DÖNEM: 24 CİLT: 35 YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
31’inci Birleşim
29 Kasım 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALARI
1.- Adıyaman
Milletvekili Mehmet Metiner’in, yeni anayasada vatandaşlık tanımına ilişkin
gündem dışı konuşması
2.- Balıkesir
Milletvekili Namık Havutça’nın, öğretmenlerin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Bingöl ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Osmaniye
Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, Millî Eğitim Bakanlığının bir
genelgesiyle norm fazlası öğretmenlerin rızaları dışında yer değişikliğine tabi
tutulduklarına ilişkin açıklaması
2.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık
Bakanlığında hizmet içi eğitim programı adıyla hangi beş yıldızlı otellerde
organizasyonlar yapıldığını ve Ahmet Pepe’nin sahibi olduğu şirketlere iş
verilip verilmediğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması
3.- Adana Milletvekili
Ali Halaman’ın, sanayide Amerikan pamuğu kullanıldığına ve Hükûmetin hasat
döneminde ithalatı durdurması gerektiğine ilişkin açıklaması
4.- Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün, ülkemizi ziyaret eden yabancı heyetlerin Ankara
yerine İstanbul’da ağırlandığına ve bu anlayışın altında Ankara’yı başkent
olmaktan çıkartacak bir düşüncenin mi yattığını öğrenmek istediğine ilişkin
açıklaması
5.- İstanbul
Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, son dönemde eğitim camiasında yaşanan bazı
gelişmeleri getirilmek istenen sistemin bir parçası olarak gördüğüne ve bunun
tedirgin edici olduğuna ilişkin açıklaması
6.- İstanbul
Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 1416 sayılı Kanun kapsamında yüksek lisans ve
doktora çalışması için yurt dışına gönderilen öğrencilerin sorunlarına ilişkin
açıklaması
7.- İzmir
Milletvekili Rıfat Sait’in, 28 Kasım 2012 Arnavutluk Cumhuriyeti’nin
kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünü kutladığına ilişkin açıklaması
8.- Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaş’ın, Çanakkale’deki aşırı yağışlar nedeniyle çiftçilerin
uğradıkları zararlarının tespit edilip edilmediğini ve yardım eli uzatılıp
uzatılmadığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması
9.- Isparta
Milletvekili Ali Haydar Öner’in, Isparta-Antalya bağlantısını sağlayan
Dereboğazı yolunu duble yol hâline getirme çalışmalarına 2013’te mutlaka
başlanması gerektiğine ilişkin açıklaması
10.- İstanbul
Milletvekili Ali Özgündüz’ün, Şubat 2013’te yapılacak atamalar için Başbakandan
randevu almak isteyen öğretmenlerin dört gündür Abdi İpekçi Parkı’nda
beklediklerine ilişkin açıklaması
11.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık
bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğuna ve Anayasa’dan “Türklük” tanımını
çıkarmaya Türk milletinin müsaade etmeyeceğine ilişkin açıklaması
12.- İstanbul
Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin, FİSKOBİRLİK çalışanlarına uygulanan baskıcı
tutumlara ilişkin açıklaması
13.- Trabzon
Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon ilinin Of ilçesine bağlı
Gürpınar beldesi Kurtuluş Mahallesi’nde Taşan Lisesi yolunun çamur içerisinde
olduğuna ve bu yolun bir an önce iyileştirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
14.- Çorum
Milletvekili Tufan Köse’nin, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün tarımsal
sulama için açılan su kuyularına sayaç takılması zorunluluğu getiren uygulamasından
vazgeçmesi ya da revize etmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
15.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Bingöl’de İnönü Mahallesi’nden başlayan kentsel
dönüşüm projesinin Afet Yasası kapsamında ele alınmadığına ilişkin açıklaması
16.- Kocaeli
Milletvekili Haydar Akar’ın, Diyarbakır Et ve Balık Kurumu Et Kombinası
Müdürlüğünde yaşanan dolandırıcılık olayına ilişkin açıklaması
17.- Bingöl
Milletvekili Eşref Taş’ın, Bingöl iline yapılan hizmetlere ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Ağrı
Milletvekili Halil Aksoy ve 21 milletvekilinin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde kış aylarında meydana gelen yoğun hava kirliliğinin nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/430)
2.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 26 milletvekilinin, ülkemizdeki çiftçilerin
ürettikleri ürünleri pazarlama sorunlarının ve yapılması gereken yasal
düzenlemelerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/431)
3.- Hatay
Milletvekili Mevlüt Dudu ve 28 milletvekilinin, Suriye’de yaşanan olaylar ve
ülkemizin Suriye ile ilişkilerinde meydana gelen değişiklikler neticesinde
bölge illerinde ortaya çıkan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/432)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun,
Kars ilinde hayvancılık sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan
(10/279) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin
Genel Kurulun 29/11/2012 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi
2.- MHP Grubunun,
narenciye üretimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan (10/308) esas numaralı Meclis Araştırması
Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 29/11/2012 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
3.- CHP Grubunun,
Karadeniz Ereğlisi tersaneler bölgesinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan (10/283) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
ön görüşmelerinin Genel Kurulun 29/11/2012 Perşembe günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kars Milletvekili Yunus Kılıç’ın
Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Adana
Milletvekili Ali Halaman’ın, Kars Milletvekili Yunus Kılıç’ın Milliyetçi
Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması
3.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Zonguldak
Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları
(1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş Birliği Mutabakat
Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339)
4.- Yargılama
Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya
da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Adalet
Komisyonu Raporu (1/625) (S. Sayısı: 342)
X.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- 342 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş
Milletler Kişisel ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme’ye aykırı olduğu
gerekçesiyle görüşülüp görüşülemeyeceği hakkında
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak’taki Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait
yurtların kapasitelerine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/11458)
2.- Diyarbakır
Milletvekili Emine Ayna’nın, üniversite öğrencilerinin yurt sorununa ilişkin
sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/11459)
3.- Trabzon
Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Bakanlık bünyesindeki spor
yöneticiliği ve antrenörlük kadrolarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/11460)
4.- İstanbul
Milletvekili Ali Özgündüz’ün, Ağrı’daki yurt tadilatının bitirilmemesi
nedeniyle yaşanan mağduriyete ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/11461)
5.- Muğla
Milletvekili Ömer Süha Aldan’ın, YURTKUR’a bağlı yurtlara ve öğrencilerin
barınma sorununa ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/11462)
6.- Kastamonu
Milletvekili Emin Çınar’ın, Kastamonu’da faaliyet gösteren yurtlara ilişkin
sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/11574)
7.- Iğdır
Milletvekili Sinan Oğan’ın, Iğdır’ın Karakoyunlu ilçesine spor salonu yapılması
talebine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı
(7/11575)
8.- Tekirdağ
Milletvekili Bülent Belen’in, Tekirdağ’da bir alışveriş merkezinde çıkan
yangından zarar gören esnafın mağduriyetine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11600)
9.- Denizli
Milletvekili Adnan Keskin’in, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna
ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/11892)
10.- Denizli
Milletvekili Adnan Keskin’in, Türk Tarih Kurumuna bağlı basımevinin inşaatı ile
faaliyetlerine ve Kurumun eski başkanı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/11893)
11.- Denizli
Milletvekili Adnan Keskin’in, Türk Dil Kurumunun çalışmalarına ve Kurum ile
ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
cevabı (7/11894)
12.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, üniversite öğrencilerinin yurt ihtiyaçlarına
ve yurtlarda yapılan tadilatlara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/12087)
13.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, borçlu vatandaşların mağduriyetinin giderilmesine
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/12184)
14.- Manisa
Milletvekili Sakine Öz’ün, TBMM B Blok personel yemekhanesi ve A Blok üyeler
kafeteryasındaki bir uygulamaya ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/12356)
15.- Manisa
Milletvekili Sakine Öz’ün, gündem dışı söz istemlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/12357)
16.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, TBMM’de kullanılan bazı makam araçlarında araç
takip sistemi bulunmamasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/12358)
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Zonguldak
Milletvekili Özcan Ulupınar, Zonguldak iline yapılan yatırımlara,
Manisa
Milletvekili Sakine Öz, Manisa’nın sorunlarına,
Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Isparta-Antalya Dereboğazı yolunun duble yol
yapılmasına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
İstanbul
Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, Hükûmet yetkililerinin Patriot füzeleriyle
ilgili konuda yaptıkları açıklamalarla ciddiyetten uzak bir tavır
sergilediklerine,
İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal, hububat destekleme primleri ödenmediği için
çiftçilerin ve on yıldan beri hiç fabrika açılmadığı için Şanlıurfa halkının
mağdur olduğuna,
Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaş, Çan Linyitleri İşletme Müdürlüğünün özelleştirilmesinin
söz konusu olup olmadığını öğrenmek istediğine,
Adana
Milletvekili Muharrem Varlı, DSİ’nin belirlediği dönüm başına sulama
ücretlerinin yüksekliğine,
Erzincan
Milletvekili Muharrem Işık, Millî Eğitim Bakanlığınca yürürlüğe konulan yeni
Kılık Kıyafet Yönetmeliği’nin okullarda ayrımcılık, mahalle baskısı,
kıskançlık, aşağılık duygusu ve kaos ortamı yaratılmasına sebep olacağına,
Giresun
Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, Türkiye Emekliler Derneğinin yaptırdığı
bir araştırmaya göre ülkemizin en yoksul kesimlerinden birinin emekliler
olduğuna,
Balıkesir
Milletvekili Namık Havutça, muhalefet partilerin belediye başkanlarına yapılan
baskıların genel seçimler yaklaştıkça arttığına,
Adıyaman
Milletvekili Salih Fırat, Hükûmetin Patriot füzesi yerleştirme kararından
ivedilikle vazgeçmesi gerektiğine,
Kocaeli
Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan, Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde doldurma izni
olmadan yeni bir yöntemle denizin içerisine duba koyarak liman yapan şirketler
olduğuna,
Adana
Milletvekili Ali Halaman, Adana ilinin Kozan ilçesinin ortasından geçen Tabak
Deresi’nin ıslahı çalışmalarının yapılması gerektiğine,
Manisa
Milletvekili Özgür Özel, Hükûmetin bazı konularda ikircikli bir tavır
sergilediğine,
Niğde
Milletvekili Doğan Şafak, 2011 yılından beri ödenmeyen buğday destekleme
paralarının ne zaman ödeneceğini ve kuraklıktan dolayı kotayı dolduramayan
pancar üreticileri için bir tedbir alınıp alınmayacağını öğrenmek istediğine,
Hatay
Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu, ülkemizdeki en temel sorunlardan biri
işsizlik olmasına rağmen AKP’li yöneticilerin ve belediyelerin Suriyeli
sığınmacılara iş bulmak için yarış içerisine girmiş olduklarına,
Manisa
Milletvekili Sakine Öz, Manisa ilinin Kula ilçesindeki öğretmen lokalinin
kapatılmasına ve meslek gruplarının paylaştığı bu tür mekânların kapatılmasının
sessiz ve tepkisiz bir toplum yaratılmasının adımlarından biri olduğuna,
Tokat
Milletvekili Orhan Düzgün, emniyet teşkilatının sendika kurma girişimlerinin
engellenmek istendiğine,
İstanbul
Milletvekili Haluk Eyidoğan, yeşil alanları ve su havzaları yağmalanan, havası
fütursuzca kirletilen kentler için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ne
yaptığını öğrenmek istediğine,
Antalya
Milletvekili Gürkut Acar, Antalya’da turfanda sebze üreticilerinin zor durumda
olduklarına ve Hükûmetin ihracat sorununu çözmek için acilen önlem almasını
beklediklerine,
Sinop
Milletvekili Engin Altay, milletvekillerinin yerinden söz taleplerinin seçim
bölgelerindeki sorunları Parlamento üzerinden Hükûmete taşımak amaçlı olduğuna
ama bu süreçte Genel Kurulda tek bir bakanın bile bulunmamasının Parlamentoya
saygısızlık olduğuna,
Kocaeli
Milletvekili Haydar Akar, Kocaeli ilinin Kartepe ilçesi Maşukiye beldesinde bir
taş ocağı açılmasının Maşukiye’nin doğal güzelliğinin katli demek olduğuna,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Bursa
Milletvekili İlhan Demiröz ve 25 milletvekilinin, GDO’lu ürünlerin doğrudan
veya dolaylı gıda üretiminde kullanılması durumunda insan sağlığı ve çevreye
vereceği zararların, GDO’suz yem kullanan üreticilerin uğrayacağı
mağduriyetlerin (10/427),
İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu ve 25 milletvekilinin, Şırnak-Uludere’de
35 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın (10/428),
Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki şeker
pancarı sektörünün ve şeker pancarı üreticisinin sorunlarının (10/429),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
BDP Grubunun,
9/3/2012 tarihinde İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları
tarafından Türkiye’de üniversitelerde muhalif, farklı düşünen ve demokratik
tepkilerini gösteren öğrencilerin karşılaştıkları sorunların araştırılması
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis
araştırması önergesinin (729 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 28 Kasım 2012 Çarşamba günkü
(bugün) birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul
edilmedi.
Bingöl
Milletvekili İdris Baluken, Kırklareli Milletvekili Şenol Gürşan’ın BDP Grubuna
sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
MHP Grubunun,
11/1/2012 tarih ve 2093 sayı ile Çukurova bölgesindeki pamuk üreticilerinin
içinde bulunduğu sorunların tespiti ve çözümü konusunda gerekli araştırmaların
yapılması, buna göre alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, 28
Kasım 2012 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisinin
oylamasından önce istem üzerine yapılan yoklama sonucunda toplantı yeter sayısı
bulunamadı.
İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Mersin’in Kazanlı ilçesinde tarım sektöründeki
sorunları anlatabilmek için bir yürüyüş yapmak isteyen çiftçilere ve onlarla
birlikte olan Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’ya güvenlik güçlerinin biber
gazıyla müdahalesini kınadığına,
İzmir
Milletvekili Oktay Vural, Adana Milletvekili Mehmet Şükrü Erdinç’in MHP grup
önerisinde pamuk üreticilerinin sorunlarının çözümü için herhangi bir öneri
olmadığı yönündeki ifadelerine,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Yapılan ikinci
yoklamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından, alınan karar gereğince, 29
Kasım 2012 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere 16.49’da birleşime son
verildi.
Şükran Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Özlem
YEMİŞÇİ
Bartın Tekirdağ
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
41
29 Kasım 2012 Perşembe
Tasarılar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Türkmenistan Arasında Hukuki ve Cezai Konularda Adli
Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/710) (Adalet ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.11.2012)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Şehircilik Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/711) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2012)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Benin Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilimsel ve
Teknolojik İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/712) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2012)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İtalya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Başta Terörizm ve
Örgütlü Suçlar Olmak Üzere Ağır Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/713) (İçişleri ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2012)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Basın ve
Enformasyon Alanlarında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/714) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2012)
6.- Türkiye
Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ve Amerika Birleşik Devletleri Avrupa Özel
Harekat Komutanlığı Arasında Birleşik Özel Harekat Kuvvetleri Tatbikatlarının
İcrasına İlişkin Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/715) (Milli Savunma ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2012)
Teklifler
1.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır'ın; 24.02.1968 Tarih ve 1005
Sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref
Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/990) (Milli Savunma ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 08.11.2012)
2.- Muş
Milletvekili Demir Çelik'in; Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Kurumları
Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/991) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.11.2012)
3.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/992) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2012)
4.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal'ın; İnsan Hakları Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Teklifi (2/993) (Anayasa; Plan ve Bütçe ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2012)
5.- Muş
Milletvekili Demir Çelik'in; 6235 Sayılı Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları
Kanunu, 6023 Sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu, 6643 Sayılı Türk Eczacılar
Birliği Kanunu ile 3224 Sayılı Türk Diş Hekimleri Birliği Kanununda Geçen Kimi
İbarelerin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/994) (Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm; Anayasa ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2012)
6.- Bolu
Milletvekili Tanju Özcan'ın; Devlet Memurları Kanunu ile Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/995) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2012)
7.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt'ün; Aşıkşenlik Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun
Teklifi (2/996) (Plan ve Bütçe ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2012)
8.- İstanbul
Milletvekilleri Erdoğan Toprak ve Mustafa Sezgin Tanrıkulu ile 4
Milletvekilinin; Pasaport Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/997) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2012)
9.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal'ın; Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar
Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/998) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2012)
10.- Aydın
Milletvekili Metin Lütfi Baydar'ın; Aydınlar İlçesinin Adının Değiştirilmesi
Hakkındaki Kanun Teklifi (2/999) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2012)
11.- Hatay
Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu'nun; Yükseköğretim Kurumları Teşkilat
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1000) (Plan ve Bütçe ile
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2012)
12.- Muğla
Milletvekili Nurettin Demir'in; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1001) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 26.11.2012)
Tezkere
1.- Bitlis
Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu, Ağrı Milletvekili Halil Aksoy, Mersin
Milletvekili Ertuğrul Kürkcü, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Siirt
Milletvekili Gültan Kışanak, Bingöl Milletvekili İdris Baluken, Hakkari
Milletvekilleri Adil Kurt ve Esat Canan ile Van Milletvekilleri Nazmi Gür ve
Aysel Tuğluk'un Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/1051) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.11.2012)
Sözlü Soru Önergesi
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Sayıştay’ın denetimine ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanından sözlü soru önergesi (6/2447) (Başkanlığa geliş tarihi:
28.11.2012)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Ağrı
Milletvekili Halil Aksoy ve 21 Milletvekilinin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerindeki hava kirliliğinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/430) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.01.2012)
2.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 26 Milletvekilinin, tarımsal ürünlerin
pazarlanmasında yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/431) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.01.2012)
3.- Hatay
Milletvekili Mevlüt Dudu ve 28 Milletvekilinin, Suriye'de yaşanan olayların
komşu illerde meydana getirdiği ekonomik kaybın araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/432) (Başkanlığa geliş tarihi: 04.01.2012)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Kastamonu
Milletvekili Emin Çınar’ın, Kastamonu’da yeni doğan yoğun bakım ünitesi
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9698)
2.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin, Şanlıurfa Merkez’de bir köyün sağlık ocağı
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9699)
3.- Eskişehir
Milletvekili Kazım Kurt’un, Eskişehir’de özel hastanelere ve polikliniklere
SGK’ya bağlı olarak baktıkları hastalar için ödenen meblağa ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/9700)
4.- Gaziantep
Milletvekili Mehmet Şeker’in, Gaziantep Cengiz Gökçek Kadın Hastalıkları ve
Doğum Hastanesinin eksikliklerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/9702)
5.- Diyarbakır
Milletvekili Emine Ayna’nın, Ergani’de TOKİ tarafından yapımı devam eden Devlet
Hastanesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9703)
6.- Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, Kulu’ya yapılması planlanan hastanenin yer
tespitine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9704)
7.- Kocaeli
Milletvekili Lütfi Türkkan’ın, görevlendirme yapılan sağlık çalışanlarına
ödenek verilmediği iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/9705)
8.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, termik santraller ve ağır sanayii tesislerinin
halk sağlığına etkilerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/9706)
9.- Giresun
Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu’nun, normal doğumun teşvikine ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9707)
10.- İzmir
Milletvekili Aytun Çıray’ın, aile hekimliklerinde görev yapan kamu
çalışanlarının ek ve fark ödemelerinin yapılmamasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/9708)
11.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Multiple Skleroz (MS) hastalığına ve
kök hücre merkezlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9709)
12.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, normal doğum yapan bir kadının
çocuğunu kaybetmesine ve sezaryen karşıtı politikalara ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/9710)
13.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, kamu özel ortaklığı modeli
çerçevesinde gerçekleştirilmesi planlanan projelere ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/9711)
14.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Ankara’daki musluk sularının inceleme
sonuçlarına ve insan sağlığına etkilerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/9712)
15.- Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün, Ankara’da içme suyunda kirlilik iddialarına ve
alınan önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9713)
16.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Ankara’nın şebeke suyunun kirliliğine ve insan
sağlığına etkilerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9714)
17.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, ülkemizin çeşitli bölgelerinde sudaki
kirliliğin çevreyi ve halk sağlığını tehdit etmesine ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/9715)
18.- Hatay
Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun, Antakya Devlet Hastanesi ek binasının acil
servis hizmetlerinin durdurulmasıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/9716)
19.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, 112 Acil Servis çağrı merkezlerinin işleyişine ve
ambulans hizmetine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9717)
20.- Muğla
Milletvekili Nurettin Demir’in, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde
gerçekleşen bir doğumla ilgili iddialara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/9718)
21.- İstanbul
Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin, tam gün yasası sonrası devlet
üniversitelerinde kadrolu olarak görev yapan profesör ve doçent ünvanlı
hekimlerin sayısına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9719)
22.- Tokat
Milletvekili Orhan Düzgün’ün, aile hekimleri ve uzman hekimlerin acil
nöbetlerinin mesleki sorumluluk sigortası kapsamına girmemesine ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/9720)
23.- Eskişehir
Milletvekili Ruhsar Demirel’in, damacana su analizi sonuçlarına ve hazır su
sektörünün denetimine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9721)
24.- Manisa
Milletvekili Hasan Ören’in, damacana suların analizine ve hazır su sektörünün
denetimine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9722)
25.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, kaynak su firmalarının denetimine ve sahte
ilaçlarla ilgili yürütülen çalışmalara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/9723)
26.- Kocaeli
Milletvekili Haydar Akar’ın, Seka Devlet Hastanesi Kartepe Semt Polikliniğinin
acil bölümünün kapatılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/9724)
27.- İstanbul
Milletvekili Umut Oran’ın, Aksaray Gülağaç’taki devlet hastanesiyle ilgili
iddialara ve Silivri’deki hükümlü ve tutukluların sağlık hizmeti ihtiyacına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9725)
28.- İstanbul
Milletvekili Umut Oran’ın, İstanbul’da denize girilebilecek bölgelere ve deniz
suyu tahlillerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9726)
29.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, damacana sularının analizleri ve kriterlere
uygun olmayan su firmalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/9727)
30.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, Mersin Erdemli Devlet Hastanesi acil bölümünde
yaşanan bir olaya ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9728)
31.- Tekirdağ
Milletvekili Candan Yüceer’in, Gülağaç Devlet Hastanesi’nin sorunlarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/9729)
32.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, üniversite öğrencilerinin barınma sorununa
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11407)
33.- Erzincan
Milletvekili Muharrem Işık’ın, Türkiye Voleybol Federasyonu başkanlık seçimi
ile ilgili bazı iddialara ilişkin Gençlik ve Spor Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11457)
29 Kasım 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz, yeni anayasada vatandaşlık tanımı hakkında söz isteyen Adıyaman
Milletvekili Mehmet Metiner’e aittir.
Buyurunuz Sayın
Metiner. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, yeni anayasada
vatandaşlık tanımına ilişkin gündem dışı konuşması
MEHMET METİNER
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir anayasayı demokratik
kılan özelliklerin başında hiç kuşkusuz vatandaşlık tanımı gelir. Demokratik
vatandaşlık, ırk ve etnisite üzerinden yapılan bir vatandaşlık tanımı değildir.
Demokratik vatandaşlık, din ve mezhep ekseninde yapılan bir vatandaşlık tanımı
da değildir. Demokratik vatandaşlık, ülkeye ve devlete aidiyet temelinde yapılan
bir vatandaşlık tanımıdır. Şayet bir devlet kendini mevcut ırklardan, dinlerden
ve mezheplerden biriyle tanımlamaya kalkışırsa o devlet, tanımı gereği
demokratik olamaz. Demokratik vatandaşlık tanımı, özü itibarıyla nötr bir
tanımı ihtiva eder. Bu yüzden herkesi kapsayıcı ve kuşatıcıdır. Demokrasinin,
hür ve eşit vatandaşlar rejimi olduğunun önemle vurgulanmasının sebebi de
budur. Eğer bir ülkede vatandaşların bir kısmı ırklarından, dinlerinden veya
mezheplerinden dolayı daha imtiyazlı bir konuma sahip iseler orada demokratik
devletten de dolayısıyla demokratik vatandaşlıktan da bahsetmek mümkün değildir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye hepimizin ülkesidir, bu devlet hepimizin devletidir,
bu vatan hepimizin vatanıdır, bu bayrak hepimizin bayrağıdır. Devletin resmî
dili olan Türkçe hepimizi ortaklaştıran bir dildir. Peki farklılıklarımız
nerede? Bizler farklı dillere, ırklara, mezheplere mensup vatandaşlar
topluluğuyuz. Mademki devlet hepimizindir, o zaman hepimizi sözde değil özde
eşit gören bir anlayışa sahip olmak zorundadır. Bu yüzden hepimizi kuşatıcı bir
vatandaşlık tanımına ihtiyaç vardır. Bu tanım sadece ülkeye ve devlete aidiyet
temelinde yapıldığında kuşatıcı olabilir.
Değerli
milletvekilleri, bilinmelidir ki üniter devlet, ırk devleti demek değildir.
Devlet eliyle ulus inşa etmeye kalkışmak beyhude bir çabadır. Türkiye’de
ulusçuluk ne yazık ki ırkçılık biçiminde resmî ideolojiye dönüştürülmüştür. Bu
yüzden farklı ırkların, halkların varlığı inkâr edilmiş, farklı olan herkes
cebrî asimilasyon politikalarıyla hizaya çekilmek istenmiştir. Bütün bunların
Türklük adına yapılmış olması “Türk” ve “Türklük” kavramının herkesi kapsayan
bir anayasal vatandaşlık kavramı olduğu iddiasını da ne yazık ki inandırıcı
olmaktan çıkartmıştır. Çünkü anayasal bir mecburiyet tahtında, “Türk” olarak
kabul ettiğimiz farklı etnik aidiyete sahip vatandaşlarımızı hem kendimizden
bilmişiz hem de gayri muamelesine tabi tutmuşuz; hem “Bizdensiniz.” demişiz hem
de bizimle aynı haklara sahip olma taleplerini “bölücülük” diye yaftalayarak
bugünkü sorunun temellerini atmışız.
Değerli
milletvekilleri, Türklük, Kürtlük, Araplık vesaire bizim “vatandaşlık”
tanımımıza esas teşkil edemez, etmemelidir. Bu devlet sadece Türklerin devleti
değildir ve bu ülkede yaşayan herkes de Türk değildir. Devlete vatandaşlık
bağıyla bağlı olan herkesi “Türk” olarak değil “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı”
olarak kabul etmek gerekir.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – AKP bu!
MEHMET METİNER
(Devamla) – Bu cümleden olarak, Lozan’daki “azınlık” tanımını da “demokratik
vatandaşlık” anlayışına aykırı olduğu için elimizin tersiyle itmemiz gerekiyor.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Tayyip Erdoğan’a göre.
MEHMET METİNER
(Devamla) – Farklı dinlere mensup Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi
vatandaşlarımız da bu ülkenin eşit vatandaşlarıdırlar. Herkesi ırkına, dinine
ve mezhebine bakmadan, temel hak ve özgürlüklerde eşitleyen demokratik bir
vatandaşlık anlayışına bu ülkenin ihtiyacı vardır.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Anayasa'ya nasıl yemin ettin?
MEHMET METİNER
(Devamla) – Ülkenin bütünlüğü ancak bu anlayış temelinde sağlanır.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Nasıl yapacağız bu Anayasa'yı? Sen hangi Anayasa'ya yemin
ettin? Yoksa bazı bakanlar gibi İngiliz Anayasası’na mı yemin ettin?
MEHMET METİNER
(Devamla) – Mevcut ırki aidiyetlerden birini diğerlerinin üstüne çıkarmak veya
herkesi bir tek ırki tanım içine sıkıştırmaya çalışmak, devletin bekasına da
ülkenin birliğine de zarar verir.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Kraliçeye mi bağlısın, Türk milletine mi, Amerikan
Başkanına mı bağlısın yoksa?
MEHMET METİNER
(Devamla) – Sevgili arkadaşlar, hepimiz Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla,
Çerkez’iyle, Arap’ıyla, Boşnak’ıyla, Zaza’sıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin
vatandaşlarıyız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, birilerinin iddia ettiği
gibi Türk’ü inkâr etmiyor. Türkiye'nin en başında zaten “Türk” var, hepimiz
Türkiyeliyiz. “Türkiyelilik” kavramının en başında da “Türk” var ama Türk’le
beraber herkes de var. O yüzden, hepimiz Türkiyeli olmak noktasında gururla
ortaklaşabiliyoruz.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Niye “İngiliz” diyorsun, “Fransız” diyorsun da
“Fransalı”, “İngiltereli” demiyorsun? Sosyolojiden haberin yok, ettiğin
yeminden haberin yok. Yemini bir oku, yemini!
MEHMET METİNER
(Devamla) – Gazi Mustafa Kemal’in, Birinci Meclisin açılışında “Efendiler, bu
Meclis sadece Türklerin değil, Kürtlerin ve bilumum anasırı İslamın
Meclisidir.” biçimindeki sözleri, sonraki dönemlerde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET METİNER
(Devamla) – …herkesi Türk varsayan anlayış ve uygulamalarla apaçık bir
karşıtlık ifade etmektedir.
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Lazları oku, Lazları…
MEHMET METİNER
(Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale)
– Pomaklar kaldı Pomaklar, Lazlarla Pomaklar…
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Alkışlayın, alkışlayın!
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Metiner.
Gündem dışı
ikinci söz, öğretmenlerin sorunları hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili
Namık Havutça’ya aittir.
Buyurunuz Sayın
Havutça. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın, öğretmenlerin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
NAMIK HAVUTÇA
(Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, çok
değerli milletvekili arkadaşlarım; “Gelecek gençlerin, gençler ise
öğretmenlerin eseridir.” diyen büyük devlet adamı Atatürk’ün devrimlerinin
yolunda, onun yolunda toplumumuza ışık saçan değerli öğretmenlerimizi, aynı
zamanda bu görevi yerine getirirken büyük bir mücadele veren öğretmenlerimizi
burada saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bir 24 Kasımı geride bıraktık ama öğretmenlerimize, o cafcaflı
sözlerin arkasında onlara kalan, yoksulluk ve yoksulluk sınırının altında maaş
almaktır. Bakın, 24 Kasım 2012 tarihinde Sayın Başbakan öğretmenlere şöyle
sesleniyor: “Öğretmenlerini ihmal eden toplumların ayakta kalma şansı yoktur.
Öğretmenlerine gerekli hürmeti, itibarı göstermeyen, hak ettikleri değeri
vermeyen, o önlenemez fedakârlıkları karşısında ahde vefa göstermeyen hiçbir
toplumun geleceği, istikbali yoktur. Öğretmenlerini yokluğa, yoksulluğa,
çaresizliğe sevk eden bir milletin medeniyet tasavvuru da yoktur.” diyor Sayın Başbakan.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan öğretmenlere bunu söylüyor ama Millî
Eğitim Bakanı ne söylüyor bakın? Atanamayan öğretmenleri bir cami önündeki
güvercine benzetiyor ve onların az çalıştığını iddia ediyor yani
öğretmenlerimizi itibarsızlaştıran bir siyaset izliyor.
Bakın, öğretmen
arkadaşlarımızın bugün aldığı para ile ilgili, size -en önemli- yoksullukla
ilgili çarpıcı tabloyu sunmak istiyorum. 2002 yılında öğretmenimiz 470 lira
alıyordu, 2012 yılında 1.769 lira maaş alıyor değerli arkadaşlarım. Az önce
görüştüğüm sendikalı arkadaşlarımız, 9/1’inci sıradaki maaş alan bir
öğretmenimiz 1.770 lira alıyor, 1/4’ündeki öğretmenimiz 2.237 Türk lirası
alıyor.
Değerli
arkadaşlarım, Türk-İş’in yaptırdığı araştırmaya göre şu anda açlık sınırı 958
lira, yoksulluk sınırı 3.100 lira. Yani bu durumda, öğretmenlerimizin tamamı
yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. İşte, öğretmene verdiğiniz değer budur
Değerli AKP Hükûmeti yetkilileri.
Bugün ise: Bakın,
alım gücüne bakıyorum; 2002’de simit 20 kuruş, çay 20 kuruş. 4 kişilik bir
ailenin o zamanki -2002’deki- sadece simit ve çayla beslendiğinde ödediği para
144 lira, bugün ise 720 lira yani 5 kat artmış. Öğretmenlerin maaşındaki artış
ise sadece 3,5 katta kalmış.
Değerli
arkadaşlarım, bakın bugün, atanamayan öğretmenler Güven Park’ta eylem yapıyor.
Türkiye’de şu anda Millî Eğitim Bakanlığında 68 bin öğretmen, sözleşmeli ya da
ücretli olarak çalıştırılıyor. Bu atanamayan öğretmenler, 250 binin üzerinde
öğretmenimiz şu anda atanmayı bekliyor asli kadrolarına ama Sayın Başbakan
onlara randevu vermiyor ve o arkadaşlarımız şu anda Güven Park’ta, Başbakandan
randevu almak istiyor.
İşte, AKP’nin şu
anda da sendikaları yok sayan anlayışı, onları birer terör örgütü gibi gören
anlayışı, ileri demokrasimizde uygulanan bir yöntem hâline gelmiştir.
Bakın, sendikal
hak ve özgürlükleri düzenlemek istediniz ama şu anda Millî Eğitim Bakanlığı
hiçbir karar sürecine, hiçbir sendikamızı maalesef davet etmiyor.
Bakın, EĞİTİM
SEN, TÜRK EĞİTİM-SEN, Eğitim-Bir-Sen, hepsinin şu anda Millî Eğitim
Bakanlığıyla ilgili ortak tespiti: “Millî Eğitim Bakanlığı bizi yok sayıyor.”
Değerli
arkadaşlarım, ileri demokrasilerde, hani, karar süreçlerine, Millî Eğitimde,
öğretmenlerin biricik, yegâne örgütleri sendikaların katılması esastı? Ama
bugün, ne 4+4+4 planlanırken ne şu anda geldiğiniz Kılık Kıyafet Yönetmeliği
düzenlenirken bir tek sendikal örgüte sorulmamıştır. Öğretmenlerimizin bütün
sendikaları açıkça ifade ediyor: “Şu gelen Kıyafet Yönetmeliği toplumu
ayrıştırır, toplumda ikili bir gençlik yaratır, toplumda ayrışmayı
derinleştirir.” diyor ama ne yazık ki bu da sorulmadan Türkiye’nin başına
yeniden bir çuval geçirilmiştir.
Değerli
öğretmenlere buradan seslenmek istiyorum: Değerli öğretmen arkadaşlarım, sizi
yok sayan bu zihniyeti, sizi güvercin gören bu zihniyeti yere vurmadıkça,
sizleri emek sömürüsü anlamında, AKP Hükûmeti, sömürmeye devam edecektir.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Havutça.
Gündem dışı
üçüncü söz, Bingöl’ün sorunları hakkında söz isteyen Bingöl Milletvekili İdris
Baluken’e aittir.
Buyurunuz Sayın
Baluken.
3.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Bingöl ilinin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tabii, Bingöl’ün
sorunlarından bahsederken, beş dakikalık bir konuşma yerine herhâlde beş günlük
bir konuşma yapsak yine burada hepsini ifade edemeyeceğiz ama biz mümkün
olduğunca ana başlıklar hâlinde, Genel Kurulda daha önce belirttiğimiz şeyleri
ifade etmeye çalışalım.
Bizim, Zazacada
bir deyimimiz var; “…”(x) derler. Gerçekten bu bu beş dakikalık süre, bizim,
Bingöl’ün sorunlarını iletmemiz için son derece yetersiz.
Şimdi, Bingöl’de
ana başlıklar hâlinde yolsuzluklardan başlayalım. AKP’li Grup Başkan Vekili
arkadaşımdan ricam, bir not alsın bunları, defalarca dile getirmemize rağmen
hiç ilgilenmiyorsunuz.
Bakın, Hacılar
termal suyu; milyon dolarlık bir yatırım, milyon dolarlık bir proje, 470 bin
dolara bir firmaya verildi. O firma şu anda Bingöl’deki bütün termal suların
tekelini eline almış durumda. Bu kişinin, bu firmanın sahibinin siyasilerle
olan ilişkisini şöyle bir araştırın, çünkü Bingöl halkına karşı bir
sorumluluğunuz var.
Şehirler arası
yollar: Bütün ülkede en ağır giden, karınca hızıyla giden şehirler arası
yollar, en kötü durumda olan yollar Bingöl’e aittir. Sadece bir yolsuzluk
örneğini vereyim; Bingöl-Karakoçan arasında Kuruca dediğimiz bir köyümüz var,
Bingöl-Kuruca arası tenzilat oranı yüzde 7, Kuruca-Karakoçan arası tenzilat
oranı yüzde 52. Bunu araştırmanız için Bingöl Belediye Başkanını aramanız
yeterli, size hangi yolsuzluğun yapıldığını açıkça anlatacak.
(x)
Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
Kiğı-Yedisu yolu;
65 kilometrelik yol tam 300 milyona, eski parayla 300 trilyona ihale edilmiş.
Bu yolun Bingöl-Kiğı arasındaki bölümü zaten berbat durumda. Bingöllüler şöyle
diyorlar: “Bir de bize bir helikopter tahsisi yapsa da AKP Hükûmeti, Kiğı’ya kadar
helikopterle gitsek, ondan sonra bu yoldan yararlansak.” Bakın, Bingöl’de,
Bingöl’ün iki yakasını birleştiren Çapakçur Viyadüğü için 25 milyonluk bir
ödenek ayrılmadığı için onlarca insanımız trafik kazalarında yaşamını
yitiriyor. “Buraya ödenek yok.” deniyor. Ne olduğu belli olmayan, üzerinde
yerleşim yeri olmayan bir hata 300 milyonluk bir ihale bedeli ayrılmış. Bu
önergelerimize Ulaştırma Bakanı, sürekli soruyoruz, cevap vermiyor. Sayın
Başkan, sizi de burada göreve davet ediyoruz. Bir yıldır verdiğimiz önergeler
var, Ulaştırma Bakanı zahmet edip cevap vermiyor. Bu, Meclisin iradesine
saygısızlıktır, Bingöl halkının beklentisine saygısızlıktır. Bir an önce
Ulaştırma Bakanı bu konuda vermiş olduğumuz soru önergelerine cevap vermelidir.
Bingöl’ün bir
bakanı var, Kalkınma Bakanı; sağ olsun 5 müteahhidi iyi kalkındırdı, o konuda
bir şey demiyoruz ama Bingöl yoksullukta, işsizlikte, mağduriyette son beş
sıradaki yerini koruyor. Bir tarafta bu kadar yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik;
diğer tarafta Bakan Bey kendi makamının konforu için, kendi müsteşarının konutu
için, konforu için trilyonlar harcıyor. Yine, Zazaca bir atasözümüz var, deriz
ki “…” (x) Bingöl’e bu yaklaşımınızı bir an önce değiştirmeniz lazım.
Bakın,
yoksullukla ilgili birkaç, çok net rakam vereceğim. Bingöl’deki seçmen sayısı
153 bin -yeşil kartı iyi biliyorsunuz- gelir testinden önce yeşil kartlı sayısı
128 bin. Bingöl’de halkı ekmeğe muhtaç hâle getirdiniz. Belediyenin dağıttığı
bedava ekmek kuyruklarında Bingöl halkı onuru rencide edilecek şekilde, teşhir
edilecek şekilde ekmek kuyruklarında bekletiliyor ve bunu oy uğruna
yapıyorsunuz. Seçim döneminde 30 bin bedava ekmek dağıtılırken, şu anda 3 bin
ekmek dağıtılıyor.
Sağlık sorunları:
Beş yıldır Bingöl Devlet Hastanesi, Genç Devlet Hastanesi bitirilemedi. Kiğı,
Yedisu, Yayladere, Adaklı ilçelerimizde sağlık problemi zaten Allah’a emanet,
ne bir teşekküllü hastane ne de bir uzman doktor şeyi var.
Hayvancılık ve
tarım bitme noktasında. Onunla ilgili detaylara girmeyeceğim, soru önergemize
Tarım Bakanının verdiği cevabı Bingöl basınına göndereceğim, basından takip
etsinler.
Bakın, Bingöl
Belediyesiyle ilgili söyleyeceklerimiz var. Beş aylık işçi maaşlarını, asgari
ücretle çalışan işçilerin maaşlarını, artık şu Belediye Başkanını bir uyarın,
onları bir versin. Başbakan Yardımcısıyla da görüştük, her dile getirdiğimizde
bir maaş ödeniyor, biz tekrar kürsüye çıkıncaya kadar iki maaş birikiyor.
Önümüz kış, insanlar perişan, bir an önce bu asgari ücretli maaşların ödenmesi
işine bir el atın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN
(Devamla) – Diğer taraftan, Bingöl Belediyesinde içme suyu, altyapı,
kadrolaşmayla ilgili süreçleri AKP Grubunun incelemesini istiyoruz. Halk çok
ciddi mağduriyet yaşıyor.
Daha geniş
zamanlarda Bingöl’ün sorunlarını buraya tekrar getireceğiz. Siz çözmedikçe biz
buraya getirip Türkiye kamuoyuna şikâyet etmeye devam edeceğiz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Baluken.
Sayın
milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, sisteme girmiş sayın
milletvekillerimize İç Tüzük 60’a göre kısaca söz vereceğim.
Buyurunuz Sayın
Türkoğlu.
(x)
Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu’nun, Millî
Eğitim Bakanlığının bir genelgesiyle norm fazlası öğretmenlerin rızaları
dışında yer değişikliğine tabi tutulduklarına ilişkin açıklaması
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öğretmenler
Günü’nü ve haftasını geçirdiğimiz şu günlerde Millî Eğitimde yaşanan bazı
sıkıntılardan bahsetmek istiyorum. 4+4’ün sıkıntıları devam ederken, seçmeli
derslerle ilgili kaos ortadayken, branş değişikliğiyle ilgili karmaşa
yaşanırken şimdi de Millî Eğitim Bakanlığının bir genelgesi üzerine norm
fazlası öğretmenler rızaları dışında yer değişikliğine tabi tutulmaktadırlar.
Bu çerçevede,
Osmaniye ilinde maalesef norm kadro fazlası öğretmenlerle ilgili çok ciddi
sıkıntılar vardır. Bu konuda Hükûmet yetkililerinin dikkatini çekmek istiyorum.
Puanı fazla olduğu hâlde uzak yerlere gönderilen öğretmenler var, puanı düşük
olan yakın yerlere gidiyor. Bazı okullarda norm fazlası olmadığı hâlde,
kapatılması gereken okullara norm ilan ediliyor. Branş değişikliğiyle ilgili
sıkıntılar var. Millî Eğitim Bakanlığının bu yanlışlardan bir an evvel
dönmesini özellikle rica ediyorum, aracılığınızla duyurmak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Türkoğlu.
Sayın Tanal…
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığında hizmet içi eğitim programı adıyla
hangi beş yıldızlı otellerde organizasyonlar yapıldığını ve Ahmet Pepe’nin
sahibi olduğu şirketlere iş verilip verilmediğini öğrenmek istediğine ilişkin
açıklaması
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Nöbetçi bakanın
vasıtasıyla Sayın Başbakana iletilmesini talep ettiğimiz konu şu: Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığında bugüne kadar devlet Harcırah
Kanunu ile, ihalesiz teklif almak usulü ile hangi turizm ve organizasyon
şirketlerine hizmet içi eğitim programları adı altında, hangi beş yıldızlı
otellerde organizasyonlar yapılmıştır?
İki: Eski Çevre
ve Orman Bakanlığı döneminde, dönemin Bakanı Osman Pepe’nin kardeşi Ahmet
Pepe’nin sahibi olduğu şirketlere, organizasyonlar ve reklam tanıtımı ile
ilgili iş verilmiş midir? Verilmişse ne kadar iş verilmiştir? Şu anda da, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı, ismi anılan kişiye ve
onun şirketlerine organizasyon, reklam, tanıtım adı altında iş vermiş midir?
Vermiş ise bugüne kadar bu bakanlıklarda bu kişiye, hangi şirketlere ne kadar
iş verilmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Tanal.
Sayın Halaman…
3.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, sanayide Amerikan
pamuğu kullanıldığına ve Hükûmetin hasat döneminde ithalatı durdurması
gerektiğine ilişkin açıklaması
ALİ HALAMAN
(Adana) – Başkanım, teşekkür ediyorum.
Dün, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına verilen önergenin aleyhinde iktidar partisinin
hatibi söz aldı, pamuk üreticileriyle ilgili. Şimdi, bu pamuğun kaça
satıldığını yani Adana’da, Hatay’da, Antalya’da, Aydın’da, hiç sormadan pamuğun
iyi olduğunu söyledi. Pamuk piyasası, kütlü pamuk piyasası bugün 1.100 lira.
Geçen yıl kütlü pamuğun kilosu, 1.900-2.000 liraydı. Bugün hasat mevsimi
olmasına rağmen, sanayide, iplikte altı ay ödemeli Amerikan pamuğu kullanılıyor
yani çekilmiş pamuk 7-8 bin liraya ithal ediliyor. Hükûmet hiç olmazsa bunları
fark etsin, hasat dönemindeki ithalatı durdursun.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Halaman.
Sayın Gök…
4.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, ülkemizi ziyaret
eden yabancı heyetlerin Ankara yerine İstanbul’da ağırlandığına ve bu anlayışın
altında Ankara’yı başkent olmaktan çıkartacak bir düşüncenin mi yattığını
öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK
(Ankara) – Sayın Başkan, uzunca bir süredir ülkemizi ziyaret eden yabancı
heyetlerin başkanlarının başkent Ankara yerine İstanbul’da ağırlanması
neredeyse moda oldu.
Son olarak, ülkemizi
3 Aralık tarihinde ziyaret edecek olan Rus Devlet Başkanı Putin’in, ziyareti
başkent Ankara’da yapmak istediği ancak bu öneriye Ankara’nın hayır yanıtı
vermesi üzerine hazırlıkların İstanbul’a göre programlandığı, haberlerin
içeriğinden anlaşılmıştır. Bu açıdan, Rusya Devlet Başkanı Putin’in ülkemizin
başkenti Ankara’da ağırlanmama gerekçesini merak ediyoruz ve doğal olarak
başkent Ankara’yı geri plana iten bu anlayışın altında Ankara’nın başkent
kimliğinden uzaklaştırılıp sonuçta Ankara’yı başkent olmaktan çıkartacak bir
düşünce yatmakta mıdır diye merak ediyoruz. Bunların açıklanmasını kamuoyu ve
Ankaralılar beklemektedir.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Gök.
Sayın Öğüt…
5.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, son dönemde
eğitim camiasında yaşanan bazı gelişmeleri getirilmek istenen sistemin bir
parçası olarak gördüğüne ve bunun tedirgin edici olduğuna ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Son dönemde
eğitim camiasında yaşanan bazı gelişmeleri getirilmek istenen sistemin birer
parçası olarak görüyor ve son derece tedirgin edici olduğunu düşünüyorum.
Dert+dert+dert sisteminin sakıncalarını sayısız kez dile getirdik. Sistemin
aksaklıkları, gerek halkevlerinin gerekse sendikaların aylık raporlarında bir
bir ortaya çıkıyor. Kaldı ki AKP Muğla Milletvekili Ali Boğa’nın “Bütün
okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız.” açıklamaları,
yapılmak isteneni açıkça ortaya koydu. Şimdi ise sistemin bir başka ayağı olan
eğitimcilerin üzerinde planlı bir çalışma yürütülüyor. Antalya’da aile
pikniğinde içki içtikleri gerekçesiyle haklarında inceleme başlatılan
öğretmenlerin ardından, İstanbul Ataşehir’deki bir lisede, felsefe öğretmeni
hakkında, öğrencilere tevhit inancına aykırı bilgiler vermek ve onların
kafasını bulandırmak suçlamasıyla inceleme başlatılması son derece vahim ve
tehlikelidir. Yine, küçücük kız çocuklarımızın kısa kollu gömleğinden,
taytından rahatsız olmak aynı karanlık zihniyetin tezahürüdür.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öğüt.
Sayın Eyidoğan…
6.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 1416 sayılı
Kanun kapsamında yüksek lisans ve doktora çalışması için yurt dışına gönderilen
öğrencilerin sorunlarına ilişkin açıklaması
HALUK EYİDOĞAN
(İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
1416 sayılı Kanun
kapsamında yurt dışına yüksek lisans ve doktora çalışması için gönderilenlerin
önemli sorunları olduğunu duyuyoruz. 1416 sayılı Kanun kapsamında yurt dışına
gönderilenlere burs dışında herhangi bir ödeme yapılmaz, kendilerine maaş
bağlanmaz ve özlük, emeklilik hakları da başlamaz. 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanunu kapsamında atanan araştırma görevlisi yurt dışına gittiğinde, hem
maaşını hem de bursunu almaya devam eder. Bursunu alamayanlar ve neden
alamadıklarını öğrenemeyenler var. Çok sıkıntılı günler geçirdiklerini
söyleyenler var. New York Eğitim Ataşeliğinde yetersiz eleman çalıştığı ifade
ediliyor. Resmî işlemlerin çok olup en ufacık işlemlerin dahi Ankara’nın onayı
üzerine yapılması nedeniyle işlemlerin çok uzamasına yol açıyor. Sağlık için
yapılan harcamaların tahsili altı ayı buluyor.
Hiçbir dönem
burslarını düzenli olarak alamadığını söyleyen öğrencilerin ekstra harcamaları
da ayrı bir maddi külfet anlamına geliyor.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Eyidoğan.
Sayın Sait…
7.- İzmir Milletvekili Rıfat Sait’in, 28 Kasım 2012
Arnavutluk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünü kutladığına
ilişkin açıklaması
RIFAT SAİT
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Dün, 28 Kasım
2012, dost ve kardeş ülke Arnavutluk Cumhuriyeti’nin 100’üncü millî günüydü,
Bayrak Günü olarak kutladılar. Arnavutluk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü
yılını bizler de kutladık.
Bu vesileyle,
buralardan Anadolu’ya gelen ve ilk Türkçe sözlüğü yazan Şemsettin Sami’yi ve
Mehmed Âkif Ersoy’u rahmet ve minnetle anıyorum.
Dün, Başbakan
Yardımcımız Sayın Bekir Bozdağ ile bu kutlamalara katılmak üzere -Arnavutluk
Dostluk Grubu Başkanı olmam hasebiyle- bu ülkeye gittik. Burada, TİKA ve Yunus
Emre Enstitülerinin bürolarını ziyaret ettik. TİKA ve Yunus Emre’nin yapmış
olduğu hizmetlerle ilgili bizlere burada bir brifing verildi. Gerçekten, TİKA
ve Yunus Emre’nin önemli hizmetleri var, kendilerini tebrik ediyorum.
Bu vesileyle,
dost ve kardeş Arnavutluk Cumhuriyeti’nin 100’üncü millî gününü kutluyor,
Türkiye ile Arnavutluk arasındaki dostluğun ebediyete kadar sürmesini
diliyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Sait.
Sayın Sarıbaş….
8.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş’ın, Çanakkale’deki
aşırı yağışlar nedeniyle çiftçilerin uğradıkları zararlarının tespit edilip
edilmediğini ve yardım eli uzatılıp uzatılmadığını öğrenmek istediğine ilişkin
açıklaması
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanımız
aracılığıyla Tarım ve Hayvancılık Bakanının cevaplaması için bir sorum var.
Geçtiğimiz
günlerde, seçim bölgem Çanakkale’de meydana gelen aşırı yağış nedeniyle ülkemiz
domates ihtiyacının yüzde 25’ini karşılayan Kumkale Ovası’nda 20 bin dönümlük
ekili domates tarlaları sular altında kalmıştır. Yazın da aşırı sıcak nedeniyle
polenlerin yanmasıyla mısır üretiminde de ciddi verim düşüklüğü yaşayan
çiftçilerimiz perişandır.
Aşırı yağış
nedeniyle yaklaşık 80 bin ton domatesin sular altında kalarak heba olduğu doğru
mudur?
Çiftçilerimizin
mısırla başlayıp domatesle devam eden zarar ve ziyanları tespit edilmiş midir?
Devlet olarak
yardım eli uzatılmış mıdır?
Uzatıldıysa ne
yapılmıştır?
Çiftçilerimizin
vergi ve tarım kredi borçları ertelenmiş midir?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Sarıbaş.
Sayın Öner…
9.- Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner’in,
Isparta-Antalya bağlantısını sağlayan Dereboğazı yolunu duble yol hâline
getirme çalışmalarına 2013’te mutlaka başlanması gerektiğine ilişkin açıklaması
ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – Teşekkürler Sayın Başkanım.
Isparta-Antalya
bağlantısını sağlayan Dereboğazı yolu ekonomik ve turistik açıdan büyük önem
taşımaktadır. 2011 yılı yatırım programına alınacağı Sayın Başbakan tarafından
ifade edilen yolun duble yol hâline getirme çalışmalarına niçin başlanmamıştır?
Geciken hizmet, hizmet sayılamaz. Tarımsal lojistik yükü ağırlaşan ve trafik
güvenliğini tehlikeye düşüren maddi hasarlı, yaralamalı, ölümlü kazalara neden
olan duble yol çalışmalarına 2013 yılında mutlaka başlanmalıdır.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öner.
Sayın Özgündüz…
10.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’ün, Şubat 2013’te
yapılacak atamalar için Başbakandan randevu almak isteyen öğretmenlerin dört
gündür Abdi İpekçi Parkı’nda beklediklerine ilişkin açıklaması
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
dört gündür Abdi İpekçi Parkı’nda, beş dakikalık mesafede, öğretmenlerimiz
bekliyor. Niye bekliyorlar? 2013 Şubat ataması için Sayın Başbakandan sadece
beş dakika randevu istiyorlar. Bu soğukta büzüşerek orada beklemektedirler. Siz
fark etmeyebilirsiniz tabii arkanızda, önünüzde eskortlarla geçtiğiniz için.
Bir rica etsem, bir ilgilenseniz. Sayın Başbakanla görüşemiyorlarsa siz en
azından bir sorunlarını dinleseniz. Beş dakikalık mesafede. İsterseniz biz de
eşlik ederiz Sayın Bakanım.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Özgündüz.
Sayın Özensoy…
11.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık
bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğuna ve Anayasa’dan “Türklük” tanımını
çıkarmaya Türk milletinin müsaade etmeyeceğine ilişkin açıklaması
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İngiltere
vatandaşına İngiliz denir, Fransa vatandaşına Fransız denir, Amerika Birleşik
Devletleri vatandaşına da Amerikan denir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti
devleti vatandaşına da Türk denir. Türklük bir etnisite kavramı değildir,
Türklük bir kültür kavramıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran halka Türk
milleti denir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla
bağlı olan herkes de Türk’tür. Bu vesileyle Anayasa’dan Türklük tanımını
çıkarmak için çalışanlar beyhude çalışmaktadırlar. Buna Türkiye Cumhuriyeti
devletini kuran halk yani Türk milleti müsaade etmeyecektir.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Özensoy.
Sayın Ekşi…
12.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin,
FİSKOBİRLİK çalışanlarına uygulanan baskıcı tutumlara ilişkin açıklaması
OSMAN OKTAY EKŞİ
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Özellikle, Sayın
Gümrük ve Ticaret Bakanının duymasını isterdim ama izninizle bir seçmenimden
gelen bir mesajı Türkiye Büyük Millet Meclisinin dikkatine sunmak istiyorum.
Şöyle söylüyor: “FİSKOBİRLİK’teki gelişmeler çok vahim. Yakın zamanda, bir ay
süreyle bir yere -atlıyorum o yeri- sürüldüm. Geri dönünce, aldığım duyumlara
göre tekrar göndereceklermiş.
Kısaca, başka
yerlere sürerek, tazminat ödemeden istifa etmemizi istiyorlar. Nitekim sayımız
22 idi, 7’ye indi. Amaç 2’ye indirmekmiş. Bize ‘Kendi rızamla bütün haklarımdan
vazgeçiyorum, istediğiniz yerde çalışmaya razıyım.’ anlamında bir taahhütname
dayatıyorlar, ayrılınca tazminat hakkı olanlara da on iki ay sonra tahsil
edilecek şekilde çek veriyorlar.
Sonuç itibarıyla
ancak yılbaşına kadar dayanabileceğimi sanıyorum.
Saygılarımla.”
diyor.
Sayın Bakan,
umarım…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Ekşi.
Sayın Canalioğlu…
13.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun,
Trabzon ilinin Of ilçesine bağlı Gürpınar beldesi Kurtuluş Mahallesi’nde Taşan
Lisesi yolunun çamur içerisinde olduğuna ve bu yolun bir an önce iyileştirilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET VOLKAN
CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Trabzon ilimizin
Of ilçesine bağlı Gürpınar beldesi Kurtuluş Mahallesi’nde bulunan Taşan
Lisesinde öğrenim gören yaklaşık 150 öğrencimiz, okullarına gidebilmek için
çamurla mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Bölgedeki HES inşaatı, hem Taşan
Lisesi hem de Kurtuluş Mahallesi’nin yolunu çamur deryası hâline getirmiştir.
Öğrenci
velilerimiz ve vatandaşlarımız bu durumu yetkililere iletmişler fakat geçen
süre içerisinde olumlu yönde hiçbir çalışma yapılmamıştır.
Öğrencilerimizin
ve vatandaşlarımızın bu mağduriyetini giderebilmek için -basında da geniş yer
alan ve burada da görüldüğü gibi yol çamur içerisindedir ve “çok yazık”
ifadesiyle basında yer almıştır- bu yolun bir an önce iyileştirilmesine
başlanması gerekmektedir.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Canalioğlu.
Sayın Köse…
14.- Çorum Milletvekili Tufan Köse’nin, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünün tarımsal sulama için açılan su kuyularına sayaç takılması
zorunluluğu getiren uygulamasından vazgeçmesi ya da revize etmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
TUFAN KÖSE
(Çorum) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü, 12 Kasım 2012 tarihinde başlattığı bir uygulamayla, tarımsal
sulama için açılan su kuyularına sayaç takılması zorunluluğu getirmiştir. 13
Şubat 2013’e kadar da bu zorunluluğa uymayan, yani sayaç takmayan su
kuyularının ruhsatları iptal edilecektir. Kuyuların mevcut elektrik borçlarını
dahi ödemekte zorlanan, birçok yerde de bu borçlarını ödeyemediği için
elektriği kesilen çiftçilerden, üreticilerden, kuyu başına yaklaşık 5 bin
lirayı bulan bu sayaçların takılmasını istemek “Sen artık üretme, üretimden
vazgeç, gelecek yardımı bekle ve yardımla geçin.” anlamını taşımaktadır.
Biz, en kısa
zamanda bu uygulamadan vazgeçilmesini yahut da revize edilmesini istiyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Köse.
Sayın Baluken…
15.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Bingöl’de İnönü
Mahallesi’nden başlayan kentsel dönüşüm projesinin Afet Yasası kapsamında ele
alınmadığına ilişkin açıklaması
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bingöl’de İnönü
Mahallesinden başlamak üzere kentsel dönüşüm projesinin startı verilmiştir. Bu
süreçte, bu proje halkla ortaklaştırılmamıştır. İnönü Mahallesi sakinlerinden
korkutarak “Hak kaybına uğrarsınız.” şantajıyla imzalar toplanmıştır. Sayın
Çevre ve Şehircilik Bakanımız konuya hâkimdir. Bilindiği gibi Bingöl deprem
açısından ülkemizin en riskli bölgelerinden biridir. Böyle olmasına rağmen
kentsel dönüşüm projesi Afet Yasası kapsamında ele alınmamıştır. Bu nedenle,
halkımıza kira yardımı, enkaz yardımı ve bu proje boyunca kalacakları ev,
barınma sorunu problemi çözülmemiştir. Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanından bu
konuda duyarlılık bekliyoruz. Kendisini Bingöl’e ve İnönü Mahallesine halkımızı
dinlemeye davet ediyoruz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Baluken.
Sayın Akar…
16.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, Diyarbakır Et ve
Balık Kurumu Et Kombinası Müdürlüğünde yaşanan dolandırıcılık olayına ilişkin
açıklaması
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Sayın Başkan, Diyarbakır Et ve Balık Kurumu Et Kombinası
Müdürlüğünde yaklaşık 85 vatandaş, üç senelik periyotta dolandırılarak 10
trilyon lirası, eski parayla, bugünkü parayla 10 milyon lirası birtakım kişiler
tarafından saadet zinciri kurularak alınmıştır. Üç yıl devam eden bu süreçte
kurum müdürü bunlara göz yummuştur ancak kurum müdür yardımcısının ihbarı
üzerine bu olay ortaya çıkartılmış, aslında kurum müdür yardımcısı
ödüllendirileceğine önce Van’a daha sonra da Erzurum’a sürülmüştür. Bugün de
Hayati Altıntaş, Kurum Müdür Yardımcısı, memuriyetten ihraç istemiyle kurum
yüksek disiplin kurulu tarafından sorgulanmakta, bugün sorgulanmakta. Aynen
Deniz Feneri savcılarında olduğu gibi, yine Kartepe Belediyesini soruşturan Müfettişte
olduğu gibi, yine bir hırsızlığı ortaya çıkartan, yolsuzluğu ortaya çıkartan
kurum müdür yardımcısı bugün cezalandırılmak istenmektedir. Bu ülkede ne
zamandan beri hırsızlar suçsuz, hırsızları ortaya çıkaran dürüst
vatandaşlarımız suçlu sayılmaktadır? Bunu öğrenmek istiyorum. Diyarbakır’da
olay…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Akar.
Sayın Taş…
17.- Bingöl Milletvekili Eşref Taş’ın, Bingöl iline yapılan
hizmetlere ilişkin açıklaması
EŞREF TAŞ
(Bingöl) – Teşekkür ederim.
Bir ilde yaşam
varsa orada tabii ki sorunlar olur ancak sorunları azaltmak için biz elimizden
gelen gayreti sarf ediyoruz. Bingöl için birçok okul ve pansiyon yapıldı.
Sağlık alanında şu anda devlet hastanesi, ağız diş hastanesi devam etmekte.
Genç Devlet Hastanesi ve Adaklı Devlet Hastanesi bitme aşamasına gelmiştir.
Yine,
Genç-Diyarbakır, Bingöl ve Erzurum duble yolu devam etmekte, havaalanımız bitme
aşamasına gelmekte.
Yine, Bingöl
Belediyesi tarafından kırk yıldır yapılmayan altyapı sorunu ihalesi yapılmış,
şu anda devam ediyor, içme suyu, kanalizasyon ve yağmur suyu şeklinde.
Yine, Bingöl’ün
en büyük sorunlarından biri kentsel dönüşümdü. Bu kentsel dönüşüm projesi yüzde
98 oranında, Bingöl’de hak sahibi olanlar tarafından imza altına alınmıştır.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Taş.
Gündeme geçiyoruz
sayın milletvekilleri.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır.
Okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve 21 milletvekilinin,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde kış aylarında meydana gelen yoğun hava
kirliliğinin nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/430)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerinde bulunan illerde kış aylarında meydana gelen ve insan
sağlığını ciddi anlamda tehdit eden yoğun hava kirliliğinin araştırılması
amacıyla Anayasa'nın 98, TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir
araştırma komisyonunun kurulmasını saygılarımla arz ederim.
1) Halil Aksoy (Ağrı)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Ayla Akat (Batman)
7) İdris Baluken (Bingöl)
8) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9) Emine Ayna (Diyarbakır)
10) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11) Altan Tan (Diyarbakır)
12) Adil Kurt (Hakkâri)
13) Esat Canan (Hakkâri)
14) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15) Sebahat Tuncel (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
20) Demir Çelik (Muş)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Ağrı, Kars,
Erzurum, Van, Hakkâri başta olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu'da bulunan iller,
coğrafik konum ve iklim koşulları nedeniyle, kışın en çetin geçtiği yerleşim
alanlarıdır. Bu coğrafyada kış, hem çok sert hem de çok uzun sürmektedir.
Köylerin de zorunlu boşaltılmasıyla, şehir merkezlerine yapılan göçün de
etkisiyle yurttaş; kent merkezlerinde yoğun bir nüfus artış meydana getirmiş,
bununla beraber, kış aylarında da yoksulluk nedeniyle ısınmak amacıyla ucuz ve
kalitesiz kömür yakmaktadır.
Özellikle, valiliklere
bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu (SYDV) tarafından halka dağıtılan
kömür, yöre halkının sağlığını ciddi bir şekilde olumsuz etkilemektedir.
Denetimlere tabi tutulmadan dağıtılan bu ucuz ve kalitesiz kömür, hava
kirliliğine neden olmaktadır.
Özelikle akşam
saatlerinde kentlerin üzerinde toz bulutları oluşarak, başta yaşlı ve çocuklar
olmak üzere yurttaşlar evinden çıkamamaktadır. Yetkilileri, oluşan hava
kirliliğinin en büyük etkisinin kalitesiz kömürden kaynaklandığının altını
çizerken, belediye yetkilileri ise, kirliğin önlenmesi için kentlere giren
kömürün kalite açısından denetlenmesinin kaçınılmaz olduğuna dikkat
çekmektedirler.
