DÖNEM: 24 YASAMA
YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 37
37’nci Birleşim
11 Aralık 2012 Salı
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- YOKLAMA
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Millî Savunma
Komisyonu ve İçişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir heyetin, Bölgesel
Silahların Kontrolü, Doğrulama ve Uygulama Yardım Merkezi ve Bosna Hersek
Parlamentosunun ortaklaşa düzenlediği “Savunma ve Güvenlik Komiteleri: Bölgesel
Parlamenter Konferans” konulu toplantıya vaki davete icabetle Hırvatistan’a
resmî bir ziyarette bulunmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
tezkeresi (3/1069)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/698) (S. Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi
Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI
1)
Cumhurbaşkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2)
Cumhurbaşkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1) Sayıştay
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sayıştay
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
1) Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1) Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) YARGITAY
1) Yargıtay 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Yargıtay 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY
1) Danıştay 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Danıştay 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK
1) Başbakanlık
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Başbakanlık
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ğ) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI
1) Millî
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL SEKRETERLİĞİ
1) Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
I) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
1) Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1) Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1) Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
1) Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
1) Atatürk
Araştırma Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk
Araştırma Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
1) Atatürk Kültür
Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür
Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) TÜRK DİL KURUMU
1) Türk Dil
Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Dil
Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O) TÜRK TARİH KURUMU
1) Türk Tarih
Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Tarih
Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in AK PARTİ Grup
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın
Cumhuriyet Halk Partisine ve CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
4.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
5.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın CHP
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
6.- Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
7.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal’ın, Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın Adalet ve
Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
8.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal’ın CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
9.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın CHP
Grubuna ve şahsına sataşması nedeniyle konuşması
10.- Ankara
Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
11.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
12.- Antalya
Milletvekili Gürkut Acar’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
13.- Hakkâri
Milletvekili Adil Kurt’un, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
14.- Ankara
Milletvekili Mustafa Erdem’in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
15.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
16.- Malatya
Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
17.- Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Ankara
Milletvekili Aylin Nazlıaka ve Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
18.- Ankara
Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili
İzmir Milletvekili Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı
dilediğine ilişkin açıklaması
2.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, konuşmasında sarf ettiği bazı ifadelerini
düzelttiğine ilişkin açıklaması
3.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili
İzmir Milletvekili Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı
dilediğine ilişkin açıklaması
4.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan
Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı
dilediğine ilişkin açıklaması
5.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, acıları paylaşmanın insani bir şey olduğuna ama
BDP Grubundan yakınlarını kaybedenlere aynı hassasiyetin gösterilmediğine
ilişkin açıklaması
VII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın, Başkanlık Divanı olarak Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’a annesinin
vefatı nedeniyle başsağlığı dilediklerine ilişkin konuşması
VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bankacılık sektörüne yönelik vergi
politikalarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/12025)
2.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kırklareli’nin Demirköy ilçesinde EPDK’ya yapılan
termik santral başvurusuna ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar’ın cevabı (7/12140)
3.- Adana
Milletvekili Ali Halaman’ın, kayıt dışı ekonominin önlenmesine ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/12309)
4.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Dubai
Temsilciliğine ataması yapılan bir kişiyle ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu
ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/12401)
5.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerindeki gelişmelerin Türk
şirketlerine olumsuz etkisine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan’ın cevabı (7/12402)
6.- Antalya
Milletvekili Yıldıray Sapan’ın, yabancılara yapılan toprak satışlarına ilişkin
sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/12428)
7.- Niğde
Milletvekili Doğan Şafak’ın, Enerji Kimlik Belgesi alımlarında yaşanan
sorunlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/12431)
8.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, hakkındaki suç duyuruları ile soruşturmalara ve
yargılandığı davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın cevabı (7/12543)
9.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Başbakanın kendisi tarafından ve kendisi hakkında
açılan davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın cevabı (7/12544)
10.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, taraf olduğu davalara ilişkin Başbakandan sorusu
ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/12559)
11.- Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan’ın, Van depreminden sonra inşa edilen TOKİ konutlarının
metrekare birim maliyetlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/12594)
12.- İzmir
Milletvekili Hülya Güven’in, yabancılara gayrimenkul satışı ile ilgili gizli
ibareli bir belgenin basında yer almasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/12597)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
14.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud
Abbas’ın Genel Kurula hitaben bir konuşma yapma isteği kabul edildi.
Sayıştay Başkanlığının
denetim raporlarını Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmadığı gerekçesiyle 2011
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerinin yapılıp
yapılmayacağına ilişkin usul görüşmesi yapıldı. Görüşmelere devam edilmesi kabul
edildi.
2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı (1/698) (S. Sayısı: 361) ve 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi ve tasarıların 1’inci maddeleri
okundu.
İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal, 6 Aralık 2012 tarihli 35’inci Birleşimdeki bazı ifadelerini düzelttiğine
ilişkin bir konuşma yaptı.
Genel Kurulu teşrif etmiş
bulunan Kenya Cumhuriyeti Parlamenter Hizmetleri Komisyonu Heyetine,
Genel Kurulu teşrif etmiş
bulunan Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’a,
Başkanlıkça “Hoş geldiniz”
denildi.
Alınan karar gereğince,
Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.
İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP Grubuna ve Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanına,
Bingöl Milletvekili İdris
Baluken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BDP Grubuna,
Yalova Milletvekili Muharrem
İnce, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına,
Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Bingöl Milletvekili İdris
Baluken ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve Kalkınma Partisi
Genel Başkanına,
Sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
Alınan karar gereğince, 11
Aralık 2012 Salı günü saat 11.00’de toplanmak üzere 22.21’de birleşime son
verildi.
Cemil
ÇİÇEK
Başkan
Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Özlem
YEMİŞÇİ
Bartın Tekirdağ
Kâtip Üye Kâtip
Üye
11 Aralık 2012 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet
SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT
(Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşimini
açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır, okutuyorum:
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
Tezkereler
1.- Millî Savunma Komisyonu ve
İçişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir heyetin, Bölgesel Silahların
Kontrolü, Doğrulama ve Uygulama Yardım Merkezi ve Bosna Hersek Parlamentosunun
ortaklaşa düzenlediği “Savunma ve Güvenlik Komiteleri: Bölgesel Parlamenter
Konferans” konulu toplantıya vaki davete icabetle Hırvatistan’a resmî bir
ziyarette bulunmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi
(3/1069)
06/12/2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Bölgesel Silahların Kontrolü, Doğrulama ve Uygulamaya Yardım
Merkezi ve Bosna Hersek Parlamentosunun ortaklaşa düzenlediği "Savunma ve
Güvenlik Komiteleri: Bölgesel Parlamenter Konferans" konulu toplantı
davetine icabetle, Milli Savunma ve İçişleri komisyonları üyelerinden oluşan
bir heyetin Hırvatistan'a resmî bir ziyarette bulunması öngörülmektedir.
Söz konusu heyetin anılan davete katılması hususu, 28/3/1990
tarihli ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 9'uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Tezkere kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemimize göre 2013 yılı Merkezi Yönetim
Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
görüşmelere devam edeceğiz.
Program uyarınca, bugün iki tur görüşme yapacağız. Birinci turda
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, Danıştay, Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Millî
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bütçe ve kesin hesapları ile Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu kesin hesabı yer almaktadır.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (x)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (x)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI
1) Cumhurbaşkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Cumhurbaşkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
BAŞKANLIĞI
1) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1) Sayıştay Başkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sayıştay Başkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME
KURULU
1) Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) YARGITAY
1) Yargıtay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Yargıtay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY
1) Danıştay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Danıştay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK
1) Başbakanlık 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Başbakanlık 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
Ğ) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
MÜSTEŞARLIĞI
1) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
(x) 361 ve 362 S. Sayılı
Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 10/12/2012 tarihli 36’ncı Birleşim
Tutanağı’na eklidir.
H) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL
SEKRETERLİĞİ
1) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Sayın milletvekilleri, 5/12/2012 tarihli 34’üncü Birleşimde, bütçe
görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için
soru-cevap işleminin yirmi dakika olması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda
yer alan bütçelerle ilgili soru sormak isteyen milletvekillerinin sisteme
girmeleri gerekmektedir. Tur üzerindeki konuşmalar bittikten sonra soru
sahipleri ekrandaki sıraya göre sorularını yerlerinden soracaklardır. Soru
sorma işlemi on dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de on dakika
süre verilecektir. Cevap işlemi on dakikadan önce bitirildiği takdirde geri
kalan süre için sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize sunulur.
Birinci turda grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Gruplar:
Milliyetçi Hareket Partisi: Edip Semih Yalçın, Gaziantep
Milletvekili, on dakika; Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili, on
dakika; Faruk Bal, Konya Milletvekili, on beş dakika; İsmet Büyükataman, Bursa
Milletvekili, on beş dakika.
Cumhuriyet Halk Partisi: Atilla Kart, Konya Milletvekili, dokuz
dakika; Bülent Kuşoğlu, Ankara Milletvekili, sekiz dakika; Bedii Süheyl Batum,
Eskişehir Milletvekili, sekiz dakika; Dilek Akagün Yılmaz, Uşak Milletvekili,
sekiz dakika; Turgut Dibek, Kırklareli Milletvekili, sekiz dakika; Kamer Genç,
Tunceli Milletvekili, dokuz dakika.
Barış ve Demokrasi Partisi: Sırrı Sakık, Muş Milletvekili, yirmi
dakika; Murat Bozlak, Adana Milletvekili, on beş dakika; Altan Tan, Diyarbakır
Milletvekili, on beş dakika.
AK PARTİ: Muhammet Bilal Macit, İstanbul Milletvekili, beş dakika;
Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş Milletvekili, beş dakika; Mustafa Kabakcı, Konya
Milletvekili, beş dakika; Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili, beş dakika;
Yusuf Başer, Yozgat Milletvekili, beş dakika; Yahya Akman, Şanlıurfa
Milletvekili, beş dakika; Mevlüt Akgün, Karaman Milletvekili, beş dakika;
Mehmet Necati Çetinkaya, Adana Milletvekili, beş dakika; Hilmi Bilgin, Sivas
Milletvekili, beş dakika; Fatih Şahin, Ankara Milletvekili, beş dakika.
Şahısları adına: Zülfü Demirbağ, Elâzığ Milletvekili, beş dakika,
lehinde.
Aleyhinde Tufan Köse, Çorum Milletvekili, beş dakika.
Soru-cevap işlemi yirmi dakika.
Şimdi, Edip Semih Yalçın, Gaziantep Milletvekili.
Buyurun efendim.
Süreniz on dakika. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA EDİP SEMİH YALÇIN (Gaziantep) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesinin bugün burada görüşülmesi
vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, son günlerde iktidar partisinin sözcüleri
tarafından kamuoyunda sıcak tutulmaya çalışılan gündem maddelerinin ilk
sırasında başkanlık sistemi gelmektedir. Bu, doğrudan Cumhurbaşkanlığı makamını
alakadar eden bir konudur, ancak meselenin muhatabı olan Sayın
Cumhurbaşkanından şimdiye kadar bu hususta herhangi bir açıklama gelmemiştir.
Mevcut iktidarın tam da yeni anayasa oluşturma sürecinde bu
meseleyi ortaya atması, bizce dikkat çekicidir. Bildiğiniz gibi Türkiye Büyük
Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonunda yeni anayasa yazma çalışmaları
devam etmektedir. Tabiatıyla, rejimin şeklini tayin edecek olan başkanlık
sistemi tartışmaları da komisyona gelecektir. Bu durumda yeni anayasa
çalışmaları sekteye uğrayacak ve rejim tartışmalarının gölgesinde kalacaktır.
Rejim tartışmalarının gündem oluşturduğu bir zamanda, anayasa yazımının
beraberinde bir siyasi kriz getirme ihtimali bu sebeple yüksektir. Bu yüzden
öncelikle rejim tartışmaları sonlandırılmalı, anayasa bilahare nihai şeklini
almalıdır.
Türkiye'de temel hak ve hürriyetlerle ilgili ihlallerin
yaygınlaştığı bir zamanda, her türlü insani ve demokratik hakkın teminat altına
alınmasının yolları aranacak yerde, başkanlık sisteminin derde deva gibi
gösterilmeye çalışılmasında, doğrusu biz iyi niyet aramıyoruz, başkanlık
modelinin, Türkiye’nin sorunlarına çare olacağı yönündeki değerlendirmelere de
katılmıyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, siyasi rejim bir siyasi binadır. Bir
toplumun yönetim yapısını, geniş anlamda, yönetenlerle yönetilenler arasındaki
ilişkileri düzenleyen bir sistemdir. Toplumda birlik ve bütünlük olgusunu
sürekli kılacak olan ortak dil, kültür, coğrafya, vatan ve inanç birliği gibi
değerler ise, bu değerleri bir arada tutacak olan da siyasi rejimdir. Toplumsal
ahenk ve dengeyi sağlayamayan rejimler devletleri yıkıma götürür. Dünya yüzünde
çok sayıda siyasi rejim anlayışı ve uygulaması bulunmaktadır. Her ülke kendi
toplum yapısına uyan yönetim tarzını benimseyip uygulamaktadır. Teorik açıdan
en az kusurlu görülen rejimler bile uygulamada mutlaka yeni sorunlar
çıkarmaktadır. Hele de bir toplumun yapısına, kültürel dinamiklerine uygun
olmayan siyasi rejim modeli benimsendiğinde sosyal doku onu reddedecektir.
Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalarda en çok Amerika Birleşik Devletleri
akla gelmektedir ancak Amerikan modelinin bir başka ülkede işleyip
işlemeyeceği, bu modelin başka sosyal yapılara uyup uymayacağı çok da fazla
dikkate alınmamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık sisteminin
kendine has tarihî bir süreci vardır. Amerikan toplumunun yapısı, dinamikleri
ve federal devletin kuruluşu esnasındaki sancılar sadece ve sadece bu ülkeye
özgüdür, bu millete ait değil.
Sayın milletvekilleri, klasik parlamenter rejim, millet
temsilcilerinin seçtiği cumhurbaşkanına temsilî görevler yüklemektedir. Bu
sistemde, başbakanların yetkileri yarı başkanlık modelini aratmaz. Buna
karşılık yarı başkanlık seçiminde başkanın yetki sahası oldukça geniştir.
Başkanın, meclisi dağıtabilme, referandum isteyebilme, olağanüstü durum ilan
ederek yasama, yürütme ve hatta yargı gücünü elinde toplayabilme gibi
hükümdarlığa özgü yetkileri de vardır. Başkan, hem yasamanın hem de yürütmenin
üstünde bir kraldır. Bu nedenle ünlü siyaset bilimci Marcus Duverger, başkanlık
sisteminde yürütmenin başını “seçilmiş kral” olarak nitelendirmiştir. Yarı
başkanlık modelini, Türkiye'nin sorunlarını çözecek, dertlere deva bir sistem
gibi sunmak doğrusu doğru değildir. ABD dışındaki ülkelerde, bu modelin
avantajlarından çok dezavantajları bulunmaktadır. Dünyada İngiltere, Almanya,
İtalya, Japonya, Hindistan ve Avustralya başta olmak üzere, Türkiye gibi
parlamenter demokrasiyle yönetilen ülke sayısı başkanlıkla yönetilenden çok
daha fazladır. Ayrıca, herhangi bir ülkedeki demokrasinin seviyesiyle başkanlık
sistemi arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu gösteren hiçbir delil, hiçbir
bilimsel veri yoktur.
Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakanın başkanlık hayalleri bir
AKP milletvekili tarafından kitaplaştırılmış ve kamuoyuna sunulmuştur.
Başkanlık sistemini savunan kitapta, iktidar partisinin hayata geçirmeye
çalıştığı başkanlık sisteminin hükümdarlığa benzediği itiraf edilmektedir.
Bakınız, Sayın Başbakan da ne diyor bu hususta, yani Başkanlık
sistemi hakkında: “Başkanlık sistemini tartışıp faydalı yanlarını alalım. Öyle
çalışalım ki Türk sistemi olsun.” Sayın Başbakan, bir kere, rejimin bir Türk
yönetim tarzı olmasının birinci şartı, üniter devlet yapısının ve “millî
egemenlik” ilkesinin mutlaka korunmasıdır. Anayasa’dan “Türk” adını ve millî
egemenlik vurgusunu kaldırmaya çalışan, millet kavramının içini boşaltan bir
zihniyetin Türk milletinin dokusuna ve Türk kültürüne uygun bir başkanlık
sistemi oluşturacağına inanmamız asla mümkün değildir.
Nitekim, bir süre önce bir araştırma şirketi tarafından yapılan
bir kamuoyu yoklaması, başkanlık sistemine yönelik desteğin halk indinde
oldukça düşük olduğunu ortaya koymuştur.
Şurası bir gerçektir ki bir ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumu,
demokrasinin sağlıklı işleyişi sistemin türüne değil, nasıl çalıştığına ve
tasarlandığına bağlıdır. O zaman Türkiye için sorun nerededir? Sorun rejimde
değil, rejimi yönetenlerin mantalitesinde, bakış açısında ve uygulamadaki
eksiklerin belirlenmesindedir. Türkiye'nin öncelik ve ihtiyaçlarını tayin
etmekte siyasi iktidarın maalesef sıkıntısı vardır. Türkiye, bölge ateş çemberi
içindeyken ve sınırlarımızın güvenliği tehdit altındayken Sayın Başbakanın tek
adamlık ihtirasları doğrultusunda belirlenen gündem maddeleriyle maalesef zaman
kaybetmektedir.
Değerli arkadaşlar, demokrasi çoğunluğun mutlak ve keyfî iradesi
üzerine bina edilmiş bir rejim değildir. Demokrasi çoğunluğun tahakkümü
karşısında azınlıkta kalanların haklarının da garanti altına alındığı yönetim
biçimidir. Demokrasiyi halkın seçimlerle iradesini belirlemesinden ibaret saymak yanlıştır.
Dikta rejimlerinde de halk sandığa gitmekte, diktatöre oy vermektedir. Demek ki
esas olan, halkın bütün kesimlerinin hukukunu eşit düzeyde koruyan, adil ve özgürlükçü
bir rejimin kurulmasıdır. Sözünü ettiğimiz modern demokrasiye en yakın sistem
çok partili parlamenter sistemdir, çoğulcu demokrasidir. Bu itibarla, başkanlık
sistemini çare olarak lanse etmek akla uygun değildir. Aslolan, eksiklik ve
kusurları giderecek gerekli anayasal ve yasal düzenlemelerin yapılması ve
sistemin sağlıklı işletilmesidir.
O bakımdan, Türkiye’de mevcut parlamenter sistemi değiştirmeye
değil, bilakis güçlendirmeye ve iyileştirmeye odaklanılmalıdır. Nasrettin
Hoca’nın göle maya çalması misali “Ya tutarsa!” diyerek milletimizin kültür
gölüne rejim ithal etmenin veya birkaç farklı rejimi karıştırarak devlet ve
toplum bünyesinde yabancı bir karışım denemenin ne yararı ne de gereği vardır.
Türkiye’de başkanlık sistemini getirmek için şartlar henüz
olgunlaşmamıştır. Başkanlık sistemini istemeden önce, Türkiye’yi yönetenlerin
bu toprakların sahiplerinin kim olduğu noktasında mutabakata varmaları, Türk
milletinin ebedî egemenliğini kabullenmeleri zaruridir.
Saygıdeğer milletvekilleri, başkanlık tartışmaları vesilesiyle bir
gerçek daha ortaya çıkmıştır. O da Sayın Başbakanın partimizin fikir babası
olan merhum Alparslan Türkeş Bey’in “Dokuz Işık” adlı kitabını zaman zaman
okuması ve açıklamalarında onu esas almasıdır. Sayın Başbakanın “Dokuz Işık”ı
başkanlık sistemi için referans göstermesi bizi ziyadesiyle memnun etmiştir
ancak Sayın Erdoğan “Dokuz Işık”tan başkanlık hayallerine uyan kısmı almakta,
geri kalan onca değerli bilgiyi ise görmezden gelmektedir. Başkanlık sistemi
için “Dokuz Işık”ı örnek veren AKP yöneticileri bu hâlleriyle boşuna
çırpınmaktadırlar. O kitabı yazan anlayış, Türkiye'nin Türk milletine ait
olduğu gerçeklerine dayanmaktadır; Türk devletinin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü, millî ve üniter devlet yapısını esas almaktadır.
Sıkışınca MHP’nin fikriyatına sarılan AKP’lilerin “Dokuz Işık”tan işine gelen
yerleri kullanmakla yetinmeyip onun ruhuna vâkıf olmasını temenni ediyoruz.
Bu dilek ve temennilerimle sözlerime son veriyor, yüce Meclisi en
derin saygılarımla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalçın.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Süleyman
Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.
Sayın Korkmaz, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Sayıştay
Başkanlığının bütçeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tarih yapan bir Meclisin değerli üyeleri, bildiğiniz gibi, önce
Büyük Millet Meclisinin önderliğinde istiklal mücadelesi verilmiş, sonra da
devletimiz kurulmuştur. Bunun için de bu Meclis, Gazi Meclistir; Türk
milletinin yegâne çare kapısıdır; kıymeti, Meclisin ortadan kaldırıldığı darbe
dönemlerinde daha iyi anlaşılmıştır çünkü her askerî darbe Meclisi hedef
almıştır. Ancak, Meclis olmadan meşruluklarını anlatamayacakları için askerî
cuntalar dahi kendi iradelerini yasalaştıran, göstermelik de olsa, bir meclis
oluşturmak zorunluluğunu hissetmişlerdir. Bu bakımdan, bu yüce çatı, Türk
milletinin birliğini, beraberliğini temsil ettiği kadar, çoğulcu parlamenter
sistem içerisinde yaşama arzusunu da ifade eder. Bu çatı altında görev yapan
herkes bu görevin mesuliyetinin ve ettiği yeminle de niçin burada bulunduğunun
şuurunda olmalıdır. Herkes gelip geçicidir, baki olan millettir. Sosyologlar
“millet” kavramını sadece bugün yaşayan insanların oluşturduğu bir topluluk
olarak tarif etmezler. Geçmişi ve geleceğiyle bir bütündür millet. İşte bu
nedenle Meclisteki iradenin mutlaka kurucu iradeyi ve milletin bekasını
gözetmesi zorunluluğu vardır. Hiç kimse ve hiçbir parti, kuruluş hukukunun
üzerinde değildir ve kimse de bunun dışında bir talepte bulunamaz. Bunun
dışında davranmayı, dayatmayı bir yöntem olarak benimsemiş hiç kimsenin de
milletvekili dokunulmazlığı gibi bir ayrıcalığa sahip olması düşünülemez. Çünkü
bu yüce çatı millet düşmanlarının, bebek katillerinin, kanun kaçaklarının
altında yer bulduğu, korunduğu bir mekân değildir. Bu hususlara herkesin dikkat
etmesi gerekir, özellikle Meclisi yönetenlerin.
Meclis Başkanlığı sadece yurt dışı seyahatler yapan yahut heyet
kabul eden, Mecliste kimlerin tayin edileceği yahut da Mecliste kimlerin
istihdam edileceğini belirleyen bir makam değildir. Anayasal sistemimize,
devlet bütünlüğüne, millî birliğimizin korunmasına refakat eden bir kurumdur.
Anayasa’mızın lafzı ve ruhuna uygun olmayan birçok tasarı ve teklifler, bu
Mecliste Milliyetçi Hareket Partisinin muhalefetine rağmen görüşülmüş ve
yasalaşmıştır. Bu hassasiyetlere sırtını dönen, kılını kıpırdatmayan bir Meclis
yönetimiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi âdeta hükûmetin noteri gibi
çalıştırılmıştır. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” sözü dahi “ Çoğunluğuz,
her istediğimizi yaparız.” şekline dönüştürülmüştür. Türkiye Büyük Millet
Meclisi iktidarı ve muhalefetiyle birlikte milletimizin tamamının iradesini
yansıtır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin çoğunluğunundur denilmemiştir. Bu
sistemi demokratik kılan da iktidarın gücü değil, muhalefetin mevcudiyetidir.
Meclis Başkanı ancak sistemde azınlığın hukukunu koruyarak demokrasiye hizmet
edebileceğini bilmelidir.
Değerli milletvekilleri, AKP tarafından seçilmiş ne bugünkü ne de
önceki Meclis Başkanları maalesef bu yönde bir duruş sergilememişlerdir. AKP
iktidarının muhalefeti ezme planlarına,
demokratik kültür adına hangi Meclis Başkanı direnmiştir, soruyorum. Sembolik
kurullar ve oylamalar dışında Meclisin idaresine muhalefetin katılmasına ne
zaman müsaade edilmiştir? Şu son ombudsmanlık seçiminde dahi Meclis itibarının
ayaklar altına alınmasına seyirci kalınmıştır kargaların dahi güldüğü bir
oylama ile, prosedüre uygun ama vicdanlara aykırı, maalesef, hiçbir AKP
milletvekili de bundan rahatsızlık duymamıştır. Bu kurul da pekâlâ, RTÜK’te
olduğu gibi, partilerin aldığı oy oranına göre temsil edildiği karma bir kurul
olabilirdi. Zaten çoğunluk sizde, neden farklı fikirlere hayat hakkı
tanınmamış, basit bir nezaket gösterisi bu Meclise neden çok görülmüştür? Bu ve
benzeri tüm iktidar dayatmalarını kılıfına uyduran bir Meclis yaratılmasında,
yönetenlerin, konuşması gerekenlerin ihmali, sorumlulukları yok mu? Meclisi
AKP’nin muhalefeti yok saydığı bir zemin olmaktan çıkarma hususunda Meclis
Başkanının acil görevleri bulunduğunu ve sorumluluktan kaçmaması gerektiğini
bir kez daha bu vesileyle hatırlatmak istiyorum. Elbette, bu eleştirilerin
yanında, gece gündüz demeden milletvekillerine hizmet tedarik eden, başta
Destek Hizmetleri olmak üzere tüm birimlerine, bürokratlarına ve tüm
çalışanlarına teşekkürlerimi iletmeyi de bir borç olarak görüyorum.
Değerli milletvekilleri, on yıllık AKP iktidarı döneminde içi
boşaltılan, devletin temel direkleri arasındaki kurumlardan birisi olan
Sayıştaydan bahsetmek istiyorum. Gerçek demokrasilerin belirgin ölçütlerinden
birisi, kamu gücünü ve kaynağını kullanan iktidarın hesap verebilirliğidir.
Hükûmet elbette kamu gücü ve kamu kaynağı kullanacaktır çünkü hizmet etmeleri
için vatandaş tarafından yetkilendirilmiştir. Ancak bu yetkiyi ona veren millî
irade, muhalefete de kendisi adına hükûmeti denetleme görevini vermiştir. Hesap
sorulamayan iktidarlar ancak diktatörlüklerde olur. Kamu gücü ve milletin
parasını milletin menfaatlerine uygun olarak kullanan iktidarlar denetimden korkmaz,
hesap vermekten kaçmaz. Ancak AKP, gizlediği şeyler olmalı ki on yıldır hesap
vermekten kaçıyor. Teşbihte hata olmaz, işgal kuvvetlerinin topraklarımızı terk
ederken yaptığı gibi, kendisine bugün ya da yarın hesap sorabilecek hangi kurum
varsa yakıyor, yıkıyor, talan edip içini boşaltıyor. AKP, on yıllık iktidarı
döneminde, her yıl 150 milyar dolar olmak üzere toplam en az 1,5 trilyon dolar
kamu kaynağı kullanmıştır. Övündüğü duble yol maliyeti toplamı yaklaşık 20
milyar dolar yani kullandığı kaynakların yüzde 1’i, 1,5’idir. Sağlık giderleri
üçe katlanmış ancak Hükûmet halkın kaynaklarını vatandaşın sırtındaki yükü
almak için değil de yandaşı, özel hastaneleri ve ilaç kartellerini zengin etmek
üzere heba etmiştir. Bu tür sorgulanması gereken milyarlarca dolarlık
harcamalar maalesef denetlenemiyor. AKP, teftiş kurullarının içini boşaltmış,
en önemli dış denetim kurumu Sayıştayı sıradanlaştırıp denetimde kural koyucu
olmaktan çıkarıp tavsiye merci hâline dönüştürmüştür. Yani, siyasal
sistemimizdeki bütün ağırlığını ortadan kaldırmıştır.
Şu rakamlar da maalesef bu söylediklerimizi teyit ediyor.
Sayıştayın geçen yılki bütçesi 142 milyon yani 142 trilyon lira. Denetlemesi
gereken bütçe büyüklüğü -KİT’ler hariç- 920 milyar yani 920 katrilyon lira.
Denetlemesi gereken kurum sayısı 6.700. Lütfen dikkat buyurun, 2012’de
denetlediği kurum sayısı sadece 132 yani yüzde 2’si bile değil. Üstelik, neredeyse,
yol geçen hanına dönmüş iktidar belediyeleri, kalkınma ajansları, kurumların
araç ve gayrimenkul kiralamaları gibi alanlarda denetim yapılmamış. Meclis
denetimine gönderilen rapor sayısı ise sıfır. Evet, yanlış duymadınız, sıfır.
Her rapor 1,1 trilyon liraya mal olmuş. 2011 yılında Meclise bir rapor
gönderilmediğine göre, çöpe atılan halkın parası 142 trilyon lira. Meclisimizin
tarihinde ilk kez kamu kurumlarının kullandığı bütçenin akıbeti
öğrenilememiştir. Bu en basit hâliyle görevi ihmal, devleti zarara uğratmaktır.
Devletin zarara uğrayıp uğramadığını denetlemesi gereken Sayıştay, bizzat,
devleti zarara uğratan kurum hâline gelmiştir. Nereden nereye değil mi beyler!
Yasalar ortadayken, 6353 sayılı Yasa’ya eklenen maddeyi bahane ederek, bu raporları
Meclise göndermeyen Sayıştay yönetimi suç işlemiştir. Sayıştayın siyasi
sorumluluğunu taşıyan Hükûmet, Meclise derhâl bir izahat getirmekle
mükelleftir. Vergiden kaçan işletmenin evraklarını yangın, su basması gibi
sebeplerle ortadan kaldırması misali, Sayıştay bu raporları ortadan kaldırmış,
milletin iradesinden kaçırmıştır. Bu nedenle, cumhuriyet savcıları da bu açık
kanunsuzluğun üzerine mutlaka gitmelidir. Sadece muhalefet milletvekilleri
değil, vicdanı, insafı olan AKP’li milletvekilleri de milletin iradesini hiçe
sayan bu emrivakiden rahatsız olmalıdır.
Hükûmetin denetimden kaçması rezaletinin yankıları sınırlarımızı
aşmıştır. Avrupa Komisyonunun son ilerleme raporuna bakıyoruz. Bu raporda,
Sayıştay denetimi ve kontrolünün bağımsızlığı ve etkinliğinin tehlikeye
atıldığı belirtilmekte, AKP’nin Meclisten çıkardığı yasal değişikliklerin ciddi
endişelere sebep olduğu söylenmektedir. AKP, kendisini tanımladığı şekliyle
hakikaten ak parti ise Sayıştayın yaptığı kanunsuz ve Meclisi ciddiye almayan
bu fiilin üzerine gitmelidir. Aksi takdirde, yarın bu hesap Yüce Divanda
görülecektir.
Netice itibarıyla, raporlarını dahi göremediğimiz kurumların
bütçesi ve kesin hesabı üzerine konuşmanın bir anlamı olmadığını görüyor ve
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Konya
Milletvekili Sayın Faruk Bal.
Sayın Bal, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on beş dakika.
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; demokrasi ve hukukun üstünlüğünün özünü teşkil eden üç önemli
kurumumuzla ilgili, 2013 bütçe görüşmelerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin
düşüncelerini açıklamak üzere huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Bu vesileyle, Anayasa Mahkemesinin, Yargıtayın, Danıştayın ve ilk
derece mahkemelerinde görev yapan değerli hâkimlerin, savcıların, kâtiplerin,
mübaşirlerin, yazı işleri müdürlerinin, seçim personelinin daha iyi bir yılda,
yargıya daha iyi hizmet edebilecek bir imkâna kavuşmalarını dileyerek sözlerime
başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, “Demokrasi” dediğimiz kavram yasama,
yürütme ve yargı organları arasındaki bir denge ve denetim mekanizmasından
ibarettir. Yasama, yürütme ve yargı her siyasi rejimde vardır ancak denge ve
denetim mekanizmaları sadece ve sadece demokrasilerde vardır. Bu denge ve
denetim mekanizmaları kuvvetler arasında, birbirleri arasında bir uyum
içerisinde gerçekleştirilirken, güçlerin denetlenmesi sadece yargı organı
marifetiyle yapılmaktadır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay,
rejim ile, hukukun üstünlüğü ile ve hukuk devleti ile doğrudan bağlantılı ve
günlük siyasi hayatımızı da doğrudan etkileyen üç önemli kurum hâline
gelmektedir.
Değerli arkadaşlarım, yasama organını Anayasa Mahkemesi, yürütme
organını ise Danıştay ve idare mahkemeleri dengeler ve denetler iken, tarihi
içerisinde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmış Yargıtayı da ilave ettiğimiz
zaman yargı sistemimiz bütünüyle sorunlar yumağı hâline dönüşmüş ve Türkiye'nin
önünde çözüm bekleyen en ciddi problem olarak bulunmaktadır. Bu kapsam
içerisinde değerlendirdiğimizde, Adalet ve Kalkınma Partisi on yıldır bu ülkeyi
yönetmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi yargının on yıl içerisinde temel
sorunlarına çözüm bulacak etkiye, yetkiye ve imkâna sahipti. Yargının sorunlarına
çözüm bulmak yerine, Adalet ve Kalkınma Partisi, on yılda yeni sorunlar
eklemiştir. Yargının elbette ki eskiden sorunları vardı. Bu sorunların çözümü
gerekirdi. Bu sorunların içerisinde yargının “ideolojik karar verme” şeklinde
ifade edilen, tarafsızlığını etkileyen sorunu vardı, yargının güven duygusunu
rencide edici kararlar verdiğine ilişkin sorunlar vardı, yargının
tarafsızlığıyla ilgili sorunlar vardı ve bu sorunların çözümü için de Adalet ve
Kalkınma Partisi, sadece hakkı, hukuku ve adaleti gözeterek bunlara cevap
araması gerekirken, bu sorunları katmerleştirerek 2013 yılına geldiğimiz
süreçte maalesef yargıyı içinden çıkılmaz bir noktaya getirmiştir.
Değerli arkadaşlarım, yargının bir iş yükü sorunu vardı. On yıl
önce Yargıtaya, Danıştaya, Anayasa Mahkemesine, ilk derece mahkemelerine gelen
davalara baktığımızda, o tarihteki bütçe görüşmelerinde bunun vahim boyuta
ulaştığını ifade ediyorduk. Şimdi o “vahim” olarak ifade edilen boyuttan 2013’e
adım atacağımız bu süreçte vaziyetin ne kadar daha vahamet noktasına ulaştığını
sizlere yüzde rakamlarını vererek ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Yargıtay Başsavcılığına 2011 yılında gelen
iş miktarı, 2002 rakamlarına göre, yüzde 105 oranında artmıştır. Yargıtay hukuk
dairelerine gelen iş miktarı, 2002 rakamlarına göre, 2011 yılındaki rakamlar
itibarıyla yüzde 82 oranında artmıştır. Yargıtay ceza dairelerine gelen iş
miktarı, 2002’ye göre, 2011 yılı itibarıyla yüzde 210 oranında artmıştır. Bu
oranların artışı gelen iş miktarına göredir, devreden dosyalar itibarıyla
baktığımızda vaziyet daha da vahimdir.
Değerli milletvekilleri, hukuk ve ceza dairelerine gelen iş
miktarı 2002 yılından 2011 yılına devredilen süreç içerisinde yüzde 348
oranında artmıştır. Zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırılan dava dosyası ise
yüzde 983 oranında artmıştır. Buradan ortaya çıkan sonuç şudur: Vatandaş
birbirleriyle mahkemeliktir. Vatandaş mahkemeye güvenli bir liman olarak
sığındığında hakkını elde edememektedir. Vatandaşın adil yargılanma hakkı ihlal
edilmektedir. Vatandaş makul sürede hakkına kavuşamamaktadır.
Danıştaya baktığımızda, Danıştayın iç durumuna ve idare
mahkemelerinin iç durumuna baktığımızda durum değişik değildir. Burada da bölge
idare mahkemelerinde, 2002 yılından 2011 yılına gelinen süreçte, iş durumundaki
artış yüzde 93, idare mahkemelerinde yüzde 135, vergi mahkemelerinde yüzde 67,
Danıştayda ise yüzde 259’a ulaşmıştır.
Buradan ortaya çıkan sonuç, Danıştay yürütme organını
denetlediğine ve dengelediğine göre, yürütme organı da Adalet ve Kalkınma
Partisinin siyasi sorumluluğunda yürütüldüğüne göre vatandaş, Adalet ve
Kalkınma Partisinin hizmetlerinden, siyasetinden ve devletin işleyişinden
şikâyetçidir. Vatandaş devlet ile kavgalıdır, vatandaş devlet ile nizalıdır; bu
nizanın da doğrudan siyasi muhatabı Adalet ve Kalkınma Partisidir.
Değerli arkadaşlarım, yargıdan hep şikâyet ettik. Ben de bir yargı
mensubu olarak bu şikâyetleri hüzünle ve kaygıyla ve endişeyle izledim.
Yargıdan öncelikle Adalet ve Kalkınma Partisi şikâyetçiydi ve yargıyı hedef
hâline getirdi. Şikâyetlerine hakkı, hukuku, adaleti gözeterek bir çözüm bulmak
yerine AKP, yargıda kanı kanla yıkayarak bir sonuca ulaşmak istedi ve geldiği
sonuç da şöyle: Önce, yargının siyasi karar verdiğini söyledi. Yargının zaman
zaman siyasal kararlar verdiği doğruydu 367 kararı gibi, parti kapatma kararı
gibi ama şimdi yargı katmerli siyasi kararlar vermektedir Deniz Feneri
davasında olduğu gibi, yine, özel yetkili mahkemelerin birer adalet grubu olmak
yerine yandaş olmayanları bastırmak açısından birer silah olarak kullanıldığı
gibi. Yargının güvenilmezliği noktasında şikâyeti vardı, bizzat Başbakan bunu
ifade ediyordu, kamuoyunda da böyle bir kanaat hâkimdi ancak şimdi, bu katmerli
bir şekilde ortaya çıkmış ve kamuoyu yoklamalarına kadar, sonuçları itibarıyla
yansımıştır.
Değerli arkadaşlarım, yargıya güvenin sarsılması sonucunu birlikte
değerlendirdiğimizde, şimdi yargıya sizden başka güvenen yok çünkü siz yargıyı
siyasallaştırdınız, siyasallaşan yargıyı silah olarak kullanmaya başladınız.
Bu on yıllık süre içerisinde yargı üzerine bu kadar titremeniz ya
da yargı üzerinde bu kadar oynamanızın sebebi elbette vardı. On yıllık süre
içerisinde AKP yandaş sermaye yaratmıştır, AKP on yıllık süreç içerisinde
yandaş olmayanlarını korkutmuştur. On yıllık süre içerisinde AKP yandaş basın
yaratmıştır, on yıllık süreç içerisinde yandaş olmayan basını AKP korkutmuştur.
On yıllık AKP iktidarında yandaş bürokratlar devleti ele geçirmiştir ve on
yıllık süre içerisinde AKP iktidarında yandaş olmayan bürokratlar korkutulmuştur.
On yıllık süre içerisinde yargı, yargıyla korkutulmuştur. On yıllık süre
içerisinde, değerli arkadaşlarım, hâkimler korkutulmuştur, Yargıtay üyeleri
korkutulmuştur, savcılar korkutulmuştur, kâtipler korkutulmuştur, sanıklar
korkutulmuştur, müdahiller korkutulmuştur, mübaşirine kadar yargının her
kademesi korkutulmuştur. Nasıl 28 Şubatta Sacit Adalı korkusundan brifing
almaya gitmiş ise bugün korkusundan kendi telefonunu dinlemeye karar veren
hâkimler ortaya çıkmıştır. Bugün, AKP yandaşlarının yolsuzluklarını Almanya’dan
gelen bir mahkeme kararıyla soruşturmaya kalkan savcılar, yargının bir başka
unsuru marifetiyle korkutulmuştur, işlerinden edilmiştir ve mahkemelerde
süründürülmüştür. İşte, siz yargıyı sadece siyasallaştırmakla kalmadınız, 2007
yılında Yargıtayın 250 olan üye sayısını içtihat mahkemesine dönüştürmek
amacıyla 150’ye indirmek ve Danıştayın da üye sayısını indirmek üzere kanun
tasarısı hazırladığınız hâlde bunu Mecliste uyuttunuz. 2010’lu yıllara
geldiğimizde Yargıtayı dünyanın en obez mahkemesi hâline getirerek 387 üyeli
bir obez mahkemeye dönüştürdünüz, Danıştayı da yine dünyanın en obez Danıştayı
hâline getirerek 180 üyeli hâle getirdiniz. Bunu yapmakta amacınız neydi? Bunu
yapmakta amacınız gayet açıktı ve netti; o da yandaşlarınızı Yargıtaya,
yandaşlarınızı Danıştaya üye seçtirmekti. Anayasa Mahkemesinde de aynı oyunu
oynadınız ve sonuç itibarıyla Türkiye'nin demokrasi ve hukuk devleti açısından
en ciddi, en temel sorununu siz yarattınız.
Siz on yıllık AKP iktidarında sermayeyi yandaş hâle getirerek,
basını yandaş hâle getirerek, yargıyı yandaş hâle getirerek şiddetle
eleştirmeye çalıştığınız 1930’lu yıllardaki tek parti devletinden daha fazla,
daha sert ve daha acımasız bir parti devletine dönüştürdünüz. Bunu sadece biz
söylemiyoruz, bunu artık, Türkiye’yi de izleyen Avrupa Hâkimler Birliği ifade
ediyor. Onların vermiş olduğu, altı aylık bir incelemeden sonra yayımlamış
oldukları, 11 Kasım 2012 tarihi itibarıyla da herkesin bilgisine sunulmuş olan
Avrupa Yargıçlar Birliğinin raporları ortadadır. Burada aynen ifade
edilmektedir ki hâkimler, savcılar Türkiye’de korkmaktadır. Burada aynen ifade
edilmektedir ki hâkimler ve savcılar disiplin ve mahkemeye verilme şeklindeki
uygulamalarınızdan tedirgin olmaktadır ve bu, hâkimlerin bağımsız ve tarafsız
olma ve bu, adaletin adil bir şekilde, makul sürede gerçekleştirilmesi
ilkelerini ortadan kaldıran, evrensel değerleri ortadan kaldıran çok ciddi bir
şekilde diktaya yönelişin en önemli işaretleridir.
Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve içerisinde, bu kadar, rejimle,
demokrasiyle, hukuk devletiyle ilgili sorunları yaratırken yargı mensuplarının
çözüm bekleyen sorunlarının hiçbirisine çare getirmediniz. Yargının iş yükünü
azaltacak, yargıya teknolojik destek sağlayacak, yargı personelini işe motive
edecek, onların iş riski, adalet tazminatı, teknik hizmet tazminatı, yargı
mensuplarının fazla mesai ücreti, servis, kreş sorunları gibi sorunlarının
hiçbirine çare olmadığınız gibi şimdi onların ulaşım haklarını da elinden
alıyorsunuz, ulaşım tazminatı olarak verilen paralarını da kesiyorsunuz.
Yargıda en önemli görevleri ifa eden yazı işleri müdürleri bir
sefalet ücretine köle muamelesiyle çalıştırılmaktadır. Yargıda sadece dosyada
taşıma değil, aynı zamanda kalem işlerinde de görevli olan mübaşirleri genel
idare hizmetleri sınıfına almaktan ve onlara bir nebze olsun sosyal hayatlarını
geliştirebilme imkânından mahrum ediyorsunuz. Bu mahrumiyetlerin hepsi ve
çözümsüz bırakılan sorunlarının hepsi sadece yargının sorunları değildir.
Bunlar, yargıdan hizmet bekleyen vatandaşların temel sorunlarıdır çünkü
yargının sorunu sadece yargının değil, yargı hizmetini bekleyen vatandaşların
da sorunu hâline gelmiştir. Yargı hizmetlerinin uzun sürmesi, makul sürede
davalarının sonuçlandırılamaması bir yandan yargının sorunu iken…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Devamla) - …
diğer taraftan adalet bekleyen insanların sorunudur. Dolayısıyla, bu sorun, on
yıllık AKP iktidarında devasa hâle getirilmiştir ve ayrılan bütçelerle bunun
çözülmesi mümkün değildir diyoruz ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına son konuşmacı Sayın İsmet
Büyükataman, Bursa Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ataman, buyurun.
Süreniz on beş dakika.
MHP GRUBU ADINA İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce vefatının seneidevriyesinde, ömrünü
Türk milliyetçiliği fikrine adamış dava adamı Hüseyin Nihal Atsız Bey’i,
rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum; ruhu şad, mekânı cennet olsun.
“Bir kış günü uçmağa vardı zamansız / Bir cephede süngüler sustu
apansız / Kaldık işte Kürşatsız, kaldık Pusatsız / Türk eli çıplak şimdi, Türk
eli hatsız.”
Değerli milletvekilleri, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
Başbakanlık ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ile Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Muhterem milletvekilleri, 2013 bütçesi sosyal ve adil değildir.
Adaletsizlik ve vicdansızlık sadece vergi toplamada değil bütçenin dağılımında
da kendisini göstermektedir. Sosyal ve demokratik devletlerin asli görevi,
sosyal ve kamu hizmetlerini halkına eşit, ücretsiz, nitelikli ve ulaşılabilir
şekilde sunmak iken; AKP Hükûmeti, vergilerimizi kamu hizmetlerine aktarmak
yerine yandaşlarına aktarmayı hedefleyen bir bütçe yapmayı hedeflemiştir. AKP,
yoksulların yükünü kaldırmak yerine zenginlerin daha çok kazanmasını teşvik
eden bir bütçe politikası izlemektedir. Gelir dağılımındaki uçurum ve
adaletsizlik her geçen gün artmaktadır. Zengin, daha zengin olurken, fakir, her
geçen gün daha zor şartlarda hayatını idame ettirme gayreti içerisindedir.
Değerli milletvekilleri, Teşkilât-ı Mahsusadan Millî Amele
Hizmetlerine, Millî Amele Hizmetlerinden 1965 tarihinde Millî İstihbarat
Teşkilatına gelinen süreçte, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne
büyük katkılar sunan Millî İstihbarat Teşkilatının, hepimiz için asla inkâr
edilemez önemde bulunan mevcudiyetinin daha da pekiştirilmesi ortak amacımız
olmalıdır. Millî İstihbarat Teşkilatı, savaşta ve barışta, Türkiye üzerinde
gözü olan tüm iç ve dış menfi unsurlara karşı psikolojik harekât ve propaganda
savaşını yürütmektedir. Her devlette olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti devleti
de ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlayarak vatandaşların huzurunu, mal ve can
emniyetlerini tesis etmek, iç ve dış kaynaklı tehdit unsurları hakkında gerekli
bilgiyi sağlamak amacıyla istihbarat faaliyetleri düzenlemek zorundadır. Son
yapılan bir düzenlemeyle, MİT mensuplarının veya belirli bir görevi yerine
getirmek amacıyla kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından
görevlendirilenlerin görevlerini yerine getirirken görevin niteliğinden doğan
veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı
soruşturulabilmeleri Başbakanın iznine tabi kılınmıştır.
Oslo’da PKK ile yürütülen pazarlıkları önce inkâr eden, ardından
kabullenmek durumunda kalan Başbakan, anlaşıldığı kadarıyla, MİT’i bölünmenin
vasıtası ve tetik çeken eli olarak kullanmıştır; gerçeklerin ortaya çıkmasının
önüne geçmek için de kendisini yargıdan da yüce sayarak demokrasi dışı
tavırlara girişmektedir.
İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı marifetince şüpheli
olarak ifadeye çağrılan MİT mensuplarının korunması için acele olarak yasal
değişikliğe gidilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte MİT Kanunu’nun 26’ncı maddesi
hukuki sürecin kesilmesi için yeniden düzenlenmiştir. Bu adım, yasal bir
ilkelliktir, kabine zihniyetinin bir ürünüdür. Deyim yerindeyse, yavuz hırsız
ev sahibini bastırmıştır.
MİT mensuplarından Başbakan tarafından görevlendirilenlerin
işledikleri suçlardan dolayı soruşturulmalarına izin verilmesi Başbakanın
keyfiyetine bırakılmıştır. Hukukun temel prensiplerinden biri olan “Kişiye özel
kanun çıkarılamaz.” ilkesi de hukuk hiçe sayılarak çiğnenmiştir.
Burada Sayın Başbakana birkaç hususu sormak istiyorum: Açlık
grevleri, MİT-Öcalan görüşmeleri ile mi sona erdirilmiştir? Hükûmet, MİT
eliyle, örgüt içerisinde Öcalan’ın liderlik konumunu muhafazaya mı
çalışmaktadır? MİT tarafından Oslo’da PKK ile gerçekleştirilen görüşmelerin
Başbakan tarafından inkâr edilip daha sonra kabul edilmesindeki amaç nedir? Bu
görüşmeler kim tarafından kayıt altına alınmış ve basına sızdırılmıştır?
Konuyla ilgili olarak kurum içinde soruşturma başlatılmış mıdır? Başlatılmışsa
sonuçları ne olmuştur?
İktidara tavsiyemiz şudur: Büyük Türk milletinin emrinde olan
Millî İstihbarat Teşkilatının üstün millî çıkarlarımıza dönük çalışmaları
desteklenmelidir. Bölücülüğe ve her türlü ayrışmaya karşı icraat yaparak açılım
politikalarından vazgeçmek gerekir. Teröre karşı topyekûn bir mücadele
başlatılmalıdır. Türk milletinin cepheden ve doğrudan doğruya hedefte olduğunu
idrak ederek millî güç unsurları takviye edilmelidir. Millet ve devlet bekasına
yönelik saldırılar bertaraf edilmelidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, 2012 yılında MİT’in bütçesi 750 milyon
942 bin lira olarak gerçekleşmiş, 2012 bütçesi ise 665 milyon 568 bin lira
olmuştur. Millî İstihbarat Teşkilatının 2013 yılı bütçesi bir önceki yıla göre
yüzde 32,2 oranında artırılarak 995 milyon 569 bin liraya çıkarılmıştır.
Millî İstihbarat Teşkilatının Başbakanın özel hizmetlerini
görmesinin önüne geçilmelidir. Başbakan, kendisine haber taşıyan, kendi iç
siyasetinin malzemelerini toplayan bir teşkilat hayal ediyorsa, kendi
partisinin mensuplarından bunu oluşturmak için kendi parti bütçesi ile yola
çıkmalıdır. Milletin emanet parası ile kişisel hırsların tatmini, her iki
cihanda da cezası büyük olan bir utanç vesilesidir.
Terörün yeniden hortladığı Adalet ve Kalkınma Partisinin
iktidarında PKK’lılar gruplar hâlinde karakol basmaya gelmekte ve bu acı
durumu, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç: “Teröristler çok kalabalıklardı
ve ağır silahları vardı.” gibi acziyet ihtiva eden, utanç verici sözlerle ifade
etmektedir. Gaziantep’te 10 kişinin şehit olmasına ve 67 kişinin de çeşitli
yerlerinden yaralanmasına sebep olan bombalı araç saldırısında kullanılan
aracın çalıntı ihbarının bulunmasına rağmen dört ay -otobanlar da dâhil olmak
üzere- trafikte aktif bir şekilde kullanıldığı hâlde bulunamaması da istihbarat
eksikliğimizi ve ne yazık ki geldiği boyutu göstermektedir.
Suriye meselesinde de istihbarat birimlerimizin ya eksik ya yanlış
tespitleri söz konusudur ya da Sayın Başbakan, kendisine verilen istihbari
bilgilere göre değil, ABD’nin dayatmalarına göre politikalar belirlemektedir.
Yoksa kardeş kavgasının zirveye çıktığı, Müslüman kanının oluk gibi aktığı bu
olaylara Müslüman bir ülkenin Başbakanının sebep olması akıl işi değildir.
İstihbarat eksikliklerimize dair daha pek çok şeyler söylemek mümkünken, Oslo batağı bir yerde,
bir kenarda dururken merak ettiğimiz şudur: İstihbarat birimlerimizin bütçesi
bu derece artarken, istihbaratımızın kuvvetlenmesi gerekmez miydi? Yoksa Sayın
Başbakan, istihbarat servislerini sadece vatandaşı, rakiplerini ve gazetecileri
dinlemek için mi finanse etmekte ve kullanmaktadır?
Değerli milletvekilleri, Millî Güvenlik Kurulu, devleti bütün
organlarıyla yüksek moralli, her hâl ve şartta hazırlıklı tutar ama etkinliği
yok edilmiş, acze ve bedbinliğe itilmiş, vizyon ve misyonu tüketilmiş bir Millî
Güvenlik Kurulundan ne beklenebilir? Millî Güvenlik Kurulu, devletin millî
güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulamasıyla ilgili konularda tavsiye
kararları alır. Koordinasyonun sağlanması için görüş tespit eder, tavsiye
kararını ve görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir ve kanunlarla verilen
görevleri yerine getirir.
Türkiye’nin etkin bir hava savunma sistemi ne yazık ki
bulunmamaktadır. Bu sorun sürekli ertelenmiştir. Sözde millî savunma sanayisini
inşa etmekle övünen Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dişe dokunur bir başarı
gösterebilmiş değildir. Açılan ihaleler sonlandırılamamıştır. Şimdi ülkemiz,
Başbakan Erdoğan’ın gereksiz bir şekilde tırmandırdığı Suriye iç savaşına taraf
olduğu için, açık bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Suriye krizi gibi bir krize
hava savunma sistemi olmadan taraf olmak, çıplak elle kor ateşi tutmak gibidir.
NATO’dan talep edilen Patriotların sayısı azdır ve maalesef yeterli korumayı
sağlayacak durumda olmadığı gibi varlığı da yalnızca görüntüden ibarettir.
Hükûmet, yeni ve acil tedbirler almak zorundadır. Esad rejimi
düşerken tek bir füze bile herhangi bir şehrimizi vursa fiilî ve psikolojik
etkisi sanılandan çok büyük olur. Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenlerin
milletimize bu kötü talihi yaşatmak gibi bir lüksleri yoktur. Türkiye’ye bir
füze düştükten sonra bu yüce Mecliste hep birlikte ah vah etsek, sabahlara
kadar oturumlar tertip etsek devletimizin ve milletimizin uğradığı kaybı telafi
etmek imkânsız olacaktır.
On yıldır iktidar sorumluluğunu üstlenenler, yerli bir hava
savunma sistemimiz yokken nasıl olur da boyundan büyük işlere kalkışır, anlamak
mümkün değildir. İktidar sahiplerine sormak istiyorum: On yıllık iktidarınızda
yerli hava savunma sistemi kurma hususunda hangi çalışmaları yaptınız? Millî
güvenliğimizle ilgili yaşanabilecek muhtemel bir saldırı karşısında hangi
tedbirleri aldınız?
Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihinin örtülü ödenek
rekorunu bu Hükûmet kırmıştır. Örtülü ödenekten Sayın Çiller 5,3 milyon lira,
Sayın Erbakan 6,3 milyon lira, Sayın Yılmaz 8,8 milyon lira, Sayın Ecevit 170
milyon liralık ödenek kullanmışlardır. Örtülü ödenekte harcama rekoru kıran
Sayın Başbakan Erdoğan, 2011’de 391 milyon lira, 2012’nin ilk sekiz ayında 587
milyon lira harcamıştır.
Bütçe açığı gerekçe gösterilerek zam üstüne zam yapılırken
Başbakanın harcadığı milyonlarca liranın nereye gittiği ise gizli olduğu
gerekçesiyle açıklanmamaktadır. Bu paralar nereye gitmektedir? Bu fahiş artışın
sebebi nedir? Örtülü ödenekten harcanan milyonlar Oslo görüşmelerine mi
gitmiştir, yoksa birilerine mi verilmiştir?
Ayrıca, Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerine inşa edilecek olan
Başbakanlık sarayı neyin hevesidir? Mevcut Başbakanlık binası yetersiz mi
gelmektedir? İmparatorluğun son devirlerinde görülen lüks saray merakı,
Türkiye’yi, umuyorum ki yüce Osmanlı Devleti’nin sonuna uğratmaz.
ABD’nin Orta Doğu’yu parçalama, İslam dünyasını yok etme projesi
olan Büyük Orta Doğu Projesi’nin bir ürünü olan çakma Osmanlı projesinin, yeni
Osmanlıcılığın çakma sarayı da bu şekilde mi inşa edilecektir? Anlaşılan odur
ki Başbakan Erdoğan meşruti monarşinin tekrar kurulmasını ve kendisinin de
seçilmiş sultan olmasını beklemekte ve bunun altyapısını oluşturabilmek için
gayret göstermektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, iç güvenlik alanındaki kurumların
yetki ve sorumlulukları yeniden tanımlanmak suretiyle hizmetin uyum içinde
yerine getirilmesi sağlanarak çağdaş yöntemlerle çalışır hâle getirilmelidir.
Kurumsal yapılanmada, istihbarat faaliyetlerinde, bilgi akışında ve suçla
mücadelede birimler arasında etkili bir eş güdüm sağlanmalıdır. Sınır ve kıyı
güvenliği, gerektiğinde sınır ötesi tedbirlere de başvurularak sağlanmalıdır.
Sözlerime son verirken 2013 bütçesinin aziz milletimize hayırlar
getirmesini temenni ediyor, yüce heyetinizi en derin saygı ve hürmetlerimle
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Büyükataman.
Şimdi sıra, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda.
Sayın Atilla Kart, Konya Milletvekili.
Sayın Kart, buyurun.
Süreniz dokuz dakika. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Cumhurbaşkanlığı ve Meclis bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 28 Ağustos 2007’den bu yana geçen beş
yılın ortaya çıkardığı gerçek şudur: Cumhurun başkanı, devletin başı olması
gereken Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında ayrımcılık
yaptığı gibi işlem ve uygulamalarında onay mercisi olmaktan öteye gidememiştir.
Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığını, ağırlığını ve sorumluluğunu
taşıyamamıştır. Bunları hemen somut olaylarla, örneklerle sizlerle paylaşmak
istiyorum: Aradan geçen beş yılın sonunda Sayın Cumhurbaşkanı 674 kanunu
onamış, 6 kanunu veto etmiştir. Tam anlamıyla onay mercisi olarak görev
yapmıştır. Evrensel hukuk, toplum hassasiyetleri, çoğulcu yapılanma anlamında
hiçbir demokratik ölçüyü esas alma sorumluluğunu gösterememiştir. Bir taraftan
iktidar grubuna mesaj verme gayreti içinde olmuş, bir taraftan da Başbakanın
tepkisini çekmemek için azami dikkat içinde olmuştur. Kişisel konumunu ve
beklentilerini Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarının üstünde tutmuştur.
Rektör seçimlerinde tam bir keyfîlik, adaletsizlik ve sorumsuzluk
yaşanmıştır. Çok örnek var, bir örnek veriyorum: Gazi Üniversitesi rektör
seçimlerinde yüzde 9 oy alan aday, toplam yüzde 60 oy alan adaya tercih
edilmiştir. Birinci sırada gelen kadın aday bu göreve atanmamış, yüzde 10’un
altında oyu alan ve belli bir cemaate mensubiyetini açıkça ifade eden, “Yeter
ki ilk altıya gireyim benim seçilmem garanti.” diyerek propaganda yapmaktan kaçınmayan
bir kişiyi Cumhurbaşkanı neden rektör olarak atar? Ne pahasına ve neyin bedeli
olarak atar? Böylesine adaletsiz bir seçim yaptıktan sonra da kendince
sızlanarak “Efendim, YÖK mevzuatından ben de şikâyetçiyim, elimi kolumu
bağlıyor.” demenin inandırıcı ve tutarlı bir açıklaması olabilir mi? Böylesine
ucuz siyaset yapmak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına yakışır mı?
Cumhurbaşkanının Suudi Arabistan ve Katar’a yaptığı gayriresmî
ziyaretleri bir türlü öğrenemiyoruz. Yasal yollarla soruyoruz, önergelerle
soruyoruz, cevap alamıyoruz. Sorumluluk ve karartma anlayışının burada da hâkim
olduğunu görüyorsunuz. Gayriresmî ziyaretlerde kamuoyundan gizlediğiniz bir
şeyler mi var? Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan Kralından aldığı hediyeleri
açıklamadığı gibi, 10 Kasım günü Suudi Arabistan Kralının ayağına giderek
devlet şeref madalyası vermesinin gerekçesini de bir türlü açıklayamamaktadır.
Suudi Kralı hangi üstün feragati, hangi üstün başarıyı, hangi üstün yararlılığı
göstermiştir? Cumhurbaşkanı ve Başbakanın 10 Kasım günü Suudi Arabistan
Kralının karşısında ezik bir konumda ve bir otel ziyaretiyle ortaya koydukları
fotoğraf Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığı, temsili ve egemenliği konularında
büyük bir ızdırap ve acıya yol açmıştır. Cumhurbaşkanı, Katar ve Suudi Arabistan’a
yaptığı gayriresmî ziyaretleri ve aldığı hediyeleri neden gizler?
Cumhurbaşkanına bunları gizlemek yakışır mı?
Gazeteci Ahmet Şık’ın kitabı daha taslak aşamasında imha ediliyor.
Cumhurbaşkanının yorumu: “Efendim, ülkemizde fikir ve düşünce özgürlüğü ileri
düzeydedir. Böyle münferit olaylar olabilir. Zaten kitap on bin satacaktı,
şimdi yüz bin satar.” mealinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm
yurttaşlarının izleme yoluyla, dinleme yoluyla, görüntülenme yoluyla temel hak
ve özgürlüklerinin tehdit altında olduğu, fail ve sorumluların bir türlü
bulunamadığı, otosansürün sadece medyada değil toplumun tümünde egemen olduğu
bir dönemde Cumhurbaşkanının Cumhurbaşkanlığı makamına yakışmayacak sığ ve
sorumsuz tavrına bakar mısınız? Bu tavır başlı başına ayrımcılık anlamına
gelmez mi?
Bakın değerli milletvekilleri, bir ülke, iletişimiyle,
güvenliğiyle nasıl kuşatılır? Bir ülkenin medyası, sporu, ekonomisi reklam
pastası yoluyla nasıl teslim alınır? Bunun örneği nedir biliyor musunuz? Bunun
örneği TELEKOM’dur değerli milletvekilleri. Bakın, o TELEKOM’da, Başbakanlık
Müsteşarı, TRT Genel Müdürü, Sivil Havacılık Genel Müdürü dâhil olmak üzere,
üst düzey bürokratlarına kanunsuz emir ve talimat yoluyla suç işletilmesine ve
bu yolla kamu düzeninin bozulmasına Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı neden
seyirci kalır, neden ağzını açmaz, neden görmezden gelir, neden duymazdan
gelir? Kendi sorumluluğu altında rapor hazırlayan Devlet Denetleme Kurulunun bu
konudaki raporlarının gereğini neden yapmaz, neden takip etmez, neden hesap
sormaz?
Kraliçe II. Elizabeth’ten Mayıs 2008’de Büyük Şövalye Nişanı’nı
Dolmabahçe önünde demirleyen İngiliz uçak gemisinde alıyorsunuz. Olabilir.
Bunun anlamını ayrıca sorgulamıyoruz. Bu nişanı alırken Türkiye Cumhuriyeti
kara sularında bulunan bir uçak gemisinde Türk Bayrağı'nın bulunmamasından
Cumhurbaşkanı nasıl rahatsız olmaz? Cumhurbaşkanı için bu sembollerin, bu
jestlerin, bu kavramların, bu değerlerin bir anlamı yok mudur?
Cumhurbaşkanı, 2010 “Chatham House” ödülünü 9 Kasım tarihinde
alırken, yine Kraliçe’den alırken, bu tarihin 1918 yılında İngilizlerin
Çanakkale Boğazı’nı işgal ve İskenderun, Antakya’ya asker çıkardığı tarih
olduğunu bilmez mi? Cumhurbaşkanı, siyasal bilinçten, siyasal duyarlılıktan bu
kadar yoksun olabilir mi ya da bu değerlerin Cumhurbaşkanı için bir önemi yok
mudur?
Türkiye Cumhuriyeti’nde ÖSYM odaklı merkezî sınavlarda son üç dört
yıldan bu yana sorular bir yerlere servis ediliyor, Cumhurbaşkanı bu tablodan
son derece rahatsız, böyle ifade ediyor ancak teatral gösteri yapmayı
sürdürüyor. Bu tablonun sorumlusu olduğunu bir türlü hatırlamıyor. Zannediyor
ki kamuoyu o söylenenlere inanıyor. Böylesine bir ciddiyetsizlik Türkiye
Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanına yakışmıyor.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
cumhurun başkanı olamamıştır, devletin başı olamamıştır. Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışması sorumluluğunu yerine getirememiştir. Partili bir
cumhurbaşkanı olmaktan öteye gidememiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi için çok kısa bir değerlendirme
yapmak istiyorum zamanım yettiğince. Söylenecek çok şey var ama Meclisin iç
işleri ve yazışmalarına Meclis dışından müdahale edilmektedir. Meclis, Meclis
dışından yönetilir, yönlendirilir hâle gelmiştir. Kamu başdenetçiliği seçimi
sürecinde bunu gördük. Meclis personeli kendi bünyesindeki özlük hakları ve
kadro adaletsizliğinin giderilmesini beklemektedir. Meclis personelinin moral
ve desteğe ihtiyacı vardır. Ayrımcılığa tabi tutulmaktan rahatsızdırlar.
Ve nihayet kaygı verici olan bir husus, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin arşivini, hafızasını yok edecek, tahrif edecek bir girişimden söz
ediyorum: Bakın, tutanaklara dışarıdan müdahale edilmesinin süreci başlamıştır.
Meclisin en yetkin, en özverili, en sorumlu, en teknik, en liyakatli kadroları
olan stenograflara yönelik olarak yeni bir sürecin başladığını görüyoruz
değerli arkadaşlarım. Bu arkadaşlarımızın yerine Meclis dışından, yine o malum
ilişkiler içinde yeni bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi girişiminin
başladığını görüyoruz. Meclis Başkanını buradan uyarıyorum. Meclisin kurumsal
kimliğini, güvenilirliğini, saygınlığını tümden yok edebilecek bir girişimden
söz ediyoruz. Bu tahribata, o müdahaleye, bu girişime seyirci kalmayınız. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, takdir edersiniz ki, böyle bir anlayışla
icraat sergileyen Cumhurbaşkanının ve Meclis Başkanının bütçelerine karşı
da, doğal olarak, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak “hayır” oyu vereceğimizi beyan ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kart.
İkinci konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara
Milletvekili Sayın Bülent Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kuşoğlu, buyurun.
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayıştay bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu Sayıştay konusunda klasik bir konuşma
yapmak isterdim; Sayıştayın 2013 bütçesinin az olduğunu, çok olduğunu, Sayıştay
faaliyetlerinin yeterli olduğunu, yetersiz olduğunu söylemek isterdim ama böyle
bir durum maalesef söz konusu değil, çok hayati bir durum var, hem Sayıştay
adına hem Meclisimiz adına hem halkımız adına çok sıkıntılı bir durum var
maalesef. Dolayısıyla, öncelikle bunu konuşmak zorundayım.
Dün burada da konuşuldu, muhalefete mensup 3 genel başkan da bu
konuyu dile getirdi. Özellikle ana muhalefet lideri Sayın Kılıçdaroğlu,
konuşmasının en az on iki dakikalık bir bölümünü bu konuya ayırdı ve dedi ki:
“Demokrasinin en önemli konusu, burada bulunmamızın, burada milletvekili olarak
bulunmamızın sebebi, seçilmemizin sebebi, kendimizi bir anlamda inkâr noktasına
kadar gidiyor. Bütçe hakkıyla ilgili, Magna Carta’yla ilgili, 1200’lerle
ilgili, demokrasiyle ilgili bu kadar önemli bir konunun yerine gelmemesi bizim
için utançtır, ayıptır.” Bunun sebeplerini sordu on iki dakikalık konuşmasında.
Ve Sayın Başbakan çıktı sucuktan bahsetti, bilmem neden bahsetti, tek bir kelime
bununla ilgili etmedi. Ben utandım. Hâlbuki bu konu hakikaten çok önemlidir,
hepimiz için önemlidir, varlık sebebimizdir. Biz hükûmetin harcamalarını, bu
ülkede devlet adına yapılan harcamaları denetlemek üzere buradayız, varlık
sebebimiz budur. Bununla ilgili bir usulsüzlük varsa, sıkıntı varsa, burada,
Sayın Başbakanın gelip öncelikle bu konuya cevap vermesi gerekirdi. Hepimizin
adına ayıp, zül olan bir konudur bu maalesef. Ben bu konuya, bütçe hakkı
konusuna çok fazla girmeyeceğim, ama bazı sorularım var bu kısa sürede.
Özellikle bunların kayıtlara geçmesini ve bu konunun cevaplanmasını istiyorum.
Bir: Neden, biraz önce söylediğim gibi, Sayın Başbakan 3 partinin
de dile getirdiği, ana muhalefet liderinin dakikalarca üzerinde durduğu bu
konuyla ilgili, bu kadar önemli bir konuyla ilgili hiçbir şey söylememiştir?
Bugün de basına bakıyorum, basında bu konunun ne kadar önemli olduğu
kavranamamış maalesef, yeterince anlatmıyorlar. Belki halk da anlayamamıştır
ama çok değerli milletvekillerinin, vicdanı olan, halka ve Hakk’a güvenen,
inanan insanların bu konuyu dile getirmesi lazımdır. “Neden cevap verilememiş?”
sorusunu tekrar sormak istiyorum.
İki: Bu konuyla ilgili, raporların buraya gelmemesiyle ilgili
gerekçe gösterilen temmuz ayında yaptığımız Sayıştay 35’inci madde değişikliği,
kanunda olduğu hâlde neden Sayıştay Genel Kurulunun görüşü alınmadan buraya
getirilmiştir? Kanun apaçık söylüyor: “Sayıştayla ilgili bir kanun değişikliği,
Sayıştay Genel Kurulunun görüşü alınarak getirilir.” diyor. Görüşü alınmadan
neden alelacele buraya bir torba kanunla getirilmiştir bir temel kanun?
Üç: O tarihte 132 performans raporu düzenlenmişti kamu
kuruluşlarıyla ilgili. Neden düzenlenen o raporlar şimdi işleme konmamıştır,
alelacele o 35’inci madde getirilmiştir, bütün bunların üstü örtülmüştür? Bir
sıkıntılı durum mu vardı? Şimdi sormamız gerekir, hepimizin sorması gerekir.
Neyin üstü kapatılmıştır?
Bir de o tarihte, yani madem böyle bir ihtiyaç hissediliyor, bir
geçici madde konulur, böyle alelacele getirilmez ve denilir ki: “2011’le ilgili
olarak yapılan çalışmalar aynen devam edecektir ya da 2011’le ilgili şöyle bir
çalışma yapılacak.” Bu da yok. Neden bunun getirilmediğini de anlamak mümkün
değil.
Sayıştay, yüz elli yıllık bir kurum, cumhuriyetten daha eski bir
kurum. Bütün ülkelerde, devlet olan her yerde vardır. O tarihte, yüz elli
yıllık tarihinde ilk defa bir duyuruda bulunuyor, şunu söylüyor; bakın değerli
arkadaşlarım, değerli milletvekilleri, diyor ki: “Böyle böyle bir yasa
değişikliği hazırladınız. Maddenin hazırlanmasından önce ve hazırlık safhasında
Sayıştay Başkanlığına herhangi bir bilgi verilmemiş, görüş sorulmamış;
dolayısıyla bu teklif metnine hiçbir katkımız olmamıştır. Komisyonda bu
teklifin görüşülmeye başlanmasından sonra, bir gün önce akşamüstü gelen bir
faks mesajıyla, ertesi gün komisyonda olmamız istenmiştir. Teklifin hazırlanma
yöntemine ve ayrıca içeriğine katılmamızın mümkün olmaması nedeniyle
komisyondaki görüşmelere iştirak edilmemiştir.” Yani “Türkiye Büyük Millet
Meclisini bu tutumundan dolayı protesto ettik.” diyor; bu kadar ağır. Bir kamu
kuruluşu bunu söylüyor. Bu Meclisin bununla ilgili olanlarının buna cevap
vermesi lazım. Bununla ilgili olarak da ben, öncelikle, iktidar grubunun Meclis
başkan vekillerini ve Sayın Başbakanı sorumlu tutuyorum. Öncelikle onların bu
konuyla ilgili cevap vermesi gerekir. Bu kadar önemli bir konunun, bu Meclisin
haysiyetini ilgilendiren bir konunun cevaplanması şarttır.
Değerli arkadaşlarım, bu konuyla ilgili olarak Anayasa’da da bir
hüküm var. Anayasa’ya göre, bu konunun bu şekilde kapanmaması lazım. Biz 2011
yılıyla ilgili kesin hesabı onaylasak dahi Sayıştayın bu raporları düzenlemesi
ve buraya göndermesi gerekir.
Sayın Başkan, size de özellikle hitap ediyorum. Bu kesin hesabı
biz onaylarken özellikle bu konuyla ilgili bir şerh düşmemiz lazım. “Sayıştayın
bu raporları Anayasa’ya göre bize prosedüre uygun bir şekilde göndermesi
gerekir.” şeklinde bir şerh de düşmemiz lazım, görevimizi ihmal etmememiz
lazım.
Değerli arkadaşlar, bir de bu konu var, şöyle bir konu var:
Sayıştay denetimi dışında da denetim yapılmıyor. Ben geçen yıl gündem dışı
olarak söz almıştım. Bu 35 kanun hükmünde kararnamenin çıkarılmasından sonra
devletin yok edilmek üzere olduğunu, birkaç sene sonra devleti göremeyeceğimizi
anlatmıştım. Denetim aşağı yukarı zaten yok edildi, teftiş kurulları yok Maliye
Bakanlığı başta olmak üzere, işte Sayıştaydaki durumu görüyorsunuz iki senedir
raporlar gelmiyor, iç denetim de yok. Denetimin olmadığı bir yerde devlet de
olamaz, bunları görmemiz lazım. Ben, Sayıştay denetimi yok, iç denetim yapılmış
mıdır diye kayıtlara baktım. Beş yıl içerisinde sadece 500 küsur denetim
yapılmış, onların da sonuçları yok. Devlet böyle yönetilmez, devlet böyle
devamlılık arz etmez. Bu hepimizin utancı olmalıdır. Bu konuyla ilgili karar
verirken hepimizin vicdanımızı öne alıp düşünmemiz gerekiyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarında alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı Sayın Bedii
Süheyl Batum, Eskişehir Milletvekili.
Sayın Batum, buyurun.
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 mali yılı Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Şahsım ve grubum
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Anayasa mahkemeleri niçin vardır, niçin
kurulur? Dünyada Anayasa mahkemelerinin bir tek işlevi vardır; siyasal
iktidarları denetleyerek temel hak ve özgürlükleri korumak ve güvence altına
almak. Siyasal iktidarların işlemlerinin hukukun kıskacı içerisinde olmasını
sağlamak. Aynen bu ifade kullanılır anayasa hukukunda: “Siyaseti hukuk
kıskacına almak.” Sayın Adalet Bakanımız da 2013 bütçe sunuş konuşmasında bunu
farklı bir yönde, farklı bir biçimde tanımlamış; üstün nitelikli yargı hizmetinden,
adalet hizmetlerinde kaliteden söz etmiş, hatta bunun yararlanıcıların
memnuniyeti anlamına geldiğini söylemiş. “Yararlanıcıların memnuniyeti” bu
doğru, beğendik bu kavramı ancak bir gördük ki Sayın Bakan da, maalesef iktidar
çoğunluğu da bundan, yararlanıcıların memnuniyetinden tamamıyla farklı bir şey
anlamışlar. Anladıkları “müşteri memnuniyeti.” Müşteri memnuniyeti hani
“müşteri velinimetimdir” olsa yine bir anlamda kabul ederdik ama anladığınız,
Sayın Bakanın anladığı da şu: Sanki yargı iktisadi bir faaliyet, bir hak sorunu
değil de bir ekonomi sorunu, Anayasa Mahkemesi de bir iktisadi işletme, bir
kuruluş. Sakın “hayır” demeyin.
Değerli dostlarım, gerçekten, Anayasa Mahkemesini iktisadi bir
kuruluş olarak algılamışsınız, yaptığını da iktisadi bir faaliyet olarak
algılamışsınız. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki
Kanun’u yeniden yaptınız, 47’nci maddesinde “Bireysel başvurular harca
tabidir.” demişsiniz, harç alıyorsunuz, 150 TL. Aynı yasanın 51’inci maddesinde
şöyle bir şey getirmişsiniz, eğer başvuru kabul edilmezse, kabul edilmez
öngörülürse 2 bin lira da ceza alıyorsunuz. Şimdi, bu nasıl bir hak arama
hürriyeti, nasıl bir Anayasa Mahkemesi? Bir kişi “Hakkım, hürriyetim ihlal
edildi.” diye başvuracak “Ver 150 lira.” Kabul etmediniz “Ver 2 bin lira.”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine o birey başvuru yaptığında parasız yapıyor.
Başvurusu kabul edilmez bulunursa herhangi bir ceza alınmıyor. Anayasa
Mahkemesine başvuru ise 150 lira. Eğer kabul edilmezse sunturlusu 2 bin lira.
Çünkü size göre bu hak arama hürriyeti falan değil, iktisadi bir faaliyet,
Anayasa Mahkemesi de ticari bir işletme! Hadi, siz anlasanız öyle, kabul
edeceğim, diyeceğim ki: “İktidar çoğunluğu böyle algıladı.” Mahkeme de, Anayasa
Mahkemesi, Haşim Kılıç’ın mahkemesi kendini ciddi ciddi ticari bir işletme
zannediyor. Sakın ona da “hayır” demeyin.
Değerli dostlar, arkadaşlar, hâkimi reddetmişsiz. Reddetme
gerekçemiz de son derece açık, net bir gerekçe. Oturmuşuz yazmışız, “Bu
mahkemenin başkanı hakkında” demişiz Wikileaks belgelerinde: “03 ANKARA 4862”
kodlu yazıda aynen şu yazılmış, Amerikan Büyükelçisi yazmış: “Haşim Kılıç 1
Ağustos tarihinde bize özel olarak geldi, CHP’nin, mevcut problemleri için
kendini suçlaması gerektiğini anlattı ve ‘Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir şeyi
doğru yapmıyor, tek işi sanki AKP Hükûmetinin yaptığı her şeyi –pardon ‘AKP’
dememiş Haşim Kılıç- AK PARTİ Hükûmetinin yaptığı her şeyi suçlamak’ diye
anlattı.” demiş. Bunu söyleyen büyükelçi. Arkasından şunu söylemiş: “CHP bir
kolaycılığa kaçıyor. Anayasa Mahkemesine dava açmak suretiyle sorun çözme
kolaycılığı var.” demiş ve bir şey daha söylemiş: “Çoğunluk dışındaki görüş
sahiplerinin iktidar gücünü bloke etme, etkisizleştirme gibi bir davranış
sergilemelerine izin verilemez.” demiş. Bunları söylemiş bir kişiyi biz
reddetmişiz hâkim olarak. Nasıl yaparsın bunu! “Bu iktisadi bir kuruluş,
iktisadi kuruluş hiç itibarsızlaştırılır mı?” demiş, aynen böyle söylemiş! (CHP
sıralarından alkışlar) Ve 50’nci maddeye göre, hâkimin reddi istemimizden
dolayı bizi 6 bin lira para cezasına çarptırmış. Değerli basın mensupları
burada var mı yok mu bilmem ama en azından, milletvekilleri, şuraya bakın:
1’inci, 2’nci makbuz, 3’üncü makbuz, 4’üncü makbuz… Bunun gibi 12 tane
makbuzumuz var. Neden? Hakkımızı aramışız, hâkimi reddetmişiz diye, ticari
kuruluşun, pardon, Anayasa Mahkemesinin bize biçtiği ceza bu. Bu Anayasa
Mahkemesinin bütçesini konuşuyoruz bugün. Değerli arkadaşlar, 6 bin lira… İşte
böyle bir ticari işletme.
Değerli arkadaşlar, bir şey daha söyleyeceğim. Şimdi,
yararlanıcıların mecburiyeti sanmış, yararlanıcıların memnuniyetini tutmuş
müşteri memnuniyeti olarak algılamış. Bunların hepsini kabul ediyorduk,
diyorduk ki: “İşte ticari işletmedir. Bunun da sonuçları böyle olur.” Bari
müdebbir tüccar olsa. Hani “müdebbir tüccar” deriz. Müdebbir tüccar olsa, onu
da kabul edeceğiz.
Dikkat edin arkadaşlar, bizden Mahmut Tanal ve Ali Rıza Öztürk
soru sormuşlar “Bu Haşim Kılıç’a ne kadarlık araba tahsis edildi, paraları
nedir?” diye. Bunlar da cevap vermiş. İlk önce cevap vermemiş. Bekir Bozdağ
demiş ki: “Size ne ya. Size mi kaldı bunların paraları, arabaları.” Sonra
Mahmut Tanal Bilgi Edinme Yasası vasıtasıyla başvurmuş. Vermişler cevap.
Değerli arkadaşlar, sayın milletvekilleri; sıkı durun -müdebbir tüccar, hadi
ticari işletmeyi anladık- diyor ki: “Kendisine araba aldık. 7.600 avro para
veriyoruz ayda bu arabaya.”
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Kiralama mı?
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – Mercedes. Kiralık… Kiralık… Ayda
7.600 avro. Burada…
Şimdi, 7.600 avroyu günlük kurla bir çarpın bakayım, ayda 20
milyara yakın eder.
Sevgili arkadaşlar, müdebbir tüccar bir yılda 220 milyar para
veriyor. Bu nasıl bir Anayasa Mahkemesi? Bu nasıl bir ticari işletme? (CHP ve
MHP sıralarından alkışlar) Bu ne biçim bir müdebbir tüccar?
Değerli dostlar, son kalan noktamda şunu söyleyeceğim: Bari
kararlarında müdebbir tüccar gibi davransaydı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Arabayı satın alsalarmış…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – Keşke alsalarmış…
“4+4+4” kararında otuz yıllık içtihadını değiştirdi.
Cumhurbaşkanlığı kararında hepimizi güldürdü, iki statüyü bir araya koydu. Bunu
yaparken sevgili arkadaşlar -bir şeyi söylüyorum- bir taraftan Recep Tayyip
Erdoğan’ı bir taraftan Abdullah Gül’ü mutlu etmek istedi. Ee, tabii, müdebbir
tüccar, parayı verenin, yatırımı yapanın lehinde karar verecek. Biz, bu Anayasa
Mahkemesinin bütçesini konuşuyoruz arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Batum, teşekkür ediyorum efendim. Süreniz doldu.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – O yüzden, bu bütçeye “hayır” oyu
vereceğimizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bir kez daha beyan ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu 7.600 euro, hem Danıştay Başkanı hem
Yargıtay Başkanı… Onu da söyle.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Aynen, onlar da var. Yargıtay
geldiğinde onları da söyleyeceğiz.
BAŞKAN – Sayın Batum, teşekkür ederim.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ben teşekkür ederim.
BAŞKAN – Dördüncü konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Dilek Akagün Yılmaz.
Sayın Yılmaz, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Yargıtay bütçesi üzerinde CHP Grubu adına görüşlerimi
bildirmek üzere söz almış bulunuyorum.
Sözlerime, bu ülkede ilkeleri ve kendisi unutturulmaya çalışılan
Büyük Önder Atatürk’ün sözleriyle başlamak istiyorum: “Devlet hâlinde
teşkilatlanmış bir toplumun anayasasında, adalet kuvvetinin bağımsızlığının
önemini açıklamaya gerek yoktur. Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının
birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak
varlığı kabul edilemez.”
