Nuri İPEK Normal Nuri İPEK 2 1 2013-01-31T16:01:00Z 2013-01-31T16:01:00Z 132 79297 451995 3766 1060 530232 14.00 Clean Clean false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk

 

DÖNEM: 24                             CİLT: 2                     YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

7’nci Birleşim

11 Ekim 2012 Perşembe

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. -  GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. -  YOKLAMALAR

IV.-   GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesi ile getirilen “eşin rızası” konusunda ortaya çıkan ve yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın, Batı uygarlığının kutsal değerlerle imtihanına ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ve 23 milletvekilinin, engelli vatandaşların sorunlarının ve yaşadıkları olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/367)

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki seracılığın, yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üreticilerinin üretim, pazarlama, ihracat ve sigorta sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/368)

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay ve 22 milletvekilinin, pamuk tarımı ve pamuk üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/369)

B) Tezkereler

 

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007)

 

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması  amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- MHP Grubunun, (10/201) esas numaralı MHP’li belediyelere yönelik baskı ve yıldırma politikası izlendiği iddiasının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü  birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, (10/226) esas numaralı muhtarların sosyal ve ekonomik sorunlarının araştırılması amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü  birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, Genel Kurul çalışmalarına ara vererek grup başkan vekilleriyle yaptığı toplantıya Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekilini davet etmediğine, görüşmelere bu şekilde başlamanın mümkün olmadığına ve grup başkan vekilleriyle ikinci bir toplantı yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması

2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi işleme alınmışken daha sonra siyasi parti grup önerilerinin işleme alınmasının doğru olmadığına ilişkin açıklaması

 

VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Siyasi parti grup önerileri ve Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresinin işlemi sırasında, Başkanlığın yaptığı uygulamanın İç Tüzük’e ve usule uygun olup olmadığı hakkında

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın AK PARTİ Grup Başkanına ve Dışişleri Bakanına sataşması nedeniyle konuşması

3.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

5.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

6.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

7.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

8.- Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması

9.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567) (S. Sayısı: 197)

 

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker’in, 2002-2012 yılları arasında AB’ye katılımı hızlandırma programı kapsamında destek verilen sivil toplum kuruluşlarına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/8597)

2.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’ın, Bakanlığa bağlı kamu kurum ve kuruluşlarına ait binaların depreme dayanıklılığına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/8834)

3.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, 2002-2011 yılları arasında Bakanlık özel kalem müdürlüğüne ve basın müşavirliğine atanan kişilere ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/8991)

4.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bağlı KİT’lerin yönetim kurulu üyelerinin gelir vergilerini kurumlarından geri aldıkları iddialarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/9157)

5.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, soya küspesi ithalinin yerli üreticiler aleyhine haksız rekabet ortamı oluşturmasına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/9423)

6.- Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu’nun, yaş meyve, sebze ve narenciye ihracatına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/9996)

7.- Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun, 2005 yılından itibaren dahilde işleme izin belgesi kapsamında mısır ithal izni verilen firmalara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/9999)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

Birinci Oturum

TBMM Genel Kurulu saat 14.02’de açılarak yedi oturum yaptı.

İkinci Oturum

(Kapalıdır)

Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci Oturumlar

Şanlıurfa Milletvekili A. Emin Önen, Suriye’nin kınanması için AGİTPA Türk Delegasyonu tarafından yapılan çalışmalara,

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, tutuklu milletvekillerinin sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Malatya’nın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu cevap verdi.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesine,

İzmir Milletvekili Oktay Vural, büyükşehir belediyeleriyle ilgili kanun tasarısının İçişleri Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonunun dışında Anayasa Komisyonuna da havale edilmesi gerektiğine,

Hakkâri Milletvekili Adil Kurt, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun büyükşehir belediyeleriyle ilgili kanun tasarısıyla ilgili ifadelerine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz ve 20 milletvekilinin, şeker pancarı ve şeker üretimi ile ilgili sorunların (10/364),

Kastamonu Milletvekili Emin Çınar ve 21 milletvekilinin, Kastamonu ilinde yaşanan göç olaylarının sebeplerinin (10/365),

Manisa Milletvekili Özgür Özel ve 26 milletvekilinin, zeytincilik sektöründe yaşanan sorunların (10/366),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

CHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 4/10/2012 tarihli 4’üncü Birleşiminde gerçekleştirilen kapalı oturum tutanakları ile tutanak özetlerinin İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre yayımlanmasına ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Hakkâri Milletvekili Adil Kurt, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın Cumhuriyet Halk Partisine,

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Hakkâri Milletvekili Adil Kurt ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına,

Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Düzce Milletvekili İbrahim Korkmaz,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce,

Üçüncü Oturumdaki bazı ifadelerini düzelttiklerine ilişkin birer konuşma yaptılar.

Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut, büyükşehir belediyeleriyle ilgili kanun tasarısının havalesinde İç Tüzük’e aykırı bir durum olmadığına ve bu konuyla ilgili itirazlarını dile getiren İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın görüşlerini içeren tutanağın TBMM Başkanlığına gönderilerek konunun değerlendirilmesinin sağlandığına ilişkin bir açıklamada bulundu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156),

2’nci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının (1/484) (S. Sayısı: 287),

Görüşmeleri, Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

3’üncü sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporlarının (1/567) (S. Sayısı: 197) görüşmelerine devam edilerek 18’inci maddesine kadar kabul edildi.

Çalışma süresi sona erdiğinden, alınan karar gereğince, 11 Ekim 2012 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere 19.58’de birleşime son verildi.

 

                                                             Sadık YAKUT

                                                             Başkan Vekili

 

Muhammet Rıza YALÇINKAYA                                                       Muhammet Bilal MACİT

                   Bartın                                                                                          İstanbul

                Kâtip Üye                                                                                     Kâtip Üye

 

        Mustafa HAMARAT                                                                         Tanju ÖZCAN

                    Ordu                                                                                             Bolu

                Kâtip Üye                                                                                     Kâtip Üye

II. - GELEN KÂĞITLAR

                                                                                                                                                No: 9

11 Ekim 2012 Perşembe

Teklif

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/894) (İçişleri ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.10.2012)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ve 23 Milletvekilinin, engelli vatandaşların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/367) (Başkanlığa geliş tarihi: 08/12/2011)

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 20 Milletvekilinin, seracılığın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/368) (Başkanlığa geliş tarihi: 08/12/2011)

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay ve 22 Milletvekilinin, pamuk üretimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/369) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/12/2011)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, Bakırköy L Tipi Cezaevinin sağlık personeli sorununa ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6950)

2.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, elektronik kelepçe uygulamasına ve alımına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6951)

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Bakanlıkta, son beş yıl içerisinde müşavir kadrosuna atanan personele ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6952)

4.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, TMK kapsamında yargılanan çocuklardan tazminat talebine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6953)

5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, 2002-2012 yılları arasında Bakanlıkça yürütülen yolsuzlukla mücadele stratejisine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6958)

6.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın, son on yılda zaman aşımına uğrayan davalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7156)

11 Ekim 2012 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Mustafa HAMARAT (Ordu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’e aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Türkeş.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümü nedeniyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi selamlarım.

Sözlerime başlamadan önce, 9 Ekim günü Ağrı Patnos’ta şehit olan polis memuru Mehmet Emin Karataş’a Allah’tan rahmet, ailesi ve Türk milletine başsağlığı dilerim.

Ayrıca bugün, Diyarbakır Lice’de bir helikopter kazası oldu ve bu kaza sonucunda bir şehidimiz ve yaralılarımız var. Yine, bu şehidimize de Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara da geçmiş olsun diyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 günü Ankara’da açıldı ve çalışmalarına başladı. İsmet Paşa, hükûmet üyesi olmakla birlikte, Ankara’nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923’te 14 arkadaşıyla birlikte “Malatya Milletvekili” olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine verdi. 13 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen tek maddelik yasayla Ankara, yeni devletin başkenti oldu. Böylelikle de yeni cumhuriyetin ilanı için önemli bir aşama katedildi. Aynı zamanda Millî Mücadele’nin başından beri süregelen İstanbul ve Ankara tartışması da son buldu.

