridir, bunu kimse ama kimse unutmamalıdır. Irak’ta
Arap-Kürt çatışmasının altında Kerkük petrol zenginliğinden daha fazla pay alma
çabası vardır. Barzani, Türkiye'nin dostu değildir, kendi çıkarlarını her şeyin
üzerinde tutar. Türkiye'nin yıllardır açılmasını talep ettiği Ovaköy sınır
kapısının açılmasını istemiyor. Ovaköy kapısı, peşmerge bölgesi baypas edilerek
Türkmen bölgesi olan Musul ve Kerkük’e inen en kestirme yoldur. Ancak,
Hükûmetçe yapılan enteresan protokole göre, ikinci sınır kapısı, Ovaköy’e 20
kilometre uzaklıktaki peşmerge bölgesinde açılacaktır.
Ayrıca, enteresandır, ABD istiyor diye peşmergeler ile petrol
anlaşması yapılıyor. Türkmenler ve Araplar dışlanıyor. Türkmenler, peşmergeler
ile beraber olmaya, birlikte hareket etmeye zorlanıyor. Bu doğru değildir. Irak
Türkleri ne pahasına olursa olsun sahip çıkılması gereken bizim
kardeşlerimizdir.
Sayın milletvekilleri, Doğu Türkistan’da yaşananlar da Türk
dünyasının en önemli konularının başında gelmelidir. Çin, Doğu Türkistan'ı
egemenliğinde tutmak için Uygurlara yönelik şiddet politikaları uygulamaktadır.
Türklüğü yok etmek, Çinlileştirmek için eğitim politikaları uygulanmaktadır.
Çince zorunlu eğitim dili yapılmıştır. Uygur kültür değerleri zayıflatılmaya
çalışılmıştır. Sincan Uygur Bölgesi’ne Çinliler yerleştirilmiş, nüfus
yoğunluğu, demografik yapı bozulmaya çalışılmıştır. Uygur Türklerine her geçen
gün baskı yapılmaktadır. Türkiye, Doğu Türkistan Türklerine sahip çıkmamış,
onların yaşadığı haksızlıkları dünya kamuoyuna yeterli şekilde duyurmamıştır.
Ayrıca, bunların yanında, Doğu Türkistan'ın sürgündeki lideri
Rabia Kadir'in ülkemize girişi engellenmekte, kabul edilmemektedir. Japonya,
Doğu Türkistan konusunda konferanslar tertip ediyor, dünyanın her tarafından
Doğu Türkistan liderleri davet ediliyor. Biz ise devlet olarak o toplantılara
katılmadığımız gibi, liderlerine bile ülkemize gelmeleri için izin vermiyoruz.
Bu doğru değildir.
Türk dünyasının her tarafında birçok sorun vardır. Bugün
Azerbaycan-Türkiye ilişkileri normal değildir. Azerbaycan toprakları işgal
altındadır. Türkiye dünyaya bu konuyu anlatmalı, Azerbaycan Türklerine yardım
etmelidir.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
4’üncü konuşmacı Sümer Oral, Manisa Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA SÜMER ORAL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığı,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu 2013
yılı bütçe tasarıları üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış
bulunuyorum. Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Küresel ekonominin kırılgan yapısı devam ediyor, gelişmiş
ülkelerde yaşanan düşük büyüme ve yükselen işsizlik oranı da aynen sürüyor. IMF
değerlendirmelerine göre, küresel büyüme oranı 2012 ve 2013 yıllarında kriz
öncesi dönemin yüzde 5-5,5’lar seviyesinin hayli altında, yüzde 3-3,5’lar
düzeyinde seyredecek. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise normal potansiyelin
altında, yüzde 2 veya çok az üstünde bir büyüme oranı bekleniyor. Euro
bölgesindeki bankacılık sektörü ile kamu maliyesi arasındaki karşılıklı olumsuz
etkilenmenin önü ise henüz alınamadı. Euro bölgesini en azından orta vadede
düşük büyüme oranlı bir dönemin beklediğinde hiç şüphe yok. Bu arada, uygulanan
istikrar tedbirleri bağlamında önemli bir uyarı da euro bölgesinde gözlerden
kaçmıyor: “İstikrar önlemlerini alırken aman dikkat, büyümeyi tamamen
öldürmeyelim.”
Bütün bunlar gösteriyor ki zor bir yılın hatta 2012’ye kıyasla
daha karmaşık bir yılın bütçesini tartışıyoruz. Geride bırakmakta olduğumuz
2012 yılı da esasen bütçe hedeflerinde ciddi sapmaların yaşandığı bir yıl oldu.
Yıl içinde gerçekleştirilen ek vergi tedbirlerine ve bir defaya mahsus gelir
kaynaklarına müracaat edilmiş olmasına rağmen 2012 yılı bütçe açığının yüzde 54
oranında bir sapma ile 21,1 milyar yerine 33,5 milyar Türk lirasına çıkacağı
anlaşılıyor. Yıl içi şayet bu tedbirlere gidilmemiş olsa idi bütçe açığı o
kadar daha büyük olacaktı. Büyüme hedefinde yüzde 25’lik bir sapma var. Son
açıklanan, bu yılın 3’üncü çeyreği büyümesi dikkate alınırsa bu sapmanın daha
da artacağı anlaşılıyor. Enflasyon öngörüsünde ise yüzde 35 oranında bir sapma
ortaya çıkmıştır. Beklenti ile gerçekleşenler arasındaki farkın kaynağında
2012’nin normal bir yıl gibi değerlendirilmiş olmasının payı büyük. Temenni
etmemekle birlikte, 2013 yılı bütçesinde de benzer bir tablo ile karşılaşma
ihtimali çok büyüktür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güçlü ekonomiler sağlam
kamu maliyesine sahip ekonomilerdir. Kamu kesimi finansmanında sağlıklı yapının
kalıcı olması yapısal düzenlemelerin sürekli olmasına bağlıdır. Geride
bıraktığımız on yılda bu alanda yani yapısal düzenlemelerde gereken
duyarlılığın gösterildiğini ne yazık ki ileri sürmek mümkün değil. Son
zamanlarda bazı girişimler olsa da hayli gecikmelidir ve yeterli düzeyde
değildir. Özellikle 2008 yılı öncesi bu açıdan kaçırılmış bir dönem olmuştur.
Bugün itibarıyla, gelir ayağı son derece sağlıktan uzak bir vergi sistemine
dayalı, gider ayağı ise esnekliğini büyük ölçüde yitirmiş, katı bir nitelik
kazanmış bütçe yapısı ile karşı karşıyayız.
Vergi gelirlerimiz içinde dolaylı vergilerin payı on yılda yüzde
65’lerden yüzde 69’lar düzeyine çıkmış, bu tablo gelir adaletini daha da bozmuş
ve reel ekonominin dengelerini de zedeler hâle gelmiştir. Zamanın Maliye Bakanı
2003 yılı bütçesini sunarken 2002 yılındaki yüzde 65 oranının yüksek olduğunu,
bunun mutlaka aşağıya çekileceğini belirtmişti. Oysa geçen on yılda aşağıya düşmeyi
bırakın, oran 4 puan daha artmıştır.
Sonuç itibarıyla, devletin giderleriyle gelirleri arasındaki zaman
ve mekân farklılığını giderecek olan Hazine Müsteşarlığının da işi bir hayli
zor hâle gelmiştir. Ülkemiz ekonomisinin temel yapısal sorunlarının başında
gelen iç tasarruf yetersizliği ve cari işlemler dengesindeki yüksek düzeydeki
açık önemini artırarak devam etmekte. İç tasarruf oranı 2002 yılında yüzde
20’ler seviyesinde iken bugün -yani 2012 yılında- yüzde 14’ler düzeyine
gerilemiş, cari işlemler açığı ise 2011 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın
yüzde 10’lar düzeyine çıkmıştır. Bu oran, bildiğiniz gibi, dünyada en yüksek
iki ülkenin açığıdır.
Ayrıca, cari açığın finansman kalitesi de giderek bozuluyor.
Doğrudan yatırım girişlerinde son yıllarda dikkat çeken gerilemeler söz konusu.
2003 ile 2012 arası 350 milyar dolar dış açıkla verilmiştir. 2003’ten önceki,
1923 ile 2003 arasındaki açıkla mukayese edecek olursak hakikaten korkutucu
farkların ortaya çıktığını görmüş olacağız. 2013 yılında da dış denge açısından
200 milyar dolar civarında döviz ihtiyacı var. Mutlaka bu döviz bulunabilir,
şüphesiz, faiz ve kur politikası aynen böyle devam etmek kaydıyla.
Üzerinde durmak istediğim diğer önemli bir konu da Türkiye’nin on
yıllık AKP döneminde daha borçlu bir yapıya dönüşmüş olduğudur. Ülkenin toplam
borçluluk oranı -kamu, artı, reel sektör, artı, hane halkı oran olarak ifade
ediyorum, nominal olarak değil- 2002 yılında millî gelirin yüzde 107,1’iydi.
Bugün yani 2012 yılında, Ağustos itibarıyla, bu oran yüzde 117,7 seviyesine
çıkmıştır. Yani on yılda Türkiye yüzde 10,6 oranında daha borçlu hâle
gelmiştir. Vatandaşımızı, halkımızı
doğrudan ilgilendiren hane halkı borcu yani vatandaşın borcu ise, 2002’de millî
gelirin yüzde 1,9’una tekabül ederken 2011’de yüzde 17,5’e ve 2012’de, Ağustos
ayı sonu itibarıyla yüzde 18,5 seviyesine yükselmiştir. Açıkça görülüyor ki
vatandaşlarımız reel olarak on yılda 10 kat daha borçlu duruma düşmüştür.
Vatandaş, herhâlde, bu borcu tüketmek için alıyor, gelirinin yetmeyen kısmını
borçla karşılamak için borca gidiyor. Demek büyüme, bu kesime fazlaca intikal
etmemiş.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle, sık sık
gündeme getirilen birkaç konu üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bunlardan biri,
IMF’e olan borcun ödenmesi meselesi. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı
döneminde, IMF’e ödenmekte olan borç yani bu on yılda ödenen borç, sadece daha
önceki hükûmet zamanında alınmış bir borç da değildir. AKP hükûmetleri, 2003
ile 2008 yılları arasında, IMF’ten 13 milyar dolar borç almıştır. Ödenen borç,
sadece 2002’de devralınan 22 milyarlık borç değil; ilaveten anapara olarak 13
milyar da borç ödenmiştir ama halka söylenen ise “Biz IMF’ten borç para
almadık. Biz, bize devredileni ödedik.” anlamına gelen ifadelerle dile getirilmektedir.
Bunu da sizlerle paylaşmak isterim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu, 21’inci asrın başında, 2000 yılında, bankacılık sektöründe
sisteme girmiş olan önemli bir düzenleyici ve denetleyici kuruluştur. Aynı
dönemde yani 2001 yılında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bağımsız bir
statüye kavuşturulması, sistemin standardını yükseltmek amacıyla Bankalar
Kanunu’nda yapılan köklü düzenlemeler sektörü güçlü bir yapıya dönüştürmüştür.
Nitekim, ülkemiz bankacılık ve finans sektörünün 2008 küresel krizinden
etkilenmemiş olmasında bu yeni yapının katkısı fevkalade büyük olmuştur.
Sermaye Piyasası Kurulu, geçtiğimiz hafta yeni kanununa kavuştu.
Bu yeni düzenlemenin, İstanbul’un dünyanın önemli finans merkezlerinden biri
hâline gelmesinin yolunu açması bizim için de büyük bir dilektir.
Bağımsız, düzenleyici ve denetleyici üst kuruluşlar, ülke
ekonomilerinin rekabet gücünü artıran ve onlara global krizler karşısında
mukavemet kazandıran çağdaş kurumlardır. Nasıl ki meydana gelen tabii bir
depremden zarar görme o depremin meydana geldiği yani deprem üstünden ne kadar
uzak olup olmadığına bağlı ise, burada da ona benzer bir durum var. O depremin
tahribatını azaltmak için nasıl ki yapıları sağlamlaştırırsanız, finansal veya
ekonomik depremlerde de yapılarınızı güçlendirmek durumundasınız. Eğer ekonomik
yapılarınızı güçlü tutmazsanız finans krizinden ne kadar uzak olursanız olun
etki altında kalırsınız. İşte, ekonomilerin gücünü artıranlar da bu yapılardır,
bağımsız ve düzenleyici kurumlardır ama bunlara kendi statüleriyle sahip olmak
gerekir.
Bu üst kuruluşlar, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, rekabet
açısından ve küresel depremler yönünden, mali depremler yönünden fevkalade
önemlidir ama bunların bağımsızlıkları, üzerinde titrememiz gereken
durumlardır, bu kurumların da vazgeçilmez niteliğidir. Kurumların bu
yapılarından da rahatsız olmamak lazım. İleri ülkelerde hep bunlar bu
niteliktedir. Son dönemlerde bağımsızlık ilkesinin ciddi ölçüde zedelendiğini
ortaya koyan örnekler görülüyor. Uzun yıllar sonrası sistemimize sağlanmış
fevkalade önemli bu tür kazanımlarımızı aman ucuz biçimde yitirmeyelim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri tekrar saygıyla
selamlıyor, bütçelerin de hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şimdi, şahsı adına söz isteyen Hasan Karal, Rize Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HASAN KARAL (Rize) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Diyanet İşleri Başkanlığımızın 2013 yılı bütçesiyle ilgili şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasa, kanun ve diğer mevzuatla
kendisine verilen görev ve yetkiler doğrultusunda İslam dininin inanç, ibadet
ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürüten, toplumu din konusunda aydınlatan
ve ibadet yerlerini yöneten bir kurumdur. Kendisine kanunla tevdi edilen görevi
en iyi şekilde yerine getirmeyi ilke edinen Diyanet İşleri Başkanlığı, doğru
bilgiye, tecrübeye, birlik ve beraberliğe, karşılıklı sevgi ve saygıya,
hoşgörüye, sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya önem verirken toplumumuzun
yaşadığı değişim, şehirleşme, göç, eğitim ve benzeri olguları da dikkate alan
ve bunları önemseyen bir hizmet anlayışını da yerine getirmektedir.
Cumhuriyetin başında, rahmetli Atatürk kurumları kurarken hem
Genelkurmay Başkanlığını hem de Diyanet İşleri Başkanlığını eş zamanlı ve aynı
kanunla kurmuştur. İkisinin de önemi ortadadır. Ülkenin bekası için ordunun ne
kadar önemi varsa Diyanet İşleri Başkanlığının da o kadar büyük önemi vardır.
Diyanet İşleri Başkanlığının yurt içi ve yurt dışındaki vatandaşlarımıza,
soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza yönelik irşat ve eğitim hizmetleri sadece dinî
açıdan değil millî, tarihî, sosyal ve kültürel değerler açısından da önem arz
etmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bilgi ve kaliteyi referans alan, sadece
cami cemaatine değil toplumun her kesimine hitap eden açık ve şeffaf bir kurum
olma niteliğine özen göstermektedir. Diyanet İşleri Başkanlığını mezheplere
veya tarikatlara veya başka yapılara göre yapılandırdığınız takdirde, o zaman
çok parçalı bir yapının ortaya çıkacağı da aşikârdır. Bugün herkes şunu iyi
biliyor ki Diyanet İşleri Başkanlığı mezheplerin ve tarikatların üzerinde,
İslam’ı Kur’an ve sünnete ve İslam’ın temel kaynaklarına göre inanç, kültür ve
ahlakıyla ilgili toplumu aydınlatmak, bilgilendirmek ve ibadet yerlerini
yönetmekle çok önemli bir görev ifa etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığına
verilen asli görevlerden birisi de yaygın din eğitimi konusudur. Bu alanda
Kur’an kursları ve eğitim merkezleri fiziki ve eğitsel açıdan yeniden gözden
geçirilerek iyileştirme çalışmaları devam etmekte olup gerek Kur’an kurslarında
gerekse hizmet içi eğitimlerde uygulanan programlar Hükûmetimiz döneminde
güncellenmiştir. Kur'an kursları, toplumsal talepler sonucu ortaya çıkan hizmet
çeşitliliği göz önünde bulundurularak eğitim, öğretim ve sosyal etkinlikler
açısından geçmişte uygulanan yasaklar önemli ölçüde Hükûmetimiz döneminde
kaldırılarak yeniden yapılandırılmış ve daha da işlevsel hâle getirilmiştir.
Etkinliklerin sayısının artırılması, geliştirilmesi ve desteklenmesi AK PARTİ
iktidarının akılcılığa ve bilimselliğe verdiği önemin göstergelerindendir.
Hükûmet olarak hedefimiz: Soydaşlarımız ve insanlığın ihtiyaç duyduğu her
ülkeye din hizmeti sunmak ve çağlar üstü olan İslam’ı bütün insanlığın doğru
algılamasına vesile olacak çalışmalara destek olmaktır.
Diyanet İşleri Teşkilatı Yasası 1979’da Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmiştir. Kanun, defalarca ele alınmasına rağmen
çıkarılamamıştır. Diyanet İşleri, otuz bir yıl genelgelerle idare edilmeye
çalışılmış, Hükûmetimiz döneminde bu yamalı bohça kanun ele alınarak Diyanet
İşleri Başkanlığı yeniden yapılandırılmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan vaizler, imam-hatipler
veya başka bazı görevliler herhangi bir suç isnadı olduğu zaman diğer devlet
memurları gibi ceza hukuku anlamında memur kabul edilmiyorlardı. Onlarla ilgili
doğrudan inceleme, soruşturma, yargılama yapılabiliyordu. Eşitlik ilkesine
aykırı olan bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesi ve hukuk devletinin gereklerine
uygun olarak yeniden düzenlenmiştir.
12 yaş sınırıyla alakalı olarak kanunda yer alan ve insan hakları
ve eşitlik ilkesiyle bağdaşmayan bir yapı vardı. Çocuklar Kur'an öğrenmeye
gittiği zaman 12 yaş engeli yaz Kur’an kursları için söz konusuydu. Böylesine
çağ dışı bir yasak artık ortadan kaldırılmıştır.
Engelli vatandaşlarımızın durumunu dikkate alarak camilerimizin
fiziki şartlarının engellilere uygun hâle getirilmesi ve hutbelerin işaret
diliyle okunması çalışmaları devam etmektedir. Bugün itibarıyla 17 ilimizde 22
camide hutbeler işaret diliyle engelli vatandaşlarımızın istifadesine
sunulmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidar muhalefet, bütün
siyasi partilerimizin üstüne titrediği, zarar görmesini istemediği, toplumumuzun
temel taşlarından olan Diyanet İşleri Başkanlığımızın 2013 yılı bütçesinin
milletimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi
tekrar en kalbî duygularımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şimdi Hükûmet adına söz isteyen Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kurumlarımızın bütçeleri üzerinde söz alan, değerli fikirlerini
buradan paylaşan bütün arkadaşlarıma, iktidar muhalefet partilerinin
temsilcilerine çok teşekkür ediyorum.
Ben, kısaca, 2 kurumumuz, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı
ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı üzerinde duracağım. Vaktim kısa. Ben,
dün de konuştuğum için Bekir Bey ve Ali Bey’e daha fazla vakit bırakıyorum.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı, bilindiği gibi, operasyonel bir kurum değil; terörle mücadelede
daha çok strateji üretmek üzere ve koordinasyonu sağlamak üzere kurulan bir
kuruluşumuz. Bir de, yine bu koordinasyonun bir parçası da ülkemizdeki
istihbarat birimlerinin stratejik istihbaratını alarak onları birleştirme ve bu
konuda yine faydalanma. Bu anlamda çalışmalarını sürdürüyor. Benim İçişleri
Bakanlığım döneminde kurulmuştu, şimdi Başbakanlığa bağlı ve yine benim
sorumluluğumda.
Burası, başta da ifade ettiğim gibi, operasyonel bir kurum değil
ama çok iyi analizler yapılıyor burada, çok iyi araştırmalar yapılıyor; algı
araştırmaları yapılıyor, toplumsal araştırmalar yapılıyor ve bunlar analiz
edilerek, değerlendirilerek kurumlarımızla da paylaşılıyor.
Bildiğiniz gibi, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanlığını
yürütüyorum. Bu manada koordinasyonumuz orada, bütün kurumlarımız orada ve Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ürettiği veriler orada tabii
değerlendiriliyor. Ayrıca, bu kurumumuz terörle mücadele eylem planını
çalışmıştır, geçen yıl tamamlamıştır, bu onaylanmıştır, Millî Güvenlik Kurulunda
da onay görmüştür, her kurumumuzun bu konularda yapacakları vardır, onları da
kurumlarımızla şu anda paylaşıyor.
Uluslararası alanda ise özellikle Avrupa kesiminde Dışişleri
Bakanlığımızla birlikte önemli çalışmaları yürütüyor.
İstihbarat Koordinasyon Merkezimiz şu anda, tam olarak çalışıyor.
İstihbarat birimlerimizden de buraya birer temsilci alındı ve bizim Kamu
Güvenliği Müsteşarlığı bünyesinde, o koordinasyonda sürüyor. Önümüzdeki dönemde
buradaki çalışmalar daha da artacak, ona inanıyorum. Burada ayrıca ciddi bir
arşiv, bilgi merkezi, bu konudaki uluslararası gelişmelerin değerlendirildiği
çalışmalar da söz konusu.
Burada gündeme getirilen konuşmalarda iki husus: Yabancı personel:
Burada, şu anda yabancı uzman çalışmıyor.
İkincisi: Burada Sayın Akat’ın dile getirdiği, buranın dinlemeyle
vesaireyle, operasyonel işlerle bir ilgisi yoktur. Dinleme hukukumuzda
bellidir, hangi kurumların yapacağı, yargı kararlarıyla yapılacağı.
Örtülü ödeneği küçük bir miktar vardır, doğrudur ama baktım geçen
yıllarda yüzde 20’si bile kullanılmamış. Bütün güvenlik birimlerinin zaten
örtülü ödeneği mevcuttur.
AFAD’la ilgili ise söyleyeceğim şunlar: AFAD, biliyorsunuz yeni
kuruldu, iki yıl önce kuruldu. Ülkemizde afetle, acil durumla ilgili değişik
kurumlar vardı, bunun koordinasyonunu sağlasın diye kuruldu ve bütünleşik afet
yönetimi sistemiyle önceliği kriz yönetimi olan anlayış yerine önceliği risk
yönetimi olan bir anlayışa geçildi. Bu model afet ve acil durumların sebep
olduğu zararların önlenmesi için tehlike ve risklerin önceden tespitini, afet
olmadan önce meydana gelebilecek zararları önleyecek ve en aza indirecek
önlemlerin alınmasını ve afet ve acil durumlarda etkin müdahale ve
koordinasyonun sağlanmasını öngörmektedir ve işte AFAD bunlarla ilgili
çalışmalar yapıyor. Neler yapıyor, kısa kısa geçiyorum:
Şu anda gerçekten, ilk defa Türkiye’de bir afet yönetimi,
tarihimizin ilk stratejik belgesi UDSEP hazırlandı. Bu belge ile doğrusu,
depremle ilgili, afetle ilgili bütün kurumlarımızın sorumlulukları belli,
Türkiye’nin ne yapacağı belli ve bu 2023 yılına kadar bu çalışmalar
tamamlanacak ve şu anda bununla ilgili adımlar atıyoruz. Bu Ulusal Deprem
Strateji ve Eylem Planı, UDSEP 2023, depremlerin neden olabilecekleri fiziksel,
ekonomik, sosyal ve çevresel politik zarar ve kayıpları önlemek veya etkilerini
azaltmak ve depreme dirençli, güvenli, hazırlıklı ve sürdürülebilir yeni yaşam
çevreleri oluşturmak; bunun için çalışıyor, çok kapsamlı ve kökten çözümler
üzerinde çalışıyoruz. Özellikle, 2012 yılı bu manada, yeni bir planlama için
yoğun geçti. 2013 yılının başından itibaren AFAD’ın topluma açık, kamuoyuna
açık çalışmalarını daha çok göreceksiniz.
2012 yılında neler yapıldı? Kentsel Dönüşüm Yasası çıkarıldı,
Çevre Bakanlığımız bunu yürütüyor. Afet Sigortaları Yasası yenilendi, artık,
sigorta yaptırmayan elektrik aboneliği bile alamayacak evine, dolayısıyla, onu
çok önemli görüyoruz. MTA’nın diri fay haritası yenilendi, Ulusal Deprem
Araştırma Programı devreye girdi, Afet Risklerinin Azaltılması Ulusal Platformu
kuruldu, bütünleşik afet tehlike haritalarının üretilmesi projeleri başlatıldı.
Bu manada, gerçekten geleceğe dönük çok kapsamlı çalışmalar yürütülüyor.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Hiçbir şey yok ortada.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özellikle bizim, AFAD’ın 2013-2017 kendi stratejik planı
çerçevesindeyse bütünleşik risk ve afet yönetimi sistemi kuruluyor. Afet
yönetimi standartlarını geliştirme ve hâkim kılma, afete hazırlık için ulusal
eğitim seferberliği, sürekli gelişen ve öğrenen kurum olma yani afetlere daha
dirençli bir toplum olma şu andaki çalışmamızın odağını oluşturuyor.
Burada değerli konuşmacılar da dile getirdiler, aklın yolu bir,
bunu Türkiye mutlaka başaracak. Evet, belki çok bina da yıkılacak ama bunları,
bu riskleri göze alacağız yani Türkiye’nin geleceği için, insanımızın hayatının
kaybolmaması için bunları yapacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim çalışmaları
kapsamında 2013 yılı, afet farkındalığı ve duyarlılığın artırılması adına
eğitim seferberliği yılı olacak inşallah. “Afete hazır aile”, “Afete hazır
okul”, “Afete hazır iş yeri”, “Afete hazır gönüllü gençler” gibi çok ciddi
projeleri 2013 yılının başından itibaren uygulamaya başlayacağız.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Geçen sene de “2012” diyordunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu anda Türkiye’yle ilgili, daha hazırlıklı olma anlamında da
bir alan çalışmamız var. Kalan sürede onlardan bahsedeyim.
Şu anda Türkiye’yi 15 bölgeye ayırdık. Bu, 2012 yılında yaptığımız
bir çalışmadır. Bu bölgelerde o yörelerimizin afet riski göz önüne alınarak
nelerin bulunması; çadırından ısıtıcısına, ilk andaki acil arama kurtarma
malzemelerine kadar her şey hazır olacak. Bunu Kızılayla birlikte yürütüyoruz
ve bölgelerimize, mevsimlere, Türk aile yapısına uygun çadırları -içinde bölmeleri falan olan- şu
anda 65 bin tane ürettik ve bu 100 bine ulaşacak ve böyle bir sisteme de
inşallah geçiyoruz.
Geçici barınma merkezlerinin afet öncesinde belirlenmesi, bu
merkezlerin alt yapılarının hazır hâle getirilmesi çalışmalarını da başlattık.
Türkiye'nin risk bölgeleri belli. Her açıdan artık -Allah korusun, inşallah
afet görmeyiz ama- afet olduğu anda nerede ne yapılacak; bunu, hepsini bilir
duruma geleceğiz.
Kurumlarımızla ilgili de, yakın zamanda 11 bakanımızın katıldığı,
bu konudaki Afet Acil Üst Kurulumuzda da bunu kararlaştırdık. Şu anda bütün
kurumlarımızla bunlar görüşüldü. Artık, bundan sonra böyle bir şey olduğunda
kim ne yapacak, hangi kurumumuz ne yapacak, bu belli. Düğmeye basıldığında
Türkiye’deki bütün kamu, sivil, yerel kuruluşlarımız ne yapacağını biliyor ve
harekete geçecek. İnşallah afet olmaz ama bir şey olduğunda hiçbir şaşkınlık
olmayacak, malzemeler en yakın depolarda hazır olacak, kurumlarımız hemen
harekete geçecek. Biz bu sistemi çok önemli görüyoruz, bu konuda çok kararlı
şekilde çalışıyoruz ve Hükûmetimiz de, bütün bakanlıklarımız da bu konuda
üzerine düşeni yapacak ve doğrusu bunu da çok önemli, değerli görüyoruz.
Tabii, AFAD’ın şu anda yürüttüğü çok önemli çalışmalar var. Burada
değerli arkadaşlarım bahsettiler -Sayın Burhan Kayatürk ve Hacı Bayram
Türkoğlu- bir Van olayı yaşadık. Hamdolsun, yüzümüzün akıyla onun içinden
çıktık. Şu anda, bugün sayısı 138 bine çıkmış Suriyeli sığınmacılar var.
Bunlarla ilgili bütün çalışmaların koordinasyonunu AFAD yürütüyor. Bunların
barınması, beslenmesi, eğitimi okul çağındakilerin, sağlık hizmeti, hepsini
yine bu koordinasyonla yürütüyoruz.
Ben kurumlarımızın bütçelerine ilginiz için, desteğiniz için
teşekkür ediyorum, hepinizi en derin saygıyla selamlıyorum, sağ olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Bakan, Diyanetle ilgili hiçbir
soruya cevap vermediniz.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Aynı şeyleri 2011’de de söylemiştiniz
2012 için; 2012’de de aynı şeyleri 2013 için söylüyorsunuz.
BAŞKAN – Yine Hükûmet adına
2’nci konuşmacı Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı ile Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının
bütçeleri hakkında yapılan değerlendirmelere cevap vermek ve Hükûmetimizin
görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle değerli heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Anayasa, kanun ve ilgili diğer mevzuat
hükümleri Diyanet İşleri Başkanlığına İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak
esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve
ibadet yerlerini yönetmek görevini yüklemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı
cumhuriyetimizin en eski ve en köklü kurumlarından birisi olarak bugüne kadar
İslam dininin doğru öğretilmesi, öğrenilmesi doğru anlatılması anlaşılması ve
ibadet yerlerinin yönetilmesi konusunda çok önemli görevler ifa etmiş,
ülkemizin birlik ve beraberliğinin, dirlik ve düzeninin âdeta bir çimentosu
olmuştur. Bugün personel sayısı itibarıyla da ülkemizin en ücra yerlerine
varıncaya kadar görevlisi bulunan kurumlarımız arasında yer alıyor.
Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’nin her yerinde olan ve her
yerinde hizmet üreten büyük bir teşkilatımızdır. Ben bu vesileyle, Diyanet
İşleri Başkanlığında görev yapan bütün arkadaşlarımıza, yaptıkları görevlerden
dolayı teşekkür ediyorum.
Burada, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesiyle ilgili
değerlendirmeler yapılırken, tabii, Diyanete ayrılan bütçe miktarının fazlalığı
üzerinde müteaddit kereler duruldu ve eleştiriler yapıldı. Bir hususun altını
özellikle çizmek isteriz ki, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi fazla bir
bütçe değildir; yaklaşık yüzde 96’sı personel giderlerini karşılayan bir
bütçedir, yatırım bütçesi neredeyse yoktur. Böylesi bir yapıyla, Diyanet İşleri
Başkanlığı, hem Türkiye’nin içinde hem de yurt dışında çok büyük faaliyetlere
imza atmaktadır, bundan sonra da atmaya devam edecektir.
Burada bizim belki üzerinde durup Hükûmeti eleştirmemiz gereken
şey “Diyanetin yatırım bütçesini niye artırmıyorsunuz? Neden daha fazla buraya
yatırım ve diğer ihtiyaçları karşılayacak kaynaklar koymuyorsunuz?” diye
eleştiri almış olsak, o zaman, “Belki daha haklı şeyler söylüyor
arkadaşlarımız.” diyebiliriz ama “Diyanet İşleri Başkanlığında çalışanların
maaşlarını ödemesin Hükûmet.” deniyorsa o ayrı bir şey. Ama yok, “Bu paralar
nereye gidiyor?” diye baktığınızda, her defasında rakamları açıklıyoruz. Bu
paralar, personel giderleri ve işletmelerin aydınlatma, telefon ve benzeri cari
giderlerine gidiyor.
Türkiye’de yapılan bütün camilerin tamamı hayırsever
vatandaşlarımızın kurdukları dernekler ve vakıflar aracılığıyla yapılıyor;
devletin bütçesinden bu noktada herhangi bir kaynak aktarımı söz konusu
değildir. Zaman zaman, yapılan inşaatlara çok cüzi bir miktarda destekler
sağlanmaktadır. Bugün, Türkiye’de yapılan bütün camiler, bütün ibadethanelerin
tamamı milletimizin gönül hazinesinden verdikleri katkılarla yapılmaktadır. Diyanet
İşleri Başkanlığı hizmetlerine devam ederken, tabii, personeliyle bunu yapıyor;
bu personelin de kalitesini artırmak için önemli çalışmalar yapıyor. 1990’lı
yıllarda İlahiyat Ön Lisans Tamamlama Programı’nı, daha sonra İlahiyat Lisans
Tamamlama Programlarını başlatarak eğitim seviyesini yükseltici adımlar attı.
Hizmet içi eğitim kapsamında Diyanet eğitim merkezleri kuruldu. Bugün
Türkiye’mizin tam 16 yerinde Diyanet eğitim merkezleri hizmet içi eğitim
yoluyla din görevlilerimizin daha iyi bir şekilde hizmet vermeleri konusunda
çalışmalar yapmaktadır. Ayrıca, dinî yüksek ihtisas merkezleri oluşturuldu,
kanunla 10 tane kurulması öngörülüyor. Bugüne kadar 3 tanesi faaliyete geçti,
önümüzdeki günlerde diğerleri de faaliyete geçecektir.
Bunun yanında, tarihî nitelikteki camilerin tanıtılmasının ehil
kişiler tarafından yapılmasını temin etmek maksadıyla 250 cami rehberliği
kadrosu ihdas edildi. Bundan sonra camilere gelen, ziyarete gelen turistlere
veya başka maksatlarla gelenlere, bu noktada, ehil insanlar, camiyi bilen,
caminin kültürünü bilen kişiler tarafından doğru bilgilerin verilmesi
sağlanacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı yaygın din eğitimi konusunda da önemli
görevler yapmaktadır. Bir yandan hutbelerle, bir yandan vaazlarla, bir yandan
konferanslarla, bir yandan seminerlerle, panellerle, öte yandan çıkardığı
yayınlarla bu alanda önemli adımlar atmaktadır. En son olarak, Peygamber
Efendimizin hadislerinden oluşan bir hadis külliyatını, “Hadislerle İslam” adlı
eseri yayımladı ve Avrasya İslam Şûrası’nda da bunu Türkiye ve dünya kamuoyuna
tanıttı.
Bugüne kadar 5 tane Dinî Yayınlar Kongresi tertip edildi.
Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet TV’yi kurdu. 2012
yılında TRT’yle yapılan protokol çerçevesinde Diyanet TV kuruldu. TRT Anadolu
üzerinden Diyanet TV yayın yapmaktadır. Şimdilik test yayın yapıyor, bir zaman
sonra bu yayın normal yayına dönecek ve yirmi dört saat süreyle yayın yapan bir
televizyon hâline gelecek.
Tabii, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın din hizmeti
ihtiyacını gidermek maksadıyla da pek çok çalışmanın altına Diyanet İşleri
Başkanlığımız imza atmıştır. Oradaki vatandaşlarımıza şu an itibarıyla 1.804
görevliyle hizmet vermektedir. Ayrıca, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın
bulundukları ülkelerin bazıları Türkiye’den din görevlisi kabul etmediği için
oralara din görevlisi ihtiyacını karşılamak maksadıyla Uluslararası İlahiyat
Projesi’ni başlattık. Yabancı ülkelerin vatandaşı olan soydaşlarımız burada
ilahiyat eğitimi alarak döndüklerinde orada daha iyi hizmet verme konusunda
çalışmalar yürütmektedirler ve bunun gibi pek çok çalışmayı Diyanet İşleri
Başkanlığımız sürdürmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığıyla TİKA -esasında aynı zamanda Diyanet de bir boyutuyla-
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla da ilgili, soydaşlarımızla ilgili,
akrabalarımızla ilgili teşkilatlardır.
Burada, değerli konuşmacılar Türk dünyasıyla ilgi konusunda
eleştirilerde bulundular. AK PARTİ hükûmetleri Türk dünyasıyla daha yakından
ilgilenmek, aramızdaki din, dil, kültür, tarih, ekonomi, siyaset ve benzeri
köprüleri daha güçlendirmek ve daha da ileri adımları atmak için çok önemli
adımlar attı, çok önemli kararları hayata geçirdi. Bunları müsaadenizle
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunların başında en önemli yapı TİKA’dır. Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı Başkanlığı 92’de kurulduğu zaman sadece belli bölgelere
öncelik veren bir yapıyla kuruldu esasında, kanuna baktığımızda da onu
görüyoruz. Öncelikle Türk dünyasından bahsediyor ama yanında da başka şeyleri
söylüyor. “Başta Türk dilinin konuşulduğu cumhuriyetler ve Türkiye’ye komşu
ülkeler olmak üzere gelişme yolundaki ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olmak…”
diye kanun devam ediyor.
Şimdi, Türk dili konuşan ülkeler, komşu ülkeler ve gelişmekte olan
ülkeler. Biz ne yaptık? Türk dili konuşan ülkelerle ilgili önemli adımlar
attık, komşu ülkelerle ilgili önemli adımlar attık. Daha da ileri adım atarak
bu kanunun amacına uygun olarak TİKA’yı yeniden yapılandırdık ve bugün beş
kıtada hizmet veren bir teşkilata dönüştürdük. Biz geldiğimizde TİKA’nın yurt
dışındaki ofis sayısı 12 taneydi, şu anda bunun sayısını 33’e çıkardık, hizmet
ettiği ülke sayısı da neredeyse 20’yi bulmuyordu, şu anda 100’den fazla ülkede
kalkınma merkezli hizmetleri TİKA’mız yürütmektedir.
Bakın değerli arkadaşlarım, TİKA, 2002 yılında toplam 86 milyon
dolar kalkınma yardımı yaparken, OECD Kalkınma Yardımları Komitesinin
normlarına göre 2011 yılında bu miktarı 27,5 kat artırmak suretiyle 2 milyar
363 milyon dolara çıkarmıştır. Bu, büyük bir rakamdır. Sadece 2011 yılında 1 milyar 273 milyon dolar bu
yardımların resmî kalkınma yardımlarıdır, geri kalanı ise STK’lar ve diğer
yollarla yapılan yardımlardır. O nedenle OECD’nin Kalkınma Yardımları Komitesi
(DAC), Türkiye’yi yükselen donör ülke ilan etti ve bu konuda yıldız ülkelerin
arasına koydu ve başkanı bizzat Türkiye’ye gelerek -Sayın Babacan’a da gitti,
bana da geldi- Türkiye'nin DAC’a üye olması için davetini iletti. Türkiye pek
çok uluslararası kuruma üye olmak için uğraşırken şimdi bakıyorsunuz “Gelin bize üye olun.” diyen bir
başka yapı var. İşte bu, Türkiye'nin gücünün, Türkiye'nin kuvvetinin bir
göstergesidir.
Bir başka konu: TİKA, AK PARTİ iktidar olana kadar geçen zaman
içerisinde 1992 ila 2002 yıllarında toplam 2.241 proje hayata geçirirken, bizim
iktidarımız döneminde, on yıl içerisinde 10.086 proje hayata geçirdi; bunların
içerisinde 2012 rakamları da yok. Rakama baktığınızda, ortaya çıkan sonuca
baktığınızda biz Türkiye'nin gücünü, imkânlarını, Türk dili konuşan ülkeler,
akraba topluluklar, kalkınma yardımına ihtiyaç duyan yerler olmak üzere her
tarafa yaydık, yaymaya özen gösteriyoruz.
Peki, nereye gitti bu projeler diye baktığınızda, orada da çarpıcı
rakamlar var. 2011 yılı rakamlarını veriyorum fazla geriye gitmeden: Projelerin
805’i Kafkaslar ve Orta Asya’da gerçekleştirilmiş; 425’i Balkanlarda
gerçekleştirilmiş; 202’si ise Orta Doğu ve Afrika bölgelerinde
gerçekleştirilmiştir. Hani Türk dünyası ihmal edilmişti, Balkanlar ihmal
edilmişti; yok öyle bir şey. Biz Türk dünyasının her yerinde, Balkanların her
yerinde, ecdadımızın ayağının, eserinin dokunduğu, olduğu her yerde olmaya özen
gösterdik. Bugün, Moğolistan’a gidin, orada Bilge Kağan ve Kül Tigin
abidelerinin…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Erbil’de var mı Erbil’de, Süleymaniye’de,
Dohuk’da, Zaho’da…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Gittiğinizde, Türkiye
Cumhuriyeti tarafından, AK PARTİ döneminde restore edildiğini, 46 kilometrelik
yolun sıcak asfalt yapıldığını göreceksiniz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Moğolistan’dan biraz yakına gel yakına.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Gittiğinizde,
Makedonya’da Üsküp’te Mustafa Paşa Camisi, Kosova Prizren’de Sinan Paşa Camisi
sizi selamlayacaktır saygıyla. TİKA tarafından onarılarak hizmete açıldı. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Yine, Kazakistan’da, Kırgızistan’da,
Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Azerbaycan’da, nereye giderseniz gidin, onlarca
demiyorum, yüzlerce proje sizleri selamlayacaktır orada, ay yıldızlı al bayrağı
taşıyan TİKA’nın logosuyla beraber. Her yerde varız; her yerde olmaya özen
gösteriyoruz.
Yaşadığım bir hatırayı paylaşmak isterim: Karadağ’da Pljevlja
kentinde, orada bir camiyi ziyaret ediyoruz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Siz etnik milliyetçiliğe karşıydınız.
Moğolistan’da ne işiniz var?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Diyanet işleri
başkanı dedi ki: “Buranın acıklı bir hikâyesi var:” “Nedir bu hikâye?” diye
sorduğumda “1911’de bu cami tamir edilsin diye Osmanlıya mektup yazmış
atalarımız ama 1912’de biz ayrıldık Osmanlıdan. Mektuba cevap gelmedi. Tayyip
Bey Başbakan olunca hâlimizi bir kez daha arz ettik. Talimatıyla burası restore
edildi. 2011 yılının Ramazan ayı, Kadir Gecesi’nde yeniden ibadete açıldı.”
dedi. Arkasından ilave etti: “Sayın Bakanım, bir daha bizim mektuplarımıza
cevap vermek için lütfen yüz sene beklemeyin.” dedi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hülagû’nun mezarını da restore edin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi, dünyanın
neresinde olursa olsun Türkiye’ye yazılan mektuplar anında cevabını buluyor.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan, Kerkük, Kerkük…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – “Kerkük’e gidilmedi,
Kerkük’le ilgilenilmedi.” diyor.
Bakın, yetmiş beş yıl aradan sonra Kerkük’e giden ilk Bakan bu
hükûmetlerin Dışişleri Bakanı oldu.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ne oldu, ne oldu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Sayın Ahmet Davutoğlu gitti. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Şimdiye kadar niye gidilmedi?
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan, Kerkük’ten vazgeçtiniz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Yok öyle bir şey!
Bakın, Urumçi’ye giden ilk Türk Başbakan Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Bakın, milletvekillerini yanıltmayın,
doğru bilgi verin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bugüne kadar bunlar
konuşuldu ama biz icraatını yapıyoruz. Urumçi’de de varız, Kerkük’te de varız,
Afrika’da da varız, dünyanın her yerinde varız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kürdistan’da yoksun, Kürdistan’da!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Çünkü Yurtdışı
Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığını nerede bir vatandaş, nerede bir
soydaş, nerede bir akraba varsa orada olma şiarıyla kurduk ve o şiarla da
hareket ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Etnik milliyetçi, Moğolistan’da varsın!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bakın, dünyanın her
yerinde bize soruyorlar, Türkiye’de de soruyorlar, emin olun, Orta Doğu’da da
soruyorlar, Batılılar soruyor, başka muhataplar soruyor, onlar bizim niyetlerimizi
sorguluyor.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) –Takdiri size
bırakıyorum.
Bütçenin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok yalan şeyler söyledin Bekir Bey!
BAŞKAN - Hükûmet adına son konuşmacı Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığımızın, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumumuzun, Sermaye Piyasası Kurulumuzun 2013 bütçesi üzerinde söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya 2008-2009 yıllarında
girdiği küresel ekonomik ve finansal krizden hâlâ çıkabilmiş değil. Bu kriz
safhalar değiştirerek, fazlar değiştirerek devam ediyor. Özellikle gelişmiş
ülkelerdeki sorunlar gün geçtikçe derinleşiyor. Bugün, Avrupa Birliğine
baktığımızda pek çok ülkede ciddi bankacılık sorunlarının ve çok yüksek kamu
borç sorunlarının olduğunu görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nin şu anda
kamu borcu millî gelirinin yüzde 100’ünü geçmiş durumda. Yine önümüzdeki
dönemle ilgili Avrupa Birliğinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve hatta 3’üncü
büyük ekonomi olan Japonya’da nasıl bir ekonomi politikası uygulanacak diye
sorduğunuzda maalesef bunun cevabını da göremiyorsunuz, ciddi bir kararsızlık,
ciddi bir belirsizlik söz konusu.
Özellikle bu yıl gelişmekte olan ülkelerde de bu krizin etkilerini
görmeye başladık. Çin’de, Hindistan’da, Brezilya’da büyüme rakamları aşağı
doğru revize edildi. Aslında geçen senenin bu dönemiyle bugünü şöyle bir
mukayese edecek olursak dünyanın büyümesi, gelişmiş ülkelerin büyümesi,
gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları hep aşağı doğru revize edildi. İşte,
böylesine bir derin krizde, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın gördüğü
en derin krizde Türkiye ekonomisi çok şükür pek çok alanda gayet güzel bir
performans sergiliyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Büyüme hızı kaç oldu büyüme hızı? 1,6.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) - Bunda tabii
Türkiye’deki siyasi istikrarın ve güçlü bir siyasi iradenin çok önemli etkisi
var, payı var ama bizim uyguladığımız ekonomi politikaları da gerçekten iyi
sonuçlar almamıza çok önemli katkıda bulundu. Kriz öncesinde, 2008 öncesinde
yapmış olduğumuz pek çok reform, bankacılık reformu, kamu mali yönetim ve
kontrolüyle ilgili reform ve özellikle sosyal güvenlik ve sağlık alanında
yapmış olduğumuz reformlar, bütçe açığımızı düşürmüş olmamız, kamu borç
stokumuzu düşürmüş olmamız, bütün bunlar bizi krize güçlü bir yapıyla beraber
getirdi. Şu anda krizin en önemli iki sorun alanı: Kamu borcu ve bankacılık.
Türkiye, her iki alanda da güçlü bir şekilde bu döneme girdi. Zaten bunun
içindir ki bu krizin etkisi Türkiye üzerinde oldukça sınırlı kaldı.
Sadece kriz öncesinde yaptıklarımız değil, kriz döneminde
yaptıklarımız da Türkiye’yi ayrıştırdı. Bir yandan ihracatımızın yarıdan
fazlasını yapmakta olduğumuz -ki 2009 itibarıyla durum öyleydi- Avrupa Birliği,
bir yandan özellikle finans ve ticaret konusunda karşı karşıya kaldığımız zor
dış yapı, zor dış konjonktür ama öte
yandan dönemin gereği uyguladığımız politikaları beraberce düşündüğümüzde çok
şükür güzel sonuçlar elde ettik. Kriz döneminde Avrupa’da pek çok ülke kamu
harcamasını artırarak, kamu açıklarını artırarak, daha fazla borçlanarak krizi
aşmak yönünde kararlar alırken, biz, tam tersine bir yol izledik. Biz dedik ki:
“Devlete güven esastır. Biz kamu açığımızı da, bütçe açığımızı da düşürmeye
devam edeceğiz ve borç stokumuzu da düşürmeye devam edeceğiz.” 2009’da
açıkladığımız Orta Vadeli Program’ın asıl can alıcı noktası budur ve bu
programı açıkladıktan sonra -ki şu anda üçüncü yılındayız o programın-
Türkiye’de kamu borç stoku düşmeye devam etti ve Türkiye’deki bütün güven
göstergeleri yükseldi.
Son iki yıldır özellikle iç tüketim ağırlıklı bir ekonomik yapıya
karşı da tedbirler almaya başladık. 2010’da, 2011’de çok yüksek büyüme oranları
gördük, doğru ama bu büyümenin içerisinde özellikle iç tüketim hele hele
halkımızın bankalardan kredi çekerek, harcayarak bu şekilde oluşturmuş olduğu
büyüme bizi açıkçası korkuttu. Dolayısıyla daha istikrarlı, daha sağlam bir
zeminde yürüyebilmek adına bankalarımızla ilgili tedbirler aldık, para
politikasıyla ilgili tedbirler aldık ve bu yıl geçen yıla göre iç tüketim hemen
hemen başa baş gidiyor ve bu yılın büyümesi de ağırlıklı olarak dış talep
ağırlıklı bir büyüme. Zaten bunun içindir ki ekonomimizde çok önemli ve
başarılı bir yeniden dengeleme sürecini yaşamış olduk 2012 yılında. Enflasyon
geçen sene yüzde 10’un üzerinde kapanmıştı biliyorsunuz, şu anda kasım sonu
itibarıyla yüzde 6,37’ye inmiş durumdayız. Cari açık geçen sene yüzde 10’u
görmüştü, bu yıl inşallah yüzde 7 civarında bir cari açık göreceğiz.
Büyümeye gelince: 2010-2012 büyüme rakamına baktığımız zaman
Türkiye’nin, bu, Avrupa Birliği ve OECD ülkeleri içerisindeki en yüksek büyüme
oranını bize gösteriyor. 2013’te de yüzde 4’lük hedefimiz, yine Avrupa
Birliği’nin, Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi olacağını gösteriyor bu
rakam bize.
İstihdam konusunda da güzel sonuçlar elde ettik. 2009 krizinin o
en derin günlerinden bu yana Türkiye’de toplam çalışan sayısı 4 milyon kadar
arttı ve Uluslararası Çalışma Örgütü ILO üyeleri içerisinde Türkiye, işsizlik
oranını en hızlı düşüren ülke olarak ilk sırada yer alıyor bu dönemde.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de bir yandan
toplam ekonomi büyürken, kişi başına düşen millî gelir büyürken bir yandan da
bu gelirin daha adil bir şekilde dağıldığını görüyoruz, bu da istisnai bir
durum. OECD’nin geçen sene aralıkta açıkladığı gelir dağılımı raporuna göre
Türkiye tüm OECD ülkeleri içerisinde gelir dağılımını en hızlı düzelten ülke.
OECD ülkelerinin çoğunda gelir dağılımı hızla bozulurken Türkiye gelir
dağılımının düzeldiği az sayıda ülke grubu içerisinde ve bu grup içerisinde de
bir numaralı sırada yer alıyor, gelir dağılımını en hızlı düzelten ülke olarak.
Zaten mutlak yoksulluk göstergelerine baktığımız zaman da bunu görüyoruz.
Bakın, bizim artık 2,15 doların altında geliri olan bir nüfusumuz, çok şükür,
kalmadı. 4,3 doların altındaki nüfusumuza bakıyoruz: 2002 yılında yüzde 30,3’tü
en son TÜİK’in birkaç gün önce açıkladığı rakamda bu yüzde 2,79’a indi ve
Türkiye inşallah 2015 yılı itibarıyla Dünya Bankasının sınıflamasına göre
yüksek gelirli ülke grubuna girecek. Biliyorsunuz, 4 grup ülke var dünyada: Az
gelirli ülkeler -orta gelirli ülkeleri ikiye ayırıyoruz- alt orta gelir, üst
orta gelir, bir de yüksek gelir. Şu anda Türkiye üst orta gelir ülke grubunda
ve inşallah 2015’te Dünya Bankası sınıflamasına göre yüksek gelirli ülke
grubuna Türkiye girecek. Son hazırladığımız Orta Vadeli Program’ın rakamları
da, hedefleri de bunu gösteriyor.
Bütün bunlar olurken bir yandan da Türkiye'nin kamu maliyesi
yapısı hızla güçlenmeye devam ediyor. Bakın, 2009’dan bugüne kadar pek çok
ülkede kamu borcu hızla artarken, borçların millî gelire oranı hızla artarken
Türkiye'de 2009 sonunda kamu borcunun millî gelire oranı yüzde 46; bu yılı,
inşallah, yüzde 36’yla bitiriyoruz yani krizin ortasında, dünyanın hemen hemen
her yerinde borçlar artarken bizim borcumuz millî gelire oran olarak tam 10
puan düşüyor bu üç yıl içerisinde.
Gelelim kamunun net dış borcuna: Bu, çok önemli değerli arkadaşlar
yani toplam kamu sektörü, merkezî hükûmetle, belediyelerle, tüm KİT’lerle
beraber toplam kamunun dış borcu net olarak neydi, şu anda ne? “Net” diyorum
çünkü biz bu net borç hesabında kamunun elindeki döviz varlıkları düşüyoruz,
döviz borcundan döviz varlıklarını çıkarttıktan sonraki net rakamı buluyoruz.
