DÖNEM: 24
YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 7
28’inci Birleşim
22 Kasım 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Hükûmete verilen soru önergelerinin
cevaplandırılması konusuna ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Şanlıurfa
Milletvekili Zeynep Karahan Uslu’nun, Dünya Televizyon Günü’ne ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Sedef Küçük’ün, Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Manisa
Milletvekili Muzaffer Yurttaş’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin
açıklaması
2.- Mardin
Milletvekili Erol Dora’nın, Kerbela’da yaşanan katliamı kınadığına ve 24 Kasım
Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması
3.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Suriye sınırına Patriot füzesi
yerleştirilmesine karşı olduğuna ve AKP Hükûmetinin komşu ülke rejimlerini
değiştirmeye kalkmak gibi bir maceradan uzak durması gerektiğine ilişkin
açıklaması
4.- Bolu
Milletvekili Tanju Özcan’ın, 2003’te kapatılan Dörtdivan Orman İşletme
Müdürlüğünün yargı kararına rağmen neden hâlâ açılmadığını öğrenmek istediğine
ilişkin açıklaması
5.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan'ın, Profesör Doktor Turan Yazgan’ın vefatına ve 23
Kasım 1970’te öldürülen Dursun Önkuzu’yu rahmetle andığına ilişkin açıklaması
6.- İstanbul
Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, 22 Kasım Diş Hekimleri Günü’ne ilişkin
açıklaması
7.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı
Profesör Doktor Turan Yazgan’ın vefatına ilişkin açıklaması
8.- Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaş’ın, hayvanlarda görülen üçgün hastalığıyla ilgili
bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması
9.- Giresun
Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu’nun, Mısır’ın hakemliğinde Gazze’de
ateşkes sağlanmasından sonra Mısır’ın bölgesel lider olarak
değerlendirilmesinden ders alınması gerektiğine ve 22 Kasım Dünya Diş Hekimleri
Günü’ne ilişkin açıklaması
10.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Şanlıurfa’nın Küme Evleri Mahallesi’ne on yıldır
içme suyu verilmediğine, temizlik yaparken buldukları cumhuriyet altınını Genel
Sekretere teslim eden Meclis çalışanlarına teşekkür ettiğine ve kulislerde
çalışanlara saygılarını sunduğuna ilişkin açıklaması
11.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Hükûmetin görevden aldığı Yargıtayda yargılanarak
görevlerini suistimal etmediklerine karar verilen Deniz Feneri davası
savcılarına tekrar görev verilip bu soruşturmanın devam ettirilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
12.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni’nin, Samsun’da Eti Bakır İşletmesinde meydana gelen
çökme olayında 5 işçinin hayatını kaybettiğine ve 11 işçinin de yaralandığına
ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, İstanbul’da küresel
ısınmanın sonuçlarının bilimsel olarak araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/421)
2.- BDP Grubu
adına Grup Başkan Vekilleri Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan’ın, ülkemizde hemşirelerin yaşadıkları sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/422)
3.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken ve 21 milletvekilinin, Adli Tıp Kurumunun kendi
sorunlarının ve yarattığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/423)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- MHP Grubunun,
insanı şekillendiren, insanın geleceğini ve dolayısıyla toplumun geleceğini
yönlendiren öğretmenlerimizin geçmişten günümüze hayat standartlarındaki menfi
değişimin sebepleri ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla 3/5/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verdiği Meclis araştırması önergesinin 22/11/2012 Perşembe günü
Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi
2.- CHP Grubunun,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa Milletvekili Aykan
Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında yaşanan artışın ve
nefret suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve travmanın tüm boyutlarıyla
araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli önlemlerin belirlenmesi ve
Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi için acil olarak yapılması gereken
düzenlemelerin tespit edilmesi amacıyla 21/11/2012 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin aynı
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Amasya
Milletvekili Avni Erdemir’in, Sinop Milletvekili Engin Altay’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın Adalet ve
Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Mersin
Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
4.- Mersin
Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Adalet ve
Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
6.- Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
7.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
8.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın
MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları
(1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Yargılama
Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya
da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Adalet
Komisyonu Raporu (1/625) (S. Sayısı: 342)
4.- Sermaye
Piyasası Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/638) (S. Sayısı:
337)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş Birliği
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339)
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul
Milletvekili Ali Özgündüz’ün, Genelkurmay Başkanının bir röportajına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/11397)
2.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, canlı hayvan ve et ithalatı izin belgesi
alan firmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/11399)
3.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Nilüfer Havzası’ndaki kirlilik oranına
ve alınan önlemlere,
- Diyarbakır
Milletvekili Emine Ayna’nın, ülkemizin buğday ihtiyacına ve buğday stokuna,
İlişkin soruları
ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/11463), (7/11464)
4.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, Milas’ta Arasta esnafının desteklenmesine ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11480)
5.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, Milas’ta bulunan kaya resimlerinin korunmasına
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11481)
6.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, Milas-Uzunyuva’dan kaçırılan tarihî eserlere
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11482)
7.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, Milas’ta çıkarılan Feldspat madeninin su
kaynaklarına ve ören yerlerine zarar vermesine ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11483)
8.- Eskişehir
Milletvekili Kazım Kurt’un, Eskişehir’de yer alan bazı taşınmazlar hakkında
toplu korunma kararı verilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın cevabı (7/11484)
9.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, akademisyen ve arkeologların müze ve ören
yerlerini ücretsiz ziyaret etmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11486)
10.- Muğla
Milletvekili Tolga Çandar’ın, arkeolojik kazılarda görev alacak personelin
seçimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı
(7/11487)
11.- Niğde
Milletvekili Doğan Şafak’ın, Niğde’nin Bor ilçesine bağlı bir beldedeki
restorasyon çalışmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın cevabı (7/11488)
12.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, ot ve saman ithaline,
Suriye’den kaçak
olarak getirilen küçükbaş hayvanlara,
Yurt dışından
getirilen hayvanların test edilmesine,
Şap hastalığı ile
mücadeleye,
- Kars
Milletvekili Mülkiye Birtane’nin, Kars ilindeki hayvancılık sektörünün durumuna
ve Et ve Balık Kurumunun yeniden yapılandırıl-masına,
İlişkin soruları
ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/11576), (7/11577),
(7/11578), (7/11579), (7/11580)
13.- Bitlis
Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun, Bitlis Kalesi’nde gerçekleştirilen
kazı çalışmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı (7/11599)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak sekiz oturum yaptı.
Iğdır
Milletvekili Sinan Oğan, son zamanlarda artan terör olaylarına, Dünya
Televizyon Günü’ne ve Anadolu Ajansı Genel Müdürünün Milliyetçi Hareket
Partisini kınamasına,
Mardin
Milletvekili Abdurrahim Akdağ, 21 Kasım Mardin’in Kurtuluş Günü’ne,
İstanbul
Milletvekili Ali Özgündüz, muharrem ayı ve Kerbela olayına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan, elektrik dağıtım özelleştirmelerinden sonra
Artvin’in ilçelerinde sık sık elektrik kesintileri yaşandığına ve bu sorunun
çözülmesi gerektiğine,
Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Isparta-Antalya-Dereboğaz yolunun duble yol
hâline getirilmesinin ileriki yıllara bırakıldığına ve bu yolun yapımı için tüm
Isparta milletvekillerini harekete geçmeye davet ettiğine,
Bursa
Milletvekili Aykan Erdemir, AKP’nin ülke çapında üye yazım kampanyası
düzenlediğine ancak Siyasi Partiler Sicil Bürosunun yaptığı çalışmada sahte üye
kayıtları yapıldığının tespit edildiğine,
İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal, hâkim ve savcıların kişisel güvenliklerinin
artırılması amacıyla yapılan indirimli silah kampanyasına ve Van ilinde
depremzedeler için yapılan konutların suları bağlanmadığı için vatandaşların bu
konutlara taşınamadığına,
Kocaeli
Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan, Dünya Çocuk Hakları Günü nedeniyle
çocuklarımıza yaşanacak bir dünya bırakmak için her türlü savaşa karşı
durulması gerektiğini anımsatmak istediğine,
Adana
Milletvekili Ali Halaman, şehitlere rahmet dilediğine ve Hükûmeti memleketin
sosyal faaliyetleriyle ilgili samimiyete davet ettiğine,
Giresun
Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, Hükûmet temsilcileri ile Öcalan
arasındaki görüşmelerde alınan kararların kamuoyunun bilgisine sunulmasını
beklediklerine,
Mardin
Milletvekili Erol Dora,
Muş Milletvekili
Sırrı Sakık,
Açlık grevlerinin
sona ermesine ve bundan sonra da diyalog ve müzakerelerin sürmesini
dilediklerine,
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, muharrem ayı ve Kerbela olayına,
İstanbul
Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne ve
ülkemizdeki çocukların durumuna,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Diyarbakır
Milletvekili Emine Ayna’nın, Dilekçe Komisyonu,
Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu,
Üyeliğinden
istifa ettiklerine ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici ve 21 milletvekilinin, özellikle son yıllarda terör
suçu işlediği gerekçesiyle tutuklanan ve hüküm giyenlerin sayısında meydana
gelen artışın nedenlerinin (10/418),
BDP Grubu adına
Grup Başkan Vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın, yükseköğretimin giderek paralı hâle getirilmesinin yarattığı
sorunların ve yükseköğretimde eğitimin tamamen parasız olabilmesi için neler
yapılması gerektiğinin (10/419),
İstanbul
Milletvekili Erdoğan Toprak ve 20 milletvekilinin, ÖSYM'nin güvenilirliğinin ve
yapılan sınavlarda hak kaybına uğrayanların mağduriyetlerinin giderilmesi için
yapılması gerekenlerin (10/420),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
CHP Grubunun,
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan beyaz et sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
vermiş olduğu (10/220) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
görüşmesinin Genel Kurulun 21/11/2012 Çarşamba günkü (Bugün) birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Bolu Milletvekili
Tanju Özcan, Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun’un şahsına sataşması nedeniyle bir
konuşma yaptı.
Görüşmeleri
izlemek üzere Genel Kurulu teşrif etmiş bulunan Mısır Parlamentosu Şûra Konseyi
İnsan Kaynakları Gelişimi ve Yerel Yönetimler Komitesi üyesi
parlamenterlerinden oluşan heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz.” denildi.
Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda açık bulunan ve BDP Grubuna düşen 1
üyeliğe Muş Milletvekili Demir Çelik,
Dilekçe
Komisyonunda açık bulunan ve BDP Grubuna düşen 1 üyeliğe Diyarbakır
Milletvekili Nursel Aydoğan,
Seçildiler.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir
Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu
Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156),
2’nci sırasında
yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa
Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının (1/484) (S. Sayısı:
287),
Görüşmeleri,
Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında
yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Finansal Kiralama, Faktoring ve
Finansman Şirketleri Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun
(1/601) (S. Sayısı: 239) görüşmeleri tamamlanarak yapılan açık oylamadan sonra
kabul edildi.
Alınan karar
gereğince, 22 Kasım 2012 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere 21.28’de
birleşime son verildi.
Meral AKŞENER
Başkan
Vekili
Fatih ŞAHİN Bayram
ÖZÇELİK Özlem YEMİŞÇİ
Ankara Burdur Tekirdağ
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye
No:
36
II.- GELEN KÂĞITLAR
22 Kasım 2012 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel ve 21 Milletvekilinin, İstanbul'da küresel ısınmanın
sonuçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/421) (Başkanlığa geliş
tarihi: 27.12.2011)
2.- BDP Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan’ın, hemşirelerin yaşadıkları sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/422) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.12.2011)
3.- Bingöl Milletvekili İdris
Baluken ve 21 Milletvekilinin, Adli Tıp Kurumu'nun işleyişindeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/423) (Başkanlığa geliş tarihi:
02.01.2012)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes’in, son iki seçimde mükerrer ve sahte oy kullananlara, sahte seçmen
kütüğü oluşturanlara ve oy çalanlara af getirildiği iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/9229)
2.- Kırklareli Milletvekili
Mehmet Siyam Kesimoğlu’nun, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da olup olmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/9235)
3.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, 2007-2012 yılları arasında gözaltına alınan veya
tutuklanan sendika ve sivil toplum kuruluşu yönetici ve üyelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/9237)
4.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükataman’ın, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da olmadığı iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/9244)
5.- Kars Milletvekili Mülkiye
Birtane’nin, vicdani ret hakkına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/9251)
6.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, 1999 yılında Diyarbakır’da meydana gelen bir ölüm
olayının aydınlatılmamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/9289)
22 Kasım 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 28’inci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre
vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
Görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, Genel
Kurulda gerçekten büyük bir uğultu var, birazcık daha yavaş sesle mümkünse…
Evet, teşekkür ederim.
Gündem dışı ilk söz, Hükûmete
verilen soru önergelerinin cevaplandırılması konusunda söz isteyen Aydın
Milletvekili Sayın Ali Uzunırmak’a aittir.
Buyurun Sayın Uzunırmak.(MHP
sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Hükûmete verilen soru
önergelerinin cevaplandırılması konusuna ilişkin gündem dışı konuşması
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
makamlar ve sıfatlar kişilere mesuliyet yükler. Hele o makamlar ve sıfatlar
imza yetkisine sahip olunca, imza atılınca daha önemli bir mesuliyet yükler.
Demokrasilerde denetim elbette ki çok önemlidir. Bizler burada kamu adına,
millet adına görev yapan bireyleriz. Dolayısıyla Parlamento sadece yasama
görevi yapmıyor.
Tabii, kürsüden konuşulduğu
gibi, yerlerinde oturan arkadaşlarımız da çok konuşurlar, bazen yüksek sesle
konuşurlar. O yüksek sesle konuştukları, halkın meselesi olmayabilir. Kürsüde
halkın meselesi konuşulurken şahsi meseleleri, muhabbeti bir yana bırakabilmek
gerekir. Parlamentonun bu olgunlukta olması gerektiğine de inanıyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Spor Bakanına ve çeşitli bakanlara verdiğimiz soru önergelerinde denetim
mantığından ve demokrasi anlayışından uzak, ciddiyetten uzak, altında bakan
imzası olduğuna inanamayacağımız ciddiyetsizlikte cevaplar gelmeye başlamıştır.
Burada iki açıdan bu konuyu değerlendireceğim. Bunlardan birincisi: Bu
ciddiyetsizlik. Bu ciddiyetsizlik Hükûmette almış başını gitmiştir. Değerli
arkadaşlar, iktidar mensubu milletvekilleri olabilirsiniz ama milletvekilliği
fonksiyonu mutlaka ve mutlaka, iktidar milletvekili olsanız da iktidarı
denetlemeyi gerektirir, yürütmeyi denetlemeyi gerektirir. Her şeyden önce bu
ciddiyet içerisinde sayın bakanları sizlerin de denetlemesi gerektiği kanaatini
taşıyorum.
Bakın, 2012 Londra
Olimpiyatları’yla ilgili birçok soruyu Sayın Bakana tevdi ettim. Bunlardan
“2012 Londra Olimpiyatları’na katılan sporcuların her birine Londra’ya gitmeden
önce birtakım ödüller verilmiştir. Bu ödüllerin verilmesinde, karşılandıysa bu
ödüllerin tutarı nedir?” diye verdiğim soru önergesine “belirlenen esaslar
çerçevesinde” diye Sayın Bakan cevap veriyor ve o belirlenen esasların ne
olduğu yok. 2012 Londra Olimpiyatları’na katılan antrenörlerin her birine,
sporcuların her birine hangi esaslarla ve ne kadar ödemeler yapıldığını sorduk,
karşılandıysa tutarlarının ne olduğunu sorduk. “Belirlenen esaslar çerçevesinde
ödeme yapılmıştır.” diyor, miktar belirtilmiyor. Ve aynı şekilde, İngiltere’de
Başbakan ve Bakan heyetinde olanlara nelerin karşılandığını, miktarların ne
olduğunu sorduk, karşılandıysa tutarların ne olduğunu sorduğumuzda, gene
“belirtilen esaslar ölçüsünde” diyor ve miktardan hiçbir şey bahsedilmiyor.
Değerli arkadaşlar, biz,
acaba Türkçe konuşmuyor muyuz, yazmıyor muyuz? Sayın Bakan Türkçe anlamıyor mu,
Türkçeyi işitmiyor mu?
Bakın, değerli arkadaşlar,
“2012 Olimpiyatları’nda, olimpiyatlara katılan sporcu sayısını aldığımız
madalya sayısına kıyasladığımızda yıllar itibarıyla başarı oranı nedir?” diye
soruyoruz. Sadece oran verilmiyor; kazanılan ödüller, kazanılan başarılar
sıralanıyor ve bu başarılara baktığımızda, 2000, 2004, 2008, 2012
olimpiyatlarını kıyasladığımızda, 10 branşta, 12 branşta ve son olarak 16
branşta 114 sporcuyla, geçmiş branşlardaki sporcu sayısının 2 katıyla
katılındığı hâlde, sadece 2 altın, 2 gümüş, 1 bronz ve diğer sporcu
sayılarından ve branşlardan çok sporcu ve branşta katılındığı hâlde, başarı
yarı yarıya düşmüştür. Bunlar hiç değerlendirilmemektedir. Bunların
değerlendirilmemesi, mutlaka ki ödül ve başarının ödüllendirilmesiyle doğru
orantılıdır gelişme için ama bilmeden, kıyaslamadan, hangi rekabeti esas alarak
ödülün verildiği Sayın Bakan tarafından bir mantığa oturtulmamıştır.
Değerli arkadaşlar, AKP on
yıldır iktidardadır ve on yıldır, Spor Bakanlığı da dâhil, ülke sizler
tarafından yönetilmektedir ve dolayısıyla, daha hâlen birbirini tekzip eden
politikalarla sporun desteklenmesi mümkün değildir. Ödül kişiye mi
verilmektedir, başarıya mı verilmektedir veya başarılı kişiye mi verilmektedir?
Sosyal yardımla taraftar kazanma hedef ve mantığı ile dağıtılan ödüllerle
sporun gelişmesi mümkün değildir.
2012 Londra Olimpiyatları’na
baktığımızda, evet, sosyal yardım mantığında taraftar kazanmayla verilen bir
ödül sistemi göz önünde bulundurulmaktadır. 100 küsur, 116 küsur, 136 küsur
sporcuyla katılınmıştır ama başarı elde edilememiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) –
Burada bir şeyi gündeme getirmek istiyorum. İşitme engelliler, bedensel engelliler
de spor faaliyetlerine katılmaktadırlar ama işitme engellerin de… Başarıya ödül
verilecekse bakın, Dünya Futbol Şampiyonası 2012 Aralık Ankara’da birincilik
kazandırıyor. Dünya Güreş Şampiyonası Eylül 12’de Bulgaristan’da birincilik
kazanıyor. Atletizm Şampiyonası’nda 2011’de Kanada’da üçüncülük kazanmış, Dünya
Judo Şampiyonası’nda 2012’de Venezuela’da birincilik kazanmış ama bunlar işitme
engelli sporcularımız. Sayın Bakan da herhâlde işitme ve görme engelli olmadan
bu başarıları görerek ödüllendirmeli; yönetmelikleri ve talimatnameleri
değiştirmelidir. Burada Anayasa’yı değiştirebilecek güçler gerekirse kanunları
da değiştirmelidir. Bu sporcuların problemlerine çözüm bulunmalıdır, doğru
desteklemeler yapılmalıdır.
Hepinize teşekkür ediyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Gündem dışı ikinci söz, Dünya
Televizyon Günü nedeniyle söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Sayın Zeynep
Karahan Uslu’ya aittir.
Buyurun Sayın Uslu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
2.- Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu’nun, Dünya Televizyon
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
ZEYNEP KARAHAN USLU
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; medyanın yaygın bir
teşbihle dördüncü kuvvet olarak adlandırıldığı günümüz dünyasında insanlığın en
sık ve yaygın kullandığı ve belki de en etkili mecra televizyon ve en hassas
konu da halkların bilincine hangi içeriklerin, diğer bir ifadeyle hangi
mesajların ulaştırıldığı ve bunun yarattığı sonuçlar. Ve bu durum Birleşmiş
Milletler tarafından da dikkate alınarak 1999 yılından beri Dünya Televizyon
Günü çerçevesinde, televizyonun evrensel etkisi üzerine gerçekleşen tartışmalar
canlı tutulmakta ve dünya barışının, iş birliğinin ve kalkınmanın televizyon
programları aracılığıyla güçlendirilmesi ve küresel değişimlerin teşvik
edilmesi amaçlanıyor.
İşte, şu anda da dünyanın
gözleri önünde İsrail’in Gazze’de yürüttüğü katliam çerçevesinde masum
çocuklara, kadınlara, yaşlılara karşı yürütülen bu acımasız savaşın doğru
aktarılması, yine Suriye yönetiminin kendi halkına karşı yürüttüğü zulmün doğru
aktarılması gibi konularda televizyonun ve medya kuruluşlarının sorumluluğu da
açık ve bu çerçevede insanlığın ve yönetimlerin barış için harekete
geçirilmesinde televizyon en etkili mecralardan biri. Yani bir başka ifadeyle,
en etkili farkındalık yaratıcı ya da en etkili farkındalık perdeleyici olarak
insanlığın karşısında ve bu çerçevede, geçtiğimiz günlerde “Neden Yahudilere
ait medya kuruluşları her krizde bu kadar İsrail karşıtı bir tavır sergiliyor?
İsrail’in durumu tehlikeli.” şeklindeki sosyal medya mesajlarını Twitter
üzerinden yayınlamakta sakınca görmeyen Rupert Murdoch gibi küresel medya
patronlarının bizatihi kendi kimlikleri üzerinden dünya kamuoylarına yönelik
bilgi akışının küresel ölçekte nasıl kullanılıyor olduğuna dair de karşımızda
hayati soru işaretleri vardır ve yine toplumun bütünü, bilhassa da çocukların
ve gençlerin dünyayı kavrama, ilişki ve iletişim kurma, parçası olmadıkları ve
çoğu kez olmayacakları farklı yaşam deneyimlerinin medya üzerinden, özellikle
de televizyonun kaleydoskoplarından elde edilmesi sorunu da önemli bir alandır.
RTÜK tarafından 2009’da
yaptırılan araştırmaya baktığımızda, ülkemizde televizyon izleme sürelerinin
giderek arttığını, üç-beş saat aralığına çıktığını ve aynı zamanda da
televizyon yayınlarına duyulan güvenin azaldığını görüyoruz ve bu çerçevede,
ekrandan zihinlere akan mesajlar çoklukla ya ideolojik süzgeçlerin eseri olarak
karşımızdadır ya da insanoğlunun merak, cinsellik, heyecan gibi içgüdülerine
vurgu yaparak hoş ve boş zaman geçirtmekle televizyon yayınları sınırlı
kalmaktadır ya da reklamlar aracılığıyla “Nasıl daha çok mal tüketiriz.” diye,
kapitalist sistemin önemli mecralarından biri olarak karşımızda.
Ortak geleceğimiz
çocuklarımız üzerinden örneklersek, çocuklarımız yılda yaklaşık 900 saat okula
gitmekte ama 1.200 saat televizyon seyretmektedir ve bunun yüzde 82’si anne,
baba denetimi olmadan televizyon karşısında geçirilen saatlerdir.
Bu bağlamda AK PARTİ
İktidarının ilköğretimlerde yürürlüğe koyduğu medya okuryazarlığı derslerinin
gençlerin bilinç düzeyine yapacağı katkının önemi de vurgulanmalıdır ve buradan
tüm ailelerimize geleceğimizin teminatı, en kıymetli varlıklarımız dediğimiz
evlatlarımızın geleceği adına, onların medya izleme alışkanlıklarına da hayatın
diğer alanlarında gösterdiğimiz hassasiyeti sergileme sorumluluğumuz olduğunu
bir kez daha hatırlatmayı da bir borç biliyorum.
Yine keza, Parlamento
tarihinde bir ilk olarak, KEFEK komisyonunda, Başkanlığını da üstlendiğim,
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinde Medyanın Rolü Alt Komisyonu Raporu’nda da
belirtildiği gibi, tarihin en köklü ayrımcılık alanlarından biri olan kadın
erkek ayrımcılığının devam ettirilmesinde ya da dönüştürülmesinde, giderek
törpülenmesinde de televizyondan tüm toplum kesimlerine ulaşan mesajların
etkinliği de açıktır.
Bu bağlamda, eşitlikçi ve
etik değerlere yaslanan bir medya ve televizyonculuk anlayışının kadınlara
yönelik ayrımcılıkla mücadeledeki etkisi de vurgulanmalıdır ve tüm medya ve
televizyon kuruluşlarının altına imza koydukları etik ilkelerde belirlenen din,
ırk, mezhep, etnik kimlik ve cinsiyet ayrımının yapılmadığı, daha eşitlikçi ve
insani temsillerin hâkim olduğu bir medya düzenine ulaşmak adına gayret ve
katkı sağlamanın tüm insanlığın ortak sorumluluğu olduğunu ifade ediyor ve yüce
Meclisi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Gündem dışı üçüncü söz,
Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü nedeniyle söz isteyen İstanbul
Milletvekili Sayın Sedef Küçük’e aittir.
Buyurun Sayın Küçük. (CHP
sıralarından alkışlar)
3.- İstanbul Milletvekili Sedef Küçük’ün, Uluslararası Kadına Karşı
Şiddetle Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle
Mücadele Günü üzerine gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
konuşmama çok çarpıcı bulduğum bir istatistikle başlamak istiyorum. Emniyetin
resmî verilerine göre, ülkemizde gün içinde ortalama 138 aile içi şiddet vuku
bulmaktadır. Yani resmî rakamlara göre her gün 138 kadın, çay soğuk geldi diye,
kahvaltı geç hazırlandı diye, izinsiz sokağa çıktı diye veya buna benzer
herhangi bir bahaneyle kocasından dayak yemektedir. Bunlar kadına şiddetin
sadece emniyet kayıtlarına yansıyan kısmıdır. Bir de bu şiddetin resmî
rakamlarda görünmeyen kısmı vardır ki, belki binlerle ifade edilebilir. Bunlar
istatistiklerdir, bunlar rakamlardır ve rakamlar soğuktur.
Burada; resmî rakamlara göre
her on dakikada bir kadının karakola başvuracak denli ağır bir şiddete maruz
kalmasından söz ediyoruz; dayak yiyen kadınlardan söz ediyoruz; boşanmak istedi
diye bıçaklanan, kolları kırılan kadınlardan söz ediyoruz; sokaklarda öldürülen
kadınlardan söz ediyoruz; her gün gazetelerin üçüncü sayfasına yansıyan ve
şöyle bir okunup geçilen acılardan söz ediyoruz.
Resmî rakamlarda ifade bulsun
ya da bulmasın, kadınlarımızın maruz bırakıldığı bu şiddetin, her şeyden önce,
hiçbir siyasi, dinî veya kültürel gerekçeyle haklı gösterilemeyecek bir insan
hakları ihlali olduğunu ortaya koymamız gerekmektedir.
Toplumun gelişimi önünde bir
engel olan kadına yönelik şiddet, müdahale edilmediğinde kuşaktan kuşağa
aktarılan bir problem hâline gelmektedir ve bu problemi çözmek önümüzde bir
görev olarak durmaktadır. Bunu ertelemek, üstünü örtmek, gerekçelendirmek,
görmezden gelmek lüksümüz yoktur. Unutulmamalıdır ki, şiddet, bireylerce,
toplumca ve devletçe kabul gördüğü oranda meşru kılınmakta, hatta bir sorun
çözme aracı olarak dahi görünmektedir.
Aile içi şiddete hoşgörüyle
yaklaşan toplumlar, sosyal hayatın farklı alanlarında da var olan şiddete tepki
göstermemekte, hatta olağan karşılamaktadır.
Eğer bu şiddeti önlemek
istiyorsak, eğer kadınların şiddet görmediği, tüm nimetleri erkeklerle eşit
biçimde paylaştığı bir dünya istiyorsak, kadınıyla erkeğiyle hepimizin daha
cesur olması gerekmektedir. Bu, birey olarak hepimizin görevidir. (CHP
sıralarından alkışlar) Ama asıl olan, karar alıcıların bunu görev olarak algılamasıdır.
2012 AB İlerleme Raporu’nda
“Aile içi şiddet mağdurlarının adalete erişimi hâlâ engellenmektedir.” ifadesi
yer almaktadır. Bu ifade, kadına şiddet konusunda almamız gereken daha çok
mesafe olduğunu ortaya koymaktadır. Tabii ki kadına şiddeti üreten dinamikler
toplumsal, hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal yapının dinamiklerinden ayrı
değerlendirilemez ama ne olursa olsun, Türkiye gibi kadınların sadece eşit olma
değil, kimi durumda sadece var olma, hatta hayatta kalma mücadelesi verdiği bir
toplumda şiddetin yakıcılığı görmezden gelinmemelidir. Kadınlarımız, kadınları
yalnızca iyi bir kız evlat, iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını
olmasıyla sınırlayan bir algıya, bir anlayışa kurban edilmemelidir. Bu algı
sağlıksız bir algıdır, bu anlayış sağlıksız bir anlayıştır.
Değerli milletvekilleri,
“Kadının sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” gibi olumsuz bir atasözü de,
Atatürk’ün söylediği “Şuna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey
kadının eseridir.“ sözü de bu dile, bu topraklara aittir. Sorun, bizim gelecek
kuşaklara hangisini miras bırakmak istediğimizdedir diyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
60’ıncı maddeye göre sisteme
giren ilk 10 arkadaşıma söz vereceğim.
Sayın Yurttaş…
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş’ın, 24 Kasım Öğretmenler
Günü’ne ilişkin açıklaması
MUZAFFER YURTTAŞ (Manisa) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin ve geleceğimizin teminatı olan
gençlerimizi, çocuklarımızı yetiştiren, lider ülke Türkiye’yi oluşturacak olan
altın nesli eğiten fedakâr ve vefakâr öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler
Günü’nü tebrik ediyorum. Ebediyete göç eden tüm öğretmenlerimizi rahmetle ve
minnetle anıyorum. Sadece bilgiyi değil, sevmeyi, saygıyı, paylaşmayı da öğreten,
altın kanatlı kelebekler gibi çiçeklerin arasında hiç yorulmadan uçan ve
çiçeklere asla toz kondurmamaya gayret eden tüm öğretmenlerimizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Dora…
2.- Mardin Milletvekili Erol Dora’nın, Kerbela’da yaşanan katliamı kınadığına
ve 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin açıklaması
EROL DORA (Mardin) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
muharrem ayında tutulan 12 imam orucu vesilesiyle Kerbela’da yaşanan katliamı
lanetliyorum. Acılı bir geçmişe sahip Alevi yurttaşlarımızın acısını
paylaşıyor, bütün halkımıza barış, huzur ve kardeşlik dolu günler diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
malumunuz 24 Kasım Öğretmenler Günü çileli bir meslek yaşamı süren bütün
öğretmenlerimizin ve öğretmenlik mesleğini yapmaya hak kazandıkları hâlde
Hükûmetin yanlış politikaları sonucu bir türlü atanamayan öğretmen
adaylarımızın Öğretmenler Günü’nü kutluyor, kendilerini sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Tüzel…
3.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, Suriye sınırına
Patriot füzesi yerleştirilmesine karşı olduğuna ve AKP Hükûmetinin komşu ülke
rejimlerini değiştirmeye kalkmak gibi bir maceradan uzak durması gerektiğine
ilişkin açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Orta Doğu coğrafyasında savaş
ve emperyalist planlar işlemeye devam ediyor. ABD ve Batılı emperyalistlerin
arkasındaki İsrail’in tetikçiliğinde Filistin ve Suriye toprakları, halkları
ateş altında. Bunu lanetlemek ve son verilmesini istemek görevimiz elbette.
Ancak AKP Hükûmeti ne yapmak arzusunda? “Kardeşlerim” dediği çocuk ve masum
insanların katledilmesine ortak mı olacak, yoksa barışın, kardeşliğin,
özgürlüğün yanında mı yer alacak?
Suriye sınırına Patriot
füzesi yerleştirmek için NATO’ya başvurmak, halkımızın ve sınırların
güvenliğini değil, ülkeyi savaşa bağlamak anlamına gelecektir. ABD ve NATO
güçleriyle İsrail’e nereye kadar efelenebilirsiniz? AKP Hükûmeti yabancı
güçlerle komşu ülke rejimlerini değiştirmeye kalkmak gibi bir maceradan uzak
durmalıdır.
Almanya Sol Parti
Milletvekili Sevim Dağdelen’le birlikte açıklama yaparak, bu füze rampasının
sınıra konulmasına karşı olduğumuzu belirtmiştik. Türkiye halkının ve Meclisin
onayı olmadan böyle bir girişimde bulunulamaz. Ülkemizde ve bölgemizde savaş ve
yabancı silahlı güçler istemiyoruz.
BAŞKAN – Sayın Özcan…
4.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, 2003’te kapatılan Dörtdivan Orman
İşletme Müdürlüğünün yargı kararına rağmen neden hâlâ açılmadığını öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan buradayken
aracılığınızla şu soruyu sormak istiyorum. Sayın Bakan sadece Su İşleri Bakanı
değil, aynı zamanda Orman Bakanı. Su işlerinden ne kadar anladığı tartışılır
Sayın Bakanın ama orman işlerinden pek anlamadığı konusunda herhâlde hemfikiriz.
Sayın Bakanım, daha önce de
izah ettim size, Bolu’nun Dörtdivan ilçesinin orman işletme müdürlüğü 2003
yılında kapatıldı, 24 orman işletme müdürlüğüyle birlikte. 2006 yılında
Danıştay bunu iptal etti. Sonra bu iptal kararı uyarınca 24 orman işletmesinin 13’ü
açıldı, Dörtdivan’ın da aralarında bulunduğu 11 orman işletme müdürlüğü
açılmıyor.
Sayın Bakanım, niye
yapmıyorsunuz bunu? Bu size yargının emri. Görevinizi kötüye kullanıyorsunuz,
suistimal ediyorsunuz. Bunun gereğini yapmanızı bekliyor Dörtdivan halkı.
Mesajla da duyurdum, şimdi Dörtdivan halkı sizi izliyor, vereceğiniz cevabı da
bekliyor.
Saygılar sunuyorum. Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Maalesef, Sayın
Özcan, Sayın Bakan cevap veremez. Siz pek kısa bilgi sundunuz, sonra baş başa
konuşursunuz, cevabını alırsınız.
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Efendim,
bana versin ben iletirim.
BAŞKAN – Veremez, izin vermem,
yasak hemşehrim.
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Kulağıma
söylesin yeter, kulağıma söylese yeter.
BAŞKAN – Sayın Türkkan…
5.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan'ın, Profesör Doktor
Turan Yazgan’ın vefatına
ve 23 Kasım 1970’te öldürülen Dursun Önkuzu’yu rahmetle andığına ilişkin
açıklaması
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türk dünyası davasının ulu çınarı,
bilim ve dava adamı, Muhterem Profesör Doktor Turan Yazgan Hocamız Hakk’a
yürüdü. Cenabıallah’tan kendisine rahmet diliyorum. Bütün ülküdaşlarıma da
başsağlığı diliyorum.
Yarın, 23 Kasım 2012.
“Önkuzu ah! Önkuzu.
Önde gider Önkuzu.
Bu bayrak düşmez yere,
Düşmedikçe son kuzu.”
23 Kasım 1970’te, işkenceyle
ciğerlerine hava basılan, bisiklet pompasıyla hava basılan, daha sonra üçüncü
kattan atılarak öldürülen, hayata veda eden ülküdaşımız Dursun Önkuzu’yu
rahmetle, minnet ve şükranla anıyorum.
BAŞKAN – Sayın Öğüt…
6.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, 22 Kasım Diş Hekimleri
Günü’ne ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Diş hekimliği, tarihin en
köklü mesleklerinden biridir. Bu meslek, yüzyıllar içinde gelişerek teknoloji
ve bilimin ilerlemesiyle bugün çağın en önemli meslekleri arasında yer almayı
başarmıştır. Ülkemizde ise, bilimsel diş hekimliğinin temeli 22 Kasım 1908’de
atılmış, bu tarihin Diş Hekimleri Günü olarak kutlanması kabul edilmiştir.
Ağız ve diş sağlığı insan
sağlığının temel unsurlarından biri olduğu tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçek
iken, ülkemizde bu bilincin tam anlamıyla yerini bulamadığını görmek üzücüdür.
Yurdun en ücra köşelerinde muayenehane açarak hizmet vermeyi bekleyen 15 bin
diş hekiminden devlet hizmet alamamakta yani önemli bir sağlık sunumundan
yararlanamamaktadır.
İşte, 22 Kasım tarihi de ağız
ve diş sağlığının önemine dikkat çekmek, çocukluktan itibaren verilecek
eğitimlerle öneminin kavranmasını sağlamak ve bu hususta topluma düşen görevler
konusunda ortak bilinç oluşturmak adına çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir
gündür.
Ağız ve diş sağlığı
bilincinin oluşumuna koşulsuz destek olan, korunması ve iyileştirilmesi
hususunda büyük özveriyle çalışan tüm meslektaşlarımın 22 Kasım Diş Hekimleri
Günü’nü kutluyorum.
Saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Yeniçeri…
7.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Başkanı Profesör Doktor Turan Yazgan’ın vefatına ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Büyük Türk milletinin evladı,
Türk dünyasının hamisi, ömrünü Türk kültürüne, tarihine ve medeniyetine adamış
değerli dava ve ülkü adamı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının Kurucusu ve
Başkanı Profesör Doktor Turan Yazgan Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Rahmetli Turan Yazgan,
sıfırdan, sınırları Avrasya’ya uzanan büyük bir kurum kurmuştur. Türk
dünyasının çocukları onun kaybıyla artık öksüzdür. Ömrünü milletinin kültür,
tarih ve medeniyetine adamış bu aziz insana Allah’tan rahmet diliyor, mekânı
cennet olsun diyorum. Ailesinin, Türk dünyasının, Türk milletinin başı sağ
olsun.
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş…
8.- Çanakkale Milletvekili Ali Sarıbaş’ın, hayvanlarda görülen üçgün
hastalığıyla ilgili bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) –
Sayın Başkan, insanlarda görülen, ateş ile beraber burun akıntısı şeklinde
ortaya çıkan grip hastalığının bir benzeri son günlerde hayvanlarda görülmeye
başlamıştır. Hayvanların gözleri kızararak yaş akarken kaslarında bir gevşeme
ve güçsüzlük belirtileriyle birlikte iştahsızlık ve uykusuzluk görülmektedir.
“Üçgün hastalığı” olarak da ifade edilen bu hastalıktan dolayı hayvanlarda ölüm
olduğu gibi, süt miktarlarında oldukça düşmelere neden olduğu belirtilmektedir.
Buna göre, son günlerde üç gün hastalığına yakalananların sayısının ciddi
artışlar kaydettiği iddia edilmektedir. Bu iddialar doğru mudur? Doğru ise bu
üçgün hastalığına yakalanan hayvan sayısının bölgelere göre tespiti yapılmış
mıdır? Tespitlerin sonucu nedir? Hayvanlardan hayvana geçen bu üçgün
hastalığının virüsünün kaynağı nedir? Üçgün hastalığına yakalanıp da ölen ve
telef edilen hayvan sayısı ne kadardır? Üçgün hastalığına yakalanan hayvanların
etlerinin piyasaya sürüldüğü iddia edilmektedir. Bu iddialar doğru mudur? Üçgün
hastalığına yakalanmış hayvanların et ve sütlerini tüketen insanlar üzerinde ne
gibi etki yaratmaktadır? Bu hastalıklı et ve sütü tüketen vatandaşlarımızın
hastanelere başvurusu olmuş mudur? Bunların sayısı ne kadardır? Üçgün hastalığı
nedeniyle ülkemizde ekonomik…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Karaahmetoğlu…
9.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu’nun, Mısır’ın
hakemliğinde Gazze’de ateşkes sağlanmasından sonra Mısır’ın bölgesel lider
olarak değerlendirilmesinden ders alınması gerektiğine ve 22 Kasım Dünya Diş
Hekimleri Günü’ne ilişkin açıklaması
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU
(Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Mısır’ın hakemliğinde
yürütülen Hamas ile İsrail arasındaki görüşmelerde Gazze’de ateşkes
sağlanmıştır. Bölge ve dünya barışı adına önemli bir kazanımdır. Bu olay
sonucunda da Obama, Mısır’ı bölgesel lider ülke olarak değerlendirmiştir. Kendi
söylediklerine yalnızca kendileri inanma sendromu içinde olanların çıkarması
gereken dersler olduğunu düşünüyorum.
Bugün Diş Hekimleri Günü. Tüm
diş hekimlerimizin gününü kutluyor, başarılar diliyorum.
BAŞKAN – Sayın Tanal…
10.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Şanlıurfa’nın Küme Evleri
Mahallesi’ne on yıldır içme suyu verilmediğine, temizlik yaparken buldukları
cumhuriyet altınını Genel Sekretere teslim eden Meclis çalışanlarına teşekkür
ettiğine ve kulislerde çalışanlara saygılarını sunduğuna ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli Orman ve Su İşleri
Bakanı, yıl 22 Kasım 2012, yer Şanlıurfa ili Sırrın mevki Küme Evleri
Mahallesi; yapılan yapılar 2002 yılında yapılmış, on yıl geçtiği hâlde hâlâ
içme suyu verilmemektedir. İçme suyu bulunmayan bir büyükşehir düşünebiliyor
musunuz? Küme Evleri’nin bu su sorununu ne zaman gidereceksiniz?
Ayrıca, Plan ve Bütçe
Komisyonunda temizlik yapan görevliler dün bir cumhuriyet altını bulmuştur. Bu
cumhuriyet altınını Meclis Genel Sekreterine teslim etmişlerdir. Bu onurlu,
ahlaklı davranışı yerine getiren cefakâr Meclis çalışanlarına ben teşekkür ediyorum.
Ayrıca, kulislerde uzun
süreden beri gece gündüz demeden 24 saat bize hizmet veren kulis çalışanlarının
hepsine saygılarımı sunuyorum, bu konuyu Meclis Başkanlığının bilgilerine arz
ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan bize de sorun, ben ilk defa söz istedim.
BAŞKAN - Sayın Genç şimdi bir saniye… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Allah rızası için, bir ağızdan konuşuyorsunuz, kimseyi
duyamıyorum.
Sayın Genç’e bir özel muamele
veriyorum. Yani, on biri hiç yapmadım, şimdi size vereceğim.
SIRRI SAKIK (Muş) – Neye göre
Sayın Başkan?
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Ben
de söz istemiştim.
BAŞKAN - Olsun, biz eski arkadaşız. Ona bir özel şey
yaptım, size de yarın yaparım.
Buyurun.
11.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Hükûmetin görevden aldığı
Yargıtayda yargılanarak görevlerini suistimal etmediklerine karar verilen Deniz
Feneri davası savcılarına tekrar görev verilip bu soruşturmanın devam
ettirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şimdi, Deniz Feneri davasında
Hükûmetin görevden aldığı 3 savcı Yargıtayda yargılandı, bunların, görevlerini
suistimal etmedikleri, hakkıyla görevlerini yaptıkları yolunda Yargıtay karar
verdi.
Şimdi, bu Hükûmete düşen, bu Deniz Feneri davasında
bu savcılara tekrar o davayı verip ve o davada eksik düzenlenen, bu yeni atanan
savcıların düzenledikleri iddianameyi hükümsüz sayarak yeniden iddianameyle
mahkemede dava açması lazım. Çünkü, eski savcıların yaptıkları araştırmalarda
Deniz Feneri davasında Tayyip Erdoğan’a da çok yaklaşılmış, hatta, çantayla
para taşıyıp taşımadığı konusunda Tayyip Erdoğan ve oğlunun da yer alıp
almadığı konusundaki sorular açıklığa kavuşmamıştı. Aşağı yukarı 5 bin belgede
naylon fatura düzenlendiği tespit edilmişti.
Şimdi, bu Hükûmete düşen şerefli ve namuslu görev
-eğer, hakikaten böyle bir nitelikleri taşıyorlarsa- hemen bu savcılara tekrar
görev verip bu soruşturmayı devam ettirmektir. Aksi takdirde, Yargıtay
kararının bir anlamı kalmaz. Bu, yerine getirilmediği takdirde bunlar hakkında
suistimal…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin,
İstanbul’da küresel ısınmanın sonuçlarının bilimsel olarak araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/421)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İstanbul'da küresel ısınmanın
sonuçlarının bilimsel olarak incelenmesi, kuraklık analizlerinin yapılması,
denetimsiz sanayi gelişiminin olumsuz etkilerinin ortaya konması, özel araç
kullanımının ve fosil yakıtların bilinçsizce kullanılmasının etkilerinin ortaya
konması, sera gazı emisyonlarının düşürülmesi için önleyici politikaların
oluşturulması ve ekolojik bir afet olarak ortada duran kuraklığın önlenmesi ve
küresel ısınmanın etkilerinin ortadan kaldırılması için fiilî olarak neler
yapılması gerektiğinin, bu konuda çalışan meslek odaları, uzmanlar ve çevre
örgütleriyle birlikte ortaya konulması için bir Meclis araştırma komisyonu
kurulması amacıyla Anayasanın 98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılması için gereğini arz ederiz. 27.12.2011
1) Sebahat Tuncel (İstanbul)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık ( Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat (Batman)
8) İdris Baluken (Bingöl)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10) Emine Ayna (Diyarbakır)
11) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan Tan (Diyarbakır)
13) Adil Kurt (Hakkâri)
14) Esat Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkçü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Fosil yakıtların yakılması,
ormansızlaşma, arazi kullanımı değişiklikleri ve sanayi süreçleri ile atmosfere
salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimleri, sanayi devriminden beri hızla
artmaktadır. Bu ise, doğal sera etkisini kuvvetlendirerek, şehirleşmenin de
katkısı ile dünyanın yüzey sıcaklıklarının artmasına neden olmaktadır. Yüzey
sıcaklıklarında 19. yüzyılın sonlarında başlayan ısınma, 1980'li yıllardan
sonra daha da belirginleşerek, hemen her yıl bir önceki yıla göre daha sıcak
olmak üzere, küresel sıcaklık rekorları kırmıştır. Yüksek sıcaklık rekorunun en
sonuncusu, 1998 yılında kırılmıştır. 1998, hem küresel ortalama hem de kuzey ve
güney yarımkürelerin ortalamaları açısından, 1860 yılından beri yaşanan en
sıcak yıl olmuştur.
Doğal bir felaket olan
küresel ısınma ve iklim değişikliği önümüzde duran en büyük sorunlardan
biridir. Ülkeler bu sorunun farkına vararak geç de olsa Kyoto Protokolü ile bu
soruna dikkat çekmiştir ve protokolü imzalayan ülkelerin sera gazı
emisyonlarını 2050 yılına kadar düşürmeleri öngörülmüştür. İmzacısı olan
Türkiye’de ise 2012 yılında hiçbir iyileşme olmadığı Güney Afrika’da yapılan
iklim değişikliği toplantısında ortaya konmuştur. Türkiye’den hiçbir bakanın ya
da devlet yetkilisinin katılmadığı toplantıda, Türkiye’nin kuraklık
tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtilmiştir.
Sanayinin %80'inin bulunduğu,
özel otomobil kullanımın ve kömür gibi fosil yakıtların kullanımının yüksek
düzeyde olduğu ve sürekli göç alan İstanbul için bu sorun daha büyük bir önem
arz etmektedir. Diğer yandan 103 bin dönümlük 2B arazi tespiti yapılan
İstanbul'da ormanlar yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 25 bin biyo
çeşitliliğin bulunduğu belirtilen İstanbul ormanlarının yok olması ekolojik
açıdan da büyük bir tehlike demektir. Diğer yandan yapılması planlanan 3. köprü
ile de İstanbul'un son kalan ormanları rant alanına dönüştürülmüştür.
İstanbul'da yağışlar son 50
yılın altına düşmesi sonucunda uzmanlar kuraklık tehlikesine dikkat
çekmektedir. 2011 yılında baraj doluluk oranı en son 2007 yılında yaşanan
kuraklık zamanındaki oranın da altına düşerek %52 olarak tespit edilmiştir.
Meteoroloji ve Afet Yönetimi, kuraklığın İstanbul'da 2012 ve 2013 yıllarında en
önemli doğal afet olacağını açıklamıştır. Küresel ısınmanın sonucunda her 10
yılda yaşanan kuraklık, iklim değişikliği sonucunda her 5 yılda yaşanmaya
başlanmıştır. Barajlardaki %25'lik doluluk oranındaki düşüşün ciddi bir uyarı
olduğunu belirten meteoroloji uzmanları, küresel ısınma ve kuraklık için derhâl
önlemlerin alınması konusunda uyarı yapmaktadır. Küresel ısınmanın sadece
kuraklık değil beraberinde artan radyasyon sorununu da getireceği ve tarımı da
olumsuz etkileyeceği göz önüne alındığında kuraklık için kapsamlı analizlerin
ve politikaların oluşturulması gerekliliği daha da önem kazanmaktadır.
Türkiye'nin en büyük nüfusunu
barındıran İstanbul'da küresel ısınmanın sonuçlarının bilimsel olarak
incelenmesi, kuraklık analizlerinin yapılması, denetimsiz sanayi gelişiminin
olumsuz etkilerinin ortaya konması, İstanbul'da 2B arazileri ve 3. köprü
projesiyle ormanlara ve ekolojiye ne kadar zarar verileceğinin tespit edilmesi,
özel araç kullanımının ve fosil yakıtların bilinçsizce kullanılmasının
etkilerinin ortaya konması, sera gazı emisyonlarının düşürülmesi için önleyici
politikaların oluşturulması ve ekolojik bir afet olarak ortada duran kuraklığın
önlenmesi ve küresel ısınmanın etkilerinin ortadan kaldırılması için fiilî
olarak neler yapılması gerektiğinin bu konuda çalışan meslek odaları, uzmanlar
ve çevre örgütleriyle birlikte ortaya konulması için bir Meclis araştırma
komisyonunun kurulmasını önermekteyiz.
2.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, ülkemizde hemşirelerin
yaşadıkları sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/422)
28/12/2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Hemşirelik mesleği sağlık
hizmetlerindeki kilit rolüne rağmen yıllardır hep ihmal edilmiştir. Bu temelde
ülkemizde hemşirelerin yaşadıkları sorunların neler olduğu ve bu sorunlarına
çözüm yolları geliştirmek amacıyla, Anayasa’nın 98'inci İç Tüzüğün 104'üncü ve
105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve
teklif ederiz.
Pervin Buldan Hasip
Kaplan
Grup Başkanvekili Grup
Başkanvekili
Gerekçe:
Hemşireler, sağlık ekibi
içerisinde hasta bireyin ve ailesinin her türlü problemlerinde 24 saat boyunca
ilk başvurdukları, kilit rol oynayan sağlık personelidir. Fakat ülkemizde
hemşirelik, hak ettiği değeri göremiyor. Profesyonel bir meslek olmasına rağmen
yardımcı sağlık personeli olarak nitelendirilmektedirler. 6283 sayılı
Hemşirelik Kanunu hemşirenin değişen ve yapmakta olduğu rol ve işlevlerini
kapsamıyor. Ülkemizde hemşireler işyerlerinde ara meslek elemanı olarak
görülmekte, sekreterlik, evrak işleri, fotokopi, makine bakımı vb "insan
bakımı" dışında işlerle görevlendirilmektedirler. Bu durum mesleğin
özerkliğini olumsuz yönde etkilemekte, hemşireliğin sadece doktor istemlerini
uygulayan bir meslek olarak algılanmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde
meslekleşme sürecini tamamladığı hâlde yukarıda sayılan nedenlerle ülkemizde
meslekleşme istenilen düzeyde değildir.
Hemşirelik mesleğinin önemli
sorunlarından biri de hemşirelik eğitiminde bir standardizasyon bulunmamasıdır.
Ülkemizde hemşirelik eğitimi lisans, ön lisans, açık öğretim, lise sonrası 18
aylık kurs ve ortaokul sonrası 4 yıllık lise şeklinde beş ayrı düzeyde
verilmekte ve bu farklılık devam etmektedir. Bu heterojenlik mesleği algılama,
mesleki çabaları benimseme, belirli bir gelire sahip olma gibi özelliklerinden
dolayı mesleği olumsuz etkilemektedir. Eğitim düzeylerinin farklılığı, çalışma
yaşamında yetki ve sorumluluklara yansımıyor. Hemşirelik, meslek lisesi
düzeyinde eğitimle icra edilmesi mümkün olmayan zengin bir içeriğe sahiptir. Buna
rağmen dünyada sadece Türkiye'de meslek lisesi düzeyinde hemşirelik ataması
yapılmaktadır.
Ülkemizde hemşirelik
çalışmalarını düzenleyen mevzuat incelendiğinde, hemşirelerin çalışma saatleri
ve süresine, özellikle nöbet ve vardiya sistemine ilişkin ciddi boşluklar ve
hak ihlalleri yaşandığı, ihlalleri önleyici yeterli düzenlemelerin olmadığı ya
da etkin denetim sağlanmadığı görülmektedir. 657 sayılı kanununa göre, haftalık
çalışma süresi 40 saat olarak belirlenmiş olmasına rağmen, 2368 Sayılı Kanun uyarınca
hemşirelerin çalışma süresi haftada 45 saat olarak belirlenmiştir. Ayrıca,
yönetmelikteki ek bir madde ile hastane yetkilileri hemşirelerin çalışma
saatleri daha da artırılabilmektedir. Buna rağmen hemşirelerin "fiilî
hizmet süresi zammı" bulunmaması dikkat çeken bir durumdur.
Sağlıkta dönüşüm adıyla
yürütülen politikalar, hemşireleri oldukça olumsuz düzeyde etkilemektedir.
Kamusal istihdam rejiminin çalışanlar aleyhine değişmesi nedeniyle hemşireler
de, ya özel sektörde ya da kamuda yetersiz kadroda, esnek istihdam ile ucuz
işgücü olarak çalıştırılmaktadırlar. Ülkemizde 200 bin hemşireye ihtiyaç olduğu
bilinmesine rağmen bugün ilgili sendikaların açıklamalarına göre 30 binin
üzerinde hemşire hâlen işsizdir. Hemşireler için çok ciddi bir problem olan performans
sistemi sonucunda doktorlar baktıkları hastadan kendileri için performans
ücreti alsalar da hemşireler böyle bir performans ücreti alamamaktadırlar.
Çalışma sürelerinin yoğunluğuna rağmen maaşları bitirdikleri okul, çalıştıkları
bölüm, istihdam şekilleri gibi kriterlere göre yoksulluk sınırının çok altında
1.100 ve 1.400 TL arasında değişmektedir. Hemşirelerin bir bölümü de vakıf
işçisi statüsünde ya da temizlik firmalarının taşeronluğunda çok daha düşük
ücretlerle iş güvencesiz çalıştırılmaktadırlar.
Hemşirelerin yaşadıkları
diğer önemli sorunlar olarak: Eleman eksikliği nedeniyle nöbetlerin sıklığı;
fazla çalışma ve angarya; mesleğe cinsiyetçi yaklaşım; performans uygulaması
ile rekabete yönlendirilmeleri; meslek hastalıkları ve risklerine karşı koruyucu
önlemlerin yetersizliği; meslekte branşlaşma ve uzmanlaşmanın olmaması, her
poliklinik/klinikte çalışmak zorunda olmaları; işyerlerinin çoğunda kreş, çocuk
bakımevi vb bulunmaması; süt izinlerinden düzenli yararlana-maması; görev ve
sorumluluk yüklerine karşın yetkilerinin olmaması; yoğun çalışma saatlerinin
yanında her ay en az 6 kez 24 saatlik nöbet tutulması; sürekli fazla mesai
yapmak durumunda bırakılması; hasta yakını şiddetine maruz kalınması; döner
sermaye dağılımında hakkaniyeti sağla-yacak ulusal bir sistemin olmaması vb.
sıralamak mümkündür.
Hemşirelik, yukarıda
belirtilen sorunlar ve daha pek çok olumsuz faktörün etkisiyle çok stresli bir
meslek niteliğindedir. Araştırmalar, her beş hemşireden birinin gelecek beş yıl
içinde meslekten ayrılmayı planladığı sonucunu göstermektedir. Ayrıca yapılan
bir diğer araştırma sonucuna göre; hemşirelerin mesleki doyum sağlama
durumlarına bakıldığında %78,4'ünün meslekten hem maddi hem de manevi yönden
doyum sağlayamadıkları belirtilmiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında,
gece gündüz demeden, normal saatlerin dışında, normalden uzun süre ve normalden
çok daha fazla çalışmak zorunda olan hemşirelerin sorunlarının neler olduğunun
ve bu sorunlara çözüm yollarının geliştirilmesi için meclis araştırması açılması
önemlidir.
3.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 21 milletvekilinin, Adli Tıp
Kurumunun kendi sorunlarının ve yarattığı sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/423)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Adalet Bakanlığına bağlı
bulunan Adli Tıp Kurumu(ATK) Türkiye demokrasisi açısından bir kıyım noktası
olan 12 Eylül 1980 darbesi sonucunda yapılandırma yaşamıştır. ATK'nin bu
yapılandırma sürecinden sonra bilim üretmekten çok resmî ideoloji aygıtı olarak
çalışması da beraberinde sorunların derinleşmesine ve yeni sorunların
derinleşmesine ve yeni sorunların da türemesine sebep olmuştur. Hem resmî
ideoloji öznesi olarak ATK hem de yarattığı toplumsal tahribat yoluyla ATK
içinden çıkılmaz sorunların başat kurumu niteliğini taşımaktadır. Dolayısıyla
ATK'nin kendi sorunları ve yarattığı sorunlar itibarıyla Meclis araştırması ve
devamında gerekli müdahalelerin yapılması elzem bir durum teşkil etmektedir. Bu
elzemliğin belirlenmesi ve belirlenimlerin ifası amacıyla Anayasa'nın 98., TBMM
İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını
arz ederiz.
1) İdris Baluken (Bingöl)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat (Batman)
8) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9) Emine Ayna (Diyarbakır)
10) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11) Altan Tan (Diyarbakır)
12) Adil Kurt (Hakkâri)
13) Esat Canan (Hakkâri)
14) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15) Sebahat Tuncel (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Adli Tıp Kurumu resmî
bilirkişilik yapmakla görevlendirilen ve bunun için kurulmuş bir kurumdur.
Bilirkişiliğin yanında, Adli Tıp Kurumu ülkemiz kamuoyunda infial yaratan
kararları ile sürekli gündemde olan ve tartışılan bir kurumdur. Kendi
örgütlenme ve idari yapısında sıkıntılarla boğuşan bu kurum, aynı zamanda
verdiği kararlarla da kamuoyunda sıkıntı yaratmaktadır. Adli Tıp Kurumunun
idari yapısının Adalet Bakanlığına bağlı olarak görev yapması, söz konusu
kurumun bilim üretmekten çok siyasi üretime sebep olduğu kuşkularını gündeme
getirmektedir. Adli Tıp Kurumu şubelerinin de adalet saraylarında yer alması,
fiziksel ve psikolojik yeterlilik konusunda çok eksiklerinin bulunması da bu
kuşkuları güçlendirmektedir. Adalet saraylarında tıbbi değil hukuksal bir
faaliyet yürütüldüğü de bilinmektedir.
ATK çalışanlarının yüzde
70'ine yakınının da erkeklerden oluşması ve bu erkek çalışanlarının özellikle
cinsel saldırı vakalarına karşı toplumsal cinsiyet eğitiminden geçirilmeden
görev yapmaları da hem mesleğin ifası hem de bilimsel çalışmanın ayaklarını
oluşturma konusunda engel teşkil etmektedir. İdari anlamda her ilimizde ATK
şubelerinin bulunmaması ve İstanbul ATK'de bulunan imkânların diğer şubelerle
uçurum düzeyindeki farkı da sorunları yeniden üretmektedir.
1980 askerî darbesinin ürünü
olan ATK'nin bilimsel raporlar hazırlamaya çalıştığı, hâkim ve savcıların
birçoğunun da bu kuruma güven duymadığı kamuoyu çalışmalarınca bilinmektedir.
Bunun yanında resmî ideolojinin sürekli beslediği erkek egemen sistem kavrayışı
üzerinden verilen kararlar da oldukça fazladır. ATK'nin bugüne kadarki cinsel
saldırı raporlarına baktığımızda erkeklerin yani saldıranların açıkça korunduğu
görülmektedir. Tüm bu zihniyet algılarına eleştirel yaklaşan ve sorgulayan bazı
ATK uzmanları da haksız fiillere maruz kalmıştır. Yine eleştirel yaklaşan
çevrelerin söylemleri bu haksız fiile uğrama riskinin yüksek derecede
seyrettiğidir.
Tüm bu sorunların temelinde
ise bilimsel kurul olarak çalışmalarını sürdüren bir kuruluşun siyasi erke
bağlı olmasıdır. Dünyanın çoğu yerinde siyasi erke bağlı olan herhangi bir
bilimsel kurul bulunmamaktadır. Kamuoyu ve meslek örgütleri de bilmektedir ki,
ATK'ye atama yapan bakanlık bilimsel ölçütler kullanmamakta sadece siyasi
tasarruflar üzerinden atama yapmaktadır.
Öncelikle bir yapılanma
sorunu bulunan Adli Tıp Kurumunun hem bu sorununu hem de üstte belirttiğim
sorunlarını önce teşhis ve tedbir sonra ise çözüm yolu bulunması amacıyla
Meclis araştırması gerekmektedir.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- MHP Grubunun, insanı şekillendiren, insanın geleceğini ve
dolayısıyla toplumun geleceğini yönlendiren öğretmenlerimizin geçmişten
günümüze hayat standartlarındaki menfi değişimin sebepleri ve sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla 3/5/2012
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği Meclis araştırması
önergesinin 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin
aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 22/11/2012 Perşembe günü
(bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük'ün 19'uncu
maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
3 Mayıs 2012 tarih ve 4776
sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiğimiz "İnsanı
şekillendiren, insanın geleceğini ve dolayısıyla toplumun geleceğini
yönlendiren öğretmenlerimizin, geçmişten günümüze hayat standartlarındaki menfi
değişimin sebepleri ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla" verdiğimiz Meclis araştırma önergemizin 22/11/2012
Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü
Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz Ankara Milletvekili Sayın Özcan
Yeniçeri’ye aittir.
Buyurun Sayın Yeniçeri. (MHP
sıralarından alkışlar)
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun verdiği araştırma önergesi
üzerinde söz almış buluyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kuşkusuz -münasip olanı-
bugün, 24 Kasım Öğretmenler Günü -ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin son
çalışma günü- dolayısıyla burada Millî Eğitim Bakanı bulunmalı ve 24 Kasımla
ilgili ne yapıldığını ve öğretmenlerin sorunları ve eğitim sorunlarını burada
konuşmalıydı. Kendisi burada olmadığı, gelmediği için bizim de grup önerisi
vermekten başka yapabileceğimiz bir yol yoktu.
Atatürk’ün 24 Kasım 1928
tarihinde, millet mekteplerinin kendisine verdiği “Başöğretmen” unvanının kabul
edilmesinin yıl dönümü olan 24 Kasım, 1981 yılından bu yana “Öğretmenler Günü”
olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle, Türk milletinin millî ve manevi mimarları
olan bütün öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.
Bir bilge şöyle der: “Bir
halkın yönetilmesi güçleşti mi, o halk çok şey öğrendi demektir. Eğitimi
yaymakla bir memleketi rahata kavuşturacağını sanan kimse yanılmakta ve
memleketini yıkıma sürüklemektedir. Bir memleketin rahatını sağlamak
istiyorsan, halkı cahil bırak.” İronik fütüristler, totaliter sistemleri tasvir
ederken onların “Savaşa barış, hürriyete esaret, cehalete kuvvet.” karşılığını
verdiklerini söylerler. Umuyorum bu yüce Mecliste böyle düşünen kimse yoktur.
Yine umuyorum ki arkadaşların tamamı, “Türk milletinin en büyük düşmanı
cehalettir, eğitimsizliktir ve her görüldüğü yerde yok edilmelidir.” görüşüne
sahip olsunlar.
Sürekli öğrenme ve kendini
geliştirme, çağın dayattığı bir zorunluluktur. Çağı okumanın yolu, insanlarımızı
beşikten mezara kadar sürekli öğrenen, sürekli kendini geliştiren ve nitelikli
hâle gelmek arzusu içinde olan insanlar hâline getirmekten geçmektedir.
Kültürümüz de bunu emretmektedir: “İki gününüz birbirine denk olmayacak. Bugüne
dünden başlayan ama dünü bugüne taşımayan ve her an yeniden doğacak şekilde
kendinizi uyanık tutacaksınız.” Sürekli yenilenen, sürekli öğrenen, sürekli
eğitilen, sürekli öğretilen, aynı zamanda eğiten, öğreten ve öğretilen bir
aktör durumunda olacaksınız. Peki, bunları kim gerçekleştirecek? Bunları
gerçekleştirecek, hiç kuşkusuz ki eğitimcilerdir, öğretmenlerdir.
Eğitim her şart altında
Türkiye için ontolojik bir sorundur yani varoluşla, ayakta kalmakla ilgili bir
sorundur. Hayati önemi haiz eğitim konusunun en önemli unsuru olan öğretmenlik
mesleğini bu bağlamda ele almak ve irdelemek gerekir. Okul, öğrenci, veli ve
öğretmen “eğitim” denilen sürecin aktörleridir. Öğretmenler de bu sürecin en
önemli sürükleyici unsurlarıdır. Toplumsal kalkınmışlık, gelişmişlik, ilerlemiş
olmakla öğretmenlere verilen önem arasında bir paralellik vardır. Toplumun
tamamı şu veya bu ölçüde öğretmenlerin ürünüdür. Toplumdaki ilerleme ve
gelişmeler öğretmenle ilgili olduğu hâlde, bu ilerlemenin ve gelişmenin
sonuçlarından öğretmenin aynı ölçüde yararlanamamış olması düşünülemez.
Gelişmişlikle öğretmenlerin hayat standartları arasında doğrusal bir ilişki
vardır. Toplumdaki gelişmişlikle öğretmen gelişmişliği ve kalkınmışlığı
arasında bir bağlantı yoksa, burada öğretmenlere yapılan bir haksızlık vardır.
Türkiye’de öğretmenler kendi
yetiştirdiklerinin ürünü olan ekonomik hasılanın sonuçlarından hak ettikleri
payı alamamaktadırlar ancak öğretmenlerin hayat standartlarının istenilen
seviyede olamamasının kökenleri çok eskilere gitmektedir. Öğretmenlerin hayat
standartlarını olumsuz etkileyen faktörleri şöyle sıralamak mümkündür:
Birincisi: Öğretmenlik
mesleğinin herkes tarafından yapılabilecek bir meslek olarak görülmesidir.
İkincisi: “Ekonomide az olan
değerlidir.” anlamına gelen nedretlik kanunu vardır. Çok olan öğretmen
kitlesine bir iyileştirme yapıldığı zaman rakam fazla olacağı kaygısıyla
maalesef çok sınırlı iyileştirmeler, mütevazı iyileştirmeler ancak
yapılabilmektedir.
Üçüncüsü: Öğretmenleri temsil
eden sendikaların gerçek anlamda pazarlık gücü olan sendikalar olamaması, grev
ve toplu pazarlık, toplu sözleşme hakkını yerine getirememeleridir.
Dördüncüsü: Ülkenin ekonomik
ve sosyal şartlarının iyileşmesi, öğretmenlerin özlük haklarının
iyileştirilmesiyle aynı oranda olmamaktadır.
Beşincisi: Öğretmenlerin maaş
ve ücretlerinin, neredeyse, kamudaki en düşük memur maaşı hâline gelmiş olması
ve bunun da normal görülmesidir. Bakanlık, öğretmenlerin sorunlarını
görmezlikten geliyor. Bakanlık, öğretmenlere karşı kör, sağır, dilsizdir.
Günümüzde öğretmenlerin karşı
karşıya kaldıkları sorunlardan bazılarına, kısaca temas etmekte yarar var:
Öğretmenlerin tayin ve
görevde yükselmeleriyle ilgili iş tanımlamaları yoktur bugün. Parçalanan
öğretmen aileleri vardır bugün. 300 bini aşmış, âdeta, sosyal bir sorun hâline
gelmiş, atama bekleyen öğretmen problemi vardır bugün. Öğrenim özrünün özür
grubu dışına çıkarılması söz konusudur. İl emri uygulaması kaldırılmıştır.
4/C’li personelin insanlık dışı çalışma şartlarıyla karşı karşıya bırakılması
söz konusudur. Mesleki teknik eğitimin, buna bağlı olarak meslek dersi ve
teknik öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılar diz boyudur. Ek ders esaslarının
yaşanan sıkıntılara uygun olarak güncellenememesi, ücretli öğretmen sömürüsünün
aynı hızla devam etmesine sebep olmaktadır.
Nihayet, evlere şenlik 4+4+4
sisteminin öğretmenler üzerinde yarattığı baskının ortaya çıkardığı sorunlar
vardır. Yeni sistemin yalnızca sınıf öğretmenleriyle ilgili bölümünde yaklaşık 40
binin üzerinde öğretmen şu anda branş değiştirmiş ve alan değiştirmişlerdir.
Yeni sistem bir kalemde 42 bin mağdur öğretmen yaratmış; bir anda alan
değiştirenler, yeni alandaki derslere ve müfredata uymak için uyumsuz ve
uykusuz hâle gelmişlerdir. Cumhuriyet tarihinde böylesine beceriksiz ve
hazırlıksız bir alan değişikliği dönemi daha yaşanmamıştır.
Yaşanan problemlerin
büyüklüğüyle orantılı olmayan Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi de başlı başına
sorundur. Yüksek lisans ve doktora yapan öğretmenlerin, bugün, Bakanlık
tarafından önleri kesilmektedir.
Kısa süre içerisinde, en
dikkat çekici sorunları sayabildik. Bize göre bu sorunlardan daha elim ve daha
vahimi, gerek Sayın Başbakanın gerekse Sayın Bakanın öğretmenlerle ilgili
olarak sarf ettikleri sözler ve öğretmenlere karşı takındıkları tavırlardır.
Öğretmenlerin itibar ve prestijlerinin bizzat yetkililer tarafından rencide
edildiği görülmektedir.
Başbakanın yaptığı bir
değerlendirme de öğretmenlerle diğer memur karşılaştırmasıdır ve öğretmenlerin aldığı neredeyse yoksulluk
ücretinin diğer memurlara haksızlık olduğunu söyleyebilmiş olmasıdır.
Millî Eğitim Bakanı ise
atanamayan öğretmenleri, cami avlusunda yem bekleyen kuşlara benzetmiştir.
Bu sözler, üzerinde yorum
yapılmayacak kadar vahim sözlerdir. Öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine bakış
açısı sorunlu olan bir iktidarla bugün Türkiye karşı karşıyadır.
Şimdi, benden sonra buraya,
muhtemelen, bir AK PARTİ’li arkadaşımız çıkacak. Bütün kamuoyunun bu
arkadaşımızı dikkatle dinlemesini ve izlemesini rica ediyorum. Öğretmenlere
verilen ücretten bahsederse şöyle diyecektir: 2002 öncesi, belki de 1930
yılından, bugün öğretmenlerin ne kadar daha fazla ücret aldığını anlatacak,
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin ne denli yüksek olduğundan söz edecek; akıllı
tahta, FATİH Projesi, 4+4+4’ün nimetlerinden söz edecektir. Âdeta,
öğretmenlerin Lale Devri’nde yaşadıklarını anlatacaklardır. Yapılan binalardan,
açılan okullardan bahis açacak, öğretmenlerin yıkılan yuvalarından, yok edilen
kazanılmış haklarından ise hiç söz etmeyecektir. Her zaman yaptıkları gibi önce
Başbakana, ardından Bakana ve onun ardından da sorunun bizzat kaynağı olan
Bakanlık bürokrasisine övgü ve methiyeler düzeceklerdir. Her şeyi en mükemmel
biçimde yaptıklarını, büyük bir enaniyet, kibir, gurur ve övünç içinde
anlatacaktır.
Eğitimin ve öğretmenlerin
sorunlarının çözümlerine yönelik muhalefetten gelen hiçbir görüşe itibar
etmeyen talihsiz bir iktidarla karşı karşıyayız. Ama gerçekler bambaşkadır. Eş
durumu tayinleri, ücret, statü sorunlarıyla öğretmenler, ekonomik
sıkıntılarıyla veliler, minik yaşlarıyla öğrenciler, yetersiz binalarıyla
okullar, karışık hâle gelmiş müfredatıyla idareler bugün sorunludur Türkiye’de.
Fiziki yetersizlikleri, moralsiz öğretmenleri, içeriksiz dersleri, ne
yapacağını bilmeyen yöneticileriyle eğitimde cumhuriyet tarihinin en şaşkın
dönemi yaşanmaktadır. Eğitimin ana sorunları altında ezilen Bakanlık
bürokrasisi, idare maslahat uygulamalarıyla zaman tüketmektedir. Eğitim
bürokratları günü kurtarmaktan, günceli yönetmekten geleceği düşünemez,
öğretmeni hatırlayamaz hâldedirler. Bakanlık, acımasız, kıyma makinesi gibi
tecrübeli bürokrat kıymakla meşguldür. Bakanlıkta en iyiler, en deneyimliler,
en birikimliler, en iyi müşavirler hâline gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) -
Hafızasına ve birikimine ihanet eden uygulamalarla Türkiye karşı karşıyadır.
Daha da geç kalınması, bu altından kalkılmaz politikayla Türkiye’yi yüz yüze
getirecektir.
Hepinizi, saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Yeniçeri.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin aleyhinde ilk söz, Amasya Milletvekili Sayın Avni Erdemir’e
aittir.