Ankara, alelade bir başkent değildir, bir semboldür; Türk’ün hayatta kalma iradesi, bağımsızlık arzusu ve kudretidir. Ankara Millî Mücadele’dir. Ankara’nın başkent yapılması fikrinin temelinde yenilikçilik yatar. Ankara, kurulan çağdaş devletin ufkunu simgeler, aynı zamanda taze bir atılımın da ifadesidir. Ankara, zor şartların, imkânsızlıkların pençesinde sürdürülen Millî Mücadele’nin kutsal ruhunun cisimlendirilmesidir. Bugün bu kürsüde Millî Mücadele kahramanlarını düşünüyorum, anıyorum ve onların aziz hatıraları önünde hürmetle eğiliyorum.

1923 şartlarında büyük imkânsızlıklarla boğuşmalarına rağmen, yokluk içinde, çelikleşmiş bir dirençle Türk’ün muhteşem varlık savaşını yönetenleri zihnimde canlandırdıkça, Ankara’da yeni ve taze bir başlangıcı, her şeyiyle, şehirleşmesi, mimarisi, yaşayışı, adabı, seğmen geleneği, Hacı Bayram Veli ruhunu, hepsini ama hepsini düşündükçe, bugün bu denli rahat koşullarda bulunduğumuz hâlde her şeyin eksik, çarpık, kusurlu ve özensiz yapılıyor olmasından tarih önünde mahcup olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Coğrafi konumuyla bir merkez işlevi gören Ankara kenti, cumhuriyetin inşa sürecinde vatanımızın dört bir tarafı için yeni bir gelişim modeli işlevi görmüştür. Bu bağlamda, şehir planlaması, parkları, yolları, mimarisiyle diğer şehirlere örnek olma misyonunu üstlenmiştir. Parti farkı gözetmeksizin, tüm Ankara milletvekillerinin bu çerçevede tarihî sorumlulukları vardır. Bizler Ankara’nın söz konusu bu çizgisini yaşatmak, diri tutmak zorundayız.

Ankara’nın 21’inci yüzyılda içinde bulunduğu vaziyet ortadadır ve herkesin malumudur. Ankara çürümeye terk edilmiştir, yüzüstü bırakılmıştır. Ankara bugün itibarıyla, ülkenin geri kalanına model olma rolünü bir kenara itmiştir. İş kazalarının sebebiyet verdikleri ölümler, ihmaller, trafik sorunu, rant kapıları ve vurgun vakaları… Ankara’yı yönetenlerin nasıl bir kentin dizginlerini ellerinde tuttuklarını layıkıyla idrak etmediklerini görüyoruz. Çok acı bir şuursuzluk hâkimdir bugün için.

Ankara’nın, kuruluş felsefesindeki eski yükümlülüklerine ulaşacağı ve nitelikli yönetileceği günleri arzulayarak, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümünü bir kez daha kutluyor ve Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesi ile getirilen “Eşlerin rızası” konusunda ortaya çıkan ve yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesi ile getirilen “eşin rızası” konusunda ortaya çıkan ve yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, aile birliğini korumak, aile birliğinin zarar görmemesini temin etmek hepimizin görevidir. Ancak Türk ticari yaşamında aile birliğinin korunması ile ticari yaşamın birbirine uyuşmayan koşullar ortaya çıkıyor. Aile birliğini korumak adına yeni Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesinde getirilen hükümler, ticari yaşamda çok büyük sorunlar çıkarıyor. Özellikle kefalet -kefalet kavramı- kendi şirketine veriliyorsa, burada eşin rızasının aranmaması gerekir. Eğer bir başka şirkete kefalet veriliyorsa eşin rızası alınabilir ama kendi şirketine kefalet veriliyorsa, her olayda, altını çiziyorum, her kredide eşin rızası aranıyor.

Bir defa rıza belirtip, bir defa imza atılmıyor. Diyelim bir teminat mektubu lazım oldu bugün, sözleşme yapılacak bankayla, mutlak “Eşlerin rızası” diyor. Bu, ticari yaşamda çok büyük sorunlar çıkarıyor. Şirketlerin yaşamını tehlikeye atıyor, şirketlerin… Yani prosedür yüzünden, zamanlama yüzünden çok büyük sorunlar doğuyor. Örneğin; tatilde olan eşler var. Yok; teminat mektubu alamayacak mı, kredi alamayacak mı? Bankalar bu konuda çok hassas. Tüm eşlere geçmişten gelen tüm kredilerinde tek, tek, tek, tek muvafakatini aradı. Hâlâ daha eğer muvafakat vermiyorsa o şirkete bankalar kredi vermiyor. Şirketlerin yaşamını tehlikeye atıyoruz.

Burada aile birliğini korumak hepimizin görevi ama kendi şirketine kişi kendi kefil oluyorsa burada rıza aramak olmaz arkadaşlar. Örneğin; boşanma davaları açılmış, eşler mahkemede. Uzun sürüyor boşanma davası; bir yıl, iki yıl, üç yıl. Peki bu şirketler nasıl yaşayacak? Boşanma davası olduğu için eşlerin imzasını almak mümkün değil. Mümkün olmayınca, şirketler kredi alamıyorlar. Mümkün olmayınca, bu şirketler yaşamsal kredi olanağını nasıl sağlayacaklar? Veya eşler tatilde; banka diyor ki: “Eşin izin rızası olmadan ben size bu krediyi veremem.” Veya bazı kişiler eşlerinden ayrılmış, daha dava aşamasına gelmemiş, ayrı yaşayan çiftler var.

Değerli arkadaşlarım, Borçlar Kanunu’nun bu hükmü, Türk ticari yaşamında çok büyük bir engeldir. Aile birliğini korumak hepimizin görevi, tekrar ediyorum ama özellikle ailenin yüzde 100’ü veya yüzde 50’sinin üstünde kendi şirketine eşlerden biri kefalet veriyorsa diğer bir eşin rızasını aramamamız lazım. Çok büyük sancı çekildi; 1 Temmuzda başlayan bu süreçle birlikte Türkiye’de şirketler çok önemli sancılar çekmektedir, hâlâ bu sancılar devam etmektedir. Bu nedenle yüce Meclisin öncelikle bu konuyu ele alıp… Biz aile birliğini koruyalım çünkü aile çok kutsal bir kavramdır ama aile birliğini korumak adına ticari yaşamdaki birliği zedelemek hakikaten hepimizi üzer. Bu nedenle bazı şirketler çok zor durumda, bazı şirketler tek kuruş kredi alamıyor. Türk ticari yaşamında önemli bir engeldir. O açıdan, biz, özellikle birinci aşamada ailenin yüzde 50’sinden daha fazlasına sahip olduğu şirketlerde eşlerin rızasını aramayalım arkadaşlar çünkü eş kime kefalet veriyor? Kendi şirketlerine kefalet veriyor, ailenin şirketine kefalet veriyor. Bu kefalette siz eşin rızasını ararsanız… Hakikaten aramamamız gerekiyor. Bu açıdan, üçüncü kişilere…

Ben hukukçu değilim ama hukukçularımız tartışsın, bunun, bu maddenin, özellikle 584’üncü maddede nasıl bunu kolay bir hâle getiririz, Türk ticari yaşamında nasıl uygulanabilir bir hâle getiririz, bunu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hepinize teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, Batı uygarlığının kutsal değerlerle imtihanı hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın, Batı uygarlığının kutsal değerlerle imtihanına ilişkin gündem dışı konuşması

ORHAN ATALAY (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milattan sonra 10’uncu yüzyıldan bu yana Batı dünyasında İslam’ın öğreti, değer ve simgelerine karşı başlatılmış bulunan karalama kampanyalarına bir yenisi daha eklenmiş, meşum bir filmle hakikatin son davetçisi, adalet ve merhamet peygamberi Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselam) güya tahkir edilmek istenmiştir. Zerresi dahi tolere edilemez ve asla “ifade hürriyeti” tamlamasıyla savunulamaz bu alçaklığın arkasında bazı kilise odaklı çevrelerin olduğunu elbette ki biliyoruz.

Öncelikle bilinmelidir ki hakikatin, tarihin, kutsalın, aklın ve vicdanın penceresinden bakıldığında, bu tür çabalar İslam Peygamberi’nin o yüce şahsiyetine zerre kadar zarar vermemiş, aksine, sadece hakikat celladı bir kültürün vicdanını bürümüş o siyah maskeyi düşürmüş ve böylece tüm insanlık, ehlisalibin o hayâsız yüzünü asli hüviyetiyle bir kere daha görmüştür. Oysa, mensubiyetiyle iftihar ettiğimiz İslamiyet’te hakikat, farklı fiziksel biçimlerde tezahür etse bile, esasında bir ve aynı şeydir. O yüzdendir ki semavi kitaplar özü itibarıyla kendi kitabımız; peygamberleri, kendi peygamberlerimizdir. Bu inanç, İslam’ın en temel akidelerindendir.