Türkiye
istatistiklerine göre nüfus yoğunluğuna bakıldığında hava kirliğinin en yoğun
olduğu yerler Hakkâri, Ağrı, Van, Erzurum gibi doğu illeridir. Özellikle son
yıllarda bölgede meydana gelen başta kanser olmak üzere diğer hastalıklarda
yaşanan artışın, yaşanan hava kirliliği ile bağlantısı olduğu düşünülmektedir.
Bölgede kış
aylarında meydana gelen hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla mutlaka alternatif çözümler bulunmalıdır. Doğalgaz
gibi çevreyi ve insan sağlığını fazla olumsuz etkilemeyen yakıtların bir an
önce halkın hizmetine sokulması bir zorunluluk olmuştur.
Bu nedenle, Doğu
ve Güneydoğu bölgelerinde meydana gelen hava kirliliğinin nedenleri ve
çözümleri mutlaka araştırılması gerekmekte, ayrıca yaşanan yoğun hava kirliğinin halkın sağlığı üzerindeki olumsuz
etkilerinin araştırılması gerekmektedir. Bu amaçla bir an önce bir meclis
araştırma komisyonunun kurulmasını saygılarımla arz ederim.
2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 26
milletvekilinin, ülkemizdeki çiftçilerin ürettikleri ürünleri pazarlama
sorunlarının ve yapılması gereken yasal düzenlemelerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/431)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizdeki
Çiftçilerin Ürettikleri Ürünlerdeki Pazarlama Sorunlarının ve Çözüm Yollarının
Belirlenmesi, Destekleme Yollarının Araştırılması, İdari ve Kurumsal Yasal
düzenlemelerin yapılması amacıyla İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince
ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve
teklif ederiz.
1) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
2) Atilla Kart (Konya)
3) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
4) Mehmet Şeker (Gaziantep)
5) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
6) Celal Dinçer (İstanbul)
7) Muharrem Işık (Erzincan)
8) Gürkut Acar (Antalya)
9) Erdal Aksünger (İzmir)
10) İlhan Demiröz (Bursa)
11) İhsan Özkes (İstanbul)
12) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
13) Ali Serindağ (Gaziantep)
14) Yıldıray Sapan (Antalya)
15) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
16) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
17) Mehmet Ali Susam (İzmir)
18) Fatma Nur Serter (İstanbul)
19) Metin Lütfi Baydar (Aydın)
20) Tolga Çandar (Muğla)
21) Turgut Dibek (Kırklareli)
22) Uğur Bayraktutan (Artvin)
23) Rıza Türmen (İzmir)
24) Ali Özgündüz (İstanbul)
25) Hülya Güven (İzmir)
26) Mahmut Tanal (İstanbul)
27) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
Gerekçe:
Ülkemizdeki
çiftçiler, genellikle ürettiği ürünlerin satışı ve pazarlanması konusunda
önceden bir plan yapmayıp, çiftçiliği sadece tarımsal ürünleri üretmek olarak
yorumlar. Oysa üretilen tarımsal ve hayvansal ürünlerin satılması, pazarlanma
planlamasının önceden yapılması çiftçiliğin bir parçasıdır. Bu nedenle
üreticilerin ürettikleri ürünler için pazar bağlantılarını önceden kurmaları
gereklidir. Özellikle küçük aile işletmeciliğinin yaygın olarak yapıldığı
ülkemizde tarımsal ürünlerin pazarlanması, birlikte hareket etmeyi gerektirir.
Bunun için de çiftçilerin örgütlenerek, veya bir kooperatif çatısı altında
bütünleşerek hem toplam ürün miktarını, hem de serbest piyasa ekonomisi ile
rekabet edebilme güçlerini artırmaları gerekmektedir. Özel sektörün tarımsal
ürün pazarlamasında zayıf olduğu yerlerde ve zamanlarda tarımsal kooperatifler
özellikle çok önem arz etmektedir.
Ülkemizde meyve
sebze pazarlaması genellikle dev şirketlerce değil küçük komisyoncular
tarafından yapılmakta ve bu komisyoncular organize kuruluşlar değildir.
Ülkemizde çiftçinin, köylünün ürününün pazarlanmasında sorun vardır. Bu nedenle
hem serbest piyasada çiftçinin tüccara karşı haklarını koruyacak hem de
çiftçinin tarımsal ürününü üzerine almadan pazarlanmasını kayıt altında, banka
garanti belgeleri gibi belgelerle satış organizasyonu yapacak güçlü tarımsal
üretici birliklerine ve birlikler
yanında çiftçinin ürettiği malı üzerine alıp işleyip, satış ve pazarlama
yapacak tarımsal pazarlama kooperatiflerine de gereksinim duyulmaktadır. Tarımsal
üretici birlikleri serbest piyasa koşullarını ve hal yasasını yakından takip
ederek yurt içi ve yurt dışı pazar oyuncuları ile bağlar kurup ürünün sağlam
ticari koşullarda en iyi fiyat şartlarında satılmasını organize eder. Kısaca
üretici birlikleri üyelerinin ürününü tanıtır, komisyoncu ve tüccarlarla bağlar
kurar, büyük zincir market şirketleriyle görüşür, yurt içi, yurt dışı ihracatçı
firmaları bulur, güvenli ticaret kuralları ile satışı gerçekleştirip çiftçinin
malının karşılığında parasının almasını sağlar.
Kooperatiflerden
beklentiler tarım ürünlerinin sınıflandırılması, ambalajlanması, soğuk
depolanması, işlenmesi şeklinde planlanmalıdır. Ürünün hiç işlenmeden
pazarlanmasını zaten üretici birlikleri yapacaktır. Yani üretici birlikleri
çiftçilerimizin ürünlerinin en iyi şartlarda satışı ve pazarlanması için
çiftçinin yararına çalışan önemli kuruluşlardır ve mutlaka devlet tarafından
gerçek anlamda desteklenmeli, teşvik edilmeli, önlerindeki bürokratik engeller
kaldırılarak, çiftçilere eğitim ve yayım yoluyla bilgi verilmelidir.
Çiftçinin eline
geçen fiyatlar, onun elde edeceği gelire ve üretim kararlarına önemli düzeyde
etki eder. Ülkemizde tarım ürünlerine tüketicilerce ödenen paraların çoğunluğu
üreticilerin eline geçmemektedir. Hem tüketici ürüne yüksek fiyat ödemekte hem
de üretici alın terinin karşılığını alamamaktadır. Kazancın çoğu aracılara
gitmektedir.
Yörelerde tarıma
dayalı sanayi işletmelerinin yetersiz oluşu, tarım ürünlerinin yeterince
pazarlanmasını engellemektedir. Ürünler ancak yakın pazarlardaki tüketicilere
ulaştırabilmektedir. Bu da ürünlerin daha düşük fiyatlardan satılmasına ve
çiftçi gelirlerinin düşük olmasına sebep olmaktadır. Çiftçilerin pazar sorunu
çözülürse çiftçi ürettiği ürünün gerçek değerini elde etmeye başlayacaktır.
Üreticiler birlik oluşturup ürünlerini fiyatların daha yüksek olduğu bölge dışı
pazarlara götürebilmeli hatta dış ülkelere satış yapabilmelidir.
Çiftçi ürettiği
malı pazarda zarar etmeden satabilmelidir. Çiftçinin elverişsiz piyasa
şartlarından olumsuz etkilenmemesi için devlet bazı ürünlerde destekleme
alımları yapmalıdır.
Üreticilerin,
potansiyel satın alıcılarda veya tüketicilerde hangi mallara karşı daha yoğun
bir ilgisinin bulunduğu, ürüne karşı olan talep miktarlarının ve ödeme
kapasitelerinin ne olduğu ve ürünlerin tüketiciye nasıl ulaştırılacağı
konularında bilgi sahibi olması sağlanmalıdır.
3.- Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu ve 28 milletvekilinin,
Suriye’de yaşanan olaylar ve ülkemizin Suriye ile ilişkilerinde meydana gelen
değişiklikler neticesinde bölge illerinde ortaya çıkan olumsuzlukların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/432)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizin
gündemini son aylarda çok meşgul eden konulardan biri de, Suriye ile
ilişkilerimiz ve ülkemizde yarattığı durumlardır.
Hükümetin son
dönemlerdeki yanlış politikaları nedeniyle; özelde, Hatay, Mardin, Kilis,
Adana, Mersin, Gaziantep ve Şanlıurfa illerinde, genelde de tüm ülkemizde,
maddi ve manevi büyük kayıplar yaşanmaktadır.
Türkiye'nin,
özellikle Hatay'ın Suriye ile kopmaz bağları vardır. Bilindiği gibi Hatay,
etnik ve inanç olarak dünyada başka bir örneği olmayan hoşgörü mozaiğidir.
Buradaki insanların büyük bir çoğunluğunun Suriye'de birinci dereceden
akrabaları vardır.
Bir başka konu da
Türkiye-Suriye ilişkilerinin ekonomik boyutudur. Ülkemiz ile Suriye arasındaki
ticaretin resmî boyutu yaklaşık 2,5 milyar dolar civarındadır. Ayrıca,
günübirlik ve bavul ticareti de var ki, bu resmî ticaret hacminin iki katıdır.
Hatay esnafının,
Suriyeli müşterileri çok fazladır. Suriye'ye uygulanacak yaptırımlar sonucu bu
ticaret duracaktır. Bu durumda tüm bölge halkı zarardan, önce ekonomik,
ardından da sosyal olarak etkilenecektir.
Suriye'nin diğer
bir önemi de, Orta Doğu ülkeleri için transit geçit sağlamasıdır. Her yıl
yaklaşık 50.000 TIR Suriye üzerinden diğer ülkelere yük taşımaktadır. Şu anda
Akçakale ve Cilvegözü sınır kapılarında olumsuz sonuçlar açıkça görülmeye
başlanmıştır.
Hatay ve çevre
illerden çeşitli firma, müteahhit ve kişiler, Suriye ve diğer Orta Doğu
ülkelerini içine alan yatırımlar yapmıştır. Son yaşanan olaylarla birlikte, bir
kısmı iflas etmiş, bir kısmı da ne yapacağını bilemez hâlde devletten yardım,
destek ve çözüm yolları beklemektedir.
Yüzlerce TIR ve
kamyon sınır kapılarında beklemekte, sahipleri taksitlerini bile
ödeyememektedir.
Uluslararası
ilişkilerde, birinin tarafında, diğerinin karşısında olmanın getirdiği
sorumlulukların bilinciyle, düşünerek ve ülkemizin geleceğiyle ilgili
kararlarda, gelecek nesillerin kaderiyle oynamamak gerekir. Sahip olduğumuz
coğrafi ve siyasi ayrıcalığımızı ve önemimizi, hem ülkemizin çıkarına hem de
bölgesel barışa hizmet edecek yönde kullanmamız gerekmektedir.
Buradan
hareketle;
Suriye'de
vatandaşlarımıza yönelik saldırılarda Münir Dural öldürülmüş, pek çok
vatandaşımız da yaralanmıştır. Bu saldırılar için ne gibi önlemler alınacaktır?
Hatay, Mardin,
Kilis, Adana, Mersin, Gaziantep, Şanlıurfa illerinde bir süredir yaşanan ve her
geçen gün kendini daha zorlu bir şekilde gösteren ekonomik kayıplar hangi
düzeydedir?
Bölge halkının
ekonomik kayıpları nasıl ve kimler tarafından, ne şekilde tazmin edilecektir?
Suriye ve
Suriye'den geçişli ülkelerle, çeşitli şekillerde iş anlaşması yapmış ya da
önceki dönemlerden devam eden anlaşmaları bulunan yatırımcıların zararları ile
ilgili ne gibi önlemler alınacaktır?
Bu süreçte
iflasların önüne hangi önlemlerle geçilecektir?
Suriye'ye
uygulanacak yaptırımlar sonucu işini kaybedenlerin akıbeti ne olacaktır?
Körfez Savaşı
nedeniyle yaşanan durumlarda edinilen tecrübelere göre zor durumda kalan esnaf
ve işadamlarımıza yönelik neler yapılacaktır?
Suriye'de
akrabaları olanların görüşmelerinin sağlanması için nasıl bir çalışma
yapılmaktadır?
Suriyeli muhaliflerin
Hatay mülteci kamplarında silahlı eğitim gördükleri yönünde ülkemiz ve dünya
basınında haberler yer almaktadır. Bu haberler doğru mudur?
Türkiye'nin bu
konudaki tutumu, ulusal ve uluslararası kurallara uygun mudur?
Suriye'ye
müdahale konusunda, ABD askerlerinin Türkiye'ye geleceği doğru mudur? Bu
konuyla ilgili hangi girişimler olmuş ve kimlerle hangi görüşmeler yapılmıştır?
Suriye'de yaşanan
olaylar ve ülkemizin Suriye ile ilişkilerinde meydana gelen değişiklikler
neticesinde bölge illerinde ortaya çıkan olumsuzlukların; belirlenmesi,
değerlendirilmesi, bu konularla ilgili gerekli ayrıntılı araştırmaların
yapılarak, çözüm önerilerinin belirlenmesi, alınabilecek tedbirlerin alınması
ve uygulanması konularında, yüce Meclisimizin ve halkımızın bilgilendirilmesi
amacıyla, Anayasanın 98'inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104'üncü
ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Mevlüt Dudu (Hatay)
2) Atilla Kart (Konya)
3) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
4) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
5) Gürkut Acar (Antalya)
6) Ali Demirçalı (Adana)
7) Engin Özkoç (Sakarya)
8) Celal Dinçer (İstanbul)
9) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
10) Ali Serindağ (Gaziantep)
11) Hülya Güven (İzmir)
12) Faik Tunay (İstanbul)
13) Mehmet Şeker (Gaziantep)
14) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
15) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
16) Mahmut Tanal (İstanbul)
17) Yıldıray Sapan (Antalya)
18) Muharrem Işık (Erzincan)
19) İlhan Demiröz (Bursa)
20) Erdal Aksünger (İzmir)
21) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
22) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
23) Tolga Çandar (Muğla)
24) Turgut Dibek (Kırklareli)
25) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
26) Uğur Bayraktutan (Artvin)
27) Rıza Türmen (İzmir)
28) Ali Özgündüz (İstanbul)
29) İhsan Özkes (İstanbul)
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusunda
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi, Barış ve
Demokrasi Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır.
Okutup işleme
alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, Kars ilinde hayvancılık sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verilmiş olan (10/279) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 29/11/2012
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
29.11.2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun 29.11.2012 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti
grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
İdris
Baluken
Bingöl
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Ön Görüşmeler Kısmının 251 inci sırasında yer alan (10/279) esas numaralı Kars
İlinde hayvancılık sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin
önergenin, Genel Kurulun 29.11.2012 Perşembe günlü birleşiminde görüşülmesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin
lehinde, Kars Milletvekili Mülkiye Birtane. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Birtane.
MÜLKİYE BİRTANE
(Kars) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hayvancılık alanında yaşanan sorunlar hakkında
verdiğimiz araştırma önergesi üzerine söz aldım. Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Önergemiz, özelde
Kars ilindeki hayvancılık üzerinedir. Ancak biliyoruz ki Ağrı, Ardahan,
Hakkâri, Iğdır, Van, Bingöl, Bitlis gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin
hayvancılıkla geçimini sağlayan illerinin durumu da aynı şekilde içler
acısıdır. Türkiye'nin onlarca ili geçimini tarım ve hayvancılıkla
sağlamaktadır. Burası da halkın Meclisidir. Ancak ne acıdır ki bugüne kadar
hayvancılıkla ilgili bir araştırma komisyonu kurulamamıştır. Muhalefet onlarca
araştırma önergesi vermektedir. Şu an görüşmekte olduğumuz önergenin tarihi 21
Kasım 2011'dir. Üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçmiş durumda. Nihayet
Genel Kurul'a indirildi. Şu an hayvanlarına bırakın diğer yem bitkilerini, kuru
saman ve ot bulamayan Karslılar ekran başına kilitlenmiş durumda. Hükümetin
dertlerine çözüm olmasını ümit ediyorlar. Ancak biliyoruz ki bu önerge de
önceki önergeler gibi iktidar milletvekillerinin oyları ile reddedilecektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önergede de belirttiğimiz üzere AKP Hükûmeti adına
konuşan yetkililer, rakamlarla halkta kafa karışıklığı yaratmayı âdeta bir
sanat hâline getirmiş ve bu durumu da hemen hemen her fırsatta dillendirerek
kendilerini haklı göstermeye çalışmaktadırlar. Veri ve rakamların ileride
yürütülecek politikalara, plan ve çalışmalara ışık tuttuğunu hepimiz iyi
biliyoruz ama bir de üretici ve besicinin yaşadığı sıkıntılar ve gerçekler göz
önünde.
Şimdi bu
sorunları tüm açıklığı ile ortaya koyması açısından Kars'taki duruma
dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Göreve geldiğim günden beri onlarca önerge
verdik. Önergelerimiz sürekli geçiştirildi, rakamlara boğularak sorunun üzeri
kapatıldı. Bir ara, “Kars ilinde organize hayvancılık bölgesi kurulacak.”
denildi, üzerinden aylar geçti ortada bir şey yok. “Doğu kapısı açılacak.”
dendi, unutuldu. Tam tersine, ithal hayvan uygulaması başlatılarak Türkiye'deki
hayvancılık yeniden zor toparlanacak bir şekilde darbe aldı.
Hayvancılık bitti
bitecek, küçükbaş hayvancılık neredeyse hiç yapılmıyor. Samanın tonu 1.000 lira
oldu. Köylü bir hayvanını zar zor 500 liraya satabiliyor. Canlı hayvanın kilosu
6 ila 10 lira arasında değişiyorken markette etin kilosu 25 lirayı geçiyor.
Köylüye söylenen, âdeta "Seni öldürmeyeceğim ama süründüreceğim."
politikasıdır.
Yaz kurak geçti.
Bir taraftan 5 lirayı bulan mazot parası, bir taraftan 2’ye katlanan gübre
fiyatları derken, ot, saman yığmak mümkün olmadı tabii. Yaz boyunca sütünü,
peynirini sudan ucuz satan köylü, şimdi gerçekten çaresizlik içinde. Köylü 1
kilo süt sattığında kahvede bir bardak çay içemiyor. Hükûmet ise sürekli durumu
istismar ediyor. Karslı köylünün, bölge köylüsünün saman fiyatları karşısında,
yaşadığı çaresizlik karşısında Kars Milletvekili Sayın Yunus Kılıç,
Gürcistan'dan ot, saman ithalatı yapılacağını söylemiş, kış bastırdı, şu an
aldığımız bilgiye göre henüz bir gelişme yok. Bunun cevaplandırılmasını
istiyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gerçekten şaşkınlık içerisindeyiz. AKP “Hayvancılık
gelişti, sorun yok.” diyor, köylü ise ağlıyor. Sizlere mi inanalım, halka,
köylüye mi? Durum ortada. Kahveler işsizlerle dolu. İstihdam alanı açılmıyor.
Hayvancılık ithal et ve canlı hayvanla baltalandı. Mazot ve gübre fiyatları
karşısında köylü arazilerini bile ekip biçemiyor. Bunun adı “köylünün üretimden
koparılması”dır. Bu çok bilinçli bir politikadır. Şu an kırsal kesimde yaşayan,
daha önce hayvancılık yaparak rahat bir şekilde geçinen vatandaş sütü, unu,
eti, yağı, ekmeği şehirden marketlerden alır duruma gelmiş. Köylü, elinde
avucundakini bu marketlere veriyor. Yerli esnaf birer birer dükkanlarını
kapatıyor.
Yerli üretici ve
esnaf iş yapamaz duruma geldi. Cebinde 500 lira ile kent merkezine giden köylü
bir haftalık gıdasını bile alamıyor. Artık köylü çocuklarına bile süt bulamaz
hâle gelmiştir. AKP'nin köylüye yaptığı zulümdür. Bunları inkâr etmek yerine,
birlikte çare bulalım diyoruz. Bu insanlar Meclisten çözüm bekliyor. Her gün
yüzlerce telefon alıyoruz. Seçim bölgemize gittiğimizde köylüler âdeta gözyaşı
döküyor. Elektrik faturasını ödeyemeyen, yaz başı borç ettiği mazot parasını
veremeyen binlerce vatandaş var. Sütünü sonbahara kadar bin liraya veren köylü,
artık yakacak bile bulamaz hâle getirmiş durumda mevcut iktidar. Önceden 20-30
baş hayvanı olan köylüyü, şimdi 4 hayvanı besleyemez hâle gelmiştir. Ahırlar,
ağıllar boş; kadınlar çaresiz, çocuklar yeterli derecede beslenemiyor.
Sizlerden bir
ricamız var: Lütfen bir gün Kars'ın, Çerme, Subatan, Gülhayran, Çatak, Ölçülü,
Varlı köylerinden birinde bir vatandaşımızın kahvaltısına misafir olun. Aynı
şey bölgenin diğer illerinin tümü için geçerlidir.
Köylünün elinden
ekmeği alınmıştır. Köylü İstanbul'a küçük yaşta gönderdikleri çocuklarının
paraları ile geçiniyor. Sofrasından sütü, balı, peyniri AKP'nin mevcut
politikaları ile ellerinden alınmıştır. Elde avuçta hiçbir şey kalmamıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütün bunlar göz önüne alınarak, hiç bir manipülasyon
yapmadan, durumu çarpıtmadan hep birlikte Türkiye genelinde hayvancılığın
içinde olduğu çıkmazı aşmak için Meclis olarak görev alalım diyorum. Köylülerle
görüşelim, illeri dolaşalım. Dertlerini, sorunlarını dinleyip çözümü onlarla
birlikte geliştirelim. Bu insanları çaresiz bırakmak vicdanen kabul
edilebilecek bir durum değildir. Hayvancılığın bitme noktasına getirildiği
Türkiye'de bir an önce önlem alınmaz ve halkın talepleri dinlenerek kırsal
kalkınmayı güçlendirecek projeler devreye konulmazsa zaten mevcut durumda göç
veren kırsal kesimler daha fazla göç vererek insansız kentler oluşacaktır.
Bütün bu hususlar
göz önünde bulundurulduğunda, ivedilik arz eden bu duruma bir an önce müdahale
etmek için Meclis araştırması açılmasını uygun görmekteyiz.
Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Birtane.
Aleyhine Kars
Milletvekili Yunus Kılıç.
Buyurunuz Sayın
Kılıç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YUNUS KILIÇ
(Kars) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; tabii, Kars Milletvekili
Mülkiye Hanım’ın yaptığı konuşmayı ben de sizin gibi dinledim, özellikle Karslı
bir vatandaş duygusuyla dinledim. Evet, sıkıntıları belirlemek lazım, söylemek
lazım, anlatmak lazım, yapılanları ve yapılması gerekenleri de sıralamak lazım.
İşin doğrusu bu.
Şimdi, tabii,
bunları konuşurken ben bir şeyi de tespit etmek isterim. Özellikle 1980’li
yıllardan bu tarafa, genellikle tarım ve hayvancılıktaki gidişat 80’li
yıllardan bu tarafa alınıyor ve bu şekilde rakamlar telaffuz ediliyor,
doğrudur. Aynı zamanda, 1980 yılından bu zamana kadar, seçime kadar Mülkiye
Hanım’ın da Kars’ı görmediğine ben eminim. 1980’li yıllardan bugüne kadar
Mülkiye Hanım sadece seçimlerde Kars’a gelmiştir ama, Selim ilçesi vardır
Kars’ın, Mülkiye Hanım da Başköy köyündendir, o köyün dağlarında bile daha
bugüne kadar tarım ve hayvancılığı benim ailem ve bize yakın insanlar
yapmaktadır. O yüzden tarım ve hayvancılığın her aşamasını, her kademesini her
yılını bilen bir insan olarak konuşuyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, AK PARTİ’nin iddiası şu değildir bakın. Tekrar ediyorum,
özellikle bunu vurgulamak istiyorum. Biz, bunu defaten, birçok defa anlattık
fakat ısrarla anlatmak istediğimizin anlaşılmadığını görüyoruz. AK PARTİ şunu
iddia etmiyor: “Tarım ve hayvancılık eski yıllarına göre çok daha iyi bir
durumdadır. Efendim, biz daha ne yapalım, köylü daha ne istiyor yani hâlinize
şükredin durun.” Böyle bir iddiası yok AK PARTİ’nin. AK PARTİ “1980’den 2002
yılına kadar Türkiye’de gerçekten tarım ve hayvancılıkta ciddi bir erozyon
yaşanmıştır. Hayvan sayılarında ciddi bir düşüş olmuştur, tarımsal üretimimiz
azalmıştır ve böyle bir bakiye devraldık.” diyor. AK PARTİ bunu iddia ediyor.
Ve tabiî ki bir şeyin seyrini anlayabilmek için bu aradaki süreçlerde rakamlar
da nereye geldi yani istatistiki bilgiler vermek lazım ki insanlar bunu daha
net anlayabilsin. 1980’de 55 milyon -bakın, bunları, rakamları tekrar edip
duruyoruz ama önemli olan bizim anlattıklarımız değil, sizin anladıklarınız-
koyun varlığımız var. AK PARTİ geldiğinde bu rakam 25 milyona düşüyor, şu anda
25 milyondan yukarılara doğru çıkmaya başladı. Büyükbaş hayvan varlığımız 12,5
milyondan 9 milyona düşüyor, bugün çıkmaya başladı.
Şimdi Kars
ölçeğine dönecek olursak saygıdeğer milletvekilleri; tabii Kars, tarım ve
hayvancılık denince ilk akla gelen şehirlerden bir tanesi olması hasebiyle ve
başka da çok çıkışı olmadığı bilindiğine göre demek ki bizim başlıca uğraşımız,
insanımızın gelir seviyesini artırabileceğimiz, kırsal kesimdekilerin yaşam
kalitesini yükseltebileceğimiz genel alan; tarım ve hayvancılık. Evet, bu yıla
ait, kuraklıktan kaynaklanan, ithalin et üzerindeki baskısından kaynaklanan
hayvan fiyatlarının yükselmemesi, saman ve kaba yem ot fiyatlarının
yükselmesinden kaynaklanan, köylünün ciddi bir sıkıntısı var. Bunu inkâr etmek
mümkün değil. Yani bunu bölgeye gittiğinizde herkes size ifade edecektir. Yani
bundan kaçmak, bunu yok saymak, bunu inkâr etmek mümkün mü? Böyle bir iddia
içerisinde değiliz ancak şimdi, tarım ve hayvancılıkta Kars’ta örneğin 2002
yılında –yani hep milat olarak burayı aldığımızdan şikâyet edersiniz ya,
bunlara bir dönüp bakmak lazım- sadece 26 milyon lira tarımsal destek
verilirken 2012 yılında bu rakam 2 katının üzerine çıkıp 55 milyon liraya
yükselmiş. Yine yılda 8 milyon lira, sadece Kars ölçeğinde, mazot desteği
veriyoruz. Kimyevi gübre desteği, yine yılda küçücük Kars’a –artık bölündü
biliyorsunuz Kars, yani Ardahan ve Iğdır ayrı iller olunca Kars 300 bin nüfuslu
küçük bir il kaldı- 10 milyon liralık kimyevi gübre desteği veriyoruz. Bakın,
Kars’ta ilk defa AK PARTİ’yle beraber prim desteği verilmeye başlandı. Yaklaşık
yılda 3 milyon liralık bir prim desteği veriyoruz.
Hayvancılık
desteklerine gelince: Ana girdi bu Kars’ta. Bakın, hayvancılık desteği… Çünkü
Kars ciddi bir tarımsal üretim alanı değil ancak tarımdan elde ettiklerinizi
hayvancılığa dönüştürebilirseniz kârlı bir iş yapmış oluyorsunuz. Bu alandaki
destek 2002 yılına göre 2011 yılında, 2012 yılında tam 55 kat artmış saygıdeğer
milletvekilleri, yani yüzde 5.500 artmış. Bunları görmezlikten gelerek bir
değerlendirme yapmak mümkün değil.
Tabii, Kars’ta
işletmeler çok küçük, tarlaları çok küçük, hayvan sayıları çok az, çiftçi
meşakkatli bir uğraş içerisinde. Bizim amacımız bu işletme büyüklüklerini
artırmak. Özellikle bu manada kırsal kalkınma destekleri çok önemli. Yani
adamın 10 tane hayvanı var, sizin verdiğiniz desteklerle bunu 50’ye
çıkarttırmaya çalışıyoruz. Bu zamanda ancak ekonomik ve maliyeti düşük bir
tarım ve hayvancılık yapmak mümkün. Bu konuyla alakalı 2006 yılından bu yana
aşağı yukarı 32 tane büyük işletme oluşturulmuş, bunlara yaklaşık 12,5 milyon
lira hibe desteği verilmiş sadece Kars ölçeğinde.
Kooperatiflere
gelince: Saygıdeğer milletvekilleri, Kars’ta 2002’ye kadar toplam 7 tane
kooperatif desteklenmiş. Oysa 2003’ten 2012 yılına kadar 35 tane kooperatif
daha desteklenmiş. 2002 yılında sadece 1,7 milyon lira kooperatiflere destek
verilmişken, 2003’ten 2012’ye kadar 45 milyon lira destek verilmiş.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Göç niçin çoğaldı Sayın Hatip? Kars’tan göç niye oluyor göç?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Ekipman destekleri, bakın, makine ekipman desteği… Yani tarımda
mekanizasyonu sağlamak gerekiyor ki ürünlerinizi daha fazla almanız mümkün
olsun. Kars’ta…
HALUK EYİDOĞAN
(İstanbul) – Kars’ı büyükşehir yapın.
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – … ilk defa 2007 yılında başlatılan makine ekipman desteğiyle 1.093
tane makine ekipmana destek verilmiş, aşağı yukarı 6 milyon lira sadece hibe
verilmiş bakın bu konuda.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Göç niçin oluyor Sayın Hatip?
MÜLKİYE BİRTANE
(Kars) – Kimlere verilmiş Sayın Hatip?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Şimdi, başka bir noktaya gelelim.
Saygıdeğer
milletvekilleri, ilk defa Kars’ta yem bitkisi üretimi başlamış. 2002’de sadece
4 bin hektar olan yem bitkisi ekim alanı 50 bin hektara çıkmış. Silajlık mısır
Kars’ta ilk defa ekilmeye başlanmış ve şimdi yılda 20 bin ton mısır üretimimiz
var, bunu artırmaya çalışıyoruz.
Kars’ta, biz
seçim çalışmalarına başlayıncaya kadar Karslının daha adını bile duymadığı
arazi toplulaştırmasını başlattık bakın. Daha geçen hafta köylerde kooperatif
aracılığıyla binlerce hayvan dağıtırken bunu orada vatandaşımıza duyurduk. 5
milyon lira bütçeli bir ihale yaptık ve Kars’taki sulanabilir tarım arazilerinin
toplulaştırılmasıyla alakalı ihaleyi yaptık. Daha bunu Doğu Anadolu Bölgesi
bilmiyordu; bunları seçimde biz anlattık, iddia ettik, şükürler olsun bugün
yaptık.
KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) – Geç o işi geç. Doğu Anadolu çoktan…
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Barajlar… Bakın saygıdeğer milletvekilleri, şu anda Kars ölçeğinde
AK PARTİ iktidara gelinceye kadar sulama denen bir şey yoktu.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Göç niçin oluyor Sayın Hatip? Göç, göç…
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Bakın, yüzde 2 sulama vardı, şu anda Kars’ta Kars Barajı’nın
yapımıyla beraber, bittiğinde -ki, gelecek sene bitecek. Eskisi gibi bir baraj
yapılıp da kırk yıl sonra bitmesi söz konusu değil- 95 köyün arazisi sulanacak.
MEHMET ERDOĞAN
(Muğla) – Kars’ın nüfusu niye azalıyor?
YUNUS KILIÇ (Devamla)
– Bakın, Kars ölçeğinde düşündüğünüz zaman bu yaklaşık üçte 1’idir. 95 köyün
arazisi sulanacak, Kars’ta sulu tarıma geçilecek, yem bitkisi ekilecek,
insanın… Şu anda ana girdiyi oluşturan yem bitkilerinin fiyatları böylelikle
düşecek, vatandaş kendi istihdamını en yüksek rakamdan değerlendirecek, kendi
hayvanını Kars’ta kendisi besleyecek, besicilik yapacak…
MÜLKİYE BİRTANE
(Kars) – Mera hayvancılığı ne olacak?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – …hayvanın tamamen hamallığını yapmayacak, hayvanı sadece küçükken
yetiştirip hamallığını yapmayacak, en yüksek katma değer olan kısmını yani
besiciliği Kars’ta yaptıracağız. Bunun için de Kars, hayvancılıktan en önemli
girdiyi…
HALUK EYİDOĞAN
(İstanbul) – Sizin bu “cek cak”lar olana kadar Kars’ta vatandaş kalmayacak!
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – “cek cak” değil. Barajlar,
bakın, yapıldı, arazi toplulaştırma ihaleleri yapıldı. Karslı, gelecek seneden
itibaren kendi toplu arazisinde hayvancılık ve tarım uğraşı yapacak. Bunlar çok
önemli.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Kars göç ne kadar veriyor?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Kars’ta, bakın, sizin dönemlerinizde, özellikle -BDP’nin belki
burada suçu olmayabilir- bağıran CHP ve MHP milletvekillerinin olduğu
dönemlerde…
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – İcra sayısı 1’den 3’e mi çıktı, 2’ye mi çıktı?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – …bu ülkede et-balık kurumlarını siz sattınız, Kars’ta bu yüzden şu
anda et-balık kurumu yok ve…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Yahu Yunus, sen bize niye söylüyorsun? Biz mi sattık?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Siz sattınız, sizin de içinde bulunduğunuz dönemler sattı.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Hayır, biz satmadık. Asla, asla!
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Şimdi, biz, bakın, geldik, Kars’ta Et-Balık Kurumunu kesime
başlattık. Şu anda haftada üç gün kesim yapılıyor ve Allah izin verirse,
Kars’ta yeni bir Et-Balık Kurumunun yapımı da AK PARTİ Hükûmetine nasip olacak,
bize nasip olacak diyorum.
HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Koyunları da Güney Amerika’dan getirirsiniz artık!
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Kars’ta şu anda sıkıntı nedir?
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Recep Bey, söyler misin, düzeltsin.
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Yem fiyatları yüksektir, hayvan fiyatları düşüktür. İthalattaki
fonlar artırılmıştır, hayvan fiyatları –inşallah- yükselmeye başladı.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Kars göç ne kadar veriyor? Yılda göç oranı ne kadar Kars’ta Sayın
Hatip?
YUNUS KILIÇ
(Devamla) – Gürcistan’dan yem ithalatı yapılmaya başlamıştır, kaba yem ithalatı
Gürcistan’dan bugün yapılıyor. Bunu da Kars halkının bu arada duymasını
istiyorum.
Sıkıntılar vardır
ama bu sıkıntıların aşılması için de gerek Hükûmetimizin gerekse bizim ciddi
katkılarımız vardır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kılıç.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Yunus Bey, yanlış biliyorsunuz, yanlış!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı konuşmasını yaparken
Et-Balık Kurumunun özelleştirilmesine ilişkin olarak Et-Balık Kurumunu
Cumhuriyet Halk Partisinin özelleştirdiği yönünde bir iddia ve eleştiri ortaya
koydu. İzninizle, gerçek olmayan bu durumla ilgili açıklama yapmak istiyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Hamzaçebi.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kars
Milletvekili Yunus Kılıç’ın Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir hükûmetin
tarımı, hayvancılığı ne kadar desteklediğini anlayabilmek için bütçeden
hayvancılığa ve tarım sektörüne ayrılan teşviklere bakmak gerekir. Eskiden ne
kadar ayrılıyordu, şimdi ne kadar ayrılıyor? Esas olan ölçü budur, diğer bütün
konuşmalar bu rakamlar karşısında değerlendirilmelidir. Eğer bu rakamlara uygun
bir açıklama varsa hayhay, biz bundan mutlu oluruz ama rakamlara uygun bir
açıklama yapılmıyor ise bu doğru değildir.
2002 yılında o
zamanki hükûmetin tarım sektörüne ve hayvancılığa vermiş olduğu desteklerin
toplamının millî gelire oranı bugün Hükûmetin vermiş olduğu desteğin millî
gelire olan oranından daha yüksektir, tablo budur; bir kere birincisi bunu
tespit edelim.
İkincisi,
Et-Balık Kurumunun özelleştirilmesi yanlış bir özelleştirme olmuştur.
Özelleştirme, elbette, devletin piyasa ekonomisi çerçevesinde olmaması gereken
alanlardaki varlıklarını işletmelerini özelleştirmesidir. Bu yanlış bir kavram
değildir ama Et-Balık Kurumu özelleştirmesi doğrudan hayvancılık sektörünü
ilgilendiren bir özelleştirmedir. Hayvancılığın teşvike, desteğe ihtiyaç
olduğu Türkiye’de bu özelleştirme yanlış
olmuştur. Bu özelleştirmeyi yapan hükûmetlerin hiçbirisinde Cumhuriyet Halk
Partisi olmamıştır. Bu özelleştirmeyi yapan hükûmetin Başbakanının ben
açıklamasını hatırlarım: “Et-Balık Kurumunu özelleştirmekle yanlış yaptık.”
demiştir. Dolayısıyla, gelin bu doğruyu tespit edelim ama siz bugünü açıklarken
de eskiyi karalamayı bir kenara bırakın, kendinizin ne yaptığını anlatmaya
çalışın.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Hamzaçebi.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- BDP Grubunun, Kars ilinde hayvancılık sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verilmiş olan (10/279) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 29/11/2012
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN – Lehinde, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt.
Buyurunuz Sayın
Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi
Kars Milletvekili Sayın Mülkiye Birtane’nin vermiş olduğu Kars’taki
hayvancılıkla ilgili önergenin üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygılarımla selamlarım.
Değerli
arkadaşlar, Kars, bir zamanlar kırmızı etin deposu, hayvancılığın en önemli
illerinden biriydi ve öyle bir konumdaydı ki bir ara Türkiye'nin et olarak
yüzde 11’ini karşılıyordu. Yani böyle bir potansiyeli olan Kars bugün ne yazık
ki ete de muhtaç kaldı, Kars’a da dışarıdan et gelmeye başladı, eti de bırakın
saman gelmeye başladı.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
Mustafa Kemal Atatürk –ben bunu zaman zaman diyorum- ve arkadaşları, 16 Temmuz
1937 tarihinde bir genelge çıkartmış Kars’a. “Kars’ta canlı hayvancılık
gelişsin.” diye Bakanlar Kuruluna imzasıyla tarihî bir belgeyi gösteriyorum. Bu
belgeyle Kars’a önem verdiğini gösteriyorum. Kars o zaman o kadar gelişti ki
herkes biliyor, Kars’ta hayvancılık gelişti, hem Rusya’yı besliyorduk hem
İran’ı besliyorduk hem Rusya’ya mal ihraç ediyorduk hem İran’a ama bugünkü
konumda hakikaten çok perişan bir durumda Kars, Karslı ve Ardahanlı bütün
hayvancılık yapan herkes, Türkiye’de Edirne’den Ardahan’a kadar herkes.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, Et-Balık Kurumunu, süt fabrikalarını biz satmadık.
Yunus Bey, bunu
siz de biliyorsunuz.
Kars’ta en büyük
yıkım Et-Balık Kurumunu satmaktı, Süt Kurumunu satmak… Ve Süt Kurumu yerine de
bina yaptırdılar. Ve şimdi Kars ve Ardahan’ı besleyen o bölgedeki Et-Balık
Kurumu yok, Erzurum’da var, şimdi yavaş yavaş Kars’ta kesilmeye başladı. Ben,
huzurunuzda da teşekkür ediyorum. Ama çiftçimiz perişan hakikaten.
Şimdi, bakın, ben
size şöyle diyeyim: Yeni bütçe yaptık. Yeni bütçede hayvancılığa ayrılan para 9
milyar civarında. Demin Yunus Bey’le de bunu konuştuk, 9 milyar civarında.
Peki, Sosyal Yardımlaşma Fonu’na kaç para ayrıldı biliyor musunuz? Yani fakire
fukaraya dağıtılacak para da 9 milyara yakın bir para. Yani milleti dilenci
konumuna düşürdük, millete şimdi kaymakamlar, valiler 100 lira, 200 lira
dilenci parası veriyor, kömür veriyor, battaniye veriyor, işte soğan, sarımsak
neyse, patates veriyor ama il seçim zamanı geldiği zaman da “Bak, senin köyünde
yüzde 50’nin üzerinde yeşil kartlı insan var. Bu yeşil kartlı olduğu için bana,
benim dediğim yere oy vereceksin aksi takdirde yeşil kartlarını iptal ederim.”
diyor. Bunu vali ve kaymakamlar, il müdürleri, ilçe müdürleri söylüyorlar. Bunu
hepiniz biliyorsunuz, bütün illerde yaşıyorsunuz.
Şimdi, Tarım
Bakanlığı… Hayvancılıkla ilgili para 9 milyar civarında, sosyal yardımlaşmaya,
fakire fukaraya dağıtılacak para da aynı para. Tamam, fakire fukaraya dağıtsın
ama kardeşim önce balık tutmayı öğretelim. Bu parayı siz fakire fukaraya o
şekilde dağıtacağınıza kredide imkân tanıyın, Ziraat Bankasında imkân tanıyın
hayvancılığı geliştirsin. Çoban hesabı yaptığın zaman, süt para yaparsa dişi
inek saklar adam, dişi inekten de buzağı doğurur, buzağı doğurduğu zaman
hayvancılık gelişir.
Değerli
arkadaşlar, burada asıl önemli olan, Türkiye’de ithalatın durmasıdır. İthal
hayvan, ithal et durmazsa ne Kars’ta ne Trakya’da ne de hiçbir yerde
hayvancılık yapılmaz. Şu anda bütün insanlar göç etti, göçün sonu perişan
oldular, büyük şehirlerde aç, sefil, işsizlik had safhada. Yani Kars’ta,
Ardahan’da, Erzurum’da, Iğdır’da, o bölgede yani bütün Türkiye’de köylü perişan
durumda. Şimdi, bakın, getirilen ithal hayvan… Maalesef Kars’ta dahi ithal et
satılıyor arkadaşlar. Anguslar orada satılıyor. Ben Trakya’da çiftliğe gittim,
Çorlu’da Şahbaz köyündeki çiftliğe gittim, Ürdünlü Hicazi firmasının 200 bin
başa yakın hayvanı var. Bunlar getirmişler, neyi, nasıl beslendiği de belli
değil. Bunlar ucuz olduğu için, bizim yerli üreticiye para vermedikleri için, yerli
üretici hayvan yetiştiremediği için yerli üreticinin malı perişan durumda.
Bakın, yine rakam
konuşacağım. Söyleyin bana şimdi, 2010 yılı Mayısında başlayan hayvan
ithalatına kaç para ödendi Adalet ve Kalkınma Partililer, siz biliyor musunuz?
3 milyar dolara yakın para ödendi. Bu parayı da kime ödediler biliyor musunuz
arkadaşlar? Yüzde 80’ini Ürdünlü Hicazi firması aldı bu paraların. Kim ortağı
bunun? “Tarım Bakanı cevap versin.” dedim, vermedi. Hep ihaleler buna gidiyor,
diğerleri çekiliyor buna gidiyor. Ya, bu nasıl oluyor arkadaş? Ürdünlü Hicazi
firması 3 milyar dolara yakın paranın yüzde 80’ini almış, benim köylüm de
perişan bir durumda değerli arkadaşlar.
“Bütçeye para
koyun.” ayırmıyorlar, milleti muhtaç kılabilmek için daha çok para ayırıyorlar,
aynı parayı ona ayırıyorlar. Kardeşim sen ona vereceğine köylüdeki… Köylü şu
anda gidiyor Ziraat Bankasına, 5 bin lira, 10 bin lira para alamıyor
arkadaşlar, perişan durumda. İnanın samimi söylüyorum. “Şehir merkezinde ev
verin bana ipotek.” diyor. Adam diyor ki: “Ya şehir merkezinde benim binam,
evim olsa niye ben köyde oturayım?” Doğru. Peki bu Ürdünlü Hicazi’ye veya
dışarıdaki efendim Brezilyalıya, Avustralyalıya, Arjantinliye, Uruguaylıya, bu
ülkelere verilen paranın yarısı bizim kendi köylümüze verilseydi yemin ediyorum
hayvancılık gelişmişti, süt de para etmişti, köylünün de yüzü gülmüştü.
Değerli
arkadaşlar, bakın şu anda en büyük sıkıntı ne biliyor musunuz? Millet kara kara
düşünüyor. Ben on beş gün önce Ardahan hayvan pazarındaydım. 1 ton saman 1 inek,
1 inek 1 ton saman idi. Şimdi arıyorlar beni, bugün gidip görüştüm, Kuşuçmaz
köyü muhtarıyla görüştüm buraya gelmeden önce -onu da söyleyeyim yani yalan
olmasın- “2 inek verirsek 1 ton saman alıyoruz.” diyor. Mal öyle ucuzladı bakın
beyefendi. Şimdi sizin sofranıza geliyor güzel et. Nereden geliyor kardeşim?
Köylü üretmese, köylü besicilik yapmasa, köylü hizmetçilik yapmasa gelebilir mi
size kaliteli et? Şimdi, 2 inek 1 ton saman.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – On beş günde.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Evet, evet, on beş günde o kadar düştü. Bakın şimdi şu anda millet
pancar ekiyordu, bizim orada kar yağdı, sizi bilmiyorum. Bizim orada dağlara
kar yağdı. Herkeste hayvanını besleme ihtiyacı doğdu ve panikledi, hayvanını
satıyor, satılamıyor, kimse almıyor. Bakın Gürcistan’dan ithal saman
serbestliği getirildi. Kaba yem diyoruz. Arkadaşlar, kaba yemin Gürcistan’da
300-350 TL’ye alınıyor tonu, Türkiye’ye maliyeti 500 lira. 40 ton kaba yem
getirse vatandaş, 500 liradan 20 milyar para yapıyor. Ama ne yapıyor? Vatandaş
getiremiyor. Orada kendi tüccarları, kendi yandaşları var, onlara ithalat izni
veriyorlar. Arkadaşlar, böyle bir zulüm olabilir mi, böyle bir adalet olabilir
mi? Partinizin adı “Adalet.” Ya böyle bir adaletsizlik olur mu? Kendi
yandaşlarınıza ithalat için imkân veriyorsunuz, köylü yapamaz…
AHMET ARSLAN
(Kars) – Sana da veriyorlar.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Bakın Ahmet Bey, köylü diyor ki: “Ben çiftçiyim, tarıma bir kaydım
var, çiftçi belgem var, bana da verin. Ben 350 liraya alacağım, 500 liraya mal
edeceğim ve 500 liraya mal ettiğim zaman 40 ton saman 15 tane ineğimi
saklardım, ben 20 milyar ödeyeyim.” Ama ithalatı kendi yandaşlarına verdikleri
için kaça mal ediyorlar biliyor musunuz Sayın Başkanım? 1 milyon 100 bin
liraya. Şu anda Ardahan’da samanı satıyorlar, 2 misli fiyatı. 1 milyon desen,
20 ton karşılığında 40 milyar ödeyecek. Yazık günah değil mi ya? Bu insanlar
orada aç, susuz, sefil, perişan. Her şeye rağmen tüfek omuzda, bayrak elinde
vatanı bekliyor orada. Yazıktır. Bu insanlara devletin orada maaş bağlaması
lazımken yani bırakın onu ithalatı bile
adamlara serbest bırakmıyoruz ya.
Ben sizden
istirham ediyorum, bakın, burada bu tutanaklara geçmesini istirham ediyorum.
Bakanlık acil olarak, derhâl… Vatandaşın kendisi 3-5 kişi birleşebilir, çiftçi belgesi olan,
ilçe tarıma, il tarıma kayıtlı olan vatandaşlar kendi aralarında, kardeşim,
gitsinler ot, saman neyse, sap saman neyse onu getirsinler. Zaten milleti sap
samana muhtaç ettiniz, bari kendisi getirsin. Bırakın yandaşınızı…
AHMET YENİ
(Samsun) – Kim o yandaş ya, ismini söyle? Söyle ismini yandaşın!
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Ahmetçiğim, bir dakika, şu anda ben sana söylüyorum: Git Ardahan’da
Posof Türkgözü Kapısı’nda söyle.
AHMET YENİ
(Samsun) – Kim o yandaş?
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Ya, Posof Türkgözü Kapısı’nda biliyor herkes kim getiriyor malı.
AHMET YENİ
(Samsun) – Yandaşmış!
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Bakın bir şey söyleyeyim, “Yandaş” derken, sizin partinin
üyelerinden getiriyor çoğu da. Ben sana isim de vereyim.
Bakın, değerli
arkadaşlar, ben burada şunu söylüyorum milletvekili olarak -zamanımız bitti-
sizden istirham ediyorum, bırakın onu bunu. Çiftçiye kendi samanını getirmesi
için müsaade verin. Başka bir şey demiyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öğüt.
Aleyhte, Bolu
Milletvekili Ali Ercoşkun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Ercoşkun.
ALİ ERCOŞKUN
(Bolu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; BDP tarafından verilen önerinin aleyhine söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, tabii bu öneride Kars ilindeki hayvancılıkla alakalı sorunlar dile
getirilmeye çalışılmış. Fakat bildiğiniz gibi Türkiye nüfusunun 2002 yılında
yüzde 35’leri, şu anda yüzde 25 civarında bir nüfusu tarımla ve hayvancılıkla
ilgilenmekte. Dolayısıyla, bu sorunları bir il bazında Meclis içerisindeki bir
araştırmayla dile getirmeye çalışmak gerçekten çok doğru bir çalışma şekli
değil.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Genel çalışma yapalım, kabul edin siz, genel çalışma yapalım.
ALİ ERCOŞKUN
(Devamla) - Bunlar il içerisinde ilgili kurumlarla yapılabilecek çalışmalar.
Yani bunu, bir ilin konusunu Meclis araştırmasıyla hâlletmeye çalışmak diğer
seksen vilayete de aynı hakkı vermek demektir.
MÜLKİYE BİRTANE
(Kars) - Tüm bölgeyi söyledik, eksik dinlemişsiniz.
ALİ ERCOŞKUN
(Devamla) – Yani dolayısıyla, böylesine -bence- kısır, dar çerçevede bu
meselenin tartışılması çok doğru bir şey değil.
Ama diğer
taraftan, birçok soru önergesiyle bildiğimiz Ensar Öğüt’ün de özellikle
valileri ve kaymakamları oy avcılığına çıkmakla itham etmesi de gerçekten kabul
edilebilecek bir davranış da değil. Yani valiler, kaymakamlar, yeşil kart
mensuplarına “Şu partiye oy verin.” diyecekler ve bunu buradan, Meclis
kürsüsünden dile getireceksiniz. Bu hiç şık bir davranış değil.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Ardahan’da oldu kardeşim. Ben şahit getirebilirim buraya. Şahit
getireyim, şahit şahit. Şahit getiririm.
ALİ ERCOŞKUN
(Devamla) – Bu doğru bir davranış değil. Bütün valileri, kaymakamları itham
altına alacak bu eylemi gerçekten tasvip etmek de mümkün değil.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – “Köyden de oy çıkmazsa yeşil
kartını iptal ederim…” Bunu Ardahan Valisi yaptı. Ben bu konuda basına da
açıklama yaptım.
ALİ ERCOŞKUN
(Devamla) – Diğer taraftan, “yandaşlar” meselesini defalarca dile getirmek,
eğer bir isim vermiyorsanız bu da şık bir şey değil, yani kalkıp da buradan
sadece itham etmek ama çözüm noktasında ortaya bir fikir koymamak, bir çalışma
koymamak da doğru bir mesele değil.
Ben, Genel
Kurulun daha fazla vaktini almak istemiyorum, değerli arkadaşlar. Bu önerinin
aleyhinde olduğumuzu belirtiyorum, Genel Kurulu saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Ercoşkun.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yoklama
talebi vardır, yerine getireceğim.
Sayın Hamzaçebi,
Sayın Aslanoğlu, Sayın Ediboğlu, Sayın Öğüt, Sayın Ayaydın, Sayın Acar, Sayın
Öğüt, Sayın Moroğlu, Sayın Tanal, Sayın Çetin, Sayın Işık, Sayın Güler, Sayın
Ekinci, Sayın Şeker, Sayın Gürkan, Sayın Yüksel, Sayın Özgündüz, Sayın Öz,
Sayın Eyidoğan, Sayın Çandar.
İki dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- BDP Grubunun, Kars ilinde hayvancılık sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verilmiş olan (10/279) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 29/11/2012
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN – Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır; okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.- MHP Grubunun, narenciye üretimindeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan
(10/308) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel
Kurulun 29/11/2012 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
Tarih:
29/11/2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 29/11/2012 Perşembe günü (bugün) yaptığı
toplantısında, siyasi parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından
Grubumuzun aşağıdaki önerisini İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Oktay
Vural
İzmir
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (10/308) esas numaralı, "Narenciye
üretimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla" verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin görüşmelerinin Genel
Kurulun bugünkü Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin
lehinde, Mersin Milletvekili Ali Öz.
Buyurunuz Sayın
Öz. (MHP sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZ (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; narenciye üreticilerinin sorunları hakkında Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına vermiş olduğumuz önerge üzerinde söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi
saygılarımla selamlıyorum.
Hepinizin bildiği
gibi ülkemiz, narenciye üretiminde, özellikle ihracatta dünya piyasasında
önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye, yıllık 5 milyon tonluk narenciye üreten
bir ülke. Özellikle Akdeniz Bölgesi ve Ege Bölgesi başta olmak üzere, bu
bölgelerde de Mersin ve Antalya, üretimde başta olan illerimiz arasında yer
almaktadır.
Muhalefet
milletvekili olarak, daha önce de bu süreçte, özellikle gerek tarım alanında
gerekse narenciye üreticilerinin sorunlarıyla ilgili pek çok kez bu kürsüden
yüce milletimize seslenme imkânı bulduk. Narenciyenin bir kısmı ülkemizde
ihracatta, önemli bir kısmı ise iç piyasada kullanılmakla beraber, maalesef iç
piyasada tüketim istenilen düzeyde de değil. Narenciyenin özellikle iç piyasada
daha fazla tüketimini teşvik eden, faydalarını anlatan spot tanıtımlar
istenilen düzeyde henüz vatandaşla paylaşılmamış durumda.
Bugün için limon
üreticileri geçen yıllara, geçen üç beş yıla kıyasladığınız zaman durumu biraz
iyi gibi görünmekle beraber ama bunun aldatıcı bir iyilik olduğunu hepimiz
farkında olmamız lazım. Özellikle geçen yıl içerisinde, başta Mersin ve Antalya
olmak üzere bölgemizin diğer ilçelerinde narenciye üretiminin yoğun yapılmış
olduğu bölgelerde ocak ayında yaşanılan “don vurması” hadisesi ve akabinde
yazın çok sıcak ve kurak geçmesi, yüzde 40’lık, bizim bölgemizde ve dünyada
özellikle narenciye üretiminde söz sahibi olan ülkelerde de ciddi manada bir
rekolte düşümüne vesile olmuştur. Bu rekolte düşümüne bağlı olarak geçen yıl 30
kuruşa, dalından bile ihracatçıya satacak bir ortam bulamayan üreticiler bu yıl
limonu 80 kuruşa, 1 liraya satabilmektedirler.
Değerli
arkadaşlar, tabii ki tarımı modern hâle getirmemizin gerekliliği hepimiz
tarafından bilinen bir gerçektir. Dünyada özellikle ekolojik dengenin
değişmesi, tarımsal alanların daralması ülkemizi de dışarıya tarımda bağımlı
bir ülke hâle getireceği endişesini hepimiz yaşamak zorundayız. Tarım alanında
bu iyileştirmeleri, modernizasyonu yapmadığımız takdirde tarımsal üreticilerin,
çiftçilerin, narenciye üreticilerinin dertlerine merhem olmaya çalışmadığımız
süre içerisinde bu sıkıntıyı sadece onlar değil, toplum olarak hepimizin
çekeceği gerçeği de açıktır.
Bir milletvekili
olarak sizlere açık bir şekilde önerimiz şudur: Narenciye üreticilerine desteklerin
gerçekten erken, zamanında, özellikle hasat mevsimi başlamadan, temmuz -ağustos
ayları içerisinde- miktarı ne olacaksa önceden açıklanmalı, fiyat birimleri
tespit edilmeli ve nakit olarak, direkt olarak verilmesi gerekmektedir.
Teşviklerle
alakalı geçen yılki uygulamayla bu yılki uygulama arasında bir değişiklik
olmuştur. Teşvik uygulaması geçen yıl bir tonunu dünya piyasasına ihracattaki
satışın gerçek olmayan reel bedelinin 2 kat fiyatı gösterilirken 125 dolar
teşvik denilirken ihracatçı ancak 62,5 dolar teşvik alabilmekteydi. Ama bu yıl
yapılan kanuni bir düzenlemeyle ton başına sadece ihracatçıya 200 TL gibi bir
teşvik öngörülmekle beraber -fakat üzülerek ifade ediyoruz ki- maalesef bu
teşvik henüz ihracatçılara, listeleri belirlenmiş olmakla beraber, ellerine
geçmediğini de biliyoruz.
Rekoltenin yüzde
40 düşüş yaşadığını başta ifade etmiştim. Akdeniz ülkelerinin birçoğunda da
görülen iklim değişikliği maalesef Mersin’de de yaşanmış ve bu durum
üreticilerimizi mağdur etmiştir. Özellikle bölgemizde narenciye üretiminin
miktar olarak azalması yanında narenciye üreticisinin çekmiş olduğu bu
sıkıntının diğer bir nedeni de modern tesislerin kurulamaması. Yerinde, lokal
bölgelerde, sanayide ihracatın dışında limonun, portakalın, greyfurtun,
mandalinanın başka alanlarda kullanılacağı tesislerin yapılamamış olması ve
bunlar tarafından devletin öncü olarak teşvik vermemiş olması da narenciye
çiftçisinin önemli sorunlarının başında gelmektedir.
Özellikle dünyada
narenciye ihracatında önemli yer tutan ülkemiz bu alanda ciddi ve acil çözümler
bulmak zorundadır. Yoksa gerçekten yaş sebze ve meyve ihracatımızın önemli bir
kısmını oluşturan narenciye üreticileri kendiliğinden narenciye alanından
çekilip başka alanlara doğru yelken açmak zorunda kalacaklar. Tüm dünyanın
özellikle marka olarak bildiği Mersin Erdemli Limonlu’nun Lamas limonunun
yerinde iktidarınız devrinde maalesef yeller esmiştir. Oradaki insanlar limon
bahçelerini lağvedip onun yerine seracılığa doğru yönelmişlerdir.
Tarımsal girdi
maliyetlerindeki artışlar üreticiyi sürekli olarak geriye götürmüştür.
Dolayısıyla gerçekten Akdeniz Bölgesi’nde ve Mersin Erdemli bölgesinde üretimde
rekolte olarak giderek düşme olmuş olmasına rağmen ama maalesef ürünler yine de
yeterli fiyata satılamamaktadır. Bugün tarımsal girdi maliyetlerinin arttığı
gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda gerçekten narenciye üreticilerimizin
ciddi mağduriyet içerisinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir.
Narenciyede tabii
ki bölgede, özellikle yurt içi ve dış piyasaya ihracatta sunum için ulaşım da
önemli kademelerden, aşamalardan bir tanesidir. Dolayısıyla bölgede bu sektörde
soğuk zincirlerin kurulması, sera dönüşüm projesinin uygulanması, küçük
arazilerin 200-400 metre rakımdaki büyük arazilerle birleştirilerek devlet
tarafından desteklenerek büyük sera arazilerinin oluşturulması, yayla meyve ve
sebzeciliğinin geliştirilmesi, entegre tesislerinin kurulmasında da devletin
öncülük etmesini bölgede insanlar beklemektedir.
Tabii ki
narenciye üreticilerinin sorunları sadece bunlarla da kalmıyor. Özellikle
Erdemli’de -Mersin, Tarsus, Silifke, Erdemli arasına- daha önce yapımı
planlanan hava yolu henüz faaliyete geçmemiş. Ulaştırma Bakanlığından, bu hava
alanı yapımının bir hız verilerek bir an önce bitirilmesi de önemli
taleplerimizden bir tanesidir.
Narenciye
üreticilerinin dertlerini hep gündeme getirdiğimizde Hükûmet tarafından
üreticilere olumlu sözler her defasında verilmiş ama maalesef, artan ve geçen
yıllar içerisinde baktığımız zaman ürün değerlerinde ciddi bir artışın olmaması
önemli sorun olarak karşımızda durmaktadır. Hükûmetin bu konuda politikalarını
yeniden gözden geçirmesi gerektiği görülmektedir. Borç batağındaki mutsuz olan
çiftçiler sadece teşvik masalıyla huzura eremeyeceklerdir.
Bölgesel olarak
değerlendirdiğimizde, şu anda komşu ülkelerle yaşanan sorunlar ihracatımızı
olumsuz etkilemektedir. Özellikle Suriye ile yaşanan kriz Suriye üzerinde
yapılan ihracatımızı olumsuz etkilemiş; kısa yoldan ve maliyeti az olan ulaşım
uzun ve maliyetli yollarla yapıldığı için ihraç ürünün maliyetini arttırmış,
dolayısıyla iç piyasada ürünlerin fiyatları son derece düşmüştür. 02/10/2012
tarihi itibarı ile Mersin toptancı halinde alınan rakamlara göre -dikkatinizi
çekmek istiyorum- salatalık 15-30 kuruş, domates 30-60 kuruş, kabak 15-30
kuruş, patlıcan 15-30 kuruş, mandarin, portakal 40-50 kuruşa işlem görmektedir
ki bu rakamlar üretim maliyetlerinin oldukça altındadır.
İlimize has şu
anda narenciye üreticilerinin büyük sorunlarından bir tanesi de Ziraat
Bankasına olan borçlarıyla çiftçi ve narenciye üreticileri boğuşmak
durumundadır. 31 Temmuz 2012 tarihli ve 2012/3570 sayılı kararname ile sel, su
baskını, fırtına, aşırı yağış, dolu, don, kuraklık, yıldırım düşmesi ve hortum
gibi afetlere maruz kalarak en az yüzde 30 oranında zarar gören ve bu durumu
ilçe hasar tespit komisyonunca belirlenen gerçek ve tüzel kişilerin Ziraat
Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının yüzde 5 faizle bir yıl
süre ertelenmesine karar verilmiştir.
Ancak Mersin’de
merkez ilçe olan Akdeniz, Mezitli, Yenişehir, Toroslar ve Erdemli’de, maalesef,
hasar tespiti aşamasında insanlar tarım sigortası olması münasebetiyle, afet
gören vatandaşlar listesine alınmamış ve bunlardan faydalandırılmamışlardır.
Bununla ilgili yeniden bir düzenlemenin yapılması, çiftçilerin ve üreticilerin
acilen beklediği önemli sorunlardan bir tanesidir.
Tarım il
müdürlüklerince, ilçe hasar tespit komisyonlarının yeniden bir çalışma yaparak,
tarım sigortası bulunanlar da dâhil olmak üzere, ivedilikle yeni bir hasar
tespit çalışması -geçmişe dönerek- kabul görmezse, üreticilerin borç batağı
içerisinde, bankalara olan borçları münasebetiyle ellerinde olan topraklarının
haciz sorunuyla baş başa kalacaklarını bilmenizi istiyorum.
Geçtiğimiz
günlerde Akdeniz ilçesi Adanalıoğlu, Kazanlı, Yenitaşkent, Karacailyas,
Karaduvar gibi bölgelerimizde yaklaşık 100’den fazla örtü altı üreticimize
borçtan dolayı icra dairelerinde arazi satışı ile ilgili tebligatlar ulaşmış
olup, kasım ayı içerisinde Ziraat Bankası tarafından satış gerçekleştirileceği
kendilerine bildirilmiştir. Şayet müdahale edilmezse rakam önümüzdeki aylarda
binden fazla üreticimizi bu sorunla baş başa bırakacaktır.
O yüzden gerek
planlamanın yapılması gerekse üreticilerin ve çiftçilerin borçlarının
ertelenmesi, bankalardan alınan krediler karşısında çiftçinin mağdur duruma
düşürülmemesi için yeni bir düzenleme yapılmasına gerek ve ihtiyaç olduğunu
ifade ediyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Öz.
Aleyhinde Bitlis
Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu.
Buyurunuz
efendim.
HÜSAMETTİN
ZENDERLİOĞLU (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve
Demokrasi Partisi adına önerge üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi
ülkemiz bir tarım ülkesi olmasına rağmen, hâlen belli oranlarda ürünleri
dışarıdan ithal ettiğimiz görülmektedir. Tabii ki bu tablo, çok acıklı ve üzücü
bir tablodur. Halkımızın, tarım ülkesinde yaşamasına rağmen insanımızın yüzde
80’i köylü ama ne yazık ki bu ürünlerin istendiği düzeyde ücretlendirmede,
hatta ürünü pazarlamada yetersizlikler yaşanıyor. Bunun da AKP Hükûmetinin
politikalarından kaynaklandığını düşünüyoruz. Örnek olarak Konya Ovası, Kayseri
Ovası, Muş Malazgirt, Van Özalp, bir zamanlar hububat ambarı idi ama bugün
köylümüz, çiftçimiz zor durumdadır.