Bakın, yıl 2002, Türkiye'nin 54,1 milyar dolarlık net kamu dış
borcu var, 54,1 milyar dolar, eldeki varlığı düştükten sonra kalan rakam. Bu
yılın ikinci çeyreği itibarıyla -ki en son elimizde o veriler var- bu yılın
haziran sonu itibarıyla bu rakam sıfırın da altına düşmüş, 1,9 milyar dolar
artıdayız, yani şu anda toplam kamunun döviz varlıkları döviz borcunun daha
üzerine çıkmış durumda. Net dış borcu -çok şükür- sıfırlamış, hatta artıya
dönmüş durumdayız. Bakın, daha, dünkü hazinenin borçlanma ihalesinde “yüzde
5,77” gibi tarihin en düşük borçlanma oranı oldu iç piyasada. Yine, bundan
yaklaşık bir hafta önce 2041 vadeli dış borçlanmada faiz yüzde 4,35, tarihin en
düşük borçlanma faizi bu, 2041 tarihli. 2041 tarihli Amerikan hazinesinin kendi
parası cinsinden borçlanmasına bakıyoruz, bizim sadece 1,6 altımızda. Yani
bugün, Alman hazinesiyle, Amerikan hazinesiyle, Türk hazinesinin borçlanma
faizleri arasındaki farklar, tarihî düşük seviyelere inmiş durumda, ki biz buna
“risk primi” diyoruz. Şu anda Türkiye'nin risk primi, tarihî düşük seviyelerde.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bunları aslında
yaparken bir yandan da, biz, geçmişin yüklerini, geçmişin sıkıntılarını
temizleyerek, ödeyerek geldik. Bakın, sadece batan özel bankalar ve zarar eden
kamu bankaları sebebiyle bizim kendi Hükûmetimiz döneminde ödemiş olduğumuz
borç rakamı 111 milyar TL, 111 milyar TL, eski parayla 111 katrilyon. Kendi
Hükûmetimiz döneminde batan bankalar için düzenlenmiş özel tertip senetler
vardı -bunu, o günleri takip eden arkadaşlar bilir- özel tertip devlet iç
borçlanma senetleri, bunların hepsini ödedik, 2010 sonunda tamamladık,
ödediğimiz rakam 111 milyar TL. Bu, nominal olarak rakamları topladığımızda
çıkan rakam.
Bir de şöyle bakarsak: “Bunu biz ödemeseydik, yani o gün o
bankacılık krizi yaşanmasaydı, Türkiye'nin borcu nerede olurdu?” diye bir hesap
yapacak olursak -ki bu rakamı ödediğimiz günle karşılaştırıyoruz ve hazine
faiziyle bugüne getiriyoruz- bulduğumuz rakam 231 milyar TL. Yani eğer
bankacılık krizi olmasaydı, bu bankaların memlekete bu kadar yükü olmasaydı
-kamu bankaları artı özel bankalar- bugün bizim iç borcumuz 231 milyar TL daha
aşağı olacaktı. Bütün bu geçmiş krizlerin de faturasını ödeyerek çok şükür bu
sonuçları elde etmiş durumdayız.
Kamu bankalarından söz edince, bakın, Ziraat Bankası, Halk Bankası
bunlar görev zararlarıyla beraber anılan ve her yıl hazineden aldıkları
destekle yürüyen bankalardı. Biz kendi dönemimizde ne Ziraat Bankasına ne Halk
Bankasına tek kuruş kaynak aktarmadık. Ama şunu yaptık: Ziraat Bankası ve Halk
Bankası kâr ettiler, fazla kaynaklarını temettü olarak hazineye ödediler; rakam
tam 16 milyar TL. Üstelik, bunun yanında kâr edip maliyeye kurumlar vergisi
ödediler; bu dönemde toplam 10 milyar TL. Bir dönemin zarar eden bankaları para
kazanıyor, maliyeye kurumlar vergisi ödüyor 10 milyar, hazineye kâr payı ödüyor
16 milyar, bu dönem içerisinde.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin bu ekonomik
performansı uluslararası çevreler tarafından da çok yakından takip ediliyor ve
destekleniyor. Bakın, biz 2009’da dünya finans camiasının en geniş kapsamlı
toplantısı olan, yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı Dünya Bankası ve
Uluslararası Para Fonu yıllık toplantılarına ev sahipliği yaptık. Tam 186
ülkeden bakan ve merkez bankası başkanı ülkemize geldi, âdeta bir ekonomi ve
finans fuarı olarak adlandıracağımız bu toplantının ev sahipliğini yaptık. Bunu
alabilmek için, biz 2006 yılında tüm ülkelerin oyunun yüzde 90’ını aldık. Yüzde
85 limit var, eğer yüzde 85’lik oyu alamazsanız, o ülkeler size destek vermezse
bu toplantıların ev sahipliğini yapamıyorsunuz. Biz yüzde 90 oyla bunu aldık.
Bu yıl OECD’nin dönem başkanlığına seçildik. Mayıs ayında yapılan
OECD Bakanlar Toplantısında Türkiye olarak biz Bakanlar Toplantısı’nın
başkanlığını yönettik. 2015 için G-20 dönem Başkanlığına seçildik. İnşallah,
2015 yılı boyunca Türkiye tüm G-20 ülkelerinin Başkanlığını yapacak ve G-20’nin
bütün zirveler ve bakanlar toplantıları Türkiye'de yapılacak.
Yine, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasının yıllık toplantılarının
2013 yılında İstanbul’da yapılmasını sağlayacak kararları aldırdık, bu seçimi
de gerçekleştirdik. Bütün bunlar, âdeta, dünya kamuoyunun Türkiye’yi nasıl
algıladığının, Türk ekonomisini nasıl gördüğünün en önemli göstergeleri.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden önceki
konuşmacıların değindiği birkaç konudan da hızlı şekilde bahsedip, daha sonra
sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Türkiye’de tüketici kredileri artmıştır, doğru, ama şu anda
tüketici kredilerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 20’dir. Avrupa
Birliğinde bunun ortalaması yüzde 66’dır. Ancak Türkiye’yle ilgili belki dikkat
edilmesi gereken husus, bu yüzde 20’ye biz çok hızlı vardık. Zaten onun içindir
ki, 2011 yılının ortasından itibaren kredilerle ilgili sınırlama ve daha ölçülü
bir düzenlemeyi getirmiş olduk.
Yine, BDDK’yla ilgili bir soru vardı “Yeni lisanslar mı verilecek,
banka sayısı artacak mı?” diye.
Değerli arkadaşlar, biz, bu konuda çok açığız. Türkiye’de, artık,
yeni banka lisansları verilecek doğru ama bir; çok güçlü bir sermaye yapısı,
iki; çok güçlü bir itibarla ancak bu mümkün olabilecek ve güçlü bir sermaye,
artı çok çok temiz bir geçmiş, çok çok temiz bir itibar olmadıktan sonra
Türkiye’de bankacılık lisansı almak mümkün olmayacak. Nasıl bugüne kadar mümkün
olmadıysa, bizim dönemimizde bundan sonra da mümkün olmayacak.
IMF’yle ilgili, IMF borcuyla ilgili bir konu vardı Sayın Oral’ın
değindiği, ona da son olarak değinip, sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Biz, 2005 yılında Uluslararası Para Fonu’yla yeni bir stand-by
anlaşması yaptık, doğru. Ama bu stand-by anlaşması boyunca kullandığımız
krediler ödediğimiz rakamın hep altındaydı; dolayısıyla biz, kendi iktidarımız
boyunca IMF’e hep net bir borç ödeyici olduk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Devamla) – Ben tekrar hepinize
teşekkür eder, saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına söz isteyen Abdullah Levent Tüzel, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri Türkiye emekçilerinin, halkların birleşik hareketi,
Halkların Demokratik Kongresi adına selamlıyorum.
Çöken bir sistemin, çözülen bir ülkenin habercisi olan bütçeyi
konuşuyoruz. Bu bütçe, yolsuzluk kötüdür deyip, yolsuzlukların belgeleri
Sayıştay raporlarının Meclise gelmesini engelleyen Hükûmetin ve bütçenin gayrimeşruluğunu göstermektedir.
AKP’nın 11’inci bütçesi halka verdiği sözleri yalanlayan, halk düşmanı bir
bütçedir. Milyonlarca halk kesimi için yoksulluğun, borcun, işsizliğin, savaş
batağının, açlığın bütçesidir. Hükûmet
etrafında toplanmış bir grup çıkar ve sermaye çevresi içinde teşvikin, vergi
muafiyetinin, imtiyaz ve yolsuzluğun, kriz fırsatçılığının, hortumculuğun
bütçesidir. Krizin etkileriyle değil yumuşak iniş, tepetaklak gidecek olan
ekonomisi daha açık veren bir bütçedir. Her zaman olduğu gibi, bu açığın
faturası kemer sıktırılacak emekçinin ödediği KDV, ÖTV artışlarıyla, elektrik,
doğal gaz zamlarıyla karşılanacaktır.
2023 hedeflerine giderken “insanı merkezine aldığını” söyleyen,
ülkeyi “güçlü Türkiye” laflarıyla uyutan AKP Hükûmetinin yarattığı bir ülkeye
bakın hele: İşsizliğin girdabında debelenen milyonlarca genç insan, kredi
kartlarıyla bütçesini döndüren 45 milyon emekçi, inşaat kalıpları altında
kalan, azgın dalgalarda boğulan, kimyasallarla zehirlenen 11 bin işçinin iş
cinayetine kurban gitmesi, cezaevlerinde 253’ü ağır hasta 135 bin mahpus, on
yılda şüpheli görülen 934 asker ölümü, halkın onaylamadığı savaşın öldürdüğü
183 çocuk, atanmayan ve sayısı her yıl artan 300 bin öğretmen adayı, hizmet
alımları kiralama yoluyla ihalelerde hortumlanan milyonlar, yağmalanan yurt
toprakları, halkı sağlığından etmek için 16 bin lira maaşla görevlendirilmiş
tam 129 kamu hastane birliği CEO’su “darbelerle hesaplaşacağım”, “İşkenceye
sıfır tolerans” deyip kimseye dokunmayan, memurunu koruyup terfi ettiren bir
Hükûmet ve işte 13 Aralık 80’de darbecilerin astığı Erdal Eren ve milyonlarca
darbe mağdurunun hesabı sorulmamış durumda. (CHP ve BDP sıralarında alkışlar)
Ağzından demokrasiyi düşürmeyen ama daha 8 milletvekilini Meclise getirmeyen
AKP totalitarizmi, liste uzatılabilir. Bu tablo karşısında biz Başbakandan ne
duyuyoruz? Telefon, buzdolabı, araba satışları, inşaat sayıları, otoyol, demir
yolu kilometreleri ancak Başbakan elektriğe, doğal gaza zamlarla faturalarını
ödeyemeyen emekçiden söz etmemektedir, yolsuzlukları ayyuka çıkmış TOKİ
inşaatlarında selden ölüp gidenleri ağzına almamaktadır. Daha hızlı tren
hezeyanlarında can veren 41 yurttaşın hesabı verilmemiştir. “Asgari ücreti
-ekmek sayılarıyla- yüzde şu kadar artırdık.” derken 740 liraya yüzde 3 artışı
reva görenler, 5 milyon emekçi ailesinin nasıl geçineceğini de söylemelidir.
“Kayseri’de 3.500 kişiye sucuk dağıttık.” deyip CHP’yle değil
halkla alay eden Başbakana bir de başka bir Kayseri manzarası hatırlatmak
isterim. Krizde, işçileri on altı saat, izinsiz, tuvalete dahi göndermeden
çalıştıran patronlar yeni fabrikalar kurmaktadır. 700 öğretmen norm kadroya
düşmüştür. Sabah namazında işçi gibi kalkıp okula başlayan öğrenciler
kendilerine, velilere sormadan Kur'an, Peygamber seçmeli derslerine
yönlendirilmektedir. Vücut hatları görünmesin diye bol iş önlüğü giydirilen
kadın işçiler, 5 yaşındaki çocuğunu görmeden işe gidip gelen anneler vardır.
“Fakirlik de zenginlik de Allah’tandır.” deyip “Karun gibi zengin olmayacağız.”
deyip kapağı AKP’ye atanlar… Ancak Kayserili emekçilerin Başbakana soruları da
vardır:
1) Personel açıktan alımlarında torpil uygulamaları ne zaman son
bulacak?
2) “‘3 çocuk yapın’. diyorsunuz ama biz daha iş bulup
evlenemedik.” diyen kadın öğretmen adayları ve tabii, “Size oy verdik.” deyip
mektup yazan ama bu mektuplara yanıt bekleyen emekçiler…
Halkı gaz, su, cop şiddetiyle yöneten bir zihniyet şimdi de
Patriot, AWACS NATO üsleriyle yeni bir savaşa hazırlanmaktadır. “Kamu düzeni ve
güvenliği” deyip Roboski’de halkı katledenler hafızalarımızdan silinmeyecektir.
Halkı kimlikleri ve inançlarıyla bölerek değil eşitlik ve özgürlükleriyle bir
arada yaşatmak; işte, insan merkezli yaşam budur.
Son olarak, 5 milyon asgari ücretliyi temsilen insanca ücret
isteyen işçi temsilcileri topladıkları imzalarla 19 Aralıkta Mecliste
olacaktır. Onlar birleşen, örgütlenen emekçilerin habercileri olarak bu halk
düşmanı bütçeden de Hükûmetinden de kurtulmasını bileceklerdir.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Şimdi sisteme giren sayın milletvekillerini okuyorum: Sayın Çınar,
Sayın Kaplan, Sayın Aslanoğlu, Sayın Erdoğan, Sayın Tanal, Sayın Doğru, Sayın
Öğüt, Sayın Yılmaz, Sayın Akçay, Sayın Yeniçeri, Sayın Halaman, Sayın Türkoğlu,
Sayın Şeker, Sayın Eyidoğan, Sayın Işık, Sayın Türeli, Sayın Moroğlu, Sayın
Özkes, Sayın Kurt ve Sayın Demir. 20 kişi.
Sayın milletvekilleri, Sayın Gürsoy Erol’un “Sisteme giremediğim
için soru-cevap bölümündeki söz talebimin değerlendirilmesini saygıyla arz
ederim.” şeklinde bir talebi var. Eğer müsaade ederseniz, soru sorma süresi
tamamlandıktan sonra Sayın Gürsoy Erol’a da soru sorma hakkı vereceğim.
Sayın Çınar, buyurun.
EMİN ÇINAR (Kastamonu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Diyanet İşleri Başkanlığına KPSS puanı düşük,
yeterliliği olan elemanların alınıp başka kurumlara geçiş yaptığı iddiaları
doğru mudur? Bu iddia doğru ise son üç yıl içerisinde kaç personel bu şekilde
geçiş yapmıştır?
Vekil imam olarak görev yapan imamlarımıza kadro vermeyi düşünüyor
musunuz? Bu konuda bir çalışmanız var mıdır?
Hâlen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığında kaç uzman
çalışmaktadır? Bu uzmanlar içerisinde yabancı uzman var mıdır, varsa hangi
görevlerdedir?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Kaplan…
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kültür ve medeniyetin eserlerini barındıran, geçtiğimiz yıllarda
Avrupa’nın kültür başkenti olan İstanbul’da 2012 yılında İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin ve Fatih Belediyesinin de hazırladığı planlarda 212 tarihî eserin
yeni planlarda görülmediği, bunların yerlerine ticari alan olarak belirlendiği
askıda bulunan planlardan anlaşılmaktadır. Daha önceki kayıtların içerisinde
yaklaşık 100 tane caminin bulunduğu, bu yeni planlarda olmayışına sayın
Bakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığı neden sessiz kalmaktadır? Birinci sorum
bu.
İkinci sorum: Sayın Cemil Çiçek’in, bir milletvekilimizin talebine
“İslam dininin ibadet yerleri camilerdir.” deyip Alevi yurttaşlarımızın ibadet
yerlerinin de camilere zorlanması Türkiye’de yaşayan 15 milyon Alevi
yurttaşlarımız için bir baskı aracı oluşturuyor mu? Sayın Bakanın bu konudaki
fikirlerini almak istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Bir, Sayın Bakanım, Bakırköy
Müftüsü Zakir Uzun’un Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği bir iftar yemeğine
katılması nedeniyle Kütahya Müftü Yardımcılığına tayin edildiğine dair basından
bilgiler geldi. Sayın Müftü Zakir Uzun’un tayini hangi gerekçelerle yapıldı?
Ama şunu da söylerseniz, “rotasyon” derseniz, kimlerin rotasyona hiç
gitmediğini de biliyoruz.
Bir başka soru: Bu, Yüksek Askerî Şûra kararıyla bakan onayı ve
kararname ile atılanlarla ilgili Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin yerindelik
denetimi yapmaması sebebiyle bu kişilerin hak arama mücadelesi olumsuz
sonuçlanmış, bu konuda sizin bir çalışmanız var mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Erdoğan…
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, “IMF’ye 5 milyar dolar borç veriyoruz” diye
övündüğünüz bu dönemde Türk dünyası için ne kadar bütçe ayırdınız? Türk
dünyasına ne kadar önem verdiğinizin en somut göstergesi herhâlde bu olacaktır.
Yine, Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmasından sonra
başlatılan Büyük Öğrenci Projesi çerçevesinde 2012-2013 eğitim öğretim yılında
ülkemize kaç öğrenci kabul edilmiştir? Bunların kaç tanesi Türk
cumhuriyetlerinden ülkemize gelmişlerdir?
Yine, Musul-Kerkük’te TİKA’nın ve Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığının yürüttüğü projeler var mıdır, varsa bunlar nelerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ülkemizde görevlisi olmayan cami sayısı 9.185 iken, imamların
okullara müdür olarak atanmasını doğru buluyor musunuz?
Açıktan atama bekleyen öğretmenlerimizin yerine imamların okullara
atanmasının nedeni nedir?
Çalışan tüm kamu görevlilerinin banka promosyonları arasında
farklılıklar vardır, bu adaletsizliği giderecek misiniz?
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B, 4/C maddeleri
gereğince istihdam edilen personelin kadroya geçirilmesi için yasal düzenleme
yapılması, bu konudaki yasal düzenleme ve aile, çocuk yardımı ve ek ödemelerden
faydalanması için bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Doğru… Yok.
Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Cumhuriyetin ilk ve en önemli kurumlarından olan Diyanet İşleri
Başkanlığının başındaki isim Sayın Görmez’in, kurumun 2013 bütçesini
eleştirenler için “Başkanlığımızı, milletimizin sırtında bir yük gibi
göstermeye çalışmak hiç kimsenin haddi de değildir, hakkı da yoktur.” sözlerini
sarf ettiğini okuduk. Başta muhalefet olmak üzere, bu Parlamento çatısı
altındaki tüm vekillerin en tabii haklarından biri eleştirmek iken, Sayın
Görmez nasıl olur da bir devlet memuru olarak kendisinde bu sözleri sarf etme
hak ve haddini görmüştür. Bu konuda ne düşünmektesiniz?
Bir hususa daha değinmek istiyorum. Yozgat Müftü Yardımcısının
sözlerini hatırlayacaksınız, “Kızlarla oğlanlar konuşuyorlar. Bunun adı
deyyusluktur. Düğünde oynayan karısına kızına laf etmeyen deyyustur.” demişti.
Bu sözlerden ötürü soruşturma başlatılacağı söylendi. Kendisi de Yozgatlı olan
Sayın Bozdağ’a Müftü Yardımcısının akıbetini sormak istiyorum. Söz konusu
şahsın sarf ettiği sözlere rağmen hâlâ görevde olması nasıl açıklanabilir? Bu
durum, aynı zihniyeti paylaşan başka din görevlilerine cesaret vermez mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Yılmaz…
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben de Sayın Bakana sormak istiyorum: Bu mele atamalarını hangi
kriterlere göre yaptınız? Ülkemizde o kadar imam-hatip ve ilahiyat mezunu
varken neyi kriter olarak aldınız? Bu mele atamaları da sizin açılım
politikanızın veya sizin o şekilde ifade ettiğiniz açılım politikalarınızın bir
sonucu mu? Yoksa medreselere işlerlik mi kazandırmaya çalışıyorsunuz? Bu
medreseleri örgün eğitim kurumlarına almayı düşünüyor musunuz?
Bir de bu Kozan’ın Doğanalanı köyüne uzun süredir imam atanmadı.
Bu atamayı gerçekleştirmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Akçay…
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sorum Sayın Bozdağ’a: Son on yılda açılan, kapanan veya öğretime
ara verilen Kur’an kursu sayısı nedir?
Son on yılda açılan kilise ev sayısı nedir? Bir tek Hristiyan veya
gayrimüslim vatandaşımızın yaşamadığı yerlerde kilise evler hangi amaçla
açılmaktadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Yeniçeri…
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sorum Sayın Beşir Atalay’adır. İslam’ın Yüce Peygamberi “Günaha,
ateşe yaklaşabildiğiniz kadar yaklaşınız.” der. Bu noktada, milletin parasını
harcarken de ateşe yaklaşır gibi milletin parasına yaklaşmak gerekir. Beytülmal
olan bugünkü bütçenin harcanmasında böyle bir hassasiyet duymak gerekir. Üç
dört yıllık kirasıyla mülkü alınabilecek binalar, kamu adına bakanlıklar
tarafından kiralanmaktadır. Bu bağlamda, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
binasının Kızılay’ın merkezinde kurulmasının stratejik bir önemi var mıdır?
Eğer yoksa en pahalı mahalde bu bina neden kiralanmıştır? Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının, içinde faaliyet gösterdiği binanın tutulması
sırasında yapılan tamirat, tadilat, bakım ve onarım tutarı ne kadardır? Yalnız
tadilat için bu binaya 6 milyon Türk lirası civarında harcama yapıldığı
iddiaları vardır. Bu bina kaç yıllığına kiralanmıştır? Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının yıllar itibarıyla aylık ya da yıllık kira bedeli nedir?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman…Yok.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2011 bütçe görüşmelerinde dile getirmiştik. “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına niçin bir büyükelçiyi atadınız? Hiç mi
güvenlik tecrübesi olan bir vali, kaymakam yoktu?” demiştik. Siz de büyükelçiyi
bize övmüştünüz. Sonra, o büyükelçiyle yaşadığınız kriz Ankara bürokrasisinde
müstehzi tebessümlere sebep olmuştu ve nihayet oraya bir valiyi atayarak doğru
bir şey yaptınız.
AFAD niçin icracı olmayan Başbakanlığa bağlı? “Sivil savunma
tecrübesi olan icracı İçişleri Bakanlığına bağlanması daha doğru olmaz mı?”
diye söylemiştik ama dikkate almamıştınız. Şimdi, ülkeyi bölecek olan “büyük
zehir yasası” ile 29 ilde AFAD, İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Yatırım İzleme
ve Koordinasyon Başkanlığı, 52 ilde ise özel idare bünyesinde faaliyet
gösteriyor. Yani iki başlı, iki ayrı yapı. Lütfen, bu yanlıştan dönün ve AFAD’ı
İçişleri Bakanlığına bağlayın.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Şeker…
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının açıkladığına göre
Türkiye’de yaklaşık 140 bin, Suriye’den gelen mülteci var fakat Suriye
sınırındaki Hatay, Gaziantep, Kilis, Urfa gibi illerde Suriye’den gelip,
pasaportuyla geçip ama kamplarda kalmayan da insanlar var. Bizim kendi tespitlerimize ve emniyetten aldığımız
duyumlara göre Gaziantep’te yaklaşık 1.500 tane böyle aile var, 1.500 tane ev
var. Bu 1.500 evde kaç kişinin kaldığı bilinmiyor, bunların kim olduğu
bilinmiyor, bunlarla ilgili bir çalışma da yapılmış değil. Böyle bir çalışma
yapmayı düşünüyor musunuz? Bunlar kimlerdir? Ne kadar süre kalacaklar?
Pasaportla geçtikten sonra tekrar geri süre uzatmışlar mıdır? Bu süre zarfında
herhangi bir suç işlemişler midir? Bununla ilgili bir çalışma yapılmış mıdır?
Ayrıca, bunların Suriye dışından, başka ülkelerden gelen insanlar olduğuyla da ilgili
duyumlar var. Bununla da ilgili bir çalışmanız var mıdır?
Cevaplarsanız, teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Eyidoğan…
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
AFAD’ın web sayfasında şöyle bir bilgi var -ibretle okudum ve bununla
ilgili bir de soru soracağım vakit müsaitse- ifade şu: “Şu andaki uygulamada
afetten etkilenen yerleşim yerlerinde gerçekleştirilen hasar tespit
çalışmalarında kullanılan formlar genel formlar olup mühendislik hizmeti görmüş
binalar ile mühendislik hizmeti görmemiş binaları ayıramamaktadır. Hâlen
kullanılmakta olan formlar daha çok yığma yapılar için tasarlanmıştır. Bu
nedenle, uygulamadaki form üzerinden mühendislik hizmeti görmüş bir bina
hakkında detaylı bilgi sahibi olmak mümkün değildir.”
Sorum: Van’da bu hasar tespit formlarını kullandınız mı? Bayram
Otel bu yüzden mi çöktü?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Gürsoy Erol, buyurun.
GÜRSOY EROL (İstanbul) – Sayın Başkanım, öncelikle size ve Genel
Kurulumuzdaki sayın milletvekillerime bu hassasiyetten dolayı teşekkür
ediyorum.
Özellikle engelli ve yaşlılar ibadethanelere giriş ve çıkışlarda
ciddi problem yaşıyorlar. Bu noktada özellikle erişimleriyle ilgili, yasamızda
iki buçuk yıllık bir süre kaldığını ve Diyanet İşlerinde yatırım bütçesinin
oldukça düşük olduğu göz önüne alındığında Sayın Bakanımızın bu konuda ne gibi
çalışmalar yaptığı veya bu konuyu aşmayla ilgili neler düşündüğünü öğrenmek
istiyorum.
Bir diğeri: TRT Anadolu üzerinden engellilere yönelik ve engel
gruplarına yönelik özel dinî programlar yapmayı düşünüyorlar mı?
Bir üçüncüsü de: Özellikle büyük camilerde ve en az cuma
hutbelerinde işitme engellilere yönelik işaret dili tercümanı bulundurmayla
ilgili bir çalışmaları var mı, bu konuda ne düşünüyorlar?
Teşekkürlerimi arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sorulara cevap vermek üzere Sayın Atalay.
Buyurun Sayın Bakanım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsıma sorulan soruları
cevaplıyorum.
Sayın Çınar “Kamu Güvenliğinde kaç uzman var?” diyor. Şu anda 10
uzman var. Toplam personeli 68’dir, yabancı uzman yoktur.
Sayın Yeniçeri soruyor: TOBB binası, doğrudur, Kızılay’da. TOBB’un
eski binası kiralanmıştır, orası kullanılır hâle getirilmiştir. “Maliyet
vesaire harcamalar”, sonra bilgi sunalım, yanımda bilgi yok.
Sayın Türkoğlu: “AFAD niçin Başbakanlığa bağlı?” Çünkü AFAD bir
koordinasyon kuruluşu. Pek çok bakanlıkla afet ve acil durumun ilgisi var ve şu
anda da AFAD’daki üst kurulda 11 bakan vardır. Dolayısıyla, Başbakanlığa bağlı
olması, işlerin yürütülmesi açısından önemlidir.
Suriyeli sığınmacılarla ilgili, doğrudur, bugün itibarıyla 138 bin
sığınmacı ülkemizdedir. Bunların hizmetleri yürütülmektedir ama bizim
tahminimiz, şu andaki tespitlerimiz 80 bin civarında da pasaportuyla gelen,
değişik illerimizde kalan insanlar vardır, Gaziantep’te de vardır, sınır
illerimizde de vardır. Bunlarla ilgili tespitler var. Aşağı yukarı miktar
biliniyor, takip ediliyor, onu da ifade ederim.
Sayın Eyidoğan, tabii, o konuda her şey yasasına ve tekniğine
uygun olarak, o çalışmalar yürütülmüştür ama o web sayfasıyla ilgili
arkadaşlarım bana bilgi verirler.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bozdağ.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Çınar’ın: “Diyanet İşleri Başkanlığına puanı düşük
eleman alınması doğru mu?” Bu konudaki iddialar doğru değil. Diyanet İşleri
Başkanlığında imam-hatip atamalarına ilişkin usul var. Diğer din görevlilerinin
atamalarına ilişkin usul var. Bunların çerçevesinde atamalar yapılıyor. En
düşük puanla elemanların alınıp başka kurumlara transfer edilmesi konusu
tamamıyla gerçek dışı bir iddiadır, böyle bir şey söz konusu değildir. Başka
kurumlarda nasıl oluyorsa o şekilde oluyor ve Diyanetin tabii, imam alımında
ayrı bir usulü de var ona ilaveten ama bu haksızlığa yol açan bir uygulama
değil.
İki: “Vekil imamlara kadro vermeyi düşünüyor musunuz?” Tabii,
vekil imamlarla ilgili en son 2010 yılında Mecliste bir kadro çalışması
olmuştu. Şu anda gündemimizde vekil imamlara kadro vermeye dair bir çalışma yok
ancak her yıl alınan imam-hatip ve müezzin-kayyımlar var. Bu sınavlara
girerlerse imkân bulabilirler.
Sayın Kaplan’ın İstanbul kentsel dönüşümde cami yerleri ve yıkılan
camilerle ilgili bir sorusu oldu. Tabii, kentsel dönüşüm çerçevesinde,
Türkiye’nin sadece İstanbul’unda değil başka yerlerinde de yıkılacak camileri
olabilecektir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu çerçevede Çevre ve Şehircilik
Bakanlığıyla, belediyelerle, ilgili her kesimle görüşerek buralardaki camilerin
aynen yapılması ve daha iyi bir şekilde yapılması konusunda mutabakatlar var.
Burada, yıkılacak camilerin hepsi daha iyi bir şekilde ikame edilecektir, bunu
tabii takip de edebilirsiniz, bizim kararımız da budur.
“Sayın Cemil Çiçek’in, cemevleri ile ilgili görüşüne katılıyor
musunuz?” Ben Sayın Çiçek’in görüşüne katılıyorum.
Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu “Bakırköy Müftüsü Sayın Zakir
Uzun’un, CHP’nin yemeğine geldiği nedeniyle tayini çıktığı doğru mudur?” diyor.
Bu doğru değil. Zira yemekle tayin çıkma tarihleri de –benim aldığım bilgilere
göre- birbirinden farklı tarihler.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – 6 ay sonra yapmışsınız Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Ayrıca biliyorsunuz,
Diyanet İşleri Başkanlığı Sayın Kılıçdaroğlu’yla beraber ramazanda bir araya
gelmiş, Kutlu Doğum Haftalarına davet etmiş. Yani bir yandan Diyanet İşleri
Başkanı bizzat Diyanetin etkinliklerine Sayın Kılıçdaroğlu’nu davet ederken,
Diyanette ağırlarken, bu noktada ilişkiler devam ederken, öte yandan bir sayın
müftünün, böyle bir yemeğe gitti diye, davete gitti diye tayininin çıkarılması
kesinlikle yanlıştır. Bu, doğru bir bilgi değildir, sadece rotasyon
çerçevesinde çıkmıştır ve rotasyon da ilk defa -benim bildiğim- uygulanıyor.
Şimdi, süresi dolanların hepsi rotasyona tabi, gidecekler yani o noktada
rotasyon uygulamasından da vazgeçmeyi düşünmüyoruz çünkü Türkiye’nin başka
yerlerinde de o hizmete ihtiyaç var. O hizmeti görecek personel sayımız az ve
bu rotasyon uygulaması bundan sonraki süreçlerde de devam edecek.
YAŞ kararlarıyla ilgili kanun buradan çıktı ama yargı yolu kapalı
olanlar yararlanmıştı, yargı yolu açık olanlara istifade imkânı olmadı. Bu
konuyla alakalı beni de ziyaret eden arkadaşlar var, onlarla da benim
görüşmelerim oldu ancak şu anda, henüz bir müspet karar noktasına gelmiş
değiliz, fakat konu bizim tarafımızdan da takip ediliyor, inceleniyor, onu
ifade edebilirim.
Sayın Tanal, imamların okul müdürü atanmasıyla ilgili… Bu bilgi
kesinlikle yalan bir bilgi, doğru bir bilgi değil. İmamın okul müdürü olarak
atanması yasal olarak da mümkün değil. Yani Diyanetten de böyle bir atama yok,
olması da fiilen de, yasal olarak da mümkün değil, Diyanet de bunu yalanladı
zaten. Bize yazılı soru önergesi de sorulmuştu, ona da cevap verdik, belki
hatırlayacaksınız yani böyle bir şey yok. Bu hem fiilen mümkün değil hem de
yasal olarak mümkün değil. Diyanet İşleri Başkanlığında böyle bir imam yok ama
varsa, siz bilgisini verirseniz, biz de merak ediyoruz, öğreniriz en azından.
Sayın Öğüt Diyanet İşleri Başkanının açıklamasıyla ilgili sordu.
İşin doğrusu, tabii, Parlamentonun, Diyanet bütçesini eleştirmesi,
değerlendirmesi doğal bir haktır, bunu herkes yapacaktır. “Daha iyi olsun.”
diyenler olacağı gibi “Fazla.” diyenler de olacaktır. Ben, Diyanet İşleri
Başkanımızın bu açıklamasını kastı aşan bir açıklama olarak görüyorum işin
doğrusu, keşke öyle bir ifade kullanmasaydı ama kullanmış oldu. İşin doğrusu,
daha farklı bir şekilde ifade edebilirdi, ben de kastını aştığını düşünüyorum.
Yozgat Müftü Yardımcısıyla alakalı -arkadaşlar not verdiler,
önümde- soruşturma başladı ve şu anda son noktaya geldi zannedersem. Soruşturma
açıldı; resen açıldı, şikâyet üzerine de değil. Gerekli disiplin işlemleri ona
da uygulanacaktır. Bundan kimsenin endişesi olmasın.
Molla atamalarıyla ilgili, mele atamalarıyla ilgili, Sayın
Yılmaz’ın söylediği şeyler oldu. Tabii, biz bunu bir ihtiyaçtan dolayı yaptık.
Yani bölgede, iyi yetişmiş, örgün eğitimin dışında din eğitimi almış ama
gerçekten liyakati olan kişiler var, toplumda da saygınlığı olan kişiler var.
Bunlar, yapılan bir sınavda başarı gösterenler. Belli bir hizmet içi eğitimden
geçtikten sonra atanmış oldular. Yani burada hedeflediğimiz faydayı fazlasıyla
sağlayacağını düşündüğümüz bir adım, tarihî ve önemli bir adım olarak
görüyoruz.
“Medreseleri açmayı düşünüyor musunuz?” Böyle bir düşüncemiz yok,
böyle bir şey de yok, zaten Türkiye’de medrese de yok.
Evet, ben diğer sorulara yazılı cevap vereceğim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Kur'an kursları, Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ali Bey’in
cevaplarından sonra. Böldük zamanı. Kusura bakmazsanız, ben bakiyelerine, vakit
kalırsa cevap vereceğim, yoksa yazılı cevap vereceğim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yazılıyı da vermiyorsunuz Sayın Bakan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Babacan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına aleyhte söz alan konuşmacının değindiği birkaç noktaya
özellikle cevap vermek istiyorum. Yani öyle ifadeler kullandı ki sayın
konuşmacı, sanki bahsettiği bütçe Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesi değil de bir
başka ülkenin, bambaşka bir devletin bütçesi.
Bakın, bu bir halk bütçesidir; bu, milletin bütçesidir. Milletin
bütçesi olmasaydı eğitime 68,1 milyar TL ayrılır mıydı? Bir numaralı harcama,
eğitim bütçesi bizim.
Sağlık: Sağlığa ayırdığımız bütçe 67,9 milyar.
Sosyal yardımlar: Cumhuriyet tarihinin en yüksek noktasında, 26,4
milyar. Sadece rakam olarak değil, bütçedeki payı da sosyal yardım
harcamalarının, şu anda bir numaraya ulaşmış durumda.
Şimdi, “işsizlik bütçesi” gibi bir ifade kullanıldı. Bu, işsizlik
bütçesi olsa Türkiye’deki işsizlik oranı tarihinde ilk defa OECD
ortalamalarının altına iner miydi? Tüm Uluslararası Çalışma Örgütü üyeleri
içerisinde, işsizliği en hızlı düşüren ülke Türkiye oldu. Pek çok ülkede
işsizlik artarken, istihdam azalırken Türkiye’de milyonlarca yeni istihdam
oluştu. Bu 4 milyon oluşan istihdamın 1,5 milyonu kadın istihdamı, dolayısıyla
bu ifadeleri kesinlikle kabul edemeyeceğimizi, sanki bu konuşmacı Türkiye’de
değil de başka bir yerlerde yaşıyor gibi konuştuğunu ben tekrar burada ifade
edip teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, özür dilerim.
Benim sorduğum soruya Sayın Bakan dedi ki: “Yalan.” Ben onunla
ilgili -bu bir sataşmadır 69’uncu maddeye göre- doğru olan bilgiyi vereceğim.
Olmaz böyle.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) - “Doğru değil.” dedi.
BAŞKAN – Sayın Tanal, lütfen, yok, öyle bir usulümüz yok Sayın
Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, bakın, ben örnek vereceğim.
“Varsa bile bize bildirsinler…”
BAŞKAN – Hayır, Sayın Tanal, öyle bir usulümüz yok yani İç Tüzük
gereği, lütfen…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Aksaray ilimizin Ağaçören ilçemizde 9
tane… Bakın, Sayın Başkan ama haksız olan…
BAŞKAN – Sayın Tanal, böyle bir usulümüz yok. Lütfen oturunuz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakan “Yalan söylüyor.” diyor bana.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ama yanlış bir bilgi, doğruyu
söyleyeceğim ben.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bu konuyu Millî Eğitim
Bakanlığı da biz de yalanladık. 2 bakanlık “Yok.” diyor.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Bakan…
BAŞKAN – Şimdi, sırasıyla üçüncü turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan, bakın, sizin
bu tutumunuz nedeniyle usul tartışmasını açıyorum.
BAŞKAN – Sayın Tanal, Sayın Bakanın açıklamasından sonra, verdiği
cevaptan sonra açıklama gibi bir…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bize bakmıyorsunuz ki siz.
BAŞKAN – Ne demek bakmıyorsun? “Sayın Tanal, buyurun.” diye
söyledim ya size.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sizin bu tavrınızdan dolayı usul
tartışması açıyorum ben.
BAŞKAN – Hayır yani ne yapmak istiyorsunuz? Neyin usul
tartışmasını açacaksınız Sayın Tanal?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, bana “Sen” diyemezsiniz,
bana “Siz” demek zorundasınız.
İHSAN ŞENER (Ordu) – Ya, otur Allah aşkına.
BAŞKAN – Sayın Tanal, siz lütfen…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Meclisin konuşma üslubuna uymaya sizi
davet ediyorum ben.
BAŞKAN – Bir saniye…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sizin
tavrınızdan dolayı usul tartışması açıyorum ben.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Açılmasını istersiniz.
BAŞKAN – Lütfen tutanakları alın, inceleyin, “Sen” diye hitap
etmedim, siz duymadığınız şeyi kendiniz meydana getiriyorsunuz yani.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Tutanaklara bakalım bir.
BAŞKAN – E bakın siz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Artı, sizin bu tavrınızdan dolayı usul
tartışması açmak istiyorum.
BAŞKAN – Hayır, hangi tavrımdan dolayı?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakan bana diyor ki:
“Sayın Tanal’ın söylediği yalandır.”
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tutanaklara bakın Sayın Başkan.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ben bununla ilgili düzeltmek için söz
istedim. Siz gayet rahat, yüzüme bakmadan “Ne diyorsun bana?” şeklinde bir
tavır takınıyorsunuz.
BAŞKAN – Hayır,değil, öyle değil, siz öyle anlamışsınız.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bu, sizin tarafsızlığınıza gölge
düşürüyor. Bu açıdan usul tartışması açmak istiyorum ben.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Böyle bir usul tartışması olmaz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Tanal, yirmi dakika soru cevap işlemi yapılıyor. On
dakika içerisinde sayın milletvekilleri sorularını sorarlar, on dakika
içerisinde de sayın bakanlar cevaplarını verirler. Sayın bakanlar cevaplarını
verdikten sonra herhangi bir açıklama isteği, talebi söz konusu değil İç
Tüzük’ümüz gereğince, onun için söyledim ben.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, İç Tüzük’te yasaklanmayan
bir husus var ise serbest anlamına gelir. İç Tüzük’te sorulmaz denilen bir
hüküm yok ki. Yani buradaki pozitif olan hukuk böyle bir yasaklamayı
düzenlememiş. Düzenlemediği için, gayet rahat, hatiplerin, eğer sataşma varsa,
kişiliğine dokunur bir cümle sarf ediliyorsa, inciticiyse söz alır. Gayet
rahat, Sayın Bakanın…
BAŞKAN – Ama sataşma talebiyle söz istemediniz, açıklama talebiyle
söz istediniz siz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Açıklama istemedim, bana “Yalan
söyledi.” dedi, sataşmadır, benim kişiliğime kim…
BAŞKAN – Hayır, ama tutanakları incelemeyim yani, açıklama
istediniz Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değil Sayın Başkanım. Yani sizden,
lütfen, yani bu konuda, bunu düzeltmek için yani bu sataşma nedeniyle…
BAŞKAN – Ama Sayın Tanal, böyle bir usulümüz yok ki, olmayan bir
şeyi ortaya getiriyorsunuz yani.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, ben 69’a göre…
BAŞKAN - O zaman Meclis çalışmaz yani Genel Kurul.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, 69’a göre söz istiyorum ben.
Orada gayet rahat, sataşmaya ilişkin…
BAŞKAN – Yerinizden veriyorum, buyurun, bir dakika söz veriyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Peki, bu kadar…
BAŞKAN - Bu usul değil ama bakın, lütfen…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz zamanı israf ediyorsunuz, bütçe
nasıl israf ediliyorsa zamanı da israf ediyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen Sayın Tanal, oturun yerinize de…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, 69’u okursanız zaten söz
vermenize gerek yok.
BAŞKAN – Bu doğru değil Sayın Tanal, sözü veriyorum ama doğrusu…
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın, kendisine sataşma
nedeniyle söz vermemesine ve bu tutumu nedeniyle usul tartışması açılmasını
talep etmesine rağmen usul tartışması açmamasına ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, ben sizi kınıyorum önce!
“Doğru değildir.” diyorsunuz…
BAŞKAN – Ben de sizi kınıyorum Sayın Tanal!
MAHMUT TANAL (İstanbul) – “Doğru değil” diyorsunuz, ben sizi
kınıyorum!
BAŞKAN – Ben de sizi kınıyorum!
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Tutumunuz açısından ben gayet rahat,
usul tartışması açmak istiyorum, çünkü siz tarafsızlığınıza gölge düşürmüş
durumdasınız.
BAŞKAN – Değil, İç Tüzük’ü okursanız benim doğru hareket ettiğimi
anlarsınız.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz İç Tüzük’ü bilmiyorsunuz,
bilmiyorsunuz siz.
BAŞKAN – Yüksek bilgilerinizden faydalanalım efendim burada!
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Kaç yıldır burada milletvekilisiniz, İç
Tüzük’ü bilmiyorsunuz siz.
BAŞKAN – Yüksek bilgilerinizden faydalanırız!
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Usul tartışması açmak istiyorum ben
aleyhinizde.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, usul tartışması açmaya
imkân yok.
BAŞKAN – Neyle ilgili usul tartışması?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Aleyhinizde söz almak istiyorum, usul
tartışması açmak istiyorum ben.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok.
BAŞKAN – Neyle ilgili usul tartışması açacaksınız Sayın Tanal?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz, siz…
BAŞKAN – Hayır, gerekçesi yok ki Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz, bakın, sizin tutumunuz ve bana
karşı sarf ettiğiniz sözlerinizden dolayı usul tartışması açmak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ne diyorsunuz Meclis Başkanı olarak…
BAŞKAN – Size karşı sarf ettiğim sözlerle ilgili tutanakları
istersiniz, ondan sonra… Tutanakları getiririz…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, Meclis Başkanı olarak siz
diyorsunuz ki: “Efendim, İç Tüzük’te böyle bir hüküm yoktur ama…”
BAŞKAN – Evet.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – “…böyle bir söz veriyorum.” Siz
babanızın cebinden mi bana veriyorsunuz?
BAŞKAN – Hayır.
Siz neye göre istiyorsunuz?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Babanızın cebinden mi bana söz
veriyorsunuz?
BAŞKAN – Değil, ben İç Tüzük’e göre veriyorum. Lütfen Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Ben burada halkın vekiliyim, halkın
milletvekiliyim. Burada bütçe tartışılıyor, bütçeyi halktan gizliyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Tanal, maksadınız eğer Meclisi çalıştırmamaksa o
başka bir şey.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Benim maksadım, halka, Bakanın verdiği
yanlış bilgileri doğru olarak aktarmaktır.
BAŞKAN – İç Tüzük’te böyle bir kural yok Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın Sayın Başkan, Aksaray ilimizin
Ağaçören ilçesinde 9 tane köyün öğretmeni yok. Köylerdeki imamları oraya müdür
olarak atamışsınız. Köyün camisi imamsız, okul da öğretmensiz. Ben bu bilgiyi
vermek istiyorum yani siz hem camileri imamsız bıraktınız, okulları da
öğretmensiz bıraktınız. Yani sizin yaptığınız bütçe bu bütçe işte.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – O açıdan, sizin söz vermemeniz adaletsiz
olan bir şey. Bakan yalan söylüyor, siz de yalan söylüyorsunuz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.
İç Tüzük’te olmayan sözü vermem ben, sağ olun.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
A) KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Diyanet İşleri Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Diyanet İşleri Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON
AJANSI BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA
TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Hazine Müsteşarlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hazine Müsteşarlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) BANKACILIK DÜZENLEME VE
DENETLEME KURUMU (Devam)
1) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) SERMAYE PİYASASI KURULU (Devam)
1) Sermaye Piyasası Kurulu 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sermaye Piyasası Kurulu 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Evet, şimdi sırasıyla…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Bakan, açıklama
yapmam lazım. “Bakan yalan söylüyor.” diyor.
BAŞKAN – Lütfen Sayın Bakan, olmaz. Sayın Tanal’dan bir farkı yok
ki söylediğiniz sözlerin, lütfen. Böyle bir usulümüz yok Sayın Bakan, hayır.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Bakan, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır. Tekrar
açıklama isteyip sizin açıklama yapma gibi bir hakkınız yok. Bunu Sayın Tanal’a
bahsettim. Doğru değil yaptığınız.
Şimdi sırasıyla üçüncü turda yer alan bütçelerin bölümlerini ayrı
ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının 2013 yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
III.-YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Henüz oylamaya sunmuyorum ki, sunayım ondan sonra hayhay.
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Söyleminizden oylama yaptığınız
anlaşılıyor, biz de yoklama istiyoruz. Kayıtlara girsin.
BAŞKAN – E, tamam.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Siz önünüze bakıyorsunuz Sayın Başkan.
Biraz gözümüze baksanıza. Gözümüze bakın, yüzümüze bakın, korkmayın.
BAŞKAN – Yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Sayın Tarhan, Sayın Öğüt, Sayın Şeker, Sayın Dibek, Sayın
Eyidoğan, Sayın Türeli, Sayın Aslanoğlu, Sayın Tanal, Sayın Genç, Sayın Çetin,
Sayın Özkes, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Çam, Sayın Ören, Sayın Kuşoğlu, Sayın
Özgündüz, Sayın Kaplan, Sayın Işık, Sayın Kurt, Sayın Öz.
İki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır ve
kabul edilmiştir.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) ( Devam)
A) KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ
MÜSTEŞARLIĞI ( Devam)
1) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI ( Devam)
1) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (
Devam)
1) Diyanet İşleri Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Diyanet İşleri Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON
AJANSI BAŞKANLIĞI ( Devam)
1) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA
TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI ( Devam)
1) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (
Devam)
1) Hazine Müsteşarlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hazine Müsteşarlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) BANKACILIK DÜZENLEME VE
DENETLEME KURUMU ( Devam)
1) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) SERMAYE PİYASASI KURULU ( Devam)
1) Sermaye Piyasası Kurulu 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sermaye Piyasası Kurulu 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya, nasıl kabul edilmiştir? “Kabul edenler…
Etmeyenler…” demedin.
BAŞKAN – Düzeltiyorum. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı 2013
yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.97) KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ
MÜSTEŞARLIĞI
1) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama
(TL)
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 20.272.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 20.272.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN– (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 15.098.000,00
Bütçe Gideri 7.507.689,16
Ödenek Üstü Gider 47,34
İptal Edilen Ödenek 7.590.358,18
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07.96) AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI
1) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 9.336.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 202.178.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 1.150.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 19.390.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal
Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri 694.965.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 927.019.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN– (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 2.949.569.941,00
Bütçe Gideri 2.705.809.211,98
İptal Edilen Ödenek 243.760.729,02
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.86) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1) Diyanet İşleri Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 35.372.500
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 189.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 7.370.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 773.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 4.560.104.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 840.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 4.604.649.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Diyanet İşleri Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 2.957.877.500,00
Bütçe Gideri 3.392.977.569,34
Ödenek Üstü Gider 458.307.866,31
İptal Edilen Ödenek 23.207.796,97
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı 2013 yılı merkezî
yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.32) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE
KOORDİNASYON AJANSI BAŞKANLIĞI
1) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 99.290.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 501.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 99.791.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 40.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağışlar ve Yardımlar ile Özel Gelirler 98.291.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 1.460.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 99.791.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı 2011 yılı merkezî
yönetim kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 86.987.860,73
Bütçe Gideri 74.523.022,05
Ödenek Üstü Gider 41.448,41
İptal Edilen Ödenek 7.319.122,30
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 5.187.164,79
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Gideri 77.629.000,00
Net Tahsilat 71.674.402,74
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı 2011 yılı merkezî
yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Başkanlığı 2013
yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.51) YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA
TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI
1) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 44.011.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 300.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 122.900.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 167.211.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 490.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler 166.721.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 167.211.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı 2013 yılı
merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı 2011 yılı
merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 26.061.336,83
Bütçe Gideri 23.338.592,51
İptal Edilen Ödenek 2.722.744,32
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 18.660.000,00
Net Tahsilat 17.741.996,91
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabı kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.82) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1) Hazine Müsteşarlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 55.808.045.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 911.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 11.677.334.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
06 İskân ve
Toplum Refahı Hizmetleri 1.285.447.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal
Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri 3.050.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 71.821.737.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2) Hazine Müsteşarlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 57.856.819.987,00
Bütçe Gideri 51.921.918.129,57
İptal Edilen Ödenek 5.934.901.857,43
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 313.700.705,02
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2013 merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
42.04) BANKACILIK DÜZENLEME VE
DENETLEME KURUMU
1) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 10.916.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 189.084.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 200.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
05 Diğer
Gelirler 200.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 200.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bankacılık ve Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2013 yılı merkezî
yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 140.000.000,00
Bütçe Gideri 73.406.354,90
İptal Edilen Ödenek 66.593.645,10
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 140.000.000,00
Net Tahsilat 137.079.349,98
BAŞKAN – (B) cetvelinin kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sermaye Piyasası Kurulu 2013 merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
42.03) SERMAYE PİYASASI KURULU
1) Sermaye Piyasası Kurulu 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 38.287.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 6.295.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 50.928.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 95.510.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 75.159.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 20.351.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir
TOPLAM 95.510.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Sermaye Piyasası Kurulu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Sermaya Piyasası Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2) Sermaye Piyasası Kurulu 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 166.976.486,00
Bütçe Gideri 155.210.257,48
İptal Edilen Ödenek 11.766.228,52
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Genel Toplam 78.168.000,00
Net Tahsilat 154.506.638,73
Ret ve İadeler 1.162.714,61
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Böylece, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Hazine
Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Sermaye Piyasası
Kurulunun 2013 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesapları kabul edilmiştir. Hayırlı olmasını temenni ederim.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.38
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.55
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
38’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla 2011 yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
Ğ) ADALET BAKANLIĞI
1) Adalet Bakanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Adalet Bakanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) CEZA VE İNFAZ KURUMLARI İLE
TUTUKEVLERİ İŞ YURTLARI KURUMU
1) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
I) TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ
BAŞKANLIĞI
1) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK
KURULU
1) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI
1) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU
1) Mesleki Yeterlilik Kurumu Başkanlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME
İDARESİ ENSTİTÜSÜ
1) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
1) Devlet Personel Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Devlet Personel Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
4’üncü turda Adalet Bakanlığı, Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu, Türkiye
Adalet Akademisi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, Mesleki Yeterlilik Kurumu, Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü, Devlet Personel Başkanlığı
bütçeleri yer almaktadır.
Sayın milletvekilleri, turda yer alan bütçelerle ilgili soru
sormak isteyen milletvekilleri sisteme girebilirler.
4’üncü turda grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına; Murat Bozlak, Adana
Milletvekili; Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili; Sebahat Tuncel, İstanbul
Milletvekili.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına; Atila Kaya, İstanbul
Milletvekili; Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili; Mustafa Kalaycı, Konya
Milletvekili; Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Ali Rıza Öztürk, Mersin
Milletvekili; Veli Ağbaba, Malatya Milletvekili; Ali İhsan Köktürk, Zonguldak
Milletvekili; Ercan Cengiz, İstanbul Milletvekili; Süleyman Çelebi, İstanbul
Milletvekili; İzzet Çetin, Ankara Milletvekili.