Değerli milletvekilleri, iki bin yıldır “Kilisenin dışında felah ve kurtuluş yoktur.” dogması ile benmerkezli bir dinsel ve kültürel muhit inşa etmiş bulunan Garp’ın baskın veçhesi, ne yazık ki tarih boyunca tüm paganist zihinler gibi “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan başkasına uymayız.” diyerek kendisini hakikatin bir başka yerde olma ihtimaline tamamen kapatmış olmanın kibri ve cehaletiyle nevrotik bir huzursuzluk içindedir. Bu huzursuzluğun sevkiyle hakikat arayışına koyulan insanların yolları İslam’la çakışmasın diye kilisenin asırlardır sürdürdüğü bir çabası vardır. Bu çabanın adı, hakikatin yolunu kesmektir.

Hatırlanacak olursa özellikle İspanya ve Sicilya’nın fethinden sonra kilisenin cennetten parsel satarak finanse ettiği Haçlı Seferleriyle güttüğü bu amaç, engizisyon mahkemeleriyle devam etmişti. Asırlar boyu yüz binlerce insanı diri diri yakmanın haklı şöhretine sahip bu mahkemelerin de fayda vermediğini gören kilise, 19’uncu yüzyılın başlarından bu yana yeni bir çare bulmuş, basın-yayın yoluyla İslam’a ama özellikle onun Kutlu Peygamberi’ne karşı alçakça iftiralar üretmeye başlamıştı. Anlaşılan o dur ki şövalyelikten umudunu kesip korsanlığa başlamıştır.

Oysa milyonlarca ışık yılı uzaklığındaki yıldızların varlığından haberdar olan akıl çağının insanı, eminim ki ölümsüz hakikatle de eninde sonunda mutlaka buluşacaktır. Çünkü aklı tutuk, vicdanı yitik, adalet ve hakkaniyet erdeminden yoksun, kalbi taşlaşmış, merhamet duygusu kaybolmuşların egemenliğindeki bir dünyadan “beyazın siyaha, Arap’ın Acem’e hiçbir üstünlüğünün olmadığı”, tüm insanların “tıpkı bir tarağın dişleri gibi eşit oldukları”, fert ve toplum olarak hiç kimsenin bir başkasının ne kölesi ne de efendisi olduğu, dahası tüm insanların Âdem ve Havva’nın çocukları olarak kardeş oldukları bilinç ve inancının can verdiği bir dünyaya ulaşma özleminde insanın en mümbit ilham kaynağı, şüphesiz ki Kutlu Peygamber Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselam)’dir. O’ndan nefret edenler ise her zaman insanlığın nefretine ve lanetine mahkûm olacaklardır çünkü o lanetlikler, tıpkı dünün Ebu Leheb’leri gibi kendilerini ötekisiyle eşit görmedikleri için, adalet, hakkaniyet, merhamet ve kardeşlik duygularından büsbütün yoksun düşmüşlerdir.

Hatırlanacak olursa, Amcası Ebu Leheb “Ey Muhammed, senin dediklerini kabul edecek olursam benim elime ne geçecektir?” diye soru sormuştu. Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselam) şu tarihî cevabı vermişti: “Bir köle ile bir kadının eline ne geçecekse senin eline de o geçecek ey Amca!” cevabını vermişti. Bu asil cevaba “Beni bir köle ile bir kadına eşit kılan bir dine yazıklar olsun, sana da yazıklar olsun ey Muhammed!” diyerek oradan ayrılmıştı. İşte, Ebu Leheb’in O’ndan nefreti hangi sosyoekonomik ve kültürel gerekçelere dayanıyor idiyse, eminim ki bugünkü düşmanlarının da gerekçeleri aynıdır. Zira, adalet terazisi kendi lehlerine bozulmuş olanlardan başkasının O’ndan nefret etmesi için hiçbir neden yoktur, olamaz da.

O’na, ehlîbeytine ve ashabına salat ve selam olsun, teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz hakkımız vardı Sayın Başkan, söz hakkımız vardı.

BAŞKAN – Vermiyorum Sayın Genç, biliyorsunuz benim uygulamam böyle. Gündem dışında sadece…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Niye vermiyorsun ya?

BAŞKAN – Tüzük…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle uygulama olur mu yani?

BAŞKAN – Siz İç Tüzük’ü çok iyi biliyorsunuz, “en fazla 3 kişiye” diyor orada zaten.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Verin o zaman 3 kişiye.

Ya, böyle bir yönetim olur mu? Böyle Meclis yönetilmez, gidin. Siz Meclisi yönetemiyorsunuz. Böyle Meclisi yönetemezsiniz.

BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz .

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ve 23 milletvekilinin, engelli vatandaşların sorunlarının ve yaşadıkları olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/367)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dünyada engellilik konusu evrensel normlara oturtulmuş ve demokratik ve sosyal devletler bu alanda önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Türkiye’de nüfusun yüzde 12,29’unu oluşturan 8,5 milyon engelli yurttaşlarımızın hakları, başta Anayasamız olmak üzere çeşitli yasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.

İnsan haklarına dayalı, engellilik alanında fırsat eşitliği yaratan ve engelli insanlarımız için sosyal politikalar üreten istihdam yaratan, onlar için bakım ve sosyal güvenliğe ilişkin sorunlarına çözüm üreten, engellilerimizin her bakımdan gelişmeleri ve toplumsal hayata tam katılımlarının sağlanması ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemelerin yapılması, yapılanların da iyileştirilmesi artık kaçınılmaz bir durum almıştır.

Engellilerin yaşadığı sorunlar sadece kendilerinin ve ailelerinin sorunu değildir. Bu sorunlar tüm toplumu ilgilendirmektedir. Sağlık, eğitim, istihdam, bakım, rehabilitasyon, ulaşılabilirlik ve birçok sosyokültürel ve ekonomik sorunları en yakıcı şekilde hisseden engelli insanlarımız ve yakınlarının bu dezavantajlı durumlardan kurtarılması toplumun bu alanda bilinçlendirilmesi ve hatta eğitilmesi ile çözüme kavuşturulabilecektir.

Engelli yurttaşlarımızın insan haklarını ve temel özgürlüklerini tam anlamıyla kullanabilmeleri durumunda onların toplum için olumlu katkılarda bulunabileceği hiç şüphe götürmeyen bir gerçekliktir. Bu gerçeklik engelli yurttaşlarımızın topluma katılmalarını teşvik etmek yeterli bir gerekçedir. Bu gerçeklik aynı zamanda toplumun insani, sosyal ve ekonomik yönden kalkınmasına ve yoksulluğun azalmasına katkıda da bulunacaktır.

Tüm toplum kesimlerini kapsayan bir sosyal adaleti gerçekleştirmenin temel öncelik olarak görülmesi durumunda daha az fırsata sahip olan engelliler için özel sosyal destek programları geliştirmek önem ve öncelik kazanmaktadır. Engellilerin ve ailelerinin fırsat ve hizmetlerden eşit olarak yararlanabilmeleri için sosyal devlet tüm gücüyle seferber edilmelidir.

Engellilere yönelik, eğitim ve rehabilitasyon, meslek edindirme ve istihdam, bakım ve koruma hizmetlerinin sunulması ve yaygınlaştırılması sosyal devletin temel görevlerindendir. Engelli yurttaşlarımızın fırsatlarını geliştirmek ve toplumsal yaşamın her alanına erişimlerini artırmakta kararlı adımlar atılmalıdır.

Engellilerin toplumla bütünleşmesinin önündeki engellerden biri eğitim konusunda karşılaştıkları sorunlardır. Tüm ülkelerde eğitim sistemi, öncelikle, nüfusun engelli olmayan kesimi için planlanıp uygulanmaktadır. Böylece daha en baştan eğitim sistemi, engellileri dışlayan bir anlayışa sahip olmakta; daha sonra da engellileri eğitim sistemiyle bütünleştirecek çeşitli programlar geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle öncelikle eğitim altyapısının nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi ve engellilerin gereksinimlerini karşılayacak bir düzeye eriştirilmesi gerekir.