1920 yılında söylenen bu sözlerle ortaya konan ilkeler ne yazık ki
artık ülkemizde yok edilmiştir. Bu ülkede artık yargının bağımsızlığından ve
tarafsızlığından eser kalmamıştır. Hâlen yaşanan kavga ise “Yargının sahibi
kim?” kavgasıdır. Gerçekten sizlere soruyorum: Yargının sahibi kim? Cemaat mi,
Başbakan mı? İşte, bu soru, Türk yargısının, Yargıtayın içinde bulunduğu durumu
çok net bir şekilde özetliyor. Ama şunu iyi biliniz ki, ne Cumhuriyet Halk Partisi
ne de Türk halkı bu saltanatın sürmesine, yargının bu şekilde ayaklar altına
alınmasına izin vermeyecektir. Artık bu ülkede hukukun üstünlüğü yok, yargı
bağımsızlığı yok, adalet duygusu yok, hiç kimsenin can güvenliği ve
özgürlüğünün güvencesi de yok.
12 Eylül 2010 Anayasa referandumu ülkemizde bir kırılma noktasıdır
çünkü bu referandum sonucunda Anayasa Mahkemesinin, Hâkimler Savcılar Yüksek
Kurulunun yapısı tamamen değiştirilmiş, yargı bağımsızlığı sona ermiş, yargı
siyasallaşmıştır. Siyasallaşan ve âdeta bakanlığa bağlı bir genel müdürlük
konumuna indirgenen Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, yaptığı atamalarla,
iktidara yakın görünen yargıç ve savcıları ödüllendirmiş, ancak bağımsız ve
tarafsız, gerçekten yargıçlık ve savcılık yapanları ise hallaç pamuğu gibi
atmış, dağıtmıştır. Hatta Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcıların
elinden soruşturma dosyası alındığı gibi, tüm yargı camiasına gözdağı vermek
için savcılar yargılanmıştır. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu bugün yargıç ve
savcıların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. Bırakınız tarafsız
ve bağımsız karar vermeyi, korku imparatorluğu ne yazık ki bütün yargı
camiasını sarmıştır.
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yeni oluşumu ve Yargıtay
Kanunu’nda yapılan değişiklikle Yargıtaya yeni atanan 192 yargıç Yargıtayın tüm
seçimlerinde, talimatla, bakanlığın istediği doğrultuda blok oy kullanmaktadır.
Yargıtay Başkanından daire başkanlarına, divan oluşumuna kadar her konuda
iktidara yakınlık ölçütü dikkate alınarak seçimler yapılmaktadır. Artık Sayın
Başbakan mutlu olabilir; yargı, ayağında pranga değildir, aksine iktidarın tüm
hukuk dışı işlemleri ve diktatörlük heveslerinin yolunu açmaktadır. Ancak bu
uygulamalarla Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti olmadığını, diktatörlükle
yönetilen bir devlet olduğunu dünyaya ilan etmiştir.
Yargının içine düştüğü bu durum dünyanın gözünden kaçmadı elbette.
Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, geçen ay ülkemizi ziyaret eden
Avrupa Yargıçlar Birliği de ülkemizdeki yargının konumunu aynen şöyle tespit
etmiştir: “Öyle görünüyor ki Türk Hükûmeti HSYK’nın yeniden yapılandırılması
sürecinde kurula Türk yargısını temsil eden kişilerin değil, Hükûmetin
görüşlerini ifade eden kişilerin dâhil edilmesini sağlamıştır. Yüksek Kurulun
şu anki yapısının bağımsız yargıyı etkin bir şekilde desteklemediği yönünde
endişeler gündeme gelmiştir. Avrupa Yargıçlar Birliği şunu hatırlatır ki:
Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının güvenceleri, diğer iki erkin
yargıya neyin gerekli olduğu konusunda talimat vermesine müsaade etmez.
Bağımsız yargı anayasa ve hukuka dayanır, diğer erklerin emir ve direktiflerine
değil.” Doğru söze ne söylenir?
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada Yargıtay bütçesini
görüşüyorsak Yargıtay binasının yetersizliğini, pek çok değişik binada hizmet
verilmeye çalışıldığını, binanın fiziki yetersizliği nedeniyle birçok tetkik
hâkiminin tuvaletten bozma küçücük odalarda çalıştırıldığını görmezden
gelemeyiz. Yargıtaydaki yargıçların karar çıkarma baskısı altında âdeta
mobbinge maruz kaldıklarının, yoğun iş yüküne rağmen maaş ve özlük haklarının
çok geride olduğunun buradan konuşulması gerekmektedir ancak Yargıtaya ayrılan
bütçe genel bütçenin on binde 3,5’udur arkadaşlar.
Bu sorunları bu bütçeyle çözebilecek miyiz, çözebilecek mi
hükûmet? Adalet Bakanlığı ya da Yargıtayla ilgilenen birimler bu konuda ciddi
atımlar atıyorlar mı? Bakanlık gerçekten yargının hızlanmasını ve Yargıtayda
yıllarca dosyaların beklemesini istemiyorsa, yıllardır kurulacağı belirtilen
ancak bir türlü kurulamayan istinaf mahkemelerinin bu bütçeyle kurulması mümkün
müdür?
Bakanlığın yargının hızlandırılmasından anladığı bir başka yöntem
de, sanırım, vatandaşların dava açmasının engellenmesidir çünkü artık Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nda yapılan değişiklikle dava açarken giderler peşin olarak
alınmaktadır. İşçilik alacaklarında dahi bir iş davasında 500-600 lira peşin
harç alınmakta, masraflar alınmaktadır. Vatandaş dava açamamakta, böylece
yargının işi azalmaktadır. “Paran yoksa dava açma, hakkını arama ki işler
azalsın.” Bakanlık ne kadar güzel bir çözüm yolu bulmuş, değil mi?
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yılın temmuz ayında üçüncü
yargı paketiyle özel yetkili mahkemeleri lağvettiniz. Bu işler boşluk kabul
etmez tabii, yerini hemen terör mahkemeleriyle doldurdunuz. Bir de, üstüne
üstlük, cemaatin hâkim olduğu özel yetkili mahkemelerdeki davalar bitinceye
kadar “O mahkemeler görevlerine devam etsinler.” dediniz ve cemaat yargısına
kurbanlar bıraktınız. Bu engizisyon mahkemeleri tarihî görevini yapıyor. Gizli
tanıklarla, uydurma CD’lerle, imzasız ihbar mektupları ile kanıtları
toplamadan, tanıkları dinlemeden, dosyaları bilirkişiye dahi göndermeden
yargısız infazlarını yapıyorlar.
13 Aralıkta, milletvekillerimiz Sayın Mustafa Balbay ve Mehmet
Haberal’ın yargısız infazlarının yapılacağı duruşmaya halkımızla birlikte, tüm
Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak katılacağız. Ancak, şimdiden
orada olacakları biliyoruz. Daha müzekkerenin cevapları gelmeden, deliller
değerlendirilmeden, terörist gizli tanıklara dayanılarak mütalaa hazırlanıyorsa
orada adil yargılanma asla söz konusu olamaz. Orada yargılanan
milletvekillerimiz değil, adalet ve millet iradesidir. İnanın ki Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi bu konularda Türkiye Cumhuriyetini gerçekten ciddi
tazminatlara mahkûm edecektir. Bu, bizim için övünülecek bir şey değildir ama
bu arkadaşlarımızın karşılaştığı bu yargılama süreci, bu mahkûmiyeti sonuç
olarak getirecektir.
Artık bu ülkede tek parti diktatörlüğü yaşanmaktadır ne yazık ki.
Yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmış, yargı dizayn edilmiştir. Yargının
bağımsız olmadığı, hukuk devletinin hiçe sayıldığı bu ülkede korku
imparatorluğu yaratılmıştır. Yolsuzlukların, partizanlığın ayyuka çıktığı,
muhalif tüm seslerin susturulduğu, ülkemizin bütünlüğünün yok edilmeye
çalışıldığı bu dönemin, elbet bir gün hesabı sorulacaktır. Bağımsız ve tarafsız
yargı bir gün sizlere de lazım olacaktır ama bunu anladığınızda çok geç
kalacaksınız arkadaşlar.
Hepinize sevgiler sunuyorum, teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yılmaz.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bir sonraki konuşmacı
Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut Dibek.
Sayın Dibek buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, Danıştay bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini paylaşmak üzere söz aldım. Öncelikle sizleri
saygılarımla selamlıyorum.
Danıştay -az önce Bülent Bey’in de belirttiği gibi- Sayıştay gibi
yüz elli yılı aşkın geçmişi olan bir kurum. Ta 1868’den Şûrâ-yı Devletten
geliyor. 1924, 61 ve 82 anayasalarında da yer almış bir kurum. Yani bizim
devlet işleyişimizin içerisinde çok önemli fonksiyonları olan ve çok önemli
görevleri üstlenmiş olan bir kurum. Bir yüksek mahkeme, yargı görevi yapıyor,
yürütmenin hukuka aykırı olan işlemlerini yargılıyor, denetliyor; inceleme
görevi var, danışma görevi var ama şunu belirtmek istiyorum yani bu yüz elli
yılı -cumhuriyet dönemini- konuşursak, herhâlde Danıştay Danıştay olalı bu son
iki yıl çektiğini hiçbir hükûmetten, hiçbir iktidardan çekmedi, bunu açıkça
ifade etmek istiyorum. Burada Danıştaydan yetkili arkadaşlar var, onlar da
izliyorlar, dinliyorlar bizi yani anlayan anlayacak benim söylediklerimi.
Bakın, değerli arkadaşlar, referandum sonrası yani 2010’daki
referandum sonrası -ben geçen dönem de buradaydım, yaşadığımız sürecin canlı
şahidiyim, takipçisiyim, milletvekili arkadaşlarımız da var- AKP sözcüleri,
-özellikle referandum sonrası- Sayın Bakan, diğer yetkililer hep şunu
söylediler: “Yüksek yargıda -Yargıtay için de Danıştay için de geçerli bu
söylem- işte dosyalar yığıldı, Yargıtayda 1,5 milyon dosya bekliyor, Danıştayda
200 bin dosya bekliyor; işte vatandaşımız mağdur oluyor, dosyalar zaman aşımına
uğruyor.” Bunu idari yargı için söyleyenler de vardı yani zaman aşımı sanki
idari yargıda varmış gibi.
Etkin ve adil, hızlı bir yargılamanın yapılması için de birtakım
değişikliklere ihtiyaç var, reformlara ihtiyaç var. Bunlar hep sihirli
sözcükler, güzel sözcüklerdi; bunları hep duyduk, dinledik fakat değerli
arkadaşlar, 2011’in Şubat ayında 6110 sayılı Kanunla, hem Yargıtayın hem
Danıştayın tümüyle yapısını değiştiren kanunla zaten süreç başlatıldı; o
yetmedi, ardından 2011 Ağustos ayında bir kanun hükmünde kararname çıkarıldı
-ki AKP iktidarı kanun hükmünde kararnamelerle düzenlemeler yapmayı çok seviyor
biliyorsunuz- o da yetmedi, en son 3’üncü Yargı Paketi içerisinde idari yargıda
da birtakım değişiklikler yapılırken aslında Danıştayın da yapısını değiştirmek
üzere son operasyonla da onun içerisine konuldu. Ben, Yargıtayla ilgili,
Anayasa Mahkemesiyle ilgili bir şey anlatmak istemiyorum çünkü konu Danıştay.
Bakın, değerli arkadaşlar, Danıştayın daha önce daire sayısı
13’tü, bu az önce bahsetmiş olduğum 6110 sayılı Yasa’yla 2 daire ilave edildi.
Danıştayda 95 üye vardı, buna 61 tane ilave yapıldı. Az önce belirttiğim
gerekçelerle; “İşte, yargı hızlanmalı, çift heyete geçeceğiz; işte, 2 daire
ilave edeceğiz, bu dosyaları eriteceğiz.” söylemiyle bu yapıldı. 2010 yılından
2011’e yaklaşık 200 bin dosya, 197.500 dosya devretmişti. Bu söylem içerisinde
o değişiklikler yapıldı 2011’in Şubat ayında fakat rakamlar burada, ben
bakıyorum -rakamlardan da birazdan bahsedeceğim- aslında 2010’dan 2011’e
devredilen dosya 200 bin. Zannedersiniz ki bu değişikliklerden sonra, işte
2011’den 2012’ye dosya sayısı azalmış; 2012’den de 2013 yılına yani şu an,
önümüzdeki yıla -henüz aralık ayındayız ama- devreden dosya sayısı azalmıştır
diye düşünebilirsiniz; hiç öyle değil, bunlarla hiç alakası yok, işin özü başka
değerli arkadaşlar. Aslında, Danıştayda davaların dosya sayılarının azalması
için hangi işlemlerin yapılması gerekiyor? “Danıştay Kanunu’nda, Bölge İdare
Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri
Hakkında Kanun’da, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda şu şu değişiklikleri
yapın.” diye, Danıştay daha 2010 yılının -hatırladığım kadarıyla- Şubat ayında
8-10 maddelik, belki 12 maddelik bir taslağı bakanlığa göndermişti yani “Şu
değişiklikleri yaparsanız bizim dosyalarımız zaten yüzde 40, yüzde 50 oranında
azalacak; bir sorun yok, başka bir değişikliğe gerek yok.” demişti. Bunların
bir kısmını, bu son yargı paketiyle 2012 Temmuz ayında -ki yargı paketi
içerisinde yaptılar yani yapıldı, bizler de destek verdik- bazı dosyaların
bölge idare mahkemesinde kesin itirazla sonuçlanması sağlandı çünkü gerçekten,
Danıştaya gelmemesi gereken çok sayıda dosya vardı. Ama bakın, bu arada neler
oldu? Kısaca bunları belirteyim çünkü süre gerçekten çok kısa.
Değerli arkadaşlar, bu son değişiklikte yani yargı paketinde,
Danıştayla ilgili olarak… AKP iktidarının yıllardır aslında içinde sakladığı
kızgınlıkları vardı, aslında zaman zaman saklamıyordu. Sayın Başbakan, -gerek
katsayıyla ilgili Danıştayın verdiği kararlar vardı, hatırlıyorsunuz, tam günle
ilgili kararları vardı- ben çok iyi hatırlıyorum, “Bu kararlar bizi
çıldırtıyordu.” diyordu, işte “Bu kararlar ideolojik kararlar, bunları kabul
etmemiz mümkün değil.” diyordu. Ve talimatı vermiş bakanlık yetkililerine,
Adalet Bakanlığına “Ne yapın ne edin, işte bu Danıştayı, artık bizi rahatsız
edecek, bizi sıkıntıya sokacak kararları vermekten alıkoyun.” demiş.
Bakın, neler oldu Danıştayda, onu söyleyeyim size: Bu son yasada,
değerli arkadaşlar, Danıştay savcılarını baypas ettik; ettiniz daha doğrusu.
Danıştay savcıları artık, Danıştayda “ilk derece mahkemesi” sıfatıyla açılan
davaların ancak esas hakkındaki kısmında görüş beyan ediyor.
Danıştay savcıları çok önemli bir kurumdu aslında. Yani “savcı”
demek de aslında doğru değil çünkü Danıştay savcısı tarafsız, davada taraf
olmayan bir noktada görev yapıyor; raportör gibi düşünebilirsiniz, sözcü gibi
düşünebilirsiniz.
İdari yargıda, değerli arkadaşlar, davalar yazılı yargılama
sistemine tabi olduğu için -bu Fransa’da da böyle, dünyanın her yerinde böyle-
o evrakların, gelen yazılı belgelerin farklı kişiler tarafından, uzmanlar
tarafından incelenmesi, görüş belirtilmesi istendiğinden, bunun adil
yargılamanın da bir gereği olacağı düşünüldüğünden, Danıştay savcıları çok uzun
yıllardır görev yapıyorlar değerli arkadaşlar. Ama ne yaptınız? Danıştay
savcılarının bundan sonra o görev yapma yetkilerini bu yasayla kaldırdık.
Onun dışında ne yaptık yani ne yaptınız? Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu var; çok önemli bir kurul, içtihat üretiyor yani onun
kararları “içtihat” anlamında daha sonra gerek idari yargıdaki mahkemelere
gerek Danıştaya yol gösteriyor.
İdari Dava Daireleri Kurulunu 2 kez değiştirdiniz. Bir, 6110
sayılı Yasa’da 31 kişiye döndürdünüz, 31 kişilik bir üye yapısına getirdiniz.
Bu yetmedi, son yargı paketi içerisinde de bunu 21 kişiye düşürdünüz ve üç yıl
değişmeyecek şekilde İdari Dava Daireleri Kurulunu görev yapacak hâle
getirdiniz ve orada da amaç şuydu aslında: Bugüne kadar Danıştayın verdiği
İdari Dava Daireleri Kurulunun içtihatları var, kararları var. Bunlar bir
anlamda, dediğim gibi, bağlayıcı nitelikte kararlar; gerek idari yargıda yani
idare mahkemelerinde, bölge idare mahkemelerinde ve Danıştayın dairelerinde bu
kararlar emsal teşkil ediyor. Bu üç yıllık süre içerisinde, bu emsal teşkil
eden, AKP iktidarını rahatsız eden, huzursuz eden ve bugüne kadar sizleri
kızdıran kararların da ortadan kaldırılmasını sağlayacak bir yapıya
kavuşturdunuz.
Aslında söyleyecek o kadar çok şeyim var ki, sürem yetmiyor
maalesef; inşallah, başka bir fırsatta bunları dile getirebilirim.
Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bir sözü vardı -Danıştay
Başkanı arkadaşı kendisinin- bir toplantıda işte “Allah verdikçe veriyor.” gibi
bir şey söyledi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Devamla) – Danıştayla ilgili olarak ben şunu
belirtebilirim sözlerimin sonunda: Geldiğimiz noktada bence muradınıza
ermişsiniz, ermiş durumdasınız. Bundan sonra, zannediyorum, yeni değişikliklere
ihtiyaç duymadan, rahat bir şekilde, sizleri kızdırmadan, AKP iktidarını
rahatsız etmeden, sizin istemediğiniz kararları vermeyecek bir Danıştay
yapısıyla bundan sonra karşılaşacağız diye düşünüyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Dibek, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi adına son konuşmacı, Tunceli Milletvekili
Sayın Kamer Genç.
Buyurun Sayın Genç. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz dokuz dakika.
CHP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakanlık, buna bağlı kuruluşların 2011 kesin hesap, 2013
bütçe programı üzerinde görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, aslında, tabii, Başbakanlığın 2011-2015
Başbakanlık Stratejik Planı var, bir de 2013 Performans Programı var. Bunları
okuduğunuz zaman, hakikaten güzel şeyler yazılmış, çok cafcaflı laflar yapılmış
ama önemli olan işin özü.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bir parlamentoda, bir kurumda
insanların birbirlerine karşı saygı duyabilmesi için orada hak ve adalet
duygularının hâkim olması lazım, orada söylenen haksızlıkların kirli parmaklar
kararı ile -kaldırılması suretiyle- yok edilmemesi lazım. Şimdi, burada en
haklı konuları dile getiriyoruz ama maalesef, siz parmak kaldırıyorsunuz,
kanunsuzlukları yok ediyorsunuz. Böyle bir toplumda, böyle bir mecliste saygı
duyularak konuşulmaz.
Şimdi, bu Başbakanlıkta bir “Tayyip Erdoğan” diye birisi var.
İstanbul Belediye Başkanı iken oğlu bir kadını ezdi, öldürdü. Ne yaptı? Orada
belediye onun suç unsurlarını, izlerini sildi, onu tek bir gün tevkif bile
etmediler, onu beraat ettiren hâkim ve savcılar şimdi Yargıtayda.
Şimdi, Deniz Feneri davasında, Deniz Fenerinde yapılan
yolsuzluklar kendisine ve ailesine gelince savcıları görevden aldı.
Şimdi, değerli milletvekilleri, öyle bir kişi ki bu Tayyip
Erdoğan… Beyanatları var: “Benim için demokrasi araçtır, amaç olamaz” diyor.
Demokrasi kendisi için araç olan bir kişi demokrat olabilir mi? Demokrasiye
saygısı olabilir mi?
“Efendim, laiklik de ne demektir? Bir kişi hem dindar hem laik
olamaz” diyor. Böyle bir laf olur mu? O senin kafandaki şey.
Diyor ki: “Meclisin kürsüsünde ‘Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir’ diyor; hayır efendim, egemenlik kayıtsız şartsız milletin
değildir, Allah’ındır.” Yarına başkanlık sistemini kabul ettiği zaman diyecek
ki “Egemenlik kayıtsız şartsız ne Allah’ındır ne milletindir; Tayyip’indir”
diyecek, onu dediği zaman da bir psikolojicinin herhâlde muayenesine gidecek.
(CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bakın değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devleti
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le beraber çökertilmek isteniyor. Nasıl
çökertilmek isteniyor? Bir defa, Türk Silahlı Kuvvetleri ortadan yok edilmeye
çalışılıyor. Silahlı kuvvetlerin başına çuval geçiren Amerikan generalini
bunlar davet ettiler ve kırmızı halılarla bunu karşıladılar. Türk donanması
NATO içinde, Karadeniz’in hâkimiyetinin Türk komutanlardan alınıp da NATO’daki
başka komutanlara verilmesi konusunda yapılan çabaya donanma karşı çıktığı için
ve aynı zamanda güney Kıbrıs sınırları içinde petrol aramasına da engel olduğu
için donanmanın bütün kuvvet komutanlarını içeriye aldılar.
Şimdi bakın, bir memlekette, memleketini düşünen, insanını seven,
devletin onurunu koruyan bir hükûmet, böyle bir aşağılık muamele yapan kişileri
bu kadar başının üzerinde taşır mı? Bunun bir anlamı var. Zaten Tayyip Erdoğan
ilk defa iktidara geldiği zaman 2001 yıllarında, 2002 yıllarında korkaktı,
gitti Amerikalı yetkililere “Beni bu Genelkurmay Başkanımızla bir araya
getirin” dedi, sonra korkaklığı da geçince, bakıyoruz şimdi efeleniyor.
Şimdi, devri iktidarınızda ne hukuk kaldı ne hak kaldı ne adalet
kaldı ne dürüstlük kaldı; hırsızlık alabildiğine gidiyor, yolsuzluk alabildiğine
gidiyor.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Dün cevabını aldın burada.
KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi bakın, dün Tayyip Erdoğan burada
diyor ki: “Kayseri Belediye Başkanımız sizden tazminat kazandı.” Yahu sen,
bizim Kayseri Belediye Başkanıyla ilgili ortaya attığımız iddiaları inceledin
mi? Hayır. Kendi yandaşlarına onlar beraat kararını verdiler, hâkimler dava
açıyorlar, davada hâkimler korkuyorlar, size tazminat hükmediyorlar. Tayyip
benimle ilgili de 4 tane tazminat açtı, 3’ünü kazandı, şimdi 1 tanesi de yargıda.
Yahu Tayyip, ben mecbur muyum senin çoluk çocuğuna bakmaya? (CHP sıralarından
alkışlar) Ben şimdi üniversitede okuyan çocuklara burs veriyorum. Ya, insan
biraz vicdan sahibi olur ya! Yeter artık! Zaten her tarafta paraları alıyorsun
da bir de… Yani, hiç olmazsa bizim hakkımızda tazminat açma.
Şimdi değerli milletvekilleri, bakın, bu Hükûmetin yaptığı
şeylerden birisi de… MİT Müsteşarlığını nedense bu Tayyip Bey çok koruyor.
Bununla ilgili nesi var bilmiyorum. Bakın, Genelkurmay emrindeki GES tesislerini
Genelkurmaydan aldı, MİT’e verdi. Ondan sonra ne oldu biliyor musunuz? Niye
bunları aldı, verdi? Tayyip diyor ki: “Tek seçici benim.” Tek seçici sensin ama
Genelkurmaydaki istihbarat birimlerini alıp da MİT’e verince, MİT bu defa,
ordunun zor duruma çıkması için -ben bunu böyle anlıyorum- orada elde edilen
istihbarat bilgileri orduya zamanında intikal etmedi. Bakın, Hakkâri’de bir
günde 27 tane er şehit oldu. Millet de zannediyor ki bu 27 er hakikaten vatan
uğruna şehit oldu. Hayır efendim, AKP’nin kaprisleri uğruna oldu. Orada
zamanında bilgiyi, istihbaratı, Genelkurmayın kendisi alıp da kullanmazsa…
MİT’e niye veriyorsunuz? Bir sebebini açıklayın. Diyorlar ki: “Efendim, bütün
yetki bende.” Ya, senin yetkin olur mu? Tayyip Erdoğan korkan bir adam. Diyor ki:
“Herkesi ben dinleyeyim.” Herkesi sen dinliyorsun ama kardeşim, senin gücün ne,
senin kabiliyetin ne? Sen gelmişsin… Şimdi, Başbakanlığı beğenmiyor; efendime
söyleyeyim, cumhurbaşkanlığını da beğenmiyor. Diyor ki: “Bütün yetki bende
olacak, herkesi ben atayacağım.” Ya, şimdi, hakikaten normal, akli melekeleri
yerinde olan insanların düşünebileceği bir yönetim tarzı değil. İnsanların gücü
her şeye yetmez değerli milletvekilleri.
Şimdi, deniliyor ki… Efendim, Türkiye’de hukuktan bahsediliyor.
Ya, hukuktan bahsedilebilmesi için yargı bağımsızlığı olması lazım. Şimdi, siz
hâkimlere korku verirseniz, ondan sonra hangi hâkim sizin aleyhinize karar
verebilir. İhalelere… Yolsuzluk alabildiğine gidiyor. İşte Ahmet Bey burada
gülüyor. Biz KİT Komisyonunda inceleme yapıyoruz. Yahu, şimdi, KİT’te öyle
yolsuzluklar var ki… Adam mesela İtalya’da… Bakın, Türkiye’de TÜRKSAT Genel
Müdürü İtalya’nın bir şehrinde bir yer açıyor, oranın masrafları senede 25
milyon euro arkadaşlar, genel giderler… “Bu nereden alındı?” diyoruz, hesap yok.
Şimdi, karşımıza bir bütçe gelmiş, bu bütçe nasıl hazırlanmış
belli değil, denetim yok. Tayyip Bey kendisinin, yandaşlarının, bürokratlarının
hemşehrilerini bürokrasiye atamış, onlar da… Fakir fukaranın canından kestiği,
ekmeğinden kestiği paralarla ödediği vergiler, nereye harcandığı belli değil,
bunlar nereye gidiyor?
Bakın, bu ihaleler yapıyor, en basiti bir ihale söyleyeyim size:
Arkadaşlar, bu hızlı tren projesinde Devlet Demiryollarının elinde gerekli
tesisler var, bu travers fabrikası, traversleri yapan. Bu Devlet Demiryolunun
traversini imal etmediler, efendime söyleyeyim, Tayyip Erdoğan’ın dünürüne özel
travers fabrikasını kurdular, senede 150 trilyon para veriyorlar. Değerli
milletvekilleri, böyle bir şey olur mu? Yani, bunlar hep yandaşlara yaratılan,
maalesef, kaynaklardır.
Şimdi, Türkiye’nin şu anda en büyük tehlikesinden birisi de Suriye
meselesi. Yahu, aklı başında olan herkes sormalı: Yahu, biz bu Suriye’yle niye
savaş aşamasına geldik arkadaşlar? Niye yani geldik? Şu anda, şimdi her an Suriye’yle
bir savaşın eşiğine geliyoruz. Bunun sebebi ne? Tayyip Erdoğan’ın kaprisi.
Bakın, bugün gazetelerde var; efendim, El Kaide’den 200 kişi Türk Hava
Yollarıyla Hatay’a gidiyor, orada özel arabalara bindiriliyor, Suriye’ye
gidiyor. Yahu, beyler, yani biz, bize böyle bir şey yapılsa, başka bir ülke
bizim üzerimizde böyle bir düşmanca tavırlar koysa biz buna karşı koyamaz
mıyız?
Olay şu: Tayyip Erdoğan ne yapıp yapıp bir harp çıkarmaya
çalışıyor, dolayısıyla cesaret edemiyor. Harp çıktığı zaman da olağanüstü hâl
ilan edecek, komutanlara güvenemiyor çünkü komutanlar olağanüstü komutan olarak
onu da içeri alacağından korkuyor. Dolayısıyla böyle karmaşık bir hâletiruhiye
içinde bir insan. Ama Türkiye'nin artık bugünkü iktidarı iktidardan düşürmesi
yani sizin düşürmeniz lazım. Yoksa Türkiye yarın çok kötü şeylerle karşı
karşıya kalacak, göreceksiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) - Bu kadar kurum… Zaten dokuz dakikayla nasıl
cevaplayalım, her biri büyük kurumlar. İşte, Millî İstihbarat Teşkilatı, Millî
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Afet İşleri… Bu Afet İşlerinde dönen
oyunlar, komik tutumlar, hepsi ortada ama nasıl söyleyelim bunları? Bütçe zaten
hayalî bir bütçedir. Bu hayalî bütçenin millete hayrı olmaz. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Millet size inanmadığı için oylarını bize
attılar.
BAŞKAN – Sayın Genç teşekkür ediyorum.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Hatip konuşmasında Grup Başkanımız,
Başbakanımız hakkında ağza alınmayacak hakarette bulundu. Cevap vermek
istiyorum.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Hiçbir şey söylemedi.
BAŞKAN – Ya, buna başlamasak iyi olur yani.
Buyurun, iki dakika içinde.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in AK PARTİ Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Evet, muhatap olmaya değmez, gerçekten ben de bunun farkındayım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Niye çıktın o zaman?
MUHARREM IŞIK (Erzincan) – Hiçbir şey söylemedi.
AHMET AYDIN (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar, şimdi, bütçeyi
görüşüyoruz. Dokuz dakikayı az buldu. Allah aşkına, dokuz dakikada bu bütçeyle
alakalı ne söyledin? Her kürsüye çıktığında ağız dolusu hakaretlerle,
iftiralarla bu milleti uyutacağını mı zannediyorsun, bu milleti kandıracağını
mı zannediyorsun? Millet her seferinde zaten cevabını veriyor. Dün Sayın
Başbakanımız, burada, bangır bangır cevabını da verdi, hepsinin tek tek de
cevabını verdi. Millet de zaten sizi de izliyor, bizi de izliyor. Belki burada,
zannediyorum, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanına söylemek lazım, herhâlde 5
kilo sucuğu da Sayın Kamer Genç’e gönderse rahat ederdi. Bu kadar iftira
atacaksın, bu kadar karalama kampanyasına başlayacaksın ondan sonra “Bari bana
dava açmayın.” diyeceksiniz.
Bakın, değerli arkadaşlar, demokrasi bir araçtır. Evet, ben de
söylüyorum, sadece ben değil herkes söylüyor. Demokrasi ne için araçtır? Bu
milletin, bu memleketin refah ve mutluluğu için bir araçtır. Araçtır, bunu
bilmen lazım. Eğer sen bunu idrak edememişsen kalkıp demokrasiden, siyasetten
bahsetmene bence hakkın dahi yoktur.
İkincisi, Allah’tan korkusu olmayan, kuldan utanması olmayan bir
insan kalkar bunu der, “Egemenlik kayıtsız şartsız ne Allah’ındır ne
milletindir, benimdir.” diyebilir. Bunu ancak, Allah’tan korkusu olmayan, kuldan
utanması olmayan bir insan diyebilir, bu iddiayı da ancak böyle bir insan
diyebilir. Ayıp be, yazık be! Hakikaten yazık yahu! Allah’tan bari kork,
insanlardan utan!
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Nasıl bağlayacaksın merak
ediyorum.
AHMET AYDIN (Devamla) – Yine, NATO, Türk Silahlı Kuvvetleri,
bilumum bütün kurumları burada -af buyur- böyle, ağzına ne geldiyse, bütün
hakaretlerini saydı. Şunu bilmen lazım ki Tayyip Erdoğan dün de cesurdu, bugün
de cesur. Bu cesaretiyle yüzde 50 oy aldı ve bu cesaretiyle Türkiye’yi, aldığı
noktadan senin hayalinin dahi alamayacağı noktaya taşıdı. Türkiye’yi dünyada
büyük, güçlü, lider ülkeler hâlinden birine getirdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET AYDIN (Devamla) – Sen bunu anlayamazsın zaten! Ancak bu
hakaretlere yol açarak… (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Aydın, teşekkür ediyorum.
AHMET AYDIN (Devamla) - Hırsızlık, yolsuzluk diyorsun ancak derler
ya “Hırsız herkesi hırsız zanneder…” (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aydın.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bana sataştı. Dedi ki:
“Kendisi cevap verilmeye değer bir insan değil.” Ben bir parlamenterim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – E, öylesin!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Başka sözlerimi de çarpıttı. Müsaade ederseniz
ben de cevap vereyim efendim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerçeği söyledi efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç, size, şahsınıza bir hakarette mi bulundu?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Var, var efendim. Galiba dinlemediniz, dedi
ki… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Bir dakika sayın milletvekilleri…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – “Cevap vermeye değer değil.” dedi.
BAŞKAN – Bir dakika… Sayın milletvekilleri, niye bağrışıyorsunuz?
Soruyorum ki işiteyim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, diyorum ki yani…
BAŞKAN – Buyurun efendim, iki dakikada cevap verin.
2.- Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tabii benim konuşmalarımı anlayacak kapasitede olmayan insanlar, âcizliklerinin
ifadesi olarak “Buna cevap vermeye değmez.” derler. Zaten bu, en basit,
insanların başvurabileceği bir yoldur.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ne konuşuyorsun?
KAMER GENÇ (Devamla) - Benim konuşmalarımı halk iyi anlıyor.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Bizi de halk anlıyor!
KAMER GENÇ (Devamla) - Eğer sen, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan,
yiğitliğiniz varsa, şu sokaklarda bir yürüyelim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Yürüyoruz.
KAMER GENÇ (Devamla) - Yürüyelim, hayır, yürüyelim.
Bakın, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, 5 bin polisle korunuyor
arkadaşlar, 5 bin polisle.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – O kadar abartma!
KAMER GENÇ (Devamla) - Amerika’dan özel getirdikleri zırhlı
araçlarla korunuyorlar. Bu memlekette insanlar ekmek bulamazken onlar zırhlı
araçlarla, milyon dolarlar seviyesindeki zırhlı araçlarla dolanıyorlar. Dün
burada bütçe vardı -Allah aşkına- şu salonlarda en azından 200-300 tane koruma
vardı. Yahu, kimden korkuyor bu Tayyip’le bakanları arkadaşlar? Böyle bir şey
olur mu?
Beyler, bakın, siz, hâlâ, ülkeyi felakete götüren Tayyip
Erdoğan’ın bu memlekete yaptığı kötülüklerin farkında değilsiniz.
AHMET YENİ (Samsun) – Millet karar veriyor, millet.
KAMER GENÇ (Devamla) - Bu kişi, bakın, gazeteciye ne diyor biliyor
musun? “Kalemi… Pislik akıyor.” diyor. Diyor ki gazetecilere…
MEHMET ERSOY (Sinop) – Ne diyor?
KAMER GENÇ (Devamla) - “Bundan önce askerler boynunuza tasma
takmışlardı, ben bu tasmayı boynunuzdan çıkardım.” diyor. Şimdi, uluslararası
kuruluşlar sizin boynunuza tasma taktı.
Peki, Tayyip Bey, yani birisi sana dese ki “Ya, Tayyip Bey, senin
boynuna tasma takmışlar.” deseler acaba Tayyip Bey bunu kabul eder mi? Demek
ki, kendinin kabul etmeyeceği lafları başkalarına söyleme. Tayyip Bey ağzından
çıkan kelimenin anlamını bilmiyor. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Gelsin, kendisine nasıl konuşulacağını, nerede ne davranacağını öğretelim.
Obama kendisine sopayı gösterdi, ondan sonra Amerika’ya gitti, senin adamın
dedi ki…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – “Bunu deliğe süpürmeyin, bundan yararlanın”
dedi… Arkadaşlar biz ne yapalım ya? (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ederim. Sağ olun.
Buyurun Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, Sayın Hatip zaten aynı
şeyleri konuşuyor. Yine aynı şeyleri konuşarak benim söylediklerimi haklı
çıkardı. Ben kendilerine teşekkür ediyorum, o yüzden muhatap almıyorum, cevap
vermiyorum kendisine.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın milletvekilleri, 45 dakika oturuma ara veriyorum.
Kapanma Saati: 12.59
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.46
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet
SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT
(Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
37’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
2013 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın birinci tur görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Şimdi, söz sırası AK PARTİ Grubu adına Muhammet Bilal Macit,
İstanbul Milletvekili.
Sayın Macit, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1) Cumhurbaşkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Cumhurbaşkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Sayıştay Başkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sayıştay Başkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME
KURULU (Devam)
1) Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1) Yargıtay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Yargıtay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1) Danıştay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Danıştay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1) Başbakanlık 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Başbakanlık 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
Ğ) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL
SEKRETERLİĞİ (Devam)
1) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
AK PARTİ GRUBU ADINA MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 yılı Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerine AK
PARTİ Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinize iyi günler diliyorum.
Cumhurbaşkanlığı makamı, ülkemizin en önemli temsil makamı olarak
kabul edilmektedir. Bir ülkenin en üst makamının, Türkiye özelinde
Cumhurbaşkanlığı makamının etkinlikleri ve konumu hakkında bilgi sahibi olmak,
aslında o ülkenin prestiji hakkında bilgi sahibi olmamız anlamına gelir.
Kurumların fiziki şartları, teknik altyapısı, kurumsal logoları, mimarisi ve
gerçekleştirdiği etkinlikler siyasetiyle ve prestijiyle ilgili çok şey söyler.
Belki de bu yüzden dünyanın gelişmiş ülkelerinde temsilî makamların sembol
hâline gelmiş binaları vardır. Örneğin Amerika dediğimizde aklımıza Beyaz Saray
ya da Rusya’da Kremlin ya da Fransa’da Elysee Sarayı gelmektedir. Bu binalar
ülkeleri için devlet geleneğini temsil eden ve güven uyandıran imajlardır.
Ülkemizde de Çankaya Köşkü devletin kurumsal kimliğini temsil etmektedir. 2002
yılında, AK PARTİ’nin iktidara gelmesiyle beraber Türkiye’de bir paradigma
değişikliği, bir mantalite değişikliği yaşanmaya başlandı. İşte, toplum talepli
ve toplum merkezli bu paradigma değişikliğinin Cumhurbaşkanlığı makamına
yansıması ise 2007 yılında Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle
başladı. Bu değişim kendisini Köşk’ün fiziki ve teknik altyapısıyla,
etkinlikleriyle ve bu alanlardaki değişimlerle de göstermektedir. 2007
öncesinde yıpranmış, masraf olur gerekçesiyle yurt içi ve yurt dışı davetlerin
sınırlı olduğu gri bir köşk portresi vardı. Çankaya Köşkü dediğimizde aklımıza
Ankara’nın en yüksek yerlerinden birine konumlandırılmış, demir parmaklıkların
arkasında, ağaçların arasına gizlenmiş ve halka uzak bir imaj gelmekteydi. Ve
Çankaya Köşkü için kullanılan görüntüler, demir kapıların arasından içeriye
giren kırmızı plakalı arabalardan ibaretti. Siyasetense toplumsal değişime ayak
uyduran değil âdeta değişimin olmaması için mücadele eden statükocu bir görüntü
söz konusuydu. Aslında bu değişime dair en güzel örnek belki de üniversitelerin
öğrencilerine ücretsiz dizüstü bilgisayar dağıttığı, İnternet kafelerde bile
hızlı İnternetin ve Pentium bilgisayarların olduğu 2007 öncesi yıllarda Çankaya
Köşkü’nde ise İnternet’in mesai saatleriyle ve 256 bilgisayarlarla
sınırlandırılmış olmasıydı. 2007 sonrası ise Köşk’te anlayış değişikliği
kendisini fiziki şartlarıyla, davetleriyle göstermeye başladı. Köşk’ün teknik
altyapıları, ağırlama mekânları yenilendi; Köşk’ün imaj çalışmalarına hız
verildi, TSE belgeli ilk dijital arşiv oluşturuldu. İnternet’in bile tasarruf
adına kesildiği eski dönemlere inat sosyal medyada Cumhurbaşkanlığı makamı
aktif bir şekilde kullanılmaya başlandı. Çankaya, yalnızca kırmızı plakaların
girdiği değil, sivil toplum temsilcilerinin, gazetecilerin, sıradan
vatandaşların, iş adamlarının ve siyasilerin girebildiği bir kurum hâline
geldi. Yalnızca ulusal değil, bölgesel ve küresel anlamda geziler, toplantılar
ve resepsiyonlar düzenlendi.
Buradaki amaç önemli bağlantılar ve ilişkiler geliştirmekti. Bu
adımlar, ülkenin yalnızca kısa vadede değil, orta ve uzun vadede de etki
alanını genişletecek ve siyasi gücüne, ekonomik refahına ve uluslararası
prestijine güç katacak adımlardır.
Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse, Cumhurbaşkanımız 2012
yılında 38’i yurt içi, 7 de yurt dışı ziyaret gerçekleştirmiş ve yaklaşık 30
devlet başkanını da ülkemizde ağırlamıştır ve yine yapılan bir araştırmaya
göre, Sayın Cumhurbaşkanımızın bu çalışmaları neticesinde dolaylı olarak 35
milyar dolarlık iş anlaşmaları geliştirilmiştir.
İşte, Amerikan Başkanının çalışma masasını, Oval Ofisi’ni medya
erişimi olan her dünya vatandaşı bilir. Aynısını biz pekâlâ Türkiye için de
yapabiliriz. Hızla büyüyen, uluslararası arenada etkisi, gücü artan ülkenin bu
alanda yaşadığı değişimlere paralel olarak pekâlâ Çankaya Köşkü’nü de bu
anlamda dizayn edebiliriz.
Son olarak, bir ülkenin kurumsal kimliğini ortaya koyan
Cumhurbaşkanlığı makamı için doğru bir şekilde harcanan her rakamın ülkenin
huzuruna, uluslararası prestijine, ekonomik refahına katkı sağlayacağını
düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Macit.
AK PARTİ Grubu adına ikinci konuşmacı Sayın Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş
Milletvekili.
Sayın Pakdil, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA NEVZAT PAKDİL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 2013 Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi
üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin
yapacağı ve yaptığı bazı çalışmalara burada değinmek istiyorum.
Şu anda anayasa yapımıyla ilgili olarak bütün partilerimizin
katıldığı komisyonun çalışmaları var. Türkiye'de şu an itibarıyla bizzat sivil
temsilcilerin, milletvekillerinin ve halkın yaptığı bir anayasa yoktur. Sadece
2010 yılında, Meclisimizin aldığı referandum kararı ile halkoyuna gitmiş ve
kabul edilmiş anayasanın küçük bir parçası vardır. Şunu ifade etmek isterim ki,
bu Meclise yakışan husus, yeni bir anayasayı, sivil bir anayasayı bütün
partilerimizin ortaklaşa çabalarıyla, mutabakatıyla milletimizin önüne getirmek
ve milletimizin onayına sunmaktır.
İkinci bir husus, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nde
yapılacak olan değişikliklerdir. Şu anda hakikaten, yasama çalışmalarında,
mevcut İç Tüzük büyük problemler ihtiva etmektedir ve Meclisin, yasama
organının çalışmalarını ciddi ölçüde aksatmaktadır, Meclisimizin verimini
düşürmektedir. Burada, daha önceden grupların müştereken yapmış olduğu bir
çalışma vardır ve şu anda da AK PARTİ grup başkan vekillerinin ve bir kısım
milletvekili arkadaşlarımızın Meclise sunmuş olduğu İç Tüzük değişiklik teklifleri
mevcuttur. İç Tüzük’ümüzü değiştirmek, Meclisimizi daha verimli bir hâle
getirmek için çalışmak hepimizin görevidir ve bunu yapacağımıza samimiyetle
inanıyorum. Böylece, Meclis çalışmalarını daha itinalı, daha verimli ve daha
saygın bir hâle getirebiliriz ve bu hususta her birimize düşen görevler vardır
ve bu husus da anlaşmamız da çok zor olan bir husus değildir. Burada grup
başkan vekillerimize, Meclis Başkanımıza ve parlamenterler olarak, milletin
temsilcileri olarak bizlere de büyük bir görev düşmektedir ve bu olmazsa olmaz
bir husustur ve bu çalışma mutlaka yapılıp neticelendirilmelidir.
Diğer bir konu, parlamenter diplomasi alanında yapılacak olan
çalışmalardır. Bugün sadece hükûmetlerin yaptığı veya bir kısım ülkelerde
olduğu gibi, yetkili başkanların yaptığı çalışmaların dışında, parlamenterlerin
yapmış olduğu siyasi çalışmalar da o ülkeler için son derece önem arz
etmektedir. Bu vesileyle bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum: Kanada’dan
gelen bir heyet Türk Parlamenterler Birliğini ziyaret ettiğinde, orada daha
önce milletvekilliği görevinde bulunmuş olan bir Kanadalı milletvekilinin
söylediği şu konudur, diyor ki: “Ermeni yasa tasarısını -yani o şeyi, katliam
veya soykırım, onların nitelemeleriyle, her neyse- kabul etmek bizim için çok
olağan bir hâl gibiydi. Bizim önümüze geldi ve buna oy kullandık. Ben de olumlu
oy kullandım. Ama daha sonra Türkiye’ye geldiğimde, bir kısım gerçekleri fark
ettiğimde, o hususları araştırdığımda gördüm ki bizim yaptığımız iş doğru
değilmiş. Bu sıradan bir olay değil. Yani bu olay tarihçilere bırakılacak,
tarihçilerin ortaya koyacağı görüşlerle netleşecek olan bir hususmuş. Ama biz
siyasiler olarak, bu konudan habersiz bu kararı aldık ve geçtik. Ama bugün, bu
aşamada, geldiğimiz şu noktada düşünüyorum ki bu yaptığımız iş doğru bir iş
değildi. Eğer bugün böyle bir husus önümüze gelecek olsaydı ve milletvekili
olsaydım buna kesinlikle olumlu bir oy kullanmazdım.”
Aynı şekilde, Fransa Anayasa Mahkemesinin reddettiği o yasa
tasarısı geldiğinde, bütün milletvekillerimizin, her partiden
milletvekillerinin yapmış olduğu yoğun parlamenter diplomasiyle ve aynı zamanda
Hükûmetin büyük katkılarıyla, sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla, Fransa
Anayasa Mahkemesi gelmiş olan o yasa tasarısını iptal etti ve geriye gönderdi. Bu
da parlamenter diplomasinin ne kadar önemli olduğunu bizlere gayet açık bir
şekilde göstermektedir. O hâlde bizler bu sorumluluğu yerine getirmeliyiz.
Diğer bir hususta da şunu ifade edeyim: Sayın milletvekilleri,
herkesin bir kanunu var, kamu görevlilerinin var, sivil toplum kuruluşlarının
var ama milletvekillerinin şu anda mali ve sosyal haklarını içeren bir
kanunları mevcut değildir. Burada hepimize görevler düşmektedir. Biz, kanunu
olmayan bir statüde istisnai, seçilmiş bir organın üyeleri olarak çalışmak
mecburiyetinde değiliz. Bütün milletvekilleri olarak, bu konuyla ilgili olarak
her birimiz, bütün gruplar üzerine düşen görevi yerine getirmeli ve bu dönem
içerisinde, mutlaka, milletvekillerine, kendilerine özgü olan kanunu
çıkarmalıyız.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) – Başkan olarak biz de bekliyoruz.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Pakdil.
Şimdi, AK PARTİ Grubu adına üçüncü konuşmacı, Konya Milletvekili
Sayın Mustafa Kabakcı.
Sayın Kabakcı, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA KABAKCI (Konya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 2013 yılı
bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime
başlamadan önce yüce Meclisimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak
üzere, günümüze kadar bu çatı altında görev yapmış devlet ve siyaset
adamlarımızı şükranla, minnetle anarak, ebediyete göç eden arkadaşlarımıza da
rahmet dileyerek hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; cumhuriyetimizin
89’uncu yılını kutladığımız bir zamanda istiklal mücadelesini sürdürmüş ve
“Gazi” unvanını almış tek Parlamento olma özelliğine sahip Meclisimize hak
ettiği saygınlığı kazandırmak elbette hepimizin görevidir. Bu görevin ancak
Büyük Atatürk’ün hepimiz için millî hedef olarak ortaya koyduğu muasır medeniyet
seviyesini yakalamak, onun üstüne çıkma noktasındaki çabalara Meclis olarak da
geçmişte olduğundan çok daha fazla katkı vererek halkımızın beklentilerini
karşılamakla olacağı malumlarınızdır.
İşleyen bir demokrasi ve Meclisimizde hayat bulan millî irade
bizim en büyük güç kaynağımızdır. Meclisimizin gücü ülkemizin ve iyi işleyen
bir demokrasinin gücü olarak ülkemizi geleceğe taşıyacaktır. Yapacağımız 2013
bütçesi Meclisimizin daha etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasını
sağlayacaktır.
Bilindiği üzere, gerek 2011 yılı bütçemizin gerekse 2012 yılı
bütçemizin yüzde 70’ler dolayındaki kısmı personel, sağlık gibi rutin
harcamalara, bunun dışındaki önemli bir bölümü de Meclisimizin fiziki
mekânlarının iyileştirilmesine, bilgi ve teknoloji altyapısının güçlendirilmesine
harcanmıştır. Bu kapsamda, milletvekillerimizin anayasal ve yasal görevlerini
daha etkin ve verimli bir şekilde yerine getirebilmesi için çağdaş
parlamentolardaki uygulamalar da dikkate alınarak yapımı planlanan
parlamenterler hizmet binasının inşaatı hızla devam etmektedir. Allah nasip
ederse 2013 yılının ilk aylarında hizmete açmayı planlamaktayız. Daha önceden
Muhafız ve Tören Tabur Komutanlığı tarafından kullanılan binanın hâlen devam
eden onarım ve tadilatları bitme noktasına gelmiştir. Kampüsümüz içindeki
yollar, kaldırımlar, parklar ve binalar engellilerin kullanabileceği hâle
getirilmiş, şeref merdivenlerini taşıyan betonarme sistemi de
güçlendirilmiştir.
Fiziki mekânların iyileştirilmesi yönünde ana binada kapsamlı
çalışmalar yapılmış, parti gruplarının bulunduğu mekânlar, tören salonu, üyeler
lokantası ve mutfağı, Genel Kurul salonu, basın toplantı salonu ve diğer
mekânlarda gerekli onarım ve bakımlar yapılmıştır.
Personelin ve milletvekillerimizin en büyük sıkıntılarından olan
otopark ve hizmet binası ihtiyacını karşılamak için çok katlı otopark ve
üzerine personel hizmet binası yapılması hedeflenmektedir. Yaklaşık 25.000
metrekare otopark ve 8.000 metrekare personel hizmet binası olacaktır.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığından alınacak yaklaşık 50 dönüm
arazi üzerinde 15.000 metrekare alana sahip arşiv, eğitim ve kongre merkezi
tesisi de yapılacaktır.
2013 yılı bütçesiyle milletvekillerimizin çalışma şartlarını
iyileştirmek, yasama sürecini ve kalitesini geliştirmek için 2013 yılı bütçemiz,
2012 yılı bütçe başlangıç ödeneği olan 651 milyon 252 bin TL’ye göre yüzde 18,7
artış ile 773 milyon 60 bin TL olarak teklif edilmiştir. Bütçe teklifimiz
içinde personel giderleri yüzde 51, sosyal güvenlik primleri yüzde 6, mal ve
hizmet alımı giderleri yüzde 14, cari transferler yüzde 10, sermaye giderleri
ise yüzde 19 oranında ağırlığa sahiptir.
Meclisimiz ziyaretçi sayısı açısından da önemli bir rakama
sahiptir. Ziyaretçi kabul salonu verilerine göre günlük ortalama 3.000 kişi
Meclisimizi ziyaret etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24’üncü Dönemde Meclisimiz,
geçmiş dönemlerde olduğu gibi yoğun bir çalışma içinde bulunmaktadır. Mali
disiplinden ve yapısal reformlardan taviz vermeden titizlikle hazırlanan 2013
yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, siz
değerli heyeti saygı ve hürmetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kabakcı.
Bir sonraki konuşmacı, AK PARTİ Grubu adına Sayın Alpaslan
Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili.
Sayın Kavaklıoğlu, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ALPASLAN KAVAKLIOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan,
yüce Meclisin değerli üyeleri; Sayıştayın 2013 bütçesi hakkında AK PARTİ Grubu
adına söz almış buluyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan yüksek bir
denetim kurumu olan Sayıştay, tarafsızlığını bağımsızlığından alan anayasal bir
kurumdur. Sayıştay, kamu kurumlarının hesap ve işlemlerini denetleme, yasalara
uygun olmayan işlemlerde sorumlu kişileri tespit etme, yargılama ve kesin hüküm
verme görev ve yetkisiyle donatılmıştır.
1862 yılında “Divan-ı Ali-i
Muhasebe” adıyla kurulan Sayıştayımız, yüz elli yıllık bir tarihe
sahiptir. Köklü tarihi boyunca denetim, yargı ve diğer fonksiyonlarını çağdaş
yaklaşımlar ve günün şartları çerçevesinde sürekli geliştirerek en etkin
şekilde yürütmektedir. Sayıştay, yeni düzenlemelerle kendisine verilen görev ve
sorumlulukları da en iyi şekilde yerine getirmek için yoğun bir şekilde
çalışmaktadır.
Sayın milletvekilleri, Sayıştay, denetim ve yargı hizmetlerini en
etkin şekilde sunmayı hedeflemekle beraber sürekli gelişim ve değişime
odaklanmıştır. Uluslararası yüksek denetim örgütleriyle ortak ve paralel
denetimlerle küresel sorunlara cevap arama yolunda çalışmalar yürütmektedir.
Yeni eğilimleri de dikkate alarak sadece ulusal değil, uluslararası alanda da
önemli bir aktör olarak denetimini gerçekleştirmekte ve denetim yöntemlerinin
gelişmesine katkı sağlamaktadır.
6085 sayılı yeni Sayıştay Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle önceki
yıllarda başlayan denetim çalışmaları
tamamlanmış, denetim alanı kütüğü güncellenmiş, teşkilatlanma çalışmaları
tamamlanmış, denetim rehberleri hazırlanmıştır. 6085 sayılı Kanun’un öngördüğü
ikincil mevzuat çalışmaları tamamlanmış, uluslararası denetim standartlarının
Türkçeye çevrilmesine başlanmış, eğitim faaliyetleri düzenlenmiş, bilişim
altyapı çalışmalarına başlanmış ve yeni Sayıştay Kanunu diğer dillere
çevrilmiştir.
Denetim faaliyetleriyle ilgili olarak ise cari yıl esaslı denetim
sistemine geçilmiş, denetim kütüğünün güncellenmesi tamamlanmıştır. Ayrıca,
denetim plan ve programları hazırlanmış, uluslararası denetim çalışmaları,
uygunluk bildirimi ve siyasi partilere ilişkin denetim çalışmaları yapılmıştır.
Bütün bunların yapılması millet adına çok sevindiricidir.
Değerli milletvekilleri, Sayıştayın 2013 mali yılı bütçe
teklifinde, ödeneklerinin yüzde 63’ü personel gideri, yüzde 9’u sosyal güvenlik
gideri, yüzde 23’ü mal ve hizmet alım gideri ile cari transferler, yüzde 5’i
ise sermaye giderlerinden oluşmaktadır. Bu ödenek teklifinin yüzde 63’ünün
personel gideri olması, Sayıştayın yaptığı hizmetlerin, işlerin insan hizmeti
ağırlıklı olduğunu göstermektedir. Sayıştayımızın en büyük sermayesi güvenilirliktir.
Sayıştay, tüm çalışmalarında bağımsız ve tarafsız olarak güvenilir ve doğru iş
üretmeye çalışmaktadır. Kamu kaynaklarının hukuka, kurallara, amaçlara uygun
harcanıp harcanmadığını denetleyen, yolsuzluğa ve usulsüzlüğe karşı mücadele
eden Sayıştayın güvenilir ve tarafsız olması bir zorunluluktur.
Sayın üyeler, kamuda saydamlığı engelleyen ve yolsuzluğa neden
olan faktörlerin ortadan kaldırılması suretiyle daha adil, hesap verebilir,
saydam ve güvenilir bir yönetim anlayışının geliştirilmesi çerçevesinde
Hükûmetimiz tarafından hazırlanan Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla
Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi Sayıştaya önemli görevler vermektedir.
Meclisimiz adına, dolayısıyla millî irade adına denetim yapan Sayıştaydan
beklentimiz, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri en iyi şekilde içselleştirerek
uluslararası standartlar çerçevesinde dünyaya örnek olacak bir denetim
kapasitesine ulaşmasıdır; bu sayede, bizim de yasamadan sonra en önemli
işlevimiz olan denetim çalışmalarımıza güç vermesidir.
Bu görüş ve düşüncelerle, 2013 yılı bütçesinin hayırlı olmasını
diliyor, şahsım ve grubum adına yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kavaklıoğlu.
AK PARTİ Grubu adına bir sonraki konuşmacı, Yozgat Milletvekili
Yusuf Başer.
Buyurun Sayın Başer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA YUSUF BAŞER (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anayasa Mahkemesinin 2013 mali yılı bütçesi üzerinde, AK PARTİ
Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasa mahkemeleri, temsilî demokrasilerde siyasal iktidarları
temel hak ve özgürlükler açısından denetlemek ve yasama organının anayasaya
uygun davranmasını sağlamak amacıyla kurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin Türk
hukuk sistemine, 27 Mayıs darbesi sonrası yapılan 1961 Anayasası ile darbe
ürünü olarak girmesi ve kurucu üyelerinin Yassıada Yüksek Adalet Divanı üyeleri
olması manidardır.
Modern dünyanın aksine bizde anayasa mahkemeleri, millî iradeyi
denetlemek, sınırlamak ve başkalaştırmak amacıyla var edilmiş vesayet
düzeneklerinin başında gelmektedir. İleri demokrasilerde çoğunluğun azınlığa
tahakkümünü engelleme amaçlı olarak tasarlanan anayasa mahkemeleri, bizde dar
bir bürokratik oligarşik elitin millete ve millet iradesine karşı kalesi olarak
tahkim edilmiştir.
Türkiye’de 1961’den 2010 anayasa referandumuna kadar gelinen
süreçte Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar ve geliştirdiği içtihatlara
baktığımızda, yasama fonksiyonunu gasbettiğini, Türkiye Büyük Millet Meclisi
iradesine müdahale ettiğini, anayasal olarak görevli ve yetkili olmadığı hâlde
norm denetimi yaptığı ve yetkili olmadığı hâlde norm ihdasına gittiği, bazen
kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisi yerine koyarak bağlayıcı kararlar almak
suretiyle kanun yapmaya kalkıştığı, 367 vakasında olduğu gibi Meclis
kararlarını iptal ettiği görülmüştür. Parti kapatmaları, siyasi liderlere
siyasi yasak getirme, anayasa değişikliklerini iptal etme gibi uygulamalarıyla
Anayasa Mahkemesi, yıllarca siyaset kurumu içerisinde en belirleyici aktör
olmayı sürdürmüş ve bürokratik oligarşi,
bu şekilde, siyaseti dizayn etme ve siyasete müdahil olma imkânına sahip
olmuştur.
Anayasa Mahkemesi, Türk hukuk tarihine çok tartışmalı kararlarıyla
geçerken, bazen aritmetiğin temel kurallarını da altüst etmeyi başarmıştır, 7
üyenin 411 üyeden de büyük olduğuna dahi karar verebilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, “Türk milleti adına” diyerek verdiği kararlarla
siyaset alanını daraltmış ve siyaset kurumunun içini boşaltarak Türkiye Büyük
Millet Meclisini yetkisiz ve bağımlı bir organ hâline getirmiştir, bürokratik
oligarşinin halka ve halk iradesine karşı bir nevi kalkanı ve kılıcı olmuştur.
Dünyanın her yerinde meşruiyetini halk iradesine dayandıran yüksek
mahkemelerden farklı olarak Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin derin ekonomik ve
sosyal krizlere düşmesine sebep olmuş, hiç olmadığı kadar tartışmaların odağı
içerisinde olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ iktidarının 2010
yılında halkoyuna sunduğu Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesi, asli görevi
olan hukuk devletini, temel hak ve özgürlükler ile demokratik sistemi koruma ve
kollamak görevine döndürülmüş, Anayasa Mahkemesinde yapısal ve fonksiyonel
anlamda değişiklikler yapılarak günlük siyasi tartışmaların dışına çıkarılmıştır.
Anayasa Mahkemesine, özgürlüklerin mahkemesi işlevini yerine
getirebilmesi ve vatandaşlarımızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı
başvuru ve bunun sonunda verilen ihlal kararlarının azaltılabilmesi için
bireysel başvuru hakkı getirilmiştir. AK PARTİ olarak vatandaşlarımızın Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi yerine milletin mahkemesi olan Anayasa Mahkemesinde
hakkını aramasının yolunu açtık.
AK PARTİ tüm bunları, sadece yasama ve yürütme organlarının
tasarruflarının değil, egemenlik yetkisini kullanan ve insan onurunu korumakla
görevli yargı organlarının da sebep olduğu hak ihlallerinin denetimsiz
kalmaması için yaptı.
Bireysel başvuru, anayasa yargısının gelişmesine katkı sağlayacak,
temel haklar konusunda Türkiye’deki uygulama ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarındaki anlayış farkının ortadan kalkmasına imkân sağlayacaktır.
Anayasa Mahkemesini, siyaset kurumunu işlevsiz hâle getiren,
siyaseti daraltan ve halk iradesini geçersiz kılan bir merci olmaktan
çıkarmıştır AK PARTİ, temel hak ve hürriyetleri ve hukuk devletini koruyan ve
kollayan bir üst yargı hâline getirmiştir. Anayasa Mahkemesi, Türk
demokrasisinin ve hukuk devletinin temel bir aktörü olarak vereceği özgürlükçü
ve çoğulcu kararlar ile geliştireceği içtihatlarla başta yasama olmak üzere,
yürütme ve yargı organlarına yol göstereceğine inanıyor, 2013 bütçesinin
hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başer.
Şimdi de AK PARTİ Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya
Akman.
Sayın Akman, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Yargıtay Başkanlığı 2013 yılı bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu
adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, AK PARTİ iktidarlarından önce Yargıtay,
adliye, hukuk, mahkeme kavramları üzerine bu kürsüde söz alındığı zaman çok
büyük bir çoğunlukla, özellikle muhalefet cenahından, vicdanla cüzdan arasına
sıkışmış olan hâkim ve savcılardan bahsedildiğini, nesiller boyu süren
davalardan bahsedildiğini, merdiven altı adliye binalarında hizmet
verildiğinden bahsedildiğini, farelerin cirit attığı arşiv odalarından
bahsedildiğini; yine, kırık dökük malzemelerle ve asırlık daktilolarla hizmet
verilmeye çalışıldığını çokça duyar idik. Bugün, 2013 yılı bütçesini konuşurken
bunların hiçbirisinin konuşulmadığını görmek, gerçekten memnuniyet verici.
Bugün, hakikaten, tam tersine, Türkiye şartlarında özlük hakları olabildiğince
iyileştirilmiş olan hâkim ve savcılarımızdan söz edebiliyoruz. Aynı şekilde,
isimlerine yakışır şekilde adliye saraylarının hizmete açılmış olduğunu, hâkim
ve savcılarımızın bu saraylarda hizmet vermeye başladığını iftiharla
söyleyebiliyoruz.
Yine, UYAP gibi çok modern sistemler sayesinde, artık, kâğıt
kalemin dahi çoğunlukla kullanılmadığı bir adliye dağıtım sisteminin işlemeye
başladığını iftiharla söyleyebiliyoruz. Bunlar çok güzel gelişmeler ama belki
de bu gelişmelerin tamamını taçlandıran en önemli gelişme -kanaatimce- 12 Eylül
2010 tarihinde yapılmış olan referandum neticesi değiştirdiğimiz kısmi Anayasa
değişikliğiyle yargının kavuşmuş olduğu rahatlık oldu.
Özellikle Yargıtay bazında baktığımız zaman, senede yüz binlerce
dosyayla boğuşmakta olan Yargıtayın, artan hâkim sayısı, artan üye sayısı –ki
bunun 250’den 387’ye çıkmış olduğunu belirtmemiz gerekiyor- ve daire sayısıyla
beraber ciddi şekilde bu sayıyı eritmeye başladığını gözlemliyoruz. Öyle
zannediyorum ve ümit ediyorum ki istinaf mahkemelerinin de devreye girmesiyle
beraber, Yargıtay, tıpkı isminden anlaşıldığı üzere ve yüz kırk dört yıl önce
“Divanı Ahkâmı Adliye” ismiyle kurulduğu günden bu yana hep kendisine atfedilen
o içtihat mahkemesi olma, o yüksek mahkeme olma özelliğine daha kolay bir
şekilde kavuşabilecektir. Çünkü bugünkü tarihte dahi bu ağır iş yükü nedeniyle
birçok dosyanın gerektiği ciddiyette, gerektiği özende incelenemediğini,
bunlara vakit ayrılamadığını hep beraber biliyoruz ve kabul ediyoruz ama -ifade
ettiğim gibi- istinaf mahkemeleri devreye girdikten sonra meydana gelecek ciddi
iş yükü azalmasıyla beraber, ben, Yargıtayın ciddi bir içtihat mahkemesi hâline
dönüşeceğine inanıyorum ve ümit ediyorum. O tarihten sonra, artık, belki bugün
hukuk çevrelerinde zaman zaman eleştirilen Yargıtay daireleri arasındaki bir
kısım içtihat farklılıklarından, değişik bazı yargısal çelişkilerden de çok
fazla söz etmiyor olacağız.
Yine, 2010 yılında yapılmış olan referandumla beraber hem
Yargıtayda hem Danıştayda hem Anayasa Mahkemesinde çok ciddi bir demokratik
ortam oluşturulduğunu, üye sayılarının artmasıyla beraber, bunların çalışma
şekillerinin değişmesiyle beraber gerçekten bu mahkemelerin asli hüviyetlerine
kavuştuğunu iftiharla söyleyebiliriz.
Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru hakkının tanınmasıyla beraber
Türkiye’de artık, insanlar, en üst merciye gitme hakkını da elde etmiş
oluyorlar ve -öyle zannediyorum ki- bu yıldan itibaren Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine giden dava sayısında da çok ciddi azalmalar meydana gelecek ve
topyekûn olarak yargımız, artık her açıdan iftihar ettiğimiz bir noktaya doğru
gelmiş olacak diye inanıyorum ve ümit ediyorum aynı şekilde.
Bu duygu ve düşüncelerle, ben, Yargıtay Başkanlığı bütçesinin,
başta Yargıtay camiası olmak üzere bütün milletimize hayırlar getirmesini ümit
ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akman.
Şimdi sıra, AK PARTİ Grubu adına Mevlüt Akgün’de, Karaman
Milletvekili.
Sayın Akgün, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Danıştay bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, demokratik hukuk devletinin ve insan
haklarının temel güvencesi bağımsız ve tarafsız yargıdır. Yargı bağımsızlığının
temel amacı, vatandaşa adaletin her türlü etkiden, yönetme ve yönlendirmeden
uzak, kendi kurum ve kuralları çerçevesinde gerçekleşeceği güven ve inancını
verebilmektir. Bir ülkede Danıştayın varlığı, bu nedenle, hukuk devleti
olabilmenin ön koşullarından birisidir. Ülkemizde Danıştay, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’yla görevlendirilmiş yüksek idare mahkemesi, danışma ve inceleme
mercisidir.
Danıştay, 1868 yılında “Şûrâ-yı Devlet” adıyla kurulmuş, 1924
Anayasası ile de anayasal bir kurum hâline getirilmiştir. 1961 ve 1982
anayasalarında da yüksek idare mahkemesi olarak .yerini almıştır.
Danıştay, yargı ve danışma mercisi olarak bireyler ve idare için
koruyucu ve düzenleyici bir rol oynamaktadır. Bugün için Danıştay 14’ü dava,
1’i danışma ve inceleme fonksiyonu ifa eden idari dava dairesi olmak üzere 15
daireden oluşmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar bir yüksek yargı organı olarak
Danıştayın en başta gelen sorunu, aradan geçen yıllarda hızla artan iş yükü
olmuştur. Bu problem nedeniyle yargılamalar uzamış, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince Türkiye aleyhine ihlal kararları verilmesine yol açılmıştır. Bunun
yanında, Danıştayda davası olan tarafların adalet duygusu zedelenmiş, kişilerin
yargıya olan güveni azalmış, ülkenin ufkunu açacak içtihatlar
oluşturulamamıştır.
Bu sorunun çözümü için Danıştay Kanunu’nda değişiklik öngören ve
14/2/2011 günlü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6110 sayılı Kanun
ile büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Bu kanun ile Danıştayda 2 idari dava
dairesi daha kurulmuş, müzakerelerin her dairede çift heyetle yapılabilmesi
imkân dâhiline girmiştir. Danıştaya 66 yeni üye ataması yapılmış, bu sayede
Danıştay daha da güçlendirilmiştir. Dava dosyalarının daha hızlı
sonuçlandırılmasının önü açılmıştır.
Bu bağlamda, kamuoyunda “üçüncü yargı paketi” olarak bilinen yasa
değişikliğiyle Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu üyeleri üç yıllığına
başkanlık kurulunca seçilmiştir. Böylelikle kurul, haftanın her iş günü
çalışabilecek hâle getirilerek yüzlerce dava dosyasını karara bağlayabilecek
bir yapıya kavuşmuştur.
Ayrıca, anılan yasa değişikliklerinden başka, Danıştaydaki
yargılama sürecinin hızlı ve sağlıklı yürütülebilmesi için yeni hizmet binası
tamamlanmış, kurum yeni hizmet binasına taşınmış ve faaliyetine başlamıştır.
Bütün bu olumlu gelişmelerin sonucu olarak yargılama faaliyeti hızlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım, Danıştayımızın yeni dönemdeki hedefi, hizmet
kalitesini artıran çabalar sürdürülmek suretiyle hukukun üstünlüğü ve hukuk
devleti ilkesinin gerekleri çerçevesinde yargılama sürecinin hızlı, adil,
güvenli ve isabetli şekilde işlemesini sağlayacak hukuksal ve kurumsal
düzenlemelerin yapılması olmalıdır. Ayrıca, yeni yapılacak yasal düzenlemelerde
yargının iş yükünü azaltacak alternatif çözüm yöntemlerinin de geliştirilmesi
öncelik hâline gelmelidir.
Değerli arkadaşlarım, yasama ve özellikle yürütme karşısında
kurumsal olarak bağımsızlık, adil ve tarafsız yargılamanın ön koşuludur.
Yargıyı, bir siyasi görüşün arka bahçesi olarak gören düşüncenin etkisinden
kurtarmak ve gerçek bağımsızlığına kavuşturmak için hükûmetimizce gerekli
anayasal ve yasal adımlar atılmıştır. Bağımsız olmayan bir yargının,
tarafsızlığından da söz edilemez.
Yargı mensubu, hukuka ve adalete önce kendisi inanmalı, yasaların
kendisine tanıdığı yetkileri kullanırken özenli davranmalı, yorum ya da kıyas
yoluyla özgürlük alanını daraltıcı uygulamalardan kaçınmalıdır. Anayasal
hakları ihlal eden hukuka aykırı keyfî işlem ve kararlar, kimden gelirse gelsin
hukuk devletinde koruma ve himaye görmemelidir. Yönetim ve temsili, Danıştay
başkanına ait olan Danıştay, yargı görevinde bağımsızdır.
Bu düşüncelerle Danıştayın 2013 bütçesinin hayırlı olmasını
diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akgün.
Şimdi sıra, AK PARTİ Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Mehmet
Necati Çetinkaya’da.
Sayın Çetinkaya, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Adana) – Sayın
Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Başbakanlık bütçesi üzerinde grubum
adına konuşma yapmadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ’yi kurduğumuz günden itibaren
hedefimiz, büyük Türkiye hedefiydi. Herkes cumhuriyetçi kesilir fakat 3 Kasım
2002 seçimlerinden itibaren… Sayın Başbakanımız o sırada henüz milletvekili
bile değildi, Genel Merkez toplantı salonunda ulusa şöyle seslendi: “Hedefimiz,
Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesine çıkarmaktır.” “Muasır medeniyet
seviyesi” neydi? Özellikle, muhalefetteki arkadaşlarıma bu konuyu hatırlatmak
istiyorum, cumhuriyetin 10’uncu yılında Büyük Atatürk: “Türk’ün unutulmuş üstün
medeni vasfı ve kabiliyeti, atinin, geleceğin medeniyet ufkunda yeni bir güneş
gibi doğacaktır.” İşte, bütün mesele, o kalkınma hedefine ulaşmak ve o güneşi
doğurmaktır, yoksa hiçbir zaman lafla o güneşi doğuramazsınız. Bu hedefe
ulaşmak için AK PARTİ iktidarı olarak gündüzümüzü geceye kattık ve gece gündüz
demeden, uzun ince bir yoldayız diyerek bu millete hizmetin en büyük ibadet
olduğunu düşünerek bu şekilde yola çıktık ve şükürler olsun ki…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – AK PARTİ’den önce hiç yapılmadı mı
yani?
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Dinleyin, Sayın Valim
dinleyin…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – AK PARTİ’den evvel yapılmadı mı?
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Dinleyin, bak valilik
yaptınız, meslektaşımsınız, dinleme erdemine ulaşın.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yazık değil mi size?.. Yazık değil mi
size, AK PARTİ’den önceki görevinizi inkâr mı ediyorsunuz?
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Evet, o büyük medeniyet
hamlesinde şunu açık ve net olarak söylüyorum ki, bu partinin bir mensubu
olarak müftehirim. İftihar ediyorum ki, bugün, işte, o millete hizmet etmede
gösterilen başarı dünyaya gıpta ettirmiştir. Bugün sağlıkta kaydettiğimiz
başarı, Amerika Başkanının bile ilgisini çekmiş ve aynı projeyi Senatosunda
kabul ettirmiştir. Ben inanıyorum ki muhalefet de kendi iç dünyasında bunu
kabul ediyor ve takdir ediyor. Onun için iç dünyanıza teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli dostlar, bakınız, işte, o gün, 3 Kasım 2002’de akşam seçim
neticeleri belli olduğunda Sayın Başbakanımız şöyle seslendi ulusa: “Hedef 15
bin kilometre duble yol.” Bugün, 16.380 kilometre duble yolu gerçekleştirmişiz.
“Hedef, her ile bir üniversite.” Bugün, her ilde bir üniversite var, ilave
olarak birçok ilde birkaç tane üniversiteyi gerçekleştirdik. Şu anda Adana’da
ikinci üniversiteyi gerçekleştirdik, üçüncü vakıf üniversitesinde de hazırlık
hâlindeyiz. “Her ile bir havaalanı.” Şu anda 48 ilde havaalanı var. Çukurova
Havalimanı’na ilave olarak şu anda Adana Çukurova bölge havalimanını yapıyoruz.
Adana, Mersin ve Osmaniye havaalanlarını gerçekleştirdiğimizde, turizme bir
yılda asgari 5 milyon ilave olacaktır çünkü güneyde turizm projesiyle Türkiye,
yeni bir Antalya meydana getiriyor.
Değerli dostlar, hızlı tren bir hayaldi.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Adana’da amele pazarını açtınız mı?
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Hızlı tren bir hayaldi.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yahu ihalesini ben yaptım ya.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – O hayali bizimle siz
gerçekleştirdiniz. Şükürler olsun ki, bugün…
OKTAY VURAL (İzmir) – Yahu ihalesini yaptım.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – …Ankara-Konya hızlı treni…
OKTAY VURAL (İzmir) – İhalesini yaptım, Necati Bey…
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Bugün,
Ankara-Eskişehir-İstanbul hızlı treni ve Marmaray’la birlikte…
OKTAY VURAL (İzmir) – Marmaray’ı da ben yaptım ya, ne söylüyorsun!
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Marmaray, bir yatırımın,
kalkınmanın mucizesidir. Bunu hiç hayal edebilir muydunuz? İşte bugün,
Marmaray’la birlikte üçüncü boğaz tünelini de gerçekleştiriyoruz, boğaz
köprüsünü de gerçekleştiriyoruz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Çetinkaya, siz hayal ediyordunuz, biz
yapıyorduk o zaman.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Körfez üzerinde dünyanın
üçüncü en büyük köprüsünü yapıyoruz…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu bir nutuktur Sayın Başkan. Bu sadece bir
nutuktur.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – …ve böylelikle İstanbul-İzmir
arası üç buçuk saate iniyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Ben o bölgelerde valilik
yaptım, vatandaşın ne çile çektiğini bilirim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çetinkaya.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Değerli dostlar, biz hizmeti
şöyle anladık, diyoruz ki: Yüksel ki yerin bura değildir, dünyaya gelmek hüner
değildir! Öyleyse yükselmek ve dolayısıyla ülkenin, dünyanın en büyük medeniyet
güneşini Allah’ın izniyle doğuracak ve yaşasın büyük medeniyet diyeceğiz! (AK
PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetinkaya, sağ olun.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Korkudan Güneydoğu’ya gidemedin!
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum ve bütçemizin -inşallah- 2023’te büyük
Türkiye’nin kalkınmasına vesile olmasını diliyorum.
BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, teşekkür ederim, bir sonraki konuşmacı…
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, tabii, Sayın Çetinkaya,
heyecanla ifade ederken, zannederim, tarihleri şaşırdı çünkü Ankara-İstanbul
hızlı tren ihalesinin Ankara-Eskişehir bölümünü ihale eden, kredisini bulan
biziz, ihaleyi veren de biziz. Ayrıca, Marmaray’ın da kredisini bulan,
ihalesini yapan da biziz. Dolayısıyla, zannederim, Sayın Çetinkaya, o zaman bunları,
“hayal” dediklerini biz gerçekleştiriyorduk.
AHMET ARSLAN (Kars) – Yüksek hızlı tren olarak değil ama.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu yönde adım attıkları için de elbette
kendilerine de teşekkür ediyoruz ama Milliyetçi Hareket Partisinin vizyonunu
takip etmeye devam etsinler.
BAŞKAN – Teşekkürler.
MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Başkan, Sayın Çetinkaya Adana
Milletvekili. Adana’da hızlı tren ne durumda, onu bir anlatsın ya!
Adana ne oldu Adana, Sayın Çetinkaya? Adana hizmet bekliyor
sizden.
BAŞKAN – Şimdi, AK PARTİ Grubu adına bir sonraki konuşmacı Sivas
Milletvekili Sayın Hilmi Bilgin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Bilgin, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, Millî İstihbarat Teşkilatı, devletin
istihbarat ihtiyacının karşılanması, devletin millî güvenlik politikasının
hazırlanmasıyla ilgili her konuda istihbaratın tek elde toplanması amacıyla ilk
defa 25 Temmuz 1965 tarihinde 644 sayılı Kanun ile kurulmuştur. Millî
İstihbarat Teşkilatı yaklaşık on dokuz yıl boyunca faaliyetlerini 644 sayılı
Kanun doğrultusunda yürütmüş, yeni bir yasal düzenleme ihtiyacıyla 1 Kasım 1983
tarihinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat
Teşkilatı Kanunu çıkarılmış olup kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe
girmiştir ve yapılan çeşitli değişikliklerle hâlen yürürlüktedir.
Millî İstihbarat Teşkilatının temel görevi, millî güvenliğimize
yönelik iç ve dış mevcut ve muhtemel tehditleri tespit ederek ilgili makamlara
zamanında bildirmektir. 2937 sayılı Kanun’da ifade edildiği üzere, Millî
İstihbarat Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına ve güvenliğine, ayrıca anayasal düzenine
ve millî gücünü meydana getiren unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen
mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında millî güvenlik istihbaratını
oluşturmakta ve bu istihbaratı başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere
ilgili kurum ve kuruluşlara ulaştırmaktadır.
Ülkemiz tarihî, coğrafi, beşerî ve doğal kaynaklar bakımından
dünyanın en stratejik ülkesi konumundadır. Ülkemizin stratejik ağırlığı, soğuk
savaş döneminin bitişiyle birlikte daha da artmıştır. Ülkemizin de içinde
bulunduğu bölgede terörün, iç çatışmaların, savaşların önü bir türlü
alınamamıştır. Küresel çatışmaların ve tehditlerin daha tehlikeli ve daha
komplike hâle geldiği dünyada istihbarat teşkilatlarına olan ihtiyaç da,
istihbarat servislerinin önemi de, etkinliği de gitgide artmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılından itibaren on
yıldır iktidarda bulunan AK PARTİ hükûmetleri, devletimizin ve milletimizin
güvenliği, güncel ve gelecekteki millî çıkarlarımızın korunması, ülkemizin
dünyadaki siyasal etkinliğinin artırılması ve ülkemize yönelik iç ve dış
tehditlerin bertaraf edilmesi için Millî İstihbarat Teşkilatının
güçlendirilmesi ve etkinliğinin artırılması konusuna özel önem vermiştir.
Ülkemizin 21’inci yüzyılda varlığını güven içinde sürdürebilmesi, bölgesinde ve
dünyada lider ülke olabilmesi için yönlendirme amaçlı bilgilerin aşılarak millî
çıkarlara göre şekillendirilen stratejik istihbarat ağının oluşturulması,
mevcut ve olası sorun alanları hakkında derinlemesine bilgi üretilmesi ve bu
bilgilere dayanılarak stratejik gelecek planlamasını yapabilecek dinamik kadro
ve birimlerin oluşturulması ve bu planlamanın uygulama politikalarına
dönüştürülmesi öncelik arz etmektedir.
İşte bu yenilenen vizyon doğrultusunda Millî İstihbarat Teşkilatı
insan kaynakları kalitesini artırırken teknik ve fiziksel anlamda da
kapasitesini artırmaktadır. Yenilenen vizyonu, nitelikli personel profili ve
gelişmiş teknik imkânlarıyla, Millî İstihbarat Teşkilatı, uluslararası alanda
emsalleri arasında muteber bir konuma yükselmiştir. Millî İstihbarat
Teşkilatının yenilenen vizyonu doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmesi ve
teknik imkânlarını günün gelişen şartlarına uygun şekilde artırmaya devam
etmesi için yeterli bütçe imkânlarının tanınması bir zorunluluk, bir
gerekliliktir.
İşte bu anlayışla hareket eden hükûmetimiz Millî İstihbarat
Teşkilatı bütçelerine, bütçesine her zaman gerekli önemi vermiştir ve vermeye
de devam edecektir. Bu kapsamda da Millî İstihbarat Teşkilatının 2013 yılı
bütçesi, 2012 yılı bütçesine göre yaklaşık yüzde 30 oranında artırılarak 995
milyon 560 bin TL olarak öngörülmüştür.
Değerli milletvekilleri, kurulduğu günden itibaren ülkemizin
güvenliği ve menfaatleri için özveriyle çalışan, kendi alındaki başarılı
hizmetleriyle milletimizin gurur kaynağı olan Millî İstihbarat Teşkilatı
mensuplarını, başta MİT Müsteşarımız olmak üzere kutluyorum.
Bu vesileyle sözlerimi tamamlarken, 2013 yılı bütçesinin
milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sivas
Milletvekilimiz Sayın Hilmi Bilgin’e teşekkür ediyorum.
Şimdi, AK PARTİ Grubu adına son konuşmacı Ankara Milletvekili
Fatih Şahin.
Sayın Şahin, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA FATİH ŞAHİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2013
Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
“Millî güvenlik” kavramı ve Millî Güvenlik Kurumu benzeri yapılar,
daha çok İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra soğuk savaş döneminde NATO üyesi
ülkelerde yeni savunma ve güvenlik konseptine uygun olarak üretilmiş kavram ve
kurumlardır. Soğuk savaş döneminin ürünü olan bu kavram ve kurumlar Türkiye’de
daha farklı ve özgün bir tarihî arka plana sahiptir.
1949’da Millî Savunma Yüksek Kurulu adı altında asker-sivil
karmasından oluşan bir kurul kurulmuşsa da 1960’a kadar bu kurulun siyasette
çok etkin olmadığını, sivil siyaset alanına çok fazla müdahil olmadığını
görmekteyiz.
27 Mayıs darbesini yapanlar iktidarı bir süre sonra sivillere bırakmak zorunda
kalınca, bunu yaparken “İktidarda olmasak da nasıl iktidarı kullanırız?”
düşüncesiyle Millî Güvenlik Kurulunu anayasal sisteme dâhil etmişlerdir.