AK PARTİ Grubu adına; Fehmi Küpçü, Bolu Milletvekili; İlknur
İnceöz, Aksaray Milletvekili; Hüseyin Cemal Akın, Malatya Milletvekili; Mustafa
Kemal Şerbetçioğlu, Bursa Milletvekili; Adem Yeşildal, Hatay Milletvekili;
Hasan Fehmi Kinay, Kütahya Milletvekili; Ekrem Çelebi, Ağrı Milletvekili;
İlknur Denizli, İzmir Milletvekili; Halil Özcan, Şanlıurfa Milletvekili; Mahmut
Kaçar, Şanlıurfa Milletvekili.
Şahısları adına; lehinde Mehmet Altay, Uşak Milletvekili;
aleyhinde Levent Gök, Ankara Milletvekili.
Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Murat
Bozlak, Adana Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nda yer alan
Adalet Bakanlığının bütçesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
konuşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle sayın Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, adalet, demokratik ülkelerde her şeyin
üstündedir. Toplumun huzuru ve güveni için adaletin etkin bir biçimde işlemesi
gerekir. Demokratik hukuk devletlerinde adalet, bağımsız, tarafsız, adil
yargıyla sağlanır. Bağımsız, tarafsız, adil bir yargı ve hukukun üstünlüğü,
demokratik toplumların olmazsa olmaz koşuludur. Özellikle Türkiye gibi çok
kimlikli, çok inançlı, çok kültürlü ülkelerde huzur ve güvenliğin
sağlanabilmesi için tarafsız, bağımsız, herkesin güvenini kazanmış, adil bir
yargı sisteminin oluşturulması en temel ihtiyaçtır. Ne yazık ki ülkemizde henüz
böyle bir yargı sisteminden bahsetmemiz mümkün gözükmüyor. Kanaatimce, bir
ülkede yargının bağımsız olup olmadığının en belirgin göstergesi, kanıtı ve
delili, o ülkede birincil görevi devleti ve kurulu düzeni vatandaşa karşı
koruyan özel mahkemelerin olup olmadığıdır. Bunu ölçüt olarak alıp bir
değerlendirme yaparsak Türkiye’de yargının değil bugün, cumhuriyetin
kuruluşundan beri tarafsız ve bağımsız olmadığını, yargılamaların adil
yapılmadığını çok açık bir biçimde, en
çıplak haliyle görebiliriz. Bu ülkede cumhuriyetin kuruluşundan itibaren
istiklal mahkemeleriyle başlatılan özel mahkemeler, süreç içerisinde zaman
zaman isim değişikliğine uğramışsalar da özde bir değişikliğe uğramadan
günümüze kadar hep var olmuşlardır.
İstiklal mahkemelerine müteakip kurulan Yassıada Mahkemesi, sıkıyönetim
mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri, özel görevli ağır ceza mahkemeleri ve
şu an için de özel yetkili bölge mahkemeleri ülkemizde peş peşe varlık gösteren
özel mahkemelerdir. Bu mahkemelerin görevi, kutsal sayılan devleti ve devletin
kurulu düzenini vatandaşına karşı korumaktır. Bu mahkemelerin görevi, resmî
devlet ideolojisine ters düşenleri yargılayıp cezalandırmaktır. Bu mahkemelerin
görevi devlet kaynaklı zulme ve haksızlığa karşı direnenleri yargılayıp hapse
atmaktır. Bu mahkemeler bu ülkede ne yapmıştır? Hemen söyleyeyim: En başta
demokrasimize zarar vermişlerdir, tahrip etmişlerdir, adil yargılanma hakkını
bertaraf etmişlerdir, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmışlardır, yurttaşın
mahkemelere olan güvenini kaybetmesine yol açmışlardır, bu mahkemeler düşünce
ve ifade özgürlüğünün cellatları olmuşlardır. Bu mahkemeler başka ne yapmıştır?
Bu mahkemeler Şeyh Said’i, Seyit
Rıza’yı, İskilipli Atıf Hoca’yı ipe göndermişlerdir. Bu mahkemeler bu ülkenin
başbakan ve bakanlarını cellatlara teslim etmişlerdir. Bu mahkemeler Deniz
Gezmiş’i, Yusuf Aslan’ı, Hüseyin İnan’ı, Erdal Eren’i ve nice güzel insanı
darağacına göndermişlerdir. Bu mahkemeler 1982 faşist darbesinin lideri Kenan
Evren’in “Sağdan birini, soldan birini asın.” emrini anında yerine
getirmişlerdir. Bu mahkemeler, değerli arkadaşlar, özet olarak Türkiye’ye
kaybettiren mahkemelerdir.
Cumhuriyet tarihi boyunca bu mahkemelerden bir türlü kurtulamayan
ülkemizde yargının bağımsız olduğunu, tarafsız olduğunu, adil yargılama
yapıldığını nasıl söyleyebiliriz? Kim bunu diyebilir? Vicdan sahibi hangi
hukukçu bunu söyler?
Kabul edelim ki yargı bağımsızlığı konusunda, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin verdiği kararlarla tescilli bir ülkeyiz. Özel mahkemeler ortadan
kaldırılmadıkça yargı bağımsızlığı asla ve katiyen olmaz. Sayın Bakan, yargının
bağımsızlığından yanaysanız, bu mahkemelerin ismini değiştirmek yerine bu
mahkemeleri ortadan kaldıracak bir düzenlemeyi Parlamentoya getirin. Yargı
bağımsızlığından yana olan bir iktidar, öncelikle bu özel mahkemeleri ortadan
kaldırmalıdır.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana
işbaşına gelen hükûmetlerde birçok şahsiyet Adalet Bakanı olarak görev
yapmıştır. Bunlardan olumlu icraatları olanları insanlarımız minnetle yâd
etmiş, yâd etmektedir. Yanlış icraat sahiplerini de insanlarımız asla
unutmamışlardır.
“Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk
soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır, hizmetçi olma hakkı,
köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.”
diyen meşhur ırkçı Adalet Bakanını halklarımız unutmadı.
Faili meçhul cinayetlerin günübirlik pervasızca işlendiği dönemde
bin operasyon yaptığını gururlanarak söyleyen Adalet Bakanını halklarımız asla
unutmayacaktır.
Gardiyanların çivili kalaslarla Diyarbakır Cezaevinde 10 tutukluyu
darp ederek öldürmeleri karşısında kılını dahi kıpırdatmayan Adalet Bakanı ile
20 cezaevinde birden aynı anda düzenlenen ve ironi yaparcasına “Hayata dönüş”
adı verilen operasyonların sonucunda 32 tutuklu ve hükümlünün ölümüne yol açan
operasyonların emrini veren, arkasından da çıkıp yüzü kızarmadan haklılığını
savunan Adalet Bakanını halklarımız unutmayacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bugün için Adalet Bakanlığı makamında her
ne kadar bu zihniyetin devamcısı olanlar yok ise de, geçmişte yaşanan
olumsuzluklardan ne yazık ki iyi dersler çıkarmadığınız da bir gerçekliktir.
Bugün için de haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diz boyudur.
Değerli milletvekilleri, şu an 10 bini aşkın Kürt siyasetçisi
cezaevlerinde tutsak durumundadır. Siyasi iktidarın yönlendirmesiyle “KCK” adı
altında yürütülen, Kürt halkını demokratik siyasal zeminin dışına itmeye
çalışan operasyonlar sonucunda 6 milletvekilimiz, 4 eş genel başkan
yardımcımız, 6 merkez yürütme kurulu üyemiz, 57 parti meclisi üyemiz, 34
belediye başkanımız, 212 belediye meclisi ve il genel meclisi üyemiz, yüzlerce
il ve ilçe başkan ve yöneticilerimiz ile üyelerimiz bu dönemde tutuklanmışlardır.
AKP iktidarı döneminde 500’e yakın öğrenci parasız eğitim,
harçların kaldırılması gibi demokratik talepler için düzenledikleri hak arama
eylemlerinde slogan attı, pankart açtı, puşi bağladı diye tutuklanıp cezaevine
konulmuşlardır.
Bu ülkede ilk defa AKP Hükûmeti döneminde onlarca avukat mesleki
görevlerini ifa ettikleri için topluca tutuklanmışlardır. Gazeteciler, bilim
adamları, AKP iktidarının hışmına uğramış, cezaevine konulmuşlardır.
Değerli milletvekilleri, İnsan Hakları Derneğinin hazırladığı Çocuk
Ölümleri Raporu’na göre, 1988 yılından günümüze kadar gerek güvenlik güçleri
tarafından gerek askerî patlayıcılar gerekse de çatışmalı süreçten dolayı
çeşitli şekillerde hayatını kaybeden çocuk sayısı 561’dir. Bunlardan 181’i
AKP’nin on yıllık iktidarı döneminde hayatını kaybetmiştir.
4 Ağustos 2012 tarihinde polisin sıktığı gaz bombası sonucu
yaşamını yitiren on bir yaşındaki Mazlum Akay, 6 Ağustos 2012’de Muş’un
Kızılağaç beldesinde bulduğu bir cismin elinde patlaması sonucu ölen sekiz
yaşındaki Seray Yavuz ve 7 Ağustos 2012 günü Van’ın Çaldıran ilçesinde, İran
sınırında askerler tarafından kurşunlanarak öldürülen Vesim Zengin yaşamını
yitiren son çocuklardan birkaçıdır.
Bu ölümler kadar vahim olan bir başka şey de daha on iki
yaşındayken başına ve bedenine sıkılan 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz başta
olmak üzere bu çocukların katillerinin hiçbirisinin ceza almamasıdır.
Yine başta Pozantı olmak üzere birçok cezaevinde devletin koruması
altında olan çocuklar tecavüze uğramış, işkence ve kötü muameleye maruz
kalmışlardır. Değerli milletvekilleri, adalete olan inanç dibe vurmuştur.
27 Aralık 2011 tarihinde Roboski’de yaşanan katliamın üzerinden
bir yıl geçmiş olmasına rağmen, katliamı yapan ve katliam emrini veren sorumlu
kişiler hakkında henüz açılmış bir dava dahi yoktur. Katledilen insanların
yakınları feryat figan ediyor, onların sesini duyan yok. Katliam arifesinde,
soruşturma dosyasının Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmasına izin
vermeyeceklerini söyleyen Sayın Başbakan söylediğini unutmuş durumdadır. Sayın
Başbakanın suskunluğu Hükûmetin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Türkiye
kamuoyu bilmelidir ki bu katliamın birinci dereceden sorumlusu şu anki
Hükûmettir ve Hükûmetin başındaki Başbakandır. Ama herkes de bilmeli ki Barış
ve Demokrasi Partisi katliamdan sorumlu olanlar hesap verene kadar bu işin
peşini bırakmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, tanık olduğum ve beni hukukçu olarak
rahatsız eden iki olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bulunduğu Urfa Cezaevinden Adana Kürkçüler Cezaevine nakledilen
Urfa Milletvekilimiz Sayın İbrahim Ayhan’ı Adalet Bakanlığının özel izniyle
Adana Kürkçüler Cezaevinde ziyaret etmiştim. Cezaevine gittiğimde, Cezaevi
Müdürü, İbrahim Ayhan’la açık görüş yaptırmayacaklarını, kapalı görüş
yapabileceğimizi söyledi. Nedenini sorduğumda da, Urfa Cezaevinde kendisine
verilen disiplin cezasından kaynaklandığını ifade etti. Zorunlu olarak Sayın
İbrahim Ayhan’la kapalı görüş yaptık. Sayın İbrahim Ayhan milletvekilidir,
milletvekili seçildiği andan itibaren milletvekilliği dokunulmazlığına
sahiptir. Dokunulmazlığı kaldırılmadıkça mahkemeler dahi milletvekiline ceza
verme yetkisine sahip değilken, cezaevi idaresi rahatlıkla dokunulmazlığı
bulunan milletvekiline disiplin cezası verebilmektedir. Bu bir hukuk
tanımazlıktır. Cezaevleri idarelerinin hükümlü ve tutuklulara yönelik nasıl bir
hukuksuz davranış içerisinde olduklarının da açık kanıtıdır.
Yine, değerli milletvekilleri, Adana 8’inci Ağır Ceza Mahkemesinde
izleyici olarak katıldığım bir davada 8 tutuklu sanığın yargılanması yapılıyor
idi. Söz isteyen sanık mahkeme başkanının söz vermesi üzerine savunma yaparken
söylediği sözler mahkeme başkanının hoşuna gitmediği için mahkeme başkanı
bağırarak “Atın bunu dışarıya.” demiş, askerler sanığı almaya yeltenince
askerlere hitaben bu kez mahkeme reisi “Durun! Yaz kızım: Sanıkların tutukluluk
hâllerinin devamına, duruşmanın filan tarihe bırakılmasına karar verilmiştir,
alın götürün.” diyerek duruşmayı sonuçlandırmıştır. Böyle bir yargılamaya otuz
yıllık meslek yaşamım boyunca ilk defa tanık oldum. Bir mahkeme reisi, duymak
istemediği sözleri söylediği için sanığı susturabiliyor, diğer sanıkların hiç
birine söz hakkı tanımıyor, tutukluluğun devamı konusunda Cumhuriyet Savcısının
talebini almıyor, vereceği karar konusunda heyetteki diğer iki yargıcın
kararını almaya ihtiyaç duymuyor, tüm usul yasalarını çiğneyerek son derece
keyfî karar verebiliyor ve bu hâkim ne yazık ki herhangi bir soruşturmaya
uğramadan görevini hâlâ sürdürebilmektedir.
Değerli milletvekilleri, komisyonlardan geçip Genel Kurulun
gündemine getirilen Ceza Usul Yasası ile Ceza İnfaz Yasasında Değişiklik
Öngören Kanun Tasarısı bütçe görüşmelerinden önce Genel Kurulda ele alınıp
görüşülecek iken AKP Grubu tarafından verilen önergeyle bütçe görüşmelerinin
sonuna bırakılmıştır. Tasarı, bir yıldan az cezası kalan hükümlülerin denetimli
serbestlik yoluyla bırakılmalarını öngördüğünden, özellikle açık cezaevlerinde
bulunan hükümlüleri beklenti içerisine koymuştur. Bu beklentinin cezaevlerinde
huzursuzluğa dönüşmesine imkân vermemek amacıyla tasarının bütçe görüşmelerinin
akabinde önümüzdeki yıla bırakılmadan Genel Kurulda görüşülmesinin uygun
olacağı düşüncesindeyim.
Değerli milletvekilleri -son bir, süre kalmadığı için- avukat
arkadaşlarımın, meslektaşlarımın bir arzusu var, onu sayın Genel Kurulla
paylaşmak istiyorum.
Avukatlar yurt dışına normal pasaportla gitmek durumunda oldukları
için her seferinde vize almak durumundalar. 3’üncü sınıf memurlara tanınan
yeşil pasaport verme hakkının…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MURAT BOZLAK (Devamla) – …avukatlara da tanınmasını diliyor, 2013
yılı Adalet Bakanlığı bütçesinin barışa, hukukun üstünlüğüne, adalete hizmet
etmesi dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MURAT BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, özür dilerim, bir düzeltme
yapmak istiyorum: 3’üncü sınıf memur diye belirleme yapmışım, 3’üncü derece
memur şeklinde düzeltilmesini talep ediyorum.
BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına 2’nci konuşmacı Ertuğrul
Kürkcü, Mersin Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Kürkcü.
BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar; bu bütçe kalemlerini görüşüyoruz ancak ben 2012 yılı bütçesi
Sayıştay tarafından aklanmaksızın 2013 bütçe kanunu görüşmelerine başlanmasının
yok hükmünde olduğunun altını çizerek söze başlamak isterim. Belki de tarihte
ilk kez Bütçe Kanunu’na Anayasa Mahkemesi yolu görünmüş oluyor. Doğrusu, bu
yolu benimseyecek milletvekillerine destek vermekte tereddüt etmem.
Kamu harcamasının hesabının verilmediği her durum başlı başına bir
yolsuzluktur. Yolsuzluğun tarihi, devlet gücüyle cinayet, hırsızlık,
namussuzluk, haksızlık yapmanın ve bunu saklamak için bin dereden su getirmenin
tarihidir. Sizi bu tarihin dışında zamandan ve mekândan münezzeh saymak için ne
gibi bir gerekçemiz var? Yoksa siz hakikaten kendinizi Sultan Süleyman gibi
Allah’ın yeryüzündeki gölgesi mi sanıyorsunuz? Unutmayın, o gölge yeryüzünden
silineli, Osmanoğulları’nın istipdadı mezara gömüleli doksan yıl oldu. Onların
yerini alanların altı kaval üstü şişhane modernliği, bu toprakların halklarına,
Alevilere, Kürtlere, Araplara, Lazlara, Yörüklere çoğu kez Osmanlı istipdadını
aratan bir mezalimi dayatmış olsa da, unutmayın, ecdadınız sandığınız o hanedan
tarihin çöplüğüne gömüldü. Öyle olmasa bugün hanedandan ya da ağa, bey, paşa
sülalelerinin birinden gelmedikçe herhangi biriniz bakan, başbakan, belediye
başkanı olmak şurada dursun, Rizeli bir kayıkçının oğlu olarak Eminönü-Karaköy
arasında dolmuş motoru işletiyor ya da Gaziantepli bir kunduracının kızı olarak
bir evin mutfağında erkekleri doyurmak için kan ter içinde zahmet çekiyor
olurdunuz.
Şimdi, biz cumhuriyetin otoriter modernliğinden yaka silkerken
bize “selamet kapısı” diye, o cumhuriyetin otoriter kurumlarının içerisine Türk
usulü şefliği, alaturka tek adamlığı yerleştirip hiçbir yasa tarafından
sınırlanmamış bir postmodern sultanlığı dayatabileceğinizi umuyorsanız
yanılıyor-sunuz arkadaşlar.
Ancak, Adalet Bakanlığı bütçesi usule uygun olarak Sayıştay
tarafından denetlenmiş olsaydı da bu bizi, 2012’yi bir “adaletsizlikler yılı”
olarak geçirmiş olduğumuzu, 2013’ün de böyle geçeceğini söylemekten
alıkoymazdı.
Bakanlığın bütçesinin yüzde 55 artmış olması dolayısıyla Sayın
Bakan Meclise teşekkür ediyor komisyon toplantısında. Tabii ki ceza ve tevkifevleri
bütçesine baktığımızda, bu yüzde 55 artıştan ceza ve tevkifevleri bütçesinin
hemen hemen hiçbir şey almadığını… Pardon, ceza ve tevkifevleri bütçesinin mal
ve hizmet alımları bütçesinin bundan, sadece yüzde 5’ten bile az bir katkı
aldığını, yani aslında bu yıl da mahpusların günde 3 öğün yemek için 4 Türk
lirasına talim edeceklerini görüyoruz. Cezaevlerindeki yaşayan insanların asli
meselelerini çözmeyen bir ceza ve tevkifevleri bütçesinin insanlık için, halk
için, bu ülkede yaşayanlar için ne gibi bir önemi olabilir?
Geçen yıl da bunun üzerinde durmuştuk, tekrar duruyoruz.
Türkiye’de cezaevindeki insanların genel nüfusa oranı durmaksızın artıyor.
1992’de Türkiye’de cezaevi haddi yani her 100 bin kişiye düşen mahpus sayısı 54
idi, 2004’te bu 81’e çıktı, 2010’da 164’e çıktı, 2012’de 170’e çıktı yani yirmi
yıl içerisinde Türkiye’de cezaevinde yatan insanların nüfusa oranı her 100 bin
kişide 3 kat arttı. Yüzde 300’den fazla Türkiye'nin nüfusu artmadı ama
cezaevlerinin nüfusu arttı. Bu problem bize Türkiye’de açık bir adaletsizlik
rejiminin hüküm sürmekte olduğunu gösteriyor çünkü yurttaşların kanunla
ihtilafı ya da kanunun yurttaşlarla ihtilafı -ki bana bu daha doğru geliyor-
olmasa cezaevleri nüfusu bu kadar artmaz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verilerine göre, 2011 yılı sonu
itibarıyla mahkeme önüne Türkiye’den gelen dava sayısı 15.940, bunun 2.500’ü
uzun tutukluluklarla ilgili. Bu sayının 2012 sonuna kadar 3.500’e varacağı
hesap ediliyor. Şu an cezaevlerinde 2012 Mayıs ayı sonu itibarıyla 125.100 kişi
yatıyor, cezaevlerinin kapasitesi 116.754 kişi yani 8.346 kişinin yatacak
yatağı yok. Cezaevleri komisyonuyla birlikte gittiğimiz bütün cezaevlerinde bu
rezaleti görüyoruz. Adalet Bakanlığı bunu gidermek için olsa gerek “yatırım”
dediği şeyleri yaparak Türkiye’de daha çok cezaevi yapmaya çalıyor ama ne kadar
çok cezaevi yaparsa yapsın bütün bu problemleri bu adaletsizlik hüküm sürdükçe
ortadan kaldıramayacak. Bu cezaevlerindeki insan sayısının artışı doğrudan
doğruya adalet sisteminin işleyişiyle ilgili. Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu eliyle işletilen bu adalet sistemi Türkiye’deki büyük adaletsizlik
kaynağının ta en başıdır, onun pınarıdır. Her şey Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun eylemlerinden kaynaklanmaktadır.
Çoğu kez Hükûmeti eleştiriyoruz yargıyı baskı altına alıyor diye
ancak ben giderek şu kanaate kapılıyorum ki aslında Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu devlet organları içerisinde öne doğru çıkarak, temayüz ederek geçmişte
ordunun oluşturduğu vesayet mekanizmasını şimdi bir yargıçlar vesayeti olarak
kurma eğilimindedir. Bu yargıçlar vesayetiyle kendi çıkarları bunu gerektirdiği
zaman başa çıkmak için durmaksızın kanun yapan, hangi kamu görevlilerine
dokunulamayacağı hakkında yasa yapmak zorunda kalan Hükûmet, sonunda Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunu baskı altına alarak kendi görevlileri hakkında
soruşturma açan savcıları görevden alma yoluna gitmek zorunda kaldı. Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu Türkiye’de bugün sürüp giden bütün hukuksuzlukların
arkasındaki mekanizmayı çalıştırıyor.
KCK tutuklamaları esasen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
denetimi olsa, engellemesi olsa, kendi bünyesindeki yargıçları doğru dürüst
denetlese bu hızla ilerlemeyebilirdi ama bir düşman ceza hukuku anlayışıyla
yani sıradan yurttaşları fail kabul edersiniz ama siyasi olarak muhatabınız
olan siyasi muarızlarınızı ise hürriyeti kısıtlanması gereken düşmanlar olarak
kabul edersiniz anlayışı üzerine temellenmiş olan bu düşman ceza hukuku
kavrayışı bugün Türkiye’de paralel bir ceza hukuku rejimi kurmuştur. Daha
Hükûmet geçtiğimiz yıl bir yasa çıkarttı, dedi ki: “Hâkimler bundan sonra
verdikleri tutukluluk kararlarını ya da tutuklulukların uzatılması kararlarını
gerekçelendireceklerdir. Yok öyle görülen lüzum üzerine diye.” Bunun üzerinden
bir yıl geçti ama size hâlâ tutuklu olan insanların tutukluluk gerekçelerinden
bazı örnekler sunmak istiyorum. İstanbul KCK davasında hâlen tutuklu olarak
yatmakta olan bir sanık; Gülten Çatalbaş. Bu Gülten Çatalbaş’la… 1 Eylül Dünya
Barış Günü nedeniyle düzenlenen, tertip komitesince başvurulan İstanbul
Valiliğinin de izin verdiği yasal mitingden söz ediliyor iddianamede: “Bu
eyleme katılan Gülten Çatalbaş ile şüphelinin eylemden hemen sonra telefon
görüşmesi yaptığı, şüpheli Emine Büşra'nın yapılan yasa dışı eyleme –ki izin
alınmış- ilişkin olarak sorular sorduğu, eylemin mahiyetini öğrenmeye
çalıştığı, Gülten Çatalbaş'ın güvenlik güçlerinin göstericilere gazla müdahale
ettiğini belirtmesi üzerine ‘Allah kahretsin ya!’ demek suretiyle tepkisini
ortaya koyduğu…” Yat! Cezaevinde yatıyorsun bunun için!
Başka? Aynı iddianameden bir başka görüşme: Cevat Akengin isimli
şahıs Abdullah Geldi’yle konuşuyor telefonda:
“Merhaba kapıyı açtım.
- Yok, kapıyı açma, ben senin yerine de kendi yerime de şu anda
Taksim Meydanı’nda bağırıp çağırıyorum yani ‘Yaşasın halkların kardeşliği.’
başka bir şey istemiyoruz.
Cevat: Tamam, tavanları yapıyorum, bitiriyorum, tamam mı?
Abdullah: Tamam, ben de konsolosluğun önüne gidip bitiriyorum
eylemi.
- Tamam, oldu. Hadi görüşürüz.
Şeklinde gerçekleştiği, görüşme sırasında şüphelinin telefonunun
Taksim civarındaki baz istasyonundan sinyal verdiğinin tespit edildiği,
konuşmanın içeriğinden şüpheli Abdullah'ın yasa dışı eylemi yönlendirdiği…”
anlaşılmakla, yat!
Şimdi, böyle hâkimler olmaz, böyle hâkimlik olmaz, böyle adalet
olmaz. İnsanları böyle hapse atamazsınız, orada böyle tutamazsınız, yıllarca ve
yıllarca tutamazsınız. 10 bin insanı soktunuz, daha da her gün sokmaya devam
ediyorsunuz. Bunun sonu ne zaman gelecek? Ne zaman adalet yerini bulacak? Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu sormayacak mı bu hâkimlere: “Sen kimsin, bir
yurttaşın hakkını, onun hürriyetini yok yere elinden alıyorsun? Nasıl oluyor da
sen onu yatırıyorsun?” diye. Sormaz, soramaz çünkü bu Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun üyesi olan, onların atadığı, onların düzenlemesini yaptığı
bütün mahkemeler aynı türden kararları verirler. 1.600 yıldır yerinde duran Mor
Gabriel Manastırı’nın toprağının hazine toprağı olduğunu, daha hazine yokken,
İslam bile yokken dünyada, kurulmuş bir tapınağın arazisinin hazineye ait
olduğunu iddia ederek onun elinden bunu alan bir Yargıtay Daireler Yüksek
Kurulu var. Böyle adalet olur mu? Böyle bir şeyi aklınız alıyor mu sizin? Ama
bu kararlar veriliyor, verilebiliyor.
Pınar Selek… 3 kere yerel mahkeme beraat ettiriyor, 3 kere
müebbete hapsetmek için karar veriyor yüksek mahkeme. Mahkeme kararında
direnemiyor, rücu ediyor.
Gazeteci davaları… Şu an Türkiye dünyanın bir numaralı gazeteci
hapseden ülkesi. Her ne kadar Bülent Arınç dün bunları inkâr ettiyse de,
Gazetecileri Koruma Komitesinin ekim raporundan sonra çıkan aralık raporu 49
tutukluyla Türkiye’yi birinci sıraya, 45 tutukluyla İran’ı ikinci sıraya, 32
tutukluyla Çin’i üçüncü sıraya koyuyor. Aynı gerekçeler Avrupa Birliği İlerleme
Raporu’nda destekleniyor. Dün Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türkiye’deki
ifade özgürlüğü haklarıyla ilgili tespit raporunu yayınladı, burada da aynı
endişeler paylaşılıyor. Şimdi, dünyanın bütün özgürlük takipçisi kurumları hata
yapıyor, Hükûmetimiz hata yapmıyor mu? Dün Bülent Arınç diyor ki bize: “Siz
öyle dediklerine bakmayın, onlar terör hükümlüsü.” Gördük şimdi terör
hükümlüsünün, tutuklusunun nasıl olduğunu.
Türkiye’de, Terörle Mücadele Yasası kadar istismar edilen,
herhangi bir insanın anında kendisini cezaevinde bulacağı; sadece bir emir,
sadece bir temenni, sadece polisin bir işaretiyle yargıçların bu kararı
verebildiği bir yerde hiç kimse bize onların terör suçlusu olduğunu söyleyemez.
Bu yargıyla Hükûmet arasında son derece uğursuz bir ilişki vardır.
Başbakan bağırır, haykırır: “Yargıya emir verdik, düzenleyecekler fezlekeyi.”
Diye, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı yorumlar: “Öyle demek
istememiştir.” Ben anlıyorum, herkes anlıyor, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu Başkanı niye anlamıyor ne dendiğini? Aslında anladığını çok iyi
anlıyoruz. Fezlekeler hemen bunun arkasından çıkıyor geliyor.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu kadar çok adaletsizliğin olduğu bir
yerde Adalet Bakanının hapishaneleri kontrol altında tutabilmesi, buralarda
insanca bir yaşam sağlayabilmesi imkânı yok. Bu hapishaneler bu zihniyetle
yönetildikçe, bu hapishanelerdeki -Pozantı’daki- tecavüz olaylarının, Kürt
çocuklarına tecavüz edilmesi olayının sanıklarının hiçbirisi mahkeme önüne
çıkmadıkça bu adalete kimseyi inandıramazsınız. Roboski’deki katiller ortaya
çıkmadan ama Roboski halkının çocukları, hepsi hapishaneyi boylamışken Roboski
köylülerine bir gün adalet getireceğinizi anlatamazsınız. Siz İmralı Cezaevini
bütün diğer cezaevlerinden ayırıp, orada her türlü hukuksuzluğu yapıp bunları
kimseye göstermeyeceğinizi sanırsanız, o insana, Abdullah Öcalan’a inananlar
sizin hukukunuza asla ve asla inanmazlar.
Türkiye’de yurttaşlarla devlet arasında bir rıza ilişkisi
kurulacaksa ne yazık ki bunun için Adalet Bakanımızın çatışmacılıktan uzak
üslubu bir işe yaramaz. Onun üslubu yumuşak diye ahali çektiği acıları unutacak
değil. Daha dün hepsi ayağa kalkmadılar mı? Hakları için, halklarının hakları
için greve gitmediler mi? Evet, bütün bu olaylarda Adalet Bakanlığının yapıcı
bir tutum içerisinde olmaya çalıştığını gördük ama biz bütçeyi ve usulü, nizamı
böyle mi yargılıyoruz? Biz gerçek verilere bakıyoruz. Türkiye’de halk devletle
ihtilaf hâlindedir. Daha doğrusu, devlet halkıyla ihtilaf hâlindedir, her
gerekçeyle halkını hapse atmaya teşne olduğunu buradan görüyoruz. Böyle bir
adalet bütçesi, böyle bir adalet uygulaması, buna dayalı bir hayat Türkiye’de
olamaz. Adalet mücadelesi devam ediyor, edecek, Adalet Bakanlığı bu adalet
mücadelesini sınırlamaya istediği kadar çalışsın, adalet yerini bulacak. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına son konuşmacı Sebahat Tuncel,
İstanbul Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi hakkında Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına ayrılan bütçe ve bu
bütçenin planlaması Türkiye’de 75 milyon insanın yaşamını doğrudan
etkilemektedir.
AKP Hükûmeti günümüzde neoliberal politikalar ekseninde çalışma
yaşamını yeniden düzenlemektedir. Bu düzenlemeler yapılırken ne yazık ki işçi
ve emekçilerin yaşam standartlarını yükseltecek, insanca yaşam koşullarını
sağlayacak hiçbir tedbir almamaktadır. Aksine, çalışanların esnek çalışma,
taşeronlaşma, kayıt dışı, güvencesiz çalışma koşullarını dayatarak emekçileri
modern kölelere dönüştürmüş durumdadır. Emekçilerin örgütlenmesi önünde binbir
türlü engel konularak haksızlığa karşı itiraz hakkı bile elinden alınmış
durumdadır. AKP Hükûmeti patronu korumak ve zengini daha zengin kılmak için
büyük bir çaba sarf ederken bu zenginliği ortaya çıkaran emekçileri, sağlıksız,
güvencesiz, örgütsüz ve geleceksiz bırakmaktadır. Buna karşın Türkiye’de
emekçiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve meslek odaları öncülüğünde
sokaklara çıkarak gasp edilen haklarını ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için
mücadele etmekten geri durmamaktadırlar. Bu mücadelenin toplumsal dönüştürme
gücünü fark eden AKP iktidarı, muhalif sendikalar ve meslek örgütleri
üzerindeki baskıyı giderek artırmakta, devletin tüm zor ve baskı araçlarını
emekçilerin taleplerini bastırmak için kullanmaktadır. Özellikle KESK,
Eğitim-Sen, TMMOB gibi demokratik mücadeleye öncülük eden kurumlara karşı daha
sert politikalar uygulamaktadır. Bir yandan toplumsal eylem ve etkinliklere güvenlik
güçleri çok sert şekilde müdahale ederken, diğer yandan da yargı aracılığıyla
baskı, gözaltı, tutuklama gibi yöntemlerle toplumsal muhalefet bastırılmaya
çalışılmaktadır.
Tüm bu baskılara rağmen emekçilerin örgütlü mücadeleleri sadece
Türkiye’de değil, bugün Mısır, Brezilya, Filipinler, Güney Amerika, Yunanistan,
İspanya ve pek çok coğrafyada işçiler dünyanın en dinamik ve örgütlü
kesimlerini oluşturmaktadır. Kendi toplumlarının üretim, dağıtım ve değişim
süreçlerinde ortaya çıkan güce dayanmakta olan yeni emek hareketleri dünya
genelinde işçi sınıfının örgütlenmesinin ötesine uzanan bir öneme sahiptir
çünkü bu emek hareketi, ittifak içerisinde olduğu toplumsal hareketle birlikte
kendi ülkesindeki demokrasi, özgürlük, eşitlik ve toplumsal adalet mücadelesinde
en ön saflarda yer almaktadır.
Sayın milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
etki alanı, tüm çalışma hayatından sosyal güvenceye, işçi sağlığından işsizlik
ve istihdama kadar çok kapsamlı alanla ilişkilidir. Bu kadar geniş bir alana
dair çalışmaları içeren Bakanlığın 2013 bütçesine baktığımızda, bu etki
alanının sorunlarını çözebilecek perspektiften yoksundur. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı bütçesi 2011 yılında 35 miyar TL iken 2012 yılında yüzde 12
oranında azaltılarak 31 milyar 552 milyon TL düzeyine indirilmiştir. Çalışma
Bakanlığı adına 2013 yılı için ön görülen bütçe ise 32 milyar 113 milyon
TL’dir. Emekçilerin çalışma hayatına dair onlarca sorunu ve hak ihlallerine
rağmen Çalışma Bakanlığı bütçesinin ihtiyacı karşılayacak düzeyde artmasını bir
yana bırakalım, azaltılması, Hükûmetin çalışma yaşamına verdiği önemi çok net
olarak göstermektedir.
Çalışma Bakanlığı 2013 bütçe ödeneklerine baktığımızda Bakanlık
bütçesinin yüzde 99’unun cari transfere ayrılması dikkat çekicidir. Cari
transferlerin tamamına yakınını sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerinin
oluşturduğu dikkate alındığında Bakanlığın çalışma alanına dair payı neredeyse
yok denecek kadar azdır. Çalışma alanına ayrılan bütçenin ise çoğunun personel
giderleri, mal ve hizmet giderlerine ayrıldığı görülmektedir.
Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan bütçe sunuşunda ve her fırsatta
Türkiye’de işçi sağlığına ve güvenliğine dair özgün bir yasanın kendi
hükûmetleri döneminde çıkartıldığıyla övünmektedir. Oysa çıkartılan yasa işçiyi
değil, daha çok işi korumaktadır, patronu korumaktadır. Gerçeklere baktığımızda
taşeronlaşma politikaları kendine hedef olarak koyduğu, işgücünün
esnekleştirilmesi, denetimsizlik ve kayıt dışı istihdamın yaygınlaşması sonucu,
her yıl, giderek işçi ölümleri ve yaralanmaları artmaktadır. Türkiye’nin işçi
ölümlerinde dünyada 3’üncü sırada yer aldığını AKP Hükûmeti ne yazık ki unutmuş
görünüyor. Fabrikalarda, atölyelerde, inşaatlarda, madenlerde, tarlalarda iş
kazaları ve iş cinayetleri devam ediyor. İş kazaları ve işçi cinayetlerine
neden olanlar hakkında caydırıcı önlemler almak bir yana, aslında patronu daha
çok korumak için tedbirler alındığı için son bir yılda iş cinayetlerinde
yaşamını yitirenlere baktığımızda durumun ne kadar vahim olduğunu görebiliriz.
İstanbul Esenyurt'ta 11 işçi yanarak hayatını kaybetti son bir yılda;
Giresun'da HES inşaatında 4 işçi, Eskişehir'de bir atölyede patlama sonucu 4
işçi, Adana Kozan ilçesinde baraj kapağının patlaması sonucu 10 işçi, Samsun'da
bakır madeninde çatının çökmesi sonucu 5 işçi hayatını kaybetti. Bütün bunlara
baktığımızda, bu cinayetlerden sorumlu olan hiç kimse yargılanmadı. O nedenle
de iş kazalarının önlenmesi konusunda, iş cinayetlerinin önlenmesi konusunda
herhangi bir somut adım yok.
Son on yılda 10.723 işçinin öldüğü Türkiye'de her yıl ortalama
1.072 işçi hayatını kaybediyor. Oysa gerçek rakamlar aslında bunun çok daha
üstünde. Bakanlığın söylediğine göre, 25 milyon çalışan işçinin sadece 11
milyonu sigortalı. Dolayısıyla 14 milyon işçi kayıt dışı. Kayıt dışı olan
alanlarda çalışan işçilerin ne yazık ki iş kazaları da kayıt dışı kalıyor.
Sayın milletvekilleri, çalışma hayatında diğer bir sorun alanı da
meslek hastalıklarıdır. Kot taşlama işçilerinin mücadelesiyle geçen dönem kısmi
olarak yapılan yasal düzenlemeye rağmen, diş teknisyenleri ile kot kumlama
işçilerinde ölümcül silikozis hastalığı hâlâ ölümlere neden olmaktadır. Mevcut
merdiven altı işletmelerin işçi güvenliğinin olmadığı yerler olması ve
güvencesiz işçi çalıştırmanın yaygınlığından dolayı yaklaşık 10 bin işçi şu an
ölüm riskiyle karşı karşıyadır. Her ne kadar devlet bazı işletmeleri kapatsa da
hâlen bu merdiven altı işletmelerin devam ettiği ve işçilerin saatlerce havasız
yerlerde ciğerlerinin toza maruz bırakıldığı bilinmektedir. Meslek
hastalıklarına dair özgün bir yasal düzenlemenin olmaması, yasal haklardan
faydalanmak için kayıtlı işçi olma şartının olması, yüzde 40 iş görmezlik
raporunun olması gibi imkânsız engeller, Türkiye'de yine sadece 3 tane meslek
hastalığı hastanesinin olması, kayıt dışı işçilerin çalıştığına dair belgelemek
zorunda olması gibi yöntemler aslında meslek hastalıklarının tedavisini
engellemekte, ölümlere zemin sunmaktadır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye’de emekçiler, 20’nci yüzyılda
emekçilere dayatılan çalışma koşullarını aratmayacak uygulamalarla karşı
karşıya bırakılmaktadır. Dünya işçi sınıfının mücadele ederek kazandığı birçok
kazanım için bugünün Türkiyesi’nde emekçiler hâlâ mücadele etmektedirler. Fiilî
çalışma süresi haftada elli beş ila elli dokuz saat arasında değişmekte,
istihdamın da yaklaşık dörtte birinden fazlası altmış saatin üzerinde
çalışmaktadır. Fazla mesai ücreti ödemeden uzun süre çalıştırma politikası ise
AKP Hükûmeti tarafından teşvik edilmektedir. Diğer yandan, çalışma sürelerinin
uzatılması ve esnekleşmesiyle ölümlü iş kazalarındaki artış arasında doğrudan
ilişki vardır. Uzun sürelerle çalışma, meslek hastalığı riskini de
etkilemektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin iş kazalarında Avrupa’da 1’inci,
dünyada 3’üncü olmasının nedeni, uzun süreli çalışmadır.
Sayın milletvekilleri, tüm dünyanın en temel sorunu hâline gelen
işsizlik sorunu, beraberinde artan yoksulluk Türkiye’nin de en temel
sorunlarından birisidir. İşsizlik ve yoksulluk sorunu, sadece Türkiye’nin
değil, bugün Avrupa’nın da en önemli ve acil çözülmesi gereken sorunlarından
biridir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2012 Emek Dünyası Raporu’nda
sorunun kritik aşamaya geldiğine dikkat çekmektedir. Başta İspanya ve
Yunanistan olmak üzere, İtalya, Fransa gibi pek çok ülke yüksek işsizlik
oranlarıyla boğuşmaktadır. Rapora göre, dünya çapında istihdam oranı düşerek 50
milyon insan çalışma olanaklarından yoksun bırakılmıştır. Benzer şekilde,
Türkiye’de de resmî rakamlara göre 25,5 milyon çalışan bulunurken, resmî
rakamlara göre Türkiye’de işsizlik yüzde 10 civarında, sendikaların açıkladığı
oran -ki aslında sendikaların açıkladığı oran daha doğru çünkü kayıt dışı
işçilik Türkiye’de çok fazla yoğun- yüzde 18 oranındadır. ILO, yaşanan ekonomik
krizle birlikte istihdamın Avrupa'da bozulurken genel olarak dünyanın her
yerinde bozulduğuna dikkat çekmektedir. İşsizliğin dünya ekonomisinin temel
bozukluğu olduğuna dikkat çeken ILO, büyüme rakamlarının çok azının istihdama
yol açtığını belirtmektedir.
Yine raporlarda, artan oranda emekçinin istikrarsız, güvencesiz
koşullarda çalıştırıldığını, dolayısıyla, esnekleştirilmeye çalışılan emek
dünyasının yansımasının olumsuz olduğu görülmektedir. Türkiye'ye baktığımızda
da 6,7 milyon kişi, insan kayıt dışı olarak çalışmaktadır.
Raporda dikkat çeken diğer bir nokta, neoliberal ekonomiyi
savunanların temel argümanı olan kamu harcamalarının kemer sıkma
politikalarıyla azaltılması gerektiği, böylece özel sektörün daha çok yatırım
yapacağıdır. AKP Hükûmeti de IMF'nin bu genel politikasına dört elle sarılarak,
kemer sıkma politikasını uygulamaktadır. Rapor, kemer sıkma politikalarının
denildiği gibi bir büyümeye neden olmadığı, aksine durgunlaşmaya götürdüğü ve
istihdamın yapısını bozduğunu ortaya koymaktadır. Son açıklanan 2012 çeyrek
büyüme rakamlarına baktığımızda büyümenin sadece yüzde 1,6 olması bu bulguyu
desteklemektedir.
Sayın milletvekilleri, sayıları resmî olarak 12 milyonu bulmuş
işçilerin ücretlerinden yapılan kesintilerle on yıldır işsizlik fonunda biriken
miktar 62 milyar TL’dir. AKP Hükûmeti işçilerden aldığı bu parayı işçiler için
kullanması gerekirken başka alanlarda kullanmıştır. AKP Hükûmeti bu fonun
işçiler tarafından kullanılmaması için bin bir türlü engel çıkarmıştır.
İşçilerin bu fondan faydalanmaması için getirilen şartlar nedeniyle miktarın
sadece yüzde 7'si işsizlik sigortası için kullanılmıştır. Peki, fonda kalan
para nereye gidiyor? Bunun hesabının verilmesi gerekir. AKP iktidarı, işçilerin
bu paralarını gasbederek 2009 yılında GAP projesinin finanse edileceği
bahanesiyle hazineye ait bütçeye dâhil ettiğini açıklamıştır. Bakanlığınıza
bağlı İŞKUR'un tek söz sahibi olduğu fon, emekçilerin sorunlarını gidermek için
değil, iktidarın ihtiyaç duyduğunda elini atabileceği bir fon olarak
kullanılıyor. Ne işçilerin ne sendikaların bu fonun kullanılması üzerinde
hiçbir söz hakkı ve yetkisi bulunmamaktadır.
Sayın milletvekilleri, 2013 yılı asgari ücret belirlemesi için
görüşmelerin yapıldığı aydayız. Bu ayda asgari ücret tespit görüşmeleri
yapılıyor. Ve Hükûmetin 2013 yılı ilk dönemi için öngördüğü artış yüzde 3
oranındadır. Asgari ücret sadece bir işçinin alacağı miktarı ifade etmez, bir
devletin sahip olduğu, çalışanların ekonomik ve sosyal durumlarının
düzenlenmesine yönelik etkin bir politikanın aracıdır. Bu nedenle asgari ücret
belirlenirken çalışanların, emekçilerin sömürülmesine karşı konulması ve
insanca yaşayabileceği asgari bir ücretin sağlanması esas alınmalıdır.
Türkiye'de sigorta kapsamında çalışan işçilerin yüzde 44'ü asgari ücretle
çalışmaktadır. Mevcut asgari net ücret ise 773 TL'dir. Açlık sınırı olan 1.050
TL'nin bile altında olduğu düşünüldüğünde emekçilerin neredeyse tamamı bu
sınırın, açlık sınırının altında yaşamaktadır. İktidarın asgari ücret
politikasını sermayenin emeği sömürebilmesinin, işçinin ise açlık sınırının
altında yaşamaya mahkûm edilmesinin bir yolu olarak gördüğü ortadadır. Asgari
ücretin en azından 4 kişilik bir aile için belirlenen 3.335 TL miktarının
üzerinde olması gerekmektedir yani asgari ücretin işçinin ailesi ile tüm
zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde
tespit edilmesi, gelişmiş demokratik bir ülke açısından olmazsa olmaz koşuldur.
Sayın milletvekilleri, AKP iktidarının benimsediği neoliberal
politikaların özünde istihdamsız büyüme anlayışı yer almaktadır. Büyüme ile
istihdam arasındaki sıkı ilişkiyi koparan uygulamalarla, istihdam yapısını
bozacak ve emek dünyasını esnekleştirecek politikaların başında ise 2012 Şubat
ayında yayınlanan Ulusal İstihdam Stratejisi Planıdır. Neoliberal ekonomi
anlayışı içerisinde asgari ücret, çalışanları koruyucu yasaların ve
mekanizmaların olması, kıdem tazminatı, alt işveren ilişkisinin kısıtlamalar
içermesi gibi uygulamalar katı bulunmaktadır ve bu katılığın giderilmesi için
planlar yapılmaktadır. Burada ise en temel amaç sermaye için ucuz ve güvencesiz
işgücü yaratmaktır, ulusal istihdam planının temelinde de bu amaç yatmaktadır.
Plana göre, geçici işçilik yaygınlaştırılacak, zaten ciddi bir sorun hâline
gelen taşeronlaşmayı destekleyen esnemeler yapılacak, özel istihdam bürolarıyla
kiralık işçilik yasalaşacak. En son gündeme gelen memurların fazla mesailerinin
ödenmemesi de bu çerçevede bir anlayışın ürünüdür. Dolayısıyla bu plan ulusal
bir strateji olmaktan ziyade, işveren kesiminin ihtiyaçlarına yanıt arayan ve
emeğin kazanılmış haklarını gasbeden bir sınıfsal politikalardır. Kaldı ki
"Türkiye işgücü piyasalarının son derece katı olduğu" savı
gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Sayın milletvekilleri, çocuk işçiliği dünyanın en büyük sorunu
hâline gelirken, Türkiye'de resmî verilere göre 2006 yılında mevcut 16 milyon
264 bin çocuğun yüzde 5,9'u yani yaklaşık 1 milyon çocuk işçi bulunmaktadır. Bu
çocukların yüzde 68,5’i öğrenimine devam etmemektedir. Çocuk işçiliği
konusundaki veriler güncellendiğinde durumun daha da vahim olduğu görülecektir.
Hepimizin bildiği gibi çocuk işçilerin birçoğu tezgâhtarlık, işportacılık,
ayakkabı boyacılığı, çöp, kâğıt toplayıcılığı gibi işlerde çalıştırılmakta. Bu
yüzden, bu gibi işlerde denetleme şansı az olduğundan, gerçek rakamların verili
rakamların çok üstünde olduğu bir gerçek. Kapitalist ülkeler, çocuğun emeğinin
sömürülmesini engellemek yerine, AKP iktidarının da yapmaya çalıştığı gibi,
kontrol altına almaya yönelmektedir; oysa yapması gereken, çocuk işçiliğinin
ortadan kaldırılması için yasal düzenlemeler yapmaktır ve çocuk emeği
sömürüsüne son vermektir.
Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmeti, iktidara geldiği andan
itibaren emekli vatandaşları devlet ve asıl olarak sermayenin üzerinde büyük
bir yük olarak görmüş, bu nedenle, emekli maaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en düşük seviyesinde tutmuştur. Emekli maaşının, olabildiğince, hatta
ölüme yakın verilmesi için yaş artırımı dâhil uygulamaların hayata geçirilmesi
sağlanmıştır. Türkiye'de 10 milyon 227 bin emekli bulunurken, bunların yüzde 20'si
yetersiz ücretlerinden dolayı ikinci bir işte çalışmak zorunda kalmaktadır.
“Bütçenin kara deliği” olarak görülen emeklilerin aldıkları açlık sınırının
bile altındaki 800 TL'lik ödeme, AKP iktidarı için "kârsız" bir
yatırımdır. Emeklilerin bu toplumun atıl vatandaşları olarak görülmesi,
yoksulluğa mahkûm edilmesi sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmaz.
Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmetinin “iş gücü piyasasının katı
olduğu” savıyla -hareketle- uyguladığı esnekleştirme politikalarının en büyük
sorunu ise taşeronlaşmadır. 2002 yılında
387 bin olan taşeron işçi sayısı, 2011 yılında 1 milyon 611 bine yükselmiştir.
Taşeron işçi sayısındaki dikkat çekici artışın en önemli sebebi, hizmet alım
yöntemlerinin doğrudan istihdam sağlamaya göre çok daha ucuza gelmesidir.
Belediyeler ve kamu kurumları dâhil, pek çok şirket, başta güvenlik, temizlik,
ulaştırma gibi hizmetleri taşeron firmaya yüklemektedir. Asıl işveren kollarını
bile taşeronlaştırmaya çalışan bir bakanlık mevcuttur. Basında öngörülen işçi
ölümlerinin neredeyse tamamı taşeron şirketlerde yaşanmaktadır. İşçiler çoğu
zaman çok kötü koşullarda, düşük ücretlerle çalışmakta, hiç bir sosyal
güvencesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla taşeronlaştırmayı geliştiren değil,
aksine, bunu önleyen politikalar yapılmak durumundadır.
Sayın milletvekilleri, emekçilerin tüm haksızlıklara ve hak
gasplarına karşı en büyük mücadele aracı örgütlenme hakkıdır. AKP Hükûmeti
emekçilerin örgütlenme, sendikalı olma hakkını gasbetmiştir. Türkiye'de kamuda
işçiler arasında sendikal örgütlenme oranı yüzde 8, özel sektördeyse yüzde
3’tür. Yani çalışanların çoğunluğu sendikalı değildir. Biz biliyoruz ki
“Sendikaya üye olabilir işçiler.” söyleminin gerçekle hiçbir alakası yoktur.
Çünkü, sendikaya üye olmak isteyen işçiler bin bir baskıyla, işten çıkarılma
tehdidiyle karşı karşıya gelmektedir.
Son bir yıl içerisinde BEDAŞ, GEA Klima, Savranoğlu Deri, Kampana
Deri, Mersin Liman, Mas-Daf, İmpo Motor, Snop Metal, TOGO, CEHA, CARGILL ve
daha birçok fabrika ve iş yerinde yüzlerce işçi sendikaya üye oldukları
gerekçesiyle işten çıkartıldılar.
Sayın milletvekillerim, bütçenin hazırlanma sürecine baktığımızda,
bu bütçenin toplumun yarısını oluşturan kadınları yok sayarak hazırlandığı
görülecektir. Yıllardır kadın örgütlerinin dile getirdiği toplumsal cinsiyete
duyarlı bütçe talepleri bu yıl da görmezden gelinmiştir. Kadın erkek eşitliği
perspektifine sahip olmayan hiçbir çalışmanın başarılı olması mümkün değildir.
Bu perspektiften bakıldığında bu bütçenin 75 milyon için hazırlandığı söylemi
bir yalandır, sadece belli, imtiyazlı sınıfları korumak için hazırlanmıştır.
AKP iktidarının hazırladığı bu bütçe bir savaş ve kriz bütçesidir.
Bu her defasında burada ifade edildi, bir kez daha ifade ediyoruz. Dolayısıyla,
geçen dönemin hesabının verilmediği bir bütçe bugün de çalışanların,
emekçilerin hak ve özgürlüklerini gasbeden, esnek çalışmayı, taşeronlaşmayı
destekleyen bir perspektiften hazırlanmıştır. Dolayısıyla, bu bütçeden
yararlanacak olan işçiler, emekçiler değildir, gerçekten sermayedir.
Dolayısıyla, 75 milyon insanın büyük bir kısmı, yüzde 90’ı bir kez daha mağdur
olacaktır. Ve oradan aldıklarını AKP Hükûmeti Orta Doğu’da Türkiye’yi bir
savaşa sürüklemek için kullanmak istemektedir.