Engelli yurttaşlarımız için bir diğer sorun da fiziksel çevrenin engelli insanlarımıza göre tasarlanmamış olmasıdır. Toplumu tasarlarken, bir toplum modeli ortaya koyarken, içinde yaşanılan fiziksel çevreyi de o toplumun içinde yaşayan herkesi düşünerek tasarlamak gerekmektedir. Yollar, kaldırımlar, kamu binaları, parklar ve bahçeler, okullar, içinde yaşanılan konutlar, ulaşım araçları ve bunun gibi daha birçok fiziksel çevre unsuru, engellilerin topluma katılmasının önünde ciddi birer engel oluşturmaktadır. Böylece sahip olduğu engeli nedeniyle hareket yeteneği sınırlanmış insanların bu ve benzeri sebeplerle yaşadıkları sınırlama daha da pekişmektedir. Bunun anlamı hareket yeteneği sınırlanan bireyin toplumsal yaşamdan dışlanmasıdır. Oysa bütün bunlar, engellilerin topluma katılmasını, toplumla bütünleşmesini kolaylaştıracak bir biçimde tasarlanabilir ve geliştirilebilir.

Engelli yurttaşlarımızın sağlık, eğitim, istihdam, bakım, rehabilitasyon, ulaşılabilirlik ve birçok sosyokültürel ve ekonomik sorunlarının çözümlerinin bulunması, yaşadıkları olumsuzlukların ortaya çıkarılması için kapsamlı olarak araştırılmasını talep eder, Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması açılması için gereğinin yapılmasını arz ederiz.

1) Namık Havutça                     (Balıkesir)

2) Ayşe Nedret Akova              (Balıkesir)

3) Dilek Akagün Yılmaz           (Uşak)

4) Gürkut Acar                          (Antalya)

5) Ahmet Toptaş                       (Afyonkarahisar)

6) Turgut Dibek                        (Kırklareli)

7) Sedef Küçük                         (İstanbul)

8) Binnaz Toprak                      (İstanbu)l

9) Recep Gürkan                       (Edirne)

10) Mehmet S. Kesimoğlu        (Kırklareli)

11) Mustafa Sezgin Tanrıkulu   (İstanbul)

12) Sakine Öz                           (Manisa)

13) Haydar Akar                       (Kocaeli)

14) Mehmet Hilal Kaplan          (Kocaeli)

15) Muharrem Işık                    (Erzincan)

16) İlhan Demiröz                     (Bursa)

17) Ahmet İhsan Kalkavan       (Samsun)

18) Veli Ağbaba                        (Malatya)

19) Aylin Nazlıaka                    (Ankara)

20) Doğan Şafak                       (Niğde)

21) Bülent Tezcan                     (Aydın)

22) Osman Aydın                     (Aydın)

23) Mahmut Tanal                     (İstanbul)

24) Faik Tunay                          (İstanbul)

2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki seracılığın, yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üreticilerinin üretim, pazarlama, ihracat ve sigorta sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/368)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizdeki seracılığın (örtü altı üretim), yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üreticilerinin; üretim, pazarlama, ihracat ve sigorta sorunlarının tespiti ile çözümü için alınması gereken tedbirlerin rakip ülkelerdeki uygulamalarla karşılaştırmalı olarak belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu Kurulmasını arz ve talep ederiz.

1) Osman Kaptan                      (Antalya)

2) İlhan Demiröz                       (Bursa)

3) Namık Havutça                     (Balıkesir)

4) Hurşit Güneş                        (Kocaeli)

5) Recep Gürkan                       (Edirne)

6) Muharrem Işık                      (Erzincan)

7) Ali İhsan Köktürk                 (Zonguldak)

8) Mehmet S. Kesimoğlu          (Kırklareli)

9) Haydar Akar                         (Kocaeli)

10) Mustafa Sezgin Tanrıkulu   (İstanbul)

11) Sakine Öz                           (Manisa)

12) Ayşe Nedret Akova            (Balıkesir)

13) Mehmet Hilal Kaplan          (Kocaeli)

14) Veli Ağbaba                        (Malatya)

15) Doğan Şafak                       (Niğde)

16) Sedef Küçük                       (İstanbul)

17) Ahmet İhsan Kalkavan       (Samsun)

18) Aylin Nazlıaka                    (Ankara)

19) Bülent Tezcan                     (Aydın)

20) Osman Aydın                     (Aydın)

21) Mahmut Tanal                     (İstanbul)

Gerekçe:

Ülkemiz, iklim ve ekolojik koşullar ve arazi bakımından tarıma elverişli bir ülkedir. Dünyada ve ülkemizde tarımsal açıdan işlenebilir alanların sınırlı olması nedeniyle, hızla artan dünya nüfusu yeterli ve dengeli beslenme sorunlarıyla karşı karşıyadır. Ülkemizde de son 10 yılda tarımsal üretim alanlarında 1,26 milyon hektar bir azalma meydana gelmesi modern tarımın önemini arttırmaktadır.

Ülkemizde yaklaşık 40-45 milyon ton olan yaş meyve sebze üretiminin, maalesef sadece %5-6’sı kadarı ihraç edilebilmektedir. Aynı oran İspanya’da %45, İsrail’de %31 civarındadır. Ancak, birim başına elde edilen ürün miktarının artmasını da göz önüne aldığımızda, 5 milyon civarında insanımız için aş ve iş demek olan yaş sebze-meyve, kesme çiçek ve örtü altı üretimin, iç tüketimi ve dış satımının ne kadar önemli bir konu olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Ülkemizde yaklaşık olarak 500 bin dekar alanda örtü altı üretim yapılmaktadır. Yine kesin rakamlar olmamakla birlikte 150-200 bin aile ve şirket örtü altında, yani cam veya plastik seralarda, sebze, meyve, çiçek ve fidan üretimiyle uğraşmaktadır.

Seracılığın (örtü altı üretim), yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üretimi ve ticareti, bu ürünlerin üreticilerini, üretici birliklerini ve kooperatifleri, taşıma sektörünü, aracı ve komisyoncuları, toptan ve perakende tüccarlarını, ithalatçı ve ihracatçıları, yerel ve merkezî kamu yönetimini ve en önemlisi bu ürünlerin tüketicisi konumundaki halkımızı ve bu sektör çalışanlarını çok yakından ilgilendirmektedir.

Ülkemiz tarımında örtü altı üretim (seracılık), yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üretimi; yüksek katma değer yaratması, üretimi arz ve talep dengesinin gerektirdiği zamanlamaya göre ayarlama imkânı vermesi, çiftçilerimiz için gelir çeşitliliği yaratması, üretilen ürünlerin ihracata elverişliliği, birim başına yüksek verim olanağı sağlaması gibi üstünlükleri olan tarımsal üretim biçimidir. Ayrıca, yabancı sermaye ile büyük sermaye gruplarının ilgilendiği bir alan olmaktadır. İleri teknoloji yatırımlarıyla makro üretime olanak sağladığı gibi küçük aile işletmeciliğine de uygun olması gibi nedenlerle önemini gün geçtikçe arttırmaktadır.

Örtü altı üretim (seracılık), yaş sebze-meyve (narenciye, nar, muz, elma v.b.) ve kesme çiçek üretiminin yukarıda sayılan taraflarının birçok sorunu vardır. İç ve dış pazarlamasında, teşvik sistemiyle, taşımasıyla, ısıtmada kullanılan enerjiyle, sigortalanmasıyla, çiftçi kayıt sistemiyle, toptancı hallerinde, üretimde kullanılan girdilerin sübvansiyonu bu sorunların bazılarıdır.

Yukarıda sayılanlar ve diğer sorunlarının detaylı tespiti, bu sorunlar konusunda rakip ülkelerdeki durumun da yerinde incelenerek ve Meclisimizce çözüm önerileri oluşturulması için bir Araştırma Komisyonu kurulması gereklidir.