Bu durum yalnız
yaş sebze alanında da değil, aynı zamanda hayvancılık alanında da böyledir. AKP
Hükûmetinin yanlış politikalarından dolayı üretim durma noktasına gelmiştir.
Hiç kimse
yaşantısından memnun değil, ticaretten memnun değil, alan memnun değil, satan
memnun değil, halk memnun değil, köylü memnun değil, işçi-emekçi memnun değil,
öğrenci memnun değil. Evet, burada memnun olan bir grup var, o da AKP Hükûmeti
ve yandaşlarıdır.
Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde yaş sebze ve meyve üreticileri her yıl daha fazla sorunla
karşı karşıya kalmaktadırlar. Özellikle geçtiğimiz yıl Van depreminin ardından
Bitlis, Bingöl, Muş ve çevre illeri hububatta büyük zararlara uğramasına
rağmen, patates üreticisinin tarlada ürününün donmasına rağmen, hatta şeker
pancarı üreticisinin şeker pancarını üretip tarlada kalmasına neden olan don
olayında, Hükûmetin bu konuda bir destek sağlamadığını görüyoruz. Sadece
onların borçlarının bir yıl ertelendiğini söyledi. Ama bugün bir yıl doldu
fakat köylü, işçi, çiftçi mağdur durumdadır.
Özellikle Ahlat
ilçemizde 505 çiftçi şeker pancarı ekimi yapmakta idi. Ahlat ilçesinde 14 bin
dekar şeker pancarı toplanmamış, 496 çiftçi mağdur duruma düşmüştür. Sözleşmeli
olarak pancar ekimi yapan çiftçiler, ürünlerini toplayamadıkları gibi, banka
borçları ve şeker fabrikalarına olan borçları nedeni ile birçok sıkıntı
yaşamışlardır. Yapılan bazı çalışmalar neticesinde bankalara ve Erciş Şeker
Fabrikasına olan borçlarının ertelenmesi dışında yapılan hiçbir yardım
olmamıştır. Yani Bitlis ilindeki çiftçilerimiz bir sonraki alacakları mahsulün
tamamını satarak iki yıllık borçlarını ödemek zorunda kalmışlardır.
Bitlis ve
ilçelerinde yaş sebze ve meyve yetiştiren çiftçilerimiz birçok alanda zorluk
yaşamaktadırlar. Tabii ki mevsimin haşin olması, zorlu bir kış mevsiminin
yaşanması, erken kışın gelmesi tabii ki bu ekinciler üzerinde, köylüler
üzerinde, çiftçiler üzerinde büyük bir etki yaratmaktadır. Tabii ki yakıt,
gübre en başta gelen sorunlarından biridir. Bugün çiftçi aldığı gübrenin,
mazotun parasını sattığı üründen çıkaramamakta, hatta zarar etmektedir. Tabii
burada AKP Hükûmetinin, çiftçileri desteklemek, üretime katkı sunmak, Türkiye
ekonomisini ve tarımı daha üst seviyelere çıkarmak için birçok projeleri
olmasına rağmen biz bu alanlarda görmemekteyiz.
Önceki dönemde de
Bitlis’te bulunan bir Tekel tütün fabrikası vardı. Halk, üretici, ekininin de
gelirini ektiği tütünden almaktaydı ama ne yazık ki bu da şu anda yok. Halk
perişan, köylü perişan, insanlar perişan bir durumdadır. Birçoğu da metropol
şehirlerine göç etmektedir. Tekel tarafından tütün alımına son verilmesi ve
tütün ekiminin yapılmamasından dolayı Bitlis ilçelerine olumsuz etkilerini
bugün en çıplak gözle gözlemek mümkündür.
Tütün ekimi
yaptıkları tarlalarda başka bir ürün yetişmemektedir. Bundan dolayı,
insanlarımız, bölgemiz insanı yaş sebze ve meyve yetiştirmekte güçlük
çekmektedir çünkü her yörenin, her yerin, kendine özgü doğa koşullarına göre
meyve ve sebze yetiştirme olanağı vardır. Bugün, güneyde Mersin’de, Antalya’da,
Adana’da ve çevre illerindeki narenciye olayı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, bu
bölgemizde yoktur çünkü bu bölgenin koşulları ve iklim koşulları buna elverişli
değildir. Bu nedenle, yaş sebze ve meyvenin ekildiği mevsimde zaten hemen bir
ay içerisinde kışın bastırmasıyla bu yaş sebze ve meyve dona maruz kalmaktadır.
Dolayısıyla,
burada ekinin istenen düzeyde fiyat almaması da bunu etkilemektedir. Bu, şeker
pancarına konulan kota… Özellikle Norşin ilçemizde, Muş Ovası’nda, Malazgirt
Ovası’nda, hatta Erciş Ovası’nda, Van Erciş Ovası’nda, büyük düzeyde, çiftçiler
şeker pancarı ekmekteydiler. Bugün bu şeker pancarı tümden yok olmayla yüz
yüzedir. Bu nedenle, burada devletin -ve hatta- tarım politikasındaki
yetersizliğinden dolayı, bir destekleme fonu oluşturulmamaktadır, verilen
destekler de yeterli değildir ve zamanında köylüye tevdi edilmemektedir.
Tabii ki bu,
hububat alanında, yaş sebze alanında olduğu gibi, hayvancılık alanında da büyük
bir yetersizlik yaşanmaktadır. Görüldüğü gibi, bugün bölgemiz… Bingöl, Muş,
Ağrı, Van, Kars, bu bölge hayvancılıkla geçimini sağlamaktaydı ama ne yazık ki,
gün geçmesin ki dağlar bombalanmasın, gün geçmesin ki bir olay yaşanmasın.
Bundan dolayı artık insanlar, köylüler, çiftçiler hayvancılığı da terk etmek
zorunda kalmışlardır. Bu nedenle, eğer bir insan özgürce kendi tarlasında,
bağında, bostanında gezemiyorsa, özgürce üretim yapamıyorsa ve bu üretimin
pazarlamasında kuşku duyuyorsa -o insanın bir ikilem içerisinde kalması- tabii
ki ürününden de istenen verimliliği de sağlayamaz. Bunun nedeni de hepinizin
bildiği gibi, belirttiğim, özgür yaşamama, özgürlükten, hatta yarının ne
olacağından endişelendiğinden dolayı böyle bir üretimden de kaygı duymaktadır.
Buna en güzel örneği hayvancılık olarak gösterebiliriz ki bugün hayvancılığı en
yoğun olan bölge olmamıza rağmen dışarıdan ithal edilmektedir. Eğer bu destek
köylüye, çiftçiye sağlanmış olsaydı, bugün dışarıdan herhangi bir ürünü ithal
etme veya hayvanı ithal etme ihtiyacı duyulmayacaktı. Bu nedenle söylüyorum:
AKP Hükûmetinin bütün alanlarda bu politikaları çürümüştür. Bu politikaların
söylemleri boştur. Bu nedenle, bir an evvel, Tarım Bakanı -bölgenin insanı
olmasına rağmen bölgeye istenen ilgi ve alakayı göstermemektedir- inanıyorum ki
bundan böyle köylüyü, işçiyi, emekçiyi, dar gelirliyi destekleyecek bir proje
üzerinde yoğunlaşır ve bölgemizde de artık insan istediği ürünü üretme
zevkiyle, üretme heyecanı ve coşkusuyla, ürettiğini pazarlama endişesine
girmeden hayvanını, ürününü pazarlayabilme sevincini yaşasın.
Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Zenderlioğlu.
Lehinde, Antalya
Milletvekili Yıldıray Sapan.(CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Sapan.
YILDIRAY SAPAN
(Antalya) – Milliyetçi Hareket Partisi Grup önerisi lehine söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, ülkemiz için çok önemli olan narenciye sektörünün son yıllarda
sorunları gittikçe artma eğilimi göstermektedir. Narenciye sektörü, ülkemiz yaş
sebze ve meyve ihracatının yarısını karşılamaktadır ve dünyada üretilen 124
milyon ton narenciyenin 3,5 milyon tonu Türkiye tarafından karşılanmaktadır.
Bunun 1,5 milyon tonu iç pazarda tüketilmekte, 1 milyon tonu ihraç, asıl en
büyük sorun olan ise elde kalan yaklaşık 1 milyon tondur.
Değerli
arkadaşlar, tabii elde kalmasının en önemli gerekçesi ise AKP Hükûmetinin,
narenciye sanayisini desteklememesinden kaynaklanmaktadır ve bir de ürün
çeşitlendirilmesi yapılamamasından.
Sektör, nereden
bakarsanız bakın 1 milyon kişiye iş ve aş sağlamaktadır. Ne yazık ki, bu
stratejik önemde olan narenciye sektörü, üretim ve pazarlama politikalarının
belirleneceği aktif bir platformun hâlihazırda hayata geçirilememiş olmasıdır.
Bakınız, tarlada 30 kuruş olan limon marketlerde 10 kuruşa satılmaktadır.
Türkiye’nin narenciye üretiminde lokomotif ili olan Mersin’de durum, tüm yaş
sebze ve meyvede olduğu gibi narenciyede de kötü başladı. Mersin halinde
durgunluk hâkim, millet tavla oynuyor. Aydın daha farklı değil.
Geçen sene çok
kaliteli bir narenciye üretimi yapılmasına rağmen portakal, meyve suyu
fabrikalarında ancak 4 kuruşa alıcı bulabildi. Yeni sezon ise maalesef farklı
görünmüyor.
Bir başka
şanssızlığımız ise dünyanın en başarısız bir Dışişleri Bakanına sahip olmamız.
Dolayısıyla, 11 Orta Doğu ülkesine yapılan narenciye ihracatımız durma
noktasına geldi. Sırf Suriye’deki karışıklık yüzünden Hatay, narenciye
ihracatında yüzde 35 düşüş yaşıyor. Geçen yıl 280 bin ton üretimi
gerçekleştiren ve bunun yüzde 70’ini ihraç eden Dörtyol âdeta tükenmiş durumda.
Suriye’ye yapılan toplam yaş sebze ve meyve ihracatında yüzde 75 düşüş
yaşanıyor. Sadece bu mu? Hayır. AKP’nin bölgedeki yanlış politikaları yüzünden
Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır ve Cezayir gibi ülkelere kara yolunun kapanması,
durumun vahametini daha da net ortaya koyuyor.
Yine, Antalya’da
Kumluca, Finike ve Demre ilçelerinde yetişen narda oluşan fiyat da çok farklı
değil ve bu beklentilerin altında kaldı. Geçen yıl kilosu 1 TL olan nar 50 kuruşa
bile alıcı bulamamaktadır.
Değerli
arkadaşlar, nar, bakımı ve işçiliği çok zor olan bir üründür. Nar üreticisi
geçen yıla göre yüzde 50 zararda. Yeni mahsulde ise durum başlı başına bir
mizah konusu. Bazı üreticiler, yeni mahsulün 10-15 kuruşa kadar zor alıcı
bulduğunu ve 7 kilo narın ancak bir çayı karşılayabildiğini söylüyor. Benim bu
noktada bir önerim var: Geçtiğimiz aylarda, AKP Hükûmeti okullarda bir süt
kampanyası başlattı. Bu elde kalan, dalda kalan ürünleri de alsın, okul
çağındaki çocuklarımıza dağıtsın; bu sayede hem ürün değerlenmiş ve satılmış
olur, üreticiden alınmış olur hem de belki de hayatlarında o ürünleri hiç
tatmamış olan çocuklarımız bu ürünü tatmış olur.
Değerli
arkadaşlar, 2 bin lira bakım maliyeti olan 1 dekar narenciyenin getirisi,
zorlasanız zorlasanız, yine 2 bin lira oluyor. Bunun yanında, ilaç, gübre,
mazot ve elektrik fiyatlarının da önlenemez yükselişi maliyeti gitgide
artırmaktadır. Bu saydığım ürünlerin son üç dört yıldaki artışı yani girdinin
artışı yüzde 40’ı bulmaktadır. Buna karşılık, AKP Hükûmetinin 2011’deki
narenciye ihracatı desteklemesi ton başına 125 dolardır ve bu, o zamanki kura
göre yaklaşık 215 TL’dir, bu sene ise 200 TL civarındadır.
Değerli
arkadaşlar, zirai mücadelede yapılan yanlış uygulamalar dolayısıyla narenciye
üreticisi büyük sorunlar yaşamaktadır. Bildiğiniz gibi, yine AKP Hükûmeti,
zirai ilaç kalıntısına çare olarak birçok kimyasal maddenin kullanımını
yasakladı, hatta Avrupa ülkelerinde belli sınırlar içerisinde kullanılan başka
bazı kimyasalları da yasakladı. Fakat bu yasaklama, yeterli altyapıdan yoksun
üreticinin daha buna kendini hazırlayamadan uygulamaya başlatıldı ve sonunda
üretici unlu bitle karşı karşıya getirildi. Zira üreticinin zararlara karşı
kullanacağı ilaç sayısı sınırlı.
Yine geçtiğimiz
günlerde, Finike’de 30 kadar üreticinin kimyasal kullanımı ile ilgili bulunulan
şikâyette, görülen davada ve verilen kararda… Karar, AKP Hükûmetine âdeta bir
tokattı. Zira mahkeme şikâyet konusu kimyasalın Avrupa’da da kullanılmakta
olduğunu ve bu belirlenen MRL değerlerinin Avrupa’da da kullanılabildiğini, o
seviyede olduğuna kanaat getirip beraat ettirdi. Bu olay, AKP Hükûmetinin bu
uygulamada yaptığı yanlışlığın âdeta bir kanıtı oldu.
Değerli
arkadaşlar, narenciye üreticilerinin bir başka sorunu ise akredite edilmiş
laboratuvar sorunu. Her tır için ayrı analiz zorunluluğunun bulunması ve her
tır için 400 TL ödenmesi, üreticiye hem zaman hem emek hem de ek maliyete sebep
oluyor. Bir süreden beri kendi seçim bölgemden de, Antalyalı tarım üreticilerinden
de hiç hoş olmayan sesler yükseliyor arkadaşlar. Üretici para kazanamadığından,
zarardan bahsediyor. Ürününü toplayıp hallere götürmediğini belirtiyor çünkü
para etmediğini söylüyor. Alanya’dan, Serik’ten, Aksu’dan, Doyuran’dan,
Kumluca’dan benzer yakınmaları duyuyoruz. Daha sonra bu yakınmalara ürünlerin
çöpe, yola dökülme eylemleri de eklendi. Üretici bu şekilde sesini duyurmaya
çalıştı. Antalya’nın hemen her yerindeki tarım üreticisi feryat figan ediyor.
Komisyoncuların bazıları intihar etme eşiğinde, bazıları etti. Ne yazık ki
yetkililer bütün bunlara rağmen tarımın içinde bulunduğu olumsuz durumu iyi
analiz etmiyorlar. Antalya’nın dört bir yanından üretici “Batıyoruz.” diye
feryat ediyor. Üretici “Batıyoruz.” diye feryat ederken tam tezat bir şey
oluyor, geçtiğimiz günlerde Mehdi Bey
Antalya’da Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 5. Tarım Bakanları
Toplantısı’na ev sahipliği yaptı ve orada çok pembe tablolar çizdi; işte, on
yılda uygulanan tedbirler sayesinde tarımsal üretim ve verimliliğin arttığını,
yaklaşık 62 milyar tutarındaki tarımsal üretim değerleriyle dünyanın yedinci
sırasında olduğumuzu filan söylerken tam da orada bazı köylüler “Battık,
batıyoruz.” diye feryat ediyorlardı. Bu durumun “Yükseliyoruz, beşinci ülke
oluyoruz, 62 milyar dolar.” diye bahseden Bakanla örtüşmesi çok ciddi, yaman
bir çelişkiydi arkadaşlar.
Tarımdaki
sıkıntıyı dile getiren sadece üreticiler değil; Alanya, Manavgat, Serik,
Kumluca ve Antalya Toptancı Halinde faaliyet gösteren sebze komisyoncuları da
yaşanan krize dikkat çekmeye çalışıyor. Hükûmetin yürürlüğe soktuğu toptancı
halleriyle ilgili yönetmelik ile Çek Yasası’ndan da komisyoncularımız çok
yakınıyor.
Bir başka konu
ise arkadaşlar, birlik olmak için çok fazla bürokratik işlem ve büyük maliyet
isteyen AKP Hükûmeti, bu sert bürokratik işlemleri bir kenara bırakıp
üreticimizin birlik olmasına yardımcı olmalıdır. Birlik olunamadığı için
pazarlamada denetim sağlanamıyor. Narenciye dışarıda imaj kaybediyor. Örgütsüz
kalan üretici tüccara çarpılıyor, yok olmaya, dolandırılmaya mahkûm ediliyor.
Teşekkürler;
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Sapan.
Aleyhinde,
Antalya Milletvekili Hüseyin Samani; buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HÜSEYİN SAMANİ
(Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin narenciye üreticisinin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili vermiş
olduğu önerge hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, tarım sektörü aslında ülkedeki diğer sektörlerden farklı bir sektör
değil. O sektörlerle direkt veya endirekt, doğal olarak ilişkisi olan bir
sektör. Dolayısıyla, biz tarım sektörünü değerlendirirken, tarım sektörünün
sorunlarını değerlendirirken bir anlamda aslında ülkedeki diğer gelişmeleri de
göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bunu bizzat bu sektörün içerisinde yaşayan,
sadece yaşamakla kalmayıp üreticilik ve çiftçilik yapan bir kardeşiniz olarak
ifade etmek istiyorum; yıllarca bu sektör içerisinde çalışmış, üreticilere danışmanlık
yapmış, ülkedeki diğer sektörlerdeki sıkıntılıların sıkıntısını bizzat
hissetmiş, ekonomideki kötü gidişatın tarım sektörüne olan olumsuz etkilerini
hissetmiş olan bir kardeşiniz olarak ifade etmek istiyorum.
Tarımı
değerlendirirken, genelde, tarım sektörüne yapılan destekler üzerinden bir
değerlendirme yapılıyor. Bunun aslında çok da doğru olmadığını şahsen
düşünenlerdenim. Zira, üreticinin yanında olmak, üreticinin sorunlarını tespit
etmek, beklentilerini iyi analiz etmek gerekiyor. Tarım sektörünün sorunlarına
baktığımız zaman, genel olarak, birincisini üretimle ilgili sorunlar,
ikincisini ise pazarlama ile ilgili sorunlar olarak ele alabiliriz. Üretimle
ilgili sorunlara kısaca değinecek olursak, üretimle ilgili sorunlar, çiftçinin,
kısaca, sizin de bildiğiniz gibi, tohum veya fide döneminden pazara getirene
kadarki sorunları. Pazarlama ile ilgili sorunlar ise paketleme aşamasından
pazara arzı, pazarda takibi ve pazardaki sorunların giderilmesi, takip edilmesiyle
ilgili meseleleri içermekte, üretimle ilgili sorunlara baktığımızda bunların en
önemlilerinden bir tanesi de üreticilerin üretim alanlarını genişletmek ve
üretimi sürdürülebilir kılmakla ilgili sorunlar olarak ele alabiliriz. İşte tam
bu noktada da, diğer sektörle ve ülkenin diğer ekonomik gidişatıyla ilgili
olduğunu bizzat görebiliriz. Çünkü, üreticinin işletme faaliyetini
sürdürebilmesi için kredi desteğine ihtiyaç vardır ve bu krediyi de ilgili
bankalara müracaatla alabilirler.
Bundan çok önceki
dönemde üreticiler kredi almak için müracaat ettikleri zaman ancak yüzde
59-60’lık faizlerle kredi alabilmekteydi; bugün ise yüzde 5 ve yüzde sıfır
aralığındaki faiz oranlarıyla kredi alabilmekteler. Dolayısıyla, çok önceki
dönemde… Yani üreticinin yanında olmak, sadece destekle, cebine para vermekle
değil, ona kredi vererek ve uygun şartta kredi vererek hayatını sağlamakla
mümkündür. Yüzde 59-60’lık bir kredi vermek şu demek: Üreticiye 100 bin TL
kredi vereceksiniz, 60 bin TL’sini diğer cebinden alacaksınız anlamına gelmekte
bu. Yani üretici, 100 bin liralık kredide ancak 40 bin TL’siyle hayatını devam
ettirebilmek zorunda kalacak. Şimdi ise 100 bin liralık kredi alan bir üretici,
5 bin lirasını faiz olarak ödeyecek, 95 bin lirayla işletmesini sürdürmek noktasında
adım atabilecektir.
Değerli
arkadaşlar, tabii bugün, özellikle bu tarım sektörünün sorunları içerisinde
narenciye üretimiyle ilgili… Narenciye üretimini biz nereye koyuyoruz? Meyve
üretiminin içerisinde bir üretim alanı olarak değerlendirebiliyoruz. Meyve
üretimine baktığımız zaman, aslında ülkemiz yıllar itibarıyla on ikinci sıradan
bugün altıncı sıraya gelmiştir.
KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) – Mazota gel mazota, gübreye gel gübreye!
HÜSEYİN SAMANİ
(Devamla) - Sıraya baktığımız zaman, dünyadaki yerine baktığımız zaman on
ikinci sıradan altıncı sıraya gelmiş. Peki, ürettiği ürünü pazarlama noktasında
neredeyiz, ihracat noktasında neredeyiz? Yaş sebze ve meyve ihracatında 534
milyon dolardan bugün 2,5 milyar dolara gelmişiz, orada da ciddi bir artış var.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Dolar görmedik, TL’ye gel TL’ye!
HÜSEYİN SAMANİ
(Devamla) - Tarım sektörünü konuşurken rakamlarla konuşmamız gerekiyor genel
olarak.
KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) – Çarpıtıyorsun, çarpıtıyorsun.
HÜSEYİN SAMANİ
(Devamla) – Narenciyeye geldiğimiz zaman, bugün dünyada narenciye ihracatına
baktığımız zaman, dünyada portakal ihraç eden ülkelerin arasında 7’nci
sıradayız Türkiye olarak. Mandalina ihraç eden ülkeler arasında 3’üncü
sıradayız, greyfurt ihraç eden ülkeler arasında 3’üncü sıradayız ve limon ihraç
eden ülkeler arasında ise yine 2’nci sıradayız.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Zenginlikte, fakirlikte kaçıncı sıradayız, onu söyle.
HÜSEYİN SAMANİ
(Devamla) – Dünyadaki yerimize baktığımız zaman, dünya ülkeleriyle mücadelemize
baktığımız zaman, belli bir yükselme görülmüş.
Değerli
arkadaşlar, size yeni bir gelişmeden bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz 18 Kasımla
24 Kasım arasında İspanya’nın Valencia kentinde uluslararası turunçgil kongresi
düzenlendi. Bu kongreye 1.500 civarında delegasyon katıldı 57 ülkeden ve biz
Türkiye olarak bu kongrenin bundan sonraki yılların herhangi birisinde
Türkiye’de yapılması noktasında aday olduk, talepte bulunduk ve nitekim bu
yılki yapılan kongrede 2020 yılında uluslararası turunçgil kongresinin
Türkiye’de yapılmasını kazandık.
KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) – Aman ne başarı ya, ne büyük başarı! Narenciyeyi bilmediğin
buradan belli zaten.
HÜSEYİN SAMANİ
(Devamla) – Bu çok önemli bir konu. 1.500 tane bu konudaki bilim adamı gelecek
ve... Türkiye’nin narenciye üretiminde uluslararası bir aktör olduğunu gösteren
önemli bir göstergedir bu. Nitekim bu kongre aşamasında ülkemizdeki narenciye
üretimini bütün boyutlarıyla dünyanın bütün kesimlerine anlatma imkânımız ve
fırsatımız olacaktır.
Değerli
arkadaşlar, yine bu dönemde iki önemli kuruluş kuruldu narenciyeyle ilgili.
Bunlardan bir tanesi Ulusal Turunçgil Konseyi, bir tanesi de Narenciye Tanıtım
Grubu; bu dönemde ele alınan kurumlardır. Bu kurumlar da yine ülkemizde bu
alanda çok önemli gayretler ortaya koymaktadır. Nitekim Ulusal Turunçgil
Konseyi ülkemizde üretilen turunçgillerin envanterini çıkarmak üzere bir
çalışma yaptı şu anda, Tarım Bakanlığının da desteği ve koordinasyonuyla. Bu
çalışmayı Adana bölgesinde bitirdi, Mersin’in yüzde 50’sini bitirdi, önümüzdeki
yıllarda ise, gelecek yıl ise Antalya, Hatay ve Mersin’in kalan bölgesini
bitirecek. Yine, Narenciye Tanıtım Grubu önemli bir çalışma başlatıyor şu anda.
KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) – Hele bir şu mazota gel, gübreye gel, ilaca gel, beyaz yağa
gel!
HÜSEYİN SAMANİ
(Devamla) – Bu çalışmayı da Antalya’daki Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma
Kuruluşuyla ve Mersin’de bulunan Alata’yla, ilgili üniversitelerle birlikte
yapıyor. Peki, bu çalışma nedir? Bu çalışma da şu: Ülkemizde üretilen narenciye
çeşitlerinin adaptasyonuyla ilgili bir çalışma bu, yani hangi çeşitle, hangi
sezonda, hangi dönemde daha iyi üretim yapabiliriz ve kışa doğru kayan dönemde
hangi çeşitleri, yaza doğru kayan dönemde hangi çeşitleri bundan sonra
üretebiliriz. Zaten üreticilerin asıl beklediği mesele de budur. Bununla
birlikte narenciye üretimini daha geniş bir periyoda yayabilme imkânımız
olacaktır.
İşte,
üreticilerin sorunlarını ele alırken onun üretimle ilgili meselelerini ele
almak durumundayız, üretimi geniş bir periyoda nasıl yayabiliriz, bunun
çalışmasını yapmak durumundayız. Nitekim, şu anda Tarım Bakanlığı da tarımla
ilgili bütün meselelerde buna dikkat çekmek üzere bu çalışmaları başlatmıştır.
Biraz önceki
Değerli Antalya Milletvekili Hatip Arkadaşım -ona bir cevap olsun diye
söylemiyorum, bilgilendirmek maksadıyla söylüyorum, sektörün içerisindeki bir
kardeşiniz olarak bilgilendirme maksadıyla söylüyorum- sebze ve meyvedeki
kalıntıyla ilgili meseleye değindi. Bu çok önemli aslında, hepimizi ürküten bir
mesele, yani biz yaş sebze, meyve yerken ne kadar emniyetli, bunu bilmemiz
gerekiyor. Çok eski dönemlerde bu kalıntı oranı yüzde 22’lerdeydi, bugün yüzde
1,5 seviyesine indi, yani dünyadaki gelişmiş ülkelerden daha iyi bir seviyeye
geldik. Elbette bu, bu noktaya gelirken Tarım Bakanlığının almış olduğu birçok
tedbirlerin faydası oldu, yani biyolojik mücadeleye yapılan destekler, feromon
tuzaklarına yapılan destekler, bombus arısına yapılan destekler, yine doğru
ilacı doğru zamanda kullanmayla ilgili yapılacak olan destekler, üreticilere
verilen danışman desteğiyle ilgili devletin vermiş olduğu destekler bunda çok
önemli bir mesafe almamızı sağladı ve bugün dünyada çok iyi bir noktadayız
diyorum ve Tarım Bakanlığının gerek narenciyeyle gerek tarımın diğer
kısımlarıyla ilgili gerekli çalışmaları yerine getirdiğini belirtiyor ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Samani.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arayacağım.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmemiştir.
BAŞKAN – Sayın
Halaman, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre bir söz talebiniz vardı.
Buyurun,
yerinizden alalım.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Kars Milletvekili
Yunus Kılıç’ın Milliyetçi Hareket Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ALİ HALAMAN
(Adana) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.
Şimdi, önerge
aleyhine konuşan iktidarın hatipleri, tarımın, hayvancılığın iyi olduğunu, bu
önergenin yanlış olduğunu söylediler. Bir de Et ve Balık Kurumunun 57’nci
Hükûmet döneminde özelleştiğine atıfta bulundular. Et ve Balık Kurumu 57’nci
Hükûmet döneminde, Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp döneminde özelleşmedi, daha
önce ve daha sonra özelleşti, bir bu.
İkincisi, bir iki
ay içerisinde sırf Adana’da ve çevresinde 70-80 bin tane hayvan öldü. Buna
üçgün hastalığı dediler; gerekçesi, yokluktan, besinsizlikten, ilaçsızlıktan
ölüm. Bunun için İktidar bir gün bir tedbir geliştirmedi, bir şey de söylemedi.
Üçüncüsü, yine,
Doğu Anadolu Bölgesi’nde hayvancılık çok yapılmasına rağmen, şarkta, beş altı
senedir PKK hayvancılığı yasaklar gibi davrandı, yok etti, İktidar bir gün
çıkıp bu hayvancılığın önünü açma noktasında bir laf da söylemedi, geliştirdiği
tedbiri de anlatmadı. Yani, hatipler gerçekçi konuşsun, reel konuşsun.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Halaman.
Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, Karadeniz Ereğlisi tersaneler bölgesinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verilmiş olan (10/283) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
29/11/2012 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
29.11.2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun, 29.11.2012 Perşembe günü (Bugün) yaptığı
toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından,
Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Mehmet
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkanvekili
Öneri
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler Kısmında yer alan (Karadeniz Ereğlisi Tersaneler Bölgesinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önemlerin belirlenmesi amacıyla
verilmiş olan) 10/283 Esas Numaralı Meclis Araştırma Önergesinin görüşmesinin,
Genel Kurul'un 29.11.2012 Perşembe günlü (Bugün) birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin
lehine, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
Köktürk.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Karadeniz Ereğli Alaplı tersaneler bölgesinde yaşanan
sorunlar ile bu sorunların bölgenin ekonomik ve sosyal yaşamına yansımaları
açısından alınacak tedbirlerin tespitine yönelik araştırma önergemizin gündeme
alınmasını içeren Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi üzerine söz almış
bulunuyorum. Öncelikle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, 2007 yılından 2008 yılı başına kadar Tuzla tersaneler
bölgesinde meydana gelen yoğun iş kazası ölümleri ve diğer sorunlar nedeniyle
geçtiğimiz yasama döneminde Meclis araştırma komisyonu kurulmuş ve bu komisyon
çalışmalarını tamamlayarak öneri ve çözüm yollarını içeren çalışma raporunu
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur. Ancak, tersanecilik
sektöründe yaşanan sorunlar sadece Tuzla tersaneler bölgesine münhasır
değildir. Karadeniz Ereğli, Alaplı ve çevresinde faaliyet gösteren tersanelerde
de büyük sorunlar yaşanmaktadır. Yaşanan bu sorunlar bölgedeki çalışma
barışını, bölgenin iskân ve ekonomisini ağır bir şekilde etkilemektedir.
Ayrıca, kriz gerekçesiyle Erdemir’de çalışan işçi ücretlerinin geriye çekilmesi
ve çalışan işçi sayısının azaltılması nedeniyle sarsılan Karadeniz Ereğli
ekonomisi bundan birkaç yıl öncesinde büyük bir istihdam ve umut kapısı olarak
gösterilen tersanelerde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle de daha büyük bir
sarsıntı geçirmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Karadeniz Ereğli Alaplı bölgesinde faaliyet gösteren, üretim
yapan 11 tersane bulunmaktaydı. Bu tersanelerde 2008 yılı rakamları itibarıyla
7 bini fiilî sigortalı, geriye kalanı taşeron işçisi olmak üzere 11 bin işçi
çalıştırılmaktaydı. Ancak 2008-2009 yılında meydana gelen, Sayın Başbakanca teğet
geçtiği ifade olunan global kriz ve kriz sonrasında ülkemizde AKP İktidarınca
uygulanan ekonomik politikalar, Tuzla’dan sonra ikinci sıra tersaneler bölgesi
olan Karadeniz Ereğli’yi, Alaplı’yı teğet geçmemiş, maalesef tam tersine,
derinden etkilemiştir.
Önemli bir
istihdam yaratan, döviz girdisi sağlayan, beraberinde yan sanayiyi sürükleyen,
ülke savunmasına hizmeti nedeniyle stratejik önem taşıyan, deniz ticaret
filosunu destekleyen bu tersanelerin büyük bir bölümü 2009 yılı başlarından
itibaren yoğun işten çıkarmalarla bölgenin ve ülkenin gündemine taşınmıştır.
Nitekim, bunun sonucu olarak bu tersanelerde 2008 yılında 7 bin civarında olan
fiilî sigortalı çalışan sayısı, İŞKUR rakamlarına göre, kademeli olarak, önce,
2009 yılında 1.450’ye, 2010 yılında 481’e, 2011 yılında 300’e ve 2012 yılı Ekim
ayı itibarıyla yani bugün itibarıyla da 150 gibi oldukça sembolik rakamlara
düşmüştür yani 7 bin fiilî sigortalı çalışandan 150’ye düşen çok ağır bir süreç
söz konusudur.
Değerli
milletvekilleri, kalan işçi sayısı rakamlarından görüldüğü gibi, milyonlarca
taşla deniz doldurularak, büyük bir emek ve çaba sarf edilerek kurulan bu
tersanelerin neredeyse tamamı tüm faaliyetlerini durdurmuş ve kapanmıştır,
hatta bu tersanelerden bir bölümü icra müdürlüğü kanalıyla satışa
çıkarılmıştır.
Gelinen nokta
itibarıyla, bugün Karadeniz Ereğli tersanelerinde toplam 29 bin 300 dead weight
ton kapasiteli 4 adet gemi kızaktadır, sadece 5.300 dead weight ton kapasiteli
tek bir kimyasal tankerin inşası sürmektedir. Bu rakam ve bilgiler Karadeniz
Ereğli tersanelerinin içine düştüğü içler acısı durumu gözler önüne
sermektedir.
Değerli
milletvekilleri, tersanecilik sektöründe içine düşülen duruma, bölgeye yönelik
yansımaları açısından bakıldığında ise yaşanan sorunlarda ilk olarak emek kesiminin
ağır bir şekilde mağdur olduğu görülmektedir. Sektörde, öncelikle, çalışan
işçilerin ücretlerini alamamaları, ardından binlerce işçinin işten
çıkarılmaları, işten çıkarılan işçilerin evlerine ekmek getirememeleri,
çocuklarının, ailelerinin en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma
düşmeleri emek kesiminde yoğun mağduriyetlere yol açmıştır. İş akitleri sona
erdirilerek işten çıkartılan işçilerin ihbar tazminatı, kıdem tazminatı gibi iş
hukukundan doğan alacaklarını alamamaları da Karadeniz Ereğli’de çalışma
barışını bozmuştur.
İkinci olarak,
tersanelerdeki tüm işçilerin işten çıkartılması, 8-10 bin kişinin birdenbire
işsiz kalması sadece işten çıkartılan işçileri ve ailelerini etkilemekle
kalmamış aynı zamanda Karadeniz Ereğli’nin, Alaplı’nın ekonomik ve sosyal
yaşamına genel olarak büyük darbe vurmuştur. Bu durum, âdeta mütemadiyen
kanayan, acil müdahale edilmesi gereken büyük bir yaraya dönüşmüştür.
Değerli
milletvekilleri, Karadeniz Ereğli, başta demir-çelik sektörü ve taş kömürü
olmak üzere gelişmiş sanayisi ve yetişmiş insan gücüyle çok uzun yıllardan beri
ülkemize büyük hizmetler vermektedir. Bu anlamda, Karadeniz Ereğli, gerek
yaptığı katkılar gerekse nüfusu, sosyal ve ekonomik yapısı itibarıyla sadece
Zonguldak’ın değil Karadeniz’in en önemli ilçelerinden birisidir ancak uzun
yıllardır ülkemize büyük katkılar sağlayan, tüm ülkemizi çok ciddi bir şekilde
etkileyen 2001 krizini bile neredeyse hiç hissetmeyen Karadeniz Ereğli bölgesi
maalesef bugün çok sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Karadeniz Ereğli Ticaret
ve Sanayi Odasının verilerine göre yaşanan kriz nedeniyle 2011 yılından
itibaren 300’e yakın ticari işletme faaliyetine son vermiştir. Birçok ticari
işletme de vergi dairesine, bankalara, Sosyal Güvenlik Kurumuna olan borçlarından
ötürü oda kayıtlarını kapatamaz duruma gelmiştir.
Karadeniz’in en
büyük odalarından birisi olan Karadeniz Ereğli Ticaret ve Sanayi Odasının bugün
itibarıyla 3.487 üyesinden sadece 2.013’ü zorlukla ayakta durabilmekte,
zorlukla faaliyetlerini sürdürebilmektedir.
Yine, Deniz
Ticaret Odasının en son hazırladığı rapora göre, ilçede 2002 yılında 5 bin
esaslı tek bir icra dairesi varken, bugün 2 icra dairesi 35 bine ulaşan derdest
icra dosyası, 43 bine ulaşan icraya düşmüş insan sayısı ve 20 binleri aşan
insan göçü yaşanan krizin boyutlarını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Çalışan sigortalı
işçilerini ve teknik elemanlarını dünya standartlarına uygun yetiştirebilmek
için büyük uğraş ve mücadele veren Karadeniz Ereğlisi, yakın zamana kadar göç
alan önemli bir yerleşim birimiyken, bugün, maalesef yetişmiş insan gücünü göç
veren, dışarıya gönderen bir ilçe konumuna dönüşmüştür.
Tüm bunların yanı
sıra daha da acısı, işsiz kalan emek kesimindeki ve krizden etkilenen iş
çevrelerinde yaşanan yoğun intiharlardır. Bu intiharlar, aslında dramın,
vahametin boyutunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Bu tabloya daha
fazla dayanamayan Deniz Ticaret Odası da geçtiğimiz günlerde tüm bu sorunları
açıklayan, tespitlerini içeren ve çözüm yollarını gösteren raporunu Sayın
Başbakana da sunmuştur.
Değerli
milletvekilleri, sonuç olarak teğet geçen değil delip geçen global kriz ve bu
global kriz sonrasında ülkemizde uygulanan AKP politikaları, Karadeniz Ereğli
tersaneleri ve bölge ekonomisi üzerinde yıkıcı etkiler yaratmıştır.
Zonguldak’ın,
Karadeniz’in iki önemli varlığı taş kömürünün ve çeliğin devlet eliyle teşvik
dışında bırakılması sonucu yan sanayi yatırımlarının yapılamaz duruma gelmesi
de bu yıkıcı etkileri daha da arttırmıştır. Kriz döneminde aldıkları devlet destekleriyle
rekabetçiliklerini koruyan rakip ülkelerdeki firmalara karşın, ülkemizde yanlış
uygulanan, sektörle, Karadeniz Ereğli’yle, Zonguldak’la örtüşmeyen teşvik
politikaları sonucu, içine girilen bu darboğaz aşılamamıştır. Bu darboğazın
aşılması için acil önlemler zorunludur.
Tüm bu veriler
ışığında, Karadeniz Ereğli tersaneler bölgesinde yaşanan sorunların ve bu
sorunların Karadeniz Ereğli bölgesine olan ekonomik ve sosyal yansımalarının
araştırılması için bir araştırma komisyonu kurulması önerimiz vardır, grup
önerimiz de buna yöneliktir. Grup önerimizin gündeme alınmasını arz ve teklif
ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Köktürk.
Aleyhinde,
Zonguldak Milletvekili Ercan Candan.
Buyurunuz Sayın
Candan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ERCAN CANDAN
(Zonguldak) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisince verilen Karadeniz Ereğli tersaneleriyle ilgili Meclis araştırma
önergesi aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
2003 yılında 14
bin kişi tersanelerde, 42 bin kişi de yan sanayide istihdam edilmekte iken bu
sayı 2007 yılında tersanelerde 33.480, yan sanayide ise 100.440’a ulaşmıştır.
2008 dünya global krizinin etkisiyle istihdam oranları hızlı bir düşüşe girmiş,
son iki yılda tekrar bir toparlanmayla 2012’nin ilk dokuz ayında tersanelerde
21.769, yan sanayide ise 65.307 kişi istihdam edilmektedir. Seçim bölgem olan
Karadeniz Ereğli’de 2003 yılında Sayın Başbakanımızın temelini attığı tersanede
toplam 770 dönümde faaliyet gösteren 9 tersane bulunmaktadır. Karadeniz Ereğli,
sanayisi, ticareti -biraz önce diğer arkadaşımızın söylediği gibi- ekonomisi ve
sosyal yapısıyla yaklaşık 110 binin üzerinde nüfusu olan bir ilçemizdir burası.
Bu özellikleriyle ülke ekonomisine ve devlet bütçesine ilçemiz yıllardır ciddi
katkılar sağlamaktadır. Tersanelerin faaliyete geçmesiyle üst seviyeye çıkan
ilçe ekonomimiz global krizin etkisini en fazla yaşayan yerlerden biri hâline
gelmiştir. Ülke genelinde etkisini gösteren global kriz ve tersanelere
yansıması, son yıllarda düzelme eğilimi gösterirken maalesef bölgemizdeki
etkisi artarak devam etmiştir. 2006 yılında 1.585 kişi istihdam edilirken 2008
yılında bu sayı 7 bin kişiye çıkmıştır
ama bugünkü sayı sadece 150’dir. Bu tespit –arkadaşımızın dediği gibi-
doğrudur.
Ben Karadeniz
Ereğliliyim. İlçeme her gittiğimde oranın önünden geçerken hayalet bir şeyden
geçiyor gibi oluyorum. Bütün iş adamları bana bunu soruyor, haklılar ama biz
buraya problem çözmeye geldik arkadaşlar, biz buraya çözüm üretmeye geldik.
Öncelikle bunun nedenini bilmemiz gerekiyor, ondan sonra çözüm üretmeye
çalışmamız gerekiyor.
Bu vesileyle ben
kısaca dünyaya bir bakmak istedim aslında. Şöyle bakarsanız, dünyanın en büyük kalemini
alan Çin. Yüzde 35’lik, yüzde 40’lık bir dilimle şu anda dünyadaki gemi
yapımını Çin yapıyor, Kore yapıyor. Diğerlerinin hepsi düşüşte dikkat
ederseniz, 2005’ten 2009 ve 2010’a doğru gelindiğinde. “New players” dediğimiz
yeni oyuncular yani dünyada yeni gemi yapmaya başlayan ülkelerin arasında
aslında bu “new players” dediklerimiz de Vietnam, Hindistan, Brezilya, Rusya,
Türkiye ve Filipinler arkadaşlar. Şuraya dikkatli bakarsanız eğer, burada 2005
yılından itibaren bütün ülkelerin siparişleri azalıyor, düşüş eğiliminde. Bir
tek sipariş artıyor, o da Filipinler’in
siparişi. Filipinler nerede? Çin bölgesinde yani Çin’in hinterlandında
arkadaşlar. Dolayısıyla, Çin’in oraya bir etkisi var. Biz Çin’e karşı rekabet
etmek durumundayız. Dünya gittikçe okyanuslaşıyor ve burada küçük balıkların
seri olma şansı var. Diğer türlü, hayatta kalma ihtimali yok.
Bu bağlamda ne
yaptık? Bu bağlamda değişik projeler ürettik arkadaşlar. Biz 2008 yılında 2,6
milyar dolarlık bir ihracat yaparken 2012 yılında bu 1 milyar dolara düştü bu
nedenden dolayı yani Uzak Doğu’daki ülkelerle rekabette sıkıntımız olduğundan
dolayı. 20 milyon euroya yapılan bir gemiyi Çin şu anda 12 milyon euroya
yapıyor. Dolayısıyla, rekabette ciddi sıkıntılar çekiyoruz.
Peki, ne yaptık?
Biz projeler üretmeye başladık. Ben 1999 yılından beri Afrika’ya gidip
geliyorum, o bölgeleri az çok biliyorum, Senegal, Gambia, Gine Bissau, o
bölgelere. Orada balıkçılığın arttırılması hususunda biz Sayın Köksal
Toptan’la, eski Meclis Başkanımla bu konuyu görüştük, sonra Ekonomi Bakanımız
Zafer Çağlayan Bey’le görüştük, dedik ki: Buralarda balıkçılık yok aslında. O
ülkeler sadece balıkçılık lisansını büyük ülkelere vermişler. O ülkeler
-Afrika’daki ülkeler daha küçük nispeten- bir iki küçük sandalla balıkçılık
yapıyorlar. Bizdeki taka balıkçılığını burada geliştirelim ve bu takaları
buraya ihraç edelim istedik ve bu konuda Zafer Çağlayan, sağ olsun, danışmanını
görevlendirdi ve biz bu işi takip ediyoruz. Gambia Büyükelçisini Karadeniz
Ereğli’ye getirdik, takayla nasıl balık tutulduğunu gösterdik. Hemen öbür gün
yardımcısını Gambia’ya gönderdi, devlet başkanıyla ve bakanla görüştürdü ve şu
anda bunun hazırlığı içindeyiz. Bu konu aynı zamanda ulusal basına da yansıdı,
geçen haftaki gazeteleri okumuş olsaydınız. Bu tersanelerin alternatif üretim
metotlarıyla ilgili neler yaptığımızı az çok biliyordum. Bu, A planımız tabii
ki.
B planımız nedir
arkadaşlar? Bu yapılan gemilerin, dünyada yapılan gemilerin, evet, siparişinde
bir azalma var ama bu gemilerin arızası da var. Dolayısıyla, bu bölgeleri belki
gemi tamir alanına çevirme ihtimalimiz var veya gemi söküm… Bu, Ereğli için en
uygun seçeneklerden biri çünkü hemen yanı başında Karadeniz Ereğli var ve
Karadeniz Ereğli aynı zamanda hurdaya ihtiyacı olan bir kuruluş ve biz dünyanın
en çok hurda ithal eden ülkelerinden biriyiz. Dolayısıyla, burada sökülen
gemilerin Karadeniz Ereğli’de bulunan ERDEMİR’de kullanılma ihtimali de var.
Onlar satın alacaklardır. Dolayısıyla yine bir ekonomiye çevirme ihtimalimiz
vardır.
Bunun haricinde,
Alaplı’da -yine Ereğli ve Alaplı bölgesi diyoruz- yat endüstrisinin gelişmesi
için girişimlerimiz var. Yine bu tersaneleri belki o tarafa çevirme ihtimalimiz
var yani biz gün geçtikçe… Veya elimizde birkaç tane proje var buraları
kurtarmak için. Biz bunları hayata geçirmek için elimizden gelen çabayı sarf
ediyoruz zaten.
Şimdi, burada bir
şey daha var: Sadece Türkiye mi etkileniyor? Hayır, dünyanın en büyük -biraz
önceki gösterdiğim- üreticilerinden biri Güney Kore. Shipping Herald gazetesi
diyor ki: Güney Kore, haziran ayında 69 tane gemi siparişi almışken, bu ay
itibarıyla 1 tane bile gemi siparişi almamış. Yani, dünyada gittikçe gemi
üretiminde büyük bir sıkıntı var. Avrupa ülkeleri birlik kurdu arkadaşlar, tek
başına uğraşamadılar Uzak Doğu’yla, birlik kurdular ve bu birlik, şu anda
Avrupa ülkelerinin ihtiyacı olan daha çok nükleer enerjiyle çalışan
denizaltıları yapıyor veya nükleer enerjiyle çalışan uçak gemilerini yapma
eğilimine geçtiler, çünkü başka sipariş noktaları kalmadı ve bu sektörleri canlandıracak
başka alanları da kalmadı maalesef.
Bizim tabii, bir
çıkış alanımız yine projelerimizden veya alternatiflerimizden biri, kuzey
ülkelerine barter metodu ile çalışmak.
Yani bizim onlara gemi yaparak onların ihtiyacı olan bizdeki diğer
mamulleri aynı zamanda yapma gibi bir projemiz var. Yani bizim yaklaşık 5-6
tane birbirini takip eden projelerimiz var. Bizim burada görevimiz böyle bir
kriz varsa buna çözüm bulmaktır. Bizim de bu çözüm bağlamında bir değil, iki
değil, üç değil, dört-beş tane peşi sıra çözüm projelerimiz var ve bunları
çözmek için de elimizden geldiğince gece gündüz çalışıyoruz. Ben her Ereğli’ye
gittiğimde bunları anlatıyorum.
Gene de söyledim,
oradakilere de söylüyorum: Siz değerli milletvekili arkadaşlarımıza da
söylüyorum: Tersaneler, evet, bir KİT değildir, doğru ama dünya gittikçe
okyanuslaşıyor ve bu okyanuslarda balinalar, küçük balıkları yiyor arkadaşlar.
Onun için çevik olmak zorundayız, çok daha farklı alanlara dönmek zorundayız.
Biz de bunun çalışmalarını, Hükûmet olarak zaten bakanlarımız nezdinde
yapıyoruz. Sağ olsun Zafer Çağlayan Bakanımız bize çok yakın ilgi gösterdi bu
çözüm konusunda.
Ben bu vesileyle
tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Candan.
Lehinde, Samsun
Milletvekili Cemalettin Şimşek. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Şimşek.
CEMALETTİN ŞİMŞEK
(Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin,
Zonguldak Karadeniz Ereğli’sinde tersaneler bölgesinin sorunlarının
araştırılarak Meclis araştırması istemi ile vermiş olduğu önergenin lehinde söz
aldım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle şunu ifade etmek istiyorum, burada şöyle bir anlayış
var, önce bunu ortaya koymakta fayda görüyorum: Muhalefet milletvekilleri ya da
muhalefetin getirdiği önergeler, burada her zaman İç Tüzük’ten kaynaklanan
haklarını kullanmak maksadıyla ve böylece Meclis çalışmalarını kendi
doğrultularında engellemek maksadıyla getirmiyorlar. Bakın, burada, muhalefet
milletvekilleri, muhalefet partileri, çok önemli ülke sorunları, bölgesel
sorunlar ve ülkenin genel sorunlarıyla alakalı birtakım önergeler getiriyorlar,
bunların kabul edilmesini istemektedirler. Hadi bunları kabul etmeyeceksiniz
ama iktidar milletvekilleri, bu önerge sahiplerinin önergelerini dinlemiyor
bile değerli arkadaşlarım yani dinlemek lütfunda… Belki içerisinden sizin de
faydalanacağınız, istifade edeceğiniz, ülke sorunlarıyla alakalı problemler
vardır, bunları yürütmeye götürerek belki ülke sorunlarının çözümüne katkıda
bulunabilirsiniz. Zaten kabul etmiyorsunuz ama hiç yoktan dinleyin. Bakın,
sadece, burada yoklamalarda çoğunluğu sağlıyorsunuz, bunun dışında yoksunuz.
Bu, ülke sorunlarının çözümü noktasında iktidar partisinin bakış açısını ortaya
koyması bakımından önemlidir. Ayrıca siz yüzde 50’yi temsil ediyorsanız burada
muhalefet de geride kalan yüzde 50’yi temsil etmektedir. Bunun her zaman göz
önünde bulundurulmasının, gerek demokratik teamüller açısından gerekse ülkemizin
işlerinin yürütülmesi bakımından önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, elbette ki Karadeniz Ereğli’sindeki tersanelerde yaşanan
sorunlar, istihdam sorunları, iş ilişkileri, iş hayatıyla ilgili sorunlar, ülke
sorunlarından soyut sorunlar, ayrı sorunlar değildir; ülke sorunlarının bir
parçasıdır. Orayı anlayabilmek için, önce, ülkenin genel sorunlarına, iş
hayatıyla ilgili genel sorunlarına bir bakmamız gerekiyor.
Ülkemizde SGK
verilerine göre 11 milyon sigortalı işçi bulunmakta, bunlardan sadece 930 bini
bugün sendikalıdır. Sendikalaşma, ülkemizde gün geçtikçe geriye gitmektedir.
Demokratik hak ve özgürlükler açısından, sendikalaşmalar açısından ülke ileri
demokrasiye giderken, demokratik hak ve özgürlükler maalesef geriye
gitmektedir.
Şimdi, geçen mart
ayında Meclise gelmişti Toplu İş İlişkileri Yasası. Altı aylık bir gecikmeyle
kabul edildi, Meclisimizden geçti ve işlerlik kazandı. Bir defa, o geçen Toplu
İş İlişkileri Yasası bile, işçi hakları ve demokratik temel hak ve özgürlükler açısından
değerlendirildiğinde, ülkemizi maalesef geriye götürmüştür. Toplu İş İlişkileri
Yasası’nda 30 işçi ve daha -en önemli
şey budur- az işçi çalıştıran iş yerlerinde sendikalaşma yasasının önüne
geçilmiştir. Zaten, Türkiye’deki işletmelerin birçoğunda 30 işçi ve daha az
işçi çalıştıran işletmeler mevcuttur. Bu böyle değerlendirildiğinde, alt
işveren grubu da göz önüne alındığında, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı yeni
çıkardık ancak iş yerlerinde bunların denetimi, bunların kontrol edilmesi
bakımından, gerek sendikal haklar açısından gerekse Hükûmetin merkezî
denetlemeleri hemen hemen hiç yoktur. İşçiler, orada, kendi kaderlerine terk
edilmiş, güvenlikten yoksun bir şekilde çalışmaktadırlar.
Hepinizin bildiği
gibi değerli milletvekilleri, geçtiğimiz hafta 5 işçi Samsun’da hayatını
kaybetti. Biz, oraya, ziyarete gittik ve iş yerini ziyaret ettik. Daha önce de
ben oraya gitmiştim ve altı ay öncesinde orada sendikal faaliyet yapacakları
gerekçesiyle işten atılmış işçilerin çadırları vardı ve bu cenazeye gittiğimizde
de hâlâ o çadırın orada olduğunu gördük. Değerli milletvekilleri, bakınız,
şimdi, belki de onlar işe dönebilselerdi orada olacaklardı ve onlar da ölüme
terk edilmiş olacak, belki de öleceklerdi. Biz şunu bilemiyoruz şimdi: Yani
içeridekilere mi üzülsek, bunlar dışarıda kaldı diye mi üzülsek. Türkiye’yi bu
açıdan varın değerlendirin diyorum.
Bunun dışında,
geçen yıl 3 Şubatta Ankara Ostim Organize Sanayi Bölgesi’nde 20 işçi iş
kazasına kurban gitti. 11 Şubat 2011, Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde, kömür
sahasında toprak kayması sonucu 10 işçi yaşamını yitirmişti. 31 Ocak 2008,
İstanbul Davutpaşa’da kaçak bir iş yerinde meydana gelen patlama sonucu 23
işçinin ölümü ile Tuzla tersanelerinde üst üste yaşanan ve sonu gelmeyen işçi ölümleri hafızalardan
silinmedi.
Çalışma yasaları
bu ölümleri “iş kazası” olarak nitelese de bu yaşananların doğru tanımı “iş
cinayeti”dir. Bu ölümlere kaza demek mümkün değil çünkü kaza bütün önlemlerin
alındığı, işçilerin güvenceli, kurallı çalıştırıldığı ancak buna rağmen
yaşanabilecek istisnai durumlar için kullanılabilir “iş kaza”ları. Oysa “iş
kazası” adı verilen işçi ölümleri istisna değil, kural hâline gelmiş
durumdadır. Göz göre göre işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları hiçe sayılarak
ucuz, kuralsız ve güvencesiz işçi çalıştırılmasının sonucu yaşanan iş kazaları
söz konusudur. Bu kazalar, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin
alınmaması, bunların ihmal edilmesi ve denetim eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, 1945 yılında çıkarılan İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve
Analık Sigortası Kanunu’ndan bu yana, ülkemizde iş kazası ve meslek hastalığı
sonucunda ölen ve sakat kalan işçilerin kaydı tutuluyor. 1946’dan 2010 yılına
kadar iş kazaları sonucu ölen işçilerin sayısı tam 59.300’e ulaşmış durumda.
Son on yılda toplam 10.723 işçi, her yıl ortalama 1.072, günde ise ortalama 4
işçi, maalesef, iş kazası ve iş cinayeti sonucu ölmektedir.
İşçi sayısı
arttıkça, fabrika sayısı arttıkça “ölü işçiler ordusu” büyümüş, son yıllarda
işçi sağlığı ve güvenliği mevzuatı ve koruyucu teknik imkânlar gelişmiş, ancak
işçi ölümleri artmış, üstelik bu veriler sadece kaydı tutulabilenler.
İstihdamın yaklaşık yarısının kayıtsız olduğu ülkemizde kayda geçemeyen
vakaları tahmin etmek mümkün değil.
Bu tablonun en
önemli nedeni iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin iş yerlerinin ezici
çoğunluğu tarafından bir maliyet unsuru olarak ele alınması, kurallara
uyulmaması ve iş yerlerine sendika sokulmaması ve iş yerlerinin
denetlenmemesidir. Giderek artan esnek ve kuralsız çalışma biçimleri kayıtsız
çalışma ve uzun çalışma süreleri iş kazalarının bir başka önemli nedenidir.
Son yıllarda
yoğunlaşan taşeronluk zinciri, iş kazalarına âdeta davetiye çıkarmaktadır. Ana
iş verenden iş almak için fiyatları düşüren taşeron şirketler, kâr etmenin
yolunu işçilerin yaşamını tehlikeye atmakta buluyor. Bu iş kazalarını
engellemek veya en azından iyice azaltmak mümkün. Bunun iki önemli yolu var:
Birincisi, devletin; ikincisi, sendikaların denetim ve yaptırımı. Bu iki yolun
etkin biçimde kullanımıyla iş kazaları önemli ölçüde azaltılabilir.
Dünyada bunun
örnekleri var. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre ölümle
sonuçlanan iş kazası oranları bazı ülkelerde önemli ölçüde geriletildi.
Türkiye'de ölümle sonuçlanan iş kazası oranları yüz binde 20,5 iken bu oran
Norveç, İsveç, İsviçre ve Danimarka gibi ülkelerde yüz binde 2 oranının altına
geriledi. Ülkemizde işçiyi koruyucu sağlık ve güvenlik mevzuatı, kâğıt üzerinde
oldukça, bir işlerliği olmadıkça, gelişkin ancak denetim ve yaptırım son derece
zayıf.
İş Yasası’na göre
iş yerlerinde sağlık ve güvenlik kurallarına uyulmasını denetleme görevi
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına aittir. Ancak denetim kapsamında 800
bine yakın iş yeri varken, bakanlığın teftiş örgütünde çalışanların sayısı büro
çalışanları dâhil 600 civarında. Aslında piyasayı denetlemeye yönelik siyasi
bir irade yok anlamı çıkıyor buradan.
Öte yandan düşük
sendikalaşma oranı, yüksek işçi ölümü anlamına geliyor. Sendikalı iş yerlerinde
ve sendikalaşma oranının yüksek olduğu ülkelerde ise işçi cinayetleri azalıyor.
Örneğin, Zonguldak havzasında sendikalı işletmelerde çıkarılan 100 bin ton
kömür başına işçi ölümü binde 3 iken, sendikasız taşeron işletmelerde bu sayı
yüz binde 8,3; aradaki fark tam 34 kat! Özel sektörde sendikalaşma oranının
yüzde 3’lerde seyrettiği bir ülkede, iş cinayetlerinin giderek kitleselleşmesi
maalesef bir rastlantı değildir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Şimşek.
Aleyhinde,
Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar.
Buyurunuz Sayın
Ulupınar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖZCAN ULUPINAR
(Zonguldak) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlar: Dün Karadeniz
Ereğli’de, Armutçuk’ta 3 tane maden işçimiz bir kaza sonucu yaralandı, 1
işçimiz hayatını kaybetti. Ben dün buradaki konuşmamda da bahsettim. Hayatını kaybeden
kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum, kederli yakınlarına sabır ve başsağlığı
temenni ediyorum. Çok şükür, 3 tane arkadaşımızın da hayati tehlikesi yok, 1
tanesinin parmakları kopmuş, diğerleri de hafif yararlanmışlar; onlara da acil
şifalar diliyorum. İnşallah, böyle kazaları bir daha görmeyiz, yaşamayız.
Değerli
milletvekillerimiz, Zonguldak geçmişte 1992 yılına kadar göç alan bir ildi,
1992 yılından sonra da göç vermeye başladı. Geçmiş iktidarlar zamanında iki
tane ilçesi -biri Bartın, biri Karabük olmak üzere- il yapıldı. Eğer bugün
Bartın ya da Karabük bize bağlı olmuş olsaydı, Zonguldak da bugün büyükşehir
olacak illerden bir tanesi idi. Geçmiş dönemde yollarımız maalesef yapılamadı.
Filyos projesi hep raflarda bekletildi. Havaalanımız açılamadı. Hep göç veren,
küçülen bir il olduk, ama iktidarımızla beraber Zonguldak’a kalıcı, güzel
hizmetler, yatırımlar gelmeye başladı. AK PARTİ İktidarı olarak, bölge
milletvekillerimizle beraber, Zonguldak’ımızın topyekûn kalkınması,
vatandaşlarımızın huzur ve refahı için gece demeden, gündüz demeden
çalışıyoruz.
Geçtiğimiz
günlerde, biliyorsunuz 2 tane beldemiz, Kilimli ve Kozlu ilçe oldu. Bundan
dolayı, destek veren bütün milletvekillerimize bir kez daha teşekkür ediyorum.
Evet, bunun yanı
sıra yollarımızı tamamladık. 2013 yılında inşallah bütün yollar, sanat
yapıları, altyapılar, tünellerle beraber bitmiş olacak.
Havaalanının iç
hat seferleri başladı, dış hat seferleri başladı, hizmete aldık.
Yine, Zonguldak
coğrafyası ve iklimi zordur. Bu zor koşullarda -şu anda Zonguldak âdeta bir
şantiyeye dönmüş durumda- Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi,
Karadeniz’in çılgın projesi Filyos’ta 2013’ün ilk çeyreğinde inşallah liman
ihalesi gerçekleşecektir.
Değerli
milletvekillerimiz, kıymetli arkadaşlar; Filyos’la beraber milyonlarca dönüm
arazi yatırımcılara tahsis edilecek. Büyük, uluslararası ölçekli yatırımcılar
gelecek ve 10 binlerce vatandaşımız orada iş sahibi olacak. O havzada,
Saltukova’da, Çaycuma’da çok yakın bir zamanda 150 bin nüfuslu bir şehir
kurulması planlanmaktadır.
Yine Filyos’tan
Zonguldak’a 21 tünelle, yolları duble yol olmak suretiyle bağlıyoruz.
Zonguldak-Devrek-Yeniçağa, Zonguldak-Ereğli-Düzce yollarını yapıyoruz. 9 tane
tünel, Ereğli ile Akçakoca arasında hizmete alınmıştır.
Dönemimizde
TTK’ya 5 bine yakın işçi alınmıştır. İnşallah, önümüzdeki günlerde 2.492
işçinin alınmasıyla ilgili de çalışmaları nihayetlendireceğiz,
sonuçlandıracağız.
Ben şunu ifade
etmek istiyorum değerli arkadaşlar: Zonguldak’ımız bugün, enerji üssü oldu
iktidarımız döneminde. Türkiye’de üretilen, tüketilen enerjinin yüzde 5’i
Zonguldak’tan temin edilmektedir.
Tersanelerle
ilgili değerli hocam, değerli milletvekilimiz çok güzel bilgiler verdiler. Onun
üzerine benim birkaç konuda ifade edeceklerim olacak.
Öncelikle,
bildiğim kadarıyla uluslararası sularda hizmet veren gemilerin yaşı
uluslararası krizden dolayı, global krizden dolayı 10’dan 20’ye çıkarıldı ve
dünyadaki üretim maliyetlerinde ciddi rekâbet olduğu için düşüşler meydana
geldi ve gemi yaptırmak isteyen dünya milletlerinin insanları bunu başka
ülkelere kaydırdılar. Evet, orada 7 bin çalışanımız işsiz kaldı. Bununla ilgili
yapılması gereken ne varsa Hükûmet olarak yapacağız.
Yine, Maden
Müzesini Zonguldak’a biz açtık. KÖYDES’le, BELDES’le bütün köylerimizde altyapı
sorunları bırakmadık; kanalizasyon, yol. Bugün bizden çocuk parkı ve İnternet
bağlantı hattı istenmektedir. Çöpleri dahi Hükûmetimiz zamanında köylerde
topluyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bugün Ereğli’de, Zonguldak’ta, Devrek’te, Çaycuma’da hastane
inşaatları devam etmektedir. Bütün Zonguldak’ta kamu binaları yenilenmiştir ya
da yenisi yapılmıştır. Spor salonlarımız, gençlik merkezlerimiz, eğitim
kurumlarımız, okullarımız yenilenmiştir, yenisi yapılmıştır ancak şunu ifade
etmek istiyorum: Orada, Ereğli’de huzuru bozan, ekonomik anlamda Ereğli’yi
olumsuzluğa iten, yatırımcının oraya gelmesini engelleyen çok kavgacı bir
belediye başkanı var. Bu Belediye Başkanı bizim Başbakanımızla ilgili,
bakanlarımızla ilgili, bizlerle ilgili defalarca olumsuz açıklamalar yapmıştır.