Türkiye halkları buna karşıdır diyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Atila Kaya,
İstanbul Milletvekili.
Süreniz on üç dakika ama kaç dakikasını kullanacaksınız?
ATİLA KAYA (İstanbul) – On dakikasını kullanacağım.
BAŞKAN – Buyurun.
MHP GRUBU ADINA ATİLA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığının görevleri Adalet
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2’nci maddesinde
sayılmıştır. Bakanlıkla ilgili yapılacak değerlendirmelerden beklenen de hep bu
çerçeve içinde kalınması olmuştur. Ne var ki, adında “adalet” olan bir
Bakanlığın varlığı, bağlı kurumların işleyişleri ve bunların ürettikleri
hizmetlerin düzenlenmesiyle ilgili olmakla birlikte, adalet kavramı ve
adalet-siyasi iktidar ilişkisi üzerine söz söylemeyi de öncelemelidir. Aynı
Bakanlığın adında olduğu gibi kendi adında da “adalet” kavramını kullanan bir
parti buna açık olmak bir yana, bunu tercih de etmelidir.
Sayın milletvekilleri, adında “adalet” olan bir partinin on yıllık
iktidarında en çok bu partiden olmayanlar adaletten söz ediyor ve adalet
istiyorlarsa bunun üzerinde düşünülmelidir. Bu durum, AKP’nin adalet kavramının
özüne nüfuz edemediğinin ve onu içselleştiremediğinin bir göstergesi
sayılmalıdır. İktidar partisinin bu durumda bulunması, adalet anlayışlarının
“bizden olanlar için” gibi ilkel bir esasa dayanmasından dolayıdır; oysa
İslam’da adalet, sadece Müslümanlar için bile değil, herkes içindir ama iktidar
bunu idrak edemeyecek bir durumdadır. Şayet tarih ve din bilincine sahip
bulunsalardı, Türk devlet geleneği ve İslam dini onlara doğru bir adalet
anlayışını hayata geçirmenin tüm imkânlarını sunmaya hazırdı.
Değerli milletvekilleri, Türk devlet geleneğinde, hükümdarın
şahsında temsil edilen hâkimiyetin töreyle sınırlandırılması, devletin
içeriğinin adalet olarak algılanmasının bir sonucudur. Devlet kavramına
atfedilen bu içerik, onun ahlaki bir kavram olarak görüldüğünün de
göstergesidir. Devletin özü adalettir ve bir devlet, ancak böyle bir öze sahip
olmakla ahlaki meşruiyet kazanabilir. Sosyal devlet anlayışı da ancak “adalet”
gibi bir ilkeden kalkılarak hayata geçirilebilir. Selçuklu Veziri Nizamülmülk,
yaklaşık bin yıl önce kaleme aldığı Siyasetname’de, gelenekselleşmiş bir
zihniyetin mirası olarak ”Bir ülke küfürle yıkılmaz ama zulümle yıkılır.”
sözünü aktarır. Türklerde adalet, hükümdarın tebaaya bir lütfu değil, halkına
karşı bir sorumluluğudur. Adalet, daima her varlığın üstünde sayılmış ve
temelinde görülmüştür. Bu durumun ifadesi söylediğim özdeyişle birlikte
şahikasına erişmiştir.
Sayın milletvekilleri, yüce dinimiz İslam’ın da toplumsal hayatı
düzenlemek için buyurduğu en temel hareket ilkesi “adalettir” ve dinimizdeki en
temel kategorik ayrım da adalet zulüm ayrımıdır. Kendisine hedef olarak dindar
nesil yetiştirmeyi belirleyen Sayın Başbakan bu işe, o nesilleri şu hükümlere
inandırarak başlaması gerektiğini bilmelidir: “Şüphesiz, Allah size emanetleri
ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle
hükmetmenizi emrediyor.” ve yine “Ey iman edenler, bir topluluğa olan kininiz
sizi adaletten alıkoymasın.”
Değerli milletvekilleri, her fırsatta imam hatipli olmakla övünen
Sayın Başbakanın bu ayetleri bildiğinden şüphemiz yoktur ve yine sayesinde
şüphemiz kalmamıştır ki bir şeyi bilmek o şeyi yapmaya yetmemektedir. Onun
içindir ki en azından her cuma Allah’ın adaleti emrettiği hatırlatılmasına
rağmen iktidar sahiplerinin tavrında bir değişiklik olmamaktadır. Şimdi adalet
bekleyenler kullanmaktan çok hoşlandığı ayeti kerimeyi Başbakana hatırlatmalı
ve sormalıdırlar: Kalbi olup da onunla kavramayan, gözü olup da onunla görmeyen
ve kulakları olup da onunla işitmeyen kimmiş?
Değerli milletvekilleri, dinimizin ve tarihimizin en merkezî
kavramı olan adalet, Anayasa’mızda da hem “Cumhuriyetin nitelikleri” hem de
“Devletin temel amaç ve görevleri” başlıkları altında vurgulanmıştır. Her
birimizin de milletvekili olarak adalet anlayışı içinde hareket etmeye yemin
ettiğimiz unutulmamalıdır. Din ya da tarih gibi değerlere atıfta bulunmak gibi
bir derdi olmayan liberal devlet teorisi çerçevesinde dahi kişilerin hak ve
iktidarlarını devlete devrederken bekledikleri tek şey adalettir.
Sayın milletvekilleri, bir kavram olarak adaletin üzerinde bu
denli önemle durmamın nedeni adında “adalet” olan partinin en temel ilke ve en
yüce kavramları bile kendi çıkarı için eğip bükebilmesinin çarpıcılığını ortaya
koymaktır. Tarih boyunca her din ve kültür dairesinde siyasi iktidarların ideal
amacı adaleti sağlamak olmuştur. Adaletin amaç edinilmesi durum olmasının
güvencesi değildir, ne var ki amaç edinilmemesi durumun gerçekleşmemesinin en
önemli nedenidir.
Adında “adalet” olan parti adaletin amaç edinilmesi bir yana,
adaleti sağlama mekanizmalarını bile zulmün aracı hâline getirmiştir.
Yetiştireceği nesillere kininin davacısı olmayı öğütleyenlerin bir topluluğa
olan kininden siyasi davalar yaratması ve bu davalarda yargılananların payına
ise şaibeli, gizli tanıklar ve uydurulmuş deliller düşerken, kozmik odalara
girilmesini sağlayan suikast davalarının ve “asrın yolsuzluğu” olarak nitelenen
Deniz Feneri davalarının unutulmaya terk edilmesi bunun çok açık göstergeleridir.
Değerli milletvekilleri, adında “adalet” olan parti hukuk
mekanizmalarını, farklılıkları ortadan kaldırmak ve ülkedeki her bireyi kendine
benzetmek için kullanmak istemektedir. Adalet bilincine sahip olmadıklarını da
bundan daha iyi hiçbir eylemleri gösteremezdi.
Değerli milletvekilleri, Augustinus “Adalet ortadan kaldırılırsa
krallıklar büyük haydutluklardan başka nedir ki?” diye sormuştu. Robespierre
ise Danton’u yargılayan mahkemenin başkanına “Göreviniz yargılamak değil,
ortadan kaldırmaktır.” demişti. Bu iki tercih Batı’nın sınırlarında bırakılmak
durumunda değildir. Nitekim bizde de 27 Mayıs mahkemelerinin “Sizi buraya tıkan
güç böyle istiyor.” diyen hâkimlerinden 12 Eylül mahkemelerinin “Siz bu
olanlara hukukçu kimliğinizle, hukukçu gözüyle bakmayacaksınız.” talimatını
alan hâkimlerine kadar darbe adaleti bağımsız ve tarafsız bir yargı erkinin
önemini ortaya koymuştur. İster asker ister sivil olsun siyasi otoritenin yargı
üzerindeki her tür etkisi tamamen kaldırılmalı ve sonsuza dek engellenmelidir.
Bugünün mahkemelerinde darbe mahkemelerini çağrıştıran uygulamalardan
vazgeçilmelidir. Yargı 27 Mayıs veya 12 Eylül mahkemelerini utandıracak şekilde
işlemelidir ki halk da olağanüstü darbe mahkemeleriyle hür, tarafsız ve adil
mahkemelerin farkını gerçekten anlasın.
Peki, ben bunları kime söylüyorum? Dünya nüfusunun yüzde 90’ının
yaşadığı 97 ülkede 97 bin kişi ve 2.500 uzman ile görüşülerek hazırlanan
hukukun üstünlüğü endeksinde temel haklar alanında 76’ncı sırada bulunan
Türkiye’nin Adalet Bakanına mı? Bu durumu kendine dert edeceği yerde “Türk”süz
bir anayasanın altyapı çalışmalarıyla meşgul olan Adalet Bakanına mı? Habur’da
teröristlerin ayağına mahkeme götüren bir iktidarın Kürt açılımını adliye
bünyesinde hayata geçirme gayretinde olan Adalet Bakanına mı? Adalet yerine
Başbakanın siyasi emellerini hayata geçirmenin hizmetinde olan Adalet Bakanına
mı? Yoksa geçen yıl yürürlüğe soktukları yeni hukuk mahkemeleri kanunuyla
birlikte büyük bir çoğunluğu fakirlik, yüzde 20’si açlık sınırında olan bir
halka, hakkı olan adaleti de parayla satmaya kalkan Adalet Bakanına mı? Öyle
ya, eğitim, sağlık ve adalet, sosyal devletin gerektirdiği ne varsa hepsi
paralı olsun ve parası olanların hizmetinde olsun. Daha on gün önce Millî
Eğitim Bakanı da kıyafet serbestisini savunmaya çalışırken “Zaten zenginler
fakirlerle aynı okula gitmiyor.” diyerek sirkatin söylüyordu. Değil mi ki “Ben
ülkemi pazarlamakla mükellefim.” diyen bir Başbakanın bakanları; yakışır
doğrusu. Ben bunları halka söylüyorum.
Saygılarımla. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2’nci konuşmacı Oktay
Öztürk, Erzurum Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kaya’nın kullanmadığı üç dakikayı ilave ediyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, otuz altı saniyesi de var.
BAŞKAN – On beş dakika süreniz.
MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Türkiye Adalet
Akademisi gibi bir ülkede adaletin temin edilmesinin baş aktörlerinin bütçesi
üzerinde görüşlerimizi belirtmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2’nci
maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.”
Şüphesizdir ki demokratik hukuk düzeninde yargı yetkisi bağımsız ve tarafsız
mahkemeler tarafından kullanılır. Acaba ülkemizde hâl böyle midir?
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kurulduğu günden bugüne kadar
gerek yargı mensupları ve doktrin tarafından gerekse yaşamakta olduğumuz Avrupa
Birliği üyeliğine adaylık sürecinde ülke içinden ve dışından resmî ya da
gayriresmî kurumların ve kişilerin eleştirilerine maruz kalmıştır. Fakat ne
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle HSYK’nın yapısında yapılan
düzenlemeler ne de bu değişiklikleri uygulamaya geçirmek amacıyla çıkarılan
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu yapılan eleştirileri sonlandıramamıştır.
Eski kurulu eleştirdiğimiz noktalar ortadan kalkmamıştır. Eski
kurulu eleştirme nedenlerimizden birkaçı çok sesliliğin, çoğulculuğun olmaması
idi. Şimdi, bu kurulda var mı bunlar? Yine yok. Eski kurulu vesayetle
eleştiriyorduk. Şimdi vesayet kalktı mı? Maalesef, yine devam ediyor. Burada
vebal Hükûmetindir. Hükûmet isteseydi çok daha demokratik ve adil bir Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu oluşturabilecekken “Kurulan yapıya hâkim olayım,”
zihniyetini gütmüştür.
HSYK tamamen Hükûmetin arzu ettiği şekilde ve daha önce
hazırlandığı anlaşılan listeye göre oluşturulmuş, Anayasa referandumunda siyasi
tercihini açıkça ortaya koyarak çalışmalar yapan ve bu nedenle AKP’li bir il
başkanının övgüsüne mazhar olan bir kişi dahi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna
üye olabilmiştir. Bu şekilde teşekkül ettirilen HSYK, yargı bağımsızlığı
açısından elbette ki kaygı vericidir.
Nitekim yeni oluşturulan HSYK’nın mevcut uygulamaları, geçmiş
dönemden şikâyet edenleri dahi geçmiş Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurullarını
aranır hâle getirmiştir.
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu ne yazık ki yüksek yargı üye
seçimleri ve yaptığı atamalarda, geçmişte dahi görülmeyen dikkat çekici
uygulamalara imza atmıştır. Bu dönemde Yargıtaya ve Danıştaya seçilen yeni
üyelerle ilgili basındaki değerlendirmeler de oldukça manidardır.
Birçok hâkim ve cumhuriyet savcısının görev yerleri sebepsiz ve
keyfî olarak değiştirilmiş, kamuoyunun yakından takip ettiği Ergenekon ve
Balyoz gibi davalara bakan, Deniz Feneri ve MİT soruşturmasını yürüten hâkim ve
cumhuriyet savcılarının yerlerinden edilmesi, yargı bağımsızlığı konusunda
kamuoyunda derin bir güven bunalımına yol açmıştır. Hatta Başbakan Yardımcısı
“Allah verdikçe veriyor.” demek suretiyle, yargıdaki atamaların
siyasallaştığını açıkça teyit etmekten çekinmemiştir.
Özel yetkili mahkemeler olağanüstü dönemleri aratır uygulamaları
rutin hâle getirmiş, iktidar partisinden olmayan belediye başkanları,
gazeteciler, kulüp başkanları dahi oluşturulan hayalî şemalar ile ya örgüt
lideri ya örgüt üyesi olmakla suçlanmışlardır.
Bir din âliminin sırf birilerini rahatsız eden konuşmaları
nedeniyle maruz kaldığı muamele elbette ki vicdanları sızlatmıştır.
Uzun tutukluluk süreleri tedbirden çok ceza hâlini almıştır.
Yargı âdeta hükûmet otoritesinin sağlanmasında aracı hâle
getirilmiştir.
Hâkim ve savcılar Habur’da eşkıyanın ayağına gönderilmiş, yargı
saygınlık zafiyetine uğratılmıştır.
Ancak iktidar belli bir süre sonra yargıdaki iplerin tamamen kendi
elinde olmadığını, başka grupların da yargıda önemli derecede etkinliğinin
olduğunu görerek kapalı kapılar ardında feveran etmeye ve kendine göre önlemler
alma gayretine girişmiştir. Hûkümetin buradaki amacının adaleti sağlamak değil
de kendine biat eden bir yargı oluşturmak olduğu gayet düşündürücü ve endişe
vericidir.
Şu an için yargı sindirilmiş ve yargı bağımsızlığı sadece
Anayasa’da yazılı bir temenni hâline gelmiştir. Bu hâldeki yargının asli
görevlerini bağımsız olarak yerine getirmesi de mümkün olmamaktadır.
Tabii, bunları sadece biz söylemiyoruz. Bizim söylediklerimizi
uluslararası raporlar da teyit etmektedir.
2012 yılında Avrupa Yargıçlar Birliği ile Demokrasi ve Özgürlükler
İçin Avrupa Yargıçlar Deklarasyonu taslağı, tüm Avrupa ülkelerinin yargı
örgütlerinin oy birliğiyle kabul ettiği raporlardır. Bu raporlarda hukuk
devleti ilkesinin olmazsa olmaz nitelikleri arasında yer alan yargı
bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı ve yargıç güvencesi gibi kıstaslar
bakımından Türkiye’nin karnesinin vahim derecede kötü olduğu, yargı ile ilgili
sözde “iyileştirme” adı altında yapılmış olan yasal değişikliklerin, esasında,
tam tersine çok negatif sonuçlara yol açtığı ifade edilmektedir. 2002’den sonra
yapılan yargıya ilişkin kanun değişikliklerinin Hükûmet yanlısı bir tablo
ortaya çıkardığını vurgulamaktadırlar.
Birkaç yıl önce İstanbul Bilgi Üniversitesinin yaptığı bir ankete
göre, yargıya güven yüzde 42’lere düşmüştür. Bugün bir anket yapılsa nasıl bir
sonuç çıkacak merak ediyorduk. Anayasa çalışmaları sırasında gittiğimiz illerde
yapılan değerlendirmelerde “En çok neyin eksiğini hissediyorsunuz? En çok neye
ihtiyaç var?” diye soru sorulduğu vakit “Adalet.” cevabını almıştık.
Bir felsefeci, “Düşüncenin bilgiye dönüşmesi için eylemle
sınanması gerekir.” tespitinde bulunmaktadır. Yapılan değişikliklerin yeterli
olmadığını ama eskiye göre daha iyi yapılar ortaya çıkardığını, bunun
uygulamaya geçildiğinde daha iyi hissedileceğini savunanlar HSYK’nın
kararlarıyla hayal kırıklığına uğramışlardır. Acıdır ki kurulun seçimlerden
sonra açıkladığı objektif, tarafsız, adil ve eşitlikçi uygulamalarda bulunacaklarına
dair beyanlar hayata geçirilememiştir.
Değerli milletvekilleri, biz yargıya, siyasetin ve yürütmenin
nüfuz kanallarının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınarak, yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığının şüpheden uzak bir şekilde teminine yönelik
olarak yeniden yapılandırılması gerektiği düşüncesindeyiz.
Bu çerçevede, HSYK ile ilgili yapılan eleştirileri dört ana başlık
altında toplayabiliriz. Bunlar; yargı üst kurullarının oluşumu ve üyelerinin
seçimi, kurulun kararlarının yargısal denetimi, kurulun sekreterya hizmetleri
ve bütçesi, hâkim ve savcıların denetimidir.
Bu eleştirileri ortadan kaldıracak somut önerilerimiz de
şunlardır:
Adalet Bakanlığı müsteşarı,
kurulda doğal üye olarak bulunmamalıdır.
Cumhurbaşkanı tarafından
seçilecek üyelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından nitelikli çoğunlukla
seçilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
2010 Anayasa değişikliğinden sonra HSYK ile ilgili olarak yapılan
bir diğer eleştiri de, seçilen üyelerin görev süresi dolduktan sonra tekrar
seçilebilmeleridir. Biz, bu noktada da, bunun oldukça sağlıksız olduğu
düşüncesindeyiz çünkü bir sonraki seçimi dikkate alarak verdiği kararların ne
kadar adil olabileceğini düşünüyoruz. Bunun yerine süre altı yıl olabilir ama
bir defaya mahsus olmak üzere seçilmeleri bizce daha doğrudur.
Yargı üst kurullarının
kararları sonuç itibarıyla kişilerin hukuki durumlarına etki yapmaktadır. Bu
nedenle de, çoğunluğu yargı mensuplarından oluşsa da, icra ettiği görevin idari
nitelikte olması nedeni ve hukuk devleti ilkesi gereği, yargı kurullarının
kararlarının yargısal denetime veya kararı veren makamın dışında bir başka
makam tarafından etkili bir denetime tabi tutulması, uluslararası belgelerde ve
çağdaş hukuk sistemlerinde kabul gören bir durumdur.
Değerli milletvekilleri, kurulun 2013 bütçesine gelince… Kurulun
bütçesi ile ilgili olarak Anayasa’da bir düzenleme yapılmamış olsa da, 6087
sayılı HSYK Kanunu’nda kurulun kendi bütçesi ile yönetileceği düzenlenmektedir
fakat bütçenin nasıl yapılacağı, kimler tarafından belirleneceği konuları
hakkında tam bir netlik yoktur. Anılan kanunun 44’üncü maddesinin üçüncü
fıkrası uyarınca “…bütçeyle ilgili
görüşmelerde Kurulu Başkan -yani Adalet Bakanı- temsil eder; Başkanvekili ve
Kurul üyeleri açıklama yapmak üzere davet edilemez.” denmektedir. Bu durum,
yargı üst kurulu üyelerinin kendi bütçeleri hakkında doğrudan etkili
olamadıklarının göstergesidir. Oysa, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 2010
tarihli tavsiye kararı, yargısal sistemin bütçesi hazırlanırken eğer varsa
yargı kurulları veya mahkemelerin idaresinden sorumlu diğer bağımsız makamlar,
mahkemelerin kendileri ve/veya yargıçların meslek örgütlerine danışılmasını
öngörmektedir.
Yine, bütçe konusunda kurulun kendi kaynakları olmalı ve bunları
kendisi bağımsız olarak yönetebilmelidir. Kurulun kendisinin belirlediği bir
bütçesinin olmaması durumunda, kaynakları elinde bulunduran makamların bunları
kısarak kurula tesir etmeye çalışabilecekleri düşünülmektedir.
Sonuç olarak, biz, HSYK tarafsız bir şekilde, liyakat esaslı
çalışmalarını yürüttüğü sürece devletimiz tarafından her türlü ihtiyaçlarının
karşılanması gerektiği düşüncesindeyiz. Yeter ki onlar adaletli olsunlar. Eğer
bir ülkede adalet var ise o ülkede korkulacak bir şey de yoktur. Ama bugün her
saniyemizin korku içerisinde olmasının sebebini de burada aramak gerekiyor.
Sayın milletvekilleri, Adalet Akademisi ile ilgili hususlara
değinmek istiyorum. Adalet Akademisinin en önemli görevi hâkim ve savcıların
eğitim faaliyetleridir. Adalet Akademisi öyle eğitim programları yapmalı ki
hâkimler ve savcılarımız kanaatlerine veya mensubiyet duydukları grubun çıkarlarına
göre değil de sadece hakkın tecellisini ortaya çıkaracak kararlar
vermelidirler. Şu an için Adalet Akademisi tamamen siyasi iktidarın kontrol ve
denetimi altındadır. Adalet Bakanı, Bakanlık Müsteşarı, Ceza İşleri Genel
Müdürü, Hukuk İşleri Genel Müdürü, Kanunlar Genel Müdürü, Avrupa Birliği Genel
Müdürü, Personel Genel Müdürü, Eğitim Dairesi Başkanı Adalet Akademisi Genel
Kuruluna üyedirler.
Hâkim ve cumhuriyet savcı adaylığı sözlü sınavı Adalet Bakanlığı
tarafından yapılmakta. Yazılı sınav ÖSYM tarafından yapılıyor. Adaylığa
atananlar ise stajlarının önemli bir bölümünü Adalet Bakanlığının kontrolü
altındaki Adalet Akademisinde yapmaktadırlar. Tabii, sistem böyle olunca da
tornadan çıkmış gibi tek tip hâkim, savcı yetiştirilmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Daha önce bu durumdan rahatsızlıklarını dile getirenlerin dümene
geçince sessizliğe bürünmeleri de oldukça manidardır. Aslında bu durum başka
bir tehlikeyi de barındırmaktadır. Şöyle ki: Hâkim, savcı adaylığı sözlü
sınavını Adalet Bakanlığı yapmakta. Bu adaylar Adalet Bakanlığının
kontrolündeki Adalet Akademisinde eğitilmekte, iktidar tarafından oluşturulan
HSYK bu adayları mesleğe kabul etmekte ve bu adaylar mesleğe atanınca güya
tarafsız oy kullanarak Adalet Bakanlığınca oluşturulan listeye oy vererek HSYK
üyelerini seçmekte. Böylece oluşan HSYK ise hâkim savcıların tayin, terfi,
disiplin vesaire işlemlerini yerine getirmekte, yüksek mahkemelere üye seçimi
yapmaktadır. Görüleceği üzere iki ucu ballı değnek. E, tabii, bu durumda
şikâyet etmeye ne gerek var ki?
Değerli milletvekilleri, malumunuz, yakın zamanda Türkiye bir
skandalla çalkalandı. Hâkim, savcı yazılı sınavlarına şaibe karıştı ve ÖSYM
yaptığı şaibeli sınavı iptal etmek zorunda kaldı. Gerçi son derece bağımsız
olduğu iddia edilen Türk yargısı, son derece adil olduğu iddia edilen bir
karara imza atarak, bu sınav iptaliyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı
verdiyse de adalet dağıtacak insanların alınacağı sınavın dahi şaibeli olması
ülkemiz adına utanç verici bir durum olmuştur yani hâkimler, savcılar başkalarının
hakkını gasbederek imtihanda netice alıyorlar ve ondan sonra da kürsüye çıkıp
adalet dağıtacaklar. Bu olsa olsa ancak bu on yıllık anlayışın adaleti olur.
Kul hakkından bahsedenlerin kul hakkı kavramından ne anladıklarını gerçekten
merak ediyorum. Bunun adı kul hakkı yemek değil de nedir?
Sözlerimi, ibret olması temennisiyle, şu sözlerle bitirmek
istiyorum: Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir.
Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir. Adaletin, Adalet ve Kalkınma
Partisini kalkındıran adalet olmaktan çıkması dileğiyle hepinizi saygılarla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mustafa Kalaycı, Konya
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Kalaycı.
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Konya’da Hazreti Mevlânâ’nın 739’uncu Vuslat Yıl Dönümü
Uluslararası Anma Etkinlikleri yapılmaktadır. Ölümü “vuslat” yani “sevgiliye,
Cenabıhakk’a kavuşma anı”, ölüm gününü ise “şebiarus” yani “düğün gecesi”
olarak tasvir eden Hazreti Mevlânâ’yı rahmetle anıyor; insan, tabiat ve Allah
sevgisinin ve yüksek fikirlerinin insanlığı ilelebet aydınlatmasını diliyorum.
Konya’da yapılan vuslat yıl dönümü etkinliklerinin son günü olan
17 Aralık 2012 akşamı Şebiarus programı gerçekleşecektir ancak Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesinin katkılarıyla, İstanbul’da 15
Aralık Cumartesi akşamı Şebiarus töreni yapılacağı haberi Konya’da şaşkınlıkla
karşılanmış ve Konyalıların haklı olarak büyük tepkisine neden olmuştur.
Sayın Başbakana ve Hükûmete sesleniyorum: Konya dışında yapılacak
bu törenlere engel olun. Alternatif Şebiarus törenleri düzenlemek hiç kimsenin
hakkı da değildir, haddi de değildir. Nasıl ki Ertuğrul Gazi’yi anma
etkinlikleri Söğüt’te, İstanbul’un fethi etkinlikleri İstanbul’da, Hacı Bektaşi
Veli’yi anma etkinlikleri Hacı Bektaş’ta yapılıyorsa Hazreti Mevlânâ’yı anma,
vuslat ve Şebiarus etkinlikleri de elli yılı aşkın bir süredir ve aralıksız bir
şekilde Mevlânâ diyarı ve yurdu olan Konya’da yapılmaktadır.
Hazreti Mevlânâ’yı anlamak, tüm insanlığa ışık tutan ve sevgiyi,
hoşgörüyü temel alan felsefesini gelecek kuşaklara aktarmak için her zaman ve
her yerde çalışmalar yapılsın ama bırakın da Hazreti Mevlânâ’yı anma
etkinlikleri, Şebiarus programı bütün ihtişamıyla Konya’da yapılmaya devam
etsin. Ben başta Konya milletvekili arkadaşlarım olmak üzere, tüm Konyalıları
Hazreti Mevlânâ’ya, Şebiarus’a sahip çıkmaya davet ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
bütçesi üzerinde konuşacağım. Burada bütçe görüşmeleri sürerken, Plan ve Bütçe
Komisyonu olarak Çalışma Bakanlığının görev alanına giren bazı konularla ilgili
bir tasarının görüşmelerini dün tamamladık. Kısa süre içinde de Genel Kurulda
görüşülecek. O kadar acele ettirdiler ki komisyonda pazar günü dâhil görüşmeler
yaptık. Çalışma Bakanını tanımasak, bilmesek “Maya inancına sahip ve 21
Aralıkta kıyamet kopmadan bu tasarıyı çıkarmak istiyor.” diyeceğiz. Ancak
hepimiz biliyor ve inanıyoruz ki kıyametin ne zaman kopacağı Cenabımevla’nın
takdirindedir. Peki bu acele niye? “Vatandaşımızın beklediği düzenlemeler var.”
dendi ama komisyon müzakerelerinde gördük ki bu acelenin esas sebebi, Hükûmetin
yanlış personel alım politikaları sonucu karşılaşılan sorunları kanunla çözmek.
Bu konuların yanında, bir ay sonra da çıksa bir kaybın söz konusu olmadığı,
vatandaşlarımızın yararına bazı düzenlemelere yer verilmiş. Tasarının
ayrıntılarına girmeyeceğim, nasıl olsa gelince görüşeceğiz ama çalışanların
hacı yolu bekler gibi beklediği, Başbakan ve bakanlarca defalarca sözler ve
umutlar verilen konular, yüz binlerce hatta milyonlarca çalışanın umut ettiği,
çalışma hayatında yaşanan eşitsizlikleri ve haksızlıkları giderecek
düzenlemeler maalesef bu tasarıda yer almamıştır.
Daha yakın zamanda, hem Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hem de
Çalışma Bakanının basın çalışanlarının yıpranma payı haklarının iadesine dair
umut veren açıklamaları olmuştur. Bilindiği üzere, yarım asırdır uygulanan
basın çalışanlarının fiilî hizmet süresi zammı yani yıpranma payı haklarına,
2006 yılında çıkarılan 5510 sayılı Kanun’un 40’ıncı maddesinde de yer verilmiş
iken 2008 yılında kabul edilen 5754 sayılı Kanun’la basın çalışanlarının bu
hakları gasbedilmiştir. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi olarak önerge de
vermemize rağmen anılan tasarıya alınmamıştır.
Başta belediyeler ve il özel idareleri olmak üzere sözleşmelilere
kadro sözü veren Sayın Başbakandır. Başbakanın bu konuda bir televizyon
kanalında ifadesi olduğunu, sözleşmelilere kadro çalışması yapıldığını
açıklayan ve aylar önce “Önümüzdeki Bakanlar Kurulunda bu durumu gündeme
getirebiliriz.” diyen de Çalışma Bakanıdır. Bilindiği üzere, 12 Haziran 2011
seçimlerinden bir hafta önce çıkarılan 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle
sözleşmeli personelin memur kadrolarına atanması öngörülmüştür. Ancak 200
civarında sözleşmeli, memur kadrolarına atanırken başta il özel idareleri ve
belediyeler olmak üzere birçok kamu kuruluşundaki sözleşmeli personel ve 4/C
mağdurları kadroya alınmamıştır. Sözleşmelilere verilen sözler maalesef göz
ardı edilmektedir.
Yine, özellikle belediyelerde işçi statüsünde çalışan birçok
teknik personel bulunmakta olup onlar da mağduriyetlerinin giderilmesini
beklemektedir.
Yılda on bir ay çalıştırılan, iş güvenceleri olmayan, aldıkları
yetersiz ücret ile ayakta durmaya çalışan 4/C’li personele aile yardımı
verileceği sözü de seçimlerden sonra unutulmuştur. Diğer sözleşmelilerden
alınmayan sözleşme damga vergisi dahi 4/C’lilerden alınmaktadır.
Bazı sözleşmelilere verilen kadrolar, sağlanan haklar kamuda
çalışan diğer sözleşmelilere verilmeyerek, Anayasa’yla güvence altına alınan
eşitlik ve adalet ilkeleri çiğnenmiştir.
AKP Hükûmeti, Orta Çağ zihniyetini andıran taşeronlaşmayı da
politikasının esası olarak uygulamaktadır. Taşeron işçiler, insanca çalışma
koşullarından uzak, iş güvencesi olmadan, sendikasız, izin hakkı ve fazla mesai
verilmeden günde on iki saati bulan sürelerle âdeta köle gibi
çalıştırılmaktadır. Kâr mantığıyla fazla çalıştırılan ancak karşılığı ödenmeyen
taşeronlaşma kabul edilemez bir durumdur.
Çalışma Bakanı “Taşeronluk kölelik gibi, bu kabul edilemez.” diye
açıklama yaparak itirafta bulunmuş ve bunlarla ilgili çalışma yapıldığını
açıklamıştır ancak arada bir umut vermekten başka bugüne kadar hiçbir şey
yapılmamıştır.
Her geçen gün sorunları daha artan taşeron işçilerine sahip
çıkılmalı, çalışma şartları ve hakları iyileştirilmelidir. Devletin asli ve
sürekli hizmetlerinde çalıştırılan taşeron işçileri mutlaka kadrolara
atanmalıdır.
Ülkemizde “geçici” ve “mevsimlik işçilik” adı altında da bir dram
yaşanmaktadır. Yüz binlerce işçi, devletin asli ve sürekli işlerini yapmalarına
rağmen yılın belirli dönemlerinde işten çıkarılmaktadır.
2007 seçimleri arifesinde, geçici işçilerin kadroya alınmasını
öngören 5620 sayılı Kanun’la yaklaşık 220 bin geçici işçiye kadro verilmiştir
ancak başta şeker ve çay fabrikalarında olmak üzere, yıllardır geçici veya
mevsimlik işçi olarak çalışanlar kadroya alınmamıştır.
Sayın Başbakan beş yıl önce; “Geride kalan yaklaşık 20 bin geçici
işçinin durumu bizleri üzmüştür. Bu geçici işçi kardeşlerimizin sorununu çözmek
inşallah bize nasip olur.” demişti, ancak bugüne kadar bu durum düzeltilmemiş,
mağduriyet hâlen devam etmektedir.
Muhtarlara özlük haklarının iyileştirileceği konusunda söz
vermeyen bakan neredeyse kalmamıştır. Hatta, muhtarlara önemli haklar
getirilmekte olduğunu dile getiren Hükûmet Sözcüsü Bülent Arınç’ın “Ben de
emekli olursam herhâlde bir köyde muhtarlığa aday olabilirim.” şeklindeki
açıklamasının üzerinden aylar geçmiş, yıllardır verilen sözler tutulmamış ve
muhtarlarımız hep aldatılmıştır.
Görüldüğü üzere, AKP iktidarının en iyi bildiği ve yaptığı şey,
aldatmak, ayrımcılık yapmak, söz verip verdiği sözü tutmamak ve üzerine
yatmaktır.
Değerli milletvekilleri, kamu işçilerinin, eş durumu, sağlık
sebepleri ya da başkaca nedenlerle bir kamu kuruluşundan diğerine naklen atanma
ihtiyaçları doğmaktadır. Ancak, kamuda çalışan işçiler, diğer kamu çalışanları
gibi başka kamu kurum ve kuruluşlarına naklen atanamamaktadır. Bu durum kamu
çalışanları arasında eşitsizliğe yol açmaktadır. Kamu işçilerinin de naklen
atanma konusundaki sorunlarına mutlaka çözüm bulunmalıdır. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak verdiğimiz kanun teklifi maalesef gündeme alınmamaktadır.
Sorunlarına çözüm arayan bir başka kesim “staj mağdurları” diye
anılan vatandaşlarımızdır. 5510 sayılı Kanun’a göre çırak veya stajyer öğrenci
olarak çalışanlar bir taraftan sigortalı sayılırken ve çırak veya stajyer olarak
çalışmaya başlanılan tarih sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul
edilirken, diğer taraftan da bu hakların sadece kısa vadeli sigorta kollarıyla
sınırlı tutulması eşitsizliğe ve mağduriyete neden olmaktadır. Uygulamada,
bazıları bir çalışma ya da sigortalılık olmaksızın geçen doğum, askerlik,
aylıksız izin, doktora veya uzmanlık, avukatlık stajı gibi bazı süreler
borçlanılabilmektedir. Anayasa’nın eşitlik ilkesi dikkate alınarak, aslında
fiilen bir çalışmaya ve sigortalılığa dayanan çıraklık ve staj sürelerine de
borçlanma hakkı tanınmalı, bu çalışmalar sigortalılık başlangıç tarihi yönünden
de dikkate alınmalıdır.
Emeklilikte yaşa takılanlar da haklarını aramakta,
mağduriyetlerinin giderilmesini sağlayacak düzenleme yapılmasını istemektedir.
İşe başladıkları tarihte yürürlükte olan mevzuata göre gerekli prim ödeme gün
sayısı ve sigortalılık süresini tamamlayan, emeklilik için yaşı bekleyen
vatandaşlarımızın yaşadığı mağduriyetleri giderecek bir düzenleme mutlaka
yapılmalıdır. Meclisteki tüm siyasi partiler olarak bu soruna bir çözüm
bulabiliriz.
Değerli milletvekilleri, son olarak, ülkemizde kronik hâle gelen
işsizlik konusuna değineceğim. Çalışma Bakanı geçtiğimiz günlerde “Türkiye’de
işsizlik yok.” diye açıklama yapmıştır. Plan ve Bütçe Komisyonu zabıtlarından
okuyorum: “Bakınız, şunu ifade edeyim: ‘İşsizlik var.’ diyorsunuz,
“Şanlıurfa’da İŞKUR’un etrafında birikme var.” Ben tam tersini söylüyorum.
Türkiye’de işsizlik yok. Bakın, ben bunu söylüyorum, manşet atabilirsiniz.”
diyor. O hâlde manşeti atalım: Çalışma Bakanı ya sayı saymasını ya da
işsizliğin ne olduğunu bilmiyor. Bugün milyonlarca işsiz varken, işverenlerimiz
bazı vasıflı elemanları bulmakta güçlük çekiyorsa, hatta bulamıyorsa her şeyden
önce bu, on yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten AKP iktidarının bir ayıbıdır.
Şimdi, işsizlikle ilgili Türkiye İş Kurumunun bugün yayınladığı
2012 Kasım ayı istatistik bültenine bakalım. Kuruma kayıtlı iş gücü yani iş
arayanların sayısı 3 milyon 461 bin 301 kişi, kayıtlı işsiz de 2 milyon 307 bin
368 kişidir. İŞKUR, kayıtlı iş gücünden daha iyi şartlarda is arayanları,
emeklilerden iş arayanları ve belli bir iş yerinde çalışmak isteyenleri
çıkararak geri kalanları kayıtlı işsiz saymaktadır. Geçen yılın aynı dönemine
göre iş arayanların sayısı yüzde 65 oranında, 1 milyon 368 bin kişi; işsizlerin
sayısı da yüzde 30 oranında, 533 bin kişi artmıştır. Kayıtlı işsizlerin 693
bini beden işçisi, kalanı da çeşitli meslek dallarında iş arayan işsizlerdir.
Yine, kayıtlı işsizlerin 421 bini üniversite mezunu, 8.546’sı yüksek lisans,
379'u da doktora yapmış kişilerdir. Kayıtlı işsizlerin yüzde 45 oranında, 1
milyon 38 bini bir yıldan daha uzun süredir işe yerleştirilmeyi beklemektedir.
Anlaşılan o ki, Çalışma Bakanının kendine bağlı kurumun
rakamlarından haberi yok. Bunlar işsiz Sayın Bakanım, bunların “Babam sağ
olsun.” diyecekleri AKP Hükûmetinde babaları, dayıları yok. AKP'li bakanlar
herhâlde etrafına bakınca şirket ve holding sahibi olan, gemi yüzdüren, mısır
kaynatan, altın ve pırlanta satan, medya patronu olan mahdumları, dünürleri ve
akrabaları, işini yürüten yandaşları, Harun gibi gelip on yılda Karunlaşanları
görünce işsizliğin olmadığını sanıyor.
Maliye Bakanı önceki gün yaptığı bütçe sunuş konuşmasında
issizliğin hâlâ Türkiye'nin temel sorunlarından biri olduğunu ikrar etmiş,
bunun yanında istihdamda başarılar elde edildiğini söyleyebilmiştir. Hem
işsizliğin temel sorun olmasından hem de istihdamda büyük başarıdan söz
edilmesi çelişmektedir.
Sayın Başbakan da 2009 yılının ikinci çeyreğinden bugüne kadar 4
milyon kişiye ilave istihdam sağladıklarını söylemiştir. Dikkatlerinize
sunuyorum: Ekonomimiz 2009 yılının birinci çeyreğinde yüzde 14,7; ikinci
çeyreğinde yüzde 7,8 küçülmüş, küçülmede ve işsizlikte tarihî rekorlar
kırılmış, istihdam da dip yapmıştır. Sayın Başbakan böylesi bir dönemle bugünü
karşılaştırıp başarıdan söz etmektedir.
Ben bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Son konuşmacı, Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Öztürk’ün kullanmadığı bir dakikayı da ilave ediyorum, on
bir dakika süreniz var.
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Devlet Personel Başkanlığı ile Türkiye ve Ortadoğu
Amme İdaresi Enstitüsü bütçeleri üzerine söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Güçlü bir devlet teşkilatı, kaliteli ve verimli hizmet üreten ve
hızlı karar veren bir kamu yönetimine ve iyi yetişmiş bir bürokrasiye ihtiyaç
duyar. Kamu personelinin anlaşılır, adil, liyakate önem veren bir insan
kaynakları sistemi içerisinde hizmet üretmesini sağlamak, tüm çalışanların hak
ve yükümlülükleri arasında standardizasyonu temin etmek üzere Devlet Personel
Başkanlığı kurulmuştur.
Devlet personel rejiminin en önemli kurumu olan Devlet Personel
Başkanlığı, on yıldır tek başına iktidar olan AKP tarafından kendi keyfîliğinin
ve kadrolaşma sevdasının önündeki en büyük engel olarak görülmüştür. Hükûmet
işine geldiği zaman Devlet Personel Başkanlığının varlığını hatırlamış, diğer
zamanlarda da kanun hükmünde kararnameler ile baypas etmeyi tercih etmiştir.
Her iktidar yıpranır, mutlak iktidar mutlaka yıpranır. AKP, on yıllık iktidarı
sonunda milletine verdiği tüm sözleri unutmuş, adalet ve hakkaniyetten
uzaklaşmış, milletinin değil, yandaşlarının hükûmeti hâline dönüşmüştür,
yozlaşmıştır ve yoldan çıkmıştır.
Unuttuğu sözlerinden birisi de, “Adil ve liyakate dayanan bir
personel sistemi kuracağım.”sözüdür. AKP, bu sözü, 2002’de Acil Eylem Planı’yla
duyurmuştur. Bu söze güvenen kamu çalışanları, AKP’ye önemli bir destek
vermiştir. Ancak, on yıl sonunda personel rejiminde bırakın bir iyileşmenin
ortaya çıkması, özellikle son dönemde çıkarılan ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin iradesini yok sayan kanun hükmündeki kararnamelerle kamu çalışanı,
siyasetin insafına, AKP’nin borazanlığına soyunmuş olan idare amirlerinin iki
dudağından çıkacak sözlere mahkûm edilmiştir.
Zaman zaman siyasal iktidar karşısında devletin devamlılığını
temsil eden bürokrasinin, aşırı politizasyon tehdidine karşı haklı direnişini
kırmak için AKP Hükûmeti, devlet memurluğunu dejenere ederek içini boşaltmış,
çeşitli adlar altında güvencesiz personel istihdamına yönelmiştir. İstemiştir
ki, haklı haksız, doğru yanlış demeden tüm isteklerini memurlar yerine
getirsin, karşısında el pençe divan dursun, kendisine boyun eğmeyen kamu
görevlisine de kolayca kapının yolunu göstersin. Bu bakımdan devletin asli ve
süreklilik arz eden birçok görevleri, 4/B’li sözleşmeli personel, özel
kanunlara göre sözleşmeli personel, 4/C’li geçici personel, geçici ve mevsimlik
işçiler, taşeron şirket işçileri eliyle yürütülür hâle gelmiştir. Bu yöntem,
çalışanların geneline daha az ücret ödemenin ya da kendi yandaşlarına daha
fazla ücret vermenin bir yöntemi olarak görülmüştür. Seçim öncesinde de bu
personele kadrolar çıkartılarak milletin parasıyla seçim kazanma uyanıklığına
soyunulmuştur.
AKP için metodun doğru, adil ya da meşru olmasının bir önemi
yoktur. Başarıya giden yolda her araç meşrudur. Zaman zaman işçiyi işverene,
memuru amire, astsubayı subaya kışkırtarak, onları istismar ederek oy alma
projelerini ortaya koymuştur. Bu yöntemler bu devletin bekasına yönelik
zalimane yöntemlerdir ve maalesef, diğer iktidarların devlete kıyamadığı için
uzak durduğu bu yöntemler, AKP’nin oyuncağı olabilmiştir.
Hükûmet, oy almak için, her zaman kelle hesabı yapmayı içine
sindirebilmiştir. Aynı iş yerinde aynı işi yapan ancak farklı istihdam şekliyle
farklı ücretler alan, farklı özlük haklarına sahip olan çalışanın haksızlığa
uğramasının ve bunun için arkadaşlarına ve devletine yönelik husumet
beslemesinin AKP açısından inanın hiçbir önemi yoktur.
Yaptıkları, eşit işe eşit ücret değil, eşit unvana eşit ücrettir,
kolaycılıktır; iş riski, performans gibi iş tahlillerine ihtiyaç duymadan
sıradanlaştırmaktır. Yaptığının Anayasa’da güvence altına alınan eşitlik,
adalet, müktesep hak ilkelerine uygun olup olmamasının da bir kıymeti yoktur
çünkü AKP, ebet müddet devlet ülküsünden ve devlet umurundan yoksun, siyasi
hayatta bir ekol olarak daimî kalmayı değil, bir kereliğine siyasi vurgun
yapmayı hedefleyen konjonktürel bir partidir. Türk siyasi mezarlığına
defnedilmiş ve sonra da unutulmuş bazı diğer partilerin yoludur izlediği yol.
Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapmak, ülkeyi federalizme götürmek, bin yıllık
kardeşliği ortadan kaldırarak millî sınırlarımız içerisinde çok millet yaratmak
görevlerini tamamlayacak, siyasal ömrünü tüketip kenara çekilecektir.
AKP’nin, devlet yönetimine de devleti yöneten bürokrasiye de
bakışı budur. Erdoğan için herkes garnitür, her yol mübahtır. Yola çıktığı
arkadaşlarına “Üç dönemden fazla vekillik olmaz.” derken, “Müsaade edin, ben de
bu arada bir de Cumhurbaşkanı oluvereyim.” hesabını yapan bir kişidir.
Değerli milletvekilleri,
Başbakan ve AKP’nin yanlış uygulamaları ve fırsatçı yaklaşımları ile
birçok mağduriyetler, bürokraside
birçok tahribatlar meydana
getirilmiştir. Kamuda üç beş yandaşı ve yarattığı küçük, mutlu bir azınlık
dışında hiç kimse yaptığı işten haz almamaktadır. İş tatmini kalmamıştır,
devletine itimadı kalmamıştır çalışanın. 200 bin civarında sözleşmeli memur,
kadrolara atanırken, il özel idareleri ve belediyeler başta olmak üzere birçok
kurumda çalışan sözleşmeli personel ve 4/C’liler kadroya alınmamıştır.
Yine, özellikle mahallî idarelerde çalışan teknik personel de
mağduriyetlerinin giderilmesini beklemektedir. 663 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile vekil ebe, hemşirelerin 4/B’li sözleşme kadrosuna alınması özlük
hakları açısından iyileştirme getirmesi açısından olumludur. Ancak, sağlık
çalışanlarının tamamının memur kadrosuna alınmaması tutarsızlık ve
haksızlıktır. Ayrıca, bu hakkın bir yıl çalışmış olma şartına bağlanması da
yeni haksızlıklara yol açmıştır. 5620 sayılı Kanun’la, en az altı ay çalışmış
olan 220 bin işçiye kadro verilmiş, bunun dışında kalan binlerce geçici ve
mevsimlik işçi kapsam dışında tutulmuştur.
Kamuda üvey evlat muamelesine tabi tutulan bir kesim de
4/C’lilerdir. Yine, kamuda yüz binlerce işçi güvenceden yoksun, ağır çalışma
şartları içerisinde hakları ihlal edilerek sendikasız, asgari ücretle âdeta
köle gibi, taşeron şirketleri vasıtasıyla çalıştırılmaktadır. İnsan emeğinin ve
alın terinin taşeron şirketlere pazarlanması zulümdür, gaddarlıktır.
Tek başına on yıldır iktidarda olan AKP, kamu çalışanlarının,
insan onuruna yaraşır ücretle adil ve liyakate dayanan bir sistemi öngören bir
personel kanunu çıkarmamıştır. Hatta bunu ağzına bile almamış olması gündeminde
çalışanların olmadığını göstermektedir. Gündeminde emeğiyle çalışan insan
olmayınca, doğal olarak Devlet Personel Başkanlığı da bulunmamaktadır. Şimdi,
kamu çalışanına düşen ise AKP’yi milletin gündeminden düşürmektir.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın ikinci bölümünde de Türkiye ve
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü üzerindeki görüşlerimi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
“Türkiye tamam da nereden çıktı Orta Doğu Amme İdaresi?”
diyebilirsiniz. Sebebi şu değerli arkadaşlar: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
tüm dünyada görülen yetişmiş kamu yöneticisi ihtiyacını karşılamak üzere
Birleşmiş Milletler, dünyada 4 ülkede kamu yönetimi enstitüsü kurmuş 1952’de.
Bunlardan birisi de TODAİE, sadece Türkiye’ye değil, Orta Doğu ülkelerine de
hizmet vermesi planlanmış. Ancak sadece ülkemizde 3 milyon kamu personeline
eğitim vermesi planlanan kurumun, bu işi bölgelerde şubeleri olmadan merkezde
tek başına nasıl yapacağı üzerine kafa yorulmamış, iktidarlar tarafından
apolitik bulunduğu için de kurum sürekli ihmal edilmiştir.
Bugün Orta Doğu üzerine hayaller kuran, tüm bölgeyi arapsaçına
çeviren Başbakana, hiç olmazsa, bu işi akademik zemin üzerinden geliştirmesi
için bulunmaz bir fırsat bu kurum. Orta Doğu ülkelerinin yöneticilerini eğitmek
ve o ülkelerde çağdaş bir bürokrasi yaratmak adına TODAİE biçilmiş bir kaftan.
Başbakan açısından kurumun tek eksiği, bunu emirlik, sultanlık sistemi
üzerinden değil de çoğulcu demokrasi üzerinden götürmek istemesi. Olsun, ona da
tahammül göstereceksin artık Sayın Başbakan, her şey her istediğin gibi
olmuyor.
TODAİE’nin yaptığı iş yükseköğretim olmasına rağmen, YÖK Kanunu
kapsamında sayılmadığı için hem kurumun gelecekteki bilimsel özerkliği
tehlikededir, verdiği yüksek lisans ve doktora programlarının kabul edilirliği
tartışmalıdır hem de çalışanların özlük haklarında iyileştirme yapma imkânı
verilmemektedir.
TODAİE hakkında söylenecek bir diğer husus da şudur: Anayasa’mızın
128’inci maddesinde üst kademe yöneticilerini yetiştirme usul ve esaslarının
özel olarak kanunla düzenleneceği belirtilmiş olmasına rağmen, geçen otuz yılda
bu düzenleme bir türlü yapılmamıştır. TODAİE klasik kamu idarelerinden birisi
mi yoksa akademik bir kuruluş mu, mezunlarına nasıl bir avantaj getiriyor; tüm
bunlar belirsizliğini korumaktadır. Dolayısıyla, Anayasa’mızın emrettiği bu kanun
bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmeli ve TODAİE’nin önü
açılmalıdır diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Rıza Öztürk,
Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, farklı görüşlerin değil dile getirilmesi,
düşünülmesine, hayal edilmesine ahi tahammül edilemeyen bir süreç yaşıyoruz.
İktidar muhaliflerinin “terörist” olarak görüldüğü, “terörist” denilince akla
iktidar muhaliflerinin geldiği, Uludere’de yapıldığı gibi insanların “terörist”
sanılarak katledildiği bir süreci yaşıyoruz. Halkın oylarıyla seçilmiş belediye
başkanlarının ve milletvekillerinin, terör örgütü üyeliğinden uzun yıllardır
tutuklu kaldığı, Anayasa’yla güvence altına alınan toplantı ve gösteri
yürüyüşleri yapma hakkını kullananların, terör örgütü üyesi muamelesi gördüğü bir
süreç yaşıyoruz.
Bu yıl da böyle bir süreç içerisinde, böyle bir ortamda adalet
dağıtamayan, kendisi adaletsizliğin odağı hâline gelmiş yargısal kuruluşların
ve Adalet Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Bütçeden ayrılan pay Adalet
Bakanlığına yüzde 1,6; sağlanan adalet Türkiye’de yüzde 1,6 bile yok. Ne kadar
para, o kadar adalet veya tersi, adalet ne kadarsa para da o kadar.
Değerli milletvekilleri, yarın 13 Aralık günü. 13 Aralık 1980,
Erdal Eren’in 12 Eylül 1980 mahkemeleri tarafından alelacele yargılanarak,
hukuka aykırı bir şekilde yargılanarak hatta Erdal Eren’in öldürdüğü iddia
edilen jandarma erini öldüren merminin, G3 tüfeğinden çıktığı konusundaki
bilirkişi raporları hasıraltı edilerek, Yargıtayın bozması yok sayılarak, yaşı
da büyütülerek, en hızlı bir yargılamayla idam edildiği günün 32’nci yıl dönümü
olacak yarın, tarihe de Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü
geçirten kişidir Erdal Eren.