3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay ve 22 milletvekilinin, pamuk tarımı ve pamuk üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/369)

Türkiye Büyük Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde, pamuk tarımı ve pamuk üreticilerinin sorunlarının araştırılarak pamuk üreticilerinin mağduriyetlerinin önlenmesi ve pamuk üretiminin artırılması için Anayasa’nın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereği Meclis Araştırması açılmasını arz ederim. 07.12.2011

1) Erkan Akçay                        (Manisa)

2) Mehmet Şandır                    (Mersin)

3) İsmet Büyükataman             (Bursa)

4) Özcan Yeniçeri                    (Ankara)

5) Mehmet Erdoğan                 (Muğla)

6) Atila Kaya                            (İstanbul)

7) Edip Semih Yalçın               (Gaziantep)

8) Yusuf Halaçoğlu                  (Kayseri)

9) Bahattin Şeker                      (Bilecik)

10) Lütfü Türkkan                    (Kocaeli)

11) Alim Işık                            (Kütahya)

12) Zühal Topcu                       (Ankara)

13) Faruk Bal                           (Konya)

14) Mesut Dedeoğlu                (Kahramanmaraş)

15) Mehmet Günal                   (Antalya)

16) Oktay Öztürk                     (Erzurum)

17) Hasan Hüseyin Türkoğlu   (Osmaniye)

18) Celal Adan                         (İstanbul)

19) Münir Kutluata                  (Sakarya)

20) Sinan Oğan                        (Iğdır)

21) Muharrem Varlı                 (Adana)

22) Mustafa Kalaycı                 (Konya)

23) Ali Uzunırmak                   (Aydın)

Gerekçe:

Pamuk, ülkemiz için yüksek katma değer yaratan bir tarım ürünü olması, üretim, istihdam ve ihracat açısından lokomotif sektör konumunda olan tekstil ve konfeksiyon sektörü için temel bir girdi niteliğinde olması, doğrudan veya dolaylı şekilde 6 milyon kişiye istihdam yaratması nedeniyle stratejik bir önem arz etmektedir. Türkiye’de tarım sektörünün potansiyeli, tekstil ve konfeksiyon sektörünün mevcut kapasitesi göz önüne alındığında, dış ticaretteki payı yaklaşık yüzde 26 olan tekstil ve konfeksiyon sektörünün geleceği için pamuk üretiminin sürdürülebilirliğinin sağlanması gereklidir.

Türkiye 22 milyon tonluk Dünya pamuk üretiminde yüzde 1.7’lik payla dünyanın yedinci pamuk üreticisi iken 1.4 milyon tonluk pamuk tüketimi ile dördüncü sırada, Çin’den sonra ise en çok pamuk ithal eden ülke konumunda yer almaktadır.

Pamuk, Gümrük Birliğinden dolayı tarife uygulaması yapamadığımız tek tarımsal üründür. Bu nedenle pamuk fiyatları dünya fiyatlarından direkt etkilenmekte, dünya fiyatlarındaki düşüş üretimi etkilemektedir. Gelişmiş ülkelerin büyük ihracat sübvansiyonlarıyla oluşturdukları dünya fiyatları karşısında, maliyetleri yüksek olan pamuk çiftçimiz rekabet edememektedir.

Pamuk ekim alanlarında 2002-2010 yılları arasında yüzde 32 azalmaya paralel olarak pamuk üretimi düşerken tekstil sanayisinin pamuk ve pamuk ipliği ihtiyacının her geçen gün artması ithalatı artırmaktadır. Ekim alanlarının artırılması doğru politika ve destekleme araçlarının kullanılmasıyla olacaktır.

2002 yılında 721 bin hektar alanda 988 bin ton lif pamuk üretilmişken 2009 yılında 420 bin hektar alanda 655 bin ton lif pamuk üretilmiştir. 2002 yılında 540 bin ton olan pamuk ithalatı için 493 milyon dolar ödenmişken 2010 yılında 889 bin ton pamuk için 1.72 milyar dolar ödenmiştir.

Tarımsal üretimde kullanılan girdi fiyatları enflasyonun çok üzerinde artış gösterirken, ürün fiyatlarında durgunluk söz konusudur. Pamuğun üretimindeki girdi kalemlerinde maliyetlerin çok yüksek olmasından dolayı Türkiye, İsrail’den sonra en pahalı pamuk üretimi yapan ülke konumundadır.

Ülkemizde prim sistemi özellikle üretimi yönlendirme ve üretici gelir seviyesinin korunması açısından istenilen başarıyı sağlayamamıştır. Prim miktarı hedef fiyat ile piyasa fiyatı arasındaki fark olarak belirlenip üreticiye ödenmelidir. Ancak yıllardır ülkemizde prim belirlenen bütçenin ürünler arasında dağıtılması şeklinde uygulanmaktadır. O yüzden pamukta istenen üretim artışı sağlanamamış ve dışa bağımlılığımız azalmamıştır.

2005 yılında 1 kg pamuğa sertifikalı tohumluk farkıyla birlikte verilen prim 32 kuruş iken, 2011 yılında verilen prim 42 kuruş olmuştur. Yani son altı yılda pamuğa verilen destek sadece yüzde 31 oranında artmıştır. Ayrıca pamuk destekleri 2009 yılından beri 42 kuruş olarak yerinde saymaktadır. 2002-2011 yılları arasında pamuk fiyatlarındaki düşüklük üretici satın alma gücüne de yansımış, aynı dönemde pamuk üreticisinin satın alma gücü mazotta yüzde 70, gübrede yüzde 80 azalmıştır. Pamuk üretimi için ödenen mazot desteği son altı yılda sadece yüzde 33 artış göstermiştir. Bu nedenle uygulanan prim miktarı da üreticinin gelir kaybını telafi etmeye yetmemektedir.

Pamukta verimi artırmak için bölgelere uygun çeşitler seçilmeli ve bu çeşitlerin sertifikalı tohumluğu sağlanmalıdır. Sertifikalı ve delinte tohumluk kullananlara verilen teşvikler artırılmalıdır. Pamuğun gübrelenmesi ve sulanması konusunda bilinçsiz ve yanlış uygulamalar sonucunda genellikle toprağın fiziksel ve kimyasal dengesi bozulmaktadır.

Ülke olarak pamuk üretim potansiyelinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Pamuk üretimi sadece tarımsal üretim olarak değil; bu ülkede en büyük ihracatı ve istihdamı gerçekleştiren bir sektörün ham maddesi olarak değerlendirilerek, stratejik ürün olarak değerlendirilmeli, bu bakış açısıyla politika üretilmelidir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

B) Tezkereler

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007)

                                                                                                                          28/9/2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Irak’ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve Türk halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş terörist saldırılar ve açık tehdit devam etmektedir.

Dost ve kardeş Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve ülkemize yönelik terörist saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla askerî faaliyetlerini başarıyla yürütmekte, siyasi ve diplomatik girişimlerini ve uyarılarını sürdürmektedir.

Türkiye’ye yönelik olarak devam eden terörist saldırılara ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarihli ve 903 sayılı Kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 5/10/2011 tarihli ve 1005 sayılı Kararı ile bir yıl uzatılan izin süresinin, 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                                                                Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                                          Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır. İstemi hâlinde Hükûmete açıklayıcı konuşma yapabilmesi için kısa bir süre verilir.

Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum. Gruplar henüz bildirmedi.

Şahıslar adına: Muharrem İnce, Yalova Milletvekili; Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili.

Evet, sayın gruplar, isimleri bekliyoruz.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, grup önerilerimiz var, grup önerileri gündeme alınmayacak mı tezkereden önce?

İDRİS BALUKEN (Bingöl)- Her üç siyasi partinin grup önerileri var.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, önce grup…

BAŞKAN – Grup önerilerini tezkereden sonra alacağız Sayın Başkanım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani grup önerilerini önce görüşmeyecek miyiz?

BAŞKAN – Hayır efendim, sonra görüşeceğiz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Önce tezkereyi mi görüşeceğiz?

BAŞKAN – Evet, önce tezkereyi görüşüyoruz.

Şimdi tezkereyi okuttum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Beş dakika ara verelim Sayın Başkan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir ara verelim o zaman. Bir ara verelim, o hazırlığı yapmadık çünkü.

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.42


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.54

BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)  

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Biraz önce okutmuş olduğumuz Başbakanlık tezkeresinin uygulamasını grup önerilerinden sonra yapacağız.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması  amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                                        11.10.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun 11.10.2012 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                      İdris Baluken

                                                                                                                           Bingöl

                                                                                                                  Grup Başkanvekili

Öneri:

29 Haziran 2012 tarihinde, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşları tarafından verilen (1269 sıra nolu), “Kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının” araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 11.10.2012 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

İsterseniz sisteme girin.