Gerek Anayasa ve yasalarda “millî güvenlik” kavramının çok muğlak
ve geniş yorumlanmaya açık olarak yer alması, gerekse Millî Güvenlik Kurulunun
yapısı ve bileşimi kurulun fiilî bir yürütme organı olması sonucunu
doğurmuştur. Üye kompozisyonuyla, teşkilatıyla, teşkilat kanunuyla ve
ilgilendiği konularla birlikte değerlendirdiğimizde Türkiye’de bir dönem fiilî
iktidarın Millî Güvenlik Kurulunda olduğunu söylemek mümkündür. Limanların
korunmasından, başörtüsünün nasıl takılacağına değin her alanda söz söyleyen ve
karar alan bu kurul, vesayet sisteminin ve bürokratik oligarşinin en somut
örneği olarak ön plana çıkmıştır. Normal şartlar altında, ülke savunması ve
güvenliğinin temini amacıyla asker ve sivil bürokratların siyasal iktidara
danışmanlık yapması gerekir fakat bizde “millî güvenlik” kavramı, siyaset
alanını daraltan, sivil siyaset alanını tamamen kuşatan, hatta siyasete tamamen
rakip olan bir kavram olarak gelişmiştir. Millî Güvenlik Kurulu ise bu anlamda,
bazen Meclise direktif veren fiilî yasama organı, bazen de Bakanlar Kurulu üstü
bir vesayet mercisi olarak ön plana çıkmıştır. 28 Şubat süreci bürokratik
oligarşinin Millî Güvenlik Kurulu aracılığıyla sivil siyasete yaptığı
müdahalelerin en açık örneği olmuştur. Bakanlar Kuruluna karar dayatan, Meclise
kanun taslağı dayatan, gerekirse Bakanlar Kurulunu istifaya zorlayarak yeni
hükûmetler kurdurtan bu yapı, bazen Meclisin ve çoğunlukla da Bakanlar
Kurulunun görev ve yetkilerini gasbetmiştir. Bu ülkede çok uzun yıllar
iktidarın fiilen Millî Güvenlik Kurulunda temerküz ettiğini söylemek sanırım
mümkündür.
AK PARTİ iktidarları döneminde yapılan mevzuat değişiklikleri
neticesinde Millî Güvenlik Kurulunun kompozisyonu değişmiş ve sivil ağırlıklı
bir hâle gelmiştir. Kurulun icrai yetkileri kaldırılmıştır. Ülke çapında
örgütlenmesinin önüne geçilmiş ve gerçek bir danışma organına dönüştürülmesi
için gerekli olan şartlar hazırlanmıştır. Böylece, kurul, temsilî demokrasinin
gereklerini yerine getiren, gerçek anlamda bir istişare ve danışma organı
hâline dönüşmüştür. Artık Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği halktan oy almadan iktidar olmanın bir aracı değildirler. Bu
kurumlar birilerinin fikriyatının iktidarda sürekli kalmasının teminatı da
değildirler. Bu organlar ve teşkilatlar, bütün medeni dünyada olduğu gibi,
halka karşı sorumlu olan siyasal iktidarın emrinde ve denetimindedirler.
Demokrasilerde siyasal iktidarların asker ve sivil bürokratların
ve uzmanların fikirlerinden yararlanması ve karar alıcıların karar alma
aşamasında gerekli ve yeterli bilgiyle donatılmaları zorunlu bir husustur. Bu
bağlamda anayasal olarak millî güvenliği sağlamakla sorumlu ve yetkili olan
Bakanlar Kurulunun emrinde gerekli bilgileri toplamak ve üretmekle görevli bir
organın olması kaçınılmazdır. Bu anlamda, Millî Güvenlik Kurulu, demokratik
sistemler için oldukça gerekli ve aynı zamanda yararlı bir kurumdur fakat
temsilî demokrasinin lafzına ve ruhuna uygun davranmak şartıyla yani gerçek
manada bir istişari organ olması ve siyasal iktidarın kendine verdiği direktif
ve talimatlara göre gerekli bilgileri üretmesi şartıyla. Bugün Millî Güvenlik
Kurulu, artık, çok şükür, bu duruma, bu yapıya yaklaşmış durumdadır yani
Bakanlar Kurulunun üstünde, Meclisin karşısında değil, millet iradesinin
emrinde çalışmaktadır.
Bu nedenlerle, AK PARTİ Grubu olarak, Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2013 Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısı lehinde oy kullanmayı uygun
görmekteyiz.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şahin, teşekkür ediyorum.
AK PARTİ adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili
Sayın Sırrı Sakık.
Sayın Sakık, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Millî
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Millî
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kurumları üzerinde Barış ve Demokrasi
Partisinin düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Keşke bu önemli görüşmelerde arkadaşlarımız bir miktar
Parlamentoda gelip bizi dinleseydiler; ne demek istiyoruz, ne söylüyoruz,
taleplerimiz nelerdir, bizi dinlemiş olsaydılar mutlu olurduk.
Şimdi, genelde tabii ki biz çok böyle rakamlarla filan konuşmayız,
bizi de çok fazla ilgilendirmez ama bütçeler önemlidir. Uzun yıllardır bütçeler
hazırlanır. Biz sürekli bu kürsüde bütçelerin barışa hizmet etmesini umut
ederiz ama ne hikmetse, bu ülkede bütçeler sürekli savaşa, sürekli çatışmalara
hizmet etmiştir. Ben, bu dileğimi ve bu temennimi yeniden seslendireceğim.
Diliyorum, umuyorum, 2013 yılı bütçesi Orta Doğu’da ve ülkemizde savaş
bulutlarını, savaş rüzgârlarını barış meltemlerine dönüştürecek bir bütçe
olsun, buna vesile olsun diyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Cumhurbaşkanımızın
seçildiği günden bugüne kadar sürekli kamuoyuyla paylaştığı olumlu mesajlarına
kamuoyunda hep birlikte tanıklık ediyoruz. Bu ülkenin temel sorunlarından olan
Kürt sorununun çözümü için kardeşlik projesi öneren, “İyi şeyler olacak,
farklılıklar bizim zenginliğimizdir.” diyen bir Cumhurbaşkanı ve seçildiği
günden bugüne kadar grubumuz, sürekli Cumhurbaşkanını kollayan, koruyan, halkın
iradesi olduğu için de bu söylemlerini önemseyen bir grubuz. Cumhurbaşkanına
haksızlık yapıldığı zaman da bu Parlamentoda kürsüye çıkıp ilk buna karşı duruş
sergileyen yine biziz.
Bakın, 2008, 2009, 2010 yılı bütçelerinde biz özellikle Sayın
Cumhurbaşkanın Çankaya’da kuşatma altında olduğunu söylediğimizde AKP Grubundan
bir tek ses çıkmıyordu, diğer muhalefet gruplarından da çıkmıyordu ve biz bir
şeyi görmüştük ve Cumhurbaşkanını Köşk’te kuşatma altına almışlardı. O tarihte
bizim yaptığımız konuşmalarda Sayın Cumhurbaşkanının eşinin ve çocuklarının
Çankaya Köşkü’ne alınmadığını burada seslendirdik ama hiçbiri, bu noktada
sizler bir hassasiyet göstermediniz. En son, bizi teyit eden, Hayrünisa Gül
Hanımefendi’nin bir açıklaması oldu. Diyor ki: “Köşk’ün birkaç kapısı vardı.
Resmî törenler, resmî karşılamalar A kapısından yapılırdı. Eğer konuk
cumhurbaşkanı eşiyle birlikte gelmişse bizim Cumhurbaşkanımız ve eşi beraber
karşılar. Bize kadar böyleydi ama biz geldikten sonra bu uygulama bize farklı
uygulandı; bizi A kapısından almazlardı, C kapısından içeri alırlardı.” Yani C
kapısı dediğiniz nedir? Ötekileştirme kapısıdır. “Oradan alırlardı ve bu bana,
bu Türkiye’de bize ve kadınlara yapılan en büyük haksızlıktır.” Aslında
Hanımefendi çok kibar davranıyor, olup bitenlerin belki c kısmını anlatıyor ama
a, b kısmını anlatmıyor. Ve biz o tarihte ne demişiz? “Sayın Cumhurbaşkanının
eşi ve çocukları niye Köşk’te yok?” demişiz. Sizin grubunuzdan hemen haber,
hemen ona laf yetiştirmeye çalışmışlar: “Efendim, yok böyle bir şey, Köşk
tadilatta.” Bakın, 2007 ve bugün hâlâ Sayın Cumhurbaşkanı, eşi ve çocukları
Dışişleri konutunda ikamet ediyor çünkü Sayın Cumhurbaşkanını, eşini ve
çocuklarını orada ikamet ettirtmiyorlardı. Bu kadar netti ve buna da sahip
çıkan bizdik. Gelinen bu noktada kapıların açılması olumludur ama bu kapılar
sadece Cumhurbaşkanı, eşi ve çocukları için açılmamalıdır, bu ülkenin ötekileri
için de bütün kapılar açılmalıdır. Yani 29 Ekim kutlamalarında bir resepsiyonda
sadece türbana özgürlük anlamında olmamalı; diğer halkların haklarına gem
vurulmuş, bunun gereği de yapılmalıdır. Ve Sayın Cumhurbaşkanının son
dönemlerde özellikle Sivas olaylarıyla ilgili Devlet Denetleme Kurulunu
faaliyete sokması çok önemlidir. Bizim buradan çağrımızdır. Yargı görevini
yapmıyor ve Roboski olaylarında yargı arpa boyu kadar yol almadı. Onun için,
sığınacağımız son limandır, Sayın Cumhurbaşkanımıza çağrıdır. Siz, Devlet
Denetleme Kurulunu Roboski’de lütfen görevlendirin çünkü Roboski’nin yaraları
sarılmadığı müddetçe… Yani Kürtlerin Kudüs’ü Roboski olacaktır, bunu böyle
biliniz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben Sayın Meclis Başkanımıza da
bir teşekkür ederek başlamak istiyorum. Yani yıllarca tanıdığımız bu şahsiyet,
genellikle hep böyle milliyetçi damarlardan beslenerek siyaset yapan bir
şahsiyetti. Seçildikten sonra uzlaşı tavırlarıyla, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda
göstermiş olduğu o çabadan dolayı, bazı yasal değişikliklerden ve hatta
milletvekillerinin özgürlüklerine kavuşması adına göstermiş olduğu çabadan
dolayı da kendisine teşekkür ediyoruz ve bu çalışmaların, bu çabaların devam
etmesini diliyoruz ve umuyoruz.
Sevgili arkadaşlar, bizim açımızdan biz bütünlük içerisinde
bunları değerlendirirken, burada, bizlere karşı, Kürtlere ve diğer halklara
karşı, farklı inanç gruplarına karşı sömürgeci bir hukuk anlayışı bu ülkede
egemendir, diğerlerini ötekileştiriyor. Geçmişte aynı sıkıntıyı, siz bu hukuk
sisteminden bu sıkıntıları çekerken, bu hukuk sistemini hem ön hem arka
bahçesine dönüştürerek, hukuk burada halklara zulmediyor.
Şimdi size birkaç örnek vereceğim. Bu, özellikle Sayın Başbakanın
son dönemlerde “Parlamento had bildirecek.” sözünden yola çıkarak… Aslında, bu
Parlamento had bildirecekse, ilk önce bu Parlamento dönmeli, haksızlıklara
karşı bir duruş sergilemelidir. Bakın, puşi takan, pankart açan, halay çeken,
Kürtçe konuşan, yazan, siyaset yapan sivil toplum örgütleri, hukukçular bugün
cezaevindedirler. Sizler, sizin iktidarınız, daha birkaç gün önce, ölen 2
gerillanın cenazesine tazyikli suyla… İçişleri Bakanının talimatıyla,
iktidarınızın talimatıyla cenazelerimize bile saygısızlık yapıldı, gaz
bombaları atıldı. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hukukunda, hiçbir dininde
cenazeye saygısızlık yoktur ama bizim
ülkemizde vardır. Yargı bu isimlerini saydığım Kürt çocuklarının, Kürt
gençlerinin katillerini aramıyor; yargı Roboski’de 34 tane masum Kürt’ü
katledenlerin katillerini aramıyor. Ne yapıyor? Bu Roboski’de katliamcıların
kimliklerini beklerken, bunların yargının karşısına çıkmasını beklerken ne
oluyor? 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan “Hayata Dönüş” operasyonunda daha önce
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olan adama bu Meclis “Üstün Hizmet Madalyası”
ödülü veriyor. Bakın, bu Meclis ve sizin iktidarınız döneminde bu veriliyor.
Roboski’de 34 kişinin katliamından sorumlu olan ve itham edilen şahsa, Türk
Silahlı Kuvvetleri buna yine üstün şeref madalyaları veriyor. Bu madalyalar ne
kadar şerefliyse de anlamıyorum. Yani, birileri 32 kişinin, görevde olduğu
dönemde bu insanların ölümünden sorumlu olacaklar -görev yapıyorsunuz- buna bu
Parlamento madalya verecek ve Roboski’de birinci derecede sorumlu olan Mehmet
Erten -yani iddialar bu- Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından da buna madalya
veriyorlar. İşte bizim açımızdan sömürgeci hukuk anlayışı budur. Yani bu ülke
hukukunu dizayn ederken diğer halklara eğer kapılarını açmazsa hukukun kapılarını
açmazsa iç barışımızı sağlayamayız.
Bakın, bu Parlamento ne yaptı? Bu Parlamento, cezaevinde bulunan 8
milletvekilini özgürleştirmek için bir çaba içerisinde olmadı. Ama bu
Parlamento 12 Eylülde 7 tane TİP’li öğrenciyi boğarak öldüren, katleden
katilleri bir gecede özgürleştirdi. Şimdi, bize dönüp laf söyleyenler dönüp bir
de aynaya gidip baksınlar. Siz kimi özgürleştirdiniz, kimin adına bu kararları
verdiniz. Eğer Parlamento had bildirecekse ilk önce dönüp aynadan kendisine
bakmalıdır. O katillerden biri Cumhuriyet Halk Partisinin 2 belediye başkanını
katletmişti. 7 tane de işçi… Türkiye İşçi Partisinden gençleri katledenleri bu
Parlamento akladı. Şimdi, onun için bu Parlamento gerçekten eğer sorunların
çözümü için çaba sarf edecekse derhâl bir toplumsal uzlaşıya yani üçüncü yargı
paketini getirerek, etrafından dolanarak, katilleri kollayan koruyan bir
anlayış değil, açık ve net olarak gereğini bir an önce yapmalısınız.
Bakın, sadece hukuk değil siz sistem olarak da ayrımcısınız,
bölücüsünüz, tekçisiniz ve ırkçısınız. Türkiye'nin bütün kurumları, elimde tek
tek araştırdım, Anayasa Mahkemesinde 17 tane üye vardır, bir tek tanesi Kürt,
Alevi ve muhalif üye bulamazsınız. Hâkimler ve Savcılar Üst Kurulunda kaç üye
varsa bir tane Kürt, Alevi, muhalif bulamazsınız. Siz, Danıştayda, Sayıştayda,
Yüksek Seçim Kurulunda, hiçbir bakanlığın müsteşarlığında bir Kürt
bulamazsınız; Cumhurbaşkanlığında bulamazsınız, Başbakanlıkta bulamazsınız,
Alevi bulamazsınız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İstanbul Büyükşehir Belediyesinde bile
yok.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Siz, Türk ve Sünni ararsınız. Elimden
belgelerle konuşuyorum, belgelerle, bende hilaf yok. Siz böyle davranırsanız,
sömürgeci anlayış budur. Siz eğer, bakın -İsterseniz okuyayım, Kayseri’den
Hatay’a, Ordu’ya kadar onlarcası genel müdüründen bilmem neyine kadar, tek tek,
oturdum ve araştırdım, boş konuşmuyorum- hukuktan bahsediyorsanız, ilk önce bu
hukuksuzluğunuzu ortadan kaldıracaksınız, bunları, bunları kaldıracaksınız. Biz
böyle bir hukuk tanımıyoruz. Eğer, siz, Kürtlere ve muhaliflere karşı böyle
acımasızsanız, biz -Anayasa’da da, yasada da bize karşı uygulanan zalimane
politikaları- ne Anayasa’yı tanırız ne yasaları tanırız. Böyle bir uygulama
dünyanın hiçbir yerinde yoktur ve bize uygulanıyor ve yıllardır, bu, uygulanıyor.
Genelkurmayda bir tane Kürt bulamazsınız, hiçbir yerde ve sonra
dönersiniz dolaşırsınız dersiniz ki: “Aman aman, bu Kürtler ne istiyor?”
Vallahi, şimdi size söyleyeyim arkadaşlar: Kürtler sizinle eşit olmak istiyor,
birlikte yaşamak istiyor yani Sayın Başbakanın sahip olduğu bütün haklara
Kürtler de sahip olmak istiyor. Burada otururken buraya ters bakacak bir hukuk
istemiyoruz. Hepimiz eşit bir hukuk istiyoruz ve tarih size bir fırsat sundu,
hayat da size bir fırsat sunuyor; bakın, Orta Doğu’da ciddi çatışmaların ve
kavgaların olduğu bir yerde, size, tarih bir fırsat sunuyor. Bu tarihî
fırsattan yararlanın. Ne yapın? Gelin, Türkiyeli Kürtlerle barışınızı sağlayın,
gelin… Nasıl daha önce güney Kürdistan’daki gelişmelere karşı bir bütün olarak
ayaktaydınız, “kırmızı çizgilerimiz” diyordunuz, gidiyordunuz, yani “Merkezî
Hükûmette Sayın Celal Talabani Cumhurbaşkanı olmasın.” diye kıyametleri
koparıyordunuz ve Mesut Barzani ve oradaki yönetime karşı gidip Kerkük’te
Türkmenleri destekleyip, Musul’da Arapları desteklediğiniz ve “kırmızı çizgilerimiz” dediğiniz bu
çizgiler, hayat bu çizgilerinizi yerle bir etti ve sonra ne yaptınız? Gittiniz,
güney Kürdistan’daki oluşumla, oturdunuz -doğru yol buydu- 12 milyar dolar anlaşma
yaptınız. Kötü mü oldu? Hayır. Oradaki Kürtlerin size bir zararı mı var? Hayır.
Peki, niye, şimdi kendi Kürt’ünüzle de bu barışı sağlayıp Orta Doğu’da ciddi
bir devlet olmak, daha güçlü bir devlet olmak zor mudur? Aslında zor da değil
ama bizi siyasetin kurbanı ettiniz, bizi… Cumhurbaşkanlığı seçimleri için
elinizden ne geldiyse yaptınız. Bakın, bugün ne yaptınız? Bugün sizin medyanız,
yani yarı resmî gazetelerinizde Eş Başkanımız Gülten Kışanak’la ilgili, yok
“KCK’den dağa götürülüyor.” Yok böyle bir şey kardeşim, yok böyle bir şey.
Asparagas haberlerle bizim üzerimize yargıyı, kolluk kuvvetlerini salmayın. Bu
yol çıkmaz yoldur, bu yolla siz sonuç alamazsınız. Demokratik kanalları
tıkamayın, bizi yok hükmünde sayarak bunları yapmayın.
Eğer siz gerçekten Suriye’deki Kürtlerle dostça ilişki içerisinde
olursanız, Suriye de güney Kürdistan kadar önemli bir yer, buradan da dostlukla
köprüler kurup onlarla da güney Kürdistan’da oluşturduğunuz hukuku
oluşturabilirsiniz ama ilk önce buradan başlayan bir mücadeleyle… Oslo’da
başlayıp ve sonra askıya aldığınız süreci yeniden gündeme getirin, bundan
korkmayın. Oslo görüşmeleri önemliydi ama Kürt sorunu sadece bir asayiş, bir
terör sorunu olarak algılanmamalıdır; Kürt sorunu bir hak, hukuk ve adalet
sorunudur. Kürt sorununa sadece istihbarat birimleriyle yaklaşmak doğru
değildir. Evet, ben, içinde MİT’in de olduğu önemli şahsiyetler var, biliyorum.
Vallahi, siyaset dünyasından, çok daha ileride olan şahsiyetleri de biliyorum,
nasıl vicdan sahibi olduklarını, onların da bu süreçte yer alması gerektiğine inanıyorum
ama asıl önemli olan mekanizma burasıdır. Yani siz burada Parlamentoyu çekim
adresi olarak görürseniz, yani demokratik kanalları tıkamazsanız Kürt sorununun
çözülmemesi için de hiçbir neden yoktur.
Bakın, başka bir şey söyleyeyim size. Dün Sayın Başbakan da
söyledi. Buradan diyor ki: “Biz 27 Nisana karşı dik durduk.” İyi ettiniz,
burada kötü bir şey yok ama 27 Nisan var, 28 Şubat var. Ee, 28 Şubat ile Nisan
arasında bir ay var, adı da mart ayıdır. Ee, bu mart ayında da bir darbe oldu
burada; yani askerler talimat verdi, siyasetçiler de bunu yerine getirdiler. O
tarihte sizin milletvekilleriniz, 28 Şubatta kimse tutuklanmadı ki. Biz hepimiz
gittik, acı dolu yıllar yaşadık ve biz gittik, cezaevlerinde kaldık. Biz
tutuklandığımız için Anayasa değişti, yoksa sizin o dönem Refah Partisinde olan
bütün vekillerin vekilliği düşecekti. Ödediğimiz bedelden dolayı siz vekil
oldunuz, iktidar oldunuz, cumhurbaşkanı oldunuz ama Darbeleri Araştırma
Komisyonu çünkü Kürdü insandan saymıyor, Kürtlere uygulanan zulüm
politikalarını araştırma ve bunu soruşturma hiç mi hiç akıllarına gelmiyor.
Geliyor, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, hepsini araştırıyor. Allah evinizi
yıksın! Peki, yok muydu 2 Mart darbesi, yok muydu? O insanlar on yıl cezaevinde
kaldı, partileri kapatıldı, milletvekillikleri düştü. Bir kısım milletvekili şu
anda yurt dışında. Yok mular? Onlar da orada sizin ve bizim gibi halkın
iradesiyle gelmişti ve bugün de yurt dışındalar ama bu Darbeleri Araştırma
Komisyonu bunu bile araştırmıyor, buna bile ihtiyaç duymuyor.
Yine, Sayın Başbakanın işte Gazze’yle ilgili açıklamaları vardı.
Çok da zamanım kısaldı, onun için… Doğru, iyi yaptınız, Gazze’deki barış
çabalarınız ama bu, sizin Orta Doğu’da barışçıl bir kimliğinizin olduğunun
göstergesi değil ki! Keşke siz Orta Doğu’da bir barışçıl politika izleseydiniz.
İşte söylüyoruz, Kürtlere karşı düşmanlıklar var. Onları hayata geçirin ama
bunu yapmayıp, Gazze’de barışçıl, kendi topraklarında savaş nutukları atmak,
savaş naraları atmak; vallaha, bunlara artık hepimiz doyduk. Sayın Başbakan
diyor ki: “Yıl 1994 değil.” Evet, yıl 1994 değil ama Allah adına söylüyorum ki,
1994’teki devletin ret ve inkâr politikaları neyse, 1924’lerin ret ve inkâr
politikaları neyse, biz Kürtler açısından, yıl 2012, ret ve inkâr
politikalarınız bir bütün olarak devam ediyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne
kadar yani şeklen, zaman zaman bir şeyler söylüyorsunuz ama karşılığı hukukta
yoktur, karşılığı demokraside yoktur, karşılığı halkta yoktur. Onun için,
1994’ün 2012’nin ruhu 1924’lerin ret ve inkâr ruhunda geçiyor.
Şimdi, son olarak şunu söyleyeyim: Roboski bizim için kapanmaz
yara. Roboski’nin failleri… Bakın, birkaç gün sonra hep birlikte Roboski’de
olacağız ve bu Roboskili ailelerin yaralarını sarmak hepimizin görevidir;
insanlık adına, İslamiyet adına, insanlık adına hepimizin görevidir. Biz
Kürtler için, özellikle Roboski’de yaşayan aileler için evimiz mezara,
mezarlarımız eve dönüşmüştür. Her gün, aileler şafakta uyanır, gider mezarlığa
çocuklarıyla, akşama kadar mezarda dualar okur ve onun için, zalimin yanında
yer almayın. Siz de zulme uğradınız. Bu yaraları hep birlikte sarabiliriz,
biraz vicdan, biraz sağduyu.
Ben tekrar bu bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. Bu ülkemiz
üzerinde esen rüzgârların barış meltemine dönüşmesine diliyorum, hepinize
teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın
Sakık.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Adana
Milletvekili Sayın Murat Bozlak.
Sayın Bozlak buyurun.
Süreniz on beş dakika.
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nda yer alan
Sayıştaş, Yargıtay ve Danıştay bütçeleri üzerinde Barış ve Demokrasi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sayın Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yargı bağımsızlığı sorunu
gündemdeki yerini korumaya devam etmektedir. Anayasal düzlemde ilke olarak
yargı bağımsızlığı kabul edilmiş olmasına rağmen, uygulamada bu ilkenin tam
anlamıyla karşılık bulduğu söylenemez. Yürütmenin yasama ve yargı üzerinde
ciddi bir etkisi ve müdahalesi olduğu bir gerçekliktir. AKP hükûmeti de, iktidar gücünü kendi çıkarları
doğrultusunda kullanarak yargıyı siyasallaştırma konusunda önceki hükûmetlerden
farklı bir tutum içine ne yazık ki girmemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihatlarında yargı bağımsızlığı, mahkemenin başka bir kişiden emir almaması,
özellikle yürütme erki ve davadaki tarafların etki alanı dışında olması
şeklinde tanımlanmaktadır. Tarafsızlık ise davanın çözümünü etkileyecek bir ön
yargıya sahip olmamayı, özellikle mahkemenin veya mahkeme üyelerinden bazısının
taraflar düzeyinde, onların leh ve aleyhine bir duyguya, bir çıkara sahip
olmaması olarak açıklanmaktadır. Türkiye'de bu kriterlere uygun bir yargıdan,
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından söz etmek ne yazık ki mümkün değildir,
yargı âdeta hükûmetin emrindedir. Sayın Başbakan kameralar karşısında,
gözlerimizin içine baka baka, yargıya talimat verdiğini itiraf etmekte,
dokunulmazlıklara ilişkin olarak ”Yargıya söyledik, yargı da gerekeni yapacak.”
diyebilmektedir. Bu durumda demokrasiden, kuvvetlerin ayrılığı ilkesinden,
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından söz edilebilir mi?
Değerli milletvekilleri, Anayasa ve Sayıştay Yasası’na göre
Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap
ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme
ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Yine, yasalarımıza göre Sayıştay
tarafsız ve bağımsızdır, Sayıştaya talimat da verilemez. Dün, muhalefet
partileri “2011 yılı kesin hesaplarına ilişkin Sayıştay raporu yok.” diye yoğun
itirazlarda bulundular, bu rapor olmayınca 2013 yılı bütçesinin
görüşülemeyeceğini iddia ettiler. Muhalefet partilerinin bu iddiaları sonuç
verdi mi? Hayır. Bütçe görüşmelerine bak ne güzel devam ediyoruz! Yargı
bağımsızlığının olmadığı yerde bu gibi ön koşullara uyulmasını istemek de bana
göre desteksiz kalıyor. Yargı AKP’ye karşı bağımsız değildir, AKP’yi ciddiye
almayan yargıya anında gerekli ders de verilir. Bunu biz bu ülkede yaşamadık
mı? Gayet güzel yaşadık. Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin savcıları
AKP’nin hoşuna gitmeyen tutum içerisine girince, AKP bir günde bu mahkemeleri
ortadan kaldırıp yerine aynı işlevi görecek özel bölge mahkemelerini kurmadı
mı? Kurdu. O zaman, Sayıştaydan da AKP’ye rağmen bir rapor beklemek doğru
değil, gereksiz bir bekleyiş olur.
Değerli milletvekilleri, 6085 sayılı Sayıştay Yasası’nda yapılan
değişiklik sonucu Sayıştay, askerî ve sivil kurumlar üzerindeki denetimini tam
anlamıyla yapamaz hâle getirilmiştir. İktidar partisi, sayısal çoğunluğuna
dayanarak bir gece yarısı operasyonuyla gerçekleştirdiği değişiklikle kamu
kurumlarının Sayıştay tarafından denetimini önemli ölçüde ortadan kaldırdığı
gibi, Sayıştayın bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine de darbe indirmiştir.
Sayıştayın denetim alanları genişletilmiş ancak ek 35’inci maddede yapılan
değişiklik ile yasada denetçilerin denetim yetkisi de demokratik standartlarla
bağdaşmaz hâle getirilmiş, bir önceki, 832 sayılı Sayıştay Yasası’ndan bile
geriye gidilmiştir.
AKP, yasada performans denetimiyle ilgili yaptığı değişiklikle
kamu kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp
kullanılmadığını Sayıştayın denetim kapsamı dışına çıkarmıştır. Sayıştayın
denetimi kamu kurumlarının faaliyet raporlarıyla sınırlandırılmış, denetçilerin
görev alanları daraltılmıştır. Sayıştayın denetimini yapmakla yükümlü olduğu
kamu kurumları arasında askerî kurum ve kuruluşlar da yer almaktadır ancak
Sayıştayın askerî harcamalara ilişkin denetimi, denetimini yaptığı diğer kamu kuruluşlarından
farklı olarak daha da sınırlı hâle getirilmiştir.
Bilindiği gibi, Sayıştay denetim görevini yaparken Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına yetkili kılınmakta ve Sayıştay denetçilerinin herhangi bir
kurumda denetim yapmak için Türkiye Büyük Millet Meclisinden ayrıca bir izin
alması gerekmemektedir fakat yeni Sayıştay Yasası, özel bir yasaya tabi olan
Ordu Yardımlaşma Kurumunun, yani OYAK’ın denetimini öngörmemektedir. Ordu
Yardımlaşma Kurumu bu yasaya göre denetime tabi olmadığı için, Sayıştay denetçileri
kendiliğinden değil ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonunun
talebi üzerine bu kurumda denetim yapabilmektedirler.
Öte yandan, denetçiler, kamu idaresinin koyduğu politikaya göre
denetim yapabilmekte, Türk Silahlı Kuvvetleri dâhil hiçbir kurumu
harcamalarının nedeni, amacı ve gerçekten bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığı
konusunda sorgulayamamaktadırlar.
Askerî harcamaların şeffaf ve hesap verilebilir olması meselesi
demokratik bir siyasal sistemin gereği olduğu kadar, aynı zamanda Türkiye’nin
Avrupa Birliğine tam üyelik müzakereleri çerçevesinde yerine getirilmesi
gereken demokratik kriterler arasında da yer almaktadır.
Değerli arkadaşlar, kısıtlayıcı hükümler nedeniyle denetlenemeyen
askerî harcamalar bütçe içerisinde önemli bir miktarı oluşturmaktadır. 2013
Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nda Türkiye’nin güvenlik, asayiş ve istihbaratından
sorumlu kurumlarına aktarılan kaynak 2012 yılına göre yüzde 16,2 artışla 45
milyar 297 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bütçe rakamları arasında gösterilmeyen
diğer kaynaklarla bu miktar aslında çok daha yüksektir. Askerî harcamaların bu
kadar yüksek olmasının temel nedeni Kürt sorunun demokratik, barışçıl yollarla
bir çözüme kavuşturulmamasıdır.
Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım, 28 Şubat 2010 tarihinde
Van’da katıldığı bir toplantıda, devletin Kürt sorununun güvenlikçi çözümünden
kaynaklı askerî harcamalarının 1 trilyon dolar olduğunu belirterek şunları
söylemiştir: “Eğer bu kaynağımızı buraya harcamamış olsaydık, 15.000 adet 24
derslikli okul, 9.000 adet 400 yataklı tam teşekküllü eğitim araştırma
hastanesi, 200 Boğaz Köprüsü, 120 Atatürk Barajı ve 450 bin kilometre bölünmüş
yol yapabilirdik. İşte, bu kaynak boşa gitti.” diyor sayın bakan.
Kürt sorunun çözümsüzlüğünden dolayı sayın bakanın verdiği bilgiye
göre 2010 yılına kadar 1 trilyon dolar para harcandı ama daha da önemlisi,
resmî verilere göre 40.000’den fazla insanımız öldü, 3.500 köy boşalttı, 17.000
faili meçhul cinayet yaşandı, doğa da ayrıca tahrip edildi. Bu sorunun çözümünü
Türkiye Büyük Millet Meclisinden insanlarımız beklerken, Sayın Başbakanın dünkü
ayrımcı ve ötekileştirici tutumu, birey olarak bende, bu Parlamentonun Kürt sorununu
çözmekten çok uzak olduğu izlenimini ne yazık ki oluşturdu.
Sayın Başbakan, seçim yasalarındaki tüm yasaklayıcı ve engelleyici
hükümlere rağmen, yüzde 10 Türkiye barajına rağmen, en olumsuz koşullarda
bağımsız adaylarla seçime girip 3 milyon dolayında oy almış 36 parlamenter
adına, 3 milyon seçmenin iradesini temsilen kürsüye çıkıp düşüncelerini ifade
eden Sayın Eş Genel Başkanımız Gültan Kışanak’ın konuşmasını dinlememek için
Genel Kurul salonunu ne yazık ki terk etmiştir, Sayın Eş Genel Başkanımızdan
sonraki diğer iki muhalefet partisinin liderlerinin konuşmasını ise baştan sona
izlemiştir. Geçmişte, askerler “BDP’liler var.” diye Genel Kurul salonunu terk
ediyordu, şimdi de ne yazık ki, Sayın Başbakan terk ediyor. Bu tutum,
Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorununu çözmeye hizmet edecek bir tutum
değildir. Halk iradesine saygı duyulmayan bir yerde barış asla olmaz. Sayın
Başbakanı bir an önce bu tutumundan vazgeçmeye davet ediyorum.
Değerli milletvekilleri, diğer yüksek mahkemelerle birlikte Yargıtay,
farklı kimlik ve inançların yok sayıldığı, asimile edildiği, Türk kimliğine
dayalı tek tip ulus yaratma projesinin en önemli ideolojik aygıtlarından biri
olmuştur. Yargıtay, bütün cumhuriyet tarihi boyunca kendini devletin otoriter,
baskıcı ve asimilasyoncu politikalarına hukuki kılıf uydurmakla yükümlü
saymıştır.
Yargının bu işlevinin yaşama geçirilmesinde devletin yargı
politikalarının organizasyonu ile görevli bir kurum olan Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu büyük bir rol oynamaktadır. Hükûmet, 12 Haziran referandumunda
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve yüksek yargının yapısını büyük ölçüde
değiştirdi. O zaman söylenen, bu değişimle yargının tarafsız ve bağımsızlığının
sağlanacağı, bürokratik ve askerî vesayetin kırılarak hukukun üstünlüğü prensibinin
pratiğe aktarılacağıydı. Ancak, gelinen aşamada iktidarın “reform” olarak
adlandırdığı Anayasa referandumunun devlet içerisinde iktidar mücadelesi veren
gruplardan birinin diğerini tasfiye sürecinden başka bir şey olmadığı her geçen
gün daha iyi anlaşılıyor. Despotik, otoriter bir yönetimin tasfiyesiyle yerine
bir başkasının ikame edilmesini, vesayet düzeninden kurtulma veya demokratik
yeni bir yapılanma olarak sunma kandırmacası hiç kimseyi ikna edememektedir.
Yeni yapılanmayla, yargıyla devlet arasında özdeşlik kuran zihniyet aynen
sürdürüldüğü gibi, yargı iktidarın açık biçimde kadrolaştığı tek sesli bir
baskı aracına ne yazık ki dönüştürülmüştür.
Değerli milletvekilleri, Yargıtay verdiği kararlarla yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleriyle hep çatışma içinde olmuştur. Resmî
devlet ideolojisiyle, siyasi iktidarla, askerî ve sivil bürokrasisiyle
karşılıklı etkileşim içindeki bir yargı kurumunun yargı bağımsızlığı ilkesiyle
bir arada düşünülmesi mümkün olmadığı gibi, devleti korumak misyonunu üstlenen
bir yüksek yargı makamının tarafsız olabilmesi de olanaksızdır. Yargıtay,
geçmişte olduğu gibi bugün de, Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların, kadınların
taraf oldukları davalarda hemen, daima tartışmalı olmaktan öte, insan
haklarının açık ihlaline yol açan kararlara imza atmaktadır. Kadın cinayetleri,
kadına yönelik şiddet ve tecavüz davalarında kadın aleyhine ayrımcı kararlar
verildiği kamuoyunca bilinmektedir. Ermeni, Rum, Süryani vakıf mallarıyla
ilgili verilen kararlar ile Hrant Dink kararı, Müslüman olmayanlara yönelik bu
tür sayısız kararların tipik örnekleri olarak hafızalarımızda yerini almıştır.
Günümüzde, özellikle Kürtlerin yargılandığı davalarda bu yaklaşımın kural
hâline geldiğini görüyoruz. Devletin güvenlik güçlerince işlenen cinayetler,
Yargıtayın karar ve içtihatlarıyla tam bir cezasızlık şemsiyesi altına
alınmıştır. Devletin güvenlik güçlerince sivillere, gençlere, çocuklara karşı
işlenen cinayetlerden hemen hiçbirinin faili cezalandırılmamıştır. Kürt sorunu,
Kürt kimliğinin korunması ile ilgili her tür ifade açıklamaları, Yargıtayın
içtihatlarıyla evrensel insan hakları standartlarına açıkça aykırı olarak dava
konusu yapılmakta ve ifade sahipleri cezalandırılmaktadır. Yargıtay, yasamanın
bilinçli olarak esnek ve muğlak tanımlamakta ısrar ettiği yasa maddelerini, tüm
hukuk ve insan hakları kurallarını bir yana bırakarak Kürtlere siyasi faaliyet
alanlarının tümünü kapatacak biçimde yorumlamaktadır. Özellikle Kürt sorunu
bağlamındaki davalarda Yargıtayın karar ve içtihatlarıyla Kürtlerin siyasi
faaliyetlerinin hemen hemen tümü yasa dışı örgüt tanımı içine hapsedilmektedir.
Yargının araç olarak kullanıldığı çeşitli mühendislik çalışmaları ile hapisteki
Kürtlerin sayısı dünyada örneği görülmeyen bir biçimde, tahammül edilemez
boyutlara ulaşmıştır. Kürt sorununun bugüne kadar çözülmemesinin en önemli pay
sahiplerinden birinin de Yargıtay olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Değerli milletvekilleri, Danıştay da Yargıtay gibi, Kürtler,
gayrimüslimler ve Alevilerle ilgili kararlarında gerek iç hukuku gerekse
uluslararası hukuku çiğneyen, hukukun üstünlüğünü hiçe sayan kararlar
vermektedir. BDP’li belediyelerin görevden alınma kararlarını onaylayan
Danıştay, belediye başkanlarımızın belediyecilik faaliyetlerinde Türkçenin yanı
sıra Kürtçeyi de kullanmaları ve park, sokak, cadde gibi yerlere verilen Kürtçe
adlar nedeniyle haklarında açılan davalarda ise yapılan itirazları reddetmeyi
kural hâline getirmiştir. Danıştayın farklı inanç gruplarına ilişkin kararları
da zaten insan haklarına aykırı niteliktedir. Zorunlu din dersleriyle ilgili
verdiği kararlarda da aynı şeyi görmek mümkündür. Vatandaşlıktan çıkarılmaya
ilişkin davalarda da Danıştay insan haklarını yok sayan, devleti vatandaşın
haklarından üstün tutan kararlara imza atmıştır.
Değerli milletvekilleri, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu bir
Türkiye dileğiyle, barışa, adalete, kardeşliğe hizmet etmeyen, şeffaflıktan
uzak bir bütçeye “ret” oyu vereceğimizi belirtiyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar).
BAŞKAN – Sayın Bozlak, teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına 3’üncü konuşmacı Sayın
Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili.
Sayın Tan, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz on beş dakika.
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; partim adına Anayasa Mahkemesinin bütçesi hakkında görüşlerimi
bildirmek üzere huzurlarınızdayım.
Sayın milletvekilleri, öncelikle Anayasa Mahkemesinin kuruluş
amacı üzerinde durmak istiyorum. Benden önce söz alan bir milletvekili
arkadaşımız kısaca bir tanımlamada bulundu, ben aynen bu tanıma katılıyorum:
“Siyaseti hukukun kıskacına almak.” Peki, işte bizim Meclisimizin de hemen
arkasında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Meclis Başkanının oturduğu
kürsünün hemen üzerinde, benim de arkamda bu yazılar yazıyor. O zaman, milletin
egemenliğinin tecelli ettiği bir Meclisi kıskaç altına almak ne demektir, bunun
üzerinde birkaç şey söylemek istiyorum.
Öncelikle, bize öyle şeyler anlatılıyor ki sanki “Anayasa
Mahkemesi de dâhil olmak üzere, devletin birçok kurum ve kuruluşu tarihin ilk
çağlarından beri var ve bunlar olmazsa kıyamet kopar.” gibi bir anlayış ortaya
koyuluyor. Çok açık ve seçik bir şekilde, hepinizin de bildiği gibi, 1961
Anayasası yapılana kadar, yani 27 Mayıs 1960 darbesi dönemine kadar, sürecine
kadar Türkiye’de bir Anayasa Mahkemesi yok. Mustafa Kemal Atatürk döneminde de
yok, İsmet İnönü döneminde de yok, Celal Bayar döneminde de yok, bu dönemlerin
hiçbirisinde böyle bir kurum Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısında yok. Peki, ne
oldu da ondan sonra böyle bir mahkemeye ihtiyaç duyuldu? Bu konuda da sayısız
yazı, makale, kitap, görüş var. Bunları tek tek burada sizlere saymak
istemiyorum. İşte bu “Siyaseti hukukun kıskacı altına alma.” cümlesi bunların
hepsini özetliyor.
Anayasa Mahkemesinin kuruluş tarihi 22 Nisan 1962 ve resmî olarak
faaliyete başlama tarihi ise 28/8/1962 ve bugün, dünyanın birçok ülkesinde
Anayasa Mahkemesi yok.
Şimdi, bu kısa özeti yaptıktan sonra, gelelim Anayasa Mahkemesinin
kurulduktan sonraki serencamına. Peki, Anayasa Mahkemesinin yetkileri ne? Böyle
bir kurum kuruldu, üstüne üstlük -yine biliyorsunuz- 1961 Anayasası’yla birlikte
Türkiye’de bir Cumhuriyet Senatosu da kuruldu. Genç nesillerin büyük bir kısmı
Cumhuriyet Senatosu nedir, bilmiyor. Bu Cumhuriyet Senatosu da 12 Eylül 1980
darbesiyle lağvedildi, ortadan kaldırıldı, sona erdi. Şimdi, hem Cumhuriyet
Senatosunu kuruyor 1961’den sonraki darbe iradesi hem bu da yeterli olmuyor,
bunları kontrol edecek bir Anayasa Mahkemesi kuruyor. Anayasa Mahkemesinin
yetkileri ne? Anayasa Mahkemesinin esas yetkisi, yapılan kanunların mevcut
anayasaya -yapılış şekli olarak- usulden ve esastan uygun olup olmadığını
denetlemek. Buraya kadar tamam yani tırnak içinde kuruluş amacına “Tamam.”
diyorum, yoksa Anayasa Mahkemesinin varlığına “Tamam.” demiyorum. Anayasa
değişikliklerinde yetkisi ne? Anayasa değişikliklerinde ise yetkisi, sadece bu yapılan
anayasa değişikliğinin usul yönünden doğru yapılıp yapılmadığını denetlemek,
yoksa esastan, sen bu anayasa değişikliğini yapabilirsin, yapamazsın diye bir
yetkisi veya esastan bir yorum yapma salahiyeti de kesinlikle yok ama neler
oldu, biliyorsunuz. Cumhuriyet döneminde, bugüne kadar 61 siyasi parti
kapatıldı, bunlardan 25 tanesini Anayasa Mahkemesi kapattı. Bunun içinde,
tırnak içinde dinci, milliyetçi, solcu, sağcı, Kürt, sosyalist, aklınıza ne
gelirse, her kesimden, her ideolojiden ve her tabandan oy alan, onların
oylarına talip olan siyasi partiler var. Bu yönüyle de, yine, AK PARTİ’li bir
arkadaşımızın şu cümleleri enteresan, Anayasa Mahkemesini tanımlarken: “Dar bir
oligarşik yönetim anlayışı, bürokratik oligarşinin tezahürü.” Peki, bu sosyalist
söylemleri söyleyen AK PARTİ’si bugün hangi noktada? Bugün, Anayasa
Mahkemesinin -suçladığı bu anlayışına karşılık- sadece üyelerini değiştirerek,
yerine yeni üyeler atayarak, yine aynı şekilde bu yapıyı devam ettirmeyi tercih
etti. Sanki bir sosyalist parti milletvekili konuşuyor gibi, bir an için,
kendimi böyle bir ortamda farz ettim ama maalesef, gelinen bir noktada, yine bu
Anayasa Mahkemesinin pozisyonunda ciddi bir değişiklik yok. Siyasi partilerin
kapatılması yine yetkisinde, siyasi partilerin mali yönden denetimi de
yetkisinde. Bir de bu yapılan yorumlarda, mesela geçmiş dönemde bir “367
kararı” var. Ayrıca, 411 oyla bu Meclisin karar aldığı başörtüsü yasağını
kaldıran ve yine maalesef, bedbaht bir elin, zihnin attığı manşetle “411 el
kaosa kalktı.” diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini hiçe sayan
zihniyetin doğrultusunda yine bir iptal kararı var. Yani geçmişine baktığımız
vakit, bu Anayasa Mahkemesi ne yapmak istiyor, niçin var, kimlerin hizmetinde;
bunu anlamak, tırnak içinde, çok zor ama esasında, yaptıklarına ettiklerine
bakarsanız bu da çok çok açık ve net bir şekilde ortada.
Bütün bu yetkisini aşan müdahalelerde ve kararlarda bir de bir
“kurucu irade” yalanı var ortada: “Efendim, cumhuriyetin bir kuruluş felsefesi
var. İşte kurucu irade şöyle buyurdu, kurucu irade şöyle kurdu ve kurucu
iradenin kuruluş felsefesi doğrultusunda bu maddeleri şöyle, şöyle, şöyle
yorumlama mecburiyeti var.” yalanı var ortada.
Sevgili arkadaşlar, tek bir yalanı yani burada sizlere arz etmek
istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin bir 1924 Anayasası var. 1924’ten 1928’e
kadar o “kurucu irade” denilen devletin Anayasası'nda “Devletin dini
İslam’dır.” ibaresi var 1928’e kadar. Laikliğin resmen Anayasa'ya girmesi ise
1937. Bunlar sadece bir hatırlatma.
Siyasi parti kapatma kriterlerine gelince. Bugün, bir siyasi parti
“Diyanet İşleri Başkanlığı gereksizdir veya bu şekliyle doğru değildir,
kaldırılsın.” dese, bu, kapatılma gerekçesi olarak değerlendiriliyor veya yine,
bizim gibiler demokratik özerklikten, yerinden yönetimden, bölgesel idarelerin
yetkilerinin artırılmasından, eyalet sisteminden, seçilmiş validen
bahsettikleri zaman, yine ziller çalıyor ama aynı Anayasa Mahkemesinin KADEP
partisiyle ilgili bir kararı var, federasyonu resmen savunan bir partiyle ilgili
olarak “Bu fikirleri savunmanın kapatılma gerekçesi olamayacağı”yla ilgili de
bir kararı var. Yani bu kararlarda neye göre hareket ediyor, neye göre karar
veriyor, hangi kriterleri uyguluyor? Sadece kendi keyfinin kriterlerini
uyguluyor.
Bir diğer önemli şey, Anayasa Mahkemesinin, işte, 17 üyeye
çıkarılan bu yeni temsil durumunun neye göre olduğu? Şu an, değişik kurum ve
kuruluşların -bunları tek tek saymıyorum, vaktim çok sınırlı- teklifleriyle bu
17 üyenin nihai olarak 14’ünü Cumhurbaşkanı belirliyor, 3 tanesini de yine bu
kurum ve kuruluşların teklifiyle Meclis belirliyor ama diğer ülkelere
baktığımız zaman -mesela bir Amerika Birleşik Devletleri’ne, Almanya’ya,
Fransa’ya, İspanya’ya, İtalya’ya- bu seçimlerin farklı olduğunu ve yine burada,
seçilmişlerin, Meclisin çok daha egemen olduğunu görüyoruz. Mesela Almanya’da 8
üyeyi Federal Meclis, 8 üyeyi de Federal Konsey atıyor. Yine, Fransa’da 3 üyeyi
Devlet Başkanı, 3 üyeyi Meclis Başkanı, 3 üyeyi de Senato Başkanı atıyor.
Şimdi siz, işte “Egemenlik kayıtsız şartız milletindir.” deyip
bunun üzerine tekrar bir kelepçe vurmaya kalktığınız zaman, bunun varacağı bir
yer yok. Kendi Meclisinize güvenmek zorundasınız, Meclisimize güvenmek
zorundayız. Bunun üzerine bir kurum daha, kurumun üzerine bir kurum daha, onun üzerine
bir kurum daha… Peki, bunları kim belirleyecek? “Yine siyasi erk sahibi
belirleyecek.” derseniz, o zaman niye gerek var? İşte, Meclis burada zaten,
siyasi erk ortada, Anayasa Mahkemesine hiçbir gerek bu anlamıyla yok çünkü
Meclisin kendi Anayasa Komisyonu, Adalet Komisyonu, birçok komisyonları var.
Bütün bu değişiklikleri ve uygulamaları fiilen zaten Meclis yapabiliyor. Eğer
suistimal söz konusuysa, bu, değişik vesilelerle atanmışlar açısından da aynı
şekilde caridir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin acilen bir yargı reformuna
ihtiyacı var. Bir sağlık reformu yaptı Türkiye artılarıyla, eksileriyle, ayrı
bir konu ama acilen bir eğitim reformu ve yargı reformu… Eğitime girmiyorum
çünkü konumuz yargı. Bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan 120.000
başvurunun 20.000 tanesi tek başına Türkiye’ye ait. Bu bile, içinde
bulunduğumuz durumu açık ve seçik bir şekilde ortaya koyuyor. Bugün, KCK davası
başta olmak üzere, birçok davadan üç buçuk yıldır, dört yıldır, tutuklanan,
içeride tutulan, henüz bir ifade bile veremeyen, ifadesi bile alınamayan
binlerce insan var; böyle bir hukuk skandalı, rezaleti olmaz. Mutlaka, Anayasa
Mahkemesinden de başlayarak aşağıya kadar, Türkiye’nin acilen bir hukuk
reformuna ihtiyacı var.
Yeni anayasa elzem. Sayın Başbakan “15 Aralık 2007 tarihinde, en
geç 15 Aralık 2007 tarihinde yeni anayasa teklifimiz Meclise gelecek.” dedi.
İşte, 15 Aralık 2007, 15 Aralık 2012; beş yıl bitiyor. Beş yıldır bekliyoruz,
komisyonlarda da Adalet ve Kalkınma Partisi öyle bir politika izliyor ki ne şiş
yansın ne kebap; neyi açık seçik olarak söylüyor, neyi savunuyor, nereye varmak
istiyor, anlayabilene aşk olsun! Bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi olarak
bunu da burada, bu cümlelerle ifade etme zarureti farz oldu benim açımdan.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesinin bütçesi bu yıl yüzde 50
artırılmış. Peki, niye artırılmış? Yani, Türkiye’nin bütün kurum ve
kuruluşlarının yatırımlarının tamamı yüzde 50 artmış mı? Yok. Yine, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda 150 milyon yani yeni parayla 150 TL talep ediliyor.
Bu müracaatınız haksız görüldüğü vakit, reddedildiği vakit de 2.000 TL yani
eski parayla 2 milyar bir ceza ödüyorsunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
ise ne başvuruda ne redde hiçbir bedel alınmıyor. Yani, bir arkadaşımız daha
söyledi, burası bir ticari müessese midir, yoksa mazlumun, mağdurun, çaresizin,
parasızın, herkesin hakkını arama durumunda olduğu bir kapı mıdır?
Bütçe yüzde 50 arttırılıyor –biraz evvel altını çizdim- niye
arttırılıyor? Sadece makam aracı olarak aylık bir araca 7.600 avro, yani TL
cinsinden ifade edersek, aylık 17 milyarın üzerinde, 17 bin TL’nin üzerinde bir
para ödeniyor. Peki, bu araç niye satın alınmıyor, bunu da bilen yok.
Değerli arkadaşlar, son olarak… Anayasa Mahkemesi, bakanları,
başbakanları da yargılayan bir kurum. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan
hakkında bir suç duyurusu ile konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
Dün, Sayın Başbakanın bizzat okuduğu, 10 Aralık 2012 tarihli
konuşmasının 9’uncu sayfasının son kısmı: “27 Nisan bildirisi AK PARTİ
Hükûmetinin dik duruşu sayesinde sadece beyhude bir girişim olarak kalmış,
akamete uğratılmıştır. Buna rağmen, bu e-bildirinin Türkiye'ye sadece faiz
yoluyla maliyeti yıllık 2 milyar dolar olmuştur. 28 Şubatın bu ülkeye
maliyetinin ne olduğunu varın siz kıyaslayın.”
Bunu kim söylüyor? Sayın Başbakan diyor; ki, bakın açık seçik bir suç
duyurusu bu. E-muhtıra, 27 Nisan muhtırası, Yaşar Büyükanıt’ın “Ben yazdım, ben
imzaladım, ben okudum.” dediği muhtıra, yıllık 2 milyar dolara mal olmuş. Bunun
müsebbibi hakkında, sorumlusu hakkında ne yapılmış?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Zırhlı araç alınmış.
ALTAN TAN (Devamla) - Zırhlı araç alınmış, taltif edilmiş, inşallah
madalya da verilir.
Yaşar Büyükanıt hakkında da suç duyurusunda bulunuyorum 2 milyar
dolar zarar verdiği için, Başbakan hakkında da.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın
Tan.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahısları adına, lehinde olmak üzere Zülfü Demirbağ, Elâzığ
Milletvekili.
Buyurun Sayın Demirbağ. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2013-2015 dönemi bütçesi lehinde görüşlerimi
belirtmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sizleri ve yüce milletimizi
saygıyla selamlıyorum.
Bütçe tekliflerine geçmeden önce sizleri yapılan çalışmalarla
ilgili bilgilendirmek istiyorum:
Hepinizin bildiği gibi, tüm partilerimizin desteğiyle kurulup 19
Ekim 2011 tarihinde çalışmalarına başlayan Anayasa Uzlaşma Komisyonu,
milletimizin beklentisi ve siyasi iradenin desteğiyle, olabildiğince geniş
katılımlı görüş alma sürecini sona erdirmiş, gelen görüşler ve siyasi
partilerimizin katkıları doğrultusunda çalışmalarını sürdürmektedir.
Tedavi Yönetmeliği değiştirilerek sağlık karnesi kullanım
uygulaması kaldırılıp, milletvekillerine sağlık kuruluşlarında T.C. kimlik
numarasıyla işlem yapabilme imkânı sağlanmıştır.
Milletvekili kimlik belgesi, yapılan yasal değişiklikler sonucu
resmî kimlik belgesi hükmü kazanmıştır.
Ayrıca, yapılmakta olan yeni halkla ilişkiler binası inşaatı hızla
devam etmekte olup bu yasama yılında hizmete açılması milletvekillerimize daha
kullanışlı ve teknolojik çalışma imkânı sağlanmış olacaktır.
Bütçe rakamlarına, Grup İdare Amirimiz Mustafa Bey tarafından
ifade edildiği için, ayrıca girmek istemiyorum.
Kıymetli arkadaşlarım, kalan sürede genel bütçe ve doğu ve
güneydoğuya yapılan yatırımlar üzerinde kısaca durmaya çalışacağım.
Daha önceki konuşmacıların da dile getirdiği gibi, bölgesel
gelişmişlik ve kalkınmışlık farkını asgariye indirmek amacıyla, AK PARTİ’miz
iktidara geldikten sonra öncelikle 15 bin kilometre duble yol ve her ile
üniversite hedefini gerçekleştirmiş; yine ihtiyaç doğrultusunda, hemen her ile
veya 2 ilden 1’ine havaalanı inşa edilmiştir, inşa edilmeye devam edilmektedir.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Kaçıncı kere dinleyeceğiz bunları!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Devamla) - Yine, demir yolları rehabilite edilerek
ve gerekse hızlı tren ağı yaygınlaştırılarak insanlarımıza çok alternatifli,
konforlu yolculuk yapma imkânı sağlanmıştır.
İktidarımızın ilk yıllarında çıkarılan KÖYDES kanunu ile hizmette
geri kalmış illerimize büyük ödenekler aktarılmıştır. Hatta Elâzığ’ın takriben
üçte 1’i olan Bingöl ve beşte 1’i olan Tunceli’ye Elâzığ kadar yani yılda 25-26
trilyon ödenek verilerek yıllarca ihmal edilen bu illerimiz ihtiyaç duyduğu
hizmetlere kavuşmuştur; tabii, doğu, güneydoğudaki bütün illerimiz de. Van
depremi sonrası âdeta yeni bir şehir inşa edilerek yaklaşık 5,5 katrilyon
civarında kaynak aktarılmıştır.
İşte, bütün bu hizmetler ve yatırımlar yapılırken bir taraftan da
dünyada ender olarak uygulanan Teşvik Yasası çıkarılarak Doğu ve Güneydoğu
Bölgesi azami ölçüde teşvik imkânlarından yararlandırılmıştır, yani 6’ncı
bölge. Ancak bütün bu yatırım ve hizmetler devam ederken Kürt halkının ve bölge
insanının hakkının savunucusu olduğunu iddia eden PKK ve yandaşları, gelen
yatırımları engellemekte; şantiyeleri, iş makinelerini yakarak, çalışanları
kaçırarak huzursuz ve güvensiz bir ortam hazırlamak suretiyle Teşvik Yasası’nın
sunduğu büyük avantaj ve fırsatlardan istifade ederek bölgeye gelecek
yatırımlara ve yatırımcılara engel olmuş, bölge insanına yapılabilecek en büyük
kötülüğü yapmış ve yapmaktadır.
Yine, buradan bölge insanına, Kürt kardeşlerime seslenmek ve çok
önemli bir konuya vurgu yapmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, yüce milletimizin kıymetli mensupları;
hepimiz çocuk sahibiyiz ve evlatlarımızı en azından iyi bir devlet okulunda,
eğer imkânımız varsa özel okulda, kolejde, imkânı olanlar yurt dışında okutarak
istikbale en iyi şekilde hazırlamak ister. Peki, güneydoğu insanımızın, Kürt
kardeşlerimizin buna hakkı yok mu? Salâhaddin Eyyubi’nin, Ahmedi Hani’nin
Bediüzzaman Saidi Nursi’nin manevi torunlarının mühendis olmaya, hukukçu
olmaya, doktor olmaya, ilim adamı, iş adamı olmaya hakları yok mu?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Var, var!
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Var, cezaevine atmazsanız var!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Devamla) – Var tabii.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Kendi dillerinde eğitim hakları da var!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Devamla) – Ama maalesef terör örgütü tarafından
bölgedeki zeki ve parlak gelecek vaat eden çocuklar -dikkat edin, çocuklar-
okullarına molotoflar atılarak, yakılarak, öğretmenleri kaçırılarak okuldan
uzaklaştırılıp uyuşturucuya alıştırılıyor ve âdeta dağa çıkmaya teşvik ediliyor
veya kaçırılıyor.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Uyuşturucuyu emniyete sor, Diyarbakır
Emniyetine sor!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Devamla) – Bu arada dağa çıkma yaşı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Devamla) – …18-20’den 12’ye kadar indi ve dağdaki
silahlı resimleri gazetelerde yayınlanıyor. Bu, bölge insanına ve Kürt
toplumuna yapılacak en büyük kötülük ve ihanettir. (CHP ve MHP sıralarından
“Bitti, bitti!” sesleri)
Yine, 80’li yıllardan bu yana bu sorun için heba edilen 1 trilyon
dolar kaynak da işin maddi boyutu. Bu kaynakla doğu ve güneydoğu yeniden inşa
edilebilirdi.
BAŞKAN – Sayın Demirbağ, teşekkür ediyorum, süreniz tamam.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Devamla) – Bu duygularla hepinizi saygılarla
selamlıyor, yüce Meclise de saygılarımı arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Şimdi, Hükûmet adına Başbakan Yardımcımız Sayın Beşir Atalay.
Buyurun Sayın Atalay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önce şahsım ve Hükûmetimiz adına sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, Başbakanlık merkez teşkilatı ile Başbakanlığa bağlı
kuruluşlardan MİT Müsteşarlığı ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2013
yılı Bütçe Kanunu ile 2011 yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarıları üzerinde
Hükûmetimizin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım.
Başbakanlık çalışmalarıyla ilgili bazı bilgileri sunacağım. Burada
değerli konuşmacıların dile getirdikleri hususlarla ilgili bazı düşüncelerimi
ifade edeceğim.
Konuşmama başlarken bugün önemli kurumlarımızın,
Cumhurbaşkanlığından başlayarak yüksek yargı ve Başbakanlık, Meclis bütçesi
üzerinde söz alan, burada konuşma yapan bütün iktidar ve muhalefet partisinden
arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık olarak, güçlü
bir ülke olma yolunda değişime, dönüşüme öncülük eden bir kurum olma vizyonu
ile hareket ediyoruz. Başbakanlığın görevi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve
hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde Başbakan ve Bakanlar Kuruluna, Hükûmetin genel
siyasetinin yürütülmesinde her türlü desteği sunmak, bakanlıklar arasında
etkili bir iş birliği ve koordinasyon sağlamak ve devlet teşkilatının düzenli
ve uyumlu bir şekilde işlemesine önderlik etmektir. Ve Başbakanlık örgütlenmesi
Başbakanımızın liderliğinde bu çalışmalarını en etkili şekilde yürütmektedir.
Bildiğiniz gibi, Hükûmetimiz
on yılını doldurmuştur ve bugün biz, 11’inci bütçemizi yüce Meclise
sunmuş durumdayız. Geçen ay, iki hafta önce, Bakanlar Kurulumuz 11’inci yılın
ilk Bakanlar Kurulu toplantısını yaptı, orada da değerlendirmelerde bulunduk.
19 Kasım 2002 tarihinde ilk AK PARTİ Hükûmetinin Bakanlar Kurulu toplanmıştı ve
işte, 26 Kasımda da 11’inci yılımızın ilk Bakanlar Kuruluydu. Ve hamdolsun, bu
on yılı AK PARTİ, AK PARTİ Hükûmeti Türkiye için çok iyi değerlendirdi. Tek
parti hükûmetinin sağladığı bu on yıllık istikrardan Türkiye her açıdan
kazançlı çıktı. Dünyada örneği az olan gerçekten güçlü bir istikrar dönemini
Türkiye yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Uzun süredir, 1991 yılıyla başlayan ve
2002’ye kadar süren çok sorunlu koalisyon dönemleri Türkiye’ye çok
kaybettirmişti. Bu on yıllık huzur ve istikrar dönemi ise Türkiye’ye çok şey
kazandırdı ve her açıdan Türkiye bugün daha güçlü.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye son on yılda, her
alanda çok büyük başarılara imza attı. Hükûmet olarak, ülkemizin on yıllardır
süren kronik sorunlarını tek tek çözüyoruz, engelleri aşıyoruz.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Terörü çözdünüz mü, terörü?
Terörü nasıl çözeceksiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ekonomide, demokratik
hak ve özgürlüklerin genişletilmesinde ortak bir heyecan ve coşkuyla, hep
birlikte, 2023 hedeflerine doğru kararlılıkla ilerliyoruz. Çok zor bir
coğrafyada yer alan Türkiye, çevresinde yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen,
bir istikrar, huzur ve güvenlik adası olma vasfını muhafaza ediyor.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – İstanbul’da yine terör
saldırısı vardı, haberiniz yok herhâlde!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bir yandan ülkemizin yurt dışındaki itibarını yükseltirken
diğer yandan yurt içindeki faaliyetlerimize, kalkınma girişimimize de devam
ediyoruz. On yıldır, bu ülkenin daha yaşanılır, daha müreffeh, daha itibarlı
bir ülke olması için durmadan, dinlenmeden yoğun bir mücadele sürdürüyoruz.
Milletimize hizmeti sadece bir görev ve sorumluluğun gereği olarak değil, aynı
zamanda vatanımıza, milletimize olan sevdamızın, aşkımızın bir gereği olarak
görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, güçlü ve kararlı
adımlarla daha mutlu, daha müreffeh bir geleceğe doğru ilerlemektedir. Bundan
önce hazırladığımız 10’uncu bütçemiz gibi 11’inci bütçemiz de milletimize söz
verdiğimiz “Yeniden Büyük Türkiye” vizyonuyla uyumlu bir bütçedir. 2013
bütçesi, toplumsal duyarlılığı olan, sosyal yönü kuvvetli, mağduriyetleri
gözeten; üretimi, yatırımı, ticareti, ihracatı destekleyen; sosyal politikaları
önemseyen, popülizme tevessül etmeyen, mali disiplinden taviz vermeyen bir
bütçe olarak hazırlanmıştır.
Başbakanlık olarak, bilindiği gibi -bir konuşmacı da burada ifade
etti- 2011-2015 yıllarını kapsayan Başbakanlık Stratejik Planı’mız mevcuttur ve
şu anda onu uyguluyoruz. Bu plana göre ulusal ve uluslararası stratejilerin
belirlenmesinde ve politikaların uygulanmasında kurumun etkinliğini artırma,
vatandaşa daha hızlı, kaliteli ve güvenilir kamu hizmeti verilmesini sağlama;
şeffaf, hesap verebilir, verimli ve etkili çalışan bir kamu yönetiminin
gerçekleşmesine öncülük etme, karar alma süreçlerine toplumsal unsurların ve
bireylerin daha fazla katılımına imkân veren bir yönetim yapısının kurulması ve
Başbakanlık merkez teşkilatının kurumsal kapasitesini geliştirme başlıklarında
bir dizi ilke yer almaktadır ve bu doğrultuda çalışmalarımız sürmektedir.
Bütçemizin rakamlarıyla ilgili şunu ifade edeyim: Bu sene 2013
bütçemizde 2012’ye göre biraz azalma vardır. 2013 yılı bütçe tasarısında bizim
teklifimiz 769 milyon 789 bin TL’dir, 2012 yılı toplam ödeneği ise 861 milyon
757 bin TL idi. Buradaki azalma… Barışı destekleme ve koruma harekâtları için
ayrılan ödenekte ve diğer idarelere yapılan transferlerde düşme nedeniyle
Başbakanlık bütçesinde bir miktar azalma olmuştur.
Tabii, Başbakanlığın temel özelliklerinden, görevlerinden birisi
hükûmet programının hayata geçirilmesinin takibidir. Başbakanlık bünyesinde
kurulan bir mekanizmayla, bakanlarımızın da, bizlerin de rol aldığı bu
mekanizmayla hükûmet programımız takip edilmektedir. Biliyorsunuz, AK PARTİ
hükûmet programlarını -4’üncü hükûmet programımızdır bu 61’inci Hükûmet
Programı- biz özenle takip ederiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükûmet programlarımızı
hazırlarken seçim beyanlarında ne söylediysek, seçim beyannamelerimizde ne yer
alıyorsa mutlaka bunları hükûmet programımıza yerleştiririz ve onları
hedeflerimiz olarak koyarız. Vatandaşımıza ne taahhüt ettiysek mutlaka onlar
hükûmetin kendi programında ve ajandasında vardır. Onun için de bizim hükûmet
programlarımız sadece bir formaliteyi yerine getiren metinler değildir ve
onları biz eylem planı hâline getiririz, hangi bakanlığımız hangi konudaki
taahhüdümüzü ne zaman yerine getiriyor, onun da takibini yaparız. İşte, bu
manada da çok verimli, başarılı bir çalışma yürütülmektedir.
Başbakanlık bünyesindeki birimlerden ve bunların çalışmalarından kısaca
bahsettikten sonra, değerli milletvekillerimizin buradaki konuşmalarına
değineceğim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık bünyesindeki
birimlerden başlıcalarını şöyle ifade edebilirim:
Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı; önemli çalışmalar yapan bir
birimimizdir ve yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırımlarını teşvik için, onlara
destek için çalışan bir birimimizdir. Uluslararası alanda ciddi çalışmalar
yapar ve Türkiye’ye gelen yatırımcıların Türkiye’de tek merkezden işlerinin
takibini sağlar. İşte, bu sebeple, biliyorsunuz, iktidarlarımız döneminde
yabancı sermayenin Türkiye’ye gelişi çok ciddi şekilde artmıştır. Bizim
dönemimize kadar, bütün cumhuriyet tarihi boyunca, yıllık yabancı sermaye
yatırımının 1 milyarı aştığı çok istisnai dönem vardır. Onun dışında 1 milyarı
aşamamıştır ama 2008 ve sonrasında küresel ekonomik kriz nedeniyle tüm dünyada
uluslararası yatırımlarda önemli miktarda azalma olduğu hâlde, Türkiye,
2007 yılında 22 milyar dolar, 2008
yılında 19,5 milyar dolar, 2009 yılında 8,4 milyar dolar, 2010 yılında 9 milyar
dolar yatırım çekmiştir. Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye 16 milyar dolar tutarında
uluslararası yatırım yapılmıştır.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Reel sektöre mi, yoksa finans
kuruluşlarına mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Çünkü Türkiye, şu
anda geleceğine güvenilen bir ülkedir.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – İstihdamı artırmış mı bu
yabancı yatırımlar?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Yatırım yapılacak bir
ülkedir…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) –Öyle, öyle!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …ve uluslararası
kuruluşlar da zaten bunu ifade ediyorlar.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Tefecilik yapıyorsunuz,
tefecileri besliyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye, geleceği çok
güvenli, en fazla yatırım yapılabilir ülkelerden biridir. Bu manada ilk defa bu
dönemde yabancı sermaye yatırımlarında ciddi artış olmuştur.
Yürütülen diğer bir faaliyet biliyorsunuz, Resmî Gazete’dir.
Sadece şu bilgiyi sizlere sunmak için Resmî Gazete konusuna değiniyorum. Tabii,
Resmî Gazete, devletin işleyişi, hükûmetlerin icraatı açısından çok önemli;
aynı zamanda bütün düzenlemelerin yayınlandığı çok önemli bir belgedir, resmî
bir belgedir. İşte, bunun takibinde, özellikle geçmiş dönemlerinin takibinde
zorluklar çekiliyordu. 7/2/1921 tarihinden bugüne yayımlanmış resmî gazeteler
elektronik ortama aktarılmış, fihristi çıkartılarak kullanıcıların hizmetine
sunulmasına ilişkin yürütülen proje tamamlanmıştır. Söz konusu projeyle, şu
anda 1921 yılından itibaren 950.000 sayfa Resmî Gazete elektronik ortama
aktarılmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla kodifiye edilen bütün
mevzuatımız Başbakanlık İnternet sitesinde yer alan mevzuat bilgi sistemine
aktarılmaktadır. Biliyorsunuz bu konuda da takipte zorluklar olmaktaydı. Şu
anda, bu sistemle, vatandaşın ücretsiz olarak yürürlükteki her türlü mevzuata
hızla ve güvenilir bir şekilde ulaşabilmesine imkân sağlanmıştır.
Arşivlerimiz, tabii, Başbakanlık bünyesinde yürütülen diğer önemli
bir çalışmadır. Hem arşivlerimizin korunması hem bunların ayıklanması, elektronik ortama
aktarılması hem yeni arşivlerimizin oluşturulması, geçmişteki çok büyük
kapsamdaki arşivlerimizin kullanıma açılması çalışmaları en ileri şekilde devam
etmektedir. Özellikle Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün bu yöndeki önemli
çalışmaları vardır. Şu anda -özellikle Osmanlı arşivleri çok dağınıktı,
elverişsiz binalardaydı- verileri daha iyi koruyacak, her türlü tehlikeye karşı
ülke tarihine ait belgelerin güvenliğini sağlayacak, teknik donanıma sahip
modern bir millî arşiv sitesi yapılması çalışmalarında sona yaklaşılmıştır ve
bu yıl sonuna kadar millî arşiv sitesinin hizmete geçirilmesi de hedeflenmektedir.
Ayrıca, tabii, arşiv belgelerinin elektronik ortamda kullanıma açılması
çalışmaları da sürdürülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca “Kamu hizmetlerinin
sunumunda idari basitleştirme.” diye niteleyebileceğimiz çalışmalarımız devam etmektedir.
Kamu hizmetlerinin tanımlanması ve sınıflandırılmasına ilişkin yürütülmekte
olan Hizmet Envanteri Projesi, devlet teşkilatı ve sunulan hizmetlerde
yaşanabilecek değişiklikler doğrultusunda gerekli güncelleme çalışmalarına
devam edilmektedir. Bugün, gerçekten devletle olan, kamuyla olan işlerin büyük
bir kısmı İnternet üzerinden kolaylıkla yapılabilmektedir. Okul kaydından vergi
ödemelerine, araç satışından tapu muamelelerine, ihracat, ithalattan trafik
işlemlerine kadar birçok hizmet elektronik ortamda verilebilir hâle
getirilmiştir. Kamudaki işlemlerin resmî olarak elektronik ortamda
gerçekleşmesine imkân sağlayan e-imza uygulaması da birçok alanda hayata
geçirilmeye devam etmektedir.
Ayrıca, Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) ile şu ana kadar
gerçekten hiç olmamış bir çalışma yürütülüyor. Başbakanlığa bütün
vatandaşlarımızın en uzaktan, her şekilde, yazılı veya elektronik ortamda
ulaşımı kolayca sağlanıyor ve hepsine mutlaka geri dönülüyor ve BİMER’de halkla
ilişkiler çok etkili şekilde yürütülüyor. Bu da bizim hükûmetimizin önemli
halkla ilişkiler faaliyetlerinden birisidir.
Millî İstihbarat Teşkilatı, millî güvenliğimize yönelik iç ve dış,
mevcut ve muhtemel tehditler hakkında bilgi sahibi olabilmek, alınacak
tedbirler yönünden gelişmeleri ilgili makamlara zamanında bildirmekle
görevlidir. MİT’in görevi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle
bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, anayasal düzenine ve millî
gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen
mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında millî güvenlik istihbaratını devlet
çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay
Başkanı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara
ulaştırmaktır.
Burada, bütçesinde bir miktar artış var. Bu artışın sebebi: Tabii,
bilindiği gibi -biraz önce konuşmacılar da gündeme getirdi- iki tesis MİT
bünyesine katılmış oldu. Bunlardan birisi Gölbaşı’ndaki GES Komutanlığı ve bir
de Saray’da şu anda MİT’e teslim edilen, MİT’e geçen tesisler var. Tabii,
bunların tadiliyle ilgili işlemler falan var, onun için bütçesinde belli bir
miktar artış söz konusu.
Ayrıca, GES’in MİT’e katılmasıyla, silahlı kuvvetlerden,
Genelkurmay Başkanlığından MİT bünyesine geçmesiyle ilgili burada ifadelerde
bulunuldu. Bu, tabii, iki kurumun karşılıklı irtibatıyla ve muvafakatiyle,
anlaşmasıyla olmuş bir çalışmadır. Burada ikili bir işlem yürüyordu. Bir
anlamda bir tasarruftur, daha az kaynakla daha etkin faaliyetlerin
gösterilmesidir. Yani, bu işten, istihbarat faaliyetlerinden sorumlu kurumumuz
MİT olduğu için, orada bunun yürütülmesi daha uygun olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada söz alan değerli
konuşmacıların ifade ettiği hususlara gelince tabii önce şunu ifade edeyim:
Başkanlık sistemiyle ilgili tartışma Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunulan bir
tekliftir. Şu anda Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmasını sürdürüyor. Orada 4
partinin 3’er temsilcisi var ve bu temsilciler partilerinin her konu başlığıyla
ilgili görüşlerini Uzlaşma Komisyonuna sunuyorlar. Bizim Uzlaşma Komisyonundaki
üyelerimiz de partimizin oraya görüşünü sunmuştur. Orada -doğrudur- başkanlık
sistemi söz konusudur ama her konuda partilerin farklı sunumları olabilmekte,
bunlar daha sonra tabii Uzlaşma Komisyonu içinde değerlendirilecektir.
Burada, Sayın Cumhurbaşkanının -oradan başlayayım- şahsıyla ilgili
yakışıksız, tabii Meclis ortamında, yüce Mecliste devletin Cumhurbaşkanıyla
ilgili kullanılmaz, kullanılamayacak bazı ifadeler kullanıldı. Bunları
onaylamak mümkün değil. O arkadaşlarımız bilirler bunun ne kadar yanlış
olduğunu ama o kendilerine aittir, o kendilerinin üslubudur, onlara yakışır,
ona bir şey demiyorum. Ama şunu ifade edeyim: Burada işte “onay mercisi” gibi,
“imza onay mercisi” gibi nitelemelerde bulunuldu. Değerli milletvekilleri,
Cumhurbaşkanlığı illa hükûmetten ve Meclisten gelen kararları ve tasarıları
reddetme makamı değildir. Cumhurbaşkanı kendisine gelen, yürütmeden veya
yasamadan gelen, imzaya gelen belgeleri, kararname veya yasaları hukuk
açısından Anayasa’ya uygun olup olmadığı, hukuki açıdan sorun olup olmadığı
yönünden inceler, keyfîlik içinde incelemez.
Tabii, şuna alışıldığı için Türkiye’de, işte, gerek
Cumhurbaşkanının imzalarında gerek yargının kararlarında keyfîlik arzu edildiği
için veya zamanında o manada uygulamalar olduğu için yani yerindelik kararları
verildiği için ”Bugün niye bu olmuyor?” diye soruluyor. Yani Cumhurbaşkanlığı
makamı kendine gelen belgelerle ilgili yerindelik kararı verme yeri değildir.
Hükûmet o işin sahibidir, Meclis bu yasamanın sahibidir. Buradan gelen,
imzasına gelen belgelerde, evrakta, kâğıtlarda eğer hukuka aykırı, Anayasa’ya
aykırı, hukuk dışı bir şey varsa Cumhurbaşkanı onları geri gönderir ama
yerindelik kararı veremez.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Başbakan “Onaylayacak.” dedi.
Milletin huzurunda çıktı Başbakan, “Onaylayacak.” dedi, o da onayladı. Bunun
adı noterlik değil mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Yerindelik kararı
konusunda Anayasa Mahkemesinin de bir kararı vardır. Sayın Demirel zamanında
Anayasa Mahkemesi vermiştir bu kararı, “Cumhurbaşkanı yerindelik kararı
veremez.” diye. Cumhurbaşkanımız o manada gerekeni yapmaktadır ve burada…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Cumhurbaşkanına iyi bir
hukukçu lazım. Bir hukuk fakültesi öğrencisi gönderelim!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - …AK PARTİ
Milletvekilimiz Sayın Sacit de ifade etti, Çankaya ilk defa bu dönemde milletle
buluşmuştur bakın, bunu kabul edelim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hep,
bugüne kadar, millete rağmenlerin odağıydı Cumhurbaşkanlığı.
GÜRKUT ACAR (Antalya) - Ayıp ediyorsun, ayıp ediyorsun!
Saygısızlık yapmayın!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bugün
Cumhurbaşkanlığı milletle buluşmuştur.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Turgut Özal da öyle mi, Turgut
Özal?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - O bir istisna.
GÜRKUT ACAR (Antalya) - Yazıklar olsun, yazıklar olsun!
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) - Sana göre istisna Sayın Bakan, sana
göre istisna.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ve zaten bundan sonra
da…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Sayın Demirel görevini yaptı.
Söyledikleriniz yakışıyor mu size?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bundan sonra da
Demirel’in dönemi 28 Şubat dönemidir. Bundan sonra da zaten cumhurbaşkanını
millet seçecek, olması gerekeni yaptık ve bütün bu tartışmalar külliyen bitmiş
olacak.
MUHARREM VARLI (Adana) – 28 Şubatta ne oldu Sayın Bakan?
Yaptığınız işlemlerle 28 Şubata dua okuttunuz dua, dua. Allahtan korkun biraz
ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Tabii, burada başka
şeyler de var, Sayın Genel Sekreterimizin verdiği notlar da var bende ama
Cumhurbaşkanımız görevini mevzuatla belirtilen çerçeve içinde, halkımızın büyük
teveccühüne mazhar olarak devam ettirmektedir. Halkımızın ona ne kadar büyük
ilgisi olduğunu da görüyoruz her vesileyle.
Burada defalarca sorulmuş sorulara cevap yerine şunu ifade edeyim:
Cumhurbaşkanımız çok da aktif bir görev yürütüyor.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Swissotel’de Suudi Kralının
ayağına gitmek mi Cumhurbaşkanlığı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, sadece son
otuz günde Cumhurbaşkanımızın kabul ettiği yabancı devlet başkanı sayısı 8’dir;
devlet başkanı. Bu kadar da Türkiye büyük bir, aktif bir politika yürütüyor,
Cumhurbaşkanımız böyle bir politika yürütüyor; bunu da ifade etmiş olayım.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Onun için mi Irak’a gidemedi
Enerji Bakanı? Onun için mi uçağına havada tur attırdılar?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada, tabii, karneden bahsedildi, yandaşlıktan bahsedildi,
bir sürü şey hükûmetle ilgili, dünden beri…
Başbakanımız da dün akşam burada ifade etti. Biz, milletimizin
oyuyla 11’inci yılımızı şu anda hamdolsun yaşıyoruz hükûmet olarak;
milletimizin, 2 kişiden 1’inin oyuyla, yüzde 50’nin oyuyla. Her şey…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Son günleriniz, son günleriniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Yeni yaptırdığımız
son araştırmada, daha birkaç gün önce, buradan da söyleyeyim…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Korkudan yazamıyor gerçekleri onlar.
Korkudan yazamıyorlar.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – KONDA’nın son
araştırmasında yüzde 51,5; aldığımız oyun üzerinde. Bunu da burada söyleyeyim
size.
AHMET YENİ (Samsun) – 60’a doğru gidiyoruz.
ALİM IŞIK (Kütahya) - Hangi şirket o, hangi şirket?
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – O sizin şirketiniz Sayın Bakan.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Kendi kendine şirket kur, kendi
kendine araştırma yap.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben burada şirketin
ismini de veriyorum: KONDA. Takip edin, arayın, bulun.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Korkudan yazamayan şirket o.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada, tabii, örtülü
ödenekle ilgili bir şeyler söylendi, onu da burada verilen nottan okuyarak
cevaplamak istiyorum. Daha önce mülga 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu ile
düzenlenen örtülü ödenek uygulaması, 2003 yılından sonra 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 24’üncü maddesinde yeniden düzenlenmiştir.
Kanunda örtülü ödenek “Kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin
millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi,
sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları
için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenek” olarak
tanımlanmıştır. Kanunlarla verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat
hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine de kısmen örtülü
ödenek konulmaktadır. Örtülü ödeneklere ilişkin giderler Başbakan, Maliye
Bakanı ve ilgili bakan tarafından imzalanan kararname esaslarına göre
gerçekleştirilmekte ödenmektedir. Örtülü ödenek bütçe başlangıç ödenekleri,
yılları bütçe kanunlarında; yıl sonu harcamaları ise kesin hesaplarda açıkça
yer almakta ve Türkiye Büyük Millet Meclisine arz edilmektedir. Ayrıca,
hükûmetimizin açıklık ve şeffaflık politikası gereğince söz konusu harcamalara
2006 yılından itibaren yayımlanan Başbakanlık faaliyet raporlarında yer
verilmekte olup bu bilgiler kamuoyuyla da paylaşılmaktadır.