Buyurun Sayın Erdemir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yirmi yıl eğitimle iç içe yaşamış, eğitimin
değişik kademelerinde çalışmış, yüzlerce öğretmen yetiştirmiş bir arkadaşınız
olarak hem 24 Kasım Öğretmenler Günü’yle ilgili duygularımı ifade etmek hem de
MHP Grubunun vermiş olduğu grup önerisiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında insan
sevgisi, vatan, millet, bayrak sevgisi ve büyük Türkiye idealiyle yurdumuzun
her köşesinde yılmadan, usanmadan, onurlu ve gururlu bir mesleğin mensubu
olmanın şuuruyla görev yapan vefakâr ve fedakâr öğretmenlerimizin, değerli
meslektaşlarımın Öğretmenler Günü’nü kutluyorum, kendilerini muhabbetle
selamlıyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, öğretmenlerimiz bir ülkenin yetiştirdiği kuşaklara hamurunu ve
mayasını katan, yoğuran, onlara ruh ve şekil veren sanatkârlardır. Ülkemizin
geleceği ve başarısı, çocuklarımızın doğru ve kaliteli eğitim almasına
bağlıdır. Bu manada, öğretmenlerimize her dönemde olduğu gibi bugün de,
yarınlarda da büyük görevler düşmektedir. Zira, bir ülkenin imarı, yükseliş ve
yücelişi ancak ve ancak insanların yüreklerinin ve zihinlerinin doğru şekilde
imarıyla mümkündür. Bugün şikâyetçi olduğumuz birçok meselenin temelinde de,
çözümünde de en önemli rol, hiç şüphesiz, eğitime aittir, öğretmene aittir.
Değerli öğretmen
arkadaşlarım, unutmayalım, her başarı, sahibinin ürettiği bir şaheserdir.
Başkasının eserini satın alabiliriz ancak kimsenin başarısını satın alamayız.
Bu sebeple, başarıyı siz üretiyorsunuz. Yavrularımızı geleceğe siz
hazırlıyorsunuz. Onları bilgi ve sevgi çeşmesinden kana kana siz içiriyorsunuz.
Onları, onların kaderini fedakârlıklarınızla siz değiştiriyorsunuz.
Yavrularımızı bu ülkenin zirvelerine, ülkemizi o kutlu hedef olan çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne taşıyacak olan da yine siz değerli öğretmen
arkadaşlarımızsınız.
Sevgili meslektaşlarım,
ülkemiz dünden bugüne büyük değişimler yaşadı, hızla gelişti. Hiç şüphesiz, bu
gelişim ve değişim sizin ve sizden önce hizmet veren öğretmenlerimizin eseri.
Artık, dil bilen, ekonomiden anlayan, dünyayı tanıyan gençlerimiz var
sayenizde. En önemli stratejik gücümüz olan bu yavrularımız, Avrupa’da,
Amerika’da ihracat için dünya pazarlarında kendisine yer arıyor artık.
Sayenizde, rekabete açık, dünyayı tanıyan ve dünyayla rekabet edebilecek, aklı
hür, fikri hür, vicdanı hür bir nesil var artık. Biz, büyük bir milletiz.
İnşallah, yetiştirdiğiniz bu nesil Türkiye’yi medeniyet tasavvurumuza uygun bir
şekilde geliştirecek ve atinin karanlık ufuklarında ülkemiz güneş gibi
parlayacaktır. Hiç şüphesiz, bu muazzam başarı da yine sizin eseriniz
olacaktır.
Değerli öğretmen
arkadaşlarım, sizlerin elbette Lale Devri yaşadığınızı söylemiyoruz. Başarılı
bir eğitim için, yüksek bir moralle mesleğinizi icra etmenin ne kadar önemli
olduğunu da biliyoruz. Hükûmetimiz, iktidar olduğumuz günden beri, bu şuurla,
devletimizin imkânları ölçüsünde, eğitim alanında önemli atılımlar
gerçekleştirdi. Bütçeden en büyük pay eğitime ayrıldı, okullarımızda fiziki
iyileştirmeler gerçekleştirildi, Edirne’den Kars’a kadar okullarımız bilgisayar
laboratuvarlarıyla donatıldı, yeni yurt binaları yapıldı, okullarımız akıllı
tahtalarla donatıldı, kitaplar ücretsiz dağıtıldı. Bunları defalarca söyledik,
yine de söylemeye devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
öğretmenin hayatları değiştiren, kapıları açan, sınırları aşan, toplumları
oluşturan, umut ve fırsatlar sunan yüce gücüne elbette inanıyoruz. Yine biz
inanıyoruz ki öğretmenlerimizin yaptığı işin kıymetini ölçebilecek hiçbir değer
yoktur. Onlara hangi maddi imkânları sunarsak mutlaka azdır ancak -diğer
ücretlilerde olduğu gibi- hiçbir kimse ama hiçbir kimse öğretmenin alım gücünün
devraldığımız Türkiye’den, 2002 şartlarından daha kötü olduğunu bugün söylemez.
Ancak, değişen nedir? Değişen refah düzeyidir, hayatımıza giren yeni
harcamalardır. Bakın, 2003’ten 2012’ye 367 bin öğretmenin ataması yapıldı AK
PARTİ iktidarlarında. Bugün çalışan öğretmenlerimizin neredeyse yarısından
fazlası AK PARTİ İktidarı döneminde atandı. 9’uncu derecenin 1’inci kademesinde
olan bir öğretmenin 2002’de 470 lira olan maaşı 2012’de, bugün 1.769 liraya
yükseldi. Göreve yeni başlayan bir öğretmenin eline 2002’de ek ders ücretiyle
birlikte 635 Türk lirası geçiyordu, bugün -evet, 2012’nin ikinci yarısında,
bugün- yüzde 258 artışla 2.276 lira geçmektedir. Evet, 2002’de 9’a 1’de görev
yapan, 470 Türk lirası maaş alan bir öğretmenimiz maaşıyla o gün 287 dolar
alabilmekteydi, bugün aynı derece ve kademedeki bir öğretmen 1.769 lira
maaşıyla yaklaşık bin dolara yakın para alabilmektedir. Evet, unutmayalım,
devraldığımız Türkiye’deki öğretmenin maaşı 287 dolar iken, bugün bin dolara
yaklaşmıştır. Yeter mi? Elbette yetmez diyoruz; öğretmenlerimiz daha güzeline,
daha iyisine layık.
Değerli arkadaşlar, her
şeyden önemlisi de öğretmen ataması ve tayinlerinde objektif kriterler
getirildi. Artık yıllarca köylerde çalışıp şehir merkezine gelmeden emekli olan
öğretmenler devri kapandı. Şükürler olsun, bugün öğretmenlerimizin tayinleri ve
nakilleri, şeffaf bir şekilde, puan üstünlüğüne göre yapılıyor. Nakillerde
herkes tercihini yapıyor, öğretmenlerimiz hangi okulda, kaçıncı sırada olduğunu
takip edebiliyor. Öğretmenlerimiz artık tayinlerde siyasi tavassut peşinde
koşmuyor.
Elbette eğitim sistemimizin
sorunları tamamen çözüldü, öğretmenlerimizin beklentileri tamamen karşılandı
demiyoruz ancak şunu diyoruz ki on yıllık iktidarımızda ülkemizin bütçe
imkânları en iyi şekilde değerlendirildi, yapılabileceklerin azamisi yapıldı. İnşallah
ülkemiz eğitimde yapılan bu hamlelerin karşılığını alacak, ülkemiz geliştikçe
öğretmenlerimizin imkânları da daha iyiye doğru gelişecektir. Elbette
öğretmenlerimizin sorunları var, bunun farkındayız ama unutmayalım ki bütün
sorunların çözümü, üretmektir, verimliliktir, ihracattır, pastayı büyütmektir.
Değerli öğretmen
arkadaşlarım, sizlerin hangi şartlar altında çalıştığınızı biliyoruz.
Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez köylerinde, kentlerinde, varoşlarında kendi
kendine açıp solan çiçekler kalmasın diye öğrencilerinize ömrünüzü, sevginizi,
yüreğinizi veriyorsunuz. Bilginiz ve sevginizle yüreğinizde şekillendirdiğiniz
öğrencilerinizin sıcak ve samimi tebessümü, merhabası, “öğretmenim” demesiyle
mutlulukların en güzelini yaşıyorsunuz. Hiç şüphesiz, sizler her şeyin en
iyisine, en güzeline layıksınız. Verilecek hiçbir maddi değer, para, pul
sizlerin emeklerinizin karşılığı olmamıştır, olamayacaktır çünkü sizlerin
öğrencilerinize vereceğiniz yüce değerleri karşılayabilecek maddi bir değer de
yoktur. Bu vesileyle, hizmetlerinizden dolayı hepinize sonsuz teşekkürler
ediyorum. Ömürlerini bu onurlu görevle geçirmiş olan emekli öğretmenlerimize ve
bütün çalışan öğretmenlerimize sevdikleriyle birlikte sağlık ve afiyet dolu
günler diliyorum. Başta şehit öğretmenlerimiz ve Başöğretmenimiz Atatürk olmak
üzere, ebediyete uğurladığımız bütün meslektaşlarımızı rahmet ve minnetle
anıyorum.
Öğretmenlerimizi ve yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum, Öğretmenler Günü’müzü şimdiden kutluyorum,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdemir.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin lehinde son söz Sinop
Milletvekili Sayın Engin Altay’a aittir.
Buyurun Sayın Altay. (CHP
sıralarından alkışlar)
ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; MHP grup önerisi lehinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Bu vesileyle Büyük Atatürk’ün
Başöğretmenlik payesini kabulünün -24 Kasım kabul tarihidir onun, bu karar 11
Kasımda alınmıştır- yıl dönümünün 24 Kasım Türkiye Öğretmenler Günü olması, 12
Eylül ihtilalinin, Türkiye’ye verdiği bu kadar tahribatın yanında yaptığı iki
şeyden birisidir. Bir taksimetre uygulaması vardır -rahmetli Aziz Nesin’in
böyle bir şeyi vardır- bir de budur.
Ancak, biraz önce iktidar
sözcüsü Sayın Avni Erdemir’i dinlerken ben herhâlde başka bir dünyada ya da
başka bir ülkede yaşıyorum zannettim. Öğretmenlerin içinde bulunduğu hâl ile
ilgili öyle bir pembe tablo çizdi ki, yani ya bende ve Türkiye'nin bütün
öğretmenlerinde bir gariplik var ya Sayın Erdemir’de yirmi yıl öğretmenlik
yaptıktan sonra bambaşka bir ruh hâli var.
Sayın Erdemir, bol bol
dolardan bahsettiniz. Siz, öğretmenlerin doların şeklini unuttuğundan herhâlde
haberdar değilsiniz. Öğretmen karnını doyurdu da mı dolar alacak, “Benim maaşım
dolar bazında eksiden şuydu, şimdi bu.” diyecek. TL’den atılan sıfırlardan da
haberiniz yok galiba ki, yani, “On yıl önceki öğretmen maaşı 200 dolar, şimdi
bin dolar.” diyorsunuz. Neyse.
Şimdi, cumartesi günü, 24
Kasım’da başta Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, bütün siyasetçiler
öğretmenlerle ilgili güzel şeyler söyleyecekler. Bir kere şunu söyleyeyim
elinden tebeşiri bırakıp buraya gelmiş biri olarak: Öğretmenler artık bu vıcık
vıcık hamasetten nefret ediyor. Ve farkında mısınız ki öğretmenler 24 Kasımı
kutlamamak, protesto etmek gibi bir genel eğilim içindedir? Ve bu arada 5 Ekim
Dünya Öğretmenler Günü’nü de yok saymamak lazım, o uluslararası bir boyuttur
ama 24 Kasım bizim için elbette değerlidir ve önemlidir.
Buraya geldiğim günden beri,
ben, sizin öğretmenler için verdiğiniz hiçbir sözü tuttuğunuza şahit olmadım.
Buraya geldiğim günden beri, ben, sizin eğitim adına söylediğiniz, millete
verdiğiniz bütün yanlış bilgileri müteaddit defalar çürüttüm ama siz ısrarla,
özellikle eğitim konusunda burada ve çeşitli açılış, toplantılarda kendinizin
de inanmadığı pembe tablolar çizerek kimi kandırıyorsunuz, bunu anlamak mümkün
değil. Hepinize öğretmenleriniz ilk önce yalan söylememeyi öğretmiştir, tavsiye
etmiştir, telkin etmiştir.
Şimdi, bu, gösteriş ve
debdebeli kutlamalar istemiyoruz. Okullarda en yakışıklı öğretmen, en güzel
giyinen bayan öğretmenlerin ellerine birer çiçek alıp kaymakamlara, valilere,
buraya, Millî Eğitim Bakanlığına gelmelerini istemiyoruz. Kaymakam, vali gitsin
öğretmenin ayağına. Fatih Sultan Mehmet’ten bari örnek alsınlar biraz. Bunu
önce Sayın Başbakan yapmalı tabii.
Şimdi, öğretmenlere 2011’de
eşit işe eşit ücretle ilgili bir kanun hükmünde kararname çıkardınız, bütün
memurlara iyileştirme yaptınız. Sayın Erdemir, öğretmenleri niye muaf tuttunuz,
niye, bu, eşit işe eşit ücret konusunda, iyileştirme konusunda öğretmenleri yok
hükmünde saydınız?
18’inci Millî Eğitim
Şûrası’yla yatıp kalktınız ve 4+4+4’e de oradan atıfta bulundunuz. 18’inci
Millî Eğitim Şûrası’nda alınan bir tavsiye kararı var, 24 Kasımda bir maaş
ikramiye. Niye bunu tatbik etmiyorsunuz? Başbakanın müteaddit defalar verdiği
sözler var; ek ders. 18’inci Millî Eğitim Şûrası’nda da 12 bin lira olması
tavsiye edildi. Sizin de 10 bin lira sözünüz var. Ek ders kaç lira şimdi,
haberiniz var mı?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Nereden haberleri olacak?
ENGİN ALTAY (Devamla) -
Siyasetçi verdiği sözü tutmalı önce. Söz verdiğinizde 7,2’ydi, şimdi 8,1.
Verilmiş bir söz var. Bir ülkenin Başbakanının verdiği söze güvenmeyecekse bu
millet, kime güvenecek, neye güvenecek, anlamak mümkün değil.
Öğretmen maaşlarında yanlış
bilgi verdiniz. Bugün 2.100 liradır bir uzman öğretmenin maaşı. On dokuz yıllık
bir öğretmenin eline geçen net maaş 2.100 liradır. 2.200 küsuru nereden
buldunuz, ben anlamadım. Ortalama öğretmen maaşı da 1.700 liradır.
Buradan öğretmenlerden özür
dileyerek söylüyorum, maaşlarımız ne kadar? 12 bin lira, 12 bin küsur lira. Bu
hak mı, bu reva mı? Bu reva değil, bu hak değil, bu hak değil.
MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) –
Şov yapma!
ENGİN ALTAY (Devamla) -
Şimdi, Sayın Erdemir “Atamalarda, tayinlerde objektiflik var.” diyorsunuz. Ya,
158.922 öğretmen tayin istedi, haberiniz var mı? Bu ne demek? 600 bin, 700 bin
öğretmenimizin 158 bini mutsuz, hoşnutsuz, umutsuz okul ortamından, bulunduğu
yaşam koşullarından, tayin istiyor, kimisi köye geri gitmek istiyor. Yani
çizdiğiniz tablo bendeki ve Türkiye’deki, Devlet İstatistik Enstitüsündeki
rakamlarla taban tabana zıt.
Şimdi, Millî Eğitim Bakanı
“Öğretmenin maaşı artınca öğretmen mutlu olmayacak, öğretmenin asıl sorunu
sistem içerisinde itibar sorunudur. Öğretmenin asli sorunları çözülmedikçe maaş
artışı tek başına öğretmeni mutlu etmeyecek.” dedi ve aynı Millî Eğitim Bakanı
“İyi ki benim çocuklarım memur değil.” dedi. “İyi ki çocuğum memur değil.”
diyen bir Millî Eğitim Bakanı, öğretmenin hangi sorununu çözecek? Ayıptır,
günahtır! Böyle bir şey olabilir mi? Ve öğretmen adayını, yani bana göre
öğretmeni -biraz önce MHP Sözcüsü Özcan Bey’de söyledi- yem bekleyen bir hayvana
benzeten bir Millî Eğitim Bakanının yönettiği, Millî Eğitim Bakanlığını
yönettiği bir sistemde öğretmenler gün kutlayacak, bundan utanç duyuyorum ve eş
durumu tayinleri için de “Sivas’ın doğusuna gitmek isteyen karı-kocayı
birleştiririm.” diyen bir Millî Eğitim Bakanının yönettiği Millî Eğitim
Bakanlığı içerisindeyiz.
“Norm fazlası olmayacak.”
dedi.” Millî Eğitim Bakanı. Temelsiz, bilimsel gerekçelerden uzak branş
değişiklikleri yaptı. 17.333 sınıf öğretmeni norm fazlası, 42 bin sınıf
öğretmeni de branş değiştirdiği hâlde. Şu anda da, Millî Eğitim Bakanlığında 29
bin boş kadro var, boş, hazır. Yeni kadro ihdasına gerek yok. Niye bunlara
şubatta bir atama yapılması düşünülmemektedir? Niye, madem, iktidar partisi
adına konuşan sözcü, bu kürsüden 250 bin kişiyi ilgilendiren, ataması
yapılmayan öğretmenlerle ilgili böyle bir müjdeyi vererek bu kürsüden
ayrılmadı? Merak ediyorum. Kaldı ki, şu anda, 120 bin açık ihtiyaç olduğu Millî
Eğitimin resmî kaynaklarında mevcut. Ayıptır, bir işe yaramıyorsunuz,
öğretmenlerle bari dalga geçmeyin.
Ücretli öğretmenlik diye bir
sistemden… Eskiden sözleşmeli, kısmi zamanlı, üst öğretici, şu bu vardı. Bunlar
bir temizlendi, “Herhâlde iyi.” dedik. Şimdi, daha beteri, beterin beteri var,
ücretli öğretmenlik diye bir şey çıkardınız ve Türkiye’de, 63.821 tane ücretli
öğretmen var.
Sayın milletvekilleri, bu
ücretli öğretmenlerin geliri nedir biliyor musunuz? Kimisi haftada üç saat
derse girer, kimisi on saat, kimisi otuz saat. Saat çarpı sekiz lira, saat
çarpı sekiz lira. Yani bu tam bir kölelik, tam bir sefalet ücretidir, bu bir
ayıptır. Bunu çözmeden sizin başka bir şeyle meşgul olmak gibi bir şeyiniz
olabilir mi?
Arkadaşlar, eğitimin odağı,
öğretmendir. Eğitim, moral ve motivasyondur. Nitelikli eğitim, büyüme ve
kalkınmanın altın anahtarıdır.
Bakın ben size bir örnek
vereyim: İngiltere’de Başbakana soruyorlar “Sayın Bakan, öğretmenler haftada on
beş saat çalışıyor fakat doktorlarla aynı maaşı alıyorlar.” diye. Bakan
bilimsel bir araştırma yaptırıyor ve sonuç şu: Öğretmenin sınıftaki bir saatlik
dersi diğer çalışanların üç saatlik çalışmasına bedel. Bunu niye dikkate
almıyorsunuz? OECD ortalamasında en çok çalışan Türkiye öğretmenleridir ama siz
öğretmen sendikasını terörist ilan ederek işin içinden çıkıveriyorsunuz.
Şimdi okullara bir sürü
güvenlik elemanı alacaksınız. Ayıptır ya! Bu bile başlı başına bir rezalettir.
Okul huzur ve güven ortamının en yaygın hissedildiği yer olması gerekirken, siz
okul kapılarına özel güvenlikçi dikerek yandaşlarınıza güya iş sağlayacaksınız.
Bu devletin polisi nerede? Devletin polisi “Parasız eğitim istiyorum.” diyen
öğretmeni coplayacağına gitse de okulun önündeki uyuşturucu taciriyle uğraşsa
ya. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Nerede FATİH Projesi? Ne oldu
FATİH Projesine?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ERSOY (Sinop) -
Geliyor, geliyor.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bitti
mi?
BAŞKAN – Bitti.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bir
gidin, bir okullara gidin…
MEHMET ERSOY (Sinop) - Devam
et.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Ben
devam edersem…
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Altay.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Bu
vesileyle, her şeye rağmen yüce Mecliste öğretmenlerimizin gününü kutluyor
ancak onlardan, onların içinde bulunduğu hâlden sorumlu Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bir üyesi olarak da özür diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
AVNİ ERDEMİR (Amasya) –
“Öğretmenlerimizle dalga geçiyorsunuz.” diyerek konuşmamı…
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Hadi, başlattık hayırlısıyla,
buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Amasya Milletvekili Avni Erdemir’in, Sinop Milletvekili Engin
Altay’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Yok,
üslubumu bozmayacağım Sayın Başkanım çünkü öğretmenlerimiz bize üslubumuzun
nasıl olması gerektiğini de öğretti. Onun için, biz onlara layık olmaya
çalışacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tabii,
biz konuşmamızda öğretmenlerimizin ücretinin yeterli olduğunu söylemedik ama
şunu söyledik: Devraldığımız Türkiye’deki ücretle bugünü mukayese ettik. Alım
gücü bakımından, gelin bu kürsüye, deyin ki: “Şu noktalarda öğretmenin alım
gücü 2002’den daha kötüdür.”
Ben bir dolar örneği verdim.
Öyle sıfır atmayla falan alakası yoktur doların, eğer matematik bilirseniz.
Değerli arkadaşlar, diyorum ki: O gün öğretmen, maaşıyla 287 dolar
alabiliyordu. 9’a 1 öğretmen, rakamları da yanlış söylemedim, “9’a 1 öğretmen
1.700 küsur maaş alıyor.” dedim ve o öğretmen maaşıyla o gün 287 dolar
alabiliyordu, bugün bin dolara yakın alıyor.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Kaç
kilo et alıyordu, onu söyle.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) – Kaç
kilo et alıyordu? Bakın, yanımda, 2011 son rakamlarını söylüyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kaç
tane altın alıyordu mesela, kaç kilo et alıyordu?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen!
AVNİ ERDEMİR (Devamla) –
Evet, bütün rakamları söylüyorum. 2002’de 470 lira maaşıyla 475 kilo ekmek
alırken, 2011’de, evet, 707 kilo; 475’ten 707 kilo...
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ekmek
demiyoruz Avni Bey.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) –
Evet, “Et” dediniz, eti alıyorum. Evet, 54 kilogram dana eti alırken, 65
kilogram dana eti alabiliyor. Evet, onu söylüyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sen
ne kadar ekmek alıyorsun, onu söyle. Kendin ne kadar ekmek alıyorsun?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli)
– Ya danayı kasapta görüyor, ne eti!
Kurban Bayramı’nda fitre alıyor.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) –
Evet, 208 kilogram kuru fasulye alabilirken 350 kilogram kuru fasulye
alıyor.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Danayı kasapta görüyor, kasapta.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen!
AVNİ ERDEMİR (Devamla) – Bunu
şunun için söylemiyorum arkadaşlar: “Öğretmenlerimizin maaşı yeterlidir.”
demiyorum.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Elinden
tutan var mı, versene.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) –
Öğretmenlerimiz daha güzeline layık, daha iyisine layık diyorum ama onu da
yapacak AK PARTİ İktidarıdır, bundan emin olunuz diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) –
Öğretmenler ramazanlarda fitre alır hâle gelmiş.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- MHP Grubunun, insanı şekillendiren, insanın geleceğini ve
dolayısıyla toplumun geleceğini yönlendiren öğretmenlerimizin geçmişten
günümüze hayat standartlarındaki menfi değişimin sebepleri ve sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla 3/5/2012
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği Meclis araştırması
önergesinin 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin
aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu önerisinin aleyhinde son söz İstanbul Milletvekili Sayın Tülay
Kaynarca’ya aittir.
Buyurun Sayın Kaynarca. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup
önerisi aleyhine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekillerimiz,
sözüme başlamadan önce, bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Yurdumuzun her
noktasında, Türkiye’nin her noktasında fedakârca emek veren, nesilleri yetiştiren
değerli öğretmenlerimizi saygıyla buradan da selamlamak istiyor, Öğretmen
Günü’nü kutluyorum.
Mustafa Kemal Atatürk’ün
millî mektepleri açtığı gün 24 Kasım - yine başöğretmenliği kabul ettiği 1928
Kasımında- Atatürk’ün 100’üncü doğum günü olan 1981 yılından itibaren
Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya devam edildi. O günden bu yana da 24 Kasım
Öğretmenler Günü kutlanıyor.
Öğretmenlerimizin yeni
nesilleri en iyi şekilde yetiştirebilmesi için gösterdikleri çaba her türlü
takdirin üzerinde, bunun altını özellikle çizmek istiyorum ama İktidarımız da
çabasını, elbette, imkânlar ölçüsünde, öğretmenlerimizin mutlu olması,
yaptıkları fedakârlığın gerçek değerini bulması adına yapmaktadır.
Bir öğretmen kızı olarak bunu
özellikle belirtmek istiyorum çünkü öğretmenim, ilkokul öğretmenim sevgili
babamdı ve öğretmen kızı olarak, bir öğretmenin onurlu bir şekilde görev
yapması ve fedakârlıklarının her ölçüsüne şahitlik ve tanıklık etmiş olarak,
tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü yine tebrik ediyor ve mesleğin onuru
ve itibarını kazanan da, kazandıran da bu fedakârlıktır demek istiyorum.
Aslında, az önceki Hatip
“Başbakanımız sözünü tutmadı.” dedi.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Doğru.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) –
Doğru söylemedi, çünkü 2002 yılı 2012 yılları arasında, sadece bu zaman dilimi
içerisinde alınan öğretmen sayısı 367 bin, atanamayan öğretmenlerle ilgili dile
getirdiğimde.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Emekli
olanlardan haberiniz var mı?
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) –
367 bin ve sadece bu yıl, sadece bu yıl alınan öğretmen ise 50 bini aştı.
Dolayısıyla, az önce de ifade ettim, ihtiyaçlar ve imkânlar ölçüsünde bu konuda
yapılmak istenenlerin en iyi şekilde gereği yapılıyor diye inanıyor ve bunu
belirtiyorum.
Diğer taraftan, Saygıdeğer
Milletvekilimiz, Amasya Milletvekilimiz hem rakamlar hem diğer ölçülerle ilgili
gerekli bilgileri verdi, tekrara girmeyeceğim.
Bugün uluslararası
sözleşmeler gündemimizde, planımızda vardı. Bugünkü gündemde uluslararası
sözleşmelerin gerek ticaretimiz gerek ekonomimiz için değerini de, önemini de
ifade ederek, gündemimize bunu taşımayı arzu ettiğimizi ifade ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisine de bu nedenle olumsuz baktığımızı
ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kaynarca.
Milliyetçi Hareket Partisinin
grup önerisini oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul
edenler…. Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 15.25
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.39
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylamasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, öneriyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa
Milletvekili Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve travmanın
tüm boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli önlemlerin
belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi için acil olarak
yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi amacıyla 21/11/2012 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin
aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
22/11/2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 22.11.2012
Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Emine
Ülker Tarhan
Ankara
Grup
Başkanvekili
Öneri
İstanbul Milletvekili Sezgin
Tanrıkulu, Bursa Milletvekili Aykan Erdemir ve 19 Milletvekili tarafından,
21.11.2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Nefret
suçlarında yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve
travmanın tüm boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli
önlemlerin belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi için acil
olarak yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi" amacıyla verilmiş
olan Meclis Araştırma Önergesinin (584 sıra nolu), Genel Kurul'un bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 22.11.2012 Perşembe
günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz Bursa Milletvekili Sayın Aykan
Erdemir’e aittir.
Buyurun Sayın Erdemir. (CHP
sıralarından alkışlar)
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Nefret Suçlarıyla Mücadele Haftası’nda
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz aldım. Yüce Meclisi,
televizyon ve bilgisayar ekranları başında bizleri izleyen halkımızı saygıyla
selamlıyorum.
“Nefret” söyleminin
yaygınlaşması ve nefret suçlarının artması, kuşkusuz Mecliste grubu bulunan
dört partimizin de ortak kaygısıdır. Ülkemizde pek çok kişi inancı, etnik
kimliği, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği yüzünden şiddete maruz
kalmakta, yaralanmakta ya da hayatını kaybetmektedir.
Madımak katliamı, Rahip
Santoro cinayeti, Hrant Dink cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı,
Selendi’de Roman yurttaşlara, Sürgü’de Alevi yurttaşlara, Dalyan ve Altınova’da
Kürt yurttaşlara yönelik saldırılar, ülke çapındaki LGBT cinayetleri ve benzeri
nefret temelli şiddet örnekleri hepimizin vicdanını yaralamaktadır.
Bu nefret suçları, bir arada
yaşama irademizi tehdit eden derin toplumsal yaralar açmış ve yurttaşlarımızın
adalete olan güvenini sarsmıştır. Sevindirici olan şudur ki: Nefret
suçlarındaki bu endişe verici artış toplumumuzun duyarlı kesimlerinin harekete
geçmesine neden olmuştur. Bu alana yönelik yasal düzenleme talepleri sıklıkla
dile getirilmektedir. Yaklaşık yetmiş sivil toplum girişimini bir araya getiren
Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu tarafından kaleme alınan nefret
suçları yasa taslağı bu talebin en somut ifadesidir. Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan da “Müslümanların Masumiyeti” filminin yarattığı tartışmalar ve filme
gösterilen tepkilerin ardından “İslamofobi” ve “nefret suçu yasası” talebini
dile getirmiştir. Geniş toplum kesimlerince üzerinde mutabakat sağlanan ve
ısrarlı biçimde dile getirilen bu talebe Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak
duyarsız kalmayacağımıza inanıyorum.
Değerli milletvekilleri,
nefret suçlarının bireyler ve toplum üzerinde olumsuz etkileri vardır. Nefret
suçları mağdurlarının yaşadıkları topluma bağlılıkları sarsılır, kişilikleri
örselenir; mağdurlarda derin ve kalıcı psikolojik travma yaratır; mağdur,
kendisini nefret suçu tarafından dayatılan kimlik dışında göremez hâle gelir.
Dayatılan kimlik nedeniyle ötekileştirilen ve saldırıya uğrayan kimse, artık
toplumla ilişkisini bu dışlanmışlık üzerinden kurmaya mahkûm edilir.
Mağdurların hissettikleri dışlanmışlık karşılıklı bir paranoyayı besler.
Taraflar birbirlerine karşı ön yargı ve peşin hüküm geliştirirler. Nefret
suçlarının toplumsal ayrıştırıcı ve bölücü etkisi bu yolla perçinlenir.
Kısacası, nefret suçları bir arada yaşamı tahrip eder.
Değerli milletvekilleri,
nefret suçları uluslararası toplumun da kaygıyla izlediği bir olgudur. Avrupa
Konseyi Bakanlar Komitesi, nefret söylemini “Hoşgörüsüzlük temeline dayalı,
yabancı düşmanlığını, ırkçı nefreti, antisemitizmi ve diğer nefret biçimlerini
yayan, kışkırtan, öven ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi.” olarak
tanımlamaktadır. Nefret söyleminin kaçınılmaz sonuçlarından biri olarak ortaya
çıkan nefret suçları ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından
“gerçek veya hissedilen ırk, ulusal ya da etnik köken, dil, renk, din,
cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik ve cinsel yönelim” temelinde
işlenen suçları kapsayacak şekilde
tanımlanmaktadır.
Nefret suçları, taşıdıkları
iki özellikle diğer tüm suçlardan farklıdır. Nefret suçlarının ilk özelliği,
suçun nefret saikiyle işlenmesidir. Saldırgan, hedefini çoğunlukla hedefinin
derisinin rengi, ırkı, dini, milliyeti, engelli olma durumu, cinsel yönelimi ya
da cinsiyet kimliği gibi nedenler temelinde belirler. Bu hedef, bazen bir
insan, bazen bir kurum ya da ibadethane olabilir.
Nefret suçunun ikinci
özelliği ise mağdurun mensubu olduğu topluluk üzerinde bıraktığı etkidir.
Nefret suçlarında iki farklı hedef ve dolayısıyla da iki farklı mağdur vardır:
Saldırıya uğrayan kişi ve onun ait olduğu topluluk. Örneğin, cami veya cemevi
gibi bir ibadethane hedef alındığında, o ibadethanenin mensubu olan cemaat de
hedef alınmış olur. Cemaatin mensupları, baskı ve endişeyi nefret suçuna
doğrudan hedef olan mağdur kadar duyumsar.
Devletin nefret suçlarıyla
etkin şekilde mücadele edebilmesi için, sorunun boyutunu ve toplum açısından
oluşturduğu tehditleri doğru belirlemesi gerekmektedir. Nefret söylemi ve
nefret suçlarının önlenmesi için, suça ilişkin verilerin resmî makamlarca
toplanması ve bu bilgilerin kamuoyuyla düzenli olarak paylaşılması büyük önem
taşımaktadır.
Nefret suçlarının kayıt
altına alınarak kamuoyuyla paylaşılması gerekmektedir. Bu doğrultuda
yürütülecek çalışmalar, nefret suçları konusunda toplumsal duyarlılık
geliştirilmesini sağlayacaktır, mağdur kesimlerle toplumun diğer kesimleri
arasında dayanışma ilişkileri kurulmasına katkı sağlayacaktır.
Türkiye gibi nefret suçlarına
yönelik resmî olarak veri toplanmayan ve kamuoyuyla paylaşılmayan ülkelerde
sivil toplumun çabalarıyla elde edilen sınırlı veriler, sorunun görünür
kılınması için ancak kısmi bir katkı sağlayabilmektedir. Farklı sivil toplum kuruluşlarının
bu yöndeki çalışmaları, Türkiye’de işlenen nefret suçlarında kayda değer bir
artış olduğunu göstermektedir.
Türkiye, Avrupa ülkeleri
arasında nefret suçları konusunda yasal mevzuata sahip olmayan ender ülkelerden
biridir. Birçok ülkede nefret suçları, doğrudan ya da dolaylı olarak, belli
oranda ve bazı suç tiplerinde hukuk içerisinde kendine önemli yer bulmuş
durumdadır. Oysa ülkemizde nefret suçları suç türleri kapsamında yer
almamaktadır. Nefret suçları kapsamında değerlendirilebilecek çok az sayıda suç
için nefret saiki ağırlaştırıcı neden olabilmektedir.
Birleşmiş Milletler, Avrupa
Konseyi, Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi
uluslararası kuruluşlar ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin
denetim organları, bugüne kadar, Türkiye hakkında çok sayıda tavsiye kararı
yayımlamıştır.
Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe
Karşı Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılması Komitesi tarafından hazırlanan Türkiye raporlarında, hükûmetin
nefret suçlarıyla mücadele için gerekli acil adımları atması tavsiye
edilmektedir. Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, 2002 yılında,
aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 47 Avrupa Konseyi üyesi ülkeyi, ırkçılık ve
ırk ayrımcılığına karşı mücadele amacıyla, ulusal mevzuatlarında ırkçı
saiklerle işlenen suçlara verilen cezaları ağırlaştırıcı yönde düzenlemeler
yapmaları konusunda teşvik etmiştir. Ayrıca, 2007 yılında yayımladığı bir
politika tavsiye belgesiyle bu tür olayların daha iyi rapor edilmesini
önermektedir.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin bazı kararları da şiddet içeren vakalarda olası ırkçı saiklerin
incelenmesini ve saldırganların yargılanmasını teşvik etmektedir. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nde tanınan hak ve özgürlükler için Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine başvuru yapılması mümkündür ancak Türkiye Her Türlü Irk
Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye taraf
olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması
Komitesine başvuru usulünü tanımadığı için Komiteye bireysel başvuru hâlâ
yapılamamaktadır. Tavsiye kararlarında nefret suçları konusunda kapsamlı,
orantılı, caydırıcı ve sadece ceza hukukunu değil, medeni hukuk ve idare
hukukunu da kapsayan yasal düzenlemelerin kabul edilmesi gerekliliği de
vurgulanmaktadır.
2012 Avrupa Birliği İlerleme
Raporu Türkiye’nin Avrupa Konseyinin tavsiyesine uygun olarak nefret söylemi ve
nefret suçlarına ilişkin mevzuatın düzenlenmesi yönünde ilerleme kaydetmediğini
açıkça belirtmiştir. Rapor, Türkiye’de azınlıklara karşı bir hoşgörüsüzlük
kültürünün mevcut olduğunun altını çizmektedir; televizyon dizileri ve filmler
da dâhil olmak üzere, medyada yer alan antisemitizim ve nefret söyleminin
cezalandırılmadığını belirtmektedir. Ayrıca, medya tarafından yapılanlar da
dâhil olmak üzere, nefretin tahrik edilmesinin etkin bir şekilde
kovuşturulmadığı vurgulanmaktadır.
Günümüzde, devletin önemli
bir varlık nedeni ve meşruiyet kaynağı bireylerin ve toplulukların temel hak ve
özgürlüklerini kullanabilecekleri özgürlükçü ortamı sağlamak ve güvence altına
almaktır. Devlet ırk, milliyet, etnik köken, soy, cinsiyet, cinsel yönelim,
cinsiyet kimliği, din, inanç veya inançsızlık, siyasi ve felsefi düşünce ve
görüşler ve bireysel yaşam tercihleri karşısında tarafsız olmalıdır. Devlet,
her bir bireyi -sahip olduğu bütün kimliklerden bağımsız olarak- yok edilmez ve
devredilemez haklara sahip eşit yurttaşlar olarak görmeli, ayrımcı yaklaşım ve
uygulamalardan arınmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyor, nefret suçlarına ilişkin farkındalık yaratmak ve
kapsayıcı bir yasal düzenlemeyi bir an önce hayata geçirmek noktasında tüm
vekillerimizin gereken hassasiyeti göstereceğine inanıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Erdemir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin aleyhinde ilk söz, Van Milletvekili Sayın Fatih Çiftci’ye aittir.