Bununla da yetinmeyip zaman zaman kendi partisine de meydan okumuştur, savaş
açmıştır. Kendi Milletvekili Sayın Ali İhsan Köktürk dâhil olmak üzere 5 milletvekilini-defalarca
basında açıklamalar yapmış- “işe yaramaz” olarak, “sömsöm” olarak -yerel
tabirle- ifade etmiştir.
Bundan dolayı,
bakın, bende bazı gazete kupürleri var, bunları okumak istiyorum. “CHP Belediye
Başkanının ifadesini aldı. Ereğli Belediyesinin uygulamalarından tutun da
Belediye Başkanının parti ile olan kavgasına kadar her şeyi araştırmak üzere
CHP Genel Başkan Yardımcısının da aralarında bulunduğu müfettişler Ereğli’ye
geldi.”
Bu Belediye
Başkanı her sene “sevgi, dostluk, barış” adı altında festival yapmaktadır.
Büyük sanatçıları, ulusal anlamda isim yapmış sanatçıları ilçesine
getirmektedir. Bunun için de esnaflardan zorla para almaktadır. “Sevgi, barış,
dostluk” diyen bu Belediye Başkanı, herkesle, ERDEMİR’le, kendi partisiyle,
bizlerle, STK’larla kavga hâlindedir, vatandaşlarla kavga hâlindedir. Ondan
dolayı da yatırımcı oraya gelmemektedir. Eğer dört dönemdir görev yapan bu
Belediye Başkanı değil de orada aktif, çalışkan, herkese sevgiyle yaklaşan bir
belediye başkanı olsa idi bugün Ereğli’nin nüfusu 300 bin olurdu.
Şu anda Ereğli
OSB’sinde boş yerler bulunmaktadır değerli arkadaşlar. Yine, bu Belediye
Başkanı kendi Genel Başkanı için: “Bana söz verip de oyaladıkları için Genel
Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’e kırgınım.
Kırgınlığımın altını çizerek itiraf ediyorum. Daha önce bu olayları yaşadım.
Bundan önce de CHP’den aday olacaktım ama birtakım oyunlara gelmiştim. Bu
ikinci oyun oynanıyor. Bu bağlamda kırgınım.” Bunlar hep gazetelerde çıkan
beyanatlarıdır.
Belediye
Başkanının eşi, milletvekili adayı olmuştur 2011 seçimlerinde. Yine, Belediye
Başkanı “Ereğli’ye 3’üncü sırayı teklif edenin ağzına biber sürerim.” demiştir.
Yine, STK’larla yaptığı toplantıda, hesap sorma toplantısında onları tehdit
etmiş, meydan okumuştur. Yine, “Karadeniz Ereğli’nin kabadayısı” ilan etmiştir
kendisini. Tüm sivil toplum kuruluşu, meslek örgütlerini “işe yaramaz” olarak
nitelendirmiştir ve maalesef, değerli arkadaşımız Ali İhsan Bey için, “Ali
İhsan Köktürk’ü başarılı buluyor musunuz?” sorusuna ise şu çarpıcı yanıtı
vermiştir değerli arkadaşlar: “Bizde başka milletvekili var mı? Bir tane hapiste
var, başka? Ha ha, şu gensoru veren milletvekili, onu diyorsunuz. Evet, ben
görmüyorum. Şahsen ben, Belediye Başkanı olarak görmüyorsam Ereğli halkı da
görmüyor. Bana ne soruyorsunuz, görmüyorum ki. Görmediğim insan hakkında nasıl
‘başarılı’ veya ‘başarısız’ diye bir şey söyleyebilirim?”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Milletvekilim, konumuz belediye başkanı değil; tersanelerin
durumunu konuşuyoruz.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – “İlçe teşkilatında adamın anasını ağlatıyorlar. CHP’lileri delege
yapmıyorlar. Milletvekili meydanda yok, görmediğim adama ‘başarılı’ der miyim
ben. Bunlar vaziyeti idare ediyorlar, ‘Amca…’ diyorlar, aha görünce ‘Amcacığım,
nasılsın, iyi misin?’ diyorlar. Tanımıyor hâlbuki, öpüyor falan. ” Devamını
okumak istemiyorum değerli arkadaşlar.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Konu bu değil, tersaneler.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) - Ereğli’yi bugün bu hâle düşüren, şu anda görevde olan Belediye
Başkanından başkası değildir.
Yine “Ereğli’nin
sorunlarıyla uğraşmaz, tersane işiyle uğraşmaz.” diyen kendi belediye başkanı.
Bakın, kendi milletvekiline söylüyor: “ERDEMİR’de işçi kırılıyor, uğraşmaz,
bunun başarısı nerede Allah aşkına? Bu başarıyı sormak lazım Genel Merkeze,
siz, bu sıralamayı yaparken nasıl yaptınız, kime sordunuz diye sormak lazım.”
GÜRKUT ACAR
(Antalya) – Ayıp, dedikodu yapıyorsun!
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) - Değerli arkadaşlar sürem bitti, o belediye başkanlığını ve
Zonguldak’taki belediye başkanlığını, inşallah, önümüzdeki yerel seçimlerde AK
PARTİ adaylarının kazanacağına kesinlikle inanıyor, bu duygu ve düşüncelerle…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Sen kendi sıralamana bak, atamana bak! Kendi AKP’den sıralamana
bak, başkasının sıralamasına ne karışıyorsun?
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – …yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Kendi işine baksana sen!
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Efendim sataşma var, benim kısa bir söz talebim var.
BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Köktürk.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak
Milletvekili Özcan Ulupınar’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün, Karedeniz Ereğli
tersaneler bölgesinde yaşanan sorunlar ile bölgenin ekonomik ve sosyal yaşamına
yansımalarına yönelik araştırma önergemizin gündeme alınmasına yönelik bir
konuşma yaptık. Benden sonra değerli AKP Milletvekili Ercan Candan çıkarak
kendince partisinin çözüm önerilerini iletti. Ancak daha sonra konuşan
Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar ise maalesef Karadeniz Ereğli ve
tersaneler sorunuyla ilgisi olmayan konuşmalar yaptı. Ben, bu konuşmaları Özcan
Ulupınar’a hiç yakıştıramadım, çok talihsiz konuşmalar olarak nitelendiriyorum.
Aslında Özcan
Bey’in, buraya çıktığında Zonguldak’ın “emeğin başkenti” iken nasıl “emeklinin
başkenti”ne dönüştüğünü anlatmasını ben arzu ederdim. Zonguldak’ta ilk defa
olarak Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde emekli sayısı çalışan sayısının
üzerine çıktı yani “emeğin başkenti” olan Zonguldak, ilk defa AKP İktidarı
döneminde “emeklinin başkenti” hâline geldi.
Ben, Sayın Özcan
Ulupınar’ın gündelik siyasi konuşmaları burada gündeme getirmesini değil de
bölgenin sorunlarına yönelik çözüm önerilerini burada gündeme getirmesini
beklerdim ve arzu ederdim.
Sonra, Türkiye
Taşkömürü Kurumunda çalışan 16 bin işçi, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde
10 bine düştü. Ben buradaki istihdam ve üretim azalmasının nedenlerini ve çözüm
yollarını anlatmasını isterdim Sayın Özcan Ulupınar’dan, bunu da anlatmadı.
Yine Sayın Özcan
Ulupınar’dan Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Zonguldak’taki on biri aşkın
il müdürlüğünün ve genel müdürlüğünün neden kapandığını, neden il dışına
taşındığının gerekçelerini anlatmasını isterdim ama son derece sığ, gerçekten
kendisine yakıştıramadığım bir üslupla, tarzla bu Meclis kürsüsünü işgal etti.
Ben sadece şahsım adına değil, tüm Zonguldak ve Karadeniz Ereğlilileri adına
Sayın Ulupınar’ı kınıyorum ve kendisine hiç yakıştıramadığımı buradan ifade
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Köktürk.
ÖZCAN ULUPINAR
(Zonguldak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Ulupınar.
ÖZCAN ULUPINAR
(Zonguldak) – Sataşmadan dolayı söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ama
hangi ifadeden sataşma? Sizin söylediklerinizi söyledi. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, lütfen…
ÖZCAN ULUPINAR
(Zonguldak) – Sığ ifadeler kullanıp kamuoyunu yanılttığımı ve bana
yakıştıramadığını ifade etmiştir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen sakin olup takip eder misiniz.
Buyurunuz Sayın
Ulupınar.
Yeniden
sataşmalara mahal vermeyiniz lütfen.
4.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınar’ın, Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ÖZCAN ULUPINAR
(Zonguldak) – Sayın Vekilim, siz bu Belediye Başkanından memnun musunuz?
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Sana ne, bizim işimizden sana ne! Allah Allah! Kendi işine bak
sen!
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Bu Belediye Başkanının ilçeye, Zonguldak’a zarar verdiğini siz de
biliyorsunuz.
Bizim iktidarımız
zamanında 16 bin işçi 10 bine düştü.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Ya, senin tarzına yakışmıyor.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Bizim iktidarımız zamanında 5 bin işçi alındı, 2.492 işçi alınacak
ama bizden önceki zamanda işçi sayısı 60 binden 16 bine düştü. Bunu da lütfen,
burada söylemek lazım.
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Kendine bak, kendine!
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Ben size şunu söylüyorum: Bakın, siz de milletvekilisiniz, ben de
milletvekiliyim.
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Ya, sana sormadık milletvekili misin, değil misin?
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Bir belediye başkanının sizinle ilgili -bizimle ilgili yaptıklarını bir kenara
koyuyorum- yaptığı açıklamaları ben kınıyorum. Ben bunu ifade etmek istiyorum,
ben bir şey söylemiyorum.
Yedi sene ben
belediye başkanlığı yaptım. Bir yerde belediye başkanı halkın huzur ve refahı
için çalışır…
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Özcan Bey, biz burada belediye başkanını konuşmuyoruz.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – …yatırımcıları çeker, onlara her türlü altyapıda, üstyapıda, sanat
yapılarında yardımcı olur ama burada herkesle kavga eden, bakanlarla,
Başbakanla, bizimle, kendi partisinin Genel Başkanıyla kavga eden birisi var.
Karadeniz Ereğli’ye zarar veren sadece tersaneler değil, bu belediye başkanının
kendisi.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale)
– Belediye başkanlığına adaysın herhalde.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Bakın, Hükûmet olarak bir sürü yatırım yapıyoruz. Değerli
arkadaşlar, bu Belediye Başkanı hastane için yer verdi.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Tersaneye gel, tersaneye.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale)
– Belediye başkanlığına adaysın demek, öyle anlaşılıyor.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – 5 trilyon para aldı.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Ya, Özcan Bey!
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Almadı mı? Sağlık Bakanlığından para aldı.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Belediye Başkanını konuşmuyoruz, Zonguldak’ı konuşuyoruz.
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Ben Belediye Başkanlığı yaptım. Hastane için hepimiz, bütün
belediyeler yer verdik, bu arkadaşımız parayla yer verdi.
ALİ SARIBAŞ
(Çanakkale) – Gel CHP’ye kaydol da ben sana anlatayım…
ÖZCAN ULUPINAR
(Devamla) – Ben bunu ifade etmek istiyorum. Elbette ki dünyadaki kriz son
bulacak, Türkiye’deki tersaneler de eski canlı günlerine kavuşacaktır. Biz de
bunun için gereken çalışmaları yapıyoruz diyorum.
Tekrar, meşgul ettiğim
için, zamanınızı israf ettiğim için özür diliyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Ulupınar.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Sayın Başkanım, ben bir tek cümle söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın
Köktürk, duyamadım.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Ben bir tek cümle söyleyeceğim ve oturacağım. Sataşması için tek
cümle söyleyeceğim.
Ben Zonguldak
sorunlarının, Ereğli’nin sorunlarının Belediye Başkanına takılan kafasıyla
böyle bir zihniyetle çözüleceğine inanmıyorum ve gerçekten büyük üzüntü
duyuyorum. Bunu görmekten bugün çok üzüntülüyüm. Sayın Ulupınar, burada
Zonguldak’ın sorunlarını ve çözüm yollarını tartışması gerekirken, gündelik
siyaset ağzıyla ve gündelik siyaset söylemiyle çok çirkin bir konuşma yaptı.
Ben kendisine yakıştıramadım ve bu zihniyetle gerçekten Ereğli’nin ve
Zonguldak’ın geleceğinin bundan sonra çok daha kötü olacağını görmekten de
üzüntü duyuyorum.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Köktürk.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- CHP Grubunun, Karadeniz Ereğlisi tersaneler bölgesinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verilmiş olan (10/283) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
29/11/2012 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
On beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma saati: 17.02
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer
alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir
Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu
(2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer
alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet
Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş
Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti
Arasında Askeri Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S.
Sayısı: 339)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer
alan, Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen
İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun
Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının
Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat
Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/625) (S. Sayısı:
342) (x)
BAŞKAN - Komisyon
ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu
342 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü
üzerinde Hükûmet adına Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın
Ergin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurul
gündemine gelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Olan Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun Tasarısı üzerine
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
1949 yılında
Avrupa Konseyinin kurucu üyeleri arasında yerini alan ülkemiz, Konsey
tarafından oluşturulan etkin bir koruma sisteminin uzunca bir süredir
içerisindedir. Temel hak ve özgürlüklere dayalı, saygı temelinde Avrupa’da
ortak ve sürdürülebilir bir demokratik düzen oluşturma hedefiyle kurulan Konsey, bilindiği üzere, kurumsal temelini
oluşturan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1950 yılında Roma’da imzaya
açtı. Sözleşmeye aynı yıl imza
koyan Türkiye, 1954 yılında onayladığı
sözleşmeyi, böylece iç hukukunun bir parçası
hâline getirmiş ve 1987’de ise bireysel başvuru hakkını tanıyarak bu
önemli belgeyle oluşturulan denetim şemsiyesinin altına girmiştir.
Ülkemizin
bireysel başvuru yolunu çoğu taraf ülkeden daha erken bir tarihte açarak
Konseyin oluşturduğu bölgesel koruma sistemi içinde yer alma cesaretine karşın,
insan hakları pratiğinde ağırlıklı olarak yapısal sorunlardan kaynaklanan
sıkıntılar yaşadığımız bilinen bir gerçektir. Türkiye, bireysel başvuru hakkını
kabul ettiği tarihten bugüne, maalesef, hakkında en çok ihlal kararı verilen
ülkeler arasında ilk sıradadır. 1959-2011 yılları arasında ülkemiz aleyhine
verilen ihlal kararları sayısı 2.404 olup, bizi İtalya ve Rusya takip
etmektedir. Hakkında en çok başvuru yapılan ülkeler arasında da Rusya’dan sonra
ikinci sıradayız. Bu tablonun oluşumunda makul süreyi aşan yargılamalardan
kaynaklı başvurular önemli rol oynamaktadır. Ülkemiz aleyhine bu sebeple
verilen ihlal kararı sayısı 493’tür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
Sekreteryasının vermiş olduğu 31 Aralık 2011 tarihi itibarıyla bilgiye göre,
Türkiye aleyhine yargılamaların makul sürede sonuçlandırılamadığı iddiasına
ilişkin 2.500’den fazla başvuru daire gündemine kaydedilmiş, bunlardan 330’u da
Türkiye’ye tebliğ edilmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yargı sisteminin adil, etkin ve hızlı işleyişinin
hayati önemi üzerine bu kürsüde değişik vesilelerle düşüncelerimizi daha önce
de ifade etmiştik. Çatışmalı çıkar alanlarını düzenleyerek toplumdaki
ihtilafları çözmek gibi kritik bir rolü bulunan yargının, adalet beklentilerine
zamanında ve hızla yanıt vermesi sosyal barışın sağlanması için çok önemlidir.
Sorunlarımızın
teşhis ve ifade edilmesindeki cesaretimiz kadar çözüm noktasındaki
kararlılığımızın da büyük olduğunu ifade etmek isterim. Gündemimizde bulunan
makul sürede yargılama sorununu da içerecek biçimde sistemin sorunlarına
bütüncül bir perspektifle çözüm üreten yargı reformu stratejimiz ve buna bağlı
oluşturduğumuz eylem planımız geride bıraktığımız zaman zarfında büyük ölçüde
amacına ulaşmıştır. Ölçüsüz eleştirileriyle tepki çeken Avrupa Komisyonunun son
ilerleme raporu bile bu gerçeği teyit ve teslim etmek durumunda kalmıştır. Bu
temel belgelerle çerçevesi çizilen önceliklere uygun olarak, uluslararası standartların
gerisinde kalan, güncelliğini yitirerek ihtiyaçlara cevap vermekte zorlanan
mevzuatımız gözden geçilirmiş ve pek çok temel yasamız yenilenmiştir.
(x)
342 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
İş yükü baskısı
altında ezilen ve gerek nicelik gerekse nitelik olarak yetersiz kalan adli
teşkilat insan kaynakları yönünden güçlendirilmiş, hizmet gereklerini
karşılamayan fiziki ve teknolojik altyapı tahkim edilmiş, böylece yargının
sorunlarının önemli bir kısmı giderilmiştir.
Adliyelerimizin
kapalı alanları son on yılda 4 kat arttırılmış, 157 yeni adliye sarayı hizmete
girmiş, mahkeme sayımızda yüzde 30, ihtisas mahkemelerinde yüzde 100’ü aşan
artış sağlanmıştır.
Yine bu dönem
içinde hâkim ve savcı sayımız yüzde 30, mahkeme personeli sayımız yüzde 130
oranında artırılmıştır.
Yargıtay ve
Danıştaya yeni daireler kurulmuş, üye sayıları arttırılmış, tetkik hâkimi ve
personel ihtiyaçlarının karşılanması yanında dairelerin çalışma usulleri de
revize edilerek yüksek yargı organlarının ağır iş yüküyle baş edebilecekleri
kurumsal önlemler hayata geçirilmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son iki yıl içinde üç ayrı mevzuat paketiyle yüksek
yargı organlarının kapasitesi arttırılmış, mahkemelerin iş yükünü azaltacak,
adalet hizmetlerinin etkin ve verimli biçimde yürütülmesini sağlayacak pek çok
önemli değişiklik yapılmıştır.
Bazı çekişmesiz
yargı işlerinin noterlere devri, bir kısım basit suçların kabahate
dönüştürülmesi ve idari para cezası verme yetkisinin idari mercilere
bırakılması, mahkemelerde karar alma süreçlerinin hızlandırılması, icra
dairelerinin teşkilat yapılarının gözden geçirilmesi gibi pek çok tedbir bu
paketler sayesinde hayata geçirilmiştir.
Diğer taraftan,
toplumdaki uyuşmazlıkları en kısa sürede, en az masrafla, en etkili ve en
tatminkâr biçimde sonuçlandırmak için dünya genelinde teşvik gören alternatif
kurum ve işleyişler ülkemize de taşınmıştır. Hukuk Uyuşmazlıklarında
Arabuluculuk Kanunu’yla uyuşmazlıkların alternatif çözümünde önemli bir yasal
altyapı oluşturduk. Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu’yla da idarenin demokratik
denetiminin önünü açtık.
Başlıklar hâlinde
sıraladığım bu adımlar, ülkemizdeki adalet hizmetlerinin etkinliğini artıracak
önlemler, uzun yargılama sorununa kalıcı ve yapısal çözümler sunacaktır. Bu
çalışmalar sayesinde makul sürede yargılama hakkı ihlallerinin hızla
gündemimizden çıkacağını, bu anlamda olumlu ve umut veren işaretleri bir
süredir almaya başladığımızı ifade etmek isterim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son dört yılda Yargıtaya yıllık ortalama 650 bin dosya
gelmiş, bunlardan her yıl 550 bin dosya incelenerek karara bağlanmış, yine her
yıl 100 bin dosya arşivde bekleyen stokların üzerine ilave yük olarak
eklemlenmiştir. 2007 yılı başında arşivde bekleyen dosya sayısı 650 bin iken bu
sayı 2011 yılı sonunda maalesef 1 milyon 150 bine kadar çıkmıştır. Ancak yüksek
yargının kurumsal kapasitesinin artırılmasının sonucu olarak incelenmeyi
bekleyen dosya sayısı 1 milyon 150 binden bugün itibarıyla 850 binlere inmiş ve
2011 yılı rakamlarına göre bu yıl iş yükü üçte 1 oranında azaltılmıştır.
Yargılama
sürelerini makul düzeye çekme amacına dönük mevzuat çalışmalarımız, ülkemizi,
bugün ortalama iki yıl gibi uluslararası standartlara yakın bir yargılama
sürecine taşımıştır. Yargının hızlandırılması amacıyla devam eden çalışmaların
nihayetinde, temyiz aşaması da dâhil olmak üzere, bu süreyi, ortalama on iki
aya indirmekte kararlı olduğumuzu vurgulamak isterim. Bu noktada, yargısal
tasarrufların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına uygunluğunun
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından hâkim ve cumhuriyet savcıları için
bir terfi kriteri hâline getirilmiş olmasının önem ve değerine de ayrıca dikkat
çekmek istiyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ağır iş yükünün
azaltılması için birtakım tedbirler geliştirilmektedir. Bu kapsamda, 14 no.lu
Ek Protokol ile getirilen düzenleme gereğince, İnsan Hakları Mahkemesi, uzun
yargılama iddialarıyla yapılan başvurularda yerleşik içtihat konusunu teşkil
ettiğinden hükûmetlerin görüşünü almaksızın kararlar vermeye başlamıştır. AİHM
önünde bekleyen dava yükünü hafifletmek amacıyla Interlaken ve İzmir
deklarasyonlarında yapılan çağrılar da göz önünde bulundurularak Avrupa Konseyi
Genel Sekreteri’ne gönderilen 14 Kasım 2011 tarihli mektubumuzla, sözü edilen
bu iç hukuk mekanizmasının kurulması yönündeki niyetimiz ve teklifimiz
mahkemeye iletilmiştir. Bildiğiniz gibi, 2010 yılında gerçekleştirilen
referandum ile anayasa reformu kapsamında Anayasa Mahkemesine vatandaşlarımızın
bireysel başvuru imkânını getirmiştik. Böylece, ülkemizde insan hakları
standartlarının yükseltilmesi ve korunması adına tarihî bir adım atılmış, temel
hak ve hürriyetlere ilişkin yeni ve etkin bir iç hukuk yolu geliştirilmiştir.
Bu iç hukuk yolu, 24 Eylül 2012 tarihi itibarıyla fiilen işlemeye de
başlamıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, benzer nitelikteki çok
sayıda davada aleyhine başvuru yapılan devlette insan hakları ihlaline yol açan
sistematik ve yapısal bir sorunun varlığını tespit ettiğinde pilot karar
uygulaması yapmaktadır. Bu yöntemde, mahkeme, bir başvurucuyu pilot dava olarak
seçmekte ve bu başvuru çerçevesinde ilgili ülkedeki yapısal ve sistematik
sorunu tespit ettikten sonra kendisine yapılmış olan benzer nitelikteki diğer
başvuruları beklemeye almaktadır. Pilot karara konu yapısal sorunu çözmek için,
ilgili devlete belli bir süre veren mahkeme bu süre zarfında beklemeye aldığı
başvuruları incelememekte ve ilgili devletin konuyu iç hukukunda çözüme
kavuşturacak bir düzenleme yapmasını beklemektedir. İlgili devlet tarafından
gerekli düzenleme yapıldıktan sonra iç hukukta ihdas edilen çözüm yolunun etkin
bir yol olup olmadığını inceleyen AİHM yeni oluşturulan yolun etkin olduğuna
karar verirse daha önce beklemeye aldığı başvuruları söz konusu iç hukuk yoluna
müracaat etmeleri için kabul edilmez bulup iade etmektedir. Dolayısıyla, pilot
karar, benzer nitelikteki başvurularda tespit edilen sistematik veya yapısal sorunun
ortadan kaldırılması konusunda ulusal makamlara bir anlamda yardım etmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 20 Mart 2012 tarihinde AİHM tarafından ülkemizle
ilgili verilen pilot kararda, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılamadığına ilişkin ihlallerin Türkiye’de uzun yıllardır devam
ettiği ve konunun iç hukuk düzeninde yapısal ve sistematik bir problem
oluşturduğu belirtilmiş, henüz Hükûmetimize bildirilmemiş ve 23 Eylül 2012
tarihinden evvel işleme konacak tüm başvuruların incelenmesinin bir yıl süreyle
ertelenmesine karar vermiştir yani Türkiye’den yapılmış bu yöndeki şikâyetleri
bir yıl süreyle askıya almış ve bunları incelememe kararı vermiştir. 20 Haziran
2012 tarihinde kesinleşen bu karardan itibaren Türkiye, bir yıl içinde söz konusu
iç hukuk yolunu oluşturmak zorundadır. Huzurlarınıza getirdiğimiz çalışma, bu
çalışmadır. Sözünü ettiğim bu kararda İnsan Hakları Mahkemesi, ülkemizde insan
hakları alanındaki olumlu seyir ile yargı hizmetlerinin hızlandırılması ve
etkinleştirilmesi sürecindeki gelişmelere dikkat çekmiş ve yargılama süresinin
uzunluğundan kaynaklı tazminat taleplerinin incelemesi için kurulacak yolun
etkinliğine ilişkin kriterleri belirlemiştir. Buna göre, mahkeme tazminat
taleplerinin makul sürede bitirilmesini, tazminat bedelinin en geç altı ay
içerisinde ödenmesini, kurulacak mekanizmanın adil bir yargılama ilkesinin
asgari standartlarını taşımasını, inceleme sürecindeki giderlerin ilgilisi için
ağır bir yük oluşturmamasını aramaktadır. Belirtilen kriterler sağlandığı
takdirde mahkemenin iç hukuk yolunun etkin bir yol olduğuna karar vereceği
beklentimiz vardır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; tasarıyla kurulması öngörülen komisyon idari
kurul şeklinde çalışmalarını yürütecektir. İnceleme süreci ve uygulayacağı usul
idari nitelikte olup kararları yargı denetimine tabi olacaktır. Bu kapsamda,
komisyonun görevinin adli bir görev olmadığının altını özellikle çizerek
vurgulamak istiyorum. Komisyonun idari bir kurul olarak yapılandırılmasının
sebebi, diğer ülkelerde yaşanan tecrübelerden kaynaklanmaktadır. Örneğin
İtalya’da aynı soruna ilişkin AİHM tarafından verilen kararlar sonrasında
“Pinto Yasası” olarak bilinen uygulama yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre uzun
yargılamadan kaynaklanan şikâyetler, İtalya’da, yargısal bir mekanizmaya
denetlettirilmiştir. Ancak getirilen sistem sorunu çözememiş, orada da uzun
inceleme sürelerinden dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu yöntemi etkin
bir iç hukuk yolu olarak kabul etmemiştir İtalya açısından. Biz bu örneklere bakarak
Türkiye'de oluşturduğumuz kurulun idari bir kurul olarak çalışmasını ve
kararlarının da yargı denetimine tabi olması ilkesini getirdik.
Tasarıyla
getirilen bir diğer önemli düzenleme ise kurulacak komisyonun, Bakanlar Kurulu
kararı ile yetkilendirilmesi hâlinde, ilerleyen yıllarda AİHM’in yerleşik
içtihadına konu yapısal ve sistematik sorunlara dayalı başka konularda yapılan
başvuruları da inceleyebilecek olmasıdır. Bunun için, öncelikle, komisyonun
belirlenen alanlardaki başvuruları etkin şekilde ele alıp incelemesi, daha
sonra ise ihtiyaç duyulacak alanlarda, gerekli görüldüğünde görevlendirme
yapılması öngörülmüştür.
Buna ek olarak,
bu kanunla kurulacak komisyonun faaliyete başlamasından önce, komisyonda görev
yapacak kişiler ile komisyon kararlarının yargısal denetimini yapacak olan
bölge idare mahkemesi hâkimlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde
çalışma ziyaretleri yapması da planlanmıştır.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, tasarının kanunlaşması hâlinde kurulacak olan
komisyon, Adalet Bakanı tarafından atanacak 4 üye ve Maliye Bakanı tarafından
atanacak 1 üye olmak üzere toplam 5 üyeden oluşacaktır. Sekretarya hizmetleri
Bakanlığımızca karşılanacaktır. Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri,
görevleri kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin
komisyona tevdi edecektir. Komisyonun görev alanı, tasarının Adalet
Komisyonunca kabul edilen hâliyle, 23 Eylül 2012 tarih itibarıyla İnsan Hakları
Mahkemesine yapılmış ve hâlen AİHM önünde derdest başvurularla sınırlı
tutulmuştur. Komisyon, kendisine yapılacak müracaatların öncelikle tasarının
6’ncı maddesindeki ön koşulları taşıyıp taşımadığını inceleyecek buna göre bir
karar verecektir. Yine, komisyon, müracaatın esası hakkındaki kararını ise
AİHM’in emsal kararlarını da gözetmek suretiyle gerekçeli olarak verecektir.
Komisyon için bu değerlendirmelerinde esas alınacak kriterler, AİHM’in bu
konuda oluşmuş kriterleri olacaktır. Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay
içinde karar vermek zorunda olup bu kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren
on beş gün içinde, komisyon aracılığıyla, Ankara Bölge İdare Mahkemesi nezdinde
itiraz yapılabilecektir. Mahkemenin vereceği karar kesindir.
Yine, tasarıya
göre, ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren
Adalet Bakanlığı tarafından her türlü harçtan ve masraftan muaf tutularak üç ay
içerisinde ödenmek zorundadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; günümüz modern hukuk anlayışında, ulusal ve
uluslararası hukukun bir bütün olduğu fikri pekişmiştir. Ulusal hukukun esas,
uluslararası hukukun tamamlayıcı olduğu bu anlayışa göre, uluslararası
standartlar iç hukuk bakımından asgari ölçüleri vermektedir. Bir başka
anlatımla, altına inilemeyecek ancak ülke gerçekleri ışığında yorumlanıp
geliştirilebilecek bir standarttır uluslararası hukuk. Bugün dünyada bir çok
devlet, artan ve çeşitlenen toplumsal ihtiyaçları karşılama noktasında yargı
sistemlerini gözden geçirme, özellikle artan iş yükü sorunu karşısında daha
etkin ve kaliteli bir sisteme ulaşmak için reform çalışmaları yürütme
noktasındadır. Bu çaba, hiç kuşkusuz, hukukun kadim ve evrensel ilkelerine, bu
ilkelerin çağdaş yorumuna, temel hak ve özgürlüklere, odağına insanı alan
adalet politikalarının giderek artan önemine dayanmaktadır.
Takdirlerinize
sunulan bu tasarı, geçmişte adalet kapısına müracaat etmiş ama o kapı önünde
bekletilmiş, mağduriyet yaşamış ve bu nedenle devletiyle nizalı duruma düşmüş
vatandaşlarımızla bir kucaklaşma, haklarını temin ve teslim etme aracıdır. Bu
yönüyle, mahkeme önündeki tek taraflı deklarasyon ve dostane çözüm
süreçlerinden nitelik olarak bir farkı bulunmamakla beraber, bu çözümün kendi
iç hukukumuz içinde üretilebilmiş olması elbette anlamlıdır.
Uzun yargılamaya
ilişkin haklı yakınmaları bulunan vatandaşlarımıza, kurulacak komisyonun
yapacağı inceleme sonucunda tazminat ödenerek manevi zararlarının bir an önce
ödenmesi amaçlanmıştır. Benzer mağduriyetlerin gelecekte yaşanmaması, yargı
sistemimizin güven veren adalet vizyonumuza uygun olarak önüne gelen
ihtilaflara süratle yanıt verebilmesi için büyük mesafeler katettiğimiz adli
reform çabalarımız da hız kesmeden, paralel olarak devam edecektir.
Bu vesileyle,
değerli heyetinizi saygıyla selamlıyor, yasalaşması için katkı, takdir ve
desteklerinizi talep ettiğimiz tasarımızın milletimiz, ülkemiz için hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum.
Hepinizi tekrar
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Ergin.
Buyurunuz Sayın
Kaplan.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Bakanı da dinledik. Bu tasarıyla, Avrupa mahkemesinde derdest
olan binlerce davayla ilgili bir mevzuat değişikliği yapılıyor. Anayasa’nın
90’ıncı maddesi çok açık. Orada deniliyor ki: Uluslararası sözleşmeler, ulusal
hukukla çeliştiği zaman uluslararası sözleşmeler uygulanır. Bu kanunu çıkaran
Hükûmet; 2004 yılında çıkardılar. Kendileri bu Anayasa değişikliğini yaptı ve o
zaman CHP de destek vermişti.
Şimdi, Türkiye,
Avrupa mahkemesinde adil yargılanma ve uzun tutukluluk gibi, tarafsız olmayan
mahkemelerde olan davalarda birinci derecede mahkûm olan bir ülke. Bunu
gidermek için getirilen bu taslakta, sadece tazmin komisyonları öngörülüyor.
Tazmin komisyonları mülkiyet hakkına ilişkindir. Kamulaştırma davasıdır, olur
ama insan özgürlüğünün ihlal edildiği bir ulusal yargılamada ve bu, Avrupa
mahkemesinde devam ediyorsa bu sözleşmeye Türkiye imza atmıştır.
Avrupa mahkemesinin
kararlarının iki sonucu var. Bu sonuçlar, sadece tazminat değildir, mevzuatın
bu karara göre yerine getirilmesidir. Bu taslakta, mevzuatın yerine getirilmesi
hükmü kaldırılıyor, yok. Mevzuatın yerine getirilmesi, yani Avrupa sözleşmesine
uygun hükümlerin getirilmesi hükûmetin görevidir, sözleşmeci hükûmetin. Burada,
bu tasarıyla, bir kanunla Avrupa sözleşmesinin amir hükümleri ihlal ediliyor.
Yani burada bu kanun tasarısı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı.
Bakın, Anayasa’ya
aykırıdır demiyorum Sayın Başkanım, Anayasa’nın 90’ncı maddesine göre tarafı
olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır. Yani, burada özel
yetkili mahkemelerin hâkimleri, vatandaşı uzun süre tutuklu bırakacak
cezaevinde, bu Meclisin 8 milletvekilini ve bunun bedelini, yine tazminat
olarak, vatandaş, kendi yatırdığı vergiyle hazineden ödeyecek. Avrupa
mahkemesinin amacı bu değil, değerleri bu değil; insan haklarına saygı bunun
temelidir. Yani bu tasarı görüşülemez Sayın Başkanım. Bu tasarı, bu şekliyle idari
bir komisyon oluşturduğu için yasama, yargı alanını düzenleyemez, idareye
teslim edemez. Bu, muvazaalı bir iştir. Eğer Türkiye adalette hak ettiği yerine
ulaşmak istiyorsa vatandaşına sahip çıkacak. Bunun yolu çok basittir. Özel
yetkili mahkeme…
BAŞKAN – Şimdi
sizin talebiniz…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Ben usul tartışması açılmasını talep ediyorum ve bu görüşülemez
diyorum.
BAŞKAN – Bu
tasarının görüşülemeyeceği konusunda usul tartışması mı açıyorsunuz?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Usul tartışması.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Hangi gerekçeyle?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Görüşülemez bu tasarı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, bir de
Türkiye’nin taraf olduğu ikiz sözleşmeler Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi’ne göre, ulusal üstü yargıya buradaki ulusal Meclis
kararlarıyla müdahale edilmesi durumu söz konusu ve sadece tazminata indirgeme…
Bu, tazminata indirilmeyecek bir konumdur. Ceza hukukunda özgürlüklerde geriye
dönüş yoktur. Siz özgürlüklerini yitirmiş insanlara hangi tazminatla özgürlüklerini
iade edersiniz? 8 tane milletvekili cezaevindedir, haksızlığa uğramış gidiyor.
BAŞKAN – Şimdi,
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Bu sözleşmelere aykırı olan bu taslak Mecliste görüşülemez,
görüşülemez. Burada yasama, yargıyı…
BAŞKAN – Usul
tartışması açıyorsanız buyurun geliniz.
Lehte, aleyhte?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Lehte…
FARUK BAL (Konya)
– Lehte…
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Aleyhte…
BÜLENT TURAN
(İstanbul) – Lehte…
MUSTAFA SEZGİN
TANRIKULU (İstanbul) – Aleyhte…
BAŞKAN -
Buyurunuz Sayın Kaplan.
X.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- 342 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme’ye
aykırı olduğu gerekçesiyle görüşülüp görüşülemeyeceği hakkında
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; adalet ve adil yargı bu ülkenin kanayan yarasıdır.
Adalet herkese lazım. Başbakan da bir şiirden dolayı devlet güvenlik
mahkemesinde mahkûm oldu. Onun dışında aydınlar, yazarlar, çizerler,
düşünenler, ressamlar, hukukçular, gazeteciler; hepsi de olağanüstü
mahkemelerde yargılanıyor. İstiklal mahkemelerden bahsetmiyorum, 12 Eylülden
sonra sıkıyönetim mahkemelerinden bahsediyorum, geçtik, devlet güvenlik
mahkemelerinden bahsediyorum. Sendikaları kapattılar, dernekleri kapattılar,
düşüncesine bakmadan insanları fişlediler, 2 milyon kişiyi içeri attılar ve bu
mahkemelerde adil bir yargılanma yapılamadı. Onun acısını yaşarken özel yetkili
mahkemeler kuruldu. Özel yetkili mahkemeler, bugün, Türkiye’de muhalefet olan
herkesi yargılıyor. Milletvekilleri, bu Meclisin hâlen 8 milletvekili bu özel
yetkili olağanüstü mahkemelerin kararları nedeniyle tutuklu.
Burada, Türkiye,
bir taraftan Avrupa Birliğinin müzakere sürecini yaşıyor. Anayasa’nın 90’ıncı
maddesi çok açık olarak uluslararası sözleşmelerin iç hukukta kanunların
üzerinde olduğunu söylüyor. Ulusal üstü hukuk, evrensel hukuk, uluslararası
sözleşmeler iç hukukun üstündedir, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi özel
yetkili mahkemelerin üstündedir yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 12 Eylül
darbe Anayasası’nın üstündedir, yani evrensel hukuk ulusal hukukun üstündedir.
Şimdi, bu ülkede
bu Meclisin vicdanı ve insanca düşünerek vereceği bir karar var. Birileri
işkence yapacak kollukta. O işkencecilere avukat tutuluyor. Bu ülkede avukatın
parasını, o işkencecilerin, devlet ödüyor. O işkenceciler Türkiye’yi mahkûm
ediyor Avrupa mahkemesinde. Avrupa mahkemesinin tazminatını vatandaş vergisiyle
hazine ödüyor, hazineden bu işkencecilerin parası ödeniyor. Aynı şeyi hâkimler
yapıyor, özel yetkili mahkemelerin hâkimleri yapıyor; aynı şeyi savcılar
yapıyor, aynı şeyi özel yetkili polisler… Özel soruşturmalarla özel yetkili
mahkemelerin muhalefeti sindirerek yaptığı bir uygulama var.
Şimdi, siz
kalkmışsınız… Türkiye, on yıllık AKP iktidarında -dünyada değil Avrupa
Konseyinden bahsediyoruz- 47 ülkede 1’inci. Adil yargılama hakkından, tarafsız
olmayan mahkemelerden, bağımsız olmayan mahkemelerden, makul sürede bitmeyen
davalardan muzdarip, başvurmuş, bireysel başvurularda bulunmuş 10 binin üstünde
insan, Avrupa mahkemesinde adalet bekliyor. Buradaki adaleti gidip Avrupa
mahkemesinin iş yükü çoktur diye, Avrupa mahkemesinin iş yükünü hafifletmek
için, burada bir tazmin komisyonu kurmaya çalışıyorsunuz. Bu tazmin komisyonunu
kamulaştırmada anlayabiliriz, mülkiyet hakkı anlamında anlayabiliriz ama insan
özgürlüğü, insanın yargılanması, insanın adil bir şekilde yargılanması söz
konusu olduğunda bir yol var doğru olarak yapacağınız: Özel yetkili mahkemeleri
kapatacaksınız, olağanüstü yargıya son vereceksiniz. Bu ülkeye adalet
istiyorsanız bunu yapacaksınız. Doğru olan budur. Yoksa tazmin komisyonları
kurup vatandaşın cebinden hazineye yatırdığı parayı… Vatandaşı mağdur
edeceksiniz ama o uzun tutukluluğu yapan, ama o uzun yargılamayı yapan, o yargı
işkencesini yapan hâkim, savcıya rücu etmeyeceksiniz; o polisin yakasına
yapışmayacaksınız, o kolluktan hesap sormayacaksınız.
Üstelik Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi’ni imzalayacaksınız, Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’ndeki adil yargılanmanın gereklerini yerine getirmeyeceksiniz; sonra
geleceksiniz, Mecliste, burada, bu yasama organı yargının alanını düzenleyecek.
O kadar ki sadece Türkiye mahkemelerinin alanını değil, maşallah, Avrupa
Konseyinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı alanını düzenleyecek bir
tasarıyı hükûmet getirecek. Buna hiçbir hukukçu, hiçbir insan, hiçbir siyasetçi
“evet” diyemez. Yanlıştır bu. Böyle bir yasa çıkmaz, çıkarsa da kadüktür. Kadük
olan bu yasa uygulanamaz. Bu yasaya karşı burada Meclisin onurlu bir duruş
göstererek geri göndermesinin tavrını koyması gerektiğini düşünüyorum. Adalet
bu ülkede bu kadar ucuz olmamalı. Adalet için ne gerekiyorsa onu yapalım ama
böyle…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN
(Devamla) – …muvazaa, böyle şeylerle uğraşmayalım diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaplan.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayın Bakanım, Hasip Bey doğru diyor değil mi?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Hiç alakası yok, uzun tutukluluk yok burada.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Vallahi billahi bu konuşmalarınız kıyameti koparacak, görürsünüz.
BAŞKAN – Lehte,
Konya Milletvekili Faruk Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşülmesi sırasında, bu tasarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Birleşmiş Milletler kişisel ve siyasi haklara
ilişkin sözleşmeye atıfta bulunularak Mecliste görüşülemeyeceği iddiasıyla
tutumunuz hakkında usul tartışması açılmıştır. Ben de tutumuzun doğru olduğu
yönünde lehte görüşlerimi ifade etmek için huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Arkamızda bir
yazı var. Bu yazıda “Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir.” diyor. Bu
Mecliste bu tasarı görüşülmeyecek de nerede görüşülecek? Millî ve üniter bir
devletin temel hakkı, bağımsızlığını hükümranlığıyla pekiştirerek önünde
bulunan sorunları görüşmektir. Bu nedenle tutumuz lehinde söz aldım.
Bunun anlamı şu
değildir: Buraya getirilen tasarı doğrudur, buraya getirilen tasarı adaletin
siyasallaşma ve hantallaşma neticesinde ortaya çıkan devasa sorunlarından
birisine çare arıyor. Bizim ifade ettiğimiz bu değildir. Aksine, getirilmiş
olan tasarı, siyasallaştırılmış ve hantallaşmış yargının sebeplerini ortadan
kaldıracak bir çözüm aramak yerine bunun sonuçlarıyla uğraşmak gibi garip bir
mantıkla buraya gelmiştir.
Yargı makul
sürede davayı bitirememiştir, uzun süren davalar tarafları mağdur etmiştir.
Uzun tutukluluk hâlleri insanları evinden, yuvasından, çoluğundan çocuğundan,
ailesinden etmiştir. Burada bir mağduriyet doğmuştur. Bu mağduriyet nedeniyle
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine insanlar şikâyette bulunuyor ve Türkiye, bu
şikâyet sıralamasında 47 ülke arasında 2’nci sırayı teşkil ediyor. İşte, bu,
millî ve üniter devlet vasfı ile bağımsız bir devlet olan ve millet
hâkimiyetini de bu Meclise bırakmış olan milletimizin iradesinin yegâne
tecelligâhı olan bu Mecliste görüşülecek konudur.
Bu konuyu burada
görüşeceğiz ancak tasarının geldiği hâliyle değil, olabildiği kadarıyla
sonuçlarıyla değil, sebeplerini ortadan kaldırabilecek çözümleri üreterek,
fikirlerimizi burada tartışarak ve buna bir sonuç bulabilme amacıyla burada
tartışacağız.
Bu düşüncelerle,
yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bal.
Aleyhte, İstanbul
Milletvekili Bülent Turan.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BÜLENT TURAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Az önce Sayın
Kaplan’ın dile getirdiği usule itirazla ilgili aleyhte söz aldım ancak lehte
birkaç husus ifade etmek istiyorum.
Şu an
görüşülmekte olan kanun tasarısı, AİHM’in sözleşmesinin 6’ncı maddesindeki adil
yargılama hakkının ihlalinin söz konusu olması bir tarafa, zaten Mart 2012’de
“Ümmühan Kaplan ve Türkiye” davasında zikredilen, temelini de ondan birkaç sene
önce “Daneshpayeh Türkiye” davasında dile getirilen, yani Türkiye’nin belli
konularda çok fazla ihlalin iddia edildiği konuların iç hukukla düzenlenmesini
öngören kararından sonra gündeme gelmiştir.
AİHM
uygulamasında, zaman içerisinde bir ülkeyle ilgili birden fazla iddia söz
konusu olursa onunla ilgili mahkeme bütün davaları bir tarafa ayırıp, pilot
uygulama yapıp, yani içerisinden bir tanesini seçip onunla ilgili iç hukukta
bir düzenlemen var mı, yok mu diye bakmakta, eğer o konuyla ilgili çok dava
olmasına rağmen iç hukukta bir düzenleme yoksa o ülkeye bir süre verip “Bunu
bir an önce çözün, sonra bunlara bakalım.” demekte.
Dolayısıyla, biz,
bırakın AİHM’in karşı olmasını, aleyhinde olmasını, tam aksine Ümmühan Kaplan
davasında Türkiye’ye süre vermesini, “İç hukukta bu sorunları çözün, bize
gelmeyin.” anlamındaki kararından sonra hükûmet tasarısı olarak gündemimize
gelmiştir. Dolayısıyla, AİHM sözleşmesine aykırı olması söz konusu değildir.
Kaldı ki İç
Tüzük’ümüzün 84’üncü maddesi bununla ilgili, Anayasa’ya aykırılıkla ilgili
iddiaların hangi usulle yapılacağını bize ifade etmektedir. Yine, aynı şekilde,
İç Tüzük 73’üncü madde, bizlere hükûmet tasarısının hangi usulle Genel Kurula
geleceğini ifade etmektedir. Ne Genel Kurula gelişte ne Anayasa iddiasında ne
AİHM iddiasında bir geçerlilik bulunmamaktadır.
Türkiye şimdiye
kadar olduğu gibi, uluslararası anlaşmalara olan anayasal bağlılığını tekrar
gündeme getirmiştir. Bir gereklilik olan bu düzenlemeyi Genel Kurula
getirmiştir. Kaldı ki burada bir hususu daha zikretmek isterim. Hepinizin
bildiği gibi, çok büyük -sürüncemede- sıkıntılarla, milletimizin “evet”
oylarıyla geçen, “evet” oylarından sonra gündeme gelen Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru hakkının verilmesinden sonraki süreçte -ki iki ay kadar önce
başlamıştır bu süreç- o zamana kadar olan süreci bu kanun düzenlemektedir.
Zaten bu saatten sonraki başvurular, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru bağlamında
iç hukuk yolu olmuştur. Dolayısıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bizden
istediği, şu an elinde biriken dosyaların, Anayasa Mahkemesindeki yeni
düzenlemeye kadarki süreçteki davaların tekrar Türkiye’deki bir iç hukuk
müessesesiyle çözülmesidir; yapılan bundan ibarettir Sayın Başkan.
Ben bu konunun
Anayasa’ya aykırı olmadığını, AİHM sözleşmesine aykırı olmak bir tarafa,
onların talebiyle olduğunu tekrar hatırlatmak istiyor, tüm Genel Kurula
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Turan.
Lehte, İstanbul
Milletvekili Sezgin Tanrıkulu.
Buyurunuz Sayın
Tanrıkulu. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA SEZGİN
TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şunu ifade edeyim
öncelikle: Türkiye’de yargı birçok insanı perişan etti. Ondan dolayı yüzlerce,
binlerce başvuru yapıldı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve bu başvurular ile
de biz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini perişan ettik, şimdi ona çözüm bulmaya
çalışıyoruz. Ancak, öngörülen mekanizma, gerçekten makul bir mekanizma değil
Sayın Bakan. Şöyle: Şimdi, daha önce, terörle mücadeleden kaynaklanan
zararların giderilmesi için bir iç hukuk yolu oluşturuldu. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi de bunu kabul etti ve elindeki
dosyaları geri gönderdi ama orada sorun şuydu: Mahkemeye giden bir başvuru
yoktu. Mahkemeye başvurmamış, idari makamlara başvurmamış yurttaşlar vardı,
mağdur olmuş yurttaşlar vardı ve ondan sonra da Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine giden dosyalar vardı yani Türkiye’de bir yargı süreci yoktu. Ama
şimdi getirdiğiniz yasada ise başlayan bir yargı süreci var, sonuçlanmış bir
yargı süreci var veya devam eden bir yargı süreci var. Bununla ilgili olarak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurular yapılmış. Ama siz, şimdi, bir yargı
süreciyle ilgili olarak -belki de Türkiye’de devam eden dosyalar da var bu
2.100 tane dosyayla ilgili olarak- yargı süreci Türkiye’de devam eden vakalarla ilgili olarak bir idari kurul
oluşturuyorsunuz. Nasıl olacak bu? Nasıl bir karar verecek? Anayasa’nın 138’inci
maddesine aykırı olmayacak mı bu? Devam eden bir yargılama var Türkiye’de,
bunların içerisinde mutlaka vardır ama mutlaka vardır ve o idari kurul devam eden bir yargılamayla
ilgili olarak bir karar verecek ve onu da bölge idare mahkemesi test edecek.
Bir yargılama süreciyle ilgili olarak bir idari mekanizma oluşturulamaz.
Dolayısıyla yani
Anayasa’daki sisteme aykırı bir şey getiriyorsunuz yani mahkemeyi denetleyecek,
mahkemelerin de uygulamayı denetleyecek 4 veya 5 kişiden oluşan, bir memurdan
oluşan bir idari kurul oluşturuyorsunuz. Dolayısıyla mahkeme değil, idari kurul
değil… Böyle bir mekanizmanın oluşturulması etkin bir iç hukuk yolu olmayacak,
hiçbir biçimde olmayacak ve yargı süreçlerine müdahale anlamını taşıyacak.
Dolayısıyla, esas itibarıyla bu yönlü bir tartışmanın komisyonlarda yapılmamış
olması da bir eksiklik bana göre.
Ayrıca, “Anayasa
Mahkemesi.” diyorsunuz. Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesine ilişkin -sizler
de biliyorsunuz- başvurunun iç hukukta tüketilmesi lazım. Ee, makul sürede
yargılama için -“Devam eden ihlal.” diyoruz biz- iç hukukun tüketilmemesi
lazım. Tüketilmeden başvuru yapılabiliyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ama
burada Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmayacak, yapılamayacak, yasadaki engel
nedeniyle yapılamayacak.
Dolayısıyla yani
hâlen devam eden başvurularla ilgili olarak nereye başvuracak mağdurlar? Böyle
temel aksaklıkları var bu yasanın. Dolayısıyla bu şekilde görüşülmesi yani
madde ihdası biçiminde değişiklik de yapılması mümkün değil; bu şekilde
görüşülmesi, yapılması ve yasalaşması hem Anayasa’ya aykırı olacak hem de, bana
göre, yeni bir yargı mekanizması oluşturulmadan yargı mekanizmasına etki edecek
başka bir mekanizma oluşturulacak. Dolayısıyla, tümüyle Anayasa’ya aykırı,
tümüyle Anayasa’ya aykırı. Böyle bir mekanizma, devam eden yargılamalar
bakımından oluşturulamaz.
Ayrıca, yine şu var:
2’nci maddesiyle Bakanlar Kuruluna geniş yetki alıyorsunuz. O belki burada
değişebilir, eğer görüşülürse. Şimdi, işkence yapacaksınız, yaşam hakkını ihlal
edeceksiniz, yarın öbür gün Bakanlar Kuruluna yetki vereceksiniz. “Efendim,
2’nci maddedeki değişiklikler de buna girebilir, 3’üncü madde de girebilir; o
zaman hem işkence yaparım hem de tazminat öderim, bu işten kurtulurum.” 2’nci
maddedeki yetki bunu da kapsamakta. Yarın öbür gün 2’nci maddeyi de, 3’üncü
maddeyi de bu madde kapsamına alırsanız mağdurlar ne yapacak?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Yerleşik içtihat olmayan bir konu gelemez, yerleşik
içtihat değil o.
MUSTAFA SEZGİN
TANRIKULU (Devamla) – Gelir, Bakanlar Kurulu kararıyla çok rahatlıkla o maddeyi
içine alabilirsiniz. Dolayısıyla, bu yönüyle de sakat. Benim de kişisel görüşüm
bu yasanın görüşülmemesi yönündedir. Oluşturulan idari mekanizma yargı
mekanizmasına, devam eden yargılamalara etki edecek bir karar süreci
başlatabilir, bu da Anayasa’ya aykırıdır, görüşülmemesi gerekir görüşündeyim.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Tanrıkulu.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Sayın Başkan…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
Kaplan, buyurun.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, kısa bir düzeltme yapayım, net anlaşılsın. Ümmühan
Kaplan davası, kırk beş sene sürmüş bir kadastro, mülkiyet davasıdır. İstimlak
davası olabilir, mülkiyet davası olur, onu tazmin edersiniz komisyonda ama
işkencede, uzun tutuklulukta, insan haysiyetinin yaralandığı durumlarda
bunların tazmini ve idari komisyonlara atfetmek gibi bir hak yok; bu yanlış.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Yok öyle bir şey, öyle bir kapsam yok.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Yanlış olan bu, bunlar giremez. Burada bütün uzun tutuklama ve uzun
yargılama davaları bu tasarı içine alınmış, yanlış burada.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Tutuklama yok.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – İsteyen baksın, istimlak davasıyla, kadastro davasıyla, arazi
davasıyla insan özgürlüğünü aynı yapıyor. Bu kadar fark var arada, onu söylemek
istiyorum.
BAŞKAN –
Anlaşıldı Sayın Kaplan.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Sayın Başkan, özür dilerim, şöyle
bir sorun var burada, gözden kaçan husus: Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine müracaat edenler bu kanundan yararlanıyor. Ancak yani ülkesini
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikâyet etmeyenler bu yasadan
yararlanamayacak. Bu, Anayasa’mızın 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine
aykırılık teşkil ediyor yani devletin bir hak ihlalinden dolayı ülkesini,
devletini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nedeniyle şikâyet etmemişse biz bu
vatandaşı cezalandırmış oluyoruz yani bu, bir çifte standarttır. Bu açıdan
Anayasa’nın 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır. Bunun
görüşülmemesinde fayda var diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Tanal.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, bizim çalışma usullerimizi İç Tüzük’ümüz belirler
biliyorsunuz. İç Tüzük’ümüzün 38’inci maddesi şöyle buyuruyor: “Anayasaya
uygunluğun incelenmesi: Komisyonlar, kendilerine havale edilen tasarı veya
tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik
etmekle yükümlüdürler.
Bir komisyon, bir
tasarı veya teklifin Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini
belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.”
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Komisyon değil ki, Genel Kurul.
BAŞKAN - Şimdi,
bizim, şu anda Divan olarak, bunun görüşülüp görüşülmeme yetkisini haiz
olmadığımızı belirtiyorum. Bunun için Sayın Komisyon Başkanına söz vereceğim ve
Sayın Komisyon Başkanının bu konuya açıklık getirmesini rica edeceğim. Sizin bu
önerilerinize ve sizin bu görüşlerinize karşı neden Sayın Komisyon Başkanı
böyle bir karar almış –siz açıklıkla “Anayasa’ya aykırı.” diyorsunuz- onun
neden bunu Anayasa’ya aykırı görmediğini izah etmesini rica edeceğim.
Buyurunuz
efendim.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Canım, zaten Anayasa Komisyonu Anayasa’ya aykırı görmediği için
gelmiş buraya. Bu, 87’inci maddeye göre önerge verilmesi lazımdı, o önergeyi
vermemiş. Tasarının tümünün Komisyona iadesi konusunda müzakere açılması lazım.
BAŞKAN – Şimdi, o
zaman Anayasa’ya aykırılık önergesini belki Komisyon şimdi verecektir.
Buyurunuz.
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, arz edeyim Değerli Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, tasarının Anayasa’ya aykırılığı Komisyonumda itiraz olarak ileri
sürülmüştür. Komisyonumuz uzunca değerlendirmiş, tartışmış ve oylamayla -ki bu
siyasal bir denetimdir, yargısal denetim değil- Anayasa’ya aykırı olmadığı
sonucuna ulaşmıştır. Sorun…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Parmaklar sağlayamıyor ki Anayasa’ya uygunluğu.
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Efendim, bir dakika… Sevgili Kardeşim, siz
konuşurken ben ne vücut dilimle…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Parmaklar Anayasa’ya uygunluğu sağlayamıyor, onu söylemek istedim.
BAŞKAN – Lütfen
Sayın Kaplan, dileyelim.
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Zaten parmaklar şöyle veya böyle olsa bile
sonuç siyasaldır, anayasal denetim yine devam edecektir.
Genel Kurulda şu
anda Değerli Başkanım, usul tartışması içerisinde yani 63’üncü madde yoluyla
Anayasa’ya aykırılık tartışması yapılıyor. Genel Kurulda Anayasa’ya aykırılık
tartışmasını İç Tüzük’ümüzün 84’üncü maddesi -Kamer Bey kısmen “87” dedi- dile
getirmiş.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – 87… 87…
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Anayasa’ya aykırılık tartışmalarını Büyük
Meclis Genel Kurulda önergeyle yapabilir, böyle herhangi bir önerge de yok.
Teşekkür
ediyorum.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – 84’üncü madde ayrı bir madde.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, daha vaktimiz var.
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Öbürü de esasla ilgili. Komisyon esasla ilgili
müzakerelerde Anayasa’ya aykırılık tezini ortaya koyabilir ama Genel Kurulda
Anayasa’ya aykırılığın, bu itirazın dinleme usulü de, sonuçlandırılma usulü de
önergeyle olur ve önerge oylamasıyla olur. 63’üncü maddede böyle bir tartışmaya
yer yok efendim.
Arz ediyorum.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Efendim, Sayın Komisyon Başkanının nitelendirmesi maddeler
üzerindeki Anayasa’ya aykırılıktan bahseder. Yani tek tek madde anlamında der,
tümü anlamında söylemez Sayın Başkanım, o konu, o düşünceniz doğru değil.
BAŞKAN – Sayın
Tanal, sayın milletvekilleri; demin size izah ettim. Ben sadece, burada usul
tartışması olarak bunu dile getirdiğiniz için, Komisyonun bu konuda neden böyle
düşünmüş olduğunu Genel Kurulun bilgisine sunmasını rica ettim. Bizim bu konuda
yasayı geri çekme gibi bir yetkimiz yoktur, görüşmelere devam edilmesini uygun
görmekteyim.
Tabii, aykırılık
varsa önergeler verilecektir ve daha sonra da, Anayasa’ya aykırılık
iddialarınız yasanın devamında sizin ileri sürmelerinizle devam edecektir.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının
Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat
Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/625) (S. Sayısı:
342) (Devam)
BAŞKAN – Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurun Sayın
Dora. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUP ADINA
EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı
Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra
Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun
Tasarısı üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde yargılamaların uzun sürdüğü herkes
tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca, tutuklama da bir tedbir olmaktan çıkmış,
âdeta infaza dönüşmüştür. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109’uncu maddesi gereğince
adli kontrol tedbirleri uygulanıp tahliye etme imkânı varken maalesef mahkemelerimiz
adli kontrol sistemini uygulamayarak uzun tutukluluk durumlarının ortaya
çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Tutuklananlar
için uzun bir yargılama sürecinin başladığı, bu açıdan tutuklamanın bir
tedbirden çok ceza hâlini aldığı, tutuklanmayanların ise kurtulduklarını
düşündükleri bir gerçektir. Toplumun algısı da bu yöndedir.
Ülkemizdeki
yargılamalar, yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sonucunda en kısa sürede
gerçeğe ve adalete ulaşılmasını amaçlayan şekilde değil, tahliye talepleri ve
tutukluluğun ortadan kaldırılmasına yönelik olarak devam etmektedir.
Günümüzde
tutuklama tedbirinin, yargısız infaz, şüpheliyi toplumdan uzaklaştırma veya
kamuoyu oluşturmak amacıyla uygulandığı izlenimi doğmaktadır ki tüm bunların
tutuklama tedbirinin uygulanma amacıyla ilgisi bulunmamaktadır. Uzun süren ve
makul sürede tamamlanmayan yargılamalar, Türk hukukunun en önemli sorunudur. Bu
sorunu çözme noktasında gerekli çaba harcanmamaktadır. Böylece, tutuklama
tedbiri yönünden de makul süreye uyulmadığı görülmektedir. Bunun üzerine her ne
kadar hukuka aykırılığı tespit edip tazminata hükmetse de Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine yapılan başvuruların uzun yıllar sonuçlandırılamaması olumsuzluğu
da eklendiğinde, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı şekilde verilen
yargı kararlarının devam ettiği görülmektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin geç verilen kararları ciddiye alınmamakta, sadece tazminat
olarak değerlendirilmekte, devlet tarafından ödenen bu tazminatların
sorumlusuna rücu mekanizması işletilemediğinden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararları ile varılmak istenen hedefe ulaşılamamaktadır.
Ülkemizdeki
özellikle özel yetkili mahkemelerdeki uzun süreli tutuklama kararları münferit
olmaktan çıkmış, basmakalıp gerekçelerle verilen kararlarla sistematik bir hâle
dönüştürülmüştür. Sistematik hâle dönüşen, makul süreyi aşan tutuklama
kararları nedeniyle, başta milletvekillerimiz olmak üzere, belediye başkanı, il
encümeni, siyasetçi, aydın, gazeteci, sivil binlerce yurttaşımız cezaevlerinde
çürütülmektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, 2009 yılından bu yana, uzun süreli ve haksız tutukluluklar
nedeniyle ülkemiz hakkında 440’ı aşan kez karar vermiş ve ülkemizi mahkûm
etmiştir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarında uzun ve haksız tutuklulukların peşin cezaya
dönüştüğü ve bu durumun ağır insan hakkı ihlali oluşturduğu açıkça
vurgulanmıştır. Tasarı, makul süreyi aşan haksız tutuklulukları
kapsamamaktadır.
Avrupa
Komisyonunun Türkiye'nin Avrupa Birliği 2012 İlerleme Raporu’nda ülkemizdeki
uzun yargılamalarla ilgili endişelerin devam ettiği belirlenmiş ve savunma
hakkı, yargılama öncesi tutukluluk sürelerinin uzunluğu ve fazlasıyla uzun ve
çok kapsamlı iddianameler bakımından endişeler devam etmiş olup, bu durum, söz
konusu yargılamaların hukuka uygunluğunun kamuoyu tarafından kayda değer ölçüde
sorgulanmasına yol açmıştır.
Türkiye'de
demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin
güçlendirilmesi bakımından bir fırsat teşkil eden bu davalar, yargı
süreçlerinin geniş kapsamlı ve söz konusu süreçlerle ilgili eksikliklerine
yönelik ciddi endişeler yüzünden gölgede kalmıştır. Ayrıca, söz konusu davalar,
Türk siyasetinde kutuplaşmaya yol açma eğilimindedirler. Bu davalarda “Savunma
hakkının güvence altına alınması ve şeffaflığın sağlanması amacıyla yargı
süreçlerinin hızlandırılması gerekmektedir. Soruşturmalar hızla genişleme
eğilimindedir. Yargı yalnızca polis tarafından toplanan veya gizli tanıklar
tarafından sağlanan kanıtları kabul etmektedir.” ifadeleri kullanılmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizin yargı sistemindeki -az önce bahsettiğim-
yapısal sorunlarından dolayı gerek uzun tutukluluk süreleri gerekse de makul
sürelerde sonuçlanamayan davalardan zarar gören yurttaşlarımızın uğradıkları
haksızlıkları gidermek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtıkları,
bu davaların çok ciddi bir sayıya ulaştığı bilinen bir gerçektir. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin verilerine göre, geçen yıl sonu itibarıyla, Türkiye
aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde toplam başvuru sayısı 15.940
olup bunlardan yaklaşık 2.500’ü uzun yargılama iddiasını içermektedir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi bu davaların birçoğunu kabul etmiş ve davalar büyük
ölçüde Türkiye aleyhine sonuçlanmış, mağdurlara tazminat ödenmiştir. Devlet,
yüklü miktarda mahkeme masrafı ve avukatlık ücreti ödemesiyle karşı karşıya
kalmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu davalardan dolayı yoğun bir iş
yükü altında kalmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmet, önümüzde duran yasa tasarısıyla, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi nezdinde bu davaların oluşturduğu olumsuz sicilden tazminat
ve yargılama giderlerinden kurtulmak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu
yolla kendi iş yükünü hafifletmek istemektedir. Dolayısıyla, bu tasarı, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi ile Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti arasında bir paslaşma
tasarısıdır.