Burada bir konuşmacımız aynen şu ifadeyi kullandı, cevap hakkı
doğmasın diye bazen isim zikretmiyorum, bende konuşmacıların isimleri de var:
“Millî Güvenlik Kurulu acze düştü, zayıflatıldı.” Şimdi, tabii Başbakanlığın
kuruluşlarından biri, ilgili. Burada Fatih Şahin arkadaşımız, Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği eskiden neydi, şimdi ne, biraz önceki konuşmasında
ifade etti. Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Millî Güvenlik Kurulu
eskiden alternatif bir hükûmetti arkadaşlar ve bizim 2004 yılında ilk
değiştirdiğimiz yasalardan biri olmuştur ve burada ne kadar değişiklik olduğunu
herkes biliyor. Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği orada âdeta alternatif
hükûmet çalışmaları yürütürdü, psikolojik harekât birimleri vardı ülke
genelinde. Bugün sadece Millî Güvenlik Kurulunun sekretaryasını yürütüyor ve
Millî Güvenlik Kurulu yine eski Millî Güvenlik Kurulu olarak görevlerine devam
ediyor.
Tabii, burada bir ifade kullanıldı ki onu ben Meclis Başkanlığına
da havale ediyorum. Bir konuşmacı burada “kirli parmaklar” ifadesini kullandı,
“kirli parmaklar kararıyla, kaldırılması suretiyle” diye, yani burada,
Parlamentoda milletvekillerinin kullandığı oyları, kaldırdıkları ellerini
“kirli parmaklar” olarak niteledi. Bu tutanak burada, elimde, tutanaktan
bakılabilir. Ben kınıyorum. Böyle bir Millet Meclisinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde “kirli parmaklar” ifadesi ve böyle bir Mecliste “Saygı duyularak
konuşulamaz.” ifadesi de aynı konuşmada yer alıyor. Bunu sadece, Meclis
Başkanlığına hatırlatıyorum.
Ayrıca, burada “Tayyip Erdoğan”, “Abdullah Gül” isimlerini anarak
falan bir şeyler söylendi. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül Türkiye Cumhuriyeti’ni
yükselten, Türkiye’yi yücelten, bu dönemin en başarılı siyasi liderleridir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
TUFAN KÖSE (Çorum) – Hayırlı olsun!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tarih bunu böyle
anacak.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Evet, anacak tarih; uçağı da anacak…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Evet.. Yani şunu…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - …Irak semalarından dönen uçağı, çuvalı da
anacak, düşen uçağı da anacak, hepsini anacak tarih.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Hele, aklı olan bunu
bir daha düşünür: “Tayyip Erdoğan korkak.” diyor. Gülerler buna, gülerler. Yani
Tayyip Erdoğan’a “korkak” diyor birisi. Bunu düşünebiliyor musunuz?
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Niye, Amerika’dan korkmuyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben Tayyip Erdoğan’la
on bir yıldır çalışıyorum ve 2002 19 Kasımından beri de bu kabinenin içindeyim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Çuval ne oldu, çuval? Mavi Marmara ne
oldu, onu da söyle!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tayyip Erdoğan
omurgalı bir adamdır, dik duran bir siyasi liderdir ve biz öyle laf olsun diye
söz söylemeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiç kimsenin şuna buna
yalakalığa da ihtiyacı yoktur. Biz yaşadığımızı biliriz, tespitimizi söyleriz,
dosdoğru da konuşuruz.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Beyzbol sopası ne olacak, beyzbol sopası,
onu söyle!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ve Tayyip Erdoğan’ın
ne kadar dik duran, inandığı yolda korkusuzca hareket eden bir lider olduğunu
dünya bilir, bunu herkes bilir! (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
TUFAN KÖSE (Çorum) – Mavi Marmara ne oldu, Mavi Marmara?
YILDIRAY SAPAN (Antalya) – İsrail’de gördük!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bunu siz de
bilirsiniz, çok iyi bilirsiniz, “Şöyle bir liderimiz olsaydı.” diye gıpta da
edersiniz, ondan eminim! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) – Aynen öyle.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ama buraya gelip
“Tayyip Erdoğan korkaktı.” diyor birisi.
TUFAN KÖSE (Çorum) – Mavi Marmara!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Şu on yıla bakarsanız
bunun kararını en iyi siz verirsiniz. Benim burada örnekler vermeme de esasen
çok gerek yok değerli milletvekilleri.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Tayyip Erdoğan’ı bilmem ama
sizinle ilgili çok fikir oluştu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ve işte, “Korumayla
çıkıyorlar toplumun içine…” vesaire.
TUFAN KÖSE (Çorum) – Doğru! Yalan mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
bakın, biz on yıldır iktidarız…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ölümden mi korkuyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …Başbakanıyla,
bakanlarıyla, vekilleriyle. Öyle dönemler vardı, iki üç yıl iktidarda kaldıktan
sonra bakanları sokağa çıkamıyordu.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – E şimdi de çıkamıyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bizim, hamdolsun,
alnımız ak, başımız dik! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'nin her
yerinde vatandaşın arasındayız ve vatandaşımız Başbakanımızı kucaklamak için
seferber oluyor. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
ALTAN TAN (Diyarbakır) – 500 muhafızla, 500 polisle…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – 20 tane korumayla geziyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Diyarbakır valisi 20 tane korumayla
geziyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Siz bunu kendiniz de
biliyorsunuz aslında. Bunu sizler de biliyorsunuz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Diyarbakır’da vali 15 tane araçla
geziyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ne kadar cahilce bir
söylem; “koruma”. Başbakanın koruması olmayacak mı!
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Milletvekillerinin niye var,
milletvekillerinin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Böyle bir şey olur
mu!
MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Bakan, kaç tane bakanın burnu
kırıldı? Sizden önce kaç tane bakanın burnu kırıldı, bana bir söyler misin onu?
Sizden önce kaç tane bakanın burnu kırıldı?
CAHİT BAĞCI (Çorum) – Niye bağırıyorsun!
HİLMİ BİLGİN (Sivas) – Sadi Somuncuoğlu’na sor onu sen!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada, tabii,
Sayıştayla ilgili, Meclis başkan vekilimiz sorular sorulurken cevap verir ama
sadece şunu söyleyeyim, Hükûmete suçlama olarak: “Sayıştay zayıflatıldı.” gibi
ifadeler kullanılıyor.
Bakın, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yani hükûmetin
demokratikleşme adımlarıyla ilgili çalışmalarda çok rol alan birisiyim ben.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Belli oluyor!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ve bizim
demokratikleşme adımlarımızdan biridir…
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Niye demokratikleşemediğiniz belli oldu!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - …2 yasa, mali yönden;
1’incisi 5018 sayılı Kamu Mali Denetim Kanunu’dur, 2’ncisi Sayıştay Kanunu’dur
ve bunlar birbirini tamamlar. İlk defa, iktidarımız döneminde bütün
kurumlarımızda tek elden -evvelden dağınıktı; müfettişler, maliyeciler,
başkaları- mali denetim sağlanmıştır ve bu bir reformdur. Bu bir reformdur,
bunu herkes biliyor, birazcık bu konulara aklı erenler bilir. İstisna kurum
kalmamıştır.
Sonra, Sayıştay suçlanıyor, dün tabii burada konuşuldu, “İşte,
Başbakan niye cevap vermedi?” diyorlar. Burada Grup Başkan Vekilimiz Canikli
cevap verdi; 2 tane sözcümüz, Lütfi Elvan ve Mustafa Elitaş cevap verdi.
“Efendim, niye gelmemiş denetleme raporları?” Başbakanımız çıkıp da o usuli,
konuyu tekrar mı burada konuşmalıydı? Hayır, şu; onun cevabı verildi ama burada
Sayıştaya da haksızlık yapılıyor. Temmuz ayının ortasında bir yasa değişikliği
oluyor, bir yöntem değişikliği oluyor ve bütün bu söz konusu edilen denetleme
raporlarıyla ilgili gecikme de ondan oluyor. Bunu hepimiz biliyoruz.
Şimdi, ben sordum -Sayın Başkan burada, Sayıştay Başkanı- 2012
denetlemesiyle ilgili, “Ne kadarını denetlediniz?” dedim. Bana ifadesi şu oldu:
“Bu sene, 2012’de, bütçenin yüzde 91’i denetlenmiş durumda şu anda.”
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Raporlar nerede, raporlar?
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Raporlar nerede, raporlar?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Evet, gelecek sene o
raporlar gelecek ama bu seneki o yasal değişiklik sebebiyle gecikme oldu.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Geçmiş olsun!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Dolayısıyla Sayıştay
bugün daha güçlü, yetkileri daha artırılmış; Türkiye’nin bütün kurumlarının
mali denetimini yapan bir kurumumuz.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Ancak kendini kandırırsın
Sayın Bakan, bizi kandıramazsın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Burada, yargıyla
ilgili, tabii çok konuşuldu.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Biz saf değiliz, sen sadece
safları kandırabilirsin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Eminim, yargıyla
ilgili Adalet Bakanımız, Adalet Bakanlığı bütçesinin görüşüldüğü gün bunların
yine birçoğu gündeme gelecek, yargıyla ilgili değerlendirmelerde bulunacaktır
ama ben şunu söyleyeyim: Yargı, AK PARTİ zamanında esas kendi kimliğine,
bağımsızlığına, rahat çalışmasına ve gücüne kavuşmuştur.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Onun için mi talimat
veriyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Yargı mensuplarının
özlük haklarıyla, adalet saraylarıyla…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Ne oldu Deniz Feneri
savcıları? MİT davasına hangi savcı bakıyor, hangi savcı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ben avukatlık
günlerimde –kısa- o izbe adliyeleri görerek Ankara’da bile üzülüyordum,
Ankara’da bile. Bugün, Türkiye’nin her yerinde adliyeler, rahat çalışılır
yerler oldu.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sayın Bakan, saflara söyle
bunu, bana söyleme.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bakın, adliye
saraylarıyla bugün...
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Başbakan “Talimat verdik.”
diyor.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayenizde gazeteci hapsetmede dünya
şampiyonu olduk.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …Sayıştay, Danıştay,
Anayasa Mahkemesi, Ankara’da ilk defa bütünlük içinde çalışacakları binalara
sahip oldular; şimdi Yargıtay sahip olacak, onun için çalışıyoruz. Yargının
çalışma şartlarını rahatlatmak için bu Hükûmet elinden geleni yapıyor. Burada
Değerli Milletvekilimiz Yahya Akman da genişçe ifade ettiği için çok girmeyeyim
ama yargı bu dönemde daha özgürleşmiştir ama…
ATİLLA KART (Konya) – Köstebeklik yapan Bakan yargıdan söz ediyor,
öyle mi!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Zaten sebep bu.
Yargının özgürleşmesi birilerini rahatsız ediyor.
ATİLLA KART (Konya) – Hem köstebeklik yapacak hem de adaletten söz
edecek, öyle mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bütün sebep bu.
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, Deniz Fenerinden söz et, Deniz
Fenerinden!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tabii, şunu önemli
görüyorum: Anayasa Mahkemesi…
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, Deniz Fenerinden söz et.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …bugün insan hakları
mahkemesi hâline gelmiştir.
ATİLLA KART (Konya) – Deniz Feneri’nden söz et Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bir yandan burada
çıkıp…
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, duymuyorsunuz herhâlde. Sayın
Bakan, Deniz Fenerinden söz et.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bir yandan burada
çıkıp “Efendim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde şu kadar dava var. Türkiye en
çok dava sahibidir.” deniliyor, ondan sonra bu Anayasa değişikliğinden şikâyet
ediliyor.
ATİLLA KART (Konya) – Bu tarafa bakacak yüzün yok, bu tarafa
bakacak cesaretin yok.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye ilk defa bir
Anayasa Mahkemesine kavuşmuştur. Bu bireysel başvuru hakları o kadar önemlidir
ki, bundan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine değil…
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, Deniz Fenerinden biraz söz et.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …vatandaşlarımız
Anayasa Mahkemesine gidecektir ve…
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, dinleyemiyoruz; Sayın Başkan,
duyamıyoruz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …bunları, hiç kimse,
burada yargıyla ilgili ifade etmiyor.
ATİLLA KART (Konya) – Deniz Fenerinden niye bu kadar rahatsız
oluyorsunuz Sayın Bakan?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Deniz Fenerini bir anlatsana?
Bu fitre ve zekâtı üzerine geçiren Deniz Fenercileri nerede, nerede? Anlat,
gemi mi aldınız, televizyon mu kurdunuz Deniz Fenerinin paralarıyla?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada… (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, müdahale eder
misiniz lütfen? Dinleyemiyoruz.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım… Lütfen dinler misiniz değerli
arkadaşlar, lütfen dinleyelim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tabii, sayın… Burada,
“Bu iktidarın artık indirilmesi gereği…” vesaire gibi sözler… Yine tutanaklardan
bakılabilir. Bir sözcü… Yani AK PARTİ’nin diktatörlüğünden falan söz ediliyor.
Yani bu CHP bunu derse çok üzülüyorum. Yani 1940’lı yılların CHP’si, bugünün
Türkiyesi’nde demokratikleşmeyi âdeta rehber edinmiş AK PARTİ Hükûmetini
diktatörlükle suçluyor. Bu hayretler edici bir şey, hayretler edici bir şey!
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, bugünün hesabını ver.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – İkinci Dünya Savaşı vardı. Allah’tan
korkun, seksen sene önceden bahsediyorsun.
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, taşeron bakanlık mı yapıyorsun?
Sayın Bakan, neden taşeron bakanlık yapıyorsun?
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ya Başkanım, ne bu ya böyle! Başkanım,
“Taşeron bakanlık yapıyor.” diyor ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tabii, Sayın Sakık
burada bir şeyler ifade etti.
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan duymuyor, taşeronluğu duymuyor,
taşeron bakanlığı duymuyor, köstebekliği duymuyor; işine geleni duyuyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, şunu ifade
edeyim tekrar: Burada, işte, “Atamalarda Kürt-Türk ayrımı yapılıyor, Kürtlere
görev verilmiyor.” falan gibi… Külliyen yanlıştır. Bu ayrımcılığı yapmak da çok
ayıptır.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Açıkla, kaç tane Kürt general var, kaç
tane? Laga luga yapma! Kaç tane vali var? İstanbul Büyükşehir Belediyesinde 1
tane genel müdür var mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti
bünyesinde, AK PARTİ hükûmetlerinde böyle bir ayrım asla söz konusu değildir,
yapılmamıştır, yapılmamaktadır. Bunlar yanlıştır.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hikaye! Kaç tane Karadenizli vali var,
kaç tane Rizeli vali var?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz, bunu yapan
olursa karşı çıkarız, biz karşı çıkarız, biz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ilısu Barajı’ndan Erbil Havaalanı’na
kadar bütün ihaleleri Karadenizliler aldı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye’de, böyle bir
şeyi gelip de Mecliste nasıl söylersiniz?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Karadenizli olmayan bürokrasiye
giremiyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ama siz şunu kabul
etmiyorsanız; sizin kafanızda olmayan, sizin partiliniz olmayanları Kürt kabul
etmezseniz bilmem. Pek çok bürokratımız var bizim bu hayatın içinde,
bürokraside, her yerde görev alan ve hiç kimsenin kimliğine, etnik yapısına,
geldiği kökene falan da bakılmaz, böyle bir şey olmaz, böyle bir şey olmaz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tesadüfen 1 tane Kürt general yok. Kürt
orgeneral var mı?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yaptıklarınız ortada, nasıl ayrımcılık
yaptığınızı biliyoruz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada ben şunu
söyleyeyim, Sayın Sakık’a şunu söyleyeyim, arkadaşlarına: Bakın, AK PARTİ
Türkiye’de, Türkiye'nin birliğinin, bütünlüğünün, kardeşliğinin çimentosudur,
garantisidir, garantisidir.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Böldünüz, böldünüz, siz böldünüz!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kırıkkale Üniversitesinden niye atıldın
sen?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz ülkemizin birliğinin çimentosuyuz. 1 tane
vatandaşımızı feda etmeyiz, kimseyi ayırmayız, kimseyi ayırmayız ve Kürt
vatandaşlarımız da bunu bilir, AK PARTİ’nin bu politikasını çok iyi bilir.
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, Deniz Fenerinin telefon dinleme
kayıtları neden silindi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu ülkede ret ve
inkâr politikalarını biz elimizin tersiyle ittik ilk defa.
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Bakın Sayın Bakan, bürokratların içinde kaç tane kadın var? Ayrımcılık
ortada işte.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bugün, devlet
geçmişiyle hesaplaşıyor…
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen dinleyelim… Lütfen dinleyelim.
ATİLLA KART (Konya) – Deniz Fenerindeki telefon kayıtları ne oldu,
neden silindi Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …ve yanlışların
üzerine gidiyoruz ama siz bunları görmüyorsunuz. Bunu, tabii görülür, görülmez…
ATİLLA KART (Konya) – Suç delillerini neden yok ediyorsunuz Sayın
Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Sakık görmez,
birileri görmez ama millet görüyor, millet görüyor bunu…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Rakam verin rakam, sayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …ve biz bunu zaten
birileri için yapmadık, milletimiz için yaptık, vatandaşlarımız için yaptık;
devletin kendi ile hesaplaşmasını, ret ve inkâr politikalarının kaldırılmasını,
vatandaşlarımızın hak ve hukukunun iadesini. Biz terörle, terör örgütüyle
vatandaşımızı tam olarak ayıran bir partiyiz.
Bütün vatandaşlarımızın aksamış, ihmal edilmiş hak ve hukuku varsa
onların garantisi biziz ve AK PARTİ olarak biz bu yolda devam edeceğiz, bunu
burada rahatlıkla… Ama, ne olur sizler de insaflı bakın. Burada eleştirmek…
Tamam, muhalefet eleştirir…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu kadar gerçek dışı nasıl konuşuyorsun?
Sende Allah korkusu yok mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …ama muhalefet bir
tane de der ki: “Şu da iyi.” On yıl, arkadaşlar, on birinci yılımızdayız,
Türkiye nereden nereye geldi? Uluslararası alanda Türkiye’ye övgüler
yağdırılıyor.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kim yağdırdı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …ve her gün bu, bunu
sizler de görüyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler)
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Körler, sağırlar birbirini ağırlar!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bir de, Türkiye
Cumhuriyeti’nin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde muhalefet bunun bir tanesini
söylese kâr eder, kendisi güçlenir, yaptığı eleştiriler daha haklılık kazanır,
bundan emin olun.
TUFAN KÖSE (Çorum) – Yalan mı söyleyelim yani yalan mı konuşalım?
EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) – Uçağı anlat uçağı, uçağı. Uçağı anlat.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben, burada, az bir
vaktim var, vaktimi kullanacağım. Önce kısa kesmek istiyordum ama yani burada,
sık sık, partimizin, işte…
TUFAN KÖSE (Çorum) – Ortam müsait Sayın Bakan.
ATİLLA KART (Konya) – Deniz Fenerinden başla Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …hükûmetimizin
giderek muhalefeti susturduğu, işte, efendim, baskı uyguladığı, gittikçe
otoriterleştiği gibi ifadelerde bulunuldu.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yalan mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben hükûmetimizin
onuncu yılını doldurması sebebiyle hükûmetlerimiz döneminde, on yılda, sadece
atılan demokratik adımları kitaplaştırdım, bu çalışmayı sağladım ve oraya
baktığımızda sadece -bunların da tamamı Meclisten geçmiş, buradan, Yüce
Meclisten- onlardan bazılarını bu kalan süremde hatırlatacağım.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Deniz Feneri ne olmuştu Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Türkiye’ye “Demokratikleşmiyor” diyenlere, ben bunu şimdi
başlıklarıyla sadece okuyorum:
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Deniz Feneri ne oldu, Deniz Feneri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Biz, 19 Kasım 2002’de
hükûmet olduk. İlk icraatlarımızdan biri Türkiye’de 30 Kasım 2002’de olağanüstü
hâlin kaldırılmasıdır. Hükûmet olduğumuzdan on gün sonra ve 19 Temmuz 1987
tarihinde geçici olarak başlayan ancak 46 kez uzatılan olağanüstü hâli biz
uzatmayarak 30 Kasım 2002’de kaldırdık. Olağanüstü hâl, olağanüstülük -adından
işte- normalin dışında bir hukukun, uygulamanın devreye girmesidir çünkü o
bölgede, Güneydoğu’da bizden en çok bu isteniyordu. Yıllardır bu olağanüstü
dönem vatandaşı canından bezdirmişti ve biz o olağanüstü hâli kaldırdık.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Valileriniz olağanüstü hâl valilerinden
beter oldu, beter!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Faili meçhul
cinayetler dönemine son verildi. Halkın iradesi dışında güç odağı tanımayan AK
PARTİ, yargısız infaz…
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Faili belli cinayetler var Sayın Bakan,
faili belli cinayetler!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – …ve faili meçhul
cinayetler gibi yaşam hakkı ihlallerini Türkiye'nin gündeminden çıkardı. Bu tür
gayrimeşru işlere karışan kamu görevlileri hakkında da adli makamlarca gerekli
yasal süreçler başlatıldı.
Geçmişin üzerindeki sis perdesinin kaldırılması, karanlık
olayların aydınlatılması ve suçluların yakalanmasında büyük mesafeler alındı.
Sivilleşme yönünde çok sayıda düzenleme yapıldı. Millî Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterliği örneğini biraz önce burada verdim, buna benzer birçok
kurumda, YÖK, RTÜK ve benzeri birçok kurumda Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin temsilcileri vardı, hepsi oralardan çıkarıldı.
İşkenceye sıfır tolerans… Bakın, işkence Türkiye'nin yüz karasıydı
ve uluslararası alanda her zaman Türkiye’nin önüne çıkardı.
MUHARREM IŞIK (Erzincan) – İşkencede birincisiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - İşte, işkencenin,
kötü muamelenin tanımı genişletildi, cezaları artırıldı, cezaların tecili veya
paraya çevrilme imkânı kalmadı ve işkenceye sıfır tolerans politikamızla
Türkiye’nin gündeminden işkence çıktı.
TUFAN KÖSE (Çorum) – Kaç kişi gözaltında kayboldu Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bunun yanında, daha
etkin ve güçlü bir sivil toplum iktidarımızın daima desteklediği en önemli toplumsal unsur olmuştur. Bakın,
Dernekler Kanunu; 12 Eylül ideolojisinin bir ürünü olan eski Dernekler
Kanunu’nda örgütlü toplum kontrol altında tutulması gereken potansiyel bir
tehlike olarak görülüyordu. Hepimiz yaşadık, biz o tehlikelerin içinde… (CHP
sıralarından gürültüler) Tehlike olarak görülenler şeklinde yaşarak geldik
buraya arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz ve biz, yaptığımız değişiklerle bütün
bunları kaldırdık ve örgütlenmenin önünü açtık. Bugün hiçbir sınır yok,
çocuklar bile dernek kurabiliyor. Bütün sınırları kaldırdık; bildiri yayınlama
vesaire. Bunları o dönemleri yaşamış olanlar bilirler. Ve 2004 yılında yaptık
bunları, daha iktidar olduğumuzun hemen ikinci yılında, üçüncü yılında bu
önemli reformları yaptık biz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bizim haberimiz yok, Diyarbakır Valisinin
de haberi yok bunlardan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ve herkesin toplantı
ve gösteri hakkını kullanabilmesine imkân sağlama; bu, keyfîliklerle iptal
ediliyordu, buna standart getirildi. Sadece suç işleneceğine dair açık ve yakın
tehlike varsa o zaman…
Vakıflarla ilgili, cemaat vakıflarıyla ilgili her şey
rahatlatıldı. (CHP sıralarından gürültüler)
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Doğru söylüyorsun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Siyasi partilerin
kapatılması… Muhalefet oy verseydi Türkiye’de bir daha siyasi parti
kapatılamayacaktı. Şu anda 20’nin üzerinde kapatıldı ama yine de bizim
çabalarımızla kapatma nisabı artırıldı, milletvekilliği düşmüyor parti
kapatılsa bile, bunun gibi önemli değişiklikler getirdik.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Kendi vekillerinize soracaksın onu, kendi
vekillerinize.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bütün bunlar bu
dönemde, daha ilk yıllarımızda yapılanlar.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şike kanununu da geçirdi
milletvekilleriniz, buna niye “evet” demediniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ve kolluk merkezleri
modernleştirildi. Ben burada hep söylerim, İçişleri Bakanlığım döneminde bunu
sağladım. Bugün karakollarımızın hepsi, polis merkezleri, karakollar, gidin bir
uğrayın, hepsi kameralı. Evvelden beri konuşuldu: “İşte, şeffaf, camdan yapılı
karakollar var.”
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ne yaptınız milletvekilinize, ne yaptınız?
Polisleri sıraya dizen milletvekiline ne yaptınız, onu söyleyin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Şimdi hepsi şeffaf arkadaşlar, hepsi şeffaf,
hepsi kameralı ve her polis, her jandarma, oraya bir vatandaş gelince nasıl
davranacağını gayet iyi bilir, hangi insani tutumlar içinde davranacağını gayet
iyi bilir.
Özel kurslarda farklı dil ve lehçelerin öğretilmesi. Bunlar ta
2004’lerin, daha bu yıllara gelemiyorum, vaktim bitti. Efendim, farklı dil ve
lehçelerde yayın hakkı. Herkes çocuğuna istediği ismi… Bu bile yoktu Türkiye’de
arkadaşlar. Nüfus memuru çocuğunuzun ismine müdahale ediyordu. Böyle bir şey
olur mu, böyle bir ülke olur mu? Anne cezaevine gidiyordu, çocuğuyla kendi ana
dilinde konuşamıyordu; başka dil de bilmiyor, Türkçe de bilmiyor, tercümanla
konuşuyor.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Başbakan yardımcısı kimdi o zaman?
Ankara valisi kimdi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bu ilkellikleri bu
hükûmet kaldırdı, bu hükûmet kaldırdı ve tabii, bütün, özellikle temel haklarla
ilgili falan diğer şeylere gelemiyorum, Anayasa değişikliklerine ama yüzlerce,
bunu bastırıp milletvekillerimize de yakında göndereceğim. Orada inşallah bakma
fırsatınız olur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçemize desteğiniz için
teşekkür ediyorum. İnşallah buradaki kurumlarımızın bütçeleri, 2013 yılı
bütçeleri hayırlı olsun diyorum, hepinizi en içten duygularla saygılarımla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Atalay.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Sakık, bir saniye…
Efendim, Sayın Şandır daha önce söz istemişti, vereceğim size de.
Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan
konuşmasında…
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, “Sayın Şandır” dedim. Lütfen…
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili
Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin
açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.
Şu an aldığım bir haber dolayısıyla söz istedim, arkadaşlarıma ve
size çok teşekkür ederim. Grup Başkan Vekilimiz Sayın Oktay Vural’ın annesi
vefat etmiştir. Başsağlığı diliyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak
üzüntülerimizi ifade ediyorum. Meclisimize duyurmak, milletvekillerimize
duyurmak gerekliliğini duydum. Merhumeye Yüce Allah’tan rahmetler diliyor, aile
yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Söz verdiğiniz için de sizlere saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
VII.- OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan
Vekili Mehmet Sağlam’ın, Başkanlık Divanı olarak Milliyetçi Hareket Partisi
Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle
başsağlığı dilediklerine ilişkin konuşması
BAŞKAN – Ben de heyetimiz adına başsağlığı diliyorum Sayın
Vural’a. Kalanlara Allah sağlık versin, mekânı cennet olsun diyorum.
Sayın Hamzaçebi, buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan
konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna, partimizin manevi şahsiyetine
yönelik olarak sataşmada bulunmuştur. “1940’lı yılların Cumhuriyet Halk Partisi
anlayışı”yla demokrasi anlayışımızı eleştirmek gibi bir cümle etmiştir efendim.
Bu nedenle söz istiyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Hiçbir şey
söylemedim.
BAŞKAN – Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz iki dakika.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın Cumhuriyet Halk
Partisine ve CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Bakan, sorulara ve eleştirilere cevap verirken arzu
ederdim ki kendi akademik kariyerini öne çıkarsın, güzel değerlendirmeler
yapsın, bütün Parlamento da bundan yararlansın ama o başka bir yolu tercih
etti, polemik yapmaya çalıştı ama onda da başarılı olabilmiş değil,
söyledikleri her şey birbiriyle çelişiyor.
Sayın Bakan, şuna cevap vermenizi beklerdik: Deniz Feneri
davasında siz ciddi bir ithamla karşılaştınız, Parlamentoda hakkınızda gensoru
verildi. İlk defa bir Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti Bakanı bir soruşturma
konusunu, soruşturmaya konu olan bir hususu, gizli kalması gereken bir bilgiyi
soruşturma muhataplarıyla paylaştığı gerekçesiyle gensoruya muhatap oldu. Ciddi bir sıfat kullanıldı sizin için,
tekrar etmek istemiyorum burada, çok üzücü bir sıfat, bundan herhâlde yeteri
kadar üzülmediniz. Bir cumhuriyet hükûmeti bakanı, bir soruşturmayı, soruşturma
konusu olan kişilere sızdırmaz, böyle bir şey olmaz. Soruşturmaya ilişkin
telefon kayıtları ortadan kaldırıldı, silindi, hiçbir açıklama yapmadınız.
Bir şey söylediniz: “Eski hükûmetlerin bazı bakanları gün geliyor
sokağa çıkamıyor.” Buradan söylüyorum: Sizler bir gün sokağa çıkamayacak hâle
geleceksiniz Türkiye’de, gidiş ona doğrudur. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakan dün bir şey söyledi, o konuda bir değerlendirme
yapmanızı isterdim. “Şey haram yemektir.” dedi, “Günahtır” dedi,
değerlendirmeler yaptı dokunulmazlıkla ilgili, birtakım suçlarla ilgili olarak
birtakım değerlendirmeler yaptı. Gelin, Sayın Başbakanın dokunulmazlığı dâhil
bunları kaldıralım…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – …aksi takdirde bunlar da haram
yemek olacaktır, günah olacaktır.
Hepinize teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hamzaçebi.
Sayın Sakık, buyurun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, biraz önce yaptığım
açıklamalardan dolayı Sayın Bakan “Külliyen yalan.” demişti, mümkünse…
BAŞKAN – Peki, lütfen, iki dakika içinde ve bir şeye de meydan
vermeden.
4.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben biraz
önce bir durum tespiti yaptım. Sayın Bakanım, yani bizi herkes iyi tanır, çok
yalan malan bizim hayatımızda yok, size de asla böyle bir dille hiç bugüne
kadar, kimseye, böyle hitap mitap da etmedim ve ben belgelerle konuştum. Şimdi
size söylüyorum, hani bizim Kürt’ümüz yoksa da dönün kendi Kürt’ünüz bu
kurumlarda varsa ben yalancı olayım. Anayasa Mahkemesinin üyelerine bakın bir
bütün olarak: Samsun, Sarıkamış, Ankara, Elbistan, İstanbul, Ankara, Konya,
Çorum, İstanbul, Ankara, Beyrut -Bilmem nere. Nedense Beyrut’tan da transfer
yapılmış- Afyon, Isparta. Şimdi birkaç kurum saydım ve siz dönüp hep eşitlikten
bahsedersiniz ya, bir tek Kürt’ün bu kurumlarda olmadığını söyledim. Ve ben
size daha açık bir şey söyleyeyim: 2010 yılında burada bir seçim yapıldı
Anayasa Mahkemesi için, buradan 2 arkadaşımız adaydı, Kürt coğrafyasında bir
avukat arkadaşımız bütün baroların ortak adayı olarak -bizden biri de değildi-
ve burada AKP’li arkadaşların büyük bir çoğunluğu ona oy verdiler. Oy verdikten
sonra bütün AKP’li o dönemin milletvekilleri, hiçbiri aday gösterilmedi, bakın,
bu bile… Kapalı kapılar ardından ne konuşulduğunu, neler yapıldığını da çok
açıkça biliyoruz yani biz buraya çıkıp söylediğimizde ezbere şeyler
getirmiyoruz. Size 20 kurum sayabilirim, 20 kurumun içerisinde bir tane Kürt,
Alevi ve muhalif insan yoktur Sayın Bakanım. Elimdeki belgeyi birazdan size
sunacağım çünkü bu sadece sizin politikalarınız değil, cumhuriyetten bugüne
kadar uygulanan zalimane politika budur. Onun için “Buradan kardeşlik çıkmaz,
kavga çıkar.” dedim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Sakık.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, benim “kirli parmak”
ifademi Atalay yanlış anlamış. Bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Şimdi, zabıtlara bakacağım ama ben de duydum, siz “kirli
parmaklar” dediniz çoğunluğun parmaklarına.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır ama yanlış anlaşıldı. Hayır, bir şey
söyleyeceğim yani maksadımı aşan…
BAŞKAN – Zabıtları getirtip bakacağım. Lütfen oturun yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, Sayın Başkan, bir dakika. Eğer öyle
geçmişse tutanağa, yanlış…
BAŞKAN – Hayır, bakacağım zabıtları getirtip, öyle bir şey var mı,
ne söylemişsiniz, Sayın Atalay ne söylemiş?
Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani diyorum ki “Kirli parmak” kelimesi
yanlış geçmiş. Bir dakika açıklama yapayım.
BAŞKAN – Hayır, zabıtları getirteceğim, ondan sonra.
Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, beni dinler misiniz…
BAŞKAN – Dinledim, sizi dinledim.
Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, milletvekili olarak diyorum ki benim
burada kullandığım o “kirli parmak” meselesi yanlış ifade edilmiş veya tutanağa
yanlış geçmiş, düzeltme yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Düzeltmek istiyorsunuz...
Buyurun yerinizden düzeltin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, buradan yapayım.
BAŞKAN – Hayır, buyurun yerinizden, düzeltme yerinizden olur.
Buyurun. (Gürültüler)
Bir dakikada düzeltin, nedir “kirli parmak”tan maksadınız.
VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, konuşmasında sarf ettiği bazı ifadelerini düzelttiğine ilişkin
açıklaması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, şimdi, tabii, burada Beşir
Atalay konuşmalarımın hiçbirisine cevap vermedi, o bir.
İkincisi, ben, aslında “kirli parmaklar” değil, “Kirli işleri o
parmaklarınızla düzeltiyorsunuz.” dedim. “Kirli işleri parmak kaldırarak
düzeltemezsiniz.” dedim. “Kirli parmak” demişim, biraz yanlış bir ifade olmuş.
Yani benim orada dediğim, AKP’nin, burada bütün kirli işleri parmaklarıyla
düzeltiyoruz zannediyorlar, bu olmaz çünkü burada açıkça gelen bütçe de, Bütçe
Kanunu, Sayıştay Kanunu’na, Kamu Mali Yönetim Kanunu’na açıkça aykırı,
Anayasa’ya aykırı. Buna rağmen, bu kesin hesap kanunu ve bütçe tasarısı
kanununun görüşülmemesi lazım, çok açık. Buna rağmen, parmaklarla, kaldırıp
bunu düzeltiyorlar. Bu olmaz ki yani bunlar düzgün işler değildir.
Sonra, yani, Beşir Atalay’a hatırlatmak istiyorum: Kırıkkale
Rektörlüğünde niye görevden alındın? İrticanın rektörü olarak görevden alındın.
Şimdi de geldiniz, irticayı suç olmaktan çıkardınız…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler. Zapta geçti konuşmanız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Ben “irticacı” diye
anladım.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, buyurun.
3.- Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili
Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine ilişkin
açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Biraz önce Sayın Şandır’ın ifadelerinden öğrendiğimize göre
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Sayın Oktay
Vural’ın annesi rahmetli olmuş, merhumeye Allah’tan rahmet diliyoruz. Biraz
önce yine kendisinden öğrendiğimiz kadarıyla da yarın Ankara Kocatepe
Camisi’nde öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazıyla birlikte defnedilecek.
Aslında, bir önceki şeyde, Sayın Meclis Başkan Vekilimiz Sadık Bey’in babası
rahmetli olduğunda bir temennide bulunmuştuk. Meclis Başkanlığımızın,
milletvekili arkadaşlarımızın yakınlarıyla ilgili cenaze gibi meseleleri bir
mesajla tüm milletvekillerine duyurdukları takdirde hepimiz herhâlde bu manevi
görevi yerine getirmiş oluruz çünkü ancak bu şekilde öğrenme imkânımız
bulunuyor. Rekabet yapabiliriz, burada farklı şeyler konuşabiliriz ama insanlar
birbirleriyle acılı günlerini, neşeli günlerini, acılarını paylaşmakla herhâlde
Meclis Başkanlığımıza duyurarak bize bu konuda katkı sağlar.
Ben merhumeye Allah’tan rahmet diliyorum, makamı cennet olsun.
Vural ailesine de sabırlar temenni ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Gereğinin yapılması için Sayın Başkanlığa bildirilecek.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben de aynı
konuda söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili İzmir
Milletvekili Oktay Vural’a annesinin vefatı nedeniyle başsağlığı dilediğine
ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, Milliyetçi Hareket Partisi
İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural’ın annesinin Hakk’ın
rahmetine kavuşması nedeniyle Sayın Oktay Vural’a, ailesine, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sabır ve başsağlığı
diliyoruz. Annelerine Allah’tan rahmet diliyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hamzaçebi.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Sakık, buyurun.
5.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, acıları paylaşmanın insani bir şey olduğuna ama BDP Grubundan
yakınlarını kaybedenlere aynı hassasiyetin gösterilmediğine ilişkin açıklaması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum söz verdiğiniz
için.
Aslında çok insani bir şey, yani bu tür acıları paylaşmak çok çok
insani bir şeydir ama bu bile gösteriyor ki… Yaramı deştiniz, siz Meclis olarak
deştiniz, siz Grup Başkan Vekili olarak deştiniz. Ben sizden bir parçayım. Biz,
bu arkadaşlarımız, bir grubumuz yakınlarımızı kaybettiğimizde aynı hassasiyeti
niye göstermiyorsunuz, Meclis olarak niye göstermiyorsunuz? Herkese
gösterdiğiniz bunu Kürtlerden niye esirgiyorsunuz ve “İslam’ız” diyorsunuz.
Ayıptır ayıp, günahtır günah!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bırak Kürt edebiyatı yapmayı! Kürtçülük
yapma!
SIRRI SAKIK (Muş) – Siz yapıyorsunuz! Sen yapıyorsun! Ayıptır,
günahtır!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kürtçülük yapıyorsun. Başından beri
Kürtçülük yapıyorsun!
SIRRI SAKIK (Muş) – Bırak be, insanlıktan pay almamışsınız!
BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen…
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Sen almamışsın asıl, edepsiz!
SIRRI SAKIK (Muş) – Sen almamışsın be, edepsiz!
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1) Cumhurbaşkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Cumhurbaşkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Sayıştay Başkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sayıştay Başkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME
KURULU (Devam)
1) Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1) Yargıtay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Yargıtay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1) Danıştay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Danıştay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1) Başbakanlık 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Başbakanlık 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
Ğ) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL
SEKRETERLİĞİ (Devam)
1) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şahısları adına, aleyhinde olmak
suretiyle Tufan Köse, Çorum Milletvekili.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) – Sizin ölünüz ölü de bizim ölümüz ölü değil mi?
Edepsizler!
TUFAN KÖSE (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii
bu bütçeyi…
SIRRI SAKIK (Muş) – Düşman hukukuysa düşman hukuku uygulayın!
Ayıptır be!..
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Başbakan seni arıyor, başsağlığı
diliyor.
SIRRI SAKIK (Muş) – Başbakan insan gibi davranıyor. Sen insan ol!
BAŞKAN – Lütfen beyler, lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben yurt dışındaydım o zaman,
bilmiyordum. İşte “duyurulsun” diyoruz.
TUFAN KÖSE (Devamla) – Sayın Başkan, süremi baştan başlatırsanız.
BAŞKAN – Tamam.
TUFAN KÖSE (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
bütçeyi birçok yönden eleştirmek mümkün ama Alman mahkemelerinin…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Cenaze üzerinden Kürtçülük
yapıyorsunuz.
SIRRI SAKIK (Muş)- Bırak be! Konuşma be edepsiz adam!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ne demek?.. Terbiyesiz!
SIRRI SAKIK (Muş) – Terbiyesiz sensin! Ahlaksız da sensin!
TUFAN KÖSE (Devamla) – Sayın Başkan, süreyi…
BAŞKAN – Evet, lütfen…
Süreyi yeniden başlatıyorum.
Buyurun.
TUFAN KÖSE (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
bütçeyi birçok yönden eleştirmek mümkün, arkadaşlarımız eleştirecekti ama bugün
bir şey daha ortaya çıktı. Alman mahkemelerinin “Yüzyılın yolsuzluğu, yüzyılın
hırsızlığı” olarak saptadığı bir davanın sanıklarına köstebeklik yapan bir
bakanın bu bütçeyi savunması da bu bütçenin güvenilirliğini sarsmıştır, baştan
sakat hâle getirmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bir AKP’li grup başkan vekili bir Cumhuriyet
Halk Partili milletvekilinin üzerinden “Cumhuriyet Halk Partili bu
milletvekilinde Allah korkusu yoktur, utanma duygusu yoktur, kuldan utanma
yoktur.” diye bir söz söyledi, talihsiz bir laf etti. Cumhuriyet Halk
Partililerde Allah korkusu da vardır, kuldan utanma da vardır, hata yaparsa
hatadan dönme de vardır ama Cumhuriyet Halk Partisinde kul hakkı yemek yoktur,
yetim hakkı yemek hiç yoktur, köstebeklik yapmak hiç yoktur. (CHP sıralarından
“Bravo!” sesleri, alkışlar) Baskı, zulüm ve haksızlığa isyan etmek vardır ama
güçlülerin karşısında kuyruk sallamak yoktur. Cumhuriyet Halk Partisi, esir
düştüğünde bile asla teslim olmayanların, gerektiğinde kırılanların ama asla
eğilmeyenlerin partisidir. Son on yılda Türkiye’de bir korku imparatorluğu
yarattınız. Yargıyı, üniversiteleri, basın-yayın organlarını hatta Parlamentoyu
baskı altına aldınız ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, bu korku
imparatorluğunuzu tarihe gömmeye kararlıyız. Emin olun, yaşayanlar, o güzel
günleri çok yakında göreceklerdir.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, milletin bütçesi olmadığı için;
yoksul halkımızın değil, etrafınızdaki üç beş rantiyecinin bütçesi olduğu için;
yoksullukla da yolsuzlukla da mücadele etmediği için; bu bütçe gelir dağılımını
düzeltmediği için; dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olmasına karşın dünyada
gelir dağılımı bozuk en kötü 6’ncı ülke olduğu için; zengini daha zengin,
fakiri de yoksulu da daha yoksul yaptığı için; bu bütçe köylüyü, işçiyi,
emekliyi, esnafı, hayvancıyı yani gerçek üreticiyi dolaylı vergilerle,
harçlarla, cezalarla ezdiği için; asgari ücrette vergiyi kaldırmadığı için;
soğandan, sarımsaktan, patatesten, çeltikten, gübreden yüzde 18 katma değer
vergisi alırken pırlantadan, zümrütten, elmastan vergi almadığı için; bu bütçe
dünyanın en pahalı elektriğini, mazotunu, doğal gazını, telefonunu, otomobilini
bu yoksul halka dayattığı için; kepenk kapatan esnaf sayısını, tarlasını
ekemeyen çiftçi sayısını, hayvanını besleyemeyen üretici sayısını katladığı
için; mezarda emekliliği kabul ettiği için; işçinin alın terini taşeron
şirketlere peşkeş çektiği için; Cumhuriyet Halk Partili İzmir Belediyesinin 3
katı maliyetle metro yapan AKP’li belediyeleri koruduğu için; yoksula dağıttığı
kömürde bile yolsuzluk yaptığı için; değerli arkadaşlarım, ekonomide pembe
tablolar çizmesine, rakamlara takla attırmasına karşın yalnızca ekonomik çöküş
yıllarında sayıları anormal artan hayat kadını sayısını son on yılda 25 binden
110 bine çıkardığı için; çocuğuna süt alamadığından annelerin intihar etmesine
olan bir ekonomiyi bu halka reva gördüğü için; “one minute” diyerek, “Mavi
Marmara’nın hesabını soracağım.” diyerek halkımızın duygularını sömürüp, İsrail
ile anlaşamıyoruz görüntüsü verip, İsrail’i korumak için; komşularımız İran,
Irak, Suriye ile kötü olmak pahasına Kürecik Radar İstasyonu’nu kurduğu,
Patriot füzelerini de bu topraklara yerleştireceği için; Myanmar’a, Suriyeli
muhaliflere, Libyalı, Mısırlı muhaliflere verdiği desteği yoksul halkımızdan,
bilimsel çalışmalardan, emeklilerden, emekçilerden, çiftçiden, köylülerden
esirgediği için; dış politikayı sıfır sorun ile alıp ülkemizi etrafı
düşmanlarla çevrili bir coğrafyaya dönüştürdüğü için; sıfır terörle aldığı
Anadolu’yu ağlayan analar dolu bir coğrafyaya çevirdiği için; birkaç orduya
komuta edecek kadar yurtsever subay, astsubay ve generali, birkaç gazete,
televizyon çıkartacak kadar gazeteciyi, birkaç üniversiteye hayat verecek kadar
bilim adamını cezaevlerine doldurduğu için; Deniz Feneri sanıklarını
yargılamadan Deniz Fenerinin savcılarını yargılayarak hukuksuzluğu ve keyfîliği
Türk adalet sistemine yaygın bir hastalık gibi, salgın bir hastalık gibi
soktuğu için; Amerika’dan, İsrail’den korkanların hazırladığı bir bütçe olduğu
için; bu bütçeye “hayır” diyoruz.
Yoksul halkımıza saygıyla duyurulur. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Köse, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birinci turda grupları ve şahısları adına
söz alan milletvekillerinin konuşmaları tamamlanmıştır.
Şimdi, soru-cevap işlemine geçiyoruz.
Yirmi dakika süreyle soru-cevap yapacağız. Sisteme girmiş olan
arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.
Sayın Kaptan…
OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; Sayın
Cumhurbaşkanınca Büyükşehir Yasa Tasarısı imzalanmıştır. Turizm yörelerindeki
belde belediyeleri de bu durumda kaldırılmış oluyor. Örneğin Kaş Kalkan,
Antalya’da yine Side, Belek, Alanya’daki Mahmutlar, Konaklı, Avsallar,
Okurcalar belediyeleri kaldırılıyor. Bunun anlamı turizmde bindiğimiz dalın
kesilmesi değil midir? Sayın Cumhurbaşkanı “Kanunu imzalarken Anayasa Mahkemesi
kararlarıyla bir çelişki olup olmadığını inceledim.” diyor. Hâlbuki Anayasa
Mahkemesinin 31 Ekim 2008 tarih ve 153 sayılı Karar’ı turizm beldelerinin
kapatılmaması yönündedir. Bu çelişkiyi Sayın Cumhurbaşkanı niye görmemiştir?
Turizm bölgelerindeki belde belediyeleri neden kapatılmıştır?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaptan.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Sekreteri ve genel sekreter yardımcıları ve birim başkanlarının
tüm hizmet araçlarına, diğer hizmet araçlarına araç takip sisteminin kurulması
hususunda katkısı geçenlere, başta Meclis Başkanlığına ve özellikle Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliğine teşekkür ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterinin örnek başlattığı
bu davranışın diğer kurumlarda yaygınlaştırılmasını düşünüyor musunuz?
İki: Cumhuriyet başsavcılığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında,
Başbakanlıktan, soruşturma yapılmak üzere izin istemiş midir; izin istemişse
Başbakanlık bu konuda ne tür karar vermiştir?
Üç: Başbakana verilen hediyelerin listesi nedir? Bunlar hep
kamuoyundan gizleniyor. Öğrenmek için soruyorum.
Soru dört…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanal.
Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Meclis Başkan Vekilim,
TRT 3, bu Meclisin aynasıydı, halkın Mecliste olan biteni öğrenmesinin en doğal
yoluydu. “TRT kapattı.” dediniz, “Protokol bu şekilde.” dediniz. Acaba Meclis
Başkanlığı, TRT yayınlarının Meclisin çalıştığı süreçte verilmesi konusunda ne
gibi girişim yaptı? Bu konuda hiçbir girişim yaptı mı veya yaptığı girişim
yarım yamalık mı? Meclis, iradesini ortaya koydu mu? Net bir şekilde öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aslanoğlu.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İlk sorum: Meclis Başkanlığına. Mecliste geçici görevli olup da
sözleşmeli olan personelin sözleşmeye geçtiği dönemde ödenmeyen maaş
farklarının, bazı personel tarafından verilen mahkeme kararıyla alındığı
haberleri doğru mudur? Doğruysa, bu uygulama tüm sözleşmeli personele
uygulanacak mıdır ve ne zaman bu ödemeler yapılacaktır?
İki: Sayın Başbakanın BOP eş başkanlığı devam etmekte midir? Devam
etmekteyse, bu görev kim tarafından, ne zaman verilmiştir?
Bir diğer soru: Sayın Başbakan, geçen hafta il başkanlarıyla
yaptığı toplantıda Simav depreminin ardından Simav Devlet Hastanesinin
yapıldığı yönünde bir ifadede bulunmuştur. Simav Devlet Hastanesinin yeri bile
belli olmamıştır. Sayın Başbakana bu bilgiyi kim vermiştir? Kamuoyuna bu yanlış
bilginin verilmesinin sebebi nedir? Sorumlular hakkında bir işlem yapılacak
mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Işık.
Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bir: Mecliste çalışan 4/C’lilerin özlük haklarıyla ilgili
düzenleme, iyileştirme yapmayı düşünüyor musunuz?
İki: Bu Deniz Feneri davasıyla ilgili Alman basınında çok değişik
haberler yayınlandı. İşte bu paraların yardım maksatlı toplandığı ancak kişisel
amaçlar ve siyasi amaçlar doğrultusunda kullanıldığıyla alakalı çok geniş
bilgiler yansıdı. Deniz Feneri soruşturması ne aşamadadır? Alınan savcıların
yerine atanan savcılar bu soruşturmayı devam ettirmekte midirler? Bu konuyla
alakalı aydınlatıcı bilgi verirseniz memnun oluruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Varlı.
Sayın Erdoğan…
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle Gaziosmanpaşa’da biraz önce polise yapılan terörist
saldırıda şehit olan polis memuru Mücahit Daştan’a Allah’tan rahmet diliyorum,
yakınlarına başsağlığı diliyorum.
1’inci sorum: Sayıştay, denetlemesi gereken kurumların ne kadarını
denetlemektedir? Bu yeterli midir? Sayıştay yaptığı denetimin ne kadarını
yerinden, ne kadarını merkezden yapmaktadır? Yerinden veya merkezden denetim
yapmanın kriteri nedir?
Şimdi, “Eşit işe eşit ücret” ilkesini hep savundular. Mecliste
çalışan 4/C’li personel 1.800 lira, aynı işi yapan sözleşmeli personel 2.800
lira almaktadır. Bu adaletsizliği ne zaman ortadan kaldıracaksınız?
Sayın Başbakana BOP eş başkanlığı görevini kim vermiştir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Erdoğan.
Sayın Akçay…
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayıştay 2011 yılı denetim raporlarını Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunamamıştır ve şu anda Sayıştay denetimi için 2011 yılına ait evrak
ve hesaplar çuvallar içinde bütün Türkiye’de saymanlıklarda beklemektedir. Bu
çuvalları koyacak depo, arşiv, servis dahi kalmamıştır. Sayıştay bu hesapların
incelemesini ne zaman yapacaktır?
2’nci sorum: 2012 yılı içerisinde Başbakanlık bütçesinden kaç adet
taşıt alımı gerçekleşmiştir? Tutarı nedir? Yine aynı dönemde Başbakanlık
bütçesinden kiralanan araç sayısı nedir ve bu kiralama için ne kadar ödeme
yapılmıştır?
Yine, Sayın Başbakanın kullanımına tahsis edilmek üzere satın
alınan araç sayısı ve bunların tutarları nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akçay.
Sayın Yeniçeri…
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Deniz Feneri davasına bakan mahkeme heyeti, hukuki
sınırları aşarak suç işlediği iddiasıyla görev yapmaktan alıkonmuştu. Bu
mahkeme heyetinin haklarında soruşturma açılmış, yapılan yargılama sonrası,
Deniz Fenerinin görevden alınan savcılarının hukuka aykırı davranmadığı,
görevini hakkıyla yürüttükleri, haklarında açılan davaların yanlış olduğu
beraat etmeleriyle ortaya çıkmıştır. Deniz Feneri davasının savcılarının haklı
olduğu ortaya çıktığına ve bu savcıların yalnızca görevlerini yapması nedeniyle
görevlerinden alındıkları anlaşıldığına göre, Deniz Feneri davasını yürütmek
üzere görevlerine iade etmek için ne bekliyorsunuz?
İktidara yakın çevrelerin işlediği suçları yargılamaya kalkanların
görevden alınmış olması yargının tarafsız ve bağımsızlığına indirilmiş bir
darbe değil midir? Deniz Feneri davasında sanıkları yargılayanların
yargılanması, tam da bu sırada sanıkların tahliye edilmesi yargının
siyasallaşması anlamına gelmez mi? Bu durumda yargının tarafsız ve
bağımsızlığından söz edilebilir mi?
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yeniçeri.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2012 yılı 9’uncu ayı sonu itibarıyla Danıştayda kaç tane bekleyen
dosya vardır? Bu dosyaların sonuçlandırılması için personel ihtiyacı var mıdır?
Biriken dosyalar ne zaman sonuçlandırılacaktır?
2’nci sorum: Millî İstihbarat Teşkilatında geçtiğimiz yıllar
itibarıyla görevinde yapmış olduğu hatalardan dolayı yargılanmış personel var
mıdır; varsa, kaç kişi ceza almıştır? Öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN –Teşekkürler Sayın Doğru.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, terör örgütü KCK yapılanması ile yasa dışı ilişkiye
girmiş olan MİT mensuplarının soruşturma talebi ne olmuştur? Bu soruşturmayı
takip eden savcıların kim olacağı hususundaki akıbet ne aşamadadır, ne
olmuştur?
Diğer yandan, “Deniz Feneri” diye bilinen asrın yolsuzluğu yani
fitre, zekât ve kurban paralarını yardım yapılmış gibi gösteren, ancak
zimmetine geçiren, kendilerine gemi alan, televizyon kuran, siyasi faaliyette
bulunan arsız ve hırsızların tespiti davası görülmeden, davaya bakan savcılar
yargılanmışlardır. Yargılanan savcılar, bu davada bir hırsızlar imparatoru
olduğunu ve her şekilde korunduğunu ifade etmişlerdir. Bu hırsızlar imparatoru
kimdir? Acaba, KPSS yolsuzluğunda olduğu gibi, MİT bu konuda da bir görev
yapacak mıdır?
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Türkoğlu.
Sayın Gürsoy Erol…
GÜRSOY EROL (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Aracılığınızla, öncelikle, Sayın Başkan Vekilimiz ve Genel
Sekreterimiz buradayken Meclisimize bir teşekkürü iletmek istiyorum. Özellikle
yasayı yapan kurum olarak, engellilerin rahatlıkla Meclis içerisinde gezmeleri,
her yere girip çıkmaları noktasında gösterdikleri hassasiyet açısından
kendilerine teşekkürlerimi arz ediyorum engelliler adına.
Yalnız, burada gerekli uyarıcı levhaları koymadığımız için o
yapılmış olan güzellikleri, maalesef, otoparklarla kapatıyorlar. Bu noktada
özellikle hatırlatmak istiyorum. Bir de, genellikle milletvekili
arkadaşlarımızın buralara arabalarını park etmelerinden dolayı, bu kültürün
oturması adına özellikle park etmemelerini istirham ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Erol.
Sayın Yakut, on dakikayı beşer dakika herhâlde paylaşacaksınız,
buyurun efendim.
TBMM BAŞKAN VEKİLİ SADIK YAKUT (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Öncelikle, bugün uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden
şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum. Aynı zamanda, Milliyetçi Hareket Partisi
Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural’ın da annesi için Allah’tan rahmet,
yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Sayın Tanal’ın sorusu… Türkiye Büyük Millet Meclisindeki idari
teşkilat tarafından kullanılan resmî araçlara araç takip sistemi kuruldu. Diğer
kurumlara ilişkin bizim yapacağımız bir şey yoktur fakat umarım bu uygulama
yaygınlaşır.
Sayın Aslanoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde televizyon
yayınları TRT’yle daha önceki dönemde yapılan protokol gereği yürütülmektedir.
Yani protokol ne ise o uygulanmaktadır. Bütçe süresince bütün görüşmeler canlı
yayınlanmaktadır. Ayrıca, diğer zamanlarda web sayfası üzerinden görüşmelerin
tamamı da yayınlanmaktadır.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Protokolün süresi ne kadardı? Ömür boyu mu
dinleyeceğiz bunları?
TBMM BAŞKAN VEKİLİ SADIK YAKUT (Kayseri) – Sayın Işık’ın sorusu,
4/C’li personelin özlük hakları kısa bir süre önce Başkanlık Divanı kararıyla
bir miktar iyileştirilmiştir. 4/C uygulaması sadece Türkiye Büyük Millet
Meclisine mahsus bir uygulama değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
4/C’li personel kamudaki diğer 4/C’lilerin 2 katı tutarında maaş almaktadır.
Sayın Atilla Kart’ın konuşma sırasında belirttiği konu, personele
ayrımcılık yapıldığı iddiası doğru değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
ilk defa çalıştaylar, anketler, görüşmeler yapılmak suretiyle personel, karar
alma süreçlerine etkin bir şekilde dâhil edilmiştir. “Bir Projem Var! Bir Önerim
Var!” uygulamasıyla personelden yüzlerce görüş ve öneri alınmış, en çok
beğenilen ilk 5 proje ve öneri sahibine bizzat Meclis Başkanı Sayın Cemil
Çiçek’in katıldığı törenle ödül verilmiştir. Yönetmeliklerin tamamı personelin
görüşüne sunulmuş ve birlikte hazırlanmıştır. Nitekim personele yapılan anket
sonuçları da bu memnuniyeti göstermektedir.
Tutanaklara hiçbir şekilde müdahale edilmesi söz konusu değildir.
Bunun şahidi de grup başkan vekilleri olup, çoğu defa ses kayıtları ile
tutanaklar karşılaştırıldığında ne kadar hassas olunduğu görülmüştür. Tutanak
Hizmetleri Başkanlığında farklı bir yapılanma iddiasından ne kastedildiğini
anlamak mümkün değildir. Sayın Kart, mevcut stenografların yerine Meclis
dışından, yine, o malum ilişkiler içinde bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi
girişiminin başladığını ifade etti. Bırakın kurum dışını, Türkiye Büyük Millet
Meclisi içinde başka birimde çalışan bir personelin dahi stenograf olarak
görevlendirilmesi hem yasal hem de teknik olarak mümkün değildir. Stenograf
yardımcıları Kamu Personeli Seçme Sınavı’yla alınmakta ve yaklaşık bir yıl
süren steno eğitimine tabi tutulmaktadır. Mesnetsiz iddialarla çalışan
arkadaşlarımızın zan altında bırakılmasını da doğru bulmuyorum.
Sayın Korkmaz’ın konuşma sırasında, Sayın Kuşoğlu’nun ve Sayın
Kavaklıoğlu’nun bahsettiği konular ile Sayın Akçay’ın sorusu, Sayıştayın 2012
yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmeyen raporları yeni Sayıştay
Kanununa göre ilk defa gönderilmesi gereken raporlardır yani daha önce bu
raporlar zaten hiç gönderilmemiştir. Sayıştay, 2012 yılında tüm görevlerini
-denetim, inceleme, yargılama görevlerini- en iyi şekilde yerine getirmiştir.
2012 yılında ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi gereken
raporlar, sadece hukuki gerekçeleri ile teknik imkânsızlık nedeniyle Türkiye
Büyük Millet Meclisine gönderilememiştir.
12 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6353 sayılı Kanunun
yürürlük tarihi bağımsız hesap mahkemesi olan daireler ve yine bağımsız olan
Rapor Değerlendirme Kurulunun raporları değerlendirme aşamasına rastlamıştır.
Sayıştayın hazırladığı raporlar, 6353 sayılı Kanunun getirdiği usul ve esaslar
uygun olmadığı gerekçesiyle bu daire ve kurul tarafından uygun görülmemiştir.
Yeni değişime uygun raporları yeniden düzenlemek yasanın belirlediği 13 Eylül
2012 tarihine yetişmemiştir.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, buyursunlar efendim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayıştay Başkanı niye cevap vermiyor
efendim? Başkan Vekili cevap veriyor. Sayıştay Başkanının cevap verme yetkisi
var.
BAŞKAN – Başkan vekili de cevap verebilir, Başbakan da verebilir.
Buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – …ben de önce Sayın
Oktay Vural’ın annesine Allah’tan rahmet diliyorum, mekânı cennet olsun,
ailesine de başsağlığı diliyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna da
başsağlığı diliyorum.
İstanbul’da bugün bir şehidimiz var, Allah’tan rahmet diliyorum.
Önce tabii soruların dışında bir iki şey söylendi -son konuşmacılar- onları da
buraya eklemek istiyorum Başkanım, vaktin izin verdiği kadar.
Tabii, Sayın Sakık “yalan” dedi. Ben “yalan” kelimesini
kullandığımı sanmıyorum, “yanlış” dedim ama eğer öyle bir şey varsa
düzeltiyorum. “Yalan” demedim “yanlış” dedim. Söz almıştı onun üzerine.
Tabii, Cumhuriyet Halk Partisinin grup başkan vekili… Tabii
Cumhuriyet Halk Partisinin gösterdiği bir acizlik aslında. Konuşulan konularda
söyleyecek bir şeyi olmadığı, kendi iftiralarına, tekrar Deniz Fenerine
sarılmak başka bir şey değil.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Aciz olan sizsiniz, size sorular
soruyoruz, sorulara cevap vermeniz gerekirken Cumhuriyet Halk Partisine
çatıyorsunuz. Aciz olan sizsiniz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Ben o konuda her
şeyi söyledim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hiçbir şey söylemediniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın
Kılıçdaroğlu’nun iftirasıdır ve o gün de söyledim bugün de söylüyorum. O gün
şunu da söyledim NTV’de, daha o grup toplantısını yaptığı gün: “Onuruna düşkün
olmayanlar başkalarının onuruyla kolay oynar.” dedim. Bunu da o gün söyledim
Genel Başkanınız için.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Çok ayıp! Çok ayıp!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Yine söylüyorum…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan, koruma müdürünüz…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – “Benim o davanın
hiçbir yerinde ismim geçmemiştir, CHP Genel Başkanının ve CHP’nin iftirasıdır…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – O eyleme ortaksınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – …ispatlarlarsa her
şeye hazırım.” dedim.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sizin aradığınızı söylemedim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – CHP Genel Başkanı,
eline altı boş dosyalar verilip onlarla ekranlara çıkmayı çok sever. Yine
birileri, eline öyle altı boş iftira dosyası verdi.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Sucuk dosyasıdır!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Benim alnım ak
başım dik; biz hayatı böyle yaşadık. Öyle sizin iftiralarınız falan da bize
bulaşmaz, kalmaz, gerçek olmayanlar kalmaz. (CHP sıralarından alkışlar!)
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Pislikte batıyorsunuz, pislikte.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Gerçek olmayanlar kalmaz
ve müfteriye geri döner. Bunu burada tekrar söylüyorum ve o davanın hiçbir
yerinde olmadım, değilim.
Davayla ilgili sorular var burada, Adalet Bakanına sorun.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sorular nereye gitti?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Onu Adalet Bakanına
sorun, o şeyleri ve şu anda da dava açtım CHP Genel Başkanı için, o çok davalar
var ya, onlardan birini de ben açtım.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sorulara cevap verin Sayın Bakan.
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, sorulara cevap
vermiyor Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sorulara geliyorum.
Biraz önce burada birisi de dedi, evet, 28 Şubat sürecinde
rektörlükten alındım, irtica suçlamasıyla alındım. Hayatımın her safhası için
Rabb’ime şükrediyorum, her safhasından memnunum, onu da burada ifade edeyim.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Şeref belgesi o, şeref belgesi.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Korkuyorsun tabii.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Kaplan,
sorularınıza cevaplar, Büyükşehir Yasası’yla ilgili. O, bu yasada daha iyi
düzenlendi yani turizm bölgelerine özel bir itina gösterilecek. Eminim, o sorun
orada giderilir.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Nerede gösterildi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Burada MİT
Müsteşarıyla ilgili süreç ve ona benzer bir iki soru var “MİT’te önce görev
yapıp da şu anda yargılanan var mı?” gibi. Burada müsteşar yardımcısı var ama
bilgi olarak bana verecekler, yazılı göndereceğiz.
Sayın Işık, Milliyetçi Hareket Partisinden, Sayın Başbakanımız,
sadece, “Medeniyetler İttifakı” diye bir uluslararası oluşum var Birleşmiş
Milletler şemsiyesi altında, onun eş başkanıdır. İspanya Başbakanı ve
Başbakanımız Medeniyetler İttifakı’nın eş başkanlarıdır. Başka o manada bir şey
söz konusu… Sizin söylediğiniz manada “BOP” falan, öyle bir şeyin eş başkanlığı
gibi bir şey de söz konusu değildir.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Kendisi söyledi Sayın Bakan, kendisi
söyledi, Başbakanın kendisi söyledi.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Efendim, Başbakanı
yalanlıyorsunuz siz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Simav’la ilgili…
Simav’da o açıklamayı yaptığında ben Simav’daydım. Başbakan orada şunu dedi:
“Hastane yapılacak, talimat veriyorum.” Hastane yapılmış, açılmış, öyle bir
ifade kullanmadı. Sadece, kaymakama da talimat verdi, “Araziyi hazırlayın.”
dedi. Ben de oradaydım. Onu da düzeltmiş olayım.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Kendi il başkanlarınız toplantıda “Hastane
yapıyoruz.” dedi Sayın Başkan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Burada, biraz önce
ifade ettiğim gibi, Deniz Feneri davasıyla ilgili sorular var, bilmem mümkün
değil, Adalet Bakanlığına… Diğer sorulara da yazılı cevap vereceğim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Şimdi, sırası ile 1’inci turda yer alan…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bir saniye efendim.
Sayın Bakan konuşmasında “Onuruna düşkün olmayanlar başkalarının onuruna
saldırırlar.” cümlesini Sayın Genel Başkanımız için kullanmıştır.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Daha önce
kullandım, NTV’de aynı programda kamuoyuna açıkladım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Daha önce NTV’de kullandığını
söylüyor. Parlamentoda kullandınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Bana “köstebek”
dediğini itiraf etti.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sataşma vardır, söz istiyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Siz hani ”köstebek”
kelimesini zikretmiyordunuz ya… (CHP sıralarından gürültüler) ”Köstebek” dediği
için onu söyledim, yine söylüyorum. Tamam mı?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Efendim, Genel Başkanımıza,
Grup Başkanımıza çok açık bir saldırıda bulunmuştur. Söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şimdi mi söyledi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkanım,
bunlar eskide kaldı. Hiçbir saldırıda bulunmadım.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, lütfen, bir başka sataşmaya meydan
vermeden açıklamanızı yapın lütfen. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
bunlar eskiden kalmış konuşmalar. Kendileri açtılar, ben açmadım.
BAŞKAN – Doğru, haklısınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Ben de söz hakkı
isterim.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın CHP Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, onuruyla siyaset yapan düzgün bir
siyaset insanıdır. Onun onurunu değerlendirmek Sayın Başkanın görev alanına,
yaşam alanına girmez. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Bakan onu en son
değerlendirecek kişidir.
Sayın Bakan, konu Deniz Feneri’nden açılmışken ve siz yargıya
yönelik, yargı kurumları çerçevesinde birtakım değerlendirmeler yaparken şunu
bir kez daha sormak istiyorum: Asrın en büyük yolsuzluğu olan Deniz Feneri
davasına konu olan yolsuzlukta Alman makamları, Alman mahkemeleri karar
verdiler, kendi ülkelerinde bulunan sanıkları yargıladılar, mahkûm ettiler ve
dediler ki: “Bunun asıl elebaşları Türkiye’de.” Türkiye’deki yargı, savcılık,
iddia makamı, kamu makamları nedense kaplumbağa hızıyla hareket ettiler ve üç
yıla yakın süreyle soruşturma tamamlanamadı, iddianame düzenlenemedi. Bu
soruşturmayı yapan cumhuriyet savcıları görevden alındılar, mahkemelere sevk
edilip yargılandılar ve beraat ettiler.
Bakın ama öbür soruşturma kaplumbağa hızıyla gitti, zar zor
yargıya intikal etti ve suçun vasfı değiştirildi; organize bir suçtan
çıkarıldı, bireysel bir suça dönüştürüldü. Hangi güç bunu başarıyor? Bunun
arkasında sizin Hükûmetiniz var, Hükûmetinizin kollaması var, koruması var.
Şimdi, biraz önceki konuşmamda Sayın Başbakanın bir cümlesini
eksik söyledim. Dün şöyle söylüyordu: “Yolsuzluk kul hakkı yemektir, yolsuzluk
haramdır, yolsuzluk yetim hakkı yemektir.”
Gelin, bu yolsuzlukları
yapanların hesabını soralım, gelin Sayın Başbakanın dokunulmazlık dosyası dâhil
bütün dokunulmazlıkları kaldıralım.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Sayın Bakan, konuşmak ister misiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Bir cümle lütfen, oturduğunuz yerden.
6.- Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
“Hükûmetin kolladığı” vesaire yönünde sözlerini reddediyorum, yalandır.
Hükûmetimiz, nerede bir yolsuzluk varsa onun üzerine korkusuzca
gider, gitmiştir.
Sadece bunu ifade ediyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Şehircilik Bakanı itiraf etti.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Buna kim inanır ya!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
A) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1) Cumhurbaşkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Cumhurbaşkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
B) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1) Sayıştay Başkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Sayıştay Başkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
Ç) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME
KURULU (Devam)
1) Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
(Devam)
1) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
E) YARGITAY (Devam)
1) Yargıtay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Yargıtay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
F) DANIŞTAY (Devam)
1) Danıştay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Danıştay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
G) BAŞBAKANLIK (Devam)
1) Başbakanlık 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2) Başbakanlık 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
Ğ) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
H) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL
SEKRETERLİĞİ (Devam)
1) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Şimdi, sırasıyla birinci turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım:
Cumhurbaşkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
01) CUMHURBAŞKANLIĞI
1) Cumhurbaşkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 157.560.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 157.560.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2) Cumhurbaşkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 164.600.000,00
Bütçe Gideri 159.212.921,77
İptal Edilen Ödenek 5.387.078,23
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
02) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
1) Türkiye Büyük Millet Meclisi
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 773.260.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 773.260.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Türkiye Büyük Millet Meclisi
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 522.084.501,32
Bütçe Gideri 470.697.701,70
İptal Edilen Ödenek 37.070.372,41
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 14.811.169,88
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
06) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1) Sayıştay Başkanlığı 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 22.017.500
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 30.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 139.539.700
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 3.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 164.587.200
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığının 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2) Sayıştay Başkanlığı 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 142.218.928,37
Bütçe Gideri 120.950.823,20
İptal Edilen Ödenek 21.268.105,17
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 1.237.343,47
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Genel Toplam 0.00
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
03) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 7.324.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 30.275.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 37.599.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 19.224.000,00
Bütçe Gideri 14.088.377,25
İptal Edilen Ödenek 5.135.622,75
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Yargıtay 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
04) YARGITAY
1) Yargıtay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 26.459.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 116.827.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 143.286.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Yargıtay 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Yargıtay 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2) Yargıtay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 89.902.000,00
Bütçe Gideri 85.801.237,31
İptal Edilen Ödenek 4.100.762,69
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Yargıtay 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Danıştay 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
05) DANIŞTAY
1) Danıştay 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 16.187.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 73.273.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim
Hizmetleri 80.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 89.540.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danıştay 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Danıştay 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2) Danıştay 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 67.549.500,00
Bütçe Gideri 58.050.449,61
İptal Edilen Ödenek 9.499.050,39
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 8.830.776,74
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Danıştay 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Başbakanlık 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07) BAŞBAKANLIK
1) Başbakanlık 2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 692.540.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 1.771.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 5.961.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik
İşler ve Hizmetler 47.045.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 737.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik ve
Sosyal Yardım Hizmetleri 21.735.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 769.789.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başbakanlık 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir
Başbakanlık 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2) Başbakanlık 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 6.282.222.522,44
Bütçe Gideri 5.922.517.395,18
İptal Edilen Ödenek 359.705.127,26
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Başbakanlık 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri
kabul edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.75) MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
MÜŞTEŞARLIĞI
1) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 995.569.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 995.569.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Millî İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 620.788.853,50
Bütçe Gideri 609.794.074,95
İptal Edilen Ödenek 10.994.778,55
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 3.902.106,50
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.76) MİLLÎ GÜVENLİK KURULU GENEL
SEKRETERLİĞİ
1) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 19.025.500
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 19.025.500
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2) Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN– (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 13.640.400,00
Bütçe Gideri 13.109.344,69
İptal Edilen Ödenek 531.055,31
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 2011 yılı merkezî yönetim
kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, böylece birinci turda yer alan tüm
bölümlerin bütçelerine geçilmesi ve bu bölümlerin ayrı ayrı oylandıktan sonra
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, Danıştay, Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Millî
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin 2013 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile
2011 yılı merkezî yönetim kesin hesapları ve Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabı kabul edilmiştir. Hayırlı
olmasını temenni ederim.
Sayın milletvekilleri, birinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.26
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.42
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet
SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT
(Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
37’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın ikinci tur görüşmelerine
başlayacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
I) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
1) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1) Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH
YÜKSEK KURUMU
1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
1) Atatürk Araştırma Merkezi 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Araştırma Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
1) Atatürk Kültür Merkezi 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) TÜRK DİL KURUMU
1) Türk Dil Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Dil Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O) TÜRK TARİH KURUMU
1) Türk Tarih Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Tarih Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
İkinci turda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk
Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu bütçeleri yer almaktadır.
Sayın milletvekilleri, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak
soru sormak isteyen milletvekilleri sisteme girebilirler. İkinci turda grupları
ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi: Turgay Develi, Adana Milletvekili; Osman
Oktay Ekşi, İstanbul Milletvekili; Aylin Nazlıaka, Ankara Milletvekili; Ali
Haydar Öner, Isparta Milletvekili; Sakine Öz, Manisa Milletvekili; Gürkut Acar,
Antalya Milletvekili.
AK PARTİ: İhsan Şener, Ordu Milletvekili; Tülay Kaynarca, İstanbul
Milletvekili; İlhan Yerlikaya, Konya Milletvekili; Ahmet Yeni, Samsun
Milletvekili; Mustafa Ataş, İstanbul Milletvekili; Hamza Dağ, İzmir
Milletvekili; Selçuk Özdağ, Manisa Milletvekili; Osman Çakır, Düzce
Milletvekili; Mehmet Naci Bostancı, Amasya Milletvekili; Osman Ören, Siirt
Milletvekili.
Barış ve Demokrasi Partisi: Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili; Erol
Dora, Mardin Milletvekili; Mülkiye Birtane, Kars Milletvekili; Hüsamettin
Zenderlioğlu, Bitlis Milletvekili.
Milliyetçi Hareket Partisi: Tunca Toskay, Antalya Milletvekili;
Mustafa Erdem, Ankara Milletvekili; Özcan Yeniçeri, Ankara Milletvekili; Yusuf
Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.
Şahısları adına: Lehinde Ertuğrul Soysal, Yozgat Milletvekili;
aleyhinde Ali Halaman, Adana Milletvekili.
Soru-cevap işlemi yirmi dakika.
Şimdi, gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Turgay Develi, Adana Milletvekili.
Sayın Develi, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA TURGAY DEVELİ (Adana) – Sayın Başkan, değerli
üyeler; RTÜK bütçesiyle ilgili olarak grubum adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Adana Milletvekilimiz Sayın Necati Çetinkaya burada, Sayın
Başbakana yaptığı güzelleme yerine Adana’ya ne yaptıklarını anlatan cümleler
kurarak zamanını değerlendirseydi çok daha memnun olurduk. Çünkü, Adana, AK
PARTİ’ye 6 milletvekili verdi ama AK PARTİ iktidarı döneminde ekonomik
gelişmişlik düzeyi açısından 4’üncü sıradan 18’inci sıraya geriledi. Sadece
ekonomik olarak değil sosyal alanda da çok ciddi olarak gerilemeler yaşanıyor.
Türkiye’de işsizliğin resmî rakamlarla yüzde 26, yüzde 27 olduğu bir ilden
bahsediyoruz. Şimdi Sayın Milletvekili çıkmış, Başbakana güzelleme yapıyor
burada.
Tabii, Adana’da bir demokrasi kusuru daha işleniyor. Yerel
seçimlerde şaibeli olarak seçimi kazanan, Yüksek Seçim Kurulu Başkanının “Adana
seçimlerinde şaibe vardır, seçimler yenilenmelidir.” demesine rağmen her
nasılsa adliyeden mazbata alan Belediye Başkanı Aytaç Durak, tam üç yıldan bu
yana, o ne bitmez tükenmez soruşturmalarmış ki her iki ayda bir süresi
uzatılarak görevine iade edilmiyor. Haksız şekilde geldiği, oturduğu koltuktan
yine haksız şekilde uzaklaştırılarak Adana’da bir demokrasi ayıbı işleniyor tam
üç yıldan bu yana.
Sevgili milletvekilleri, değerli milletvekilleri, Meclis
Televizyonu, 11 Haziran 2011 yılında, hukuki hiçbir temeli olmadığı hâlde,
ayıplı bir şekilde, dünya parlamentoları önünde bizi kusurlu ve ayıplı hâle
getirecek bir işlemle yayınlarını kesti. 3984 sayılı Radyo ve Televizyon
Yasası’na göre imzalanan bir protokole dayanılarak yapılan yayınlar, 6112
sayılı RTÜK Yasası değiştiği hâlde, protokol şu anda kadük olduğu hâlde sanki
protokol varmış gibi davranılarak Meclis Televizyonunun yayınları haftada üç
gün dört saate düşürüldü. Bu, ayıp. Dünya parlamentoları arasında 3’üncü sırada
yayına geçen bir parlamento için kanuna, yasaya dayanmayan bir işlem, hukuksuz
bir işlem tesis edilerek Meclis Televizyonunun yayını kesilmiştir.
6112 sayılı Yasa’da şu andaki protokolün dayanağı yok arkadaşlar,
hukuki değil. Sadece TRT Yasası’na dayanılarak yapılan bir işlem ve TRT Genel
Müdürünün iki dudağının arasındaki bir yayınla tüm Meclis iradesi ipotek altına
alınıyor. Bu, Sayın Arınç’ın şahsında da, AK PARTİ’nin şahsında da, Meclisin
şahsında da bu iktidara yakışmıyor, ayıplı bir durum, kusurlu bir durum. Sayın
Meclis Başkanından randevumuzu aldık, yarın arkadaşlarımızla beraber bunun
hukuki temellerini de anlatacağız ve Meclis Televizyonunun yirmi dört saat, bir
an önce yayına geçmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu konuda AK
PARTİ’den, iktidar milletvekillerinden destek bekliyoruz.
Arkadaşlar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu sayesinde Türkiye bir
AKP stüdyosuna dönüştürüldü. Her taraf AK PARTİ’nin stüdyosu, bütün
televizyonlar, bütün Türkiye coğrafyası. Sayın Başbakanın istemediği hiçbir şey
vizyona girmiyor, gündeme getirilmiyor. Sayenizde Behzat Ç.’nin alkol sorununu
çözdük, Demet Akbağ’ın nişan yüzüğü sorununu da çözdük ama bazı televizyonlarda
kızların bakireliğinin pazarlığı yapılıyor. Her nasılsa AK PARTİ iktidarı, RTÜK
bunları ıskalıyor. Bu ayıbın da düzeltilmesi gerekiyor. Küçük yaştaki kızların
sabah programlarında, evlenme programlarında yaşlı yaşlı adamlarla
eşleştirilmeleri AK PARTİ’nin muhafazakârlık anlayışına nasıl yakışıyor, ben de
anlamıyorum.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda, tabii, Türkiye AK PARTİ’nin
senaryosuna dönüştürülünce bunu sağlamak için de Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunda görev yapan Üst Kurul üyelerinin de kendilerine dönük bazı
uygulamaları da yapmalarının önü açılıyor.
Arkadaşlar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun lisans verme, lisans
ihalesi yapma ve yayınları denetleme gibi bir yetkisi var. Bu bir kurul, kurum
değil. Bu kurul şu anda Türkiye’de istediği televizyona yayın yapma yetkisi
veriyor, istediği televizyonlara vermiyor. Örneğin, şu çok meşhur TV 24 var,
biliyorsunuz, AK PARTİ’nin yayın organı gibi çalışıyor. Biliyorsunuz, TÜRKSAT
bundan para da alamıyor, kablolu yayın iletişiminden aktardığı ücret
karşılığında hazineye yine yük geliyor. Bu televizyon, Türkiye’de hiçbir
televizyona uygulanmayan bir özellikle, sadece 1 ilden yayın yapması gerekirken,
RTÜK’e bildirimde bulunmadan 36 tane ilden yayın yapıyor, verici kurmuş
durumda. Kanal 24 de buna benzer, aynı şekilde özel muamele görüyorlar. Bu 2
televizyon, AK PARTİ himayesinde, TÜRKSAT’a ödemeleri gereken kablolu yayın
ücretlerini de ödemiyorlar. TÜRKSAT Genel Müdürü çırpınıyor, “Verin paramızı.”
diyor ama alamıyorlar. Ama bunun yanında, Türkiye’deki 371 tane yerel ve
bölgesel televizyon, bir aylık ücretlerini dahi ödemedikleri zaman kapılarına
kilit vuruluyor, yayınları kesiliyor.
Bir de, çok ucube bir şekilde, 662 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 11’inci maddesiyle anayasal kurum olan RTÜK’ün görevi, hakkı
bakanlıklara veriliyor. Bakanlıklar kendi uygun gördükleri spotları yaptırma ve
yayınlatma görevini Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna veriyor. Arkadaşlar,
Anayasa’nın üzerinde bir kanun hükmünde kararname düzenlenmesi hukuka ne kadar
uygundur, orasını sizlere bırakıyorum.
Şimdi, Muhteşem Yüzyıl’la ilgili ben de birkaç kelime
söyleyeceğim. Muhteşem Yüzyıl’a, Sayın Başbakan çaktıktan sonra işler
çığırından çıktı. Aslında Muhteşem Yüzyıl’la ilgili ya da ecdadımızla ilgili… Biliyorsunuz, ecdatla
ilgili şeyler faşist hareketlerin, ya bugüne ilişkin sorunları çözemedikleri
zaman, yarına ilişkin gelecek kuramadıkları zaman, hep ecdatla ilgili geriye
dönüp baktıkları süreçlere ilişkindir.
Şimdi, benim buradan bir önerim var: Oya Baydar’ın, Mine
Kırıkkanat’ın, Murat Bardakçı’nın ecdadımızın yaşam öyküsüyle ilgili,
Osmanlının cinsellik ve seks düşkünlükleriyle ilgili yazdıkları kitapları bir
okusunlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGAY DEVELİ (Devamla) – Sırrı Süreyya Önder burada yok, ona da
Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murad’ın iç oğlanının filmini çekmeyi
önerecektim ama tüm Türkiye de görsün ecdadımızın durumu o zaman neymiş. O
zaman açıklığa kavuşmuş, herkes öğrenmiş olacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Develi.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci söz, Sayın Osman Oktay
Ekşi’nin.
Buyurun Sayın Ekşi.
Süreniz on dakika. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OSMAN OKTAY EKŞİ (İstanbul) – Saygıdeğer
arkadaşlar, size, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun, Basın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2013 yılı bütçesi hakkındaki görüşlerini sunmak için huzurunuza
geldim.
O nedenle, konuya izninizle Genel Müdürlüğün aynaya düşen
görüntüsünden başlayarak gireceğim. Basın-Yayın Genel Müdürlüğünün, resmî web
sitesinde geçen yıl, dünyada gerçekçi bir Türkiye algısının yerleşmesine ve bir
de güçlü ve özgür basın ortamının sağlanmasına katkıda bulunan referans kurum
olmayı amaçladıkları yazılıydı. Referans yani güvenilir kaynak olma
iddiasındaymışlar. Baktım, bu yıl o ifadeyi kaldırmışlar, herhâlde gerçekçi bir
Türkiye algısının kendilerini utandıracağını düşünmüş olmalılar dedim.