Buyurun Sayın Çiftci. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
FATİH ÇİFTCİ (Van) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve travmanın
araştırılmasına yönelik grup önerisi üzerinde aleyhte söz almış bulunmaktayım.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
CHP grup önerisinde,
Türkiye’de son on yılda ırkçılık, cinsiyetçilik, yobazcılık, yabancı düşmanlığı
ve benzeri saiklerle işlenen nefret suçlarında bir artış yaşandığı, nefret
suçlarında fail ile kurban arasında doğrudan bir ilişki dışında, kurbanın sırf
sahip olduğu grup kimliğinden ötürü hedef seçildiği; genel olarak nefret
suçları mağduru veya mensubu olduğu grubun diğer üyelerini korkutmakta ve
kendilerini tecrit edilmiş, savunmasız ve hukuk tarafından korumasız olarak
hissetmelerine yol açtığı; öte yandan söz konusu suçların doğurduğu bu öldürücü
hissiyat ve psikolojik etkinin, ırksal, dinsel ve etnik gerilimleri daha da
tırmandırdığı; misillemelere ve zorunlu göçe yol açtığı ifade edilmektedir.
Bu nefret suçları, bir arada
yaşama iradesini tehdit eden derin toplumsal yaralar açtığı, adalete güvenin
sarsıldığı… Türkiye'de nefret suçlarına karşı mücadele veren sivil toplum
kuruluşlarının medya ve takip ettikleri davalardan elde ettikleri sonuçlara
göre nefret suçunun işlendiği kategoriler din, inanç, etnik köken, cinsel yönelim
ya da cinsiyet kimliğidir.
Çok kültürlü, kimlikli
coğrafyalarda bulunan ülkemizde Kürtler, Aleviler, translar, Romanlar ve pek
çok gruba karşı ayrımcılık veya nefret suçu işlendiği ifade edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; insan hakları felsefesi, insanın onurlu bir yaşam
sürdürmesinin koşullarını ve haklarını savunmakla beraber, genel olarak, bu
haklara gereksinim duyanların korunduğu din, ideolojik görüş, toplumsal sınıf,
dil, kültür, etnik yapı, ırk, cinsiyet, renk ve mezhep gibi durumlardan dolayı
insanların ayrımcılığa tabi tutulmamasını ve horlanmamasını öngörür. Ayrıca,
toplumsal adalet açısından, insan gruplarının sosyal sorunlarının çözümlendiği
ve toplumsal yaşama etkin olarak katıldıkları bir toplumsal yapının inşasının da
zorunluluğunu gözetir. Bu ise günlük siyasi rötuşlara ve rantiye ideolojisine
prim vermeyecek kadar kökü evrensel vicdan ve adalet olan bir gerçeklik ve
insani bir taleptir.
Dinî veya etnik nefreti
uyandıran tahkir, tahrik ve tezyif içeren tutumlara ve eylemlere karşı etkili
bir cevap, yerinde bir karşılık olarak “nefret suçu” tanımı gelişiyor ve ceza
hukukumuzda da bu suçu güçlü bir yaptırıma bağlamanın hazırlıklarını sürdürüyoruz.
Bir diğer önemli nokta, temel
hak ve hürriyetlerin en geniş hukuki korumaya medar olmasını sağlayacak
adımların atılmış olmasıdır. Türkiye, yıllarca, özellikle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince verilen ihlal kararlarının yükünü taşımak zorunda kalmıştı; milletimiz
bu tabloya ne layıktı ne razıydı. Ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
önündeki olumsuz görünümünü değiştirmek için çok önemli adımlar attık.
İhlalleri önleyici yapısal reformlar, mevzuat değişiklikleri yanında,
uygulamayı izleyecek, değerlendirecek ve ülke savunmasını üstlenecek çok önemli
birimler kuruldu. Bunlardan birisi İnsan Hakları Daire Başkanlığı ve İnsan
Hakları Kurumu. Ayrıca, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başta
olmak üzere, pek çok uluslararası kuruluşa misyon üstlenen hâkim ve savcılar
gönderdik. Yargı kararları ve uygulamalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihatlarına uygunluğun hâkim ve savcıların terfilerinde bir kriter olarak
belirlenmesi, evrensel hukuk ilkelerine uyma anlamında önemli bir adım olmuştur.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı tanıdık. Anayasa Mahkemesini
Türkiye İnsan Hakları Mahkemesine dönüştürerek vatandaşlarımızın hak arama
mücadelesi noktasında çok önemli bir kapıyı açtık.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; nefret suçuna bakıldığında, bu suç için yapısal düzenlemeler
oldukça yenidir. Nefret suçu terimi, ilk önce Amerika Birleşik Devletleri’nde
bir terim olarak ortaya çıkmıştır. Nefret suçunu engellemek için ilk girişimler
1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde başlamış, ABD’de özellikle
Yahudilere karşı gerçekleşen pek çok fiilî saldırıyı engellemek için 85’te
çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. 90’lı yılların sonuna doğru bu düzenlemelerin
kapsamı genişletilmiş, ırk, renk, etnik köken, uyruk, din, cinsiyet, cinsel yönelim,
yaş, fiziksel ve zihinsel engel gibi farklar da bu düzenlemenin kapsamına
alınmıştır.
Nefret suçu: Bir kişiye veya
gruba karşı din, dil, ırk, milliyet, etnik köken, cinsiyet, felsefi ya da
siyasal inanç ve cinsel tercihler gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden ötürü
düşmanlığa dayalı olarak işlenen ve genellikle şiddet içeren suçlara, genel
olarak nefret suçları adı verilmektedir. Yine, mağdurlara salt farklı bir
toplumsal kesimin kimliğini taşıdığı ya da salt belirli bir toplumsal ya da
kültürel kesimin mensubu olduğu için zarar vermek isteniyorsa, işlenen suçun
tipi ne olursa olsun, o suç genel olarak, aynı zamanda bir nefret suçu olarak
kabul edilmektedir.
AGİT, nefret suçlarını
önlemek için hazırladığı kılavuzda, nefret suçlarını aynı zamanda “ön yargı
suçları” olarak da tanımlamaktadır çünkü nefret suçları daima iki unsuru bir
arada bulundurmaktadır. Nefret suçlarının birinci unsuru: Sıradan ceza
kanunları kapsamında suç oluşturan bir eylemin gerçekleştirilmesi; ülkelerin
yasalarında bazı farklar bulunmasına rağmen, söz konusu cezai eylemler
konusunda benzerlik taşıyan şey, genellikle bu tür eylemlerin şiddet eylemleri
olmasıdır.
Nefret suçlarına ilişkin
ikinci unsur, ön yargılardır. Bu, nefret suçunu sıradan suçlardan ayırır. Suçu
işleyen kişi, koruma altındaki özelliği kasıtlı olarak hedef seçmiş. Hedef, bir
ya da birden fazla kişiyi ya da belli özellikleri paylaşan bir grupla özdeşleşmiş
mülkiyet de olabilir. Koruma altındaki özellik ırk, dil, etnik köken, ulus ya
da benzer nitelikteki genel faktörler gibi, grup tarafından paylaşılan bir
özelliktir.
Türk Ceza Kanunu’nda direkt
olarak nefret suçları yer almamakla birlikte, birçok Avrupa ülkesinde olduğu
gibi müstakil bir düzenleme bulunmamakla birlikte ancak bu durum, Türk
hukukunda nefret suçu olarak kabul edilebilecek fiillerin yaptırımsız olduğu
anlamına gelmemektedir. Öncelikli olarak, Anayasa’nın 10’uncu maddesinin
birinci fıkrasında herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din ve mezhep benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit
oldukları açıkça düzenlenmiştir.
Türk Ceza Kanunu’nun genel
hükümlerinden biri olan, 3’üncü maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine göre de
Ceza Kanunu uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet,
renk, cinsiyet, siyasal ve diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî
veya sosyal köken, doğum, ekonomik veya diğer toplumsal konuları yönünden ayrım
yapılamayacak, hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmayacaktır. Nefret suçu kapsamında
değerlendirilebilecek Türk Ceza Yasası’nda çeşitli maddeler vardır. Türk Ceza
Kanunu’nun 216’ncı maddesinin (a), (b), (c) fıkralarında bu düzenleme açık ve
net bir şekilde yer almıştır. Yine, Türk Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesinin
(a), (b), (c) bentlerinde de bu hüküm yer almaktadır. Yine Türk Ceza Yasası’nın
125’inci maddesinin üçüncü fıkrasında da, hakaret suçunun; dinî, siyasi,
sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatleri açıklamasından, değiştirmesinden,
yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun
davranmasından dolayı veya kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan
değerlerden bahisle, işlenmesi hâlinde, ceza alt sınırından daha da yukarı
çekilmektedir. Yine Türk Ceza Yasası’nın 135’inci maddesinde de bu düzenlemeye
ilişkin hüküm bulunmaktadır. Ayrıca Türk Ceza Yasası’nın 155’inci maddesinde de
buna ilişkin düzenleme söz konusudur.
Öte yandan, Devlet Memurları
Kanunu’nun 7’nci maddesinde de yine benzer bir düzenleme söz konusudur.
Yine, 6112 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’da buna yönelik
hükümler söz konusudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
AK PARTİ iktidarları döneminde, toplumsal barışın sağlanması, insanların
kendilerini daha iyi ifade edebileceği ve ötekileştirmekten kurtarmak için çok
önemli çalışmalar bugüne kadar yapılmıştır.
Zaman içerisinde, CHP grup
önerisinde belirtilen çeşitli suçlara ilişkin failler yakalanıp yargı önüne
çıkarılmış ve hesapları sorulmuştur. Bugüne kadar yapılan çalışmalar üzerinde
yasal mevzuatta düzeltmeler, ırkçılık, cinsiyetçilik, yabancı düşmanlığının
ortadan kaldırılması sağlanmıştır ve sağlanmaya da devam edilecektir. Toplumsal
barışın sağlanması, her farklı etnik ve inanç grubunun kendisini bu ülkenin
birinci sınıf vatandaşı olduğunu hissetmesi ve ötekileşmesinin önüne geçmesi
noktasında çok önemli çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir.
Bu süreçte farklı etnik grupların ve inanç gruplarının gelecekleri, gerek
Anayasa’da yapılan düzenlemeler gerekse yasal düzenlemelerle garanti altına
alınmıştır.
Bu süreçte bölge açısından
bakıldığında olağanüstü hâl kaldırılmış, DGM’ler kaldırılmış, işkenceye sıfır
tolerans tanınmış ve ortadan kaldırılmıştır.
Çocuk Hakları Yasası, Bilgi
Edinme Yasası, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan TCK’nın 301’inci maddesi, Terörle
Mücadele Kanunu, çağdışı kanunların birçoğu değiştirilmiştir; Türk Ceza Yasası,
Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu, Kabahatler Kanunu, İnfaz Kanunu, Bilgi Edinme
Yasası ve Yerel Yönetimler Yasası’nda yapılan değişikliklerle çok önemli
aşamalar kaydedilmiştir.
Yine, Millî Birlik ve
Kardeşlik Projesinde, farklı etnik ve dinî grupların problemleriyle, istek ve
arzuları dikkate alınmıştır. Bu çerçevede, gayrimüslimlerin, Kürt’lerin,
Alevi’lerin, Roman’ların, Kafkas ve Rumeli kökenli vatandaşlarımızın,
mütemadiyen insanların şikâyetçi olduğu, bir şekilde eksikliğini hissettiği
konular tek tek ele alınmış ve önemli mesafeler katedilmiştir. Gayrimüslim
azınlık gruplarıyla devletin en üst kademeleri arasında temaslar sağlanmış ve
bunların sonucunda, geçmişte yapılan yanlışların çoğu tarihe gömülmüştür. Alevi
vatandaşlarımızın temsilcilerinin katılımıyla birçok çalıştay yapılarak bu
konuda memnuniyet verici sonuçlara ulaşılmıştır.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Nedir
sonuçları?
FATİH ÇİFTCİ (Devamla) –
Cemevleri statüsü, ders kitaplarında Alevilik, zorunlu din kültürü ve ahlak
bilgisi dersi, Madımak Oteli’ndeki çalışmalar bunların birer örneğidir.
Kürt sorununda çözümün süreci
başlatılmış, devletin geçmişteki…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
FATİH ÇİFTCİ (Devamla) –
…ideolojik, inkârcı, tek tipçi yaklaşımı AK PARTİ İktidarıyla tarihe karışmıştır.
Bu şekilde AK PARTİ İktidarı tarafından nefreti ortadan kaldırmak için çok
önemli çalışmalar yapılmıştır, bundan sonra bu süreç devam edecektir.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Yeni, Samsun’daki bir
patlamayı Meclisimizle, yüce Meclisle paylaşmak üzere benden bir dakikalık söz
istedi, kendisine o sözü veriyorum.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, Samsun’da Eti Bakır
İşletmesinde meydana gelen çökme olayında 5 işçinin hayatını kaybettiğine ve 11
işçinin de yaralandığına ilişkin açıklaması
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın
Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Samsun’da Eti Bakır
İşletmesinde amonyak tankının kapağındaki yapım çalışması devam ederken bir
çökme meydana gelmiştir. Maalesef, şu an itibarıyla 5 işçimiz hayatını
kaybetmiş ve 11 işçimiz de yaralı. Ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum,
ailelerine başsağlığı diliyorum. İnşallah, devamında ölülerimiz olmaz,
temennimiz ölü sayısının artmamasıdır. Olay yerinde arama ve kurtarma
çalışmaları devam ediyor. Başımız sağ olsun diyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
(Devam)
2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa
Milletvekili Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve travmanın
tüm boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli önlemlerin
belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi için acil olarak
yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi amacıyla 21/11/2012 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin
aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin lehinde son söz, Muğla Milletvekili Sayın Mehmet
Erdoğan’ın.
Buyurun Sayın Erdoğan. (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; CHP grup önerisi hakkında söz almış
bulunmaktayım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Samsun’da meydana
gelen iş kazasında hayatını kaybeden işçilerimize Allah’tan rahmet, yaralılara
acil şifalar diliyorum.
Bütün öğretmenlerimizin
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. Öğretmenlerimizin sorunlarının çözüldüğü,
atanamayan öğretmen haberlerini duymadığımız günlere kavuşmamızı da temenni
ediyorum.
Şimdi, tabii ki
toplumumuzdaki kin ve nefret duygusunun ve nefrete bağlı suçların artmasıyla
ilgili olarak CHP tarafından verilen grup önerisini tartışacağız.
Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi nefret söylemini, hoşgörüsüzlük temeline dayalı, yabancı düşmanlığını,
ırkçı nefreti, antisemitizmi ve diğer nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, öven
ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi olarak tanımlamaktadır. Bu tanım,
aslında bize, Müslüman Türk milletine oldukça yabancıdır. Türk ve İslam dünyasında
insan ve insana verilen değer çerçevesinde, birbirine kin ve nefret duymayan,
aksine birbirini destekleyen, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” diyen
bir Peygamber’in anlayışı sergilenmiştir. Mevlânâ, “Ne olursan ol yine gel.”
diyerek çok güzel bir hoşgörü kapısı aralamıştır. Yine, Yunus Emre, “Biz
yaradılmışları severiz Yaradan’dan ötürü.” diyerek bütün ayrımcılığı, kini,
nefreti yerin dibine gömmüştür. Osmanlı Devleti’nin kuruluş felsefesinde, Şeyh
Edebali’nin Osman Gazi’ye "İnsana değer ver ki devlet yücelsin." sözü
rehber olmuştur. Keza, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra
Ayasofya’yı cami yapıp bir vakfiyeye bağladığında, vakfiyenin ilk cümlesi
olarak “Kâinatın özü insandır. Bu vakfım insanlar içindir.” cümlesini nakşetmiştir.
Nitekim, buna bağlı olarak Osmanlı sultanları her yeni fethettikleri
topraklarda o bölgenin halkı için adaletnameler yayınlamıştır. Adaleletnameler,
ırkına, dinine, diline, zengin veya fakirliğine bakılmaksızın her ferdin,
hükümdarın ve devletin koruması altında olduğunu ilan eden fermanlardır.
Buradan da anlaşılacağı üzere, Orta Çağ Avrupası’nın aksine ülkedeki her çeşit
halkın eşit tutulduğu ve devletin koruması altında olduğu açıklıkla ortaya
konmaktadır. Gerçekten de Sultan Abdülhamid döneminde kurulan darülacezede, her
türlü insanın koruma altına alındığı, cami, sinagog ve kilisenin yan yana
bulunduğu görülmektedir.
Günümüzde, insanlar arasında
kin ve nefret duygusunun sürekli arttığını gözlemlemekteyiz. Ne oldu da
yukarıda saydığımız güzel hasletleri, değerleri kaybettik? Tabii, bunda
iktidarın ve yandaş hâle getirilen sistemin etkisi çok önemlidir. Günümüzde,
görsel ve yazılı medya çok önem kazanmıştır. Şimdi, televizyonları açın, kin ve
nefret kusan haberler, diziler, filmler her gün boy boy gösterimdedir. Yandaş
hâle getirdiğiniz RTÜK nerede, ne iş yapıyor? Siz, bu yayınlara hoşgörü hâkim
olmadan toplumun huzur bulacağını mı sanıyorsunuz?
Eğitim sistemi, nefret
duygusunun azaltılması bakımından çok önemlidir. Lakin, on yıllık AKP İktidarı
döneminde 4 Millî Eğitim Bakanı değişmiştir. Her bakan birbirinden farklı,
öncekilerle çelişen yeni uygulamalara imza atmıştır. Bunun sonucu eğitim
politikası bırakın millî olmayı Hükûmet politikası hâline bile gelememiştir bu
dönemde. Eğitim politikası millî hâle getirilmeden ve eğitimde hoşgörü teması
tarihimize, kültürümüze ve inancımıza uygun olarak yer bulmadan, eğitim
politikasının toplumdaki kini ve nefreti toprağın dibine gömecek hâle
getirilmesini sağlamadan Türkiye’deki nefrete dayalı suçların azalacağını mı sanıyorsunuz?
Yine, bu dönemin en büyük
handikabı maalesef AKP İktidarı döneminde tuz kokmuştur. Artık, insanlar
adalete güven duygusunu kaybetmiştir. Bu dönemde gözaltına alınan, tutuklanan
insanlar, yıllarca neden tutuklandıklarını bile öğrenememişlerdir. İnsanlar
tutuklanmış, cezaevlerine konmuşlar, aylarca, yıllarca o davalarla ilgili
iddianameler maalesef yayınlanmamıştır; kendilerine iddianameleri
bildirilmemiştir, avukatları iddianameleri elde edememişlerdir. Dolayısıyla,
insanlar savunma hakkından bile mahrum hâle getirilmişlerdir. Şimdi, tabii ki
adaletin, tuzun koktuğu bir noktada nefretin bitmesini beklemek mümkün
değildir.
MHP İstanbul Milletvekili
emekli Korgeneral Engin Alan için Sayın Başbakan “Benim karşımda ayağa
kalkmayan adam cezasını buldu.” demiştir. İşte, bu dönemdeki nefreti körükleyen
en üst söylemler bizzat Sayın Başbakan tarafından ifade edilmiştir.
Yine, adaletle ilgili çok
çarpıcı bir örnek de bugün gündeme düştü. Bugün “Dağdaki teröristler için
ağlamayan insan değildir.” diyen Diyarbakır Emniyet Müdürü hakkında Diyarbakır
Cumhuriyet Savcılığı takipsizlik kararı verdi. Şimdi, toplumu bu kadar
ayrıştıran insanlar, kamu görevlileri için bu takipsizlik kararı nasıl
verilmiştir anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz.
Bir başka sebep, ülkemizi
yönetenlerin, başta Sayın Başbakan olmak üzere, toplumu ayrıştıran söylemlere
sahip olmasıdır. Sayın Başbakan her sözünde ülkemizi otuz altı etnik gruba
ayırmaktadır ve birbirinden koparmaktadır. Hâliyle bunun sonucu, ülke
içerisinde, aşırı derecede kimlik tartışmaları ön plana çıkmaktadır.
Geçen hafta kabul edilen
Büyükşehir Yasası, ana dilde savunma hakkı -önümüzdeki hafta Adalet Komisyonuna
geliyor- gibi yeni düzenlemeler toplum içerisinde ayrışmayı, bunun sonucu
olarak da nefreti körüklemektedir. Kamu görevi yapan, devletimizin omurgasını
teşkil eden kadrolara yapılan atamalarda liyakat yerine başka kriterler
aranması; yandaş, yoldaş kriterlerine göre atamaların yapılması ve kamuyu
yıpratan, işte, biraz önce örnek verdiğimiz Diyarbakır Emniyet Müdürünün,
Tunceli Emniyet Müdürünün ve diğer buna benzer kamu görevlilerinin yerinde
kalması da maalesef toplumumuzdaki nefret duygusunu artırmaktadır.
Milliyetçi Hareket Partisi
her türlü ayrımcılığın karşısındadır. Bu, nefret ve nefrete bağlı suçların azaltılması
için devlet yönetiminde hukukun hâkim kılınması, insanlar arasında cinsiyet,
ırk, din, mezhep vesaire gibi ayrımların kaldırılarak her insana hukuk
karşısında eşit muamele yapılması sağlanarak, suçlulara karşı devletin alacağı
etkin tedbirlerle vatandaşlarımızın devlete olan güven duygusunun
güçlendirilmesi sağlanarak -yani, burada suçlularla müzakere ederek değil,
suçlulara karşı devletin o güçlü yüzünü, adil yüzünü, hâkim yüzünü kullanarak-
atamalarda yandaşlık yerine liyakatin hâkim kılınmasıyla ve en önemlisi,
inancımızda, tarihimizde, kültürümüzde hâkim olan hoşgörü kültürünün günümüzde
de toplumumuza hâkim kılınmasıyla nefret suçlarının önünün alınacağı
muhakkaktır.
Ülkemizi ayrıştırmak yerine,
ülkemizi birleştirecek politikalar uygulamasına vesile olması dileğiyle bu
önergenin kabul edilmesini talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdoğan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin…
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Karar
yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN - Daha bir kişi daha var.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Biraz
önce “son söz” dediniz.
BAŞKAN - Dedim ki: Lehinde son söz… Şimdi, aleyhinde son söz diyeceğim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) –
Acemiliğime verin efendim.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde son söz, İstanbul
Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel’e aittir.
Buyurun Sayın Tuncel. (BDP
sıralarından alkışlar)
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin
usulen aleyhinde söz almış bulunmaktayım.
Son söyleyeceğimi başta
söyleyeyim: Özellikle nefret suçlarının, nefret suçlarına neden olan nefret
söyleminin araştırılması, bu konuda yasal düzenlemenin yapılması grubumuz
tarafından da defalarca gündeme getirilmiş bir durum. Dolayısıyla, bunun
araştırılması ve bu konuda ciddi bir çalışmanın yapılmasını öneriyoruz.
Dolayısıyla, biz bunun lehinde oy kullanacağız, bunu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
nefret suçları, nefret söylemi aslında Türkiye’de ciddi bir sorun. Biraz önce
İktidar Partisinden Sayın Milletvekilini dinleyince sanki başka bir ülkede
yaşıyoruz, aslında o başka bir ülkede yaşıyor, biz başka bir ülkede yaşıyoruz
gibi hissettim çünkü kendisi, aslında “Tamam, nefret suçları var, nefret
söylemi var Türkiye’de, dünyada hatta.” diye bu konuda bir değerlendirme yaptı.
Bu konuda iktidarın çok önemli çalışmalar yürüttüğünü, dolayısıyla hiçbir
sorunun olmadığını, bu ülkede ne Kürtlerin ne Alevilerin ne kadınların ne
Hristiyanların ne LGBT örgütlerinin, LGBT bireylerinin aslında hiçbir sorun yaşamadığını,
dolayısıyla bu konuda yasal düzenlemeler yaptığını ifade etti.
Anlaşılan o ki, AKP Grubu
kendi öneri vermediği için bu öneride de aleyhte oy kullanacak ama biz, bir kez
daha, madem bu konuyu bir suç olarak görüyorsunuz, nefret söyleminin bu ülkede
olduğunu düşünüyorsunuz ve ciddi anlamda bundan kurtulması gerektiğini
düşünüyorsunuz, o zaman bunun araştırılmasına da engel olmamak gerekir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’de nefret söyleminin üretilmesinin temel nedenlerinden birisi, aslında,
bugün yeni anayasa tartışmalarında da ortaya çıkan temel noktalardan biri, bu
ülkede üretilen zihniyet, üretilen dil. Bunlardan birisi: Türkiye, Türklük
üzerinden kendisini ifade ediyor ve Türk’ten başka herkesi ya düşman ilan
ediyor ya terörist görüyor ya da bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne kastetmek
suçuyla değerlendiriyor. Bu, toplumda nefrete neden oluyor çünkü bu ülkede Kürt
olmak neredeyse terörist olmakla eş değer oluyor, Ermeni olmak eşkıya olmakla
eş değer oluyor ve bunu yansıtan toplum ya öldürüyor Hrant Dink meselesinde
olduğu gibi ya da işte, toplumsal linçlere neden oluyor. Bu ciddi bir sorun.
Türklük üzerinde kurulan yaklaşımın kendisi sorunlu.
İkincisi: Sünni bir devlet;
dolayısıyla, bunun üzerine kurulmuş, her şeyini buna göre düzenlemiş. Alevi
olmak, gayrimüslim olmak yani Hristiyan olmak, Yezidi olmak bu ülkede suç.
Üstelik bu ülkenin Başbakanı sürekli Yezidilere hakaret ederek neredeyse Yezidilerin
linç edilmesine, hatta öldürülmesine zemin sunan bir söylem içerisinde. Bu
ciddi bir sorun yani bu ülkede “Alevi, Sünni, Yezidi” diye sıraladığımız…
“Herkes eşittir, Anayasa’nın 10’uncu maddesi zaten bu eşitliği düzenliyor.”
demek gerçeği yansıtmıyor, bu anlamda çok ciddi sorunlar var.
Sonuçta, bu ülke erkek bir
zihniyetle yönetiliyor; dolayısıyla, burada da her şey erkeklerin lehine
düzenlenmiş oluyor, kadınlar bu konuda çok ciddi anlamda hak ihlalleriyle karşı
karşıya kalıyor. Yine, LGBT örgütleri, bu ülkede lezbiyen, gey, biseksüel,
trans bireyler ciddi anlamda nefret söylemiyle karşı karşıya. En son,
Avcılar’da yaşanan olayın kendisi bu konuda somut bir örnek. Trans bireylere
karşı gecenin on ikisinde örgütlendirilen nefret söylemi, onların toplumsal
yaşamın dışına itilmesi ya da sırf trans birey olduğu için çoğunun öldürülmesi
bu erkek zihniyetinin yaklaşımıyla alakalı bir durum çünkü erkek zihniyeti,
kendisine göre bir namus anlayışı oluşturmuş durumda. Erkeğin namusu herkesin
namusudur, her şeyin namusudur dolayısıyla kadınlar buna uymuyorsa
öldürülebilir, şiddete maruz kalabilir; trans bireyler uymuyorsa buna şey
yapabilir. Bu ciddi bir sorun.
Diğeri, militarist bir ülkede
yaşıyoruz. Bu militarizm, aslında ciddi anlamda bu nefret söylemlerini de
besleyen, bunu şiddetle karşılaştıran noktalardan birisi. Eğer bu tespitleri
doğru yapamazsak, biz ciddi anlamda Türkiye’de nefret söylemi var mı, nefret
suçları işleniyor mu, işlenmiyor mu konusunda herhangi bir şey yapamayız.
Türkiye’de, sevgili arkadaşlar, buraya çıkan her arkadaşımız işte, yasaları
ifade edecek, Anayasa’yı ifade edecek. Biraz önce söyledim, Anayasa’nın 10’uncu
maddesine göre eşitiz zaten. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu 3’üncü maddesinde
adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi var, 76’ncı maddesinde soykırım suçu
yasaklanmakta; 122’nci maddesi ayrımcılığı, 216’ncı maddesi ise halkı kin ve
düşmanlığa tahrik veya aşağılamayı suç saymaktadır. Bu konuda bugüne kadar
yargılanmış hiç kimse yoktur bu olaylar çok ciddi yaşanmış olmasına rağmen. Ama
kim yargılanıyor? Buna itiraz edenler, bu ülkede nefret söylemini üretenlere
karşı çıkanlar, ırkçılığa, milliyetçiliğe, faşizme karşı çıkanlar, ne yazık ki
bu yasalardan yargılanıyor ve ceza alıyor. İşte, aydınlar, yazarlar,
akademisyenler… Türkiye'nin geldiği tablo bu. Bunları göremezsek bu ülkede
ciddi anlamda bir ilerleme kaydedemeyiz.
Diğer bir konu, bu ülkede
nefret suçlarının nasıl olduğunu, etnik kimliğe yönelik mi, inanca yönelik mi,
trans bireylere mi, kadınlara yönelik mi, bir haritamız yok. Dünya bu işi böyle
çözmüş, bir araştırma yapmış, bir harita çıkarmış daha çok nefret söylemi
nerede, nefret suçları nerede işleniyor diye. Dolayısıyla, bu konuda Türkiye
sorumluluk almış olmasına rağmen bir veri tabanı oluşturulmuş değil, bu veri
tabanını kimseyle paylaşmış değil. Dolayısıyla, bunu görmeden Türkiye'de nefret
suçlarına ilişkin bir düzenleme yapmak mümkün olmuyor. Sayın Başbakanın, “Biz nefret suçlarına ilişkin düzenleme
yapacağız.” demesiyle de bu iş çözülmüyor, gerçekten bunun gereğini yapmak
gerekiyor.
Oysa bu ülkede en çok nefret
söylemini üretenlerden birisi iktidar partisinin kendisi; diliyle, söylemiyle
cinsiyetçiliği, milliyetçiliği üretenlerden birisi. Bu cinsiyetçilik,
milliyetçilik, militarist söylemin kendisi, aynı zamanda nefret suçlarını,
nefret söylemini üretiyor. Hâlâ bugün Millî Eğitim Bakanlığının kitaplarında,
diyelim ki bu ülkedeki Asuri ve Süryanileri aşağılayan, Ermenileri aşağılayan
uygulamaları var.
Geçen Erol Dora Vekilimiz, bu
Meclisin tek Hristiyan vekili, belki kendisi bir basın toplantısıyla bunu ifade
etti. Hani, madem bu ülkede ayrımcılık yok, ırkçılık yok, bu konuda
hoşgörülüyüz, bu kadar sorunları çözdük, hâlâ millî eğitim kitaplarında neden
bu nefret söylemini üreten şeylerimiz var, bunları düşünmemiz gerekiyor değerli
milletvekilleri.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu konuda bir kanun
teklifi de hazırladık Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilmesi, nefret suçlarının,
gerçekten bu konuda nefret suçu işleyenlerin cezalandırılması konusunda ama
meselenin sadece kanun çıkarmak, yasa çıkarmak olmadığını da biliyoruz. Bir kez
daha bu konuda farkında olmak, özellikle toplumsal olarak nefret söylemini
ortadan kaldıracak, hoşgörüyü sağlayacak, “Türkiye'de yaşayan bütün halklara, bütün
inançlara aynı nazarda bakmak.” diye ifade edilen ama bu gerçekten sadece
söylemde değil, onların eşit hakları olduğunu… Mesela, ana dilde eğitimi hak
olarak görmeyen bir yaklaşım nasıl olur da bu ülkede Kürtlerin gerçekten eşit
olduğunu ifade edebilir? Bu, sadece diyelim ki ciddi bir sorun. Ana dilde
savunma hakkı bile burada bir şeyle karşılaşıyorsa, hâlâ bir dirençle
karşılaşıyorsa nefret söyleminden bahsetmek ya da nefret söylemine karşı
olduğunu söylemenin kendisi, bence, samimiyet içermeyen bir nokta hâline
geliyor. Yine bu ülkede Aleviler… Diyelim ki “Bu sorunu çözdük, açılım yaptık.”
deniliyor, hâlâ Alevilerin evleri yakılıyorsa ya da dergâhlarına yönelik
saldırılar gerçekleşiyorsa nasıl demokratik bir ülkedeyiz, bunu düşünmek
gerekir. Muharrem ayı içerisindeyiz. Biz, Ramazan ayında, her gün, burada,
Ramazan ayının ne kadar kutsal bir ay olduğunu ifade ediyoruz değil mi bütün
İslam alemi için? Evet, ama Aleviler için aynı hassasiyeti göstermiyoruz.
Erzincan’da Alevilerin Pir Sultan Abdal Derneğine yönelik saldırıya ya da
İstanbul’da, Kartal’da yapılan saldırıya buradan bir kınama falan yapmıyoruz;
nasıl oluyor? Hani biz eşitiz, eşit haklara sahibiz, bu ülkede din, dil, ırk
farkı yok, cinsiyet farkı yok. Bunların hepsi toplumsal yaşamda bir yalana dönüşmüş
durumda. Buradaki bütün arkadaşlarımızın, sadece iktidar değil, iktidarıyla
muhalefetiyle bunu bir düşünmesi gerekiyor. Biz, bir kez daha bunun altını
çizmek istiyoruz.
Bu ülkede otuzdan farklı
etnik kimlik yaşıyor, onlarca farklı inanç yaşıyor. Diyelim ki bu konuda eğer
biz, eşitlik hukukunu uygulayamayacaksak, eşit yurttaşlık talebini
uygulayamayacaksak nefret söyleminin üretilmesini engelleyemeyiz. Nefret
söylemi, direkt iktidar tarafından ya da direkt partilerin yönetimleri
tarafından her gün üretilen bir nokta hâline geliyor. Şimdi, bunu ortadan
kaldırmadığımız sürece istediğimiz kadar yasa çıkartalım, istediğimiz kadar
“Çok iyi şeyler yaptık.” diyelim, bunun bir anlamı olmayacaktır.
O açıdan, ben, başladığım
gibi bitiriyorum. İktidarın ifade ettiği şeylerle bizim yaşadığımız şeyler ne
yazık ki aynı şeyler değil. Belki siz, söylemde yasal olarak bazı şeyler yapmış
olduğunuzu söyleyebilirsiniz ama bize pratik uygulaması ne yazık ki faşizan
uygulamalar olarak geliyor. Her gün sokakta biz özellikle daha çok nefret
söylemiyle karşılaşıyoruz. Diyelim ki biz, her gün, Kürt olduğumuz için, Alevi
olduğumuz için linçle karşılaşıyoruz; hatta ev bile verilmiyor, okullarda linç
geliştiriyor, birçok öğrenci okulunu bırakmak durumunda kalıyor, ilköğretim de
bile bu nefret söylemiyle bire bir
karşılaşıyoruz. Bir saha araştırması yapalım, gerçekten var mı, yok mu? Burada
konuşmak çok kolay. Gerçekten Alevilere, Kürtlere, Ermenilere, Rumlara yönelik
Türkiye’de bir nefret söylemi ya da yabancılara yönelik bir nefret söylemi var
mı, yok mu, gelin bir araştıralım, bunun tablosunu çıkartalım, bunun üzerinde
konuşalım. Niye kaçıyoruz bu işten? “Muhalefet verdi, iktidar verdi.”
tartışmasından uzak, gerçekten bu mesele bizim meselemiz.
Daha demokratik, daha
özgürlükçü, daha eşitlikçi bir Türkiye istiyorsak bunu yapmak durumundayız
diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebi
vardır.
Sayın Tarhan, Sayın Akar,
Sayın Havutça, Sayın Atıcı, Sayın Serindağ, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Özdemir,
Sayın Eyidoğan, Sayın Genç, Sayın Özkes, Sayın Kaplan, Sayın Tayan, Sayın Özel,
Sayın Toprak, Sayın Korutürk, Sayın Erdemir, Sayın Ekşi, Sayın Öner, Sayın
Güven, Sayın Onur.
Yoklama için iki dakika süre
veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
(Devam)
2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa
Milletvekili Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve travmanın
tüm boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli önlemlerin
belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi için acil olarak
yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi amacıyla 21/11/2012 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin
aynı birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler..
Kabul edilmemiştir.
Muharrem ayı iftarı
nedeniyle, saat 17.00’ye kadar birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.26
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.01
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile
Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan,
Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra
Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun
Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
3.- Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya
Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair
Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/625) (S. Sayısı: 342)
BAŞKAN –Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan,
Sermaye Piyasası Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
4.- Sermaye Piyasası Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/638) (S. Sayısı: 337)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5’inci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş
Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri
Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu 339 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz
isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Aytuğ
Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar.)
Buyurun, süreniz yirmi
dakika.
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında
Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış buluyorum.
“Harp zorunlu ve hayati
olmalı ama milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe harp bir cinayettir.” sözüne
gerçekten inanan tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu
mutabakat muhtırası 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara’da imzalandı. Askerî alanda
hemen her konuda eğitim ve öğrenime ilişkin iş birliğinin geliştirilmesinin
amaçlandığını bu anlaşmadan görüyoruz. Ayrıca bu anlaşmada en çok dikkatimi
çeken noktalardan bir tanesi, barışı koruma ve barışı destekleme konusudur.