İşte, bugün, 12 Aralık günü, biz bu Adalet Bakanlığının bütçesini
konuşurken, ben, burada, 2012 Türkiyesi’nde 1980 yılının adalet anlayışından
daha farklı, daha demokrat bir yargı yapısını konuşmak isterdim. Nasıl o gün
bilirkişi raporları hasıraltı edilmişse, deliller yok edilmişse, bugün de,
bugünün mahkemelerinde de bilirkişi raporları yok sayılarak, deliller
tartışılmadan, deliller değerlendirilmeden, sahte delillerle yargılamalar
yapılmaktadır, insanlar mahkûm edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, eskiden bütçe denilince -ben milletvekili
değildim ama- bir heyecan sarardı. Bütçe günlerinde siyasetle ilgili olan,
ilgisiz olan herkes televizyonların başına geçerdi, genel başkanların ve
siyasetçilerin bütçedeki konuşmalarını dinlerdi, ama nasıl ki bayramların artık
tadı tuzu kalmadıysa, bu bütçelerin de tadı tuzu kalmadı. Anayasa’da tanımlanan,
milletvekillerine verilen bütçe hakkı on güne sığdırılıyor, on iki güne
sığdırılıyor, bir yasak savma kabilinden bütçe görüşmeleri yapılıyor. Bütçenin
özgül ağırlığı sıfıra doğru götürülüyor, sıfırlanıyor.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de bugün yargı kilitlenmiştir.
Hava durumuna göre taksit taksit çıkarılan yargı paketleriyle, sözüm ona,
sorunlar çözülecekti, çözülmedi. Geçen yıllardan farklı olumlu bir şey yok,
olumsuz değişiklik ise çok. “Yargıda reform” adı altında taksit taksit
çıkarılan yargı paketleri, iktidarın kendi yargısını oluşturmaktan, yargıyı
siyasete araç kılmaktan başka bir işe yaramadı. Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştayın yeni yapısı, buralara yapılan
atamalar ve bu kurumların uygulamaları, bunun somut kanıtıdır. Özellikle,
tasfiye hâlindeki özel yetkili savcılık ve mahkemeleriyle bunların
faaliyetlerini kaldığı yerden sürdüren terör mahkemeleri uygulamaları, siyasal
iktidarın hukuksuzluk yoluyla yargısal faaliyette bulunma niyet ve eylemlerinin
somut kanıtlarıdır.
Sayın Başbakan 19 Aralık 2010 günü Bitlis’te verdiği bir demeçte:
“Aydınları bizim içeriye tıktığımızı söylüyorlar, bizim içeriye tıktığımız bir
tane aydın yoktur.” demektedir. İçeriye tıktıklarını kabul etmektedir ama
içeriye tıkılan kişilerin aydın olmadığını söylemektedir. Bu, yargıya nasıl
müdahale edildiğinin somut göstergelerinden birisidir.
Yine, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına ilişkin bir olayla ilgili olarak: “Yargıya zaten gerekenleri
söyledik, yargı da gereğini yapıyor, biz de Parlamentoda gereği neyse onu
yapacağız.” demiştir.
Yine, değerli milletvekilleri, merkezi New York’ta bulunan
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin bir üyesi Marton, Adalet Bakanıyla yaptığı
görüşmelerde Adalet Bakanlığı heyetindeki bir yetkili, Cumhuriyet gazetesinden
Utku Çakırözer’e verdiği demeçte: “Bugüne kadar hiçbir bilgi paylaşımı
yapmadılar, sadece avukatlarla konuşarak rapor yazdılar. Türk yargısı bile
onlardan daha adil” demek suretiyle, Türk yargısının ne kadar adil olduğu,
Adalet Bakanlığının o heyetteki kişisi tarafından ifade edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de hukuk, yargı sistemi o kadar
açmazda ki neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor. Adaletin ve hukuk
güvenliğinin olmayışı sorun. Hukuk adaletten yoksun, adaletsiz hukuk. Toplumsal
vicdanı kanatan, adaletsiz, zalim bir hukuk.
Hava durumuna göre, konjonktüre göre taksit taksit yasa yapılması
en büyük sorun. “Reform” kelimesinin içini boşalttınız Sayın Bakan. “Reform”
denilince artık, taksit taksit yapılan ama ne idüğü belirsiz paketler, sonra da
dağılan, darmadağın olan paketler akla geliyor.
Yargının bağımlılığı en büyük sorun. Bir türlü aşılamayan sorun,
HSYK’nın Adalet Bakanı başkanlığında toplanması.
Mahkûmiyete dönüşen tutukluluk, sorun.
Adil ve dürüst yargılanmanın olmayışı, sorun.
Geç adalet, sorun.
Gizli tanıklık, sorun.
Suç örgütü telefon dinleme, sorun.
Yargılama sürecinde savunmanın kısıtlanması, avukatların yok
sayılması, sorun.
Savunma hakkını kısıtlayan uygulamalar ile hâkim ve savcıların iç
içe geçmiş olması, sorun. Bu durum, avukatları yargılama faaliyetlerinin dışına
itiyor.
Avukatlar hakkında açılan davalarda Adalet Bakanlığının izni
vermesi, sorun.
Peşin masraf uygulaması, hak arama hürriyeti noktasında ciddi bir
sorun. Yine “Parası olan dava açsın, parası olmayan hakkını aramasın.”
anlayışı, sosyal hukuk devletiyle ne kadar bağdaşır, bunu da sizin takdirinize
bırakıyorum Sayın Bakan.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, paralı olması, sorun.
Hukuk fakültelerinin sayısının artırılması, nitelik itibarıyla
donanımlı hukukçulara sahip olmamızı engelliyor. Bu durum avukatlar kadar
hâkimlerin portresini de engelliyor, bu da bir sorun.
Yine, mahkemelerdeki iş yoğunluğu, sorun; duruşmaların uzamasına
neden oluyor.
Yıllardır, kanunda olmasına rağmen, istinaf yargısının hâlen
kurulamamış olması, sorun ama ne yazık ki Sayın Başbakan, buradaki konuşmasında,
istinaf mahkemelerinin kurulduğundan söz etti değerli arkadaşlarım.
Adli kolluğun olmayışı, sorun.
Bilirkişilik müessesesi, sorun.
Tasfiye hâlindeki özel mahkemeler ile onların yerini alan -Terörle
Mücadele Kanunu’nun 10’uncu maddesiyle- yetkili mahkemelerin uygulamaları,
sorun.
Toplumdaki af beklentisi, sorun.
Tutukevi, cezaevi koşullarındaki hususların tümü, sorun.
Hukuk kuralı var, uygulanmıyor ya da kişiye ve duruma göre
uygulanıyor. Yani demokratik hukuk devletinin en önemli unsuru olan “eşitlik”
ilkesine aykırılık, Türkiye’de ciddi bir sorun.
Tüm devlet memurları içerisinde yargı çalışanlarının sorunu, en
büyük sorun. Devlet memurları içinde en çok çalışan zabıt kâtibi, mübaşir,
odacı, yazı işleri müdürü, kalemde çalışan memurlar, gardiyanlar gibi yargı
çalışanları, son alınan kararla fazla mesaileri, yol paraları ve havuzda
biriken paraları gibi ödeneklerden mahrum bırakılmışlardır. Zaten çok düşük
maaşlarla çalışan bu insanlar, açlık sınırının altındadır. Bu çok ciddi sorundur. Cumartesi, pazar demeden gecenin
geç vakitlerine kadar, bir mesaiye bağlı olmaksızın sürekli çalışan bu
insanların bu ödeneklerinin kesilmesi, çok büyük sorundur Sayın Bakan.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Adalet Bakanlığında, sürekli, kanuna
ve evrensel hukuka aykırı yasa altı düzenlemeler yapılması, başka bir sorun.
Adalet Bakanlığında hukuka uygun davranmama, yerleşik bir hâl almış. Örneğin,
telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı ve
teknik araçlarla izlenmesi tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin yönetmelikler
Danıştay tarafından iptal edilmesine rağmen hâlâ uygulamada.
Yine, arama yönetmeliği, Danıştay tarafından iptal edilmesine
rağmen uygulamada… Yakalama yönetmeliği, keza öyle. Uzlaştırma uygulamasına
ilişkin yönetmeliğin kimi hükümleri Danıştayca iptal edilmesine rağmen hâlâ
öyle. Adalet Bakanlığında pek çok yasa dışı genelge ve yönetmelikle bu işler
yürütülmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu bütçenin
adaletli olmadığı, bütçenin içerisinde adalet olmadığı çok açıktır ve çok
nettir. Umuyorum ve diliyorum ki önümüzdeki günlerde Parlamento da aklını
başına toplar ve adaleti gerçekleştiren, toplumsal vicdanı kanatmayan hukuk
uygulamalarının yolunu açar diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Veli Ağbaba,
Malatya Milletvekili.
Süreniz yedi dakika.
CHP GRUBU ADINA VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan; değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Kilis’in, Tunceli’nin, Ardahan’ın ve
Bayburt’un nüfusundan daha fazla olan cezaevleri, Türkiye’nin 82’nci ili konumundadır.
Hapishane meselesi, bu dönemin önemli ve can alıcı meselelerinden birisidir.
Türkiye’de yeni hapishanelerin açılması ve hapishanedeki insanların üst üste
yatmasının nedeni, AKP’nin son dönemde izlemiş olduğu politikalardır.
Cezaevlerindeki yoğunluğun sebebi, hükümlü değil, tutuklu
sayısıdır. Avrupa’da tutuklu oranı yüzde 10 ila yüzde 25 iken, Türkiye’de bu
oran, yüzde 60’ın üzerindedir. Uluslararası standartlara göre, henüz hüküm
giymeyen bir kişi masum sayılır yani Türkiye’deki cezaevlerinde yatan her 10
kişiden 6’sı masum konumundadır. Bu, insan hakları açısından kabul edilebilir
bir durum değildir.
Değerli arkadaşlar, cezaevi mantığında özgürlüklerin yoksunluğu,
hakların dokunulmazlığı esastır. AKP’nin elindeki hapishaneler ise insan
hayatını yutan bir canavara dönüştü. F tipi cezaevlerinde uygulanan
politikalar, mahpusları sessiz ölüme terk ediyor. F tipleri, izsiz işkence,
sessiz ölümdür.
Türkiye’de “cezaevleri” deyince akla ölümler, yangınlar,
tecavüzler ve isyanlar geliyor. Son dönemde hapishanelerde neler yaşandı kısaca
hatırlayalım:
Pozantı Cezaevinde yaşananlar, herkes için yüz karasıdır. Tutuklu
çocuklara devlet gözetiminde tecavüz edilmiştir. Cezaevleri müdürleri
ödüllendirilmiştir bu süreçte. Ne zaman ki Cumhuriyet Halk Partisi heyeti olaya
el koydu, bakanlık önce inkâr etti, sonra bu insanlık dışı ayıpları daha fazla
örtemeyeceğini anladı ve cezaevini kapattı.
İnsanların nöbetleşe uyuduğu, nefes almanın büyük problem olduğu,
16 metrekarede 20-30 kişinin üst üste yattığı Urfa Cezaevinde yaşananlar,
unutulmamalıdır. 13 kişinin isyanda öldüğü Urfa Cezaevinde yaşananlar, ülkemiz
açısından utanç vericidir.
Osmaniye Cezaevinde en basit ihtiyaçlar, açlık grevlerine neden
oldu. “Olağan dışı sakal” gibi bir saçma uygulamayla karşılaştı Türkiye.
Sincan F tipi cezaevlerinde telefon, tekmil verme kuralına
bağlandı. Tekmili sadece mahkûmun değil, ailenin de vermesi kurala bağlandı ve
üç yıldan beri mahkûmlar, Sincan’da aileleriyle telefonla görüşemiyorlar.
İzmir Şakran Cezaevinde kadınların, askerler ve gardiyanlar önünde
çırılçıplak soyundurularak zorla oyuk aramaya tabi tutulması bu dönemde
yaşandı. Maalesef bütün F tiplerinde çıplak arama ve oyuk araması, tüm hızıyla
devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, Tekirdağ F tipi cezaevlerindeki uygulamalar,
Hitler kamplarını aratmamaktadır. Keyfî disiplin cezaları, F tipinin olağan
uygulamalarıdır. Alman nizamnamesinden esirler için alınan bir sistem olan F
tipleri -Tekirdağ’daki mahkûm Mehmet Güneş’in deyimiyle söylüyorum- denetlemek,
küçültmek ve aşağılamak üzerine kurulmuştur. F tipi cezaevleri, insan akıl ve
zekâsının zirvesidir. 12 Eylül döneminde bile olmayan aşağılamalar, bu dönemde
yaşanmaktadır.
Sincan F tipi cezaevinde yatan Sarp Kuray diyor ki: “Ben, 12 Eylül
öncesinde ve sonrasında birçok cezaevinde yattım -askerî cezaevlerinde, sivil
cezaevlerinde- ancak, bugünkü F tipi uygulamasını gördüğümde, askerî cezaevleri
F tipinin yanında cennet kalıyor.” Diyor ki: “Ne işkence ne mahpusluk bana kâr
etmedi ancak F tipindeki yalnızlaştırmayla belimizi bükmeye çalışıyorlar.”
Türkiye’deki cezaevleri, sağlıklı girilip hasta, hatta tabutla çıkılan
yerlerdir. Kanser hastası Muhlis Batur evinde, Magdelena Martha ülkesinde ölmek
istedi. Biri, hastane köşesinde, biri, hapishanede öldü. Türkiye’de cezaevinde en
uzun süreli yatan mahkûmlardan biri Cemil Erdem, Tekirdağ'da kanser oldu,
Edirne hastanesinde ölümü bekliyor.
Bilinmelidir ki tutuklu kişi, özgür bir insanın tüm sağlık
haklarına sahiptir. Cezaevlerinde olmak, cezaevinde ölmek demek değildir.
Ring araçları tam anlamıyla tabutluktur. Mahkûmların birçoğu,
Sayın Adalet Bakanından hiç olmazsa bir
sefer ringlere girmesini, on dakika ringde yolculuk etmenin ne demek olduğunu
anlamasını istiyorlar. Ring araçları tekerlekli tabut olmaktan kurtarılmalıdır.
Ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi ring aracı ayırmaktadır.
Yine, Tekirdağ Hapishanesinde sulara kanalizasyon suyu karıştığı,
hastaneye kaldırılan 200 mahkûmun sayesinde ortaya çıktı. Kandıra F tipinde
Cevdet Bayır'ın bir böbreği alınırken elleri ve ayakları kelepçelenerek
ameliyat edilmek istendi. Hastaneye götürülüp getirilirken çıplak aramaya tabi
tutuldu.
Değerli arkadaşlar, hapishanelerin sorunları çok fazla,
hapishanelerde mahpusların giyecek alması problem, mahpusların yemek yemesi
problem, 4 TL. Kitap alması problem, okuması ayrı problem. Her cezaevinde,
kiminde 5 kitap, kiminde 10 kitap sınırlaması var. Mektuplar, sorun; ailelerle
görüşmesi, sorun. Kadınların, mahkûmların eşlerinin, kızlarının iç
çamaşırlarına kadar, sutyenlerine kadar bakıldığını her gittiğimiz yerde görmek
mümkün. Türkü söylemek, sorun; renkli kalem, sorun.
Değerli arkadaşlar, karakalem problem değil, beyaz kâğıt problem
değil ama Che’nin çizilen resmi, Deniz Gezmiş’in çizilen resmi, problem,
karikatürü problem
Değerli arkadaşlar, bunlar, örgüt üyesi olmanın bir kanıtı olarak
gösteriliyor. Che, herkesin, inancına saygı duyduğu, Deniz Gezmiş, herkesin,
inancına saygı duyduğu insanlar.
Değerli arkadaşlar, cezaevlerinin durumu bu.
Sözlerime son verirken başta, sözcüsü olduğum ve mensubu olmaktan
gurur duyduğum CHP Cezaevlerini İnceleme Komisyonu olmak üzere, bu kadar
baskıcı, bu kadar zorba, her gün biraz daha faşizme kayan bir rejimde,
hapishane gibi sorunlu alanlardan birisini ülkemizin gündemine taşıyan ve
oradaki tecride, oradaki zulme, oradaki insan hakları ihlallerine kamuoyunun
dikkatini çeken tüm sivil toplum kuruluşlarını, tüm meslek örgütlerini, tüm
milletvekillerini kutluyorum.
Genelde bu kürsüde konuşanlar alkışlanır ama ben bugün, bu
kürsüden, AKP diktasına karşı direnenleri alkışlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba, biz de sizi alkışlıyoruz, teşekkür
ediyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Ali İhsan
Köktürk, Zonguldak Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet Akademisi bütçesi üzerinde söz almış
bulunuyorum. Öncelikle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz üzere, Anayasa’mıza göre
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Klasik söylemiyle, kuvvetler ayrılığı
ilkesi, yargı ve yargıç bağımsızlığı, hukuk devletinin temel koşuludur. Hukuk
devletinin temel koşulu olan yargıç bağımsızlığı ise yargıçların mesleğe giriş
ve eğitim süreçlerinden başlayarak tüm görevlerinde hiçbir kişi veya kurumdan
emir ve talimat almamalarını, kararlarını baskı altında olmadan özgür bir
şekilde vermelerini gerektirir. Bu da yeterli değildir, yargı ve yargıç
bağımsızlığı, aynı zamanda yargıyı biçimlendiren, yargıçlar üzerinde yetki
kullanan temel hukuk kurumlarının da özgür ve bağımsız olması zorunluluğunu
beraberinde getirir.
Değerli milletvekilleri, ancak bugün, yargıyı biçimlendiren 2
temel kurumdan ilki olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bilhassa siyasal
iktidarla ilintili soruşturma ve yargılamalarda hâkim ve savcılar üzerinde
uyguladığı baskı ve rotasyonlarla geldiği nokta tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Diğer taraftan, Avrupa Birliği uygulamalarına uyum sağlamak ve
adalet alanında eğitime yönelik görevleri yerine getirmek üzere, bağımsız bir
kurul olarak öngörülen, 2003 yılında bu amaçla kurulan Adalet Akademisinin de
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan farkı bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, bağımsız olması gereken, kuruluş
yasasında idari, mali ve bilimsel olarak özerk olduğu vurgulanan Adalet
Akademisi, maalesef, yargının genelinde olduğu gibi, bugün Adalet Bakanlığına
göbekten bağlıdır. Anayasa’nın 140’ıncı maddesi, yargıç ve savcıların meslek
içi eğitimlerinin yargı bağımsızlığı, yargıçlık ve savcılık teminatı ilkelerine
göre yasa ile düzenleneceğini öngörmesine karşın, Adalet Akademisinin bugünkü
yapısı bunu gerçekleştirmekten oldukça uzaktır. Akademinin yapısına
baktığımızda, Adalet Bakanı, müsteşarı, Adalet Bakanlığının pek çok genel müdürü
ve daire başkanı Adalet Akademisi Genel Kurulunun doğal üyesidir. Üniversite
öğretim üyeleri arasından seçilen 4 kurul üyesini de bunlara ilave ettiğimizde,
Adalet Akademisi Genel Kurulunda Adalet Bakanlığının ezici bir hâkimiyeti
bulunmaktadır.
Adalet Akademisinde Adalet Bakanlığının ezici bir hâkimiyeti
olduğunu söyledik, Adalet Bakanlığının ezici bir hâkimiyeti altında olan kurul,
aynı zamanda Adalet Akademisinin Yönetim ve Denetleme Kurulu üyelerini
seçmektedir. Bu da yetmediği gibi, Adalet Akademisinin başkanı ve başkan
yardımcılarını görevlendirme, atama yetkisi Bakanlar Kurulu tarafından yerine
getirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, bunlar da yetmediği gibi, kanunun 4’üncü
maddesinde Adalet Akademisinin ilgili olduğu kuruluş olarak Adalet Bakanlığı
gösterilmiştir. En son gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinde Adalet
Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarına geçici ve sürekli olarak
çalışmak üzere hâkim ve savcı atama yetkisi Adalet Bakanına verilmiştir.
İşte, değerli milletvekilleri, bütün bunları üst üste
koyduğumuzda, sonuç olarak, Türkiye Adalet Akademisinin oluşumunda ve
işleyişinde siyasal iktidarın mutlak ağırlığı vardır ve bu ağırlık,
Anayasa’mızda ifade edilen, Adalet Akademisine hâkim olması gereken yargı
bağımsızlığı, hâkimlik ve savcılık teminatı ilkeleriyle asla bağdaşmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, idari yönden bağımsız olmayan akademi,
mali ve bilimsel yönden de bağımsız değildir. Adalet Akademisinin bütçesinde
gelirlerinin büyük bir bölümünü Adalet Bakanlığının bütçesine konulan ödenekler
oluşturmaktadır. İdari ve mali olarak Adalet Bakanlığına göbekten bağlı Adalet
Akademisi, bu durumu nedeniyle de hâkim ve savcıları eğitme görevini tarafsız,
yansız bir şekilde, layıkıyla yerine getirememektedir.
Değerli milletvekilleri, bağımsız olmayan Adalet Akademisi
tarafından eğitilmesi gereken yargıdaki uygulamalara baktığımızda ise az önce
Sayın Ali Rıza Öztürk’ün de ifade ettiği gibi, korkunç bir tablo karşımıza
çıkmaktadır. Bugün başta Ergenekon, Kafes, Balyoz, Oda TV davaları olmak üzere
pek çok yargılamada, sadece polis kayıtlarına, skandal oluşturan gizli tanık
beyanlarına ve birbiriyle çelişen tahrif edilmiş bilirkişi raporlarına itibar
edilmekte, savunma hakkı ağır bir şekilde kısıtlanmaktadır.
Anayasa’mızın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, CMK’nın ve
TCK’nın açık hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yüzlerce kararı
yok sayılarak, başta milletvekillerimiz olmak üzere, asker-sivil binlerce
yurttaşımız, özel yetkili mahkemelerdeki sözde yargılamalarla, gerekçesiz
kararlarla, uzun süreli ve haksız tutuklamalarla cezaevlerinde çürütülmektedir.
Yine, bu yargılamalarda, şüphenin sanık lehine yorumlanması, iddia
edenin iddiasını ispatla mükellef olması gibi temel hukuk ilkeleriyle masumiyet
karinesi, hukuk fakültelerinin 1’inci sınıfında “hukuk başlangıcı” dersini alan
1’inci sınıf öğrencilerin dahi yapmayacağı bir şekilde ayaklar altına
alınmakta, göz ardı edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, bütün bunlar tüm çıplaklığıyla gözümüzün
önünde gerçekleşirken Adalet Akademisinin yargıyı, hâkim ve savcıları eğitme
görevini, temel hukuk normlarına uygun olarak, yansız ve bağımsız olarak
gerçekleştirdiğinden söz edebilir miyiz?
Değerli milletvekilleri, sadece Başbakanlık sıfatıyla yetinmeyerek
belli davaların savcılığına soyunan, ayrıca Anayasa’mızın “Başlangıç” kısmında
ifadesi bulunan kuvvetler ayrılığı ilkesinin varlığına rağmen “Biz yargıya
gerekeni söyledik.” cümlesini ölçüsüz bir şekilde, alenen kurabilen Sayın
Başbakanın, Adalet Bakanının ve genel olarak yürütmenin yargı üzerindeki bu
kadar ağır baskısı karşısında hâlen daha Anayasa’mızın 2’nci maddesinde ifade
edilen hukuk devletinin varlığından ve ayakta kaldığından söz edebilir miyiz?
Değerli milletvekilleri, yine, tüm ulusal ve uluslararası
kuruluşların raporlarını, anketlerde yüzde 67’si “Adalete güvenmiyoruz.” diyen
halkımızın kaygılarını bir kenara bırakarak bu ülkede hâlen daha bugün “Adalet
vardır, hukuk vardır.” diyebilir miyiz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bütün
bunları yok sayarak, görmezden gelerek, bağımsız yargıya değil yandaş yargı
oluşumuna katkı sağlayacak Adalet Akademisinin bütçesine hayırlı ve uğurlu
olsun diyebilir miyiz?
Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 4’üncü konuşmacı Ercan Cengiz,
İstanbul Milletvekili.
CHP GRUBU ADINA ERCAN CENGİZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 2010 yılında yapılan referandumun en önemli
gündem maddelerinden biri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun değişen
yapısıydı. Söylenen, antidemokratik, çağ dışı HSYK yapısının çağdaş, demokratik
ve katılımcı bir yapıya dönüştürüleceğiydi. Bugün baktığımızda, sözde seçilen,
gerçekte ise atanan üyeleriyle hiçbir şekilde bağımsız olmayan Adalet
Bakanlığının kontrolünde bir yapının ortaya çıktığını görmekteyiz. Görülüyor ki
sorun HSYK’nın yapısı, işleyişi, bağımsız ve tarafsız olma işi değil, AKP'nin
kontrolünde olmamasıymış.
Değerli arkadaşlar, olumsuzlukların asgari düzeye indirilebildiği
toplumlarda “hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” kavramları öne çıkmıştır.
Hukukun amacı doğruluk ve adalettir. Bir hukuk devletinde her şeyin
belirleyicisi de hukuktur. “Hukukun üstünlüğü” kavramının bir hukuk devleti
için bir anlam ifade edebilmesi yasaların şekline göre değil, içeriğine göre
mümkün olabilir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yüksek sesle konuş da bu Sadullah biraz
duysun. Sadullah duymuyor, kulakları sağır.
ERCAN CENGİZ (Devamla) – Kısaca, hukuk devleti, bireyler gibi
devletin bütün organlarıyla işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uyması,
kendisini bu kurallara bağlı saymasıdır. Hukuk devletinin gerçekleşmesinde
etken olacak en önemli unsur ise yargı bağımsızlığıdır. Yargı bağımsızlığı,
aslında, bir hukuk devletinin temel unsurudur. Kuşkusuz, yargı bağımsızlığı,
yargı mensuplarına verilmiş bir imtiyaz değildir. Bu kural, bireylerin doğru ve
adil yargılanma haklarının teminatı olarak tanınmıştır ve bu teminat, ancak,
iyi eğitimli, bilgili, donanımlı, maddi ve manevi yönden tatmin edilmiş
yargıçlar ve savcılar eliyle sağlanabilir. Bağımsız yargı, aynı zamanda, çağın
yönetim biçimi olan demokrasinin de olmazsa olmaz bir koşuludur.
Değerli arkadaşlar, yasama ve yürütme organlarına tam hâkimiyet
kuran AKP iktidarı, hedeflediği rejim değişikliğini ancak yargı yoluyla
sağlayabileceğini görmüş, buradan hareketle, iktidara geldiği 2002 yılından
itibaren stratejik bir planı uygulamaya koymuştur. Amaca ulaşabilmek için,
basın-yayın kuruluşları dâhil, kendine muhalif herkesin, her kesimin korkutulup
sindirilmesi, sesini yükseltenlerin açılan soruşturmalar ve davalarla
yıldırılması için tüm yargı teşkilatı kadrolaşma yoluyla yeniden organize
edilmiş ve her aşamadaki yargı kuruluşlarının verecekleri kararların istenilen
şekilde olması hedeflenmiştir.
Değerli arkadaşlar, iç ve dış dünyada iyi bir konjonktür yakalayan
AKP iktidarı, konuya iyi bir noktadan, AB uyum süreci için istenen temel
kanunlarla, değişikliklerle başlamış, kimsenin fark etmediği bir sinsilikle,
önce Türk Ceza Kanunu’nu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nu toptan değiştirmiştir.
İşte yargıdaki asıl çöküş de bundan sonra ortaya çıkmaya başlıyor. Özellikle
Ceza Kanunu’nun modern dünyada olduğu gibi uzun bir zaman dilimine yayılarak
bölüm bölüm değiştirilmesi yerine toptan değiştirilmesi yolu seçilmiş ve bunun
acele bir şekilde hayata geçirilmiş olmasıyla ceza yargılamasında bilgi
sıfırlanmıştır. Böylece, ülkemizin büyük bir kazanımı olan yüz yıllık ceza
hukuku kültürü ortadan kaldırılmıştır. Yargıda herkeste “Benim dediğim doğru.”
havası doğmuş, bir kaos ortamı oluşturulmuştur. Zaten bu ortam oluştuktan sonra
bilinen dava ve soruşturmalara başlanılmıştır.
Değerli arkadaşlar, ülkemizde ilk defa 1961 Anayasası’yla yargıç
güvencesi sağlanmış ancak yargı bağımsızlığı tam anlamıyla gerçekleşmemiştir.
1982 Anayasası’nda ise yargıçlar ve savcılar birlikte düşünülmüş, bir yandan
savcılar yargıç gibi düşünülmeye başlanmış, diğer yandan hâkimler, savcılar
kanalı ile kontrol altına alınıp memurlaştırılmıştır. Bugünkü sistem
memurlaştırılmış yargıçlar sistemidir ve bu sistemin yargı bağımsızlığı
kavramıyla bir ilgisi yoktur ve bu iktidar, bu mantaliteyle oluşturulmuş yargı
organlarını birtakım anayasal ve yasal düzenlemelerle tamamen kendisine bağlı
bir yapıya dönüştürmüştür. Gelinen durumda, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay,
Danıştay üzerinde hâkimiyet sağlanmış, HSYK yapılanması ile de mahkemeler tam
kontrol altına alınmıştır. Böyle bir yapıdaki yargı kişilere güvence olabilir
mi? Siyasi bir görüş temsilcisi olan ya da kendini o şekilde tanımlayan bir
yargı mensubu kendisi dâhil hiç kimseye güvence olamaz.
Değerli arkadaşlar, yargı bağımsızlığı konusu öncelikle bir kültür
işidir. Devletlerin, halkların, kurumların, bireylerin bağımsız yargı ve
bağımsız yargıç kültürünü benimsemeleri hâlinde o toplumlarda bağımsız yargı
bilinci oluşur. Bu kültürden uzak toplumların, bireylerin, hatta yargıçların
bağımsız yargıyı gerçekleştirebilmeleri hiçbir şekilde mümkün olamaz.
Biz bugün “HSYK yapısı nasıl olmalı?” diye tartışıyoruz, “Gelişmiş
ülkelerde, başka ülkelerde şöyle ya da böyle.” diye. Unutulmamalı ki
gelişmişlik, bağımsız yargı kültürü ve bilincine sahip olmak demektir. O
ülkelerde toplum, bireyler, devlet, herkes bağımsız yargı kültürünü
benimsemiştir, en azından baskın görüş öyledir. Dolayısıyla, bu tür ülkelerde
hangi sistem olursa olsun, o sistem doğruya, ideale yakın çalışır, yargıda ve yargılamada sorunlar yaşanmaz. O
ülkelerde hâkimlerle ilgili kararı veren kurumun hükûmet ya da adalet bakanlığı
tarafından oluşturulması hâlinde dahi çok fazla sorunlar yaşanmaz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de durum böyle mi? Gerçekten her şeyin
çok uzağındayız. Düşünün bir kere: Hâkimler kendi aralarında seçim yapıyorlar.
Yıllarca en çok şikâyet edilen, “Yargı bağımsızlığını engelliyor.” diye
eleştirilen, HSYK içerisinde bulunmasının sakıncaları her zaman konuşulan
Adalet Bakanlığının, hazırladığı ve önceden kamuoyuna sızan bir liste tüm
ülkedeki hâkim ve savcıların büyük çoğunluğu ile firesiz seçimi kazanıyor. Bu
durumda şu söylenebilir: Ya bu, yargı mensupları yargı bağımsızlığına inanmıyor
ya da çoğunluğu, belirli bir siyasi görüşe taraftar durumdalar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bugün, maalesef, HSYK -hedeflediği gibi- Hükûmetin tam kontrolüne
girmiş durumdadır. Arkadaşlar, toplumun en büyük arzusu adaletin eşit
dağıtılmasıdır ve toplumların en büyük derdi de adaletsizliktir. Unutulmamalı
ki, adaletin olmadığı yerde yaşam değersizdir.
Topluma ve insanlara mutluluk yolunu açan adaletli günler diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 5’inci konuşmacı Süleyman
Çelebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Başkanım, süreye ekliyorsunuz değil mi?
Sayın Başkan, kullanılmayan süreyi eklediniz değil mi efendim?
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Bir dakikamız vardı.
BAŞKAN – Ekliyorum bir dakikayı.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Mustafa Kemal Atatürk’ün, kendisine yönelik her türlü doktrinel
yaklaşım önerilerini benimsemeyip doktrinlerden beslenmek yerine, hayattan
beslenmeyi tercih ettiğini biliyoruz. Bizler de hayattan, esnaftan, emekliden,
emekçiden, öğrenciden, işsizden, doğru düşüncelerimizden besleniyoruz ama
Hükûmetin gıdası neoliberal doktrin ve otoriter demokrasi anlayışları oluyor ve
beslendiği yer ise sokak değil, sırça köşkler, saraylar, iktidarın ganimetleri
ve iktidarı ayakta tutan yandaşlar oluyor.
Çiviye yandan vuracak olduktan sonra çekice sarılmak hiçbir işe
yaramıyor. 12 Eylülle hesaplaşmak öyle çiviye yandan vurmakla olmaz. Çıkarılan
bütün yasalar 12 Eylül Anayasası’nın yandan çakmasıdır. Bu yasaları toplu iş
ilişkilerinde, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda, İş Sağlığı ve Güvenliği
Yasası’nda, emeklilerin intibak yasasında ve daha birçok yasada gördük.
Ekonomik ve sosyal tüm hakların gasbedilerek özelleştirmelerle kamu
ekonomisinin yok edilmesi, en önemli üretim merkezinin kapatılması, tarıma
destek paylarının kaldırılarak köylünün, çiftçinin üretemez hâle gelmesi,
ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının tarumar edilmesi, 12 Eylül
ekonomisinin birkaç başlıktaki özetidir. Bu nedenle ülkemiz, üreten değil,
tüketen; egemen değil, bağımlı hâle gelmiştir. Bugün de yukarıda sayılan
manzaralardan farklı bir şey yoktur.
Değerli arkadaşlar, bütçe politiktir. İşte tam da bundan dolayı,
bütçeler halk için olacaksa, sürekli fazla vermek için yapılmaz. Bütçede amaç,
az açık vermek ya da fazla vermek değildir. Amaç, Hazreti Yusuf gibi halktan
aldığını halka vermektir.
Tolstoy “Kendileri kötü oldukları hâlde, kötülüğü düzeltmek
istiyorlar.” demişti. Bugün baktığımızda bu kadar kötülüğün açıklaması bir iyi
niyetle mümkün olabilir mi? Anayasa'nın 60’ıncı maddesi "Herkes, sosyal
güvenlik hakkına sahiptir.” diyor ama nerede? Hak getire!
Sosyal devlet yerini “sosyal yardım devleti”ne bırakırken
yoksullaştırılan kesimler iktidarın ve yandaş cemaat gruplarının insafına terk
edilmektedir.
1980 darbesi sendikal örgütlenmeye ağır bir darbe vurmuştur. 12
Eylül mirası yasal mevzuat, 1990'larda hız kazanan yeni liberal politikalar,
işverenler ve hükûmetlerin el birliğiyle uyguladığı sendikasızlaştırma
politikaları neticesinde Türkiye'de 1990'lı yıllardan bu yana sendikalaşma
oranı hem rakamsal olarak hem de oransal olarak ciddi biçimde gerilemiştir. AKP
iktidara geldiğinde 2002 yılında toplu iş sözleşmesi kapsamında işçi sayısı 1
milyondan fazla iken, sendikalaşma oranı yüzde 9,5 iken 2011 yılında 690 bin
kişiyle yüzde 5’lere kadar gerilemiştir.
2013 bütçesi de diğer bütçelerin hemen hemen bir kopyasıdır; savaş
ve yoksulluk bütçesidir. İşçilerin, emekçilerin, halkın üzerine “daha fazla
vergi, daha fazla zam” diye giden Hükûmetin heybesinden yine teşvik
politikaları, yine kısıntılar çıktı.
Asgari ücretin karşılığı günlük yedi buçuk saatlik çalışmaya denk
gelmesine rağmen ülkemiz işçileri on bir, on iki, on üç, on dört saat
çalıştırılıyor. Tüm bu koşullar içinde çalışan emekçilere uygulanan asgari
ücret aslında çalıştıkları saatin karşılığı bile olmamaktadır. Sokakta
haklarını arayanlara anında müdahale eden devlet emek hırsızlığına göz yummuş
olmuyor mu?
“Emekliler millî gelirden payını alamayacak.” diyorsunuz. Emekli
işine dönüp geçinmeye çalışıyor, işine dönen emekliden bu sefer de prim
kesiliyor. Ne yapacak insanlar, nasıl yaşayacak, bunun cevabını hâlen bu
iktidar vermiş değil.
Sigortalılık süresini ve prim gün sayısını tamamlamış çok sayıda
kişi yaştan dolayı emekli olamıyor. Bu insanların hizmetlerinin bedeli ne zaman
ödenecek ve ne zaman bu haklarını alacaklar?
Madem güçten bahsediyorsunuz, bu gücü emeğin haklarını korumak
için kullanmayı hiç düşünüyor musunuz? Adalet terazisi bozuk olanlar adalet dağıtabilirler mi değerli arkadaşlar?
Açlık sınırı 1.040 lira. Emekliler açlık sınırının altında maaş
alıyor. Asgari ücretliler açlık sınırının altında yaşıyor. Soruyorum, bu büyüme
kime yansıyor? Emekçilerden, emeklilerden imtina ettiğinizi kimlere
veriyorsunuz? Büyüyen ekonominin bedeli bu mu? Büyüyoruz, evet, ama bu
bedelleri ödeyerek büyüyoruz. İş kazalarında dünya 3’üncüsü, Avrupa
1’incisiyiz. Gelir adaletsizliğinde Şili ve Meksika’dan sonra geliyoruz. Yani
adaletsizliği onaylanmış bir ülkeyiz. İzlenilen yol belli: “Fakirden al, fakiri
daha fakir yap. Zengine ver, zengini daha zengin yap.”
AKP'nin “Yurtta harp, cihanda harp” politikası, bütçenin önemli
bir kısmını harcamalara yöneltiyor.
Askerî harcama yüzde 5 bile azalsa neler olur? 10 milyonun
üzerinde sigortasız yurttaşın genel sağlık sigortası primi devlet tarafından
ödenebilir. 1 milyona yakın göreli yoksul haneye de ayda 295 Türk lirası gelir
verilebilir.
Askerî harcamaların yüzde 20 azaltılmasıyla ise 12 milyon
civarında sigortasız yurttaşın genel sağlık sigortası primi devlet tarafından
karşılanabilir ve 1 milyonun üzerinde yoksul haneye ayda 465 TL düzenli gelir
desteği sağlanabilir.
Bu ülkenin çocuklarına top değil ekmek, mermi değil eğitim, savaş
uçağı değil uçurtma, füze kalkanı değil özgürlük, savaş değil barış bırakalım.
(CHP sıralarından alkışlar)
AKP, referandumda, seçimlerde vadettiği ne varsa tersini yaptı.
Grev hakkından yoksun, barajın kaldırılmadığı, özgürlüklerin olmadığı bir
Sendikalar Yasası ortaya çıktı.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası, birçok önerimizin
reddedilmesiyle, AKP eliyle çıkarılan bir başka yasa oldu.
Yasa çıkarıldı, işçi ölümleri her gün yaşanmaya devam ediyor.
Görüyoruz ki AKP'nin yasaları yaralara merhem olmuyor. Yalnızca kasım ayında
meydana gelen iş kazalarında 82 işçi öldü, 293 işçi yaralandı. Sönen ocakların
hesabını kim verecek? Sizler sıcak evinizde dizi izlerken, Esenyurt’ta kışın
AVM inşaatında yanarak ölen 11 işçinin hesabını kim verecek?
Bu kürsü, halka hesap verme kürsüsüdür; buyurun, verin bunların
hesabını diyorum.
"İş kazası olduğunda yerin dibine giriyorum." diyen
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, bu sözleri söylediğinde daha nisan
ayıydı. Aradan geçen zamanda 500'den fazla emekçi yaşamını yitirdi. Yerin
altına girmenizi elbette istemeyiz Sayın Bakan, yerin üzerinde olunuz ama
sürece seyirci kalmayınız, işlenen
cinayetlere seyirci kalmayınız, ölümlere engel olunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Çalışanların onlarca yıllık mücadele
ile kazandıkları hakların hepsi AKP tarafından geri alınmaya çalışılıyor. Grev
önündeki engellerin kaldıracağını söyleyen AKP, grev yasaklarıyla, sermayenin emekçilere
fütursuz saldırıları önündeki engelleri bir bir kaldırıyor. Daha dün hava iş
kolunda grevi yasaklayan zihniyet geçenlerde de Sermaye Piyasası Kanunu’nda
yapılan değişiklikle borsa ve sermaye piyasasına da grev yasağı getirdi.
Deniliyor ki: “Ne yapalım, taşerona mahkûmuz.”
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, konuşmacının süresi
herhâlde daha var!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Genel yönetim bütçesinde yaklaşık
olarak 354 bin kamu işçisinin yıllık toplam maliyeti 10 milyar Türk lirası
civarında. 2012 yılında hizmet alımı için ödenen tutar altı ayda 12 milyar Türk
lirası. Bunun yarısı kişilere veya firmalara ödenmiş yani taşerona ayrılan
kaynak kadrolu işçilere ayrılan kaynakla eşit.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan, diğer konuşmacının hakkından
gidiyor şimdi.
BAŞKAN – Sayın Çelebi geçmişte sustuğunun yerine konuşuyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, beş dakika
alacağı var. Susma hakkını kullandı, beş dakika alacağı var.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Önümüzdeki süreçte -gündemimize
gelecek- alt işveren yani taşeron uygulamalarının yasallaşması ve kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmak ve
performansa dayalı bir sistem kurmak için 657 sayılı Devlet Memurları
Yasası’nın gündeme geleceğini biliyoruz ve şimdiden uyarıyoruz: Emek düşmanı
politikalardan vazgeçiniz.
BAŞKAN – Sayın Çelebi, lütfen.
Teşekkür ediyorum.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Değerli dostlar, konuşmamı Victor Hugo'nun sözleriyle bitirmek
istiyorum: "Sizler yarattığınız yoksullara küçük yardımlar etmekle
uğraşırken, bizler yoksulluğu ortadan kaldırmak için mücadele veriyoruz."
Türkiye'de eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi, barış mücadelesi
veren herkese selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Sağ olun, var olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son konuşmacı İzzet Çetin,
Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz dokuz dakika.
Sayın Cengiz’in kullanmadığı bir dakikayı da ilave ediyorum.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Mesleki Yeterlilik Kurumu, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü ile Devlet Personel Başkanlığı bütçeleri üzerine söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ne Plan ve Bütçe Komisyonunda ne de burada
herhangi bir konuşmacının çok fazla ismini anmadığı bir kurum olan Mesleki
Yeterlilik Kurumu, aslında, uğruna ikindi vakti, güpegündüz havai fişekler,
attığımız, önemsenmesi gereken, önemli bir kurum. Hem Türkiye Cumhuriyeti
açısından hem de Avrupa Birliği açısından önemli çünkü kurum, kaynaklarını
kullanırken, büyük oranda Avrupa Birliği fonlarını kullanıyor. Bir yandan
ülkemizin ihtiyacı olan teknik eğitime yönelik ara iş gücünü yaratmak ve diğer
taraftan da, bir bakıma… Avrupa Birliği öyle durduk yerde, boşa hibe ya da
kredi vermez, kendisi yaşlı nüfusa sahip olduğu için, kendisinin potansiyel iş
gücünü yaratmak için bize katkı yapıyor ve onun fonlarını kullanarak kurum
görevini yerine getirmeye çalışıyor.
Bildiğiniz gibi, kurum, 2006 yılında 5544 sayılı Yasa’yla “Avrupa
Birliği müktesebatına uyum” adı altında kuruldu ve gerçekten önemsenmesi
gereken bir kurum.
Değerli arkadaşlar, bütçesi son derece mütevazı, 9 milyon lira
gibi bir bütçeyle mesleki teknik eğitim alanında ara eleman yetiştirmeye
çalışıyor.
Değerli arkadaşlar, ikinci
önemli kurumumuz “TODAİE” olarak bildiğimiz Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü, 1952 yılında kurulmuş, 1953 yılında kurumsallaşmış ve kurulduğu
tarihte Türkiye ile birlikte Mısır’da, Pasifik’te, Latin Amerika’da kurulmuş
ama o ülkeler yaşatamamış. Bizim ülkemizde, oraya gelen yöneticiler,
Türkiye'nin ve Orta Doğu ülkelerinin, hem yönetici yetiştirilmesine hem de
yetişmiş iş gücüne katkı yapmasına olan inançları nedeniyle kurumu önemsemişler
ve bugünlere kadar taşımışlar.
Tabii, ilk etapta kurumun Çalışma Bakanlığına bir kararnameyle
bağlanması kabul edilemez bir uygulamadır. TODAİE gibi, dünyada pek olmayan bir
kurumun -varsa bile- bağlı olması gereken kuruluşu, bakanlığı; böyle bir
Çalışma Bakanlığı ya da İçişleri Bakanlığı değil, doğrudan doğruya Başbakanlık
ya da Cumhurbaşkanlığı gibi bir üst merciye bağlı olarak çalışması gerekir.
Kurum, bildiğiniz gibi, Yücetepe’de daracık bir mekânda hizmet
vermekte. Bugüne kadar da çok değerli üst düzey yöneticiler yetiştirmesine rağmen,
özellikle 2002’den sonra AKP kamu yönetimi alanında liyakati değil yandaşlığı
ölçüt olarak aldığı için ya da cemaat, tarikat mensubu olmayı ölçüt olarak
aldığı için, o kurumun yetiştirdiği elemanları görmezlikten gelmekte ve kaynak
israfına neden olmaktadır.
Değerli arkadaşlar, “liyakat” dedim. Gerçekten, Devlet Personel
Başkanlığımız da bir kamu kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı
bir kurumumuz. Ülkemizdeki personel rejiminin, kamu personel rejiminin ne
olması gerektiğini, teşkilat görev ve yetkilerini, görevlilerin tabi olacakları
personel rejimini ülke şartlarına uygun olacak şekilde belirleyen bir kurum.
Ama bakıyoruz, özellikle her iktidar, kim gelirse gelsin, ülkemizde personel
rejimini değiştirmekten söz etmekteydi. AKP de iktidar olduktan sonra zaman
zaman, 2004’te, 2006’da personel rejimini kökten değiştirmek için adımlar atmak
istedi ama bunu gerçekleştirmedi. Bunu ne zaman yaptı? Yavaş yavaş, alıştıra
alıştıra, önce Türkiye’de kamuda ve özellikle millî eğitimde, sağlıkta, bütün
kamu kurum ve kuruluşlarında tepe yöneticileri değiştirdikten sonra 611 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’yi çıkartarak parça parça, aşama aşama personel
rejiminde köklü değişikliğe gitti.
Değerli arkadaşlar, bizim personel rejimimizde kamu hizmetlerinin
kamu görevlileri eliyle yürütülmesi esastır. Kamu görevlisi de devlet
memurudur. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda 4/A memurlar, 4/B
sözleşmeliler, 4/C geçici personel ve 4/D işçiler olarak belirlenmişse de
işçiler 4857 sayılı Yasa’ya tabi olarak çalışırlar, o nedenle bu 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu kapsamında değil. Özellikle 2002’den sonra, AKP’nin
iktidar olmasıyla birlikte, AKP kendi düşüncesini yaşama geçirmek ve kendi
devletinin kurumlarını fethetmek anlayışında olan bir hükûmet uygulaması
güttüğü için bütün kurumlarına karşı açtığı savaşın bir parçasını da
personeline karşı açtı; memurluğu öteledi, istisnai bir çalışma biçimi olan
sözleşmeliliği esas almaya başladı. Diğer taraftan, esasında kamuda yeterli ve
nitelikli eleman olmadığı durumlarda yüksek ücretle ve bir proje ya da programa
bağlı olarak belli bir süre çalışması gereken sözleşmeliyi -yüksek ücret bir
tarafa- asıl memurdan daha düşük ücretle ve memurluğu geri plana itip…
Sözleşmelilikte yıllık izin hakkı yok, kıdem tazminatı ya da dönem sonu
tazminatı dediğimiz tazminatlar yok, hatta kadınsa doğum yapma hakkı bile yok.
Böyle bir çalışma biçimi, emek sömürüsünün en güzel biçimi,. AKP’nin işine
geldi ve oraya atladı. Bugün, sözleşmeli personelin sayısı neredeyse 300 bini
geçti.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu sözleşmeli uygulamasının yanında
diğer taraftan 4/C’li uygulamaları gündeme geldi. AKP iktidar olduğu zaman
Türkiye’de 4/C’li personel sayısı 100’lerle ifade ediliyordu. Yani rakam
-hafızamda kaldığı kadarıyla- 3 Kasım 2002’de 164 kişiydi çünkü özelleştirme
nedeniyle sözleşmeye geçmemiş personel, o günkü üçlü koalisyon hükûmetiyle
anlaşma yapılmış ve kadroya aldırılmış, 164 kişi de dışarıda kalmıştı. Bugün bu
sayı, zaman zaman kadrolar verilmiş olmasına rağmen, 18 bin 652 olarak gözüküyor
ama ayrı bir uygulama, AKP her teşkilat için, her kurum için bir kuruluş kanunu
çıkarıyor, her kuruluş kanununa da ayrı bir personel rejimi getiriyor. Örneğin,
PTT AŞ için düşünülen model; orada çalışanların 657’ye tabi olmadığı, 4857’ye
de tabi olmadığı, onların bu kanuna tabi olduğu, yani kanunsuz çalıştırma
kanunu.
Şimdi de, AKP yeni bir düzenlemeyi Meclis Genel Kuruluna sunulmak
üzere, hükûmet tasarısı olarak Meclise sundu daha dün. Değerli arkadaşlar,
orada diyor ki: Bedelin bir unsuru olup 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun
36’ncı maddesinde belirtilen yardımcı hizmetler sınıfı ile sağlık hizmetleri ve
yardımcı sağlık hizmetleri sınıfı personeli tarafından yerine getirilmesi
gereken hizmetlerden yükleniciye gördürülecek hizmetlerin sunulması
karşılığında idare tarafından yükleniciye ödenen ve dönemsel piyasa testiyle
güncellenen bedele hizmet bedeli denir. Yani Sağlık Bakanlığı yap-işlet
modeliyle tesis yaptıracak ve orada çalışan personeli piyasadan temin edecek.
Bunun adı “hizmet alımı yöntemi” gibi gözüküyor ama taşeron uygulamasının bir
başka versiyonu.
Değerli arkadaşlar, taşeron sistemi Türkiye’de Sayın Bakanın da
deyimiyle “kölelik sistemi”. Ne ücretleri ücret ne çalışma koşulları çalışma
koşulu ve bugün, Sayın Bakan bu taşeron uygulamasını yasal hâle getirip
resmîleştirmek için kanun tasarısı hazırlıyor. Sayın Bakan, sizden özellikle
taşeron işçileri adına rica ediyorum, o kanun tasarısını hazırlamaktan
vazgeçiniz. Yeteri kadar döneminizde işçileri, çalışanları, işsizleri,
emeklileri üzdünüz, daha fazla üzmenize gerek yok diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, özellikle çalışma yaşamı Türkiye’de tam
bir kaos ortamına dönüştü.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ÇETİN (Devamla) – Ücretler bastırıldı, ücretlerin bastırılmasıyla
birlikte emek kesiminden alınan kârlar, rantlar ve de bastırılan ücretler
işverenlere, yerli yabancı şirketlere ve yandaşlara AKP tarafından aktarıldı. O
nedenle, böyle bir bütçeye bizim “evet” dememizin olanağı yok. Bütçeye de
“hayırlı” dememizin imkânsız olduğunu söylüyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 19.36
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.53
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 38’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, söz sırası AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Fehmi Küpçü’de, Bolu
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA FEHMİ KÜPÇÜ (Bolu) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 mali yılı Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine grubum adına
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bizim kültürümüzde adalet mülkün
temelidir. Yani adalet, devlet ve toplum düzeninin temeli, hukuk devletinin
özüdür. Yasa koyucunun temel görevi de adaleti gözeten hukuku oluşturmaktır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de “hukuk devleti”nin tanımında “Hukuk devletinin
bir unsuru olarak her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren devlet.” olarak tanımlamıştır.
Bu meyanda, Hükûmetimiz de milletinden aldığı güçle, aşkla,
şevkle, muhabbetle, bu emek ve katkıyı vermek için mücadele etmektedir. Birkaç
başlık altında söylemem icap ederse, Anayasa reformu, yargı bağımsızlığı,
demokratikleşme ve insan hakları, temel kanunların yenilenmesi, yargılamaların
hızlandırılması, yeni kurumlar, nicelikli ve nitelikli insan kaynakları, adalet
sarayları ve bilişim teknolojileri konusunda ciddi adımlar atılmıştır.
Değerli milletvekilleri, artık vatandaşlarımız, avukatı
olmayanlara avukat veren, İnternet’ten davalarını takip edebilen, bilişim
teknolojisinin son ürünleriyle donatılmış UYAP altyapısıyla insanımıza yaraşır
ve yakışır adliyelerde bu hizmeti alma imkânına kavuşmuştur.
Denetimli serbestlik uygulamasıyla, basit suçlardan dolayı cezaevlerinde
kalan birçok hükümlünün cezasını dışarıda çekme imkânı hasıl olmuş, standart
dışı 210 ceza infaz kurumu kapatılmış, yerine modern ve güvenilir ceza infaz
kurumları inşa edilmiş ve personel sayısı yüzde 63 oranında artırılmıştır.