İkincisini yani güçlü ve özgür basın ortamının sağlanmasına
katkıda bulunamayacaklarını anlayınca siteden onu da kaldırmışlar. Doğrusu, bu
gerçekçi tavırları nedeniyle Genel Müdürlüğün yetkililerini kutlamak gerek.
Öyle ya, gerçekçi bir Türkiye algısından söz edince, dünyada en çok gazetecinin
bu ülkede hapsedildiğini söylemek lazım. Gerçi yetkilileriniz, 70 küsur insan
arasında birkaç isim gösterip “Onlar teröristtir, cinsel taciz suçlusudur.”
diyorlar, diyorlar ama yetkililerin bu sözlerini dinleyenler, sonra bizimle
konuşuyor ve kendilerini aptal yerine koyanlarla alay ediyorlar. Gerçekçi
Türkiye algısından söz mü ediyorduk? Gerçekçi Türkiye’yi anlatabilmek için,
henüz bilgisayarından çıkmamış kitap taslağı yüzünden bir insanın bir yıl
hapiste nasıl tutulabildiğini izah etmek lazım. Sırf Başbakanın karşısına
“Parasız üniversite eğitimi istiyoruz.” diye afişle çıktıkları için üniversite
gençlerinin on dokuz ay tutuklu kalmasını, ifade özgürlüğü yönünden açıklamak
lazım.
Bu örnekler ortada iken siz, Başbakan Erdoğan’ın Corriere Della
Sera gazetesine “Benim için fikir özgürlüğü dokunulmaz bir haktır.” şeklindeki
demeciyle kimi inandıracaksınız? Sayın Başbakanın sözleri gerçeği yansıtsa idi,
kendisi dünyada gazeteciler hakkında en çok dava açan siyasetçi unvanını
kazanır mıydı? Provokatif sayılsa da sonuç itibarıyla bir şiir okuduğu için
dört ay –bence haksız yere- hapis yatan bir siyasi liderin iktidar döneminde…
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Bir de “Provokatif.” demiştiniz.
OSMAN OKTAY EKŞİ (Devamla) – Yazdım, bakarsan yazdım.
…Ömer Hayyam’ın bir şiirini Twitter’da başkasına ileten tanınmış
sanatçı Fazıl Say hakkında bir buçuk yıl hapis istemiyle dava açılır mıydı?
Bugünkü Cumhuriyet’te de vardı, ifade özgürlüğünü sizin
istediğiniz gibi kullanmadığı için sırf 2012 yılında 301 kişiye verilen hapis
cezaları toplamı dokuz yüz sekiz yılı bulur muydu? Devam edeyim mi? Türk
basınının özgürlük düzeyi 178 ülke arasında 148’inciliğe düşer miydi?
Muhterem arkadaşlar, Meclis kütüphanesinde bir süre önce bir
araştırma yaptırdım. 3 Kasım 2002 tarihinden -yani Adalet ve Kalkınma
Partisinin iktidara geldiği günden- geçen yılın 13 Kasım gününe kadar -yani
dokuz yılda- Sayın Başbakan medyaya saldırı niteliğinde tam 185 konuşma yapmış.
Zaten, o yüzden Sayın Başbakan gerçek bir medya düşmanı olarak tanınıyor. Bunu
dikkate alınca, insanın aklına ister istemez gazetecilerin yıpranma payının,
bir diğer deyişle fiilî hizmet zammının, yoksa, Sayın Başbakanın gazetecilere
olan husumeti yüzünden mi kaldırıldığı sorusu geliyor.
Hafızalarınızdan henüz silinmediğini umduğum birkaç örnek vereyim:
Gazetecilerin yıpranma payını kaldıranlar, Van depreminde görev yaparken ölen
Sebahattin Yılmaz ile Cem Emir’in, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazasında ölen
İsmail Güneş’in, Suriye’de kaçırıldıktan seksen gün sonra özgürlüğüne kavuşan
Cüneyt Ünal’ın, her tehlikeli olaya koşan, her toplumsal olayda itilen kakılan,
kimi yerde sırf görevini yaptığı için saldırıya uğrayan; saat, zaman,
mahrumiyet dinlemeden sizlere haber ulaştıran gazetecilerin yıpranma payını hak
etmediklerini mi düşünüyorsunuz?
Daha vahimi şu muhterem arkadaşlarım: Bugün, Türkiye’de 80 bin
kadar bilfiil gazetecilik yapan var. Birkaç ciddi yayın kuruluşunu ayırarak
söylüyorum, bu gazetecilerin pek çoğu yıpranma payı bir yana, iş sözleşmesiyle
bile çalışmıyor. Bunlar, yani 80 bin gazetecinin yaklaşık yirmide 1’i hariç, 70
küsur bini işverenin elinde esirdir. Bu gazetecilerin görevlerini bihakkın
yapabilmeleri için, önce işverenle 212 sayılı Yasa’ya göre yapılmış bir
sözleşmeye dayalı olarak çalışmaları lazım. Oysa 212 sayılı Yasa uygulanmıyor
çünkü uygulamayan işvereni hizaya çekecek ağırlıkta yaptırımı yok. İşveren,
kalitesi düşük fakat ucuz insan gücüyle işini yürütmeye çalışıyor. Sonra siz de
medyanın kalitesizliğinden yakınıyorsunuz. Oysa 212 sayılı Yasa’nın
değiştirilmesi için Meclise sunulmuş önerileri raftan indirseniz, eksiklerini
giderip yanlışlarını düzelterek tekrar yürürlüğe koysanız kendi
şikâyetlerinizin pek çoğu ortadan kalkacak. Ama ne bu işlerle meşgul olması
gereken Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü sizi uyarıyor ne de siz
gözünüzün önündeki çözümü çok kolay olan probleme ilgi gösteriyorsunuz. Zaten
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün medya dünyasına hizmeti,
gazetecilere basın kartı vermek, birkaç yerde seminer, toplantı ve benzeri
etkinlik düzenleyip onları buluşturmak, yabancı gazeteci gelince ona sahip
çıkıyormuş gibi yaparak yönlendirmekle sınırlı desem fazla haksızlık yapmış
sayılmam. Oysa yapılması gereken pek çok şey var; vaktim dar, ayrıntılara girmiyorum.
Özellikle yerel medyanın içinde bulunduğu vahim durumun sorumlusu,
bence, doğrudan doğruya Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüdür. Yerel
medya bugün yoğun bakımdaki hasta gibidir. Kullandığı teknoloji geridir,
yenilenmesi için ithal ettikleri makine vesaireye vergi, resim, harç muafiyeti
sağlanması gerekir. Düşük faizli, uzun vadeli kredilerle işletme ve finansman
yapısı güçlendirilmelidir. Mali gücü zayıf gazetelerden aynı kesime hitap
edenleri birleştirmeye yönelik teşvik önlemleri uygulanmalıdır. Teşvik
önlemleri en zayıfa en çok, en güçlüye en az verilecek şekilde düzenlenmelidir.
Yerel basın için bir yerel medya destekleme fonu oluşturulmalı, gazete kâğıdı
bir şekilde sübvanse edilmelidir. Enerji, iletişim, posta giderlerinde özel
tarife uygulanmalıdır. Basın -Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü yerel
medyayla ilişkilerini göstermelik törenler, seminerler, ödüllerle götürmek
yerine, yerel medya mensuplarına yönelik ciddi eğitim süreçlerini devreye
sokmalıdır.
Muhterem arkadaşlar, bu konuları dikkatinize sunduktan sonra başa
dönmek istiyorum. Türkiye'nin gerçekleri Basın -Yayın Genel Müdürlüğü yüzünden
değil, siyasi iktidarınız yüzünden maalesef vahimdir. Gazeteciler, aydınlar, iş
dünyası, kısaca herkesin ifade özgürlüğü kısıtlı da, sizin, yani Türk ulusu
adına egemenlik yetkisini kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin
ifade özgürlüğü geniş mi? Sayın Başbakan bugünlerde çok kızdığı Barış ve
Demokrasi Partisine mensup milletvekillerine “Yeri geldiği zaman haddini
herkese yine bu Parlamento, Parlamento diliyle bildirir.” demiyor muydu? O
hâlde bana açıklayabilir misiniz, bu kadar güçlü olan Büyük Millet Meclisinin
gücü TRT’nin topu topu bir fiskelik fiyakası olan TRT Genel Müdürüne neden
yetmiyor? Bu zata haddini Parlamento diliyle bildirmeye cesaretiniz mi yok?
Neden sizin millet meselelerini tartıştığınız bu saatlerde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN OKTAY EKŞİ (Devamla) - Sizlere saygı sunmaktan başka benim
de sözüm kalmadı. Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ekşi.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı Ankara
Milletvekili Sayın Aylin Nazlıaka.
Sayın Nazlıaka, buyurun.
CHP GRUBU ADINA AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2013 bütçesi üzerine Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce divanı saygıyla
selamlarım.
Sahip olduğu kültür mirası ve gayrimenkuller ile ülkemizin dört
bir yanında faaliyet gösteren, hizmet alanı nedeniyle çok geniş kitleleri
ilgilendiren Vakıflar Genel Müdürlüğü bu özelliklerine karşın kamuoyuna kapalı
olan kurumlarımızdan birisidir maalesef. Kaç vakfın denetlendiği, kaç mütevelli
heyetinin görevden alındığı, ne gibi usulsüzlük dosyalarının saptandığı, vakıf mallarının
hangi bedellerle kimlere kiralandığı gibi bilgilerin bugüne kadar kamuoyuyla
paylaşıldığına hiç şahitlik etmedik.
Değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili son
günlerde konuşulan konulardan bir tanesi de Vakıfbank hisselerinin hazineye
devriyle ilgilidir. Eylül 2012 tarihinde Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan
yapmış olduğu bir açıklamada Vakıfbank’ın yüzde 58,51 oranındaki hisselerini
bedeli karşılığında hazineye devredeceğini söylemiştir. Daha sonra da Vakıflar
Genel Müdürlüğü yine bir açıklama yapmıştır, amaç tabii, kamuoyunu ısıtmaktır.
Yapılan bu açıklamada hisse devri konusunda yasal bir engel olmadığı ve bu
devirle birlikte Vakıfbank’ın hukuki statüsü ve sermaye yapısına ilişkin
belirsizliklerin, tereddütlerin ortadan kaldırılacağı söylenmiştir. Şimdi
buradan sormak istiyorum Sayın Bakan: Vakıfbank’ın hisse devriyle ilgili bir
görüş bildirmek siyasi otoritenin mi, yoksa bürokratların mı işidir?
Bürokratlar hangi yetkiyle böyle bir açıklama yapmaktadır?
Yine, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe görüşmesi esnasında da size
benzer bir soru yöneltildi, orada siz de yapmış olduğunuz açıklamada, şu anda
bu yönde birtakım görüşmeler olduğunu söyleyerek Vakıfbank’ın bir kamu
bankasına dönüştürülebileceğine yönelik olarak bazı sinyaller verdiniz. Yani
Halk Bankasını satmak için gün sayan Hükûmet, anlaşılan o ki yeni bir kamu
bankası daha yaratarak onu da satmanın yollarını aramaktadır.
Şimdi, Sayın Bakan, ben sizin çok zeki ve hafızası çok güçlü biri
olduğunuzu gayet iyi biliyorum, hepimiz biliyoruz. Bir tutanak göstermek
isteyeceğim, hemen hatırlayacaksınız, 2000 yılında Fazilet Partisi Manisa
Milletvekiliyken yapmış olduğunuz bir açıklamayla ilgili. Bakın neler
demişsiniz Sayın Bakan: “Vakıflar Bankasının sermayesinde devletin bir kuruşluk
katkısı yoktur. -çok doğru- Bu durumda devletin kendisinin olmayan bir bankayı
satışa çıkarması hem Anayasa’mızın 2’nci maddesinde ifade bulan hukuk devleti
ilkesine hem de evrensel hukuk kurallarına aykırıdır.” Böyle demişsiniz. Sormak
istiyorum size, bu sözlerinizin arkasında mısınız?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Bana bakmanıza gerek
yok.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – Rahatsız oluyorsanız size bakmadan da
konuşabilirim elbette.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Hayır, ikide bir bana
bakıyorsunuz, Genel Kurula konuşsanız...
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – Peki.
Vakıfbank hisselerinin hazineye devrinin hukuka uygun olmadığı
ortadadır ama şunu öğrenmek istiyoruz: O zaman bu devir işlemiyle ne yapılmak
isteniyor, kimlere peşkeş çekilmek isteniyor, bunu bilmek istiyoruz elbette.
Anlaşılan o ki devletin elinde ne varsa öldüm pahasına satan iktidar şimdi de
gözünü vakıf mallarına dikmiştir.
Gene yaz aylarında Sayın Bakan bir açıklama daha yaptı ve dedi ki:
“Kapatılan ve mal varlıklarına el konulan yaklaşık 20 kadar vakfa iadeiitibar
yapılacaktır.” Elbette hiç kimsenin hukuk kuralları içinde faaliyet gösteren
bir vakfın kapatılmasıyla ilgili olarak farklı bir görüşü olamaz, biz buna
saygı duyarız, hele hele demokrasi dışı bazı güçlerin baskısıyla eğer bu
vakıflar kapatıldıysa bundan biz de rahatsızlık duyarız çünkü siz 1990-2010
yılları arasındaki vakıflardan bahsetmiştiniz. Ve tabii ki iadeiitibar
yapılması da bu anlamda olumludur ama şunu belirtmek gerekiyor: Sizler
kurumlara iadeiitibar yapabilirsiniz ama asla ve asla kendi kaybettiğiniz
itibar için iadeiitibar yapamayacaksınız. Bu mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetlediği
vakıflardan biri de sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarıdır. İktidarın
yardım bürosu gibi çalışan, özellikle seçimlerde AKP’nin başarısı için önemli
görevler verilen bu vakıfların denetlenmesi 3 ayrı organ tarafından
yapılmaktadır: İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve
Vakıflar Genel Müdürlüğü.
Şimdi, ilk başta bu, kulağa çok hoş geliyor, 3 ayrı kurum
denetliyor, çok daha saydam, çok daha hesap verilebilirliğin olduğu bir ortam
söz konusuymuş gibi düşündürüyor ancak maalesef pratikte bu böyle
yürümemektedir. Baktığımızda, görüş ayrılıkları nedeniyle bekletilen dosyalar
vardır, beş altı yıla kadar dayanan denetim süreleri vardır. Onun için, burada
birçok konunun kilitlendiğini, denetimin tam olarak yapılmadığını görüyoruz.
Onun için, gene buradan Sayın Bakana sormak istiyorum: Sosyal yardımlaşma ve
dayanışma vakıfları kanalıyla son beş yılda kaç proje için, ne kadar nakdî
kredi verilmiştir? Tahsil edilmeyen kredilerin miktarı nedir? Eşe dosta peşkeş
çekilen ne kadar kredi bataktır? Bu kapsamda müfettişleriniz tarafından kaç
vakıf ve dosya işlemi yapılmıştır?
Şimdi size bir hukuk katliamından daha bahsetmek istiyorum. Bu da
Vakıflar Kanunu’nun 11’inci maddesiyle ilgilidir. Bu maddenin yaptığı
düzenleme, aslında, yöneticilerin kanunda öngörülen bilgi ve belgeleri
zamanında vermemesi, gerçeğe aykırı beyanda bulunması hâlinde verilecek
cezaları düzenlemektedir. Ancak, ne yaptı Vakıflar Meclisi? 07/02/2012
tarihinde bir düzenleme yapma gereği duydu. Herhâlde bu cezai işlemler
birisinin canını yakmış olmalı ya da birileri bundan çıkarları engellendiği
için rahatsız olmuş olmalı ki yapılan yeni düzenlemeye göre kanunda bir
değişiklik yapılabileceğini ifade etti, hatta yakın zamanda bir değişiklik
yapılacağı ifade edildi ve vakıf yöneticilerinin görevden alınmasına ilişkin
dosyaların bekletilmesine karar verildi. Sorarım size: Bu uygulamayla kimleri
koruyorsunuz, kimler koruma altına alınmıştır?
Peki, aradan on ay gibi bir süre geçmiştir, siz yakın dönemde bir
düzenleme değişikliği yapacağınızı, o yüzden kanunun bu maddesinin beklemeye
alınmasını bir nevi garantilemiştiniz. Peki, on aydır bir kanun maddesi de
çıkarmadınız. O hâlde, neden böyle bir değişiklik yaptınız ve Vakıflar Meclisi
kendini, millet iradesiyle seçilen milletvekillerinin bulunduğu Türkiye Büyük
Millet Meclisinden daha mı üstte konumlandırmaktadır, kendini daha mı yukarıda
pozisyonlandırmaktadır, bunu da bilmek istiyoruz.
Sayın Bakan, yaşanan bu hukuksuzluğun siyasi sorumluluğu kime
aittir? Böylesi bir hukuk skandalına imza atan Vakıflar Genel Müdürü başta
olmak üzere, Vakıflar Meclisinin derhâl ve derhâl istifa etmesi gerekmektedir.
“İleri demokrasi” ve “millet iradesi”ni dilinden düşürmeyen AKP
iktidarının ülkeyi getirdiği manzara budur. Bunun adı “tek parti diktası”dır,
“AKP diktası”dır, sahibinin sesi olan “bürokrasi diktası”dır.
Ben, bütçemizin, 2013 bütçemizin vatanımıza hayırlı olmasını
diliyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nazlıaka.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına dördüncü konuşmacı Sayın Ali
Haydar Öner, Isparta Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Öner, buyurun.
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekillerimiz; 2013 yılı bütçesiyle ilgili, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi ve Atatürk Kültür Merkezi
konularında konuşma yapmayacağım, sadece sorular soracağım.
Gerçi, soru ünlü, nere doğru ki? Bu bütçe Türkiye Büyük Millet
Meclisine getirilirken 5018 sayılı Mali Kontrol Kanunu hükümleri yerine
getirildi mi? Sayıştay Kanunu hükümleri yerine getirildi mi? Mali saydamlık
esası gözetildi mi? Şeffaflık, verimlilik, denetlenebilirlik, hesap
verebilirlik ilkelerine uyuldu mu? Sayıştay denetiminden niye vazgeçildi?
Sayıştayla ilgili kanun hükmünde kararnamede Sayıştayın yetkileri niye
kısıtlandı? Önce, Sayıştayı muhafazakâr bir yapıya dönüştürdüğünüzü düşünerek
bakanlıkların teftiş kurullarını devre dışında bırakmıştınız, herhâlde
muhafazakâr yapı içindeki dürüst denetçiler de size dokunur oldu ki bu defa
Sayıştayın yetkilerini bu nedenle mi kısıtladınız?
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 664 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname doğrultusunda yönetiliyor. Kanun hükmünde kararnamenin
tarihi 11 Ekim 2011. Bu tarihte Türkiye Büyük Millet Meclisi kapalı mıydı?
Hâkimiyet kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisinden Hükûmete mi geçti?
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıkken KHK ne demek? Buna kahkahalarla gülünür
ancak. Su varken teyemmümle namaz kılınabiliyor mu? Sadece Atatürk Kültür, Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu değil, 633’ten 666’ya kadar kanun hükmünde
kararnamelerle memleketi yönetmeye çalışıyorsunuz, bir tanesini Meclise getirme
erdemini, cesaretini gösteremiyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu sadece kanunsuz değil,
aynı zamanda işlevsiz de bırakılmamış mıdır? Atadığınız yüksek kurum
başkanının, yönetim kurulu üyelerinin Atatürk’le ilgili herhangi bir
çalışmaları var mıydı? Bir tanesi istifa etti gitti, o herhâlde ötekilerden
daha erdemliydi. Bir istisnayla daha önce görevini devam ettiren bir sayın
Danışma Kurulu üyesini istisna tutuyorum. Yüksek Danışma Kurulu hangi
aralıklarla toplanması gerekir, bugüne kadar niye toplantıya çağrılmamışlardır?
Atatürk ödüllerinin verilmesinden niye vazgeçilmiştir? Bu ülkenin iftiharı,
mazlum milletlerin önderi Atatürk adına ödül vermekten niçin vazgeçilmiştir?
Uluslararası kuruluşlara üyelikler niçin dondurulmuştur? Her türlü görev ihmali
görev namusuyla nasıl bağdaştırılacaktır? Atatürk’ün mirasıyla yaşatılan yüksek
kurum gelirlerini İş Bankasından alıyor, mevduatı nereye transfer ediyor? Ayıp
değil mi? O bankadan nemalanacaksın, o bankaya, Atatürk’ün mirasına, miras
bırakana ihanet edeceksin. Bu, hukuk bakımından da büyük bir ayıp değil midir?
38’inci ICANAS -Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları
Kongresi- toplandı; 10-15 Eylül 2007’de, 1.800 kişinin katıldığı muhteşem bir
kongre yapıldı. 11 başlık vardı, 4 başlığın kitapları 11 cilt hâlinde
yayımlandı. 2007’den bu yana beş yıl geçti, ötekiler niye hâlâ yayımlanmadı?
24-30 Eylül tarihlerinde -2012’de bu da, bu da bir başka konu- Uluslararası
Türk Dili Kurultayı Ankara’da düşük katılımla toplandı. Bu toplantılara daha
önce yaklaşık 400 kişi katılırdı, son toplantıya 206 kişi katıldı. Otele kaç
kişilik ödeme yapıldı; lüks, 5 yıldızlı otele? Sonra, daha önce bir günlük gezi
yapılırken, toplantı, kongre kısa tutuldu; üç günlük Kapadokya gezisi yapıldı.
Yaklaşık 150 kişi katılmışken, kaç kişilik yol ve konaklama gideri ödendi?
Ayrı bir konu: Plan ve Bütçe Komisyonunda Hükûmet yetkilileri
konuşurken antidemokratik uygulamalar yapıldı. Plan ve Bütçe Komisyonunda
Hükûmet yetkilileri konuşurken kameramanlar orada, basın mensupları orada
cilalı taş devri anlatılırken var; sıra eleştirilere gelince, Komisyonun
antidemokratik Başkanı, Komisyona katılan milletvekillerine hakaret eden
Başkanı, onu kendisinde yetki sayan Sayın Başkanı nerede? Ne zaman özür
dileyecek merak ediyorum. Gazetecileri çıkarıyor, fotoğraf çekmek yasak, kamera
kullanmak yasak. Bu ne biçim ileri demokrasi? Böyle uygulamalar daha ne kadar
devam edecek? Eleştiriye tahammül yoksa, kim ileri demokrasiden bahsedebilir?
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çalışanları arasında
ücret ve statü farkı var mıdır?
Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakanla ilgili, Plan Bütçe
Komisyonunda “Muhteşem bir Başbakanımız var.” dedik, gitti Muhteşem Yüzyıl’a
çattı ama Muhteşem Yüzyıl’ın danışmanı da Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumunun yönetim kurulu üyeliğine atanmış. Bu ne çelişki bilmiyorum. Ayrıca,
cehaletime bağışlayın, Bizanslı hanımların Büyük Fatih’e ne dediğini
bilmiyordum, Sayın Başbakanın konuşmasını da kaçırdım, onu da öğrenmeye
çalışacağım. Keşke Bizanslı Ortodoks papazların da ne dediğini bilebilseydik.
Son sorum sayın milletvekillerimize: Değerli milletvekillerimiz,
yönetim partilerinin milletvekilleri, denetim partilerinin milletvekilleri;
burada bir çoğunluk diktası yürütülüyor. Sayın milletvekillerimizden sorum şu:
Yeminimize sadık kalabiliyor muyuz? Aklımız ve vicdanımız doğrultusunda oy
kullanıyor muyuz?
Milletimize sadakatle hizmet eden milletvekillerimize saygılar sunuyor,
2013 bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar).
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öner.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bir sonraki konuşmacı Manisa
Milletvekili Sayın Sakine Öz.
Buyurun Sayın Öz. (CHP sıralarından alkışlar).
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın Türk Dil
Kurumu bütçesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe, bilindiği üzere Anayasa’mızda
güvenceye alınmış bir haktır. Bu hak sayesinde yurttaşlar kamu kaynaklarının
elde edilme usul ve miktarını, bu kaynakların nasıl harcandığını öğrenir.
Parlamentolar, hükûmetleri temelde bütçe kanunu üzerinden denetler, bütçe hakkı
ulusal egemenliğin maddi temeli ve demokrasilerdeki kuvvetler ayrılığının,
hesap veren şeffaf bir yönetim ilkesinin en somut göstergelerindendir. Şeffaf
olmayan bütçelerin sağlıklı sonuçlar vermesi beklenemez. Hükûmetler gerekçesini
yeterince açıklamadıkları gelir kaynakları ve harcamalarla tam bir kaosa imza
atarlar. Bütçe hazırlığının hükûmetler tarafından basit bir demokratik sürece
indirgenmeye çalışıldığı ortamda millet iradesi hafife alınmış demektir.
Milletin Meclisinin açık, net, şeffaf, hukuka uygun denetimden geçmeyen,
Parlamentonun zamanında ve yeterince bilgilendirilmediği süreçte, deyim
yerindeyse oldubittiye getirilen harcama ve gelir kalemleri kim bilir hangi
partizan çıkarlar adına düzenlenir, hangi sofradan kesilip hangi sofraya
aktarılır, hangi yeni zenginleri yaratmak, dış politikada hangi rejimleri
değiştirmek için kullanılır?
Sayın milletvekilleri, geçtiğimiz yıl 2012 bütçesini görüşürken de
söyledik, biraz önceki arkadaşım da söyledi, bir kez de ben söylemek istiyorum,
AKP iktidarına ve Sayın Meclis Başkanına şu uyarıda bulunuyorum: Meclisimiz
adına denetleme yetkisini kullanan Sayıştayın bütçe sürecinde Genel Kurul
aşamasından önce Plan Bütçe Komisyonuna sunması gereken üç denetim raporu henüz
elimizde değil. Kamu harcamalarının sağlıklı yapılıp yapılmayacağına dair
elimizde nitelikli bilgi ve görüş yok. İstememize rağmen bu raporlar
ulaştırılamadı. Gerçi biraz önce Bakanımız bununla ilgili açıklama yaptı ama
sanırım kendisi de inanmadı. Bu şartlar altında Türk Dil Kurumu bütçesi dâhil
olmak üzere bütçe, genel bir saydamlık, hesap verme sorunuyla karşı karşıyadır.
Meclisimiz denetim yetkisini kullanamıyorsa, bütçe yapımı sırasında bir
bürokratik süreç ya da gereksiz ayrıntı
olarak görüyorsa demokrasimiz için açık bir tehlikeyle yüz yüzeyiz demektir.
Değerli milletvekilleri, Türk Dil Kurumu, Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk’ün cumhuriyet değerlerinde özel bir görev yüklediği ulusal bilinç ve
kültürün en önemli simgelerinden olan Türkçemizin tarihini araştırmak, gelecek
nesillere en doğru ve nitelikli biçimde yaymak üzere kurulmuş, tarihsel değeri
olan bir yapı taşıdır. 12 Eylül sürecinde, cumhuriyetin tüm kurumlarının anlam
ve önemi unutturulmak istenirken bu işe öncelikli olarak Türk Dil Kurumu gibi
simge kurumlardan başlanmıştır. Göstermelik bir Atatürkçülükle Türk Dil
Kurumunun devrimci, çağdaş hedefleri silikleştirilmeye, Türk Dil Kurumunun
edilgen çağının anlayışından uzak bir konuma yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Bugün bu süreç AKP iktidarında devam ediyor.
Değerli milletvekilleri, 2013 bütçe kanun tasarısında özel bütçeli
kuruluşlar arasında sayılan Türk Dil Kurumuna, özel bütçeli kurumlara ayrılan
toplam 45 milyar 2 milyon 167 bin 100 liralık ödeneğin 12 milyon 793 bin
liralık kısmı ayrılmıştır. Bu rakam, toplam ödenek içinde yaklaşık binde 3,5’e
denk gelmektedir. Bütçeden ayrılan bu pay, geçtiğimiz yıl verileriyle
karşılaştırdığımızda bir miktar düzelmişse de yeterli değildir. Türk dilinin
geliştirilmesi adına kamu yayıncılığı ve araştırmacı faaliyetlerini yürüten,
Atatürk’ün ulusal kültür alanında görevler yüklediği kurumun bugün bulunduğu
konum bizi üzmektedir. Türk Dil Kurumu nitelikli, çağa uygun bir araştırma ve
yayım faaliyetinin uzağında kalmaktadır. Anlaşılan o ki Türk Dil Kurumuna
ayrılan ödenek kurumun çağımızın kamu araştırmacılığı ve yayıncılığı düzeyine
erişmesine yetmeyecek hatta aradaki fark açılacaktır.
Sayın Başbakan 2023 hedeflerini andığı dünkü bütçe konuşmasında
yüksek teknoloji standartlarından bahsetmişti. O hâlde Türk Dil Kurumunun
araştırmacılık ve yayıncılık anlayışı neden ileri teknolojiden mahrum
bırakılmaktadır?
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti, 12 Eylül referandum
sürecinde sürekli yakındığı vesayetçi, otoriter tutumdan bugün kendisi
vazgeçmiyor. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Dil Kurumunu kurarken
koyduğu hedefleri buduyor. 12 Eylülün yarattığı kültürel yıkımı sürdürüyor.
Evet, AKP, 12 Eylülün vesayetçi, otoriter, ayrımcı kültür politikalarını
derinleştiriyor. Türk Dil Kurumuna 12 Eylülde beraber giydirilen Türk-İslam
ideoloji elbisesi bugün var gücüyle muhafazakâr nesil yetiştirmek uğruna
genişletiliyor, farklı düşünceler dışlanıyor, etiketleniyor. Atatürk’ün, Türk
Dil Kurumunu kurarken hedeflediği çağdaş, laik, farklı kimliklere vatandaşlık
temelinde saygı duyan düşüncenin, ulusal değerlerimizin simgesi Türkçeyi
araştırma ve yayma anlayışının içi boşaltılıyor.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz aylarda basında büyük yankı
uyandırmıştı. Kurumun bazı yayınlarında açıkça dil, din, kimlik, cinsiyet
ayrımcılığı taşıyan deyim, atasözü ve sözcük açıklamaları yoluyla Türk Dil
Kurumunun kuruluş hedefleri iyiden iyiye yıpratılmıştır. Bu anlayış Türk Dil
Kurumunun kamuoyunda itibarını düşürmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türk Dil Kurumundaki kadrolaşmalar,
araştırma ve yayın faaliyeti niteliğini arka plana itiyor, partizan bir anlayış
hüküm sürüyor. Denetim raporlarında kendilerine yüksek ödeme yapıldığı
belirlenen kişiler, kuruma yönetici olarak atanıyor. “Liyakat” sözcüğü bu
gidişle yakında Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden çıkarılacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 bütçesinde Türk Dil
Kurumuna ayrılan ödeneği görüştüğümüz şu günlerde, AKP, anlaşılan “adalet”i
kendine alıp bu sözcüğü Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden bir gecede silmiştir.
Sadece düşüncesini ifade eden, dilini en güzel biçimde kullanan yazarlarımız,
gazetecilerimiz, siyasetçilerimiz ise hapistedir.
Makam, mevki hırsıyla yanıp tutuşmayan, ekmeğini kalemiyle
kazanan, sırf düşündüğü ve mesleğini yürüttüğü için senelerdir tutuklu
bırakılan, adalet arayan vatandaşlarımıza buradan selam ediyorum. Tutuklu
milletvekili arkadaşlarımızla 13 Aralıkta Silivri’de özgürlükte buluşmayı
diliyorum.
2013 bütçesinin tüm halkımıza adalet, eşitlik, refah ve özgürlük
talebini bir nebze de olsa karşılamasını umuyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öz.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son konuşmacı Antalya
Milletvekili Sayın Gürkut Acar.
Sayın Acar, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk Tarih Kurumunun 2013 bütçesi üzerine görüşlerimi
paylaşmak için söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Türkiye, bir kırılmanın eşiğindedir. Bu nedenle bütçesi üzerine konuştuğum
Türk Tarih Kurumuna ciddi görevler ve sorumluluklar düşüyor ama bu duyarlılığın
olup olmadığı tartışmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti bir aydınlanma devrimidir, çağdaşlığa,
akılcılığa doğru atılmış bir adımdır ve bugün Türkiye, bölgesindeki birçok ülkeden
farklı bir konumda ise bu, kuruluşundaki seçimin doğru yapıldığının bir
göstergesidir. Eğer Türkiye, çağdaş, bağımsız ve onurlu bir ülke olarak yoluna
devam edecekse bunu ancak yine cumhuriyetin değiştirilemez niteliklerini
koruyarak yapabilecektir, bunun başka yolu yoktur. Cumhuriyetin niteliklerini
eğip bükerek; cumhuriyeti ters düz ederek; Atatürk’ü, Atatürk ilkelerini
kanunlardan, eğitim kurumlarından kazıyarak; halkın, milletin gönlünden silmeye
çalışarak varılacak hiçbir yer yoktur. Bu kafayla gidilecek tek yer yıkımdır,
buna izin vermeyeceğiz.
Değerli arkadaşlar, 2000 yılından bu yana Anıtkabir’e giden,
Atatürk’ü ziyaret eden, ona şükranlarını sunanların sayısı 70 milyondur. Aynı
dönemde Anıtkabir’i ziyaret eden yabancıların sayısı da 4 milyonu bulmaktadır.
Anıtkabir komutanlığı, son 29 Ekim ve 10 Kasım’da sayım yapılmadığını bildirdi
ama 100 binler oradaydı, 100 binler Ata’sına gitti. Bunun bir anlamı var,
iktidar bunu anlamak istemiyor olabilir, bunun anlamını bilmiyor olabilir. İşte
bu noktada Türk Tarih Kurumuna bir görev düşüyor: Bu görev, Mustafa Kemal
Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı, cumhuriyeti, bugünkü iktidara anlatma görevidir.
Atatürk adını eğitimden, eğitim kurumlarından, İnternet sitelerinden silenlere,
UNESCO’nun, Atatürk’ü “Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri” olarak
tanımladığını anlatın. Yabancı devlet adamlarının “Atatürk gibi dahiler yüz
yılda bir gelir.” dediklerini anlatın. Norveçlilerin “Atatürk gibi düşünmek.”
diye bir deyim ürettiklerini ve bunu örnek aldıklarını anlatın.
İngiltere Başbakanı Lloyd George 1922’de diyor ki: “Yüz yıllar
nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi
çağımızda Türk milletine nasip oldu.” Ben de doksan yıl sonra diyorum ki: Şu
talihsizliğimize bakın ki bugün Türkiye’yi yönetenler, büyük dahinin adını,
anlamını silmek için uğraşıyor. Evet, Türkiye böyle bir talihsizliği yaşıyor.
Atatürk’ün kurdurduğu ve mirasından pay ayırdığı kurumlardan birinden
Atatürk’ün adı siliniyor. Bunu anlamak mümkün değil. Bu, talihsizlik değilse
nedir?
Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu söylemek istiyorum: Atatürk’ün
İş Bankasındaki paylarından Cumhuriyet Halk Partisine bir kuruş bile
verilmemektedir. Pay geliri, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna tahsis
edilmiştir o yüce insan tarafından. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi
büyük Atatürk’ün kurduğu, mirasından pay bıraktığı, aklın ve bilimin
aydınlığında çalışmasını istediği bir kurumdur. Ancak 12 Eylül darbecileri, bu
iki kurumu devlet dairesine dönüştürmüştür. AKP de kanun hükmünde kararnameyle
bu saygısızlığı bir adım daha öteye taşımıştır. Darbeciler, bu iki kurumu
devlet dairesi yaparken, kanuna “Bunlar Atatürk tarafından kurulmuş.” diye
yazmışlar ama AKP’nin kararnamesinde bu da yok. Atamalarda da kadrolaşma
anlayışı -biraz önce arkadaşlarım söyledi- aynen sürmektedir. Her yerde olduğu
gibi Atatürk’ün kurumlarında da AKP anlayışı egemen kılınıyor ve bu egemenlik
tayinlerde açıkça kendini gösteriyor, Atatürk ile bu kurumlar arasındaki bağ
kopartılıyor. “Atatürkçülük bağnazlıktır.” diyenler bu kurumlara yönetici
olarak atanıyor. Ama atanan o yönetici, Türk halkı tepki gösterince Atatürk’ün
kurumundan istifa etmek zorunda kaldı. Deniyor ki: “Başka alanlardan bu
kurumlara daha önce de yapıldı.” Yapıldı ama o zaman “Atatürkçülük
bağnazlıktır.” diyenler atanmadı, aradaki fark budur.
Değerli arkadaşlar, sadece bu kurumların gelirleri sayılırken
Atatürk adı geçiyor. Atatürk yok ama parası var. Atatürk’ün parasıyla
Atatürk’ün izlerini silmeye çalışmak tek kelimeyle ayıptır. Bakınız, bütün
dünya hukukçularının bildiği bir gerçek vardır: Vasiyetname özel hukuka ilişkin
hukuksal bir düzenlemedir. Bir kişi, kendi mal varlığının öldükten sonra kime
ait olacağına kendisi karar verir. Vasiyetnameler mahkemelerce itiraz üzerine
iptal edilebilir veya kısmen değiştirilebilir ama kanunla değiştirilemez.
Kanunla vasiyetname ihlal edilemez. Vasiyetname ile Ahmet’e verilen mal, kanun
çıkarılarak Mehmet’e verilemez ama AKP bunu yaptı, darbeciler bunu yaptı. Bu
iki zihniyeti de kınıyorum buradan.
Değerli arkadaşlar, bakın, bir nokta daha var: Türk Dil Kurumu ve
Türk Tarih Kurumuna Atatürk’ün mirasından kaynak bulunan gelir İş Bankası
hisselerinden sağlanıyor. Biraz önce arkadaşım söyledi, İş Bankası çalışıyor,
üretiyor, kazanıyor bu kurumlara kaynak aktarıyor ve bu kurumların neredeyse
tüm finansmanı buradan sağlanıyor. Ama bugünkü yönetim, bu parayı İş
Bankasından alıp diğer bankalara aktarıyor. Buna ne denir? Buna vefasızlık
denir, buna saygısızlık denir, buna nankörlük denir. Mustafa Kemal Atatürk
vasiyetnamesinde ne diyor? “Tahsis edilecektir.” diyor. Tahsis nedir? Bu
kurumlar için para ayrılır, amacına göre, kurallara göre harcama yapıldıkça
ayrılan miktardan ödeme yapılır. Devlet bütçesinde de bu böyledir ama İş
Bankasına gelince vasiyet bir kez daha çiğneniyor. Bu tutum ayıplı bir
tutumdur, vasiyete ve Atatürk’e saygısızlıktır.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bunların üzerine yeni adımların
atılacağı iddiaları var. AKP iktidarında her çeşit sahte evrak kullanmak,
yaratmak, her çeşit CD’yle asılsız iddia ile insanları tutuklatmalar olağan
uygulamalar hâline geldi. İş Bankasıyla ilgili de benzer sahteciliklerin
hazırlandığına ilişkin duyumlar alıyoruz. Unutmayın ki Türkiye İş Bankası
Türkiye'nin bankasıdır. Türkiye'ye ciddi katkılar sağlamış, üreten, istihdam
sağlayan ciddi bir bankadır, Türkiye'nin en büyük bankasıdır. Tüm Atatürk
kurumları gibi Hükûmetin, İş Bankasını da hedef alması gereken bir adımdır ama
asla kabul edilebilecek bir adım değildir. İş Bankası, önce Türkiye Büyük
Millet Meclisinden çıkarıldı, sürüldü. Sonra, Atatürk’ün mirası buradan alınıp
başka bankalara kaydırıldı, şimdi de hilelerle bankayı ele geçirmeye
çalışıyorsunuz. Buradan uyarıyoruz, elinizi Atatürk’ten ve Atatürk’ün
kurumlarından çekin. Cumhuriyet Halk Partisi, İş Bankasındaki Mustafa Kemal
paylarının vasiyetnamesine uygun şekilde kullanılması ve korunmasıyla
görevlidir ve bununla görevlendirilmiş bir tüzel kişidir. Buradan uyarıyoruz,
elinizi çekin, eliniz yanar.
Değerli arkadaşlar, AKP’nin çekirdek kadrosuna bakınız, tümü
Mustafa Kemal Atatürk düşmanı. Atatürk’ün bütün eserlerini yıkmaya ant içmiş
yeminli cumhuriyet düşmanlarıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – İstismar etmeyin, istismar! Kızarıp
duruyorsunuz.
GÜRKUT ACAR (Devamla) – Çekirdek kadro, tıpkı ortasında zehir
bulunan bir çikolata gibi etrafı sağ seçmen ile sarılmış, laiklik ve Atatürk
düşmanlarından oluşmuş, emperyalizmle anlaşıncaya kadar yüzde 7,5’tan daha
fazla oy almamış devrim düşmanlarından oluşmaktadır.
Değerli arkadaşlarım…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET YENİ (Samsun) – Bitti, bitti, sesiniz kesildi be!
GÜRKUT ACAR (Devamla) – Evet, sesimiz kesildi ama asla
kısılamayacak…
Bu bütçe, Türkiye’de maalesef hayırlara vesile olacak bir bütçe
değildir. Türk halkı olanı biteni görüyor ve Türk halkı -keser döner sap döner,
bir gün hesap döner- bu halk sizden mutlaka bir gün hesap soracaktır.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Acar, teşekkürler.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan…
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, grubumuzun, partimizin
yönetimiyle ilgili sayın konuşmacının ifadeleri son derece çirkindir. Bu konuda
söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun, iki dakika lütfen. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
7.- Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal’ın, Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın Adalet ve Kalkınma Partisine
ve AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; maalesef Atatürk’ten bir türlü elinizi çekmediniz.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Siz de diyemiyorsunuz, “Atatürk”
diyemiyorsunuz.
MAHİR ÜNAL (Devamla) -
Daha, dün, Sayın Başbakanımızın burada ifadesi var. Bizim her zaman
söylediğimiz… Bizim cumhuriyetimizle, cumhuriyetin değerleriyle hiçbir zaman
sorunumuz olmadı.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – İyi ki olmadı!
MAHİR ÜNAL (Devamla) – Bizim, kendisini cumhuriyetin sahibi
zannedenlerle sorunumuz var. Bizim sizinle sorunumuz var. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Çünkü siz boş bir Atatürkçülükle ve maalesef… Bana
söyler misiniz, biz iyi kötü Türk siyasi tarihini okuduk, sizler de okudunuz.
Nur Hocam, sen okudun, Süheyl Hocam, siz okudunuz. Allah aşkına, Türk siyasi
tarihinde, ne zaman Atatürk’ün mirasına sahip çıktınız? Bu ülkede ne zaman taş
üstüne taş koydunuz? Atatürk’ün manevi mirasına da Türkiye Cumhuriyetini yüceltme
idealini de AK PARTİ gerçekleştirmiştir, bu sıralarda oturan cumhuriyetin
evlatları gerçekleştirmiştir.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Siz Atatürk’ten elinizi çekin, siz önce kendinizle bir hesaplaşın
ve sonra biraz ders çalışın ders.
Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – Özgürlük ve bağımsızlık
karakterimdir.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın konuşmacı “İçi boş bir
Atatürkçülüğü Cumhuriyet Halk Partisinin savunduğunu.” söylemek suretiyle
grubumuza sataşmada bulunmuştur, söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İki dakika içerisinde lütfen.
8.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal’ın CHP Grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Amerikalı ünlü siyaset bilimcisi Samuel Huntington’ın
Medeniyetler Çatışması diye bir tezi vardır. Kendisi Türkiye’ye de geldi, bir
röportajı da gazetelerde yayınlandı. Hem o kitapta hem Türkiye'de yayınlanan
röportajında Türkiye için şu değerlendirmelerde bulundu: “Türkiye medeniyetler
arasında bölünmüş bir ülkedir. Ne doğulu olabilmiş ne batılı olabilmiş,
ikisinin arasında yönünü kaybetmiş bir ülkedir. Kemalizm başarısızlığa uğramıştır.”
Türkiye’nin bu nedenle Atatürkçülüğü, Kemalizmi bir kenara bırakıp İslam
dünyasına örnek olmasını önerir. İşleyen bir demokrasisi olsun, Parlamentosu
olsun, bunun için laikliği bir kenara bıraksın. Çünkü, laik bir Türkiye’nin
İslam dünyasına örnek olması mümkün değildir. Huntington’ın bunu önermesinin
nedeni de Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Batı’ya en büyük tehlike İslam
dünyasından gelecektir. Dolayısıyla İslam dünyasını ehlileştirmek, Batı
karşısına bir tehlike olmaktan çıkarmak için Türkiye’nin laikliği,
Atatürkçülüğü bir kenara bırakıp, İslam dünyasına örnek olması gerekmektedir.
İşte, AKP, tam böyle bir projenin partisidir, tam böyle bir süreçte ortaya
çıkmış olan bir partidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu görevinizi AKP olarak
başarıyla yerine getiriyorsunuz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, AK PARTİ, bir proje
partisi değildir, milletin partisidir. Bu milletle bugüne kadar kimlerin
mücadele ettiği de siyasi tarihin konusudur; milletin takdirine bırakıyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler. Zapta geçti sözleriniz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
I) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
(Devam)
1) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1) Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
(Devam)
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH
YÜKSEK KURUMU (Devam)
1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
(Devam)
1) Atatürk Araştırma Merkezi 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Araştırma Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (Devam)
1) Atatürk Kültür Merkezi 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) TÜRK DİL KURUMU (Devam)
1) Türk Dil Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Dil Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O) TÜRK TARİH KURUMU (Devam)
1) Türk Tarih Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Tarih Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, şimdi, AK PARTİ Grubu adına birinci
konuşmacı Ordu Milletvekili Sayın İhsan Şener.
Buyurun Sayın Şener.
Süreniz beş dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İHSAN ŞENER (Ordu) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2013 yılı bütçesi üzerine AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama geçmeden önce, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komisyonunca 10 Aralık 1948 yılında İnsan Hakları Günü olarak kabul edilen 10
Aralık İnsan Hakları Günü’nün adalet, eşitlik, özgürlük temelinde mutlu bir
Türkiye oluşturması dileğiyle sözlerime başlıyorum.
Ülkemizde radyo, televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve
denetlenmesi görevi 1994 yılında 3984 sayılı Kanun’la Radyo ve Televizyon Üst
Kuruluna verilmiştir.
İletişim alanındaki teknolojik gelişmelerin görsel, işitsel
yayıncılık sektörü üzerindeki etkileri yeni imkânlar sunarken, yeni
beklentileri ve ihtiyaçları karşılayacak düzenlemelerin yapılması da zorunlu
hâle gelmişti. Bu nedenle 3 Mart 2011 tarihinde yeni bir düzenlemeyle, 6112
sayılı Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ile
yayıncılık mevzuatımız günün şartlarına, halkımızın ve sektörün ihtiyaç ve
beklentilerine ve ayrıca içinde bulunduğumuz yayın coğrafyası olan Avrupa
Birliği normlarına uygun hâle getirilmiştir. Bu kanunla, yeni teknolojinin kullanılmasına
imkân sağlayarak yasal çerçeve oluşturulmuş, ulusal frekans planlamasını yapma
yetkisi yeniden Radyo Televizyon Üst Kurulu’na verilmiştir. İletişim ve
yayıncılık sektöründeki son gelişmeleri de kapsayacak şekilde hazırlanan kanun,
İnternet protokollü televizyon, sayısal yayıncılık ve yüksek çözünürlü
televizyon yayını gibi yeni yayın teknolojilerinin uygulanmasına yönelik
belirsizlikleri ortadan kaldıracak yeni açılımlar getirmiş, kanun kapsamında
karasal sayısal yayına geçiş takvimi de belirlenmiştir.
Ülkemizde aslında 1994 yılından beri karasal yayın lisansını
verebilmek için gerekli sıralama ihalesi gerçekleştirilememişti. İlk defa, 6112
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle yıllardır sürüncemede kalan bu konu
inşallah hâl yoluna girmiştir. Çünkü kanunla düzenlenen izleme ve dinleme
ölçümleriyle ilgili ulus ve uluslararası esasları belirleme yetkisi Radyo
Televizyon Üst Kuruluna verilmiş; bu amaçla -üst kurul tarafından- 17 Ekim 2012
tarihinde Yayın Hizmetlerinin İzlenme ve Dinlenme Oranı Ölçümlerinin
Yapılmasına ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik
yürürlüğe girmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, şikâyetlerin denetimini
şikâyetlere bağlı ve resen kendi uzmanları aracılığıyla yapmaktadır. Bu arada
web sayfası üzerinden gelen şikâyetler ve e-postalar da dikkate alınmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Radyo Televizyon Üst
Kurulunun önemli faaliyetlerinden biri de çocukların olumsuz yayın
içeriklerinden korunmasına ve kamuoyunun bilinçlendirilmesine yönelik
çalışmalardır. Bu amaçla yürütülen faaliyetlerden medya okuryazarlığı dersinin
özel bir önemi vardır. 2003 yılında düzenlenen İletişim Şûrasıyla RTÜK’ün
gündemine gelmiş olan medya okuryazarlığı dersi, daha sonra millî eğitimle
yapılan ortak proje çalışmalarıyla seçmeli ders hâlinde okullarımızda
okutulmaktadır. Aslında Radyo Televizyon Üst Kurulunun gelişmiş
demokrasilerdeki partnerleri bağımsız ve özerk kurumlardır, Türkiye’de resmî
kurum hâlinde yürütülmektedir. Eğer Türkiye'de basın yayın organları kendi iç
denetimlerini başarıyla sürdürürler ve bu hususta belli bir mesafe alırlarsa
umarız ki önümüzdeki yıllarda da resmî bir kurumun radyo ve televizyon
yayınlarını denetlemesine ihtiyaç kalmayacak ve otokontrol sistemi kurumsal
hâle gelecektir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun başarılı çalışmalarından dolayı
başkan ile orada bulunan çalışma arkadaşlarını kutluyor, 2013 yılı Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu bütçesinin milletimize, memleketimize hayırlı olmasını
temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.
AK PARTİ Grubu adına ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın
Tülay Kaynarca.
Buyurun Sayın Kaynarca. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Radyo Televizyon Üst Kurulu 2013 yılı bütçesi üzerine
AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Radyo Televizyon Üst Kurulu, Türkiye’de
radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve de denetlenmesini sağlayan bir
kuruluştur. Dolayısıyla konuşmamda sektörün düzenlenmesine yönelik çalışmalara
ve bu kapsamda yapılan faaliyetlere dikkat çekmek istiyorum.
Radyo-televizyon yayınları iletildikleri ortama göre karasal,
kablo ve uydu ortamında yapılan yayınlar olarak sınıflanır ve üst kurulca
kablolu yayın lisansı verilen 120 televizyon, 1 radyo; uydu yayını lisansı
verilen 225 televizyon ve 74 radyo; karasal ortamda ise toplam 247 televizyon ile
1.059 radyo kuruluşunun lisans başvurusu vardır. Ancak bütün bu kuruluşlara
1994 yılından beri lisans verebilmek için gerekli sıralama ihalesi ise
yapılamamıştır. 2006 yılında ise Türkiye, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği
toplantısında diğer ülkelerle birlikte karasal yayıncılığa geçme ve 2015 yılı
itibarıyla analog yayınları sonlandırma kararına imza atmıştır. Dolayısıyla
6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun
ile de sayısal geçiş çalışmaları başlatılmıştır. Elbette bu bir süreçtir. İlk
bir yıl içinde frekans planlaması yapılmıştır. Devamında 2013 yılı Mart ayında
sıralama ihalelerinin tamamlanması öngörülmektedir. Yine vericileri kurmak ve
işletmek üzere verici tesis ve işletme şirketinin yetkilendirilmesi sonrasında
şirket tarafından aynı yılın kasım ayında Ankara, Bursa ve İstanbul olmak üzere
sayısal televizyon vericileri tesis edilecek ve bu işlemler Aralık 2014’e kadar
tamamlanacaktır. Aralık 2014, altını dikkatle çiziyorum. Analog vericilerinin
kapatılması ise 2015 yılı Mart ayında tamamlanması planlanmaktadır. Yani bütün
bunlar kanunda öngörülen süreler çerçevesinde çözüme ulaştırılacaktır.
Değerli milletvekilleri, RTÜK’ün denetleme faaliyetleriyle ilgili
de birkaç hususun altını çizmek istiyorum. Üst Kurul, Ankara merkezinde
yaklaşık 110 televizyon ve 80 radyo yayını 7 gün 24 saat kesintisiz izlenip,
arşivlenip analiz edilmektedir. Denetim ise şu şekildedir: Uzmanlar tarafından
doğrudan denetim iletişim merkezi kanalıyla, web sitesi ve e-posta
kanallarıyla.
Ocak-Eylül döneminde 892 müeyyide kararı alınmıştır ama ilginçtir,
bu kararın yüzde 81’i reklam ihlalleriyle ilgilidir. RTÜK İletişim Merkezine
yapılan şikâyetlerin çoğu yayınların genel ahlaka, ailenin korunması ilkesine
aykırılıkla ilgilidir. Son dokuz ayda 55.884 bildirim ise konuya karşı
duyarlılığın da bir göstergesidir. Önemle belirtelim ki Üst Kurulun programları
önceden izleyip denetleme ya da yayından kaldırma yetkisi yoktur. Sadece
denetler ve gerekirse müeyyide uygular.
Son olarak, Üst Kurulun çocukların olumsuz yayın içeriğinden
korunmasına ve kamuoyunun bilinçlendirilmesine yönelik çalışmalarının önemine
de işaret etmek isterim. Yapılan son araştırmalar, öğrencilerin günde ortalama
tam üç saat televizyon seyrettiği, bunların yüzde 52’sinin televizyonu önemli
iletişim aracı olarak gördüğü ve yaklaşık yüzde 81’inin de televizyonu
ailesiyle birlikte izlediği ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığının iş birliğiyle hayata
geçirilen medya okuryazarlığı derslerinin önemi de gözler önüne serilmiştir.
Değerli milletvekilleri, yukarıda ana başlıklarıyla çerçevesini
çizdiğimiz çalışmalar doğrultusunda Radyo Televizyon Üst Kurulunun 2013 bütçesi
162 milyon lira ödenek olarak öngörülmüştür.
Hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaynarca.
AK PARTİ Grubu adına 3’üncü konuşmacı Konya Milletvekili Sayın
İlhan Yerlikaya.
Buyurun Sayın Yerlikaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İLHAN YERLİKAYA (Konya) – Sayın Başkan ve
değerli milletvekilleri; 2013 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı, Basın-Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında, Hazreti Mevlânâ’nın vefatının 739’uncu yılı
münasebetiyle her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen Mevlânâ
Haftası’nın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1920’de kurulan ve 1984
yılında çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle bugünkü adını alan Basın-Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü merkez teşkilatı, 17 il müdürlüğü, 39 yurt dışı
teşkilatı ile faaliyetlerine devam etmektedir.
Kurumun haber merkezi her gün 08.00-21.00 saatleri arasında üç
vardiya olarak görev yapmaktadır. Önemli gelişmelerin yaşandığı durumlarda
haber merkezi daha uzun bir çalışma saati belirlemekte ve yirmi dört saatlik
çalışma sistemine geçmektedir.
Mütercimler, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Rusça olmak
üzere toplam 21 dilde, her gün yaklaşık 350 İnternet sitesi taramakta, ayrıca
bu dillerde yayın yapan televizyon kanallarının haber bültenlerini, Reuters,
AFP, AP ajanslarını da yirmi dört saat takip etmektedirler.
Haber merkezinde görevli mütercimler, 92 ülkede 48 dilde
yayımlanan 1.700 gazetenin ilk baskılarına ulaşabilmekte ve bu gazetelerde 21
dilde tarama yaparak Türkiye’yle ilgili haberleri kaydedebilmektedirler.
Bütün bu haber kaynaklarından haber merkezine ulaşan günlük
yaklaşık 5 bin civarındaki haber, yorum, güncel gelişmeler dikkate alınarak
özenle değerlendirilmekte, içlerinden Türkiye’yi ilgilendiren önemli haber
yorumlarının çevirisi yapılmaktadır.
Radyo ve televizyon kayıtları taranmakta, Türkiye’ye ilişkin olan
haber ve programlar kırpılarak klip hâline getirilmekte ve çevirisi yapılarak
devletin en üst makamlarına anında ulaştırılabilmektedir.
Devletin üst yönetimini bilgilendirmede kullanılan tüm haber
yorumları içinden yapılan değerlendirmeler sonucu seçilen “Dış Basında Türkiye
Bülteni” adı altında web sayfasında yayınlanmaktadır.
Ayrıca, Türk basınında önemli haber ve yorumlar İngilizce,
Fransızca, Almanca ve Rusçaya çevrilmektedir. Ülkemizin tanıtımına katkı
sağlamak amacıyla kurumun İnternet sayfasına konulmaktadır. Güncel gelişmeler
ve önemli ziyaretler esnasında ise özel bültenler hazırlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Müdürlüğümüz yerel
medyayla yurdun değişik bölgelerinde yerel ve bölgesel medya buluşmaları
düzenlemektedir. Yine, Genel Müdürlüğümüz, Anadolu’daki gazetelere haber
kaynağı oluşturmak amacıyla aylık olarak Anadolu’nun Sesi gazetesi
yayımlamaktadır.
Yine, Genel Müdürlüğümüz, geleneksel hâle gelen yarışmalar da
düzenlemektedir. Ayrıca, yurt dışında en az günlük veya haftalık Türkçe yayın
yapan yazılı basında Türkiye’nin tanıtımıyla “Türkçenin Doğru Kullanımı”
dallarında ödüller vermektedir.
Genel Müdürlüğümüzün diğer bir faaliyet alanı ise Basın Kartı
Yönetmeliği uyarınca basın kartları düzenlemesidir. Basın mensuplarının ulaşım,
iletişim ve benzeri gibi alanlarda mal ve hizmetlerden yararlanırken avantaj
sağlamaları amacıyla çeşitli kurumlarla anlaşmalar yapılmaktadır.
1 Kasım 2012 tarihi itibarıyla basın kartı taşıyan basın
mensuplarının sayısı 14.164 adedi bulmuştur. Basın-Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğü, ayrıca 1925 yılından beri yayınlanan “Türkiye” almanak kitabı, bu
yıl 12 dilde yayınlanmıştır. Kurum, devlet ve hükûmet faaliyetlerinin
tanıtılması, kamusal iletişim ve kamu diplomasisi faaliyetleri çerçevesinde de
yabancı kamuoyunun ülkemizle ilgili güncel genel konularda doğru ve ilk elden
bilgilendirilmesi amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Basın-Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğünün bu tür hizmetleri, ülkemiz adına gerçekten dışa
açık bir pencere olduğunu göstermektedir.
Bütçemiz 154 milyon 117 bin 500 Türk lirası şeklindedir.
Ve bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –Teşekkür ederim Sayın Yerlikaya.
Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni.
Buyurun Sayın Yeni. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün sizlere batan bankalardan bahsetmeyeceğim. Kimler
batırdı, ne etti? Bunları her yıl huzurlarınızda konuştuk, ettik ama idaresinde
bulunduğumuz bankaların da hangi noktalara geldiğini BDDK konusundaki konuşmacı
arkadaşımız sizlerle paylaşacak.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2013 yılı bütçesi üzerinde söz aldım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü, merkezî yönetim
kapsamındaki kamu idaresi arasında özel bütçeli bir kurum olup, bütçesi 5018
sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 15’inci maddesi kapsamında
hazırlanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, nasıl ki atalarımız insan odaklı bir
medeniyet kurmuşlarsa, biz de, onlardan devraldığımız “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.” şuuruyla hizmete devam ediyoruz. Biz, insanı ve canı hayatın
merkezine alarak çalışan bir medeniyetin evlatları olmaktan gurur duyuyoruz.
Ecdadımız fakir fukarayı, kimsesizi, yolda kalmışı düşündüğü gibi göçmen
kuşları da düşünmüş, bir vakıf medeniyeti inşa etmiştir. Bize düşen, bu
anlayışı güncellemek ve onlardan kalan eserlere sahip çıkmaktır. Bunun için,
biz, tarihimize, geçip gitmiş bir zaman dilimi olarak asla bakmadık, tarihimize
ve tarihî mirasımıza sırtımızı dönmedik; ülke ve millet olarak bizi var eden en
önemli şeyin tarihimiz olduğunu asla unutmadık. Bu sebeple, iktidarımız,
vakıflar meselesini ülkenin en önemli meselelerinden biri olarak görmüştür.
Değerli milletvekilleri, diğer kamu kurum ve kuruluşlarından daha
kapsamlı ve çeşitlilik arz eden faaliyetleriyle dikkat çeken Vakıflar Genel
Müdürlüğü, temsilcisi olduğu ve yöneticileri hayatta kalmamış 42 bin vakıf
adına ülkemiz genelinde yatırımlar yapmakta, vakıf eski eserlerini restore
etmekte ve vakıfların hayır şartlarını yerine getirmektedir. Vakıflar Genel
Müdürlüğü son on yılda ekonomiye 2 milyar 600 milyon TL katkı sağlamış, 70 bin
kişiye istihdam oluşturmuştur. 3.750 vakıf eserini ayağa kaldırmış, 250 adet
eserin restorasyonu da devam etmektedir. Şu anda, kurucusu olduğu Bezmiâlem
Vakıf Üniversitesi Hastanesinde, muhtaçlar, katkı payı alınmadan tedavi
ediliyor, sosyal güvencesi olmayan yüzde 40 ve üzeri engelli muhtaç vatandaşlar
ile yetim çocuklardan oluşan 5 bin kişiye, 383 TL tutarında muhtaç aylığı
vermeye devam etmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü ilkokul, ortaokul ve lise
düzeyinde eğitim gören ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarından 15 bin öğrenciye
eğitim yardımı yapıyor. 20 binden fazla aile 15 kalemden oluşan ve Genel
Müdürlükçe doğrudan adreslerine teslim edilen kuru gıda yardımından
faydalanıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çürümeye terk edilen ata
yadigârı eserleri, şükürler olsun, restore etme şerefi bize nasip oldu. Mimar
Sinan’ın dünya mimarisine kazandırdığı en seçkin örneklerden biri olan
Süleymaniye Camii, Fatih Sultan Mehmet’in bizzat yaptırdığı Fatih Camii, 4
yangın sonrası neredeyse kül hâline gelen Yenikapı Mevlevihanesi, asırların
getirdiği yıpranmışlıkla zorla ayakta duran Yavuz Sultan Selim Camii,
Nuruosmaniye, Mihrimah Sultan, Orta Camii ve daha çok sayıda abide eserler
bizim dönemimizde restore edilmiştir.
Seçim bölgem olan Samsun’da da 19 adet camimizin yanında hanlar,
bedestenler, kütüphane, aşevi ve kümbetler restore edilmiş; harabe olmaya terk
edilen, baktığımızda içimizin burkulduğu ecdat yadigârı eserler ayağa
kaldırılmıştır. Sadece Samsun’da restore çalışmalarında 4 milyon 551 bin TL
-eski parayla 4 trilyon 551 milyar- harcama yapılmış; İlkadım ilçemizde Seyyid
Kudbettin Camisi ve Türbesi, Terme’de Pazar Camisi, Çarşamba’da Ordu Köyü
Camisi ve birçok eserler tamir edilmiştir.
On yılda 3.750 eseri konuşuyoruz sayın milletvekilleri ve bu,
yılda 375 esere tekabül etmektedir. Biz bu çalışmaları gece gündüz demeden
devam ettiriyoruz ve vakıf hizmetini sürdürmeye de devam edeceğiz. Tüm bunları
yaparken tek gayemiz, ileride milletimiz “AK PARTİ geldi, hükûmeti devraldı,
büyük bir özveriyle, tükenmez bir şevkle ülkeyi karış karış gezdi ve hizmet
etti. Hizmet ettiler, ürettiler, eser bıraktılar; Allah onlardan razı olsun.”
desin, dualarını almak bize yeterli olacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeni.
AK PARTİ Grubu adına bir sonraki konuşmacı Sayın Mustafa Ataş,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Ataş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2013 yılı bütçesi hakkında
söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin malumu olduğu üzere, AK PARTİ
Hükûmetimizin hazırladığı ilk bütçeden şu an görüşmelerini yaptığımız 2013
bütçesine kadar çok önemli icraatlar kaydettik. 2023 hedeflerini açıkladık
ve hepsini bir bir gerçekleştiriyoruz,
hatta bazen de planlanan süresinden önce hedefleri icraata dönüştürüyoruz.
Şimdi de bütçesini görüştüğümüz Vakıflar Genel Müdürlüğünün görevleri, bugüne
kadar gerçekleştirdiği icraatları ve hedeflerinden bahsetmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, “vakıf” kavramı toplumsal hayatın her
alanında etkisini ve varlığını gösteren bir yardımlaşma ve dayanışma biçiminin
kurumsallaşmış hâlidir. Bu kurumun yaşatılabilmesinin en temel hareket noktası
da vakıf bilincinin yaygınlaştırılması ve sürdürülebilmesidir. Bizler insanı ve
insana sevgiyi her şeyin merkezine koyan bir düşünce dünyasının, bir gönüller
medeniyetinin mirasçısıyız çünkü bizim atalarımızdan devraldığımız medeniyet
bir vakıf medeniyetidir. Şüphesiz her medeniyeti ayakta tutan temel dinamikler
olduğu gibi, bizim de vakıf medeniyetimizin temel taşlarını yardımlaşma ve
dayanışma oluşturur. Batı toplumlarının yeni yeni keşfetmeye başladığı sivil
toplum kavramını atalarımız bin yıl önce keşfetmişlerdir.
Değerli arkadaşlar, dün yani 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları
Günü’ydü. Şahsımın da bir dönem üyelik yaptığı İnsan Hakları Komisyonundan
edindiğim tecrübe ile şunu açıkça söyleyebilirim ki: Bugünün anlamı dünyanın
her neresinde yaşarsanız yaşayın insan olmaktan doğan haklarımızı tam olarak
almaktır. Bugün Batı medeniyetinin sivil medeniyet olarak adlandırdığı, insani
değerlerin ön şart olarak tutulduğu medeniyetin ta kendisi, aslında
ecdadımızdan bize miras kalan vakıf medeniyetidir çünkü bizim vakıf
medeniyetimizde dil, din, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeksizin insana hizmet
vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu amaçlar doğrultusunda
Vakıflar Genel Müdürlüğünün başlıca görevlerine -yüce heyetinize hatırlatmak
maksadıyla- kısaca değineceğim. Bu görevler, ülkemizde ve dünyada vakıf
düşüncesinin yaygınlaştırılmasını sağlamak, vakıf taşınmazlarının çağımız
gereklerine uygun, en yüksek gelir getirecek şekilde değerlendirilmesini
sağlamak, Avrupa Birliği ülkelerindeki uygulamalar da göz önünde bulundurularak
vakıflarımızın yeniden yapılandırılması ve amaçlarına uygun faaliyetlerde
bulunmalarını sağlamak. Vakfiyeler ile vakıf senetlerinde yazılı hayır şartlarını
ve hizmetlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirmek, vakıflarımızı çağdaş bir
yapıya kavuşturmak. Mimari ve tarihî değere sahip vakıf, abide ve sanat
eserlerinin muhafazasını, onarımını ve yaşatılmasını sağlamaktır.
Değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Osmanlı ve
Selçuklu Dönemi’nde kurulmuş ve günümüzde yöneticileri hayatta olmayan
vakıfların tüzel kişiliklerini sürdürerek, kurucularının öngördükleri amaçlar
doğrultusunda günümüzde de faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamaktadır. Dünden
bugüne gelmiş ve geleceğimize intikal edecek çok önemli bir emanet olduğuna
inandığımız vakıf olgusunun canlı tutulması, vakfın temelinde bulunan şuura
uygun hareket etmekle mümkündür. Vakıflar Genel Müdürlüğü işte bu şuurla,
temsil ettiği vakıfların kuruluş amaçları doğrultusunda, çok sayıda hayır
hizmeti gerçekleştirmektedir. Öğrencilere burs verilmekte, hiçbir sosyal
güvencesi olmayan muhtaç vatandaşlara aylık bağlanmakta, ihtiyaç sahibi
ailelere gıda yardımı yapılmakta ve binlerce yıllık vakıf eserinin
restorasyonları gerçekleştirilmektedir.
Benden önce konuşan Samsun Milletvekilimiz Ahmet Yeni Bey’in ifade
ettiği gibi 3.750 vakıf eseri restore edilmişti bizim dönemimizde. Bizden
önceki dönemdeki iktidarlar bunun onda 1’ini dahi restore edebilme becerisini
gösterememişlerdir. Vakıflar var mıydı yok muydu, AK PARTİ iktidarları
döneminde kendisini göstermiştir. İşte bizim hayata geçirmek istediğimiz, vakıf
medeniyetini bu ülkede yeniden hakim kılmak, biraz önce ifade ettiğim gibi dil,
din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeden herkese bu hizmetleri sunmak olmuştur.
Değerli dostlar, AK PARTİ iktidarları döneminde bu icraatlarımızı
başarıyla sürdürüyoruz ve bunun karşılığını da milletimizden hamdolsun
alıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ATAŞ (Devamla) – Bugüne kadar üç genel seçim, iki yerel
seçim, iki referandum yapmış bir siyasi partiyiz ve milletimizden karnemizi
başarıyla almış bir siyasi partiyiz. Hiç kimse kalkıp AK PARTİ’nin başarılarını
küçümsemeye kalkmasın. Millet, AK PARTİ'nin karnesini sandıkta her seçim
döneminde vermektedir.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ataş.
MUSTAFA ATAŞ (Devamla) – Bu duygu ve düşünceler içerisinde, 2013
yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kırık dolu karne bu sefer! İkmal bile
yok, doğrudan kalıyorsunuz.
BAŞKAN – AK PARTİ Grubu adına bir sonraki konuşmacı Sayın Hamza
Dağ, İzmir Milletvekili.
Sayın Dağ, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HAMZA DAĞ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığının bütçesi üzerinde AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun kurulması 1982
Anayasası’nın 134’üncü maddesiyle öngörülmüştür; 1931 yılında kurulan Türk
Tarih Kurumu, 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi
ve Atatürk Kültür Merkezini bünyesine katarak 2876 sayılı Kanun’la 17/08/1983
tarihinde kurulmuştur.
3 Kasım 2011 tarihinde çıkarılan 664 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu’ndaki
boşluklardan kaynaklanan sorunlar giderilmiş, kurum ve bünyesinde yer alan
kurumların sağlam bir hukuki ve teknolojik altyapı ile nitelikli insan
kaynağına sahip olması sağlanmıştır.
Kurum bütçesi 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda 8 milyon
olarak belirlenmiş iken 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda 8 milyon 260
bin olarak belirlenmiş ve yüzde 3,5 arttırılmıştır.
Yapılan kanuni düzenlemelerle ve artan bütçesi ile sağlanan
kurumsal yapı sayesinde kurum başarılı çalışmalara imza atmakta ve her geçen
gün amacına uygun projeler geliştirmektedir. Bu çerçevede, 2011 yılında
başlayan ve 2013 yılında devam edecek olan Orta Asya’nın, Kafkasların, Orta
Doğu’nun, Balkanların sosyal ve kültürel tarihleri, Akdeniz dünyası, tarihî
kaynak, din ve dinî düşünce, bilim ve düşünce, Türk hukuk tarihi, 19 ve 20’nci
yüzyıl Osmanlı araştırmaları kümeleri oluşturulması sağlanmıştır.
AK PARTİ iktidarı, önceki iktidarlar gibi dünyadaki gelişmeleri
seyredip “bekle gör” politikası uygulamak yerine bütün kurumlarımızın proaktif
bir vizyonla çalışmasını sağlamaktadır. Bunun için, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu gibi birçok kurumumuz Balkanlardan Kafkaslara, Orta
Doğu’dan Avrupa’ya kadar birçok alanda çalışmalar yapmakta, Türkiye vizyonuna
katkı sunmaktadır.
2011 yılında donanım kısmı tamamlanan Yüksek Kurum Bilişim
Altyapısı ve Bütünleşik Bilgi Sistemi Projesi ile ilgili çalışmalara devam
edilmektedir. Bu proje sayesinde hizmet kalitesi yüksek, sürdürülebilir,
genişleyebilir, e-devlet kapsamında vatandaş, araştırmacı ve diğer kurum ve
kuruluşlara yönetilebilir hizmetler verilmesi sağlanmış olacaktır. Ülkemiz için
önem ve öncelik arz eden belli konularda veri tabanları, tasarımları ve
yazılımların gerçekleştirilmesi, ayrıca bütün bunların mevcut ulusal ve
uluslararası sistemlere entegre edilmesi hedeflenmiştir. Böylece yüksek kurum
portalının Türkiye, Türk dünyası, Türk medeniyeti ve Türk milletinin dünyaya
açılan kapısı olması gerçekleştirilecektir.
2011 yılında başlatılan ve sürdürülen Burs Sistemi Projesi’yle
kurumun amaç ve ilkelerine uygun kollarda eğitim gören, üniversitelerde yüksek
lisans, doktora ve doktora sonrası araştırmacılar ile lisans öğrencilerine yurt
içinde ve yurt dışında burs verilmeye devam edilmektedir. 2012 yılında kurum,
lisans, yüksek lisans, doktora ve daha sonrasında yapılan çalışmalar için 265
kişiye burs imkânı tanımış iken, 2013 yılında devam eden burslar ile bu sayı
420’yi bulacaktır.
Farklı Kültürlerin Temel Düşünce, Bilim ve Sanat Eserlerini
Türkçeye Çevirme Projesi kapsamında, üniversitenin önerdiği 972 eser için de
tercüme çalışmaları devam etmektedir. Kurum ve bünyesinde yer alan kurumların
bütün doküman ve belgelerin yönetilmesi, saklanması ve arşivlenmesini sağlamak,
çalışma verimini artırmak, çalışanların ve diğer kurumların erişimini,
paylaşımını kolaylaştırmak amacıyla Elektronik Belge Yönetim Sistemi Projesi
2012 yılı Aralık ayı sonuna kadar tamamlanacak ve 2013 yılında uygulamaya
geçilecektir.
Kuruma yapılan atamaları eleştirenlere de yine en iyi cevabı
kurumun kendisi vermektedir. Kurum, her geçen yıl başarılarına yenilerini
eklemekte, yeni projeler üretmektedir.
Evet, muhalefet her ne kadar bu kurumun anlamını ve amacını
anlamamış olsa da çok şükür ki artık anlayan ve bu kuruma hak ettiği değeri
veren bir iktidar vardır.
Ülkemizin tarihi, dili ve kültürü açısından büyük önem taşıyan
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun bütçesinin ve 2013 yılı
bütçemizin hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağ.
AK PARTİ Grubu adına bir sonraki konuşmacı Manisa Milletvekili
Sayın Selçuk Özdağ.
Sayın Özdağ, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Atatürk Araştırma Merkezi bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Milletler kahramanlarıyla yaşarlar. “Kahramanlık”tan sadece savaş
meydanlarında yiğitlik, alplık yapılması anlaşılmamalıdır. Edebiyatın,
insanlığın, gönül ve inanç dünyamızın ve de siyaset alanımızın da kahramanları
vardır. Gazi Mustafa Kemal, Alparslan gibi, Yavuz gibi, Fatih gibi, Kanuni gibi
milletimizin önemli tarihî şahsiyetlerinden biridir. Önemi, hem verdiği
mücadeleden hem de yeni bir devlet inşacısı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
banisi olmasından gelmektedir. Onu kalıcı yapan da, arkadaşlarıyla beraber,
bugün üzerinde yaşadığımız ülkeyi emperyalizm canavarının ağzından alarak
millete emanet etmesidir. Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti devletini
başka bir gezegenden veya ülkeden gelerek kurmadı; Selçuklu ve Osmanlı gibi
büyük bir tarihin ve medeniyetin yüzyıllardır süregelen geleneklerinden
beslenen bir asker ve siyaset adamıydı. Elli yedi yıllık hayatının yirmi beş
senesini Osmanlının askerî öğrencisi ve subayı olarak yaşamış, bu sürenin on üç
senesi Trablusgarp, Balkanlar ve Çanakkale gibi savaş meydanlarında geçmiştir.
Değerli milletvekilleri, tarihî şahsiyetleri bekleyen en önemli
tehlikelerden biri, doğru anlaşılmamak veya doğru anlaşılma yollarının
tıkanmasıdır. Tarihe nefret zemininde bakarsanız hiçbir şey göremezsiniz.
Nefret doğruları, tabulaştırma yanlışları görmeye engel olur; oysa, doğru da,
yanlış da her tarihî şahsiyetin kaderinde vardır. İyi işler yapmış bir insanın
hataları onun değerini düşürmeyeceği gibi, başka bir şahsiyetin istisna iyileri
de onu ibra etmeye yetmez. Onun için, Gazi Mustafa Kemal’in hayatını,
yaşadıklarını, yaptıklarını sadece 1919 sonrasıyla algılamak kendisine
yapılacak en büyük haksızlıklardan birisidir.
Atatürk, iyi işler yapmış ama her tarihî şahsiyet gibi zaman zaman
da eleştirilmiş olan bir büyük devlet adamıdır. Cumhuriyet döneminin en çok
konuşulan, en çok anlatılan kişisi olmasına rağmen, aynı zamanda en az
anlaşılan kişisidir; çünkü, onu anlatanlar, onu anlatmak yerine ya kendi
vehimleriyle yonttukları hayalî bir kişiyi anlatmışlar ya da etrafında bir
dokunulmaz alan oluşturarak anlaşılmasına mâni olmuşlardır. Eleştirel bir gözle
anlatılmayan hiçbir tarihî şahsiyet gerçek manada anlaşılmış sayılmaz; çünkü,
bilinen kaidedir, eleştirilemeyen kutsallaştırılır, kutsallaştırılan da
eleştirilemez.
Tarihî bir şahsiyetin tek cephesini görüp öteki yönlerini
ıskalamak da doğru bir anlatım biçimi değildir. Atatürk, hem etrafında duvarlar
örülerek anlaşılması engellenen bir kişi hem de ideolojik mücadelelerin aracı
hâline getirilerek yanlış takdim edilmiş bir şahsiyettir. Atatürk, nevi şahsına
münhasır, milletine sevdalı, yaşadığı çağın eğilimlerini iyi okuyan, itikaden
Müslüman, cesur, kararlı bir devlet adamıdır. Üstün meziyetleri vardı, ama
zaafları da vardı; doğruları vardı, ama hataları da vardı; cüret ve cesareti
vardı, ama korkuları da vardı; alkışlanacak, taklit edilecek yönleri vardı, ama
eleştirilecek yönleri de vardı; yumruğu vardı, ama kalbi de vardı. Böyle bir
Atatürk, tabulaştırılarak toplumdan koparılmış bir Atatürk’ten bin defa daha
evladır. Unutulmamalıdır ki layüsellik sadece ve sadece Allah’a aittir.
Türk gençliğinin, tüm tarihî değerlerden olduğu gibi ondan ve
hayatından öğreneceği çok şey vardır. Bir tarihî şahsiyetin bir millet için
değer olması için illa bizim gibi inanması, bizim gibi düşünmesi gerekmez, bu
necip millete hizmet etmesi kâfidir. İşte Atatürk Araştırma Merkezinin yapmakla
mükellef olduğu görev budur. Onu doğru anlamak, doğru anlatmak ve onu sevmenin
hiçbir ideolojik eğilime bağlı olmadığını ortaya koymak, bir başka ifadeyle,
Atatürk’ü heykel bekçiliği yaparak değil, emanetlerinin bekçiliğini yaparak
takdim etmektir. Yani tabulaştırmaktan emanet bekçiliğine evrilen bir anlatım
ve takdim mantığı.
Sayın milletvekilleri, demokrasilerde tabular yoktur, hür ve eşit
vatandaşlar vardır. Demokrasi, herkesin düşüncelerini şiddete bulaşmamak ve
şiddeti teşvik etmemek şartıyla rahatlıkla söyleyebileceği rejimdir. Bunun bir
yönü de eleştiridir. Demokratik toplum eleştiri toplumudur, her düşüncenin
kendine hayat sahası bulabildiği toplumdur. Böyle toplumlarda tabulaştırılmış
insanlar ve fikirler olmaz. Bu çerçeveden bakarak Atatürk Araştırma Merkezine
çok önemli görevler düşmektedir.
Batılılar mitolojiden gerçek çıkarırlar, doğulular gerçeği
mitolojiye dönüştürürler. Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ü insan yönüyle,
komutan yönüyle ve siyasetçi yönüyle araştırıp ortaya çıkaracak bir kurum
olarak çalışmalıdır. Atatürk Araştırma Merkezi 2012 yılında 31 adet ulusal, 6
adet uluslararası bilimsel etkinlik gerçekleştirmiştir. 2013 senesindeyse
cumhuriyetimizin 90’ıncı yılı çerçevesinde yoğun bir bilimsel faaliyet programı
planlamaktadır. 2012 yılında toplam 25 adet kitap basılmış, 2013 için ise 30
kitap basılması planlanmaktadır. 2012’de 6’sı yüksek lisans, 3’ü doktora olmak
üzere toplam 9 öğrenciye 126 bin TL burs verilmiştir.
Atatürk Araştırma Merkezi bütçesinin ve genel anlamda 2012
bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdağ.
Şimdi, Düzce Milletvekili Sayın Osman Çakır.
Buyurun Sayın Çakır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Atatürk Kültür
Merkezinin bütçesi ve faaliyetleriyle ilgili söz almış bulunuyorum. Öncelikle
değerli üyeleri saygıyla selamlıyorum.
Anayasa’nın 134’üncü maddesi gereği 1983 yılında kurulan merkez,
Türk kültürü üzerinde araştırma, yayın, tanıtım, teşvik, destekleme ve
ödüllendirme faaliyetlerini sürdüren; görev alanıyla ilgili farklı disiplinlere
mensup yetkin bilim insanlarını bir araya getiren bir araştırma kurumudur.
Merkez, kuruluşundan bugüne ulusal ve uluslararası düzeyde kongreler,
sempozyumlar, paneller, çalıştay ve konferanslar düzenlemiş; süreli ve süresiz
yayınlar çıkarmış, kültür araştırmalarını teşvik amacıyla araştırma bursları ve
ödüller vermiş ve gerçekleştirdiği projelerle kültürümüzün araştırılmasına,
tanıtılmasına ve yayılmasına hizmet etmesinin yanında e-mağaza, yayın satış
faaliyetleri, bilim ve sanat insanlarına ait özel koleksiyonlar ve 70 binin
üzerinde kitap ve süreli yayına sahip kütüphanesiyle hizmet vermektedir. Merkez
2012’de Türk kültürünün farklı alanlarıyla ilgili 17 adet eser yayınlamış,
araştırma dergisi “Erdem”in 61, 62 ve 63’üncü, halı dokuma ve işleme sanatları
dergisi “Arış”ın 6’ncı ve 7’nci sayılarını yayınlamıştır.
Merkezimiz 2012 yılında yüksek lisans ve doktora öğrencilerine
burs vermiştir. Bu burslarla Türkiye'nin toplumsal yapısı, kültürel miras
araştırmaları, din ve düşünce araştırmaları, Balkan araştırmaları, Orta Asya
araştırmaları, Orta Doğu araştırmaları, Kafkas araştırmaları ve Van ve çevresi
araştırmaları çerçevesinde çalışmalar sürdürmektedirler.
Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının 20’nci yılı vesilesiyle
“Avrasya’da Yeniden Çizilen Sınırlar ve İnşa Edilen Kimlikler” başlıklı proje
hazırlanmıştır. Proje Sovyetler Birliği’nin dağılmasının akabinde Azerbaycan,
Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan başta olmak üzere Tacikistan,
Gürcistan, Ukrayna ve Rusya Federasyonu’nda yaşanan siyasal ve toplumsal
değişmeleri, bu ülkelerdeki devlet ve ulus inşa süreçlerini irdelemiştir.
Merkez, kurum bünyesinde de uluslararası nitelikte kapsamlı
projeler yürütmektedir, Cumhuriyet Dönemi Türk Kültürü Projesi, Bilimsel Kent
Monografileri Projesi gibi. “Cumhuriyet Dönemi Türk Kültürü” adlı projenin
Atatürk dönemine ait olan ilk çalışması 2010 yılında tamamlanmıştır, projenin
1938-1960 ve 1960-1980 dönemleri de 2013 yılında tamamlanacaktır. Bilimsel Kent
Monografileri Projesi’yle mekânın kültürle etkileşmesinin bilimsel olarak
araştırılması amaçlanmaktadır. 2009 yılında Isparta’yla başlayan proje, 2013
yılında devam edecektir.