Yani, siz Hükûmet olarak Libya ile barışı koruma ve barışı destekleme konusunda
bir anlaşma yapmış bulunuyorsunuz. Bir yandan onların askerlerini
eğiteceksiniz, bir yandan da bu eğitimin amacının barış olduğunu iddia
ediyorsunuz. Çok güzel kelimeler seçmişsiniz, her zaman olduğu gibi, dıştan çok
güzel görünen ama içini okudukça insanın içini yakan kelimeleri, tıpkı
“barışta” olduğu gibi, buraya da yazmışsınız ancak “barış”, sayenizde kirlendi
ve anlamını yitirdi yani anlayacağınız “Âyînesi iştir kişinin, anlaşmaya bakılmaz.”
Yani sizin ne söylediğiniz, ne anlaştığınız, anlaşmaya neleri yazdığınızın
hiçbir önemi yok aslında. Esas burada önemli olan, sizin ne iş yaptığınızdır.
Ne demek mi istiyorum?
(x) 339 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bakın, barışı nasıl
kirlettiniz Libya’da: Herkesin malumu, herkesin dilinde olan konu, artık on
yaşındaki çocuklar bile bunu, bu öyküyü anlatıp arkanızdan gülüyorlar, teneke
çalıyorlar, diyorlar ki: “Gittiler, Kaddafi’den Barış Ödülü’nü aldılar, NATO
oraya yönelince ‘Ne işi var, hadi oradan.’ dediler, ondan sonra da Libya’nın
bombalanmasına destek verdiler.” Bunu herkes söylüyor; bu, artık, kimsenin
yadırgadığı, sizin de itiraz ettiğiniz bir şey değil zaten. İşte, barışı bu
şekilde kirlettiniz.
Daha da yetmedi, kalktınız,
diktatör de olsa Kaddafi’nin linç edilmesini alkışladınız. İşte, sizin barış
anlayışınız bu. İşte, siz barışı bu şekilde kirlettiniz ve şimdi kalkmışsınız,
bana, barışı korumaktan bahsediyorsunuz. Ben de burada halkımıza soruyorum:
İkiyüzlülüğün tarifi nedir?
Değerli arkadaşlar, kişiler
ikiyüzlü olabilirler, bu onların sorunudur ancak yönetici, ülkesi ve halkı
adına iş yaparken asla ikiyüzlü olamaz. Eğer bir şekilde ikiyüzlülük yapmışsa
da tarih bunu asla affetmez, halk nezdinde de bedeli oldukça ağırdır. Yani
sizin anlayacağınız, bu anlaşma sonrasında eğiteceğiniz Libya askerlerini her
an dönüp arkadan vurabileceğiniz hissi herkeste çok kuvvetli, tıpkı daha önce
Kaddafi’yi vurduğunuz gibi. “Askerleri eğitiyoruz.” diyorsunuz; arkasından gidip
bunları vurursanız hiç kimse şaşırmayacak. Ancak dikkatli olmanız gerekir,
çünkü bizim askerimizin eğiteceği Libya askeri, sizin arkadan vurmanıza
hazırlıklı olmayı öğrenmiş olacaktır. Bir dahaki sefere işiniz daha da zor
olacaktır.
Şimdi, bu tasarı kanunlaşınca
Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP’li Başbakanı veya Dışişleri Bakanı, bir yandan
Libya askerini eğitecek ve diyecek ki: “Ben bununla övünüyorum. Benim ülkem
başka ülkelerin askerlerini eğitiyor.” Ama diğer yandan da, emperyal güçlerin
güdümünde aynı Libya’ya müdahale edecek, bunu da buraya yazıyorum. Bunun da
şaşırtıcı olmadığını hepiniz biliyorsunuz.
Şimdi, bu anlaşmanın en can
alıcı noktasının, bu anlaşmanın içerisine “barışı koruma” ve “barışı
destekleme” gibi iki kelime grubunun eklendiği olduğunu söylemiştim. Bunun hiç
inandırıcı olmadığını sizlere bir örnekle açıklayayım. Bakın, yine AKP
Hükûmeti, çok geç değil, daha beş ay önce, sadece beş ay önce bir tasarının
altına imza attı. Kimle? Yine Libya’yla. Bu sefer yaptığınız anlaşma polislerle
ilgili bir anlaşmaydı ve bu anlaşmayı yine AKP’nin milletvekilleriyle Dışişleri
Komisyonunda kabul ettiniz. Sonra Genel Kurula getirdiniz ve 29 Haziran 2012
tarihinde 6341 sayılı Kanun olarak kabul ettiniz. O zaman Libya’da geçici
hükûmet vardı, anlaşmanın yapıldığı tarihte ve bu yaptığınız anlaşmanın -daha
sonra Kanun olan bu anlaşmanın- adı: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya
Geçiş Hükûmeti Arasında Libya Ulusal Polisinin -dikkatinizi çekiyorum, “Libya
Ulusal Polisinin”- Eğitimine ve Kapasite Geliştirmesine İlişkin İşbirliği
Konulu Mutabakat Muhtırası. Ne kadar kulağa hoş geliyor değil mi? Türkiye
Cumhuriyeti gidecek, efendim Libya’nın polisini eğitecek veya şu anda
konuştuğumuz anlaşma gibi, Türkiye Cumhuriyeti devleti kardeş bildiğimiz
Libya’nın askerini eğitecek. Yani bugün konuştuğumuz bu asker eğitiminin polis
versiyonunu da beş ay önce kanunlaştırıp yayınladınız. Bu anlaşmada -Komisyonda
da söylediğiniz gibi- halka doğruları söylemediniz, açıkça gizli kapaklı işler
yaptınız, açıkça. Gerçekleri halktan bilerek ve isteyerek gizlediniz, nasıl
yaptığınızı anlatacağım.
Şimdi anlaşmanın adını tekrar
okumayacağım ama çok net hatırlayacağınız gibi, polisin eğitimi,
güçlendirilmesi. Anlaşmanın detaylarına baktığınızda, o hani onlarca sayfa
eklerin içerisine baktığınızda, aslında, AKP Hükûmetinin, sadece Libya polisini
değil, Libya’daki milis güçlerini de gizlice, herkesten gizleyerek bu
anlaşmanın içine koyduğunu hep birlikte gördük. Dedik ki: “Ya, acaba, olabilir,
insan hatası yani bu gözden mi kaçtı” ve bu konuyu Dışişleri Komisyonunda
gündeme getirdik. Dedik ki: “Arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun, siz burada
sadece polis eğitmiyorsunuz. Bakın, anlaşmanın ekinde üç tane sütun var.
Birinde ‘polis’, birinde ‘komiser’, ‘polis amirleri’, birinde de ‘milis güçleri’
yazıyor. Bakın, siz, milis güçlerini eğitiyorsunuz.” İçinizden bazı
arkadaşlarımızın kafası karıştı, tartışıldı ve bir arkadaşımız kalktı dedi ki:
“Efendim, bu ‘milis güçleri’ aslında ‘polis’ demektir.” diye kafadan bir şey
salladı. Bilmiyordu ama zevahiri kurtarmak adına böyle bir şey yaptı.
Kalktık, Türk Dil Kurumuna
baktık. Türk Dil Kurumu diyor ki “milis” tanımı için… Barışı savunan AKP’li
milletvekili arkadaşlarım, barışı korumaya heveslenen arkadaşlarım, bakın,
Hükûmetiniz ne yapıyor? “Milis”i tanımlıyorum, Türk Dil Kurumuna göre: “Savaş
sırasında -barış değil- orduya yardımcı olarak toplanan silahlı halk gücü.”
Eğer buna inanmazsanız kendi Bakanınızın -Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanının-
bütçe görüşmeleri sırasında Komisyon üyelerine hediye ettiği TÜBA tarafından
yayımlanan “Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü”ne bakalım, “milis”i nasıl
tanımlamış. Diyor ki: “Gerektiğinde kısa sürede savaşa sürülebilen –“kısa
sürede barış tesis eden” değil- sınırlı askerî eğitim görmüş yurttaş...” Hadi
bakalım… Siz, yaptığınız anlaşmayla sadece Libya’nın askerini, polisini değil,
milisini yani savaşa hazır yurttaşlarını da eğitme kararı aldınız; hayırlı
uğurlu olsun! Nerede sizin barışı koruma, barışı destekleme projeniz? İnanın,
her zaman olduğu gibi “barış” derken bile savaş naraları atıyorsunuz.
“Barış”derken bile ağzınızdan savaş çıkıyor. İşte bunun için barışı kirlettiniz
değerli arkadaşlar, tıpkı Suriye’de yaptığınız gibi.
Şimdi size bir soru sormak
istiyorum. Bir düşünün, siz bu milisleri yetiştirdiniz, yetiştirmeye
başladınız; bu milisler –soruyorum- acaba Libya’dan gelip Suriye’de savaşıyor
mu? Bana bir Allah kulu çıksın, bir babayiğit çıksın “Kesinlikle savaşmıyor.”
desin ve bana ispat etsin. Ben de burada bütün halkın önünde herkesten özür
dileyeyim. Bakın, Libya askeri, Libya polisi düzenli silahlı güçlerdir,
düzenlidir bunlar, ancak siyasi iradenin emriyle gider, Suriye’de savaşabilir,
Irak’ta olduğu gibi. Ancak, sorumluluk siyasi iradenindir. Yani Libya kalkıp
sizin eğittiğiniz askeri, polisi Suriye'de kullanırsa bunun sorumluluğu Libya
Hükûmetinindir, ancak milis güçlerinin nerede savaşacağı belli olmaz. Bu
durumda, bu insanlar kalkıp Suriye'de savaşırsa sorumluluk siyasi iradenin
değil, onları yetiştiren sizlerindir. Nitekim, Libya’da yetiştirilmiş milislerin,
diğer radikal İslami militanların mahiyetinde Suriye’de savaştığı tüm dünyanın
dile getirdiği bir gerçek olarak her yerde yer bulmuştur.
Değerli arkadaşlar, dış
politikamızda telafisi mümkün olmayan işler yapıyorsunuz. Tedavisi çok zor olan
yaralar açıyorsunuz. Artık, bu saatten sonra bizim, Suriye’yle Libya’yla Orta
Doğu’yla dost olmamız çok zor. Sizinle imkânsız, imkânsız. Bir yandan siz,
barış için çalışıyorum diyeceksiniz, diğer yandan Suriye’de kan akmasına neden
olacaksınız. “Esad, insanları öldürüyor.” diye sokaklara çıkıp bağıracaksınız,
kendi sınırlarımızı korumayarak Türk menşeli silahların Suriye’ye girmesine
seyirci olacaksınız. Var mı böyle bir şey? Kısacası, elinizi tıpkı barışta
olduğu gibi neye attıysanız maalesef yüzünüze, gözünüze bulaştırdınız.
Ben böyle olmasını
istemezdim. Bakın, muhalefet milletvekilleri, iktidarın tökezlemesini ister.
Muhalefet milletvekilleri, iktidarın oylarının düşmesini çok ister. Bir an
önce, yarın, hükûmetten sizi indirmek isteriz. Bu, normaldir ancak bu şekilde
hatalar yaparak, bizim bile telafi edemeyeceğimiz sorunlar çıkararak ülkemizi
bu hâle getirmenize inanın çok üzülüyoruz, gerçekten çok üzülüyoruz. Bu kadar
beceriksizlik ancak AKP’de olur. Bakın, beceriksizliğiniz nasıl tescillendi?
Suriye’nin barış süreci nereye kaydırıldı? Katar’a, Doha’ya. Yetmedi, İran
sahip çıktı, Tahran da yani hiç kimsenin artık Türkiye’ye güveni kalmadı.
Sizler taraf ola ola, “barış, barış” diye kan akıta akıta artık Suriye
sürecinin burada sonuçlanması, çözümlenmesi imkânsız hâle geldi. Daha dün, dün
daha dün, Mısır’da, Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışişleri Bakanı Clinton,
Mısır’ın bölge liderliğini kutladı. Bakın, daha yeni, daha çok taze, sıcağı
sıcağına bir haber: Mısır’ın bölge liderliğini gitti, ABD Dışişleri Bakanı kutladı.
Nasıl, hoşunuza gitti mi arkadaşlar? Lider olmaya çalışan, “Orta Doğu’nun
sahibi ben olacağım.” diyen Dışişleri Bakanının bu kürsüden konuşurken
-kayıtlara bakın- “Yeni Orta Doğu’nun sahibi ben olacağım.” diyen bir Dışişleri
Bakanının düştüğü duruma bakın, kullanılmış ve bir kenara itilmiş gibi. Çok
üzülüyorum, gerçekten çok üzülüyorum ama siz bunu hak ettiniz, siz bunu
maalesef hak ettiniz. Benim ülkemin yüzünü kara çıkardınız. Bunu hak ettiniz.
Zaten siz kullanılmak istememiş miydiniz? Zaten siz istemiştiniz kullanılmayı.
Siz demediniz mi: “Deliğe süpürmeyin, kullanın.” İşte kullandılar, hayırlı
uğurlu olsun. Eğer biz Başbakanı tanıyor isek, liderliği Mısır’a kaptırdığı
için -en azından sözde bile olsa- saldırganlaşacak, yine gürleyecek, yine
bağırıp çağıracak ama bir türlü gürledikten sonra yağamayacak maalesef.
İnsanca yaşamaktan ümidini
kesen Başbakan “Adam gibi ölürüz.” demeye başladı, “Adam gibi ölürüz.” Allah
herkese adam gibi ölmeyi nasip etsin, bu önemli bir şey ancak başbakanlar adam
gibi ölmekten bahsetmezler, adam gibi yaşamaktan bahsederler. Önce adam gibi
yaşarlar, kendi ülkelerinin vatandaşlarını da adam gibi yaşatırlar, ondan sonra
adam gibi ölürler zaten.
Nasıl adam gibi yaşanır?
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
Kendinize bakın, kendinize!
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ben
size ayna tutayım Sayın Milletvekili, oradan çok sesiniz duyulmuyor.
“Kendinize bakın.” derken,
bakın örnek vereyim: Örneğin, Mavi Marmara’da öldürülen yurttaşlarımız için
İsrail’e efelenirken, onları korumak için, İsrail’i korumak için Malatya
Kürecik’e radar sistemi kurmazlar adam gibi yaşayanlar. Adam gibi yaşayan
insanlar, İsrailliler Filistinli kardeşlerimizi katlederken sadece beyanat
vermezler, Davos’ta değil burada “one minute” derler, yiğitse, adam gibi
yaşıyorsa. Adam gibi yaşıyorsa, İsrail Filistin’e saldırırken Kürecik’i askıya
alır adam gibi yaşayanlar. Güney Kıbrıs Rum yönetimi petrol ararken
“Arayamazlar, yaptırmayız.” deyip de ondan sonra da seyredip onların karşısında
kahve içmezler. Adam gibi yaşamak böyle değildir ya da babam bana yanlış
öğretti. Babam bana “Bu şekilde adam gibi yaşanmaz.” dedi.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Baban
sana çok yanlış öğretmiş zaten.
OKTAY VURAL (İzmir) – Onlar
bir nutuktu ya.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Senin
aklın ermez böyle şeylere.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Adam
gibi yaşayanlar, uçaklarımız düşürülürken sadece seyretmezler. Örneğin, adam
gibi yaşayanlar Suriye halkının…
RECEP ÖZEL (Isparta) – Gidip
hatıra fotoğrafı çektirmezler adam gibi olanlar.
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Anlamadım?
RECEP ÖZEL (Isparta) – Hatıra
fotoğrafı çektirmezler.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Adam
gibi olanlar, “Suriye halkının yanındayız.” deyip, ne idüğü belli olmayan
muhaliflerle resim çektirmezler Sayın Milletvekili.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ne
olduğu belli olan adamla çeker.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ne
olduğu bile belli olmayan, birbiriyle bile kavga eden muhaliflerle oturup da
onları desteklemezler. Adam olmak başka bir şey.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Sizden
mi öğreneceğiz ya?
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Vallahi, eğer bizden adam olmayı öğrenirseniz ne mutlu size.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Allah
Allah!
AYTUĞ ATICI (Devamla) –
Öğrenemezseniz, artık bizim de yapacak bir şeyimiz yok.(CHP sıralarından
alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) –
İktidar olurdunuz adam olsaydınız ya.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ha,
çok güzel. Seni duymamışlardır, “Adam olsaydınız iktidar olurdunuz.” diyor
arkadaşımız. Keşke iktidar olmakla adam olunsaydı, keşke iktidar ol…
RECEP ÖZEL (Isparta) – Millet
adamları iyi takdir ediyor.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – İşte
örneğini görüyoruz, iktidar oldunuz ama adam olamadınız.(CHP sıralarından
alkışlar)
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) –
Niye bağırıyorsun ki?
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Adam
gibi yaşayamadınız, adam gibi ölemezsiniz.
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) –
Bırak ya!
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Adamları
iyi bilir millet.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Adam
olanlar kendi sınırlarımızı NATO’ya emanet etmezler. NATO dedim de aklıma
geldi, niye Patriot füzesi istediniz adamlar? Neden, ne için? Kimi
koruyacaksınız? Ben buradan iddia ediyorum: Siz bu Patriot füzelerini ya
İsrail’i korumak için aldınız ya da İran eğer Malatya Kürecik’i vurursa diye
korkarak aldınız.
Şimdi, adam gibi olmanın ne demek olduğunu,
umarım nasıl yaşandığını bir miktar anlatabilmişizdir. Ha, bu iş anlatmakla da
olmaz, bu iş yaşamakla olur; “Âyînesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” O yüzden
sizleri, bizleri izlemeye davet ediyorum. Bakın arkadaşlar, bugün Uluslararası
Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü ve sizin imzaladığınız bu anlaşmada, sizin
imzaladığınız polislerle ilgili olan bu
anlaşmada ne diyor biliyor musunuz? “Sadece erkek polisleri eğiteceğiz.” diyor,
açın bakın. Hadi askeri anladık, kadın asker yoktur. “Sadece erkek polis
eğiteceğiz.” diyorsunuz siz ve Libya Hükûmeti. Neden?
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Arz-talep meselesi bu. Onlar onu talep etmiş, o doğrultuda…
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Orada kadın polis olsa ne yapabilir?
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Evet,
aynen senin dediğin gibi olmakla beraber, kazın ayağı öyle değil Sayın
Milletvekili.
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Hayret bir şey!
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Bunun
iki tane nedeni var. Bir, her zaman olduğu gibi, kadını dışlayıcı, ayrımcı
zihniyetiniz ve bugün bu anlaşmayı burada konuşmaktan gerçekten utanıyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Onlar
bayanı eğitmek istedi de biz mi reddetmişiz?
AYTUĞ ATICI (Devamla) – İki,
kadın polislerin, kadın milislerin Suriye’ye gidip savaşmayacağını
biliyorsunuz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Niye
Suriye’ye bu kadar takıldın ya?
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Oraya
“Sadece erkek polisleri eğiteceğim.” diye yazmanızın nedeni bu.
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Libya’yı konuşuyoruz, Suriye’yle ne alakası var?
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ya
beni dinlemediniz ya da kafanız karışık.
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Hayır, siz Suriye’ye kilitlenmişsiniz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Bir
kelimeyle bir daha söyleyeyim: Bana deyin ki…
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Suriye’ye kilitlenmişsiniz, Libya’yı konuşuyoruz…
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Bana
“Libya’da yetiştirdiğim Suriye’ye gitmiyor.” deyin, elinizi öpeyim.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
Libya’da yetişenin nereye gideceğini kim kararlaştırmış? Biz mi
kararlaştırıyoruz? Laf mı ya!
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Evet, teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Tabii, hatibi dikkatle
dinlemeye çalıştım. Herhâlde tek bir doğru laf etti, o da “Âyînesi iştir
kişinin, lafa bakılmaz.” dedi. Ne söylediğin önemli değil, ne yaptığın önemli,
nasıl yaşadığın önemli, bunu bütün kamuoyu biliyor.
Öncelikle şunu ifade etmek
isterim ki buradaki bir konuşmacı adamlıktan çok güzel bahsetti ama ben şunu
söylemek istiyorum: Siz, bizim grubun, bizim Başbakanımızın, bu ülkenin
Başbakanının adamlığını ölçecek çapta değilsiniz bir defa. Bir defa onu ifade
etmek istiyorum. O seviyede, o çapta değilsiniz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Adam
olanın çapı ölçülür, adam olmayanın ölçülmez.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Herkesin adamlığı kendine.
Burada, millî meselemiz olan
bir konuyu görüşüyoruz, dış politikayla ilgili, Libya’yla ilgili ve Türkiye’nin
bölgede geldiği konumu iftiharla anlatmanız lazım. Sizin Tandoğan’da
yapamadığınız mitingi Sayın Başbakanımız Libya’da yapıyor, Mısır’da yapıyor;
gidin ders alın, adamlığı öğrenin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Olmadı Ahmet’ciğim, olmadı!
AHMET AYDIN (Devamla) – Evet,
eğer adam gibi yaşamıyorsanız adam gibi de ölemezsiniz. Adam gibi ölmenin ön
koşulu adam gibi yaşamaktan geçer.
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Adam
gibi öleceksek… Hangimize söylüyor?
AHMET AYDIN (Devamla) – O yüzden Sayın
Başbakanımız doğru söyledi, o yüzden sonuna kadar arkasındayız.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Olmadı Ahmet’ciğim, olmadı!
AHMET AYDIN (Devamla) – Yine,
sizin, sizin…
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Koordinatları karıştırdın sen, koordinatları!
AHMET AYDIN (Devamla) – Bakın
siz, burada ifade edemediniz, ayıplanmanız lazım değerli arkadaşlar.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Koordinatlar karıştı.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Bakın, Mısır’da, Mısır’ın Başbakanı, Sayın Başbakanımızı bölge lideri olarak
takdim ediyor ya! Sizin gözünüz görmüyor mu, kulağınız duymuyor mu?
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU
(Giresun) – Obama öyle demiyor, Obama.
AHMET AYDIN (Devamla) – Mısır’da, Mısır’ın Başbakanı, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanını bölge lideri olarak takdim ediyor. Bütün dünya bunu
görüyor, herkes bunu görüyor. (CHP sıralarından gürültüler) Mısır’ı da,
Libya’sı da, Tunus’u da, Cezayir’i de, herkes biliyor, bir tek CHP görmek
istemiyor, bir tek CHP görmek istemiyor.
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU
(Giresun) – O görevi Obama Mısır’a verdi, elinizden aldı.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, fotoğraflardan bahsettiniz, evet, geçen gün Sayın Grup
Başkan Vekili de geçmişe ait fotoğrafları koydu ortaya.
Evet, Sayın Esed’le birlikte
daha önceden, ilk dönemlerde bir muhabbet vardı, fotoğraflar da vardı ama bu ne
içindi? Suriye halkının geleceği içindi. Tavsiyelerle, telkinlerle “Kansız bir
şekilde demokrasi gelsin.” diye öneriler içindi. Ama ne oldu? Bir noktaya
geldikten sonra tercihinizi yapmak durumundasınız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AHMET AYDIN (Devamla) – Ya topla tüfekle halkını katleden Esed rejimini savunacaksınız
ya da mazlum, mağdur olan Suriye halkını destekleyeceksiniz.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) –
Olmadı Ahmet’ciğim, olmadı!
AHMET AYDIN (Devamla) – Ama
siz ne yaptınız? Siz, ne zaman ki Esed, tankla tüfekle halkını katletmeye
başladıysa o zaman Esed’ci kesildiniz.
CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) –
Hiç hikâye, hiç hikâye anlatma.
AHMET AYDIN (Devamla) – Düne
kadar bize “Suriye yanlısı” diyordunuz, düne kadar “İran’la beraber çalışıyorsunuz.” diyordunuz ama ne
zaman ki biz halklardan yana olmaya başladık, o zaman kalktınız siz o
diktatörlerden yana tavır koymaya başladınız.
Bakın, değerli arkadaşlarım…
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Devamla) –
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Grup Başkan Vekili
zaman zaman buraya çıktığında iyi konuşmalar yapar, zaman zaman da kafası
karıştığı zaman böyle bocalar.
Sevgili Kardeşim, “çapsız”
lafı bizim Genel Başkanımızın sizin Dış İşleri Bakanına söylediği laftır.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ne
oldu?
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Vallahi, anlayana! Ne diyeyim artık yani?
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri
Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339) (Devam)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugün, haber aldığımıza göre Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Profesör
Doktor Turan Yazgan Hakk’a yürümüştür. Kendisine Yüce Allah’tan rahmetler
sunuyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Hocamız Turan Yazgan’a
şükranlarımızı sunuyoruz çünkü o büyük bir Türk milliyetçisidir, milletine
hizmeti ibadet bilmiş, ömrünü bu yolda harcamış bir büyük millet evladıdır.
Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından önce Türk dünyasında faaliyete başlamış, okullar açmış, o yönde
çalışmalar yapmış ve o günden bu yana bu gayretini büyük bir fedakârlıkla devam
ettirmiştir. Dergiler çıkarmış, kitaplar çıkarmış, ilmî ve kültürel toplantılar
yapmıştır. Ömrünü Türklük davasına adamış, insanlığa hizmeti ibadet bilmiş bir
büyüğümüzü kaybetmiş olmanın üzüntüsü içerisindeyiz. Onu, tekrar, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak rahmetle ve şükranla anıyor, tüm sevenlere ve Türk
milliyetçilerine başsağlığı diliyoruz.
Değerli milletvekilleri, bazı
konularda müzakere yapmak, konuşmak gerçekten önemli fırsatlar, önemli imkânlar
verir. Bir uluslararası sözleşmenin kanunlaştırılması kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş Birliği
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu üzerinde grubum adına konuşmayı da böyle bir fırsat
olarak değerlendiriyorum ve dış politikada ülkemizin dışında gelişen olayları
bir ufuk çizerek size takdim etmeye çalışacağım, endişelerimi ifade etmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlar, bazı
konular, özellikle dış politika konularının iki özelliği var bence, birçok
farklı özelliklerle birlikte. Birincisi, dış politika bugünün meselesi değil,
geleceğin meselesidir. Dış politikayla geleceği tanzim ediyoruz. Onun için, bu
konuda yapılan konuşmalar siyaset üstü olmak durumundadır, siyasi partilerin
kendi aralarındaki kavgalarının üstüne çıkarak millî bir duruşla, milletimizin
geleceğiyle ilgili umutları, endişeleri dile getirdiğimiz bir müzakere
olmalıdır. Bu pencereden bakmalıyız. Özellikle devlet adamları, özellikle ülkeyi
millet adına yöneten hükûmetler, siyasetçiler, bu konuya bu pencereden bakarak
geleceği tanzim ettiklerinin idrakinde doğru adımlar atmak, doğru duruşlar
ortaya koymak ve doğru beyanlarda bulunmak mecburiyetindeler.
Tarihe geri dönüp bakınız,
her acı sonuç o günü yöneten iktidarların, o günü yöneten siyasetçilerin yanlış
politikaları, yanlış anlayış ve algılamaları sonucu hasıl olmuştur, yanlış
beyanlarıyla şekillenmiştir. Bunun için, bu konuyu, bana göre, günün, gündemin
tartışmalarının ötesinde, partilerimiz arasındaki çekişmenin ötesinde,
milletimizin geleceğinin endişesiyle, umuduyla, hayaliyle değerlendirmek
gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu kanun
teklifiyle, kanun tasarısıyla getirilen husus, Libya’ya yeni kurulmaya
çalışılan, yeniden tanzim edilmeye çalışılan Libya’ya Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetinin eğitim desteği vermesini tanzim ediyor. Buna karşı çıkmak olmaz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu konuda destek veriyoruz. Dışişleri
Komisyonundaki beyanımızda da buradaki beyanımızda da bu kanun tasarısına
destek vereceğimizi öncelikle ifade edeyim. Türkiye Cumhuriyeti devletinin
tarihin ve coğrafyanın getirdiği bir zorunluluk, bir mecburiyet olarak bu
bölgenin bu türde tüm ihtiyaçlarına katkı vermek gibi bir tarihî misyonu ve
sorumluluğu var. Dolayısıyla, yapılan düzenleme eksikleriyle, yanlış
anlamalarıyla birlikte doğru bir düzenlemedir, buradan sizlerin oylarıyla da
kanunlaşacaktır. Ancak, bunu fırsat bilerek Libya, Libya üzerinden Orta Doğu
bölgesi ve onun üzerinden de dış politikamız üzerinde birkaç cümle söylemek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Libya’yı
gözünüzün önüne getirmenizi diliyorum. Libya yeni bir kelime, eskisi ne kadar
geriye gider onu bilmiyorum ama bizim tarihimizde Libya deyince Trablusgarp ve
Bingazi gelir, başka yerler gelir. Bizim tarihimizde Trablusgarp’ın,
Bingazi’nin çok önemli yerleri vardır.1550’li yıllarda Turgut Paşa tarafından
fethedilerek Osmanlıya katılan bu coğrafya, Trablusgarp vilayeti ve Bingazi
sancağıyla yönetilmiştir. Biz -burayı terk ettiğimiz 1912 yılına kadar- burayı
yaklaşık üç yüz atmış yıl yönetmişiz. Üç yüz atmış yıl, buradaki halkların, ne
farklılığına ne inancına ne diline müdahale etmeden, adalet içerisinde buraları
yönetmişiz ama bundan tam yüz yıl önce…
Değerli milletvekilleri
-ilgilisine söylüyorum, tarihe not düşmek için söylüyorum- eğer devlet adamları
bugünün tarihteki iz düşümünü doğru belirleyemezlerse bugünü anlamakta,
geleceği doğru öngörmekte yanılırlar. Bakın, bugünden tam yüz yıl önce, 15 Ekim
1912 yılında biz Libya’yı İtalyanlara kaybetmişiz. İtalya, Osmanlının Libya’ya
zulmettiği iddiasıyla, medeni hâle getiremediği iddiasıyla yani Libya’ya
medeniyet getirmek iddiasıyla, özgürlük getirmek iddiasıyla Libya’yı Osmanlıdan
bir notayla talep etmiş, Osmanlının Libya’yı terk etmesini talep etmiş, o günün
devlet adamları bunun ne anlam taşıdığını bile anlayamadan maalesef çok kısa
bir sürede Libya’yı, 1 milyon 750 bin kilometrekare, bugünkü coğrafyamızın 2
katı büyüklüğündeki Libya’yı biz kaybetmişiz arkadaşlar. O günün dünyasında, o
günün Osmanlısında, devletimizi yöneten siyaset adamları -eğer tarihe dönüp
bakarsanız- bugüne benzer yanlışlıklar yapmışlar. Dünden hareketle bugünü
sorgulayıp gelecekle ilgili endişelerimizi ifade ederken tarihî gerçeklere
atıfta bulunmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, İtalya,
aynen bugünkü gibi, özgürlük, hürriyet, medeniyet, demokrasi getirmek adına
Libya’yı işgal etti. Osmanlının o gün devleti yöneten yönetimi Sadrazam Hakkı
Paşa eski Roma Büyükelçisidir, İtalya’nın bu niyetlerinden haberdar olmaması
mümkün değil. Hatta İtalya’nın verdiği nota ülkenin Başbakanı olan Hakkı
Paşa’ya bir İtalyan paşasının evinde briç oynarken götürülüp takdim ediliyor.
paşa briçi bozmuyor, oyunu bozmuyor. Bu notanın içeriğinden haberdar olan,
Osmanlı jandarmasını ıslah etmek için, ıslahat yapmak için davet edilen İtalyan
Paşa Türkiye’nin Sadrazamı Hakkı Paşa’yı teskin ediyor, “Merak etmeyin,
üzülmeyin.” diyor ama sonuç itibarıyla verilen o notayla İtalyanlar Libya’yı
işgal ediyorlar ve kısa sürede 1 milyon 750 bin kilometrekare vatan toprağı
Osmanlıdan çıkıyor. Hakkı Paşa, bunun üzerine “Eskiden olduğu gibi eğer bir
sorgulama olursa beni asarlar.” diyerek o günün iktidarı olan İttihat ve
Terakkiye sığınıyor ama netice itibarıyla siyasi sorumlusu olan İttihat ve
Terakki Hakkı Paşa’yı koruyor.
Bunları şunun için
anlatıyorum: Değerli arkadaşlar, yüz yıl önce bugünkü coğrafyamızın 10 katı
coğrafyayı kaybettiğimiz bir süreç yaşamışız. Yalnız Libya’yı kaybetmemişiz,
Libya’dan sonra İtalya -Rodos, Girit, Sisam, Midilli, Sakız adaları- 12 adayı
da almış, Osmanlı bunu engelleyememiş. Sonuçta bir yıl sonra yapılan anlaşmanın
üç gün sonrasında yani 15 Ekim 1912’den üç gün sonra, 18 Ekim tarihinde, bu
defa Balkan savaşları başlamış. Balkan savaşları sonrasında koca Rumeli’yi
kaybetmişiz, 167 bin kilometrekare vatan toprağı, 6,5 milyon nüfusu
kaybetmişiz. Bir tespit var: 1821 Yunan isyanından 1922 Millî Mücadele’nin
sonuna kadar olan o sürede Türk milleti, 5,5 milyon insanını savaşlarda
kaybetmiş, 5 milyon insanını da vatan dışı kalan topraklarda kaybetmiş. Yüz yıl
önce yaşanan süreç bugün, maalesef, yeniden yaşanmaya çalışılıyor.
Bu kanun dolayısıyla
hatırlatmak istediğim hadise şu: Ülkeyi yöneten siyasetçiler bugünün tarihteki
iz düşümünü göremez, onun sebep ve sonuçlarını doğru sorgulayamazlarsa bugün
yaşananları anlayabilmeleri, pozisyon almaları, değerlendirebilmeleri ve
geleceğe tedbir alabilmeleri mümkün değil.
Şimdi, yüz yıl sonra
yaşadığımız hadiseye bir bakınız lütfen. Biraz önce bir tartışma yaşandı
burada, Sayın Başbakanın Orta Doğu’nun bölge lideri olduğu iddia edildi. Sayın
Başbakan bu yönde çok yoğun bir gayret içerisinde bu görüntüyü oluşturabilmek
için, özellikle son günlerde Türkiye’ye bile gelmeye fırsat bulamıyor.
Türkiye'nin bölgede, dünyada lider olması hepimizin gönlünü hoş eder ama bir
sonuç olarak şunu sorgulamanızı istiyorum: Bu liderliğiniz, bu “Büyük Ortadoğu
Projesi” denen projenin eş başkanlığınız, bu bizim coğrafyamız olan, yüz yıl
önce bizim vatanımız olan bu topraklarda kanı durdurabiliyor mu?
Değerli arkadaşlar, Libya’da,
Irak’ta, Suriye’de, İslam coğrafyasında, Türkiye'nin bölgedeki liderliği akan
Müslüman kanını durdurabiliyor mu? Bunu bu açıdan sorgulamak lazım.
Sayın Başbakan, bizim Genel
Başkanımızı “İslam ülkeleriyle hiç ilgisi yok.” diye suçluyor. Sizin ilginizin
ne faydası var? Sizin yani İslam ülkelerine, Orta Doğu bölgesine gösterdiğiniz
ilginin kime ne katkısı var? Bu akan kanın sorumluluğu kimin?
Değerli arkadaşlar, Libya’da
50 bin Müslüman öldürüldü. Bununla, Libya’daki NATO operasyonuna destek
vermekle övündünüz. Irak’ta 1,5 milyon Müslüman’ı katlettiler, Amerikan
askerlerinin sağlığına dua ettiniz. Bu mudur bölge liderliği?
Suriye, kapı komşumuz;
soydaşlarımız, kardeşlerimiz -Kürt’üyle, Arap’ıyla, Türkmen’iyle kardeşlerimiz
olan bu insanlar- bugün birbirlerini boğazlıyorlar. Sizin bölgedeki
liderliğiniz bu boğazlaşmayı önleyebildi mi? İki yıla yaklaşıyor neredeyse, bir
buçuk yılı geçti. Bugün, bu coğrafyada artık bin yıldır beraber yaşayan
insanların birlikte yaşama imkânı kalmadı, aynen Irak’taki gibi. Irak’ta da
Sünni’si de Arap, Şii’si de Arap, birbirini boğazlıyor. Türk’ü de, Türkmen’i
de, Kürt’ü de, Arap’ı da Müslüman, birbirlerini boğazlıyorlar.
Bölge liderliğimizin,
Türkiye’nin veya Sayın Başbakanın bölge liderliğinin bu kanı durdurmak
noktasındaki hesabını sormak lazım, bununla övünmek lazım. Eğer gücümüz, eğer
liderliğiniz barışı temin etmiyorsa o politikalar yanlış, o politikalar doğru
değil.
Ben size çok acı bir gerçeği
söyleyeyim, -biraz önce bir sayın devlet büyüğümüzü ziyaret ettim, ona da arz
ettim- bakın, bu coğrafyada Türkiye’nin varlığı çok önemli, çok değerli. Bu
coğrafyanın tüm halklarının Türkiye’nin hakemliğine, büyüklüğüne, iradesine,
iktidarına, dirayetine ihtiyacı var ama size, bakın, buradan bir acı gerçeği
söyleyeyim: Irak’ta da, Suriye’de de -ben inanıyorum ki- diğer bölgelerde de
Türkiye güvenilmez bir ülke durumuna düştü. Bunu yüreğim yanarak söylüyorum,
bunu bir iç politika polemiği olarak söylemiyorum.