Değişen ve büyüyen “Büyük Türkiye.” idealine de uygun temel
yasalarımız güncellenerek çağı yakalaması sağlanmıştır.
Türkiye Adalet Akademisi, yüksek yargıdaki yığılmaları önlemek
için bölge adliye mahkemeleri, Kamu Denetçiliği Kurumu, yabancı ülkelerdeki
temsilciliklerde görev yapmak üzere adalet müşavirleri görevlendirilmiştir.
Adli Tıp Kurumunun ülke çapında yaygınlaştırılması sağlanmıştır.
Yargı süreçlerini hızlandırmak için 3 ayrı yargı paketi
Meclisimizde kabul edilmiş, 4’üncü yargı paketi üzerinde de çalışmalar sürmektedir.
Yüzde 30 artan hâkim ve savcı sayısıyla, her 100 bin kişiye düşen
hâkim sayısı 7’den 12’ye, adliyelerde görev yapan yardımcı personel sayısı da
20 binden 46 bine yükselmiştir.
İstanbul’da yaptığımız Avrupa’nın en büyük adalet sarayı da dâhil
olmak üzere, il merkezlerindeki adliyelerin yüzde 45’i yenilenerek,
mimarisiyle, modernitesiyle 157 yeni adliye sarayı inşa edilmiştir. İnşallah,
benim seçim bölgem olan Bolu’da da şehrin otantiğine, doğasına uygun olarak
yeni adliye sarayımızın 2013 yılında yapımına başlanacaktır.
Değerli milletvekilleri, hukuku tanımlarken bazen büyük sineklerin
delip geçtiği, bazense küçük sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağına
benzetirlerdi. Bu algı ve anlayış artık değişmiştir. Artık, üstünlerin
hukukundan hukukun üstünlüğüne geçilmiştir.
Medenî Kanun 2/2’de tertip edilen, hukukçu olarak hepimizin de
bildiği dürüstlük ve iyi niyet kuralları, eski ifadesiyle “Herkes haklarını
kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir”
der ve devamla “Bir hakkın sırf gayri ızrar eden suistimalini kanun himaye
etmez.” denilmektedir. Bu temel prensip mucibince, Hükûmetimiz, milletinden
aldığı güçle, milletinin vekâletini kötüye kullanmamış, her alanda olduğu gibi
bu alanda da dik ve omurgalı yürüyüşünü devam ettirmiş, kanun önünde hiçbir
üstünü, ama hiçbir üstünü kabul etmemiştir ve her zaman “Vatanım, milletim,
bütün insanlar kardeşlerim.” diyen, hukukun idesinin adalet, idealinin
hakkaniyet olduğu bir anlayışın milletimizin emrine amade olması noktasında üzerine
düşeni yapmış ve yapmaya devam edecektir.
Ben de bu vesileyle bu bütçenin, bu milletin birlik beraberliğine,
kardeşlik hukukuna emek ve katkı vermesini, ülkem ve memleketim adına umutlar
yeşertmesini yürekten murat ediyor, bu vesileyle aziz milletimizi ve hepinizi
en kalbi duygularımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
AK PARTİ Grubu adına 2’nci konuşmacı İlknur İnceöz, Aksaray
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde grubum adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, iktidara geldiğimiz günden itibaren
eğitimden sağlığa, adaletten emniyete pek çok alanda, pek çok ciddi adımlar
atıldı. Reform düzeyinde sayılan çok sayıda yasal düzenlemeler hayata
geçirildi. Özellikle yargı alanında hakikaten dönüm noktası olan, övünç
duyacağımız birçok yenilik gerçekleştirildi. 2002’den itibaren, öncelikle
adliyelerimizin koşullarını iyileştirmek için, o güne kadar yapılmayanları
yaparak birçok il ve ilçelerimizdeki izbe durumdaki adliye binalarımızı adına
yakışır şekilde adliye saraylarına taşıdık. Adalet Bakanlığına ayırdığımız
önemli bütçelerle modern görünüme sahip 157 yeni adalet sarayı inşa ettik. Çok
sayıda, inşası devam eden proje aşamasında adliyelerimiz bulunmaktadır. Adalet
saraylarımız sadece bina olarak tasarlanmadı, içerisi bilgisayar ve teknolojik
teçhizatlarla donatıldı. 2002 yılında 4.200 olan masaüstü bilgisayar sayısı 40
binin üstüne, 55 olan dizüstü bilgisayar sayısı 16 binin üstüne çıkarıldı.
Ülkemizde hâkim ve savcı sayısı henüz istenilen seviyede olmasa
da, hâkim ve savcı sayısını yüzde 30 oranında artırdık. Adliyelerde görev yapan
personel sayısı on yıl içinde yüzde 130 oranında artırıldı ve böylelikle personel
sayısı da büyük ölçüde çözülmüş oldu.
Yargıda iş yükünün azaltılması noktasında önemli bir başarı olan
UYAP, dünyada kabul görmüş, örnek alınmış bir sistemdir. Birleşmiş Milletlerin
Kamu Hizmetleri Ödülü’nde UYAP SMS Bilgi Sistemi 1’inci, UYAP Bilişim Sistemi
ise 2’nci oldu. Güncel kalabilmesi için sürekli yatırım yapılması gereken
UYAP’la ilgili her geçen gün yeni gelişmelere şahit olmaktayız. UYAP sayesinde
dava dosyalarıyla ilgili bilgileri adliyelere gitmeden, İnternet aracılığıyla
artık öğrenebilmekteyiz. Yine, adalet sistemimiz, zamana rağmen ayakta durmaya
çalışmamakta, zamanla birlikte yol almaktadır.
Değerli milletvekilleri “Adalet mülkün temelidir. Geciken adalet,
adalet değildir” ilkesiyle yargı hizmetlerinin daha etkin, süratli işlemesi amacıyla
3 ayrı yargı paketi Mecliste kabul edildi. 4’üncü yargı paketinin çalışmaları
da Adalet Bakanlığımızca sürdürülmektedir.
Yasalaşan yargı paketleriyle yargının yükünü azaltmaya yönelik
Yargıtay ve Danıştay daire üye sayıları artırılarak mahkemelerin kapasiteleri
güçlendirildi. Bazı suçlar kabahatlere çevrilerek mahkemelerin görev alanı
dışına çıkarıldı. Bazı çekişmesiz yargı işlerinin noterler tarafından
yapılmasına yönelik olanaklar sağlanarak mahkemelerin yükü önemli oranda
azaltıldı. Yargıtay ve Danıştayda yıllarca birikmiş olan dosya sayıları yapılan
önemli düzenlemelerle beraber üçte 1 oranında eritilmiş oldu.
7/6/2012 tarihinde kabul edilen Arabuluculuk Yasası’yla alternatif
çözüm yollarının sağlanması yine yargının yükünün hafifletilmesine yönelik
önemli adımlardandır. Daha birçok yasal düzenlemeyle yargının iş yükünün
hafifletilmesi, hızlı, etkili yargı faaliyetinin sağlanması amaçlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargı için dönüm noktası
olan 12 Eylül referandumu ile Anayasa’da pozitif ayrımcılıktan çocuk haklarına,
Anayasa Mahkemesine bireysel başvurudan Kamu Denetçiliği Kurumunun kurulmasına
kadar birçok alanda reform düzeyde yenilikleri hayata geçirdik. Özellikle HSYK
ve Anayasa Mahkemesinin yapılarının değiştirilmesiyle daha demokratik ve
bağımsız, müstakil bir görünüm kazanmıştır. Biliyoruz ki yargı bağımsız değilse
yargıyla ilgili yapılan tüm diğer düzenlemeler, yasal düzenlemeler teferruatta
kalmaya mahkûm olur.
Bunun içindir ki, 12 Eylül referandumuyla beraber üstünlerin
hukukundan hukukun üstünlüğünü temin etmek noktasında çok önemli bir adım
atılmıştır. Bu amaç doğrultusunda hedefimiz, yalnızca hukukun referans
alındığı, yasalara ve Anayasa’ya uygun, hukukun evrensel ilkelerine bağlı, tam
bağımsız, tarafsız, nitelikli, kaliteli, etkin ve zamanında işleyen yargı
sistemini oluşturmaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok şükür, iktidarımız
süresince Adalet Bakanlığımız bütçesi her yıl artmıştır. Adına yaraşır şekilde
adalet sisteminin sağlıklı, hızlı, verimli işleyebilmesi için realist
politikaları hayata geçirmeye çalışan bakanlığımızın 2013 yılı bütçesinin
ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, emeği geçen herkese
teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
3’üncü konuşmacı Hüseyin Cemal Akın, Malatya Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Yahu bu cezaevlerinin çektiği
ne? Bir tarafta Veli Bey, bir tarafta Hüseyin Cemal Akın; cezaevleri ustası
olmuşlar bunlar yahu!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Cezaevlerinin ustası biziz hocam, onlar
olamaz.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Cezaevlerinin asıl ustası Ağbaba’dır.
AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN CEMAL AKIN (Malatya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri
İşyurtları Kurumu hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Toplumun huzur ve barış içinde yaşayabilmesi, zamanında işleyen,
toplumun yargıya güven duygusunu sağlayan bir adalet sistemiyle mümkündür.
Sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmenin temel şartı adalettir. Hızlı, etkin ve
sağlıklı bir yargılama sürecinin sağlanması, devlet ile toplum arasındaki
bağları güçlendirir.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri döneminde hukuk
devletine bağlılığın gereği olarak yargının daha verimli ve etkin işlemesi,
bireyin hak ve özgürlüklerinin korunması için çok önemli çalışmalar ve yasal
değişiklikler yapılmıştır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, demokratik, şeffaf ve geniş
tabanlı bir yapıya kavuşturulmuş, görevleri artırılmış, daha tarafsız, bağımsız
ve etkili çalışması sağlanır hâle getirilmiştir. Hâkim ve savcılar geçmişte tam
manasıyla bağımsız ve tarafsız olamamışlardı. 12 Eylül halk oylamasıyla
birlikte Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, demokratik, şeffaf, geniş tabanlı
bir yapıya kavuşturulmuştur. Böylece, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda ilk
derece mahkemelerindeki hâkimler ve savcılar ile avukatların temsili
sağlanmıştır. Kendi içinde kapalı sistem değiştirilmiş, yargı mensuplarının
temsil kabiliyeti ve nispetleri artırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye bir gelişim ve
dönüşüm süreci yaşamaktadır. Bu süreçte ceza ve adalet sistemimizde de köklü
değişiklikler yapılmış, yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Mevzuat
çalışmalarının yanında, özellikle AK PARTİ’mizin döneminde, ceza infaz
kurumlarımızın fiziki koşullarının iyileştirilmesiyle yetinilmemiş, hizmetin
kalitesini artırmak amacıyla personelin sayısı ve niteliği de artırılmıştır.
Bunun yanında, ayrıca, hükümlü ve tutuklular için iyileştirme çalışmaları
yapmak suretiyle sistem modernize edilmiştir. Hiç şüphesiz ki ceza infaz
kurumları, doğası gereği, insanın özgürlüğünü kısıtlayan kurumlardır. Ancak,
burada kalan kişileri, yeniden suç işlemeyen üretken bireyler olarak toplumun
içinde görmek, onlara sunulan ve insan onuruna yakışan koşullarla mümkün
olabilecektir.
Değerli milletvekilleri, hâlihazırda 373 ceza infaz kurumumuzda
128.232 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bu kurumlarda hükümlü ve tutukluların
infaz ve ıslahı yanında, her türlü eğitim, iyileştirme, sportif ve iş yurdu
faaliyetine önem verilerek topluma yararlı fertler olmaları amaçlanmaktadır.
Ceza infaz kurumlarımızda 40.103 personel bulunmaktadır. Bunlar,
infaz koruma memurları, başmemurları, öğretmenler, sosyal çalışmacılar,
psikologlar, veterinerler, mühendisler ve müdürlerdir. Ayrıca, denetimli
serbestlik ve yardım merkezlerinde de 1.656 personelimiz bulunmaktadır.
Yirmi beş–otuz yılını bu personelle birlikte geçirmiş, baro
başkanı olarak bu sorunların çözümüyle ilgilenmiş, sorunları bilen bir
meslektaşları olarak, fedakârca görev yapan ve ayrıca, bilindiği gibi, ilk
çağlardan beri toplumun saygın kişilerinden seçilerek görevlendirilmekte olan
Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu personeline huzurlarınız
da teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza İnfaz Kurumlarının en
önemli organlarından biri de Tutukevleri İşyurtları Kurumudur. İşyurtları,
hükümlü ve tutukluların meslek ve sanatlarının korunup geliştirilmesi veya bir
meslek ve sanat öğrenmeleri amacına yönelik olarak kurulmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN CEMAL AKIN (Devamla) – İşyurtlarında hükümlü ve
tutuklulara mesleki eğitim verilmekte,
ücret karşılığında çalışmaları sağlanmakta, tahliye sonrası bir meslek
sahibi olarak topluma kazandırılmaktalar.
Bu vesileyle, bütçenin hayırlara vesile olmasını temenni ediyor,
yüce heyetinize saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
4’üncü konuşmacı Mustafa Kemal Şerbetçioğlu, Bursa Milletvekili.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA KEMAL ŞERBETÇİOĞLU (Bursa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yargı teşkilatının 2013 yılı bütçesini
görüştüğümüz bugün adalet ve hukuk alanında model alınan, eğitim ve araştırma
kurumu olmayı vizyon edinen Türkiye Adalet Akademisinin büyük bir gayret ve
özveriyle yürüttüğü çalışmalar hakkında sizleri bilgilendirmek üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Adalet Akademisi
2003 yılında Hükûmetimiz tarafından kurulmuş, tüzel kişiliği olan, bilimsel,
idari ve mali özerkliğe sahip özel bütçeli bir kamu kurumudur. Adalet
Akademisinin Ankara Ahlatlıbel’de 25.423 metrekare kapalı, 109.587 metrekare
açık alan olmak üzere toplam 135 bin metrekare yerleşke alanı mevcuttur.
Gururla ifade etmek isterim ki, bu hâliyle Avrupa’nın en büyük yerleşkesine
sahip yargı akademisi olarak öne çıkmaktadır. Bu da bizim yargı alanındaki
eğitime ne kadar önem verdiğimizin önemli bir göstergesidir. Yerleşkede eğitim,
idari, sosyal, spor tesisinin yanında, 340 kişilik yatak kapasitesine sahip
yatılı tesis bulunmaktadır. Eğitim merkezi 1.250 öğrenci kapasitelidir. Bugün
itibarıyla 771 adli yargı hâkim ve savcı adayına yönelik eğitim çalışması
gerçekleşmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet dağıtmak devletin
temel fonksiyonlarından biri ve meşruiyetin temelidir. Bu alandaki hizmetlerin
modern kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde, adil, güvenilir, etkili ve makul
sürede sunulması önemli ölçüde başta hâkim ve savcılar olmak üzere tüm yargı
profesyonellerinin mesleki yetkinliğiyle doğru orantılıdır. Adalet Akademisi,
bu amaçla ülkemizde ve uluslararası alanda meydana gelen güncel hukuki
gelişmeleri izleyerek hâkim ve savcıların meslek öncesi ve meslek içi
eğitimlerini planlamakta ve genelde uygulamanın içinden gelen öğretim
görevlileriyle bu eğitimi sağlamaktadır. Bu bağlamda, 2011-2012 yılı eğitim
döneminde 2.452 hâkim ve savcı adayına meslek öncesi, 4.755 hâkim ve savcıya
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla birlikte meslek içi eğitim hizmeti
gerçekleştirilmiştir.
Meslek içi eğitim faaliyetlerinde ağırlıklı olarak yeni yürürlüğe
giren Türk Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Ticaret Kanunu
tanıtımları yapılmış, uygulamada yaşanan sorunlara çözümler üretilmiştir.
Burada hemen ifade etmek isterim ki, akademide verilen eğitimlerde
çağın gereklerine uygun etkin ve verimli tüm öğretim metotları
kullanılmaktadır. Bu kapsamda, 2013 yılı müfredatında Strazburg Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde görevli uzman ve hâkimlerce telekonferans sistemiyle
adaylarımıza doğrudan ders verme imkânı sağlanacaktır. Buna yönelik çalışmalar
büyük oranda tamamlanmıştır.
Bunun yanı sıra, eğitim müfredatının geliştirilmesi için yerli ve
yabancı uzmanlarla birlikte çalışılmakta, projeler geliştirilmekte ve modüller
hazırlanmaktadır.
Adalet Akademisinde eğitim çalışmaları yanında, adaylarımızın
sosyal ve kültürel değerlerinin geliştirilmesi için çalışmalar yapılmaktadır.
Bu kapsamda, Taha Akyol, Cüneyt Özdemir, Alev Alatlı, Sinan Çetin ve Mercan
Dede gibi medya, sinema, tiyatro, müzik, edebiyat, roman ve tarih alanında
Türkiye'nin seçkin aydınlarıyla söyleşi ve konferanslar düzenlenmektedir. Aynı
şekilde, sanat, hobi ve spor faaliyetleri kapsamında fotoğrafçılık, resim,
müzik, ebru, tenis ve halk dansları kursları düzenlenmektedir.
Türkiye Adalet Akademisi, hâkim ve savcılar dışında avukat, noter,
mahkeme personeli ve diğer kurumların hukuk müşavirleri, müfettiş ve
denetçilerine de eğitim hizmeti vermektedir. Bu kapsamda, 2012 yılında, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı denetçi ve denetçi yardımcılarına, Millî Savunma
Bakanlığı inceleme müfettişlerine, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile
bağlı kuruluşlarındaki hukuk müşavirlerine eğitim verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Akademisi, bilimsel
çalışmalar ve etkinlikler çerçevesinde düzenlediği ulusal ve uluslararası
sempozyum ve çalıştaylarla hukuk ve yargı sisteminin işleyişiyle ilgili çeşitli
aktüel sorunları tartışmıştır. Bu bağlamda, 2012 yılı içinde 4 büyük
uluslararası program gerçekleştirilmiştir. Adalet Akademisi, hukuk ve adalet
alanında Türkiye’nin en büyük ve etkin kütüphanesini kurma çalışmaları
kapsamında sayısı 20 bini aşan kaynağın bulunduğu güncel kütüphanesiyle hizmet
vermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Adalet Akademisi,
sadece ülkemize hizmet etmekle kalmayıp sıra dışı kapasitesinden diğer
ülkelerin faydalanması, ülkemizin uluslararası alanda tanıtımına katkıda
bulunması amacıyla uluslararası ilişkilerini güçlü tutmaktadır. Bu kapsamda 41
ülke ve 12 uluslararası kuruluş ile iş birliği gerçekleşmiştir. Uluslararası
toplumun onurlu ve saygın bir üyesi olan ülkemizde özgürlükçü demokrasinin
geliştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi, hukukun evrensel
değerlerinin hâkim kılınması yolunda Türkiye Adalet Akademisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA KEMAL ŞERBETÇİOĞLU (Devamla) - …görev ve sorumluluklarını
yerine getirmek amacıyla çalışmalarını kararlılıkla sürdürmektedir.
Bu düşüncelerle Türkiye Adalet Akademisinin 2013 bütçesinin
hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
5’inci konuşmacı Adem Yeşildal, Hatay Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ADEM YEŞİLDAL (Hatay) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı’nda Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu bütçesi üzerinde grubumuz adına söz almış bulunmaktayım.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 12 Eylül 2010 referandumu birçok alanda
olduğu gibi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili de önemli ve köklü
değişikliklere imza atmıştır. Bu referandumda oylanan değişikliklerle ilgili
yasanın hazırlık aşamasında, komisyon aşamalarında, Genel Kurulda yapılan
görüşmeler esnasında ve nihayetinde referandum kampanyasında herkes
söyleyeceğini fazlasıyla söylemiştir. Ve en son olarak da milletimiz, 12 Eylül
günü ağırlıklı çoğunlukla anayasa değişikliğine “evet” diyerek son sözü
söylemiş oldu. Hâl böyle iken, milletimizin bizatihi sandığa giderek onayladığı
bu değişiklikler üzerinden polemik oluşturulmasını ve Hükûmete çamur atmayı, en
hafif ifadesiyle, millet iradesine saygısızlık olarak görmekteyiz. Hükûmet,
referandum yoluyla yürürlüğe giren bu değişiklikler üzerinden yargıyı ele
geçirmekle suçlanmış, yargının kuşatıldığı gibi ithamlara muhatap olmuştur.
Şimdi, birkaç örnekle, bu kurulun yapısıyla ilgili referandum
öncesi durum ile referandum sonrası durumu kıyaslamaya çalışacağım. Kurul
başkanı Adalet Bakanıydı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun tabii üyesiydi,
müsteşarın katılmadığı toplantı yapılamazdı. Yeni yapıda müsteşar toplantılara
katılmasa da toplantılar yapılabilmekte ve kararlar alınabilmektedir.
Kurulun, bakan ve müsteşar dışındaki 5 üyesinin tamamı yalnızca
Yargıtay ve Danıştay genel kurulları tarafından gönderilmekteydi, yeni yapıda
daha demokratik ve geniş tabanlı bir yapı oluşturulmuştur. İlk derece adli ve
idari yargı hâkim ve savcıları arasından 10 üye, Yargıtay ve Danıştay genel
kurulları üyeleri kendi aralarından toplamda 5 üye, Türkiye Adalet
Akademisinden 1 üye ve Cumhurbaşkanının hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar
arasından seçtiği 4 üye, bakan ve müsteşardan oluşan toplam 22 kişilik bir
kurul oluşturulmuştur.
Burada şu hususa temas etmek istiyorum: Grubumuzdan önce konuşma
yapan Cumhuriyet Halk Partili bir milletvekili kardeşimiz, buradan şöyle bir
cümle kullandı, hakikaten ben çok üzüldüm, “Esasen seçilmiş ama atanmış HSYK.”
diye bir tabirde bulundu. Herkesin gözü önünde, şeffaf bir şekilde ilk derece
yargının hâkim ve savcıları sandığa giderek objektif bir şekilde bir seçim
yaptılar; 10 tane, 7 tanesi adli, 3 tanesi de idari hâkim ve savcılardan olmak
üzere… Orada yapılan bu seçimle, bu seçimin usulüne ilişkin bir itirazınız var
mı? Bence böyle bir cümle, taşrada görev yapan 11-12 bin hâkim-savcının
iradesine yapılmış bir saygısızlıktır. Bunu söylemek durumundayım çünkü şeffaf
bir şekilde, bizatihi hâkim, savcılar arasında yapılan bir seçimle bu arkadaşlar
geldi. Gene aynı şekilde, Yargıtay Genel Kurulu ve Danıştay Genel Kurulu
doğrudan… Önceki sistemde, biliyorsunuz, her üyelik için 3’er aday
Cumhurbaşkanlığına sunuluyordu. Mevcut sisteme göre, yeni oluşturulan sisteme
göre Yargıtay ve Danıştay Genel Kurulu üyeleri doğrudan seçiyorlar bu üyeleri.
Şimdi, buna tutup da “Seçilmiş ama sözde seçilmiş, atanmış HSYK.” derseniz,
oradaki bizatihi yargı mensuplarının iradesine saygısızlık yapılmış olur. Ben,
bunu kınadığımı ifade etmek istiyorum.
Tabii, aslında söylenecek çok şey var. Bu kadar, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde, sıkıntıların diz boyu olduğu bir sistemle ilgili 12
Eylül referandumunda yapılan önemli değişikleri beş dakikaya sığdırmamız tabii
ki mümkün değil. Burada, kurul kararlarına karşı yargı mercilerine
gidilemiyordu ama yeni sistemde, özellikle meslekten ihraca ilişkin, artık bu
kurul kararları yargı denetimine tabi tutulmaktadır.
Ayrıca, etkin bir itiraz sistemi getirilmiştir. Daha önce kurulun
vermiş olduğu kararlara karşı itiraz dahi söz konusu değildi. Şu anda,
dairelerin vermiş olduğu kararlara karşı genel kurula itiraz imkânı söz konusu.
Sürem bitmek üzere, aslında demin de ifade ettiğim gibi çok
anlatılması gereken, ifade edilmesi gereken şeyler var. Şükür ki AK PARTİ Grubu
çok fazla, grubumuz da bize beş dakikalık süre ayırmış. Beş dakikada da ancak
bu kadar ifade edebiliyorum.
Tüm Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Bütçemizin de hayırlara
vesile olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – 6’ncı konuşmacı, Hasan Fehmi Kinay, Kütahya Millevekili.
AK PARTİ GRUBU ADINA HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
içerisinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçe müzakereleri, geçmiş yılların muhasebesinin ve geleceğe
ilişkin değerlendirmelerin birlikte yer aldığı, parlamenter demokrasi açısından
önemli tartışmaların yaşandığı çalışma alanlarından biridir. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığımız bütçesi üzerinde de Parlamentoda çok sayıda
milletvekilimiz değerlendirmeler yaparak tartışmalara iştirak etmişlerdir.
Ben, insaf dâhilinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile
bağlı ve ilgili kuruluşlar bakımından yapılan değerlendirmeleri, müzakereleri,
elbette ki değerli buluyorum ve bu katkıyı sağlayan muhalefete mensup
milletvekillerimize de teşekkür ediyorum. Ama bunun yanı sıra, çok sayıda
milletvekili arkadaşımız, insaf sınırlarını zorlayan, maalesef, mesnetsiz bazı
itham ve iddialarda da bulundular.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı son derece hassas bir görevi
ifa etmektedir. Bildiğiniz gibi, iş gücü piyasaları sermaye piyasalarından da
önemli, ekonomik alanda, ekonomik sistem içerisinde büyük bir yer tutmaktadır.
İşverenlerimiz ve işçilerimizin yer aldığı bu iş gücü piyasalarında
müteşebbisin ve emeğin, adil bir bölüşüm içerisinde ve aynı zamanda ülkemizin
rekabet gücüne zarar vermeden, karşılıklı menfaat ve hukuka riayet ederek doğru
bir zemin üzerinde faaliyetlerini sürdürmesi büyük önem arz etmektedir.
Burada sermaye çevrelerine de, işçi sendikalarımıza da büyük görev
düşmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı siyasi iradeyi temsil ederken
elbette milyonlarca emeğin ve çalışanın hak ve hukukunu gözetecektir,
menfaatlerini gözetecektir. Ancak, bununla birlikte, işverenlerin uluslararası
alanda rekabet gücünü kaybetmelerine neden olacak birtakım sorumsuzluklara
girişmeyecektir.
Sosyal güvenlik harcamalarında sadece maaşlar yer almıyor. Ayrıca,
emekli maaşları dışında sağlık giderleri, istihdam programlarının finansmanı da
yer alıyor. Hatta istihdam teşviklerinin de maliyetlere ilave edilmesiyle
birlikte, şu anda görüştüğümüz 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinde Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığının takriben 100 milyar TL civarında bir kaynağı kontrol
ettiğini, yönettiğini söyleyebiliriz.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz son on yılda gerçekleştirdiği
reformlarla birlikte güven ve istikrar ortamı içerisinde bize benzer ülkelerden
hızla ayrışmaktadır. Coğrafi alanda Orta Doğu ülkelerinden biri olmakla
birlikte çalışma ve sosyal güvenlik açısından, endüstriyel ilişkiler açısından
Batı ülkelerinde söz konusu olan standartlara yakınlaştığımızı, hatta bazı
yerlerde de öne çıktığımızı buradan ifade edebilirim.
Elbette, krizlerle derinleşen bir tabloyu bu Hükûmet devralmıştır.
Sadece krizlerle derinleşen değil, ayrıca, darbe anayasası tarafından yönetilen
çalışma hayatını devralmıştır.
Bir diğer konu da maalesef, Türkiye’de, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı IMF’yle ilişkilerin sürdürüldüğü bir ortamda bu ülke ekonomisini ve
çalışma ilişkilerini devralmıştır. İşte bu noktada, geldiğimiz, mukayese
ettiğimiz dönemi çok iyi değerlendirmek durumundayız. 3 bin dolar seviyesinde
millî geliri 10 bin dolar seviyesinin üzerine çıkarmakla, 120 dolar
seviyesindeki asgari ücreti 420 dolar düzeyine yükseltmekle ve sigorta
primlerinin işverenler tarafından bonus olarak algılandığı bir istihdam
ortamını devralmış Hükûmetimiz, çok kısa bir süre içerisinde bütün bu zorlu
süreci en iyi şekilde yöneterek bugün geldiğimiz noktaya ulaşmıştır.
Tabii ki sürenin darlığına bütün konuşmacılar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) - …işaret ediyor. Ben de bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
7’nci konuşmacı Ekrem Çelebi, Ağrı Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2013 yılı bütçesi
üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Türkiye, AK PARTİ iktidarıyla birlikte kabuğunu kırmış, eğitimden
sağlığa, ulaşımdan toplu konutlara, tarımdan sanayiye, ekonomiden ihracata
kadar her alanda âdeta yeniden inşa edilmiştir. Gelişmiş Batı ülkeleri krizle
yatıp krizle kalkarken Türkiye geleceğe doğru emin adımlarla yoluna devam
etmektedir.
2002 öncesinde günlük yaşantımızın âdeta bir parçası hâline gelen
IMF’nin bugün esamesi bile okunmuyor. Artık IMF’ye el açan değil, IMF’ye borç
veren, kredi açan bir ülke konumuna geldik.
Türkiye, ihracatta cumhuriyet tarihimizin rekorlarını kırıyor.
2002 yılında ihracatımız 36 milyar dolar civarındayken bugün 150 milyar doları
aşmış durumda.
On iki saat sonrasını göremeyen, planlamayan bir Türkiye’den, on
iki yıl sonrasını planlayan ve stratejik hedeflerini 2023 tarihi olarak
belirleyen vizyon sahibi bir ülke olduk. Bütün bunların neticesinde, Türkiye
tüm dünyada gıpta ile seyredilen ve ekonomisine gıptayla bakılan bir ülke
hâline geldi.
Muhalefetin dilinden düşürmediği, seçim meydanlarından,
sloganlardan öteye geçiremediği “sosyal devlet” ilkesi ilk kez AK PARTİ
iktidarıyla hayat buldu. On yıllık iktidarımız süresince her alanda olduğu
gibi, çalışma ve sosyal güvenlik alanında da toplumumuzu rahatlatan pek çok
reformu hayata geçirdik. Bu reformlardan birkaç tanesini sizlerle paylaşmak
istiyorum: 4857 sayılı İş Kanunu’nu çalışma hayatına biz kazandırdık. Yıllarca
tartışılan sosyal güvenlik reformunu hayata biz geçirdik. 5502 sayılı Yasa ile
sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında bizler birleştirdik. Özellikle,
İŞKUR’dan dolayı, bugün, sadece benim kendi ilim olan Ağrı’ya -1’inci aydan
12’nci ay itibariyle- 28,5 trilyon lira para girmiştir. Bu da önceleri,
özellikle bir ilin yıllık istihkakı mahiyetinde bir paraya tekabül ediyor. Norm
ve kadro standart birliğini bizler sağladık ve burada toplumu genel sağlık
sigortası alanına çektik. Kişilerin kim olduğuna, makam, mevkisinin ne olduğuna
bakılmaksızın eşit ve adil bir sağlık hizmetini sunmaya başladık.
Sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemini kurduk. Genel Sağlık Sigortası 1
Ocak 2012 tarihinde yürürlüğü girmiştir.
Biliyorsunuz, daha önce bu ülkede SSK ve BAĞ-KUR hastaneleri
vardı. Vatandaş hastaneye gidemiyordu,
gitse bile bu sefer ilaç alamıyordu. Bu nedenle tüm hastaneleri birleştirdik ve
tüm eczaneleri vatandaşlarımızın hizmetine açtık. İktidarlarımızda hastane
kapılarını eziyet kapısı değil, şifa kapısı hâline getirdik. Sağlık hizmetlerinden
memnuniyet oranlarını yüzde 39’dan, yüzde 79’a yükselttik.
Emeklilerimizin hayallerini gerçekleştirdik. Yıllardır bu ülkede
emeklilik primi ödeyip haklarını alamayan emeklilerimizin beklediği intibak
düzenlemelerini yaptık. Yine, deminden beri saydığım bütün hizmetler AK PARTİ
iktidarlarımıza nasip olmuştur.
İstihdam paketlerini hayata yine AK PARTİ geçirdi. Özellikle,
işverenlerin sigorta prim yükünde 5 puanlık indirim sağladık. Kadınların,
gençlerin ve engellilerin istihdamını teşvik edici hükümleri getirdik. 2002
yılı itibarıyla engelli memur sayısı 5.770 iken 2012 yılı itibarıyla bu sayıda
yüzde 400’lere varan bir oran artışı sağlanmıştır. Yine, kamuda ve özel
sektörde engelli işçi sayısı 2002 yılında 10.833 iken bu rakam 2011 yılı sonu
itibarıyla 38.349’a ulaşmıştır. Böylece, küresel krizin istihdama etkisini,
deminden saydığım devlet katkısıyla gelen istihdama etkisini minimize ettik,
bir seviyeye düşürdük bunu.
Özellikle, 12 Eylül darbesinin kalıntılarını yine AK PARTİ
Hükûmeti tek tek silmektedir. Bu anlamda yıllardır tartışılan ve onlarca
hükûmetin önüne konulan ama bir türlü yapılamayan veya yapılmasına cesaret
edilmeyen kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkını yine AK PARTİ hükûmetleri
getirdi ve bu yasa da 18 Ekim 2012 tarihinde Genel Kurulda kabul edilerek
yasalaşmıştır. Bununla birlikte İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı yaptık.
Ayrıca, asgari ücretliyi ezdirmedik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EKREM ÇELEBİ (Devamla) - Ben bu vesileyle 2013 yılı bütçesinin
hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
8’inci konuşmacı İlknur Denizli, İzmir Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İLKNUR DENİZLİ (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Mesleki Yeterlilik Kurumu bütçesi üzerine AK PARTİ
Grubu adına söz almış bulunuyorum, Meclisimizi saygıyla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, dünyanın gelişmiş ekonomilerinin yaşlanan
nüfusu karşısında gelişmekte olan ekonomiler genç nüfuslarıyla bir fırsat
penceresi sunmaktadır. Demografik üstünlük, demografik sermaye diyebileceğimiz
bu olgu, bir fırsat penceresi açmasının yanında gerekli düzenlemelerin
yapılmadığı durumlarda toplumsal ve ekonomik riske dönüşebilme tehlikesini de
içinde barındırmaktadır. Her şeyden önce, bu genç nüfusa çalışabilecek çağa
geldiğinde istihdam yaratmak zorundayız. İstihdam yaratabilmemiz için, dünyanın
neredeyse tek bir pazar hâlini aldığı günümüzde, dünyayla rekabet edebilen
iktisadi işletmelerimizin olması gerekiyor. Diğer üretim unsurlarını bir kenara
bırakırsak, iş gücü kaynaklarınızın niteliklerini, becerilerini dünyayla
rekabet edebilir hâle getiremediğinizde büyüyen, daha çok değer üreten bir
ekonomi hâline de dönüşemiyorsunuz.
Bir ekonomide başka hiçbir şeyin değişmediği durumda bile iş
gücünün verimliliğini artırmak, büyüme üzerinde olumlu katkılarda
bulunmaktadır. İşini doğru ve standartlara uygun yapabilme becerisine sahip
bireyler, ekonomide fazladan bir değer yaratmaktadır. 2023 vizyonu çerçevesinde,
dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefine ulaşmamızı sağlayacak
sürecin önemli bir parçası da iyi yetişmiş insan kaynağı ve evrensel
standartlara sahip iş gücü piyasalarını oluşturmaktır.
Nitelikli iş gücünün yetişmesi 2 açıdan çok önemlidir:
1) Eğitim sistemimizin etkinliğini sağlayacaktır.
2) Küresel düzeyde Türkiye’ye rekabet avantajı kazandıracak
dinamik bir iş gücü piyasası oluşturacaktır.
Bu noktada 2 sorunumuz olduğunu gözlemliyoruz. 1’incisi, eğitim
sistemimiz iş gücü piyasasının taleplerine uygun nitelikte iş gücü
yetiştirememektedir. 2’ncisi ise eğitimler sonucunda verilen belgeler tatmin
edici, objektif ölçülere dayanmamaktadır.
İstatistikler bize gösteriyor ki bugün ülkemizde düz lise
mezunları arasındaki işsizlik oranı ile mesleki ve teknik eğitim veren
liselerden mezun olanlar arasındaki işsizlik oranı neredeyse birbirine
yakındır. Buradan açıkça görülüyor ki iş gücü piyasasında mesleki ve teknik
eğitim veren liselerin mezunlarına karşı ayırt edici bir talep yoktur. Bu
durumu tek başına bu okulların eğitim kalitesiyle ilişkilendirmek de haksızlık
olur.
Meslek sahibi olmanın standartlarının belirlenmediği, yetkili
kurumlarca belgelendirilmediği bir ortamda meslek becerisi sahibi olduğunu
iddia etmenin işletmelerce kabul görmemesinin anlaşılabilir bir yanı vardır.
Meslek tanımlarının ve meslek standartlarının olmayışı,
işletmelerin tek tek kendi elemanlarını yetiştirmeye çalışmasına sebep
olmaktadır. Temel iştigal alanlarında üretim becerilerini geliştirmeye
odaklanacaklarına işbaşı eğitimi yapmaya, meslek erbabı yetiştirmeye çalışmak
işletmeler için zaman ve para kaybı demektir.
Ülke ekonomisinin sağlıklı büyümesini sağlamak hem işletmeler hem
de iş gücü piyasasında emekleriyle var olan insanlarımızın gelirlerini
arttırabilmek için mesleki yeterliliğin şeffaf ve güvenilir standartlara sahip
olması, akreditasyona dayalı kalite güvencesi sağlanmış ölçme, değerlendirme ve
belgelendirme sistemlerinin kurulup işletilmesi gerekir. Mesleki Yeterlilik
Kurumunun misyonu işte bu noktada ortaya çıkmaktadır, Türkiye'nin küresel
ekonomide rekabet edebilecek iş gücünü yetiştirmek ve bu iş gücünün yurt
dışında kabul edilebilir sistem içinde dâhil olması için.
Mesleki Yeterlilik Kurumu kuruluş amacını tamamlamıştır ve çok
ciddi çalışmalar yapmaktadır. Ben biliyorum ki daha mutlu çocuklar, daha mutlu
torunlar için kendine güvenen bireylere, mutlu hisseden insanlara ihtiyacımız
var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İLKNUR DENİZLİ (Devamla) - Ben bu konuda bu kurumun çok önemli
olduğuna inanıyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
9’uncu konuşmacı Halil Özcan, Şanlıurfa Milletvekili.
AK PARTİ GRUBU ADINA HALİL ÖZCAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2013 yılı
bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
TODAİE, kurulduğu 1953 yılından itibaren kuruluş yasasıyla
belirlenen işlevlerini yerine getirmede etkin bir kurum olarak Türk kamu
yönetimi için yüklendiği misyonu başarılı bir şekilde sürdürmektedir. Türkiye
ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, ciddi ve nitelikli kısa süreli eğitimlerin
yanında yüksek lisans programlarıyla Türk kamu yönetimini hem Avrupa Birliği
hem de çağdaş dünya normlarına hazırlamak adına çalışmalarını devam
ettirmektedir. Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü eğitim ve öğretim
programlarından bugüne kadar 4.805 lisansüstü öğrencisi mezun olmuştur.
2012-2013 akademik yılı itibarıyla 6 adet yüksek lisans programına 5’i Azeri
uyruklu olmak üzere 207 öğrenci, yönetim bilimi doktora programlarına ise 36
öğrenci devam etmektedir. Nitelikli eğitimdeki bu deneyimleri sayesinde, Avrupa
Kamu Yönetimi Akreditasyon Birliği tarafından enstitünün kamu yönetimi yüksek
lisans programları 2009 yılından başlayarak 2016’ya kadar akredite edilmiştir.
Böylelikle, TODAİE tarafından verilen yüksek lisans diplomaları uluslararası
geçerlilik kazanmıştır.
Sayın milletvekilleri, ayrıca, 2000 yılından itibaren kamu kurum
ve kuruluşlarının çalışanlarına yönelik yöneticiliği geliştirme eğitimleri,
mesleki eğitimler, kişisel kaliteyi geliştirme eğitimleri, genel amaçlı
eğitimler ve insan kaynakları geliştirme eğitimleri olmak üzere, 5 başlık
altında kamu personeline çeşitli eğitimler verilmektedir. Bu eğitimler
kapsamında 2006-2012 yılları arasında toplam 412 seminer programı düzenlenmiş
ve bu programlara toplam 17.397 kişi katılmıştır. Bu yönüyle de TODAİE,
Türkiye'nin kamu yönetimi alanında kısa süreli eğitim ihtiyacını karşılayan
öncü kurumu durumundadır.
Bir başka yelpazede, 2006 yılından beri verilmeye başlanan Kamu
Diplomasisi Eğitim Programı ile Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehdit unsurları
konusunda uzmanları tarafından 270’i kaymakam adayı, 213’ü de üst düzey kamu
görevlisi olmak üzere, toplam 483 kamu görevlisine bilgi ve eğitim verilmiştir.
Bunun yanında, TODAİE ile Devlet Personel Başkanlığı arasında
yapılan protokolle Kamuda Yönetici Yetkinliklerinin Artırılması Programı 2010
yılı Eylül ayından itibaren düzenlenmeye başlanmıştır. Eğitim programının
amacı, toplumsal, ekonomik, hukuksal ve teknolojik değişimleri takip eden ve
kamu yönetiminin bu değişimlere intibakını sağlayan, bütün çözümleri rasyonel
değerlendirmeler neticesinde üreten, katılımcı, saydam ve halka hizmeti esas
alan ve ülkemizi yıllar sonrasına taşıyacak kamu yöneticilerinin
yetiştirilmesini sağlamaktır. Bu kapsamda vermiş olduğu eğitimler ile yurt
içinde hızla gelişen ve değişen teknolojik ve sosyolojik unsurlara adapte
olunması noktasında yapılan hizmetler takdire değerdir.
Sayın milletvekilleri, isminden de anlaşıldığı gibi, Orta Doğu
başta olmak üzere yabancı ülkeler ile ilişkiler kapsamında Türkiye adına TODAİE
ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında yapılan ikili iş birliği anlaşması
çerçevesinde öğrenci değişim programı devam etmektedir. Diğer taraftan, aynı
kapsamda Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, İran, Tunus, Fransa, İtalya,
Arnavutluk ile de ikili eğitim iş birliği anlaşmaları yapılmış ve hâlen
uygulanmaktadır.
Konu eğitim olunca ayrılan bütçe gönül ister ki en tatmin edici
seviyede olsun. Yine de zaman içerisinde TODAİE bütçesi sürekli artırılarak
iyileştirilmeler gerçekleştirilmiştir.
Beş dakikalık bu zaman diliminde işlevlerinin bir kısmını
anlatabildiğim TODAİE hizmetlerinin yükseltilebilmesi için 2013 yılı için
teklif edilen toplam ödenek 11 milyon 730 bin TL olarak karşımıza gelmiştir.
Ben bu vesileyle 2013 yılı bütçesinin vatanımıza, milletimize
hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarında alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Son konuşmacı Mahmut Kaçar, Şanlıurfa Milletvekili.
AK PARTİ GRUBU ADINA MAHMUT KAÇAR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Devlet Personel Başkanlığı bütçesi üzerine söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Devlet Personel Başkanlığı 1960 yılında kurulmuş ve içinde
bulunduğumuz aralık ayı itibarıyla da kuruluş yıl dönümünü kutlayan bir
kuruluşumuz. Ben bu vesileyle Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın
şahsında Devlet Personel Başkanlığı çalışanlarının bu kuruluş yıl dönümünü
tebrik ediyorum ve hayırlı hizmetlerinin devamını diliyorum.
Değerli arkadaşlar, Devlet Personel Başkanlığı yaklaşık 2,5 milyon
kamu çalışanımıza ilişkin bütün mevzuatın uygulanmasına nezaret eden çok önemli
ve köklü bir kuruluşumuzdur. Bu kapsamda, sınırlı bir bütçeyle, kamu
çalışanlarımızın tamamına ve diğer kamu kuruluşlarımıza da rehberlik
etmektedir.
Devlet Personel Başkanlığı personele ilişkin işlemlerin
yürütülmesinin yanında, aynı zamanda devlet teşkilatlanmasına yön verilmesine
ilişkin çok önemli bir role sahiptir. Devlet kurumları arasında yetki ve
görevlerin hizmet gereklerine uygun olarak dağıtılması, yine Devlet Personel
Başkanlığımızın yapmış olduğu önemli görevlerden biridir.
Değerli arkadaşlar, tüm kamu kuruluşlarımızın, hiç şüphesiz,
merkeze almış olduğu temel konu, milletimiz ve milletimize hizmet eden kamu
çalışanlarıdır. AK PARTİ olarak göreve geldiğimiz ilk günden itibaren kamu
çalışanlarının göz ardı edilmiş, dikkate alınmamış en temel hakları önemsenmiş
ve bu hakların teslimi noktasında son derece önemli, tarihî adımlar atılmıştır.
Çünkü, bizler emeğin kutsal olduğuna inanıyoruz ve emeğin karşılığının
verilmesinin sadece bireysel bir talebin karşılanması değil, aynı zamanda
ülkemizin daha çok gelişmesinin, daha çok büyümesinin ve çocuklarımıza müreffeh
bir gelecek bırakılmasının çok önemli bir unsuru olduğunu düşünüyoruz.
Bu temel bakış açısıyla hareket eden AK PARTİ iktidarı olarak
yapmış olduğumuz ilk icraatlardan biri, hepinizin bildiği gibi, çalışanların
iradesi dışında kesilerek oluşturulan zorunlu, Tasarrufu Teşvik Fonu’nun
tasfiye edilmesidir. Yine, çalışanların iradesi dışında oluşturulan ve “Konut
Edindirme Yardımı” olarak bilinen bu fonun tasfiyesiyle birlikte, geçmiş
hükûmetler döneminde kamu çalışanlarından tasarruf edilecek diye alınan ve
nemalarla birlikte geri ödeneceği iddia edilen ama maalesef, bütçe açıklarında
kullanılan yaklaşık 17 katrilyon gibi çok önemli, devasa bir rakam yine kamu
çalışanlarımıza ödenmiştir.
Tabii ki bizler bu ödemeleri yaparken bir yandan çalışanlarımızın
geçmişe dönük olarak mağduriyetlerini giderirken, diğer yandan da devlet
memurunun devletine olan güvenini yeniden tesis etme adına çok önemli bir adım
attığımızı düşünüyoruz. Çünkü, devletin millete karşı olan temel görevlerini
yerine getiren memurlarının devletine güvenmediği bir yerde milletin devletine
güvenmesinden bahsedemeyeceğimiz zannediyorum mutabık olacağımız bir konu.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, 2001 yılında çıkarılan Toplu
Görüşme Yasası’yla birlikte ülkemizde yaklaşık olarak 2,5 milyon kamu
çalışanının tüm sosyal ve ekonomik haklarla ilgili haklarını arayabildikleri
tek platform -bildiğiniz gibi- toplu görüşme zemini olmuştur. Toplu görüşmede
son sözü hükûmet söylüyor olmasına rağmen, çalışanları temsil eden sendikaların
bu konuda bir yaptırım gücü olmamasına rağmen AK PARTİ iktidarları döneminde
toplu görüşmelere toplu sözleşme ciddiyeti içinde yaklaşılmış ve bu temel
yaklaşım çerçevesinde ise devlet memurlarımızın önemsediği gerek ekonomik gerek
sosyal ve gerekse de özlük haklarıyla ilgili yüzlerce sorun çözülmüştür.
Bunlardan sendika üyeliği yasağının alanının daraltılması, doğum öncesi ve
doğum sonrası ücretli izin sürelerinin arttırılması, bütün memurlara 1 derece
verilmesi, disiplin affı, sözleşmeli bütün personelin -ki 2011 yılında yaklaşık
190 bin sözleşmeli kardeşimizin- kadroya geçirilmesi, vekil ebe hemşire
uygulamalarına son verilmesi bu anlamda atılan önemli adımlardır.
Bu yıl ilk kez toplu sözleşme masasına oturuldu. Mali haklarla
ilgili bir mutabakat sağlanamamasına rağmen sosyal ve özlük haklarla ilgili
yaklaşık 63 temel konuyla ilgili mutabakat sağlandı. Gene, Kamu Danışma
Kurulunun geçen ay yaptığı toplantıda yaklaşık 161 civarında konunun da çözümü
noktasında çok önemli yol haritaları belirlendi ve yaşanan bu süreçte bütün
kamu çalışanlarının ve onu temsil eden memur sendikalarımızın bu konudaki
memnuniyeti ve takdiri olduğunu da buradan ifade ediyorum.
Ben, bu vesileyle, bu bütçenin hayırlara vesile olmasını temenni
ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şimdi şahsı adına söz isteyen Mehmet Altay, Uşak Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ALTAY (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 4’üncü tur görüşmelerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, heyetinizi ve aziz milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin güçlü ve hızlı işleyen sorunsuz
bir yargı sistemine sahip olabilmesi için AK PARTİ hükûmetleri döneminde önemli
çalışmalar yapılmıştır. Adalet alanındaki gelişmelerde Hükûmetimizin yapmış
olduğu çalışmalar yanında, yüksek yargı ve ilk derece yargı organlarında görev
yapan hâkim ve savcılarımız, savunma hizmetini gören avukatlarımız ve adalet
teşkilatında özveriyle çalışan personelimizin üstün gayretleri ve büyük
katkıları bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu dönemde yargının bağımsızlaşması,
tarafsızlık ve şeffaflığının tam olarak temini için gerekli anayasal
değişiklikler yapılmış, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmasına
odaklanılmış, mevzuat değişiklikleri gerçekleştirilmiştir. Yine bu dönemde
yüksek mahkemeler güçlendirilmiş, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitime ağırlık
verilmiş, hâkim, savcı ve personel sayısı artırılmıştır. Bilim teknolojisi
imkânlarından daha fazla yararlanılmış, Adli Tıp Kurumu faaliyetleri
etkinleştirilmiş, ceza infaz sisteminin güçlendirilmesi çalışmaları
yapılmıştır.
Değerli milletvekilleri, özellikle adalet sistemimizin temel
sorunu olan yargılamaların makul sürede tamamlanamaması sorununun çözümü için
Hükûmetimiz döneminde yapılan çalışmalarla önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu
bağlamda 6110 sayılı Kanun’la Yargıtay ve Danıştayın üye sayıları artırılmış,
dairelerin birden fazla heyetle çalışması imkânı getirilmiştir. Ayrıca, savcı
ve tetkik hâkim ihtiyacı HSYK tarafından giderilmiş, her iki yüksek mahkemenin
yardımcı personel sorunu çözüme kavuşturulmuştur. Adliyelerde görev yapan
personel sayısında son on yılda yüzde 130 oranında artış sağlanmıştır.
Değerli arkadaşlar, hâkim ve savcı sayısının artırılmasına yönelik
çalışmalar bu dönemde gerçekleştirilmiş, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu,
referandum neticesinde kabul edilen Anayasa değişikliği ile tıpkı yüksek
mahkemeler ve Türkiye Adalet Akademisi gibi ayrı bir bütçeye kavuşmuştur.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri döneminde Adalet
Bakanlığı yatırım bütçesi yıllara sâri olmak üzere sürekli bir artış
göstermiştir. Nitekim, merkezî yönetim bütçe tasarısında Adalet Bakanlığı
yatırım bütçesi 1 milyar 91 milyon lira olarak hesaplanmıştır. Bu oran bir
önceki yıla göre yaklaşık yüzde 55 civarında bir artışı ifade etmektedir.
Görüşülmekte olan bu yatırım bütçesi öncelikle ceza infaz kurumlarının
kapasite sorunlarının çözümlenmesine, Yargıtay ve bölge adliye mahkemelerinin
hizmet binalarının tamamlanmasına, yeni adliye saraylarının yapılmasına, sesli
ve görüntülü bilişim sistemi, yani SEGBİS’in hayata geçirilmesine katkı
sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, bu dönem içerisinde 157 adet adalet
sarayının inşaatı tamamlanmış, birçoğunun inşaat çalışmaları da devam
etmektedir. Bunlardan biri de seçim bölgem olan Uşak ilinde yapımı devam eden
Uşak Adalet Sarayıdır.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Kapananları da söyle Mehmet Bey,
kapananları…
MEHMET ALTAY (Devamla) – Onları her zaman her platformda söyledik
ağabey.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Vatandaş perişan orada.
MEHMET ALTAY (Devamla) – Yapımı devam eden yeni ve modern adalet
sarayımızda, şimdiye kadar yapılan birçok adalet sarayında olduğu gibi, tüm
adli personelimize ve avukatlarımıza daha rahat bir çalışma ortamı
sağlanacaktır.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde yapılan
çalışmalarla “Geciken adalet, adalet değildir.” anlayışıyla yargının hızlanması
ve adil yargılanmanın gerçekleşmesi için cesaret ve kararlılıkla birçok adım
atılmış ve atılmaya devam etmektedir.