Sayın milletvekilleri, 2012 yılında Ahi Evran’ın ölümünün 750’nci
yılı vesilesiyle “Ahiliğe Genç Bakışlar Sempozyumu” düzenlenmiştir. 2012
yılında üniversiteler ile iş birliği, güncel konularla ilgili 3’ü ulusal, 9’u
uluslararası olmak üzere 12 bilimsel toplantı düzenlenmiştir. Bu toplantılara
örnek olarak, UNESCO’nun 2012 yılını “Nabi ve Itrî Yılı” ilan etmesi
münasebetiyle 23-24 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da “Büyük Bestekâr Itrî
Uluslararası Sempozyumu” 7-8 Aralık 2012 tarihleri arasında Şanlıurfa’da
“Vefatının 300’üncü Yılında Şair Nabi Sempozyumu” düzenlenmiştir. Atatürk
Kültür Merkezi ve Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi iş
birliği ile “Türk Kültürünün Gelişmesi Çağları-2, Yeni Açılımlar” konulu
uluslararası sempozyum düzenlenmiştir.
Değerli milletvekilleri, yapılan çalışmalardan biri de, Atatürk
Kültür Merkezince dört yılda bir düzenlenen uluslararası Türk kültür
kongrelerinden 8’incisi olacaktır. “Kültürel miras” konusuna ayrılmış kongrenin
amacı, ülkeler arasındaki büyük rekabette kültürün siyasi ve ekonomik güç
olarak önem kazanmaya başladığı bu süreçte, batıdan doğuya geniş bir alana
yayılan Türk kültür coğrafyasında disiplinler arası bir yaklaşımla, kültürel ve
doğal mirası bekleyen tehdit ve fırsatları ortaya koymak, kültürün ekonomik ve
endüstriyel boyutunu ele almak, kültürel ve doğal mirasın korunması,
yaşatılması, tanıtılması, araştırılması konusundaki tarihî ve güncel tecrübeyi
tartışarak günümüze ve geleceğe ışık tutmaktır. İnşallah önümüzdeki yıl
içerisinde Eskişehir’de düzenlenecek olan “2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti”
sempozyumuyla, somut olmayan kültürel miras başkenti ilan edilmiş olan
Eskişehir’de bu çalışmalar devam edecektir.
2013 yılı mali bütçesinin, bu önümüzdeki süreç içerisinde inşallah
hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.
AK PARTİ Grubu adına bir sonraki konuşmacı Sayın Mehmet Naci
Bostancı, Amasya Milletvekili.
Sayın Bostancı, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) – Sayın Başkan,
değerli vekil arkadaşlar; adına konuşacağım Türk Dil Kurumu seksen yaşında. Bu
seksen yıllık süre içerisinde çok önemli işler yaptı. Bundan sonra da kendi
alanıyla ilgili faaliyetlerini sürdürecek. Mesela, geçen yıl 18 ulusal,
uluslararası toplantı düzenlemiş, bu yıl, önümüzdeki yıl için 33 tane planlıyor.
Çok çeşitli kitapları destekliyorlar, araştırmacıları destekliyorlar. Bütün bu işleri
de 12,8 milyon parayla yapacaklar; 56 da kadroları var, bunlar çalışarak
yapacaklar.
Elbette, bir ülkenin dili sadece bir kurumu marifetiyle
zenginleşmez, gelişmez. Ülkelerin dilleri ülkelerin zenginlikleriyle ve
gelişmişlikleriyle ilgilidir. Mesela, Alman felsefesinden bahsediyoruz, Marx
Almanca yazmıştı. Alman felsefesinin arkasında 19’uncu yüzyılda Almanya’nın
büyük gelişmesi, tiyatrosunun canlılığı vardır. İngiliz ekonomi politiğinden
bahsederiz. Orada da yine, 15-16’ncı yüzyıldan bu yana İngiltere’nin canlı,
siyasi, ticari, iktisadi hayatı vardır. Fransa edebiyatı için de öyledir.
Aklımıza hangi isim gelse, Lawrence Durrell’den, İngiliz Robert Musil’e yahut
da Albert Camus’a kadar, bunların hepsinin arkasında zengin, güçlü ülkeler
vardır. “Batı medeniyeti” dediğimiz, esasen o dilsel anlatım repertuarı önemli
ölçüde salonların ürünüdür, salonlar, kültür salonları...
Demek ki dil meselesi de aslında ülkelerin gelişmişlikleriyle çok
yakından alakalı ve Türkiye'nin özellikle son on yılda yaşadığı gelişmeyi
sadece iktisadi, istatistiğe dayalı bilgiler olarak değil, aynı zamanda Türk
diline yapılmış olan yatırım olarak görmek gerekir. Mademki dile ilişkin
iddiamız var, bunu sanat, edebiyat ürünleriyle ortaya koymamız gerekiyorsa
bunun arkasında zengin bir toplumun olması gerekir. Eğer zengin değilseniz, dil
konusunda da bir iddianız olmaz. Türkiye’de de Allah’a şükür yazarlar çizerler
yetişiyor. Herkesin görevidir. Her alanda, mutlak surette, o dile katkı
sağlayacak tarzda, rafine, estetik bir dil oluşturmak lazım.
Dil meselesi önemli. Dilin uzun bir tarihi var, yeryüzündeki
maceramıza eşlik eden bir tarih. Dil aslında bu dünyanın avatarıdır ve insanın
en müthiş icadıdır. Dil marifetiyle dünyanın duplikasyonunu yapıyorsunuz, bir
benzerini kuruyorsunuz. O yüzden, Wittgenstein o meşhur “Tractatus” kitabını
bitirdiğinde son cümle olarak “Konuşulmayanın hakkında susulmalı.” diye dile
ilişkin ilginç bir laf eder. Bir başka sözü de “Dil üzerine konuşmak maşayı
maşayla tutmaya benzer.” der. Alman felsefeci Heidegger’in “Dil varlığın
evidir.” lafını herkes bilir veyahut da Frankfurt Okulu’ndan Benjamin’in “Dil
iletişim aracı değil bir varlığın kendisidir.” Dil üzerinde düşünürsek aslında
dil insana kafayı da yedirebilir çünkü dil marifetiyle her şeyi anlatabiliriz,
her şey üzerine konuşabiliriz. Shakespeare o yüzden “kelimeler, kelimeler,
kelimeler…” diyor.
Değerli arkadaşlar, bir örnek vermek istiyorum: İngilizce “person”
kelimesi, Latince “personare”den gelir. Dilin de bir tarihi var, kelimelerin de
bir tarihi var. “Personare”, “per sonare”, adam başına derinlik demektir.
Kişilik iç derinlikle alakalıdır. İçinizin derinliğini davulun boşluğu gibi
yapmayacaksınız, içinizin derinliğini dünyanın avatarı olan kelimelerle
dolduracaksınız. Eğer davulun boşluğu gibi bir iç derinliğiniz varsa o derinlik
ölçüsünde güçlü bir davul sesi, kös davulu gibi bir ses çıkar. O yüzden, iç
derinliği olanlar meramlarını çok böyle bağırarak anlatırlar. Türkçede
biliyorsunuz, “bağırmak”la “böğürmek” aynı kökten gelir. Burada bağıranların
muhakkak dikkat etmesinde fayda var. Bağırarak medeniyetler kurulmaz ama
savaşlar yapılır. Büyük medeniyetler ise zarafetle, kelimelerle kurulur. Büyük
medeniyetler kurmak için birbirimizi anlayacağımız, üretim yapacağımız zengin,
güçlü bir Türkiye’ye ihtiyacımız var.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Başbakan da çok bağırıyor ama. Nasıl
yapacağız?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Grup konuşmalarınızda…
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) – İnşallah, bu Türkiye’yi hep
birlikte kuracağız.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancı.
AK PARTİ Grubu adına son konuşmacı Siirt Milletvekili Osman Ören.
Buyurun Sayın Ören. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN ÖREN (Siirt) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk Tarih Kurumu bütçesi üzerine AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle grubum ve şahsım adına hepinize saygılar
sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, 28 Nisan 1930 tarihinde Atatürk’ün
direktifleriyle kurulan Türk Tarih Kurumunun amacı, Türk tarih ve medeniyetini
bilimsel yollardan incelemek, faaliyetlerini bu doğrultuda ulusal ve uluslararası
düzeyde gerçekleştirmeye çalışmaktır. Türkiye tarihi üzerinde özgün ve evrensel
yetkinlikte bilimsel araştırmalar yapılmasını sağlamak, bilimsel tarih
araştırmaları temelinde bilimde ve eğitimde mükemmelliği özendirmek, toplumda
tarih şuurunu ve kültürünü geliştirmek, uluslararası platformlarda etkin bir
konuma getirmek bu kurumun asli görevleri arasındadır.
Kurum, 2012 yılında 5’i ulusal, 4’ü uluslararası olmak üzere
toplam 9 adet bilimsel toplantı düzenlemiştir. Ayrıca yerli ve yabancı diğer
kurumlar tarafından düzenlenen 7 toplantıya da bildirilerle katılmak suretiyle
katkı sağlamıştır. Kurumun çalışma alanlarıyla ilgili olarak da 2012 yılından
bugüne kadar 15 araştırma eseri yayınlanmıştır. Yıl sonuna kadar 10 adet
araştırma eseri daha basılacaktır. Ayrıca daha önce basılmış olup, mevcudu
biten 7 araştırma eserinin tıpkıbasımları yayınlanmış, yıl sonuna kadar 2 adet
tıpkıbasım eser daha basılacaktır.
Kıymetli arkadaşlar, Türk Tarih Kurumunun görev alanına giren
konularda 2012 yılında 29 yüksek lisans, 18 doktora ve 3 doktora sonrası olmak
üzere toplam 50 öğrenciye burs sağlanmıştır. 2012 yılı içinde Türk Tarih Kurumu
kütüphanesinden 4.260 araştırmacı yararlanmış, 22.569 adet materyal
kullanılmıştır. Belge arşivinden 39 araştırmacı, 15 bin adet belgeden, 550 adet
fotoğraftan yararlanmıştır. Kurul tarafından daha önceki yıllarda başlanılan
fakat sonuçlandırılamayan yurt dışındaki tarihî Türk eserlerinin tespitiyle
Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik tarihi projeleri için 2013 yılında
yeniden harekete geçirilecektir. Ayrıca sosyal bilimler bilgi bankası projesi
çalışmaları kapsamında internet üzerinden iletişimi sağlayacak bir portal da
oluşturulacaktır. Ortaokul, lise, üniversite ve yüksek lisans öğrencilerine
tarih şuuru oluşturması amacıyla yurt içinde ve yurt dışında tarihî yerlerin
tanıtımı amacıyla organizasyonlar düzenlenecektir. Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde
bulunan materyallerin yönetimini yeni teknolojiler yardımıyla daha hızlı ve
daha etkin gerçekleştirmek üzere koleksiyon ve renovasyon projesine devam
edilecektir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türk Tarih Kurumumuzun 2013 yılı
faaliyetleri arasında Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşu sürecinde yaşanan dramları ortaya koyacak çalışmalar yapılması,
uluslararası kamuoyunda Türkiye aleyhine gündeme getirilen Ermeni meselesini
tarihî gerçeklere uygun bir şekilde anlatacak ve dünya kamuoyunda ses getirecek
sinema filmi ve belgeseli hazırlatılması, Çanakkale Zaferi ve Millî Mücadele
gibi tarihimizin dönüm noktalarını simgeleyen panoramik ve tematik müzeler
kurulması, valilik-belediye iş birliğiyle yerleşim merkezlerinde tarihî
parkların düzenlenmesi için çalışmalar başlatılması, önemli günler ve
şahsiyetler esas alınarak ülke barışına yönelik anma etkinlikleri için program
yapılması konuları yer almaktadır.
Yine, 2013 yılında 10 lisans, 20 yüksek lisans, 30 doktora ve 5
doktora sonrası olmak üzere 65 öğrenciye burs sağlanması; ayrıca, yurt dışında
5 araştırmacıya da doktora sonrası araştırma bursu verilmesi hedeflenmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türk Tarih Kurumunun bu manada, daha
geniş bir açıyla, ülkemizin yakın dönemine ilişkin sosyal, politik çalışmalar
yapmasını temenni ediyorum. Bu çalışmaları yaparken şu ilkenin de önemli
olduğunu düşünüyorum: Partimiz, kimsesizlerin kimsesi olmak meselesinin altını
hassasiyetle çizen bir parti. Ünlü bir düşünür “Tarih, galiplerin tarihidir;
mağlup olanların tarihte çok fazla yeri olmaz.” demektedir. Ancak, AK PARTİ
tarihçiliğe yeni bir soluk getirip, bugün, kimsesizlerin kimsesi olmak için
çalışıyorsa, tarihte de hem galip gelenlerin hem de mağlup olanların sesi
olacak ve toplumumuzun gerçek toplumsal ve siyasi tarihini ortaya koyma yolunda
güçlü bir irade gösterecektir. Ayrıca, toplumumuzun sahip olduğu tarihsel ve
kültürel farklılıkları zenginlik olarak görüp, tarihte olduğu gibi geleceğe de
birlikte yürüyerek derin bağlarımızı ortaya koyacaktır.
Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ören.
Sayın milletvekilleri, oturuma 45 dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 19.37
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.24
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet
SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT
(Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
37’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın ikinci tur görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Vekiller yok Sayın Başkan.
ADİL KURT (Hakkâri) – AKP yok Sayın Başkan.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Vekiller yok, kimse yok.
BAŞKAN – Gelirler, gelirler efendim.
ADİL KURT (Hakkâri) – Gelsinler, sonra…
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Gelsinler, sonra… Kime konuşacağız?
BAŞKAN – Hayır, “Sonra” diye bir şey yok, kusura bakmayın.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Boş salona konuşmayalım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Adil Kurt, Hakkâri
Milletvekili.
Buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Neyse, Sayın Bakan var, yeter.
BAŞKAN – Sayın Kurt,
süreniz on beş dakika.
MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – Karşıya bari 3-5 kişi otursun da Sayın
Başkan, konuşanlar, yazık, boş koltuğa…
BAŞKAN – Şimdi çağırtırız.
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Grupta kimse olmayınca Sayın Bakana konuşacağız. Dolayısıyla
çoğunlukla bu tarafa bakacağız, kusura bakmayın.
MUSA ÇAM (İzmir) – İktidar partisi bütçeye bu kadar önem veriyor,
bu kadar önem veriyor Sayın Başkan!
ADİL KURT (Devamla) – Evet.
Anlaşılan AKP Grubu daha erken saatlerde, bütçenin ilk gününde çok
yoruldu, bu işi sonuna götüremeyecekler, anlaşıldı, onu burada net anladık.
NAZMİ GÜR (Van) – Başbakan yurt dışına gitti…
ADİL KURT (Devamla) – Bugün aslında Meclis TV’nin kuruluş yıl
dönümünü müteakip günde böyle bir konuşma
nasip oldu, bu vesileyle Meclis TV’nin kuruluşunu kutluyor,
çalışanlarına hem emeklerinden dolayı teşekkür ediyoruz, bundan sonraki
çalışmalarında da başarılar diliyoruz.
Değerli milletvekilleri, esasında burada daha önce çözülmesi
gereken bir sorunu da daha konuşmamın ilk cümlelerinde dile getirmek istiyorum,
o da gazetecilerin özlük haklarıyla ilgili olarak, meslek yıpranması durumuyla
ilgili olarak bir düzenlemenin bu Meclisten daha önce geçmiş olması gerekiyor;
bu vesileyle daha konuşmamın başında Sayın Bakanın dikkatini çekmek istiyorum,
mutlaka bu konuyla ilgileneceklerini ümit ediyorum çünkü her defasında
meslektaşlarımız, gazeteci arkadaşlarımız bu konuda isteklerini, taleplerini
dile getiriyorlar ama maalesef bugüne kadar pek ilgilenen olmadı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasında böyle bütçe
üzerine ayrıntılı bir konuşma, ayrıntılı bir rapor hazırlamayı arzu ederdim ama
içinde bulunduğumuz koşullar basın camiasının getirildiği durum itibarıyla
maalesef bütçeyi konuşmak yerine, rakamları konuşmak yerine tablo üzerinde bir
resmi paylaşmakta fayda görüyorum.
“Yeni dönem gazetecilik kaideleri” adı altında ya da başlıkları
altında topladığım bu görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.
Bu kaidelerden ilki bence şu: 1’incisi: Türkiye’de doğruları
söylersen dokuz köyden kovulursun, asla onuncu köyün olduğuna inanmayacaksın.
Türkiye’de yasalar, düşünce ve fikir özgürlüğünden bahseder. “Düşünce ve fikir
özgürlüğü vardır.” cümlesinden sonra “ama” diye bir bağlaç vardır. Gazetecileri
esas ilgilendiren bu bağlaçtır yani bu bağlaçtan sonra dile getirilenler esas
önemli olanıdır.
2’ncisi: Türkiye’de Roboski’yle uğraşacağına Dobrovski’yle
uğraşacaksınız çünkü devletin bekasını ancak ülkeyi yönetenler düşünür.
Roboski’de 34 yoksul Kürt vatandaşın katledilmesinde “Elbette ki devletimizin
bir bildiği vardır.” diyeceksiniz ve bu olayın üzerine gitmeyeceksiniz. Kim,
nerede, kiminle buluştu, kiminle pişti oldu; bu haberlerle ilgilenirseniz bence
makul gazetecilik yapmış olursunuz.
3’üncü kriter olarak şunu ifade edebilirim: İktidarla barışık
olmanın yolu lay lum loy gazetecilik yapmaktan geçer. Sayın Bülent Arınç ve
beraberindekiler Yemen türküsünü söylerken, asla, detone oldular
diyemeyeceksiniz, dememeniz gerekir. Tersine, Yemen türküsünü Sayın Arınç’tan
dinlerken Zeki Müren’i, Bülent Ersoy’u, Sezen Aksu’yu, Ahmet Kaya’yı, Kavis
Ağa’yı, Mıhemet Arif Cizravi’yi dinler gibi yapacaksınız.
4’üncüsü: Zaman zaman muhalefete çamur atmaktan, muhalefete iftira
atmaktan kaçınmayacaksınız çünkü bilmelisiniz ki eğer bugünkü iktidar
devrilirse bu, sizin de sonunuz olur. Dolayısıyla, iktidarlara yakın
görünmenin, iktidarlara yağ çekmenin geçer akçe olduğunu bileceksiniz. Zaman
zaman, bulunduğunuz yerlerde herhangi bir grup genci bir arada görürseniz,
kızlı-erkekli genç bir grup görürseniz hemen BDP’lileri rahatlıkla
suçlayabilirsiniz, manşet atabilirsiniz, diyebilirsiniz ki: “BDP
milletvekillerinin çocukları gününü gün ediyor.” Şöyle de başlık atabilirsiniz…
Ama bu resimlerdekilerin BDP’lilerin çocukları olup olmadığı nasılsa
anlaşılmaz, onlar mahkemeye başvursalar dahi hiçbir zaman haklılıkları
kanıtlanmaz. Bu ülkede mahkemelerin yalan, iftira haberlerle uğraşacak kadar
zamanları yoktur. Onlar, gerçekleri yazanlarla yeterince meşgullerdir. Bu konu
güme gider, sizin de attığınız çamur yanınıza kâr kalır. Bunu yaparken de
kendinize “Müslüman’ım.” diyeceksiniz.
Bakın, daha dünkü bir gazete haberinden söz ediyorum: Buradaki
gençler kimdir bilmiyoruz ama “Sayın Murat Bozlak’ın oğlu, kızlarla keyif
yaparken” diye başlık atmış Müslüman bir gazete! Müslümanlık buysa ne demek
gerekir bilmiyorum ama bunun Müslümanlık olmadığını çok iyi biliyoruz.
5’inci kriteri ifade edeyim: Söylediğin başını yakabilir. Bin
düşün, bir yazma, hatta mümkünse hiç yazma. Yeni dönemin temel kriterlerinden
bir tanesi de bu, çünkü iktidarların yolsuzluklarını, polisin şiddetini,
sınırda katledilen köylüleri yazarsan kendini kodeste bulursun. Bu nedenlerle,
her gördüğün, duyduğun, haber değildir. Bunu kafandan çıkarma, yeni dönem
gazetecilik bu, her gördüğün şey, haber değildir. Bunun yerine, meşhur halk
deyimiyle ifade edeyim: “Bin düşün, bir söyle.” derler ya, şimdi burada kriter
değişiyor, bin düşün ama hiç söyleme, hiç söylemezsen senin için iyi olur,
akıbetin için iyi olur kaidesidir.
6’ncı kaideden söz ediyorum: Başbakana ve iktidar mensuplarına
biat et, sonra soru sor. Bakınız, hiç iftira atmıyorum. Sayın Başbakana birçok
gazeteci soru sorarken şunu söylemiştir: “Siz bu kadar iyi şeyler yapıyorsunuz,
buna rağmen muhalefet sizi niye eleştiriyor?” Bakın, bunlar gazetecilik
soruları! Açın, bu özellikle uçaklarda Başbakanla seyahat eden gazetecilerin
sorduğu sorular arasında böyle sorular vardır, şablon sorusu vardır. Yeni dönem
gazetecilik soru formatından bir örnekti sizinle paylaştığım.
7’nci örnek: Yasaların, öncelikle yönetenleri koruduğunu asla
aklından çıkarma. Unutma, mahkemeye düşersen hâkim ve savcılar kanaatini senden
yana asla kullanmazlar çünkü onları terfi ettiren siz değilsiniz, iyi hâl ve
kanaati, ancak iktidar mensupları için kullanırlar.
8’inci kriteri sizinle paylaşıyorum: Bugünün mağdurları yarın
iktidar olduklarında aynı yasalara sığınırlar. İşin kötü tarafı bu.
Şimdi, sizinle birkaç tane gazete başlığı paylaşacağım, sonra esas
söylemek istediğim noktaya geleceğim. Değerli arkadaşlar, şimdi, bu 28 Şubat
1997 darbesinden sonraki iki ayrı gazete manşetini sizinle paylaşacağım. Biri
Zaman gazetesi, biri o dönem yayın yapan Demokrasi gazetesi. Zaman gazetesinin
manşetini sizinle paylaşıyorum. Ne diyordu? Bu, 1 Mart 1997 tarihli gazete
manşetidir: “Bir Kere Daha Demokrasi” “Yapılan açıklamayı farklı…” Bu, o dönem
Millî Güvenlik Kurulu kararlarına ilişkin haberdi. Düzeltiyorum, 1 Mart dedim,
2 Mart Pazar günkü gazetenin manşeti. “Yapılan açıklamayı farklı yorumlasa da
bütün kesimler, demokrasinin korunması ve tansiyonun düşürülmesi konusunda
birbirine yakın görüşler açıkladılar. Beklenenin aksine kuruldan kaos değil, iş
birliği ve yakınlaşma ile neticelenen mesajlar çıktı.” diyor. Bu, o dönemin
Zaman gazetesi. Niye söylüyorum, yani niye altını çiziyorum onu da birazdan
sizinle paylaşacağım, o dönemin… Yani Millî gazeteyi de sizinle paylaşabilirim,
başlığını da okurum: “Artık ‘Geveze’ Türkiye Yok”, Millî gazetenin başlığıydı.
O dönemin Demokrasi gazetesinin başlığı da şuydu: “MGK Kararları Muhtıra” ve o
dönemin HADEP yetkilileri de MGK kararlarını yorumlamışlar ve şu tespit,
haberde spottur: “Seçimle gelmiş, seçimle gideceği belli bir hükûmete muhtıra
veren MGK, Susurluk kazasıyla ortaya çıkan kontrgerilla ve devlet içindeki
gizli örgütlenmelere sessiz kalmaktadır.” Şunun için ifade ettim yani bir
sonraki kriteri paylaşayım, niye bu iki başlığa bugün atıfta bulunmak ihtiyacı
duyduğumu sizinle paylaşacağım.
Bakınız 9’uncu madde olarak benim sıraladığım şu, naçizane: Bu
memleketi sen kurtaramazsın. Dünyada ebediyete intikal etmemiş hiçbir Donkişot
yoktur. Musa Anter’den ders almadıysan Metin Göktepe’ye bak. O da olmadı, bugün
cezaevinde olan 76 gazetecinin iddianamesini oku.
İddianameden bir örnek getirdim. Çağdaş Kaplan’ın iddianamesi:
Bakın değerli arkadaşlar, bir gazeteci arkadaşımız, Çağdaş Kaplan, son
operasyonlarda tutuklanmış. Şimdi, gazeteci örgütleri, Hükûmeti, Hükûmet
mensuplarını her defasında sıkıştırdıkları için hem Sayın Adalet Bakanı hem
Sayın Bülent Arınç, bu şahısla, bu arkadaşımızla ilgili olarak şunu ifade
etmişlerdir: “Bu, gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklanan bir gazeteci
değildir.” demiştir. Niçin tutuklanmıştır? “Bir müteahhidi kaçırma fiilinden dolayı…”
İftira atmıyorum,. Sayın Arınç’ın komisyon toplantısındaki ifadesinden söz
ediyorum. İddianame burada.
Sayın Arınç, böyle bir suçlama yok. İddianamede öyle bir suçlama
yok. Kim size o bilgiyi vermişse, kim Sayın Adalet Bakanına o bilgiyi vermişse,
kusura bakmayın, yanlış bilgi vermiştir. Tamamında gazetecilik faaliyetleri
vardır. Bu genç kardeşimize yazık etmişsiniz. Savcının, hâkimin söylemediği
şeyi siz söylemişsiniz. Bakın Sayın Bakanım, emin olun, maazallah, bugün de bir
28 Şubat vakası yaşanırsa Çağdaş Kaplan ve arkadaşları çıkar, bugün burada
başlığını size gösterdiğim Demokrasi gazetesinin onurlu duruşunu tekrar
sergilerler, o darbe girişiminin karşısında dururlar ve emin olun, bugün her
defasında, her fırsatta takla atma gayreti içerisinde olan gazeteler de, böyle
manşet atarlar. O nedenle, gerçekleri söyleyen, gerçekleri konuşan, gerçekleri
yazan gazetecileri bu şekilde heba etmeyin, yazıktır.
Devam edeceğim Sayın Bakan, tabii, zamanım elverirse daha
söyleyecek çok şey var bu konuda. Bakın, bir önemli kriter daha, 10’uncu kriter
olarak koyduğum kriter: “Bu kurallara uymazsan sen bilirsin.” Çokça bu tehdidi
duyduk. Gazetecilerin, köşe yazarlarının tehdit edildiğini ve işlerinden
edildiğini biliyoruz. Bunu artık ne Hükûmet üyeleri, ne iktidar mensupları, ne
de muhalefet… Kimse artık bunu ne reddediyor, ne inkâr ediyor ve işin kötü
tarafı kanıksanan bir durumdur. Gazetecinin, yazarın tehdit edilmesi kanıksandı
Türkiye'de. Uyarsan yani bu kriterlere ve geride saydığım 9 kritere uyarsan
“gününü gün edersin” denir, Başbakanın uçağında bakanların önünde oturursun.
Siz bugüne kadar Başbakanın uçağında yolculuk eden bir muhalif gazeteci yazara
tanık oldunuz mu hiç? Var mı böyle bir örnek? Sizin Hükûmetinizi eleştirip de,
uygulamalarınızı eleştirip de Sayın Başbakanla birlikte uçak seyahati yapan bir
gazeteciyi hiç gördünüz mü?
Ve 11’inci kriter de şu: Ya bunlara uyarsın ya da -tırnak içinde
ifade ediyorum belki Meclis adabına aykırı bir sözdür, hepinizden özür
diliyorum- aptallık edersin. Bir kriter de bu. Yazılmadı, yazılmayan bir
kriterden de size söz edeyim.
Geçen seneki bütçe konuşmaları esnasında da dile getirdim, Sayın
Bakan, ben hâlâ geçen sene söylediğim noktada duruyorum. TRT’nin Kürtçe korsan
yayın yapmasına gönlüm elvermiyor. Bu ayıbı düzeltelim. Bakın, demin AKP’li bir
sayın hatip burada TRT’nin yayın yaptığı dilleri tek tek saydı, dili varmadı,
-onu saymayı unutmadı, dili varmadı- söylemedi. TRT, niye Kürtçe korsan
yayıncılık yapsın? Bunu düzeltin. Getirin yasasını biz düzeltelim, destek veririz
size. Yani Kürtçenin, “Kürt” kavramının yasalara geçmesinden neden bu kadar
imtina ediyorsunuz? Bunları düzeltmemiz gerekiyor. Bunda hiç kimse kaybetmez bu
düzenlemeleri yaptığınızda, tersine bir sıkıntıyı ortadan kaldırmış oluruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla) - Değerli Başkan, süremin -herhâlde- siz
uyarmadan, son bulduğunun farkındayım. Söylenecek daha başka şeyler de var ama
en azından, sıraladığım 11 kriteri bitirme fırsatını buldum.
Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kurt.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Mardin
Milletvekili Sayın Erol Dora. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Dora.
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında
Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Vakıfların, zengin ve fakir arasındaki gelir farkını azaltmanın
bir biçimi olarak toplumun gelişmesinde önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Bu anlamda, vakıflar -genel anlamda- yoksulluğu ortadan kaldırmayı, zenginden
fakire gönüllü servet transferini ve dikey, sosyal, ekonomik hareketliliği
artırmayı hedefleyen politikalarla, kâr etmeyen kurumlar olarak
değerlendirilebilinir.
Türkiye’de yaşayan gayrimüslim vatandaşlar, ulusal hukukta azınlık
statüsünü Lozan Barış Antlaşması’nda kazanmışlardır. Lozan Antlaşması’nın
42’nci maddesinin üçüncü fıkrasında “Türk Hükûmeti, söz konusu azınlıklara ait
kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü
korumayı sağlamayı yükümlenir. Aynı azınlıkların, bugünkü durumda, Türkiye’de
mevcut olan vakıflarına ve dinî ve hayri kurumlarına her türlü kolaylık ve
müsaade gösterilecek ve Türk Hükûmeti, yeni din ve hayır kurumlarının kurulması
için bu gibi özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini
esirgemeyecektir.” ifadesi geçmektedir. Lozan’da azınlıklara tanınan bu haklar,
bir dizi yasa ve uygulamayla sınırlandırılmış, birtakım kısıtlamalarla
budanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek bir önceki koalisyon
Hükûmetince gerekse Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti döneminde 2003, 2008 ve
2011 yılında azınlık vakıflarıyla ilgili olarak olumlu gelişmelerin yaşandığını
söylemek gerekiyor. Bu düzenlemeler, azınlıkların ve sahip oldukları vakıfların
sorunlarını çözmede ileri adımlar olarak görülüp, azınlık ve inanç grupları
arasında takdirle karşılanmıştır. Ancak, hemen ifade etmek gerekir ki atılan bu
olumlu adımlar azınlık vakıflarının sorunlarını çözmede yetersizdir.
Azınlık vakıflarıyla ilgili önemli düzenlemelerden biri 2008
yılında çıkarılan Vakıflar Yasası’dır. Bu yasanın 7’nci maddesinin ikinci
fıkrasında “Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce mazbut vakıflar arasına
alınan vakıflarla, bu kanuna göre, mazbut vakıflar arasına alınan vakıflara bir
daha yönetici seçimi ve ataması yapılamaz.” şeklinde düzenleme vardır. Yeni
kanunda getirilen bu düzenlemeyle, bırakın mazbutaya alınan vakıfların iade
edilmesini, aksine bu kanunun yürürlüğünden önce mazbut vakıf statüsüne alınmış
olan vakıflara yasal meşruluk kazandırılmaktır.
Mazbut vakıf statüsüne alınan cemaat vakıflarına ait taşınmazların
cemaat vakıflarına iadesi konusunda herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.
Ayrıca, 2011 yılında çıkarılan kanun hükmünde kararnamede de bu durumla ilgili
herhangi bir gelişme mevcut değildir.
2008 yılında çıkarılan yasanın 5’inci maddesinde “Yabancılar,
Türkiye'de hukukî ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler.”
denmiş, ancak aynı maddenin birinci fıkrasında “Yeni vakıflar; Türk Medenî
Kanunu hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterir.” şeklinde bir hüküm
getirmiştir. Medenî Kanun’un 101’inci maddesinin son fıkrasındaysa “Belli ırk
ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.” hükmü vardır.
Medeni Kanun’un 101/4 maddesinde “Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen
niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve
millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını
desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.” hükmü mevcuttur.
Aynı maddenin dördüncü fıkrasında “Yabancılar, Türkiye’de hukuki
ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler.” hükmü getirilmiş
olmasına karşın hem yabancı şahıs ve cemaatler hem de Türk vatandaşı olan şahıs
ve cemaatler yeni vakıf kurmaya çalıştıklarında Medeni Kanun’un 101/4’üncü maddesi
gerekçe gösterilerek, yeni vakıf kurmaları engellenecektir. Şu durumda aynı
madde içinde temel çelişkiler mevcuttur.
27 Ağustos 2011 günü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
ve 2008 yılı 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na kanun hükmünde kararnameyle eklenen
11’inci maddenin de el konulan pek çok mülkün iadesini kapsamadığı ortaya
çıkmıştır. Yapılan bu değişiklikle, değişiklikten önceki, öncelikle mülk
iadesini 1936 Beyannamesi’ne kayıtlı taşınmazlar ile sınırlı tutması, bir mal
beyannamesi olarak hazırlanan ve akabinde cemaat vakıflarının mal varlığını
sınırlayan hukuk dışılığı devam ettirmektedir.
Ayrıca, Türkiye’de kamulaştırmalar hakkaniyetli bir zemine
oturmamaktadır. Kanun hükmündeki diğer bir önemli eksiklik de bazı vakıflarca
mal kategorisinde değerlendirilmeyen ve 1936 Beyannamesi’ne eklenmeyen
mezarlıklar sorunudur.
Ayrıca, Türkiye’de azınlık ve inanç gruplarının çok sayıda sorunu
vardır ve devletin bu sorunlara acil olarak çözüm bulması gerekmektedir.
Örneğin, Alevilere ait vakıf mülklerine, mallarına el konulmuştur. Alevilerin
birçok ibadethanesi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetindedir. Alevi
vatandaşlarımız, ibadethaneleri fahiş fiyatlarla kiralamak zorunda
kalmaktadırlar. Cemevlerinin yasal bir statüye kavuşturulmamış olması da ayrıca
bir eksikliktir.
Zaman olmadığı için çabuk geçmek zorundayım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı bin beş yüz yıldır
Mezopotamya topraklarında yaşayan Süryanilerin, milattan sonra 397 yılında
kurulmuş olan Mor Gabriel Manastırı, şu günlerde sancılı zamanlardan
geçmektedir. Mor Gabriel Vakfı, şu anda dava konusu olan gayrimenkulleri 1936
yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirdiği, 1937 yılından günümüze kadar
kesintisiz olarak Arazi Tahrir Kanunu gereğince vergilerini ödediği ve ayrıca
vakfın taşınmazları Kadastro Yasası’nın 14’üncü maddesindeki sınırlamaların
dışında kaldığı hâlde manastırın topraklarına el konulması, hukuk devleti olma
ilkesiyle çelişmektedir. Ayrıca, Lozan Antlaşması’nın 40’ıncı maddesi gereğince
de bu gibi müktesep hakların tam bir koruma altında olduğu belirtilmiştir.
Bugün de Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereğince ve özellikle son fıkrası
uyarınca “Kanunlarda bir çatışma olduğunda milletlerarası antlaşma hükümlerine
öncelik tanınacaktır.” 1858, Arazi Kanunnamesi de manastırlara kadimden beri
veya beraat ve fermanlarla tanınmış olan gayrimenkul tasarruf haklarına
dokunulamayacağını belirlemiştir.
Avrupa Birliği 2012 İlerleme Raporu’nda da Mor Gabriel Süryani
Vakfına ait davaya vurgu yapılmış, manastır aleyhinde süren davaların endişe
kaynağı olduğu belirtilmiştir. Son yıllarda Süryanilerin binlerce yıldır
yaşadıkları topraklara geri dönmeleri yönünde kısmi adımlar atılmışken, Mor Gabriel Vakfının taşınmazlarına yönelik
böylesi bir kararın çıkması, gerek Türkiye’de gerek diasporada yaşayan Süryani
halkını büyük hayal kırıklığına uğratmıştır.
Geçenlerde de Süryaniler, İstanbul Süryani Ortodoks Vakfı,
Süryaniceyi de öğretebilecek bir anaokulu talebinde bulunmuştur. İlgili
makamlarca, Süryanilerin Lozan Antlaşması kapsamında olmadığı, asli unsur
oldukları gerekçeleriyle bu talepleri reddedilmiştir. Bu, tamamen Lozan Antlaşması’nın ruhuna ve
sözüne aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve gayrimüslim olan bütün
vatandaşlar, Lozan Antlaşması’nın kapsamı dâhilindedirler ve ayrıca da bugün
Türkiye’de Süryanilere ait 15’e yakın
varlığını sürdüren vakıf vardır.
Ayrıca, bildiğiniz gibi, 1844 yılında din adamı yetiştirmek üzere
kurulmuş olan Heybeliada Ruhban Okulu, hâlâ kapalı bulunmaktadır. Heybeliada
Ruhban Okulu üzerinden tartışılmakla birlikte, aslında Türkiye’nin bütün
gayrimüslimlerinin de genel anlamda bu tür sorunları vardır. Okulun kapalı
tutulmasının hukuki gerekçeleri mesnetsizdir, ülkemizin kendine hedef koyduğu
çağdaş uygarlık seviyesi, demokrasinin evrensel ilkeleri ve AB’ye tam üyelik
amacıyla da çelişmektedir. O açıdan bir an önce ruhban okulunun da biz açılması
gerektiğine inanıyoruz.
Dün, gazetelerde de vardı. İstanbul Süryani Ortodoks Vakfı, yani
yıllardır İstanbul’da bir ibadet yeri bir kilise inşası için belediyeden arazi
tahsisi talebinde bulunmuştu. Sayın İstanbul Belediye Başkanımız ve Belediye
Meclisi, yıllardır bu konuda araştırmalar yapmaktadır ve dün, gazetelerdeki
haberlere göre Yeşilköy’de kendilerine bir ibadet yeri tahsisi konusunda meclis
karara varmıştır. Biz bunu da olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz çünkü
biz laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Devletin bütün farklı
inançlara, farklı gruplara eşit mesafede olması lazım ve onların da
ihtiyaçlarının bu anlamda bir hizmet olarak yerine getirilmesi gerektiğine
inanıyoruz. Bu gelişmeyi de biz olumluyoruz, bizim bakış açımız budur. Biz
bunları dile getirdiğimizde de Türkiye’deki eksiklikleri gidermek ve kendi
sorunlarımızı kendimizin çözümlemesi gerektiğine inanıyoruz.
Süremin bitmiş olmasından dolayı sözlerime son veriyorum. Bu
bütçenin ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Genel Kurulu tekrar
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dora.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Kars
Milletvekili Sayın Mülkiye Birtane.
Buyurun Sayın Birtane. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz on beş dakika.
BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma
Merkezi ve Atatürk Kültür Merkezinin 2013 yılı bütçesine dair Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına görüşlerimizi paylaşmak üzere söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve
Atatürk Kültür Merkezi birbirine bağlı kurumlardır. Bu nedenle bu kurumlara
dönük değerlendirmemi bir bütün olarak yapmaya çalışacağım.
Türkiye, gerçekten, çok kimlikli ve doğal olarak da çok dilli, çok
dinli, çok kültürlü bir ülkedir; resmiyette ise tek kimlikli, tek dilli, tek
dinli, kültürel çeşitliliğe kuşkuyla bakan bir yapıya sahiptir. Yani bir
tarafta gerçekteki çoğulcu yapısı, diğer tarafta Türk ve Sünni kimliğinin
üstünlüğünü payidar kılan resmî şekillenme mevcuttur. Durum böyle olunca, var
olma mücadelesi veren halklarla onları yok sayan, sürekli baskı altında tutarak
yok etmeye çalışan devlet yapısı arasında yaşanan bitmez tükenmez çatışma hep
canlı kalmıştır. Çeşitliliği benimsemektense tekçiliği ve çatışmayı tercih eden
devlet mantığı, birçok kez göçlere, katliamlara, sürgünlere imza atmıştır.
Türk’ün, Türklüğün üstün tutulma kaygısı ve “öteki”nin var olmasına karşı
bitmez tükenmez tahammülsüzlük, Türkiye Cumhuriyeti tarihine her defasında yeni
utanç sayfaları eklemiştir.
Evet, Araplar, Ezidiler, Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Süryaniler,
Hristiyanlar ve sayılarını daha da çoğaltabileceğimiz birçok halk, bu
toprakların kadim halklarındandır ancak tekçi ve kafatasçı politikalarla bu
topraklara kanları akıtıldı ve katliamlar yapıldı. Türklük üzerinden gidenler,
bu yaşananlardan ders çıkarmak yerine yeni “ötekiler” yarattı. Yetkililer
meydanlarda Zerdüştlüğü aşağılar oldu, Ezidiliği hakaret olarak andı. Tek dil,
tek din, tek millet ısrarı kan, gözyaşı, yoksulluk, bomba, silah, patlama,
korku ve umutsuzluk oldu Kürt’e, Türk’e, Laz’a, Çerkez’e. Bu politikalar
sürekli herkese acı çektirdi ve çektirmeye devam ediyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler elbette bu kurumlara
düşman değiliz ancak farklılıkların yaşadığı bir yerde tek ırkın yüceltildiği
makamlar, her zaman değerlerine gölge düşürür. Söz konusu kurumlar, aynı topraklarda
yaşayan halkların ne dillerini, dinlerini, kültürlerini ne de tarihlerini
yazdı. Bu kurumların yazdığı tarihte kendi ülkesini kurmak isteyen halklar
kışkırtılmış, İslamiyeti kabul etmeyen dinler “kâfir, tanrıtanımaz” olarak
okunmuş, bayrağı için ölen Türk “kahraman” yapılırken, kendi halkının hak ve
özgürlüğü için mücadele eden Kürtler “şaki” olarak tarihe düşülmüştür. O günden
bugüne omzunda Türk Bayrağı’yla dolaşanlar “korkusuz Türk” oldu, kendi dilinde
şarkı söyleyen Kürt ise “terörist” sayıldı.
“Ötekiler ve Türkler” algısı biraz da bu kurumlar üzerinden
şekillendi. Kürt’süz, Süryani’siz tarih kitapları bu kurumlarda yazıldı.
Onlarca etnik grubun yaşadığı Türkiye’de tarih, bir dilden yazılınca Kürtler,
Aleviler, Zerdüştler, Ezidiler de yok sayıldı. Ancak buna rağmen bu kurumlar,
her defasında yüceltilerek dünyanın en çağdaş kurumları olarak addedildiler.
“Türkçe, dünya dili olmak mecburiyetindedir.” diyenler, “Kürtçe
medeniyet dili midir?” tartışmasını yaptılar. “Türkçe, dünyaya açılmalı.”
diyenler, Kürtlerin ana dillerinde eğitim görmelerine karşı çıktılar. Hak,
hukuk adaletten bahsedenler, eşitsizliğin olduğu bu ülkede nasıl adaletten
bahsedebilirler?
Türkiye’de adaletin olup olmadığını ancak bir taraftan Türk Dil
Kurumu, bir taraftan ana dilde eğitim istediği için sokaklarda coplanan,
cezaevlerine doldurulan Kürtlerle ifade edebiliriz. “Atatürk ve Atatürkçülük”
diyenler, Atatürk’ün, Büyük Millet Meclisinin kuruluş aşamasında Kürtler
hakkında söylediklerini biraz olsun anlamış olsalardı, bugün yaşanan acılar
yaşanmamış olacaktı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu, Anayasa’nın 134’üncü maddesi gereği 2876 sayılı Kanun’la
“Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk
tarihini, Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayımlar
yapmak amacıyla kurulmuştur.” Tekçi bir yaklaşımı olduğu için de demokratik
kurumlar olmadığı, darbeci mantığa hizmet ettikleri ortadadır. Bu nedenledir
ki, bu ülkede yaşayan diğer halklar, diğer diller için hiçbir faaliyetleri
yoktur.
Bir halkın dilini öldürmek, o halkı öldürmektir. Tarihini yazmamak
ise, o halkın geçmişini yok sayıp öldürmektir. Toplumlar en olanaksız
zamanlarda bile maddi ve manevi değerlerini, dillerini koruyup yaşatmışlardır,
en ilkel zamanlarda dillerini yazılı hâle getirmişlerdir. Bu sebeple, içinde
bulunduğumuz yüzyılda bilim ve kültür kurumlarının, o ülkede yaşayan bütün
toplulukların dillerini, kültürlerini ve tarihlerini doğru ve tarafsız olarak
yazma, geliştirme ve aktarma gibi bir sorumluluğu vardır. Ancak eğer bir kurum
yalnızca bir etnik gruba hitap ediyor ve bir etnik grubun değerlerini yaşatmak
gibi bir amaca hizmet ediyorsa, onu tüm topluma mal etmek haksızlık olacaktır.
Türkiye’de Türklerin sahip olduğu her şeye bu ülkede yaşayan diğer halkların da
sahip olma gibi bir hakkı vardır. Bu nedenle, bu kurumların evrensel bir
değerde olmadığını, Türk ve Türklük içine sıkışıp kaldığını söylemek istiyorum.
Bunun da tekçi bir anlayışa denk geldiği açıktır.
Türkçede binlerce Kürtçe kelime olmasına rağmen Kürtçe vurgusu
hiçbir yerde yoktur. Geçen yıl bütçe konuşmamızda da dile getirdiğimiz gibi,
Türk Dil Kurumunun Türkçe Dilindeki Sözcüklerin Etimolojik Çalışmaları
Projesi’ni 2013 yılında tamamlayacağını söylemiştik. Eğer bu çalışmada Kürtçe
ve Türkiye’de asimile edilmiş diğer dil kökenli sözcükler de belirtilirse
gerçek bir çalışma olacağı kabul edilecektir.
Bugün bütçeden, her dönem olduğu gibi, bu kurumların tümüne pay
ayrılmaktadır. Bilimsel, tarafsız ve adil olduğu sürece bu payın ayrılması son
derece normaldir diyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyoruz ki çatışmanın
temel sebebi, çarpıtılmış tarihtir. Bunca acı, gözyaşı ve kan, yanlış öğrenmek
ve yanlışı savunmaktan kaynaklanıyor. Bu nedenle, Türk Tarih Kurumunun yakın
tarihimizi de kapsayacak şekilde, tarafsız ve bilimsel bir çalışma ile yeniden
tarih yazımı yapması gerekmektedir. Ders kitaplarındaki ötekileştirici,
özgürlük savaşlarını, var olma mücadelelerini ihanet ve kışkırtma olarak
gösteren dili kırılmalı, bu topraklarda yaşayan halkların öteden beri Türklerle
aynı haklara sahip olduğu, olması gerektiği yazılmalıdır. Çocuklar, bu ülkede
Türklerden başka halkların da hak sahibi olduğunu öğrenerek büyümelidir.
Bakınız, Sayın Başbakan dünkü konuşmasında ne dedi? “On yıl
boyunca ülke çocuklarına başta öz güven aşıladık. Çocukların hiçbir sorunu
kalıcı değildir.” diyor ve devam ediyor: “Bizim çocuklarımız kendi öz
değerlerinden, tarihlerinden ve medeniyetlerinden aldıkları ilhamla evrensel
değerleri özümseyerek, inşallah, bu coğrafyada tarihimizi yeniden yazacaklar.
Ben buna inanıyorum.” Peki, Kürt gençleri, cezaevlerine doldurulan öğrenciler,
dilleri, dinleri aşağılanan gençler, savaşa sürüklenenler de bu ülkenin
evlatları değil mi? Onlar nasıl bir tarih yazacaklar acaba?
Okullarda Kürt çocuklarına, zorla ana dilini unutturmaktansa her
iki dili de bir arada öğrenme olanağı yaratılmalıdır. Ne yazık ki Kürtçe, daha
yeni, altyapısı oluşturulmadan, öğretmen ve ders materyalleri olmaksızın ancak
seçmeli ders olarak veriliyor. Bütçesini görüştüğümüz bu kurumların bu konuda
da katkı sunması neden beklenmesin? Neden milyonlarca insanın konuştuğu Kürtçe
konusunda bu kurumların hiçbir faaliyeti olmasın? Kürtçenin eğitim dili olarak
ve kamu alanında kullanılması üzerine Türkiye’de neden bir çalışma yapılmasın?
Yoksa Kürtler sonsuza kadar bu haktan mahrum mu bırakılacak? Elbette ki hayır.
Eğer Kürtler bu ülkede vergi ödüyorsa, askerlik yapıyorsa elbette en temel
insani hak olan kendi dillerinde eğitim görme hakkına da sahip olacaklardır. Bu
nedenle, bu kurumların bu yönlü çalışma içinde olmaları kaçınılmazdır.
Bu ülkede yaşayan diğer etnik grupların da bu ülkenin vatandaşı
olduğunu ve devlete her türlü vergiyi ödedikleri gerçeğini de göz önünde
bulundurduğumuzda, bu bütçeden de pay sahibi olduklarını kabul etmek
durumundayız. Bu kurumlar, bundan sonra Türkiye’de eksik olanı yerine getirmek
gibi bir misyon edinmelidir. Bu nedenle, kurumun isminin “Anadolu ve
Mezopotamya dil, tarih ve kültürleri araştırma kurumu” olarak değiştirilmesini
öneriyoruz. Bu isim altında Türkiye’de kaybolan ve yaşayan bütün dillerde
çalışma yapılmalı, Kürtçe için bütünlüklü projeler hazırlanmalıdır.
Türk Tarih Kurumunun ve Türk Dil Kurumunun bu anlamda daha geniş
bir perspektifle Türkiye’nin yakın dönemine ilişkin sosyal, politik çalışmalar
yapması, mevcut tekçi kabuğunu kırarak Türkiye halklarına hizmet veren bir
kurum olması gerektiğini düşünüyorum çünkü ancak tekçi anlayışın tipik
kurumları olarak simgeleşen, ne geçmişe ne de geleceğe dair gerçekçi hiçbir
icraatı olmayan, devletin resmî ideolojisinin yazıcısı gibi hareket eden bu
kurumlar, yok saydığını, üzerini çizdiğini yeniden yazarak evrensel bir değere
kavuşabilirler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı Türk Dil Kurumu
sözlüğünün cinsiyetçi, milliyetçi ve eril dili üzerinde durarak sürdüreceğim.
Evet, Türkiye’de mevcut eğitim sistemine göre kişiliğimiz daha çok okullarda
öğrendiklerimiz üzerinden şekilleniyor. Hele ki okul dışında öğrenme, görme,
bilme imkânı olmayan çocuklar için okullar dünyaya bakış açısını doğrudan oluşturan
yerlerdir. Bu nedenledir ki Türkiye’de kadınlar hâlâ ikinci sınıf vatandaş,
Ermeniler kâfir, Kürtler bölücüdür. Eril mantıkla kurgulanmış Türk Dil Kurumu
sözlüğünde “kadın” tanımı “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri
olan.”, ikinci anlamı ise “Hizmetçi bayan.” olarak yer alıyor.
Yine, “Kürt”, “Dağlık ve kayalık yerlerde yetişen, siyah üzüm gibi
meyveleri olan sağlam kerestelik bir ağaç; Ön Asya’da yaşayan bir topluluk ve
bu topluluktan olan kimse.” olarak veriliyor. Ancak “Türk” ise “Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan bir halk ve bu halktan olan kimse; güç,
kuvvet; güzel, civan; Türk soyundan gelen halk; adam, insan.” olarak veriliyor.
“Alevi” ise “Ali’yi seven.” olarak geçiştiriliyor. 21’inci yüzyılda sözlüğünden
ders kitaplarına, ders kitaplarından diline kadar eril ve kafatasçı ifadelerin
olması hoş karşılanır bir durum değildir. Tanımlamalarda bile eşitlik yoktur.
İşte pratiği de bunun yansımasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bir son öneriyle
bitirmek istiyorum. Bu kurumların başına kadınların getirilmesiyle daha adil ve
eşitlikçi çalışmaların yapılacağına inanıyorum çünkü kuruluşundan bugüne kadar
başkanlığını hep erkekler yapmış, sadece bir dönem Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığına Profesör Doktor Taciser Onuk getirilmiştir. Kadınların tüm
kurumlarda görev yapmaları toplumsal cinsiyet rolleri anlayışını da ortadan
kaldıracaktır diyor, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Birtane.
Barış ve Demokrasi Partisi adına son konuşmacı Bitlis Milletvekili
Sayın Hüsamettin Zenderlioğlu.
Sayın Zenderlioğlu, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
BDP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla
ilgili, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu hakkında Barış ve Demokrasi
Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Halkta hâlen küresel ekonomik krize yönelik kaygılar mevcuttur.
Kamu kaynaklarının nerelere, nasıl ve ne kadar harcandığını bilmek elbette ki
vatandaşın en doğal hakkıdır. 2013 yılı bütçesinin gelir ve giderleri şimdiden
açık vermiştir. Geleceğimizi ilgilendiren eğitim ve sağlık bütçesi hâlâ
standartların altındadır. Eğitime ayrılan kaynak yeterli değildir. Eğitimde ve
öğretimde hâlâ fırsat eşitliği sağlanmamıştır. “Eğitimde gereken iyileştirme
yapılmıştır.” deniliyor, bu iyileşme nasıl sağlanmıştır, hâlâ belli değil. AKP
Hükûmeti, sözüm ona Fatih Projesi’yle övünmektedir. Nerede bu proje, kim
yürütüyor? Bu projenin Muş’ta, Bitlis’te, Van’da, Ağrı’da, Şırnak’ta, Kars’ta
nasıl uygulandığını merak ediyorum. “Akıllı tahta ile tablet arasında iletişim
sağlanmadığı için hâlen bilgisayar oyuncağı gibi öğrenciler tarafından,
öğretmenler tarafından kullanılmaktadır.” deniliyor. Bu alınanların -85 binin-
tabii ki yasa yani kanun dışı alındığı da ortadadır. Bu konuda henüz bir
açıklama ortada yok.
Kaliteli eğitim sayesinde ancak kaliteli insan yetiştirilebilir.
Eğitime ayrılan bütçe personel bütçesinin ödeneğidir. Buralarda herhangi bir
AR-GE projesi geliştirilmemiştir. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimde bir
karmaşa yaşanmaktadır. Bugün, YÖK başlı başına bir sorun olarak karşımızda
duruyor. İşte, Türk Dil Kurumunu da bu eksende değerlendirdiğimizde içinde
bulunduğumuz durum iç açıcı değildir. Kim burayı yönetiyor, nasıl burayı
yönetiyor, o da belli değildir. Dille ilgili çalışmayı bir yöntem biçimiyle
yürüttüğü kuşkuyla anlaşılmaktadır. Nasıl arı bir dil araştırması yapılıyor, o
da belli değildir. Dil tarihi önemlidir. O ülkede yaşayan kardeş halkların
dillerine yönelik bir araştırma yapmamıştır. Sadece Türk dilinin gelişmesi için
bir çaba da görmüyoruz. Değişik dillerden kelime almakla Türkçeleştirmek
yeterli değildir. Yaşam kalitesinin yükselmesi için ana dilde eğitim en kutsal
haktır. Ana dilde eğitimi yasaklamak, asimilasyona tabi tutmak bir insanlık
suçudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk tarihini, kültürünü,
medeniyetini araştırmak, yayınlar yapmak için 15 Nisan 1931 yılında bizzat
Atatürk tarafından kurulmuş ancak bir yıl sonra Türk Dil Kurumu olmuştur yani
1932’de.
Bu iki kurum da bilimsel bir çalışma yapmamıştır. Kardeş halkların
dilleriyle ilgili herhangi bir araştırmada da bulunmamıştır. 1980 askerî
darbesi sonrasında, Anayasa’nın 134’üncü maddesine göre yeniden Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu bünyesine alınmıştır. Ayrıca, bu kuruma Atatürk Araştırma
Merkezi de eklenmiştir. Burada amaç, bilimsel araştırma gerçekleştirme
değildir, “İş Bankasındaki hesaptan buraya ne aktarabilirim?” hesabı
yapılmıştır.
AKP Hükûmeti, bu kurumu 2876 sayılı Yasa’ya göre devlet kontrolüne
almıştır. 2 Kasım 2011 tarihinde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile bunu
sıkılaştırmıştır. Bu kurum bilimsel çalışma mı yapıyor? Yoksa siyasi bir
arpalık olarak mı kalacaktır? Yoksa gerçek tarihi mi yazacaktır? Hakikatleri mi
araştıracaktır? Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük’ü çıkarmış, içerik olarak
lehçelerle ilgili sözcük ve deyimler amacına uygun bir çalışma yaratmamıştır.
Bu kurum, politika ve stratejik açıdan Bakanlığın gözetim ve
denetimi altındadır. Eğer bu kurum, çağdaş ve bilimsel bir anlayışla
yönetilebilseydi bugün konumu daha farklı olabilirdi. Böylesi kurumları etkisiz
hâle getirmekten çok, kardeş halkların dilleri, tarihleri, kültürleri bir proje
çerçevesi içerisinde araştırabilseydi, Dil ve Tarih Kurumu birer akademi hâline
getirilseydi eminim daha faydalı olacaktı. Bu hâliyle bu kurumun bütçesi
bilimsel bir çalışma yürütemez. Her şey mali destekle gelişmez, ortak değerler
yaratmak bir kültür olayıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanoğlunun, toplumsal
hayatı kolaylaştırmak amacıyla milyonlarca icadı olmuştur. Hiç kuşkusuz ki bu
iletişimi sağlayan en büyük icat dil olmuştur.
Dil, insan kimliği için temel bir unsurdur, aynı zamanda
düşüncenin de evidir. Her toplum kendi ihtiyaçlarından yola çıkarak bir dili
oluşturmuştur. Coğrafik olarak doğa koşulları, yaşam biçimi dillerin yapısını
oluşturmuş ve toplum ile özdeş hâle gelmiştir.
Dil, ifadenin biçimiyle, içeriğiyle söylense de sıkı sıkıya
birbirine bağlıdır. Eğer kişi kendi seçtiği dili kullanma özgürlüğünden edilir
ise dil anlamında gerçek bir ifade özgürlüğü olamaz.
Dil, bir halkın kendi kültürünü, kimliğini ifade edebildiği bir
araçtır. Kürt halkının dili 1923 yılından bugüne kadar yasaklanmaya
başlamıştır. Kürdistan’da Kürt köyleri, bölgeleri, kasabaları, çeşmeleri,
dağları, ovaları, yeni doğan çocukların isimleri tamamen Türkçeleştirilmiş, bir
dil ve kültür ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Daha bugün, İstanbul Bağcılar’da yedi günlük bebeğe Rojvan
Deliktaş adı konulmuş ama resmî kurumlar tarafından reddedilmiştir. Nerede dil
özgürlüğü? Askerî cuntanın ürünü olan ve hâlâ değiştirilmeyen 12 Eylül
Anayasası Türkçe dışında başka bir dil kabul etmemektedir ancak uluslararası
sözleşmeler ana dilin yasaklanamayacağını açıkça bildirmektedir. Buna rağmen,
Türkiye'de ana dil hakkı ihlal edilmektedir.
AKP Hükûmeti, “tek dil, tek millet, tek ırk” anlayışıyla bu
topraklarda yaşayan bütün farklı kesimlere karşı asimilasyoncu bir politikayla
ulus devlet inşasında ısrar etmektedir.
Ahmet Arif’in deyimiyle: “Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır/
Anadolu’yum ben, Anadolu/ Tanıyor musunuz?”
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önceki yıllarda
bölgemizde hazırlanan Kürt raporları doğrultusunda, Kürt halkına ait birçok
ezgi, dizi, şarkı, şiir Türkçeye çevrilip bu toplumun Türk kültürü olarak
sunulmuştur. Bugün, bütün engellemelere rağmen, baskılara, asimilasyona rağmen,
bu ülkede Kürtler, dillerini kullanmaktadır ve kullanmaya, geliştirmeye de,
zenginleştirmeye de devam edeceklerdir.
Kürtçe uzun yıllardır yasak olduğundan, kamusal alanda
kullanılmadığından edebiyat dili, bilim dili olarak çok fazla gelişmediği
söyleniliyor ama yasaklanan böyle bir dil, hâlen diğer dillerle yarışabilecek
düzeyde ve güçtedir.
Mıhemed Şexo’nun dediği gibi “…”(x) Fakat “…”(x) aracılığıyla sözü
edilen edebiyat kültürü sayesinde ağızdan ağıza dolaşan, günlük kullanımda
herkes tarafından kullanılan bir dildir, özellikle Orta Doğu’nun en zengin
dillerinden biri sayılır. Örnek olarak, 200 kanal televizyon var, gazete var,
üniversite var, okul var, hâlen doğru dürüst Türkçe konuşmada güçlük çekiliyor.
19 Ekim 1983 tarihinde çıkarılan 2932 sayılı Yasa 1991 yılında
iptal edilmiş olmakla birlikte Türkçe hâlâ Anayasa’ya göre tek resmî dil
durumundadır. Eğitimde, medyada, siyasi hayatta ve birçok alanda öteki dillerin
kullanımına ilişkin hâlâ birçok kısıtlama bulunmaktadır.
Türkiye'de Kürtçe özel hayatta bile yasaklanmış durumdaydı. Yasa,
Türk vatandaşlarının ana dilinin Türkçe olduğunu ilan etmekte ve başka bir
dilin bir ana dil olarak kullanımına ilişkin her türlü etkinliği, görsel,
işitsel malzemeyi yasa dışı saymaktadır. Tüm bu yasaklar Kürtçenin gelişmesini
ve dünyada…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) – …sayılı diller arasına
girmesini engelleyememiştir. Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin aileleriyle
telefonda Kürtçe konuşmalarından dolayı konuşmalar zaman zaman kesilmiştir.
Bazı cezaevlerinde Kürtçe günlük gazete, Kürtçe şiir, öykü, roman gibi
kitapların alınması keyfî olarak engellenmektedir. Bir insan, cezaevinde olan
yakınıyla istediği dilde konuşamıyorsa artık o ülkede demokrasiden söz etmek
mümkün değildir.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Konuşuyor Hüsamettin Bey,
konuşuyor.
ADİL KURT (Hakkâri) – Sesini açın da dinleyelim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Olur, bir dahaki sefere açarım.
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - Cezaevlerinde ana dilde
konuşabilmek için birçok şarta, araştırmaya, incelemeye bağlı olarak incelemeyi
yapacak güvenlik güçlerinin ikna olup…
BAŞKAN – Sayın Zenderlioğlu, süreniz tamam.
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - …olumlu rapor vermesiyle
uygulanması gerektiği konusu gayriinsani muameledir.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkan, insicamımız bozuldu.
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - Kürt halkı bu ülkenin bir
realitesidir.
BAŞKAN - Sayın Zenderlioğlu, süreniz tamam efendim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ya, hazır tutturmuştu Hüsamettin Abi.
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) – Sözlerime son verirken
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zenderlioğlu.
(x) Bu bölümlerde Hatip tarafından
Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) – İki dakika daha olsa
sonuçlandıracaktım. Ne yapayım, sürem yetmedi.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Tunca Toskay.
Buyurun Sayın Toskay. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on üç dakika.
MHP GRUBU ADINA TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 yılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Ben bu kısa konuşmada daha ziyade, genellikle RTÜK üzerinde
durmayı düşünüyorum. RTÜK, medya sistemini gözeten, denetleyen ve ihtiyaç
hâlinde kural koyan bir kamu otoritesi, kuruluşu. RTÜK’ün şu anda Türkiye’deki
fonksiyonlarını, yaptığı işi iyi anlayabilmek için iki şeyi aydınlatmak lazım:
Bir tanesi, medyanın toplumdaki işlevi nedir, görevi nedir? İki, Türkiye’de
medyanın şu anki durumu nedir? Bu ikisini analiz ettiğimiz zaman RTÜK hakkında
sağlıklı değerlendirme yapmak şansına sahip oluruz diye düşünüyorum.
Toplumu ve vatandaşı etkileyen olaylar, kararlar, söylemler,
uygulamalar doğru ve hızlı bir şekilde vatandaşa ve topluma ulaştırılmalı.
Vatandaş her alanda -ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel- her coğrafyada ve her
zaman gerçek resmi görebilmeli. Medyanın görevlerinden bir tanesi bu. Resmi
oluşturan aktörler ile vatandaş, toplum arasında medya bir aracı ve yansıtıcı
fonksiyonu görmektedir. Medyanın esas görevi nedir? Esas görevi bir daha teorik
olarak tanımlarsak, medya, geniş halk kitlelerinin istek ve taleplerini siyasi
iktidara karşı veya ekonomik iktidara karşı dile getirip, koruma göreviyle
yükümlüdür.
Şimdi biraz evvel gerçek bir tablodan bahsettik, bu tablonun
oluşumunda en önemli aktörlerden bir tanesi de siyaset kurumu. Demokratik
sistem, medya biraz evvel söylediğimiz fonksiyonunu ve işlevini doğru yaptığı
zaman sağlıklı çalışır, çünkü vatandaşlar ve toplum, bu söylediğimiz gerçek
resmi görerek kararlarını ona göre verirler. Eğer bu tablo gerçek değil sanal
bir tablo ise vatandaşların kararı da hatalı olabilir ve demokratik sistemin
işleyişinde birtakım sorunlarla karşılaşırız. Bunu böylece ortaya koyduktan
sonra, acaba Türkiye’de bugün medyanın yapısı nedir, kısaca buna da değinmekte
fayda var.
AKP’yi kuran kişiler, yerel yönetimlerdeki iktidarları döneminde,
doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kaynak aktararak bir medya oluşturdular.
2002’den bu tarafa merkezî iktidara geldiklerinden itibaren yine çok değişik
yollarla dolaylı ve dolaysız olarak kaynak aktararak bir medya grubu daha
oluştu. Ellerinde şu anda bir kamu medyası var, TRT ve Anadolu Ajansı. Yabancı
sermayenin mülkiyetinde olan bir medya var. Bazı sivil toplum örgütlerine bağlı
olarak geniş bir medya yelpazesi grubu var. Altıncı grup, daha evvel bizim
merkez medya olarak tanıdığımız, nitelendirdiğimiz bir medya ki, artık bu,
merkez medya olma niteliğini kaybetmiş, ben bunlara sindirilmiş medya diyorum,
böyle bir grup var. Yerel ve bölgesel medya var. Bir televizyon alanında
kalmamakla beraber yazılı basında bir muhalif ve muhalefet yapan küçük bir
medya grubumuz var. Bir de İnternet ve sosyal medya var. Türkiye’de medyanın
yapısı bugün bu. İktidarın ilk beş grupta saydığımız medyayla bir problemi yok.
Bu söylediğimiz gruptaki medya, bizim, iktidarın yandaşı olduğunu söylediğimiz,
böyle nitelendirdiğimiz bir medya.
Şimdi, esas iktidarın medya üzerindeki baskıları sindirilmiş
merkez medya, yerel ve bölgesel medya, muhalif medya, bunlar üzerinde
odaklanmaktadır. Şimdi, merkez medyanın durumu gerçekten demokratik açıdan
baktığımız zaman hazin bir manzara gösteriyor. Başbakan kızdığı zaman, âdeta
ilahlara kurban vermek gibi, birtakım medya mensuplarını bu merkez medyanın
patronları yolun ortasına bırakıyorlar. Muhalif medya… Açıkça söyleyeyim, bu
medyada yazan çizen medya mensuplarıyla beraber bu medyanın sahiplerini de ben
kutlamak istiyorum; ciddi bir demokratik mücadele veriyorlar, siyasi görüşü ne
olursa olsun ancak bunların bu fonksiyonu bu şekilde sınırlı da değil. Biraz
latife yapalım, sindirilmiş merkez medyasının kapının önüne koyduğu medya
mensuplarına da medya sığınmaevi görevini görüyorlar. Onları alıyorlar,
bağırlarına basıyorlar. Tabii, bu medya mensupları buraya sığınabilirlerse
şanslılar. Buraya sığınamayanların bir kısmının da yeri cezaevi olabiliyor.
Şimdi, bu medyayı, bu söylediğimiz medyayı nasıl denetliyorlar?
RTÜK aracılığıyla denetliyorlar, Sayın Başbakanın siyasi baskılarıyla
denetliyorlar, birtakım mali baskılar uyguluyorlar. Maliye teşkilatı gidiyor bu
medya mensupları kurumlarını denetliyor ve bakıyorsunuz, diz çöktürüyorlar. Bir
de doğrudan veya dolaylı ekonomik bir denetleme aracı var, o da şu: Bu medyanın
sahiplerinin önemli bir bölümü Türkiye’deki ekonomik hayatta ciddi, büyük
aktörler. Böyle olduğu zaman da hükûmetin ve siyasi iktidarın bütün gücünü her
taraflarında hissediyorlar ve kendilerini zaten sınırlandırıyorlar. İş o
noktaya geliyor ki bazen, patrona diyorlar ki: “Sen yeteri kadar uslu değilsin.
Sen bu medyayı bırak.” Birisine diyorlar: “Bu medyayı sen al.” İş buraya kadar
gelmiş vaziyette fakat ilgi çekici bir esas kontrol aracı reklamlar. İktidar
baskısıyla reklam verenlerin büyük bir kısmı muhalif medyaya reklam vermekten
çekiniyor. Bu açık, biz bunu yaşayarak biliyoruz ve bu şekilde de mesela
muhalif bir televizyon hemen hemen kalmadı, hepsi battı çünkü reklam geliri bu
söylediğimiz medyanın kan damarı.
Türkiye'nin sınırlarını da aşan, Türkiye'nin siyasi, sosyal
hayatını dolaylı olarak etkileme imkânı sağlayan bir araç daha var, o da şu:
Küresel sermayenin Türkiye’deki kuruluşları yoluyla Türkiye’de medya denetleniyor.
2011 yılında Türkiye’deki toplam reklam harcamalarının yüzde 50’sinden fazlası
yabancı sermaye ve yabancı sermaye ortaklı şirketler tarafından yapılıyor, yine
2011 yılında Türkiye’de en fazla reklam veren ekonomik kuruluşlar
sıralamasındaki ilk 10’a giren kuruluşların tam 7 tanesi biraz evvel söylediğim
gibi yabancı sermayeli kuruluş.
Bu küresel sermayeyi Türkiye’de temsil eden kuruluşların AKP
iktidarıyla hiçbir sorunu yok, onların amaçları ve stratejileri konusunda
birbiriyle gayet güzel bir uyuşmaları var. Şimdi, Türkiye'nin çıkarlarını
koruyan muhalif gazetelere veya medya organlarına bu söylediğimiz gücün reklam
vermesini herhâlde beklememek gerekir. O zaman yabancı küresel güçler ve
onların uzantısı olan şirketler bir taraftan Türkiye'nin nesini, medyasını da
kontrol etme konumuna geliyorlar.
Somut bir örnek verelim, yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı?
Türkiye'nin bugün en önemli sorunlarından bir tanesi bölücü terör sorunu. Bu
medyayı ele aldığınız zaman sabahtan akşama kadar belli başlıklar altında,
belli kişiler Türk vatandaşlarının zihnini, beyinlerini yıkamakla meşguller.
“Anaların gözyaşı dinsin.” “Akan kan dursun.” “İki taraf silah bıraksın.” İki
taraf kim? Bir tanesi terör örgütü, bir taraf Türkiye Cumhuriyeti’nin silahlı
kuvvetleri. “Siyasi çözüm: Müzakere.” Bu konular devamlı olarak ekranlarda
işleniyor. Bu konular nedir? AB’nin ve ABD’nin Türkiye’ye telkin ettiği, zaman
zaman da dayattığı çözüm yolları. Bu kişileri artık çok iyi biliyoruz, bu
kişileri çok iyi biliyoruz, her akşam bunlar bizim evimizin içinde.
Çok kısa bir hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum. 1984 yılında,
Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun tek kanalı var, siyah beyaz yayın yapıyor,
84’ün Temmuz ayının başında da renkliye geçecek. Bundan geriye doğru bir yıl
içinde de müthiş bir stüdyo yatırımı var, eski bir stüdyodan da yayın
yapıyoruz, Mithatpaşa Caddesi’ndeki stüdyodan. Bu çok eskimiş bir stüdyo olduğu
için devamlı arıza var. Arıza olduğu zaman da ne yapacak? TRT bir resim koyuyor
ekrana, necefli bir ibrik var. Ertesi gün kıyamet kopuyor, “Yine bize necefli
ibriği seyrettirdiler.”, karikatürler, köşe yazıları vesaire, vesaire. Teknik
ilerledi, TRT’nin teknolojisi de ilerledi, televizyonların teknolojisi de
ilerledi. Elhak necefli ibrikten kurtulduk ama onların yerini bu söylediğimiz
arkadaşlarımız aldı.
Şimdi, Türk vatandaşlarının medya konusundaki işkencesi bununla
bitmiyor değerli milletvekilleri. Bu sürerken öbür taraftan bir bakıyorsunuz
Başbakan, arkadan bütün bakanlar, iktidar partisinin bütün yetkilileri sabahtan
akşama kadar ekranda. Türk vatandaşı ve Türk toplumu akıl sağlığını korumak
için bir çareye başvuruyor, o da şu: Uzaktan kumanda aleti. O olmasa hakikaten
Türk toplumunun akıl sağlığı büyük tehlikede. Ama uzaktan kumandayla bir
eğlence programına geçtiğiniz zaman, orada Başbakanın açılım programına ve
etkinliklerine katılmış olan bir sanatçıyla röportaja rastlamamanız lazım veya
spor programına geçtiğiniz zaman da, o gün yapılmış olan bir spor programının
eleştirisini yapan bir AKP milletvekiline de rastlamamanız lazım. Eğer bu
şansınız varsa gerçekten uzaktan kumanda aleti sizin akıl sağlığınızı
koruyabilir.
Bugün Türkiye’deki medyanın durumu bu. Bu söylediğimiz medya
yapısında devam ettiği müddetçe Türk demokratik sisteminin sağlıklı olduğunu
iddia etmek mümkün değil. O zaman, RTÜK de görevini yapmıyor demektir. RTÜK’ün
görevi nedir? Demokratik sistemin sağlıklı işlemesine uygun bir medya yapısını
oluşturmak, buna nezaret etmek, bunu denetlemek, yeni kurallar koymak ve Türk
aile yapısının ve kültürünün ve bununla ilgili değerlerin korunması ve
geliştirilmesini sağlamak. Böyle bir medya yapısı içinde, RTÜK’ün görevini
yaptığını iddia etmeye imkân yok. Bugün, RTÜK’teki iktidar kontenjanından
seçilmiş üyeler ve onların delaletiyle oluşturulmuş olan bürokratik kadrolar,
tamamen, bu söylediğimiz çarpık, sağlıksız çalışan medya yapısını korumak ve
kontrol etmekle görevli. Bu kurumun bağımsızlığı filan da kalmamıştır. 17 Ekim
2012 tarihinde çıkarılan bir yönetmelik vardır. Bu yönetmeliğin nasıl
çıkarıldığını incelerseniz bu kurumun bağımsızlığından söz etmenin de mümkün
olmadığını gayet rahat görürsünüz.
Biraz daha söylenecek şeyler var ama vakit doldu.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toskay.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Ankara
Milletvekili Sayın Mustafa Erdem.
Sayın Erdem, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA ERDEM (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesiyle ilgili olarak Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
İnsanın yaratılışında var olan yardımlaşma duygusu tarihin
derinliklerinden günümüze kadar devam etmektedir. İnsan olan yerde sevgi, insan
olan yerde kardeşlik, bu duygulardan kaynaklanan kaynaşma, paylaşma ve
dayanışma duygusu her zaman olagelmiştir.
Vakıf, bir malın ya da mülkün satılmaması kaydıyla bazı özel
şartlar çerçevesinde bir hayır işine tahsis edilmesi anlamını ifade etmektedir.
Çok çeşitli alanlarda, çeşitli hizmet kollarında vakıf kurulmuştur ve hâlâ
kurulmaya da devam etmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü İnternet sitesinden
aldığımız bilgiye göre, yüce dinimiz İslam’ın vakıf konusundaki ilk
uygulamasını Hazreti Ömer (RA)’ın Hayber’in fethinde kendi hissesine düşen
vakıf malıyla alakalı olduğunu görüyoruz. Orada bugünkü vakıf müessesesinin
kullanılmasına bir örnek teşkil etmek üzere satılmamak, hibe edilmemek,
başkalarına veraset yoluyla intikal edilmemek suretiyle vakıf emlakinin
başkalarına vakfedilmesi hususu bu belgede ve uygulamalarda bize
bildirilmiştir.
Vakıflar insanlar arası ilişkilerde paylaşma ve kaynaşma duygusunu
getirirken, aynı zamanda insanlara sevgi ve muhabbeti de telkin etmektedir.
Yüce dinimiz İslam’ın paylaşma konusundaki emir ve tavsiyelerinin vakıflaşma
konusunda çok önemli katkıları olmuş ve bu bizim tarihimizde, bizim
kültürümüzde bir vakıf medeniyetinin oluşmasına da vesile teşkil etmiştir.
Vakıflar, genel müdürlük olarak Osmanlıdan cumhuriyete intikal
edilen süreçte Şer’iye ve Evkaf Vekâleti, daha sonra da Başbakanlık ve daha
sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü Yasası’yla bugünkü işlevini sürdürmeye başlamıştır.
Vakıflar ve onların bünyesinde bulunan eserler, aynı zamanda bir sadaka-i
câriyye olarak, ebedî olduğuna inandığımız ölüm ötesi hayatın anlamlı olmasına
ve insanın, bir anlamda, öldükten sonra da dünyada yaşamasına vesile
olmaktadır.
Sayın milletvekilleri, herkes hayatta ebedî olma arzusuyla yaşar.
Bu dünyada ebediyetin ululuklarına ve mutluluklarına ulaşamayanların
hayatlarının sonunda yeniden bu duyguyu yaşatabilmesi, baki kalan bu kubbede
hoş bir sada bırakabilmesi bizim kültürümüzde vakıf müessesesiyle olmuştur.
Özü, ruhu, kapsamı, manevi kazanım olan vakıf eserlerinin zaman zaman farklı
araç ve amaçlara kullanıldığı ve neticede maksadının dışına çıkarıldığı ifade
edilse de özü itibarıyla hayri bir kurum olarak vakıflar varlığını devam ettiregelmiştir.
Günümüzde de Türk milletinin manevi değerleri ile inanç ve
sadakatinin ürünü olarak vakıflar kurulmakta ve hayri hizmetler bu anlamda
devam etmektedir. Bunun yanında, Türk milletini içten kemirmek, onun sahip
olduğu birlik ve dayanışma ruhunu zayıflatmak amacıyla vakıflar kurulmakta ve
maalesef bugün ülkemizin sosyal dokusunu kemiren ve onu bir kangrene dönüştüren
hizmetlere vesile olmaktadır. Bunun yanında, sekülerliğin, dünyanın
nimetlerinden yararlanmanın bir aracı olarak da vakıflara tevessül edenler
olmakta ve bunlar kendi çıkarları için vakıf kurabilmektedirler. Bütün bunlara
rağmen, vakıf kültürü bizim inancımızdan kaynaklanmakta, tarih ve
medeniyetimizi süslemekte, asıl önemi ise Türk milleti için tarihî bir övünç
vesilesi olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kurum ve eserlere Türk
ve Müslüman olduğunu söyleyen ve bunu siyasi istismar vesilesi yapmayan
herkesin sahip çıkması gerekmektedir. Ne hazindir ki, ülkemizde çeşitli
dönemlerde, çeşitli gerekçelerle ecdat yadigârı kutsallarımız gereken ilgiyi
görememiş, eserlerin pek çoğu hâk ile yeksan olmuş ve tarihe mal olmuştur. Aynı
şekilde günümüzde de çeşitli istismar uygulamalarına karşılık vakıf
emanetlerimiz sahip oldukları bunca maddi ve manevi değere rağmen kaderleriyle
baş başa bırakılmıştır.
AKP Hükûmetinin bazı restorasyon çalışmaları yanında ecdat
yâdigarı vakıf eserlerimize gereken ilginin gösterilmediği, bunun yerine,
çeşitli uluslararası güç merkezleri ve mahfillerin dayatması mı yoksa kendi
zihniyetlerinin bir ürünü mü olduğunu bilmediğimiz vakıf eserlerine daha ayrı
ve daha özel bir ilgi gösterildiği ve bununla gayrimüslim vakıflarına özel bir
ihtimam dikkati çekmektedir.
Ülke sınırlarımız içerisinde Sümela, Akdamar kiliselerinin
restorasyon çalışmalarına Hükûmetin ilgisi oldukça düşündürücüdür. Ermenilerin
gönlünü kazanmak, rızasını almak için, Akdamar ibadete kapalı olmasına rağmen
günümüzde bu ibadet uygulamasına başlanmış ve olağan bir hâle getirilerek ülke
dışından da bu dinin mensupları bu ibadete iştirak ettirilir hâle
getirilmiştir. Sümela Manastırı ile Rumların gönlü kazanılmış, rızası
kazanılmış; kilise açılışı, gelenekselleşen bir ibadet günü olarak Fatih Sultan
Mehmet’in Pontus Rum İmparatorluğu’nu yıktığı 15 Ağustos gününe denk getirilmiş
ve böylece tarihimizden, ecdadımızdan ve bizim mirasımızdan, bir anlamda
intikam alınmasına vesile olunmuştur. Kurtuluş Savaşı esnasında Ermenilerin
neler yaptığı bilinmezmiş gibi, Diyarbakır’da Ermeni Surp Giragos Kilisesi’ne
özel bir ilgi gösterilmiş ve 1914 yılında, minareden yüksek olduğu için ecdat
tarafından top mermileriyle yıkılan çan kulesi bugün yeniden tamir edilmiş,
restore edilmiş ve Osmanlı döneminden bugüne bu ifade kullanılamazken, bugün
Türk milletinin beyninde nâkus inlemesine vesile olmuştur; üstelik çan da
Türkiye’den değil Rusya’dan, Moskova’dan getirilmek suretiyle “Bu ne zillettir
ki nâkus inlesin beyninde Osman’ın, / Şenâatlerle çiğnensin o muazzam kabri
Orhan’ın!” düsturuyla, Türk milletinin beyninde bir nâkus, bir çan sesi
dinlettirilmeye başlanmıştır. Bilmiyorum ama herhâlde 5 Kasım 2012 tarihinde
yeniden hizmete açılan bu kilise, öyle tahmin ediyorum ki AKP’li
milletvekillerini eğer üzmediyse memnuniyetine de vesile olmuştur.
Başta Kıbrıs olmak üzere, bütün Ege adaları, Girit, Rodos ve
benzerleri, büyük çoğunluğu itibarıyla Osmanlı vakıf emlaki olmalarına rağmen
bugün onlar üzerine hiç sahip çıkılmamakta, onlarla ilgili gereken önem
verilmemektedir. Batı Trakya yıllarca Müslüman Türk milletinin tebaası olmasına
ve oradan dönmeyi düşünmeyen ecdadımızın oralara, tarihe mal olacak vakıf
eserleri bırakmasına rağmen, bugün maalesef bu eserlerle ilgili herhangi bir
ciddi çalışma, hatta ve hatta envanter çalışması bile yapılamamaktadır.
Sayın milletvekilleri, 28 Ağustos 2011 tarihinde Tarım Bakanlığıyla
alakalı olarak çıkarılan kanun hükmündeki bir kararnamenin zeyli olarak azınlık
vakıf mallarının iadesi bu millet için de, Türkiye Cumhuriyeti devleti için de
bir züldür. Şu anda burada bulunan Sayın Başbakan Yardımcısının “1974 yılında
gasbettiklerimizi iade ediyoruz.” derken acaba bizim elimizden gasbedilenlerin
alınmasıyla ilgili herhangi bir çalışması, herhangi bir gayreti veya en azından
vicdani bir burukluğu var mıdır, yok mudur; onu kendi takdirlerine bırakıyorum.