“Muhalifleri destekliyoruz,
eli kanlı Beşar Esad gitsin, kendi halkını öldürenin arkasında durmayız.”
dediniz, bugün “muhalif” dediğiniz grup maalesef bir milim mesafe katedemedi.
Tampon bölge oluşturulamadı.
Benim kendi köyüm Türkmen bölgesi, Türkiye ile arasında Arap köyü yok. Türkiye
koruyamadı, hepsi Türkiye’ye göçtü ve bize sığınan bu insanlara bugün maalesef
suçlu muamelesi, sığıntı muamelesi yapıyoruz.
Buradan huzurunuzda, ben, bu
konuda gerek Sayın Bakana gerek bu konuda gayreti olan herkese teşekkür ettim
bu kürsüden ama bugün Türkmenlerin sığındığı, bizim de talep ettiğimiz o kamp,
bir açık hava cezaevine dönüştü. Sayın Bakan dinliyor, sebebini de biliyor.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir valiye gücü yetmiyor. Açık hava cezaevine
dönüştü… Üç öğün yemeği 6,9 liraya, yani 6 lira 90 kuruşa alınan üç öğün yemeği
bir lütuf gibi ifade eden, “Bunu veriyoruz, bu yetmez mi?” diyen bir Sayın
Valiye Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin gücü yetmiyor ve bu, Türkmenlere
zulmediyor. Bu insanlar Türkiye’ye geldiklerine pişman ve “Öleceksek kendi
köyümüzde ölelim.” noktasına geliyorlar. Bütün çığlığımıza rağmen, Hükûmetin
bütün gayretine rağmen, ama bir sonuç olarak söylüyorum, ne desteklediğiniz o
muhalifler bir mesafe katedebiliyor… Bundan üç gün önce, Yayladağı’nın 10
kilometre ilerisinde Hükûmet güçleri 20 tane muhalifi -birçoğu da benim akrabam
olan- Bayır Bucaklı Türkmen çocukları katletti. Koruyamadık, koruyabilmek
mümkün değil. Türkiye’nin hemen hudutlarındaki Suriye şehirleri hâlâ Hükûmet
güçlerinin elinde.
Türkiye’nin desteğinin Suriye
halkına ne faydası var değerli arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun! “Halkı
destekliyoruz.” diyorsunuz; halkı desteklemek bu mu? Bu mu halkı desteklemek?
Sizin desteğinizin Suriye halkına ne faydası var ölümden başka?
MUHARREM VARLI (Adana) – Amerika’ya var ya,
yeter!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Türkiye’ye sığınıyorlar, zulmediyorsunuz, acıyarak söylüyorum. Ben bu sözleri
buradan söylemem, söylememem gerekir ama -Sayın İçişleri Bakanına arz ettim,
Sayın Başbakan Yardımcımıza arz ettim- bu Vali bu halka zulmediyor. 7 liraya üç
öğün yemeği bir lütuf gibi milletin başına kakıyor. Açık hava cezaevi gibi
içeriye girenleri dışarıya bırakmıyor, dışarıda kalanları içeriye almıyor ve
bunu aşamıyoruz.
Şimdi, bu mudur liderlik? Bu
mudur büyük devlet olmak? Bu mudur bölge liderliği değerli arkadaşlar? Sizi
milletime şikâyet ediyorum Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli yöneticileri,
değerli milletvekilleri.
Siz, Türk milletinin
geleceğini bir ham hayal peşinde, aynen yüz yıl önce yaşadığımız o felaketin
kaosuna, girdabına sürüklüyorsunuz. Süre bitiyor, bu sözün açılımını da bir
başka sebeple yapacağım ama bilesiniz ki tarih tekerrür ediyor. Yüz yıl önce
bugünkü topraklarımızın 10 katı büyüklüğündeki vatan topraklarını
kaybettiğimizdeki gaflet, maalesef bazı yönleriyle bugün ülkemizi yöneten
siyasetin gafletiyle aynı; üzülerek ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Demir Çelik.
Buyurun. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK
(Muş) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygı
ve sevgiyle selamlıyorum.
Konuya ilişkin konuşmama
geçmeden önce içinde bulunduğumuz muharrem oruçlarının halklarımıza hayırlara
vesile olması, barışa yol açması dileklerimi iletiyorum. Keza 24 Kasımın
Öğretmenler Günü olması vesilesiyle de öğretmen arkadaşlarımı, dostlarımı,
bütün öğretmen camiasını saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 25 Kasımın Dünya
Kadına Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü olması vesilesiyle de toplumun
bir yarası olan kadına yönelik şiddeti lanetliyor, onların özgürleşmesi
mücadelesinin yanında ve parçası olacağımı ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugünün dünyasında olup bitenleri her şeyden önce anlamak,
kavramak ve yarına dair dünyadaki rolümüzün ne olacağına ilişkin konumlanmamız,
tarihsel ve siyasal görev ve sorumluluklarımızın bilincine varmamız gerekiyor
diye düşünüyorum.
Her şeyden önce Kuzey
Afrika’dan başlayıp Orta Doğu, oradan da Suriye’de devam eden ve 1900’lü
yılların ikinci yarısından itibaren tek süper güç olma olanağını, imkânını
bulmuş Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi olarak bildiğimiz
bir projenin Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya uygulanmasının ayak seslerini
duyuyor, ona dair müdahalelerin, savaşın, çatışmaların, yoksunlukların, hak
ihlallerinin derinliğine yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Bu yönüyle, Tunus,
Libya, Mısır, Katar, Sudan ve Suriye’de olup bitenleri analize tabi
tuttuğumuzda da fotoğrafın asıl görünmeyen yanının ya da bize yansıtılmak
istenenin arka perdesinde olup bitenlerin çok daha farklı niteliklerde ve
özelliklerde olduğu gerçeğiyle de yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2010’dan bu yana bu bölgede güya demokrasi adına, hak ve
özgürlükler adına küresel emperyal güçlerin, bölge halklarının iradesi ve temel
taleplerine rağmen onlarca yıl öncesinde şekillendirdikleri Baasçı diktatöryal
rejimlerin ihtiyaçlarına cevap vermediklerinden hareketle, mevcut ulus üniter
devletin alternatifi yeni arayışları görmek gerekiyor. 1950’lerde Mısır’da
başlayan ve Irak’ta çoğumuzun rahatsızlığını duyduğu Saddam rejimiyle kendisini
dünya âleme kanıtlayan bu diktatöryal rejimler, artık küresel emperyal güçler
tarafından kaldırılamaz, sindirilemez, kabul edilemez bir noktada olduğundan
üretimin artı değerini pazarlama ihtiyacı duydukları alanlara özgürce, güvenlik
ve gümrük korumacılığından bağımsız girebilme serbestisini kazanmak adına
yapılan bir müdahale olarak görmek gerekiyor.
O anlamıyla, yürütülen savaş
ora halklarının, inanç ve dinsel grupların çıkarına değildir. Aksine büyük
küresel emperyal güçlerin çıkarına hizmet edecek etnik, dinsel ve kültürel
çatışmalar devam ediyor. Bu, en son yanı başımızda ateş topu olmaya devam eden
Suriye’de hızını kesmeden bir savaş ve bu savaşın yarattığı siyasal ve sosyal
travmayı da en çok yaşayan ülke, ülke halkları olma konumuyla da bizi karşı
karşıya bırakmıştır. Her şeyden önce, başta Suriye olmak üzere Orta Doğu,
sadece ve tek başına yer altı zenginlikleri itibarıyla emperyal güçlerin göz
diktikleri bir bölge değil; Orta Doğu, aynı zamanda, kadim medeniyetlerin
tarihsel sahneye çıktıkları, o günden bugüne üç kutsal kitabın, üç ana dinin
hayat bulduğu, açığa çıktığı; Musevilikten Hristiyanlıka, Hristiyanlıktan
İslamiyet’e dünyanın 6 milyon nüfusunun yüzde 90’ını ihtiva eden bu dinlere
dayalı çatışmaların, çelişkilerin, kültürel ve siyasal odak olma noktasındaki
kavgaların da cereyan ettiği bir bölgedir. O açıdan çok bileşenlidir, çok
aktörlüdür, uluslararası zeminin her boyutuyla kendisini hissettirebileceği bir
bölgedir. Bu yönüyle sadece Esad’ı ve Esad diktatöryasını ortadan kaldırmak
yetmiyor. Karşısına alternatif olarak koyacağınız yönetim konusunda söz ve
yetki birliğiniz yoksa, ortak konsensüs oluşmuş değilse sorununuz sıkıntılıdır,
zordur. Bir yanıyla Amerika Birleşik Devletleri, öbür yanıyla Avrupa Birliği,
Rusya, Çin, Hindistan ve Latin Amerika’nın çıkarlarının çatıştığı, örtüşemediği
bu coğrafyada, Türkiye’de -kendine göre bir pay sahibi olmanın- yüklendiği
misyonla, sağlayabildiği ekonomik gücüyle bölgede çıkarını kollayan, koruyan
bir noktada olma gayreti ve çabasıyla iki yılı geçirdi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu iki yıl hepimizin cebinden, ülke değerlerinin savaşa ve
savaş rantiyesine sevk ve idaresiyle geçmemeliydi, aksine siyaset kurumu olan
Meclis, her şeyden önce siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunları çözüme
kavuşturma becerisi ve sanatına sahip bir alana ve arenaya dönüşebilmeliydi. Bu
yönüyle günümüzün çatışmacı, güvenlikçi politikalarına karşın gelişmekte olan
diyalog ve müzakereye dayalı bir süreci de, bu sürecin rolünü de bu Meclis
üstlenmeliydi, yüklenmeliydi.
Tarih boyunca savaşlar
olmuştur, olacağa da benzer ama hiçbir savaşta kazanan insanlık olmamıştır, hep
o dönemin egemenleri olmuştur, egemenlikçi anlayışlar olmuştur. Dolayısıyla da
halkların ve ezilenlerin hiçbir savaşta çıkarı söz konusu değildir ama çıkarı
söz konusu olmayan ezilenler, yoksullar savaşta da ilk önce ölenlerdir,
kaybedenlerdir, mağdur olanlardır, yerinden yurdundan sürülenlerdir. Bu yönüyle
de Türkiye başta olmak üzere, dünya devletlerinin egemenlikçi sistemi
içerisindeki hiçbir ezilenin, yoksulun ve sömürülenin hiçbir savaşta çıkarı
yoktur. Onların çıkarı, dostane ilişkiler içerisinde, barış içerisinde bir
arada yaşamaktır, çıkarları barıştır.
Bu açıdan biz, bir kez daha
savaşın kötü ve kötürüm olduğunu, herkese kaybettireceğini, savaşın kazananının
olmadığının altını çizmek istiyoruz. Alternatifi olan bir arada barış
içerisinde yaşamanın, barışın ise herkese kazandıracağını belirtmek, ifade
etmek istiyoruz. Ama gelin, görün ki Esad diktatöryasını ortadan kaldırmak
isteyen Türkiye ve Sayın Başbakan 2010’dan bu yana diktatörya olarak
yargıladığı, mahkûm ettiği Esad’la önceki tarihlerde dostane ve kardeşçe
ilişkileri sürdürmenin havasını yaratmış, buna dair politik açılımların
içerisinde olmuştu.
Ne talihsizdir ki bu kardeşçe
ve dostane ilişkinin sürdüğü noktada o günün Kürtleri bu diktatör tarafından
baskı altındaydı. 1.500’ün üzerinde siyasi mahkûmunun yanı sıra 3 milyon
civarında Kürt’ün kimliği bile yoktu. Toprak edinebilme, mülk edinebilme hakkı
yokken diktatör olarak görülmüyordu, kardeşti, dosttu. Ne zamanki çıkarlar
çatıştı, çelişti, birdenbire kardeş ve dost olan, ortadan kaldırılması gereken
bir diktatöre dönüştü. Ama diktatöre karşı 2004’lü yıllardan bu yana mücadele
yürüten ora Kürtleri, kendi öz güçlerine dayalı öz yönetimlerini sağladıkları
Temmuz 2012’den bu yana da âdeta Başbakanın, Türkiye’nin ve iktidarın korkulu
rüyası olmaya başladı.
Bunu biz kabul etmiyoruz,
meşru görmüyoruz. Bir yanıyla “Diktatörler ortadan kalksın, diktatörler halkına
kulak versin, temel taleplerini dinlesin.” diyeceksiniz, öbür yanıyla da ora
Kürtlerinin özgürlük mücadelesini, özgürlük taleplerini terörize edip kazanma
statüsünü bertaraf etmenin arayışları içerisinde olacaksınız. Bu doğru değil.
Bu çelişkiyi, bu paradoksu görmek lazım.
Ama biz bunu biliyoruz. Bu,
sanayi devriminden yana ulus üniter devletlerin açığa çıkardığı bir
paradokstur. Tekçi, katı merkeziyetçi, otoriter zihniyete dayalı ulus üniter
devletleri, egemen kimliği, egemen kesimi esas aldığından, farklılıkları yok
sayıp inkâra kalkıştığından kaynaklı bir sorundur. Hâlbuki değişen dünya
koşulları ulus üniter devleti ve zihniyetini aşan yeni fırsatları, olanakları
bize tanıyor.
Ulus, sadece etnik ve dinsel
ve inançsal kimliğe dayandığında, diğer farklılıkları baskılamak, diğer
kimlikleri baskı altında tutmak gibi bir ihtiyaçla karşı karşıya kalabilir.
Hâlbuki günümüzün ulus tanımı, kültürel çoğulculuğa dayanan, hukuki ve siyasal birliği
esas almalıdır. Hukuki ve siyasal birliği esas almayan, kültürel çokluğun
dışında tekçiliği esas alan ulus üniter devletleri yüzyıllardır insanlığa reva
gördüğü savaştan uzak bir noktada olmayacaklardır. Aksine, her gün ölüm olan,
gözyaşı olan, kaynaklarımızın, enerjilerimizin ve zamanımızın israfından başka bir yol
olmayacaktır. Türkiye, doksan yıl boyunca bu tekçi anlayışından dolayı Türklüğü
korumak, Türklüğü güvence altına almak adına diğer farklı kimlikleri yadsımış,
inkâr etmiş, onlar üzerinden kendi devletinin kutsiyetini topluma dayatmıştır.
Hâlbuki bugün kendi Kürt’ü özgür olmuş olsaydı, kendi Kürt’ü ana dilinde eğitim
görmüş olsaydı, ana dilinde savunma hakkını elde etmiş olsaydı bugün Suriye
Kürtlerinin statüye kavuşmasını risk olarak görmezdi. Dostane uluslararası
ilişkinin Orta Doğu’daki canlı bir parçası olarak soruna yaklaşır, bu anlamıyla
da diyalog ve müzakere esaslı bir ilişkiyi esas alırdı. Ama bu algı,
asimilasyona, siyasal entegrasyona yöneldiğinden, bu sorununu çözemeyip, öteleyip
bugünlere taşıdığından kaynaklı da dünün alışkanlıkları olan savaş argümanları,
savaş metotları ve araçlarıyla her soruna yaklaşılmaktadır.
Talep sahibi öğrencinin,
talep sahibi Alevi’nin, talep sahibi Kürt’ün, talep sahibi herkes ve her
kesimin cumhuriyet ve devlete olan isyanı, algısıyla hareket ettiğinden,
bunlara, düşman hukuku nezdinde yaklaşıldığından kaynaklı ya irade kırma ya
terörize etme ya da siyasal operasyonlarla herkesi hizaya getirmenin
esirgenmediği, ardı arkası kesilmeyen bir despotik cumhuriyetin uygulamalarıyla
karşı karşıyayız. Hâlbuki Alevilerin, tam da muharrem orucu içerisine
geçtiğimiz bugünlerde kendi ibadetlerini, inançlarını özgürce yerine
getirebildikleri, cemevlerinin ucube görülmediği, aksine ibadetin
gerçekleştirildiği kutsal mekânlar olduğu; dayanışmanın, toplumsallaşmanın ve
paylaşmanın mekânı olarak algılanması gerektiği anlayışından hareket etmiş
olsaydık; keza, aynı şekilde Kürtlerin kimlikten kaynaklı, kültürden kaynaklı
mağduriyetlerinin karşılandığı, giderildiği, özgür, demokratik, öz güce dayalı
yönetimlerine fırsat verildiği, dolayısıyla demokratik cumhuriyet algısıyla,
demokratik ortak vatanda birlikte, özgürce yaşama fırsatının tanındığı bir ülke
sağlanmış olsaydı Suriye’deki gelişmeler korkulu rüyamız olmazdı. Korkulu rüya
olmaya devam ettiği içindir ki Hatay’dan Habur sınırına kadar 910 kilometrenin
her bir kilometresinde onlarca asker, tank, top, cephane yığılmış
bulunmaktadır. Korkulu rüyamız devam etmiş olmalı ki “Diktatörü kaldıracağız,
diktatöre karşı halkları özgürleştireceğiz.” dedikleri ve söylendiği hâlde bu
halklardan Kürtlere hak sahibi olmamak, özgürlük sahibi olmamak adına Suriye
özgür ordusu paralelinde paramiliter güçlerle Ceylanpınar’dan her gün binlerce
eli silahlı, çetevari uygulamalara bir şekliyle sınırları, olanakları peşkeş
çekmemiş olacaktık. Bu anlayıştır ki kendi vatandaşını özgürleştiremeyen, kendi
vatandaşına düşman muamelesi uygulamasına yaklaşan, haktan yoksun, egemen
olarak vermeye razı olduğuyla yetinmesi yaklaşımıyla yaklaşan bir zihniyet,
işte, çok arzulamadığımız savaşın yanı başımızda cereyan etmesine de neden
olmuştur.
O açıdan, demem odur ki her
şeyden önce yıllar öncesinde komşularla sıfır sorun politikası olarak yola
çıkanların, bugün bırakın komşularını, bölgede dostlarından bahsedemeyeceğimiz
bir çatışma ve savaşın hüküm sürdüğü bu coğrafyada halkları özgürleştirerek,
inançları özgürleştirerek, geleceğin dünyasında birlikte olabilmenin şansını
tanımak gerekiyor.
Fırsat kaçmış değil. Hâlâ bu
Mecliste Barış ve Demokrasi Partisinin varlığını fırsata dönüştürebilmek
mümkündür. Artık, yüz yıl süren savaşın ardından gelen barışı göz ardı
etmeyeceğimiz bir gerçeklikten soruna yaklaşmalıyız. Biz Kürt sorununun
barışçıl, demokratik çözümü açısından proje sahibi olan bir parti olarak, Mecliste
siyasal temsiliyet sahibi olan bir parti olarak, yerel yönetimlerde hatırı
sayılır bir belediye ve il genel meclisi sahibi bir siyasal parti olarak
demokratik özerklikle Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümünün mümkün
olduğunu, sadece Kürtlerin demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasada
anayasal güvenceye tabi tutulan kimlikleriyle, haklarıyla özgürleşemeyeceğini,
aynı zamanda Türklerin de, Arapların da, Çerkezlerin de, Alevilerin de bu
demokratik, özerk, öz yönetimlerle meşru, demokratik talep sahibi
olabileceklerini ve meşru, demokratik talepleriyle, kan ve gözyaşı döktüğümüz
bu yılların karşılığı olarak gerçek anlamıyla bir demokratik ülkede yaşama
hakkını sağlayabileceğimizi öngörüyoruz.
Bu yönüyle savaş ve savaş
politikaları yerine özgürlüğü, adaleti, eşitliği konuşabileceğimiz, onların
siyasal projelerini tartışabileceğimiz, bu yönüyle de emekçilerimizin,
ezilenlerimizin mağduriyetini de giderebileceğimiz, onların özlük haklarının da
sağlanabileceği gerçek bir demokratik ülkeyle buluşabileceğimizi öngörüyoruz.
Bunu yapmak yerine her geçen
gün kan ve revan bölgesine, coğrafyasına dönen bölgemizde, ülkemizde savaş
kışkırtıcılığını, savaş söylemini, çatışma dilini terk etmemek artık bu ülke
halklarının kaldırabileceği bir olgu olmaktan çıkmıştır.
Açlık grevlerinin ölümle
karşılaşmadan bitmiş olması, bu yönüyle toplumda oluşan sağduyu, duyarlılık ve
hassasiyeti de fırsata dönüştürmek mümkündür. Bu çerçevede de Sayın Abdullah
Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecridin kaldırılarak diyalog ve müzakere
eksenli, sorunlar meşru zeminlerde, başta Büyük Millet Meclisi olmak üzere
meşru zeminlerde tartışılabilinmeli, ortaklaşılabilinmeli, herkes cebindeki
taşları dökmeli, bu yönüyle de yaşadığımız sorunun demokratik çözümüne fırsat
tanınmalıdır. Bu sağlandığında, hepimizin kazandığı, hepimizin yaşamaktan
mutluluk duyduğumuz özgür bir ülkede özgür, eşit vatandaş olmanın haklı
gururunu taşıyabiliriz. Ötesi, benim baskılandığım, haklarımın gasbedildiği, ötekisinin
zenginleşip büyüdüğü, ötekisinin irade sahibi olma haklarına sahipken benim
yoksunluklarım ve yetmezliklerimle küskünlükleri yaşadığım, darıldığım ve bir
yanıyla psikolojik sosyal travma yaşadığım bir durumla karşı karşıya kalırız.
Buna da hiç kimsenin hakkı yok.
Gelin, hepimize kaybettiren
savaş yerine hepimizin kazanacağı, barış dolu, özgürlük dolu yarınlarda buluşma
umudunu büyütelim ki çocuklarımız yaşadıklarımızı yaşamamış olsun.
Bu dileklerimle, hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çelik.
Komisyon adına İstanbul
Milletvekili Sayın Volkan Bozkır.
Yirmi dakika süreniz var.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI
VOLKAN BOZKIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu anlaşma
görüşülürken söz alan Ana Muhalefet Partisi Temsilcisinin bazı ifadelerinin
Komisyonumuzdaki görüşmeler bakımından ve bahsettiği ikinci bir anlaşmayla
ilgili olarak Genel Kuruldaki görüşmeler bakımından düzeltilmesi ihtiyacını
hissettim, o nedenle söz aldım. Genel Kurula saygılarımı sunuyorum.
Öncelikle, Sayın Atıcı bizim
Komisyonumuzun çok renkli bir üyesidir ve gerçekten çok değerli bir çocuk
hastalıkları uzmanıdır, uluslararası üne de sahiptir ama çocuk hastalıkları
uzmanı olmakla dış politika konusunda fikir beyan etmek aynı şeyler değildir.
Sanıyorum, bu konuda da biraz önce kullandığı ifadelerin, dış politika
konusundaki bazı yeni başlamanın verdiği heyecandan kaynaklandığını düşünerek
söz almış bulunuyorum.
Öncelikle, şu anda görüşmekte
olduğumuz anlaşmayla ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya
Hükûmeti arasında bir askerî eğitim iş birliği mutabakat muhtırasını
görüşürken, bu anlaşmanın, Libya’nın savunmasına ve barışı korumaya katkıda
bulunacak bir anlaşma olmasını bir anlamda tenkit eder ifadeler kullandı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde
“savunma sanayi” veya “savunma bakanlığı” dışında bir ifade yer almaz. “Savaş
bakanlığı” veya “savaş sanayi” ancak savaş dönemlerinde kullanılan ifadelerdir.
Dolayısıyla, Libya’nın savunmasına katkıda bulunmak veyahut barışı koruma
amacıyla bir anlaşma imzalamak da hem diplomasiye hem uluslararası teamüllere hem
de savaş niyeti olmayan iki ülkenin bu amaçlarına uygun ifadelerdir.
Burada tabii önemli olan bir
diğer husus daha var. Arap baharı sırasında Türkiye’nin dış politikası çoğu
zaman tenkit edildi. Ama bu Libya anlaşması da gösteriyor ki bütün bu sıkıntılı
dönemden geçildikten sonra, Türkiye’nin dış politikasında uyguladığı bu doğru
politikalar sonunda biz Mısır, Tunus ve Libya’da düşman ve hasım idareler
değil; Türkiye’nin dostu insanlar, Türkiye’nin dostu yöneticiler ve savunma ve
polis teşkilatının eğitimi gibi çok önemli bir konuda bile Türkiye’ye güvenen
bir idareyi görmekte oluyoruz. Bu da aslında Türkiye’nin sağlamak istediği bir
sonucun çok güzel bir delilini teşkil etmektedir.
Türkiye’de gerçekten tarihi
bağları olan ve eski bir Osmanlı toprağı olan Libya’da bugün Libya’nın askerî
personelinin Türkiye'de eğitimiyle ilgili bu anlaşmanın içeriğine bakıldığında,
gerçekten çok önemli unsurlar yer almaktadır. Şöyle ki: Yaklaşık bin öğrenci
eğitim programından yararlanacaktır. Harp okulunda eğitim görecekler, bir sene
Türkçe ve akademik formasyon eğitimi alacaklardır ve bundan sonra da dört yıl
boyunca harp okulunda eğitim göreceklerdir ama Libya’nın acil ihtiyacına binaen
de Libya’nın subay ve astsubay ihtiyacını hızlı bir şekilde karşılamak
amacıyla, üç aylık temel subay ve astsubay eğitimine tabi tutulduktan sonra
uzmanlık eğitimi alacak bir grup da vardır.
Şimdi, bunun, gelecek dönem
bakımından, hem Libya’da, Türkiye'de eğitim görmüş subayların mevcudiyeti hem
Türkçe öğrenmiş subayların mevcudiyetinin gelecekte hem Libya’nın idaresinde
hem Türkiye-Libya ilişkileri bakımından ne kadar önemli olduğunu da gözden uzak
tutmamamız gerekmektedir.
Burada başka bir endişeye
daha yer verildi, bu yetiştirilen subay ve askerî personelin Suriye’de
kullanılacağına dair halk arasında konuşmalar cereyan ettiği belirtildi.
Diplomaside ve siyasette, halkın arasında, kahvelerde konuşulan dedikodular
üzerine politika yürütülmez. Burada esas olan -Sayın Atıcı, bu anlaşma
görüşülürken Dışişleri Komisyonunda o gün mevcut değildi, o nedenle herhâlde
kulaktan dolma bazı bilgilerle bu ifadelere yer verdi ama- mevcut olan
Dışişleri Komisyonu üyelerimiz gayet iyi bileceklerdir ki Komisyonda yer alan
Hükûmet temsilcileri, bu anlaşmada, bilakis, yetiştirilen personelin hiçbir
şekilde Suriye’de veya üçüncü bir ülkede kullanılmayacağına dair hükümler
bulunduğunu da ifade ettiler.
Buradan ikinci olarak
değindiği, daha önce Dışişleri Komisyonunda onaylanmış ve Genel Kurulda da
görüşülmüş olan ikinci bir anlaşmayla ilgili de bilgi arz etmek istiyorum; o
da, Libya Geçiş Hükûmeti arasında Libya ulusal polisinin eğitimine ve kapasite
geliştirilmesine ilişkin anlaşma. Bu anlaşma Dışişleri Komisyonunda
görüşülürken anlaşmada yer alan bir “milis” ibaresiyle ilgili uzun
görüşmelerimiz oldu. Bu konuyu gündeme getiren de Sayın Atıcı değil, başka bir
Dışişleri Komisyon üyesi Cumhuriyet Halk Partili milletvekilimizdi ve çok
detaylı bir şekilde görüşüldü ve bu “milis” ibaresinin eğitim programında
kullanılma nedenini, “milis” ibaresinin Libya’da polis adayı olarak toplanan ve
resmî bir sıfatı olmayan genç insanlar anlamına geldiği ve söz konusu ibarenin,
Libya’da ülkemizle yaptığı çağrışımlardan uzak bir kapsamı olduğu, bu nedenle
bu şekilde yer aldığı belirtildi. Konu Genel Kurula geldiğinde, Genel Kurulda
bu kez Sayın Atıcı yoktu, konu gündeme başka bir Dışişleri Komisyon üyemiz
Milliyetçi Hareket Partisinin muhterem bir üyesi tarafından getirildi, o
zamanda aynı ifadelerle zabıtlara geçecek şekilde Genel Kurulumuzu
bilgilendirmiştim.
Bu anlaşmada Libyalı bayan
polisin eğitilmeyeceği konusuna gelince: Bu anlaşmalar iki tarafın arzuları
çerçevesinde olur. Libya’dan böyle bir talep gelmediği için bu anlaşma sadece
erkeklerle ilgili olarak yürütülmüştür. Bizim zorla Libya makamlarına “Hayır,
sen illa 100 polis yolla, 50 de kadın yolla, eğitim vereceğiz.” diyecek hâlimiz
de yok. Talep neyse ona göre anlaşma imzalanır, ona göre de sonuçlanır.
Son bir ifade Patriot
füzeleriyle ilgili dile getirildi. Patriot füzeleri gerçekten Türkiye’nin NATO
üyeliği bağlamında, NATO’nun üyelerini koruma vecibesi bağlamında talep ettiği
füze savunma sistemleridir. İlk defa Türkiye’ye konuşlandırılmıyor, daha önce 2
sefer Türkiye’de konuşlandırıldı. Bu Patriot füzelerinin Türkiye’de
konuşlandırılması tamamen savunma amacına yönelik. Sınırın öbür tarafında bir
hava uçmama sahası ihdasına yönelik olmadığı açıkça belirtilerek ve bir taarruz
amacı olmadığı da kesinlikle belirtilerek talepte bulunulmuştur. Patriot
füzeleri talebinde bulunulması nedeni şudur: Maalesef, Suriye’de 40 binin
üzerinde insanı katletmiş, şu anda tamamen psikolojisini ve insicamını
kaybetmiş ve gerçekten köşeye sıkıştığı için ne yapacağı tam olarak belli
olmayan, Baas kafalı bir katil cumhurbaşkanıyla karşı karşıyayız ve bu adamın,
son anında ülkesinden ayrılırken dahi Türkiye’den intikam almak hisleriyle
Türkiye’ye birkaç füze göndermesi endişesi herkeste var. Bu füzeler
gönderildiğinde de bu Patriot sistemi sayesinde Türk insanının zarar görmemesi
ve Türk topraklarında bir hasara yol açmaması mümkün hâle gelecektir.
Bir Mersin Milletvekili
olarak, bu füzelerin düşmemesini sağlayacak olan Patriot sistemine, belki de
böyle bir şey inşallah hiç ortaya çıkmayacaktır ama böyle bir saldırı vukuunda
da “İyi ki Türkiye zamanında tedbir almış, NATO üyeliğinin nimetlerinden
yararlanmış ve NATO’nun caydırıcılık unsurunu da yanına getirmiştir.” diye
söyleyeceğiz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bozkır.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ne
dedi ki?
BAŞKAN – E, dedi bir şeyler.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Dışişleri Komisyonu Başkanı
Volkan Bozkır’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYTUĞ ATICI (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, “O ne dedi, bu ne dedi, bu ne yaptı, şu ne yaptı?” gibi laflarla
dış politikayı yürütüyorsak yazıklar olsun bize!
Şimdi, detaylara çok
girmeyeceğim. Burada konuştuklarımı bugün tane tane konuştum, çok net konuştum,
herkesin de anlayacağı bir dilde konuştum. Kafası karışık olanlar anlamamış
olabilirler. Askerî anlaşmayla birlikte yapılan milis anlaşmasını da ben burada
tekrar gündeme getirdim ki bir bütünlük olsun diye ve biz, o polisle ilgili
olan, milisle ilgili olan tartışmayı yaparken neler yaşadığımızı herkes o
Komisyonda gördü, kafaların birdenbire nasıl karıştığını gördü.
Bunun anlamı nedir? Bunun
anlamı: AKP Hükûmeti, kendi milletvekillerine bile danışmadan, sormadan çeşitli
anlaşmalar yapmaktadır.
Ben iddia ediyorum, Sayın
Komisyon Başkanının da oradaki “milis” kelimesinden haberi yoktu. Biz orada
konuşunca, uzun tartışmalardan sonra “Ha, hakikaten böyleymiş.” filan dendi ve
bu tartışmalar uzadı gitti.
Efendim, ben çocuk
hekimiymişim de dış politikayı bilmezmişim. Doğru, yani ben herhâlde dış
politikacı kadar dış politikayı bilmem. Doğrudur ama ben bir insanım ve aydın
olmaya çalışıyorum ve ülkemi seviyorum. O yüzden de yapılan her konuşmada
bilgim olmak zorundadır ve gereğini yaparım. İyi ki dış politikayı bilmiyorum,
iyi ki. Dış politikayı bilmediğim için Obama parmağını şıklatınca koşmuyorum.
İyi ki bilmiyorum. İyi ki dış politikayı bilmiyorum, kimsenin taşeronu, piyonu
olmuyorum.
Saygılarımla. (CHP
sıralarından alkışlar)
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri
Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339) (Devam)
BAŞKAN – Şahıslar adına
İstanbul Milletvekili Sayın Tülay Kaynarca. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 339 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat
Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, bu
kanunla iki ülke arasında askerî eğitim ve öğrenime yönelik alanlarda eğitim iş
birliğinin geliştirilmesi amaçlanmıştır. Komisyon Başkanımız birçok ayrıntıya
zaten değindi. Ben bir iki konuya işaret ederek sözlerimi tamamlayacağım.
Bilindiği gibi, Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş Birliği
Mutabakat Muhtırası, 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Söz konusu
mutabakat muhtırası kapsamında neler yer alıyor, neleri içeriyor; bununla ilgili
birkaç başlığa değinmek istiyorum.
Jandarma Sahil Güvenlik
teşkilatları arasındaki eğitim öğretimden harp akademileri, askerî tıp
akademisi, askerî haritacılık okulları ve her birine eğitim verilmesine kadar;
limanlara uğrama ve yanaşma, heyet mutabakatlarından tatbikatlara gözlemci
davetlerine kadar; ortak tatbikatlara katılımdan eğitimin geliştirilmesine
yönelik karşılıklı bilgi alışverişine kadar; askerî tarihî, askerî müzecilik ve
askerî yayın alanında karşılıklı bilgi alışverişi; askerî tıp ve sağlık
hizmetleri alanında iş birliği; lojistik konular; yine özel ihtisas kurslarının
verilmesi; su altı savunma gibi; denizaltı subay, astsubay birinci sınıf
dalgıçlar için personel mübadelesi gibi; yine, Türkçe-Arapça dil kursları için
personelin görevlendirilmesi gibi konu başlıkları -ayrıntıları da var-
öngörülmüştür.
Sonuç itibarıyla, bu kanun
tasarısıyla iki ülke arasında askerî eğitim ve öğretime yönelik alanlarda
eğitim iş birliğinin geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Hayırlı olmasını diliyor,
heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Soru-cevap işlemine
geçiyorum.
Sayın Genç…
Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
CHP’li milletvekilleri,
hayatlarını ortaya koyarak Suriye’ye gidip bir Türk gazetecisini yurda
getirmişlerdir. Bunu takdirle karşılaması gereken Sayın Başbakan kınamıştır.
Yüzlerce gazeteciyi bir kulp uydurup zindanlara sokan anlayıştan başka
türlüsünü beklemiyorduk zaten.
Sayın Bakan, Suriye
politikanızda ne yapmak istiyorsunuz? Irak’ta konuşlanan terör örgütünü
durdurmadınız, şimdi 650 kilometre Suriye sınırında kurulacak terör merkezini
nasıl durduracaksınız?
Beşar Esad’ın “Türkiye
Suriye’yi bölerek kendi ayağına ateş ediyor” sözüne ne diyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Eyidoğan…
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Teşekkür ederim Başkan.
Bugün, Samsun Eti Bakır
İşletmelerinde amonyak tankının bakımı ve tamiri sırasında bir kaza oldu ve
maalesef 5 emekçimizi, işçimizi kaybettik. Onlara Allah’tan rahmet diliyorum,
ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
İş kazaları konusunda Türkiye
dünya birinciliğine doğru gidiyor hızla. Ayrıca “doğal afetler” deyince
Türkiye’de yalnız doğal afetler anlaşılıyor. Aslında “afetler” deyince doğal ve
insan kökenli yani endüstriyel afetler ve kazaların da anlaşılması lazım. Bu
konuda hem iş kazaları açısından hem de insan kökenli kazaların ve afetlerin
risklerinin azaltılması açısından Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığında ve
onun ilgili kanun ve yönetmeliklerinde önemli değişiklikler yapılması
gerekiyor, bu anlayışın yerleşmesi gerekiyor. O afetlere ve kazalara yalnız
doğal olaylar olarak değil, endüstriyel olaylar ve insan kaynaklı olaylar
olarak bakmamız gerekiyor.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özcan… Sayın
Özcan yok mu?
Sayın Şimşek…
CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana soracak birçok
sorumuz olabilirdi bugün, vardı ama biliyorsunuz, ajanslara düştü; Samsun’da
özelleştirme kapsamında özelleştirilmiş olan bakır fabrikasında, imal edilmekte
olan bir kazanın çalışan işçilerin üzerine çökmesi neticesinde şu ana kadar
aldığımız ilk bilgilere göre 6
vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 14 vatandaşımız da yaralanmıştır. Ölü ve
yaralı sayısının artmasından endişe edilmektedir. Öncelikle bu elim kazada
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum; yakınlarına,
Samsunlu hemşehrilerime ve aziz milletimize başsağılığı diliyor ve
yaralılarımıza ise acil şifalar diliyorum.