Tasarının 2’nci
maddesinin (2)’nci fıkrasında “Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal
alanları bakımından da bu kanun hükümleri uygulanabilir.” şeklinde düzenleme,
Bakanlar Kuruluna, yargıyı ilgilendiren bir alanda kapsamı ve sınırları belli
olmayan bir yetki verilmesi mahiyetindedir. Bu yetkinin hangi amaçlarla
kullanılacağı açık olmadığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye’den
beklentilerinin oldukça dışına taşılmaktadır. Verilen yetkilerin kapsam ve
sınırlarının açıkça kanunla belirlenmesi hukuk devletinin ve hukuki güvenlik
ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Bakanlar Kuruluna verilen yetki, hukuk
devletinin temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Tasarının 4’üncü
maddesinde, kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere,
Adalet Bakanlığının bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar
arasından Adalet Bakanı tarafından 4 kişi ile, Maliye Bakanı tarafından Maliye
Bakanlığı personeli arasından atanacak 1 kişiden oluşan toplam 5 kişilik bir
komisyon kurulacağı, komisyon başkanının üyeler arasından Adalet Bakanı
tarafından seçileceği ifade edilmiştir.
Ancak bu
düzenleme ilke olarak doğru bir düzenleme değildir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, getirilecek düzenlemenin etkin ve adil bir düzenleme olması
gerektiğini ilke olarak belirlemiştir. Bu anlamda karar verecek makamın adil
yargılamaya uygun karar verecek bağımsız bir organ olması zorunludur. Ancak
tasarıda öngörülen kurul, bağımsız bir kurul olmadığı gibi adil yargılanmayı
sağlayacak nitelikte yetkin bir kurul da değildir, direkt yürütmeye bağlı
Adalet Bakanı ve Maliye Bakanı tarafından atanacak kişilerden oluşmaktadır.
Tasarının 7’nci
maddesinde, komisyon kararlarına karşı Ankara bölge idare mahkemesine itiraz
edilebileceği belirtilerek, itiraz mercisi olarak Ankara bölge idare mahkemesi
öngörülmüştür. İtiraz üzerine verilen kararların kesin olacağı ifade
edilmiştir. Ancak, bölge idare mahkemesi, itiraz mercisi niteliği itibarıyla
uygun değildir çünkü tazminata hükmedebilmek için bazı şartlar söz konusudur.
Bu nedenle süreç, kapsamlı bir bilgi ihtiyacı doğurmaktadır. Uygun olan, itiraz
mercisi olan Yargıtay ve Danıştayda özel olarak oluşturulacak kurullara görev
verilmesidir.
Tasarı, yargı
sistemindeki yapısal sorunları temelden çözme, mağdur olan insanların
mağduriyetlerinin önüne geçip bir an önce haklarına kavuşmalarını sağlayacak
adaleti tesis ettirme amacından uzaktır.
“KCK davası” adı
altında düşünceleri ve siyasi eylemlerinden dolayı binlerce kişiyi haksız
şekilde tutuklayan, adil yargılanma koşullarını sağlamayan Hükûmetin bu tür
palyatif çözümlerle soruna yaklaşması, mağduriyetleri önlemek bir yana, yeni
mağduriyetlerin de yolunu açacaktır.
Sorunun çözümü
için, öncelikle düşünceyi ifade etme ve örgütlenme hakkının suç olmaktan
çıkarılması; bunun için de, Ceza Muhakemesi Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Terörle
Mücadele Kanunu gibi birçok yasada kapsamlı değişikliklere ihtiyaç vardır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
verdiği kararlar Türk hukuk sistemi açısından yol gösterici mahiyettedir.
Yargımızı yönlendirici, rehberlik edici bir işleve sahiptir. Tasarının
kanunlaşması hâlinde, Türkiye’deki uzun tutukluluk sürelerine karşı iç hukuk
yollarını tükettikten sonra son çareyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvurmakta bulan vatandaşların bu imkânı ellerinden alınmış olacaktır. Bu
durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yeni başvuru hakkının engellenmesi,
adaletin tesisi açısından ciddi bir eksikliğe yol açacaktır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin verdiği kararların önemini görmezden gelmek, sorunu bir
tazminat meselesiymiş gibi ele alarak kurulacak komisyonlarla Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine başvuruların önünü kesmek, geçmişte yapılan benzer
uygulamaları hatırlatmaktadır. Zira, bildiğiniz gibi 5233 sayılı Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun öncesi süreç de bu
şekilde gelişmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’ye bir imkân tanıyarak
zararları kendisi karşılayıp mağduriyetleri önlemesi için bir süre vermişti.
İşte, sorun da tam bu noktada başlamış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
devreden çıkmasıyla hukuksuzluklar, yeni mağduriyetler ortaya çıkmıştır.
Kurulan komisyonlar, aradan geçen sekiz yıllık süreye rağmen, güvenlik
görevlilerince evi yakılan, hayvanları telef edilen, başka yerlere göç etmek
zorunda bırakılan mağdurların uğradıkları haksızlıkları giderememiştir.
Mağdurlardan bir kısmına zararlarını karşılamaktan uzak, komik miktarlarda
tazminatlar ödendiği gibi, geçen uzun süreye rağmen hâla tazminat alamayanlar
vardır.
Türkiye Sosyal
Etüdler Vakfının Van ilimizi esas alarak yaptığı araştırmaya göre, 16 Temmuz
2010 yılı itibarıyla 33.795 başvurunun 30.090’ı sonuçlandırılmış; karara
bağlanan başvurulardan 13.524’ü reddedilmiş, 16.566’sına da tazminat ödenmesi
kararlaştırılmıştır. Yani neredeyse her 2 başvurudan 1’i reddedilmiş, kabul
edilenlerin büyük çoğunluğu için ödenen tazminat da doğan zararı karşılayacak
düzeyde olmamıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; anlaşılacağı gibi bu geçici bir çözümdür ve sorunları
ötelemektir. Oysa yapılması gereken geçici çözümlerle önümüzdeki yıllarda
sorunu daha da büyütecek, ülkemiz aleyhinde başvuru ve ihlal kararlarının
çoğaltılmasına yol açacak yöntemleri benimsemek değildir. Büyük bir
sorumlulukla hukuk devletine ulaşma konusundaki eksikliklerimizi görmek ve
gidermek zorundayız. İç hukukumuzdaki yargı süreçlerini, ceza, adalet
mekanizmalarındaki sorunları içtenlikle ortaya koymalıyız; masumiyet
karinesini, cezalandırmaya dönüşen uzun tutukluluk hâlini vicdani, hukuki ve
evrensel hukuk standartları çerçevesinde tartışmasız hâle getirmeliyiz.
Tekrar, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Dora.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz.
Buyurunuz Sayın
Yılmaz. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile
Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi
Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı konusunda söz almış
bulunuyorum grubum adına.
Genel Kurulda
görüşmekte olduğumuz bu tasarının genel gerekçesinde, tasarının insan haklarına
saygı, insan hakları konusunda ortaya çıkan aksaklıkları kendi iç hukukumuzda
çözüme bağlama ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından pilot dava olarak
belirlenen Ümmühan Kaplan kararının gereğinin yerine getirilebilmesi için
hazırlandığı ifade edilmektedir. Aynı zamanda, tasarının amacının Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların tazminat ödenmesi suretiyle çözüme
kavuşturularak bir taraftan insan haklarına saygı ilkesinin tam anlamıyla tesis
edilmesi, diğer taraftan da ülkemizin uluslararası alanda insan haklarına saygı
konusunda özensiz olduğu şeklindeki bir algının önüne geçilmesi olduğu
vurgulanmıştır. Ancak, insan haklarına saygı ilkesinin tam anlamıyla tesis
edilebilmesi için, ihlalden sonra tazminatın ödenmesinin yeterli olmadığını ve
aslen, insan haklarına saygılı bir ülkede bu ihlallerin gerçekleşmesinin
önlenmesi gerektiğini belirtmek gerekir. Ne yazık ki tasarı bu anlayışla
hazırlanmamıştır.
Tarafı olduğumuz
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
içtihatları, geçici çözümler değil hak ihlallerine neden olan sorunların özüne
yönelik kalıcı çözümler üretilmesini ve hak ihlallerine karşı ise
başvurulabilecek etkin iç hukuk yollarının düzenlenmesi sorumluluğunu ülkemize
yüklemektedir.
Tasarı
gerekçesinde sözü edilen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından pilot
dava olarak seçilen, ülkemize bazı yükümlülükler getiren Ümmühan Kaplan
davasının karar içeriğine baktığımızda, adil yargılama hakkını düzenleyen
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6: “Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde
görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Yani, davanın koşulları bu olmadığı için,
Ümmühan Kaplan davasında bu hakkın ihlal edildiği belirtilmektedir. Yine, aynı
kararda, iç hukuk alanında hak ihlallerine karşı etkili başvuru yolunun
bulunmadığı belirtilmektedir.
Hükûmet
tarafından getirilen tasarıda ise uzun yargılamaların asıl kendisinin bir hak
ihlali olduğu göz ardı edilmekte ve sadece 23 Eylül 2012 tarihine kadar yani
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının uygulamaya geçtiği güne kadar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların tazminat ödenerek üstü
örtülmeye çalışılmakta, bataklık kurutulmamakta, sivrisineklerle
uğraşılmaktadır. Oysa ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6, adil
yargılama ilkesi çerçevesinde yer alan makul yargılama süresi düzenlemesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları asıl olarak uzun yargılamalara
neden olan mevzuatın düzenlenmesini, bu konuda yaptırımlar getirilmesini
öngörmektedir. Hükûmetin bu konuda ciddiye alınabilecek bir çalışması olmadığı
gibi tasarıda da uzun yargılamaların önlenmesine dair bir yaptırım yoktur. Uzun
yargılamaların varlığı ve âdeta kaçınılmazlığı kabul edilerek sadece tazminat
ödenmesi yoluyla geçici bir çözüm yaratılmaya çalışılmaktadır.
Diğer yandan,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından pilot dava olarak seçilen Ümmühan
Kaplan davasında Türkiye’de 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanındığı, uzun yargılamalar ve diğer hak
ihlalleri konusunda bu yöntemin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları da
göz önünde tutularak etkili bir iç hukuk yolu olarak uygulanması beklentisinin
olduğu görülmektedir.
Oysaki Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkını düzenleyen Anayasa madde 148/3 “Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.” hükmünü
içermektedir. Bu maddenin yoruma dahi izin vermeyen açıklığı ve emredici
nitelikte olması nedeniyle olağan kanun yolları tüketilmemiş hiçbir konuda
bireysel başvuru hakkının kullanılamayacağı görülmektedir yani hak ihlali
niteliğindeki tüm mahkeme kararları Yargıtay safhasından geçip kesinleştiği
takdirde ancak bireysel başvuruya konu olabilir. Bu durumda ise uzun
yargılamalar nedeniyle dava devam ederken bireysel başvuru hakkının
kullanılamayacağı aşikârdır.
Uzun tutukluluk
hâlleriyle ilgili olarak 23 Eylül 2012 tarihinden sonra yani Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkının başlamasından sonra, mahkemeye
tutukluluğun kaldırılmasıyla ilgili talepte bulunduğunda, mahkeme bunu
reddettiğinde diğer bir mahkemeye başvurup bu mahkeme de reddederse bunu
kesinleşmiş gibi kabul edebileceğini söylüyor Anayasa Mahkemesinin bazı
raportörleri ve bu çerçevede, uzun tutukluluklarla ilgili, 23 Eylül 2012’den
sonraki başvuruların belki kabul edilebileceğine dair bir yorum var ama henüz
nasıl bir karar verildiği, nasıl bir karar verileceği belli değil. Bu konuda
başvurular var ama Anayasa Mahkemesinin nasıl bir karar vereceği belli değil.
Uzun tutukluluk hâlleriyle ilgili böylesi bir yol geliştirilebilse bile yani
mahkemece verilen, ikinci mahkemece verilen, itirazen verilen kararın kesin
karar gibi olduğu düşünülerek belki uzun tutukluluklarla ilgili konuda Anayasa
Mahkemesi karar verebilecek olsa dahi ancak uzun yargılamalarla ilgili kanun yollarının
tüketilmesini emredici hüküm olarak koyduğu için Anayasa Mahkemesinin uzun
yargılamalarla ilgili bireysel başvuruları kabul etmesi olanaksız
görünmektedir.
Yukarıda
belirtilen tüm nedenlerden de anlaşıldığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
23 Eylül 2012 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olan bireysel başvuru
hakkına gereğinden fazla bir önem atfetmekte, çok büyük bir beklenti içine
girmektedir. Oysaki, Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa
değişikliği sonucunda, üyelerinin seçilme şekli itibarıyla siyasallaştırılmış,
AKP’nin etkisi ve baskısı altına girmiş, bağımsız ve tarafsız bir şekilde
içtihat geliştirme yeteneğini kaybetmiştir. Hem Mahkemenin bu yapısı hem de
bireysel başvuru hakkına olağan kanun yolları tüketildikten sonra
başvurulabilecek olmasından dolayı kısa bir süreç içinde Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin beklentisinin gerçekleşmediği ne yazık ki görülecektir.
Sonuç olarak,
uzun yargılama süreçleriyle ilgili olarak olağan kanun yolları tüketilmediği
gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları kabul edilemez
bulacağından, bu süreç, sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyu
geciktirme sonucunu getirecek ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir süre
sonra uzun yargılamalara yönelik başvurular yine yığılmaya başlayacaktır.
Yukarıda
açıklanan tüm bu nedenlerle, tasarının “Süre” başlığıyla düzenlenen 9’uncu
maddesinde -çıkarılacak kanunun- “23 Eylül 2012 tarihi itibarıyla Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi nezdinde kaydedilmiş başvurular hakkında uygulanır.” hükmünü
getirmesi, bu tasarının geçici nitelikte olduğunu, günü kurtarmak amacıyla
çıkarıldığını, sorunu çözümlemeyi amaçlamadığını göstermektedir.
En önemlisi de
hem bu tasarıyla yapılacak düzenleme hem de Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 13’te belirtilen hak
ihlallerine karşı iç hukukta etkili bir yol oluşturma yükümlülüğünü
karşılamadığından, uluslararası kuruluşlar nezdinde ülkemizin daha da prestij
kaybı söz konusu olabilecektir. Ülkemizde, bir taraftan ileri demokrasi söylemi
AKP İktidarı tarafından sıkça kullanılırken, diğer taraftan insan hakkı
ihlallerinin oldukça arttığı görülmektedir.
Biraz önce, Sayın
Bakanın da açıkladığı gibi, 31 Ağustos 2012 tarihi itibarıyla ülkemiz, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine başvuru açısından 16.650 başvuru ile 47 ülke arasında
Rusya’dan sonra 2’nci sıradadır. Ayrıca, verilen ihlal kararları açısından ise
47 ülke arasında 1’inci sıradadır. Ayrıca, ülkemiz geçen yıl itibarıyla
hakkında en çok ihlal kararı verilen ülkelerin arasındadır ve bu ihlal
kararlarının çoğunluğu da ne yazık ki AKP İktidarının son on yıllık döneminde
meydana gelmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında uzun ve haksız
tutuklulukların peşin cezaya dönüştüğü ve bu durumun ağır insan hakkı ihlali
oluşturduğu açıkça vurgulanmaktadır yani bu tasarı da makul süreyi aşan haksız
tutukluluklarla ilgili herhangi bir başvuruyu ne yazık ki kapsamamaktadır.
Yine, The
Economist dergisinin her yıl yayınladığı demokrasi endeksine göre Türkiye
88’inci sıradadır, Filipinler, Endonezya ve Tayvan gibi ülkelerin de
gerisindedir.
Yine, Freedom
House’un 2012 Dünyada Özgürlükler Raporu’na göre Türkiye “kısmen özgür” ülkeler
arasında yer almakta ve Tanzanya, Zambiya ve Filipinler gibi ülkeler, ülkemizle
aynı kategoride yer alan ülkeler konumundadır.
Sınır Tanımayan
Gazeteciler Örgütünün araştırmalarına göre, ülkemiz, 2011-2012 Basın Özgürlüğü
Endeksi baz alındığında en kötü durumda olan ülkeler içerisinde yer almaktadır.
Türkiye, bir önceki rapora göre 10 sıra gerileyerek, 179 ülke arasından
148’inci sırada yer alarak, Fas, Uganda, Gambiya gibi ülkelerin de gerisine
düşmüştür. İşte, bu düşüşümüz AKP İktidarının neden olduğu hak ihlalleri
nedeniyledir.
Yine, Avrupa
Birliği Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu’nda göre ‘“Ergenekon’, ‘Balyoz’ gibi
davalar da başta olmak üzere savunma hakkı, yargılama öncesi tutukluluk
sürelerinin uzunluğu ile fazlasıyla uzun ve çok kapsamlı iddianameler
bakımından endişeler devam etmekte olup bu durum söz konusu yargılamaların
hukuka uygunluğunun kamuoyu tarafından kayda değer ölçüde sorgulanmasına yol
açmıştır.” sözleri ile yargımızın, yargılamamızın ne kadar kötü bir durumda
olduğu açıkça belirtilmektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı,
Deniz Feneri davasındaki savcıların görevden alınması, yargı üzerindeki
yürütmenin baskısını yansıttığı yönünde endişeler doğurduğu İlerleme Raporu’na
giren saptamalar arasında yer almaktadır.
Hâkimlerin genel
yükümlülüğü olan kararlarını gerekçelendirmelerine ilişkin hükümlerin,
Ergenekon, Balyoz, Kafes, Oda TV ve diğer siyasallaşmış davalarda uygulanmasına
yönelik sorunların bulunduğu, yine 2012 yılı AB İlerleme Raporu’nda açıkça
belirtilmiştir. Hele bu davalar sonuçlandırıldıktan sonra, bu konuda gidecek
başvuruların daha ne kadar hak ihlallerine neden olduğunu gösterecektir AKP’nin
var olan durumu açısından.
Evet, sevgili
arkadaşlar, şimdi, tasarıya genel olarak böyle bir bakışımız var, ama bunun
dışında tasarının içeriği açısından maddelere baktığımızda ise maddelerde
Anayasa’ya aykırılık da dâhil olmak üzere pek çok sakınca var. Bunları
Komisyonda tartıştık, ama ne yazık ki biz size önerilerimizi getirmemize rağmen
bu önerilerimizi kabul ettiremedik.
Tasarının “Amaç”
başlığını taşıyan 1’inci maddesinde, sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
yapılmış başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair bir düzenleme
olduğu belirtilmektedir. Bu durumda, uzun yargılamalardan, uzun tutukluluklardan
ya da mahkemelerin kararlarının yerine getirilmemesi, eksik yerine getirilmesi
gibi konularda mağdur olmuş, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda
bulunmamış kişilere başvuru hakkı tanınmamaktadır. Biraz önce Sayın Mahmut
Tanal da söyledi, işte, o zaman Anayasa’nın eşitlik ilkesine gerçekten aykırı
davranılmaktadır. Mağdur olmuş, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru
yolunu bilmediği için ya da bu sorunu uluslararası bir makama taşımak
istemediğinden ya da parası olmadığından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvuru yapamamış mağdurlar için tasarıda başvuru yolunun kapatılması, aslında
yine bir hak ihlalidir, Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.
Yine, yukarıda
ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, bu madde, madde 9’la birlikte
değerlendirildiğinde, tasarı sadece 23 Eylül 2012 tarihine kadar Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine yapılmış başvurular hakkında uygulanacak, bu tarihten sonra
kanunun kapsamına giren konulardaki hak ihlalleri ile ilgili başvurular kabul
edilmeyecektir. 23 Eylül 2012 tarihinden sonra uzun yargılamalarla ilgili hak
ihlallerine ilişkin Anayasa Mahkemesi de olağan kanun yolları tüketilmediği
için, kararlar kesinleşmediği için başvuruları kabul etmeyecektir. Peki, bu
durumda ne olacak sevgili arkadaşlar? Uzun yargılamalarla ilgili insanların
başvurabilecekleri etkin bir başvuru yolu olmadığı takdirde Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinden yine hak ihlaline dönük kararlar çıkmayacak mıdır? Yani,
bu tasarı, bugün, günü kurtarmaya yöneliktir ama gerçek anlamda Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin ülkemizden
istediği yükümlülükleri yerine getirmemektedir.
Tasarının 2’nci
maddesinin 2’nci fıkrasında, “Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal
alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri
uygulanabilir.” şeklinde düzenleme, Bakanlar Kuruluna yargıyı ilgilendiren bir
alanda kapsamı ve sınırları belli olmayan bir yetki verilmesi mahiyetindedir.
Bu yetkinin hangi amaçlarla kullanılacağı açık olmadığı gibi Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Türkiye’den beklentilerinin oldukça dışına taşınmaktadır.
Verilen yetkilerin kapsam ve sınırlarının açıkça kanunla belirlenmesi, hukuk
devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Bakanlar
Kuruluna verilen yetki hukuk devletinin temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Tasarının madde
2/3 fıkrası açısından konuya baktığımızda, “İdari nitelikteki soruşturmalardan
kaynaklanan başvurular hakkında bu kanun hükümleri uygulanmaz.” ibaresinin
pratikte hangi hâlleri kapsayacağı da belirsizdir. Bu durum, mağdur kişi
aleyhine tesis edilen ve kaynağında bir idari soruşturma bulunan her kararın ya
da eylemin ya da işlemin başvuru kapsamının dışında tutulmasına neden olabilir.
Bu nedenle, bu maddeyle ilgili değişiklik önergemizin kabul edilmesini
sizlerden talep ediyoruz.
Tasarının 4’üncü
maddesinde, kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere,
Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve
savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak 4 kişi ile Maliye Bakanı
tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak 1 kişiden oluşan 5
kişilik bir komisyon kurulacağı, komisyon başkanının üyeler arasından Adalet
Bakanı tarafından seçileceği ifade edilmiştir. İşte, biraz önce
arkadaşlarımızın da bahsetmiş olduğu Anayasa’ya aykırılık burada söz konusudur
sevgili arkadaşlar.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi yargılama hakkına ilişkin böylesi bir konuda bizden etkin bir
iç hukuk yolu düzenlememizi istemiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de adil
yargılanmayı gerektiren bir şekilde bu kurulun oluşturulmasını istemiştir. Pek
çok ülkede olduğu gibi, İtalya’da Pinto Yasası’nda belli olduğu gibi, Moldova
örneğinde olduğu gibi oralarda bu türden tazminat talepleriyle ilgili
mahkemeler karar vermektedir ama ne yazık ki bizim ülkemizde yargılama hakkına
ilişkin yani neredeyse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkilerini de içinde
barındıran bu mahkeme değil, bir kurul oluşturma konusunda tasarıda bir madde
vardır ki bu gerçekten Anayasa’ya aykırıdır. Bu konudan geri dönülmelidir.
Yargıtayda ya da Danıştayda -idari davalar için Danıştayda, adli ve cezai
davalar için Yargıtayda- olmak üzere belirlenecek, yetkilendirilecek bir
dairenin bu davalara bakması gereklidir. İşte, o zaman söz konusu Anayasa’ya
aykırılık ortadan kaldırılabilir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bunun dışında,
sevgili arkadaşlar, “Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal
kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar
verir.” demektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi bu kurul mahkeme yetkisini
taşıyacaktır. O zaman yani bizim, mahkeme yetkisini taşıyacak böylesi bir
kurulun kesinlikle oluşturulmaması konusunda önerilerimize dikkat edilmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Onun dışında, bu
kurulun vereceği kararlara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesinin itiraz mercisi
olacağı belirtilmiştir. Şimdi, Yargıtaydan geçmiş, Danıştaydan geçmiş bir
kararın nasıl, bu şekilde bölge idare mahkemesi tarafından verilebileceğini,
kontrol edilebileceğini, itirazen kontrol edilebileceğini düşünebiliriz? Bu
konuda, Yargıtaydan gelen arkadaşlarımız da Komisyonda görüşlerini
belirtmişlerdi. Yargıtayda ya da Danıştayda oluşturulacak bir özel birim ya da
dairelerden oluşturulacak bir birimin bu konuda temyiz mercisi olması
konusundaki görüşlerine biz de katılıyoruz ve bu konuda uygulayıcıların görüşlerine
dikkat edilmesi gerektiğini, onlara bu konuda saygı gösterilmesi gerektiğini,
önergelerimizin dikkate alınması gerektiğini sizlere belirtiyoruz.
Arkadaşlar, en
önemli konulardan bir tanesi de, bu konuda örnek yasa olabilecek Pinto Yasası
ve Moldova yasasında uzun yargılamalara neden olabilecek nitelikte kararlar
veren yargıçların sorumlulukları söz konusu olduğunda, onlarla ilgili,
sorumluluklarıyla ilgili soruşturma açılabilmesi ya da haklarında tazminatların
rücu edilebilmesi için, belli konularda onlara yaptırım uygulayabilecek,
soruşturma açabilecek birimlere bu konuda ihbarda bulunma hakkı verilmektedir
ama bizde ne yazık ki verilen kararı o birimlere bildireceğimiz belirtilmekte,
başkaca bir yaptırım söz konusu olmamaktadır. Ama bir yaptırım olmadan, uzun
yargılamalara neden olan yargıçlar buna devam etmeyecekler midir? O zaman, bu
yasa tasarısının bir anlamı kalacak mıdır? Öncelikle…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Devamla) – Çok teşekkür ederim.
Saygılar
sunuyorum hepinize. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Yılmaz.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Faruk Bal.
Buyurun Sayın
Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’yla ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek
üzere huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Bu tasarı, makul
sürede bitirilemeyen davaların mağdurlarının tazminine ilişkin bir tasarıdır.
Yine bu tasarı, uzun süre tutuklu kalanların uğramış olduğu mağduriyeti giderme
adına getirilmiş bir tasarıdır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
açılmış çok sayıda dava bulunmaktadır. Türkiye, 47 ülke içerisinde, maşallah,
2’nci sıraya kadar yükselmiştir. Buna bir çare olsun diye yüce Meclisin
huzuruna getirilmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, çare bu değildir, çünkü yüce Meclisin huzuruna getirilen
sonuçtur. Yargının siyasallaşması, yargının hantallaşması, yargının günü
geldiğinde güvenli bir liman olarak bütün vatandaşlarımızın huzûri kalb ile
müracaat edebileceği bir yer olarak tanzim edilmesi gerekirken, yargının işleri
uzatan, işleri zamanında göremeyen, insanları evinden, çoluğundan çocuğundan
uzaklaştıran, haksız yere tutuklu kılan bir yer olduğunun ikrarıdır bu tasarı.
Dolayısıyla, on yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri, yargının temel
sorunlarının sebeplerini halledememiştir, Yargının temel sorunlarına çare
aramamıştır, ortaya çıkan vahim duruma ve o durumun üstünü örtecek bir
tasarıyla karşımızdadır.
Değerli
arkadaşlarım, on yıl boyunca yargının teknoloji ihtiyacı vardır, teknolojiyle
bütünleşmesi ve yargının emrine teknoloji girmesi gerekmektedir. Bu, artık
manuel ya da elle iş görme devrinin aşıldığı dijital ve elektronik ortamda
hizmetlerin sunulduğu 21’inci yüzyılın bir zaruretidir. Bu, gizli kapaklı bir
şey değildir, en azından bu Mecliste Milliyetçi Hareket Partisinin millî yargı
sistemini ben defalarca anlattım, oradan örnek alınabilirdi. Milliyetçi Hareket
Partisinin yapay zekâ ile yargının hızlandırılması, yargı mensuplarının
-hâkiminden kâtibine kadar- usul hatası yapması hâlinde yapay zekâ
modellemesiyle geliştirilmiş programlarla hızlı, etkin ve adil bir sonuca
ulaştırılmasına ilişkin çözümlerine Adalet ve Kalkınma Partisi kulak
tıkamıştır. Yine, yargının delilleri
derleme, toplama, bunları bir bütün hâlinde elinde teraziyle bekleyen
hâkimin vicdanına sunma anlamında kullandığımız ve Türkçeye çok güzel bir söz
olarak kazandırdığımız verisayar sisteminin yargının içine girmesi ve
dosyaların arasında tozlarla, gözlüklerle boğuşan hâkimler yerine bilgisayarın
verisayar metodolojisinden yararlanarak, modellemesinden yararlanarak süratle
delilleri görebilme, değerlendirebilme ve vicdanında tartabilme yeteneğine
ulaştırılması gerekirdi. Bunlar, on yıl boyunca heder edilmiş bir zaman
içerisinde kaybolmuş değerlerdir.
Değerli
arkadaşlarım, yargının on yıl boyunca personel sorunu halledilememiştir. On yıl
boyunca yargının personel sorunu halledilemediği gibi, motivasyonu bozulmuştur.
Yüksek yargı mensupları korkutulmuştur, şu anda korkmaktadırlar; hâkim
korkmaktadır, savcı korkmaktadır, kâtip korkmaktadır, mübaşir korkmaktadır.
Yargıya güvenli bir liman olarak müracaat eden sanıklar korkmaktadır, mağdurlar
korkmaktadır, şikâyetçiler korkmaktadır. Neden korkmaktadır? Yargının
üzerindeki siyasal güçten korkmaktadır. Bunun anlamı, siyasallaşmış yargıdan
korkmaktadır, Allah’ın insanlığa bahsetmiş olduğu adalet duygusunun
gerçekleştirilememesinden korkmaktadır. İşte bu, yargının temel sorunudur, bu
temel sorun içerisinde yargı, sadece siyasal bir hâli ile hem yargılayan
kişiler hem yargılanan kişiler açısından korkunun hâkim olduğu bir motivasyon
bozukluğuna uğramıştır. Yargının araç gereç sorunu vardır. Yargının, statüsüne
uygun yani türünü yargılayan kişi olarak hayat standardına ulaşamaması
nedeniyle ezikliği vardır.
Bütün bunlar,
yargının kısaca özetlediğim temel sorunlarıdır, temel sebepleridir; davaların
uzaması ve uzun tutukluluk sürelerinin önümüze gelen tasarıda ortaya koyduğu ve
ikrar edildiği gibi sebepleridir ama on yıl boyunca AKP bu sebepleri ortadan
kaldıran bir icraat yapamadığı gibi, tam aksine, davaların uzaması için, uzun
tutukluluk hâllerine sebep oluştururcasına birtakım davranışlarda, birtakım
kanun tekliflerinde, tasarılarında ve uygulamalarında bulunmuştur. On yıl
boyunca toplumda bir yozlaşma görülmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi,
uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarla fakirleştirilen, işsizleştirilen,
mülksüzleştirilen bir kitle yaratmıştır. Bu yozlaşmanın getirdiği nokta
Türkiye’de iki temel yargı sorununu doğurmuştur. Bunlardan birisi, suç
ortamının genişlemesi ve derinleşmesi; diğeri ise, hukuki ve idari davaların
genişlemesi ve derinleşmesi.
Bunun yanı sıra,
Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldiğinde, mevzuat değişiklikleriyle
yargının üzerine yük üzerine yük bindirmiştir. 2004 yılında çıkarılan Ceza
Kanunu 10’dan fazla değiştirilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu değiştirilmiştir,
Kabahatler Kanunu değiştirilmiştir ve benzeri mevzuat değişiklikleriyle,
yargının görüp bitirdiği davalar dâhil olmak üzere, kesinleşmiş davalar dâhil
olmak üzere, lehe olan hüküm uygulaması nedeniyle bir dava en az 4 defa tekrar
yargının önüne gelmiştir. Bütün bunları topladığımız zaman, elbette ki yargının
iş yükü artacaktır, elbette ki bunun doğal sonucu olarak davalar zamanında
bitirilemeyecektir. Bu, sabahleyin güneşin doğması kadar tabii bir gerçektir ve
bu gerçeğin gereğini Adalet ve Kalkınma Partisi on yıl boyunca yerine
getirmemiştir. Şimdi, karşımıza bir ikrar ile “Ben bu işi yapamadım, ben bu işi
beceremedim. Benim yargımın ortaya koymuş olduğu davalar neticesinde, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde ben perişanım. Ne yapalım? Bu perişanlığın üstünü
bir tül perdesiyle örtelim, yargının verdiği kararları bir kenara bırakalım
onun yerine idarenin verdiği bir kararla vatandaşı mutlu edelim…”
Değerli
arkadaşlarım, bakın, size birkaç tane örnek vereceğim işin vahametini
anlayabilmek için: Hep 2002’den başlatırsınız ya, sanki İsa 2002’de doğdu,
milat o. 2002’de cumhuriyet savcılıklarına gelen soruşturma dosyası adedi 2
milyon 935 bin 300. 2012’de bu yüzde 105 oranında artmış, 6 milyon 15 bin.
Elbette ki yargının iş yükü artmış, işte bu devri iktidarınızın ikrarı.
Ceza
mahkemelerinde yargılama süresi 2002 yılında 232 gün. 2012 yılında, on yıldır
yargıya hizmet etmek, yargının önünü açmakla mükellef olan Adalet ve Kalkınma
Partisinin devri iktidarında 232 günlük süre -ceza yargılamasında- 291 güne
çıkmıştır yani yargılama süresi bu kadar uzamıştır.
Hukuk
mahkemelerinde yargılama süresi 174 gündür 2002 yılında. Bu, on yıllık AKP
İktidarında 214 güne çıkmıştır.
İcra davalarında
artık her şey bitmiş, vatandaş hakkını alacaktır. 2002 yılında 544 günde
hakkına ulaşabiliyor icra dairesinde, on yıllık AKP İktidarının neticesinde bu
süre 793 güne çıkıyor.
Bunu uzatmak
mümkün, Yargıtayın hukuk dairesinde, ceza dairesinde vesaire. Bütün bunlar,
değerli arkadaşlarım, yargıdaki motivasyon bozukluğu, yargıdaki korku ortamı,
yargının siyasallaşması ve toplamında da yargının hantallaşmasıdır. Oysa bizim
ceddimizden, itikadımızdan, inançlarımızdan, geleneklerimizden, manevi
değerlerimizden aldığımız öz, adalet mübarektir, mukaddestir, kul hakkının
teslim edileceği yerdir. Adalet, Peygamber postunda oturan kişinin, insanların
diline, dinine, cinsine bakmaksızın herkese eşit olarak hakkını dağıttığı
yerdir, ama bugünkü Türkiye’de bunu göremiyoruz. Bugün ilçelerde, illerde işi
düşen, mahkemelik olan insanlar Adalet ve Kalkınma Partisinin il başkanlarını,
ilçe başkanlarını arıyor. Yargı bu kadar siyasallaşmış, yargı bu kadar
hantallaşmış durumdadır.
Değerli
arkadaşlarım, böyle bir fotoğraftan ortaya çıkacak sonuç, elbette ki Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde, 47 ülke arasında 2’nci sırada özürlü bir hâli de
ortaya koymaktadır. Ama bir tek orada görmüyoruz. Yargı dediğimiz olay sadece
biraz önce anlattığım kültürel değerler, manevi değerler itibarıyla mübarek ve
mukaddes değildir, aynı zamanda demokratik değerler itibarıyla da eş değerde,
eş değer bir konumdadır. Hukuk devleti dediğimiz, demokrasi dediğimiz
mekanizmayı çalıştıran, kontrol eden, çek eden, balans eden kurum yargıdır.
“Hukuk devleti” dediğimiz kavram, yasama organı eğer Anayasa’ya aykırı bir iş
yapıyorsa, yargı ile denetlendiği bir sistemin adıdır. “Hukuk devleti” denilen
sistem, eğer idare hukuka aykırı bir iş yapıyorsa idare mahkemeleri ve Danıştay
tarafından denetlenen ve değerlendirilen bir sistemdir. “Hukuk devleti”
dediğimiz sistem, vatandaşın, günü geldiğinde “Ben hakkımı mahkemede ararım.”
diye güvenle gidebileceği bir yerdir. Budur hukuk devleti.
İşte hukuk
devleti ve demokrasi açısından Türkiye'nin içinde bulunduğu durum.
Sayın Bakanım,
yabancı bir kaynaktan size bir rakam vereceğim. The Economist dergisinin
yaptığı bir incelemeye göre, 167 ülke sıralanıyor, Türkiye bu 167 ülkeden 4
ayrı gruba ayrılan ülkelerden 3’üncüsünde. 1’inci grup full demokratik ülkeler
yani tam demokrasisi olan ülkeler. 2’nci grup kusurlu demokrasisi olan ülkeler.
4’üncü grup –3’ü söylemeyeyim- otoriter ülkeler. 3’üncü grup ise hibrit yani
karma, otoriter veya demokrasi arasında karışık ülkeler; tam da bize uyuyor.
Biraz önce korkutulmuş, siyasallaştırılmış, hantal hâle getirilmiş dediğimiz
yargı, kuvvetlerin yetkilerini kontrol edemiyor, denetleyemiyor -yasamayı
denetleyemiyor- yürütmeyi denetleyemiyor ama vatandaşın hakkını hukukunu da
verebileceği güvenli bir liman görevini yerine getiremiyor ve işte bu hâli
itibarıyla da Türkiye, 167 ülkeden otoriter olan 57 tane ülkeyi çıkardığımız
zaman –ki otoriter değildir Türkiye- bu takdirde 112 ülke içerisinde 88’inci
sıradadır.
Sayın Bakanım, on
yıllık Adalet ve Kalkınma Partisinin yargı ile ilgili uygulamış olduğu
politikalar, işte bu fotoğrafta olduğu gibi kendini ortaya koymaktadır.
Şimdi, bütün
bunlar sebep, yargının içine düştüğü sebep, yargının siyasallaşmasının,
hantallaşmasının, güvensiz bir hâlde bulunmasının sebepleridir; önümüzdeki
tasarı ise sonuçtur. Siz sonuca göre hareket ediyorsunuz. Sonuca göre hareket
edildiği zaman doğru bir söz ile karşı karşıyasınız. Yanlış yerden bakarsanız
doğruyu göremezsiniz, yanlış yerden başlarsanız doğru sonuca ulaşamazsınız.
İşte bunun içerisindeki yanlışları da sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Sayın Bakanım,
ilk olarak uzun yargılamanın varlığı nedeniyle Türkiye'nin mahkûmiyete
müstahak, özürlü bir yargısının olduğunu ikrar ediyorsunuz bu tasarıyla.
İki: Devri
iktidarınızda çok vahşi bir şekilde görülen uzun tutukluluk hâlleriyle
insanların hürriyetlerinden edilmiş olmalarının da ikrarıdır bu tasarı. Ama bir
başka ikrar daha geliyor ki o bizi korkuya ve endişeye sevk ediyor. O da “Yargı
bu işleri pek beceremiyor, ben bunu yürütme olarak yapayım.” mantığıyla bu
tasarıyı getiriyorsunuz. Bu, parlamenter demokratik sistemin özüne, sözüne
aykırıdır. Bu, hukuk devletine aykırıdır. Bu, yargının bağımsızlığına
aykırıdır. Bu, yargının tarafsızlığına aykırıdır. Bu, tabii hâkimlik ilkesine
aykırıdır. Daha ne sayayım? Hukuk ve demokrasiyle ilgili ne kadar ilke varsa
hepsine aykırıdır bu.
Çözüm mü
istiyorsunuz? İşte, MHP söylüyor: “Bunu Hükûmetin yetkisinde bir organla değil,
bunu idari davalarda Danıştaya verin; hukuk davalarında, ceza davalarında
Yargıtayın ilgili dairesine verin veya ikisini de beğenmiyorsanız, bunca 387
üyeli obez bir mahkeme yaratılmasına rağmen, buraları beğenmiyorsanız Anayasa
Mahkemesine verin. “Bu iş yargının işidir, bu iş Hükûmetin işi değildir, bu bir
rejim sorunudur. Bu sadece bir anayasa ihlali, demokrasi ihlali değildir, bu
bir rejim sorunudur.
Bununla
yetinmiyorsunuz, Bakanlar Kuruluna Meclisten çıkacak bu kanunu genişletme
yetkisi veriyorsunuz. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı “Bakanlar Kurulu yargı
aleyhine yetkimi genişletiyorum.” ile yetinmiyor, “Yasamanın yani kanun
çıkaracak olan Meclisin yetkilerine de ben müdahil olacağım.” demektir. Böyle
bir hukuk, böyle bir demokrasi olabilir mi? Bunun neresi Anayasa’ya uygun?
Değerli
arkadaşlarım, “İşte, böyle yanlış yerden başlayarak yanlış sonuçlara
ulaşacağız.” şeklindeki düşüncenin çok güzel bir örneğini burada veriyorsunuz.
Vereceğimiz önergelerle inşallah bunları düzeltebilme ferasetini, hakkaniyetini
ve siyasi olgunluğunu da gösterirsiniz.
Değerli
arkadaşlarım, yürütme organının oluşturacağı kurulun vereceği karar… Bu karar
garip bir şekilde… Ben şaşırıyorum, anlayamıyorum, okudum, anlamadım; acaba
yanlış mı anladım diye tekrar okudum, yine anlayamadım ama bir de size
anlatayım, belki siz anlarsınız, bana anlatırsınız.
Şimdi, yargı bir
karar veriyor. Makul bir sürede bitiremedi davayı veya uzun tutukluluk hâliyle
insanı mahkûm etti. Vatandaş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmiş, orada bir
yargı yoluna müracaat etmiş Anayasa’mıza göre. Bu tasarıyla diyoruz ki: Gel
buraya, vazgeç oradan. Ben bir idari organ kurdum. Burada senin hakkını
vereceğim.” Geldi vatandaş, bir karar verdiniz. Vatandaş beğenmedi. Ne yapacak?
“Tekrar yargıya git.” Yani uzatmanın uzatması. Ya, futbolda bile maç doksan dakika,
arkasından dört-beş dakika uzatma verilir, siz dört-beş dakikadan sonra 2 devre
daha uzatıyorsunuz Sayın Bakanım. Yargının, idare mahkemesinin verdiği kararı
beğenmedi, oradan da Danıştaya gidecek temyize. Böyle şey mi olur? Böyle
mantıksız bir düzenleme yapılabilir mi? Bu kadar çaresiz değildir Adalet
Bakanlığının bürokratları, bu kadar çaresiz değildir. Bu işte kimden akıl
aldıysanız, hukukçular… Siz yeter ki bunların üzerindeki siyasi baskınızı
kaldırın. Bu baskıyı kaldırırsanız çare var. Çare, eğer biraz önce önerdiğimiz
gibi tazminat mercisini Yargıtay, Danıştay veya Anayasa Mahkemesi yaparsanız, o
takdirde, böyle bir düzenlemeye ihtiyacınız kalmayacaktır. Anayasa Mahkemesi
olması doğaldır çünkü bireysel başvuru hakkını zaten Anayasa Mahkemesine verdik.
Anayasa Mahkemesi aynı konuda işlev göreceğine göre bu işlevini yerine
getirsin. Bu defa, Anayasa Mahkemesinin işi uzar, bir de oradan Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine gider diye korkuyorsanız, gelin, Anayasa Mahkemesinin
siyasallaşmış hâlinden, gerçekten Anayasa Mahkemesi hâline dönüştürebilecek
kuruluşunu, üye seçimini, işleyişini ve dairelerini tekrar tanzim edelim.
Sözün özü: Sayın
Bakanım, siz sivrisinekleri avlamakla meşgulsünüz bu kanun tasarısıyla. Asıl
olan, bataklığı kurutmaktır. Asıl olan, yargıyı olması gereken yere iade
etmektir. Bağımsız, tarafsız, peygamber postunda oturan; hiç kimsenin diline,
dinine, cinsine, fakirliğine, zenginliğine, partisine bakmadan hakkı teslim
edecek olan bir yargıyı oluşturmaktır.
Size önerimiz ve
son sözümüz: Sivrisinekler avlamakla bitmez ama bataklık kurutulur.
Yüce heyeti
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bal.
Sayın
milletvekilleri, saat 20.00’ye kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.07
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.01
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
342 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi sıra,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Nevşehir Milletvekili Murat Göktürk’te.
Buyurunuz Sayın
Göktürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342
sıra sayılı Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya
Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair
Kanun Tasarısıyla ilgili grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi ve
değerli milletimizi saygılarımla selamlıyorum.
Son yıllarda çok
hızlı bir şekilde sürdürülen yargı reformu çalışmalarına rağmen çeşitli
sebeplerle yargılama süreleri uzayabilmekte ve uluslararası normlara göre makul
sayılan sürelerden daha uzun sürmektedir. Davanın makul süreden daha uzun sürdüğünü
düşündüğü kimseler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılamaya ilişkin
6’ncı maddesinin ihlal edildiğini iddia ederek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvurmaktadırlar. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ülkemiz
aleyhine verilmiş çok sayıda ihlal kararı bulunmaktadır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi tarafından verilen bu ihlal kararları ülkemizi bir yandan her
yıl önemli miktarda tazminat ödemek zorunda bırakırken, diğer yandan da
ülkemizin insan hakları alanında uluslararası toplumdaki görünümünü olumsuz
yönde etkilemektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi verilerine göre, 2011 yılı sonu itibarıyla ülkemiz aleyhine
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde toplam derdest başvuru sayısı 15.940 olup
bunun yaklaşık 2.500 adedi uzun yargılama süresi iddialarını içermektedir. Bu
sayının 2012 yılı sonu itibarıyla 3.500 adet olabileceği tahmin edilmektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarına göre, esas olan, insan haklarının ilgili devletin
iç hukuk kurallarınca korunmasıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru,
iç hukuk yollarının tamamı tüketildikten sonra müracaat edilecek bir yoldur. Bu
nedenle, 12 Eylül 2010 tarihinde halk oylamasıyla yapılan Anayasa değişikliği
ve bu paralelde düzenlenen 30 Mart 2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la, iç hukuk yolu olarak Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. Bu Kanun’un bireysel başvuruyu
düzenleyen maddesi 23 Eylül 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten
sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı doğmuştur.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, kendisine yapılan benzer nitelikteki çok sayıda davada
aleyhine başvuru yapılan devlette insan hakları ihlaline yol açan sistematik ve
yapısal bir sorunun varlığını tespit ettiğinde, pilot karar uygulaması
yapabilmektedir. Mahkeme, ihlale yol açan sistematik ve yapısal bir sorunun
giderilmesi için iç hukukta bir çözüm üretilmesini beklemekte, ihdas edilen
çözüm yolunun etkin ve adil bir yol olup olmadığını inceledikten sonra, yeni
oluşturulan yolun etkin olduğuna karar verirse, daha önce beklemeye aldığı
başvuruları, söz konusu iç hukuk yoluna müracaat etmeleri için “kabul
edilemezlik” kararıyla reddetmektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi 16 Temmuz 2009 tarihinde verdiği “Daneshpayeh/Türkiye”
kararında, başvuruya konu davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını
belirttikten sonra, ülkemizde uzun yargılama iddiaları konusunda
başvurulabilecek etkin bir iç hukuk yolu bulunmadığını vurgulamış ve böyle bir
iç hukuk yolunun ihdas edilmesini önermiştir. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, uzun yargılama iddiasıyla yapılan Ümmühan Kaplan başvurusunu pilot
dava seçerek, 20 Mart 2012 tarihinde karara bağlamış ve ülkemizi tazminata
mahkûm etmiştir.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kararında iç hukuk
düzeninde yapısal ve sistematik bir problem oluşturduğunu, bu konuya ilişkin
önünde bulunan çok sayıda davanın askıda olduğunu ve bu sebeple pilot karar
prosedürü uygulayacağını belirtmiştir. Bu kararda 16 Temmuz 2009 tarihinde
verdiği Daneshpayeh/Türkiye kararına atıf yapan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
adı geçen kararda tespit edilen yapısal sorunların çözümü için iç hukuk yoluyla
alakalı ilkeleri belirlemiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; belirttiğimiz gibi, insan haklarına saygı ve insan
hakları konusunda ortaya çıkan aksaklıkların öncelikle çözüm yeri iç hukuk
sistemimizdir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru ikincil bir yöntemdir.
Tasarının amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların
tazminat ödemek suretiyle çözüme kavuşturulmasıdır. Böylelikle, ülkemizde insan
haklarına saygı ilkesi uluslararası kriterlere göre uygun olarak tesis edilmiş
olacak ve aynı zamanda ülkemizin uluslararası alanda insan haklarına saygı
konusunda özensiz olduğu şeklindeki algının önüne geçilmesi sağlanacaktır.
Kanun başlığı,
daha sade, anlaşılır ve kapsayıcı olması bakımından “Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine Yapılmış Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair
Kanun Tasarısı” olarak Komisyonda değiştirilmiştir. Kanun tasarısı, 23 Eylül
2012 tarihine kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvurularla
ilgili olarak, tasarıyla oluşturulacak Komisyona yetki vermektedir. Bundan
sonra Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru hakkı düzenlendiği için Komisyonun bu tarihten sonraki hadiselerle
ilgili görevi bulunmamaktadır. Tasarıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin pilot
kararında benimsenen usuller dikkate alınarak ihtilafların tazminat ödenmek
suretiyle çözüme kavuşturulması öngörülmektedir. Eski hâle iade veya
yargılamanın yenilenmesine ilişkin ihlallerde, 23 Eylül 2012 tarihi öncesi
bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu tarihten sonrası için de Anayasa
Mahkemesinin görevi devam etmektedir. Tasarı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
önünde bulunan yaklaşık 3.500 davanın dostane çözüm yöntemi ile, devletin
milletiyle uzlaştığı, barıştığı bir yol seçilmiştir. Tasarı ile öngörülen model
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 39’uncu maddesinin iç hukuktaki iz
düşümüdür yani tavsiye edilen dostane çözüm yöntemi benimsenmiştir. Kanun
tasarısı, ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk
ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,
mahkeme kararlarının geç veya kısmen icra edildiği ya da icra edilmediği
iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsamaktadır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan
haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yerleşik içtihatları
doğrultusunda ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate
alınmak suretiyle kapsamı Bakanlar Kurulu tarafından genişletilebilecektir.
Ancak kapsamı genişletme yetkisi sınırsız değildir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi yerleşik içtihatları Komite yani 3 hâkimle verdiği kararlardır ve
ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınacaktır. Soruşturmalardan kaynaklanan
idari nitelikteki başvurular bakımından bu kanun hükümleri uygulanmayacaktır.
Komisyon, Adalet
Bakanlığının merkeze bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılardan
atanacak 4 kişi ile Maliye Bakanı tarafından atanacak 1 kişi ve toplam 5
kişiden oluşmaktadır. Komisyonun görevi, kendisine yapılan başvuruları
sonuçlandırınca sona ermektedir yani bir nevi geçici bir komisyondur. Tasarıya
göre Komisyona müracaat yazılı olarak yapılacak ve Komisyon dokuz ay içerisinde
karar vermek zorundadır. Komisyon kararına karar tebliğinden itibaren Ankara
Bölge İdare Mahkemesine on beş gün içerisinde itiraz edilebilir. Ödenmesine
karar verilen tazminatın kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren üç ay
içerisinde ödenmesi öngörülmektedir.
Söz konusu
tasarıyla işkence ve uzun tutukluluk sürelerine ilişkin ihlaller kapsam
dışındadır. Bunlarla ilgili olarak 23 Eylül 2012 tarihinden önce Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine, bu tarihten sonra da Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı
bulunmaktadır. Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesine bireysel müracaat hakkı 23
Eylül 2012 tarihinde AK PARTİ’nin, partimizin yapmış olduğu girişimler
sonucunda insanlarımıza kazandırılmıştır.
Oluşturulan
Komisyon, adil ve etkin bir kurul olarak düşünülmüş, Komisyon üyelerinin 4’ü
hâkim ve savcılar arasından, 1’i Maliye Bakanı tarafından Bakanlık personeli
içerisinden atanacaktır. Bu Komisyon yargıya ilişkin bir karar vermeyecektir ve
bu Komisyon kararına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve bireysel başvuru
açısından Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı bulunmaktadır.
İç hukuk
yollarının tüketilmesinin istisnaları bulunmaktadır bilindiği gibi. Bunlardan
birincisi, makul süre içerisinde yargılamanın tamamlanamamasıdır. Yani Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine müracaat etmek ya da Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunmak için iç hukuk yollarının tüketilmesi öngörülmüştür. Ancak,
bunun istisnası olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde
belirtilen “makul süre” istisna tutulmuştur. Dolayısıyla, bu süre yani iç hukuk
yolları tüketilmeden de, o sürecin tamamlanması beklenmeden de müracaat etme
hakkı vardır, istisna teşkil etmektedir. Komisyonun yaptığı iş, idari bir
faaliyettir; yargılama işi yapmamaktadır.
“Bu görevin
mahkemelere verilmesi çözüm olabilir mi?” hususu burada daha önce tartışıldı
daha önceki hatipler tarafından fakat burada İtalya örneği olumsuz bir örnek
olarak uygulandı ve olumsuz sonuçlandı. Dolayısıyla, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi bu yolu etkin ve adil yöntem olarak kabul etmemiştir.
Yargılamanın
hızlandırılmasına ilişkin olarak partimiz, AK PARTİ, teknolojinin gerektirdiği
bütün imkânlardan faydalanmış, bilindiği gibi “UYAP sistemi” dediğimiz,
yargılamanın elektronik ortamda yapılması, dava açılması, müzekkerelerin
yazılması, gönderilmesi vesaire gibi, yargılamada gerçekten süreleri uzatan,
işte, replik düplik gibi, yani dava dilekçesi ve cevap verilmesi gibi
hususların elektronik ortamda yapılmasına imkân sağlamak suretiyle yargılamayı
hızlandırmıştır. Yine, adliye binaları yenilenerek insanımızın hak ettiği
fiziki ortamlar oluşturulmuş ve insanlarımız daha iyi ortamlarda çalışma ve iş
yapma imkânına sahip olmuşlardır.
Esas olan, insan
haklarına saygı ve insan haklarının korunduğu bir iç hukuk sistemi
oluşturulmasıdır. Bu hususta partimiz, AK PARTİ gerekli adımları atmış ve
atmaya devam etmektedir. Tasarıyla yapılan düzenleme bu anlamda çok önemlidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 39’uncu maddesinde belirtilen dostane çözüm
yolunun iç hukuktaki tezahürüdür.
Adalet ve
Kalkınma Partisinin girişimleriyle yani partimizin girişimleriyle 12 Eylül 2010
tarihinde yapılan anayasa değişikliği, yargı reformu paketleri ve yapılan
düzenlemeler, söz konusu kanun tasarısıyla getirilen düzenleme partimizin insan
haklarına saygı ve insan haklarının korunmasına ilişkin bakış açısını
göstermektedir. Yapılan düzenlemeler ülkemizin iyi yolda ilerlediğini
göstermektedir.
Bu duygu ve
düşüncelerle tasarıyı desteklediğimizi grubum adına bildirir, tasarının
vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını diler, yüce heyetinizi ve aziz
milletimizi saygılarımla selamlarım.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Göktürk.
Şahsı adına,
İstanbul Milletvekili Bülent Turan.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Turan.
BÜLENT TURAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair
kanun tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz aldım. Yüce Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi milletimizin teveccühüyle 2002
Kasımından bugüne kadar isminin hakkını verebilmek için Hz. Ömer’in “…”(x) yani
“Adalet mülkün temelidir, esasıdır.” anlayışıyla hareket etmekte, adalet
hizmetleri hususunda birçok önemli yapısal sorunların çözümü için adımlar
atmaktadır.
En başta, 2002
yılında 1 milyar civarı olan Adalet Bakanlığı bütçesini 2012 yılına
geldiğimizde 5 milyarın üzerine çıkarmıştır. 2002 yılında birçok yerde bodrum
katında hizmet eden adalet binalarımız yüz ellinin üzerinde yeni binayla
beraber âdeta sarayı andıran adalet saraylarına dönüşmüştür. Bunları çoğaltmak
mümkün, bunlar fiziki yapılanmalar.
Bir de tüm
engellemelere rağmen bu Meclis çatısı altında sabahlara kadar hep beraber
çalışarak yasalaştırdığımız önemli düzenlemeler var. Bunlardan birkaçını
hatırlayacak olursak: Adli Sicil Kanunu adalet binaları önündeki uzun
kuyrukların bitirilmesinde önemli bir etkendir. Diğeri, yargının hızlandırılması
amacıyla hazırlanan 6217 sayılı Kanun’dur. Bir diğer yasa, hem toplumsal barışa
katkı sağlayacak hem de mahkemelerin iş yükünü azaltacak olan Arabuluculuk
Kanunu’dur. Bir diğer yasal düzenleme, 2010’daki referandum sonucuna bağlı
olarak kabul edilen kamu denetçiliği yani birkaç gün önce seçimini yaptığımız
kamu denetçiliği müessesesidir.
Değerli
milletvekilleri, yargı kurumundaki iş yükü yargılama sürecinin uzunluğundaki
baş etken. Gerek arabuluculuk gerek kamu denetçiliği gibi uluslararası hukukun
bize öğretmiş olduğu bu çözümler bizim ülkemizde de artık çalışmaya başlamıştır
ve zaman içerisinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karnesindeki düzelmeleri hep
beraber göreceğiz. Son yıllarda hâkim ve savcı sayısındaki oranın on yıla
nazaran yüzde 34 oranında artması, adalet personelinin yüzde 78 oranında
artması yine aynı hedefi amaçlamaktadır. Tüm bunların yanında, yüksek yargıda
iş yükünün azaltılması için de istinaf mahkemelerinin kurulması, Yargıtay ve
Danıştay bünyesinde yeni dairelerin oluşturulması, saydığım birçok yeni
düzenleme hep aynı amaca yani adliyenin yükünü azaltma amacına hizmet
etmektedir çünkü bizler biliyoruz ki gecikmiş adalet sorunlu adalettir. Yeterli
mi? Hayır, ancak biz yine biliyoruz ki bundan sonraki eksiklikleri de yine
milletimizle beraber omuz omuza yapacağız. Her şeyden önce, bu ülkede son on
yılda adalet paradigması değişmiştir. “Adalet, hukuk, insan hakları, demokrasi”
kavramlarının kimsenin tekelinde olmadığının, bir diğer ifadeyle kimsenin paşa
gönlüne bırakılmadığının en güzel örneklerini son on yılda gördük.
(x) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler
ifade edildi.
Değerli
milletvekilleri, gündemdeki tasarıya bakacak olursak, 1959 yılında kurulan, ilk
kararını da 1960 yılında veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan
başvurular içinde Türkiye aleyhine toplam başvuru diğer ülkelere oranla yüzde
11’in üzerindedir. Elli yıllık süre zarfında Türkiye aleyhine verilen tazminat
miktarı ise 31 milyon euroyu geçmiştir.
Değerli
milletvekilleri, yargılama süreçlerinin uzunluğu alanında da Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi önünde Türkiye'nin karnesinin iyi olmadığı hepinizce malum.
Elli yıllık AİHM sürecinde, yargılama sürelerinin uzunluğu konu edilen Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrası temelinde Türkiye
493 davayla başvuru yapılan 2’nci ülke konumundadır.
Değerli
milletvekilleri, bu karnenin düzeltilmesi için şimdiye kadar önemli adımlar
attık. Sınırlandırmacı değil özgürlükçü bir anlayışla bireysel özgürlüklerde
önemli iyileştirmeler yapıldı. Devlet güvenlik mahkemeleri kaldırıldı,
alternatif hak arama yolları açıldı, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun
önündeki engeller kaldırıldı. 12 Eylül referandumunda milletimizin desteğiyle
tesis edilen Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının, iki ay önce
yürürlüğe girmesine rağmen 1.050 kadar başvuru olması, bu adımın ne kadar
isabetli olduğunun en büyük göstergesidir. Bu düzenlemeler, AİHM’deki karnemizi
zamanla daha da düzeltecektir.
Değerli
milletvekilleri, hukuk alanında yapılan iyileştirmeler takdir edersiniz ki çok
kısa sürede sonuç vermemekte fakat 2002 yılından bu yana gerçekleştirilen fiziksel
ve yasal tüm düzenlemelerin sonuçları hakkında birkaç örnek vermek istiyorum.
Türkiye’de 2000 yılında ağır ceza davalarının ortalaması 406 günde nihayete
eriyordu. Bugün ise bu davalar 325 günde nihayete ermekte. Yine çocuk
davalarına baktığımızda, 2000 yılında çocuk davaları 755 günde sonuca varırken,
bugün bu davalar 350 günde sonuca varmakta. Yine icra dosyalarındaki icra
davalarına baktığımızda 2000 yılında 140 günde sonuca eren bu davaların
ortalaması 2011 yılının sonunda 99 güne kadar inmiştir.
Değerli
milletvekilleri, zaten görüştüğümüz kanunu incelediğimizde, önyargısız
baktığımızda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “pilot dava” adıyla uygulamaya
başladığı aynı konuda çok fazla sayıda bir ülkeye şikâyet varsa içlerinden bir
tane davayı örnek dava seçip yani pilot dava seçip bu davayı daha özel
inceleyip verdiği kararı o ülkede tartışarak yeni bir müessese talebinden
ibarettir görüştüğümüz dava. 2009 yılında Danishpayeh ve Türkiye davasıyla
özetlenen davada Mahkeme, Türkiye’deki iç hukukun uzun yargılama iddialarının
incelenmesinin sonucunda vardığı kararda konuyla ilgili Türkiye’de iç hukukun
nihayete erdirildiği bir düzenleme olmadığını kabul etmiştir ve nitekim 2012
yılının Martında yani bu yılın başında Ümmühan Kaplan ve Türkiye davasıyla özetlenen
davanın çok uzun süreler boyunca Türkiye’de sonuçlanamamasından yola çıkarak bu
dava pilot seçilmiş ve konuyla ilgili de Türkiye'ye bu kararda -bir anlamda-
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir öneride bulunmuştur ve şu an görüştüğümüz
yasanın tasarı olarak Meclise gelmesini talep etmiştir.
Yapılan
düzenleme, çok fazla tartışmayı gerektiren, çok fazla ideolojik yanları olan
çok büyük bir problem değildir. Zaten uygulamada olan yeni süreç de Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkının dolmasıyla biten bir süreçtir ancak
Anayasa Mahkemesine verilen bu yetkinin öncesindeki davalarda yani şu an
AİHM’deki derdest davalardaki sorunu çözecek yani Türkiye'nin kendi iç
hukukunda bu çözümü ortaya koymasını sağlayacak yeni bir kurumu oluşturuyoruz
hep beraber. O yüzden, bu davaya tarafsız baktığımızda çok fazla da rahatsız
olunmayacağı kanaatindeyim.
Değerli
milletvekilleri, AK PARTİ, bugüne kadar hep milletimizin yanında yer aldı;
hiçbir zaman, Türkiye'nin önünü tıkayan, daha iyi bir geleceğe ulaşmasına mâni
olacak adımları atmadı fakat biz, daha iyi bir Türkiye tasavvur ettikçe daha
demokratik, daha adaletli bir yaşam vadettikçe yasama çalışmalarında bulunsak
da hep engellerle karşılaştık. Bazen darbecilerle, bazen Anayasa Mahkemesi
tehditleriyle, bazen Yassıada göndermeleriyle, bazen kürsü işgalleriyle hep
karşılaştık fakat adalette reform iddiamızı hiç kaybetmedik. On yıldan beri,
bütün bu zorlamalara rağmen, insanımızı merkeze alarak, devletin insanı
büyütmek merkezli bakış açısını ortaya koyarak elimizden geldiğince bu
reformları yapmaya çalışıyoruz. Zaten hepinizin bildiği gibi, 4’üncü yargı
paketi reformunun da şu an hazırlıkları devam etmekte, şu an görüştüğümüz
tasarı da yine insan merkezli bakış açımızın ufak bir örneğini teşkil etmekte.
Bu ülkede yıllar
içerisinde dejenere olan adalete güven anlayışının yeniden tesis edilmesi,
yeniden restore edilmesi hepimizin görevi. Tüm engellemelere rağmen, adalete
yönelik reformlarımıza hızla devam edeceğiz. Milletimizin ne talebi varsa,
hangi alanda yasal düzenlemelere ihtiyaç varsa o yönde teklif ve tasarılarımızı
Genel Kurul gündemine getirmeye çalışacağız.
Değerli
milletvekilleri, bu önemli kanunun da görüşülmesinde muhalefet partilerimizin
de olumlu katkı sağlayacağına inanıyor, bu yeni kanunun hayırlara vesile
olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Turan.