İstanbul Büyükada’da Şehzade Sultan Mehmet’in mukataalı arazisi
olan Darüleytam’ın kalkıp da Bartolomeo’ya bir tepsi üzerinde tapusunun hediye
edilmesi, Osmanlıya olan saygının, ecdada olan muhabbetin bir ürünü olsa
gerektir diye düşünüyorum.
Vakıflarla ilgili veya ülkemizin diğer alanlarıyla ilgili olan bu
bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar).
Aslında bir de beddua okuyacaktım ama sürenin azizliğine uğradım.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Erdem.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı Özcan
Yeniçeri.
Sayın Yeniçeri, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar).
Süreniz on üç dakika.
MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Başkanlığı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İnsanlar, harflerle yazar, kelimelerle konuşur, kavramlarla
düşünürler. Harfi yanlış olanın yazısı yanlış çıkar, kelimesi yanlış olanın
konuşmasında sıkıntı olur, kavramı yanlış olanın da düşüncesinde problem
meydana gelir. Çıkış yeri yanlış olanların varış yeri de muhtemelen yanlış
olacaktır. İstikamet esastır, yanlış istikamet hiç kimseyi doğru bir yere
götürmez.
Üzerinde durduğumuz Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun
görevine kısaca bir bakarsak şunlar var: “Türk dili, tarihi, kültürü ve bütün
yönleriyle Atatürk ve eserleri üzerinde sosyal ve beşerî bilimler bütünlüğü
içinde bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak ve bu konularda seminer,
sempozyum, konferans ve benzeri ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenlemek,
yayınlar yapmak ve bu alandaki çalışmaları desteklemektir.”
Türk Dil Kurumunun görevleri arasında da “Türk dilinin kaynak
eserlerini tespit ederek incelemek ve yayına hazırlamak, Türkçe ile ilgili yurt
içinde ve yurt dışında yapılan araştırmaları takip etmek; Bütünleşik Bilgi
Sistemi dâhilinde, arşiv ve dokümantasyon merkezi, bilgi bankaları ve veri
tabanları oluşturmak.” olarak gösterilmiştir.
Elbette, dil, tarih ve Atatürk’ün anlaşılması ya da anlatılması
yalnız Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumunun görevi değil. Bunun, bir
bütünsellik içerisinde bütün toplumsal unsurların ve kurumların görevleri
arasında olduğunun özellikle altını çizmek istiyoruz.
Bugün üzerinde konuştuğumuz kurum milletleri var eden, kültürel
unsurları içeren, değerleri tanımlayan kavramlarla donatılmıştır. Türk milleti
yönünden Atatürk, bağımsızlık ve egemenlik iradesinin kavramsal adıdır. Kültür,
Türk milletinin süreklilik içinde çağdan çağa devrettiği yaşama ait değerlerin
tamamıdır. Dil, Türk milletinin egemenlik ve gelecek şuurudur. Tarih, Türk
milletinin dünden bugüne, bugünden geleceğe, yaşama ait, insanlığa kattığı
değerler bütündür. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu dil, tarih ve
kültürle ilgili sorunları çözmek ve bu konuda toplumu aydınlatmakla görevlidir.
Son zamanlarda Türkiye’de ekonomik sorunlardan daha çok kültürel
ve kimlikle ilgili sorunlar tartışılmakta ve ön plana çıkmaktadır. Türkiye’de
20’nci yüzyılın başında olduğu gibi 21’nci yüzyılın başında da dil tarih ve
kimlik konuları ağırlıklı olarak tartışılmaktadır.
İnsanlar bilmediklerine düşman olurlar. Düşmanlık, bilgisizliğin
ve cehaletin ürünüdür. Türkiye’de yaklaşık yüz yıldır dil, tarih ve kimlik konusundaki
bilgisizlik yenilememiştir. Bugün dil, tarih ve kültür sorunları daha da
ağırlaşarak devam ettiğine göre demek ki konuyla ilgili kurumlar görevini tam
olarak yerine getirememektedir.
Değerli milletvekilleri, bu somut tespiti yaptıktan sonra dil ve
tarihle ilgili tespitlere gelelim. Öncelikle, insanların hangi ananın, babanın
çocuğu olduğundan daha çok hangi tarihin çocuğu olduğu önemlidir ve tarih,
milleti inşa etmede temel gerçekliktir. Tarih bilinci özünde millet bilincidir.
Şair "Tarihin gözleri var surlarda delik delik" der.
Gerçekte tarihin gözleri yalnız surlarda değildir; okumasını bilenler ile
görmesini becerebilenler için tarih her yerdedir. Her toplum ve insan gerçekte
tarihin muhassalasıdır. Tarih, yalnız surun, kalenin, devletin, milletin dününü
şekillendirmez; idrake, kimliğe, fikre ve zihniyete de sızarak toplumların
geleceğini de biçimlendirir.
Tarih kültürün en önemli öğesidir. Bir millet, tarihinden edindiği
deneyim, birikim, heyecan, duygu, inanç, folklor ve gelenekleriyle mevcut
durumda ayakta kalma imkânına sahip olur. Tarih sosyal, siyasi, iktisadi ve
kültürel süreçlerin aynı zamanda alt yapısını oluşturur. Bir toplumun tarihî
deneyimi ve birikimi ne kadar zenginse o toplum o kadar dayanıklıdır. Tarih,
talihin ve geleceğin belirleyicisidir.
Türk tarihini, kültürünü ve medeniyetini bilimsel olarak
araştırmak ve yayınlar yapmak, tarih, dil ve kültür bilinci yaratmak amacında
olan bir kurum üzerinden konuşuyoruz. Konunun ne denli önemli ve hayati
olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? Aslında bu kuruma ne denli görevler
düştüğünü yaşadığımız günler ve tartışmalar ortaya koyar niteliktedir.
Bugün Türkiye'de başta cumhuriyet olmak üzere bütün Türk tarihi
bir hesaplaşma, Türk dili ise bir meydan okumayla karşı karşıyadır. Türkiye,
tarih, dil ve egemenlik ekseninde bir meydan savaşına sahne olmaktadır.
Egemenlik ve bağımsızlık iradesinin adı olan Atatürk ile ilgili doğrudan ya da
dolaylı haksız eleştiri ve tartışmalar da onun kurucusu olduğu millî devlet
üzerinden yapılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan seksen
dokuz yıl sonra Atatürk, Atatürkçü düşünce, Türk dili, Türk tarihi, Türk
kültürü yoğun bir yıpratma ve kirletme kampanyasına tabi tutulmaktadır. Atatürk
ve Türk milletine yönelik saldırılar giderek kurumsallaşmaktadır. Türk
milletine ve kültürüne karşı yapılan saldırıların yalnızca aysbergin görünen
yüzlerinden haberdarız.
Türkiye'yi yönetenler, Türk tarihi, coğrafyası, dili, kimliği ve
kültürüyle büyük bir hesaplaşma içine girmişlerdir. Yapılan uygulama ve
tartışmalardan birkaçına değinmek varılmak istenilen hedefin ne olduğunu ortaya
koyar niteliktedir.
Talim Terbiye Kurulu Yönetmeliği ile Ders Kitapları ve Eğitim
Araçları Yönetmeliği değiştirildi. Yeni yönetmelikle, yapılan değişiklikle
artık, ders kitapları hazırlanırken Atatürk ilke ve inkılaplarına, laik, sosyal
hukuk devletine uygun olma kriteri aranmayacaktır.
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi yazıldıktan seksen beş yıl sonra
"Ayet değildir.” diye hatırlandı ve “Tartışılabilir." söylemleri
içinde tartışmaya açıldı.
Atatürk'ün "Ne mutlu Türk’üm diyene!" sözüne olmadık
anlamlar yüklenerek yazıldıkları yerlerden büyük bir iştahla sökülmeye
başlandı.
Millî bayramların ve tarihî günlerin kutlamalarıyla ilgili olarak
toplumsal kutuplaşmalar ve tartışmalar açılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı, Arif
Nihat Asya'nın “Bayrak” şiirinin bir bölümünü “Olumsuz duygular yaratıyor.”
diye müfredattan çıkarma cüretini gösterdi.
Türkiye, başta Eurovision olmak üzere birçok uluslararası
yarışmaya Türkçe ile değil, İngilizce ile katılmaktadır. Kültür ve sanat
yetkilileri, Türkiye'yi yurt dışında temsilin aynı zamanda Türkçenin temsili
anlamına geldiğini henüz öğrenmiş değiller.
Dünlerde "Türkçe ağzımda anamın ak sütü gibidir.” diyen şair,
“Türk kadınını saran kumaşın markasının bile yabancı olmasından onu kıskanırım”
hassasiyeti içinde olan düşünürlerimiz vardı. Nereden nereye gelindiğini varsın
yetkililer ve ilgililer düşünsün.
Türkiye’nin büyük kentlerinin ışıltılı sokakları, büyük alışveriş
merkezleri İngilizce tarafından fiilen işgal edilmiş durumdadır. Tarihle
yüzleşmek adı altında cumhuriyete karşı büyük bir güçsüzleşme, iftira, kin ve
suçlama kampanyası devreye sokulmuştur.
Türk milletinin tarihi efsanesi “Ergenekon” kavram olarak bir
terör örgütüne ad olarak kullanılmaktadır. Türk tarihinin kahramanları tarihî
gerçekliklerle ilgisi olmayacak biçimde filmler, senaryolar ve kitaplar olarak
halka sunulmaktadır. Para, rating ve popülerlik uğruna tarih ve gerçeklere
ihanet edilmektedir. Bütün bu gelişmelerden daha elim ve vahim olmak üzere Türk
milleti dar bir “etnisite" kavramına indirgenerek tartışmaya açılmaktadır.
Türk milletinin kanıyla, canıyla tarihe ve gelecek nesillere emanet ettiği
“Türk milleti” kavramı, Anayasa'dan çıkarılmak üzere teklif üzerine teklifler
yapılmaktadır. Tıpkı bir zamanlar Boşo Efendilerin, Hanazap Efendilerin, Odyan
Efendilerin yaptığı gibi bugün de Türk milletine ve tarihine uluslararası
fonlardan beslenerek saldıran örgütlü ve etkili güçler, tarihi tersten okumayı
ibadet olarak görmektedirler.
Değerli milletvekilleri, Türk milletini etnisiteye indirgeyenler
aslında bizzat tarihin kendisine ihanet etmektedirler. Bu güruha göre sanki
Ötüken'e Türk Abideleri dikilmemiş, sanki Göktürk Devleti kurulmamış, sanki
Divanü Lûgat-it Türk yazılmamış, sanki Alparslan, Bizans'la Malazgirt'te ölüm
kalım savaşına girmemiş, sanki Osman Bey Söğüt’ten çıkmamış, sanki Fatih Sultan
Mehmet İstanbul'u fethetmemiş, sanki Mustafa Kemal Atatürk Türkiye
Cumhuriyeti’ni ilan etmemiştir! Bu kadar tarihi müktesebatı olan bir milleti
siz, bir aşiret, bir kıran, bir etnisite seviyesine indirerek nasıl
tartışırsınız, nasıl görürsünüz, nasıl onu başka bir kavimle, aşiretle eş değer
tutarak ondan birtakım haklar talep etmeye kalkarsınız? O milletin hepsi bu
milleti temsil eden herkesin tamamını kapsamakta ve içine almaktadır. (MHP
sıralarından alkışlar) İstiklal Marşı’nızı kim yazmış bir bakın, Kurtuluş
Savaşı’nı kimler yapmış bir bakın, Türklüğün manifestosunu kimler yapmış bir
bakın. Bu bir kanın, bu bir ırkın, bu bir kavmin, bu bir kafatasının ürünü
değil, bu bir kültürün ürünü, kültürün; bunu artık anlayın, anlayın, anlayın!
(MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Türk milletini etnisite olarak niteleyenlerin amacı Türkiye'yi
etnik etnik parçalamaktır. Türk milletini aşiret, Türkiye Cumhuriyetini ise
çadır devleti alarak gören bu tâifeye karşı elbette söylenecek çok sözümüz
vardır. Ancak iş birlikçi etki ajanları ve görev adamı olanları fazla ciddiye
almayı da hak etmiyorlar.
“Türk milleti” kavramı kültürel bir kavramdır. Türk halkı,
milletin tarihî müktesebatıdır, üzerinde tasarruf ya da indirim yapılacak bir
kavram değildir. Kimse kimseye gelinen bu aşamadan sonra “Gelin, size yeni bir
ana baba tayin edelim.” demek cüretini gösteremez. Türk’üz, Türk olarak
kalacağız. Bunu herkes böyle bilsin.
Bu hasarlı güruh için sorunu çözmek gayet basittir. “Türk”ün
yerine “Türkiyeli” kavramını koyalım sorun çözülsün. “Türk milleti” kavramı yerine
“Türkiyeli” kavramını koyarsanız sorun
çözülecek ama benim de onlara şöyle bir söz söylemem gerekecek: “Türk”ün yerine
“Türkiyeli” kavramını koymak istiyorsanız önce uçakla sekiz saatlik bir
yolculuk yaparak Ötüken’e gidecekseniz, Ötüken’e. Orada "Ey Türk, yukarıda
mavi gök, aşağıda yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim
bozabilir" abidesini göreceksiniz. Orada
“Ey Türk” adını “Ey Türkiyeli”ye çevireceksiniz. Sonra yetmedi, oradan
da tarihe döneceksiniz ve diyeceksiniz ki: “Ey
Göktürk Devleti, artık seni de ‘Göktürkiyeli’ yapalım.”
diyeceksiniz. O da yetmez oradan bir de
Kaşgar'a geçeceksiniz. O “Divanü Lûgat-it Türk”ü “Divanü Lûgat-it Türkiyeli”
hâline getireceksiniz. Tarihe gücünüz yeterse geleceği sizinle konuşuruz.
Değerli milletvekilleri, Türk milletine ve tarihine yönelik olarak
onca cahilane ve hainane saldırılar sürerken adında “Türk”, “Atatürk”, “Türk
tarihi” ve “Türk dili” gibi kavramlar bulunan kurumların büründükleri ölüm
sessizliği de dikkat çekicidir.
Üzerinde durulması gereken ana husus: Türk tarihi, dili, kültürü,
kimliği, medeniyeti konusunda başta Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
olmak üzere sorumluluk sahibi çevrelerin görevlerini yerine getirip getirmediği
hususudur.
Türk milletinin tarihini, dilini ve kültürünü kirletmeye,
kötülemeye yönelik olarak onlarca yayının yapılması bu konuda büyük açığın
olduğunu göstermektedir. Televizyonlarda ve toplantılarda tarih, dil, kültür ve
Atatürk'le ilgili olarak ne kadar konuyla ilgisi olmayan yarı cahil adam varsa
onlar konuşturulmaktadır. Kurumların, aydınların ve yönetimlerin görevlerini
yeterince yerine getirememeleri boşluk üretmekte, bu boşluğu da malum tâife
doldurmaktadır.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk milletini, dilini
ve tarihini bilimsel içerikli araştırma, yayın ve faaliyetlerle
güçlendirmelidir. Yalan yanlış ve uydurulmuş ithamlarla Türk Milletini ve
tarihini kirletme, yıpratma ve gözden düşürme amaçlı saldırılara karşı toplum
kurum tarafından bilgilendirilmelidir. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu bilgiyi ve gerçekleri belgelerden, referansları arşivlerden çıkararak
halkla daha doğrusu hayatla buluşturacak faaliyetler yapmalıdır. Bilimsel ve
gerçek tarihin olmadığı yerleri uydurulmuş ve ideolojik tarihler her yanı
istila etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) – Günümüz dünya olaylarının kilit
konuları, ideolojik ve ulusal olmaktan çok, felsefi ve kültürel olacağı yaygın
biçimde iddia edilmektedir.
Geleceğin dünyasında ülkelerin medeniliğini ve kalkınmışlığını
kişi başına düşen kültür ve sanat eseri miktarı belirleyecektir. Sanat, kültür,
edebiyat, sinema, folklor gibi değerler de tamamen dil ve tarihle ilgili
sorundur, tabii, bir de özgürlük sorunudur.
Günümüzde kültürün sınırlarının devletin sınırlarını aştığını
ortaya çıkaran birçok olgu bize söylenmektedir. Bu gerçeği son etnik ve
kültürel çatışmalar daha da belirgin hâle getirmiştir. Asıl olan turizm,
ticaret, medya ve İnternet’le birbirine bağlı hale gelen toplumlardan
hangisinin daha etkin bir felsefi ve kültürel birikime sahip olduğudur.
Hepinize saygılar sunuyorum, bu bütçenin hayırlı olmasını
diliyorum. [(MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; AK PARTİ sıralarından
alkışlar(!)]
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına son konuşmacı
Sayın Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.
Sayın Halaçoğlu, buyurun.
Süreniz on dört dakika.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekilleri, öncelikle
konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk tarihinin kültürünü ve medeniyetini ilmî yoldan araştırmak,
yayınlar yapmak ve yayınlar yapmak ve yaymak için 15 Nisan 1931’de Atatürk’ün
direktifleriyle, Türk Tarih Kurumu; bir yıl sonra da Türk dilinin öz
güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında
değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek için de Türk Dil Kurumu kurulmuştur.
Kurulduğu zamandan itibaren her iki kurum, hem gerek Türk tarihi konusunda
gerekse Türk dili konusunda çok güzel ve ciddi çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Az önce, AKP milletvekili arkadaşlarımızın söyledikleri Asya’da
arkeolojik araştırmalar yapmak, bütün dünyadaki Türk kültür varlıklarının
envanterini yapmak, “Çin Han Hanedanlığı Tarihleri”nin Türkçeye çevrilmesini
sağlamak gibi işlerin hepsi Tarih Kurumunca “Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri
Sözlüğü”nün yapılması, “Türk Dil Sözlüğü”nün yapılması, tarama sözlüklerinin
hazırlanması gibi konular da Dil Kurumumuzca başarıyla yerine getirmiştir.
Değerli milletvekilleri, hemen her ülkenin tarih ve dil konusunda
hizmet veren akademi ve enstitüleri bulunmaktadır ve gerek yönetim olarak gerekse
ilmî araştırma bakımından tamamen devletten bağımsız şekilde çalışmaktadırlar.
Zira, objektif yapılmayan araştırmalar verilen emeğe, harcanan paraya rağmen,
uluslararası kamuoyunda yer bulamazlar.
Maalesef, 2011 yılında, kanun hükmünde kararnameyle çıkarılan yasa
ile bu kurumlarımız tamamen devlet kurumu hâline getirilmiştir. Nitekim, yeni
yasayla “Yüksek Danışma Kurulu” adı altında oluşturulan organ, Başbakanın veya
ilgili bakanın başkanlığında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Dışişleri
Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Millî Eğitim Bakanı ile Başbakan tarafından
belirlenecek diğer bakanlar, Yükseköğretim Kurulu Başkanı, Cumhurbaşkanınca,
yüksek kurumun görev alanına giren konularda özgün bilimsel araştırmalarla
tanınan bilim adamları arasından üç yıllığına seçilen üye ile Yüksek Kurum
Başkanı ve kurum başkanlarından oluşur. Cumhurbaşkanı ve Başbakan gerekli
gördükleri hâllerde, Yüksek Danışma Kuruluna başkanlık eder.” El insaf! Sanki
bu ülkede hiç bilim adamı kalmamıştır ve bakanların da başka işi yokmuş gibi bu
kurumun yüksek danışma kurulunu oluşturmaktadırlar.
Vicdan sahibi her kim olursa olsun, herkes, siyasi mülahazalardan
uzak olmak kaydıyla, bilimsel araştırma yapan bir kurumun danışma kurulunda
yukarıda adı geçen siyasi şahsiyetlerin ne işinin olduğunu sorgulayacaktır.
Ayrıca, yönetimi devlet yetkililerinden meydana geldiğini gören yabancı ilim
kuruluşları bizim bu kurumlarımızın yaptığı ilmî çalışmalar hakkında ne
düşünecektir?
Böyle bir yapılanma hep örnek olarak aldığımız ne Avrupa ülkelerinde
ne ABD’de ve hatta ne de Rusya’da vardır. Kaldı ki bir bilimsel kurumun danışma
kurulunun siyasilerden meydana geldiği ve hele hele danışma kurulunun görevi
olarak “Yüksek Kurumun ve kurumların bilim ve kültür alanındaki çalışmalarını
ve etkinliklerini değerlendirir ve gerekli tavsiye kararları alarak görüşlerini
Yüksek Kuruma ve kurumlara bildirir. Bu kararlar Yüksek Kurum ve kurumlar
tarafından öncelikle dikkate alınır.” şeklinde açıklanıyorsa, bu şekilde
siyasilerin talimatlarıyla yapılacak çalışmaları özgür iradeyle yapılmış olarak
kabul edebilir miyiz?
Ayrıca, yine Yüksek Danışma Kurulunun görevlerinin sayıldığı ve
dünyanın hiçbir yerinde olmayan ve olması da ihtimal dışı olan bir madde daha
yer almaktadır ki bu madde, bu kurumların bir ilmî kuruluş olmadığına tamamen
açık delil teşkil eder. 5’inci maddenin 6’ncı fıkrasında “Yüksek Danışma
Kurulunca gerekli görülen kararlar Resmî Gazetede yayımlanır.” denilmektedir.
Bu hükmü nasıl yorumlayacaksınız? Dünya ülkeleri arasında hangi bilimsel araştırma
kararları Resmî Gazete’de yayımlanmaktadır. Dolayısıyla bu şekilde bir
yaptırım, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu bir bilimsel kurul
olmaktan tamamen çıkardığı gibi askerî idare dönemini bile aratacak bir duruma
düşürmektedir.
Değerli milletvekilleri, durum sadece Yüksek Danışma Kuruluyla da
sınırlı kalmamaktadır. Kurumun en üst yönetim mercisi olan yönetim kurulunu, ne
hikmetse, gerekli hâllerde Başbakan veya ilgili bakan olağanüstü toplantıya
çağırabilmektedir. Bu ne demektir? Geçmiş dönemde Askerî Konsey tarafından
hazırlatılan kanunda bile böyle bir uygulama bulunmamaktadır.
Yine “Yüksek Kurum ve kurumlarca hazırlanan idari düzenlemeleri
görüşerek, Başbakan veya ilgili bakanın onayına sunmak.” hükmü, Yönetim
Kurulunun sembolik bir nitelik taşıdığını ve tamamen siyasetin emrine
verildiğini ortaya koymaktadır.
Kanundaki çarpıklıklardan bir diğeri de, Yüksek Kurumun amacını
belirleyen maddedir. Bu maddede “Türk dili, tarihi, kültür ve bütün yönleriyle
Atatürk eserleri üzerinde sosyal ve beşerî bilimler bütünlüğü içinde bilimsel
araştırmalar yapmak, yaptırmak ve bu konularda seminer, sempozyum, konferans ve
benzeri ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenlemek, yayınlar yapmak ve bu
alandaki çalışmaları desteklemek.” denilmektedir.
Yine görevleri arasında “Milletimizin sosyal ve kültürel
gelişmesine katkı sağlayacak alanlarda bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak
ve bu alanda yapılan çalışmalara destek vermek.” olarak açıklanmıştır. Mademki
bütün bu işler Yüksek Kurum tarafından yapılacaktı, o hâlde diğer 4 kurum neden
kurulmuştur ve gereksiz yere neden personel istihdam edilmektedir? Hâlbuki en
azından, Türk Dil ve Türk Tarih kurumlarının araştırma usulleri farklıdır,
metodolojileri ve asıl ilmî araştırma görevi, kanunun diğer maddeleriyle her
biri ayrı tüzel kişiliğe sahip kurumlara verilmiştir. Mesela, Türk Tarih
Kurumunun görevleri sayılırken aynen şu ifade edilmektedir: “Türk tarihi ve
Türkiye tarihini tüm yönleriyle hakikatlere (ilmî yoldan) uygun biçimde ortaya
koyacak çalışmaları yapmak, tarihimizle ilgili karalama ve çarpıtmalara karşı
ulusal ve uluslararası kamuoyunu aydınlatmak.”
Değerli milletvekilleri, bu cümle kanunu hazırlayan zihniyetin ne
kadar ön yargılı olduğunu ortaya koymaktadır. Yani siz kanuna “hakikatlere
uygun ve tarihimizle ilgili karalamalara ve çarpıtmalara karşı ulusal ve
uluslararası kamuoyunu aydınlatmak” hükmünü koyarsanız, yapılacak çalışmaların
önceden hedefini de belirlemiş olursunuz. Tarih ilminde kendinizi
şartlandırarak objektif araştırma yapamazsınız. Hakikat kime göre olacaktır ve
hakikatin ölçüsü nedir? Eski kanunda “Türk Tarih Kurumunun amacı, Türk tarihini
ve Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyet
hizmetlerini ilmî yoldan incelemek, araştırmak, tanıtmak, yaymak veya yayımlar yapmak,
bunlara dayanarak da Türk tarihini ve Türkiye tarihini yazmaktır.” denilmek
suretiyle daha objektif bir hedef ortaya konulmuştu. Ama yeni kanunda
“tarihimizle ilgili karalama ve çarpıtmalar” ifadesi kullanılmakta ve buna
bağlı olarak hakikatleri kendinize göre belirlemektesiniz. Halbuki ilmî
kuruluşlar, ilmî araştırmalar yapar ve bu yapılan araştırmalar ilgilenen
kimseler tarafından kullanılır; yoksa ismi “muhteşemle” başlayan ve tarihimizi
muhteşem şekilde tahrip eden dizilere karşı bir araştırma yapmasını
isteyemezsiniz.
Değerli milletvekilleri, RTÜK gibi bir kurumumuzun olmasına ve
dizi başlayalı iki yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen kendilerine bu görev
verilmiş olanlar yan gelip yatacaklar fakat durumu yeni öğrenmiş gibi Sayın
Başbakan da -başka işi yokmuş gibi- tarih dizisiyle ilgili açıklama yapacak.
Burada yapılması gereken şey, Başbakanın beyanat vermek yerine, ilgili bakanın
işi televizyon programlarını denetlemek olan RTÜK hakkında görevi ihmalden
soruşturma açmak ve onu harekete geçirmek olmalıdır.
Yeni yasada Türk Dil Kurumunun görevleri, Türk dilinin kaynak
eserlerini tespit ederek incelemek ve yayına hazırlamak, Türkçeyle ilgili yurt
içinde ve yurt dışında yapılan araştırmaları takip etmek, bütünleşik bilgi
sistemi dâhilinde arşiv ve dokümantasyon merkezi, bilgi bankaları ve veri
tabanları oluşturmak” olarak gösterilmiştir. Hâlbuki bu tür, yabancı
ülkelerdeki kuruluşların amaçları arasında dilin güzelliğini ortaya koymak
ilkesi bulunmaktadır. Nitekim 2876 sayılı eski Yasa’da bile bu duruma dikkat
edilmiş ve Türk Dil Kurumunun amacı “Türk dilinin öz güzelliğini ve
zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır
yüksekliğe eriştirmektir.” şeklinde belirlenmiştir. Görüldüğü gibi, 1932
yılında kurulan ve hedefleri belirlenen bir kurumun yeni yasayla ne hâle
getirildiği ortadadır. Kurulduğu günden bugüne kadar çok değerli çalışmalarda
bulunan Türk Dil Kurumu, biraz önce söylediğim gibi Türkçe Sözlük’ü çıkarmış ve
geliştirmiş, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü hazırlamış, Deyimler ve
Terimler Sözlüğü yapmış, her şeyden önemlisi de bütün bunları İnternet
aracılığıyla dünyanın hizmetine sunmuştur.
Sayın milletvekilleri, bir de konuya başka bir pencereden bakalım
ve geliniz, ülke yararına en doğru olanı burada değerlendirelim. Zira hem
“Tümüyle askerî darbe kanunlarından ve anayasasından kurtulalım.” diyeceksiniz
hem de o dönem kanunlarından daha kötü bir kanun hazırlayacaksınız. Aslında
yapılması gereken, Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil kurumlarının
birer akademi hâlinde teşkilatlandırılmasıdır. Bunu yapacak olursak bu iki
güzide kurumumuzun geniş mali imkânlarını da göz önüne aldığımızda ne denli
büyük hizmet vereceklerini tahmin edebilirsiniz. Bu kurumlarımız şayet akademi
hâline getirilecek olursa kendi alanlarında gençlere yüksek lisans ve doktora
bursu vermek -yerli ve yabancı olmak üzere- yine çalışma alanlarında projelere
destek vermek, belirlediği konularda yabancı bilim adamlarının da çalıştığı
araştırmalar yaptırmak, Türk arkeolojisini desteklemek ve kazılar yapmak ve
gerektiğinde yurt dışında araştırma merkezleri kurmak gibi görevlerini yerine
getirebilirler. Bu tür çalışmalar ülkemizin ufkunu açar ve siyasi otorite
bunlardan faydalanarak isabetli politikalar üretirler. Mesela bugün Orta
Doğu’da, yani bütünüyle Osmanlı coğrafyasında meydana gelen olayların temeline
inmeden bu bölgede yürütülen politikalarda hedefin de doğru tespit edilmesi
mümkün olmayacak ve yanlışlar içinde maceraya sürüklenecektir. Tarih övgü dolu
sayfalar olduğu gibi yanlış yapanların sebep olduğu acılarla da doludur. Bugün,
bizler, tarihi ve tarihî şahsiyetleri nasıl acımasızca eleştirip suçluyorsak
yarın da birileri bizi aynı şekilde suçlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, 2013 bütçesini görüştüğümüz şu sıralar, geleceğimiz
ve Türkiye’yi yönetenler açısından bu denli önemli olan kurumlarımızın,
Mecliste tartışılmasına gerek duyulmadan ve aceleyle çıkarılan yasası bir yana,
her iki kurumun genel bütçeye bağlı olmayan ve kaynağı tamamen kendi gelirleri
olan bütçelerinin esnek hâle getirilerek özerk bir yapıya kavuşmaları
gerekmektedir. Bu sebeple, her iki kurumda da, kendi bütçeleri olduğu için,
yabancı sözleşmeli personel istihdamı söz konusu olabilir. Bunların
şişirilmemesi için gerekli tertip alınır.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlarken 2013 yılı
bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, kurumlara yeni atanan başkanlara başarılar
diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi şahıslar adına Sayın Ertuğrul Soysal, Yozgat Milletvekili.
Sayın Soysal, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 yılı bütçe kanun
tasarısının ikinci turunda yer alan kurumlar bütçesiyle ilgili olarak şahsım
adına lehte söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ecdadımızın bizlere emanet ettiği vakıf olgusu “hayır” ve
“yardımseverlik” kavramlarını şahsi bir meziyet olmaktan çıkartıp
kurumsallaşmış bir yapı olarak geçmişimizden geleceğimize uzanan önemli bir
hizmet alanını kapsamaktadır. Vakıfta amaçlılık, çeşitlilik gösterebilir ancak
hedef Allah rızası için yardım etme, hayırla yâd edilme ve ebediyete kadar
adının baki kalmasıdır. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse vakıf, bir
ferdin taşınır veya taşınmaz bir malını Allah rızası, hayır duygusu ve insan
sevgisiyle karşılık beklemeksizin hizmetin ebediyen sürdürülmesi amacıyla şahsi
mülkiyetinden çıkarıp kamu yararına tahsis etmesidir.
Kendi gelirlerini akar nitelikli gelir getirici menkul ve
gayrimenkulleri kanalıyla elde eden Genel Müdürlük devlet bütçesine hiç yük
olmadan temsil ettiği vakıfların hayır şartlarını da yerine getirmektedir.
Bu meyanda Vakıflar Genel Müdürlüğü temsilcisi olduğu ve artık
yöneticileri hayatta kalmayan 42 bin vakıf adına ülkemiz genelinde yatırımlar
yapmakta, vakıf eski eserleri restore etmekte ve vakıfların hayır şartlarını
yerine getirmektedir. Ülkemizin en ücra köşelerindeki vakıf eserlerini dahi
restore ederek ayağa kaldıran, nerede bir garip gureba varsa ona vakfın iyilik
elini uzatan, vakıf yemeğini götüren, vakıf yardımını ulaştıran, yüzyıllar
önceden bugüne gelen vakıf şuuru ile öğrenciye, engelliye, garibe gurebaya
yetişen bu kurum yaptığı tüm işleri yalnızca kendi öz kaynakları ile
gerçekleştirmektedir.
Değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü 2003 yılından
itibaren vakıflara ait gelir getirici mülkleri en yüksek verimle
değerlendirmeye başlamıştır. Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonucunda
gelirlerini artırarak hayır hizmetlerini de çeşitlendirmiştir. Yıllar boyunca
atıl durumda kalmış gelir getirici vakıf mülkleri tespit edilerek
değerlendirilmiş, artık bu taşınmaz mallar üzerinde 5 yıldızlı oteller, sosyal
tesisler, alışveriş merkezleri ve konutlar yükselmiştir. Bu taşınmazların her
birine bir fonksiyon vermek suretiyle vakıf gelirleri artırılmış, Vakıflar
Genel Müdürlüğü genel bütçeye hiç yük olmadan doğrudan kendi imkânları ile
çalışmalarını sürdürmüştür.
Genel Müdürlüğümüzce ülkemize 2003-2012 yılları arasında 2 milyar
600 milyon TL yatırım yapılmıştır. Öyle ki 2003 yılından önce Genel Müdürlükçe
restorasyonu gerçekleştirilen vakıf eseri sayısı sadece yılda 10 taneyi bulmaz
iken, 2003 yılından bugüne kadar Genel Müdürlük tarafından restore edilen vakıf
eski eser sayısı şu anda 3.750 olmuştur. Ülkemiz genelinde il ve bölge ayrımı
yapmaksızın nerede restorasyona ihtiyacı olan bir vakıf eseri varsa ulaşan
Genel Müdürlük, son yılların büyük bir restorasyon hamlesini de
gerçekleştirmiştir.
İstanbul’dan Bitlis’e, Diyarbakır’dan Antalya’ya, Bayburt’tan
Yozgat’a, nereye gitseniz birden çok restorasyon çalışmasına şahit
olabilirsiniz. Genel Müdürlük ecdadın emaneti olan bu eserleri ihya etmekte,
geleceğe intikal etmelerini de sağlamaktadır. Kendi seçim bölgem olan Yozgat’ta
da 2002’den 2012’ye kadar yaklaşık 3 milyon TL harcanarak ecdat yadigârı 10
adet caminin esaslı onarımdan geçirildiğini de buradan ifade etmek istiyorum.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıf kökenli cami, han, hamam, medrese,
bimarhane, kervansaray gibi vakıf eserlerinin onarımlarının ve korunmalarının
sağlanmasının yanı sıra, bu eserlerin her birinin içlerinde yer alan
taşınabilir vakıf kültür varlıklarını da korumaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, bizi biz yapan, bizi
var eden o ruh kökünden yola çıkıyor, geçmişten aldığımız ilhamla geleceğimiz
için bir ufuk çizmenin mücadelesini veriyor, büyük düşünüyor, geleceğe eserler
bırakmak için emek sarf ediyoruz.
Sözlerime son verirken hayırseverlerimizi minnet ve şükranla
anıyor, hazineden hiçbir katkı almadan gelirinin yüzde 50’sini yatırıma ayıran,
devlete yük değil, devletin yükünü sırtlayan Vakıflar Genel Müdürlüğünü tebrik
ediyor, bu vesileyle 2013 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Soysal.
Şimdi Hükûmet adına Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç.
Buyurun Sayın Arınç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum.
Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğümüz, Radyo Televizyon Üst Kurulumuz, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumumuz, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil
Kurumu ve Türk Tarih Kurumuyla ilgili bütçeler, Genel Kurulun izlediği gibi,
bütün siyasi partilerimiz, onların konuşmacıları tarafından değerlendirildi.
Ben de hem konuşulan konular üzerinde hem de kurumlarımızı tekrar tanıtıcı
birkaç söz söylemeyi uygun gördüm.
Umarım elli dakikayı doldurmayacağım gecenin bu saatinde çünkü, esasen,
kurumlarımızla ilgili çok fazla eleştiri yapılmadı. Aslında Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülen konuları bazı arkadaşlarımız tekrar gündeme getirdiler.
Belki orada verdiğimiz cevapları tekrar edeceğim ki soru faslında tekrar
sorulmasın diye.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle kurumlarımızın faaliyetlerini
takdir eden, teşvik eden, yönlendiren arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Eleştirisi olan arkadaşlarımıza da bize yön verici olduğu için, ayrıca o
eleştirilerine cevap verme hakkımı saklı tutarak, tekrar konuşmalarından dolayı
teşekkür ediyorum.
Öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğünden başlamak isterim. Bu konuda
eleştirilerde bulunan kadın milletvekilimiz şu anda yok. Biraz önce iPad’den,
bir web sitesinde, kendisinin sürekli ismimden bahsederek bana baktığını, benim
de “Genel Kurula hitap edin.” demem karşısında onun söylediği sözleri içeren bir
kayıt gördüm. Dolayısıyla bir yanlış anlamaya mahal vermemek için onu zikretmek
istiyorum. Bir defa, İç Tüzük’ümüz gereğince Genel Kurula hitap edilir. “Sayın
Bakan” denebilir, isim de belki söylenebilir ama her cümlenin başında “Sayın
Bakan Bülent Arınç” diyerek bana dönmeye gerek yok. Ben mahcup bir insanım.
Zarif bir hanımefendinin ikide bir dönüp bana bakmasından, doğrusu,
sıkılabilirim. Yoksa yani dönüp her defasında bakabilir, benim için bir
eksiklik değil.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bu söz yakışıyor mu size?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama Genel Kurul adabı
içerisinde konuşma yapan bir milletvekilinin, şahsiyetten ziyade Genel Kurula
hitap edecek cümleler kullanması lazım.
İkincisi, şu dikkatimi çekti -herhâlde zabıtları okuduğunda
kendisi de fark edecektir- bir sözü benim için çok önemli, Sayın Nazlıaka diyor
ki: “Vakıflar kapalı kutu, hiçbir şeyden haberimiz yok.” Doğrusu, ben buna hiç
katılmam çünkü Meclis Başkanlığım döneminden de arkadaşlar bilirler, soru
sormasını İç Tüzük kurallarına göre uygun yapan arkadaşlarımızın her sorusuna
cevap vermek benim için bir görevdir. 2009 1 Mayısta Başbakan Yardımcısı oldum.
2009’un kayıtlarına, 2010, 2011, 2012, bugüne kadar her yıl 400 civarında sözlü
ve yazılı soru önergesi olmuş ve bunların şu anda işlemde olan 6 tanesi hariç
hepsine cevap vermişim. İnat ettim, baktım, “Vakıfların kapalı kutu olduğundan
bahseden Sayın Nazlıaka acaba bana Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili olarak
kaç tane soru sormuş ve ben kaç tane meseleyi gizli tutmuşum?” diye. İnanın,
bana hitaben, Vakıflar Genel Müdürlüğünden herhangi bir olayı soru önergesiyle
gündeme getirmemiş. Dört yıldır görevdeyim, dört yıldır vakıflarla ilgili bana
hiçbir sorusu olmamış. Milletvekillerinin denetim görevi, soru, sözlü soru,
yazılı soru, gensoru, bunlarla geliyor ama Sayın Nazlıaka’nın bana hitaben,
Başbakan Yardımcısı sıfatımla dört yıldır doğrudan bağlı olan bir kurum
hakkında hiçbir soru sormaması ama bugün
de “Vakıflar kapalı kutu.” demesi, doğrusu benim hak ettiğim bir konu değil. 4
tane sorusu var, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sormuş; oradan bana
havale edilmiş, ben onu cevaplandırmışım ama sordukları sorular burada
konuştuklarıyla doğrudan ilgili değil.
TUFAN KÖSE (Çorum) – Ciddi cevap vermiyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – “Acaba Sayın Nazlıaka
bana hangi konuda doğrudan bir soru önergesi vermiş?” diye baktım. Sayın Tufan
Bey, ona da baktım, “Acaba bu hanımefendi beni Başbakan Yardımcısı sıfatıyla
hangi konuda denetlemiş, buldum. TRT’yle ilgili 1 tane soru önergesi var.
Hanımefendi orada bana şunu soruyor: “Tosun Paşa filmini izledim, neden dört
dakika eksik?” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türk sinemasının son yıllardaki
şaheserlerinden “Tosun Paşa” filmini izlerken dikkat etmiş ve tespit etmiş ki
bu filmde bir eksiklik var Sayın Çam. Ben de bu soru önergesine cevap vermişim:
“O sırada acil bir son dakika haberiyle film dört dakikalık bir kesintiye
uğramış.” Ne yapalım, bu da bizim kusurumuz TRT adına.
Değerli dostlar, vakıflar konusu önemlidir. Bütün arkadaşlarımız
vakıfların mahiyetini arz ettiler. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisinden
konuşan arkadaşımız dinî anlamda, inancımız anlamında vakıfların ne içerdiğini
çok güzel söyledi. Bir kısmına katılmıyorum ama bizim tarihimiz aynı zamanda vakıf
kültürüyle yoğrulmuştur ve medeniyetimizin bir ismi de vakıf medeniyetidir.
2000 yılındaki benim konuşmamı aslında Plan Bütçe Komisyonunda
Aydın Ayaydın dile getirdi, kendisine o sözlerimin arkasında olduğumu söyledim.
Bu kere aynı konuyu Sayın Nazlıaka da gündeme getirdi. Önemli bir konudur, o
açıdan eleştirmiyorum ama benim Sayın Aydın Ayaydın’a Plan Bütçe Komisyonunda
verdiğim cevaptan sonra kendisi bizzat geldiler, teşekkür ettiler, bu konuda
mutabık olduğumuzu da ifade ettiler. Dolayısıyla, ben tutanaklara geçmiş bütün
sözlerimin arkasındayım.
Bugün Vakıfbank’ta, Vakıflar Genel Müdürlüğünün temsil ettiği
hisse karşılığında bir hissedarlığımız var. Bu hissedarlığımız karşılığında
Vakıflar Bankasından biz karşılığını temettü olarak alamıyoruz, öz sermayeye
ekleniyor bankanın mali yapısı, durumu itibarıyla. Ben de Vakıflar Genel
Müdürlüğünden sorumlu olan bir bakan olarak şunu söylüyorum: Ben genel bütçeden
pay almıyorum. Benim bütçem özel bütçe, yani gelirim ne kadarsa giderim de o
kadar. Ben on senede 3.700 tane vakıf eserini restore edip onarmışsam bunu
kendi kaynaklarımla yapmışım ama benim Vakıflar Bankasındaki hissemin karşılığı
bana para olarak gelirse bütçemin içerisine koyacağım ve onu da yine vakıflarla
ilgili konularda sarf edeceğim. Bu konuda oturduk, uzun uzun çalıştık, henüz
bir sonuca varmış değiliz ancak “Şöyle bir formül üzerinde durulabilir.”
denildi. Bu henüz konuşma, tartışma safhasındadır. Yani yüzde 58’e yakın olan
hissemizin karşılığı hazine tarafından satın alınsa, bunun karşılığı kâğıt
olarak veya bir başka şekilde, yine Vakıflar Genel Müdürlüğünün kontrol edeceği
bir hisse olarak kârından istifade etsek, bugün bize gelmeyen temettü payı
-eğer böyle olursa- yıllık 250 milyon civarında bize bir gelir getirecek.
Doğrudur, yanlıştır, bu bir çalışma noktasıdır. Dolayısıyla, biz Vakıflar Genel
Müdürlüğümüzün bu konudaki katkısını daha da çoğaltabilmek için bir arayış
içindeyiz. Sizlerin de böyle bir teklifi, bir düşüncesi olursa, sizi temin
ederim, bu konuda da bir çalışma yapabiliriz ama gerçek şudur: Bizim Vakıflar
Bankasındaki hissemizin karşılığını nakit olarak alamıyoruz, nema olarak
alamıyoruz, temettü olarak alamıyoruz. Bir defa 17 milyon almışız, bir defa 7
milyon almışız, bunlar, affedersiniz, bizim için bir öğle yemeği parası gibi.
Ben özel bütçeme daha çok katkı sağlamalıyım ki elimdeki hisselerin
karşılığında bununla çok hizmet edebileyim. Ben şahsen bunu düşünüyorum çünkü
bize vakıfların yüklediği sorumluluk, mesela akar cinsiden vakıflarda “Bunun
bir geliri olmalı ve o gelirden de daha çok vakıf hizmet yapabilmeli.”
anlayışıdır. Ben daha çok gelir elde edersem, daha çok hizmet edeceğim. Daha
çok fakire, yoksula, daha çok öğrenciye, bursa, daha çok yurtlara, daha çok
vakıfların bugün yapmış olduğu hizmetlere daha çok vakit ayırabileceğim.
Değerli dostlar, Vakıflar Genel Müdürlüğü konusunda bugüne kadar
pek çok bütçede -bu bütçede de oldu- arkadaşlarımız takdirlerini ifade ettiler
yani “İyi çalışıyorsunuz. Şunlar şunlar da yapılıyor, bazılarının açılışlarını
görüyoruz ama şunlara da dikkat edin.” dediler. Ben, yine, genel kanaatin
Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün çalışmaları konusunda, daha çok takdir ve teşvik
ifade eden düşüncelerin olduğunu biliyorum çünkü vakıflar hepimizin. Eğer biz
iyi hizmet edemiyorsak, bu sorumluluğumuz olur. Yanlış yaparsak bunun
sorumluluğu bize ait olur ama işleyen, yürütülen faydalı çalışmalar varsa
bunları da takdir edin. Marifet iltifata tabidir. Pek çoğunuz bize zaman zaman
“Benim seçim bölgemde şöyle bir yer var, şurayla da ilgilenin, buranın da restorasyonu
yapılsın, burası da tahsis edilsin.” diye talepleriniz oluyor. Biz bunları
karşılamaya çalışıyoruz. Bu bizim için bir mevzuat konusudur, yoksa vakıf eseri
restore edildikten sonra onun kullanılış amacı çok önemlidir, boş tutamayız.
Koruma, kullanma yöntemi, özellikle tarihî eserlerde, kültür ve tarih
varlıklarında çok önemlidir. İçinde insan olmayan yapılar süratle çökerler. Her
sene restorasyon yapsanız ayakta tutmanız mümkün olmaz. Dolayısıyla “Ayağa
kaldıralım, insanlığın ortak malı hâline gelsin ve insanlar bundan daha çok
istifade etsinler.” diye düşünebiliriz.
Şu anda 42 bin mazbut vakfın, 281 mülhak vakfın, 4.568 yeni
vakfın, 165 cemaat vakfının iş ve işlemleriyle denetimini –eksiğimizle
yanlışımızla- biz yapıyoruz. Bunun yanında, kültür ve tarih varlığı olarak,
vakıf varlığı olarak kayıtlı bulunan han, hamam, medrese, cami, külliye, imaret
bütün bunların da restorasyonlarını ve korumalarını elimizden gelen imkânlarla
yürütüyoruz.
Sayın Nazlıaka’nın, Vakıflar Kanunu’nun 11’inci maddesinde bir değişiklikten
bahseden bir cümlesi de olmuştu. Değerli dostlar, Vakıflar Kanunu’nun 10 ve
11’inci maddelerinde, vakıf yöneticilerinin görevden alınabilme şartları
sayılmış. Bunların içerisinde 11’inci maddede de idari para cezası verilmesi
hâlinde de 2 defa olursa görevden alınabileceklerinin, asliye hukuk mahkemesine
dava açılması suretiyle yapılması öngörülmüş. Bunun ağırlığı söz konusudur. Pek
çok vakıf, birtakım ihmaller sebebiyle “Biz şunu veremedik, 2 defa da idari
para cezası verdik ama görevden alınıyoruz...” Bütün bu yakınmalar karşısında
bir kanun değişikliği düşünülmektedir. Bu kanun değişikliği yapıldığı takdirde
idari para cezaları tahsil edilecek ancak görevden alınmaları konusu daha ağır
hükümlere bağlanmış olacaktır.
Genel Müdürlüğümüzün Rehberlik ve Teftiş Başkanlığının, 1/1/2003
-yani Hükûmetimiz dönemini alarak söylüyorum bu yılın da- 23/11/2012 tarihleri
arasında 829 denetim, 141 inceleme yaptığı ve bunların sonuçları da elimizdeki
belgelerden anlaşılmaktadır. Yalnız burada Sayın Nazlıaka veya bir başka
arkadaşımız, sanıyorum bir başka arkadaşımızdı, “Sosyal yardımlaşma, dayanışma
vakıfları ne oluyor?” diye sordular. Sosyal yardımlaşma, dayanışma vakıfları
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın uhdesindedir. Evet, vakıf olarak
denetimlerini biz yapıyoruz ama sadece vakıfların denetimini biz yapıyoruz.
Bildiğiniz gibi, projeler karşılığında yapılan işlere bu vakıflardan katkı
sağlanıyor. Ancak bunların tamamının hangi bakanlıklarla ilgili olduğunu belki
soru önergeleriyle takip ederseniz daha kolay olur çünkü bazen Tarım
Bakanlığına göre, bazen Sanayi ve Ticaret Bakanlığına göre, bazen bir başka
bakanlığımızın uhdesindeki görevlere göre, yapılan projeler aynı zamanda sosyal
yardımlaşma ve dayanışma vakıflarımız tarafından da takip edilmektedir.
Doğrudan bize bağlı olmadığı için ve sadece denetimlerini rutin bir şekilde
yaptığımız için arkadaşımızın sorusuna detaylı bir cevap verme imkânım olmadı.
Değerli dostlar, Sayın Mustafa Erdem ilahiyatçı bir arkadaşımız,
profesörümüz, bir bilim adamı. Konuşmasını da ilgiyle takip ettim ancak hem
onun hem de zaman zaman Plan Bütçede veya bir başka yerde konuşan Milliyetçi
Hareket Partili arkadaşlarımın üzerinde çok durdukları bir konu var, bu konu
bence yanlış. Eğer bu konuyu bir parti politikası olarak da benimsiyorlarsa
-burada grupları adına konuştukları için söylüyorum- ileride iktidara gelme
cehdiyle, azmiyle, ümidiyle bugün muhalefet partisi konumunda olan bir partinin
hem Türkiye'de hem de dış dünyadaki algısının olumsuz olacağını düşünüyorum, şu
sebeple: Sayın Erdem, şu yeni açılan kiliseler, ayinler, Rusya’dan getirilen
çanlar, bütün bunları sayıyor ve vakıflara, azınlık vakıflarına
gayrimenkullerinin iadesini de içerisine koyuyor ve “Azınlık vakıf mallarının
iadesi züldür.” gibi bir hüküm kullanıyor. Züldür yani “Bunu yapan zillet
içindedir, bunu yapan zelildir.” anlamında. Bir ilahiyatçı “züldür” kelimesinin
anlamını herhâlde hepimizden çok daha iyi bilir. Bunu kesinlikle reddediyorum
ve bu sözü kendilerine iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bu şeref de size yeter Sayın Bakan!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bizim yaptığımız, hem
kanunlarımız çerçevesinde hem uluslararası hukuk normları içerisinde hem de
Vakıflar Kanunu’muzun hükümlerine uygun olarak yaptığımız işlemlerdir. Biz,
Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları
olarak geçmişten bugüne birlikte yaşadığımız ve birlikte yaşamanın en güzel
örneklerini verdiğimiz bir medeniyetten geliyoruz. Eğer sizin düşünceniz hâkim
olsaydı, bugün Mardin’i göz ardı etmemiz lazımdı, Hatay’a inanmamamız lazımdı,
Gaziantep’i, Kayseri’yi haritadan silmemiz lazımdı. Unutmayın ki Türkiye’de
cami duvarıyla kilisenin ve havranın birbirine bitişik olduğu illerimiz var. Bu
topraklarda Ermeniler yaşadı, Rumlar yaşadı, Museviler yaşadı; şu anda
Süryaniler var, Keldaniler var, Maruniler var. Ben bunlarla 10 defa toplanmış
bir insanım. 41 tane farklı etnik grup ve farklı inanç gruplarının Türkiye’de
geçmişten bu yana yaşadığını biliyoruz. Bu, bizim için bir zenginliktir. Bu,
Türkiye’nin tarihinde birlikte yaşamanın bugün bütün dünyaya örnek göstereceği
çok güzel bir hadisedir.
Azınlık vakıflarına mallarını iade etmek hukukumuzun gereğidir.
Yeni Vakıflar Kanunu 2008’de çıktı. Bu kanunun pek çok maddeleri için
Cumhuriyet Halk Partisi de Milliyetçi Hareket Partisi de Anayasa Mahkemesine
gitti. Anayasa Mahkemesi bunların hepsini reddetti. Bir tane kabul ettiği madde
var, teftiş kurulu başkanının atanma usulü ama esas noktalarda Anayasa’ya aykırılık
tespit etmedi.
“Azınlık vakıfları” dediğiniz şeyler cemaat vakıflarıdır.
30’lardan önce de 40’lardan önce de 20’lerden önce de Türkiye’de cemaat
vakıfları vardır. Yeni kanunumuz bunların sayısını tespit etti, 165 olarak
belirledi ve sonunda bu vakıfların bir temsilcisi olarak da bugün “Laki Vingas”
ismiyle bir Rum yurttaşımız Vakıflar Meclisinde onların temsilcisi olarak
bulunuyor.
Geçmişten bu yana bütün süreci takip ettiğimizde, o cemaat
vakıflarının da, Türkiye’de -Osmanlı Dönemi olsun, daha sonraki dönemlerde
olsun- hukuka uygun olarak kurulduklarını, içlerinde hastane, okul, başka gelir
getiren pek çok gayrimenkuller edindiklerini biliyoruz. Bir zamanlar bunlar…
Anayasa Mahkemesi kararları da pek çoğu hakkında var, başka kararlar da var ama
idari kararlarda hazineye intikal etmiş olduklarını da biliyoruz. Biz AK PARTİ
Hükûmeti olarak hak neredeyse onu vermek… Buna inandık ve bundan doğru bir yola
girdik. Hakları mıdır? Haklarıdır. Kimin hakkıdır? Cemaat vakıflarının. Ne
kadarı? Ellerindeki belge, bilgilerle kendilerine ait olduklarını
ispatladıklarında verdikleri beyannamelerde mülkiyet olarak onların olduğu
tescil edilen şeyleri vermeye başladık.
Ama bugüne kadar 1.500 tane müracaat olmuş. Şu anda -hatırımda
yanlış kalmadıysa- 118 civarında gayrimenkulleri kendilerine iade ettik. 28
Ağustosta da süre bitti.
Bizim için önemli olan, Türkiye’de yaşayan ve bizim kanunlarımıza
göre hak sahibi olanlara haklarını vermektir. Bu bir zül değil, hukukun
gereğidir, insanlığın gereğidir. Biz bunu yapmakla iftihar ediyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yine değerli arkadaşımız yetimhaneden
bahsettiler. Yetimhane, Büyükada’daki Rum Yetimhanesi Sultan Beyazıt Vakfı’ndan
mukataalı olup… Bir bilgiyi de ifade ettiler; doğru ama arkası başka türlü.
Evet, Büyükada Rum Yetimhanesi Sultan Beyazıt Vakfından mukataalıdır ama
Osmanlının son döneminde Rum tebaalı bir azınlık tarafından satın alınmıştır.
1902 yılında Yani oğlu Kont Mavcora Bozdari Vakfına intikal etmiştir. Sonradan
bizim elimize geçti ve biz, bununla ilgili olarak Patrikhanenin ve diğer
kurumların pek çok açtığı davalardan birisine muhatap olduk. Sonunda Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi de bunun sahibine iadesi veya bedelinin ödenmesi gibi
bir karar verdi. Oturduk, düşündük ve kendilerine iade ettik. Rum Yetimhanesi
yani Patrikhaneye bağlı olan Büyükada’daki Rum Yetimhanesi hemen hemen bir
buçuk yıldan bu yana onların mülkiyetine geçti. Bu da ayıplanacak bir şey
değil. Hak, haklının en mukaddes malıdır. Biz buna inanıyoruz ve bunun, hukukun
gereği olarak yapıyoruz.
Değerli dostlar, bakınız, Ermeniler bu topraklarda yaşadı, Rumlar
da yaşadı. Benim eski seçim bölgem Manisa’nın pek çok köyünde “Rum köyü” olarak
bilinen yerler de var, başka yerlerde de var. Bunlardan sıkılmamak, utanmamak
lazım. Bir hatıramı anlatayım size; Sayın Hamzaçebi de tam karşımda oturuyor:
Gazeteci Hrant Dink alçakça öldürüldü. Buna gönülden inanan bir insanım. Meclis
Başkanıydım; Bakırköy Kaymakamını yanıma aldım, evlerine taziyeye gittim. Sayın
Hamzaçebi de eşiyle birlikte oradaydı. Sonra vedalaştık. Benim orada
hissettiğim şu oldu: Eşine baktım, annesine baktım, kızına baktım, gelinine
baktım, herhangi bir Anadolu evinden farklı değildi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Yıllardır bu topraklarda yaşayan insanların, yıllardır etnik kökeni
ne olursa olsun bizimle bütünleşmiş olan insanların evinde Anadolu evinin
kokusunu aldım.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Onun öldürülmesine sebep olanları
ombudsman yaptınız!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Dolayısıyla…
Bir şey mi söylediniz?
BÜLENT TURAN (İstanbul) – O sürekli söyler.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Onun öldürülmesine sebep olanları
ombudsman yaptınız!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yani bunun karşılığı
söylenecek bir şey mi bu sizin söylediğiniz?
Değerli arkadaşlar özür diliyorum, beyefendinin sözlerini…
Değerli arkadaşlar, müsaade ederseniz sözümü bu noktada tamamlamak
istiyorum ama MHP’nin şu konuya dikkat etmesini tavsiye ederim: İktidara
gelecek veya gelmesi mümkün, düşünülen, onun için çalışılan bir parti, yarın
iktidara geldiğinde…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hepsini geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hepsini geri
alacaksın. Tamam, bunun zabıtlara geçmesini istiyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – İktidara geldiğimizde hepsini geri
alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – MHP’nin bir
milletvekili MHP sıralarından diyor ki…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hepsini geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – “Verdiğiniz
gayrimenkullerin hepsini geri alacağız.” tutanak kâtipleri, unutmayın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Evet Sayın Bakan, aynen öyle.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Cemaat vakıflarının
hepsini kapatacak mısınız?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Biz biliriz o zaman hangi cemaati
kapatacağımızı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yok, yok, devam edin,
cesaretiniz kırılmasın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, hangi cemaati
kapatacağımızı biliriz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hepsini
kapatacaksınız.
Peki, Türkiye’de azınlıkların yaşamasına imkân ve fırsat…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ben gayrimenkullerinden bahsediyorum
Sayın Bakan, dolaştırmayın lafı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Tamam, her
gayrimenkulün bir sahibi var.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Lozan’a aykırıdır o.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yani gayrimenkulleri
tarla, bahçe olarak mı düşünüyorsun? Bırakın, suçüstü yakalandınız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Lozan’a aykırıdır o verdiğiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Eğer iktidara gelmeyi
düşünüyorsanız bir parti olarak, bu sözleriniz, sizin, hem Türkiye’de hem de
yurt dışında hangi zihniyete sahip olduğunuzu gösterir.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Seçim meydanlarında da anlatacağız,
onların verdiklerini biz geri alacağız diyeceğiz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Çok iyi olur, çok iyi
olur, aman bunu ihmal etmeyin. Ama önce bir Genel Başkanınıza danışın yani
parti kararı hâline getirin. Ben sadece tutanakta sizin isimlerinizin, sözlerinizin
bulunmasını istiyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Evet efendim, tutanakta bulunsun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Mustafa Erdem
de zannediyorum aynı kanaattedir, sözlerine bakarak söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, öyle batıp kaçmak yok, topu taca atmak yok.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Biz taca atmıyoruz, direkt söylüyoruz
Sayın Bakan, geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bu söyledikleriniz,
bizi zül addeden işler yaptırıyorsa bu zilleti kabul etmiyoruz, asıl bu düşünce
zillettir, ben bunu teşhir etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Verenler zül yapmışlardır.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Lozan’a da aykırıdır bu verdiğiniz
gayrimenkuller.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bırakın, bırakın.
Konuşuyorsunuz, zapta geçiyor. O yüzden herkes söylediği sözün kıymetini
bilmeli, nereye varacağını düşünmeli, yaptığı işin doğru mu, yanlış mı olduğunu
da herkes okumalı ve görmeli. Atıp tutmanın, bizi zilletle suçlamanın bir
faturası olmalı.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakanım, hakaret ediyorsunuz. Atıp
tutmak değil, laf söylüyorum Sayın Bakanım, hakaret ediyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
vakıflar konusunda….
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Saygıyla hitap ediyorum, siz hakaret
ediyorsunuz. Öyle mi Sayın Bakanım?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Anlıyorum sizleri,
anlıyorum, anlıyorum değerli arkadaşlarım.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, dinleyemiyoruz,
lütfen müdahale eder misiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
şimdi, vakıflarımız görevini yapıyor, yapmaya da devam edecek. Gelirlerini
arttıracağız, inşallah çok daha büyük hizmetler yapacağız. Bütün Anadolu’nun
her köşesini en güzel hizmetlerle süsleyeceğiz.
BDP’den konuşan arkadaşımızın bu sözlerini sizin sözlerinizle biz
nereye koyacağız? Yani biz bu ülkede yaşayan insanların yurt dışına gidenlerini
bile “Vatanınıza dönün, toprağınıza dönün.” diye teşvik ettikçe sizin bu
konuşmalarınızı duyan insanlar neye karar verecekler? Böyle bir şey olabilir mi
arkadaşlar?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Anadolu milletler topluluğu mu
kuruyorsunuz Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
Vakıfların alnı açıktır, başı diktir. Hamdolsun görevini Anayasa ve mevzuat
içerisinde de yapıyor.
Sayın Özcan Yeniçeri’nin her zamanki hareketli ve insanı
rahatlatan konuşmasını dinledim yani hepimiz büyük bir hayranlık içerisinde…
Tarih şuuru ve bilinci içerisinde bir konuşma yaptı. Sadece, bir tarihçi ve
profesör olduğu için, yine bir tarihçi ve profesörden bana iletilen bir notu
okuyayım da bu gecenin bir bereketi olsun. Çünkü diyor ki: “Bir Türk efsanesi
olan Ergenekon bir terör örgütünün adı gibi gösterilmektedir.” Ergenekon’un
Türk efsanesi olduğunu şahsen hepimiz düşünür ve böyle zannederdik. Oysa bir
tarihçi profesör diyor ki: “Örgüte bu adı kendisi vermiş, o ayrı ama Ergenekon
bir Türk efsanesi değildir.” Hocam, ne olur tepki göstermeyin de inceleyin
bunu. “Doğru telaffuzu ‘Ergine kun’ olup Moğolca ‘yalçın kaya’ anlamına gelir.”
Aman ya Rabbi! “Moğol dönemini yani 1227’den sonrasını kayda geçiren Farsça
kaynaklarda geçer. İranlı tabip tarihçi Reşidüddin’in ‘Cami’üt-Tevarih’,‘Genel
Tarih’ adlı eserinde geçiyor, ölümü 1318 miladi. Bundan da Hive Hanı Ebulgazi
Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünde de geçer.” Vallahi ben bunun yalancısıyım
yani Ergenekon’a bir Türk efsanesi deyip bu yorumlarınıza devam ederken bir de
bunun bir Moğol efsanesi olduğunu araştırırsanız çok daha iyi olacak hocam.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hangi tarihçi söylemiş?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Çok daha iyi olacak.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hangi tarihçi, ona bir bakalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ah, aman, inşallah…
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Biz onu öyle kabul etmişiz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ha, kabul ettiniz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – O bizim müktesebatımız olmuş.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Hangi tarihçi, onu sordum Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Söyledim.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Yani deminki yazıyı yazan hangi
tarihçi?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Size notu gönderen tarihçi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bu önemli bir tarihçi
sizin gibi, yani kurum başkanlığı yapanlardan birisi.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – İsmi ne?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Kim, kim efendim, kim? Var mı öyle bir
tarihçi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yahu, adamın adını
söyleyeyim de dövesiniz mi kardeşim?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bana söylediğinizi siz yapıyorsunuz,
atıp tutuyorsunuz orada.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Size gerçekten
bahsediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Atıp tutuyorsunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yahu, sen burada
yazılı olana bak, Allah Allah...
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Bakan, adını verin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bırak hocam ya, on
sene bu kurumun başında bulundun. Bu doğru mu, yanlış mı onu söyleyeceksin,
bırak Allah aşkına!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – İsim verin. Sayın Bakan, isim verin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bırak! Hikâye
anlatmayacağız bundan sonra, bunların üzerinde konuşacağız.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Atıp tutuyorsunuz o zaman siz de.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Türk efsanesi mi,
Moğol efsanesi mi? Sadece onu soruyorum. (MHP sıralarından gürültüler)
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – 100 kişi başka şey yazıyor, 1 kişi
başka şey yazıyor.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – İsim verin Sayın Bakan.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Kim yazdı, niye söylemiyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bakınız Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu üzerinde Sayın Gürkut
Acar’ın konuşmasını, Ali Haydar Öner Bey’in konuşmalarını hep dinledim. Bunlar
Plan ve Bütçe Komisyonunda da kuruldu.
Bakınız “Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna ait hesaplar İş
Bankasından neden alındı?” diyor Sayın Gürkut Acar. O da mı gitti?
Onu söylemiştim, 7 Mayıs 2012 tarih ve 28258 sayılı Resmî
Gazete’de yayınlanan Kamu Haznedarlığı Genel Tebliği’ne göre kapsam dâhilinde
olan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu Tebliğin 5’inci maddesine göre tüm
paralarını kamu bankalarında tutmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük gereği İş
Bankasında yer alan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna ait hesaplar Halk
Bankası ve Vakıfbank’a aktarılmıştır yüzde 8,75 faizle. En çok faizi veren iki
bankaya aktarılmıştır ama sıkıntınız “Neden İş Bankasına değil de bu iki
bankaya?” Onun cevabı da kamu bankaları olması sebebiyle. Kamu Haznedarlığı
Genel Tebliği’nin gösterdiği şey yerine getirilmiştir, yerine getirmeyen
idareciler hakkında da cezai takibat var.
“Atatürk’ün hiç ismi geçmiyor.” buyurmuşsunuz Sayın Acar. 664
sayılı Kanun Hükmünde “Kararname’yi
arkadaşlara, tek tek altını çizerek, tekrar kontrol ettirdim, bu kararnamede 41
defa Atatürk’ün adı geçmektedir, insafsızlık yapmayalım.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Ali Haydar Öner de, aslında, yine,
Plan ve Bütçe Komisyonunda söylediği ama tekrarında fayda gördüğü sorularını
soruyor. Ben de “Ettekrarü vel ahsen, velevkâne yüzseksen.” diye bir söz var,
söyleyeyim. “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü neden verilmemektedir?” Suçu biz
değiliz, 2000’den bu yana verilmiyor. Neden? Çünkü, bizim kanun hükmünde
kararnamemizden önce, hem 83’teki kanun hem de sonraki kanun hükmünde
kararnamenin pek çok maddesi iptal edildi. O maddeler iptal edildiği için de
biz kanun hükmünde kararnameyle bu kurumları yeniden düzenledik. Bakınız, ne
oldu? Atatürk Yüksek Kurumunun bu oluşumunu düzenleyen 5’inci maddesi iptal
edilmesi sebebiyle, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Kurulu oluşturulamadığı
için yani kanundaki boşluk sebebiyle 2000 yılından beri ödül verilemedi.
Kararname çıktığı için şimdi Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Yönetmeliği Resmî
Gazete’de yayınlanmak üzeredir. Bizzat imzamla gönderildi, bugünlerde bu ödülün
usul ve esaslarını düzenleyen bir yönetmeliği hep beraber göreceğiz.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Mursi’ye verirsiniz, Mursi’ye!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - “10-15 Eylül 2007
tarihleri arasında toplanan bir bilimsel çalışmanın neden kitapları basılmadı?”
diye sormuştu. Bakınız, onlar da basılmış; Dil Bilimi, Dil Bilgisi, Dil
Eğitimi; Çevre, Kentleşme Sorunları; Kültürel Değişim, Gelişim, Hareketlilik
vesaire. 2008 yılında şundan şu kadarcık, 2009 yılında şu kadarcık, 2011
yılında da 11 cilt yayınlanmış, şu anda da 7 cilt basıma hazır hâle
getirilmiştir. Basıldığı zaman Sayın Ali Haydar Öner’e de arkadaşlarımıza da
birer takım takdim edeceğiz.
Bir soruyu ısrarla soruyor, hâlbuki kendisi çok iyi bir
araştırmacı parlamenter, valilik yeteneklerinin yanında. Mesela, “Şurada bir
toplantı yapıldı, eskiden şu kadar kalabalık katılırdı ama bu sefer az katıldı,
buna rağmen de 2 misli fatura ödendi.” Allah’tan korkalım, bunu araştırmak o
kadar kolay ki, toplantının yapıldığı yer, otel, şu karşımızda. Bir Başbakan
Yardımcısının sözüne inanmıyorsanız, kurumun verdiği kayıtlara inanmıyorsanız,
yanınıza birkaç şahit alır, şu karşıdaki otele gider, otel kayıtlarından,
fatura karşılığı ne kadar ödendiğini ortaya koyarsınız.
Ama, ben tekrar okuyayım: 7’nci Uluslararası Türk Dil Kurultayı
için yurt içi ve yurt dışından olmak üzere, toplam 736 katılımcı başvuruda
bulunmuş. Kurultay bilim kurulu tarafından değerlendirilen bu bildirilerden
206’sı kabul edilmiştir. Kurultaya yurt içinden 126 bilim adamı, yurt dışından
ise 80 bilim adamı katılmıştır. Kurultay, birçok etkinlik, kongre ve
sempozyumun yapıldığı Bilkent Otel ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir.
Kongre dört gün sürmüştür. Farklı ülkelerden gelen bilim insanlarımıza ülkemizi
ve kültürümüzü tanıtmak amacıyla önemli tarih ve kültür varlıklarının bulunduğu
Kapadokya’ya da bir günlük gezi düzenlenmiştir. Bu kurultayın devam ettiği süre
boyunca Ankara Bilkent Otel ve Kongre Merkezi’nde 200 kişi konaklamıştır.
Katılımcılardan 200 kişi için konaklama ücreti, 90 kişi içinse yol ücreti
ödenmiştir. Kontrolü otel kayıtları aracılığıyla yapılabilir. Sayın Öner,
lütfederseniz, inşallah, çok memnun olacağım.
Değerli arkadaşlar, söz vermiştim elli dakikayı tam
kullanmayacağım diye ama bu kadar canlı sorular olunca…
Sayın Gürkut Acar, yine “Türk Tarih Kurumu asıl vazifesi olan
Atatürk’ü, Atatürkçülüğü anlatsın. Esas bu vazifesini yapsın. Bunları,
görevlerini yerine getirsin.” Bunlar güzel şeyler. Söylediğim gibi, kanun
hükmünde kararnamenin, kurumların teşkilatını düzenleyen, amacını düzenleyen
yapısına baktığımızda bunu fazlasıyla gerçekleştirdiğini zaten görüyoruz.
“İş Bankası hileyle ele geçirilmek isteniyor.” deniyor. Bu
neredendir, hangi haberdendir, neden böyle bir kanaate varılmıştır, gazetelerin
ekonomi sayfalarındaki dedikodulardan mı yola çıkılmaktadır? Doğrusu bunu
düşünemiyorum ama İş Bankasını sadece CHP’yle özdeş hâle getirmek bence doğru
değil. Unutmayalım ki -tarihen sabittir- İş Bankasının kuruluş sermayesinde
Hint Müslümanlarının da büyük payı vardır. 750 bin sterlin göndermişlerdir.
Bunun 500 bin sterlini Moskova’dan silah alımı için ödenmiş, Ali Fuat Cebesoy
vasıtasıyla kullanılmıştır. 250 bin sterliniyle de Celal Bayar’a verilmiş ve
bankanın kuruluşu gerçekleştirilmiş. Böylesine önemli bir bankamızın yıllardan
beri de çok kârlı, verimli bir şekilde çalıştığını biliyoruz ama buradan
Atatürk’ün vasiyetiyle Dil Kurumuna ve Tarih Kurumuna tahsis edilen kısım,
unutmayın ki ancak mahkeme kararıyla alınabilmiştir. Mahkeme kararı sebebiyle
yedi senede biriken paralar alınmış ve her sene de alınmaya devam edilmektedir.
AK PARTİ’nin çekirdek kadrosunun tümünü laiklik ve Atatürk düşmanı
olarak nitelendiriyorsunuz; bu sizde bir saplantı hâlinde. Plan ve Bütçe
Komisyonunda da bu tür konuşmalar yaptığınız zaman size şunu söylemiştim: “Siz
Antalya milletvekilisiniz. Antalya’nın Gündoğmuş’unda, Antalya’nın Serik’inde,
Korkuteli’nde, yörük köylerinde, kasabalarında bu konuşmanızı yaparak mı
seçildiniz, yoksa özel nedenlerle mi milletvekili oldunuz?” diye şimdi bu
soruyu tekrar size soruyorum aynı konularda saplantı içinde olduğunuzdan
dolayı.
Değerli arkadaşlarım, “Danışma Kurulu niye toplanamadı?”
Toplanıyor. Bütün bunları da söyledim.
“Türk Dil Kurumu edilgen bir yapıda, bütçesi çok az. Türk Dil
Kurumu sözlüklerinde ayrımcılık kokan ifadeler var.” Bu da değerli hemşehrim,
Manisa Milletvekili Sakine Öz’e ait.
Sakine Öz Hanımefendi, ayrımcılık yapmadığımızı ben söyleyeyim ama
geçende sizin ağzınızdan çıkan bir sözün kesinkes ayrımcılık olduğunu
düşünüyorum. Bundan dolayı sizi eleştirmek istiyorum. Sözlerinizi tekrar bir
kontrol edip yola devam etseniz iyi olur. Siz diyorsunuz ki: “Aleviler AK
PARTİ’ye oy vermez.” Olabilir, doğrudur ama Alevileri AK PARTİ’ye oy vermeyecek
bir grup olarak ayrımcılık yaparsanız, birisinin de canı sıkılır, size
“Sünniler de CHP’ye oy vermez.” diyebilir. Birincisi ne kadar yanlışsa ikincisi
de o kadar yanlıştır. Kendinize gelin! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Alevi
kardeşlerimizin oyları üzerinde ipotek mi koyuyorsunuz!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen de aynı seviyeye düştün.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Onların oylarına
sahip çıkmak adına böyle bir yanlışlığı nasıl yapabilirsiniz! Kendi partinizden
bir sorumlu insanın “Hanımefendi, bu nasıl sözdür? Kendinize gelin.” demesi
gerekirken, hâlâ bu söze karşı, bir CHP yetkilisinin “Sen neyi temsil ediyorsun?
Bu sözü nasıl konuşuyorsun? Türkiye’de vatandaşların oylarının hangi partiye
gideceği konusunda sen nasıl bir ayrımcılık yapabilirsin?” dediğini ben şahsen
duymadım. Dolayısıyla iyi ki burada konuştunuz, bunu söylemeye fırsat buldum.
Sayın Öz, ayrımcılık yapmayın. Aleviler hangi partiye oy vereceğini senden de
iyi bilir…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen ayrımcılık yapma, en büyük ayrımcı
sensin Bülent.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - …ben de çok iyi
tahmin edebiliyorum ama bu ülkeyi bölmenin, bu ülkenin siyasi rantı üzerinde
belli bir inanca ayrıcalık yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Toskay ve bazı arkadaşlarımız da
RTÜK’le ilgili olarak birtakım şeyler söylediler. RTÜK bir üst kurul,
düzenleyici ve denetleyici kurul. Yaptıkları var, yapamadıkları var. Bizi Radyo
Televizyon Üst Kurulu olarak yayın ilkelerimiz bağlıyor. 8’inci maddede pek çok
sayılmış madde var. Bunlar yani bu yayınlar, radyo ve televizyon yayıncılığı
şuna şuna aykırı olamaz diyor. Radyo Televizyon Kurulu, hem kendi hattından hem
kendi uzmanları marifetiyle hem de şikâyetler üzerine bunları takip ediyor,
raporlar tanzim ediyor ve bu raporlar gereğince de kanunun kendisine verdiği
müeyyideleri kullanıyor. Dolayısıyla, Sayın Başbakanın “Muhteşem Yüzyıl şöyledir.”
demesi, ta fragmanları dönerken benim “şöyledir” demem bir tarafa, bu konuda
bence tek yetkili olan Radyo Televizyon Üst Kuruludur. Dolayısıyla, Radyo
Televizyon Üst Kurulunun kendi yayın ilkeleri doğrultusunda –ki, kanun çıkalı
daha iki sene olmadı- ve bu madde üzerinde çok büyük tartışma da olmadı. CHP,
Anayasa Mahkemesine gitti “müstehcenlik” kelimesi sebebiyle, Anayasa Mahkemesi
reddetti. Hiçbir maddeyi de iptal etmedi. Radyo Televizyon Üst Kurulunun kanunu
şu anda yürürlükte. Bu kanunda yayın ilkelerinde yasaklanan, doğru olmadığı
söylenen ne varsa ona göre Radyo Televizyon Üst Kurulu gerekeni yapacak.
İzdivaç programları Sayın Turgay Develi’ye göre “rezalet”, benim
için de öyle çünkü bu konuda da zaman zaman konuşanlardan bir tanesiyim.
Öncelikle kadın haklarına karşı, kadının kendisine karşı, aşağılatıcı,
küçültücü bir şey bu. Yan yana getiriyorsunuz, birbirlerine laf
söyletiyorsunuz, “beğendim”, “beğenmedim” oluyor. Bunlar çok yanlış şeyler.
Geçende de bir programda umulmadık bir şey oldu, herkesin ağzı açık kaldı.
Olabilir. Demirel öyle diyordu: “Taş da düşebülü, ayı da çıkabülü.” diye
Kastamonu şivesiyle bir şey söylerdi. Adam Hollanda’dan katılıyor, “Kime
talipsin?” diye sordular; hiç akla gelmeyen bir şey söyledi. Bu iş böyledir
arkadaşlar. Bu programları…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Seyrediyorsunuz galiba.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Efendim?
Tabii. Web sitesine girdiğin zaman en son habere bakın, -bir de
reklam yapmış olayım, RTÜK sakın bir şey yapma- en son habere girerseniz, bugün
Sayın Nazlıaka’yla biz nasıl tatlı bir tartışmayı yaptık, anında koymuşlar;
Hollanda’dan katılıp da kimi beğendiğini söyleyen adamın da orada yeri var. Ben
de bunları takip ediyorum çünkü en son haberin Türkiye’de ne olduğunu bilmek
gibi bir görevim var, yoksa meraklısı değilim. Ama Radyo Televizyon Üst
Kurulunun bu konuda neler yaptığını ben size söyleyeyim. İzdivaç programlarına
nasıl izin veriliyor? Arkadaşlar, şöyle bir yanlış anlama var: Biz, yayınlar
başlamadan önce hiçbir hakka sahip değiliz. O zaman zaten sansürcülük olurdu. O
zaman siz hepiniz ayağa kalkar, “Sansürcülük var, daha yayınlanmadı, daha ne
olduğunu bile bilmiyoruz.” derdiniz. Yayınlanıyor, biz ondan sonra Radyo
Televizyon Üst Kurulunu göreve davet ediyoruz. Bakınız, bu izdivaç programından
dolayı çok meşhur bir televizyon kanalına bir uyarı, 650 bin lira idari para
cezası; yine bir başkasına bir uyarı, 536 bin lira idari para cezası; birkaç
tanesine uyarı; birkaç tanesine 200 bin küsur civarında bir idari para cezası
verilmiş; bunlarla ilgili olarak 1.875 bildirim yapılmış, şikâyetlerin yüzde
3’ünü de bu oluşturmaktaymış. Onu da bir teknik bilgi olarak sizlere sunmak
istiyorum.
Kanal 24’le ilgili, Sayın Develi’nin…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Meclis’e soy ismi Arınç olan kimse almadın
mı? Cevap versene? TRT’yle ilgili sana bir soru vermiştim, diyorum ki: Ankara
Belediyesinden TRT’ye adam alındı mı? Niye soruma cevap vermiyorsun Bülent?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yahu sen kendi seçim
bölgende bile yuhalanmış adamsın, bana soru mu soruyorsun sen? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Otur yerine Allah aşkına. Sen kimsin be! Hadi oradan,
utanmaz adam!
Sayın Turgay Develi’nin Kanal 24’le ilgili bir sorusu var.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ondan sonra da çıkıp burada dürüst şeyler
söylüyormuş gibi…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Başkanım…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, lütfen müdahale eder
misiniz?
BAŞKAN – Sayın Genç, tamam.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Tunceli’de
konuşamıyorsun buraya mı geliyorsun akşamın bu saatinde? Hadi oradan!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hadi sen oradan!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Nerede, fenerin nerede
bu akşam?
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen dinleyelim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Develi,
bekliyorsunuz değil mi cevabı?
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Elli dakikayı kullanmayacaktınız Sayın
Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Efendim?
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Elli dakikayı kullanmayacaktınız, on
dakika kaldı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bitireyim mi?
Sıkıldınız…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya, sen burada tiyatro mu oynuyorsun?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ama sözümü kesiyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Biz dinliyoruz efendim, lütfen.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Peki.
Kanal 24, uydu yayın lisansı çok il kablolu yayın lisansı olan,
karasal ortamda ulusal yayın tipinde başvurusu olan, bu başvuruya istinaden 38
yerleşim yerinde yayın hakkı olan bir kuruluştur. İzinsiz yayınlarla ilgili,
kuruluş hakkında da Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından suç duyurusunda
bulunulmuş olup hukuki süreç devam etmektedir. Yani bazı yerlerde yayın hakkı
var, bazı yerlerde yayın hakkı olmadan yapmış, sizin ifade ettiğiniz gibi,
orayla ilgili olarak Radyo Televizyon Üst Kurulu da bir suç duyurusunda
bulunmuş.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Borcunu söyleyin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
Adil Kurt arkadaşımız…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bir de Kanal 24’ün borcunu söyleyin, borç
sıralamasını sayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Borcuyla ilgili bir
rakam yok.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yok değil mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yok.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bir dahakine, öğrenirseniz söylersiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Adil Kurt arkadaşımız
“TRT Kürtçe korsan yayın yapıyor.” demişsiniz. Anlayamadım doğrusu, niye Kürtçe
korsan yayın yapsın? 2008 yılında çıkan kanunda hepimiz biliyoruz ki Türkçe
dışında başka dillerde de yayın yapma konusu gündeme geldi ve bu kanun, 5767
sayılı Kanun’la Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde yayın yapma mümkün
oldu. Bugün biz sadece Kürtçe yayın yapmıyoruz ki Arapça da yayın yapıyoruz,
aynı zamanda Özbekçe, Kazakça, Türkmence, Azerice, Özbekçe, Kırgızca, Boşnakça,
Arnavutça, 8 dilde de yayın yapıyoruz.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Bir de Meclisi yayınlayabilseniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yani kanuna “Kürtçe
yayın yapar.” diye mi yazmalıydık? Bundan dolayı mı korsan yayın yaptığımızı
söylüyorsunuz? Herhâlde dillerin hepsini buraya yazacak hâlimiz yok. “Türkçeden
farklı dillerde yayın yapılır.”ın yasal altyapısı da 2001 yılında yapılan
anayasa değişikliğinden sonra oldu. Yani bütün bunları bir gelişme olarak
görmemiz lazım.