VII.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, Genel Kurul çalışmalarına ara vererek grup başkan vekilleriyle yaptığı toplantıya Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekilini davet etmediğine, görüşmelere bu şekilde başlamanın mümkün olmadığına ve grup başkan vekilleriyle ikinci bir toplantı yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, biraz önce, oturumu kapatmadan önce bir açıklama yaptınız, Kuzey Irak’a yönelik olan Hükûmet tezkeresi üzerindeki görüşmelerin başlayacağını ifade ettiniz, grupların o an hazır olmamış olması nedeniyle oturuma ara verdiniz. Şimdi, açtıktan sonra Barış ve Demokrasi Partisinin önerisinden başlayarak grupların önerilerini gündeme aldığınız anlaşılıyor. Bunu ben şu an öğreniyorum. Bu tutum değişikliğinizin gerekçesi nedir? İç Tüzük’ün hangi maddesine dayandırıyorsunuz ve nasıl kararlaştırdınız? Bunu merak ettim doğrusu.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, Barış ve Demokrasi Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin grup başkan vekillerinin talebi üzerine ara verdim ve arkada grup başkan vekillerini de davet etmek suretiyle, Sayın Elitaş’ı… Ben sizin de davet edildiğiniz düşüncesindeyim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Tekrar açar mısınız mikrofonu.

BAŞKAN – Bir eksiklik olabilir. Sayın Genel Başkanlarının geleceklerini ifade ettiler. Tüzükçe de herhangi bir engel yok, tezkere önce de olabilir, Danışma Kurulu önerilerinden sonra da olabilir. Onun için, açıklamayı da yaptım, grup önerilerini onun için öne aldım. Gerekçesi bu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, grup başkan vekillerini toplantıya davet ediyorsunuz ama Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilini toplantıya davet etmiyorsunuz.

BAŞKAN – Bir kasıt yok, ben davet edildiğinizi zannediyordum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bu toplantı usulü benim dokuz yıllık parlamenterlik hayatımda -onuncu yıla girmiş bulunuyorum- ilk kez oluyor. Grup başkan vekilliği dönemimde ilk kez ana muhalefet partisi grup başkan vekilinin davet edilmediği bir grup başkan vekili toplantısı görüyorum. Siz bu toplantıyı yapıyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilinin orada olmadığını gördüğünüz hâlde onun yokluğunda bir karar almayı demokratik buluyorsunuz ve bunu burada gayet masum, normal bir şekilde açıklıyorsunuz. Bunu kabul etmiyorum Sayın Başkan. Bu şekilde bir toplantıyla bu görüşmelerin başlaması mümkün değildir. Arzu ediyorsanız bir daha grup başkan vekillerini davet edersiniz, görüşürüz. Böyle bir karar alıyorsak, o çerçevede görüşmeler başlayabilir. Bu usulü kabul etmiyorum efendim.

BAŞKAN – Peki, buyurun, davet ediyorum o zaman.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ara vermeden önce bir görüşlerimizi ifade edebilir miyiz.

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 14.59


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.05

BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)  

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Üçüncü  Oturumunu açıyorum.

Önceki oturumda okuttuğum Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, söz talebim vardı.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması  amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN - Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ayla Akat, Batman Milletvekili.

Buyurun Sayın Akat. (BDP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Söz talebim vardı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Başkan, Sayın Akat’ın konuşmasından sonra.

AYLA AKAT (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların tespiti ve çözüm yollarının araştırılması amacıyla Meclis Başkanlığına sunduğumuz araştırma önergesinin gündeme alınması amacıyla verdiğimiz grup önerisi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet Bakanlığı verilerine göre, ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranı 2002 yılında 59 bin küsur iken 2012 yılı verilerine göre 130 bini aşmış durumdadır. Biz daha önce defalarca, ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranına dikkat çekmek üzere bu kürsüden söz aldık ve düşüncelerimizi ifade ettik. Başta düşünce ifade özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadığı sürece bu doluluk oranının düşmesini beklemek de hayalî bir talep olacaktır. Bunun da tekrar altını çizmek istiyoruz.

Kaldı ki bugün, ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranını düşürmek için Hükûmetin önüne koymuş olduğu hiçbir projede -üçüncü yargı paketi de dâhil olmak üzere- bir sonuç verebilmiş değildir çünkü bu yasaların varlığını koruyor olması ve bir demokrasi paketiyle bu yasaların üzerine gidilmemesi, özellikle düşünce ifade özgürlüğü açısından, örgütlenme özgürlüğü açısından mevcut yasaların bir revizyona tabi tutulmaması, ne yazık ki ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranını her geçen gün biraz daha arttıracaktır.

Değerli milletvekilleri, ceza infaz kurumları devletin denetimi altında ve oradaki insanların da başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hak ve özgürlükleri devletin güvencesi altındadır. Ancak şunu biliyoruz ki: Toplumda var olan eşitsizliğin, devletin erkek egemen yapısından, toplumun erkek egemen yapısından kaynaklı var olan eşitsizliğin en çok hissedildiği alanlardan biri de ceza infaz kurumlarıdır ve ceza infaz kurumlarında şu an tutuklu ve hükümlü olarak bulunan kadınların yaşadığı sorunları buradan dile getirmek ve bu sorunların tespiti ve önümüze bir çalışma takvimi koymak açısından, biz, grup önerimizin üzerine tartışmaların yapılması ve kabulünün de gerçekleşmesi talebinde bulunacağız.

Değerli milletvekilleri, ceza infaz kurumlarında, evet, belki en öncelikli olarak dikkate almamız gereken kadın tutuklu ve hükümlüler açısından, hamile iken tutuklanan ve daha sonra hüküm yiyen kadınlar açısından söz konusu olan sorunlar ki bu kadınlar çok sağlıksız koşullarda doğum yapmak durumunda kalıyorlar ve zaten bebek sağlığı açısından da ana çocuk sağlığı açısından da herhangi bir özel ortam, özel bir mekân yaratılmadığı için o sağlıksız koşullarda birçok ana çocuk sağlığı açısından birçok sorunun yaşandığı gerçeğiyle de karşı karşıyayız. Kaldı ki yine cezaevlerinde çocuklarıyla birlikte kalmakta olan kadınlar var, bu kadınların hem bir anne olarak yaşamış olduğu sorunlar var hem de, çocuk açısından dikkate aldığımızda, çocukların sağlık ve sosyal gelişimi, yine fiziksel gelişimi ve beslenmelerinden, eksik beslenmelerinden kaynaklı yaşamış oldukları sağlık sorunlarını ve tabii ki bir cezaevi ortamında, kapalı mekân içerisinde yaşamlarını idame ettiriyor olmalarından kaynaklı çocuğun psikolojisi açısından değerlendirmemiz gereken bir çalışmayı önümüze koymamız gerektiğinin altını çiziyoruz.

Değerli milletvekilleri, yine sağlık ve tedavi problemleri, kadın tutuklu ve hükümlüler açısından öncelikli olarak üzerine gitmemiz gereken sorunlar içerisinde yer alıyor, kaldı ki kadın sağlığı açısından özgün olarak açığa çıkan birçok sorunun cezaevlerinde yaşanma oranı, dışarıdaki kadınlara göre en az 3 kat oranında. Cezaevinde şu an bir anket yapsak, kadın sağlığı açısından var olan problemlerin tespitini önümüze koyarsak bu gerçekle de bir şekilde yüzleşmiş olacağız ki cezaevlerinde bulunan kadın tutuklu ve hükümlülerin yazmış olduğu mektuplar var, bu mektuplarda öncelikle açığa çıkan bazı sorunlar var. En önemlisi, revir için yapmış oldukları başvurular ne yazık ki zamanında değerlendirilmiyor ve bu, oradaki tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetine erişiminin önünde de bir engel oluyor; birçok hasta, bu hastalığıyla mücadele edebileceği koşullardan yoksun bir şekilde revir için yapılan başvurular cevapsız kaldığı için tedavilerinin gecikmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor. Yine hastane sevkleri sırasında yaşanan…

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, gürültüden dolayı konuşmayı takip edemiyoruz. Önemli bir konu konuşuluyor, cezaevlerindeki sorunlar; takip edemiyoruz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

Buyurun Sayın Akat.

AYLA AKAT (Devamla) – Yine hastane sevkleri sırasında yaşanan sorunlar var ki bu sorunlara herkes basına yansıma oranı itibarıyla bir şekilde vâkıf da olabilir. Başta ring araçlarındaki sağlıksız koşullar, yine özellikle hastaneye götürülüp getirilirken yaşanan sözlü ve bazen fiziki saldırılar ki bunlar konu edilmiştir, suç duyurularında bulunulmuştur, bugün yargıya konudur ve yine muayene sırasında kelepçelerin çıkarılmamış olması, sağlıksız muayene koşullarının olması ama en önemlisi özellikle kolluk güçleri tarafından doktorların eğer tutuklu ve hükümlünün bir siyasi kimliği varsa, daha öncesinden bilgilendirilmesi nedeniyle doktorların muayene sırasında var olan ön yargılarını -ettikleri yemini unutarak- tutuklu ve hükümlüye yansıtmalarından kaynaklı yaşanan problemlerle de karşı karşıyayız.