Şahsı adına,
Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Tunç.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargılama Sürelerinin
Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra
Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözüme
kavuşturulmasını amaçlayan önemli bir tasarıyı görüşüyoruz. Öncelikle şunu
ifade etmek istiyorum: Ülkemizde yargılama sürelerinin uzunluğu sadece bugünün
sorunu değildir. Bu sorun, uzun yıllardan bu yana süregelerek davaların
bugünlere kalmasına neden olmuştur. AK PARTİ hükûmetleri döneminde
mevzuatımızın yenilenmesinin yanı sıra hâkim ve savcı sayısının artırılması,
Yargıtay ve Danıştaydaki daire ve üye sayılarının artırılması sayesinde bu
sorun çözülmeye başlamıştır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde uzun yargılama iddiasını içeren 2.500 dosya bulunmaktadır.
Bu sayının 2012 yılı sonuna kadar 3.500’ü bulabileceği tahmin edilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararlarında kendisinin bir temyiz makamı
olmadığını, asıl olanın bireyin uğradığı hak kaybını kayba uğradığı ülkede ve
bu ülkenin iç hukukuna göre çözmesi gerektiğini belirtmektedir. Sözleşmeye
taraf birçok ülke bu etkileşim sayesinde iç hukuklarını sözleşmeye
uyarlamışlardır. Ülkemiz aleyhine yapılmış olan başvuruların azaltılması ve iç
hukukumuzun sözleşme ve mahkeme içtihatlarına uygun hâle getirilmesi için son
dönemde birçok yasal değişiklik yapılmış olup, ceza adalet sistemimizin baştan
sona yenilenmesi de bu amacın gerçekleştirilmesini önemli ölçüde
kolaylaştırmıştır. Asıl olan, insan haklarının iç hukukta korunmasını
sağlayabilmektir. Vatandaşlarımızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden
hakkını kendi ülkesinde arayabilmesini öncelikle temin etmek gerekir. Bu
anlamda, 2010 halk oylaması ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun
geliştirilmiş olması ülkemiz açısından önemli bir gelişme olmuştur.
Vatandaşlarımız 23 Eylül tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
hakkından yararlanmaya başlamışlardır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kendisine yapılan benzer nitelikteki çok sayıda davada,
aleyhine başvuru yapılan devlette insan hakları ihlaline yol açan sistematik ve
yapısal bir sorunun varlığını tespit ettiğinde, pilot karar uygulaması
yapabilmektedir. Pilot karara konu yapısal sorunu çözmek için ilgili devlete
belli bir süre veren Mahkeme, bu süre zarfında beklemeye aldığı başvuruları
incelememekte ve ilgili devletin, konuyu iç hukukunda çözüme kavuşturacak bir
düzenleme yapmasını beklemektedir.
İlgili devlet
tarafından gerekli düzenleme yapıldıktan sonra iç hukukta ihdas edilen çözüm
yolunun etkin bir yol olup olmadığını inceleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
yeni oluşturulan yolun etkin olduğuna karar verirse daha önce beklemeye aldığı
başvuruları, söz konusu iç hukuk yoluna müracaat etmeleri için “kabul
edilemezlik” kararıyla reddetmektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi 16 Temmuz 2009 tarihinde verdiği bir kararda, başvuruya konu
davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirttikten sonra, ülkemizde uzun
yargılama iddiaları konusunda başvurulabilecek etkin bir iç hukuk yolu
bulunmadığını vurgulamış ve böyle bir iç hukuk yolunun kurulmasını ülkemize
önermiştir.
Uzun yargılama
iddiasıyla yapılan Ümmühan Kaplan başvurusunu pilot dava seçerek 20 Mart 2012
tarihinde karara bağlamış ve bu sorunun çözümü için oluşturulacak iç hukuk
yoluyla alakalı ilkeleri belirlemiştir.
Bu ilkeler
çerçevesinde hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların
tazminat ödenmek suretiyle çözüme kavuşturulmasını amaçlayan bu tasarıyla,
vatandaşlarımız kendi iç hukukundaki bir mekanizma sayesinde haklarını
arayabileceklerdir.
Biraz önce
konuşan muhalefete mensup milletvekillerimizin tasarıyla öngörülen modelin
bağımsız ve tarafsız bir komisyon oluşturulmasına engel teşkil ettiği, bu
nedenle de bu görevin yargı organlarına verilmesinin daha uygun olacağı
itirazları yerinde değildir.
Tasarıyla, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde devam eden bu müracaatlar hakkında karar vermek
üzere, hâkim ve savcılar ile üniversite öğretim görevlileri ve kamu görevlileri
arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak 4 kişi ile Maliye Bakanı tarafından
atanacak 1 kişiden oluşan toplam 5 kişilik komisyon kurulması öngörülmektedir.
Tazminata neden olan olgu, yargılamanın makul sürelerde
sonuçlandırılamamasıdır. Hâl böyle olunca, anılan görevin tekrar bir yargılama makamına
verilmesi, aynı gerekçeye dayalı ayrı bir sorunun ortaya çıkmasına neden
olabilecektir. Tasarıyla yalnızca tazminat ödenmesi suretiyle başvuruların
neticelendirilmesi modeli kabul edilmekte ancak eski hâle iade veya
yargılamanın yenilenmesi şeklinde farklı çözüm yolları öngörülmediği yönündeki
eleştirilere de katılmak mümkün değildir. Çünkü tazminat ödenmesi ancak ceza
hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku
kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı veya mahkeme
kararlarının geç veya gereği gibi icra edilmediği hususlarıyla sınırlı
olduğundan bu durumlardan kaynaklanan zararların giderilmesi ancak hakkaniyete
uygun bir tazminatın ilgililere ödenmesi suretiyle gerçekleştirilebilecektir.
Değerli
milletvekilleri, komisyona müracaatların ücretsiz olması, komisyonun dokuz ay
içerisinde karar vermesi gerektiği, komisyon kararlarına karşı Ankara Bölge
İdare Mahkemesine itiraz ve itirazın da öncelikli işlerden sayılıp üç ay
içerisinde sonuçlandırılmasına ve hükmedilen tazminatın kararın
kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde ödeneceğine yönelik düzenlemeler
başvuran vatandaşlarımız açısından olumlu düzenlemelerdir.
Muhalefete mensup
arkadaşlarımızın ülkemizdeki yargı alanındaki eleştirilerine de katılmak mümkün
değildir. On yıllık AK PARTİ iktidarında, yargının fiziki sorunları büyük
ölçüde çözülmüş, teknolojinin bütün imkânları yargının hizmetine sunulmuştur.
Temel kanunlarımızın tamamı bu iktidar döneminde çağımızın ihtiyaçlarına uygun
hâle getirilmiş; ceza kanunlarımızın tamamı, Borçlar Kanunu’muz, Ticaret
Kanunu’muz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’muz bu dönemde yenilenmiştir. Yargının
siyasallaştığı yönündeki eleştirilere de katılmamız mümkün değildir. Geçmişte
yargının siyasallaştığını söyleyebiliriz ancak 2010 yılında gerçekleştirilen
Anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayacak önemli
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde ifade
edilen hususlarda gerçekleştirilen reformlar, Anayasa Mahkemesinin yapısında ve
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısında gerçekleştirilen değişiklikler,
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesini, hukuk devleti ilkesini güçlendiren
değişiklikler olmuştur. Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da bu iyileştirmelerden
hep olumlu yönde bahsedilmektedir.
İnsan haklarına
saygı ilkesinin bir gereği olarak, uzun yargılamalar nedeniyle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine başvuran vatandaşlarımızın, buradaki yargılamayı
beklemeden, ülkemizde kurulacak olan komisyonun kararıyla hakkına kısa zamanda
kavuşmasını sağlayacak olan bu tasarının ülkemize hayırlı uğurlu olmasını
diliyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Tunç.
Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre verilmiş bir
önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
İçtüzüğün 72.
maddesi uyarınca, görüşülmekte olan 342 sıra sayılı Yargılama Sürelerinin
Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra
Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısının tümü üzerindeki
görüşmelerin devam ettirilmesini arz ve talep ederiz.
Mehmet Akif Hamzaçebi Ali İhsan Köktürk Salih Fırat
İstanbul Zonguldak Adıyaman
Bülent
Tezcan Haluk
Eyidoğan
Aydın İstanbul
BAŞKAN –
Gerekçeyi okuyunuz.
Gerekçe:
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi uygulamalarının daha net bir şekilde ortaya konulmasını
sağlamak açısından, söz konusu öneri getirilmiştir.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler…
Rakamlarda
tereddüt vardır, elektronik cihazla oylama yapacağım.
İki dakika süre
veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı vardır, önerge reddedilmiştir.
Soru-cevap
bölümüne geçiyoruz sayın milletvekilleri.
Soru-cevap yirmi
dakikadır. On dakikasını sorulara, on dakikasını da cevap işlemine ayıracağım.
Buyurunuz Sayın
Dibek.
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
yukarıda, Komisyonda da konuştuk ama bence biraz kapalı kaldı, bu konuyu biraz
daha açarsanız… Şimdi, kanunun kapsamını biliyoruz, yazıyor zaten,
yargılamaların uzunluğu, mahkeme kararlarının icra edilememesi, geç icra
edilmesi ama 2’nci maddenin 2’nci fıkrasında bir yetki veriyoruz Bakanlar
Kuruluna. Tasarıda o yetkiyi getiriyorsunuz, diğer ihlal alanlarında -sizin
önerinizle- Bakanlar Kuruluna bir yetki veriliyor. Bunu biraz açar mısınız,
yani bunu niye getiriyorsunuz, bu “diğer ihlal alanları”ndan neyi
kastediyorsunuz? Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bizden istediği şey
belli Ümmühan Kaplan davasında, “Bu kapsamda bir iç mekanizma kurun.” diyor.
Bununla neyi kastediyorsunuz? Bu yetki yarın kötüye kullanılamaz mı? 17 bin
dosya var, bunlar içerisinde birçok ihlal alanı var, bunu getirme amacınızı
biraz daha açarsanız sevineceğim.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Dibek.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Çok teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
getirdiğiniz yasa tasarısıyla yargılama süresinin uzamasının oluşturduğu
mağduriyetleri tazmin etmeyi düzenliyorsunuz ama bu, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi düzlemindeki bir hadise. Ancak, bizim yargımızın birçok sebeplerden
dolayı uzaması, yanlış karar vermesi, ihmaller, bazen kasıtlar sonucunda
tarafların mağduriyeti oluşmaktadır. Mesela, bir temyiz talebi, mahkemesi
tarafından Yargıtaya bir yılda gönderilmemektedir. Makul sürenin tanımı yok. Bu
türlü mağduriyetleri de tazmin etmeyi düşünüyor musunuz? İç hukukumuzda böyle
bir düzenlemeyi düşünüyor musunuz? Bu kanunda bir önergeyle bunu yapar mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Şandır.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, uzun
yargılama, makul olmayan yargılama, tarafsız ve bağımsız olmayan yargılamalar
nedeniyle, bugüne kadar ihlal nedeniyle hâkim, savcı veya kolluk kuvvetleri hakkında
hiç rücu mekanizması işletildi mi? Sorumlularına gidildi mi? Ne tür bir
sorumluluğa gidiliyor?
İkincisi, bu
tasarı kapsamında çok net olarak ceza yargılaması, hukuk, idare, hepsi yer
alıyor. Özgürlükler konusundaki hususu tazminle nasıl gidereceksiniz? Çünkü
uzun tutukluluk, uzun yargılama, özgürlükleri ihlal eden bir durum yaratıyor.
Burada, bununla ilgili yeni bir düzenleme düşünülüyor mu yoksa bununla
yetinecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kaplan.
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, uzun
yargılamalarla ilgili, uzun yargılamalara neden olan yargıçların sorumluluğu
söz konusu olabilir. Ancak, tasarının 8’inci maddesinde bu konuda komisyon
tarafından verilen kararın sadece adli veya idari merciye gönderileceği
söyleniyor. Ama örnek olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yine
eleştirileri sonucunda İtalya’da kurulan yani İtalya’da var olan Pinto
Yasası’na göre, bu türden uzun yargılamalara neden olan kişilerin hakkında soruşturma
açılması ya da verilen kararlarla ilgili tazminat yükümlülüğü getiriliyor. Bu
konuda bizim yasamızda neden bir boşluk yaratıldı? Neden sorumlular hakkında,
hem tazminat hem de gereken soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili bir düzenleme
konulmadı?
Onun dışında,
Sayın Bakanım, yine ben Komisyonda da söylemiştim, 23 Eylül 2012 tarihi
itibarıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Yılmaz.
Sayın Öztürk…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana soruyorum: Komisyon
kararlarına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine başvurulabilecek. Ya
mahkemenin kesinleşen kararına karşı hangi organa başvurulacak, AİHM’e mi yoksa
Anayasa Mahkemesine mi? Şimdi, bu dosyalar AİHM’deki mevcut dosyalar olduğuna
göre, bu komisyonun izleyeceği dosyalar, bu dosyalar söz konusu olduğundan
dolayı, başvurunun AİHM’e karşı, AİHM’de yapılması daha doğru değil midir?
Çünkü itiraza karşı, öyle anlaşılıyor ki, Danıştay yolu kapalı.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öztürk.
Sayın Gök…
LEVENT GÖK
(Ankara) – Sayın Başkan, bir konunun düzeltilmesi amacıyla söz aldım.
Genellikle, Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru sırasında
Rusya’dan sonra 2’nci olduğu söyleniliyor. Şöyle bir durumu göz önüne
aldığımızda Türkiye'nin 1’inciliği tescillenmiş durumdadır çünkü Rusya adına
yapılan başvuruların çoğu kabul edilebilir başvuru olmadığından dolayı geri
çevrilmektedir ama Türkiye’den yapılan başvuruların hemen hemen tamamı kabul edilebilir
bulunup gündeme alınmıştır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan
başvurularda kabul edilebilirlik açısından Türkiye 1’inci sıradadır. Sayın
Bakanın da bu konuyu bu şekilde bilmesi ve buna göre Adalet Bakanlığı yapması
gerekir.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Gök.
Sayın Baluken…
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım,
bundan yaklaşık altı ay önce yapılan siyasi operasyonlar kapsamında 40’a yakın
tıp öğrencisi gözaltına alınmıştı ve beş aydır bu tıp öğrencilerinden 13’ü
Sincan Cezaevinde yatıyor. İddianamede, sınav komitesiyle ilgili telefon
görüşmeleri “KCK komitesi” olarak geçmiş, halk sağlığı araştırma topluluğu
olarak yaptıkları toplantılar “KCK sağlık komitesi çalışması” diye geçmiş, ana
dilde sağlık, ana dilde eğitim, parasız sağlık, telefonda, arkadaş anlamına
gelen “…”(x) sözcüğü ve Kültür Bakanlığının bandrol verdiği “…”(xx) marşını
söylemeleri suç olarak lanse edilmiş. Siz, bu kadar ön yargılı davranan savcı
ve hâkimlerin adalet dağıttığına inanıyor musunuz? Beş aydır mağdur olan tıp
öğrencileri iki dönem kaybettiler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden olası bir
mahkûmiyet kararında bu hâkim ve savcıların sorumlu olmamasını, bu yanlış
kararın faturasının 74 milyona çıkarılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Baluken.
Sayın Yılmaz,
buyurunuz.
(x)
Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
(xx)
Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz önce sorum
yarım kalmıştı. Sayın Bakan, 23 Eylül 2012 tarihi itibarıyla Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmış durumda ancak Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruyla ilgili değişiklikte, hepimizin bildiği gibi, kanun yolları
tüketildiği takdirde bireysel başvuru yapılabiliyor. Bu durumda, uzun
yargılamalarda kanun yollarının tüketilmesi söz konusu olamayacağı için Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkı kullanılamayacak. Bu tasarıda da 23 Eylül
2012 tarihine kadar AİHM’e yapılan başvurularla ilgili müracaatları dikkate
alıyoruz. Peki, ondan sonra uzun yargılamalardan dolayı mağdur olan insanlar
nereye başvuracaklar, ne yapacaklar?
Yine, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin şikâyet ettiği o uzun yargılamalarla ilgili
başvurular Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmek durumunda kalmayacak mı? Ama
bir fark olacak: Anayasa Mahkemesine başvurmaları istenecek…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) - …insanların başvuruları biraz daha gecikmiş olacaktır.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Yılmaz.
Sayın Öztürk…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Bakana sormak istiyorum.
Şimdi, burada,
komisyonla ilgili olarak öğretim üyesi-öğretim görevlisi ayrımı yapılmadan,
öğretim görevlisinin komisyonlara alınabileceği hüküm altına alınmış. Öğretim
görevlisi-öğretim üyesi ayrımının yapılmamasının nedeni nedir? Öğretim üyesi
ile öğretim görevlisi aynı mıdır? Eğer bu ayrımın farkında ise öğretim
görevlisi olarak komisyonda yer alınmasının nedeni nedir?
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öztürk.
Buyurunuz Sayın
Bakan.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, Sayın Dibek’in sorusuyla başlıyorum. Tasarının 2’nci maddesinde alınan
yetki, Bakanlar Kururu kararıyla uzun yargılama dışındaki ihtilafların da süreç
içerisinde bu komisyonun görev alanına dâhil edilebileceğini düzenleyen madde.
Burada “Hangi kriterlere göre uygulanacak? Bunun kötüye kullanımı olursa bunu
nasıl denetleyeceğiz?” diye haklı bir soru sordu Sayın Dibek.
Değerli
milletvekilleri, tasarı iyice incelenirse, orada Bakanlığın teklifi, Bakanlar
Kurulunun alacağı karar ile bu komisyonun görev alanına dâhil edilebilecek olan
uyuşmazlıklar aslında tanımlanmıştır, sınırları çizilmiştir yani hem Adalet
Bakanlığı hem Bakanlar Kurulu aklına esen ihtilafları bu komisyonun gündemine
taşıyamayacaklardır. Nedir bu taşınabilecek olan ihtilaflar? Bir kere, teklif
edilen ihlal alanının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına
konu olması gerekiyor. Tabii, yerleşik içtihadın da bir tanımı var, o da, AİHM
o kadar çok aynı konuda karar veriyor ki o kararlar için artık ilgili ülke
savunmasını bile almadan gelen dosya üzerinden uygulama başlatıyor ve artık bu
kararları daire şeklinde değil teknik bir heyetle 3 hâkimli komiteler
aracılığıyla yapabiliyor. Bu şekilde istikrar bulmuş, âdeta “fiks”
diyebileceğimiz kararlar, oluşan konularla ilgili ancak Bakanlık bunu teklif
edebilecek ve Bakanlar Kurulu bu yönde bir yetki kullanabilecek.
İkincisi, bu
alanda AİHM’in verdiği ihlal kararlarının yoğun olması, çok sayıda olması
kriteri getiriliyor. O açıdan, ne Adalet Bakanlığı bu kriterlerin dışına
çıkabilir ne de Bakanlar Kurulu böyle bir tasarrufta bulunabilir. Varsayın ki
bulundu, Bakanlık keyfî bir teklifte bulundu, Bakanlar Kurulu da keyfî bir
yetki vererek bu komisyona böyle bir imkân sağladı. Evvelemirde bu Bakanlar
Kurulu kararı yargı denetimine tabi, bir. İki, zaten bu komisyonun kararları
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince uygun bulunmadığı takdirde, böyle bir yanlış
yaparsa mekanizma, zaten mahkeme bunu etkin bir iç hukuk yolu olarak
görmeyeceği için kabul etmeyecektir ve AİHM’e başvuru yolu açık kalacaktır.
Dolayısıyla, iç hukukta Bakanlık ya da Bakanlar Kurulunun olası bir keyfî
uygulaması karşısında İnsan Hakları Mahkemesine erişimin yolu tıkanamaz, bu
noktada rahat olmanızı, endişeye gerek olmadığını ifade ediyorum.
Değerli
Milletvekilimiz, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Şandır’ın sorusu: “Bu yasayla uzun
yargılamalardan kaynaklı yargılamalarda oluşan mağduriyetlerin tazminini
öngörüyorsunuz ama bizim yargımızın oluşturduğu başka mağduriyetler de var,
bunların tazmini nasıl sağlanacak? İç hukukumuzda oluşacak bu tip sıkıntıları
gidermek noktasında ve AİHM’e gitmeyenler noktasında böyle bir şey yapılamaz
mı?”
Sayın Şandır, 23
Eylül tarihinden sonraki mağduriyetler bireysel olarak Anayasa Mahkemesine
götürülebilecek. Dolayısıyla, burada bir iç hukuk yolu aslında tesis ediliyor
ama Sayın Dilek Akagün Yılmaz’ın sorusunda da var: “İç komisyona, bizim
oluşturduğumuz bu yasayla komisyona başvurabilecek olanlar, 23 Eylül tarihine
kadar AİHM’e yapılmış başvurular bu komisyondan istifade edebilecek. Bu
tarihten sonra başvurmak isteyenler, iç hukuk yolları tükenmedikçe de Anayasa
Mahkemesine gidemeyecekler, bir mağduriyet oluşmayacak mı?” diye teknik bir
soru sordu Sayın Yılmaz.
Aslında, burada
Anayasa Mahkemesinin nasıl bir karar vereceğini şu anda bilemiyoruz.
Hatırlarsanız, yargılamalar devam etmesine karşın, uzun tutuklu kaldığından
bahisle, tutukluluğa itiraz eden ilgili sanıkların itirazları reddedildikten
sonra iç hukuk yolu tükeniyor düşüncesiyle, AİHM’e yapılan müracaatları AİHM
kabul edilebilir buldu ve inceledi.
Bu çerçevede,
Anayasa Mahkemesi de bu uygulamalara paralel bir yaklaşım gösterecek midir, onu
beraberce göreceğiz. Ancak, uzun yargılamalardan dolayı iç hukukta bir itiraz
yolu olmadığından bahsetti Sayın Yılmaz, doğrudur ama böyle bir yol yoksa iç
hukuk yolu tükenmiştir deyip itirazlar açısından, uzun yargılamalardan, Anayasa
Mahkemesi bunu gündemine alacak mıdır almayacak mıdır? Bence bunun süreç
içerisinde görülmesi lazım. Bu konuda, Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine insanların gitmesini önleyecek bir içtihat uygulayabileceği
kanım var ama takdir mahkemenindir. Bu noktada mahkeme nasıl bir uygulama
yapacaktır beraberce göreceğiz.
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) - Mahkemeyi o kadar zorlamasak da burada düzenleme yapsak Sayın
Bakanım.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – O uygulamadan sonra buna ilişkin bir değerlendirme
yapılabilir.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Peki, burada bir düzenleme yapabilir miyiz?
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Mahkemeyi o kadar zorlamayalım, burada bir düzenleme yapalım.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yani hiç ihtimale bırakmasak.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli arkadaşlar, şimdi bu… Anlıyorum söyleneni,
“Burada bir önergeyle bunu da katalım.” deniyor. Türkiye’de 81 vilayette ve şu
kadar yargı merkezinin olduğu bir yerde, Ankara’da kurulmuş 5 kişilik bir
komisyon Türkiye içerisinden gelen bütün bu müracaatları değerlendirecek ve
bunları dokuz ay içerisinde karara bağlayacak, Ankara Bölge İdare Mahkemesi de
bu konuda karar verecek. Böyle bir talebi karşılayacak bir yapı kurmuyoruz
burada. Bu kurmuş olduğumuz komisyon Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde şu anda
kayda girmiş 3 bin civarında, yıl sonuna kadar da 3.500 civarında olmasını
beklediğimiz uzun yargılamalardan yapılan şikâyetleri karşılamak için kurulan
bir komisyondur. Dolayısıyla komisyonun yapısı da lokal, 5 kişilik bir ekip ve
bunların önünde biz, 3.500 civarında bir dosya olacağını öngörerek dokuz aylık
süreleri ve Ankara Bölge İdare Mahkemesinin üç aylık karara bağlama sürelerini
öngördük. Türkiye’deki bütün bu yöndeki şikâyetleri getirip bu komisyona
bağlayacaksak bunu farklı bir mekanizmaya oturtmamız lazım. Dolayısıyla bu
komisyona bu yetkinin verilmesi komisyonu işlevsiz hâle getirir, bunu arz etmek
istiyorum.
Sayın Kaplan’ın
bir sorusu var: “Bugüne kadar hâkim ve savcılara, yargılamalardan kaynaklı
ödenmiş tazminatlardan dolayı rücu kullanılmış mıdır? Tazminatlar onlara rücu
ettirilmiş midir?” diye. Değerli arkadaşlar, bunun mekanizması kurulmuştur
mevzuatımızda. Ancak sorumluluğun oluşabilmesi için hâkim, savcıların görevi
kötüye kullanma noktasındaki suçun oluştuğuna dair bir karardan sonra ancak bu
rücu söz konusu olabilecektir. Mevzuatımızda bunun mekanizması vardır ama bu
mekanizma yeni oluşturulmuş bir mekanizmadır, uygulamasına dair benim benim
bildiğim bir karar yoktur.
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Yargıçların tazminat ödeme yükümlülüğünü kaldırdınız Sayın
Bakan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bir başka
soru, Sayın Kaplan’ın: “Özgürlükler konusundaki mağduriyetleri nasıl tazmin
edeceksiniz?”
Değerli
arkadaşlar, bu tasarı ile kurulan komisyonun yapabileceği iş tazminat ödemek
suretiyle giderilebilecek olan hak ihlallerine bakmaktır. Tazminat ödeyerek
gideremeyeceğimiz ihlallere bu komisyon bakamaz. O açıdan, “Efendim, komisyonda
parasını ödeyip haksızlıkları kapatacaklar.” Yok öyle bir şey.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Yoktur tabii, uygulanmıyor. Uygulanmazsa karar olmaz.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu komisyonun
tasarruflarını denetliyor, layüsel bir komisyon değil. Bu komisyonun yanlış
uygulamaları oranın denetimine tabi.
Şimdi, iç hukukta
bir soru daha gelmişti, Sayın Öztürk’ün sorusu, Ali Rıza Bey’in sorusuydu.
Bölge idare mahkemesine olmazsa, Anayasa Mahkemesine gidecek. Bölge idare
mahkemesinin kararına karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruya gidilebileceğini
düşünüyorum şahsen ve en nihayetinde, bütün bunlar etkin bir iç hukuk yolu
olarak kabul edilmez ise vatandaşlarımızın AİHS’ten kaynaklı ve Anayasa’mızda
da kabul edilmiş hakların ihlalini karşılamadığına dair bir kanaati oluşursa
her zaman için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidişin yolu açık olacaktır.
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Kaç yıl alacak Sayın Bakanım bu düzenlemeler, kaç yıl?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli arkadaşlar, Sayın Yılmaz’ın -yine Dilek
Hanım’ın- “Pinto Yasası’nda uzun yargılamaya sebep olanlar için tazminatın
rücusuna dair, sorumlulara…”
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) –Soruşturma açılması…
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – “…dair bir
husus vardı.” dediler. Evet, İtalyan uygulamasında bu olmuş olabilir. Bizde
genel düzenleme var; hâkim, savcıların sorumluluğunu düzenlemiş mevzuatımız
var.
Pinto Yasası
burada çok sık örnek veriliyor, komisyonda da verildi.
Değerli
milletvekilleri, Pinto Yasası başarılı olamadı ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi o uygulamaları etkin iç hukuk yolu olarak kabul etmedi. Dolayısıyla,
İtalya’dan doğrudan müracaatları aldı gene.
Onun için, biz
yargı eksenli bir komisyon oluşturmadık, idari yapıda bir komisyon oluşturduk;
daha kısa sürede karar verebilsin ve uygulamalar idari yargının denetimine tabi
olsun. İtalya örneği önümüzde; işlememiş, sonuç almamış kötü bir örnektir.
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Neden Sayın Bakan? Nedenini öğrenebilir miyiz?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Oradan da esinlenerek biz bu idari yapılanmayı
öngördük, onu arz ediyorum.
Sayın Gök’ün bir
değerlendirmesi oldu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en fazla müracaat
Rusya’dan yapılmıştır, ikincisi Türkiye’dir, bizim istatistiklerimizde
böyledir. Ama Sayın Gök “Adalet Bakanı olan birisinin şunu bilmesi lazım.” dedi
ve şunu ifade etti: “Rusya’dan giden başvurular kabul edilmezlikle karşılanarak
çok büyük bir kısmı elendiği için en fazla müracaat Türkiye’den yapılmış
sayılır.” Sonuç itibarıyla bu böyledir ama biz rakam verirken bunu çok net
ifade ediyoruz: En çok Rusya’dan müracaat yapılmıştır, ikinci Türkiye’den
yapılmaktadır ancak en fazla ilam Türkiye aleyhine çıkmaktadır, gerekçesi de
Sayın Gök’ün ifade ettiği gerekçedir. Rusya’dan çok müracaat yapılmasına karşın
orada kabul edilebilirlik düşük olduğu için Türkiye en çok ihlal alan ülke
olmaktadır. Bu bizim bilgimiz dışında bir şey değildir. İstatistiklerimizde de,
verdiğimiz cevaplarda da bunu çok net ifade ediyoruz.
Sayın Baluken’in…
BAŞKAN – Sayın
Bakan…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bir soru kaldı, Sayın Baluken’in…
BAŞKAN – Onu
cevaplayınız lütfen son olarak. Ek iki dakika da süre verdim size.
Buyurunuz.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Tıp öğrencilerinin göz altına alınmasına ilişkin
birtakım itirazları oldu Sayın Baluken’in.
Değerli
milletvekilleri, bu tip uygulamalardan kaynaklı farklı şikâyetler
gelebilmektedir. Burada, zaman içerisinde, bu şikâyetler kendi içerisinde…
Aslında bununla mücadele mekanizmaları var, yasalarımızda bir eksiklik söz
konusu değil ancak burada biraz da zaman zaman ben tamamen şu noktada değilim,
“Savcılarımız, hâkimlerimiz yanlış yapmaz, hata yapmaz.” noktasında değilim ama
bu şikâyetler var ise, bu eleştiriler var ise bunların başvurulacağı yöntemler
de yasada belirlenmiştir. Buralara müracaat edilmesi hâlinde açıkça kanuna,
yasaya aykırı uygulamalar var ise bunlarla ilgili mekanizmalar da açıktır.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bakan.
Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi
okutuyorum:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların
Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun Tasarısı
Amaç:
MADDE 1 - (1) Bu
Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların
tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.
BAŞKAN – 1’inci
madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan.
Buyurunuz Sayın
Kaplan.
BDP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, bu konuda biraz doğru konuşmamız gerekiyor, vicdanlı
konuşmamız gerekiyor. Konu adalet olduğu zaman öyle “vaziyeti kurtaralım” deme
lüksümüz yok.
Şimdi, bakın,
Türkiye -rakamları Sayın Bakan açıkladı- 16.500 başvuruyla Rusya’dan sonra
2’nci; en fazla mahkûmiyeti Türkiye almış, vaka, bu gerçek bu.
Şimdi, ne
yapılmak isteniyor bu tasarıyla? Ümmühan Kaplan, AİHM Türkiye davası esas
alınıyor, bir kadastro arazi davası üzerinden yola çıkılıyor ve bu kadastro
arazi davası nedeniyle mülk ihlali olduğu için diyorlar ki “Bunu komisyonda
çözelim.” Gelin, bunun adını tam açık koyalım bu yasada o zaman. Mülk ihlali,
bu tür arazi ihlali, kadastro, kamulaştırma bu komisyonun görevi olsun. Ama,
ama diyorum bakın, haksız birisi yargılanıyorsa, haksız bir ithamla karşı
karşıyaysa ve uzun süre tutuklu kalıyorsa ve olağanüstü mahkemede gizli
tanıklarla senelerce süründürülüyorsa, bunu bu kapsama alan maddelerin ne işi
var bunun içinde? Bakın, çocuk oyuncağı değil bu, söylenen sözlerin arkasında
durmak lazım. Sayın Bakan diyor ki: “3 bin” takriben görüşülecek komisyonda. 3
binse evet, gelin çözelim. Çözeriz ama öyle değil, öyle değil gerçek; 3 bin
değil, 3 bin arazi davası değil, 3 bin kamulaştırma davası değil bu olay.
Savunma hakkının ihlali var burada. Silahların eşitliği iddia ve savunmanın
ihlali var burada.
Dün, daha bir ay
önce, Silivri’de robokoplarla avukatlara saldırı oldu bu ülkede. 12 Eylül
sıkıyönetim mahkemelerinde, robokoplarla jandarma avukatlara saldırmamıştır.
Şimdi, o avukat hakkını aramak için ulusal mercide gider, sonuç almazsa AİHM’e
gider. Şimdi, siz, bunu, tazminle mi, parayla mı gidereceksiniz?
Bakın, adil
yargılanma hakkı demek tarafsız mahkeme demek, bağımsız mahkeme demek. Özel
yetkili mahkemelerin yerine kurulan özel ağır ceza mahkemeleri, bunların
DGM’den, sıkıyönetimden, istiklal mahkemelerinden farkı yok. Bizim anlatmak
istediğimiz şu: Bireysel şeylerle, basit çözümlerle bu davaları nasıl aza
indiririz? Yaklaşımı Türkiye’de adaleti yok etmiştir.
Adalet bitmiştir
arkadaşlar, nasıl bitmiştir. Nir: 12 Eylül referandumunda Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yolunu koydunuz. Bununla beş sene davalar AİHM’e gitmeyecek,
buradan beş sene kazandınız. 16.500 davayı da nasıl eritiriz taktiği var
burada. Bu taktikte, çok açık söylüyorum, belki ağır gelebilir, burada,
sözleşmeci Hükûmetin, Türkiye’deki Hükûmetin AHİM’le -çok açık söylüyorum-
kirli bir ittifak yapılıyor, kirli bir ittifak. Bu ittifak etik değil.
“Siyaseten uzlaşmayla, bir pilot dava üzerinden bu davaları eritelim.”
pazarlığıdır bu. Bu pazarlıkta, AİHM “Ben 16.500 davadan nasıl kurtulurum?”,
Hükûmet de “Ben bu davaların ihlalinden, mahkûmiyetinden nasıl yırtarım?” diye
pazarlık yapıyor.
Bakın, size -çok
açık- sözleşmenin üç tane maddesini okuyacağım.
17’nci madde,
hakların kötüye kullanılamayacağı. Sözleşmenin 17’nci maddesi diyor ki: “Hiçbir
hükûmet bu hakları kötüye kullanamaz.”
Sözleşme, 36’ncı
madde: Üçüncü devletlerin müdahale hakkı var yani Türkiye aleyhinde dava açmış
yabancı bir ülkenin vatandaşı müdahale etmek istiyor davaya. Sizin bu
komisyonlarınız karşısında o müdahale hakkını orada sürdürebilecektir, nasıl
engelleyeceksiniz? Burada yok.
53’üncü madde:
“Tanınan insan haklarının korunması.” diyor. “Bunlarda çekince koyamazsınız.”
diyor. Şimdi, siz, bu sözleşmeyi ya bilmiyorsunuz ya da böyle çözeceğinizi
zannediyorsunuz. Böyle çözülmez arkadaşlar.
Şimdi, Sayın
Bakanın iyi niyetle… Üçüncü yargı paketiyle, bilmem neyle; cezaevleri doldu,
aman işte açık cezaevindekileri çıkaralım, yok tedbire çevirelim, yok
erteleyelim. Ondan sonra, üçüncü yargı paketinde yine iyileştirme yapalım;
davalar çoğaldı, davalar Yargıtayda 1 milyonu buldu, bunlardan kurtulmak için
bir kanun teklifi verin. Dördüncü yargı paketinde tekrar gelecek önümüze, niye?
Rum Kesimi’nin başkanlığı bitiyor, Ocak 2013’te İrlanda’nın dönem başkanlığı
başlıyor. 23 ve 24’üncü fasıllar adalet, hukuk, yargı, özgürlükler ve
güvenliklerle ilgilidir. Bunların hepsi de Adalet Bakanlığını ilgilendiren
konular.
Şimdi soruyorum:
Ocak ayında buna başlayacaksınız. Bu fasıl en önemli faslı Türkiye’nin ve
ilerleme raporunda da eleştiri konusu yapılmış. Şimdi, burada, bu yöntemle siz
neyi değiştireceksiniz? Yargılamanın yenilenmesini kanuna koymuşsunuz, daha
önceden var, şimdi onun uygulamasını kaldırıyorsunuz.
Eski hâle iade…
Bir kişiye sabıka kazandırıyorsunuz özel yetkili mahkemede, sonra AİHM’de haklı
çıkıyor, geliyor, yeniden yargılandığı zaman beraat ediyor, eski hâline iade
edilemiyor. Böyle bir yaklaşım olabilir mi? Siz buna insan hakları hukuku
diyebilir misiniz?
Şimdi, 3 bin
civarında dava… Hazineyle vatandaş arasındaki davayı çözebilirsiniz. Peki,
vatandaşla vatandaş arasındaki kadastro davasını nasıl çözeceksiniz? 10 bin
dönüm ihtilaf konusu. 10 bin dönümün tazminatını nasıl yapacaksınız, davalıya
mı vereceksiniz, davacıya mı vereceksiniz?
Şimdi, bakın,
önünüze öyle şeyler çıkacak ki bu İtalya’nın Po Ovası’nda aynı Türkiye'nin
benzeri kadastro davaları vardı, tapu davaları vardı, gayrimenkul davaları
vardı. İtalya mahkûm ola ola bir yasa çıkardı, bunu çözdü. Dikkat edin, köy
yakmaları olaylarında da benzeri bir olay yapıldı. Kıbrıs’taki mülk davalarında
da orada bir komisyon kuruldu. Bunların hepsi, bu alınan siyasi kararlar Avrupa
Mahkemesinin iş yükünden kurtulmak için yapmış olduğu, siyasi olarak karar
aldığı, kendi değerlerine, sözleşme hükümlerine, evrensel beyannameye ihanet
ettiği kararlardır. Bu siyasi kararların altında ihanet vardır. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesini bu yaklaşımdan dolayı bu şekilde eleştiriyoruz, açıkça
eleştiriyoruz. Bu kadar ahlak dışı tekliflerle… Bu tasarılar ahlak dışı
tekliftir, insanlık dışıdır, hukuk dışıdır. Bu tekliflerle bunu yapıyorsunuz,
ondan sonra Avrupa Mahkemesinde pazarlık yapıyorsunuz, bu pazarlıklara gelip
Meclisi de, bizi de alet ediyorsunuz. İşin gerçeği budur. Bizi alet etmeyin.
Yapacağınız çok
basit şeyler var, çok açık söylüyorum. Adaleti düzenlemek çok kolay. Güvenliğe,
silaha, silahlanmaya, Suriye’deki muhalefete, bilmem kime, örgütlere, şuna
buna, Libya’ya gönderdiğiniz paraları adaletinize veriniz. Adaletin bütçesini 2
katına çıkarın. Hâkim, savcı açığınız 6 bin, 6 bin tane hâkim, savcı atayın. 5
binin üzerinde personel açığı var, onları tamamlayın. Binalarınızı yenilediniz,
içini de adaletle doldurun. Bakın bakayım o adalet mekanizması böyle işliyor
mu, işlemiyor mu? Eğer adalet mekanizmasının işlemesini istiyorsanız bir şey
daha yapacaksınız. İşkence yapana devletin hazinesinden tazminat ödettirip onu
terfi ettirmeyeceksiniz. İstanbul’da emniyet müdürlerini AİHM kararlarına
rağmen terfi ettirdiniz. İstanbul’daki örneğin benzerini… Ordunun içinde AİHM
kararlarıyla faili meçhul cinayetlere imza atanları, köy yakanları bu
mahkûmiyet kararlarına rağmen terfi ettirdiniz. Bu Hükûmet anlayışıyla insan
hakları ihlallerinin önüne geçebilir misiniz? Peki, soruyorum size, Sayın
Bakana sordum: Hangi hâkime, savcıya, polise verdikleri kararlardan dolayı,
yanlış kararlardan dolayı Türkiye mahkûm olduktan sonra rücu davası açtınız,
tazminat ödettiniz? Eğer rücu mekanizması işlese bu hâkimlerin hiçbirisi bu
kadar keyfî karar veremez, bu ülkede adaletli kararlar çıkar. Özel yetkili
mahkemelerin yargıçları, savcıları “Ali kıran baş kesen” gibi davranamazlar. Bu
ülkede hukuku çiğneyemezler bu kadar. Bu ülkede bu meclisin milletvekillerini
dört sene, üç buçuk sene cezaevinde tutamazlar. Bu ülkede yakalarına yapışılsa
ama yapışılmıyor ama vatandaşa yapışıyorsunuz. Sizlere rücu dosyalarını
çıkaracağım, vatandaşa yapılan rücu davalarını. Vatandaşın babasına, anasına
rücu davaları açıyorsunuz ama kendi hâkimine, savcısına, polisine açmıyorsunuz,
hukuksuzlukları teşvik ediyorsunuz. Böyle bir yaklaşımı biz kabul edemeyiz
arkadaşlar. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kaplan.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk.
Buyurun Sayın
Öztürk. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte
olduğumuz tasarı, ülkemizde yargı faaliyetlerinin insanımıza âdeta işkence gibi
sunulmasının açık bir ifadesidir. Adalet dağıtmakla görevli yargı erkinin
adaletsizliğin simgesi hâline geldiğinin göstergesidir. Tabiidir ki on yıldan
beri tek başına iktidar olan beceriksizliklerinin de göstergesidir.
Bilindiği gibi
adalet herkese lazımdır ve bir devlet hayatının olmazsa olmazlarındandır. Gerek
Anayasa’mızda gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ifade edilmiş olan adil
yargılama hakkı insanlığın temel kazanımlarındadır. Bu nedenle de millî ve
milletlerarası metinlerde düzenlenmiştir.
Adil yargılanma
hakkının en önemli veçhelerinden biri olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
da gerek hukuk gerekse ceza muhakemesinde silahların eşitliği, duruşmada hazır
bulunma, susma ve kendini suçlamama, avukat ile temsil hakkı ve gerekçeli karar
prensiplerini ifade etmektedir.
Aleniyet ilkesi
ise taraf devletler için iki yükümlülüğü beraberinde getirmektedir. Bunlardan
birincisi davanın aleni duruşma ile görülmesi, ikincisi ise duruşma
kararlarının aleni olmasıdır. Taraf devletlere söz konusu yükümlülüklerin
getirilmesinin amacı ise halkın yargı sistemine güven duymasıdır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin en çok önüne giden davalardan birisi ise konusu makul
sürede yargılanma hakkı olan davalardır. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde gerek Türkiye gerekse de diğer ülkelerin taraf olduğu çok sayıda
davanın neticesinde geniş bir içtihat oluşmuştur. Sözleşmenin 6’ncı maddesinde
yer alan “makul süre” kavramı bütün yargılama hukukunu ilgilendirir. Bu
bakımdan bu maddedeki “makul süre” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, madde 5/3’te
öngörülen tutukluluk süresinin makul olmasından farklı bir anlam ifade eder. Bu
bakımdan, madde 5/3’ün amacı hiç kimsenin bir tutukluluk süresi geçirmemesi
iken ceza davalarında makul sürede yargılanma hakkının amacı hiç kimsenin
akıbetinin ne olacağına ilişkin belirsiz bir durumda kalmamasıdır.
Görüşülmekte olan
tasarının genel gerekçesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi verilerine göre,
2011 yılı sonu itibarıyla Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
önünde toplam derdest başvuru sayısının 15.940 olduğuna işaret edilmektedir.
Bunlardan yaklaşık 2.500 adedi uzun yargılama iddiasını içermektedir. Bu
sayının 2012 yılı sonuna kadar 3.500’ü bulabileceği tahmin edilmektedir.
Yine, genel
gerekçede, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 16 Temmuz 2009 tarihinde verdiği
kararında, Türkiye’de uzun yargılama iddiaları konusunda başvurulabilecek etkin
bir iç hukuk yolu bulunmadığını vurguladığı ve böyle bir iç hukuk yolunun
kurulmasını önerdiği belirtilmiştir. Nihayet, tasarının amacı Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözüme
kavuşturulması olarak ifade edilmiştir.
Her şeyden önce,
kurulacak komisyonun seçim usulünün sadece hükûmet temsilcilerine bırakılmış
olması, burada komisyonun bağımsız ve tarafsız olamayacağı endişesini
getirmektedir. Komisyonda belirli sayıda da olsa muhalefet temsilcilerine yer
verilmeliydi diye düşünüyoruz.
Yine, komisyonun
başvuruları dokuz ayda sonuçlandıracağı ve bu kararların da ayrıca yargı
denetimine tabi olacağı belirtilmektedir. Yani uzun yargılamalar nedeniyle
doğan çözümsüzlüklere tasarıda da yer verilmektedir. Açıkçası, çözüm üretirken
yeniden çözümsüzlük teklif edilmektedir. Türkçesi “Bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu.” misali bir tasarı ile karşı karşıyayız.
Yine, ceza
yargılamasıyla ilgili dosyaların kapsam dışında tutulması da önemli
eksikliktir. Kaldı ki adil yargılanma hakkının sözleşmede yer alan hakların
korunması açısından kilit bir noktada yer alması bu hakkı Türkiye için de
oldukça önemli kılmaktadır. Nitekim, 2001 yılından itibaren anayasal bir hak
hâline gelen adil yargılanma hakkının tam olarak gerçekleşmesi, yasa koyucu
kadar yargıçların ve yasayı uygulayanların da söz konusu hakkın kapsamını
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları çerçevesinde yorumlaması ile
mümkündür.
Anayasa
Mahkemesine bireysel başvurudan ilk bahsedildiğinde gerçekten çok sevinmiş,
heyecanla beklemiştik. Sonra görüldü ki bu dahi, yasalara karşı Anayasa
Mahkemesine bir başvurudan ziyade maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
müracaat edenlere bir yeni engel maksadı taşıyor. Artık kesinleşmiş bir mahkeme
kararına ilaveten bir de Anayasa Mahkemesine başvuru zorunluluğunuzun ardından
ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidebileceksiniz, yani zevahiri kurtarma
telaşı.
Burada dahi
görüldü ki yürütmenin adil olma telaşı yok, adil olma gayesi yok, böyle bir
problemi de yok. “Adil yargılama” denilince insanlığın aklına gelen kriterler
size uymadı, size göre adil yargılanma hakkı büyüklerinizin buyruklarının
uygulanması hakkıdır. İşin en acı yanı bu hakkı doğal bir hak olarak
gördüğünüzdür.
Döneminiz, yargı
adına pek de iyi hatıralar bırakmamaktadır. Hâkimleri, mahkemeleri kadrolaşma
alanı gördünüz; işlemlerinize karşı başvuruları kesmek için yetkili mahkemeye
eş, dost, akraba çocuklarını doldurdunuz. Kadrolaşma yetmedi, kadrolaşmada özel
geçiş yaptınız.
Adil yargılama
hakkı için HSYK’ya başvurular tamamen sonuçsuz bir çırpınma. Dosya numarası ve
savcılığa ait bilgileri bende bir davada, avukat HSYK’ya başvurarak “Tüm
deliller dosyada ama hâlâ tahkikat bekliyor.” diye sızlanıyor. Cevap mı?
Elbette cevap verilmiş. “Cevap: Savcı haklı çünkü iş yükü fazla.” İyi de iş
yükü fazla diye ek kadrolar çıkarılmadı mı? Yargıtayı yeniden yapılandırıp ek
heyetler kurulmadı mı? Ama kazın ayağı böyle değil. Siz, muhalifleri yargılamak
için ek kadrolar açıp yeni cezaevleri yaptınız, yapmaktasınız. Siz, muhalif
sesleri, muhalif renkleri toplayıp iddianamesini iki yılda hazırladınız.
“Hazırladınız” diyorum çünkü AKP’nin Sayın Genel Başkanı ve birçok parti
yetkilisi, savcı makamında olduğunuzu iddia ettiniz. Toplumların olmazsa olmazı
adil yargılamayı bıraktınız, isteğinize karşı gelenler için mahkemelere
ekranlardan talimat yağdırdınız; hâlâ da yağdırmaktasınız.
Yürütmenin yetki
alanını, ülkenin tamamı, milletin tamamı, hayatın tamamı hâline getirdiniz,
getirmeye de devam etmektesiniz.
Yetki alanınızda
olmayan şey adalet. Adaletiniz de yok, hiçbir alanda yok; KPSS sınavlarında
yok, ÖSYM sınavlarında yok, işe alımda adalet yok, emaneti ehline teslim etmede
adalet yok ancak kendinizden olanlara teslim ediyorsunuz. Bana göre adalette
yeni kavram yarattınız. Bu ülke çok iktidarlar gördü, çok hizmetler verdiler,
barajlarda, köprülerde, yollarda mühürleri var, bir tek şeye karışmadılar:
Adalet. Adalete dokunmadılar ama siz “AKP adaleti” diye kavram yarattınız.
Adaletin yargısını yargı olmaktan çıkardınız.
Geciken mahkeme
kararlarına karşı ha bire Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden, milletlerarası
adalet ailesinden eleştiri almaktasınız. Ülkeye, devlet kasasına tazminat
ödetmektesiniz. Avrupa Birliği sürecini adalete sıkıştırdınız ve ha bire
patinajdasınız. Milletler ailesinden eleştiri gelince cevabı kabadayılıkta
buldunuz, “one minute”lere itibar ettiniz.
Kuvvetler ayrılığını
hiç ama hiç unutmayın diyoruz. Bizler, hep beraber yasama erkiyiz. Sizler,
iktidar olarak yürütme erkisiniz. Gelin, yargı erkinden elinizi ayağınızı çekin
diyoruz. Gelin, bırakın adaletsizlikte adalet aramayı, dokunmayın adalete
diyoruz. El uzatmayın adalet sistemine. Kadro açın, okullardaki eğitim
seviyesini geliştirmek için eğitimcilere yol açın, maddi imkânları, bütçeleri
geliştirin ama adalete dokunmayın.
Adalet diye
Türkçe bilenleri bir gecede dil bilmez sanık yapmaktasınız. Ülkeyi, milleti, devleti
yıkıma ha bire kazma, kürek saldırmaktasınız. Bırakın kazma, küreği, bırakın
yıkımı, bırakın ayrıştırmayı, bırakın kuvvetler ayrılığını tek kaynaktan
kuvvetler birliği hâkimiyeti yapmayı.
Sözlerimi şair
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun dizeleriyle bitirmek istiyorum: “Ekmek, su,
aş bulmak gecikebilir./ Temele taş bulmak gecikebilir./ Devlete baş bulmak
gecikebilir./ Adalet gecikmez tez verilmeli.”
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öztürk.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek.
Buyurunuz Sayın
Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, kanunun 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere kürsüdeyim. Öncelikle, sizleri
saygılarımla selamlıyorum.
Kanunun 1’inci
maddesindeyiz. Ben de yerimden şunu takip ediyorum -buradan da belki kameralar
göstermiyor ama görüyorum- şimdi, kanun teknik bir kanun, anlamakta sanıyorum
zorluk çekiliyor. Komisyonda bizler, kanunun mutfak kısmında yer almıştık. O
yüzden, kanunun ne için geldiğini, amacının ne olduğunu, bu kanunla neyin
Türkiye’de değişeceğini, hangi alanlarda uygulanacağını biliyoruz ama
zannediyorum sizler ve vatandaşlarımız biraz kanunu anlamakta, algılamakta
zorluk çekiyorsunuz. Bunu buradan, yerimden ben de gördüm. Biraz daha
anlaşılabilir bir anlatımla aslında sizlerle düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, rakamları tekrar söylemeye gerek yok ama bu rakamların bir anlamı
olması gerekir diye düşünüyorum. Her çıkan sözcü arkadaşımız, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesindeki tabloyu, Türkiye’nin tablosunu burada açıkladılar. Sayın
Bakan zaten sunuş konuşmasında Türkiye’nin tablosunu açıkladı. Yani orada
kaçacak, yapacak fazla bir şey yok. Rakamlara takla attırmayı çok
beceriyorsunuz diğer alanlarda. Yani ekonomik konular, işte cari açık, efendim
bütçe açığı, ticaret, dış ticaret, Türkiye’nin işte dünyanın kaçıncı ekonomisi olduğu,
uluslararası kuruluşların notları, bambaşka rakamlarla gelebiliyorsunuz
karşımıza. Ama burada bu rakamlar gerçek arkadaşlar, burada yapabilecek bir şey
yok. Yani hani bir laf var ya “kral çıplak” diye, öyle bir şey.
Şimdi,
Türkiye’nin bir durumu var. Rusya… Doğru, Rusya tabii büyük bir ülke. Yaklaşık
31 bin civarı dosya var, başvuru var Rusya’dan Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine. Sayın Bakan –ben not almıştım, hatırlıyorum- Komisyonda oranları
da söylemişti, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki dosyaların ülkeleriyle
oranlarını. Rusya yüzde 22 civarı, bizim de -yaklaşık 17 bin civarı Türkiye’yi
ilgilendiren dosya var- yüzde 12 gibi bir oranımız var. Yani tüm dosyaların
yüzde 12’si Türkiye’den yapılan başvurulara ait demişti.
Tabii,
Türkiye’nin ayrı bir özelliği var. Biz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
sanıyorum en sabıkalı ülkeyiz. Yani bir birinciliğimiz var. Yani Sayın Bakan
bunu hiçbir şekilde o da inkâr edemiyor. O birinciliğimiz ihlal kararlarıyla
ilgili. Aslında buradan bence bir çıkarım yapmak lazım. Yani durumdan vazife
çıkarmak diye bir terim var ya, Adalet Bakanlığı vatandaşların başvuruları
karşısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kadar… Yani Rusya’ya göre, 30
bini 17 bin olarak oranladığımızda, biz birinciyiz arkadaşlar, Türkiye birinci.
Şu anda, yine, bildiğim kadarıyla 1.700’ü aşkın dosya infaz için bekliyor
Bakanlar Komitesinin önünde yani icra edilmeyi bekliyor.
Yani Türkiye’de
yargı, vatandaşımızın haklarının ne kadar ihlal edildiği konusunda aslında bir
aynayı önümüze çıkarıyor. Buradan da bir görev yapılması lazım yani görev
çıkması lazım. İşte, 1’inci yargı paketi, 2’nci yargı paketi, 3, 4 de gelecek
ama değişen bir şey var mı arkadaşlar? Bakıyorsunuz, Türkiye’nin tablosu hep
kötüye gidiyor, biz birinci ülkeyiz. Yani birincilik güzel anlamda, işte, şöyle
övünebileceğimiz bir birincilik değil. Ya, bu adalet, Sayın Bakan, sizin
sorumluluğunuzda niye bu hâlde, hiç düşünüyor musunuz? Yani adalet
saraylarından bahsediyorsunuz, bilgisayara geçtik, iyi, geçtik… Ben geçenlerde
yine söyledim; ben Trakya Kırklareli Milletvekiliyim, benim ilimin adliyesinde
sorun var yani küçük bir adliye binamız var ama Edirne’ye yeni bir adliye
binası yapıldı. Ya, arkadaşlar, adliye binasında temizlikçiler var -yerleri
siliyorlar çünkü çok büyük, böyle güzel bir bina- bir de çalışan memurlar,
hâkim ve savcılar var; halk, vatandaş yok demiştim. Yani böyle bir tablo… Sayın
Kaplan da az önce bir şeyler söylemişti burada. Yani buradan bir görev size
düşüyor. On yıldır bu kadar çok ihlal varsa çıkıp burada, aslında, şöyle
göğsünüzü gere gere konuşamamanız gerekir. Tablo bu değerli arkadaşlar.
Peki, bu kanun
niye geldi yani bu kanunla biz neyi amaçladık? Bu kanunu niçin Bakanlar Kurulu
hazırladı? Hazırlanan kanun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin talebiyle geldi
yani bu anlatıldı. Bakın, 17 bin dosya var. Bunlar, değişik -grup grup
sayabiliriz bunları- alanlarda ihlal içeren dosyalar yani başvurular öyle.
Bunların içerisinde, işte, bu yılın sonu itibarıyla 3.500 dosya var aynı amaca
yönelik “Türkiye’de davalar çok uzun sürüyor. Biten davalarda insanlar
kararları infaz edemiyorlar, elde edemiyorlar alacaklarını, haklarını.” İşte,
kırk beş yıldır devam eden bir Ümmühan Kaplan dosyasından bahsediliyor. Şimdi,
böyle bir başvuru dosyası içerisinde 3.500 dosyaya bakmış Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi diyor ki -bunu Polonya ve İtalya için de yapmış. 2002’de yapmış bunu
Polonya için- “Ya, sizin bir iç hukuk mekanizması kurmanız lazım, ben böyle bu
dosyalarla uğraşamam.” Ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13’üncü
maddesinde bu var zaten yani bu sözleşmeye taraf kırk yedi ülkeden biriyiz, biz
de imza atmışız. Bu 13’üncü maddede: İç
hukukta, ülkeler, bu sorunları çözecek mekanizmaları, işte, kurumları -neyse,
burada bir komisyon var, o komisyonu da birazdan konuşacağız- bunları
oluşturması gerekir.” Ve diyor ki bize Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi: “Böyle bir
iç mekanizma kurun.” O talep üzerine Bakanlar Kurulu bu kanunu hazırlıyor.
Şimdi, hazırlıyor da, Komisyonda biz birçok şeyi iyi niyetle, gerçekten… İşte
–haftaya gelecek sanıyorum- bu insanların mahkemelerde tercüman vasıtasıyla
yani kendilerini ifade etmek üzere o haklarını düzenleyen maddeyi de yukarıda
belli bir noktaya getirelim. İşte, bakın, Türkiye’de bu konu farklı
değerlendiriliyor. Aslında, “Gelin, hep beraber, iyi niyetle bu konuyu
çözelim.” dedik ama yok yani arkadaşlarımız bildiklerini okuyorlar. Onu da
önümüzdeki hafta burada konuşacağız. İnşallah, vatandaşımızın izleyebileceği
bir ortamda konuşuruz çünkü Türkiye’nin o konuyu da izlemesi lazım değerli
arkadaşlar.
Bakın, değerli
arkadaşlar, şimdi, bizim itirazlarımız şuydu: Bu Komisyon kurulacak yani esas
kanunun içerisinde bir Komisyon var, o Komisyonun bir görevi var, o Komisyonun
bir kuruluşu var. Orada dedi ki: “Bir, bu Komisyonun yapacağı görevin süresiyle
ilgili bir yanlış anlama içerisindesiniz.” Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
bize diyor ki: “Böyle geçici, palyatif çözümler üretecek bir komisyon kurun.”
demiyor, “Bu konuyu alın, bu konuyu çözün.” diyor. İşte, biz, Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru tarihini baz alarak -daha doğrusu Bakanlar
Kurulu- sadece 23 Eylül 2012 tarihine kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
yapılan başvuruları kapsayan bir geçici… Yani az önce de söylendi,
sivrisineklerden kurtulacak bir çözüm üretiyoruz. “Hayır, gelin, bunu böyle
yapmayalım, kalıcı olsun.” dedik. Anayasa Mahkemesinin ne diyeceğini Sayın
Bakan söylüyor: “Durun bakalım…” Belki de konuşmuş da olabilir kendisi,
bilmiyorum ama Anayasa Mahkemesi henüz daha ne karar verdi, bilmiyoruz. Bu,
sürekli bir komisyon olmalı.
Arkadaşlar,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şunu diyor: “İç hukukta bir mekanizma kurun.”
diyor ama “Kafanıza göre de kurun.” demiyor. Yine, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin bir 6’ncı maddesi var, o da bilinen en önemli maddesi, adil
yargılanma hakkını düzenleyen madde. Yani insanlar yargılanırken tarafsız,
bağımsız bir komisyon olması lazım burada. Bu yargı için de geçerli, her türlü
haklarını kullanarak yargılanmalılar.
Şimdi, Komisyona bakıyoruz, Adalet Bakanı kendi
bünyesindeki -yani merkez teşkilatı olabilir ya da taşradan- 4 tane hâkim ve
savcıyı atayacak, alacak bu Komisyona; 1 tane de Maliye Bakanlığı… Çünkü işin
içinde para var, tazminat olduğu için, bu işin para kısmını konuşacak Maliye
Bakanlığından bir uzman gelecek.
Peki, Sayın
Bakan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde davalı kim? Yani insanlar mahkemeye
başvururken o dava dilekçesinde kimi davalı gösteriyorlar? Adalet Bakanlığı
değil mi? Yani davalı sizsiniz. Yargılamalar bitmiyor, kırk yıl sürüyor,
insanlar aldığı mahkeme kararlarını infaz ettiremiyorlar, yani davalı sizsiniz.
Sonra siz kalkıyorsunuz davalı olarak, bir Komisyonu kuran kişi veya işte,
makam olarak bu işin içindesiniz. Yani nerede burada Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin 6’ncı maddesindeki adil yargılanmanın gereği olan tarafsızlık ve
bağımsızlık? Var mı? Yani davalıya davalıyı teslim ediyoruz. Böyle bir şey var
mı değerli arkadaşlar!
Buradan da şu
çıkacak… Dedik ki: “Bakın, bu Komisyon bir görev yapar ama aldığı kararların
çok bir önemi yok. Bu sefer insanlar başvuracaklar, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi diyecek ki: ‘Ya, bu Komisyondan adil karar çıkmaz.’ Oradan mahkûm
edecek bu sefer yine Türkiye’yi. Gelin bu Komisyonu daha farklı kuralım.”
Şimdi süreme
bakıyorum, yetmedi. Sanıyorum diğer bir maddede de söz alırsam aslında bu konuda
söyleyecek, biraz daha sizlerin anlamasını sağlayacak düşüncelerim vardı ama
sürem yetmiyor.
Yani bu Komisyon,
değerli arkadaşlar, yanlıştır; bunu düzeltmemiz lazım, bir. Artı, burada yine
bizim itiraz ettiğimiz -az önce yerimden bir soru sordum, bir soru daha
soracağım birazdan- 2’nci maddede Bakanlar Kuruluna verilen bir yetki var.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi böyle bir şey de söylemiyor bize. Orada da bir
tilkilik var, var bir şeyler, onu da, ne olduğunu uygulamayla göreceğiz. O da
aslında yanlış bir düzenlemedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK
(Devamla) – Diğer maddede düşüncelerimi anlatmaya devam edeceğim arkadaşlar.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Dibek.
Şahsı adına,
Denizli Milletvekili Bilal Uçar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Uçar.
BİLAL UÇAR
(Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Hukuk devleti
dediğimiz kavram toplum içinde yaşayan herkesin insan olmaktan kaynaklanan
haklarının, özellikle özgürlüklerinin teminat altına alınması ve kişinin hak ve
özgürlüklerini kullanmada hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmaması hâlinde bir anlam
kazanır.
Türkiye
Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne kadar demokratik devlet düzeninin gereklerini
yerine getirme noktasında azımsanmayacak bir mesafe almıştır. Her ne kadar
demokrasiye her on yılda bir yapılan müdahaleler, darbeler, yol kazası olarak
demokrasimizin tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir sistem kurmasını engellese
de son on yılda hukuk devleti olma yolunda ülkemiz çok ciddi kazanımlar elde
etmiştir.
Son yıllarda
hızla sürdürülen yargı reformu çabalarına rağmen çeşitli sebeplerle yargılama
süreleri uzayabilmekte ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde itibarımız
zedelenebilmektedir. AİHM verilerine göre 2011 yılının sonu itibarıyla ülkemiz
aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde toplam derdest başvuru sayısı
15.940 olup, bunlardan yaklaşık 2.500 adeti uzun yargılama iddiasını
içermektedir.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarında benimsenen ikincillik ilkesine göre asıl olan
insan haklarının iç hukukta korunmasıdır. Mevcut insan hakları ihlallerinden
kaynaklanan sorunları uluslararası yargı organlarına intikal etmeden önce
çözmeye yönelik olarak 6216 sayılı Yasa ile Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru imkânı getirilmiştir. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte insan
hakları ihlali iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden önce Anayasa
Mahkemesine gidecektir. Bu husus bile ciddi bir adım ve aşamadır ancak Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi önünde bekleyen dosyaların da bu tasarı kanunlaştıktan
sonra kurulacak bir mekanizma ile iç hukukta çözülmesi imkânı gelecektir.
Kendisine muasır medeniyet hedefini ilke edinmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin,
dünyanın bugün geldiği noktada, iletişim çağında bir an önce hukuk sistemini
tüm kurum ve kurallarıyla evrensel hukuk standardına ulaştırması zaruridir.
Büyük bir medeniyet birikimi olan Türk milleti için bunu başarmak hiç de zor
değildir. Adaletin tecellisi, insanların devletine güvenebilmesi için evrensel
hukuk standardını tüm insanımız için talep etmek zorundayız. İşimize geldiğinde
hukuktan, adaletten, hak ve özgürlüklerden bahsedip işimize gelmediği zaman
demokrasiye müdahale girişimlerini ve insanımızın değer yargılarından
kaynaklanan en tabii haklarını kullanma taleplerini görmezden gelmekle bu
olmaz. 74 milyon vatandaşımızın bu ülkede kardeşçe yaşayabilmesi ve yeni bir
medeniyet tasavvuru ile büyük hedeflere koşabilmesi için adaleti dışarılarda
arama gibi bir garabeti ortadan kaldırmamız gerekir. Görüşmekte olduğumuz
tasarı bu yolda yeni bir adımdır.