Değerli arkadaşlarım, Adil Kurt arkadaşımız Çağdaş Kaplan isimli
bir gazeteciden bahsetti. Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığım konuşmayı tekrar
getirttim. Ben burada çok isim vermişim ama “Çağdaş Kaplan” diye bir isim
vermemişim. Sadece “Erol Zavar” var ki, sizin tarif ettiğiniz suça uyuyor. Bir
müteahhidin silahla tehdit edilerek kaçırılıp örgüt evine götürülmesi… Acaba,
isim yanlışlığı mı yaptınız? Ben bunu “Erol Zavar” olarak okumuşum ama diğer
kişi hakkında nasıl bir iddianame var, nasıl bir dava var, onu doğrusu
bilmiyorum. Ama genel olarak bazı arkadaşlarımız sordular, isterseniz bir iki
dakikayla da basın mensubu veya gazeteci olarak cezaevinde bulunduğu ifade
edilen kişilerle ilgili kanaatimi ifade edeyim:
Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Basın Enstitüsünün yurt
dışındaki temsilcileriyle, Türkiye’deki komite üyeleri de geldiler, onlarla da
bu konuyu konuştuk. Onlarla konuştuğumuzda da ifade ettim, benim verdiğim
bilgiler; bir, basın yayınla ilgili olan bir Başbakan Yardımcısı olarak
bildiklerimdir. İkincisi de, Adalet Bakanlığının kayıtlarıdır. Aslında Adalet
Bakanlığı kayıtları da CPJ raporu dikkate alınarak hazırlanmıştır. Yani Gazetecileri Koruma Komitesi’nin
“Türkiye’de pek çok gazeteci basın özgürlüğü olmadığı için cezaevindedir.”
açıklamasına karşı hazırlanmış bir açıklamadır. Bunun temelinde, geçtiğimiz yıl
yapılan açıklamada “8” rakamı varken, bu kez “76” rakamının niçin konulduğuna
yönelik bir tartışmadır. Dolayısıyla, bu tartışmanın esasında benim söylediğim
şudur:
Bir, gazetecilik bir meslektir, basın kartı olmasına da gerek
yoktur. Bir gazetede yazan, faaliyetini gazetecilik faaliyeti olarak yürüten
insanlara gazeteci denebilir. Bütün bunların
bir kanun çerçevesinde ne yaptığının, ne yapmayacağının irdelenmesi
konusunda uluslararası sözleşmelere bakmamız lazım. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne baktığımız zaman genelde ifade ve basın özgürlüğünün hangi
şartlarda tahdit edilebileceği öngörülmüş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarında da bunlar tek tek anlatılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de, Türk
Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere bu kanun ve bazı idari
para cezası getiren kanunlarda düzenlemeler var ama Basın Kanunu içerisinde,
Radyo Televizyon Üst Kurulu içerisinde şahsi hürriyeti bağlayıcı hiçbir ceza yok. Bir gazeteci adi
suç işleyebilir, yani herkesin işleyebileceği suçlar; trafikte kaza yapar, adam
öldürür, cinayet işleyebilir, soygun yapabilir, gasp yapabilir, bunu her meslek
yapabilir. Bunların karşılaştığı cezalar Türk Ceza Kanunu’nda zaten
sayılmıştır. Bunun dışında, Türk Ceza Kanunu’nda, adli soruşturmayı ihmal gibi,
soruşturmanın gizliliğini ihlal gibi suçlamalar vardır. Orada da şahsi
hürriyeti bağlayıcı cezalar var. Ama Türkiye gerçeğinde ve ölçek olarak
Türkiye’ye baktığımızda, terörle mücadele edilen bir ülkede şu kadar yıldan
beri Terörle Mücadele Kanunu da var; Terörle Mücadele Kanunu’nun da
gazetecileri, basın mesleğinde çalışanları sınırlayan hükümleri var. Bugün, bu
100 tane deyin, 100 birim olarak kabul edin. Onlara da söylediğim için tekrar
söylüyorum: Cumhuriyet gazetesinde ve Milliyet gazetesinde yaptığım konuşma
hemen hemen doğru biçimde yansıtıldı, onlara da dayanıyorum. Bir, adi suçlar
sebebiyle -herkes işleyebilir, onları zaten konuşmuyoruz- Türk Ceza Kanunu’ndan
dolayı verilen cezalarda üçüncü yargı paketinde çıkarılan bir hükümle belli
süreye kadar olanlar belli süreyle ertelendiler ama bunun dışında Terörle
Mücadele Kanunu’nun 6, 7 ve diğer maddelerinde gazeteci de olsa terör örgütü
propagandası yapmak, örgüt üyesi olarak faaliyetlere katılmak, örgüt üyesi
olmamakla birlikte şunu şunu yapmak gibi suçlamalar da var -mevcut yazılı
hukuku söylüyorum- bunlara aykırı hareket edildiği bir iddiayla ortaya çıkarsa
bundan dolayı da ceza veriliyor. Doğrudur, yanlıştır. Ben vermiyorum. Herhangi
bir dava konusunda Hükûmet olarak, Bakanlık olarak “Şunun hakkında şunu yapın.”
diye bir suç duyurusunda da bulunmuyoruz. Yapan yargıdır. Suçun işlendiğini haber
aldığında her savcı, her kolluk kuvveti adli yargı olarak görevini yapar.
Dolayısıyla, siz bu şikâyetleri yaparken bence çok dürüst olarak
şunu söylemeliyiz: “Terörle Mücadele Kanunu tamamen kaldırılsın, bu Kanun
hiçbir şekilde uygulanmasın. İster propaganda yapsın ister örgüt üyesi olarak
çalışsın, bunlara hiçbir ceza verilmesin.” deniyorsa… Ben demiyorum, böyle bir
şeyi teklif de etmiyorum. Ben Terörle Mücadele Kanunu’nun özellikle
propagandaya yönelik suçlamalarının unsurlarını daha muayyen hâle getirmek
suretiyle evrilebileceğini söylüyorum ama “Terörle Mücadele Kanunu tamamen
kalksın, isteyen istediğini yapsın ama ceza almasın.” diyemiyorum. BDP,
zannediyorum ki bundan yanadır, Terörle Mücadele Kanunu tamamen kalksın. Bu
konuda ayrılıyoruz. Bilmiyorum, CHP bu konuda tamamen kalkması taraftarı mıdır?
Ben Sayın Oktay Ekşi’yle bu konuyu konuştuğumda “Hayır ama şu maddeler üzerinde
bizim de teklifimiz var.” demişti, onlar dikkate alınabilir. Yoksa Terörle
Mücadele Kanunu kaldıkça, kaldırılmasını da istemedikten sonra “Şu kadar
cezaevinde şu kadar gazeteci var.” diye konuşursanız netice alamayız.
Ben, insanların isimlerinin deşifre edilmesini doğrusu uygun
görmüyorum ama burada isimleriyle birlikte üzerlerine atılı suçlardan
mahkûmiyet giymiş pek çok insan var. Dolayısıyla, Türkiye gerçeğinde dışarıdaki
birtakım kurumlar, Türkiye’ye yönelik olarak ne söylerse söylesinler biz kendi
gerçeğimizle baş başayız. Dolayısıyla, Terörle Mücadele Kanunu’nun daha çağdaş,
daha demokratik, ceza adaleti bakımından ne hâle gelmesi konusunda
teklifleriniz varsa açığız. “Tamamen kaldırılsın.” derseniz, bunun “Tamamen
kaldırılmasın.” şeklinde bir karşıtı vardır. Türkiye gerçeklerine uymayabilir;
onu da söylüyorum. Elli üç saniyem kaldı.
Değerli arkadaşlar, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğümüzü
hiçbir şey yapmıyormuş gibi suçlamak ve yetersiz bulmak doğru değil.
TURGAY DEVELİ (Adana) – Sayın Bakan, benim söylediğim bir konu
vardı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Efendim?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, bak arkadaşın sorusuna cevap
vermemişsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Duyamıyorum,
affedersiniz. Sürem bitiyor ama…
Siz ne diyorsunuz?
TURGAY DEVELİ (Adana) – Sayın Bakan…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü…
TURGAY DEVELİ (Adana) – Sayın Bakan… (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika efendim, böyle bir…
Soru-cevap kısmına geçeceğiz, orada sorun lütfen.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Soru-cevap kısmı var
daha, orada sorarsanız. Daha yirmi dakika soru-cevap hakkım var. Aylin Hanım da
cevap vermek için bekliyor. Ben de çok mutlu oldum kendisini gördüğüm için.
Değerli dostlar, bütçelerimizin hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Sizlere çok teşekkür ediyorum. Benim de söyleyecek çok şeyim var.
Bir başka vesilede görüşmek üzere hepinize iyi akşamlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Sayın Başkan…
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Sayın Başkan…
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan…
MUSTAFA ERDEM (Ankara) – Sayın Başkan…
ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Evet, şimdi, değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanın ismini
söylediği her arkadaş “Konuşacağım” derse, buradaki sorulara da, başkasına da
vakit yok. Bunu bir şekle sokmamız lâzım. (Gürültüler)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) - Sayın Başkan, İç Tüzük’ün 69’uncu
maddesine göre söz istiyorum. Sayın Başkan, ben şahsıma yönelik olarak değil.
Müsaade eder misiniz?
GÜRKUT ACAR (Antalya) - Sayın Başbakan Yardımcısı, benim adımı
vererek bana sataşmıştır, söz istiyorum.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) - Sayın Başkan, bana iki dakika süre
verebilir misiniz? Sayın Bakan, söylediklerimin “karakutu” olduğunu ifade
etmiştir. Oysaki benim söylediklerim…
BAŞKAN – Efendim, anladım da bir saniye durursanız bir şekle
sokalım. Lütfen. Geçin siz de yerinize.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) - Tamam.
Bana iki dakika süre verebilir misiniz?
BAŞKAN - Sayın Aylin Nazlıaka, bir dakika geçin yerinize.
Sayın grup başkan vekilleri, siz grup başkan vekilleri olarak
tamamına cevap verme gibi mi olsun? Bir şekle sokalım yani.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) - Şahsıma yönelik…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Atıp tutuyorlar kürsüyü boş bulunca
sonra…
BAŞKAN – Başkan vekiliyle konuşuyorum Sayın Nazlıaka, bir saniye
lütfen.
Sayın Hamzaçebi…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan
Yardımcısı konuşmasında bazı milletvekillerimizin isimlerini zikretmek
suretiyle kendilerinin bazı konuşmalarına cevap verdi. Bu cevaplar sırasında
milletvekillerimize İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi uyarınca söz hakkı doğdu.
Dolayısıyla, bu sataşmalar nedeniyle milletvekillerimizin söz hakları bakidir,
vardır ama ayrıca Sayın Başbakan Yardımcısı, Manisa Milletvekilimiz Sayın
Sakine Öz’ün konuşmasından bir alıntı yaparak, böyle bir konuşma yaptığını
iddia ederek, CHP’den hiçbir yetkilinin Sayın Sakine Öz’le ilgili herhangi bir değerlendirme
veya işlem yapmadığını veya açıklama yapmadığını söylemek suretiyle de
“yetkili” kavramını kullanarak grubumuza ve bana sataşmada bulunmuştur. Ben de
söz hakkı istiyorum efendim.
BAŞKAN - Şimdi. evet beyler, 10 arkadaş da soru için sisteme girmiş…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bayan da var orada Sayın Başkan.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) - Sayın Başkan… (Gürültüler)
BAŞKAN - Bir saniye efendim, bir saniye. Ben ne yapacağımı
söyleyeyim de sonra itiraz edin, olur mu?
Şimdi, ilk önce grup başkan vekiline söz vereyim, sonra da diğer
arkadaşlara, isimlerini yazdıranlara ikişer dakika söz vereceğim ama diğer
arkadaşların hakkını da muhafaza edelim.
Sayın Hamzaçebi, siz buyurun grup adına, iki dakika.
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Bizim ismimizi de yazdınız mı?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Bizim ismimiz…
BAŞKAN – Size de vereceğim efendim, size de…
Sayın Yeniçeri, oturun, tamam.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
9.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi’nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın CHP Grubuna ve şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç konuşmalara cevap
verirken, değerlendirmesini yaparken bir cümle kullandı. Manisa Milletvekilimiz
Sayın Sakine Öz’ün yaptığını ifade ettiği bir konuşmadan alıntıyla
“Mezheplerin, inançların siyaset konusu olmaması gerektiğini” söyledi. Sayın
Arınç’ın bu cümlesine tabii ki katılırım ancak bir öz eleştiri yapmasını da
Sayın Bülent Arınç’a buradan tavsiye ediyorum. Acaba, sormak isterim: Türk siyasetine
mezhep ve inanç esaslı bir anlayışı, mezhep ve inançlar veya din konusunda bir
kutuplaşmayı sokan siyasetçi veya siyasi parti kimdir? (AK PARTİ sıralarından
“CHP” sesleri) Bu, Sayın Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı, Başbakan
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan ve partideki bazı yetkili kişilerden başkası
değildir. Sayın Başbakanın bir süre önce Sivas davası katliamıyla ilgili
olarak, davanın zaman aşımı sonucu düşmesiyle ilgili söylediği cümleyi
hatırlayalım. “Bu karar hayırlı olsun.” demiştir. Bütün toplum infial hâlinde “Bu karar hayırlı olsun.” Bir AKP
Genel Başkan Yardımcısının söylediği cümleyi hatırlıyorum Sayın Kılıçdaroğlu’na
ve Cumhuriyet Halk Partisini suçlayarak “Siz, Esad rejimine acaba mezhebi nedeniyle
mi destek veriyorsunuz?” Ben de sormak istiyorum: Acaba siz, Esad rejimine aynı
mezhepten olmadığınız için mi savaş ilan ediyorsunuz? (CHP sıralarından
alkışlar) Böyle bir anlayış olabilir mi? Din, inanç, mezhep bunlar siyaset
konusu olmamalıdır, hepimizin ortak değerleridir. Aleviler, Alevi inancına
sahip vatandaşlarımız, diğer bütün inanç sahipleri bu ülkenin vatandaşıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Her parti kendisini bu inançlara
ne kadar eşit mesafede görürse o kadar iyi olacak. (CHP sıralarından alkışlar,
AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Dersim’deki Alevileri de biz
katlettik! Bravo size! (Gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hamzaçebi.
Sayın Aylin Nazlıaka, lütfen iki dakika içinde…
10.- Ankara Milletvekili Aylin
Nazlıaka’nın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Başbakan Yardımcısının şahsımla ilgili sözlerini büyük bir üzüntüyle
dinledim ama bu üzüntü, Aylin Nazlıaka’nın şahsına yönelik bir üzüntü değildir;
bu üzüntü ülkemin kadınlarına yönelik bir üzüntüdür. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Sayın Başbakan Yardımcısı son derece cinsiyetçi bir konuşma
yapmıştır. Kendisi sözlerine “Kadın milletvekili” diye başlamıştır beni tarif
ederken. Acaba bu sözleri bir erkek milletvekili söyleseydi aynı şekilde
başlayabilecek miydi?
Gene kendisi konuşması esnasında benim kendisine bakmamdan mahcup
olduğunu ifade etmiştir. Sayın Başbakan Yardımcısı mahcup oluyorsa, o
mahcubiyetinin milletvekilinin cinsiyetinden değil söylediklerinden ötürü
olmasını dilerdim. Kendisini, bu anlamda kınıyorum, bunca yıllık devlet
adamlığına da bu yorumu hiç yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum. Kendisine
toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili olarak bir kitap hediye edeceğim. Umarım
bu kitabı da okur. Ama şunun bilinmesini çok önemsiyorum, özellikle siz
dinleyin: Bizler “Zarif” gibi sıfatlarla anılmak istemiyoruz. Biz kadın
milletvekilleri dişiliğimizle değil kişiliğimizle buradayız; bu böyle biline.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Yeniçeri, iki dakika, lütfen Sayın Hocam.
11.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçeri’nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Çok değerli milletvekili arkadaşlarımız,
Sayın Arınç’ın özellikle millî bir konu olan Ergenekon destanına yaklaşırken
Moğol destanı olduğu yolundaki iddiayı -o bir iddiadır, öyle bir kaynak vardır,
doğrudur- dile getirerek âdeta Moğollardan yana tavır koymasını ayıpladım. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Bu destanın Türkler tarafından ve Türklere ait
olduğu da bilinmektedir ama bizim Başbakan Yardımcısı, sanki Moğol başbakan
yardımcısıymış gibi destanın o tarafını, iddianın o tarafını dillendiriyor. Bu,
olacak şey değil. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
İkinci bir şey söyleyeyim, maddi bir hata yaptı. Ben tarihi okurum
ama tarihçi değilim. Burada açıklayayım: Yönetim ve Organizasyon Ana Bilim Dalı
Hocasıyım. Dolayısıyla, bunu da özellikle düzeltmek istiyorum ama tarihi gece
gündüz okurum, hem de elli senedir okuyorum.
Şimdi, bakın, siz kendinizi ne hissediyorsanız osunuz…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sor bakalım, ne hissediyor?
ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - …ve demek ki “‘Ergenekon’ isminin
mahkeme tarafından bir terör organizasyonuna verilmesini doğal karşılıyor.”
gibi bir hâli olduğunu da gördüm, bundan da üzüntü duyduğumu açıklamak
istiyorum. Unutmayın ki, Karagöz ve Hacivat’ın da Yunanistan’ın olduğu
söyleniyor. Şimdi, Karagöz ve Hacivat Yunanistan’ın mı? Ya da dönerin
Yunanistan’a ait olduğu söyleniyor, döner Yunanistan’ın mı? (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Onun için, bu tür değerlendirmeler yaparken herhangi
bir arşive girerek, herhangi bir tarihî kayda, belgeye girerek onu gerçekmiş
gibi alıp değerlendirmenin yanlış olduğunu anlatmak istiyorum.
Bir de, burada tabii çok ciddi bir konu görüşülüyor. Bunu polemik
üzerinden götürmesi çok başarılı, kendisini kutluyorum, polemik ustası ama
polemik yaparsanız konu kayboluyor, olaya nüfuz edemiyorsunuz. Hâlbuki, millet
sizden sorunlarına çözüm getirebilecek bir yaklaşım bekliyor, bir söz bekliyor.
Onun için, burada soğukkanlı dikkatli daha aklı başında konuşmaların yapılması
gerekiyor. (MHP sıralarından alkışlar)
Saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Yeniçeri, teşekkür ediyorum.
Sayın Gürkut…
İkişer dakika…
12.- Antalya Milletvekili Gürkut
Acar’ın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
GÜRKUT ACAR (Antalya) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, AKP’nin çekirdek kadrosu
için söylediğim sözleri, yani “laik cumhuriyet düşmanı ve Mustafa Kemal düşmanı
olma” sıfatını, AKP’nin tamamına söylediğimi söyleyerek, güya aklı sıra
kurnazlık yapıyor. Ben, burada, Atatürkçü, laik, demokratik cumhuriyetten yana
olan çok milletvekillerinin olduğunu biliyorum. Ama, ben, o çekirdek kadronun…
Bakınız, o çekirdek kadroyla ilgili söylüyorum: Geçtiğimiz 10 yıl boyunca Lozan
kahramanı İsmet İnönü’ye hakaretlerde bulunarak küçük düşürmeye çalıştınız.
Bütün hücumlarınız, çekirdek kadro olarak İsmet İnönü’ye oldu. Aslında onun
şahsında Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatıyorsunuz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Bravo!
GÜRKUT ACAR (Devamla) – Ancak, ne kadar gayret etseniz de
KONDA’nın 2012 araştırması, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ilkelerinin
insanlarımızın yüzde 82,3’ü tarafından sevildiğini ve benimsendiğini ortaya
koymuştur.(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Yıkmaya çalıştığınız cumhuriyetin laik ilkeleri için sorulan
soruya, Türk halkının yüzde 82’si devletin laik ilkelerinin korunması yönünde
yanıt vermiştir. İşte bu çerçevede diyoruz ki, Türk halkı olan biteni görüyor,
zamanı geldiğinde size gereken yanıtı verecektir. Keser döner sap döner, bir
gün hesap döner. Bu hesap mutlaka sorulacaktır çünkü karanlıklar asla sonsuza
kadar sürmeyecektir.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Acar.
Sayın Kurt…
İki dakika içinde lütfen…
13.- Hakkâri Milletvekili Adil
Kurt’un, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
ADİL KURT (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle Sayın Başbakan Yardımcısına teşekkür ediyorum. Gecenin
bu saatinde AKP Grubunu maç izlemekten alıkoyup salona getirdi, bu
sevindiricidir. Bu konuşma, bu akşamın bir artı değeridir, bunu ifade edeyim.
Sayın Bakan, bu sizin komisyon konuşmanızın teksti ve Sayın Melda
Onur’un ifadelerinin devamında siz cevaben söylüyorsunuz: “Çağdaş Kaplan:
Müteahhidin silahla tehdit edilerek kaçırılıp örgüt evine götürülmesi,
gasbedilmesi, sahte polis kimliğini kullanmak.” Bu gazeteciyle ilgili suçlama
sizin ifadeniz Sayın Bakan. Bu iddianamede öyle bir şey yok, size veririm, bu
iddianamede öyle bir şey yok, günahtır. Bir gence, genç bir gazeteciye böyle
bir ithamda bulunmak... Tekrar ediyorum, demin kıyamadım, ifade etmedim, saygı
duyduğum bir siyasetçisiniz, “Günahtır” kavramını kullanmayı tercih etmedim ama
bu ifadeler size aittir. Yazık etmişsiniz.
TMK meselesine gelince; tartışmaya açtığınız iyi oldu, bence de
tartışılması gerekir. Biz, şiddet içermemek koşuluyla her fikrin açıkça
tartışılmasından, konuşulmasından, yazılmasından yanayız. Bunu TMK içerisinde
düzenlersiniz, TCK içerisinde düzenlersiniz, nerede düzenlerseniz düzenleyin,
yasanın başlığına ne koyarsanız koyun, bunun dışındaki düzenlemelere karşıyız.
Düşünce ve fikir özgürlüğü, şiddet içermeme koşuluyla özgür
olmalıdır. “Ama”sı olmayan bir yasaya “evet” deriz. Mevcut yasalarda bolca
“ama”lar ve “ama”lardan sonraki uygulamalar geçerli olduğu için söylüyorum.
İkincisi, TRT’yle ilgili anlayamadığınızı ifade ettiniz. Benim
söylemek istediğim şu: (Arapça yazan logoyu gösterdi) Benim söylemek istediğim
şu; Arapça logosu, TRT Arapça…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla) – Şimdi, Arapçayı logoya koyarsınız. Türkçe
logo koyarsınız.
HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Yeter, yeter!
ADİL KURT (Devamla) – Ben de size “yeter” diyeceğim ama siz başta
dinlemediğiniz, maç izlediğiniz için yeterli olmamıştır, bir kez daha izah
edeyim.
BAŞKAN – Sayın Kurt, lütfen…
HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Gerek yok, gerek yok!
BAŞKAN – Evet, arkadaşlar…
ADİL KURT (Devamla) – Biz temel sorunları konuşuruz, siz maç
izlersiniz. Biz, Türkiye’nin sorunlarını konuşuruz, aradaki fark bu!
BAŞKAN – Sayın Kurt, çok teşekkür ediyorum. Lütfen…
ADİL KURT (Devamla) - Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Mustafa Erdem, iki dakika içerisinde lütfen…
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
14.- Ankara Milletvekili Mustafa
Erdem’in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ERDEM (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, ben, Diyarbakır Kilisesinde çan sesinin
Mehmet Âkif’in şiiriyle bir zillet olduğunu hatırlatmak istedim. Sayın Bakanı
kesinlikle kastedip “zül” demedim ama şunu söyledim: Fatih Sultan Mehmet’in
fethettiği bir Rum Pontus İmparatorluğu’nun fethedildiği günde Sümela
Manastırı’nın ibadete açılması benim için, benim gibi düşünenler için bir
züldür ve bunu her zaman da zül olarak ifade etmek istiyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
Ayrıca, bir şekilde mütekabiliyet esası dururken, bizim ecdat
yadigârı mallarımızın, eserlerimizin korunmaması, bu hususta duyarlı
olunmaması, Kıbrıs’ta AİHM kararlarıyla verilen tazminatların Lala Mustafa Paşa
Vakfiyesi ve Abdurrahman Paşa Vakfiyesinin hilafına uygulamalardan ben zül
duyuyorum ama siz onur duyuyorsanız takdir size ait, sevgiler sunuyorum. (MHP
sıralarında alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Bravo Hocam. Bu kadar şeref size ait, bu
şeref size yeter, bu şeref onlara yeter.
BAŞKAN – Şimdi, arkadaşlar, bir saniye.
Arkadaşlar bu söz verdiğim arkadaşların isimleri Sayın Arınç’ın
konuşmasında geçti. Şimdi, Sayın Genç, size Sayın Arınç bir şey demedi. Siz laf
attınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Dedi efendim. (CHP sıralarından “Dedi.”
Sesleri, gürültüler)
BAŞKAN -.Şimdi ne diyorsunuz? Bir saniye efendim, bir saniye
dinleyin. Lütfen susun ki dinleyeyim beyler, lütfen. Evet Sayın…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bana dedi ki: “Sen seçim bölgende
yuhalanmış bir insansın.” böyle dedi. Burada bana iftira attı, onu…
BAŞKAN – İki dakika içinde lütfen… Tamam, oldu. Doğru.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Yok Başkan, yok öyle bir şey? Sayın
Başkanım böyle bir şey olur mu ya?
RECEP ÖZEL (Isparta) – Kendisi ayağa kalktı, kendisi.
BAŞKAN – Kamer Bey lütfen.
15.- Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi Bülent Arınç Manisa’da milletvekiliydi oradan gitti, Bursa’da aday oldu.
Şimdi, neden… Manisa’da milletvekili iken…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan bunun için mi söz
verdiniz?
KAMER GENÇ (Devamla) – … orada hazinenin en kıymetli arazilerini
-kendisi Meclis Başkanı idi- getirdi 3 milyon dolara birilerine verdi. Onlar
aldıklarını altı ay sonra, yarısını 54 milyon dolara sattılar.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan iftira için mi söz
verdiniz?
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika.
İki, Bülent Arınç Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı iken
kendisine gazeteciler sordular “Yahu sen kendi akrabalarını Meclise aldın.”
dediler. Dedi ki: “Soy ismi bir tane Arınç olan bir kişi aldığımı ispat
edemezsiniz.” 3 tane Arınç ispat edildi. “Ben sorularınıza cevap verdim.”
diyor. Ben kendisine soru örgesini vermişim, diyorum ki: Bülent Arınç sen
Ankara Büyükşehir Belediyesinden TRT’ye adam aldın mı? Hâlâ cevap vermiyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ben Tunceli’de 7 defa hem de tercihle
hem ön seçimle seçilmiş, gelmişim, Bülent Arınç senin de yiğitliğin varsa, gel,
benim karşımda aday ol. Daha artık ne diyeyim ben sana. (CHP sıralarından
alkışlar)
İkincisi: Arkadaşlar, bu Bülent Arınç’ın… Geçmişte bir olay oldu.
Biliyorsunuz, Marmaris’te mesir macunu dağıtıyorlardı.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Manisa, Marmaris değil.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bu, o, mesir macununun bir kısmını attı,
TRT Genel Müdürüne “Al İbrahim, senin buna ihtiyacın var.” dedi. Yahu, Bülent,
senin bununla ne ilişkin var ki buna ihtiyacı olup olmadığını nasıl biliyorsun?
Böyle bir şey olur mu efendim? (AK PARTİ sıralarından gürültüler, sıra
kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… Sayın Genç…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, müdahale eder
misiniz? Hakaret ediyor, iftira ediyor Sayın Başkan. Lütfen müdahale edin.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, böyle bir şey olur mu arkadaşlar?
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen, lütfen…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ya, ne hakla buraya çıkıp böyle…
KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır, yani bir kişinin mesire ihtiyacının
olup olmadığını nasıl anlar? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen…
BAŞKAN – Lütfen… (AK PARTİ sıralarından gürültüler, sıra
kapaklarına vurmalar)
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Ağbaba, vereceğim efendim.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Terbiyesizliğe bakar mısın?
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sayın Başkan, bu ne saygısızlıktır ya?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Meclisin şahsiyetinden utanmalısın
sen! Her sefer bunu yaptın.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba, siz de arkadan laf attınız. Ne içinse onu
bilelim, ona göre söz vereceğim. Nedir?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Bu Meclisin manevi şahsına hakaret
ediyorsun her seferinde. Otur yerine!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Söylediği lafı söylüyorum ben.
BAŞKAN – Tamam, lütfen, lütfen oturalım. (AK PARTİ ve CHP
sıralarından gürültüler, karşılıklı laf atmalar) Ya, yapmayın arkadaşlar.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Utanmıyor musun?
BAŞKAN – Sayın Ünal, lütfen, lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – O, onu söylerken utanmıyor mu?
BAŞKAN – Sayın Bahçekapılı, lütfen, lütfen oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben ne demişim? Mesir macunu…
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen oturun yerinize.
Yeter, beyler…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Her seferinde burada konuşup sonra
gülerek…
BAŞKAN – Sayın Ünal, lütfen, Mahir Bey…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen ne biliyorsun?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sen bu Meclisten utanmalısın! Burada
konuşup sonra buradan gülerek yerine geçemezsin sen. (Gürültüler)
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Lütfen… Ya, yapmayın şunu be! Tatil
etmek zorunda kalmayayım. Lütfen beyler, lütfen arkadaşlar… Rica ediyorum, rica
ediyorum.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Ağbaba, lütfen, bir saniye…
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Ahmet Bey, lütfen, lütfen oturun.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ama Sayın Başkanım, arkadaşlar kendi
kendilerine sataştı, onlara sataşan olmadı.
BAŞKAN – Ya, vereceğim. (Gürültüler)
Arkadaşlar, oturun lütfen, sakin olun. Sakin olun, lütfen.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Sözünü geri alsın, sözünü geri
alsın.
BAŞKAN – Tamam, sonra, söz verdim sonra.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Ne diye söz verdiniz peki? Ne dedi
kendisi?
BAŞKAN – Oturun lütfen, konuşacağız. Ya, bir saniye, lütfen oturun
beyler. Oturun, tatil etmeyeyim, lütfen oturun, oturun evet.
Sayın Ağbaba, buyurun.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Bu ne haysiyet cellatlığıdır ya?
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sükûneti sağlayın Sayın Başkan, öyle
konuşayım.
BAŞKAN – Tamam, tamam efendim.
Oturun lütfen, lütfen…
Evet, Sayın Ağbaba, buyurun. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Kendi kendilerine sataşıyorlar,
sataşmadan dolayı söz alıyorlar.
BAŞKAN – Efendim, söz istiyorsanız vereceğim, oturun lütfen,
lütfen oturun.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – En arkadan laf attı, en arkadan laf
attı.
BAŞKAN – Sayın Ağbaba, buyurun.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Ben de söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ya, Sayın Metiner, oturun, oturun efendim, istiyorsanız
ondan sonra vereceğim, buyurun.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Konuşacak lafı varsa konuşsun.
BAŞKAN – Evet, Sayın Ağbaba, buyurun.
16.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba’nın, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sıfırlayalım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tamam efendim, tamam.
VELİ AĞBABA (Devamla) – Sayın Bakan, Hrant Dink’in katledilmesi
sürecini başlatan 301’e dayalı Yargıtay kararıdır. Hrant Dink “Bu benim ölüm
fermanımdır.” demiştir. Bu sözleri söyledikten bir süre sonra, 19 Ocak 2007
günü hunharca katledilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 24/10/2010
tarihli kararında bu kararı, Hrant Dink’i ölümcül bir saldırının ortasına atan
karar olarak nitelendirmiştir.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Ergenekon’u anlat.
VELİ AĞBABA (Devamla) – Bu kararın altında Nihat Ömeroğlu’nun
imzası vardır.
Sayın Arınç, geçen hafta bu ismi, Türkiye’nin ilk kamu
başdenetçisi olarak aday gösterdiniz ve tüm Türkiye’nin… (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Dinleyelim lütfen.
VELİ AĞBABA (Devamla) - …herkesin hatırlatmasına rağmen 4’üncü
turda seçtirdiniz.
Şimdi, siz, vicdan sahibi bir insan olduğunuzu, mahcup bir insan
olduğunuzu her fırsatta vurguluyorsunuz. Şimdi, bu yapılandan mahcup oluyor
musunuz, Hrant Dink’in öldürülmesinde birazcık vicdanınız sızlıyor mu, sormak
istiyorum size.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Ergenekon’a gel.
VELİ AĞBABA (Devamla) – Ülkenin ürkek güvercinini öldürenlerden,
Hrant Dink’in ölümünden, Hrant Dink’in katledilmesinden sorumlu olanlar hakkında
bir tek işlem yaptınız mı? Bunu sormak istiyorum.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ergenekon… Ergenekon…
VELİ AĞBABA (Devamla) – Ayrıca, Hrant Dink’i öldüren katillerin…
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen dinleyelim.
VELİ AĞBABA (Devamla) – …sorumlu olanların…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, biz burada Bülent
Arınç’ın kişiliğini tartışmıyoruz. Lütfen konuşmacıya müdahale edin. Burada bir
kurum tartışıyoruz, kurum bütçesini tartışıyoruz.
BAŞKAN – Bir dakika efendim. Bir dakika lütfen. Lütfen…
VELİ AĞBABA (Devamla) - …sorumlu olanların hepsini tek tek terfi
ettirdiğinizi söylüyor musunuz?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, Bülent Arınç’ın
kişiliğini tartışmıyoruz.
BAŞKAN – Vereceğim, söz vereceğim. Bir dakika…
VELİ AĞBABA (Devamla) – Değerli arkadaşlar…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bülent Arınç’ın kişiliğini
tartışmıyoruz. Lütfen izin vermeyin.
BAŞKAN – Bir dakika… Tamam efendim, bir saniye... Cevap verecek
zaten Başbakan Yardımcısı.
VELİ AĞBABA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, mezhepçilik konusuna
gelirsek, 81 ilde bir partinin genel başkanını yuhalatmak mezhepçiliktir.
Mezhepçilik yapanlar cemevlerine “ucube” diyenlerdir. Mezhepçilik yapanlar,
camiye, kiliseye Büyükşehir Yasası’nda suyu bedava verip cemevlerine suyu
bedava vermeyenler mezhepçidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, Sayın Ağbaba, lütfen… Lütfen.
VELİ AĞBABA (Devamla) - Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan…
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Ben de söz istiyorum. Ayıp!
BAŞKAN – Sayın Başbakan Yardımcısı cevap verecek, lütfen oturun
siz. Kendisi cevap verecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
17.- Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Ankara Milletvekili
Aylin Nazlıaka ve Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Eleştiriler yapılmışsa bunların karşılığı hakaret etmek değildir
ama karakteri, mayası, her şeyi hakaretten ibaret olan insanlara “hasbinallah
ve nimelvekil” demekten başka çaremiz yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, Sayın Hamzaçebi’ye teşekkür ediyorum. Şu açıdan: Ben
Sakine Öz Manisa Milletvekilinin yaptığı bir konuşmadan bahsederek bunu
eleştirdim. Kürsüye geldiler, bu sözü eleştirmediler, bu sözün konuşulup konuşulmadığı
üzerinde de durmadılar ama “Asıl mezhebe, siyasete dayalı siz yapıyorsunuz.”
dediler. Benim ortaya koyduğum şey Sakine Öz’ün yaptığı konuşma doğru mudur,
değil midir? Bana göre doğru değildir, topu taca atmayın, “Böyle bir şey
söylemiştir ama şu anlamda söylemiştir.” diyebilirsiniz. (CHP sıralarından
gürültüler)
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Deminden beri konuşturmuyorsunuz.
BAŞKAN – Lütfen dinleyelim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – İkincisi, şöyle de
konuşabilirsiniz. Aylin Nazlıaka Hanımefendi, arkadaşlarım, bütün kadın
milletvekillerimiz dedi ki… Ben “hanımefendi” olarak hitap ederim, “bayan
milletvekili” olarak hitap ederim ama önce AK PARTİ’li kadın milletvekilleri
bize dediler ki: “Artık bize ‘kadın milletvekili’ demeniz lazım.” Kendimi buna
uydurmakta epey de zorlandım çünkü “hanımefendi, bayan milletvekili” demeye ben
daha çok alışmıştım. Ama siz “kadın milletvekili” denmesini istiyorsunuz,
Kadın-erkek cinsiyet ayrımcılığı komisyonu var, her sözünüz “kadın” üzerine,
benim “kadın milletvekili” demem aşağılamak değil ki, sizin isminizi kullanmak.
Bu bir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Bakan, siz diyorsunuz ki: “Ben
mahcup bir insanım, zarif bir kadın milletvekili bana bakınca utanıyorum.”
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Affedersiniz… İşte
burada vardı, onlar da gittiler. Yani BDP’den de, MHP’den de, CHP’den de bütün
bayan milletvekilleri benim olduğum pek çok yerde “Artık bize kadın
milletvekili denmesi lazım.” dediler. Anayasamızda da, Meclis İçtüzüğü’nde de
buna uygun düzenlemeler yapıldı. Bundan dolayı kendinizi üzmeyin.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Saptırıyorsunuz Sayın Başbakan
Yardımcısı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ama bakın, ben bir
latife olsun diye bana bakmanız karşılığında bir şey söylemiştim, siz
dinlemediniz, sonra gelenler size bir şey anlattı. Ben sizin bakışınızdan
mahcup olmuyorum, benim mahcup olduğum başka bir konu var: Kürtaj meselesi
konuşulurken siz öyle bir söz sarf ettiniz ki benim yüzüm kıpkırmızı oldu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Doğru! Doğru!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Ben asıl o zaman
mahcup oldum, asıl o zaman utandım, asıl o zaman yerin dibine geçtim.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) - Bugün olsa gene söylerim. Çok doğru bir
söz söylemişim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bir evli, bir bayan
milletvekili, çocuğu olan milletvekili, kendisiyle ilgili, bir organını nasıl
böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundan yüzü kızarmaz, benim yüzüm o zaman
kızardı, o zaman mahcup oldum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Kamer Genç için söylenecek hiçbir şey yok. O,
her dönemde milletvekili olmanın, 8-9 bin oyla buraya gelmenin yolunu bulur.
DYP’ye geçeceği zaman da şart koşmuştu -DYP’liler şahittir- “Meclis başkan
vekilliğini vermezseniz geçmem.” diye.
Bir zamanlar kendi kafasından hâkimlerle tazminat kazanır, bununla
zengin olur kafayı çekerdi.
Mesir, viagra değil; mesir, kuvvet veren bir iksir. Ama senin
uçkurunda aklın olduğu için, mesir atıldığı zaman aklına başka şeyler geliyor.
Yazıklar olsun! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı:
361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649, 3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
I) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
(Devam)
1) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
İ) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1) Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
(Devam)
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
K) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH
YÜKSEK KURUMU (Devam)
1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
(Devam)
1) Atatürk Araştırma Merkezi 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Araştırma Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (Devam)
1) Atatürk Kültür Merkezi 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
N) TÜRK DİL KURUMU (Devam)
1) Türk Dil Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Dil Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O) TÜRK TARİH KURUMU (Devam)
1) Türk Tarih Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Tarih Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, aleyhte olmak suretiyle
Sayın Ali Uzunırmak.
Buyurun Sayın Uzunırmak. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Çok üzülerek, hemen konuşmamın başında bir şeyi ifade etmek
istiyorum. Burada, bugün, en önemli bir konuda demokrasinin sadece şekil
şartını yerine getiriyoruz. Bir milletvekili olarak bu üzüntümü sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, on yıllık AKP iktidarında 11’inci
bütçede, eğer bana sorarsanız on yılı nasıl değerlendiriyorsunuz diye, bütçe
hakkından öteye küçük sevaplarla büyük günahların kapatıldığı, hiçbir şeyin
doğru tartışılmadığı ve doğru mantığın kurulmadığı, ülke yönetiminin rüzgârın
önünde dalından kopmuş bir yaprak gibi savrulduğu, demokrasinin nimetlerinden
faydalanarak siyasetin bir şov sanatına dönüştürüldüğü, fikir ve düşünce
inşasından uzak bir on yıl olarak izah ederim.
Değerli milletvekilleri, aralık ayında manevi mimarlarımızdan bir
uluyu anarak sizlerle bir fikir inşasında bazı düşüncelerimi paylaşmak
istiyorum.
Yüce Mevlânâ diyor ki: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları
paylaşanlar anlaşabilirler.” Ben diyorum ki, bunu daha da ileriye götürerek:
“Tarifleri, kabulleri, kavramları aynı anlayanlar tartışırlarsa doğru düşünce
inşa edebilirler. Kavramlarla oynayarak, tarifleri tanımları değiştirerek,
hatta uluslararası literatürden bile Türkçeye doğru aktarmadan bir kopyacılık
yaparak, bu tartışmalarla siyaset insanları eğer halklarına doğru hizmet etmeyi
öngörüyorlarsa yanılıyorlar.”
Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde
fikrî inisiyatifine ve namusuna güvendiğim çok değerli arkadaşlarım var. Bunlar
çok çeşitli partilerde olabilirler. Ama Sayın Başbakanımızın son günlerde
kullandığı bazı tarifler, tanımlar bir devlet adamı olarak beni çok büyük endişelere
sürüklemiştir. Son grup toplantısında AKP’nin, Sayın Başbakan diyor ki: “Kürt
milliyetçiliğine de karşıyım, Türk milliyetçiliğine da karşıyım.”
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Amenna.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Ve “milliyetçilik” tanımları
getiriyorlar. Diyor ki: “Biz, dinsel milliyetçiliğe karşıyız, etnik
milliyetçiliğe karşıyız. Biz, bölgesel milliyetçiliğe karşıyız.”
Değerli milletvekilleri, şimdi sizlere soruyorum: Türk
milliyetçiliği bu milliyetçiliklerin hangisinde? Etnik milliyetçilik midir,
bölgesel milliyetçilik midir, dinsel milliyetçilik midir Sayın Başbakana göre?
Ve şimdi sizlerle paylaşıyorum, siyaset sosyolojisinde, siyaset literatüründe
dinsel milliyetçilik mi var yoksa dinsel siyasi ümmetçilik mi var? “Bölgesel
milliyetçilik” diye bir şey olabilir mi? Milliyetçilik, bütün milleti kavrayan,
bütün bölgeleri kuşatan bir anlayıştır. Bizim anlayışımızdaki “milliyetçilik”,
bilime de ters düşmeyen, aynı zamanda yüce inancımızdan, İslam’dan, Hucurât
Suresi’nin 13’üncü ayetinden de kaynağını alan bir milliyetçilik anlayışıdır.
Eğer Sayın Başbakan milliyetçiliği kavmiyetçilik olarak anlıyorsa biz
kavmiyetçi falan değiliz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Oradan laf atanlar var.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Sen “milliyet”in manasını…
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - Oradan laf atanlar, ben ümit ediyorum ki
“Acıttı.” diyorlar. Onlar laf atmıyorlar. Bu kürsülerde tarih içerisinde çok
güzel, latif laf atmalar olmuştur.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Olanlardan haberin yok!
BAŞKAN – Lütfen, lütfen…
Meclise hitap edin.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - Hatibin yolunu şaşırtanlar olmuştur.
Hatibin de başkalarının yolunu şaşırttığı olmuştur ama bu laf atma değil, bu
“Acıttı.” feryadı.
Onun için, değerli arkadaşlar, bizim anladığımız “milliyetçilik”
ırkçılık değildir. Bizim anladığımız “milliyetçilik”, milletin hepsini kuşatan,
hepsini kavrayan bir milliyetçiliktir.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Kendi kafana göre…
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - MHP’nin Türk milliyetçiliği ekseninde
siyaset yaptığını cümle âlem bilir. Sayın Başbakan Milliyetçi Hareket
Partisiyle yarışabilir, Milliyetçi Hareket Partisini muarız görebilir kendisine
ama “Milliyetçi Hareket Partisi Türk milliyetçiliği ekseninde siyaset yapıyor.”
diye “Türk milliyetçiliğine karşıyım.” diyen bir devlet adamı, Türk tarihine,
Türk devletine ve Türk milletine hiç ama hiç yakışmayan bir devlet adamlığı
örneğini vermiştir.
Değerli milletvekilleri, “Dokuz Işık” gündemde. “Dokuz Işık”ın
yazıldığı günlerde bu ülkede çift meclis vardı; Senato vardı ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi vardı ve aynı zamanda o zamanki Türk tarih geleneğinden gelen ve
Türk tarih geleneğine uygun düşen ve çift meclisli bir sistem yerine yürütmenin
güçlenmesi, gelişmekte olan ülkelerin erken karar almasını öngörerek rahmetli
Başbuğ’umuz, çift meclisin tek meclise indirilmesini ve aynı zamanda başkanlık…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - …sisteminin Türk tarih geleneğine
uyduğunu ifade etmiştir. Bugün tek Meclis vardır.
Burada bir şeyi sizlerle paylaşıyorum: On sene öncesinde hapishanelerden
çıkıp bugün Başbakan olan Sayın Başbakan bu parlamenter sistemle Başbakan
olmuştur ve bugün Türkiye’de, birçok mamur hâle getirdiğini, kalkındırdığını ve
birçok icraatlar yaptığını… Sayın Başbakan neyi eksik bulmuştur? Sayın Abdullah
Gül’le, Cumhurbaşkanıyla yetkileri paylaşamadığı için başka bir sultanlık mı
istemektedir?
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, süreniz doldu efendim.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - Onun için, bu sistemi ve içerisinde
fikrî ahlakına güvendiğim arkadaşlarımı, Türk milliyetçiliği noktasında da bir
kez daha dikkat çekerek hepsini saygılarımla selamlıyorum. Bütçenin felsefesine
ve mantığına, her şeyine karşı olduğumu ifade ediyorum. Saygılarımı sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın milletvekilleri, ikinci turdaki konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru-cevap işlemine geçmeden önce beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.39
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 23.48
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37’nci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın 2’nci tur görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon?
Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN – Şimdi
yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağımızı söylemiştim.
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Sayın Başkan, söz istiyorum sataşma nedeniyle.
BAŞKAN – Kusura
bakmayın, bu defa mümkün değil.
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Belki de ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir kadın
milletvekiline böyle bir hitap söz konusu olmuştur.
BAŞKAN – İlan
ettim Sayın Nazlıaka, dedim ki: “Konuşmalar bitmiştir. Soru-cevaba geçeceğim.”
Arkadaşlarımız da sorularının cevabını bekliyorlar, sisteme girmişler.
Sayın Çınar,
buyurun efendim…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan, bir saniye efendim.
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Sayın Başkan, ilk kez belki de Mecliste böyle bir konuşmaya şahitlik
ediliyor. Onun için söz hakkım var diye düşünüyorum, söz istiyorum. Bir dakika
verin ama bir dakika verin lütfen.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi, bakın…
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, oturum değişti, değişti.
BAŞKAN – Bir
saniyenizi alabilir miyim.
Girmeden evvel
dedim ki: “Konuşmalar sona ermiştir. Soru-cevap işlemine geçiyorum.” Lütfen
anlayış gösterin.
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Sayın Başkan…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, şimdi, siz sataşmadan dolayı, Sayın Bülent
Arınç’ın konuşması üzerine sataşmadan dolayı herhangi bir talepte bulunulmaması
amacıyla oturumu kapattınız, verdiğiniz izlenim bu. Bakın, bu izlenimi
veriyorsunuz. Şimdi, bu konuşmanın muhatabı Sayın Aylin Nazlıaka doğal bir
hakkını kullanmak istiyor. İç Tüzük’ün birtakım maddelerinin arkasına
saklanarak insan olmaktan kaynaklanan…
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Saklanmıyoruz, söylüyoruz Sayın Başkan. Burası İç
Tüzük’e göre yönetiliyor.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) - … milletvekili olmaktan kaynaklanan, bir kadın, bir anne olmaktan
kaynaklanan bir hakkı bir milletvekilinden esirgeyemezsiniz.
MAHİR ÜNAL
(Kahramanmaraş) – Meclis İçtüzüğü’nü uygulamak saklanmak mı!
BAŞKAN – Bir
saniye…
Sayın Hamzaçebi,
bakınız, konuşmanıza dikkat edin. Hiçbir tüzük maddesinin arkasına
saklanmıyorum.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Aynen, saklanıyorsun.
BAŞKAN – Ben
sadece, konuşmalar bitti ve “Konuşmalar bitti.” dedim. Bunda saklanacak bir şey
var mı?
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Bir hakaret var, daha ne olsun!
BAŞKAN – Bizim de
insan olarak ihtiyacımız var. Üç saattir oturuyorum, beş dakika arayı da ondan
verdim. Başka bir şey yok. Lütfen yani böyle anlarsanız olmaz Sayın Hamzaçebi.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Söz alamazlar Sayın Başkan, oturum geçti.
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Sayın Başkan, kesinlikle kişiliğime yönelik…
BAŞKAN – Peki,
bir dakika vereyim Sayın Aylin’e ama lütfen bir daha… (AKP sıralarından
gürültüler)
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, İç Tüzük var burada!
BAŞKAN –
Arkadaşlar, rica ediyorum. Bir dakikadan bir şey olmaz.
Lütfen
Hanımefendi, buyurun.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
18.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın, Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYLİN NAZLIAKA
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan Yardımcısının
şahsımla ilgili sözlerini bir kez daha üzüntüyle dinledim. Kendisi anneliğimi
sorgulatmıştır, kendisi sorgulanmasına sebep olacak bir açıklama yapmıştır.
Benim asla anneliğimi sorgulamamı gerektirecek bir durum yoktur ancak son
derece üslupsuz bir konuşma tarzıyla, maalesef, Meclisin de genel tarzını,
seviyesini olumsuz yönde etkilemiştir. Ben kendisinin bunca yıllık devlet
adamlığına bu konuşmayı hiç yakıştıramadım. Kendisinin bu açıklamalarını esefle
kınıyorum. Ayrıca, kürtajla ilgili yaptığım açıklama literatürde var olan bir
açıklamadır, var olan bir tanımlamadır. Kendisinin de literatürü öğrenmesini
tavsiye ediyorum ama bana yönelik yaptığı sözlü saldırıları asla kabul
etmiyorum. Meclisin üslubunu dönüştürmemeliyiz. Bu fikir-zikir meselesidir.
(CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerçekten düşürmemeliyiz!
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nazlıaka.
Efendim,
soru-cevaba geçiyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı,
Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı
Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649,
3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
I) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU (Devam)
1) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
İ) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
K) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU (Devam)
1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ (Devam)
1) Atatürk Araştırma Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Atatürk Araştırma Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (Devam)
1) Atatürk Kültür Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
N) TÜRK DİL KURUMU (Devam)
1) Türk Dil Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Dil Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O) TÜRK TARİH KURUMU (Devam)
1) Türk Tarih Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Tarih Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Sayın
Çınar…
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Sayın Başkan, 1’inci sıra Alim Işık.
BAŞKAN – Hayır,
burada sıralar değişiyor. 1’inci sırada Sayın Çınar var Sayın Işık.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – İlk listede 1’inci sıra Alim Işık.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Efendim ilk sıra burada.
BAŞKAN – Listeye
girip çıkanlar sona ekleniyor efendim, bana verilen liste burada.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Hayır efendim, sizin söndürmenizden dolayı böyle oldu.
BAŞKAN –
Hangisinin olacağını ben de şaşırdım.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, yani buradan herhangi bir müdahale olmadı. Oradan
bir müdahaleyle liste değişti.
BAŞKAN – Benim
elimdeki liste böyle.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Birinci listede Alim Işık 1’inci sırada.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – 1’inci sırada ben varım Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Verdiğiniz liste.
BAŞKAN – Ama o
listeden çıkış yapmış, öyle diyorlar efendim.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Hayır efendim, hayır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Hayır, çıkış yapmadı. Herhangi bir çıkış yapılmadı, oradan bir
işlemle ışıklarımız söndü. Bakın yine…
BAŞKAN – Sayın
Şandır, bana verilen bilgi şu: Bir arkadaş çıkınca bir diğeri giriyor ve liste
değişiyor.
EMİN ÇINAR
(Kastamonu) – Sayın Başkan, liste var burada. İlk verilen liste var burada.
BAŞKAN – Teknik
olarak çıkmış veya burada yok diyorlar. Bana verilen liste bu, benim için fark
etmez.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, benim mikrofonum da bir ara söndü, eğer benim de
sıram, 7’nci sıra, değişmişse demek ki sistemden kaynaklanan bir durum var.
Yoksa ben çıkış yapmadım. Anlaşılıyor ki Alim Işık da çıkış yapmadı.
BAŞKAN – Şimdi
efendim, bakınız ben listeyi okuyayım o zaman.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Evet.
BAŞKAN - Sayın
Çınar, Sayın Işık -tekrar girmişse, 1’inci sırada o varmış doğru- Sayın Yılmaz,
Sayın Türkoğlu, Sayın Havutça, Sayın Aslanoğlu, Sayın Şandır, Sayın Kaplan,
Sayın Öğüt, Sayın Erdoğan, 10 kişi oldu.
MEHMET ERDOĞAN
(Muğla) – Ben 10’uncu sıradaydım, burada beni 11’inci sıraya atıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın
Işık olmayınca 10’uncu sıra oluyor. O zaman Işık’tan başlıyorsak, Sayın Işık,
buyurun.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
sorularım vardı sormayacağım. Kendinizi dev aynasından görüp milletvekillerine
tepeden bakan ve onlara hakaret eden anlayışı gerçekten size yakıştıramadığımı
ifade etmek istiyorum. Bu bütçe müzakerelerine gölge düşürdünüz. Teşekkür
ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Çınar…
EMİN ÇINAR
(Kastamonu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
TRT’nin dizi, film ya da belgesel çekecek teknik kadrosu mevcut mudur? Mevcutsa
binlerce lira verilerek neden programlar satın alınmaktadır?
Döneminizde
TRT’de yayınlanan televizyon dizilerinin izleyici üzerinde olumlu ya da olumsuz
etkilerinin belirlenmesi doğrultusunda herhangi bir çalışmanız var mıdır? Varsa
sonucu nedir?
Yabancı vakıflara
bugünlere kadar iade edilen malların sayısı kaçtır?
İlköğretim
çağında çocuğu okuyan kaç fakir aileye vakıflar tarafından ne kadar yardım
yapılmıştır?
BAŞKAN –
Teşekkürler.
Sayın Yılmaz…
SEYFETTİN YILMAZ
(Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben de Sayın
Bakana… Biraz önce Meclis kürsüsünde elli dakikalık bir konuşma yaparken -daha
önce Meclis Başkanlığı yapmış ve şu anda da Başbakan Yardımcısı olarak- bu
konuşmada üslubunuzu kendinizce doğru buluyor musunuz? Buna şimdi değil ama bir
izledikten sonra cevap verirseniz daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.
İkinci sorum: Bu
Reyting İzleme Ölçümleri Yönetmeliği’nin değiştirilmesine niye ihtiyaç duyuldu?
Bu bir ihtiyaçtan mı kaynaklandı yoksa Başbakanlığın talebi üzerine mi
gerçekleşti?
Türk Dil
Kurumunun amacı, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak,
onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir fakat
hepimiz biliyoruz ki caddeleri, sokakları ve dükkânları yabancı kelimelerin
sardığı, sokaklarda yabancı hâkimiyetinin olduğu ortamda, bir açıklamanızda
Kürtçe lügat hazırlamaktan bahsediyorsunuz yani Türkiye'de Türkçeyi gerekli
yere getirdiğinizi mi düşünüyorsunuz da böyle bir çalışmaya girdiniz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yılmaz.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biz,
sizi ciddi, tecrübeli bir devlet adamı olarak bilirdik, yalnız, son dönemdeki
konuşmalarınız oldukça gayriciddi. Sanırım, siyaseti bırakıp yerinizi gençlere
bırakma zamanı gelmiş.
Gaziantep’te
Koruma Kurulundan “kültür merkezi” olarak projesi geçen bir bina “havra” olarak
restore edilmiştir. Gaziantep Vakıflar Müdürü, Gaziantep’te 1 tane dahi Yahudi
olmadığı için İstanbul’dan 1.000 Yahudi’yi uçakla Gaziantep’e getirmeyi
planlamış ancak Yahudiler, bu projenin Gaziantep’te duyulması üzerine
vazgeçmişlerdir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Diğer taraftan,
devri iktidarınızda Türklük ve Türkçe öksüz bırakıldığı gibi, Türkçenin yanına
yeni diller getirilmek istenmektedir. Türk dünyasını birleştirecek Ortak Türk
Alfabesi Projesi ne aşamadadır? Bu proje kadük mü kalmıştır? Herhangi bir
katkınız olacak mı yoksa o da Türklük gibi olumsuz bir nasiple mi
karşılaşacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Türkoğlu.
Sayın Havutça…
NAMIK HAVUTÇA
(Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
arkadaşlarımızın iyi niyet çerçevesinde bütçe görüşmeleri esnasında eleştirel
düşünceleriyle yaklaşımları karşısındaki tavrınızı ben de şiddetle kınıyorum.
Devlet adamlığına yakışan, burada demokratik olgunluk çerçevesinde
arkadaşlarımıza belden aşağı vurmak yerine onların yaptığı eleştirilere karşı
yanıt vermektir. Oysa siz polemik yaratmayı tercih ettiniz. Bu da ne devlet
adamlığına ne de bu Parlamentonun saygınlığına uygun düşmemiştir. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Ferit Mevlüt Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, ben de yaşananlardan son derece
üzüntülüyüm. Artık soru sorma motivasyonumu kaybettim. Bir milletvekili olarak
hakikaten vicdanım yaralanmıştır. Soru sormaktan vazgeçtim efendim. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Türkiye’yi on yıldan bu yana yönetiyorsunuz. Biz, çocukluğumuzdan bu yana
Ergenekon Destanı’nı Türk milletinin diriliş destanı olarak öğrendik, okutuldu,
sizin iktidar döneminizde de böyle okutuldu. İsmini açıklamadığınız ve
istihzayla grubumuzu da suçladığınız bu efsanenin yanlış olduğunu, doğru
olmadığını ifade ettiniz, bunu tamamlamanız lazım. Benim öğrenmek istediğim,
Ergenekon Destanı’nın Türk milletinin diriliş destanı olmasından rahatsızlık mı
duyuyorsunuz? Neden bu konuya bu yaklaşımı gösterdiniz? Bunu öğrenmek
istiyorum.
İkincisi:
Türkiye’de azınlık vakıflarına gösterdiğiniz hassasiyet sizin takdirinizdir ama
Türkiye’yi yöneten bir iktidar olarak…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – …Osmanlı’nın vakıflarına da aynı hassasiyeti gösteriyor musunuz,
gösterecek misiniz?
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Şandır.
Sayın Kaplan…
MEHMET HİLAL
KAPLAN (Kocaeli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bülent
Arınç’ın söylemleri ve üslubu, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındaki
tutumu kendi makamına yakışmadığından dolayı kendisini protesto etmek anlamında
soru sorma hakkımı geri alıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Sayın Başkanım, Meclis ciddiyeti gerekir. Böyle soru sorulur mu?
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen…
Lütfen arkadaşlar… Lütfen…
AHMET AYDIN (Adıyaman)
– Böyle şey olur mu?
BAŞKAN –
Arkadaşlar, lütfen…
Evet, Sayın Öğüt…
AHMET AYDIN
(Adıyaman) - Soru sormayacaksanız sormazsınız. (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Soruları da senden mi alacağız Ahmet Bey?
BAŞKAN – Arkadaşlar,
lütfen…
Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Başa alabilir miyiz Başkanım?
BAŞKAN – Lütfen
efendim.
Başa alın.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Türkiye, ağız ve diş sağlığı açısından hem ABD’nin hem de
Avrupa’nın çok gerisindedir. Toplumda her 3 kişiden 1’inin günde 1 kere bile
diş fırçalamadığı gerçeğinden yola çıkarak bu bilincin artırılmasının
gerekliliği yadsınamaz noktadadır. Oysaki izlediğimiz her yabancı film ve
dizide mutlaka dişle ilgili en az bir tane sahne vardır. Bunun amacı da görsel
göndermeyle bireylere ağız ve diş sağlığının önemini anlatmak ve bu bilinci
aşılamaktır.
Bütün vücut
sağlığını ilgilendiren diş hastalıklarının önlenebilir hastalıklar olduğu göz
önünde bulundurulduğunda ülkemizde de benzer uygulamaların hayata geçirilmesinin
ne denli önemli olduğu görülecektir.
Diş Hekimleri
Birliğinin bu talebi için Hükûmetin bir girişimi olmuş mudur ya da planlanmakta
mıdır? RTÜK ve TRT başta olmak üzere ilgili kurumlarla irtibata geçilerek
Türkiye’de ağız-diş sağlığı bilincini yerleştirmek adına, yurt dışında olduğu
gibi zorunlu uygulamalar getirilebilir mi?
Ayrıca,
tarihimizin ve ecdadımızın oluşturduğu eserleri ve vakıfları gözü gibi
korumakla görevli olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve şubelerinin lüks arabalar
kullandığına dair birtakım gözlemlerimiz olmaktadır. Bu doğru mudur? Bu…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öğüt.
Sayın Erdoğan…
MEHMET ERDOĞAN
(Muğla) – Sayın Başkan, ben de bu kadar, Sayın Başbakan Yardımcısının artık
sorulara tahammül edemediği bir ortamda soru sormak istemiyorum ancak bana Van
Erciş’ten gönderilen bir soruyu kendilerine soracağım.
“Erciş Atatürk
İlköğretim Okulu 1924 yılında yapılmış ve bugüne kadar adını muhafaza etmiştir.
Depremde de bu bina zarar görmediği hâlde bu okulun adı Tenzile Ana İlköğretim
Okulu olarak niçin değiştirilmiştir?” Erciş’ten vatandaşımız soruyor.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Erdoğan.
Sayın Demir…
NURETTİN DEMİR
(Muğla) – Teşekkür ederim.
Ben de bir hekim
olarak üzüntülerimi bildirmek istiyorum.
Soru olarak da,
bütçenin ilk günü Mustafa Elitaş Sayın Milletvekili, Türkiye’de hiçbir caminin
imamsız bırakılmadığını söyledi. Keşke aynı milletvekili, öğretmeni olmadığı
için açılamayan ve kapısı kilitli okullara da değinseydi. İbadeti her yerde
yapabilirsiniz, ancak okula gidemeyen öğrencilerin durumunu nasıl giderecek,
AKP iktidarının ayıbı değil midir?
Siverek Bucak
köyünde Yukarı Yakaboz’da sekiz yıldır bir camiye hâlâ imam atanmamıştır, yani
doğruları söylememektedir Elitaş ve 120 bin civarında kadro boştur, 60 bin
öğretmen atama beklemektedir. Bunların atamaları ne zaman…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Demir.
Sayın Öner…
ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hakkımı
kullanmıyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Acar.
GÜRKUT ACAR
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bülent
Arınç, Sayın Başbakan Yardımcısı, benden sorduğunuz için söylüyorum; kırk
yıllık hukukçuyum, otuz dokuz yıldır Antalya’da siyaset yapıyorum.
Gündoğmuş’tan Serik’e, Gazipaşa’dan Kaledran’dan Kalkan’a kadar, Kınık’a kadar
ayak basmadığım, konuşmadığım yer yoktur. Her metresinde alın terim vardır.
Ben, dört yıl belediye meclis üyeliği, iki yıl belediye başkan vekilliği, dört
yıl Antalya il başkanlığı, iki yıl Antalya Baro Başkanlığı yaptım ve on beş yıl
yerel ve genel seçimlerde il seçim komitesi başkanlığı yaptım da geldim;
karnınızdan konuşmayın!
İtibarsızlaştırma
politikanızla ülkeye bıkkınlık getirdiniz. Orduyu, yargıyı itibarsızlaştırıp dönüştürdünüz,
CHP’yi dönüştürmenize izin vermeyeceğiz! (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, buyurun efendim.
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili Genel Kurul salonunu terk etti)
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Tahammül bu işte!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Arkadaşlarımın
büyük bir kısmı esasen soru sormadılar, sadece konuşmam ve üslubumla ilgili
eleştirilerde bulundular. Şimdi de 2 arkadaşımızı bırakarak Genel Kurul
salonunu terk ediyorlar. Ben bu konudaki eleştirileri severim yani üslubumda
bir yanlışlık varsa, eleştiri hudutlarını aşmışsam, kişilikle, şahsiyetle
uğraşmışsam arkadaşlar her şeyi söyleyebilirler ama yıllardır Genel Kurul
çalışmalarını özellikle bu dönemde takip ediyorum. Önce bir kendilerine
baksınlar, üsluplarını bir kontrol etsinler; kürsüye çıktığında ne
söylediklerini, niçin söylediklerini bir düşünsünler, beni ondan sonra
eleştirsinler.
Bu eleştirilere
bakarak şunu söylüyorum ki bu akşam ben çok güzel ve çok doğru bir iş yapmışım.
Bana yakışan şey, yirmi yıla yaklaşan parlamenterlik hayatımda Genel Kuruldaki
tutanaklardır. Bu tutanaklarda benim yüzümü kızartacak hiçbir şey yok. Yaptığım
yanlışlıkların çoğunu da ya kabul ederek ya özür dileyerek karşılamışımdır. Bir
takım gerçeklerin ortaya çıkmasından bu kadar hiddet buyurup “Zaten soracak
sorumuz yok. Biz usulen soru sormuyoruz.” demenin âlemi yok. Yanlış yapmışsam
yanlışlığımı söylersiniz.
Ben geleneklerine
bağlı bir insanım, örf ve âdetine bağlı bir insanım, aile hayatının ne kadar
kutsal olduğuna inanan bir insanım. Evli, çoluk çocuk sahibi bir kadının kendi
cinsel organını söz konusu etmek suretiyle “Benim orama karışma.” demesini ben
bugüne kadar çok yargılamıştım.
HASAN ÖREN
(Manisa) – Tekrarlamayın artık, lütfen ya!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Çok ayıp, çok ayıp Sayın Arınç, olmuyor.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Tekrarlamadım zaten, tekrarlamadım. O
kelimeyi sarf etseydim o zaman tekrarlamış olacaktım ama tekrar tekrar onu
kürsüye çıkarttınız ve beni eleştirmesine, yanlış söylediğimi ifade etmesine
fırsat verdiniz. Deneyimli bir grup başkan vekili bunu yapmaz. Biz size her
zaman güveniyoruz, sizi her zaman takdir ediyoruz. Diğer arkadaşlarınızdan
farklı bir yeriniz var.
ALİ SERİNDAĞ
(Gaziantep) – Ne demek “Diğer arkadaşlarınızdan farklı bir yeriniz var?”
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Ama
Kamer Genç’i buraya sürmenin, söyledikleri sözlere karşılık vermemenin elbette
bir siyasi yükümlülüğü olacak, kusura bakmayın. Ne söylediğimi biliyorum, nasıl
söylediğimi biliyorum şüphesiz.
HASAN ÖREN
(Manisa) – Bülent Bey, buradan geliyor mu yanlış söylediğinde bir şey?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar beni
üslubumdan dolayı hiç eleştirmediniz. Eleştirenler başkalarıydı, onların da ne
oldukları, nasıl oldukları bir bir ortaya çıkıyor. Ben burada konuşmacıların
söylediklerine “Bilimsel yönde şunları da dikkate alın, bunları da araştırın.”
diye cevaplar verdim. Bugüne kadarki kabullerimizden farklı şeyler olabilir ama
o kürsü hür kürsü; sadece hakaret etmek için değil, söylediğimiz sözlerden,
kullandığımız oylardan da sorumlu olmamak adına fikirlerimizi ifade
edebileceğimiz bir kürsü. Bundan dolayı kızmaya gerek yok.
“Van Erciş’te
okulun adı neden değişti?” Bilmiyorum.
“Camilerde,
imamsız kalmadı, okullar ne durumda?” Onu da Millî Eğitim Bakanımızın bütçesi
geldiğinde soracaksınız.
Sayın Çınar,
TRT’yle ilgili ben gensoru geçirdim. Gensoruda söz konusu olanlar soru konusu
olamaz İç Tüzük’ün maddesi gereğince.
“Üslubunuz doğru
mu?” Bana göre doğru.
“Türk Dil
Kurumunun amacı şudur: Türk dilini geliştirmektir. Siz Kürtçe lügat
hazırlıyorsunuz.” diyorsunuz. Evet, iftiharla söylüyorum çünkü Türk Dil Kurumu
bugüne kadar İngilizce-Türkçe Sözlük, Almanca-Türkçe Sözlük, Fransızca-Türkçe
Sözlük, Türkçeden Ermeniceye Ermeniceden Türkçeye Lügat, Gürcüce-Türkçe Sözlük,
Hakasça-Türkçe Sözlük, Tuvaca Sözlük, Yakut Dili Sözlüğü, Çağatayca Sözlük,
Moğolca-Türkçe Sözlük, Sırpça-Türkçe Sözlük, Çuvaşça Sözlük hazırlamış,
Türkçe-Kürtçe sözlük hazırlamamış. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Allah aşkına,
Kürtçe bir sözlük hazırlamanın, “Kürtçe lügat çıkaracağız.” demenin ayıp tarafı
var mı, yanlış tarafı var mı, günah tarafı var mı, suç tarafı var mı?
SEYFETTİN YILMAZ
(Adana) – Sayın Başbakan Yardımcısı “Doğru buluyor musunuz?” dedim. Doğru
buluyor musunuz, bulmuyor musunuz onu söyleyeceksiniz. Bizim sorumuza cevap
verin.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Türk Dil Kurumu -bugüne kadar yapmadığı bir
görevi hatırlatıyorum- bu görevi yapacak, Türk Dil Kurumu Türkçe-Kürtçe bir
sözlük hazırlayacak. Bunu yapmakla da görevimizi yapmış olacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SEYFETTİN YILMAZ
(Adana) – Sayın Başbakan Yardımcısı sorumuzu doğru okuyun. Ayıp da demedim,
yanlış da demedim. Doğru mu yanlış mı dedim?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Urduca-Türkçe, Hintçe-Türkçe, Romence-Türkçe
sözlük hazırlanıyor.
SEYFETTİN YILMAZ
(Adana) – “Doğru mu?” diye sordum, bir kelime sordum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Beyefendi, bırakın bağırmayı. Bırakın
bağırmayı.
SEYFETTİN YILMAZ
(Adana) – Doğru buluyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın
Yılmaz, lütfen dinleyelim.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Polemik yapmışım. Polemik siyasette vardır,
sözlerime cevap vereceksiniz.
Vicdanı
yaralanmış Sayın Aslanoğlu’nun. Bugüne kadar vicdan yaralayan sözlere duyarsız
kaldınız, bugün mü aklınıza geldi, bu akşam?
“On yıldır
Türkiye’yi yönetiyorsunuz. Ergenekon Destanı’nı yıllardır okuduk, niye bundan
rahatsızlık duyuyorsunuz?” Niye rahatsızlık duyayım? “Bir işin gerçeği
şöyledir.” demek, “Bu konuda bir araştırma yapalım.” demek ne zaman suç oldu?
Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan.
ALİ SERİNDAĞ
(Gaziantep) – Sayın Başkan, süre bitmedi, benim sorum var.
BAŞKAN – Buyurun
sorun.
ALİ SERİNDAĞ
(Gaziantep) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan,
Manisa’da bulunduğunuz bir sırada, size Ankara’da suikast yapmak üzere
oldukları iddiasıyla yakalanan ve gözaltına alınan askerî personel ile ilgili
olarak bugüne kadar herhangi bir iddianame düzenlenmemiş veya takipsizlik
kararı da verilmemiştir. Acaba bunun nedeni nedir? Yoksa bu iddia doğru değil
miydi? Birinci sorum bu.
İkincisi:
Gaziantep’te 5-6 yerel televizyonun “ortak platform” adı altında müşterek yayın
yaptığı haberleri alınmaktadır. Bu uygulama yayın ilkelerine uygun mudur? Uygun
değilse bu konuda ne tür tedbir almayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Serindağ.
MEHMET METİNER
(Adıyaman) – Sayın Başkan, bir sorum var benim de, bir soru sormak istiyorum.
YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
Bakanım, müsaade ederseniz bir soru daha alalım.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Üç dakikamız var.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Metiner.
MEHMET METİNER
(Adıyaman) – Teşekkür ederim.
Sayın Başbakan
Yardımcımıza sorulan bir soru var, Kürtçe sözlüğün hazırlanmasıyla ilgili
duyulan rahatsızlığı... Şimdi, hem bu ülkede yaşayan Kürtleri Türk kabul
edeceksiniz hem de Kürtçe sözlüğün hazırlanmasından rahatsızlık duyacaksınız.
Acaba, bu rahatsızlığı duyanlar bu çelişkileri nasıl ifade ederler, doğrusu çok
merak ediyorum. Sayın Başbakan Yardımcımız belki onlar adına cevap vermek
isterler. Bir karar versinler, bu ülkedeki Kürtler Türk müdür? Türk ise onların
dilinde bir sözlük hazırlanmasından niye rahatsızlık duyuyorlar acaba?
BAŞKAN – Sayın
Halaçoğlu…
YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar, Ergenekon’la ilgili Sayın Arınç’ın söylediği -Moğol olup
olmadığıyla ilgili- bilim adamını kendisine sormuştuk, cevabını vermedi ama kim
olduğu ben size söyleyeyim: Sayın Türköne. Türköne’nin alanı bu alan değil bir
defa. Dolayısıyla, onun ileriye sürdüğü böyle bir iddianın kürsüde dile
getirilmesi yani tarihî bir gerçeklik olmamasına rağmen dile getirilmesi son
derece, gerçekten, tarihimiz ve millî değerlerimiz açısından beni hayal
kırıklığına uğrattı ve doğru olmayan bir şey. Dolayısıyla, böyle, alanında, bu
konuda birçok araştırma yapmış, bu destan üzerine çalışmış, Göktürk tarihlerini
yazmış, Tarih Kurumunda da bunlarla ilgili birçok kitap yazılmış olmasına
rağmen, böyle bir açıklama gerçekten bizim için bir şanssızlıktır.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN –
Teşekkürler.
Sayın Bakanım,
cevap vermek ister misiniz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Bir kısım arkadaşlar soru sormak hakkından
vazgeçmişlerdi ama sürenin olduğunu gören bir arkadaşımız sorusunu sordu.
Sayın Metiner’in
sorusu benim cevaplandıracağım bir konu değil.
Ama gecenin bu
saatinde aklıma bir fıkra geldi. Müsaade ederseniz, cevap sadedinde belki kabul
edilir, onu söylemek istiyorum: Yıllardan beri “al görmüş boğa” gibi bir tabir
vardır. Yani, İspanya’daki boğa güreşlerine bakarak önüne kırmızı örtü
koyarlar, boğa buna çok kızar ve orada birtakım şeyler yapılır, herkes bunu
zevkle seyreder. Neden boğalar kırmızı renge karşı, al renge karşı bu kadar
kızgındır diye araştırma yapmışlar. Sonunda, rivayet o ki, boğayı
konuşturmuşlar. “Sen niye bu al örtüye bu kadar kızıyorsun?” diye. Boğa demiş
ki: “Ben kızmıyorum ki, boğalar al örtüye kızmazlar.” “E, niye o kadar
saldırıyorsun?” “Aslında…” demiş ”…inekler buna çok kızar. Al rengi gördükleri
zaman inekler daha çok kızarlar.” “E, onlar inek, sen boğasın, sen niye
kızıyorsun?” “Beni inek yerine koydukları için.”
Şimdi,
hayatımızda öyle kabuller olabilir ki bunların bir gün yanlışlığını söyleyecek
bir insana da böyle, hakikaten kabullenmezlik edebilirler. Araştıralım. Artık
“Google amca” diye bir şey var, “İnternet” diye bir şey var, “tarih” diye bir
şey var. Araştıralım, bu çok basit, çok sade bir olay. Buna hiç kimse kızgınlık
göstermesin.
Sayın Valim, biz
sizin valiliğinizi değil, daha çok, Önder Bey’le ilgili konuşmanızdan
hatırlıyoruz. Ne olur, şu milletvekilliğimiz sırasında, kendinizi hatırlatacak
bir şeyler sormayın.
Değerli Başkanım,
teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
–Teşekkürler.
Sayın
milletvekilleri, şimdi sırasıyla ikinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine
geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
ALİ SERİNDAĞ
(Gaziantep) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Serindağ.
ALİ SERİNDAĞ
(Gaziantep) – Sayın Başkan, şimdi, ben çok net 2 soru sordum. Hiç, herhangi bir
kapalı soru değildi bunların ikisi de, çok net sorulardı. Sayın Başbakan
Yardımcısı bu sorulara yanıt vereceğine başka şeyler söyledi. Ben, Sayın Önder
Sav’la, o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Sayın Önder Sav’la…
BÜLENT TURAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok.
BAŞKAN – Bir
saniye…
ALİ SERİNDAĞ
(Gaziantep) - …bir sohbet yaptım ve bundan da gurur duyuyorum. Gazetelere
yansıdı o sohbetin içeriği.
Bakınız, 2
mülkiye müfettişi görevlendirildi, suç unsuru bulamadılar. Sonra, farklı 2
mülkiye müfettişi görevlendirdiler, gene suç unsuru bulamadılar. Oraya 2
mülkiye müfettişi gönderdiler, on gün orada araştırma yaptılar, suç unsuru
bulamadılar ve hâlâ şimdi Sayın Başbakan Yardımcısı onu gündeme getiriyor. Ben
bunu ayıplıyorum ve milletime de şikâyet ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN –
Zabıtlara geçti efendim.
Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
ALİ ÖZGÜNDÜZ
(İstanbul) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN -
Bölümleri okutuyorum…
ALİ ÖZGÜNDÜZ
(İstanbul) – Yoklama istiyoruz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bitti oylama.
SITKI GÜVENÇ
(Kahramanmaraş) – Oradan ekmek çıkmaz size, sayı çok.
BAŞKAN – Onu
oyladım. Bölümlerden sonra…
42.01) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
1) Radyo ve Televizyon Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 125.248.000
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN –
Oylamadan önce bir yoklama talebi vardır.
Şimdi isimleri
tespit edeceğiz: Sayın Hamzaçebi, Sayın Dibek, Sayın Ören, Sayın Serindağ, Sayın
Aslanoğlu, Sayın Köse, Sayın Topal, Sayın Kesimoğlu, Sayın Dinçer, Sayın Özel,
Sayın Akar, Sayın Özbolat, Sayın Aksünger, Sayın Bulut, Sayın Özkan, Sayın
Aydın, Sayın Ekşi, Sayın Develi, Sayın Özgümüş, Sayın Toprak, Sayın Ağbaba.
Oylamadan önce
yoklama talebi olduğu için, yoklama için iki dakika süre veriyorum.
Yoklamayı
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır.[AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından alkışlar
(!)]
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S. Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı,
Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı
Kesin Hesap Kanunu Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/649,
3/1003) (S. Sayısı: 362) (Devam)
I) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU (Devam)
1) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
İ) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
J) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
K) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU (Devam)
1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
L) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ (Devam)
1) Atatürk Araştırma Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2) Atatürk Araştırma Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
M) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (Devam)
1) Atatürk Kültür Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Atatürk Kültür Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
N) TÜRK DİL KURUMU (Devam)
1) Türk Dil Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Dil Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
O) TÜRK TARİH KURUMU (Devam)
1) Türk Tarih Kurumu 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2) Türk Tarih Kurumu 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN - Bölümü
kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 1.400.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür ve Din
Hizmetleri 35.352.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 162.000.000
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini
okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 68.600.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 93.400.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 162.000.000
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 115.000.000,00
Bütçe Gideri 100.712.038,67
İptal Edilen Ödenek 14.287.961,33
BAŞKAN – (A)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kesin hesap (B)
cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL
Bütçe Gelir Tahmini 115.000.000,00
Net Tahsilat 107.525.158,35
BAŞKAN – (B)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Basın-Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri
okutuyorum:
07.77) BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1) Basın-Yayın Enformasyon ve Genel Müdürlüğü 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 12.227.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
02 Savunma
Hizmetleri 19.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 540.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür ve Din
Hizmetleri 141.331.500
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 154.117.500
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2013 yılı merkezî yönetim bütçesi kabul edilmiştir.
Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2011 yılı kesin hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
(BAŞKAN – (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 159.390.800,00
Bütçe Gideri 156.685.332,69
İptal Edilen Ödenek 2.705.467,31
BAŞKAN – (A)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Basın-Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri
kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2013 yılı merkezî bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri
okutuyorum:
40.18) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel
Kamu Hizmetleri 23.569.400
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 8.076.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
07 Sağlık
Hizmetleri 505.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme,
Kültür ve Din Hizmetleri 331.407.500
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik ve
Sosyal Yardım Hizmetleri 56.786.100
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 420.344.000
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini
okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 397.823.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve Yardımlar
ile Özel Gelirler 1.100.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 43.660.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
06 Sermaye
Gelirleri 58.440.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 501.023.000
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Vakıflar Genel Müdürlüğü 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesabı
BAŞKAN – (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 636.836.299,94
Bütçe Gideri 501.717.702,88
İptal Edilen Ödenek 134.352.362,71
Ertesi Yıla Devredilen Ödenek 766.234,35
BAŞKAN – (A)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kesin hesap (B)
cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Geliri Tahmini 509.000.000,00
Net Tahsilat 485.012.195,91
Ret ve İadeler 4.088.768,10
BAŞKAN – (B)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri
okutuyorum:
40.02) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
1) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
01 Genel Kamu
Hizmetleri 8.086.300
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 180.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 8.266.300
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 18.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve Yardımlar
ile Özel Gelirler 8.223.300
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer Gelirler 25.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 8.266.300
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 7.918.000,00
Bütçe Gideri 6.239.686,48
İptal Edilen Ödenek 1.678.313,52
BAŞKAN – (A)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kesin hesap (B)
cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Gelir Tahmini 7.323.000,00
Net Tahsilat 6.780.302,60
BAŞKAN – (B)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri
kabul edilmiştir.
Atatürk Araştırma
Merkezi 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri
okutuyorum:
40.03) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
1) Atatürk Araştırma Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
08 Dinlenme, Kültür ve Din
Hizmetleri 2.335.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 2.335.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 193.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 2.142.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 2.335.000
BAŞKAN – Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Atatürk Araştırma
Merkezi 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Araştırma
Merkezi 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2) Atatürk Araştırma Merkezi 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 3.177.000,00
Bütçe Gideri 2.847.666,64
İptal Edilen Ödenek 329.333,36
BAŞKAN – (A)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kesin hesap (B)
cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Gelir Tahmini 2.111.000,00
Net Tahsilat 2.547.732,07
BAŞKAN – (B)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Atatürk Araştırma
Merkezi 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür
Merkezi 2013 yılı merkezî bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri
okutuyorum:
40.04) ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
1) Atatürk Kültür Merkezi 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
08 Dinlenme, Kültür ve Din
Hizmetleri 3.873.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3.873.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 161.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 3.712.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3.873.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Atatürk Kültür Merkezi 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2) Atatürk Kültür Merkezi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 4.038.228,38
Bütçe Gideri 2.561.764,42
İptal Edilen Ödenek 1.476.463,96
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Gelir Tahmini 2.953.000,00
Net Tahsilat 2.862.288,33
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.05) TÜRK DİL KURUMU
1) Türk Dil Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 240.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür
ve Din Hizmetleri 12.553.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 12.793.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 93.709.200
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve Yardımlar
ile Özel Gelirler 101.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 46.122.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 139.932.200
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Türk Dil Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2) Türk Dil Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 16.753.000,00
Bütçe Gideri 10.348.065,43
İptal Edilen Ödenek 6.404.934,57
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Gelir Tahmini 105.000.000,00
Net Tahsilat 119.441.911,21
Ret ve İadeler 153.845,89
BAŞKAN – (B) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Türk Dil Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.06) TÜRK TARİH KURUMU
1) Türk Tarih Kurumu 2013 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
ÖDENEK CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmetleri 280.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür ve Din
Hizmetleri 6.652.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 6.932.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
GELİR CETVELİ
Kodu Açıklama (TL)
03 Teşebbüs ve
Mülkiyet Gelirleri 84.461.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 32.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
05 Diğer
Gelirler 40.507.000
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
TOPLAM 125.000.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Türk Tarih Kurumu 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2) Türk Tarih Kurumu 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
(A) CETVELİ
(TL)
Toplam Ödenek 9.270.424,20
Bütçe Gideri 8.422.760,13
İptal Edilen Ödenek 847.664,07
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kesin hesap (B) cetvelini okutuyorum:
(B) CETVELİ
(TL)
Bütçe Gelir Tahmini 95.000.000,00
Net Tahsilat 123.146.123,78
BAŞKAN – (B)
cetvelini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Türk Tarih Kurumu
2011 yılı merkezî yönetim kesin hesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Böylece, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Vakıflar
Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma
Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun 2013
yılı merkezî yönetim bütçeleriyle 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesapları
kabul edilmiştir.
Hayırlı olmasını
temenni ediyorum.
Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını sırasıyla görüşmek için 12 Aralık 2012
Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.