Ben, bu vesileyle, adalet hizmetlerini en iyi noktaya taşıma
gayesi doğrultusunda hazırlanan Adalet Bakanlığı bütçesi ve 2013 yılı merkezî
yönetim bütçemizin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Hükûmet adına ilk konuşmacı Adalet Bakanı Sadullah Ergin. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, yirmi beş dakika süreniz var.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu, şahıslarınızı saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bakanlığımızın ve yargı kurumlarının 2013 yılı
bütçesi münasebetiyle adalet sistemine ilişkin çalışmalarımız konusunda sizlere
bilgi sunmak amacıyla huzurlarınızdayım. Bu vesileye, yüce Meclisimizi tekrar
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, adalet sistemi toplumun tümünü yakından
ilgilendirmektedir. Toplumun tüm katmanlarının günün birinde adalet sistemiyle
yolları kesişebilmekte ve uygulamalardan şu ya da bu şekilde
etkilenebilmektedir. Üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen milletler
oluşturdukları adalet sistemleriyle anılırlar. İyi bir adalet sistemine sahip
toplumlar tarih önünde yüceltilmekte, aksaklıklar ise zihinlerden
silinmemektedir. Bizim çabamız tam da bu noktada toplanmaktadır. Gelecek
nesillere iyi işleyen bir adalet sistemi bırakabilmek için gece gündüz demeden
çalışmaktayız. Sistemin tüm unsurlarının uyum içinde ve aksamadan çalışması
için politikalar geliştirmekte ve bunları kararlılıkla uygulamaktayız.
Yürüttüğümüz çalışmaların ana gayesi, vatandaşlarımızın hukukunun
eksiksiz olarak korunduğu gelişmiş bir demokrasiye sahip bir ülkede
yaşabilmelerini sağlamaktır. Bunun asgari şartı ise güven veren adaletin tahkim
edilmesidir. Güven veren adalet sistemine tam anlamıyla ulaşabilmek için
belirlediğimiz ilk politika, yargı
organlarının önüne gelen iş yükünün makul seviyeye indirilmesidir. Geçen
yıllarda kanunlaşan mevzuat paketleri ile bunun sağlanması amaçlanmıştır. Zira,
makul sürede yargılama gibi adaletin kalitesine ilişkin bir mesele ancak makul
sınırlar içerisindeki iş yükü ile mümkün olacaktır. Bu kapsamda, mevzuatımızda
yer alan yargılamaları yavaşlatıcı hükümlerin tek tek ele alınmak suretiyle
değiştirilmesi uygulamaya konulan yeni bir yöntem olmuştur.
Politika geliştirip uyguladığımız bir diğer alan ise insan
kaynaklarının ve teşkilat yapısının güçlendirilmesidir. Yüksek yargı
organlarının güçlendirilmesi, hâkim ve savcı sayısı ile personel sayısının
arttırılması için yürütülen olağanüstü çalışmalar sorun tamamen ortadan
kaldırılıncaya kadar devam edecektir.
Adalet sisteminde değişimin
bir diğer unsurunu ise altyapı konusundaki çalışmalar oluşturmaktadır. Yapılan
yeni adalet sarayları, fiziki yapısı ve teknolojik donanımı ile önemli bir
ihtiyacı karşılamıştır. Uygulamaya koyulan yüksek standartlara sahip bilişim
sistemimiz ise daha nitelikli adalet hizmeti sunulmasına zemin hazırlamaktadır.
Yargılamaların makul sürede sonuçlandırılması yanında adalet
sisteminin kalitesinin artırılması amacına hizmet edecek diğer bir faaliyet
alanı da ceza infaz sistemimizdir. Bugün için infaz kurumlarımızın dünya
ölçeğinde de yaşanan kapasite sorunu dışında çok önemli sorunlar yaşamadığını
ifade etmek isterim. Ülkemiz demokrasisinin daha da güçlendirilmesinin ancak
mevzuat altyapısında ve zihniyet yapısında değişikliğin birlikte
gerçekleşmesiyle oluşacağı inancıyla hareket etmekteyiz. Bu nedenle, şu anda
yüce Meclisimizin çatısı altında sürdürülen yeni anayasa hazırlıklarını oldukça
önemsiyoruz ama yeni anayasamızı beklerken 1982 Anayasası’nın izin verdiği
ölçülerde önemli bir değişimi sağlamaya da devam ediyoruz. Bu değişim, başta
yeni temel yasalarımız olmak üzere, tüm mevzuatımızda somutlaşmaktadır. Biz, bu
değişime insan hakları uygulamalarının geliştirilmesi amacıyla bakanlığımızda
oluşturduğumuz kurumsal yapılanma vasıtasıyla katkı sağlamayı da amaçladık.
Değerli milletvekilleri, “Demokratik hukuk devleti olmanın gereği
nedir?” dendiğinde aklımıza ilk gelen cevap hak arama yollarıdır. Gelişmiş bir
demokraside vatandaşlar sonuç almaya elverişli hak arama yollarına sahip
olmalıdırlar. Tam da bu düşünceden hareketle hak arama yollarına her geçen gün
yenilerini eklemekteyiz. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı bunun bir
örneğidir. Yıllarca uzun tartışmalara ve akademik çalışmalara konu olan bu
alanda ilk defa somut adım atılmış ve gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Sistem
zaman içerisinde tüm yönleriyle yerleşecek ve vatandaşlarımızın hayatını
kolaylaştıran bir mekanizma olarak işlerlik kazanacaktır. Bildiğiniz gibi, bu
uygulama, 24 Eylül tarihi itibarıyla fiilen başlamış durumdadır.
Bir diğer yeni hak arama yolu ise Kamu Denetçiliği Kurumudur.
Ülkemiz, tıpkı bireysel başvuruda olduğu gibi, bu alanda da ilk defa somut bir
adım atmıştır.
Değerli milletvekilleri, daha iyi bir adalet sistemi için
yürüttüğümüz çalışmalarla ortadan kaldırmaya çalıştığımız diğer bir sorun da
yargılamaların uzamasıdır. Bu konuda önemli mesafe kaydettiğimizi peşinen ifade
etmek isterim fakat kaydettiğimiz gelişmelere rağmen, ülkemizde bu sorunun
henüz tam olarak bitmediğini, bu sorunun azalarak devam ettiğini belirtmeliyim.
Bu durum karşısında hukuk devletinin kayıtsız kalması kabul edilemez. İşte bu
soruna karşı öngördüğümüz çalışmalardan biri de tazmin usulünü iç hukukumuza
monte etmektir ki buna ilişkin kanun tasarısı Genel Kurul gündemimizde
bulunmaktadır. Bu tasarımızın 7 maddesi Genel Kurulda kabul edilmiş, kalan 5
maddesinin görüşmelerine ise inşallah bütçe kanunundan sonra devam edilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; açıkladığım hususların tümü
vatandaşlarımızın hukukunun korunup geliştirilmesi içindir. Yeni kurumlar ve
başvuru yolları, ülkemiz hukuk sisteminin önemli bir değişim içerisinde
bulunduğunun göstergesidir. Bu değişimin bir diğer alanı ise alternatif
uyuşmazlık çözüm yöntemleridir. Bu yöntemler uyuşmazlıklarını çözmek konusunda
vatandaşlarımıza barışçıl fırsatlar sunmaktadır. Ceza adaleti sistemimizdeki
uzlaşma ve geçtiğimiz aylarda yaptığımız değişiklikle getirdiğimiz ara
buluculuk sayesinde, hukuki sorunları çözmenin tek yolu yargılama olmaktan
çıkmaktadır. Vatandaşlarımız 2013 yılı Haziran ayından itibaren, dava açılmadan
önce veya davanın görülmesi sırasında uyuşmazlıklarının daha hızlı çözümü için
ara bulucuya başvurabileceklerdir, bu da yeni bir çözüm yoludur.
Değerli milletvekilleri, daha önce de belirttiğim gibi, bizim kamu
yönetimi anlayışımızın temelinde sorun alanlarını kalıcı biçimde çözme iradesi
bulunmaktadır. Ülkemizde hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi gereksiz
gerginliklerin engellenmesini sağlayacaktır. Yargıevlerinde tercüme
hizmetlerine ilişkin düzenleme de bu anlayışın bir mahsulüdür ve tasarı
komisyonda kabul edilerek Genel Kurula kadar gelmiştir.
Vatandaşlarımızın hukukunun korunması ve geliştirilmesi için
önlemler aldığımız alanlardan birisi de –biraz önce ifade ettim- ceza infaz
sistemimizdir. Ceza infaz sistemimizde süreç içerisinde meydana gelen bazı
ihtiyaçların karşılanması ve infaz sistemimizin insan hakları anlayışımız
çerçevesinde geliştirilmesi için bazı önemli değişiklikler yaptık bugüne kadar,
yeni değişiklikleri de Meclisimizin, siz değerli milletvekillerimizin huzuruna
taşıdık. Bu çerçevede hükümlü ve tutukluların, ailelerinin cenazelerine
katılabilmeleri, önemli hastalıkları hâlinde ziyaret edebilmeleri bu
düzenlemeler içerisinde yer almaktadır. Hayatını tek başına idame ettiremeyen
ağır hasta veya sakat olan mahkûmların infazının ertelenmesi, çocuk
hükümlülerin anne ve babalarıyla daha çok vakit geçirmelerine imkân tanınması,
cenaze amacıyla izne ayrılan hükümlü ve tutukluların evlerinde kalabilmeleri
için ise getirdiğimiz tasarıda özel düzenlemeler söz konusudur. Yine, bu
tasarıda iyi hâlli hükümlü ve tutukluların eş görüşü yapabilmeleri de
düzenlenmektedir.
Ceza infaz kurumlarının idaresinde zihniyet değişiminin bir unsuru
da denetim mekanizmalarıdır. Bundan yola çıkarak ceza infaz kurumlarımızda
iyileştirmeler yaparak insani yaşam koşullarını en üst düzeye çekmek için
mücadelemizi verirken, buralara yönelik denetim mekanizmalarının etkinliğinin
artırılması için aynı gayreti sarf etmiş bulunmaktayız. Attığımız her adımın
yasalar kapsamında gerek Bakanlığımız ve gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından, sivil toplum örgütleri ve uluslararası kuruluşlar tarafından
izlenmesine imkân tanınmıştır. Bugün geldiğimiz noktada ceza infaz kurumlarımız
5 temel denetim türüne tabidir. Bunlar: İdari denetim, adli denetim, sivil
toplum denetimi, Parlamento denetimi ve uluslararası kuruluşların denetimidir.
Değerli milletvekilleri, ceza adalet sisteminin sadece hürriyeti
bağlayıcı ceza ya da ekonomik nitelikteki cezalarla sınırlandırılması gelişmiş
ülkelerde uzun yıllar önce terk edilmiştir. Bu nedenle, ceza infaz sistemimize
denetimli serbestlik uygulaması dâhil edilmiştir. Denetimli serbestlik,
şüpheli, sanık veya hükümlünün toplum içerisinde denetim ve takibinin yapılarak
iyileştirilmesi ve topluma kazandırılması amacıyla, ihtiyaç duyulan her türlü
hizmet, program ve kaynakların sağlandığı alternatif bir ceza ve infaz
sistemidir.
Denetimli serbestlik, başta suç sayılan fiilleri işleyenler olmak
üzere, tüm toplum açısından insancıl uygulamalar içermekte ve ıslah
kabiliyetinin yüksek olması nedeniyle bu alanda önemli fırsatlar getirmektedir.
Bu uygulama sayesinde basit suçlardan dolayı cezaevlerinde kalan birçok
hükümlünün cezası şu anda toplum içerisinde infaz edilmektedir. Amacımız,
adalet hizmetlerinin etkinliğinin tam olarak sağlanması yanında,
vatandaşlarımızın hayatlarının kolaylaştırılmasıdır.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulda, hizmetlerimiz noktasında
anlatacağım çok konu olmasına rağmen AK PARTİ Grubundan milletvekili
arkadaşlarımız bu konuların birçoğuna temas ettiler. Ben, aynı konuları tekrar
etmek yerine, bu kürsüde gelip eleştiri yapan, tenkit yapan, bütçeyi değerlendiren,
yargı sistemimizi değerlendiren muhalefet milletvekillerimizin tespitine dönük
olarak görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Bu çerçevede değerli milletvekillerimiz
bu kürsüde önemli tespitler yaptılar. Bu tespitler içerisinde yapıcı, yol
gösterici ve öneri sunucu değerlendirmeler için ben teşekkür ediyorum. Tüm
sorunlarımızda olduğu gibi yargımızın da sorunları vardır ve bu sorunların
çözümü noktasında ortak akıl ürünü adımların atılması öncelikli
tercihlerimizdendir. Ancak burada birtakım değerlendirmelerin tavzihe ihtiyacı
olduğunu düşünüyorum. Bunları sizinle paylaşacağım.
Değerli milletvekilleri, bu kürsüden, görülmekte olan birtakım
davalara ilişkin değerlendirmeler yapıldı. Bazı milletvekili arkadaşlarımız
birtakım davalar içerisinden birtakım alıntılar yapmak suretiyle tespitlerde
bulundular. Oysa bu değerlendirmeleri yapabilmek için o dosyaların tamamına
vakıf olmak, iddianamenin tamamını bilmek, dosyadaki delillere vâkıf olmak ve
ondan sonra bir değerlendirme yapmak gerekir. O değerlendirmenin de bu kürsüden
yapılması, yine Anayasa'mızın 138’inci maddesine göre çok uygun düşmemektedir.
Ancak yargı sistemimizin sorunsuz olduğunu iddia etmiyoruz. Türk yargısının
belli problemleri vardır, bu problemlerin aşılabilmesi için bir plan dairesinde
adımlar atılmakta, çalışmalar yapılmaktadır.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Azalmıyor, problemler çoğalıyor.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bunları zaman zaman bu
kürsüden sizlerle paylaşıyoruz ve bunların neticelerini de sizlerle paylaşmaya
devam edeceğim.
Burada, Pozantı Cezaevi failleriyle ilgili hiçbir soruşturma
yapılmadığına dair bir tespit yapıldı. O hadiselerle ilgili olarak hem ceza
infaz kurumunda çalışan görevliler hakkında davalar açılmıştır hem de o
olaylara katıldığı, dahli olduğu düşünülen, cezaevinde kalan kişilere ilişkin
soruşturmalar ve davalar açılmıştır; bu davaların bir kısmı sonuçlanmıştır bir
kısmı devam etmektedir.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Ne zaman ama? Davalar ne zaman
açıldı Sayın Bakan? Milletvekili arkadaşlarımız gittikten sonra açıldı o
davalar.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, onun
dışında, buradan bir milletvekili arkadaşımız Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kuruluna ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Aslında birden çok milletvekilimiz
değindi ancak yine bizim grubumuzdan bir arkadaşımız HSYK’yla ilgili tespitleri
paylaştığı için detaylarına girmiyorum ancak burada getirilen bir öneri
dikkatimi çekti, o da şudur: HSYK üyelerinin bir sefer seçilmesi, 2’nci defa
seçilmemesi yönünde bir öneri getirildi ki -MHP Grubundan bir milletvekili
arkadaşımız bunu önerdi- bu düşünülebilecek bir husustur. Belki süreler bir
yıl, iki yıl arttırılır ve üyeler tekrar seçilemeyecek hâle getirilir; bu da
HSYK üyelerinin daha rahat çalışmasına zemin hazırlayabilir diye düşünüyoruz.
Onun dışında, sadece bir partiden değil birden çok partiden
milletvekillerimizin dile getirdiği bir konu var, o da şu: Türkiye'deki tutuklu
gazeteciler meselesi ve bunun, dünyada en çok tutuklu gazeteci barındıran
ülkenin Türkiye olduğu tespitleri.
Değerli milletvekilleri, bu konu geçen yıl 2011 bütçesinde de dile
geldi, o bütçe görüşmeleri esnasında da bu tartışmaları yaptık. Ben, şunu bu
kürsüden ifade ediyorum: Türk demokrasisinin ve hukuk sisteminin Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi ve İnsan Hakları Sözleşmesi karşısında atılması gereken
adımları olduğunu biz kendimiz ifade ediyoruz. Bu adımların atılabilmesi için
ciddi çalışmalar yaptığımızı da ifade ettik.
2011 yılında Avrupa Konseyiyle Ankara’da bir çalıştay düzenledik
ve bu çalıştayda, Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarının gerekçeleri,
nedenleri ve bu nedenleri ortadan kaldıracak atılması gereken adımların tespiti
noktasında uzunca bir çalışma yapıldı ve bu çalışma sonucunda ortaya çıkan ürün
“4’üncü Yargı Paketi” adı altında kamuoyunda bilinen çalışmadır ki şu anda
Bakanlar Kurulumuzun gündemindedir. İnşallah, oradan bu paketi Parlamentomuza
gönderdiğimiz gün, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda dile getirilen
eleştirilerin önemli bir kısmını karşılamış olabileceğimizi düşünüyorum.
Yalnız, benim Genel Kuruldan bir istirhamım var, o da şudur: Gerek
tutuklu gazeteciler konusu gerekse bu ülkedeki tutuklu öğrenciler konusu
hususunda çok rahat değerlendirmeler yapılmaktadır.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Milletvekilleri Sayın Bakan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Milletvekillerini de buna
katabiliriz. Milletvekillerinin sayısı bellidir, o konu üzerinde bir
spekülasyon yok, onun için ifade etmedim ama tutuklu gazeteciler ve tutuklu
öğrenciler konusunda çok afaki ve farklı rakamlar ortada dolanmaktadır. Geçen
yıl bütçe görüşmelerinde CPJ’nin 2011 yılı Türkiye raporunda Türkiye’de
cezaevlerinde 8 tutuklu gazeteci olduğunu raporladığını ifade etmiştim bu
kürsüden. Bunun üzerine, CPJ’ye karşı meslek örgütlerinden ciddi bir tepki yöneldi.
2011 yılındaki bu rapordan sonra CPJ, 2012’de 76 kişilik bir rapor yayınladı.
Ne hazindir ki bu 76 kişilik rapordan 70 tanesi 2011’de de olmasına rağmen,
2011 yılında bunlar gazeteci olarak görülmemişti. 2011 yılında CPJ’ye
sorulduğunda “Niçin ‘8 gazeteci’ diye raporladınız? Cezaevinde çok sayıda
gazeteci var.” denilmişti. O zaman CPJ şu açıklamayı yaptı: “Gazetecilik
mesleği ile cezaevinde bulunmaları arasında bağ kurabildiğimiz 8 kişi var.”
demişti 2011’de.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – İşte bu bağı neye göre kuruyorsunuz
Sayın Bakan?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – CPJ’nin bu açıklaması
Milliyet gazetesinde yayınlanmıştı. (CHP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlar, burada bir polemik yapmak amacıyla bunları
söylemiyorum ama şunu ifade edeceğim.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Yani bakın, gazetelerde de var,
İran’dan ve Çin’den daha fazla tutuklu gazeteci Türkiye’de var mı yok mu Sayın
Bakan?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Sorunlarımız olduğunu
söylüyorum ama bu sorunları olduğundan büyük göstermek için, ülkemizi, içeride
ve dışarıda, olmayan bir şeyle itham etmek için aşırı gayretkeşliğin hepimize
zarar vereceğini ifade ediyorum.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakan, yarın 100 bin kişi
Silivri’de olacak, 100 bin kişi!
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – 76 kişilik raporu ekim
ayında açıklayan CPJ, dün itibarıyla bu 76 kişilik raporu revize etmiştir, 49’a
indirmiştir. Ekimden bu yana ne değişti de 76 kişilik rapor 49’a indirilmiştir?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Gene dünya birincisisiniz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – 49 da olsa yine dünyada birinci
sıradayız Sayın Bakan. 49 az mı?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Adalet Bakanlığının
açıklamaları hem yurt içinde hem yurt dışında ilgili platformlarda
paylaşılmıştır, bunun üzerine 76 kişilik liste dün itibarıyla 49’a
indirilmiştir.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Peki, az mı 49, az mı?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ben buradan ilan
ediyorum, bu 49 kişilik liste de indirilecektir çünkü hâlen bu 49 kişilik liste
içerisinde -buradan çok net ifade ediyorum- banka soyan, adam öldüren, polis
öldüren, bekçi öldüren, adam kaçıran, gasp yapan…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Kaç tane?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kaç tane, Sayın Bakan söyleyin, tek tek
söyleyin.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Kaç tane Sayın Bakan, kaç kişi var?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Sayarım buradan.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – O, suçlama; karar değil.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
bu yargılananlardan 7’sinin davası bitmiştir, mahkûmiyetleri kesinleşmiştir.
Benim değerlendirmelerim bu kürsüde, yargılaması bitmiş,
mahkûmiyetleri kesinleşmiş olanlar içindir. Onun dışında, yargılaması devam
edenler için herhangi bir tespit yapmıyorum, o yargılamalara saygı gereği, etkilememe
endişesinden dolayı bunları değerlendirmiyorum.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Kaç tutuklu öğrenci var Sayın Bakan?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – 7 kişi kesinleşmiş. Bu 7
kişinin fiillerini okurum burada; bunların gazetecilikle ilgisi yoktur.
Dün İstanbul’da 1 polisimiz şehit edildi. O polisi şehit eden
katilin tabi olduğu örgüt mensuplarının işlediği fiillerdir bunların bir kısmı.
Bunlara, sadece gazeteci sayısını arttırmış olmak adına lütfen sahip
çıkmayalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakan, hiç kimse sahip
çıkmıyor.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Gerçekten gazetecilik
faaliyetinden dolayı bu ülkede cezaevinde olan varsa…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Balbay… Balbay…
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …onların sorunlarını
çözmek için beraberce burada çalışalım. Bunu reddetmiyoruz. Bunlar için…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Mustafa Balbay kimin katili Sayın
Bakan? Mustafa Balbay’ın suçu ne?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Onlar için de
çalışılabilir. Gerçekten gazetecilik faaliyetinden dolayı cezaevinde olanlar
için oturur ortak akıl ürünü çözümler üretebiliriz, ama…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Soner Yalçın banka mı soydu Sayın
Bakan? Dört yıldan beri tutuklu Soner Yalçın banka mı soydu?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …elinde silahla soygun
yapıp, adam öldürenleri, ne olur, bu kürsüye, Türkiye’nin önüne gazeteci olarak
getirmeyin. Sizlerden bunu rica ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, Mustafa Balbay adam mı
öldürdü, Soner Yalçın adam mı öldürdü?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakan, Ergün Poyraz, Soner
Yalçın banka mı soydu?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
bir diğer konu, aynen tutuklu gazeteciler gibi tutuklu öğrenciler mevzusudur.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Zeynep Kuray adam mı öldürdü?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bu memlekette tutuklu
öğrencilerle ilgili çok sayıda haberler yapıldı.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Böyle adalet olmaz.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bakın, ben sizi dinledim,
az sabrederseniz az bir sürem kaldı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Doğru bilgi vermiyorsunuz ki.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Yarın 100 bin kişi Silivri’de olacak
Sayın Bakan. Silivri’de adaletten bahsedebilir misiniz?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bu Parlamentoda
milletvekili olan bir arkadaşımız bir açıklama yaptı cezaevlerinde
üniversitelerden 500 öğrenci tutuklu diye.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Az söylemiş Sayın Bakan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Biz, bu arkadaşımızı
aradık, kendisinden şunu rica ettik: Dedik ki; değerli milletvekili arkadaşım,
bu isimleri bizimle paylaşır mısın, biz de bir çalışma yapalım. Israrla
istedik, bize 227 kişilik bir liste gönderebildiler. 500 kişi açıklama yapıldı,
227 kişilik bir liste geldi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Az mı Sayın Bakan!
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bu liste üzerinde çalışma
yaptık, sizinle paylaşıyorum. 40 tanesi cezaevine hiç girmemiş, kaydı yok
cezaevlerinde, 52’si tahliye olmuş, 25’i ilkokul mezunu, 110 kişi üniversite
öğrencisi.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Tahliye olanlar kaç ay sonra tahliye
olmuş Sayın Bakan? Tahliye olanlar kaç ay cezaevinde yattılar Sayın Bakan?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – 110 kişinin cezaevinde
bulunma nedenlerini burada paylaşırsam, gene ortaya birtakım nizalı şeyler
çıkacak.
Değerli arkadaşlar, gazeteci, avukat, öğrenci, mühendis, dişçi,
kim olursa olsun…
VELİ AĞBABA (Malatya) – İçeride çocuklar var Sayın Bakan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …eğer hırsızlık
yapıyorsa, adam öldürüyorsa, gasp yapıyorsa, birtakım kasıtlı taksirli suçlar
işliyorsa, bununla ilgili çalışmalar elbette yapılacaktır.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Hırsızlar dışarıda,
milletvekillerimiz içeride.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Daha sonra Tutuklu
Öğrenciler Dayanışma İnisiyatifi 771 kişilik bir liste yayınladı, tutuklu
öğrenci. Onların listesini aldık, çalışma yaptık. Burada tek tek detaylarını
satır satır paylaşabilirim. Üniversite öğrencisi olan 87 kişi…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakan, bu tabloyu ne olur
savunmayın, Adalet Bakanı olarak bu tabloyu savunmayın ya! Bu savunulacak bir
tablo değil, utanılacak bir tablo.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bize bir soru önergesi
verilmiş.
Değerli milletvekilleri, var olan sorunlarımızı abartarak,
olduğundan fazla göstererek…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
- Sayenizde bu memlekette adalet kalmadı, adalete güven kalmadı.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …Türkiye’yi yurt dışında,
yurt içinde farklı gösterme çabalarını doğru bulmadığımı ifade ediyorum.
3’üncü Yargı Paketi çıktı, milletvekili arkadaşlarımızın bir kısmı
dediler ki: “Bu yargı paketi çıkarıldı ama hiçbir şeye yaramadı.” Bakın, o
paket içerisinde adli kontrol uygulamalarının üst sınırını kaldırmıştık. Onun
sonucunu sizinle paylaşayım. 2012 Ocak ayında adli kontrolden dolayı tutuksuz
yargılanan kişi sayısı 1.775 kişiymiş. Temmuz’da 3’üncü paketi çıkarttıktan
sonra üst sınırı kaldırdık. Kasım ayı rakamlarını veriyorum: Kasım ayında 5.323
kişi tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrolle serbest bırakılmış.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Milletvekilleri hariç. Onu söyleyin
Sayın Bakan, milletvekilleri hariç.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – 3 kattan fazla işe
yaramış, sonuç vermeye başlamış.
Başka… 3’üncü Yargı Paketi sonucunda 34 bine yakın denetimli
serbestlik suretiyle cezaevinde bulunan kişi tahliye olmuş, cezasını toplum
içerisinde çekmeye başlamış. Başka… Gazeteci, yazar çizerlerin de içerisinde
olduğu 500’e yakın kişi bu 3’üncü Yargı Paketi’ndeki düzenlemelerden
yararlanarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Bakan, adi suçluları
bırakıyorsunuz, siyasi suçlular içeride.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Devri iktidarınızda adalet kalmadı
Sayın Bakan. Bir bardak su daha iç bu söylediklerinin üzerine! Bir bardak su
daha iç!
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
ben burada beş saatten beri sabırla muhalefeti dinledim ama benim yirmi
dakikalık, yirmi beş dakikalık konuşmama tahammül edilemedi.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Ama tahammül edilecek gibi değil ki
Sayın Bakan. Bu ülkenin en büyük problemi adaletsizliktir. Sizin devrinizde
oldu.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ben Türkiye’de her geçen
gün yargının sorunlarını küçülterek, geleceğe dönük, güven veren adaleti tesis
etme yolunda attığımız adımlara kararlılıkla devam edeceğimizi ifade ediyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Kaç milletvekili daha
tutuklayacaksınız Sayın Bakan!
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.17
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
38’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, şimdi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına
söz vereceğim, ancak Sayın Bakana söz vermeden önce okutacağımız 1 Başbakanlık
tezkeresi vardır. Bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma
Teşkilatı (ILO) Anayasası’nın 19’uncu maddesi gereğince hükûmetlerin
uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye
kararları hakkında yasama organına bilgi sunmasına dairdir.
ILO Anayasası’nın gereği olan Başbakanlık tezkeresini okuttuktan
sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına öncelikle bu konuda söz vereceğim.
Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:
VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- 30 Mayıs-14 Haziran 2012
tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 101’inci Uluslararası Çalışma
Konferansı’nda kabul edilen 14/6/2012 tarihli ve 202 sayılı Sosyal Koruma
Tabanlarına İlişkin Tavsiye Kararı hakkında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi
sunulmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
30/11/2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: 21/11/2012 tarihli ve B.13.0.YİH.0.11.00.00/730-211 sayılı
yazı.
30 Mayıs-14 Haziran 2012 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan
101. Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen, 14/6/2012 tarihli ve 202
sayılı “Sosyal Koruma Tabanlarına İlişkin Tavsiye Kararı” hakkında Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük
Millet Meclisine bilgi sunulmasına ilişkin ilgi yazı ve ekinin suretleri
ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Tezkereyle ilgili bilgi verdikten sonra, Hükûmet adına konuşmanızı
yapmak üzere sürenizi tekrar başlatacağım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz haziran ayında Uluslararası Çalışma
Örgütünün 101’inci konferansında sosyal koruma tabanlarıyla ilgili 202 sayılı
Tavsiye Kararı kabul edilmiştir. Söz konusu konferansa ülkemiz adına
başkanlığımda oluşan bir heyetle katılım sağlanmıştır. Size, söz konusu tavsiye
kararı hakkında kısaca bilgi arz edeceğim.
Uluslararası Çalışma Konferansının 2011 yılındaki 100’üncü
Oturumunda, üye ülkelerin durumuna ve gelişme seviyelerine uygun sosyal
güvenlik tabanlarının oluşturulması amacıyla ILO'nun mevcut sosyal güvenlik
standartlarını tamamlayacak ve üye ülkelere tavsiyeler sağlayacak nitelikte bir
tavsiye kararı alınmasına ihtiyaç duyulduğu belirlenmiştir. Bu çerçevede,
101’inci Uluslararası Çalışma Konferansı çalışmaları esnasında, taslak metne
son hâli verilen tavsiye kararı, 14 Haziran 2012 tarihinde Genel Kurulda
yapılan oylama sonucu oy birliğiyle kabul edilmiş olup, oylamada ülkemiz
tavsiye kararının kabul edilmesi yönünde oy kullanmıştır.
Bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletlerin özellikle 1948 tarihli
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklara Dair Uluslararası Sözleşmesi’nde beyan edildiği üzere, sosyal
güvenlik hakkı bir insanlık hakkıdır ve ülkelerin gelişimi ve ilerlemesinde
ekonomik ve sosyal bir gerekliliktir. Ayrıca, Uluslararası Çalışma Örgütünün
adil bir küreselleşme için sosyal adalet hakkındaki 2008 tarihli bildirgesi,
etkin bir sosyal güvenlik sistemini oluşturmak ve yaygınlaştırmak için ulusal
koşullara uyumlu ve sürdürülebilir sosyal koruma önlemlerinin alınması ve
kuvvetlendirilmesi gerektiğini beyan eder.
Etkili ulusal sosyal güvenlik sistemleri, gelir güvencesi
sağlamak, yoksulluk ve eşitsizliği önlemek veya azaltmak ve sosyal içerme ve
saygınlığı desteklemek için güçlü araçlardır. Sosyal güvenlik, iyi tasarlandığı
ve diğer politikalarla bağlantısı kurulduğu takdirde verimliliği ve istihdam
edilebilirliği geliştirir ve ekonomik kalkınmayı destekler. Etkili bir otomatik
istikrar unsuru olarak sosyal güvenlik, ekonomik krizlerin ekonomik ve sosyal
etkisinin hafifletilmesine, istikrarın güçlendirilmesine ve kapsayıcı büyümeye
doğru daha hızlı toparlanmanın sağlanmasına katkıda bulunur. Bu amaçla kaliteli,
adil, kolay erişilebilir, insan odaklı hizmet veren, aktüeryal ve mali açıdan
sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemini yürütmek ve geliştirmek her ülke
için zorunluluk teşkil etmektedir.
Herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmayan kişilerin, karşılaşabilecekleri
sosyal riskler karşısında mağdur olmamaları için sosyal korumaya dâhil
edilmeleri ve devletin vatandaşlarına temel sağlık hizmetlerine erişim için
yeterli tedbirleri alması bir gerekliliktir. Şüphesiz, sürdürülebilir ekonomik
gelişmeye ve sosyal adalete giden yol sosyal korumadan geçmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 101’inci Uluslararası
Çalışma Konferansının Genel Kurulunda kabul edilen ve 24 paragraftan oluşan
Sosyal Koruma Tabanları Hakkında 202 Sayılı Tavsiye Kararı'nın içeriği özetle
şu konulardan oluşmaktadır:
Yoksulluk, kırılganlık ve sosyal dışlanmayı önlemeyi veya
azaltmayı amaçlayan bir korumayı temin eden ulusal düzeyde tanımlanmış temel
sosyal güvenlik teminatlarının sağlanması.
Mümkün olan en kısa sürede, temel sosyal güvenlik teminatlarından
oluşan sosyal koruma tabanlarının kurulması ve sürdürülmesi.
İhtiyaç sahibi herkese, yaşam boyunca, ulusal düzeyde zaruri
olarak tanımlanmış mal ve hizmetlere etkin erişimi birlikte temin eden temel
sağlık hizmetlerinin ve gelir güvencesinin asgari düzeyde sağlanması.
Sosyal koruma tabanlarının aşağıdaki asgari 4 temel sosyal
güvenlik teminatlarından oluşmasının sağlanması.
Analık bakımı da dâhil olmak üzere, temel sağlık hizmetlerini
teşkil eden ulusal düzeyde tanımlanmış mal ve hizmetlerin tamamına erişim.
Çocuklar için en azından ulusal düzeyde tanımlanmış asgari
seviyede temel gelir güvencesi.
Aktif çalışma yaşında olup yeterli gelir kazanamayan kişiler için
en azından ulusal düzeyde tanımlanmış asgari seviyede temel gelir güvencesi.
Yaşlı kişiler için en azından ulusal düzeyde tanımlanmış, asgari
seviyede temel gelir güvencesi.
Son olarak da sosyal güvenliğin genişletilmesi için ulusal
stratejilerin oluşturulması ve uygulanması.
Yüce Meclisin bilgilerine arz ederim.
BAŞKAN – Evet Sayın Bakan, yeniden başlatıyorum.
Buyurun.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
Ğ) ADALET BAKANLIĞI (Devam)
1) Adalet Bakanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Adalet Bakanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) CEZA VE İNFAZ KURUMLARI İLE
TUTUKEVLERİ İŞ YURTLARI KURUMU (Devam)
1) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri
İş Yurtları Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
I) TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK
KURULU (Devam)
1) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI (Devam)
1) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU
(Devam)
1) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME
İDARESİ ENSTİTÜSÜ (Devam)
1) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Devlet Personel Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Devlet Personel Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2013
yılı bütçesi görüşmeleri vesilesiyle huzurlarınızdayız, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, İŞKUR vasıtasıyla işsizlikle mücadele ve
istihdamın arttırılması ve mesleki eğitim hizmetlerini sürdüren; Sosyal
Güvenlik Kurumu vasıtasıyla sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik hizmetlerini
yürüten; Mesleki Yeterlilik Kurumu vasıtasıyla eğitim-istihdam ilişkisinin
güçlendirilmesini gerçekleştiren, Devlet Personel Başkanlığıyla kamu personel
sisteminin yürütülmesini sağlayan, TODAİE vasıtasıyla ulusal ve uluslararası
düzeyde kamu görevlilerine eğitimler verilmesini gerçekleştiren; merkez
teşkilatçılarımız aracılığıyla da işçi-işveren ilişkilerinin düzenlenmesi, iş
sağlığı ve güvenliği gibi 75 milyon vatandaşımızı yakından ilgilendiren
hizmetleri yürüten bir bakanlığın, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
bütçesini görüşüyoruz.
Değerli arkadaşlar, burada, Bakanlığımın bütçesiyle ilgili çok
değerli arkadaşlar söz aldılar, değerlendirmeler yaptılar, eleştiriler
yaptılar, yol gösterici oldular, bunların tümüne teşekkür ediyorum. Bu
çerçevede, bir metni sizlere aktarmaktan ziyade, burada konuşma yapan değerli
milletvekili arkadaşlarımızın değindikleri konulara açıklık getirme
çerçevesinde konuşmamı sürdürmek istiyorum.
Burada görüşlerini beyan eden değerli muhalefete mensup
arkadaşlarımız bu Bakanlık bünyesinde önemli yasal düzenlemelerin
gerçekleştiğini, bu yasal düzenlemelerin ne kadar çalışanların lehine olduğunu,
çalışanların lehine olduğunu, çalışanların lehine olup olmadığı konusunun
tartışılacağı şeklinde bazı değerlendirmeler yaptılar.
Öncelikle, şunu ifade ediyorum: Değerli arkadaşlar, hep birlikte İş
Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı burada yasalaştırdık. Bunun “Çalışanların
aleyhinedir.” denebilecek bir tarafı var mıdır? Bunu söylemek mümkün müdür?
Yani Türkiye’de iş sağlığı-güvenliği konusuna birazdan değineceğim ama bu
Yasa’yı hep birlikte gerçekleştirdik ve Türkiye'nin müstakil bir iş sağlığı ve
güvenliği yasası yok iken Türkiye böyle bir yasaya kavuştu. “Bu, çalışanların
aleyhinedir.” şeklinde bir yorumu, öyle tahmin ediyorum ki, sizler de
kabullenmeyeceksiniz.
Toplu sözleşme hakkı son derece önemli bir hak. Yıllardır toplu
sözleşme hakkının elde edilmesi mücadelesi verildi. Bu hakkı, kamu çalışanları
elde ettiler ve ilk toplu sözleşmeyi gerçekleştirdik. Tabii ki, demokrasi bir
süreçtir, yeni beklentiler var, bu beklentilere ulaşma konusunda da çabalar
devam edecektir ama toplu görüşmeden toplu sözleşmeye geçmeyi, bu adımları, bu
ilerlemeyi görmezlikten gelmeyi de doğrusu değerlendirmekte ve bir cevap
bulmakta zorlanıyorum.
İLHAN CİHANER (Denizli) - Hava iş kolunda grev yasağı ne
olacak?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Sendika
Yasası, 12 Eylül’ün bir yasası olarak karşımızdaydı, 2821-22 sayılı Yasa. Bunu,
otuz yıl sonra da olsa 24’üncü Parlamento olarak hep birlikte, son derece
önemli katkıları oldu bütün arkadaşlarımızın ve bu yasayı burada yasalaştırdık.
En çok tenkit edilen konu neydi? Baraj konusuydu. Yüzde 10 barajı,
yüzde sıfırlara, 1’lere, 3’lere kadar çektik ve bunları uzlaşmayla
gerçekleştirdik. Asıl olan, endüstriyel ilişkilerde, diyalogdur, asıl olan
uzlaşmadır. Bu uzlaşmayı sağlamak, hem Parlamentoda muhalefetiyle iktidarıyla
bu uzlaşmayı gerçekleştirmek hem sivil toplum örgütleriyle, sosyal taraflarla
bu müzakereleri yürütüp neticede son noktayı Parlamentoda koymak ve bunu yasalaştırmak
son derece önemlidir diye düşünüyorum.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Kenan Evren’in yasası daha iyiydi Sayın
Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Onlarca,
yüzlerce, binlerce toplu sözleşme yapılamıyor iken şimdi yaygın bir şekilde
toplu sözleşme yapma yetkileri verilmektedir ve sendikalarımızın önü
açılmıştır. 2009 yılında yetki alan sendikalarımıza bir toplu sözleşme yapma
yetkisi daha verilmiştir. Yeni kurulan sendikalara iş kolu barajı
aranmamaktadır yani birçok haklar… Noter şartı kalkmıştır, hep konuşulan
iyileştirmeler gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, bunları görmemezlikten
gelmemeliyiz diye düşünüyorum. İntibak Yasası, çalışma hayatının önemli
taleplerinden -muhalefetiyle iktidarıyla- bir realiteydi, intibak düzenlemesini
gerçekleştirdik. Çalışanların aleyhine diyebilir miyiz? Veya emeklilerin, bu
memleket için alın teri dökenlerin aleyhinedir diye bir değerlendirme yapmayı
da doğru bulmuyorum.
Nitekim, deprem, Allah vermesin; Van’da deprem oldu, Simav’da
deprem oldu, yirmi günlük kamu çalışanı olan öğretmen arkadaşlarımızın, hak
sahiplerinin aylığa bağlanması, onların, hak sahiplerinin maaşa bağlanması
konusunu birlikte gerçekleştirdik yani bu sıradan bir olay mıdır? Bu
düzenlemeleri burada yaptık ve depremzedelere dönük çok önemli düzenlemeler
burada gerçekleştirdik ve o yaraları birlikte sardık. Bu düzenlemeler
yapılmamalı mıydı, olmaması mı gerekirdi? Doğrusu, anlamakta zorlandığım gibi,
yine bir hatip, buradan, değerli milletvekili arkadaşımız, şu anda Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüştüğümüz ve -inşallah grupları da ziyaret edeceğim bizzat-
grupların da ittifakıyla bütçe bitiminden önce çıkarılmasını uygun bulduğumuz
takriben 4 milyon 400 bin vatandaşımızı ilgilendiren, son derece onların sosyal
güvenlikle ilişkilerini ve yaşadıkları zorlukları ortadan kaldıran bir
düzenlemeyi getiriyoruz. Bir örnek vermek istiyorum: Liseyi bitiren bir
gencimiz üniversiteye geçişte dört-beş aylık bir süre beklemektedir. Bu süre
içerisinde kendisinden gelir testi istenmekte ve sağlıktan yararlanma durumu
var. Şu anda 406 bin öğrencimiz haziran ayından bugüne kendisine prim
tahakkukunda bulunulmuş. Geçmiş tarihi de alarak bu düzenlemeyi getiriyoruz ve
üniversiteye giderken liseyle üniversite arasındaki o boşluğu da ortadan
kaldıran bir düzenleme. Bunun gibi birçok önemli düzenlemeyi inşallah, yasa
geldiği zaman burada görüşeceğiz. Şunu ifade ediyorum: Çalışma Bakanlığı
bünyesinde yaptığımız -mutlaka diğer bakanlıklarımız da öyle ama konu Çalışma
Bakanlığı olduğu için- tüm yasal düzenlemeler Türkiye’nin ötelenmiş ve bir an
önce gerçekleşmesi de herkes tarafından arzu edilen düzenlemelerdi. Ben bütün
Genel Kurulda bulunan milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, birlikte
yaptık, birlikte gerçekleştirdik, çalışma hayatının önünü birlikte açtık.
İZZET ÇETİN (Ankara) – “Birlikte yaptık.” deme Sayın Bakan, ben
muhalefet ettim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bir
diğer konuya gelince, değerli arkadaşlar, “Bakanlık bütçesinin 2011 yılında 35
milyar lira olduğunu, 2012 yılında ise 32 milyara gerilediğini, bu şekilde
Çalışma Bakanlığının çalışma hayatıyla ilgili işleri nasıl sürdürebileceği,
bütçesi küçülen bir bakanlık nasıl hizmet yapacak?” şeklinde bir değerlendirme
yapıldı. Kesinlikle buna katılmadığımızı ifade ediyorum.
Bakınız, Bakanlık, transferleri olan bir bakanlık, bütçesi
transferlerle yürüyor. Şimdi, bu çerçevede gelirlerinizi artıracaksınız,
giderlerinizi azaltacaksınız. Bizim bu koltuklara oturmamızın amacı budur. Bu
koltuklara oturursanız, giderleri azaltacaksınız, gelirleri artıracaksınız.
Ne yapmışız biz? 2012 yılında gelir tahmini 133 milyar olacakmış,
ama biz bunu 140 milyar gerçekleştirmişiz. Gelirlerimizi artırmışız.
Dolayısıyla, gelirler artıyor, giderler azalıyor, bundan dolayı ister istemez sosyal
güvenlikte özellikle açıkları siz aşağı çektiğinizde -ki 15 milyon sigortalı
var iken 2009 yılında, şu anda sigortalı sayısı 18 milyon 500 bin- hangi açıdan
bakarsanız bakın, rakamlara baktığınız zaman, bu transferleri azaltan,
dolayısıyla da bütçeye bunun olumlu yansıdığını görüyoruz. Yani başka
bakanlıklar açısından farklı değerlendirilebilir ama Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığında bütçe 35’ten 32’ye iniyorsa, demek ki gelirler artırılmış,
giderler azaltılmış, transfer ihtiyaçları da azalmış, 25 milyar değil, 20
milyar lira artık Hazineden talepte bulunuyorsunuz. Bunu bu şekilde görmenin
daha doğru olacağı düşüncesindeyim.
Değerli arkadaşlar, bunun yanında sosyal güvenlik açıklarının
gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 3’ten yüzde 1,5’a gerilediğini de
burada belirtmek istiyorum.
Ayrıca, 2009 yılında yüzde 1,78 olan aktif-pasif oranı, şimdi ilk
kez 1,94’e yükseldi. Yani, sosyal güvenlik reformu, 2008’den sonra -aslında çok
teferruatlı bir konu- aktif-pasif oranı 1,78’den 1,94’e çıkması şu demek:
Neredeyse “2 çalışana 1 emekli” noktasına doğru geliyoruz. Hangi noktaya doğru
gelmemiz gerekiyor? “4 çalışana 1 emekli” noktasına Türkiye’yi taşımamız
gerekiyor. Gidişat bu yönüyle, istediğimiz hızda olmasa da son derece sağlıklı
bir gidişat olduğunu burada vurgulamak için bunu ifade ediyorum.
Bunun yanında, nüfus artışımız yüzde 1,8 iken, burada, aktif
sigortalı sayısında yüzde 7,3’lük bir artışın olduğunu da belirtmek istiyorum.
Diğer bir konu, değerli milletvekili arkadaşlarımız burada iş
sağlığı, güvenliği konusuna temas ettiler. İş sağlığı güvenliği konusu değerli
arkadaşlar, bugün itibarıyla, iş yerlerimizin yüzde 2’si iş sağlığı güvenliği
kapsamındadır, yüzde 2’si. Yüzde 98’i bu kapsamda değil. İşçilerimizin yüzde
38’i iş sağlığı-güvenliği kapsamındadır, yüzde 62’si iş sağlığı- güvenliği kapsamında
değil. Çıkardığımız yasa onun için çok önemli, bunu küçümsememek gerekiyor.
Endüstriyel ilişkilerimiz açısından, çalışma hayatımız açısından son derece
önemli bir düzenlemedir. Tüm iş yerlerini kapsıyor, tüm çalışanları kapsıyor.
Kamu çalışanıyla, işçisiyle, memuruyla İş Sağlığı ve Güvenliği Yasamız bütün
çalışanları şemsiyesi altına almaktadır ve en önemlisi bu yasanın getirdiği
düzenleme, risk değerlendirmesi getiriyor. Öncelikle, kaza olmadan, ölmeden
önce önlem almak; ölüm olayı olduktan sonra önlemler değil, ölmeden önce
önlemini alma düzenlemesini getiren son derece önemli bir yasadır ve burada
“Seyirci mi kaldınız?” diye bir hatip söyledi, seyirci kalmamak için bu yasayı
getirdik işte. Bu yasayı getirdik, dedik ki: Bu ölümler dursun. Ne oldu peki?
2002 yılında, 100 bin işçide 16,9-17 işçi hayatını kaybederken, bugün 7,6 işçi
hayatını kaybetmektedir. Avrupa ortalaması değerli arkadaşlar…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Rakamların doğru değil Sayın Bakan,
rakamların doğru değil.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - …yüz
binde 4, Avrupa ortalaması. 100 bin işçide 4 işçi hayatını kaybediyor, bizde
7,6. Yarı yarıya düşürdük ama yeterli değil.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Avrupa 1’incisi miyiz, onu anlat.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Onun
için bu yasa -daha yürürlüğe 1 Ocak itibarıyla girecek- ben inanıyorum ki
“uluslararası standart” dediğimiz… Hiç kimsenin ölmesini istemeyiz iş
kazalarında ama netice itibarıyla bundan da sakınılamıyor. Gelişmiş ülkelerde yani
Avrupa Birliğinin ilk 15 ülkesinde yüzde 1,5-2 civarındadır bu ama Avrupa’nın
27 ülkesinde şu andaki iş kazalarında ölüm oranı yüz binde 4’tür. Biz bu
rakamları yakalamak için seferber olmuş durumdayız, yasal altyapı
düzenlemelerini gerçekleştirmiş durumdayız.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, çoğu müessesede iş kazalarını
kaçırıyorlar.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – “3
meslek hastalıkları hastanesi var.” dediler, doğrudur. 3 meslek hastalıkları
hastanesi var ama şunu da unutmayın, 129 hastaneye de teşhis koyma imkânını
getirdik. Yani 129 hastanede -kamu hastanelerinde, üniversite hastanelerinde,
eğitim hastanelerinde- meslek hastalıklarıyla ilgili teşhis koyma imkânı var.
Dün gibi değil artık, onu ifade edeyim.
Çocuk işçiliği konusuna temas edildi. İş Kanunu’muzda, 15 yaşından
küçük olanların, 15 yaşından gün almayanların çalıştırılamayacakları, yasak
olduğu açıkça ifade ediliyor. Şimdi ne yapacaksınız? Hatta 15 ile 18 yaş
arasındaki çocuklarla ilgili de bedensel ve ruhsal gelişimlerini ve
eğitimlerini engellemeyecek iş yerlerinde ancak çalıştırılabilecekleri ifade
ediliyor. Bizim ne yapmamız gerekiyor? Bir realite, Türkiye’de bu gerçekleri
hepimiz biliyoruz: Türkiye’de çocuğun sokakta çalışmaması gerekiyor, sanayide
çalışmaması gerekiyor. Yapmamız gereken nedir Bakanlık olarak? Zorunlu
denetimleri yapmak. Denetimleri yapıyoruz çocuk işçiliğini engellemek için.
Ayrıca, farkındalığı artırmak için yaygın bir şekilde proje çalışmalarımız var
ve bu projelerle de Türkiye'nin Edirne’den Kars’a kadar dört bir tarafında
farkındalığı artırma gayretleri içerisindeyiz. Ben inanıyorum ki bu çalışmalar
günbegün meyvesini daha da artırarak vermeye devam edecek.
İşsizlik konusuna burada temas edildi. Değerli arkadaşlar,
işsizliğin aşağıya çekilmesi konusunda başarılıyız. Bu başarıyı benim, senin,
onun takdir etmemesi bir şey ifade etmiyor. Dünya bunu takdir ediyor. G20
toplantısına gidiyorsunuz “Kriz
döneminde işsizlik oranını en çok, hızlı düşüren sizsiniz.” diyorlar. ILO’ya
gidiyorsunuz, böyle. Uluslararası bütün toplantılarda bunu anlatıyorlar. Bu,
ülkenin başarısıdır yani dışarıdan görüntü de budur, içeriden görüntü de budur.
(CHP sıralarından gürültüler)
Şimdi, tenkit olabilir. Tenkidi… Bak, Haydar Bey, tenkit şöyle
olabilir, diyebilirsiniz ki: “Ya, bu 8,8 biraz yüksek, daha da aşağı indirin.”
Tabii ki başımızın üstünde yeri var, buna saygı duyuyoruz ama size şimdi
rakamları veriyorum, bakınız: Avrupa Birliği işsizlik ortalaması 10,7;
Fransa’da işsizlik 10,7…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bizde yüzde 140 Sayın Bakan, gel, beraber
gezelim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) -
…İtalya’da 11,1; İspanya’da 26,2; Yunanistan’da 25,2; Portekiz’de 16,3;
Türkiye’de…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Onlar gerçek, seninki TÜİK Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Genç
işsizliği, bak, genç işsizliği görmenizi istiyorum. Genç işsizlik Avrupa
ortalaması 23,4; Fransa 25,4; İtalya 36,5; İspanya 55,9 genç işsizlik.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Gel Allah aşkına, beraber Kocaeli’de
gezelim. Sanayinin başkenti, beraber gezelim bakalım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Yunanistan 57, 100 tane gencin 57’si
Yunanistan’da işsiz ve Portekiz genç işsizlikte 39,1.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, lütfen müdahale eder
misiniz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi,
Türkiye’de nedir peki? Türkiye’de işsizlik oranı ağustos itibarıyla 8,8; genç
işsizlik ise 17,2. Dört yılda…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Üniversite mezunu işsizi söyler misin?
Üniversite mezunu işsizlik oranını söyler misin?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bakınız…
Ya, niye rahatsızlık oluyor?
Dört yılda… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, zaman kıymetli. Dört yılda 4 milyon istihdam
gerçekleştirdik. Avrupa’nın birçok ülkesinin nüfusu kadar bir istihdamı burada
gerçekleştirdik.