Bir diğer husus ise mahkemeye gidiş gelişler yani yargılama sırasında mahkemelere gidiş gelişler sırasında yaşanan sorunlar. Bunlar, özellikle son dönem, son iki üç yıl içerisinde cezaevlerindeki doluluk oranını düşürmek için Adalet Bakanlığı bir yöntem buldu. Yargı çevresi içerisindeki cezaevleri dolu olduğu için bazen 800, bazen 1500 kilometre uzağa, bazen Batman Cezaevinden Sincan’a, bazen Şakran’a gönderilen kadın tutuklu ve hükümlüler, yine genel hükümlüler de var, erkek arkadaşlarımız da var ama şu gerçek unutuluyor: Bu kadar uzak mekânlara götürülenlerin öncelikle en temel hakkı olan aile görüş hakları da engelleniyor ve yine bu yolculuklar sırasında yaşanan problemler var. En son bir ring aracında hükümlülerin yanarak yaşamlarını yitirmesinin ardından yine Adalet Bakanlığı bir yöntem geliştirdi. Toplu sevkler söz konusu olduğu için uçak seferleri düzenlenerek bu sevkler gerçekleştiriliyor ama bu insanların yargı çevreleri belli, ortada. Çoğu, işte Malatya, Diyarbakır, Van ağır ceza mahkemelerinde yargılanırken tutuklu bulundukları cezaevleri Karadeniz cezaevleri, İç Anadolu cezaevleri ve Ege Bölgesi’ndeki cezaevleri.

Yine, her mahkemeye gidip getirilirken X-Ray araçlarındaki aramalar, yine üst aramasının bazen insanlık onurunu aşan şekilde gerçekleşiyor olması ve yol güvenliğinin sağlanamıyor olması bu açıdan ciddi bir problem. Biz özellikle arama işlemlerinin, insanlık onuruna aykırı bir şekilde gerçekleşen arama işlemlerinin defalarca kez suç duyurularına konu olmasına bir dikkat çekmek istiyoruz. İnsan hakları kuruluşlarının bu konuda defalarca kez uyarıları olmuştur ancak, ne yazık ki Hükûmet tarafından dikkate alınan, bu konuda bir genelgeye konu olmuş bir süreç söz konusu değildir.

Değerli milletvekilleri, doluluk oranını indirmek için Şakran ve Sincan Cezaevine götürülen kadın tutuklular var. Şakran’a Karataş’tan -ki Karataş’ta kadın tutuklu ve hükümlülerin yaşamış olduğu sorunlar tüm Türkiye'nin gündemine de yansıdı- götürülürken, Karataş’tan ve Bergama’dan götürülürken maruz kalmış oldukları uygulamalar var, biz bunların da üzerine mutlaka gidilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Yine, Gümüşhane E-Tipi Cezaevinde, Denizli Bozkurt Açık Cezaevindeki adli tutukluların çalıştırılma koşulları konusunda basına yansıyan hususlar söz konusudur.

Değerli milletvekilleri, bu sorunları yerinde inceleyip bazı tespitler yapmak durumundayız ama bugün cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin yine içinde bulunmuş oldukları süresiz dönüşümsüz açlık grevlerine de dikkat çekme gereğini duyuyoruz burada. Cezaevlerinde bugün itibarıyla 265 tutuklu ve hükümlü, 41’i kadın olmak üzere, süresiz dönüşümsüz açlık grevindeler. Bu saymış olduğumuz insani yaşam koşullarına bir protesto amacıyla girmiş oldukları süresiz dönüşümsüz açlık grevi değildir; bu arkadaşlarımız ana dilde savunma hakkı için ve yine kesilen müzakerelerin devamı, Sayın Abdullah Öcalan üzerinde son bir yılı aşkındır devam eden ağırlaştırılmış tecrit koşullarının kaldırılması için bu süresiz dönüşümsüz açlık grevini başlatmışlardır. 265 tutuklu ve hükümlüden bahsediyoruz ve önümüzdeki günlerde tutuklu ve hükümlü sayısının artacağını da biliyoruz.

Parlamento eğer sorunların çözümünü, başta Kürt sorunu olmak üzere, siyaseten önüne koymaz, bu konuda bir çözüm arayışı içinde olmaz, geçen hafta ve bugün olacağı gibi savaş tezkereleriyle toplumun karşısına çıkarsa, evet yaşayacağımız gerçeklik açıktır. Ama bugün cezaevlerinde 265 tutuklunun içinde bulunduğu süresiz dönüşümsüz açlık grevine sırtımızı dönemeyiz, yokmuş gibi yaklaşamayız. Bugün 12 Eylül itibarıyla açlık grevine girenlerin 29’uncu günü. Yirmi dokuz gündür Türkiye’de, başta siyasetçiler, Parlamentoda grubu bulunan siyasi partiler olmak üzere herkes sessiz. BDP Grubu olarak, BDP’li kadın milletvekilleri olarak bu konuda dikkat çekmeye çalıştık, eylem etkinliklerde bulunduk ama Hükûmetin bu eylem etkinliklere yaklaşım şekli, o eylemlerde kullandığı şiddet bile açlık grevinde, şu an süresiz dönüşümsüz açlık grevinde bulunan ve 30’uncu gününü doldurmak üzere olan arkadaşlarımızın gelişimci eyleme verdikleri önemle eş değerdir diye değerlendiriyoruz.

Eğer bu noktada bir zulüm çıtasını arttırma süreci yaşanacaksa, evet, çok açıktır ki başta cezaevleri olmak üzere toplumun tüm kesimlerinde bir direniş çıtasının da yükseltilmesi süreci yaşanacaktır. Bugün içinde bulunmuş süreç dikkate alınarak başta uluslararası gelişmeler ve bölgedeki dizayn süreci…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

 AYLA AKAT (Devamla) - …dikkate alınarak başta kendi iç sorunlarımızın üzerine giderek ve cezaevlerine bir mercek  tutarak, sorunların tartışılma zeminin de Parlamento olduğunu görerek sürecin tamamlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Sunmuş olduğumuz önerimize desteklerinizi bekliyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Elitaş, buyurun, söz talebiniz var.

VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi işleme alınmışken daha sonra siyasi parti grup önerilerinin işleme alınmasının doğru olmadığına ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Oturuma gündem dışı konuşmaların ardından, bundan önceki yaptığımız uygulamalara paralel olarak, ilk önce “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” çerçevesinde tezkerenin görüşülmesiyle başlamıştık. Nitekim tezkere okutuldu, arkasından siyasi parti grup başkan vekili arkadaşlarımız, biz, “Grup önerilerinin önce geleceğini düşünüyorduk” dediler. Bir arkadaşımız kim olduğunu bilmiyorum ama “Bir ara verin” dediler, siz ara verdiniz. Açıkçası, biz daha önceki gelenekler çerçevesinde yapılan işler doğrultusunda ve başlamış bir işin de bitirilmesi gerektiği kanaatiyle içeri geldik, grup başkan vekillerini davet ettiniz. Fakat Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilinin  “Sayın Genel Başkanımız saat beşte gelecek, eğer, rica ediyoruz, bu konuda uygun görüş beyan ederseniz ve daha önceki uygulamalar da bu şekilde oldu.” diye ifade etmesi üzerine…

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisinin Sayın Grup Başkan Vekili de talep ettiler.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Evet.

“Mademki sayın genel başkanlar burada olacaklar, biz de genel başkanlara nezaket çerçevesinde kabul ediyoruz.” dedik ve bu işleme devam ettiniz, arkasından grup önerileri konusunu gündeme getirdiniz.