Tasarının
yasalaşarak demokrasi ve hukuk sistemimizin gelişmesine vesile olmasını diler,
yüce heyeti yeniden saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Uçar.
Şahsı adına
Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün.
Buyurunuz Sayın
Akgün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEVLÜT AKGÜN
(Karaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
yapılmış başvuruların tazminat ödemek suretiyle çözümüne dair kanun tasarısının
1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanun tasarısının amacı, müteaddit defalar ifade edildiği
gibi, insan haklarına saygı ve insan hakları konusunda ortaya çıkan
aksaklıkları kendi iç hukukumuzla çözüme kavuşturmaktır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarında da ifade edildiği gibi, asıl olan, insan haklarının iç
hukukta korunması ve çözüme kavuşturulmasıdır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 39’uncu maddesi, “Dostane Çözümler” başlığı altında, insan
haklarına saygı esasından hareketle, davanın dostane çözüm ile
sonuçlandırılması için ilgili taraflara ve ülkelere hizmet sunmayı düzenlemekte
ve bunu teşvik etmektedir.
Türkiye,
özellikle son yıllarda insan haklarına dayalı bir hukuk devleti oluşturabilmek
için önemli adımlar atmaktadır. Mevcut insan hakları ihlallerinden kaynaklanan
sorunları uluslararası yargı organlarına intikal etmeden önce çözmeye yönelik
olarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınması bu anlamda
iktidarımızın attığı önemli adımlardan birisidir. Amacımız, ülkemizin
demokratik bir hukuk devleti olması yolundaki engelleri bir bir ortadan
kaldırmaktır.
Hükûmetimiz
döneminde Türkiye’de ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda yaşanan gelişmelere
paralel olarak yargı alanında da köklü değişiklikler yaşanmaktadır. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de yargının sorunları yeni değildir. Davaların uzaması
bugünün hadisesi değildir. Türkiye’de gerçekten mevzuat eksikliğine dayalı,
personel yokluğuna dayalı, hatta hatta apartman köşelerinde adalet dağıtmaya
dayalı, köhnemiş bir yargı sistemi vardı.
AK PARTİ’nin
iktidara geldiği günden bugüne kadar ele aldığı, yargıyı komple çağdaş bir
yapıya kavuşturmak için uyguladığı çok önemli stratejiler var. Bir taraftan
yeni adliye binalarının yapılması, bir taraftan temel kanunların bir bir
günümüze uyarlanması ve çağdaş kanunlar hâline getirilmesi, personel
eksikliğinin giderilmesi, yargıya teknolojinin, teknolojik altyapının
kavuşturulması gibi çok önemli adımlar bugün gerçekten yargıyı önemli bir
aşamaya getirmiş ve mahkemelerdeki işler, özellikle yüksek yargıda ve yerel
yargıda, hızlanmaya başlamıştır.
Adalet
Bakanlığımızın Yargı Reformu Stratejisi Belgesi incelendiği zaman, yargı
bağımsızlığının güçlendirilmesi, yargının tarafsızlığının geliştirilmesi,
yargının verimliliği ve etkinliğinin artırılması için yargı paketlerinin bir
bir hayata geçirilmekte olduğunu görmekteyiz.
Ülkemizde çok
sayıda kişi, maalesef, uygulanan bu reformlara rağmen, yargılamanın makul
sürede bitirilmemesi sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine davalar
açmaktadır.
Ben, muhalefet
partilerimizin bu tasarıya niye karşı çıktığını çok iyi anlamış değilim.
Gerçekten, bir taraftan bu tasarıyla amaçlanan hedef, ülkemizin insan hakları
noktasında karşılaştığı birtakım sorunları kendi iç hukukumuzda çözmek suretiyle
insanımıza bu anlamda kolaylık göstermek; ikincisi, insanımızın Avrupa
mahkemesi kapılarında gezmesinin, bu anlamda zaman kaybetmesinin önüne geçmek
ve bir uzlaşı ortamı ortaya koymak ve bu noktada devletin tazminat
yükümlülüğünü bir an önce gerçekleştirmek suretiyle çözümü kolaylaştırmak.
Dolayısıyla, tasarıda eksiklikler olabilir, bu noktadaki eleştirilere katılırım
ama tasarının tamamına yönelik itirazların ben yerinde olmadığını düşünüyorum.
Tasarının tamamına baktığımız zaman, bu anlamda, dostane çözümü hızlandıran,
adalet mekanizmasını devreye koyan ve barışçıl bir çözüm için çaba gösteren bir
tasarı olduğunu görüyoruz.
Ben, yargı
reformuna baktığım zaman, bu tasarının da önemli bir adım olduğuna inanıyorum.
İnanıyorum ki önümüzdeki günlerde yeni yargı paketleriyle yargıdaki sorunlar
bir bir çözülmeye devam edecektir.
Ben, bu
duygularla tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Akgün.
Şimdi soru-cevap
bölümüne geçiyoruz. Bu bölümde on dakika süremiz var, beş dakika sorulara zaman
ayıracağım.
Buyurunuz Sayın
Dibek.
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Sayın Bakanım,
konuşurken de söyledim yani bunu belki siz farklı düşünüyorsunuz ama benim
aklımda böyle bir soru var. Bu 2’nci maddenin 2’nci bendinde Bakanlar
Kurulundaki yetki genişletilmesi -sizin talebinizle- yapılacak olan diğer
ihlaller için… Bu kapsamda az önce açıkladınız yani “Bunların da kriterleri
var.” dediniz yani bu da her bir başvuru için olmaz. Aklımda şu var:
Biliyorsunuz, bu terör suçundan mahkûm olan ama Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine de zamanında başvurmuş olan, oradan da adil yargılanmadıkları
gerekçesiyle Türkiye’de yeniden yargılanması yönünde karar verilen 211 -ya da
daha fazla olabilir- suçlu var. Bu daha önce de, 2009 yılında, hatırlıyorum,
hani taş atan çocuklar yasası içerisinde de gelmişti, gelecekti, sonra çekildi
hatırladığım kadarıyla. Bu 200 kişiyle ilgili olarak bir öneri getirmeyi
düşünüyor musunuz? Bunları da bu kapsamda… Bu Komisyona başvurmaları ve
tazminatla…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – …bu konunun çözülmesi yönünde bir girişiminiz olacak mı?
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Dibek.
Sayın Köktürk…
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türk yargıcı Işıl Karakaş bir televizyon
kanalında dile getirdiği görüşlerinde “2011 yılında Türkiye’den Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine gelen başvurularda inanılmaz bir artış var. Bu başvuruların
katlanarak artması demek, kişilerin iç hukukta yeterli düzeyde hak ve
özgürlüklerin garanti olmadığını düşündüklerini, hatta haklarını elde
edemedikleri için uluslararası yargı organı olan AİHM’e başvurduklarını
gösteriyor.” şeklinde ifadelerde bulunmuştur. Ayrıca “Türkiye’de herkes
tutuklu. Yetersiz cümlelerle kişilerin tutukluluğuna karar verilip altını
imzalıyorlar.” diye de eklemiştir. Bu ifadeler karşısında Adalet Bakanı olarak
değerlendirmeleriniz nedir?
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Köktürk.
Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Avrupa Birliği İlerleme Raporu’ndan okuyorum size: “Ancak Adalet Bakanı ve
Bakanlık Müsteşarına verilen roller dâhil olmak üzere, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu Kanunu’na yönelik eleştiriler karşılanmamıştır. Deniz Feneri
davasındaki savcıların görevden alınması kararının yürütmenin baskısını
yansıttığı yönünde endişeler bulunmaktadır.” diyor. Sayın Bakan, bu Türkiye’de,
yurt dışındaki milyonlarca yurttaşımızı dolandıran bu şebekenin hakkında
verilmiş olan bir karar var Alman mahkemesi tarafından. Bu karar diyor ki:
“Esas failler Türkiye’de.” Ve burada bu iş örtbas ediliyor. Bunun hesabını
vermek lazım. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Yani bunu ortaya çıkaracak mısınız
çıkartmayacak mısınız, bu Deniz Feneri davasını? Merak ediyorum gerçekten bir
hukukçu olarak.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Acar.
Sayın Ulupınar…
ÖZCAN ULUPINAR
(Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım,
bugün akşam saatlerinde Zonguldak Beycuma M Tipi Cezaevinde büyük bir yangın
çıktı. İlk bilgilere göre, yangın bacadan sızan alev sonucu çıktı. 425 mahkûm,
personel ve güvenlik güçlerinin herhangi bir zarar görmediğini öğrendik. Bundan
dolayı mutluyuz.
Mahkûmlar civar
illere sevk ediliyor. Siz de yanan kısımların hemen yapılacağını biraz önce
yaptığımız görüşmede ifade ettiniz. Bundan dolayı teşekkür ediyorum ve
Zonguldak’ımıza geçmiş olsun diyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Ulupınar.
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
biraz önce söylediniz ben Pinto Yasası’nı örnek verince; Pinto Yasası’nın
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından… Yani daha doğrusu, İtalya’nın
getirdiği Pinto Yasası nedeniyle, düzenlemelerinin yeterli olmaması nedeniyle
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yeniden başvuruların gitmeye başladığını
söylediniz.
Pinto Kanunu
neden yetersiz? Bu konuda neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine İtalyanlar
başvurmak durumunda kalıyorlar? Bunu bir açıklamanızı istiyorum, bunun
gerekçesi ne?
İkinci olarak da
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir mahkeme ve o çerçevede bizim ülkemizde de
bir iç hukuk yolu oluşturulması isteniyor ama burada Adalet Bakanı olarak sizin
seçeceğiniz 4 yargıç veya savcıdan, bir de Maliye Bakanlığından 1 kişiden bir
komisyon oluşturuyorsunuz. Şimdi, kendi oluşturduğunuz komisyona bir de
yargılama yetkisini veriyoruz. Çok açık seçik bu. Yani Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin istediği şey de bu doğrultuda zaten. Bütün uygulamalarda da
mahkemeler bu konuda karar veriyor. Siz şimdi kendi elinizle, bir yargı
sıfatına sahip olacak bir mahkeme mi yaratıyorsunuz?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Yılmaz.
Buyurunuz Sayın
Bakan.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Dibek’in
sorusunu hemen cevaplayayım: 2’nci maddenin 2’nci bendindeki düzenlemeyle
komisyonun yetkilerini genişletmek suretiyle… Avrupa Konseyi Delegeler
Komitesinin önünde bekleyen -“211” diye ifade edildi ama- 221 kişi var. Bunlar,
ihlal kararı verilmiş kişiler ve yargılamanın yenilenmesi gerekirken 311’inci
maddeye göre, 2’nci fıkranın istisnasına takıldıkları için bundan istifade
edemiyorlar. Bir kere, Sayın Dibek’e şunu çok net ifade edeyim: AİHM bu 221
kişinin dosyasında ihlal kararı verdi. Dolayısıyla, ihlal kararı verildiği için
bunlar Delegeler Komitesinde icrası beklenen dosyalar. Bu açıdan, bu Komisyonun
yetki alanına girmez, bir. İkincisi, bizim o 221 bekleyen kişiyle ilgili
olarak, nasip olursa, 4’üncü paket içerisinde bir önerimiz olacak. Burada Sayın
Dibek’in katkısını da bekliyorum. O 4’üncü paketteki özellikle bu 221 tane,
Delegeler Komitesinin önünde icrası beklenen karara katkılarınızı da
bekleyeceğim.
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Apo olacak mı o 221’in içinde? Sayın Bakan, Apo olacak mı?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Kesinlikle yok, ismen sayıyoruz. 221 kişinin diyoruz.
311’inci maddenin ikinci fıkrasındaki istisnaya takılmayacağına dair geçici bir
madde getiriyoruz.
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Gelsin bakalım.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Asla ve kata böyle bir şey olmayacak ama orada
desteğinizi de bekliyorum Sayın Dibek.
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) – Genişletebilir mi?
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Yasa bir gelsin bakalım Sayın Bakanım.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Onun dışında, Sayın Köktürk ”Işıl Karakaş’ın
beyanlarına dayalı olarak siz ne düşünüyorsunuz Adalet Bakanı olarak?” diye
sordu. Değerli milletvekilleri, hemen şunu ifade edeyim: Başka arkadaşlarımız
da dile getirdiler, AİHM’de 2011 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin almış olduğu
2.404 ihlal… Ben şu ana kadar şu dönem bu dönem ayrımına girmedim. Bunlar
Türkiye aleyhine verilmiş ihlaller, Türkiye davalı gösterilerek açılmış
davalar. Bakınız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir davanın sonuçlanması 5
ila 6 yıl sürüyor. Hatta, 8-10 yıl süren spesifik davalar var. Bunlar, iç
hukukta yollar tükendikten sonra oraya gittikleri için, iç hukuktaki geçen
süreyi de koyarsanız önemli bir kısmı 2002 öncesine ait vakalardır bunların.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Sayın Bakanım, ben 2011 yılındaki başvuruları söylüyorum,
kararları söylemiyorum. Başvurularda artış var diyorum.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Ümmühan Kaplan pilot dosya. 1960’lı yıllarda başlamış
bir yargılama sürecinin davasıdır.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Sayın Bakanım, 2011 yılında başvurularda anormal artış var
diyorum.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Ben şu ana kadar hükûmetler dönemini katmadım, bu
sorun müşterek sorunumuz. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu 2.404 ihlalin ben
analizini yapar ortaya koyarsam, AK PARTİ dönemine ait ihlallerin oranının çok
düşük olduğunu görürsünüz. Ama ben burada olayı partiler bazına, hükûmetler
bazına indirmek niyetinde değilim. Bu dert Türkiye’nin derdi ve bu dertten bu
ülkeyi kurtarmak için çalışmalar yapıyoruz.
Bu tazminat
komisyonu bu dertten bizi kurtarmaz -Sayın Bal burada yok ama ifade ettiler-
bu, sonucu ortadan kaldırmaya dönük bir çalışmadır, sebebi değil. Sebebi
ortadan kaldıracak olan çalışmalar 4’üncü pakette geliyor, AİHM’in ihlal
verdiği dosyaların ihlal gerekçelerini ortadan kaldırmaya dönük çalışmalardır.
Onun farkındayız, ama çok kapsamlı bir çalışma yapıyoruz ve inşallah
Türkiye’nin AİHM’e giden dosyalarını hem ihtiyaç olarak azaltacağız hem sonuçta
Türkiye’nin aldığı ihlallerin Avrupa’daki ortalamalar, makul düzeyler noktasına
gelmesini sağlayacak tedbirleri hayata geçiriyoruz.
Sayın Acar’ın
sorusuna geliyorum: AB Komisyonunun İlerleme Raporu’ndaki eleştiriler. Sayın
Acar, doğrudur, Türkiye’ye eleştiri babında tespitler vardır. O eleştirilerden
de gerçekten istifade etmeye çalışıyoruz, ama Türkiye’nin 2012 İlerleme
Raporu’nda özellikle yargı alanında katettiği mesafelere dönük övgüleri de ben
buradan tek tek sayarım isterseniz. Avrupa Birliği Komisyonunun 2012 Türkiye
İlerleme Raporunda, Türkiye’de yapılan AB kapsamındaki faaliyetler noktasında
en canlı çalışmaların adalet alanında -23’üncü, 24’üncü fasıllarda- yapıldığı
teslim ediliyor. Hatta, raporun açıklandığı gün Sayın Füle bir açıklama yapmak
zorunda hissetti kendini. Nedir o? Adalet Bakanlığının yaptığı çalışmalar ile
Meclis İnsan Hakları Komisyonunun yaptığı çalışmalara özel bir başlık açarak
teşekkür etme ihtiyacı duydu. Evet, Türkiye’nin problemleridir bunlar, ama bu
problemlerin aşılması noktasında inanınız o kadar gayret var ki, bu gayret
Türkiye içinden daha çok yurt dışından daha net görülebiliyor. Onlar yıllar
itibariyle mukayeseleri takip etme imkânına daha net sahipler.
GÜRKUT ACAR
(Antalya) – Sayın Bakanım, bu benim sorumun cevabı değil ama bir şey
söylemeyeceğim.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bir de, iç siyasi endişelerden de uzak yapılıyor.
Sorunuzun ikinci
bölümüne geliyorum. Şunu söyleyeyim…
BAŞKAN – Süreniz
bitti Sayın Bakan.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sekiz saniyem var.
BAŞKAN – Evet,
bir ek süre verdim.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Acar, Deniz Feneri davasıyla ilgili sordunuz:
“Almanya’da bitti, Türkiye’de bunu ortaya çıkaracak mısınız?” Bununla ilgili
iddianame tanzim edilmiştir, davası açılmıştır, dava kabul edilmiştir, İstanbul
mahkemelerinde devam ediyor. Sonucu hep beraber göreceğiz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
Şimdi, madde
üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
“Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 342
sıra sayılı kanun tasarısının 1.maddesinin aşağıdaki gibi
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Gürkut Acar Malik Ecder Özdemir
Uşak Antalya Sivas
Mustafa Moroğlu Birgül Ayman Güler Ali Özgündüz
İzmir İzmir İstanbul
Mevlüt
Dudu
Hatay
“Madde 1 - (1) Bu
kanunun amacı Avrupa insan hakları mahkemesine yapılmış bazı başvurular ile
makul sürede sonuçlandırılmayan uzun yargılama süreçlerine karşı yapılan
başvuruların maddi ve manevi tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve
usullerin belirlenmesidir.”
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı tasarının 1 nci maddesine aşağıdaki 2 nci fıkranın eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Hüsamettin
Zenderlioğlu Erol Dora
Bitlis
Mardin
“(2) adil
yargılama hakkını ihlal eden tutukluluk ve dava sürelerinin uzamasına neden
olan kolluk mensupları, savcı ve hakimlere uygulanacak müeyyideler ile AİHM
kararları sonucu mevzuat değişikliği yapılması, yargılamanın yenilenmesi,
ödenecek tazminatların sorumlulara rücu edilmesine dair esas ve usulleri
kapsamaktadır”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ BÜLENT TURAN (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Siz mi
konuşacaksınız?
Buyurunuz Sayın
Baluken.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, aslında
ben bir sağlıkçıyım, on bir yıl tıp eğitimi gördüm, yedi yıl da uzman hekim
olarak çalıştım, yani hukukla ilgili bir konuda belki bize çok fazla söz düşmez
ama şöyle bir genel uygulamaları taradığımız zaman on sekiz yıl hekimlik
mesleği yapan birisi olarak mevcut hâkim ve savcılardan çok daha fazla bir
hukuk bilgisine sahip olduğum kanaatine ulaştım.
Bakın, bu hâkim
ve savcıların uygulamalarıyla ülkeye getirdikleri durumu şu tabloda biraz hep
birlikte irdeleyelim:
Tutuklu öğrenci
sayısı 2.824, 31 Ocak 2012 itibarıyla Adalet Bakanımızın soru önergesine
verdiği cevap. Bunlardan 1.778’i tutuklu, 1.046’sı ise hükümlü. Bu hükümlü
öğrencilerden 178’i de aynı maddeden hüküm giymiş. Bu gerekçeleri biraz sonra
sayacağım.
Tutuklu gazeteci
sayısı 91. Daha önce Adalet Bakanlığı bu rakamların gazetecilik mesleğinden
dolayı olmadığını söylüyordu, ona katılan Uluslararası Gazetecileri Koruma
Komitesi de aynı şeyleri söylüyordu ama en son bu Gazetecileri Koruma Komitesi
76 gazetecinin cezaevinde olduğunu, 15 gazetecinin durumunun da incelendiğini,
Türkiye'nin mevcut hâliyle Çin ve Rusya’yı bile geçtiğini belirtiyordu. Bu
gazetecilerin, ilginçtir, yüzde 70’inin de Kürt olması ve özgür basın
geleneğinde çalışmış olması olayın ayrı bir boyutunu gösteriyor, savcı ve
hâkimlerin hangi karar mekanizmalarını çalıştırdığını gösteriyor.
Tutuklu çocuk
sayısı 2 bine yakın, 1.943 gibi bir rakam var burada. İlk defa dünya hukuk
tarihinde “politik suçlu tutuklu çocuk” kavramını, maalesef, bizler bu
literatüre sokmuş durumdayız.
Tutuklu avukat
sayısı 36. Yaptıkları iş avukatlık mesleğinin gerektirdikleri ve bundan dolayı
farklı birtakım iddianamelerle, devletin bilgisi dâhilinde olan birtakım
bilgilerle mahkûm edilmeye çalışılıyorlar.
Sendikacılar için
yine aynı şey geçerli. Yani hemen hemen toplumsal bütün katmanlara, bütün
mesleklere uyarlayabiliriz.
Bakın, ben,
skandal iddianamelerden birkaçına örnek vermek istiyorum. Malatya’nın
Doğanşehir ilçesinin Sürgü beldesinde linç edilmeye çalışılan Alevi aile
hakkında hazırlanan iddianamede 10 korucunun ifadesine yer veriliyor ve bu
iddianamede bu ifadeler “kes yapıştır” yöntemiyle savcılık tarafından düzenleniyor.
Çünkü, mevcut iddianamedeki 10 korucunun ifadesindeki imla hataları bile “kes
yapıştır” yöntemiyle yer aldığı için aynı şekilde yer alıyor.
Bakın, DİHA
Muhabiri Ankara Temsilcisi Kenan Kırkkaya hakkında hazırlanmış iddianame.
İddianamede geçen suçlardan biri, üç yıl önce doğan kızı Hevi Jiyan’ın babası
olmak. Üç yıl önce Hevi Jiyan açılım bebeği olarak ilan edilmişti, kamuoyuna o
şekilde lanse edilmişti, üç yıl sonra bebeğin isminden dolayı bir gazeteciye
suçlama getiriliyor. Gazeteciye Irak’ta yapılan bir ulusal kongreye katıldığı
söyleniyor ama gazetecinin pasaportu bile yok. Bu şekilde özensiz, tamamen
asılsız hazırlanan iddialar var.
Öğrencilerin
davasıyla ilgili… Yumurta atmanın örgütsel suç olduğu, şemsiyenin bir örgütsel
yaralama aracı olduğu, poşu takmanın, saç kestirmenin örgütsel faaliyet
olduğunu herhâlde belirtmeye gerek yok. Demin tıp öğrencileriyle ilgili bazı
şeyleri paylaşmıştım. Yani, poşu takmak, kitap okumak, Mekap ayakkabı giymek bu
ülkedeki hâkim ve savcılar tarafından, eğer, sıkılmadan, utanılmadan
iddianamelere konuluyorsa bunun bir yaptırımının mutlaka olması gerekir. Eğer,
bu mekanizma AİHM tarafından sağlanıyorsa da bunun faturasının mutlaka bu savcı
ve hâkimlere ödetilmesi gerekir.
Bakın,
iddianamelerden birisi de Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Yaşar Kaya için
hazırlanmış. İddianamenin tamamı isim benzerliği olan, daha önce DTP’de
yöneticilik yapmış olan Yaşar Kaya’nın yapmış olduğu siyasal faaliyetlerden
oluşuyor. Bu kadar ciddiyetsizlik olur mu? Bu insanların tamamının ailesi var,
çocukları var, bir yaşamları var ve böyle özensiz iddianamelerle bu insanlar
yıllarca cezaevlerinde tutuluyorlar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Burada
herhâlde yirmi dört saat de konuşsak bunları bitiremeyiz ama artık, burada, bu
hâkim ve savcıların…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN
(Devamla) – …verecekleri kararla ilgili hukuki bilgilerinin ve vicdanlarının
gözden geçirmesini sağlayacak bir mekanizmayı oturtmamız gerekiyor. Aksi
takdirde, her gün, bu ülkede adaleti kendi elimizle toprağa gömmüş olacağız.
Ben bu düzenlemenin özellikle hâkim ve savcılara müeyyide getirilmesi şeklinde
ele alınmasını temenni ediyorum.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Baluken.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz (Uşak) ve arkadaşları
“Madde 1- (1) Bu
kanunun amacı Avrupa insan hakları mahkemesine yapılmış bazı başvurular ile
makul sürede sonuçlandırılmayan uzun yargılama süreçlerine karşı yapılan
başvuruların maddi ve manevi tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve
usullerin belirlenmesidir.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ BÜLENT TURAN (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Dudu, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
MEVLÜT DUDU
(Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargılama Sürelerinin Uzunluğu
ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle
Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesinin değiştirilmesi
hakkında verdiğimiz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle insan
hakları konusunda ülkemizin içinde bulunduğu tabloyu özetlemek istiyorum. Gerçi
Sayın Bakan da biraz bahsetti, bahsetti ama o konuşurken şunu düşündüm: Peki,
siz orada ne yapıyorsunuz?
Değerli
milletvekilleri, tablo şu biçimdedir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan
16.650 başvuru ile Türkiye, 47 ülke arasında Rusya’dan sonra 2’nci sırada,
verilen ihlal kararları açısından ise 47 ülke arasında 1’inci sırada; üstelik,
bu birincilik açık arayla.
Makul süreyi aşan
uzun tutukluluklar nedeniyle milletvekilleri, öğrenciler, gazeteciler,
asker-sivil binlerce yurttaşımız cezaevlerinde.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, 2009 yılından bu yana, uzun süreli ve haksız tutuklamalar
nedeniyle ülkemiz aleyhinde 440’ı aşan kararla ülkemizi mahkûm etmiştir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında uzun ve haksız tutuklulukların peşin
cezaya dönüştüğü ve bu durumun ağır insan hakkı ihlali oluşturduğu açıkça
vurgulanmıştır. Tasarı, makul süreyi aşan haksız tutuklulukları
kapsamamaktadır.
Yine, çok
detayına girmek istemiyorum ama son derece saygın uluslararası kuruluşlar ve medya
organlarının değerlendirmelerine göre de Türkiye, demokrasi ve insan hakları
konusunda Filipinler, Endonezya, Tayvan, Fas, Uganda, Gambiya gibi ülkelerin
bile gerisindedir.
Avrupa Birliği
Türkiye 2012 İlerleme Raporu’na göre, Ergenekon, Balyoz gibi davalar başta
olmak üzere “Savunma hakkı, yargılama öncesi tutukluluk sürelerinin uzunluğu
ile fazlasıyla uzun ve çok kapsamlı iddianameler bakımından endişeler devam
etmekte olup, bu durum, söz konusu yargılamaların hukuka uygunluğunun kamuoyu
tarafından kayda değer ölçüde sorgulanmasına yol açmıştır.” denilmektedir.
Ayrıca, söz
konusu davalar, Avrupa Birliği raporuna göre, Türk siyasetinde kutuplaşmaya yol
açma eğilimindedir.
İlerleme
Raporu’nda soruşturmaların hızla genişleme eğiliminde olması, yargının yalnızca
polis tarafından toplanan ve gizli tanıklar tarafından sağlanan kanıtları kabul
etmesi ağır biçimde eleştirilmiştir.
İlerleme
Raporu’na göre HSYK’nın yapısı, Deniz Feneri savcılarının görevden alınmaları
yargı üzerindeki baskıyı yansıtan somut olgulardır. İlerleme Raporu’ndakine
benzer saptamalar Avrupa Yargıçlar Birliğinin Washington toplantısının sonuç
bildirgesine de yansımıştır. Bildirgede HSYK’nın Hükûmetin temsilcisi gibi
hareket ettiği, yargının siyasallaştığı açık bir dille ifade edilmiştir. Çok
özetle, içinde bulunduğumuz tablo budur.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmeti AB hedefinden, Avrupa Birliği hedefinden
vazgeçmiştir. Yüzünü Batı’ya değil Doğu’ya dönmüştür. Hayal âleminde yaşayan
Dışişleri Bakanı bugün Cezayir’de “Osmanlı milletler topluluğu”ndan bahsediyor.
Türkiye çağdaş uygarlık hedefinden uzaklaştırılarak çoktan tarihe karışmış
ütopyalar yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. İnsan hakları, demokrasi ve özgürlük
konusunda köklü çözümler aranmak yerine bu kanunda olduğu gibi günlük çözümler
üretilmeye çalışılıyor.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin bu tasarıyla yapmak istediği sadece, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Ümmühan Kaplan davasında verdiği pilot kararın gereğini
yerine getirmektir ama bu köklü ve kesin çözüm değildir, sadece yasak
savmaktır, sadece günü kurtarmaktır, bundan öteye gidemez. Bu tasarıyla
amaçlanan sadece, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış olan
mevcut başvurularla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yükünü
azaltmaktır. Oysa yapılması gereken, uzun tutukluluk sürelerini ve uzun
yargılama sürelerini…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEVLÜT DUDU
(Devamla) - …ortadan kaldıracak düzenlemeler getirmektir.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Dudu.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN –
Arayacağım efendim.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
On dakika ara
veriyorum.
Kapanma saati: 22.07
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.26
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Bayram
ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
342 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
1’inci madde
üzerinde Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu ve arkadaşlarının önergesinin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
1’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul
edilmiştir.
2’nci maddeyi
okutuyorum:
Kapsam
MADDE 2 - (1) Bu
Kanun;
a) Ceza hukuku
kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku
kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,
b) Mahkeme
kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,
iddiasıyla Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.
(2) Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında
korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları
doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate
alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları
bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir.
(3) İdari
nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri
uygulanmaz.
BAŞKAN -
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk…
(CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Köktürk.
CHP GRUBU ADINA
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, öncelikle
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, tasarının 2’nci maddesinin içeriğine geçmeden önce, söz konusu
kanun tasarısının genel gerekçesine baktığımızda tasarının amacının Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların tazminat ödenmesi suretiyle
çözüme kavuşturularak, bir taraftan “insan haklarına saygı ilkesi”nin tam anlamıyla
tesis edilmesi, diğer taraftan da ülkemizin uluslararası alanda insan haklarına
saygı konusunda özensiz olduğu şeklindeki bir algının önüne geçilmesi olarak
vurgulandığını görüyoruz. Ancak, “insan haklarına saygı ilkesi”nin tam
anlamıyla tesis edilebilmesi ve Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunun
uluslararası alanda kabul ettirilebilmesi için öncelikle temel hukuk
normlarının yaşama geçirilerek hak ihlallerinin önlenmesi gerekir. Bu anlamda,
bırakın yürütme tarafından gerçekleştirilen hak ihlallerini, evrensel ilke ve
değerlerin bizzat yargı eliyle ortadan kaldırıldığı bir süreçte bunun
sağlandığından söz edebilmek olanaklı değildir.
Değerli
milletvekilleri, bugün ülkemizde, yurttaşlarımızın en temel hak ve özgürlükleri
özel yetkili mahkeme süreçlerinde ortadan kaldırılmaktadır. Başta değerli
milletvekillerimiz Sayın Mehmet Haberal ve Sayın Mustafa Balbay olmak üzere
Parlamentoda olması gereken, bizlerle birlikte yasama görevlerini yapmaları
gereken 8 milletvekili, 70’i aşkın gazeteci, 300’ü aşkın subay, astsubay,
binlerce öğrencinin de aralarında bulunduğu on binlerce yurttaşımız tutukludur.
Ülkemizdeki tutuklama kararları ise maalesef -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
tespitleriyle- basmakalıp gerekçelerle verilmektedir ve bu durum münferit olmaktan
çıkmış, sistematik bir hâle dönüşmüştür.
Evrensel hukukta
tutuksuz yargılamanın esas, tutukluluğun bir istisna olmasına karşın Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına, Anayasa’mızın masumiyet karinesine
yönelik 38’inci maddesine ve Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinin açık hükümlerine
rağmen bugün milletvekillerimiz, binlerce insan, haklarında suçun sübutuna
yönelik bir mahkeme kararı olmaksızın, somut delillere dayanmayan, soyut
iddialarla, uzun ve haksız tutukluluklarla cezaevinde çürütülmektedir.
Değerli
milletvekilleri, bu yasa tasarısıyla gözünü boyamaya çalıştığımız Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuran bu uzun
tutukluluklar nedeniyle 2009 yılından bu yana ülkemizi yüzlerce kez mahkûm
etmiştir. Bu mahkûmiyet kararlarına baktığımızda da hep aynı gerekçeler
karşımıza çıkmaktadır.
Birinci olarak,
tutukluluklar şeklî, matbu gerekçelerle verilmektedir. İkinci olarak,
yargılamada makul süre aşılmaktadır. Üçüncü olarak, uzun süren tutukluluklar
ceza yerine geçmektedir ve dördüncü olarak, uzun süren tutuklamalar ağır bir
insan hakkı ihlali oluşturmaktadır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin bu saptamalarının yanı sıra özel yetkili yargılamalarda
yaşanan bilirkişi ve gizli tanık skandalları ise bugün Türk yargısının içine düştüğü
durumun boyutunu açıkça gözler önüne sermektedir. Tecavüz, fuhuşa teşvik gibi
yüz kızartıcı, cinayet gibi ağır suçlardan hüküm giyenlerin beyanlarıyla,
tahrif edilmiş dijital verilerle hazırlanmış iddianameler, verilen kararlar ve
sürdürülen tutukluluklar temel hak ve özgürlüklerin bizzat yargı eliyle
katledildiğinin ve yargıdaki rezaletin açık örneklerini oluşturmaktadır.
33 askerin şehit
edildiği Bingöl katliamının emrini veren Şemdin Sakık ve benzerlerinin tanık
olarak beyanına itibar edilmesi, yargının adaleti gerçekleştirme, maddi gerçeğe
ulaşma ilkelerinden uzaklaşarak başka hedeflere yelken açtığının açık
göstergesidir. Nitekim yargının geldiği nokta sadece bizim tarafımızdan değil,
daha düne kadar AKP’yi reformist bir parti olarak gören uluslararası kuruluşlar
tarafından da gözlemlenmektedir.
Değerli
milletvekilleri, az önce AKP Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’un farklı bir anlam
kazandırarak atıfta bulunduğu Avrupa Birliği 2012 yılı İlerleme Raporu’nda
Ergenekon, Balyoz gibi davalarda savunma hakkı, yargılama öncesi tutukluluk
sürelerinin uzunluğu ile iddianameler bakımından endişelerin devam ettiği, söz
konusu yargılamaların hukuka uygunluğunun kamuoyu tarafından kayda değer ölçüde
sorgulandığı ifadeleri açıkça yer almış, bu davaların Türk siyasetinde
kutuplaşmaya yol açtığı vurgulanmış, yargının yalnızca polis tarafından
toplanan ve gizli tanıklar tarafından sağlanan kanıtları kabul ettiği ağır bir
şekilde eleştirilmiştir. Şimdi, bu eleştirilerden Sayın Yılmaz Tunç’un nasıl
olumlu bir sonuca ulaştığını merak ediyorum çünkü Avrupa Birliğinin 2012
İlerleme Raporu bugüne kadar ülkemiz hakkında düzenlenen en ağır ilerleme
raporudur.
Yine daha önce,
daha geçtiğimiz günlerde basında yer alan, Avrupa Yargıçlar Birliğinin
deklarasyonunda ise yargıç ve savcıların rotasyonunun kötüye kullanılarak
yargıç ve savcılar üzerinde bir baskı aracına dönüştürülmesi, Hâkim ve Savcılar
Yüksek Kurulunun yeniden yapılandırılması sürecinde kurula Türk yargısını
temsil eden kişilerin değil, Hükûmetin görüşünü ifade eden kişilerin dâhil
edilmesinin sağlanması, savcıların yürüttüğü gizli soruşturmaların Hükûmet
üyeleriyle paylaşılması, Adalet Bakanının gerekli gördüğünde savcılardan bilgi
istemesi, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin süregelen soruşturmalara
ve süreçlere müdahil olmaya çalışmasının kabul edilemeyeceği vurgulanarak Sayın
Başbakanın “Biz yargıya neyin gerekli olduğunu söyledik, yargı da gereğini
yapacaktır.” sözlerine atıf yapılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığı, kanuni hâkim
güvencesinin ve kanun önünde eşitlik ilkesinin ortadan kaldırıldığı, masumiyet
karinesinin ve şüphenin sanık lehine yorumlanması ilkelerinin yerlerde
süründüğü, devlet içerisinde devlet oldukları açıkça ifade edilen özel yetkili
mahkemelerde sanıkların ve avukatların tanıklara soru sormasının engellendiği,
savunma hakkının kısıtlandığı, insanların keyfî kararlarla özgürlüklerden
mahrum edildiği bir ülke yönetimi, bu olumsuzlukları ortadan kaldırmadığı
sürece, görüştüğümüz şeklî, yüzeysel yasa tasarılarıyla ulusal ve uluslararası
alanda saygınlık kazanamaz. Bu anlamda görüştüğümüz tasarı, olumsuzluklarının
yanı sıra, ülkemizdeki var olan sorunları ortadan kaldıracak veya azaltacak bir
tasarı işlevine sahip değildir. Kaldı ki tasarıyla oluşturulacak tazmin
komisyonunun tamamen yürütmenin yani siyasal iktidarın tercihleriyle
belirlenmesi, bağımsız ve yetkin bir kurul olarak oluşturulmaması, sorunların
temelinde yatan anlayışın bu tasarıya da hâkim olduğunu göstermektedir.
Değerli
milletvekilleri, tasarının 2’nci maddesinde ise "Adalet Bakanlığınca
teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu
kanun hükümleri uygulanabilir"
şeklindeki düzenleme, Bakanlar Kuruluna, yasamayı ilgilendiren bir
alanda kapsamı ve sınırları belli olmayan bir yetki verilmesi mahiyetindedir.
Bu, yasama yetkisinin devri anlamındadır; bu yönüyle de tasarı Anayasa’mızın
70’inci maddesine açıkça aykırıdır. Verilen yetkilerin kapsam ve sınırlarının
açıkça kanunla belirlenmesi, hukuk devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin de
olmazsa olmaz koşuludur. Bakanlar Kuruluna verilen yetki, hukuk devletinin
temel ilkeleriyle asla bağdaşmamaktadır. Yine bu yetkinin hangi amaçlarla
kullanılacağı açık olmadığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye’den
beklentilerinin oldukça dışına taşınmaktadır. Ayrıca, tasarının sadece
23/9/2012 tarihine kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurulara
dönük geçici nitelikte bir düzenleme olarak düşünülmesi, sorunu kalıcı olarak
çözme iradesi olmadığını da göstermektedir.
Değerli
milletvekilleri, temel hak ve özgürlüklerin ihlalinden sonra para ödeyerek
sorunu maskeleme anlayışından öte, bizzat temel hak ve özgürlük ihlallerini
ortadan kaldıracak tasarı ve tekliflerin Genel Kurul gündemine getirilmesi
dileğiyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Köktürk.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına, Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurunuz, Sayın
Dora.
BDP GRUBU ADINA
EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı
Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra
Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun
Tasarısının 2’nci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tasarının genel gerekçesinde son yıllarda hızla
sürdürülen yargı reformu çalışmalarına rağmen, çeşitli sebeplerle yargılama
sürelerinin bazen uzayabildiği ve makul sürelerin dışına taşabildiği
belirtilerek “Yargı sistemimize ilişkin bu sorunlardan dolayı, tarafı oldukları
davalar makul sürede tamamlanmayan kişiler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvurarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanmaya ilişkin 6’ncı
maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. Bu başvurulardan dolayı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ülkemiz aleyhine verilmiş bulunan çok sayıda
ihlal kararı bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen
bu ihlal kararları ülkemizi bir yandan her yıl önemli miktarlarda tazminat
ödemek zorunda bırakırken diğer yandan da ülkemizin insan hakları alanında
uluslararası toplumdaki görünümünü olumsuz etkilemektedir.” şeklinde ifadeler
yer almaktadır.
Yargılamaların
aşırı uzun olması, Türkiye’de uzun süredir devam eden bir problemdir. Uzun
süren yargılamalar, sanıkların uzun süre tutuklu kalması ve adil yargılanma
hakkının ihlal edilmesi manasına gelmektedir. Ama uzun süren yargılamaların,
tanıklar ve tanıkların korunmaları üzerinde de ciddi etkileri olmaktadır.
Dönemin Avrupa
Konseyi İnsan Hakları Komitesi Komiseri Ocak 2012 tarihli raporunda, bu durumu
“kronik bir işlevsizlik” olarak tanımlamıştır. Raporda, Türkiye
mahkemelerindeki yargılamaların aşırı uzun sürmesi sebebiyle, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin defalarca Avrupa sözleşmesinin ihlal edildiği hükmüne vardığına
ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin önünde bekleyen bu konuyla ilgili 233
kararın olduğuna da dikkat çekilmektedir.
Dava
duruşmalarının birbirini izleyen günlerde yapılması yerine, kimi zaman 2
duruşma arasına aylarca zaman girebilmekte, bu da yargılamada odaklanmanın ve
devamlılığın sağlanamaması anlamına gelmektedir.
Kimi durumlarda
sorunu ağırlaştıran diğer bir unsur da uzun süren yargılama süreci zarfında,
olağan görev rotasyonu çerçevesinde hâkim ve savcıların başka illere ya da
mahkemelere atanmasına bağlı olarak, davaya bakan 3 hâkimli mahkeme heyetinin
ve savcının defalarca değişmesidir.
Örneğin, Temizöz
davasının görülmeye başlandığı Eylül 2009’dan 22 Haziran 2012 tarihine kadar 36
duruşma yapılmıştır. Davanın ilk aylarında duruşmaların arasında bir aydan az
bir süre geçerken ilerleyen dönemde duruşma aralıkları genellikle bir ay veya
daha uzun süreli olmaya başlamıştır.
Uzun süren
yargılama süreci, aynı zamanda mağdurların yakınları bakımından travmatik hâle
gelerek dava sonucuyla ilgili giderek artan belirsizlik duygusuna ve adalet
sisteminin eninde sonunda adaleti sağlayacağına dair güvensizliğe yol
açabilmektedir.
Tüm davanın
süratle ilerlemesi için Adalet Bakanlığının yeterli kaynak ayırması son derece
önemlidir. Yetkililer, duruşma öncesi hazırlıkların tüm boyutlarıyla
tamamlanabilmesini sağlamak ve tanıkların, sanıkların adil yargılanma hakkını
da gözetecek şekilde bildirdiklerini de dile getirmekteki kararlılıklarını
artırmak için azami çaba sarf etmelidir.
Ayrıca mahkeme
tanıkların arzu ettikleri dilde ifade verebilmesi için gerekli düzenlemeleri
yapmalıdır.
Dava süreci
uzadıkça tanıkların, üçüncü tarafların baskısına maruz kalma olasılığı da o
kadar artacak ve mağdur yakınlarının sürece olan güveni kaybolacaktır. Hükûmet
ve yargı sistemi açısından bu tip olağanüstü davalarda yargı sürecini sanığın
adil yargılanma hakkını da gözeterek hızlandırmak öncelikli olmalıdır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tasarı, Türkiye'deki uzun tutukluluk sürelerine karşı
iç hukuk yollarını tükettikten sonra son umudu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvurmakta bulan vatandaşların bu imkânını engelleyerek açıkça adaletin tesis
edilmesi imkânını ortadan kaldırmaktadır. Açıktır ki Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi şu ana kadar verdiği kararlarla Türkiye hukukuna âdeta rehberlik
etmiş, sorumluların yargı önüne çıkarılması ve mağduriyetlerin önlenmesi
konusunda yol gösterici olmuştur. Tüm bu hususlar Avrupa Birliği üyelik
süreciyle birlikte değerlendirildiğinde daha da önemli hâle gelmektedir. Tasarının
2’nci maddesinin ikinci fıkrasında “Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer
ihlal alanları bakımından da bu kanun hükümleri uygulanabilir.” şeklindeki
düzenleme, Bakanlar Kuruluna, yargıyı ilgilendiren bir alanda kapsamı ve
sınırları belli olmayan bir yetki verilmesi mahiyetindedir. Bu yetkinin hangi
amaçlarla kullanılacağı açık olmadığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
Türkiye'den beklentilerinin oldukça dışına taşınmaktadır. Verilen yetkilerin
kapsam ve sınırlarının açıkça kanunla belirlenmesi, hukuk devletinin ve hukuki
güvenlik ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Bakanlar Kuruluna verilen yetki
hukuk devletinin temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Tekrar Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Dora.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle,
gecenin bu saatinde sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bugün,
gerçekten gecenin bu saatinde Türkiye'mizin bir
sonucunu tartışıyoruz. Tabii, Türkiye'yi on yıldan bu yana yöneten, tek
başına yöneten AKP iktidarının bir sonucunu tartışıyoruz. Sayın Bakanın
ifadesiyle, sayın iktidar partisi grubu sözcülerinin ifadesiyle söylüyorum:
Birikmiş bir sonucu, artık dayanılmaz hâle gelen ve ağır bir suçlamaya dönüşen
bir sonucu tazminat ödeyerek aklamaya çalışıyoruz. Bir anlamda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin suçlamalarını bir bedel ödeyerek yani sabıka kaydımızı
bedel ödeyerek ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Bu sonuç kabul edilebilir,
Türkiye’ye yakışır bir sonuç değil arkadaşlar. Yaptığınız açıklamalarda,
kanunun gerekçesinde belirttiğiniz gibi 2012’nin 31 Ağustos tarihine kadar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 16.650 adet başvuru olmuş, 2009’dan bu yana da
bunun 440 tanesi mahkûmiyetle sonuçlanmış. Mahkûmiyet çok ağır. Diyor ki:
“Artık insan hakkı ihlali oluşturduğu, ağır bir insan hakkı ihlali oluşturduğu
açıkça ortaya çıkmıştır. Uzun yargılama süreci, haksız ve uzun yargılama süreci
artık bir ağır insan hakkı ihlali ve bir cezalandırmaya dönüşmüştür.”
Kaldı ki değerli
milletvekilleri, sizi ve bu Genel Kurulu çok yakından ilgilendirdiği için
söylüyorum. Bu nitelemeye muhatap olan, bizim aramızda bulunması gereken
milletvekillerimiz var. Henüz daha yargılamasının ne zaman biteceği belli
olmayan, bizim gibi milletin oyuyla seçilmiş milletvekillerimiz var. Sayın
Mehmet Haberal, Sayın Mustafa Balbay, Sayın Engin Alan Paşa yani bu Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Türkiye’yle ilgili ortaya koyduğu hüküm cümlesinin en
ağır, bize göre kabul edilemez bir sonucunu yaşayan bizim içimizden arkadaşlar
var. Dolayısıyla, Hükûmet, bir çözüm -artık içinden çıkılmaz bir sıkıntı- bunun
bir çözümü olarak bir komisyon marifetiyle bu durumda olanlara tazminat
ödeyerek bu kusuru, bize göre, bana göre bu ayıbı ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Değerli
arkadaşlar, kendimizi gözden geçirmemiz açısından bir fırsat olduğu için
söylüyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi, adı adalet, hedefi kalkınma ama eğer
samimiyetle sorgularsak her iki konuda da sınıfta kaldığı ortaya çıkacaktır.
İşte bunun biri olan “adalet” dediğimiz hadise. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin delilleriyle ortaya koyduğu ve maalesef kabul etmek durumunda
kaldığımız bir sonucu var, diyor ki: “Siz demokratik ülkeler sınıflamasında
-artık demokratik olduğunuzu söyleyebilmek mümkün değil.- işleyen demokrasi
grubunda değilsiniz, kusurlu demokrasi grubunda da değilsiniz, siz ancak –yani
sayfaları çevirmekle bitmiyor- karma rejim…
Yani demokrasi grubunun içinde bile değilsiniz.” diyor. Hâlbuki,
demokrasi dediğimiz hadise milletin iradesiyle oluşan iktidarın, kanun koyucu
olarak yasamanın, denetim görevi olarak yargının yürütmeden bağımsız
çalışabilmesiyle mümkün. Demokrasi bu ama bizim ülkemizde maalesef kuvvetler
ayrımı, özellikle AKP iktidarı dönemindeki uygulamalarla kuvvetler ayrımı o kadar
ortadan kalktı ki, bunlar o kadar birbirinin içine geçti ki artık Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi diyor ki: “Siz…” veya bu konuda The Economist dergisinin bir
demokrasi endeksi var, Freedom House’un Dünya Özgürlükler Raporu var, yine
Associated Press Ajansının yayımladığı bir başka skala var, bir başka, Sınır
Tanımayan Gazeteciler Örgütünün sınırlaması var. Bütün bunlarda ülkemiz
maalesef Türkiye’ye yakışmaz sonuçlarla muhatap. Yani düşünebiliyor musunuz,
112 ülke arasında 88’inci sıraya düşüyoruz ve biz işte, kalkındığımızı ifade
ediyoruz, demokrasimizin ileri demokrasi aşamasına ulaştığını söylüyoruz ama
bugün buraya getirdiğiniz bu kanun tasarısıyla siz de kabul ediyorsunuz ki
bizim adalet sistemimiz, yargı sistemimiz arızalıdır; adaleti geliştirmiyor.
Değerli
milletvekilleri, daha önce de bir vesileyle ifade etmiştim. Devlet milletin en
üst örgütüdür. Millet adına egemenlik kurarak, egemenlik kullanarak bir güç
oluşturuyor ama bu gücün kullanımında eğer adalet yoksa o devlete “hukuk
devleti” değil “zulüm devleti” denir. Türkiye’nin sonuçları da maalesef bu. Bu
sonuçlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle tescil ediliyor ve biz bu ayıbımızı
ortadan kaldırmak için burada, gecenin bu saatinde kanun çıkarıyoruz. İşin özü
budur. Bu sonuç Türkiye’mizin sonucu, doğrudan iktidarı suçlamak anlamında
söylemiyorum ama şunu kabul etmelisiniz: Bu ülkeyi tek başına on yıldan bu yana
siz yönetiyorsunuz. Bu sonuca tedbir geliştirmek, bu sonucun bu noktaya
gelmesini önceden öngörerek tedbir geliştirmek sizin sorumluluğunuz. Şimdi,
getirdiğiniz bu kanunla ortaya koyduğunuz çözüm, yine Sayın Bakanın ifade
ettiği gibi, bataklığı kurutmuyor, sivrisinekle meşgulsünüz. Hâlbuki daha o
kadar çok sorun var ki Sayın Bakan. Bakın, şu Meclisin şu saatte çalışması da
bir hukuk sorunu, bir yargı sorunu, yani sizi mahkemeye versek -Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi- şu çalışma usulünden dolayı mahkûm olursunuz.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Komisyona gelebilirsiniz şikâyete.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Aynen öyle.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Komisyona müracaat edersin Ağabey.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Yarın, Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekilleri sayın
grup başkan vekillerinden şikâyetçi olsalar bu komisyonda haklı bulunurlar ve
tazminata mahkûm olursunuz. Dolayısıyla, sorunu göz göre göre oluşturup o
sorunu çözmek için de sonra bir gayret göstermek ne akla uygundur ne bize
yakışır bu kadar tecrübeden sonra. Bu sebeple söylüyorum, değerli arkadaşlar,
bir musibetten bin nasihat çıkartmak akıllı insanların işidir. Sayın Bakan, birçok
güzel işler yapmış olabilirsiniz ama bir sonucunuz var. Şimdi, mahkemeler
tıkanmış, dosya sayısından geçilmiyor, yargılama süresi bizi mahkûm ediyor,
haddinden fazla uzamış; hapishaneler dolmuş. Çeşitli kanunlar çıkartarak
hapishanelerin yaklaşık yarısını boşalttınız ama hâlâ hapishaneler dolu.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Yargıtay çalıştığı için geliyor.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Şimdi, tüm bu sonuçların sebebi olarak biraz kendinize, kendi
uygulamalarınıza bakmanız gerekmiyor mu? İyi sonuçlarınız olabilir ama bu
sonuçları da sorgulamak size düşmez mi değerli milletvekilleri?
Ben, bu kanunun,
ümit ederim ki… Sayın Faruk Bal’ın da ifade ettiği gibi birtakım endişelerimiz
var, yani kurduğunuz komisyon bağımsız değil. Kurduğunuz komisyon doğrudan
Bakanlığın bünyesinde bir idari makam. Nasıl adaletli olacak, nasıl bağımsız
olacak, nasıl işte idarenin oluşturduğu kusurları çözmek için dirayetli olacak?
“Vesayet rejimini kaldırdık.” derken yeni vesayetler kurduğunuzu unutmamanız
gerekir. Bir yanlışı ortadan kaldırırken yeniden bir yanlışı bina etmek de asla
akıllıca bir davranış değil. Bu endişelerle bu yasanın sadra şifa olmayacağı
gibi bir endişemiz var. Ama inşallah, beklediğiniz sonucu alır, bu sorunun
çözümüne katkı verir diye ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Şandır.
Şahsı adına söz
yok.
Soru-cevap
bölümüne geçiyoruz.
Sayın Güler,
buyurunuz.
BİRGÜL AYMAN
GÜLER (İzmir) – Sayın Bakan, bu hazırlık, uzun yargılama iddiasıyla sınırlı
olan 3.500 başvuruyla ilgili. Bunları uzun tutukluluk, işkence, kötü muamele,
yaşam hakkı ihlali gibi doğrudan bireyin canına dönük ve mülkiyet hakkıyla
ilgili biçiminde sınıflandırdığımda 3.500 başvurunun dağılımı nasıldır?
Mülkiyet hakkı
ihlali ile ilgili uzun yargılama, uzun tutukluluk sorunuyla ilgili uzun
yargılama ve işkence, kötü muamele, yaşam hakkı ihlali gibi konularla ilgili
yargılama. Bunun sayısal dağılımını öğrenebilir miyim?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Güler.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tasarıda
“Komisyona müracaat tarihinden itibaren dokuz aylık bir süre içerisinde karar
verilir.” şeklinde bir hüküm var. Moldovya’da bu üç aydır, İtalya’da bu dört
aydır. Bir yandan uzun süreli tutuklulukla ilgili biz bu mağduriyetten
bahsediyoruz. Bu çok uzun bir süre sayılmıyor mu acaba?
Türkiye’de kaç
tane hukuk fakültesi var? Her yıl hukuk fakültesinden kaç tane mezun
verilmekte? Türkiye’de kaç yargıç ve savcı açığı vardır? Kaç zabıt kâtibi veya
memur ihtiyacı vardır? Yargıdaki savcı, yargıç, zabıt kâtibi ve memur ihtiyacı
var ise bu ihtiyaç neden giderilmemektedir? Tüm yargı birimlerinde kaç tane
engelli çalışmaktadır? Tüm yargı birimlerinde yasal olarak kaç engellinin
çalışması gerekir? Bu anlamda fiilî durumla hukuki durum örtüşmekte midir?
Son yıllarda
Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarında ciddi artışlar var mıdır? Varsa
2001 tarihinden bugüne kadar yıllara göre Türkiye’nin mahkûm olduğu tazminat
miktarı ne kadardır?
BAŞKAN –Teşekkür
ederiz Sayın Tanal.
Sayın Öztürk.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Bakan, daha önce de sormuştum, bu Komisyonda öğretim üyesi,
öğretim görevlisi ayrımı bilinçli bir tercih midir? Çünkü Komisyonda öğretim
görevlisinin alınacağı belirtilmektedir. Eğer bu bilinçli bir tercih değilse
öğretim görevlisi tanımı öğretim üyesini kapsamakta mıdır? Çünkü öğretim
üyesiyle öğretim görevlisi farklıdır, ikisinin farkı vardır. Bu konunun
aydınlatılması gerekmektedir.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Öztürk.
Buyurunuz Sayın
Bakan.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Öztürk’ün
sorusuyla başlayayım çünkü geçen ona sıra gelmedi.
Sayın Öztürk, o,
hükûmet tasarısında o şekilde ama Komisyonda değiştirildi. Öğretim üyesi,
öğretim görevlisi, hiçbirisi kalmadı onların. Tamamen Bakanlığın atayacağı
hâkim kökenli 4 üye, 1 de Maliye Bakanlığından gelecek, toplam 5 üye olacak.
Dolayısıyla o, hükûmet tasarısında olan ifadedir, Komisyonda değişti o.
Değerli
arkadaşlar, bir önceki turdan Sayın Dilek Yılmaz’ın bir sorusu vardı “Pinto
Yasası hangi eksiklerinden dolayı başarısız oldu İtalya’da?” diye. Bizde iki
neden gözüküyor: Bunlardan bir tanesi, kurulan sistemde tazminatı inceleyen
mahkemeler süresinde neticelendiremedikleri için, uzun sürede bunu karara
bağladıkları için etkin bir iç hukuk yolu olarak değerlendirilmedi Strasbourg
tarafından. İkincisi de, hükmedilen tazminat miktarları AİHM’in hükmettiği
miktarların çok altında kaldığı gerekçesiyle. İki gerekçe var: Biri çok uzun
sürdü, ikincisi çok düşük tazminatlara hükmetti. Bundan dolayı AİHM Pinto
Yasası’yla oluşturulan mekanizmayı etkin bulmadı.
Onun dışında, bu
turda Sayın Ayman Güler’in sorusu: “3.500 civarında olmasını beklediğimiz
toplam dosya sayısının dökümünü…” Değerli arkadaşlar, bu dosya miktarı
tahminimiz orayı bulacak, ama bunların tamamı yargılama süresinin uzadığından
bahisle yapılan şikâyetlere ait dosyalar. İçerisindeki döküm kadastrodan mıdır,
şundan, öyle bir ayrım bizde yok, ama mahkemeye yapılan müracaatta hangi
nedenden dolayı Türkiye şikâyet edilmiş, o nedenler elimizde istatistik olarak
var. O neden de, uzun yargılamadan doğan mağduriyet karşısında hak talebi arayışıdır.
Sayın Tanal…
“Çözüm süreci olarak tasarıda dokuz ay gibi bir süre koymuşsunuz. Bu uzun değil
mi?” Evet, uzun gibi görünüyor ama, 3.500 dosyanın aynı anda gelmesi ve
bunların bu komisyonun elinde yüklenmesiyle oluşacak yoğunluk da düşünülerek
aslında önlem olarak bu getirilmiştir.
Ayrıca, şunu
ifade edeyim: Bu tasarı hazırlanır iken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
uzmanlarıyla temas edilerek belli hususlar aslında hazırlandı. Bu açıdan
-önemli olan- bu sürede bitirilip uygun bir tazminata bağlanabilir ise ve
AİHM’in belirlemiş olduğu kriterlere uygun olarak bağlanabilir ise bunun etkin
bir iç hukuk yolu olarak kabul edileceği kanaatindeyiz.
Onun dışında,
zabıt kâtibi ve idari personel, mübaşir gibi personel konusunda açıklarımızı
kapattık. Şu anda ciddi bir açığımız gözükmüyor ama hâkim, savcı açığımız hâlâ
devam ediyor. Onu tamamlamakta zorluğumuz var. Onun dışında, engelli vesair
sorulara, size yazılı olarak cevap vereceğim. Önümde rakamlar var ama süre çok
dar olduğu için size, onu yazılı cevap verelim.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi, buyurunuz.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Soru çerçevesinde
söz aldım ama aslında 60’ıncı maddeye göre söz alarak Genel Kurulun zamanını
almamak için burada bir hususu dile getirmek istiyorum.
Tasarının 2, 4, 5
ve 7’nci maddelerinde, teknik olarak geniş zaman kullanılması gerekirken
gelecek zaman fiili kullanılmıştır. Bu, kanunun anlamını bozmaktadır. Bir
örnekle açıklamak istersek 4’üncü maddeyi örnek vereceğim. 4’üncü maddedeki
komisyonun kuruluşuna ilişkin olarak, “Bu Kanun kapsamında yapılacak
müracaatlar…” dedikten sonra “…Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile
Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişi…”
diyerek devam ediyor. “atanan” demek gerekir. Ayrıca, “yapılacak müracaat”
cümlesi de burada yanlış. “Müracaatın” tanımı zaten 3’üncü maddede yapıldığına
göre “yapılacak” diye bir şey eklemek doğru değil. Sonraki maddeler vergi
istisnası maddeleri. “Düzenlenecek kâğıtlar” değil, “düzenlenen kâğıtlar” damga
vergisinden istisnadır. Damga Vergisi Kanunu da o şekildedir.
Bunları bir
redaksiyon yetkisiyle düzeltmenin doğru olacağını düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Hamzaçebi.
Diyeceğiniz bir
şey var mı?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Buyurunuz.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Hamzaçebi’ye de
teşekkür ediyorum.
Bu konuda bir
dahaki oturuma kadar, burada oturum bitiminde arkadaşlarımız çalışsınlar ve
gerekirse Komisyona bu redaksiyon yetkisi verilebilir. Tabii ki bunu ifade etmek, Komisyonun takdirinde bir şeydir
ama ben kendi kanaatimi paylaştım.
Teşekkür ediyorum
Sayın Hamzaçebi.
BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan.
2’nci madde
üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 2.
maddesinin 1. fıkrasının b bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini 2 ve 3.
fıkrasının metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Gürkut Acar Malik Ecder Özdemir
Uşak Antalya Sivas
Mustafa
Moroğlu Ali
Özgündüz
İzmir İstanbul
“b) Mahkeme
kararlarının geç veya kısmen icra edildiği ya da icra edilmediği,
iddiasıyla Avrupa
İnsan Hakları mahkemesine yapılmış olan başvuruları ve a) bendindeki hakların
ihlal edildiğine dair başvuruları kapsar.”
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesinin 2 ve 3 üncü fıkrasının tasarıdan
çıkarılması, yerine aşağıdaki 2 nci fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Erol
Dora Hüsamettin
Zenderlioğlu
Mardin Bitlis
"(2) AİHS ve
eki protokoller uyarınca, AİHM önünde bekleyen davalar, ulusal hukukta yeniden
görülür ve bir yıl içinde sonuçlandırılır. Yargılama sonucunda hakları ihlal
edilenlere tazminat ödenir, mevzuat değişikliğine gidilir ve sorumlulara rücu
edilir. Sorumlular hakkında uzun tutuklama ve yargılama nedeniyle ayrıca
disiplin ve cezai müeyyideler uygulanır.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH
ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Kaplan, buyurunuz.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu öylesine bir madde ki, bu
madde öylesine yetkiler içeriyor ki inanın Muhteşem Süleyman’da bile bu
yetkiler yok, inanın.
Bakın, 2’nci
fıkranın kaldırılmasını istiyoruz. 2’nci fıkrada diyor ki: “AİHM’in o kadar
yoğun ihlal kararları var ki başka alanlarda da Adalet Bakanının teklifiyle Bakanlar Kurulu bu kanun
hükümlerini uygulayabilir.” Yani “başka alanlar”, sınırlanmamış; sınırsız,
sorumsuz her alanda Hükûmet isterse… E, zaten siz sözleşmeci tarafsınız, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nde sözleşmeci taraf hükûmeti temsil eder. E, hükûmeti
temsil eden bir konuda bu yetkiyi niye istersiniz? Gereksiz, bunun kaldırılması
lazım. Zaten Hükûmet olarak siz bütün yetkilere sahipsiniz, orada uzlaşmaya da,
davanın reddine de, kabulüne de, hepsine de yetkilisiniz.
Bir de 3’üncü
fıkrada diyor ki: “İdari tasarruflar kapsam dışıdır.” E, vallahi, İçişleri
Bakanı muhalif belediye başkanlarını alacak görevden, il encümenlerini,
belediye encümenlerini, yüzlerce seçilmişi alacak, “Ee, bu, kapsam dışındadır.”
Böyle bir yaklaşım olabilir mi! Böyle bir yaklaşım içinde, bir de bu kararı
verenler, işkence yapanlar, yanlış mahkeme kararı uygulayanlar, ideolojik ön
yargılı siyasal yargıyla özel yetkili mahkemelerde, olağanüstü mahkemelerde
istediği gibi karar verip insanları mağdur eden hâkimler, savcılar ve kolluk
hakkında hiçbir müeyyide olmayacak. Siz bu ülkede adalet bekleyebilir misiniz,
adil karar çıkabilir mi? İşte, bunun için bizim verdiğimiz önerge çok nettir.
Biz diyoruz ki: “Hâkimlerin, savcıların ve kolluğun da sorumluluğu olsun.
Disiplin cezası gerekiyorsa disiplin cezası, görevi kötüye kullanmada kasıt
varsa hapis cezası, görevden atılma. Onun ötesinde, kararından dolayı yanlış
mahkûmiyet varsa ihlal kararı, o tazminatı da ona rücu edin.” Bakın bakayım o
zaman bir hâkim, bir savcı, bir polis yanlış yapar mı? Biraz dikkat edecek,
kendine gelecek. Yirmi beş senedir Avrupa mahkemesinde Türkiye mahkûm olur,
dünyada Guinness Rekorlar Kitabı’na girer, birinci derecede mahkûmiyet kararı
alır. Hâkimi, savcısı, kolluğu elini sallaya sallaya bu ülkede geziyor. “Oh,
bana ne? Nasıl olsa hazineden karşılıyor hükûmet.” Yol geçen hanı mı bu ülke
yani? Bazıları vatandaşların…
Hazinenin açtığı
davalara bakın, ibretliktir. Çocukları çatışmada ölen anne, babalara hazine
rücu davası açmıştır. Açtığı rücu, tazminat davalarıyla hazinenin, bu
çatışmalarda, sırf anne ve baba oldukları için, çocuklarının neden olduğu bir
zarar nedeniyle çocuklarının fiilinden sorumlu tutulmuştur. Hazine bunun için
yüzlerce dava açmıştır ama bu ülkede binlerce köy yakıldı, binlerce faili
meçhul cinayet işlendi, hâlâ işkence yapılıyor. Bunların sorumluları hakkında
bir işlem yapılmayacak. Bunların yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Bunun adı
hukuk devleti değil arkadaşlar. Hiçbir hukuk devletinde hiç kimse bu kadar
sorumsuz, bu kadar patavatsız, görevini bu kadar hesapsız yapamaz. Bunun
mutlaka bir hesabı olur, bunun hesabı sorulur.