BAŞKAN – Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Başkanı, kültür, tarih hocamız, Turan Yazgan Hocamız Allah’ın rahmetine
kavuştu. Ben buradan Cenabıhak’tan rahmet dilerken, bütün Türk dünyasının başı
sağ olsun diyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Kılıç…
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun)– Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben de Samsun Tekkeköy
ilçesinde Sanayi Mahallesi Selyeri mevkisinde bugün Eti Bakıra ait işletmelerde
amonyak tankı kapağında yapım çalışmaları devam ederken meydana gelen çökmede
vefat eden 6 işçi kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı
ve sabır diliyorum. Yine aynı çökmede 14 işçi kardeşimiz yaralanmıştır şu
andaki belirlemelere göre, onlara da acil şifalar diliyorum.
Saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Akar…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın
Bakan, bu hafta başı pazartesi ve salı günleri Çan Termik Santralinde ve Kömür
İşletmelerinde incelemede bulunmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Enerji
Komisyonu üyeleri ve Cumhuriyet Halk Partisi KİT Komisyonu üyeleriyle birlikte
oraya bir seyahat yaptık ve incelemelerde bulunduk. Gördük ki, Türkiye'nin en
modern termik santrallerinden biri olan, 320 megavat gücündeki ve 400 milyon
dolara mal olan en yeni termik santralinin çalıştırılmadığına şahit olduk.
Hatta bu termik santralin bir özelliği de diğer termik santrallerden verimlilik
anlamında aynı yakıtla yüzde 30 daha verimli çalışması olmasına rağmen,
çalıştırılmama gerekçesi -bu santrali çalıştırmak için kullanılan kömür artı
kireç taşında- özellikle kireç taşı temin edilememesidir. Kireç taşında 3-4 kez
ihale yapılmış olmasına rağmen temin edilememiş olması, bu ihaleyi kazanamayan
ama Enerji Bakanlığını esir alan bir şirketin burada kireç taşı temin etmemek
için elinden gelen tüm çabaları göstermiş olması ve bu termik santralin
kullanılamaması; bu ayarda bir enerjinin yüksek fiyatları doğal gazla üretim
yapan santrallerden temin edilmesine neden olmaktadır. Bu konuda bir araştırma
yapıyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Erdoğdu…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Bakan, Bakanlığınızdaki Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığında
kömür ihalelerinde yolsuzluk olduğuna yönelik bir rapor düzenlendi mi? Eğer
böyle bir rapor düzenlendi ve bu raporda bir suç isnat olduysa bu Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına iletildi mi? İletilmediyse, neden iletilmedi? Bir de Teftiş
Kurulu Başkanının görevden alınmasının bu konuyla bir ilgisi var mıdır?
Cevaplarsanız çok sevinirim.
BAŞKAN – Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, böbrek hastası
olan ve böbrek hastalığı nedeniyle tedavi gören vatandaşlarımızın bazıları
malulen emekliye ayrılmaktadır. Ancak, böbrekleri nakil olanların ise malulen
emeklilik maaşları kesilmektedir. Bu sebeple, böbrek hastası olan vatandaşlarımız
emekli maaşları kesilmesin diye, daha rahat bir yaşam tarzı olan böbrek nakline
yanaşmamaktadırlar. Vatandaşlarımızın bu mağduriyetini ne zaman gidereceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, Tayyip
Erdoğan, Kaddafi’nin elinden ödül alırken 25 bin dolar para aldı. O 25 bin
doları şehit ailelerine bağışlayacağını söyledi. Şimdi, soruyorum: Bu 25 bin
dolar şehit ailelerine bağışlandı mı bağışlanmadı mı? Bağışlandıysa ne zaman,
nerede bağışlandı? O makbuzun bağış tarihi ne zamandır, kime bağışlanmıştır,
onu öğrenmek istiyorum. Yani Başbakan makamında olan kişilerin sözü ağzından
çıkar. O sözün ya gereğini yapar veyahut da istifa eder. Onun için, bir defa
bunu bekliyorum, bir.
İkincisi, Libya’dan, El
Kaideden, Müslüman Kardeşlerden birçok insanlar Türkiye'ye geliyor, eğitiliyor.
Libya’dan gelen birtakım insanların da Suriye’ye gittiği, Suriye’de savaşa
katıldığı söyleniyor. Libya’dan Türkiye'ye kaç kişi gelmiş, El Kaideden kaç
kişi gelmiş, Müslüman Kardeşlerden kaç kişi gelmiş, bunlar nerededir şimdi?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
24 Kasım Öğretmenler
Günü’nde, kişiliğimizi oluşturan tüm öğretmenlerimize minnet ve şükranlarımızı
sunuyoruz. İktidardan, ekonomik sıkıntı içindeki öğretmenlerimiz için Bolu
Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Tanju Özcan’ın da 1 maaş ikramiye
verilmesi hakkındaki kanun teklifinin kabulünü istiyoruz.
Bildiğiniz gibi, 5 şehidimizi
dün toprağa verdik. Bu arada, bir öğretmenimizin daha kaçırıldığı bildirildi.
Terör örgütünce bugüne kadar kaç öğretmen kaçırılmıştır, kaçını kurtardınız,
kaçı öldürüldü, cevap istiyorum.
Çok teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ben soru sormayacağım.
Profesör Doktor Turan Yazgan’ı minnet ve şükranla anıyorum. O, Türk dünyasına
çok büyük hizmetler yapmış, ak sakallı birisidir. Özellikle, Azerbaycan,
Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da çok önemli hizmetleri olmuştur. O
büyük insanın ölümünden çok büyük üzüntü duyuyoruz. Kendisine Allah’tan rahmet
diliyorum ve Türk dünyasına başsağlığı diliyorum.
Artı, 24 Kasım Öğretmenler
Günü’nü bütün öğretmenlerimizin kutluyorum. Daha güzel şartlarda yaşamlarına
devam etmelerini ve yeni imkânlara kavuşmalarını temenni ediyorum.
Ayrıca, Samsun’da ölen 5
insanımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Çelik…
DEMİR ÇELİK (Muş) –
Teşekkürler Sayın Başkanım.
Ben de Samsun’da iş kazası
neticesinde yaşamını yitiren işçi, emekçi kardeşlerime Allah’tan rahmet
diliyorum, kederli ailelerine başsağlığı dileklerimle sabırlar diliyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Sayın Demiröz…
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanıma: Bursa-Keles
Harmanalan ve Kozağacı Vadisi’nde yapılan termik santralle ilgili bugünlerde
ihalenin iptal edildiği veya sözleşmeye ilgili firmanın çağrılmayacağı konusunda Bursa’da bazı söylentiler var. Sayın Bakandan
bu konunun hangi aşamada olduğunu, böyle bir yapımdan geri adım atılıp
atılmayacağı konusunda bilgi almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Eyidoğan…
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) –
Teşekkür ederim Başkan.
Ülkemizde güzide derelerimize
yapılan HES’lerin sayısı hızla artıyor ve çok tartışılıyor.
Sayın Bakan, derelere yapılan
HES’lerin ürettiği toplam elektrik enerjisi Türkiye’de üretilen elektrik
enerjisinin yüzde kaçıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlayarak
sözlerime başlamak istiyorum.
Öncelikle, ben de Sayın Turan
Yazgan Hocamıza Allah’tan rahmet diliyoruz, yakınlarına taziyelerimizi
bildiriyoruz.
Yine Samsun’da, milletvekili
arkadaşlarımızın bahsetmiş olduğu, özelleştirilen Eti Bakır İşletmelerindeki
kazada hayatını kaybeden işçi kardeşlerimize ben de Allah’tan rahmet diliyorum
ve hem Samsun halkına hem de kederli ailelerine sabırlar temenni ediyorum.
Aynı şekilde, Millî Eğitim
Bakanımızın şahsında bütün öğretmenlerimizin
24 Kasım Öğretmenler Günü’nü tebrik ediyorum.
Diş Hekimleri Haftamızda da
diş hekimlerimizin başarılı çalışmalarını aynı şekilde tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Bursa
Keles’te bir yerli kömür santralimizin kullanılmasına dönük bir ihale
yapılmıştı ve bu ihalede firmalar kendi aralarındaki yarışmalar sonucunda katkı
payı modeliyle beraber yatırım süresi içerisinde kömür payı almadığımız ama
işletme süresi içerisinde ürettikleri elektrikten bize ödeyecekleri pay
açısından aldığımız bir modelle beraber bu ihaleyi yaptık ve bu ihale süreci
devam ediyor. Şu anda bu ihale sürecinin kesintiye uğramasıyla alakalı herhangi
bir konu söz konusu değildir. Bundan sonraki gelişmeleri yine kamuoyuyla hep
beraber paylaşmış olacağız.
Değerli arkadaşlar, Çan
Termik Santralimiz yine, yerli kömürlerimizin kullanıldığı önemli bir
santralimiz ve bu santralde denetim yapan bütün milletvekili arkadaşlarımızı da
ülkemiz adına kutluyorum. Bu, iyi bir gelişmedir ve orada bir revizyon söz
konusu, son on gününe giriyoruz, bir buçuk aylık bir revizyon. Herhangi bir
yerli kaynaktan üretilen santrallerimizin o dediğiniz gerekçelerle kesintiye
uğratılması söz konusu olmaz. Kireç taşı teminiyle alakalı olsun, diğer
girdilerle alakalı olsun süreç devam eder. Bu, yalnızca bir santral için değil
Türkiye’deki bütün yerli kaynaklarımız için aynı şekilde söz konusu olacaktır.
Eğer herhangi bir atlanan durum varsa, herhangi bir, sehven veya kasten,
herhangi bir durum varsa aynı hassasiyetin daha fazlasını göstereceğimizden
herhangi bir tereddüdünüz de olmasın. Bizde o manada hiçbir sıkıntı olmaz, siz
buna emin olabilirsiniz.
Tabii, kömür ihalelerinde
yolsuzluk var mı, yok mu? Bununla alakalı geçen gün de bir komisyonda konuşma
yapılıyor, bir milletvekili arkadaşımız diyebiliyor ki: “Şu anda savcılıkta bir
konu var, o savcılıktaki konuyla alakalı ne yaptınız? Şu ana kadar hiçbir şey
yapılmadı.” Savcılıkta olan bir konunun nasıl kendisiyle alakalı bir şey
yapılmadığını tabii ben de merak ettim
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Denetim raporunu neden göndermediniz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yani bununla alakalı, değerli arkadaşlar,
hiçbir zaman şüpheniz olmasın, kim olursa olsun, buradan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda da söylüyorum, kim olursa olsun hiçbir şekilde müsamaha
göstermeyiz ve bununla alakalı samimi duygularımızı aynı şekilde işlerimize de
yansıtırız. Bu manada herhangi bir endişeniz de olmasın.
Değerli arkadaşlar, tabii ki
Suriye politikalarıyla alakalı, oradaki rejimin yaptığının tarafımızdan
onaylanması söz konusu olmaz. Bir insanlık dramı yaşanıyor, çoluk çocuk
demeden, kadın kız demeden Suriye halkının, orada 40 bine yakın insanın
katledildiği bir ortamdayız. O yüzden Suriye halkı ile Suriye rejimi arasında
ayırt edilmesi gereken önemli bir noktanın olduğunun bir kez daha altını çizmek
isterim ve zulmün hiçbir zaman için abat olmadığını, Esed rejiminin de bu
manada Suriye’de abat olmayacağını hep beraber inşallah görmüş olacağız.
Ben, bütün bu duygu ve
düşüncelerle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, benim sorum ne oldu? 25 bin dolar ne oldu?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yazılı olarak cevap gelecek sizin tarafınıza.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır,
hayır, yalancılıklarınızı örtmeyin, bu Hükûmete yakışmaz! Yiğit olan açık
konuşur! Tamam mı? Niye inkâr ediyorsun?
BAŞKAN – Sayın Genç, yazılı
olarak vereceğini söyledi.
Sayın Bayraktutan…
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben de Samsun’da meydana
gelen elim olayda hayatlarını kaybedenlere Tanrı’dan rahmet, yaralılara acil
şifalar diliyorum.
Bugün, bu olay meydana
geldikten sonra Türk-İş Yönetim Kurulunun yapmış olduğu açıklamayı da Meclisle
paylaşmak istiyorum. “Hayatını kaybeden ya da yaralanan işçilerin taşeron işçi
olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Yaşanan facia bir iş kazası değil, iş
cinayetidir.” şeklindeki Türk-İş Yönetim Kurulunun, özelleştirmeden sonra bir
özel şirkete geçen yerde Türk Metal-İş’in yapmış olduğu örgütlenmenin göz ardı
edildiğini ve söz konusu yerde taşeron işçilerin çalıştırıldığını, bu da iş
güvenliğine ilişkin gerekli denetim ve sorumluluğun yerine getirilmediğinin bir
örneğidir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu konuyu dikkate almasını, önümüzdeki dönemde başlayacak yasal
süreçte de bu konuya işaret etmek istedim.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Akar…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın
Bakan, biraz evvel sorduğum soruya, kireç taşından dolayı beklemediğini
söylediniz ama maalesef müessese kireç taşından dolayı üretim yapmıyor. Yapmama
gerekçesiyle de tabii ki, bakım yapılıyor işçileri boş yatırmamak adına. Tam
bir buçuk aydır bu tesis kireç taşından dolayı, oradaki yolsuzluktan dolayı
yatıyor ve temin edilemiyor. Yine, aynı kireç taşı olayı başka bir firmayla
ilgili, Bandırma’daki bor tesislerinde mevcut. Bor tesisleri arıtmaları üç
aydır kireç taşı yüzünden çalışmıyor. Kireç taşını da A.B Şirketi… Bu A.B Gıda
Şirketi Unakıtan ve çocuklarına ait ve bugün Bandırma, bor atıklarıyla,
arıtılmadan zehirli bir şekilde doğaya bırakılıyor, Bandırma Körfezi’ne
bırakılıyor atıklar. Bu kireç taşı hem arıtmada önemli hem de yakıtta önemli.
Yüzde 40 kireç taşı kullanılıyor ve bu tesis çalıştırılmıyor, yüksek fiyatlarla
da doğal gazla üretim yapılan tesislerden elektrik temin ediliyor. Lütfen, şeyi
düzeltirseniz sevinirim.
BAŞKAN – Sayın Erdoğdu…
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Bakan, biraz önceki soruyu açıklamakta fayda var. Siz “Savcılıktaki bir
konu.” diyorsunuz ama savcılığın bu konudaki bilgilenmesini sağlayabilecek en
önemli husus olan Bakanlığınız Teftiş Kurulu tarafından ihale yolsuzluğuyla
ilgili düzenlenmiş raporun savcılığa iletilmediğini söylüyorum ben. Şimdi,
bizler, hepimiz yargıya yardımcı olmak zorundayız. Eğer böyle bir rapor
düzenlenmişse ve siz bu raporu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermemişseniz yargılamanın önüne bir engel çıkmış olur. Ben, bunu soruyorum:
Bu raporu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderdiniz mi, göndermediniz mi?
BAŞKAN – Sayın Bakan,
buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Şimdi, ifadelerime bakarsanız, geçen gün “bir
milletvekili arkadaşımız” diye sizin adınızı anmadan ama sizin söylediğinizi
bilerek bir ifade kullandım. Siz, bu konuyla alakalı değil, madem ki onun daha
da açıklanmasını istiyorsunuz, ben, sizi burada o yaptığınız yanlışı yüzünüze
vurmamak gibi bir inceliği yanlışlıkla göstermiş oldum. Siz, Plan ve Bütçe
Komisyonunda yaptığınız konuşmada “Savcılığa intikal eden bir hususta niçin bir
şey yapmıyorsunuz?” dediniz. Ben, o sözü şimdi tekrar hatırlatıyorum. Buradaki
tutanaklara da geçiyor, Plan ve Bütçe Komisyonundaki tutanaklarda da var. O
yüzden, böyle bir yanlışlığı yaptınız, yani “Savcılığa intikal etmiş bir hususu
niçin araştırmıyorsunuz?” dediniz, ondan dolayı dedim.
Şimdi, ben, bir önceki Teftiş
Kurulu Başkanımızın da, şu anda görev yapan Teftiş Kurulu Başkanımızın da bu
konuyla, görevden alınmasının veya göreve getirilmesinin herhangi bir ilgi ve
alakasının olmadığını açıkça söyleyebilirim.
Sizin şu ana kadar… Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığıyla alakalı bir işin nasıl yapılacağını hiç tarif
etmediğiniz ve sürekli, belki niyetinizden, belki başka bir şeyden
kaynaklanıyor “Acaba bu işlerin altında bir şey var mı?” dediğiniz bir noktadan
söylemlerinizi geliştiriyorsunuz. Ben buna saygı duymak zorundayım. Ama sizden
de oradaki sonuçlar, gerek savcılığa intikal etmiş gerekse Teftiş Kurulumuzda
bütün teftişi yapılan, soruşturmaları sonlandırılan işlemler konusunda da
benzer bir saygıyı göstermenizi beklerim. Buna rağmen, bir savcı, bir hâkim o
konuyla alakalı bir karar veriyor, onun da daha üzerinde bir şey söylemeye
çalışıyorsunuz, ben de sizi yargıya saygılı olmaya davet ediyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) –
Sayın Bakan, raporu yargıya neden göndermediniz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Şimdi, Çan’daki konuyla alakalı -Sayın
Milletvekilim, bunda müsterih olabilirsiniz, bütün detaylarını alacağım ve
sizinle, özellikle şahsınızla ve grubunuzla paylaşacağım- herhangi bir firmanın
adı, sanı, kim olursa olsun, tekrar söylüyorum, kayrılmasıyla alakalı
tarafımızdan en ufak bir gayret görmeyeceksiniz, şu ana kadar görmediğiniz
gibi. Ben açıkça bir şey söyleyeyim…
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz
de doldu.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Niçin devlet adına, ülkemiz adına fayda
getirecek bir ihaleden ben feragat edeyim? O firma o işi almak için feragat
etsin fiyatından. Ben her zaman bunu böyle söylüyorum. Babamın oğlu olsa aynı
şeyleri söylerim.
Saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE LİBYA HÜKÜMETİ ARASINDA ASKERİ EĞİTİM
İŞ BİRLİĞİ MUTABAKAT MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
TASARISI
MADDE 1- (1) 4 Nisan 2012
tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile Libya Hükümeti
Arasında Askeri Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırası”nın onaylanması uygun
bulunmuştur.
BAŞKAN – Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Osman Korutürk.
Buyurun Sayın Korutürk,
süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA OSMAN TANEY
KORUTÜRK (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
bugün Libya’yla askerî eğitim iş birliği anlaşmasını onaylamak üzere burada
görüşmelerimizi yapıyoruz.
Türkiye öteden beri,
bölgesinde askerî gücü olan, diğer bölge ülkelere, dost ve komşu ülkelere
askerî eğitim veren, askerî iş birliği yapan, askerî malzeme tedarik eden bir
ülkedir. Ama biraz önceki konuşmalardan, anlaşmanın geneli üzerindeki
konuşmalardan şunu gördük ki Türkiye bugün, bu konumundan biraz kaymış, kendi
savunmasının peşine düşmüş vaziyette gözükmektedir. Türkiye’nin savunma
ihtiyacı durduğu yerde çıkmış değil. Türkiye’nin savunma ihtiyacı Hükûmetin
yanlış Orta Doğu politikası sonucu ortaya çıkmış ve bugün Türkiye NATO’dan
Patriot füzelerini getiriyor. Patriot füzeleri nereye konuşlanacak, nasıl
konuşlanacak, bu konuda ciddi bir belirsizlik var. Belirsizliğin dışında
-üzülerek söylüyorum- ciddi bir bilgisizlik de görüyorum.
Şimdi, bakın, Sayın
Başbakanın bir açıklaması var, Pakistan’dan yapmış, diyor ki: “Atılan adım
şudur: Bizim topraklarımız, 4’üncü maddeye göre NATO’nun da topraklarıdır.
Burada savunma esaslı olmak üzere böyle bir adım atılmaktadır.” Arkadaşlar,
böyle bir şey yok. NATO’nun toprakları değil Türkiye toprakları. 4’üncü madde, tehdit altında
kalan bir müttefik ülkenin bu tehdidi ortadan kaldırmak için NATO’yla
istişaresini öngörüyor. Sayın Başbakanın hitap ettiği “NATO toprağı” diye bir
kavram yok. Türkiye’nin toprakları, Türkiye’nin topraklarıdır.
Bakın, NATO Anlaşması Kuzey
Atlantik Anlaşması’dır. Kuzey Atlantik Anlaşmasının -Sayın Başbakanın atıf
yapmak istediği “4”dediği madde muhtemelen 6’ncı maddesidir- 6’ncı maddesi NATO
savunmasının nereye şamil olacağına, NATO’nun savunma yükümlüğünü gösterir ve
orada der ki: “NATO, müttefik ülkelerin topraklarını -dikkat edin, altını
çiziyorum NATO toprakları değil- savunmakla mükelleftir.” “ NATO toprağı” diye
bir kavram yok, NATO konuşmasında da yok.
Şimdi, bunları bilmek lazım,
bunlar bilgi konusu.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Var,
onu da söyledi.
OSMAN TANEY KORUTÜRK
(Devamla) – Yok böyle bir şey yanlış söylemiş, onu düzeltmesi lazım, Başbakanın
düzeltmesi değil ama danışmalarının söylemesi lazım, yanında düzgün danışmanlar
olması lazım Başbakanın. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, yabancı bir memleketten
yanlış beyanda bulunmak durumunda değildir ve olmaması lazım.
Şimdi, başka bir şey daha var
arkadaşlar, Sayın Başbakan diyor ki: -Aynı beyanatında- “Bizim, Gazze’de barışı
tesis etmek için Arap Ligi Genel Sekreteriyle Kahire’de bir görüşmemiz oldu.
Sayın Obama ve Putin’le telefon görüşmelerimiz olmuştu. Mursi, Halid Meşal ve
Katar emirleriyle görüşmelerimiz hep barışın tesis edilmesi için olmuştur.
Kahire’den dönerken MİT Müsteşarımız orada kaldı ve görüşmelere devam etti. Bu
görüşmelerin ardından 48 saat içinde bir netice alındı, böylece ateşkes temin
edilmiş oldu.” Bu ne demek? “Ateşkesi biz temin ettik.” demek.
Şimdi, arkadaşlar ateşkesi,
Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi birlikte
yaptıkları mekik diplomasisiyle tesis ettiler. Amerika’da okuyanlar, bu
konulara ilgisi olanlar bilirler, çok saygın bir dergi vardır Forum Policy -dış
politika- diye. O derginin dünkü sayısında beni şahsen çok üzen, beni çok
rahatsız eden bir haber yayınlandı, makale. Bakın, makalenin resmi burada,
diyor ki: “Fazla Pişmiş Hindi” Biliyorsunuz, hindi “Turkey” Türkiye’nin adını
“Hindi” diye kullanıyorlar, aşağılamak, tezyif etmek için, “Fazla Pişmiş Hindi”
Ne diyor bu makalede? Diyor ki: “Türkiye, bu bölgenin en ağırlıklı ülkesiyken,
maalesef bu ağırlığını kaybetti. Türkiye o bölgenin içerisinde herkesle olan
temaslarını tek tarafa indirdi, tek tarafa indirdiği için de artık bir ağırlığı
kalmadı.” Mursi ki İsrail aleyhtarı, söyleminde ve fikirlerinde en küçük bir
şüphe yoktur, İsrail aleyhtarlığı azami safa da olan bir insandır, öyle bir
tanınan insandır, öyle bir siyasi hareketten gelen bir insandır, ona rağmen,
“Bu barışı Mursi kurdu, Türkiye de sadece bunu seyretti.” diyor. Bizim
seyretmiş olduğumuz bu şeyi kendimiz yapmış gibi göstermek de yakışık almıyor.
Şimdi, Patriot füzelerine
gelelim arkadaşlar. Patriot füzeleri konusunda ciddi bir belirsizlik var.
Patriot füzeleri, tamam, Türkiye savunması için getiriliyor, onda bir tereddüt
olmaması gerekir ama -ve şunu da söylemek lazım, bir ülkenin savunması,
güvenliği, olabilecek en önemli şeydir, bundan daha mühim bir şey yok, bunun
için hepimiz her türlü desteği vermek durumundayız ama- gelen Patriot füzeleri
nereden geliyor, hangi ülkeden geliyor, bu nerede konuşlanıyor? “Bunlara sonra
bakacağız.” deniyor. Bunun komuta kontrolü kimin elinde olacak? Sayın Hüseyin
Çelik, Hükûmet Sözcüsü, bu sabah “Bunun komutası, tetiği bizde olacak.” diyor,
öğleden sonra NTV’de haber düşüyor “NATO’yla Türkiye birlikte yapacak.” NATO
kim?
Arkadaşlar, NATO kim? NATO
biziz, biz NATO’nun tam üyesiyiz, NATO’yla Türkiye ayrı yapacak diye bir şey
yok. Eğer Patriot füzeleri Almanya’dan gelecekse Almanlarla yapacağız demektir,
Hollanda’dan gelecekse Hollandalılarla yapacağız demektir, Amerika’dan
gelecekse Amerikalılarla birlikte yapacağız demektir. O zaman, buradaki tehdit
değerlendirmesini kim yapacak? Biz mi yapacağız, bize o füzeleri vermiş olan
ülke mi yapacak, onlarla beraber mi yapacağız, onlarla beraber yapacaksak bizim
tehdit gördüğümüz yerde onlar tehdit görmezse bu iş nasıl olacak? Ben, Patriot
füzelerinin personelinden, donatımından bahsetmiyorum. Patriot füzeleri bizde
yok. Çok teknik ve karmaşık bir sistemdir, bu sistemi bizimkilerin kullanması
söz konusu değil ama bunun emir-komutasını kim verecek? Bu konuları açıklamak
lazım arkadaşlar. Milletin bu konularda bilgiye ihtiyacı var. Bu füzeler
gelecek, nereyi koruyacak, nasıl koruyacak, hangi saldırıya karşı koruyacak?
Sayın Başbakan diyor ki: “Türkiye, karşı tarafın saldırısına…” Hangi karşı
taraf, kim karşı taraf? Birçok karşı taraf var şimdi bizim karşımızda.
Şimdi bakın, demin size
göstermiş olduğum makalede diyor ki: “Ne garip bir tecellidir ki, İsrail karşı
tutum ve görüşleri her türlü kuşkunun üstünde olan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi,
Mısır’ı yeniden Orta Doğu’nun başat konumuna getirmiştir ve liderlik
iddiasındaki Erdoğan Türkiye’si de bir kere daha bu bölgede bu olaylara seyirci
kalmıştır.” Bunlar, Türkiye'nin layık olduğu yorumlar değil arkadaşlar.
Gözyaşı diplomasisiyle,
ağlamakla, hiçbir yere gidemeyiz. Türk Dışişleri Bakanı, bir an evvel kendi
kadrosuyla beraber oturup, politikasını gözden geçirmesi lazım. Bu politikanın
yanlış olduğunu artık görmesi, anlaması lazım.
Türkiye kendi dışındaki
sıkıntılardan, kendi dışındaki çatışmalardan, kendi dışındaki zorluklardan
dolayı savunma ihtiyacına düşmemeli. Patriot füzelerini getirdik Diyarbakır’a
kurduk, başka taraftan vurdular ne yapacağız? Bu patriot füzeleri bir tane, iki
tane değil; hangi tarafa nereye koyacağız? Türkiye’nin yüksek ve orta irtifa
savunması zayıf, son derecede zayıf. Bunu yükseltmeye kalkacak yerde, hâlâ,
biz, Suriye’nin derdine çare bulacağız, başka ülkelerin sorununu çözeceğiz.
Önce kendi sorunlarımızı çözelim, başka çok sorunumuz var ama güvenlik
sorunumuz da var arkadaşlar. Bütün bunlara dikkat etmek lazım. Ondan sonra
Libya’yla kalkıp Askeri İş Birliği Anlaşmasını yapalım, onda bir sıkıntı yok.
Libya’nın bize ihtiyacı vardır; ona ihtiyacı olan eğitimi verelim, bilgiyi
verelim ama biz kendimizi önce abrayalım, kendimizi başkalarının tehdidinden
kurtaralım. Bakın, Rusya’nın açıklaması var; duymuşunuzdur, bugün öğleden sonra
geldi, diyor ki: “Patriot füzelerinin Türkiye’de konuşlandırılması, bölge
istikrarını tehlikeye sokar” Ne demek bu? “Canım sıkıldı” diyor. “Canım
sıkıldı, ne yapacağım belli olmaz.” diyor. Aynı şey…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Siz
buna katılıyor musunuz?
OSMAN TANEY KORUTÜRK
(İstanbul) – Katılmıyorum tabii ki de katılır mıyım? Böyle bir şey başıma
gelmesin istiyorum. Bunun gelmemesi için de düzgün politika izlensin istiyorum.
Böyle bir şeye katılmanın imkânı var mı? Ama bunlara bizi muhatap ediyorsunuz.
Yanlış politika, bizim en dost olduğumuz ülkelerden tehdit görmemize sebebiyet
veriyor. Bütün bunları yeniden gözden geçirmek lazım, vakit geçmeden, çok fazla
gecikmeden. Sayfa sayfa hindi resimleri, başka tezyif edici, küçültücü, düşük
resimlerin, sağda solda yayınlanmasını engellememiz lazım.
Türkiye, bölgede, gücüne
güvenilen, ara buluculuğu istenen, sıkıntıları olduğu zaman “Aman, şunu gel de
sen çöz, sen bize yardımcı ol.” denen bir ülkeydi. Gene öyle olması lazım.
Henüz daha olamayacak noktada değiliz, o noktaya gelmiş değiliz ama o noktaya
gelmek üzereyiz. Çok az kaldı arkadaşlar, bunu her yerde söylüyoruz. Plan ve
Bütçe Komisyonunda söyledik, Dışişleri Komisyonunda söyledik, bu kürsüden
söyledik. Hepimiz aynı memleketin çocuklarıyız; bize, sen öyle mi istiyorsun
böyle… Sen ne istiyorsan ben de onu istiyorum. Türkiye’nin iyiliğini,
büyüklüğünü istiyorum. Türkiye’nin bu bölgede lider olmasını istiyorum ama onu
yapabilmek için bir parça sözlerimize kulak verin, bir parça yanlışı görün.
“Ben yanlış yapmadım.” diye ortalarda gezmek… Bu çok yanlış bir şey, bu
Türkiye’yi çok zor yerlere götürecek bir şey. O zaman İsmet Paşa ne demişti:
“Sizi ben bile kurtaramam.” Hiçbirimiz Türkiye’yi o zaman kurtaramayız
arkadaşlar. Bunları çok ciddi düşünün. Sizler, kendi partinizin, kendi Hükûmetinizin
mensuplarına bir sorun: “ ‘Haklıyım.’ diyorsun, şunun haklılığını bir anlat
bana.” deyin. “Ne oldu, nereden geldik bu noktalara, ondan bundan Patriot
istemeye?” deyin. Hep biz söylemeyelim, siz de söyleyin.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Korutürk.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına, Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Geneli üzerinde konuştuğum bu
konunun bir iki hususunu daha arz etmek üzere söz aldım.
Tekrar ediyorum: Dış politika
bugünün değil, geleceğin meselesi, daha çok geleceğin meselesi çünkü dış
politikada ülkelerin ve milletlerin geleceği tanzim ediliyor. Yanlış dış
politika takip ederseniz yanlış, acı veren, üzüntü veren bir gelecek sizi
bekliyor demektir. Bunun laboratuvarı, bunun sahnesi tarihtir. Geriye dönüp
tarihe baktığınızda, dün ülkeyi yöneten, devleti yönetenlerin yanlışlarının
neye mal olduğunu orada görebilirsiniz. Bunun en güzel örneklerinden biri
Libya’dır değerli arkadaşlar. Dış politikayla ilgilenenler, siyasetçiler, ülkeyi
yönetenler, yönetmek iddiasında olanlar, tarihin bu lütfundan faydalanmaları
lazım. Bugünü anlayabilmek için ve geleceği doğru öngörebilmek, doğru
kurgulayabilmek için düne bakmanız lazım. Çünkü dün, tüm sebepleriyle yaşandı,
sonuçlarıyla yaşandı, ders almamız için tarihin tozlu raflarında bizi bekliyor.
Bu sebeple, Libya konusunu, bu amaçla bu fırsatı değerlendirmek şeklinde
kullanmak gerekiyor.
Bakınız, Libya’ya tekrar
dönelim. Yüz yıl önce kaybettik biz Libya’yı, 12-15 Ekim 1912 tarihinde
kaybettik. Nasıl kaybettiğimizi biraz önce anlattım. Nasıl kaybettik? O gün
ülkemizi yönetenlerin gafletiyle kaybettik. Bunu, Sayın Dışişleri Komisyonu
Başkanı Arkadaşımız, Dışişlerinden gelen arkadaşlarımız çok detaylı biliyorlar.
Yani bir Dışişleri mensubu olan, kendisi bir hukuk allamesi olan Hakkı Bey
-Paşa değil- o zaman sadrazamdır, başvekildir ve Roma Büyükelçiliğinden
sadarete gelmiştir. Libya’nın niyetlerinden haberdar olmaması mümkün değildir.
Libya, fırsatı bulduğu anda… Hangi fırsat? Osmanlının yöneticilerinin gafleti,
İttihat Terakkinin gafleti. Bunu da bir ayrı fasılda anlatacağım, İttihat
Terakki ve Adalet ve Kalkınma Partisinin yüz yıl sonraki benzerliklerini ve
mukadder akıbetlerini -Allah benzetmesin- endişeyle izlediğimi ifade edeceğim
size.
Değerli arkadaşlar, o günün
Osmanlı yönetimi, üç yüz atmış yıl yönettiğimiz Libya’daki müstakil tümeni
Yemen’deki bir isyanı bastırmak için geri çekmiştir. Libya, böyle, Osmanlının,
özellikle Abdülhamit’in çok önem verdiği bir yerdir. Kendisine muhalif olduğunu
bilmiş olmasına rağmen Trablusgarp Valisi Müşir Recep Paşa’yı görevden
almamıştır ama İttihat Terakki gelir gelmez, kendisine karşı olduğunu iddia
ettiği Trablusgarp Valisini görevden almıştır. Trablusgarp yani Libya
valisizdir ve ordusuzdur, 1911’de. Bunu fırsat bilen İtalya bir nota veriyor,
diyor ki: “Siz Libya’ya zulmediyorsunuz, medeniyet getirmiyorsunuz, özgürlük,
demokrasi getirmiyorsunuz, Hristiyanlara eziyet ediyorsunuz, burayı terk edin.”
Bu notayı eski Roma Büyükelçisi olan şimdiki Osmanlı sadrazamına, başvekiline
gönderiyor. Sadrazam, o zaman bir İtalyan paşasının evinde briç oynamaktadır ve
sonuç itibarıyla Libya’yı, 1 milyon 750 bin kilometrekare genişliğindeki, üç
yüz altmış yıl yönettiğimiz o vatan topraklarını kaybediyoruz. Büyük Atatürk’ün,
Enver Paşa’nın, Fethi Paşa’nın Senusilerle birlikte verdiği o mücadele destansı
bir mücadele.
Ömer Muhtar’ın mücadelesini
hepiniz biliyorsunuz. Sayın Başbakan Trablusgarp’a gidip, Bingazi’ye gidip
”Ömer Muhtar”ın ismiyle anılan o meydanda nutuk attı. Değerli arkadaşlar, nutuk
attı. Çok da iyi etti.
Ama bakın size bir olay
anlatacağım. Biraz utanmamız, biraz kızarmamız lazım bu anlatacağım olaydan
sonra değerli arkadaşlar. Dış politika iç politika malzemesi değil, asla
siyaset için söylemiyorum. Bakın, 100 milyonlarca dolarla desteklediğiniz
Libya’nın, İtalyanlar, Fransızlar tarafından yüz yıl sonra işgal edilmesi,
Türkiye'nin desteğinde işgal edilmesi… 50 bin Müslüman’ın katledilmesine destek
vermekle övünülen bugünkü iktidar, inanın ki dünkü iktidarın gafletinden daha
öte bir durumdadır.
Bakın, size bir örnek
söyleyeyim, gazetelerden söyleyeyim. 18 Ekim 2011 Sabah gazetesi, Erdal Şafak:
“Türkiye'nin desteğinde Libya’nın özgürleştirilmesi, Kaddafi’nin katledilmesi
sonucunda Türkiye'nin desteğinde işbaşına gelen Abdülcelil -ismini de doğru
okuyalım, Abdülcelil geçici yönetimin Başkanı Abdülcelil, Mustafa Abdülcelil
İtalyan Bakanıyla birlikte, İtalyan Savunma Bakanı ile birlikte Libya’nın
İtalya tarafından işgalinin 100’üncü yıl dönümünü törenlerle kutladı.”