Kadınlara bakalım. Bakın, kadınlarda…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Telefonları sana yönlendiriyorum bundan
sonra.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Kadınlarda
iş gücüne katılma oranı 2004’te 23,3; 2012’de 30,1. Kadınlarda istihdam oranı
2004’te 20,8; kadınlarda istihdam oranı 2012’de 26,8.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, zaman bitiyor.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi, burada
İŞKUR’la ilgili bazı değerlendirmeler yapıldı.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Yok, 4/C’ye gel Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İŞKUR’la
ilgili değerlendirme yapan arkadaşa da şunu söylüyorum: İŞKUR…
BAŞKAN – Sayın Çetin, lütfen.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İşsizlik
Fonu’nu bakanlık yönetmiyor, İşsizlik Fonu’nu şahıs yönetmiyor, İşsizlik
Fonu’nu İŞKUR Yönetim Kurulu yönetiyor. Kim var İŞKUR Yönetim Kurulunda? İşçi
temsilcileri var, işveren temsilcileri var, esnaf birlikleri temsilcisi var,
bakanlık temsilcisi var, hazine temsilcisi var. Bu çerçevede yönetiliyor.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Hepsi suç ortağı olmuş.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Fondan
GAP’a para aktarıldı mı? Aktarıldı. Burada yasal düzenlemeyi birlikte yaptık,
aktarıldı. Ne kadar aktarıldı? 11,3 milyar lira aktarıldı. Bunun geri
dönüşümüyle ilgili yasal düzenlemeyi de burada yaptığımızı hepiniz
biliyorsunuz.
“Ulusal İstihdam Stratejisi yayınlandı.” diye burada ifade edildi.
Yayınlanmadı. Ulusal İstihdam Stratejisi’yle ilgili çok kapsamlı bir çalışma
yaptık değerli arkadaşlar. Nedir Ulusal İstihdam Stratejisi? 2023’te işsizliği
yüzde 5’e çekme hedefini içeren bir ulusal strateji, istihdam stratejisi. Bu
düzenleme çerçevesinde 4 temel politika var, 7 sektör var, 40 hedef var, 57
politika var, 205 tedbir var.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Bölgesel asgari ücret var mı, kıdem
tazminatı var mı, esnek çalışma var mı bunun içinde?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Amaç?
Amaç, 2023’te işsizliği yüzde 5’e çekmek. Yüzde 5’e çekmek için İŞKUR
bünyesinde mesleki eğitim kurslarımız yaygın devam ediyor, bunları devam ettiriyoruz. Ayrıca iş ve meslek
danışmanlarımız dört ay içerisinde 106 bin kişiyi, fabrikayı, iş yerini ziyaret
ettiler. Geldiler, işsizlik bankasına baktılar, işsizlerin portföyünü incelediler.
106 bin kişiyi uyumlaştırdılar ve işe başlattılar.
Değerli arkadaşlar, emekçilerle ilgili de burada değerli
arkadaşlarımız değindiler.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Zaman bitiyor, şu 4/C’yi bir anlat Sayın
Bakan!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Kusura
bakmayın, bakanlık A’dan Z’ye bütün vatandaşları ilgilendirdiği için kısa kısa
değinmek durumundayım.
Emekçileri enflasyona ezdirmediğimizi, sabit gelirlileri
enflasyona ezdirmediğimizi dünya âlem biliyor, sizler de iyi biliyorsunuz. Bunu
nasıl söylüyorsunuz bilemiyorum.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Hadi, bir yemin et, inanıyorsan yemin et!
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Allah aşkına atma ya!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Yüzde
100 değil, yüzde 200 değil, yüzde 300’lerin üzerinde emeklilerimizin ve diğer
sabit gelirlilerimizin maaşlarında artış yaptığımızı hepiniz biliyorsunuz.
Şimdi, intibak düzenlemesini hayata geçirdik. Bakınız, burada
bilgi veren kimdi bilmiyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – İntibak yasası değil o!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Sayın
Genel Başkan burada bir konuşma yaptı, şöyle bir şey söyledi: “Bu Hükûmet var
ya bu Hükûmet, ülkenin refah payından emeklilere pay verilirken bunu kaldırdı.”
kaldıran hükûmeti soruyorsun, bu Hükûmet.
Değerli arkadaşlar, biz, şu anda emeklilerimize maaşı bağlarken
yüzde 30 refah payından, ülkemizin gelişme payından pay veriyoruz, bir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Tamam… Sonra, bir yıl sonra?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İki:
2000 yılından önce, emekliler refah payından pay almadılar.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Onun
için İntibak Kanunu çıkardık.
BAŞKAN – Sayın Akar, Sayın Çetin, lütfen…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İntibak
Kanunu çerçevesinde de emeklilerimize yüzde 75…(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bir yıl sonra ne oldu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bakın
-burası önemli- yüzde 75, 2000 öncesi emeklilere refah payından pay verdik ve
şu anda o düzenlemeyi, geçmişteki yanlışı ve adaletsizliği de ortadan
kaldırdığımızı ifade etmek istiyorum.
İntibak düzenlemesi çerçevesinde 760 bin emeklimiz 100 liraya
kadar, 1 Ocak’tan sonra, yani ocak ayı içerisinde 762 bin emeklimiz 100 TL’ye
kadar fark alacak; 714 bin emeklimiz 100 ilâ 200 TL arasında fark alacak.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Açlık sınırı ne?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla)– 283 bin emeklimiz 200 ilâ 322 TL arasında,
intibak düzenlemesi çerçevesinde farkı alacak. Geçmişte yapılan yanlışı,
haksızlığı düzeltiyoruz bu çerçevede.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Yaşa takılanlara gel biraz
Sayın Bakan! Yaşa taktıkların var ya, yaşa… Yaşa takılanlara gel biraz Sayın
Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi,
“Yeni yasa ne getiriyor?” dedi Sayın Kalaycı. Yeni yasanın ne getirdiğini az
önce ifade ettim. Fiilî hizmet zammıyla ilgili, sözleşmeli personelle ilgili şu
anda mutfakta çalışmalarımız devam ediyor.
Taşeron işçilerle ilgili, siyasi parti gruplarından da
temsilcileri aldık, onlarla birlikte, taşeron çalışanlarımızla ilgili, alt
işverenlerle ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Muhtarlarımız konusu gündeme getirildi. Muhtarlar 99 TL alırken,
bugün 420 TL alıyor. “Yeterli değildir.” diyebilirsiniz, 420 TL.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, BAĞ-KUR primi ne
oldu? Bağ-Kur primi kaç paraya çıktı.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, sesiniz duyulmuyor!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Ne
yaptık? Ben Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıyım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Bağ-Kur primi…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Anladım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Evet, nereye çıktı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Bakın,
biz ne yaptık? Değerli arkadaşlar muhtarlarımıza, köy muhtarlarımıza, sosyal
güvenlik primlerini on beş gün karşılığında bir ay sigortalılık getirdik. Kime?
Köy muhtarlarımıza getirdik. Ayrıca maaş 99 TL’den 420 TL’ye çıktı. Artırılması
konusu tabii ki değerlendirilebilir, konuşulabilir.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan bir şey merak ediyorum…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, yaşa takılanlara
gel Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Evet,
4/C’li…
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu sesiniz duyulmuyor, lütfen biraz daha
yüksek sesle(!)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Yaşa taktıklarınıza gel, yaşa!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – 4/C’li
personelle ilgili de toplu sözleşme sürecinde çalışma sürelerini on bir ay
yirmi sekiz güne yükselttik. 4/C’lileri toplu sözleşmede on bir ay yirmi sekiz
güne yükselttik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çalışma imkânı tanındı,
şartları iyileştirildi. Geçici işçiler biliyorsunuz, altı aydan fazla
çalışanların tamamı kadroya dâhil edildi.
“Büyüme nereye gidiyor, bu büyüme nereye gidiyor?” diye burada
soruldu. Hem de sendikacı geçmişi olan bir milletvekilimiz sordu. Bakınız,
büyüme nereye gidiyor: On yılda işçi sayısı, çalışan sayısı yüzde 124 arttı.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sendikalı işçi sayısı kaç?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – On yılda
iş yeri sayısı yüzde 105 arttı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İş yeri sayısı
yüzde 105, çalışan sayısı…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sendikalı işçi sayısı kaç?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Sabit
gelirlilere enflasyonun üzerinde zamlar verdik, farklar verdik, sosyal
yardımlar yaptık. Dağ, dere, tepe, neresi derseniz her yere yatırım yapıyoruz,
yatırım cennetine Türkiye’yi dönüştürdük. Nereye gitti büyüme? Yani, 2011
yılındaki 8,5’luk büyüme nereye gitti, 75 milyon milletimize gitti arkadaşlar.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN (Ankara) – Taşeronlar cevap bekliyor.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Son
olarak MYK, Mesleki Yeterlilik Kurumu çok önemli arkadaşlar. Uluslararası
düzeyde bir sertifika veriyor ve standartlar belirliyor. Ülkemizin 750 meslek
standardı var, 355’ini yayınladık, 355 standart var. Şimdi İŞKUR’la beraber 1
Ocak’tan itibaren Mesleki Yeterlilik Kurumu birlikte çalışacaklar ve belirlenen
bu standartlar, 355 meslek standardına göre eğitim verilecek ve verilen
sertifikalar da uluslararası düzeyde geçerli olacak. Artık her alanda olduğu gibi
bu alanda da kara düzenden, rastgele değil, hedefi belli olan çalışmalarımızı
gerçekleştiriyoruz.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Modern köleliğe gel Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi
değerli arkadaşlar, o kadar çok konu var ki, o konuları tabii ki toparlamak çok
zor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakanım, yaşa
takılanlarla ilgili iki kelime et.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) -
TODAİE’yle ne yapıldığını arkadaşlarımız, söz alan arkadaşlarımız gayet güzel
izah ettiler.
Devlet Personel Başkanlığı bünyesinde örgütlenmeyi soruyorsunuz;
memurlarımızın örgütlenme oranı yüzde 68.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Yandaş sendika!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Yüzde 68
örgütlenme var. İşçiler de yeni yasayla birlikte, işçilerle ilgili sahte…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sendikalı işçi sayısı kaç? On yılda kaça
düştü?
MUSA ÇAM (İzmir) – Sendikalı işçi sayısı kaça düştü?
BAŞKAN – Sayın Çam… Sayın Çetin…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Peki.
Arkadaşlar, her şeye rağmen katkılarınıza çok teşekkür ediyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, şu yaşa
takılanlara, yaşa… Şu yaşa takılanlar var ya…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Bütçenin
hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – 60’ıncı maddeye göre kısa bir
söz talebim var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in işsizlik
konusuyla ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan o kadar pembe bir tablo çizdi ki memleket refah
içerisinde, işsizlik kalmamış; herkes iş güç sahibi, herkes evini alıyor,
arabasını alıyor, yazlığını alıyor, Avrupa’ya tatillere gidiyor. Sayın Bakan,
bu nerede acaba, bilemiyorum. Siz herhâlde
makamınızda korumalarla, sekreterlerle o işsizlere karşı bir duvar
oluşturdunuz; onların hiçbirisi size ulaşamıyor, onların çığlıklarını
duyamıyorsunuz. Memlekette 5 milyon işsiz var.
İşsizlik Fonu’ndan söz ettiniz. İşsizlik Fonu’nun, bakın, 2012
yılı varlığı 61 milyar lira, eski rakamla 61 katrilyon lira, 2013’te bu 71
katrilyon lira oluyor ve siz yıllık fon gelirinin, prim gelirinin sadece yüzde
1’ini -yüzde 1’i bile değil- işsiz vatandaşa veriyorsunuz. Bu paranın da üstüne
yatmış durumdasınız, borç ödemesinde kullanıyorsunuz, kamu sektörü borçlanma
gereğini aşağıya çekmekte kullanıyorsunuz. O parayı işsize vermiyorsunuz.
Asgari ücrette o kadar hassas tartıyorsunuz ki enflasyon ne kadarsa onu
vermenin gayreti içerisindesiniz ama burada çok farklı bir tablo çizdiniz. Bu
tablo vatandaşa hitap etmiyor, vatandaş mutlu değil, iş arıyor. O işsizleri
size yönlendireceğiz Sayın Bakan bundan sonra.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, bizim de bir söz talebimiz
olacak. Sayın Adalet Bakanı…
Sataşmadan dolayı, kürsüden bir iki dakikalık süre talep ediyoruz.
BAŞKAN – Olur mu? Öyle bir usul yok. Hayır, hayır… Lütfen…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Şöyle Sayın Başkan, söyleyelim…
BAŞKAN – Ama Sayın Hamzaçebi istedi yerinden söz, siz kısa söz
istiyorsunuz…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Şimdi, hayır, o farklı bir maddeden
istedi, ben sataşmadan dolayı istiyorum.
BAŞKAN – Neden? Ne diye sataştı Sayın Baluken?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Şimdi, bizim grubumuz adına konuşan
hatiplerin vermiş olduğu tutuklu öğrenci sayısı ve gazeteci sayısının doğru
olmadığını söyledi Sayın Bakan.
BAŞKAN - E, sizin isminizi mi verdi?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Dolayısıyla grubumuz zan altında kaldı, o
yüzden bir açıklama…
BAŞKAN – Buyurun, iki dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle.
Yalnız yeni bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- Bingöl Milletvekili İdris
Baluken’in, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in BDP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, bakın, 31 Ocak 2012 tarihinde Manisa Milletvekili Özgür
Özel’in verdiği soru önergesine Sayın Bakanın vermiş olduğu cevap: “Toplam
2.824 öğrenci cezaevlerinde, bunlardan 1.778’i tutuklu, 1.046’sı ise hükümlü.
Hükümlü öğrencilerin 178’i de aynı maddeden hüküm giydi. Tutuklulardan 609’u
TCK 220/6’ya göre, buna dayanarak tutuklandı.” diyor. Şimdi, bu 2.824’ten 87’ye
geldiğini söylemek… Sayın Bakanım, hangi bilgiye güveneceğiz biz?
Ha, şöylesi bir uygulamayı biliyoruz: Öğrencileri tutukladıktan
sonra disiplin cezası olarak bu öğrencilerin okuldan atıldığını, dolayısıyla
fiilî olarak da öğrencilik sürecinin bitirildiğiyle ilgili bir bilgiyi
biliyoruz ve bu konuda sayısız isimler de var elimizde. Eğer bunu
kastediyorsanız bu da yine kamuoyunu yanıltmayla ilgili bir durumdur. Eğer
tutuklu öğrenci sayısı 87 ise defalarca buraya tutuklu öğrencilerle ilgili
Meclis araştırması isteyen önergelerle geldik, niye karşı çıkıyorsunuz? Hep
beraber Meclis olarak bu duruma el koyalım, araştırıp halkımıza doğru bilgiler
verelim.
Diğer taraftan, tutuklu gazetecilerle ilgili, Sayın Bakan burada
bazı açıklamalarda bulundu. Yani öyle pembe bir tablo ortaya çıktı ki bunu
aslında herhâlde burada belirtmek gerekiyor. Bakın, New York merkezli komitenin
açıklamasına göre Türkiye'de hapishanedeki gazeteci sayısının bu yıl rekor
seviyeye ulaştığını ve çoğunlukla da terörle ilgili ve devlete karşı işlenmiş
suçlarla ilgili olduğunu söylüyor. Sayı olarak 1 Aralık itibarıyla, “49”
demiyor, en az 49 gazeteci şu anda cezaevinde bulunuyor, bunların da
çoğunluğunu Kürtler ve Hükûmete karşı plan kurmakla suçlanan gazeteciler
oluşturuyor.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – “Kürt” demiyor, “Kürt” demiyor orada.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Çin’den, İran’dan daha önde olduğumuzu
belirten ifadeler var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Sadece CPJ Başkanının bir açıklamasını
söyleyeceğim: “Rahatsızlık verici meseleler hakkındaki araştırmacı
gazeteciliğin suç hâline getirilmesi, sadece uluslararası hukukun ihlali değil,
aynı zamanda dünya genelindeki insanların bağımsız bilgi toplama, yayma ve alma
hakkının da engellenmesi anlamına gelmektedir.” Doğru bilgiler bunlardır, Sayın
Adalet Bakanı burada halkımıza ve kamuoyuna yanlış bilgi vermiştir.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Yalnız orada “Kürt gazeteci” demiyor,
rapora baktım ben.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
Ğ) ADALET BAKANLIĞI (Devam)
1) Adalet Bakanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Adalet Bakanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) CEZA VE İNFAZ KURUMLARI İLE
TUTUKEVLERİ İŞ YURTLARI KURUMU (Devam)
1) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri
İş Yurtları Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
I) TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK
KURULU (Devam)
1) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI (Devam)
1) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU
(Devam)
1) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME
İDARESİ ENSTİTÜSÜ (Devam)
1) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Devlet Personel Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Devlet Personel Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Şimdi şahsı adına aleyhte söz isteyen Levent Gök, Ankara
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Jean Jacques Rousseau, AKP iktidarının bugünlerini 1770’li
yıllarda görmüş ve “Yasama, yürütme, yargı iç içe geçmişse özgürlükler
garantide değildir, anayasa yok demektir, kuvvet kimdeyse o hâkimdir.” demek
suretiyle ta o zamanlardan AKP iktidarını tarif etmiştir. Bu iktidar, sayısal
çoğunluğuna güvenerek bırakınız resmî devlet kurumlarını, bağımsız olması
gereken yargıyı, kamu denetçiliğini, insan hakları gibi kurumları da
yandaşlarıyla doldurarak kendi yarattığı hak ihlallerini ve adaletsizliği
gizleme, örtme çabaları içerisindedir.
Kamu Denetçiliği ve İnsan Hakları Kurumunun durumu içler acısıdır.
Hükûmetin atadığı memurlarla bu kurumlar ölü doğmuştur. İktidar adaletten
kaçmaktadır. Aklı sıra, halkını ve uluslararası kuruluşları kandırdığını
zannetmektedir. Türkiye'nin itibarı her alanda, her yerde sürünmektedir. İnsan
Hakları Kurumuna atananlar, Sayın Bakan, 22 Eylül 2012 tarihinde Resmî
Gazete’de yayımlandığı hâlde, kurum hiçbir toplantı yapmamış olup organlarını
dahi seçmemiştir. İşkenceyi önleme ulusal mekanizması hâlâ kurulmamış olup
Birleşmiş Milletlere verilen taahhüt 27 Ekim 2012 tarihinde dolmuştur.
Türkiye’nin adaletle yönetildiğine ne Türk halkı ne de dünya
inanmaktadır. Bu iktidar adaletsiz bir iktidardır. Montesquieu “Bir rejim
halkın adalete inanmaz bir hâle geldiği noktaya gelince o rejim mahkûm
olmuştur.” der ve o da bu sözleriyle âdeta AKP iktidarını tarif eder ve uyarır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün iktidarın atadığı kamu
denetçilerinin yemin etmesiyle ilgili toplantıda halkın gerçekleri öğrenme
hakkının nasıl engellendiğine bir kez daha tanık olduk. Bu tartışmalar
sırasında bizim artık halkın vicdanına bıraktığımız ve özenle siyasi
tartışmalardan korumak istediğimiz bir olayda gördük ki bir kısım AKP
milletvekilleri Cumhuriyet Halk Partisinin bütün Türkiye tarafından takdirle
karşılanan bir çalışmasını, Kameraman Cüneyt Ünal’ın özgürlüğüne
kavuşturulmasını hâlâ içlerine sindirememişlerdir. Bu nasıl bir katı yürektir
ve acımasızlıktır, anlamak mümkün değildir.
Yüce Meclisin huzurunda ilk kez açıklayacağım belgelerle Gazeteci
Cüneyt Ünal’ın Suriye’den getirilme sürecinin nasıl başladığını sizlerle ve tüm
yurttaşlarımızla paylaşmak istiyorum. İktidarın aczini ve duyarsızlığını
ibretle izleyeceksiniz.
20 Ağustos 2012 tarihinde Suriye’de gözaltına alınan Kameraman
Cüneyt Ünal’ın anne ve babası önce Cumhurbaşkanına başvurmuşlardır. Bu
başvuruya “Cumhurbaşkanlığına ilettiğiniz dilekçeniz Dışişleri Bakanlığına
gönderilmiştir.” denilerek kendilerine yanıt verilmiştir. Aile, bunun üzerine,
Başbakana başvurmuştur. Bu mektupta Başbakana hitaben, aynen “Takdir edersiniz
ki ana ve babaların en büyük hazinesi ve Allah’ın bizlere en büyük lütfu
evlatlarıdır. Allah rızası için evladımızla ilgili siz değerli büyüğümüzden
çaba göstermenizi ve çocuğumuzun sağ salim getirilmesi hususunda gerekli ilgiyi
göstermenizi istirham ederiz.” demişlerdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakandan aileye verilen
cevabı tüm Türkiye’nin huzurunda ibretle sizlere okuyorum, aynen cevap şudur:
“Başvurunuzda belirtmiş olduğunuz konuyla ilgili evrakınız -kişinin hayatı
evrak olmuştur- Dışişleri Bakanlığına sevk edilmiş olup Dışişleri Bakanlığından
gelen cevap üzerine Millî İstihbarat Teşkilatına başvuru yapmanız gerekliliği
anlaşılmıştır.”
Değerli arkadaşlarım, Başbakanın verdiği cevaba bakın, Başbakan
dilekçeyi Dışişleri Bakanlığına göndermiş, oradan da gelen cevap üzerine “MİT
Müsteşarlığına başvurun.” demişlerdir. Elbette, buradan da sonuç çıkmayınca
aile, Cumhuriyet Halk Partisine başvurmuş ve biz vatandaşımızı kurtarmak için,
Cumhuriyet Halk Partisinin 4 milletvekili çatışma ortamında bulunan bir ülkeye
her türlü riski alarak gitmiş ve bir yurttaşımızı özgürlüğüne, ailesine ve
ülkesine kavuşturmuştur. (CHP sıralarından alkışlar)
İSMAİL AYDIN (Bursa) – Hanginiz?
Esad’ın sarayının ismi…
LEVENT GÖK (Devamla) - Elin Suriye’sinden gazetecimizi kurtardık
ama kendi ülkemizdeki zulümden gazetecileri, milletvekillerini kurtaramıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, biz gittik, aldık ve geldik ama bilin aynı
işi sizler için de yaparız, gönlümüz hepinize açıktır. Biz bir yurttaşımızı
ailesine, çocuğuna ve babasına kavuşturarak mutluluğun resmini yaptık.
Ben de sizlerin mutluluğun resmini yapmanızı tavsiye eder,
hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
İSMAİL AYDIN (Bursa) – Diğer gazeteciyi niye getirmediniz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Sisteme giren sayın milletvekilleri: Sayın Erdoğan, Sayın Işık,
Sayın Dibek, Sayın Varlı, Sayın Öz, Sayın Çınar, Sayın Türkoğlu, Sayın Tanal,
Sayın Aslanoğlu, Sayın Öğüt, Sayın Ağbaba, Sayın Akar, Sayın Özel, Sayın
Kaplan, Sayın Demir, Sayın Şeker, Sayın Belen, Sayın Çetin ve Sayın Tuncel.
On dakikalık süre içerisinde…
Sayın Erdoğan, buyurun.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, 1’inci sorum Sayın Adalet Bakanına: Muğla ilinde
kapatmış olduğunuz Dalaman ve Ula adliyelerini açacak mısınız? Bundan sonra
Muğla ilinde başka adliye kapatacak mısınız? Büyükşehir Belediye Kanunu’yla
ilçe olan Seydikemer’de adliye teşkilatı kuracak mısınız?
2’nci sorum Sayın Çalışma Bakanına: Bugüne kadar BAĞ-KUR’lu
vatandaşlarımızın borçlarını birkaç kez yeniden yapılandırdınız ve borçlanma
hakkı verdiniz. Ancak, değişik zamanlarda sigortalı olarak çalışmış, emeklilik
yaşına ulaşmış ama ödediği prim günü yeterli olmadığı için emekli olamayan
sigortalı vatandaşlarımıza borçlanma imkânı sağlayarak emekli olmalarını
sağlamayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Işık.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Adalet Bakanına soruyorum: Son bir yılda karşılıksız çek ve
protestolu senet sayısında ne düzeyde bir artış olmuştur? Bu artışı nasıl
yorumluyorsunuz?
İki; taahhüdü ihlal nedeniyle tazyik hapsiyle cezalandırılan
vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi konusunda tazyik hapsinin
kaldırılmasına yönelik bir çalışmanız olacak mıdır? Konuya ilişkin görüşünüz
nasıldır?
Sayın Çalışma Bakanına soruyorum: Atama bekleyen iş ve meslek
danışmanlarının atamalarını ne zaman gerçekleştirebileceksiniz?
İki; altı aydan kısa sürelerle çalışan geçici işçilerle 5393
sayılı Yasa kapsamında ve köylere hizmet götürme birliklerinde çalışan
işçilerin kadroya alınmasıyla ilgili çalışmalar ne düzeydedir?
Son sorum da taşeron işçilerle ilgili mağduriyeti ne zaman
sonlandırabileceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Dibek.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Önce Adalet Bakanına iki sorum var.
Sayın Bakanım, yıllardır adliyelerde beraber görev yaptığımız
mübaşirler var, biliyorsunuz, onlar yardımcı hizmetler sınıfında. Mübaşirlerin
genel idari hizmetler sınıfına alınmasıyla ilgili bir çalışmanız var mı? 4’üncü
pakette bu konuda bir düzenleme yapacak mısınız? Bunu soruyorum size öncelikle.
Bir de cezaevlerinde çok sayıda gazeteci, bilim adamı, yazar var
tutuklu. Bunlara haftada ne kadar süre bilgisayar kullanma izni veriyorsunuz?
Bunu da net olarak lütfen söyler misiniz.
Sayın Faruk Çelik’e de bir sorum var.
Sayın Bakanım, malulen emekli olmak üzere vatandaşlarımız ilgili
hastanelerden raporlarını alıyorlar fakat kurumlardan, kurumdan -daha doğrusu-
yanıtlar genelde hep olumsuz çıkıyor. Burada şöyle bir kanaat oluştu bende.
Bunu yazılı bir soru önergesiyle de sordum. Kasıtlı olarak, verilen raporlara
olumsuz yanıt verildiği, kişiler iş gücünü yüzde 60’ın üzerinde kaybetmesine
rağmen…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – …kurumdan olumsuz yanıt veriliyor. Bu
konuda bir kasıt var mı? Sizden rica ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Varlı.
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Adalet Bakanına soruyorum: Kamuoyunda Sayın Bülent Arınç’a
suikast davası olarak bilinen dava kozmik odaya kadar girilmesine vesile
olmuştu. Bu davanın şu andaki aşaması nedir? Suikast girişiminde bulunanlar
kimlerdir? Bu insanlarla ilgili hangi davalar açılmıştır? Bunu açıklarsanız
memnun olurum.
İkincisi; 2003 yılında çek senet ve diğer borçlardan dolayı
cezaevinde tutuklu ve hükümlü olanların sayısıyla 2012 yılında aynı suçlardan
cezaevinde olanların sayısını nüfusa oranla verirseniz memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Öz…
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Adalet Bakanına sorum olacak. Sayın Bakan, Adalet Bakanlığı Ceza
ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bağlı ceza infaz kurumlarında 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’na tabi idari hizmetler sınıfına dâhil olarak çalışan
kamu personellerinde bir statü değişikliği, fazla çalışma ücretinden
yararlanma, emekliliğine yansıyacak ek gösterge düzenlemesi, sendika kurma
hakkı tanınması, liyakata dayalı görevde yükselme imkânı tanınması, silah
taşıma ruhsatlarının emeklilikten sonra devam ettirilmesi gibi taleplerini
karşılamak için bir çalışmanız var mıdır?
Bir diğer sorum da meslekte on yılını doldurmuş olan avukatlara
yeşil pasaport verilmesiyle alakalı bir düzenleme düşünüyor musunuz?
Sayın Çalışma Bakanımıza da bir sorum olacak. Doğal afetler ve
iflas gibi durumlarda sigortalılar gibi BAĞ-KUR’lu esnafı da ayakta tutacak bir
işsizlik primi ödemeyi planlıyor musunuz? BAĞ-KUR’lu esnafın prim gün sayısı
tamamlandıktan sonra yaş dolduruluncaya kadar sürede sağlık hizmetinden
yararlanmasının önünü açmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Çınar…
EMİN ÇINAR (Kastamonu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Benim sorum da Sayın Adalet Bakanına. Başkanı olduğunuz Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu 15/06/2012 tarihinde aldığı kararla Kastamonu’da
Daday, Bozkurt, Abana ve Çatalzeytin Adliyeleri kapatılmıştır. Çatalzeytin
ilçemiz komşu ilimiz Sinop’un Türkeli ilçesinin adliyesine bağlanmıştır.
Takipsizlik kararlarına itirazlar da 100 kilometre uzaklıktaki yine Sinop
Boyabat Ağır Ceza Mahkemesince karara bağlanmaktadır. Bu durum ilçe halkına hem
maddi hem de manevi olarak haksızlık ve adaletsizliktir. Bu adaletsizliği
gidermek adına birbirine komşu ilçeler olan Abana, Bozkurt, Çatalzeytin
ilçelerimizin mağduriyetini gidermeyi düşünüyor musunuz? Kapatılan bu ilçe
adliyelerinden adli hizmeti başka bir ilin ilçesindeki adliyeden alan örnek var
mıdır? Kapatma kararıyla elde edilen tasarruf ve kazanımlar vatandaşlarımızın
bu kadar mağduriyetine değmiş midir?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Adalet Bakanımız, PKK’nın uzantısı şehir yapılanması olduğu
bilinen KCK şebekesine ilişkin soruşturma tamamlanmış ve iddianame düzenlenerek
dava açılmıştır. Bu dava sanıkları arasında PKK’nın İmralı’da cezasını çeken
teröristbaşı, bebek katili yoktur. Oysa bebek katilinin hem PKK’nın hem de
KCK’nın lideri olduğu bilinmektedir. Ayrıca İmralı’dan kendi el yazısıyla
yazdığı ve MİT mensuplarınca PKK’lı teröristlere ulaştırılan mektuplardan
KCK’nın liderinin de eşkıyabaşının olduğu bellidir.
Bu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Bitmedi efendim…
BAŞKAN – Tekrar vereyim…
Sayın Tanal, buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Adalet Bakanına sorum. Tüm bakanlıklara bağlı çalışan
memurların tamamı 4483 sayılı Memur ve Diğer Kabul Görevlilerinin Yargılanması
Hakkındaki Kanun kapsamındayken, Adalet Bakanlığının hiçbir personeli 4483
sayılı Kanun kapsamında değildir. Bu, eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmez
mi?
Soru 2: Hâkimler, savcılar, memurlar, diğer kamu görevlilerinin
kusurlarından dolayı, Anayasa’nın 129’uncu maddesinin beşinci fıkrası uyarınca,
bu kişilerin kişisel kusurlarından dolayı bugüne kadar 7 milyar 452 milyon 370
bin TL tazminat devlet tarafından ödenmiş ve sorumlulara rücu edilmemiştir. Bu
durumda sorumlu kişilere rücu edilmeyen bu fahiş tutar kamu zararı değil midir?
Bu zararın daha fazla büyümeden giderilmesi için ne gibi çalışmalar yürüttünüz?
Anlaşıldığı üzere sorumlu kişilere rücu edilmeyen bu tazminatlar için bütçe
kaleminde pay ayrılmakta mıdır? Bakanlık bütçesi kamu zararlarıyla açık vermiş
olmuyor mu? Bütçe yapılırken ortaya çıkan bu açığı kapatmak için nasıl
formüller üretiyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ben, Sayın Adalet Bakanıma
önce sormak istiyorum.
Adliye çalışanlarıyla, infaz koruma memurlarıyla ilgili herhangi
bir sosyal ve ekonomik açıdan bir çalışmanız var mı?
İkinci sorum, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıma.
Sayın Bakanım, siz hiç aç kaldınız mı? Sizin hiç çoluk çocuğunuza
ekmek götüremediğiniz gün oldu mu? Siz hiç iş ararken yaşınız geçmiş diye aç
bırakıldınız mı? Siz hiç önce yaşa, sonra aşa, sonra da yaştan dolayı bir
bakana takıldınız mı?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Faruk Çelik’e 3 sorum var. İlki, daha önce belirttiğim
üzere, özellikle Sağlık Bakanlığında ve devletin diğer kurumlarında çalışan
taşeron işçiler büyük bir sorunumuzdur. Taşeron firma değişikliği sırasında
işçilere “Daha önceki şirketten herhangi bir alacağım yoktur.” şeklinde bir
kâğıt imzalatılmaktadır. Daha birçok olumsuz koşul mevcuttur. Bakanlığınızın bu
işçilerle ilgili ne tür çalışmaları vardır? İhbar hattı önerisi sunmuştuk,
görüşlerinizi merak ediyorum, yaptıklarınızı merek ediyorum.
Ayrıca, geçtiğimiz günlerde çocuklarla ilgili önergeme Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin’in verdiği yanıt çocuk işçiliğiyle
ilgili altı yıldır araştırma yapılmadığını ortaya koydu. Mutlaka bilginiz
vardır. Bakanlığınızın bu yönde bir çalışması var mı ya da yapmayı planlıyor
musunuz?
Son olarak, malum, diş teknisyenleri kot işçileriyle aynı kaderi paylaşmaktadır.
Silikozis hastalığı sebebiyle ölümler oluşmuştur ve hâlen hasta olanlar da
vardır. Bununla ilgili son toplantıda müfettiş görevlendirmiştiniz. Herhangi
bir gelişme var mıdır?
Teşekkür ediyorum. Son durumu merak ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, Malatya’daki adliyeleri
açmayı düşünüyor musunuz? Çünkü Malatya’ya büyük haksızlık yapıldı. Veya başka
adliyeyi kapatmayı düşünüyor musunuz, başka kötülük yapmayı düşünüyor musunuz
Malatya’ya? Onu sormak istiyorum.
Bir de, geçici işçilere kadro vermeyi düşünüyor musunuz? Yirmi
dört yıl çalışmış, iki bin iki yüz günü olan bir insan nasıl emekli olabilir?
Yine, Malatya’da araştırma hastanesinde ve benzeri kurumlarda
çalışan geçici işçilere kadro vermeyi düşünüyor musunuz? Bunları sömürmekten ne
zaman vazgeçeceksiniz diye sormak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Özel…
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, 14’üncü sırada olunca gelmeyeceğini düşünmüştüm, o
yüzden, kusura bakmayın.
Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Dokuz bin günün altında emekli
olması kanunla düzenlenmiş. Beş bin dört yüz gün ve üç bin günle kısmi emekli
aylığı alan kişilerin aylıkları asgari ücretin çok altındadır. 4 kişilik bir
ailenin sadece yiyecek giderlerini bile karşılayamayacak durumdadır. Bu kişiler
çok ciddi mağduriyet çekmektedirler. Bu maaşların en düşük olanı, SGK
tarafından ödenen en düşük emekli maaşı ne kadardır? Bunları sosyal devlet
ilkesi gereği asgari ücrete tamamlamayla ilgili bir yasal düzenleme düşünüyor
musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Akar…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Adalet Bakanı, Başbakan sıkça ne
diyor? “İnsan haklarının, demokrasinin ve hukuk devleti ilkesinin korunması ve
ileri götürülmesi öncelikli hedefimiz.” diyor ve devam ediyor, “Bu alanda
ortaya koymuş olduğumuz çalışmalar Türkiye’nin uluslararası toplumda… Türkiye
örnek ülke gösterilmektedir.” diyor ve siz de Sayın Adalet Bakanı olarak da
“Bugün itibarıyla Türkiye çok daha şeffaf, çok daha özgürlükçü bir mevzuata
sahip olmakla birlikte çok mesafe katettik.” diyorsunuz. Sizin ve Başbakanın
söylemlerindeki başarı ve mesafe Dünya Adalet Projesi tarafından yayınlanan
raporda Türkiye’de hukukun üstünlüğü konusunda 97 ülkeden 71’inci, Hükûmetin
hesap verilebilirliği açısından 68’inci sırada, temel haklar konusunda 76’ncı
sırasında yer alması; Tanzanya, Gana, Kenya, Liberya gibi ülkelerin gerisinde
kalması mıdır sizin mesafe olarak katettiğiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Türkoğlu, lütfen tamamlayınız.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Adalet Bakanımız, PKK’nın uzantısı şehir yapılanması olduğu
bilinen KCK şebekesine ilişkin soruşturma tamamlanmış, iddianame düzenlenmiş ve
dava devam etmekte. Bu dava sanıkları arasında PKK’nın İmralı’da cezasını çeken
teröristbaşı bebek katili yoktur. Oysa, bebek katilinin hem PKK’nın hem de
KCK’nın lideri olduğu bilinmektedir. Ayrıca, İmralı’dan kendi el yazısıyla
yazdığı ve MİT mensuplarınca PKK’lı teröristlere ulaştırılan mektuplardan da
KCK’nın liderinin eşkıyabaşının olduğu bellidir, örgütü oradan yönettiği
anlaşılmaktadır.
Bu sebeple, bebek katilinin iddianameye dâhil edilmemesinin nedeni
nedir? Hükûmetinizce PKK’ya bu konuda bir söz, taahhütte mi bulunulmuştur?
“Açılımlar”, “büyük zehir yasası”, “ana dilde savunma” derken, zamanı
geldiğinde bu katili affetmeyi kolaylaştırmak için bu davaya dâhil
edilmemiştir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanlar, buyurun.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Öncelikle, son, Sayın Baluken’in kürsüden ifade ettiği bir hususta
tek cümlelik bir şey söylemek istiyorum, o da şudur: Cezaevinde bulunan öğrenci
sayısına ilişkin yazılı soru önergesine verilen cevapta, cezaevine girdikten
sonra, bizim teşvikimizle uzaktan eğitim sistemiyle üniversite öğrencisi
olanların sayısıyla beraber 2.824 öğrenci vardır. Bunların 2.638 tanesi
cezaevine girdikten sonra uzaktan eğitim yoluyla üniversite okumaktadır.
Doğrudan üniversite öğrencisiyken tutuklanan kişi sayısı 87’dir bugün
itibarıyla Sayın Baluken.
Değerli milletvekilleri, Sayın Alim Işık’ın sorusuyla başlıyorum.
“Son bir yılda karşılıksız çek artışı ne kadardır?” ve “Tazyik hapsinin
kaldırılması için bir çalışmanız var mıdır?” Karşılıksız çek miktarında bir
miktar artış vardır son bir yıl içerisinde. Ancak, bu artışın Çek Yasası’nda
yapılan değişiklikten kaynaklı olmadığı düşüncesine sahibiz. Merkez Bankası da,
Hazine de aynı görüşe sahip. Sebebi de şu: Bu dönem içerisinde karşılıksız çek
miktarındaki artış ile protestolu senetteki artış miktarı ve dönmeyen kredi
miktarındaki artış miktarları birbirine paraleldir. Genel ekonomik parametrelere
dayalı olarak, sıkı para politikasından kaynaklı bir artış olduğu
gözlenmektedir ve bugün itibarıyla karşılıksız çek miktarı 2009 tarihi
öncesindeki yüzde 5’lik karşılıksız çek miktarının altındadır. Onun dışında,
tazyik hapsinin kaldırılmasına dönük bir çalışma şu anda bulunmamaktadır Sayın
Işık.
Sayın Dibek’in sorusu: “Mübaşirlerin genel idari hizmetler
sınıfına geçmesine dönük bir çalışmanız var mıdır?” Bugün itibarıyla
personelimizin özlük haklarına ilişkin değişiklikleri böyle mübaşirler için
ayrı, yazı işleri mensupları için ayrı bir özlük düzenlemesi şeklinde bir
çalışma söz konusu değil. Daha önce böyle bir girişim oldu ancak Başbakanlıkta
tüm bunların ortak bir çalışmayla düzenlenmesine dair bir ekip çalışması var,
onun içerisinde değerlendirilmesi düşünülüyor.
Cezaevlerinde bilgisayar kullanma süresine ilişkin olarak da
kurumdaki mevcut bilgisayarlar ve kullanmak isteyenlerin sayısına göre her ceza
infaz kurumunda değişebiliyor. Özellikle gazetecilere veya savunma
hazırlayanlara bu noktada özel imkânlar sağlamaktayız, hatta bize ulaşan talepler
oldu, bu taleple ulaşanlara özel kullanma imkânları da sağladık, bunu da
paylaşayım.
Sayın Varlı’nın: “Sayın Arınç’a suikast soruşturması ne oldu?”
Değerli arkadaşlar, bu konuda yazılı soru önergeleri de geliyor sizlerden.
Ankara Başsavcılığına soruyoruz, gelen cevap şu, gelen arkadaşlarımız olabilir,
cevaplar kendisine ulaşmış milletvekillerimiz olabilir: Soruşturmada gizlilik
kararı var ve soruşturma devam ediyor. Bununla ilgili herhangi bir bilgi
paylaşamayacaklarını ifade ediyorlar.
2002’yle 2012 yılları arasında karşılıksız çekten tutuklu
olanların sayısına dönük bir soru vardı. Bugün itibarıyla karşılıksız çekten
tutuklu kimse yok, bunu biliyorsunuz, hürriyeti bağlayıcı cezayı kaldırdık ama
yıllar itibarıyla mukayese istiyorsanız, geçmişe dönük, onları değerlendirir,
sizlerle paylaşırız.
Sayın Bulut: “Ceza ve tevkifevleri bünyesinde çalışan personelin
özlük haklarında bir düzenleme yapılması düşünülüyor mu?” Bu da Sayın Dibek’in
sorusuna verdiğim cevapla paralel ancak Parlamentoya cezaevlerimizin dış
güvenliğinin yine infaz koruma personeli tarafından sağlanmasına yönelik bir
tasarı geldi. Bu tasarı görüşülürken Maliyeyle,
Hükûmetle ve maliye politikalarını yürüten bakanlıklar ile belli bir
uzlaşma sağlanabilirse o çerçevede değerlendirilebilecektir.
“Meslekte on yılını dolduran avukatlara yeşil pasaport
uygulamasına dönük bir çalışma var mıdır?” Şu an itibarıyla bu sadece bizim
girişimimizle olacak bir husus değil. Dışişleri Bakanlığının da bu konuda belli
mesafeler alması gerekiyor. Bir tek Adalet Bakanlığının gayretleriyle netice
alınacak bir konu değil Değerli Vekilimiz.
Sayın Çınar “Kastamonu’da
kapatılan adliyelerin ve mağduriyetlerin giderilmesine dönük yeni bir çalışma
yapılacak mı?” diye sordu. Buna dönük başka sorular da var, bir başka ilimizden
daha geldi. Bugün itibarıyla…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Muğla’dan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Muğla’dan geldi evet. Yeni
adliye kapatmaya dönük bir çalışma olmadığı gibi, kapatılan adliyelerin
açılmasına dönük de bir çalışma bulunmamaktadır.
Sayın Türkoğlu, “KCK davası açıldı, iddianamesi tanzim edildi
ancak bu iddianamede, İmralı’da yatan hükümlünün KCK yöneticisi olduğu
bilinmesine rağmen bu iddianamede olmayışının özel bir anlamı var mıdır?” diye
bir soru yöneltti. Bilindiği gibi iddianamelerin tanzimi savcılar tarafından
yapılır. Burada örgütle direkt böyle bir yönetim, hiyerarşik yapı tespit etmiş
ise savcılığın bunu iddianameye dâhil etmiş olması gerekirdi ama netice
itibarıyla iddianameleri yürütme mensupları değil, savcılar değerlendiriyorlar.
Bundan sonraki -sürem bitti- sorulara yazılı olarak cevap
vereceğim.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Buyurun Sayın Çelik.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) –
Efendim, teşekkür ediyorum.
Prim yapılandırmaları, bildiğiniz gibi birkaç kez
gerçekleştirildi. “Yeni bir prim yapılanması var mı, yapılabilir mi?” diye
soruldu. Şu anda gündemimizde olmadığını belirtmek istiyorum.
Atama bekleyen iş ve meslek danışmanlarıyla ilgili olarak şu anda
Meclise taşıdığımız bir düzenleme var. Danıştayın kararından sonra 817 iş ve
meslek danışmanının iş akdinin feshi durumu söz konusu. Hem onların iş akdini
devam ettirecek hem de dava konusu yapan arkadaşların bu hakkı kazanmalarını
sağlayacak ve temel kadro olan 4 bin kişinin istihdamı, yasayla birlikte bir ay
içerisinde bu arkadaşların göreve başlama imkânları olacak.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Ne zamana kadar?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yasa
geliyor, “Bir ay içerisinde.” diyor.
İşçilerin kadroya alınması, dört-altı aydan daha kısa bir süre
çalışanların kadroya alınması şu anda gündemimizde olan bir hadise değil.
Taşeron işçilerle ilgili iki soru geldi. Bildiğiniz gibi, gerek
tazminat sorunu gerek çalışma saatleri gerekse yıllık izin ve aylık izin süreleri
konusunda alt işveren yanında çalışan işçilerin ciddi sorunları var. Şu anda bu
taslak çalışmayı Bakanlık bünyesinde sürdürüyoruz, bu yasama döneminde bu
sıkıntıların ortadan kalkması, alt işveren çalışanlarının sorunlarının
giderilmesi konusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bildiğiniz gibi, alt
işveren yanında çalışanların yargıda sonuçlanan davaları da var, bunların da
gündemimizde olduğunu belirtmek istiyorum.
Malulen emekli olanlarla ilgili rapor, bildiğiniz gibi, sağlık
kurumlarından, hastanelerden veriliyor; bu rapor kurumumuza geliyor, kurumun
bünyesindeki kurul tarafından sonuçlandırılıyor. Eğer olumsuzluk var ise bu
Yüksek Sağlık Kuruluna itirazda bulunabiliyor, eğer orada netice alınamıyorsa
yargı yolu bu anlamda açık. Eğer kişisel bir durum söz konusu ise, bildiğiniz
ama netice alınamayan bir durum ise, engelliliği yüzde 60’ın üzerinde olmasına
rağmen bir sorun yaşanıyor ise bunun değerlendirmesini yapabiliriz.
Ayrıca “İşsizlik risk primiyle ilgili bir çalışmanız var mı
BAĞ-KUR’lularla ilgili?” diye ifade ettiniz. Bu konuda bir çalışmamızın
olmadığını belirtmek istiyorum.
“Aç kaldınız mı?” Çok şükür aç kalmadık. Türkiye'de kimseyi aç
bırakmayacak bir yönetim anlayışını sergiliyoruz, bunu özellikle belirtmek
istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yaşa takılanlarla ilgili ve benzeri yaklaşımları da ben defalarca
söyledim. Sosyal güvenlikte popülizm yapanlar siyaseten de kaybettiler yani her
açıdan kaybettiler. Sosyal güvenlik, popülizm yapılmaması gereken bir alandır,
muhalefetin de bu yasal çalışmayı, düzenlemeyi yaparken desteğini almış idik.
Onun için…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, başka bir çözüm
bulun, başka. Aç! Aç! Aç! (AK PARTİ sıralarından “Kim aç?” sesleri)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) –
Türkiye’de -söyledim- böyle bir şey söz konusu değil, bunu ifade edeyim.
Çocuk işçiliğiyle ilgili olarak değerli arkadaşlar, altı-on yedi
yaş grubunda, 1994 yılında ekonomik işlerde çalışan çocukların oranı yüzde
15,2; bu oran, 99 yılında yüzde 10,3; 2006 yılında yüzde 5,9’a düşmüş
bulunuyor. Yeni bir rakam elimizde yok. TÜİK 2013 yılında bu rakamları
açıklayacak.
Kısmi emekli aylıklarıyla ilgili bir soru var, bunu ifade ederek
sunumumu kapatayım. SSK 645 TL, SSK tarım 506 TL, BAĞ-KUR esnaf 441, BAĞ-KUR
tarım 363, Emekli Sandığı 1.084 asgari aylıktan, arkadaşlar ifade ettiler,
sordular. Rakamların bu şekilde olduğunu ifade ediyorum.
Adana, Hatay illerinde diş protez laboratuvarlarına yönelik şu
anda önleyici amaçlı program teftişlerimizin devam ettiğini de ilgili arkadaşa
ifade ediyorum.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, toplantı yeter sayısı
istiyoruz.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Tanal.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yoklama istiyoruz efendim, toplantı
yeter sayısı.
BAŞKAN – Peki, yoklama yapacağım.
Evet, bir yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Şimdi, sırasıyla 4’üncü turda yer alan bütçelerin bölümlerine
geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
Adalet Bakanlığının 2013 yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum ancak yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Sayın Tanal, Sayın Kuşoğlu, Sayın Aslanoğlu, Sayın Türeli, Sayın
Akar, Sayın Dibek, Sayın Özdemir, Sayın Sarıbaş, Sayın Gök, Sayın Kesimoğlu,
Sayın Serindağ, Sayın Canalioğlu, Sayın Ören, Sayın Tunay, Sayın Kaplan, Sayın
Öz, Sayın Atıcı, Sayın Özgümüş, Sayın Develi, Sayın Aksünger.
İki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003)
(S.Sayısı: 362) (Devam)
Ğ) ADALET BAKANLIĞI (Devam)
1) Adalet Bakanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Adalet Bakanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) CEZA VE İNFAZ KURUMLARI İLE
TUTUKEVLERİ İŞ YURTLARI KURUMU (Devam)
1) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
I) TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK
KURULU (Devam)
1) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI (Devam)
1) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU
(Devam)
1) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Mesleki Yeterlilik Kurumu
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME
İDARESİ ENSTİTÜSÜ (Devam)
1) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Devlet Personel Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Devlet Personel Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Adalet Bakanlığı 2013 yılı merkezi yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
08) ADALET BAKANLIĞI
1) Adalet Bakanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 1.230.957.500
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 1.370.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 5.603.055.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 6.835.383.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2) Adalet Bakanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 5.089.054.239,00
Bütçe Gideri 5.079.365.269,12
Ödenek Üstü Gider 15.202.653,81
İptal Edilen Ödenek 24.891.623,69
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013
yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.41) CEZA VE İNFAZ KURUMLARI İLE
TUTUKEVLERİ İŞ YURTLARI KURUMU
1) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 808.308.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 808.308.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Vergi
Gelirleri 4.724.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 81.163.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış
ve Yardımlar ile Özel Gelirler 701.405.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 20.855.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
06 Sermaye
Gelirleri 616.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
09 Ret ve
İadeler 455.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 808.308.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2013
yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2011
yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Ceza ve İnfaz Kurumları ile
Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 1.313.677.000,00
Bütçe Gideri 1.196.356.616,26
İptal Edilen Ödenek 117.320.383,74
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 746.727.000,00
Net Tahsilat 1.289.627.761,01
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Ceza ve İnfaz kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu 2011
yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.10) TÜRKİYE ADALET AKADEMİSİ
BAŞKANLIĞI
1) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 14.767.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 14.767.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 561.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış
ve Yardımlar ile Özel Gelirler 14.047.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer Gelirler 159.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 14.767.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Türkiye Adalet Akademisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 14.822.277,44
Bütçe Gideri 11.171.815,69
İptal Edilen Ödenek 3.610.461,75
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 40.000,00
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 11.786.000,00
Net Tahsilat 11.738.257,88
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
23) HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK
KURULU
1) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 50.859.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 50.859.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 36.284.000,00
Bütçe Gideri 17.026.979,34
İptal Edilen Ödenek 19.257.020,66
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
18) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANLIĞI
1) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 56.895.600
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 23.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 1.474.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 395.342.050
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 360.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik
ve Sosyal Yardım Hizmetleri 31.659.317.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 32.113.411.650
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 21.860.145.708,00
Bütçe Gideri 21.825.705.699,67
İptal Edilen Ödenek 34.440.008,33
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Mesleki Yeterlilik Kurumu 2013 merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.50) MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU
1) Mesleki Yeterlilik Kurumu 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 6.700.100
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 2.428.900
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 9.129.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 494.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 8.959.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 9.453.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Mesleki Yeterlilik Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Mesleki Yeterlilik Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Mesleki Yeterlilik Kurumu 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 7.865.000,00
Bütçe Gideri 3.470.699,06
İptal Edilen Ödenek 4.394.300,94
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 8.605.000,00
Net Tahsilat 3.334.316,64
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Mesleki Yeterlilik Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2013 merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.07) TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME
İDARESİ ENSTİTÜSÜ
1) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 7.793.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni
ve Güvenlik Hizmetleri 410.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 254.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 3.273.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir
TOPLAM 11.730.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 1.396.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan
Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler 10.334.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir
TOPLAM 11.730.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2013 yılı merkezî
yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2011 yılı merkezî
yönetim kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 10.530.483,11
Bütçe Gideri 9.863.823,71
İptal Edilen Ödenek 664.885,28
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 1.774,12
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 8.998.000,00
Net Tahsilat 9.472.161,86
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2011 yılı merkezî
yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Devlet Personel Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
18.75) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
1) Devlet Personel Başkanlığı 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 17.160.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 7.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 17.167.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Personel Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Devlet Personel Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Devlet Personel Başkanlığı 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 17.528.000,00
Bütçe Gideri 12.009.448,91
İptal Edilen Ödenek 5.518.551,09
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Devlet Personel Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Böylece, Adalet Bakanlığı, Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri
İş Yurtları Kurumu, Türkiye Adalet Akademisi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Mesleki Yeterlilik Kurumu,
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ve Devlet Personel Başkanlığının
2013 yılı merkezî yönetim bütçeleri ve 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesapları kabul edilmiştir. Hayırlı olmalarını temenni ederim.
Sayın milletvekilleri, dördüncü tur görüşmeler tamamlanmıştır.
Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını sırasıyla
görüşmek için 13 Aralık 2012 Perşembe günü saat 11.00’de toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.