Bizim burada
getirdiğimiz önerge bu. Eğer adaletin gerçekleşmesini istiyorsanız bu yanlış
kararların önünü kesersiniz. Bu yanlış kararlar nedeniyle Türkiye daha fazla
mahkûm olmaz. Türkiye daha fazla mahkûm olmadan zaten otomatikman hizaya çekmiş
olursunuz. Mahkûmiyet ihlal kararlarını durdurmuş olursunuz. Bu kadar açık ama
anlaşılan o ki -Muhteşem Süleyman’ın kadıya bir heyet huzurunda kanunları
tanzim ettirirken bile dikkat ettiği bazı hususlar var- bunun zerresine kadar
dikkat etmeyenlerin, Hazreti Ömer’in adaletinden azıcık olsun feyzalmayanların,
caydırıcı hükümler koymaması suretiyle bu ihlaller devam edecek ve Türkiye'de
bu ihlaller artacaktır, bu, yol kesmeyecektir. Ben size açık söylüyorum:
Yakında da Anayasa Mahkemesinin etkili yol olmadığı kararı çıkar, yine de devam
eder davalar, gider yani sorun çözücü değildir.
Önergemizi
takdirinize ve insafınıza sunuyoruz, kabulünü diliyoruz. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kaplan.
Önergeyi kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 2.
maddesinin 1. fıkrasının b bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini 2 ve 3.
fıkrasının metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz (Uşak) ve arkadaşları
“b) Mahkeme
kararlarının geç veya kısmen icra edildiği ya da icra edilmediği,
iddiasıyla Avrupa
İnsan Hakları mahkemesine yapılmış olan başvuruları ve a) bendindeki hakların
ihlal edildiğine dair başvuruları kapsar.”
BAŞKAN – Sayın
Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gerekçe…
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Yasa
tasarısının uzun yargılamalar ve Mahkeme kararlarının geç veya kısmen icra
edilmesi ya da icra edilmemesine ilişkin sadece Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine yapılmış başvurulara münhasır bir düzenleme olarak düşünülmesi
yasanın çıkartılma amacıyla örtüşmemektedir.
Tasarı 23.9.2012
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının başladığı gerekçesiyle
23.9.2012 tarihine kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulara dönük
geçici nitelikte bir düzenleme olarak düşünülmektedir. Ancak bireysel başvuru
hakkını düzenleyen Anayasa m. 148/3 bireysel başvuru hakkı için olağan kanun
yollarının tüketilmesini öngörmektedir. Uzun yargılamalara yönelik başvuru için
ise kanun yollarının tüketilmiş olmasını aramak olayın özüne aykırıdır. Bu
nedenle tasarı uzun yargılamalarla ilgili olarak her zaman başvurulabilecek bir
yöntemi de kapsamalıdır. Bu nedenle tasarının kapsamını anlatan ikinci
maddesinin yukarıdaki şekilde değiştirilmesi tasarının amacına daha uygun
olacaktır.
Yine tasarının 2.
maddesinin 2. fıkrası Bakanlar Kuruluna çok geniş yetkiler tanımakta yasamanın
yetkisi yürütmeye devredilmektedir. 3. fıkrasında ise idari nitelikteki
soruşturmalar kapsam dışı bırakıldığından bu fıkraların metinden çıkarılması
önerilmiştir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum bu önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
2’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul
edilmiştir.
3’üncü maddeyi
okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 3 - (1) Bu
Kanunun uygulanmasında;
a) Bakanlık:
Adalet Bakanlığını,
b) Başvuran:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş olanları,
c) Başvuru:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış olan başvuruyu,
ç) Komisyon:
Tazminat talebi hakkında karar vermek amacıyla kurulan Komisyonu,
d) Müracaat:
Komisyona iletilen talebi,
e) Müracaat eden:
Komisyondan tazminat talebinde bulunanları,
ifade eder.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşma yok.
Gruplar adına,
şahıslar adına yok.
Madde üzerinde üç
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 3. maddesinin 1. fıkrasının b bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Levent Gök Gürkut Acar
Uşak Ankara Antalya
Malik Ecder Özdemir Mustafa Moroğlu Birgül Ayman Güler
Sivas İzmir İzmir
Ali Özgündüz Mahmut Tanal Kamer Genç
İstanbul İstanbul Tunceli
“b) Başvuran:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş olan gerçek veya tüzel kişiyi”
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı tasarının 3’üncü maddesine aşağıdaki “f” fıkrasının eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Erol
Dora Hüsamettin
Zenderlioğlu
Mardin Bitlis
“f) komisyon sadece mülkiyet hakkı ihlali başvurularını inceler”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1) Görüşülmekte olan Kanun tasarısının 3. Maddesinin (1)
fıkrasının d) ve e) bentlerinde bulunan komisyon kelimesinin Anayasa Mahkemesi
olarak değiştirilmesini,
2) ç) Bendinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal Ali Halaman Mehmet Şandır
Konya Adana Mersin
Mesut
Dedeoğlu Cemalettin
Şimşek
Kahramanmaraş Samsun
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Bal, buyurunuz efendim.
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan
kanun tasarısı, belli belli besbelli, temel sorunları halledilememiş, bu
nedenle, süresinde ya da makul bir sürede bitirilememiş yargılama faaliyeti
nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ortaya çıkan birikimin ortadan
kaldırılmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla, bu tasarı, yargının sorun hâline gelmiş
sebepleriyle ilgili değil, sonuçlarıyla ilgilidir; nitekim, Sayın Bakan da
bunun böyle olduğunu ifade etti.
Tabii ki bu
yasanın düzgün, doğru ve hukuka uygun bir şekilde çıkabilmesi için
önergelerimizi tanzim ettik, bu önerge de onlardan bir tanesidir.
Önergede
“komisyon” deniliyor ve tazminata komisyon karar verecek. Komisyonu kim
kuracak? Komisyonu Adalet Bakanı kuracak. Bu komisyonun niteliği ne olacak?
İdari nitelikte olacak. Peki, bu komisyon ne iş yapacak? Adalet Bakanlığının
siyaseten sorumlu olduğu ve yargının iyi işlemeyişinden kaynaklanan mağduriyete
tazminat olarak cevap verecek. Dolayısıyla, bu, yargının taraf olduğu ve siyasi
sorumluluğunu üstlenen Adalet Bakanlığının, şikâyetçi olunan bir taraf olarak
konu hakkında karar vermesi sonucunu doğuracaktır. Bu kadar hukuk ilkesine
aykırı bir tasarruf düşünülemez.
Bunun böyle
olmadığını… Adalet Bakanlığı daha önce getirdiği ve Anayasa değişikliğiyle
bireysel başvuru hakkının Anayasa Mahkemesinde, görüşüleceği Anayasa hükmü
hâline getirildi. Fakat orada bir eksiklik yapıldı, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine yapılmış eski başvuruların ne olacağı hususu meşkuktu. Şimdi ne
olacağına ilişkin kanun da bu kanun.
Dolayısıyla,
mevcut, kurulmuş, bu işe bakacak Anayasa Mahkemesi var iken bir komisyona gerek
yoktur. Bir Anayasa değişikliği gerekiyorsa biz bu Anayasa değişikliğine hukuk
adına destek vermeye hazırız. Anayasa Mahkemesinin asli görevi budur, asli
görevi çerçevesi içerisinde mevcut Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki davalara
da bakabilecek bir hâle, bir şekle getirilmesi gerekmektedir. Doğru olanı budur
Sayın Bakanım.
Eğer bu böyle
olmaz, işi idari nitelikteki bir komisyona havale ederseniz, o zaman yargının
kusurunu yürütmede değerlendirmiş olursunuz. Bu ne anlama gelir? Bu, yargının
yürütmenin etkisi altına girmiş olması anlamına gelir. Yürütmenin yetkisini
daha fazla ve yargı aleyhine genişletmiş olması anlamına gelir. Bunun devamı,
hukuk ilkesini, hukukun üstünlüğü ilkesini, hâkimlerin bağımsızlığını ve
tarafsızlığı ilkesini de ihlali anlamına gelir.
Diğer taraftan,
diğerini bir parantezle söyleyeyim: Belli ki bu, “parmakmatik demokrasi”yle
reddedilecektir. Dolayısıyla, diğer önergelerde söz almayacağım, gerekçe
okutacağım.
Bu vesileyle kısa
sürede iki şeyi daha ifade etmek istiyorum. Bu kanunda ilerleyen maddelerde
diyorsunuz ki: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları gözetilerek
tazminata karar verilir.” Bu, yanlış Sayın Bakanım, zaten o kararı verecek
olanlar buraya bakacak. Siz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadını nasıl
kanun hükmü hâline getirip idareye bir talimat olarak verebilirsiniz? Böyle bir
şey olur mu? Lütfen bunu düzeltin. Siz oraya yazmasanız da bunu inceleyecek
makamlar, elbette ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına bakacaktır.
Onun için, o
önergede eğer akıl, mantık, “parmakmatik demokrasi”den öne çıkacak ise lütfen
onu o şekilde düzeltin.
Diğer taraftan,
Bakanlar Kuruluna bu tasarıyı genişletme yetkisi veren bir sonraki madde de
3’üncü fıkra olarak vardır. Bakanlar Kurulu da yürütme yetkisini, Sayın Bakan,
yasama yetkisini daraltarak genişletmektedir. Yani buna karar vermeye Meclis
yetkilidir, kanun yapmaya Meclis yetkilidir. Meclis, yetkisini niye Bakanlar
Kuruluna devretsin? Hangi konuda olacağı bilinmeyen Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde ortaya çıkacak ihtilaflarda yasama yetkisini niçin idareye,
Bakanlar Kuruluna terk etsin?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL
(Devamla) – Dolayısıyla, burada, kuvvetler arasındaki denge ilkesine aykırıdır.
Düzeltilmesinde yarar vardır. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bal.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesine aşağıdaki “f” fıkrasının eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
“f) komisyon
sadece mülkiyet hakkı ihlali başvurularını inceler.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Gerekçeyi okutun.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Anayasanın 90 ncı
maddesi uyarınca tarafı olduğumuz başta AİHS olmak üzere, BM Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerin iç hukukta uygulanması, uygulamadan
doğan mağduriyetlerin giderilmesi, sorumluların cezalandırılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığa
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 3. maddesinin 1. fıkrasının b bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz (Uşak) ve arkadaşları
b) Başvuran:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş olan gerçek veya tüzel kişiyi”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gerekçe...
BAŞKAN – Gerekçe.
Gerekçe:
Tasarının hükûmet metninde başvuranın gerçek ve tüzel kişileri kapsamasına
rağmen Adalet Komisyonu metninde bu ibareler çıkartılmıştır. Oysaki başvuranın
durumunun belirlenmesi açısından gerçek ve tüzel kişilerin metne yazılması daha
uygun olacağından önerge verilmiştir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul
edilmiştir.
4’üncü maddeyi
okutuyorum:
Komisyon ve çalışma
esasları
MADDE 4 - (1) Bu
Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın
merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından
Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye
Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik
bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı
tarafından seçilir.
(2) 9 uncu madde
hükmü saklı kalmak üzere, Komisyon üyelerine müracaatlar sonuçlandırılıncaya
kadar başka bir görev verilmez.
(3) Komisyon üye
sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt
çoğunluğuyla karar verir.
(4) Komisyonun
sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür.
(5) Kamu kurum ve
kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu
her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır.
BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
342 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde söz aldım. Hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu görüştüğümüz kanun, daha önce insan haklarıyla
ilişkili olan İnsan Hakları Kurumu Kanunu, Kamu Denetçiliği ve buna ilişkin
kanun tasarılarında olduğu gibi yine Hükûmetin Avrupa’ya, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine, uluslararası insan hakları kuruluşlarına şirin gözükmek için
çıkardığı son derece yetersiz, son derece kalitesiz, insanlarını bu kadar
aşağılayabilecek düzeyde maddeleri içeren hükümleri barındıran bir yasa olarak
ne yazık ki karşımızda duruyor.
Az önce -3’üncü
maddeyle ilgili bir görüşümü söyleyeyim, 4’üncü maddeye geçeceğim- bir önerge
verdik değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanın bile haberi yok. Verdiğimiz
önergede, bu konuda “başvuran” kısmında bir değişiklik yapıyoruz, “Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine başvurmuş olan gerçek ve tüzel kişi”yi buraya ekleyelim
diyoruz.
Sayın Bakan, bu
tasarıyı Adalet Bakanlığı hazırladı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla
Meclise geldi. Biz -kanun metnini açın- Hükûmetin, Adalet Bakanlığının
hazırladığı öneriyi burada önerge olarak sizlere sunuyoruz ve Sayın Bakan, siz,
hazırladığınız tasarıya, bizim verdiğimiz önergeye karşı çıkıyorsunuz. Bu nasıl
aymazlıktır! Yani, kendi hazırladığınız, kendi sunduğunuz bir maddeye… Okuyoruz
bakın 3’üncü maddeyi, aynen Hükûmetin gerekçesini, bizim verdiğimiz öneriyi
söylüyorlar, sizlere getirmişler, Sayın Bakan karşı çıktığını söylüyor.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Adalet Komisyonunun iradesinde.
LEVENT GÖK
(Devamla) - Şimdi değerli arkadaşlar, biz 3’üncü maddede Hükûmetin getirdiği
gerekçeyi sizin önünüze getirdik ama hepiniz gecenin bu saatinde uyudunuz,
Sayın Bakan da başta olmak üzere. Çünkü hep uyuyorsunuz, gecenin bu saatinde
uyumak da pek iyi bir şey değil.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Gayet bilerek onu söyledim.
LEVENT GÖK
(Devamla) - Bakın değerli arkadaşlar, Türkiye’de insan hakları ihlallerinin en
ağır olduğu bölüm adil yargılanma hakkı. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin en ağır kararları verdiği artık tartışmasız. Ama Hükûmet, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesince yapılan başvuruları bertaraf etmek amacıyla
çıkarttığı bu yasada, yargılamaların uzun olmasından kaynaklanan sorunu idari
bir yöntemle çözmeye çalışıyor yani hükûmetin bir yargısal tasarrufla,
insanların başvurdukları yargılama alanındaki bir gecikmeyi, yine Adalet
Bakanlığının atayacağı bir Komisyon eliyle bertaraf etmeye çalışıyor.
Değerli
arkadaşlarım, bu bir kere doğal yargıç ilkesine aykırı bir konumdur. Biz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, eğer böyle bir oluşum olacaksa bu konuda gerek
idare hukukunda olacaksa idare mahkemelerinden ya da Yargıtayca
görevlendirilecek ceza ve hukuk dairelerinin olmasını öneriyoruz. Doğrusu
budur. Bu, doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Bir yargısal tasarruftaki
aymazlıklar ve hukuk ihlalleri bir komisyon marifetiyle düzeltilemez. Bir kere
bunu böyle anlamamız gerekiyor. Eğer, bunu böyle yapmadığımız takdirde Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesini ve Avrupa’daki bu işle ilgili hiçbir kuruluşu
inandırmanız mümkün değildir. Birazdan size örneğini vereceğim.
Bu yasa
tasarısıyla kamu yararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında sayılan hak
ihlallerinden birine uğrayarak mağdur edilmiş kişilerin mağduriyetinin
giderilmesi değildir. Bu yasa, siyasi iktidarın emir ve direktifleri altında
vatandaşların adalete ulaşma hakkını elinden almış, demokratik hukuk devletinin
sağladığı güvencelerden yoksun bir biçimde savunma hak ve özgürlüklerini
kısıtlayarak, hukuka aykırı kararları yıllarca süren duruşmalardan sonra vermiş
ve verecek olan yargının ayıbını örtmek, Türkiye’ye siyasi iktidar eliyle
sürülmüş bu lekenin uluslararası mahkemelerde gündeme gelmesini önlemek içindir.
Şimdi, Sayın
Bakan, sizin oluşturduğunuz mahkemeler ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
atadığı hâkimlerin eliyle yıllarca sürüncemeye uğramış davalarda, yıllarca
tutuklu kalmış kişilerin hayatlarını, siz, mahkemelerin bu konuda verdiği ve
vereceği basiretsiz kararları devletin bütçesinden ödeyerek kapatma gayreti
içerisindesiniz. Adalet Bakanı olarak eğer siz bunu kişisel bütçenizden
yaparsanız bunu anlayışla karşılayabilirim ama siz, hak ihlallerinin kendi
eliniz ve talimatlarınız doğrultusunda yargının tamamen kontrolünüz altında
bulunduğu bir ülkede, yargının bu kadar siyasallaştığı ve tamamen iktidarın
emrine girdiği bir dönemde hak ihlallerine uğratanlar sanki mahkemeler ve bu
mahkemeleri yaratanlar sanki siz değilmiş gibi bu işin içinde sıyrılmaya
çalışıyorsunuz? Verin o zaman siz bu konudaki hak ihlallerine uğrayanların
parasını kendi cebinizden. Siz niçin benim vergimden kaynaklanan parayı bu hak
ihlallerine uğrayanlara vererek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz? Var mı
bu kadar ucuz kahramanlık? Çıkın ortaya, bunu bu şekilde savunun ama
yapamazsınız, cesaret edemezsiniz.
Değerli
arkadaşlarım, bunlar tamamen aldatmacaya dönük yasalardır, bunlara Avrupa
kanmaz, kanmaz. Bakın, neden kanmaz: İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nu
görüştüğümüz zaman değerli arkadaşlarım, burada bas bas bağırdım sizlere,
çırpındık “Bu yasayla Avrupa’yı ve Birleşmiş Milletleri, herkesi inandırmanız
mümkün değildir.” diye. Aynen şunları söylemişim -tutanaklardan; Sayın Bakan,
ibret vericidir, dinlemenizi istiyorum- demişim ki İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı’nda: “Türkiye'nin en önde gelen aydınlarını, barolarını, Barolar
Birliğini, insan hakları temsilcilerini dinlemediniz. Bunları dinlemeniz
gerekirdi.” Tekrar devam etmişim: “Bu kurumu -çünkü İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nda
da Başbakanın atadığı 7 kişi ve Cumhurbaşkanının atadığı 2 kişi ve Barolar
Birliğinin atadığı 1 kişiden oluşan bir kurul kuruluyordu- bu şekilde
oluşturursanız Avrupa bunu yemez ve aynen şöyle der… Bu hâliyle geçerse,
değerli milletvekilleri, bu kanunun Avrupa Birliği mevzuatıyla uyumlu
olmadığını Avrupa Birliği sizlere açıklar. Lütfen, biraz sert konuşuyoruz ama
önergelerimizi dikkate alın ve Paris İlkeleri’yle uyumlu bir yasayı birlikte
çıkartalım.” demişiz İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nda. Ne oldu? Bütün bu
söylediklerimizi dinlemediniz, yasayı aynen dediğiniz gibi çıkardınız tüm
ısrarlarımıza rağmen.
Değerli
arkadaşlarım, bizler ülkemizi seviyoruz, ülkemizin uluslararası kuruluşlar
tarafından eleştirilmesi sizler kadar bizi de incitiyor, biz de Türkiye'nin
dünyada itibarlı ve saygın bir ülke olmasını istiyoruz. Bu bakımdan
eleştirilerimizi yapıyoruz, tıpkı burada yaptığımız gibi ama bunu
dinlemiyorsunuz, tıpkı İnsan Hakları Kurumu Kanunu’nda olduğu gibi. Söylemişiz,
yapmamışsınız. Peki, biz bunları söyledik, daha sonra kanun çıktı, Avrupa
Birliği İlerleme Raporu’nda nasıl geçti İnsan Hakları Kurumu Kanunu? Avrupa
Birliğinin 2012 İlerleme Raporu’ndaki cümleleri aynen sizlerle paylaşıyorum,
aynen şöyle diyor bu rapor’da: “Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı,
özellikle kurumun bağımsızlığı bakımından, insan hakları kurumlarına ilişkin
Birleşmiş Milletler Paris İlkeleri’yle tam uyumlu değildir. Bu kanun ile ilgili
olarak paydaşların, sivil toplumun görüşü alınmamıştır ve kanun, ulusal ve uluslararası
uzmanların endişe ve önerilerini hiçbir şekilde yansıtmamaktadır.” Şimdi, siz,
beni, bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, Avrupa Birliğinin bu İlerleme
raporunda nasıl bu sözlerle karşı karşıya getirebilirsiniz? Hükûmet olarak,
iktidar olarak sorumluluğunuz, beni cumhuriyet vatandaşı olarak bu tip
cümlelerden korumaktır.
Ben muhalefet
milletvekili olarak söylemişim, yapmamışsınız; uyarmışım, yapmamışsınız; Avrupa
Birliği bu konuda dikkatinizi çeker, raporlarına bunları yazar demişiz,
yapmamışsınız; tıpkı bizim burada, şu anda söylediğimiz önerilerde olduğu gibi.
Az önce 3’üncü maddede, Sayın Bakan, kendi getirdiği tasarısına, ne dediğinin
farkında değil, “Katılmıyoruz gerekçeye” diyor.
Biz burada
önerilerimizi söylüyoruz. 4’üncü madde doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Bir
hâkimin, bir mahkemenin vereceği kararın bir komisyon marifetiyle düzeltilmesi
söz konusu bile değildir. Bu kararı elbette birazdan oylayacaksınız,
çıkartacaksınız ama Avrupa’yı ve insanlarımızı yanıltamazsınız. Bunları haykırıyoruz
buradan, bir kez daha haykırıyoruz. Yanlışın neresinden dönerseniz kârdır
değerli arkadaşlarım. İşte, muhalefet de bunun için vardır. Gecenin bu saatinde
parmakların indirilip kaldırılacağı bir ortamda, Türkiye’nin saygınlığına gölge
düşürebilecek hiçbir yasama faaliyetinin içerisinde bulunmayın.
Bakın, 2011
yılında, -27 Eylül 2011- Dışişleri Bakanı Birleşmiş Milletlere gitti, işkenceye
karşı ek protokolü tevdi etti. Tam bir yıl bir aylık bir süremiz vardı ve 27
Ekim 2012 tarihinde Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere olan bir taahhüdü yerine
getirilemedi, o süre doldu. Nedir o süre? İşkenceye karşı ulusal önleme
mekanizması kuramadı Türkiye’de.
Ayıplar devam
ediyor. Adil yargılama hakkıyla ilgili 2011 yılında tam yüzde 28 oranında ihlal
kararı çıkmıştır, işkenceye ilgili de yüzde 25 kararlar çıkmıştır. Şimdi, bu
ayıplardan temizlemek işte hep beraber yapacağımız ortak çalışmalarla
mümkündür. Lütfen söylediklerimizi dikkate alın ve önergemizi kabul edin
diyoruz ve bu maddenin reddi yönünde oy kullanacağımızı beyan ediyor, hepinizi
sevgi ve saygıyla selamladığımızı ifade ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Gök.
Sayın Bakanın bir
kısa açıklama talebi vardır.
Buyurunuz Sayın
Bakan.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Kürsüdeki Hatip
Sayın Gök “Adalet Bakanının 3’üncü maddedeki değişiklikten haberi yok. Hükûmet
tasarısındaki metni değişiklik önergesi olarak verdik, katılmadığını söyledi.”
gibi bir ifadede bulundu. Orada ne teklif edildiğinin farkındayız Sayın Gök.
Hükûmet tasarısı değişmez, tabu falan değildir. Hükûmet tasarısı Parlamentoya
geldiğinde Adalet alt komisyonunda yapılan çalışmalar esnasında şöyle bir
değerlendirme yapılmıştır. O değerlendirme de alt komisyon raporunda var. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi sadece gerçek kişilerle tüzel kişilere başvuru imkânı
sağlamıyor. Kendi sözleşmesinin 34’üncü maddesinde, gerçek ve tüzel kişiler
dışında, “kişi grupları” diye tanımlanan, menfaatinin haleldar olduğunu ifade
eden gruplara da, farklı gruplara da müracaat hakkı tanıdığından, teknik olarak
bu değişikliğin yapılması alt komisyonda kararlaştırılmıştır. Adalet Komisyonu
alt komisyonun bu iradesine uymuştur. Biz de bu değişikliği makul bulmuşuzdur.
O açıdan burada CHP’nin, tekrar, Hükûmet tasarısındaki kelimeleri teklif eden
önergesine “Hayır.” demişizdir.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
LEVENT GÖK
(Ankara) – Ama doğrusu oydu Sayın Bakan, doğrusu oydu.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bakan.
Soru yok.
Şahısları adına
söz yok.
Madde üzerinde üç
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı tasarının 4 üncü maddesi 1 inci fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Hüsamettin
Zenderlioğlu Erol Dora
Bitlis
Mardin
“(1) AİHM önünde bekleyen başvuruların yeniden yargılaması
sürecinde, ulusal yargı tazmin hesabında beş kişiden oluşacak uzman
bilirkişilerden yararlanır.”
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 4. maddesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini saygı ile arz ve teklif ederiz.
Madde 4 - (1) Bu Kanun uyarınca yapılacak Tazminat talepleri
Anayasa Mahkemesinde görülür.
Faruk Bal Ali Halaman Mehmet Şandır
Konya Adana Mersin
Cemalettin
Şimşek Oktay Öztürk
Samsun Erzurum
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 342 sıra sayılı kanun tasarısının 4. maddesi TC
Anayasası’nın 9. maddesinde ifade edilen "Yargı yetkisi, Türk Milleti
adına bağımsız mahkemelerce kullanılır." hükmüne aykırıdır. Bu aykırılığın
ortadan kaldırılması için 4. maddenin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Turgut Dibek Dilek Akagün Yılmaz Ali Rıza Öztürk
Kırklareli Uşak Mersin
Mevlüt Dudu Haydar Akar Ali İhsan Köktürk
Hatay Kocaeli Zonguldak
Madde 4 - (1) Bu
kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere İdari
davalara ilişkin başvurularda Danıştay tarafından bir daire, hukuk ve ceza
davalarına ilişkin başvurularda Yargıtay tarafından ceza ve hukuk daireleri
görevlendirilir. Bu daireler sadece bu yasa kapsamında yapılan müracaatlara
bakarlar.
BAŞKAN – Komisyon
bu son önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Gerekçe.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bu tasarı
kapsamında Adalet Bakanlığı tarafından oluşturulacak komisyon yargı yetkisini
kullanan bir komisyon olacaktır. Bu durum ise Anayasa'nın 9. maddesine açıkça
aykırıdır. Bu nedenle kanun kapsamındaki müracaatlara bakmak üzere Danıştay ve
Yargıtay tarafından görevlendirilecek dairelerin müracaatları değerlendirmesi,
dolayısıyla da bu şekilde anayasaya aykırılığın giderilmesinin sağlanması için
iş bu önerge verilmiştir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kanun Tasarısının 4. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini saygı ile
arz ve teklif ederiz.
Madde 4 - (1) Bu
Kanun uyarınca yapılacak Tazminat talepleri Anayasa Mahkemesinde görülür.
Faruk
Bal (Konya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Gerekçe.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Hukuk Devleti
ilkesinin gereği olarak tazminat talebi yargı makamının iş ve işleminden
kaynaklandığından rüyet yeri yüksek yargı merci olarak Anayasa Mahkemesi
olmalıdır.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı tasarının 4 üncü maddesi 1 inci fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip
Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
“(1) AİHM önünde
bekleyen başvuruların yeniden yargılaması sürecinde, ulusal yargı tazmin
hesabında beş kişiden oluşacak uzman bilirkişilerden yararlanır.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Gerekçeyi okutun.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Anayasanın 90
ıncı maddesi uyarınca tarafı olduğumuz başta AİHS olmak üzere, BM Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerin iç hukukta uygulanması,
uygulamadan doğan mağduriyetlerin giderilmesi, sorumluların cezalandırılması
amaçlanmıştır.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
4’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul
edilmiştir.
5’inci maddeyi
okutuyorum:
Müracaatın şekli
ve süresi
MADDE 5 - (1)
Komisyona müracaat, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru tarihini ve
numarasını gösteren resmi kayıt kabul mektubu, başvuru formu ve diğer ilgili
bilgi ve belgelerle birlikte, müracaat edenin kimlik bilgilerini içeren imzalı
bir dilekçeyle yapılır.
(2) Başvuran, bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Komisyona müracaat
edebilir. Bu süre içinde müracaatta bulunmayanlar Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin münhasıran iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması gerekçesine
dayanan kabul edilemezlik kararının kendilerine tebliğinden itibaren bir ay
içinde de Komisyona müracaat edebilirler.
(3) Bakanlar
Kurulu kararıyla;
a) 2 nci maddenin
ikinci fıkrası uyarınca Kanunun kapsamının genişletilmesi,
b) 9 uncu maddenin
ikinci fıkrası uyarınca sürenin uzatılması durumunda müracaat hakkı kazananlar,
bu haklarını Bakanlar Kurulu kararının Resmî Gazetede yayımı tarihinden
itibaren altı ay içinde kullanabilirler.
(4) Müracaatın
Cumhuriyet başsavcılıkları aracılığıyla da yapılması mümkündür. Cumhuriyet
başsavcılığı, müracaat evrakını derhal Komisyona gönderir. Bu durumda
Cumhuriyet başsavcılığına yapılan müracaat tarihi esas alınır.
(5) Müracaatlara
ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan
müstesnadır.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın
Öztürk.
CHP GRUBU ADINA
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan kanun tasarısının 5’inci maddesinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız, bu kürsüde her
seferinde insan hakları konusunda Hükûmetin sürekli iyileştirme yaptığını
söylüyorlar, o kadar güzel şey yaptığını söylüyorlar, ben de kendilerine
soruyorum: Gerçekten bu Hükûmet bu kadar güzel şeyler yapmışsa, insan hakları
alanında sürekli iyileştirme yapmışsa, Sayın Bakanın söylediği sözlere
dayanarak, 30 Eylül 2012 tarihi itibarıyla Türkiye insan hakları ihlali
bakımından, yapılan başvuru sayısı bakımından dünyada neden 2’nci sıradadır?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aleyhine ihlal kararları bakımından Türkiye
neden 1’inci sıradadır? Gerçekten bu arkadaşlarımızın çizdiği tozpembe tablolar
çok güzelse, bu ödenen tazminatlar bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
Türkiye neden 1’inci sıradadır? Yine, çok iyiyse bu Hükûmet, insan hakları
konusunda on yıldır, Avrupa İlerleme 2012 Raporu’nu Sayın Burhan Kuzun neden
yırtıp atmıştır? Bu kanun tasarısı öyle övünülecek bir kanun tasarısı değil.
Aslında bu kanun tasarısını neden çıkartmak zorunda kaldığımızı düşünürsek
utanılması gereken bir sonuçtur.
Değerli
arkadaşlarım, bu yasa tasarısı, bu kürsüde AKP’li arkadaşlarımızın
söylediklerini tekzip eden bir yasa tasarısıdır. Bu yasa tasarısı AKP
Hükûmetinin resmî itirafnamesidir. Yapısal ve sisteme ilişkin sorunlardan
kaynaklanan insan hakları ihlallerinin ne kadar çok olduğunun itirafıdır. Bu
kanun tasarısı, şu ana kadar çıkarılan “Yargı Reformu 1”, “Yargı Reformu 2”,
“Yargı Reformu 3” denilen paketlerin aslında hiçbir işe yaramadığının, bu
paketlerin hak ihlalleri ile patlatıldığının resmî itirafıdır. Bu tasarı büyük
büyük adalet saraylarının içindeki, o kaba binaların içindeki adaletin ne kadar
mini minnacık olduğunun Hükûmet tarafından resmî itirafıdır. Bu tasarı, “Kol
kırılır, yen içinde kalır.” Tasarısıdır, “Sivrisinekleri öldür, bataklığı devam
etsin.” yasasıdır. Bu “Ben, hak ihlallerini yaparım, bedelini de tüyü bitmemiş
yetimlerin hakkından öderim.” yasasıdır. Ne var ki bu tasarıyla aranan çözüm
Aysberg’in görünen bir yüzüdür. İnsan hakları engelleri ortadadır; mevzuat,
kurumsal siyasi irade ve bu yöndeki uygulamalar, en önemlisi de zihniyettir.
Değerli
arkadaşlarım, öncelikle, hak ihlallerinin gerçekleşmesine neden olan olayları
ortadan kaldırmak lazım. Hak ihlallerinin gerçekleşmesi önlenmeli, hak
ihlallerini önleyecek mekanizmalar kurulmalı. Bu durum AİHM’nin pilot karar
yoluyla vurguladığı gibi yapısal sorunların çözümüne ilişkin beklentisine de
uygun düşmektedir. Tasarının 2’nci maddesinin 2’nci fıkrasında açıkça
söylenildiği gibi “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu
ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda ülkemiz aleyhine verilen ihlal
kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle” ifadelerinden de açıkça
anlaşılacağı üzere bu tasarı hak ihlallerine eksik bir çözümdür.
Aslında, bugüne
kadar yapılanlar, Avrupa yoluyla itiraf edilen gerçeğe ters düşmektedir. On
yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi anayasal denge ve denetim sistemlerini aşamalı olarak ya kaldırmıştır
ya da kendi siyasi uygulamalarını onaylayacak makam hâline getirmiştir. Bu
uygulamalar, AKP’li arkadaşlarımızın söylediği gibi övünülecek uygulamalar
değildir. Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesindeki yapısal değişiklikler,
yargının üzerinde söz sahibi olan HSYK’nın yeniden yapılandırılması… Bu HSYK
ile ilgili çok söyledik ama anlatamadık. Ama herhâlde Avrupa Yargıçlar
Birliğinin en son söylediği sözler bu HSYK’nın Hükûmet sözcüsü olduğu yönündeki
kuşkuları artık ispatlamıştır.
Böylelikle, karar
alıcı konumda olan AKP, siyasal iktidar için denge işlevi görebilecek kurumları
çökertmiştir. Bağımsız ve özerk birimler ise teker teker güdüm altına
alınmıştır. Yeniden yapılandırılan TÜBİTAK, TÜBA ve Türkiye İnsan Hakları
Kurumu bunun tipik örnekleridir. Bunlarla, bilimsel çalışmaların ve insan
hakları etkinliklerinin siyasal parti penceresinden yürütülmesi amacıyla
yetinilmemiştir, bunların karar alıcı konumunda bulunan kurumlara lojistik
desteği de sağlamıştır. Oda TV davasıyla ilgili TÜBİTAK’ın skandal raporu,
ismiyle tam bir tezat oluşturmaktadır ve her hâlde üstünde önemle ve ciddiyetle
durulması gereken bir konudur.
Böyle bir süreçte
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hükûmetin belirleyici konumda olduğu siyasal
iktidar için başlıca denetim ve fren sistemi hâline gelmiş oluyor. Aslında adil
yargılanma hakkı ihlallerinin yapısal ve sistematik olduğu AİHM kararlarıyla da
tescil edilmiş oluyor.
Burada Sayın
Bakan söyledi,, “Bu hâkimlerin görevi kötüye kullandığı konusunda herhangi bir
mahkeme kararı yoktur.” dedi. Oysa, Sayın Bakan, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, bu yasanın çıkarılmasına neden olan olayda da çok açık bir şekilde
belirttiği gibi ve çeşitli kararlarında belirttiği gibi, Türkiye’de aslında
yargılama sisteminden kaynaklanan sistematik sorunların bulunduğunu ve bu
sorunların çoğu kez uygulamadaki yargılamalardan kaynaklandığını çok açık bir
şekilde belirtmiştir ve Türkiye’yi yargılama bakımından tazminata mahkûm etmiş,
adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle tazminata mahkûm etmiştir.
Her seferinde Türkiye bu mahkûmiyeti kabul etmiş ve bunu tazminat olarak ödemiştir.
Türkiye “Hayır, senin verdiğin kararlar yanlış.” dememiştir. Türkiye’de insan
hakları ihlalinin artık olduğu ve bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çok
açık bir şekilde ihlal edildiği… Hatta son olarak Ergenekon davasında ve Balyoz
davasında Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen yasa hükmünün açıkça ihlal
edilerek, yasama yok sayılarak mahkûmiyet kararı verilmiş olması insan
haklarının ne boyuta ulaştığının ve bu konudaki keyfî uygulamanın nerelere
geldiğinin somut göstergesidir. Bunların hepsi, aslında, yargılama sürecini
yöneten ve kendileri hukuk kurallarıyla bağlı olması gereken hâkim ve
savcıların nasıl keyfî davrandığının somut örnekleridir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesindeki tazminatların büyük bir kısmı bu kişilerin tümüyle hukuk kurallarına
bağlı hareket etmemelerinden ve keyfî uygulamalarından kaynaklanmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, ben 1 Mayıs 2008 tarihinde “Adalet ve Kalkınma Partisinin ve
Başbakanın ve AKP ve Başbakanın demokrat olduğunu ileri süren sözüm ona
aydınların demokrasilerinin bugün İstanbul Şişli’de DİSK binasına ve diğer
binalara atılan kimyasal gazlarla akıtılan gözyaşlarıyla bu demokrasi
barutlarının ıslandığı bugün tescil edilmiştir.” demişim bu kürsüde, 1 Mayıs
2008’de.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önceki gün bir karar verdi, Sayın
Bakanın sanıyorum haberi vardır. 2008’deki 1 Mayıs gösterilerinin şiddet
kullanılarak bastırılması nedeniyle Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ni ihlal ettiği yönünde karar verdi. DİSK ve KESK davası Türkiye,
Sayın Bakan. Burada mahkûm edilen doğrudan doğruya Hükûmetinizin iradesidir,
burada mahkûm edilen Beşir Atalay’ın uygulamaları ve iradesidir; kazanan ise
emekçilerin özgürlük mücadelesidir, işçilerin bağımsızlık mücadelesidir, hak
mücadelesidir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye, insan hakları ihlalleriyle dolu bir ülke hâline
gelmiştir. Sayın Bakan deminde söyledi, “Bunların hepsi bizim dönemimizde
yapılmamıştır.” dedi. Oysa, Işıl Karakaş’ın söylediği gibi, 2011 yılında insan haklarını ihlal bakımından
şikâyetlerin sayısının çok kabardığını söylüyor ve on yıldır iktidardasınız.
Tabii ki sizden önce güllük gülistanlık olduğunu iddia eden yok. İşte size en
son 2008’de verilen, yaptığınız uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
tarafından mahkûm edilmesidir. Siz insan hakları yönünden sınıfta kaldınız
Sayın Bakan. Paket çıkartmakla olmuyor. Bu üçüncü paket, üç buçuğuncu paket
herhâlde.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Devamla) - Önemli olan, insan hakları ihlallerine neden olan olayları ortadan
kaldıracak, sorunu çözecek bir paketi
çıkarmanızdır. Sizin çıkardığınız paketlere de zaten hâkimler uymuyor, meydan
okuyorlar, efeleniyorlar; Parlamentoya gerçekten meydan okuyorlar.
Hepinize teşekkür
ederim.
Saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Öztürk.
Madde üzerinde üç
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 5.
maddesinin 3. fıkrasının a) bendinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Ali Rıza Öztürk Gürkut Acar
Uşak Mersin Antalya
Malik Ecder Özdemir Mustafa Moroğlu Birgül Ayman Güler
Sivas İzmir İzmir
Mahmut Tanal Kamer Genç Ali Özgündüz
İstanbul Tunceli İstanbul
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının 5’inci maddesinin;
1-(1), (2), (4). fıkralarında bulunan “Komisyon” kelimesinin
“Anayasa Mahkemesi” olarak değiştirilmesini,
2- (3). fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
Faruk Bal Ali Halaman Mehmet Şandır
Konya Adana Mersin
Cemalettin
Şimşek Oktay Öztürk
Samsun Erzurum
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 342 sıra sayılı tasarının 5 inci maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Erol
Dora Hüsamettin
Zenderlioğlu
Mardin Bitlis
“Madde 5- (1)
AİHM’de bekleyen davalar, resen yeniden ulusal mahkemelerde görülür.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Gerekçeyi okutun.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Anayasa’nın 90
ıncı maddesi uyarınca tarafı olduğumuz başta AİHS olmak üzere, BM Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerin iç hukukta uygulanması,
uygulamadan doğan mağduriyetlerin giderilmesi, sorumluların cezalandırılması
amaçlanmıştır.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesinin;
1- (1), (2), (4).
fıkralarında bulunan “Komisyon” kelimesinin “Anayasa Mahkemesi” olarak
değiştirilmesini,
2- (3).
fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk
Bal (Konya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Gerekçe.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarıyla
öngörülen Komisyon Yürütme organıyla kurulan idari bir mercidir.
Yargı ile ilgili
tazminat talebinin Anayasa Mahkemesine rüyet edilmesi gerekir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarısının 5.
maddesinin 3. fıkrasının a) bendinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz (Uşak) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ali Rıza Öztürk.
BAŞKAN – Sayın
Öztürk, buyurunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verdiğimiz önerge üzerinde
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Arkadaşlar, demin
de söyledim, bu Hükûmet tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine atanmış ve
Türkiye’yi temsil eden Sayın Işıl Karakaş’ın yaptığı röportajdan bir alıntıyı
size okumak istiyorum: “Türkiye’den gelen başvurularda genel trende baktığımız
zaman, bunların başında tutukluluk ve yargılama sürelerinin uzunluğu meselesi
var. Bu iki konu birbiriyle bağlı. Tutukluluk süresinin uzunluğu yargılama
süresinin uzunluğunu da çoğu davada bazen beraberinde getiriyor.” diyor. Devam
ediyor: “Her şeyden önce, tutukluluk müessesesinin uygulanmasına yönelik bir
uyumsuzluk var Türkiye’deki uygulamayla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
oluşturduğu içtihat arasında.”
Şimdi, değerli
arkadaşlarım -burada da söyledim- bir kere uygulamada bir hata olduğunu Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye Yargıcı söylüyor. O zaman, uygulamadan
kaynaklanan bu hata neden giderilmiyor? Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu,
mahkemelerin yargılama yetkisiyle ilgili olmayan bu olayla ilgili hâkim ve
savcıların tamamen keyfî davranışını önleyici mekanizmaları ve tedbirleri neden
almıyor? “Tutukluluk her zaman, her an, her durumda başvurulacak bir müessese
değildir.” diyor Işıl Karakaş ve bundan sonra bildiğimiz gibi “Tutukluluk
istisnai bir müessesedir.” falan diyor.
Değerli
arkadaşlarım, aslında sorun belli. Sorun gerçekten zihniyet meselesi. Burada
bir, iki, üçüncü paketleri çıkardık. Her paketten sonra gerçekten toplumda
büyük beklentiler oluştu, yani tutukluluk sorununun çözüleceği konusunda
beklentiler oluştu. Hatta bunları da aşan tutuklu milletvekillerinin ve tutuklu
gazetecilerin çıkacağı konusunda Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız
tarafından da sözler söylendi ama sonunda anlaşıldı ki böyle bir şey yok. Şimdi
dördüncü paketle böyle bir beklenti oluşturulmaya çalışılıyor, onu da
göreceğiz.
Değerli
arkadaşlarım, bu yasa tasarısında önemli olan konulardan en önemli konu şu:
Komisyonun olası kararlarına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi son kanun yolu
mercisi olarak yetkilendirilmiştir. Böyle olmakla, aslında -komisyonda da
söyledim- “ad hoc” bir mahkeme tesis edilmiş bulunmaktadır. Bu, çok önemlidir
değerli arkadaşlarım. Bu olaydan sonra verilecek kararların bile Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde yine dava konusu olacağının somut işaretidir bu durum. Doğal yargı
ve doğal yargıç ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir bu tasarruf; Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine, sırf bu nedenle, mevcut davaların intikaline sebep
olacaktır. Bir başka anlatımla, konuyu uluslararası yargıdan kaçırmak amacıyla
yapılmak istenilen bu yasa, konunun uluslararası yargı önüne, ayıbı katlanmış
bir biçimde gitmesini önleyemeyecektir.
Demin de Sayın
Bakana sordum. Aslında bu tasarının konusu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
birikmiş 3 bin civarındaki dosyadır yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
kaydolmuş dosyalardır. Şimdi, bu dosyalarla ilgili “Ankara Bölge İdare
Mahkemesinin kararından sonra bu karar, itiraz kesindir.” diyor. Demek ki
Danıştaya başvuru yolu yok. Anayasa Mahkemesine mi, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine mi gidilecek dedim. Sayın Bakan dedi ki: “Bence Anayasa Mahkemesine
gidilecektir.” Ee, bence de Anayasa Mahkemesine gidilmeyecektir çünkü bu
dosyalar zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde kaydedilmiş dosyalar.
Dolayısıyla, bu dosyalarla ilgili olarak Türkiye bir pilot uygulama yaptırıyor,
pilot uygulamadan sonra karar verecektir. Şimdi, bu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde kaydedilmiş, onun dosya numarasını almış dosyalarla ilgili Ankara
Bölge İdare Mahkemesinin vereceği karardan sonra, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi yerine, sonradan tesis edilmiş Anayasa Mahkemesi yoluna başvurmak
aslında yanlıştır değerli arkadaşlarım. O nedenle de Sayın Bakanım, o “Ankara
Bölge İdare Mahkemesinin kararı kesindir.”den sonra ne olacak? Bunun açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir. Yoksa uygulamada çok ciddi tartışmalara yol
açacağını düşünmekteyim.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öztürk.
Sayın Bakanın kısa
bir açıklaması var.
Buyurunuz Sayın
Bakan.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Öztürk’ün
son cümlesinde tespit ettiği husus, aslında açıklığa kavuşturulması gereken bir
konu. Ama benim “Anayasa Mahkemesine gitmesi gerekir.” sözüm şu anlamdadır:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
uygulamalarını etkin bir iç hukuk yolu olarak kabul ederse bu mahkemenin
uygulamalarıyla ortaya çıkacak bir şeydir, bu takdirde Anayasa Mahkemesine
gidişinde bir engel olmaz. Ama Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
müracaatlarında ortaya koyduğu performansı yeterli bulmaz da Türkiye'nin
oluşturduğu bu iç hukuk yolunun etkin olmadığına karar verir ise bu tür
kararlara da doğrudan kendisi bakabilir diye değerlendiriyoruz Sayın Öztürk.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bakan.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
5’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 5’inci madde kabul
edilmiştir.
6’ncı maddeyi
okutuyorum:
Müracaatın reddi
MADDE 6 - (1)
Komisyon;
a) Müracaat
konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk
yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını
taşımadığını,
b) Komisyona
süresinde müracaat edilmediğini,
c) Müracaat
edenin hukuki menfaati olmadığını,
ç) Müracaatın 2
nci madde kapsamına girmediğini,
tespit ederse
müracaatı reddeder.
BAŞKAN – Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Gürkut Acar.
Buyurunuz Sayın
Acar. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINI
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı Kanun Tasarısı ile ilgili
görüşlerimizi paylaşmak üzere söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakanın Kanunî Sultan Süleyman’la ilgili hassasiyeti
nedeniyle ben de burada bir padişahla başlamak istiyorum sözlerime. Osmanlı
devletinin 32’nci Padişahı Abdülaziz 1868’de Şûrayı Devlet –Danıştay- açılış konuşmasında
bazı şeylere açıklık getirerek şunları söylemiş: “Yeni örgütlenme biçimi,
yürütme gücünün adliye, diniye ve yasama güçlerinden ayrıldığı temeline
dayanır.”
Değerli
arkadaşlarım, gerek bu tasarıyla gerekse bugünkü uygulamalarla Türkiye
Cumhuriyeti’nin 1868’in öncesine götürdük diye düşünüyorum.
Bakınız,
Türkiye’de hukuk adına inanılmaz insan hakları ihlalleri uygulanıyor. Özel
yetkili mahkemeler tarafından verilen tutuklama kararlarıyla iktidar karşıtı
olan televizyon kanallarının, gazetelerin yönetici ve sahipleri zindana atıldı,
tek kişilik odalarda tecrit edildiler. Yüksek Seçim Kurulunca adaylıkları
onaylanmış ve seçilerek milletvekili olmuş 8 kişi, 8 milletvekili hâlen
tutukludur. İktidara muhalif Cumhuriyet gazetesinden -hatırlarsınız belki, biraz
uzakta kaldı bunlar- İlhan Selçuk darbeci olduğu savıyla gözaltına alındı. 82
yaşında olup ömrü demokrasi mücadelesiyle geçmiş böyle bir aydına getirilen bu
saçma suçlama nedeniyle, halk gösterilerle ayağa kalkınca salıverildi, yerine
aynı gazeteden Mustafa Balbay tutuklandı ve hâlen tutuklu.
Kanal B… Mehmet
Haberal’ın kurduğu Başkent TV’nin iktidar karşıtı yayını nedeniyle, Türkiye’de
ilk organ nakil merkezini kuran, bir üniversiteyi büyük çabalarla Türkiye’nin
en önemli eğitim kurumlarından biri hâline getiren profesör doktor unvanlı bu
büyük bilim adamı, sağlık durumu bozuk olduğu hâlde, yıllardır hapiste
tutulmaya devam ediliyor. Kendisini tutuklayan yargıçlar hakkında en yüksek
mahkeme olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla
açmış olduğu davada, haksız olarak tutukluğunu devam ettiren yargıçlar tazminat
ödemeye mahkûm edildiler. Ancak, buna rağmen aynı yargıçlar aynı davaya bakmaya
devam ediyorlar.
Değerli
arkadaşlarım, dünyada hiç böyle bir hukuk garabeti olmamıştır, böyle bir şey
dünyada hiçbir yerde yaşanmamıştır, Hitler Almanyası’nda bile yaşanmamıştır.
HAMZA DAĞ (İzmir)
– Nereden biliyorsun olmadığını?
GÜRKUT ACAR
(Devamla) – Evet. Bakınız, bir kin ve intikam hâline dönüştürülmüş olan davada
sağlık durumu bozulduğu hâlde tutukluluk durumu sürdürülüyor. Kaldırılmasına
karar verilmiş mahkemeler de kaldırılan hükümlere dayanarak yargılamaya devam
ediyorlar.
Bugün, Türkiye’de
500’den fazla öğrenci normal demokratik bir talep olan parasız eğitim talebinde
bulunduğu için, iktidar partisinin
bakanlarına yumurta atmaya teşebbüs ettiği için terör örgütü üyesi sayıldılar,
suçlandılar, tutuklandılar, bazıları 8 yıla mahkûm edildiler. İşçi Partisi
Genel Başkanı Doğu Perinçek yaptığı savunmadan dolayı toplam 22 yıl hapse
mahkûm edildi. Daha yargılandığı ana dava sonuçlanmadan böyle bir karar
verilmesi hangi hukuksal temele dayanıyor? Savunma yaptığı davadan beraat ederse
verilen ceza nasıl geri alınacaktır?
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, vicdanınıza bakın, bana bakmayın. Türkiye’de uzun yıllar
kasten adam öldürme suçunun cezası 24 yıl ağır hapis cezasıydı, şimdi sadece
“Niye böyle savunma yaptın?” diye 22 yıl ceza veriyoruz. Balyoz davasındaki hak
ihlalleri, hukuk ihlalleri ve cezalar kamu vicdanını sızlatıyor, bunu
dikkatinize sunuyorum yüce Meclis.
Türkiye’de
“Ergenekon terör örgütü” diye bir suç örgütü icat edildi; bu, AKP iktidar
olduktan sonra icat edildi.
BÜLENT TURAN
(İstanbul) – El insaf! Dünya duydu, dünya!
GÜRKUT ACAR
(Devamla) – 1980 öncesinde Türkiye’yi Amerikan yanlısı bir askerî darbeye
sürüklemek için kurulmuş, büyük terör olayları yaratmış Gladio örgütünün
işlemiş olduğu cinayetleri ve terör olaylarını gerekçe göstererek “Ergenekon
terör örgütü” adı altında AKP iktidarına karşı olan tüm aydın, demokrat,
gazeteci, bilim adamı, bilim kadını, öğrenci, iş adamı, askerler
tutuklanmıştır. İşin gerçeği, Ergenekon terör örgütü Reichstag yangınından bu
yana tarihteki en büyük ikinci yalandır.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bu çerçevede baktığımızda Türkiye’de hukuk işlemiyor,
Türkiye’de yargı işlemiyor, Türkiye’de adalet yok; bu tasarı da bunun özetidir
aslında. Vatandaşlarımız kendi ülkelerinde hak aramak için, adalet aramak için
mahkemelere gitmişler ama adalet bulamayınca bir umut Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine gitmişler ama adaleti orada da bulamamışlar çünkü adaletsizlik öyle
bir boyuttaki orası da tıkanmış. Şimdi, adaleti bulamadıkları için Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine başvuranlara “Gidin, adaleti kaybettiğiniz yerde arayın.”
deniyor. Bunun mümkün olmadığı ortadadır.
Değerli
arkadaşlar, önce Türkiye bir hukuk devleti midir, değil midir; ona bakmak
lazım. Hukuk devleti tüm işlem ve eylemleri hukuka uygun olan, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmeyi amaçlayan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, yargı denetimine açık, yasaların üstünde, anayasa ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Türkiye bu tanıma uyuyor mu? Kesinlikle uymuyor. Anayasa 138 “İdare,
mahkeme kararlarına uymak zorunda.” diyor. Türkiye’de Başbakan “Özelleştirmeyle
ilgili yargı kararları uygulanamaz.” diye kararlar çıkartıyor. Yani Başbakanın
kararı, mahkeme kararını eziyor, yok ediyor.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, siz yaptınız, 2/B arazilerinin satışıyla ilgili kanun. Ne
deniyor? “İdarenin takdirini kabul etmeyenler hak talep edemez, dava açamaz.”
diyor. Hangi idarenin? Her türlü işlem ve eylemi yargı denetimine açık
idarenin. Hani idarenin her türlü işlem ve eylemi yargı denetimine açık
olacaktı? Anayasa’nın maddesi bu. Açıkça çiğnediniz.
Değerli
arkadaşlarım, alınmayın, dinleyin. Yalnızca bu iki örnek bile Türkiye’nin hukuk
devleti olmadığının kanıtıdır. AKP, Türkiye’de Anayasa’yı, hukuk devleti
ilkesini, kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldırmıştır. Maalesef Türkiye’de
hukuk AKP’nin oyuncağı hâline getirilmiştir ama unutulmamalıdır ki hukukun,
adaletin olmadığı bir ortamda hiçbir şey ayakta kalamaz, kalmamıştır değerli
arkadaşlarım.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bu düzenleme gündeme geldiği dönemde, 28 Mart 2012’de,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanına bir mektup yazdım, gönderdim. Henüz
bir yanıt da alabilmiş değilim. Ama o zaman yazdığım itirazlar bu tasarıyla
doğrulanmış durumdadır. Türkiye’de yargı bağımsız değil, hukuk devleti
işlemiyor, baskıcı iktidarın gölgesinde adil kararlar beklemek boşa vakit
kaybetmek olacaktır dedim. Bakınız, bu tasarı bu savımı doğrulamıştır.
Türkiye’de insanlar bir suç iddiasıyla yargılanıyor, bu yargılama sırasındaki
savunması nedeniyle ayrıca hapis cezasına çarptırılıyor ama asıl davalar hâlâ
sürüyor.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en fazla
şikâyet edildiği konular, uzun tutukluluk ve mülkiyet haklarının ihlali.
Arkadaşlarım söyledi. Bununla ilgili bir önleyici çözüm anlayışı var mı, bir
çözüm getiriyor musunuz? Hayır. Sonuçta bu tür haksız tutuklananlara tazminat
verelim, paralarını verelim gitsinler. Sonra ne olacak? Yenileri gelecek, yeni
ihlaller olacak.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, bir elinizi vicdanınıza koyun. Sadece Ergenekon davaları
nedeniyle, gazetecilerin yargılandığı davalardaki işlemler nedeniyle savcılar hakkında,
hâkimler hakkında 372 şikâyet dilekçesi verilmiş. Adalet Bakanı nisanda yanıt
verdi, tek bir soruşturma açılmamış; bir tane şikâyet haklı değil, 372 şikâyet
var ama hiçbir soruşturma açılmıyor.
Değerli
arkadaşlarım, insaf edin, insaf edin bu insanların hepsi içerideki insanlar,
tek şeyleri adalet. Gazetecilerin özel konuşmaları, suçlamayla ilgili olmayan
konuşmaları ortalığa, yandaş basına servis ediliyor ama soruşturma yok. Allah
aşkına, bu kadar şey ortaya döküldü, gazeteler bangır bangır yazdı. Bazı
sanıklar kamuoyunda daha mahkeme önüne çıkmadan mahkûm edildi, yargısız infaz
edildi. Ama onlar hakkında hiçbir soruşturma yok. Sehven işlemler yapılıyor ama
soruşturma yok, gazetecilerin bilgisayarları, dijital verilerinin kopyası Ceza
Muhakemesi Kanun’undaki açık hükme rağmen, sanıklara, milletvekilimiz gazeteci
Balbay’a verilmiyor, yine soruşturma yok.
Değerli
arkadaşlarım, tam bir koruma kalkanı oluşturulmuş, tam bir keyfîyet içinde
hareket ediliyor, böyle bir sisteme nasıl güveneceksiniz?
Tasarının 6’ncı
maddesine gelelim. Bu da, tasarının 6’ncı maddesi de adil ve doğru değil.
Değerli
arkadaşlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuran insanlar için bu yasayı
getiriyoruz. Ne diyoruz? Oraya başvurdun. Ee, o yetmedi, bir de gel bizim
Türkiye’de bize başvur. Kimse başvurmazsa ne olacak bu kanun? Sayın Bakan,
kimsenin başvurmadığını kabul edin, ne olacak? Ya da oradaki 4 bin dosyadan 300
tanesi başvurdu, 2.700 tanesi başvurmadı. Bunu öngören herhangi bir şey bu
tasarıda yok.
Değerli
arkadaşlarım, süremiz bitti. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Acar.
Madde üzerinde 2
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarının 6. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesinin
“tesbit ettiği takdirde müracaatı reddeder” olarak değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Gürkut Acar Malik Ecder Özdemir
Uşak Antalya Sivas
Mustafa Moroğlu Birgül Ayman Güler Ali Özgündüz
İzmir İzmir İstanbul
Kamer
Genç
Tunceli
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 342 sıra sayılı tasarının 6 ncı maddesinin
tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Hüsamettin
Zenderlioğlu Erol Dora
Bitlis
Mardin
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçe…
Gerekçe:
Anayasanın 90 ncı maddesi uyarınca tarafı olduğumuz başta AİHS olmak üzere, BM
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerin iç hukukta
uygulanması, uygulamadan doğan mağduriyetlerin giderilmesi, sorumluların
cezalandırılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı kanun tasarının 6. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesinin “tesbit
ettiği takdirde müracaatı reddeder” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Gürkut
Acar (Antalya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçe…
Gerekçe: Tasarı
maddesinin daha anlaşılır hale gelmesi için önerilmiştir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
6’ncı maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul
edilmiştir.
7’nci maddeyi
okutuyorum:
Müracaat hakkında
karar ve karara itiraz
MADDE 7 - (1)
Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.
(2) Komisyon,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle
müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.
(3) Komisyon
kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Komisyon aracılığıyla
Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata
ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu
itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme
tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar
verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.
(4) Ödenmesine
karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık
tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden,
yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.
BAŞKAN – Söz
talebi yok.
Madde üzerinde üç
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı 7. maddesinin 1, 3, ve
4. Fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Gürkut Acar Malik Ecder Özdemir
Uşak Antalya Sivas
Mustafa Moroğlu Birgül Ayman Güler Mahmut Tanal
İzmir İzmir İstanbul
Kamer
Genç
Tunceli
“(1) Komisyon
müracaat hakkında 4 ay içinde karar vermek zorundadır.
(3) Komisyon
kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde komisyon
aracılığıyla Yargıtay ve Danıştay'da görevlendirilecek ilgili daireye itiraz
edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte
derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak iki
ay içinde karara bağlanır. İtiraz mercii tarafından komisyon kararı yerinde
görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen karar
kesindir.
(4) Ödenmesine
karar verilen tazminat kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay İçinde Maliye
Bakanlığı tarafından karar tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle
birlikte ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek belge ilam niteliğinde belge
sayılır. Bu belge damga vergisinden ve yapılacak işlemler harçlardan
müstesnadır.”
TBMM Başkanlığına
1) Görüşülmekte
olan tasarının 7. maddesinde bulunan “Komisyon” kelimesinin “Anayasa Mahkemesi”
olarak değiştirilmesini,
2) (2). fıkrasında
bulunan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarını da gözetmek suretiyle” ibaresinin metinden
çıkarılmasını,
3) (3).
fıkrasının madde metninden çıkarılmasını,
Arz ve teklif
ederiz.
Faruk Bal Ali Halaman Mehmet Şandır
Konya Adana Mersin
Cemalettin
Şimşek Oktay Öztürk
Samsun Erzurum
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 342 sıra sayılı tasarının 7 nci maddesinin
tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan İdris Baluken Mülkiye Birtane
Şırnak Bingöl Kars
Hüsamettin
Zenderlioğlu Erol
Dora
Bitlis Mardin
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Anayasanın 90 ncı
maddesi uyarınca tarafı olduğumuz başta AİHS olmak üzere, BM Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerin iç hukukta uygulanması, uygulamadan
doğan mağduriyetlerin giderilmesi, sorumluların cezalandırılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
1) Görüşülmekte
olan tasarının 7. maddesinde bulunan “Komisyon” kelimesinin “Anayasa Mahkemesi”
olarak değiştirilmesini,
2) (2).
fıkrasında bulunan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarını da gözetmek suretiyle” ibaresinin metinden
çıkarılmasını,
3) (3).
fıkrasının madde metninden çıkarılmasını,
Arz ve teklif
ederiz.
Mehmet
Şandır (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Gerekçe Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
1- Tazminat
talebinin yargı ile ilgili ilişkili olması sebebiyle yüksek yargı mercii olan
Anayasa Mahkemesinde görüşülmesi gerekir.
2- Kanun ile AİHM
içtihatlarına atıf yapılması yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesini
zedeleyen zarif ve nazik olmayan bir talimat niteliğindedir.
3- Komisyon
kararının idari yargı denetimine tabi tutulması mağduriyet sebebini
genişletmektedir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
342 sıra sayılı 7. maddesinin 1, 3, ve 4. Fıkralarının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Gürkut
Acar (Antalya) ve arkadaşları
“(1) Komisyon
müracaat hakkında 4 ay içinde karar vermek zorundadır.
(3) Komisyon
kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde komisyon
aracılığıyla Yargıtay ve Danıştay'da görevlendirilecek ilgili daireye itiraz
edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte
derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak iki
ay içinde karara bağlanır. İtiraz mercii tarafından komisyon kararı yerinde
görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen karar
kesindir.
(4) Ödenmesine
karar verilen tazminat kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay İçinde Maliye
Bakanlığı tarafından karar tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle
birlikte ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek belge ilam niteliğinde belge
sayılır. Bu belge damga vergisinden ve yapılacak işlemler harçlardan
müstesnadır.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gerekçe…
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Komisyon
kararlarına karşı itirazen Ankara Bölge İdare Mahkemesine başvuru düzenlemesi
yerinde değildir. Pek çok karar Yargıtay ve Danıştay safhasından geçerek
kesinleştiği hâlde daha alt bir birim olan bölge idare mahkemesinin itiraz
mercii olarak kabul edilmesi doğru bir yaklaşım biçimi olamaz. Ayrıca Yargıtay
ve Danıştay dairelerinin itiraz mercii olarak benimsenmesi yüksek yargı
organlarının komisyon öncesi kendi verdikleri kararlarında bir tutarlılık
olması ve yapılan hataların düzeltilmesi açısından da önemlidir.
Diğer yandan
komisyon kararlarının kısa süre içinde verilmesi ve itirazen başvuru durumunda
da daha kısa sürede karar verilmesi için sürelerde değişiklik önerilmektedir.
Örnek alınabilecek Pinto Yasası ve Moldava yasal düzenlemesi de daha kısa
süreleri kapsamaktadır.
Ayrıca yapılacak
ödemeye kararın kesinleşmesinden itibaren faiz işletilmesi ve ödeme olmadığı
takdirde icra işlemi yapılabilmesi için kararın ilam niteliğinde sayılması da
önerilmektedir.
BAŞKAN –
Gerekçesini okuttuğum önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
7’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 7’nci madde kabul
edilmiştir.
Beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 00.25
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.28
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Bayram
ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
342 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Böylece, alınan
karar gereğince, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız hakkında verilen
gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağına ilişkin görüşmeleri yapmak
için, 30 Kasım 2012 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.