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’nin desteğiyle işbaşına getirdiğimiz, 100 milyonlarca, bu milletin
parasıyla desteklediğimiz Libya’nın yeni yönetiminin başındaki Mustafa
Abdülcelil Libya’nın Osmanlıdan kurtarılışının 100’üncü yılını yüz yıl sonraki
işgalcilerinin temsilcisi olarak İtalya’nın Savunma Bakanıyla birlikte, sizin o
söylediğiniz Ömer Muhtar Meydanı’nda törenlerle kutladı. Değerli arkadaşlar…
TANJU ÖZCAN (Bolu) –
Anlamadılar, bir daha söyler misiniz Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ve
bunu ben burada daha önce de dile getirdim, gazeteler de yazdı bunu. Buna karşı
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Hükûmetin tepkisi ne? Yani, düşünün, üç yüz
altmış yıl yönettiğimiz… Biliyor musunuz, 1950 yılında İtalyanlar Libya’dan
çekildikten sonra Libyalıların bir grubu Libya’yı Türkiye’ye bağlamak için
siyaset yaptılar, parti kurdular. Libya halkı bu kadar Türkiye’ye bağlı ama
Avrupalıların desteğinde, Türkiye’nin desteğinde oluşturulan yeni Libya
yönetiminin ilk icraatı, Libya’nın Osmanlıdan İtalyanlar tarafından işgalinin
100’üncü yılını o Ömer Muhtar Meydanı’nda törenlerle kutladı. Hâlbuki, o
meydanda Sayın Başbakan Ömer Muhtar’ın heykelinin açılışına katıldı. Bunun, bu
dış politikanın neresinde akıl var? Neresinde Türkiye’nin çıkarı var, faydası
var değerli arkadaşlar Allah aşkına? Bölge lideri olmakla övündüğümüz -keşke
olsak da övünsek- Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olmakla övündüğünüz bu
politikanın sonucunda eğer siz kendi elinizle kendi milletinize ihanet edenleri
işbaşına getiriyorsanız bunun neresinde akıl var, neresinde fayda var,
neresinde millîlik var, neresinde liderlik var? Tekrar ediyorum sözümün başında
söylediğimi: Siyaset ve devlet adamlarının gafleti bir milletin geleceğini
belirliyor. Dün Osmanlıyı parçalayan gaflet, maalesef bugün AKP İktidarının bir
hayali, bir hevesi peşinde, “Lider olacağız.” hayali, hevesi peşinde Türkiye’yi
yüz yıl önce yaşadığımız kaosa doğru sürüklüyor. Bunu görmenizi istiyorum.
Yoksa bu iç politika konusu değil.
Şimdi Suriye’de yaşadığımız
hadiseyi görüyorsunuz, Müslüman Müslüman’ı boğazlıyor. Irak’ta yaşadığımız
hadise hepimizin malumu. Türkiye nerede? Türkiye AKP İktidarının bu ham
hayallerinin peşinde bir belirsizliğe doğru sürüklenmekte.
Dikkatinize sunulur, tarih
yarın sizi de yargılayacaktır. Ümit ederim ki dünkülerini yargıladığı
cümlelerle sizleri yargılamaz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Komisyon adına İstanbul
Milletvekili Sayın Volkan Bozkır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika, buyurun.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI
VOLKAN BOZKIR (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konu
görüşülürken Cumhuriyet Halk Partisi adına söz alan Sayın Korutürk’ün bazı
ifadeleriyle ilgili olarak Genel Kurulu bilgilendirme ihtiyacını hissettiğim
için söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle Patriotlarla ilgili
olarak, sanıyorum, burada bazı bilgilerle Genel Kurulu mücehhez kılmamız
gerekiyor.
Şöyle ki: İlki, keşif
uçağımızın Suriye tarafından düşürülmesinin ardından 26 Haziran tarihinde; ikincisi
de 3 Ekimde Suriye’den açılan ateş neticesinde Akçakale’de 5 vatandaşımızın
hayatını kaybetmesi ve pek çoğunun yaralanması sonucu -aynı gün olmak üzere-
NATO Konseyi ülkemizin talebine binaen Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 4’üncü
maddesi kapsamında 2 kez olağanüstü toplanmıştır. Bu toplantıda,
müttefiklerimizin, ittifak güvenliğinin bölünmezliği ilkesi ve ittifak
dayanışması temelinde ülkemizin savunmasına yönelik kararlılıklarını güçlü
ifadelerle teyit ettikleri hepinizin malumlarıdır.
Geçen zaman zarfında
Suriye’deki kriz bir çözüm emaresi göstermemiş ve rejimin sivil halka yönelik
saldırıları ve çatışmaları artarak sürmüştür. Suriye’deki gelişmelerin NATO’nun
güneydoğu sınırındaki ülkemizin güvenliği bakımından doğurduğu riskler
nedeniyle tarafımızdan NATO bünyesinde gerekli istişareler sürdürülmüş ve
müttefiklerimize düzenli bilgi iletilmiştir. Bugün gelinen aşamada, 4’üncü
madde kapsamında yapılan istişareler ve Suriye’de devam eden kriz ortamından
neşet eden güvenlik riskleri göz önüne alınarak, müttefiklerimizden ülkemizin
savunmasına yönelik olarak NATO kapsamında da somut önlemler içeren adımlar
atılmasının talep edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede, NATO nezdindeki
daimî temsilcimiz, savunmamızın daha önce, 1991 ve 2003 yıllarında da olduğu
üzere takviyesi amacıyla ülkemize Patriot füzesavar bataryaları
konuşlandırılması yönündeki talebimizi bir mektup yayımlamak suretiyle NATO’da
resmen gündeme getirmiştir.
Bu Patriot sistemleri tamamen
savunma amaçlı, ihtiyati bir tedbirdir ve bunların taarruzi bir harekât için
kullanılması söz konusu değildir. Bu sistemler ülkemizde en geniş kapsamayı,
mümkün olabilecek en geniş kapsamayı ve halkımıza azami korumayı sağlayabilecek
şekilde, askerî yetkililerimizin değerlendirmeleri ışığında konuşlandırılacaktır.
Patriot sistemleri ayrıca NATO dayanışmasının somut bir tezahürü olarak
caydırıcılığı da güçlendirecektir. Bu sistemlerin konuşlandırılmasında güdülen
bir diğer amaç ise Suriye’deki krizin daha fazla tırmanmasını ve ülkemizi
tehdit eder hâl kazanmasını önlemektir.
Şimdi tabii bazı sorular akla
gelebilecektir. Bunlardan birincisi, Patriot sistemlerinin menzilinin ne
olduğudur. Patriot sistemleri -Suriye’nin de sahip olduğu bilinen- kısa
menzilli balistik füzeleri önlemek üzere geliştirilmiştir. Patriot
sistemlerinin nerede konuşlandırılacağı konusunda ise… Yine mümkün olan en
geniş kapsama alanında, azami koruma sağlayacak üzere tespit edilecek
mevkilerde konuşlandırılacaktır. “Patriot konuşlandırılmasıyla birlikte
ülkemize yabancı asker gelecek mi?” sorusunun cevabı ise, söz konusu
sistemlerin işletiminde görev almak üzere müttefik askerler ülkemize daha önce
olduğu gibi yine geleceklerdir. “Patriot sistemleri ve yabancı askerler için
Meclis tezkeresi gelecek midir?” sorusunun cevabına gelince: Söz konusu
konuşlandırmalar NATO kapsamında yapılacaktır. Bu itibarla geçmişteki
uygulamalarla aynı doğrultuda, NATO çerçevesinde yapılacak konuşlandırmalar
için ayrı bir Meclis kararı istihsal edilmesine gereksinim bulunmamaktadır.
Sayın Korutürk’ün bahsettiği
Rusya Dışişleri Bakanının açıklamalarına değinmek istiyorum. Tabiatıyla, Rusya
Dışişleri Bakanının açıklamaları olayın tek doğrusu değildir. Rusya Dışişleri
Bakanının açıklamalarına bakarken, aslında neden bu açıklamayı yaptığını
düşünmek, bunu irdelemek belki de doğru olacaktır. Rusya, Suriye’nin bugün
bütün silah sistemini sağlayan ülkedir ve yılda 1 milyar dolarlık da silah
satışını hâlen Suriye’ye sürdürmektedir. Suriye rejimi bugün eğer kendi halkını
öldürüyorsa, 40 bin kişinin kanına girmişse bu Rus silahlarıyla
gerçekleştirilen bir eylemdir.
Şimdi, Rus Dışişleri Bakanı,
bu silah sistemini sağladığı ülkeye, silah satışını sürdürdüğü ülkeye yönelik
olarak Türkiye sınırlarında Patriot füzesinin kurulmasını “Aman ne iyi ettiniz,
Patriot füzelerini kurdunuz! Benim eğer Suriye’ye verdiğim silahları bu katil
Esad bir gün kullanmaya kalkar da Patriot füzeleri benim füzelerimi düşürürse”
diye bir mülahaza içinde olduğunu anlamamak da bence gerçekten hayretler
yaratacak bir unsurdur. Gayet tabiî ki, Rus Dışişleri Bakanı ben olsam, aynı
şekilde Patriot füzelerinin kendi füzelerini düşürüp Rusya’nın füzelerinin,
dünya ülkeleri nezdinde karizmasını çizdireceğinden endişe ederek böyle bir
demeç verirdim.
Foreign Policy dergisinden
alıntı yapmak tabiî ki mümkündür. Dünyada her yerde, basında makaleler çıkar,
yayınlar olur ama Foreign Policy dergisinin -Amerika’da görev yapanlar gayet
iyi bilir- kimin etkisi altında olduğu düşünülürse böyle bir makaleyi
yadırgamak da herhâlde yine aynı şekilde şaşırtıcı olacaktır benim için.
Foreign Policy dergisinin yayınlarına bakıldığı gibi bizim bölgemizdeki
yayınlara da bakmak lazım ve bu ülke insanlarının Arap Baharı’ndan sonra
Türkiye’ye nasıl baktıklarını ve nasıl takdir hisleriyle gönüllerinde
Türkiye’yi yücelttiklerini de hatırlamak gereklidir.
Burada tabii, ateşkes
anlaşması sırasında Bayan Clinton’la Mısır Cumhurbaşkanı arasındaki basın
toplantısında bunu sanki sadece Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanıyla
Mısır Cumhurbaşkanı gerçekleştirmiş gibi ifadelere bakıp da aynı anda orada olan
Mısır Dışişleri Bakanının “Bu ateşkesin sağlanmasında Türkiye'nin de büyük rolü
vardır.” demesini görmemek tabiatıyla üzüntü vericidir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kim
söyledi onu?
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI
VOLKAN BOZKIR (Devamla) – Türkiye'nin, orada günlerce süren ateşkes
müzakereleri sırasında hem Sayın Başbakanımız oradayken hem Dışişleri Bakanımız
Gazze’deyken hem bizim yetkililerimiz bu ateşkes için çaba sarf ederken bu
çabaları olmasaydı ateşkesin sağlanamayacağını da bilmek gerekir. Bayan Clinton
Cumhurbaşkanı Obama’yla birlikte Uzak Doğu’da gezerken Türkiye, Başbakanımızla,
Dışişleri Bakanımızla o bölgede bu ateşkesin sağlanması için çaba sarf
ediyordu. Bayan Clinton ayağının tozuyla Mısır’a gelip de bu anlaşmayı
sağladığını iddia ediyorsa…
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU
(Giresun) – Obama sizi doğrulamıyor.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI
VOLKAN BOZKIR (Devamla) – …o zaman bunu bir de orada gerçekten katkıda bulunmuş
insanlara sormak lazım. Gerçekten de zaten Mısır Dışişleri Bakanı bu beyanıyla
gerçekleri ortaya koymuştur.
HAYDARA AKAR (Kocaeli) -
Kendinize pay çıkarmayın her şeyden.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI
VOLKAN BOZKIR (Devamla) – Sayın milletvekilleri, saygılarımı sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, Sayın Volkan Bozkır’a ne olarak söz verdiniz? Yanlış anlamıyorsam
Komisyon Başkanı olarak söz verdiniz.
BAŞKAN – Komisyon adına söz
verdim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Efendim, komisyon adına verilen söz, komisyon raporuna getirilen tenkitlere
cevap vermek için kullanılır. Sayın Volkan Bozkır gruplara cevap vererek bunu
kullandı. Hâlbuki, burada bunun muhatabı Hükûmettir. Burada yapılan tenkitler,
gruplar adına yapılan tenkitler Hükûmete yapılmıştır. Bunu ya Hükûmet
cevaplandırır ya grup cevaplandırır.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Komisyon adına konuşabilir başkan her zaman.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Volkan Bozkır Hükûmet grubunun adına konuşmuşsa ona bir şey demeyiz ama
Komisyon adına böyle bir hakkı yoktur, İç Tüzük ihlali yapılmıştır.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Komisyon başkanının her zaman, her maddede konuşma hakkı vardır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Hayır efendim, komisyon yalnız rapor üzerine yapılan tenkide cevap verir.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Ne
konuşacağını da söyleyin, ona göre konuşsun!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok,
öyle değil.
Açın İç Tüzük’ü okuyun.
Komisyon başkanı komisyon raporuyla ilgili getirilmiş tenkide cevap verebilir.
Kalkıp da dış politika konularında Hükûmeti savunmak adına komisyon başkanı
burada konuşamaz, yanlış yapılmıştır. Ha, Hükûmet Grubu adına konuştuysa, grup
adına konuşabilir, ona bir şey söyleyemem.
BAŞKAN – Yok, Komisyon adına
istedi.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama
Komisyon adına yapılan bu konuşma doğru olmamıştır, gruplara cevap vermek
hakkına sahip değildir. Komisyon raporu üzerinde yapılan tenkide cevap
verebilir.
BAŞKAN – Evet, peki.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkana yanlış yaptırılmıştır. Bilgilerinize sunuyorum efendim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Komisyonun da açıklama hakkı var, konuşma hakkı var. 69’da da komisyonun hakkı
var.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Yahu, yok Ahmet…
Allah aşkına yahu! Arkadaş,
işin cılkını çıkarttınız be!
Çıksın Hükûmet cevap versin,
Grubunuz cevap versin ne diyecekseniz. Hükûmet cevap versin kardeşim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Cevap hoşunuza gitmemiş olabilir ama.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yahu
benim hoşuma gidip gitmemesi önemli değil. Yahu hayret edilecek bir şey.
BAŞKAN – Şahıslar adına ilk
söz İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muş’un.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Hükûmeti
Arasında Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Geçtiğimiz yıllarda Tunus’ta
başlayan ve “Arap Baharı” olarak nitelendirilen halk devrimlerinden bir tanesi
de Libya’da gerçekleşmiş ve halk desteğini alan bir yönetim iktidara gelmiştir.
Türkiye, tüm bu süreçlerde halklardan yana tavır koymuş ve onların yanında yer
almıştır. Türkiye, halk desteğini alarak Libya’da iktidara gelen yeni yönetime
de desteğini sürdürmüş ve bu kapsamda söz konusu anlaşma imzalanmıştır. Bu
anlaşma kapsamında harp akademileri, askerî tıp akademisi, askerî haritacılık
okulları ve kuvvetlere bağlı okullarda eğitim verilmesi; jandarma ve sahil
güvenlik teşkilatları arasında eğitim ve öğretim; eğitim merkezlerinde görev
öncesi eğitimleri ile göreve yönelik kursların düzenlenmesi; birlik, karargâh
ve kurumlarda görev başı eğitimi; birlik, karargâh ve kurumlar arası iş birliği
ve temas ziyaretleri; limanlara uğrama ve yanaşma, heyet mübadeleleri;
tatbikatlara gözlemci davetleri, ortak tatbikatlara katılım; eğitimin
geliştirilmesine yönelik karşılıklı bilgi alışverişi; askerî tarih, askerî
müzecilik ve askerî yayın alanında karşılıklı bilgi alışverişi, askerî tıp ve
sağlık hizmetleri alanında iş birliği; lojistik konularında eğitim alanında iş
birliği gibi kısımları, alanları kapsamaktadır.
Ben bu anlaşmanın milletimiz,
ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla bir kez daha
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Şandır, şahıslar adına
siz mi kullanacaksınız?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok
efendim, kullanmayacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, ben kişisel söz istiyorum.
BAŞKAN – Bir saniye, tamam,
hayhay.
(Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır Başkanlık kürsüsünün önüne geldi)
Evet, bir şey mi
diyecektiniz? Buraya geldiğiniz için… Ben de şimdi Sayın Genç’e söz vereceğim.
Sayın Şandır, şimdi Sayın
Bozkır benden Komisyon adına söz istedi. Efendim, şimdi Komisyonun… Bir saniye…
Tutanaklara geçmesini…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Ona
yapılan bir itiraza cevap verecekse 69’a göre verilen süre iki dakika demiştir.
BAŞKAN - Sayın Şandır, ona
bir şey demiyorum. Cevap versin diye on dakika söz vermedim. Şimdi bir soru
soruldu… Eğer dinlerseniz… Ben milletvekili arkadaşlarımızın, komisyon başkanı
arkadaşlarımızın, bakan arkadaşlarımızın ne konuşacaklarını bilebilme imkânına
sahip değilim. Beyefendinin benden istediği komisyon adına söz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Siz haklısınız Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bir saniye.
Komisyon adına istenen sözün
de süresi on dakika. 69’a göre söz istemiş olsaydı o zaman zaten iki ya da üç
dakika, duruma göre, sataşmaya göre verilecek söz oydu. Şimdi, Sayın Bozkır
Komisyon adına konuşurken Hükûmet adına konuşuyormuş gibi algılanacak bir
konuşma yapmış olabilir ama bugün burada Enerji Bakanı oturduğu için bu
yaptığımız anlaşmayla, görüştüğümüz anlaşmayla hiç alakası olmayan soruları
arkadaşlarımız sordular ve ben onları “Milletvekilinin sözü kesilmez.”
anlayışıyla susturmadım ve Enerji Bakanı dış işleriyle hiç alakası olmayan
konulardaki sorulan sorulara cevap verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 19.20
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Şahısları adına son söz,
Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç…
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş dakika.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biraz önceki uygulamanız gayet doğal yani zaten komisyon ve
hükûmetin konuşmada öncelik hakları var ve konuşma süreleri maddelerde on
dakika.
Şimdi, Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Şu hükûmet sırasında ve
komisyon sırasında oturan kişiler, maalesef, bilgi sahibi değil, irade sahibi
değil, kişilik sahibi değil. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) –
Sensin!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunu
defalarca ispatladılar.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Kişiliği sen ölçemezsin.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir
dakika yahu!
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Sen
kendi kişiliğine bak!
KAMER GENÇ (Devamla) – 17
tane şehidimiz vardı, 17 şehidimiz. “Bu 17 şehit nedeniyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi bugün çalışmasın -pazar günüydü- biz cenazelere gidelim.” dedi Sayın
Şandır. Meclis Başkan Vekili çağırdı bu grup başkan vekillerini, ondan sonra da
çalışmaya devam kararını aldılar. Niye? Tayyip yokmuş da, efendim -AKP- ne
bakan karar veriyormuş ne komisyon başkanı karar verirmiş ne grup başkanı karar
verirmiş?
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) –
Bu nasıl konuşma? Doğru konuş ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunu
kanıtlayan sizsiniz, bana bu konuşma fırsatını veren sizsiniz arkadaşım. Yani
kendinizdeki ayıpları görün, o ayıplar burada söylendiği zaman da kızmayın,
önce o ayıplarınızı temizleyin.
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) –
Kendi ayıbın sana yeter!
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi,
Tayyip Erdoğan… Biliyorsunuz, Libya, bizim tarih boyunca dostumuz ve
kardeşimiz. En önemli, 21’inci asırda Türkiye'nin emperyalist güçlere karşı
kazandığı en büyük Kıbrıs zaferinde bütün gücüyle yanımızda olmuş ve bu
yanımızdaki gücü veren Libya’daki Kaddafi’dir. Ama Tayyip Erdoğan gitti
kendisinden ödül aldı ve 25 bin dolar da para aldı. Ondan sonra denildi
ki…Tayyip Bey “Bu 25 bin doları şehitler vakfına vereceğim, şehitlere
vereceğim.” dedi. Soruyoruz şimdi kendisine: “Bu 25 bin doları verdiniz mi
şehitlere?”, “Ben yazılı cevap vereceğim…” Yahu, kaçıyorsun. Niye cevap… Yani
bir insanda yiğitlik olmalı. Yahu, hayır, yapacağın şeyin arkasında duracaksın;
çıkacaksın, yiğit gibi konuşacaksın. Verdin verdin, vermedin vermedin, böyle
kıvırmanın bir anlamı yok ki. Bu iş akıl, ahlak, dürüstlük meselesidir. Onun
için, arkadaşlar, biz, burada… Gerçekten bu devlet her yönüyle çökertildiyse,
burada oturan Hükûmetin kişiliksizliğinden, beceriksizliğinden,
yetersizliğinden…
Yahu şimdi, bu Ahmet
Davutoğlu denilen kim ya? Gidiyor… Bu memleketin dış politikasını perişan etti,
Türkiye’yi dünyada en küçümsenen bir devlet hâline getirdi. Başka bir yerde
olsaydı bunu perişan ederlerdi. Sokakta gezmez… Gitmiş, bilmem Gazze’de
ağlayacağına… Ağlamak bir devletin bakanına yakışmaz. Türkiye gibi bir
cumhuriyetin bakanları ağlamaz beyler. Ağlamak, küçük insanların hesabıdır,
yakışan bir davranıştır.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – O, insan olduğu için ağlıyor ama sen bunu anlayamazın.
KAMER GENÇ (Devamla) – Büyük
devletlerin, büyük milletlerin hiç birisinin temsilcisi ağlamaz. Bunun
hissiyatla, bunun acımak duygusuyla ilgisi yok. Onun için acizliğini… Böyle,
yani herkes ağlar ya, sokaktaki en basit çocuk da ağlar, önemli olan farklı
olmaktır.
Şimdi, biliyorsunuz
Libya’daki güçlere bu Hükûmet 300 milyon dolar gönderdi, 300 milyon dolar.
Şimdi 300 milyon doları getirseniz, buraya koysanız bilmiyorum ne kadar şey
eder. Yahu dedik ki: “Nereden verdiniz?” Elden verdiniz. Nasıl verdiniz? Peki,
defalarca sordum, bu 300 milyon doları siz kime verdiniz? İspatlayın. Cebinize
attıysanız ben ne bileyim, ispatlayın. Arkadaş, 300 milyon doların sen hesabını
vermek zorundasın, vermezsen sen onu cebine atmışsın, hırsızlık yapmışsın
resmen. (CHP sıralarından alkışlar) Bu milletin alın terini sen getirip de
kendi keyfin gibi harcayamazsın.
Şimdi, Mısır’a gittiler…
Mısır Cumhurbaşkanının AKP kongresine gelmesi için 1 milyar dolar verdiniz.
Sizin babanızın malı mı ya?
AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul)
– Yazık sana!
KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu
Tayyip, senin babanın malı mı?
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) –
Doğru konuş ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – 1
milyon doları nasıl sen verirsin Mursi’ye ya? Öte tarafta, bu memlekette
insanlar açlıktan kıvranırken, öte tarafta, bu memlekette yoksulluk bu kadar
had boyuttayken sen kendi keyfinle o 1 milyar doları niye Mursi’ye verdin?
Acaba onun arkasında ne pazarlıklar yaptın? Acaba, hakikaten “Yahu biz sana 1
milyar doları verelim de bunun yarısını sen bize bu taraftan, bu cebimize koy.”
denildi mi denilmedi mi?
Yahu bunların hepsini ben
biliyorum, sizin ruhunuzu biliyorum, cemâziyel evvelinizi biliyorum; sizin
yöneticilerinizin ne kadar bu memlekette, hangi düşünce ve ahlak içinde
olduğunu bilen bir insanım. Onun için sayın milletvekilleri, bakın, bu memleket
en kötü şekilde yönetiliyor. Memleketin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı
yok edilmiş…
SUAT ÖNAL (Osmaniye) – O sana
göre, sana göre!
KAMER GENÇ (Devamla) –
Türkiye Cumhuriyeti devletini uluslararası düzeyde hiçbir itibar sahibi olmayan
bir ülke hâline getirmiştir. Bunun günahı size aittir. Bunu en kısa zamanda
gidermesi gerekir.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Sayın Başkan…
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, ben de sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Yani bu kürsüde bana en zül
olan şey, az önce burada konuşan zata cevap vermektir.
ZİVER ÖZDEMİR (Batman) –
Muhatap olma Başkan!
AHMET AYDIN (Devamla) –
Hakikaten muhatap olmak istemiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O kadar
zül ki… Şu Meclis tutanaklarını açın, bakın… Kaç dönemdir burada bilmiyorum;
her seferinde söylüyor altı dönemdir, yedi dönemdir. Yani en az benim yaşım
kadar siyaset yapmışsındır. Şu tutanakların tamamına bakın, üç beş kelimeyi
geçmez; aynı şeyleri, aynı ezberleri burada, aynı iftiraları burada atıyorsun.
Yazık be! Yazık be ya! Hakikaten yazık yani! Yaşına başına bakman lazım… Ben
daha çok şey söylemek istemiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Söyleme, söyleme!
AHMET AYDIN (Devamla) –
Tabii, kişilikten bahsetti ama yani artık, ben, bunu kamuoyunun takdirine
bırakıyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Aciz
adam ne söyleyebilir ki!
AHMET AYDIN (Devamla) - Bunu bahsetmeye hakkı var mı, haddi var mı,
kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Yine, ağlamak, değerli
arkadaşlar, insan olmanın gereğidir; ağlarsın yeri geldiğinde. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Yeri geldiğinde üzülürsün, yeri geldiğinde sevinirsin.
Eğer sizde o ruh yoksa, o duygu yoksa, artık, sizi yine kamuoyuna havale
ediyorum, nasıl bakarlarsa baksın diyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ölen
askerlerimiz için de ağlayın!
AHMET AYDIN (Devamla) – “Dış
politikayı küçülttünüz” diyorsunuz. Ya, dış politikayla alakalı o kadar şey
anlatıyoruz… Biz anlatmıyoruz; uluslararası örgütler anlatıyor, uluslararası
basın anlatıyor. Açın gözlerinizi bakın, kulaklarınızı açın duyun. AK PARTİ’yle
birlikte Türkiye, nereden nereye sıçrama yaptı. Dünyada gündem belirleyen bir
ülke hâline geldik. El insaf ya! Mısır’ın Başbakanı, bölge lideri olarak Tayyip
Erdoğan’ı anons ediyor ya! Mısır kabul ediyor, dünya kabul ediyor, biraz da siz
kabul edin diyorum.
Hepinize hayırlı akşamlar
diliyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan,
sataşmadan, iki dakika söz veriyorum size.
Buyurun.(AK PARTİ sıralarında
alkışlar)
6.- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tabii AK
PARTİ on yıldan bu yana bu ülkenin idaresine irade koyarken, siyasetin de
saygınlığını korumaya ve buna nezaket göstermeye çok azami ölçüde gayret etti
ve biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını korumaya çalışırken ne
yazık ki yüz karamız olan ve bu manada ünü Türkiye’nin dışına taşmış olan bazı
kişilik bozukluğu tipler de var burada.(AK PARTİ sıralarında alkışlar) Bunu,
tutanaklara geçmesi açısından söylüyorum.
Ben bir doktora, psikolojiyle
uğraşan birisine dedim ki: “Bir insan ciddi bir mesele anlattıktan hemen üç
dört saniye sonra gülebiliyorsa nasıl bir durumdur bu?” Yani insani açıdan.
Dedi ki: “Karakter bozukluğu da olabilir o insanda, kesin kişilik bozukluğu da
vardır.” (AK PARTİ sıralarında alkışlar)
Şimdi, özenle, itinayla buradaki seviyeyi korumamız
lazım ve bunun için AK PARTİ ve CHP’nin içerisinden bazı arkadaşları da katarak
söylüyorum, MHP’nin içerisinden bazı arkadaşları da katarak söylüyorum, buna dikkat
ediyorlar ve buna itina gösteriyorlar. Bizim böyle bir karakter bozukluğu olan
birisiyle alakalı problemimiz yok ama o partinin o karakter bozukluğu olan
kişiyle alakalı bence problemi var. O yüzden, arkadaşlar, gelin, bu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin seviyesini düşürmeyelim. Gelin, ciddi konular konuşalım
ve iftiralarla uğraşmayalım.
Ben, bu manada hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Şimdi
bu konuşma oldu mu Sayın Başkan?
BAŞKAN – Efendim?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bu
konuşma konuşma oldu mu? “AKP, CHP’nin bir kısmı, MHP’nin bir kısmı.” Diğer
kısmı seninle ne oluyor Sayın Bakan? Yani, ne oluyor, diğer kısmı ne oluyor?
Yani “MHP’nin bir kısmı, CHP’nin bir kısmı” denilince, diğer kısımdaki
arkadaşlarımız ne oluyorlar?
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, bir
saniye…
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Kamer Genç’i sen niye savunuyorsun?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Elbette ki savunacağım.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Kamer Genç’in nesi savunulur ya?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Size
oy veren kadar, Kamer Genç’e oy veren de var.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Tutanaklara geçsin diye söylüyorum.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Eğer
onlar şahsiyet bozukluğu ise şahsiyet bozuk olarak ona oy veriyorlar. Onlara mı
hakaret ediyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, bir
saniye…
Buyurun.
7.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet,
Sayın Başkan, şimdi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
“MHP’nin bir kısmı”, “CHP’nin bir kısmı” derken onlara oy verenlere mi hakaret
ediyorsunuz? Ne kadar ayıp bir şey!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – “Onun karakter bozukluğu var.” diyorum, “Onun
karakter bozukluğu var.” diyorum.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ne
kadar ayıp bir şey!
SUAT ÖNAL (Osmaniye) – Ya,
sen duymadın mı kürsüden söylediklerini?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Onu
tahlil etmek size mi düştü?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Onu savunmak size mi düştü?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Evet,
bana düştü, bir milletvekili olarak bana düştü onu savunmak.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – O zaman savunun, buyurun.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bir milletvekilini
savunmak bana düşer.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yani yanlış yapsa da öyle mi? Yanlış yapsa da
mı?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Yanlışını söylemek ayrı bir şey. Tahlil etmeniz gereken alanı tahlil etmeniz
başka bir şey.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Olur mu öyle şey ya!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın
Başkan, ben konuşmak istiyorum, sataşmadan söz istiyorum, sataşmadan söz
istiyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben
buradayım Ali Bey.
Sayın Başkanım, söz verdiniz
mi?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın
milletvekilleri, şimdi, bu Hükûmet sırasında oturan kişi var ya, benimki
karakter bozukluğu diyor.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Evet, aynen öyle.
KAMER GENÇ (Devamla) – Gel,
seninle gidelim doktorlara, muayene olalım.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Aynen öyle söylüyorum, tutanaklara geçsin diye
söylüyorum, karakter bozukluğu var.
KAMER GENÇ (Devamla) –
Hangimizin karakteri bozuk? Bak, sen o Bakanlıkta o kadar büyük soygunların
üzerine yatıyorsun ki seni perişan edeceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yok ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bundan
sonra o pisliklerini getireceğim, yüzüne çarpacağım senin. Sen o pisliklerin
üzerinde yatamazsın!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Niye duruyorsun? Hayır, niye duruyorsun?
KAMER GENÇ (Devamla) –
Türkiye’yi talan eden, en büyük enerji ihalelerinde yolsuzluk yapan, doğal gaz
ihalelerindeki fiyatları gizleyen, pazarlıkla doğal gaz fiyatlarını arttıran,
oradan gelen paraları birtakım… Nereye aktardığını burada getireceğim,
söyleyeceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) –Niye duruyorsun? Niye bekliyorsun bunun için ya,
bekleme!
KAMER GENÇ (Devamla) – Ama
sende de şerefli ve haysiyetli davranış varsa bize doğru cevap ver.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Aynen öyle.
KAMER GENÇ (Devamla) – Vermesen de bunu
getireceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) –Hayır, niye duruyorsun?
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben
otuz senedir buraya geliyorum. Otuz senedir bileğinin hakkıyla buraya gelen bir
insana bu iftiraları atmak kadar alçakça bir şey yoktur! Ben bu kürsüde…
(Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
KAMER GENÇ (Devamla) – …bu
kürsünün kutsallığına inanan bir insanım, bu kürsüde daima doğruları söyledim
ama hırsızlar kendilerini savunmayınca, ahlaksızlar kendilerini savunmayınca
bana “Karakter bozukluğu” diyorlar.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Evet, aynen öyle!
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunlar
en basit, en kişiliksiz ifadeler. Ben sizinle ilgili yolsuzlukları biliyorum.
Siz 25 bin dolar aldınız mı? Hükümetsen, yiğitsen söyle, bu 25 bin doları
verdin mi, vermedin mi? Bunun cevabını vermekten acizsen beni niye kişiliksiz
şey ediyorsun?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – “Yazılı cevap vereceğiz.” dedik.
KAMER GENÇ (Devamla) – “300
milyon doları Libya’da kime verdin?” diyorum, onu açıkla, açıklamıyorsan,
cebine atmadığını ben nereden bileyim? Ben, milletin parasının hakkını
soruyorum senden. Sen milletin parasının hakkını vermeyen aciz bir kişiysen,
kişiliksiz sen de mi, kişiliksiz bende mi? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Evvela konuşmayı öğren.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ
(Kayseri) –Sen öğreteceksin öğle me? Sen ha, sen!
KAMER GENÇ (Devamla) - Ondan
sonra gel, seninle her türlü zeminde konuşurum, her türlü yerde tartışırım ama
seni de perişan edeceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yok ya!
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Saygılarla. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) -
Arkadaşlar, tutanaklara geçin, ben bu adam için “Karakter bozukluğu
var.” diyorum, tutanaklara geçin lütfen. Aynen böyle söylüyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sana
orada göstereceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Lütfen atlamayın bunu, tutanaklara geçin.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Zaten
söyledin Bakan ya!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – MHP
Grubuna sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun
8.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız’ın MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, sakinleşirseniz bir şeyler söylemek
istiyorum. Bir şair diyor ki… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bakın,
terbiye, biraz nezaket… Laf atmak bir sanattır, bir kültürü gerektirir. Ne olur
lafı düzgün atalım.
Şair diyor ki…
İHSAN Şener (Ordu) – Hangi
şair?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Vay
be, çok yazık, acınacak bir hâldi biliyor musunuz, acınacak bir hâldesiniz,
acınacak bir hâldesiniz.
“Yüce surları ören, taş değil
Kişiye uzluk veren yaş değil,
düşüncedir.
Suç onun eseridir, yasa onun
eseri
Dar ağacına giden baş değil,
düşüncedir.”
Burada “düşünce bozukluğu,
söylem bozukluğu” denilebilir, “yanlış ifade” denilebilir ama bir
milletvekilinin, bir bakanın; bir Parlamento üyesine, oy almış, halktan
seçilmiş birine karakter bozukluğunun teşhisini koyması çok yanlış bir siyaset
izlenmesidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – O, bize koyuyor ama Ali Bey, objektif olun biraz.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, hele hele ki, “MHP Grubunun bir kısmı, CHP Grubunun bir
kısmı” diyerek… Ee, diğer kısım da acaba Sayın Bakanın itham ettiği insanlardan
mi oluşuyor? Sayın Bakan, böyle kitlesel bir ithamı nasıl yakıştırıyorsunuz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Sözüm Kamer Genç’edir, sözüm Kamer Genç’edir.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – MHP
Grubunun bir kısmı, CHP Grubunun…
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sözüm Kamer Genç’edir.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) –
Bakın, Sayın Bakan, Milliyetçi Hareket Partisi…
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Aynen öyle… Aynen öyle…
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Bak
“aynen” diyorsunuz hâlen daha.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Adını
söyleseydin Bakan!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Kişiye mahsustur ve Kamer Genç’edir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen
sus! Sen bir defa o sakallarından utan yahu!
ALİ UZUNIRMAK (Devamla)
– MHP Grubu, Milliyetçi Hareket Partisi,
siyasi geçmişi olan, siyasi geçmişinde ama hiçbir zaman çizgisinden sapmayan…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Seni o
bakan koltuğunda oturtmayacağım! Sana orada göstereceğim!
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) -
AKP, 2001 yılında kurulan ama geçmişini olduğu gibi reddeden bir güruhtan
oluşmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi
çok şahsiyetli duran bir partidir Sayın Bakan.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Öyle.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) -
Mensupları da çok şahsiyetli olan bir partidir. O tanımladığınız, yarım yamalak
bir şeye falan sığacak bir tanımlama değildir. Alırsanız memnun olurum.
Çok teşekkür ediyorum. (MHP
ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şimdi, soru-cevap…
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya)
- Diğer bir kısmı…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Diğer
bir kısmı kim?
(MHP Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın AK PARTİ sıralarına doğru yürümesi ve AK PARTİ ve MHP
milletvekillerinin kürsü önünde toplanmaları, karşılıklı laf atmalar)
VURAL KAVUNCU (Kütahya) – Sen
kabadayı mısın!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Evet,
kabadayıyım.
VURAL KAVUNCU (Kütahya) –
Burada yapamazsın kabadayılık.
BAŞKAN - Çalışma süremizin
sonuna geldiğimizden, Kamu Baş Denetçisi seçimini yapmak ve sözlü soru
önergeleri ile alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 27 Kasım 2012 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.