Şimdi, Değerli Başkanım, yapılan iş, öncelikle Başbakanlık tezkeresini eğer “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” içerisinde değerlendiriyorsanız, başlamış bir işi -ki Hükûmet gelmiş, ilgili bürokrasi gelmiş, o ilgili bürokrasi çerçevesinde başlamış bir işi- bırakmanız usule aykırı ama nezaket gereği, istenilen bir talep doğrultusunda verdiğimiz bir kararı, bir siyasi partinin de zaten istemi doğrultusunda ki…

BAŞKAN – Bir siyasi partinin değil, lütfen, iki siyasi partinin…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Üç siyasi partiydi isteyen, beş dakika ara vermesini isteyen üç siyasi partiydi.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - İki, iki; biz istemedik.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şimdi, daha önce, 23’üncü Dönemde bunun benzeri uygulamalar oldu biliyorsunuz. Siyasi partiler bir tezkereyle ilgili konuşmacılarını vermediklerinden dolayı sadece şahsı adına konuşmalar yapıldı ki uygulamanız gereken, yapmanız gereken oydu. Madem çağırdınız siyasi parti gruplarını “Gruplar adına konuşmacı var mı?” dediniz, hiçbir siyasi parti vermedi. İki kişiyi okudunuz. Biri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına…

BAŞKAN – Şahsı adına söz isteyen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şahsı adına Sayın İnce ile şahsı adına yine Sayın Kavaklıoğlu’nun ismini okudunuz. Onları çağırmanız gerekirken, işlemi açtınız, bu noktaya geldiniz. Açıkçası, işlemde hata olmasına rağmen...

BAŞKAN – Sayın Elitaş, tutumun hakkında söz istiyorsanız, buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Zaten…

BAŞKAN – Buyurun, madem öyle, benim de cevaplarım olacak.

Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, usul hakkında lehinize ben de konuşmak istiyorum.

VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Siyasi parti grup önerileri ve Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresinin işlemi sırasında, Başkanlığın yaptığı uygulamanın İç Tüzük’e ve usule uygun olup olmadığı hakkında

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bir: Dün de ifade etmeye çalıştım, tekrar altını çizerek söylüyorum, hangi partiden olursa olsun, hangi görüşte olursa olsun, hangi konuşmalar, hangi meseleler geçerse geçsin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan milletvekilleri asgari müşterekte birleşmek mecburiyetindedir. Anlaşma, uzlaşma, demokrasinin usul ve esası budur. Otururuz, konuşuruz. Dün de söyledik. Dün, Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin saat 12.00’de gelip, 12.30’da Danışma Kurulu istemi üzerine “Kapalı oturumun açık oturuma geçmesi konusunda niye itirazlarınız var, ne yapıyorsunuz, sakladığınız nedir?” şeklindeki görüşe karşılık da bunu söyledik. Ama bugün iki siyasi parti grup başkan vekilinin içeride söylediği -ki ben itiraz etmeye gitmiştim “Olmaz, başlamış iş bitmez.” diye- “genel başkanlarımız...”

BAŞKAN – İçeride itiraz da ettiniz Sayın Elitaş, onu da söyleyeyim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – İtirazımı ettim. İtiraz ettiğim anda, Sayın Şandır “Sayın Genel Başkanımız saat beşte gelecek, biz bunun bu şekilde olacağını düşünüyorduk, Sayın Genel Başkanımıza bunu izah ettik.” deyince “Sayın Genel Başkanın mademki, bu şekilde bilgisi var, nezaketsizlik yapmayalım, tamam.” dedik. Arkasından, Sayın BDP Grup Başkan Vekili “Bizim de Genel Başkanımız saat beşte gelecek.” dedi. “Madem genel başkanlar bu şekilde geleceklermiş ama bunu nezaket gereği kabul ediyoruz.” dedik.

Fakat, burada benim yadırgadığım ve şaşırdığım nokta şu: Siz grup başkan vekillerini içeriye davet ederken Cumhuriyet Halk Partisine gitmemiş olabilir, o buradaki arkadaşların -ki ben hepimizi davet ettiğinizi biliyorum- görevli arkadaşlarının bir ihmali sonucunda Başkanlığa tutup da “Cumhuriyet Halk Partisini, ana muhalefet partisini dikkate almıyorsunuz.” deyip, burada dikkate almayanı sanki iktidar partisi gibi göstererek, tekrar ara verip grup başkan vekillerini toplantıya çağırmanızı yadırgadım. Usule aykırı bir harekete iktidar partisi olarak “Evet.” dememize rağmen, açıkçası bir siyasi partinin, Ana Muhalefet Partisi Grup Başkan Vekilinin söylediği bir şeyi “Bizi yok sayıyorsunuz.” hükmünü -Ki, Arada da yapılan konuşmalarda ana muhalefet partisinin “Siz niye görmediniz? Niye bunu böyle yapıyorsunuz?” şeklindeki eleştirileri de beni incitmiştir. Hadise, iyi niyetle yapılan bir işin çözülmesi adına İktidar Partisi Grubu olarak “Evet” diyorsak, ana muhalefet partisinin de kendisinin gıyabında yapılan böyle bir kararı olumlu karşılaması lazım, hatta gelip de teşekkür etmesini beklerdim ama Başkanı töhmet altında bırakarak, sanki bizi zor durumda bırakıyormuş gibi iktidar partisini bu şekilde söylemesini açıkça yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Elitaş, yalnız ana muhalefet partisinin grup başkan vekilinin iktidar partisinin grup başkan vekiline karşı, ne Genel Kurulda ne de içeride herhangi bir sözü olmadı; niye alındınız, onu anlamış değilim. Bu açıklamayı yapmak zorundayım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, 2’inci kere grup başkan vekillerini toplantıya çağırmanızı yadırgadım.

BAŞKAN – Yapılan iş, İç Tüzük’e aykırı hiçbir şey yok, söz konusu değil; sadece ve sadece iki grup başkan vekillerinin sayın genel başkanlarının geleceklerini söylemelerinden dolayı nezaketen yapılmış bir düzenlemeydi.

Evet, lehte söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Değerli arkadaşlar, bir yanlış anlama veya bir ihmalin sonucu bir tartışma değil bu ama Başkanlık Divanının uygulamasını tenkit etmenin, onu tartışılır hâle getirmenin de bir faydası yok.

Bizim beklediğimiz, benim bildiğim, önce Meclis Genel Kurulunun gündemiyle ilgili talepler tartışılır, onlar netleştikten sonra sunuşlar yapılır ve onların üzerinde müzakere açılır veya gündeme geçilir, müzakere açılır. Böyle biliyorduk, böyle bir beklenti içerisindeydik.

Sayın Başkanın Başbakanlıktan gelen tezkereyi sunduktan sonra hemen müzakereye geçmiş olmasını beklemiyorduk, hazırlıklı değildik yoksa konuşmacılarımızın burada bulunmadığından değil, kalkar birimiz konuşurduk tezkere üzerinde, çok problem değil ama biz kendimizi böyle programladığımız için ve gerek konuşmacı arkadaşımıza ve gerekse Sayın Genel Başkana, yani bir öngörüyle şu saatte tezkere gelir diye duyurduğumuz için, Divanın başlattığı bu uygulamaya, kalktık, talep olarak, itiraz değil de talep olarak dedik ki: “Sayın Genel Başkanımız gelecek.” Sayın BDP Genel Başkanının da geleceğini Hanımefendi ifade ettiler, böylelikle bir talepti bu.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Şandır, buna itiraz etmedik zaten. İtiraz ettik mi Sayın Başkan?

PERVİN BULDAN (Buldan) – O zaman niye tartışma açtınız Sayın Elitaş?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkan grup başkan vekillerini arkaya davet ederken ben şöyle düşündüm,  Sayın Hamzaçebi’nin çok gerekli görmediğini düşündüm doğrusu. Gelmemekle de tasvip ettiğini yani onay verdiğini düşündük yoksa biz de orada hatırlatırdık, “Sayın Akif Hamzaçebi’yi de davet edin.” Diyebilirdik. Davet ettiler zannediyordum. Dolayısıyla, bir anlaşmazlık, bir yanlış anlamadan kaynaklanan bir mesele. Bunu bir güvensizlik olarak, bir usul yanlışı olarak değerlendirmek doğru olmamıştır, itirazım budur.

Divanın yaptığı çok doğru bir hadise, insani bir hadise, yani bizden gelen bir talebe “Evet.” demiştir. Sizler de katıldınız, size de teşekkür ederim. Sayın Akif Hamzaçebi Bey’in duyarlılığına da saygı gösteriyorum yani “Benim niye haberim olmadı?” dedi. Daveti duymamış. Daha sonra kendilerine arz edilince o da makul karşıladı ve tekrar gündeme geçtik. Kaybedilen dakikalara yazık oldu.

Divanın yaptığı doğrudur. Onun lehinde konuştum.

Arz ederim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Sayın Buldan, lehte olmak üzere, buyurun.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, bir yanlış anlaşılma sonucu aslında bugün burada farklı bir tartışma konusu açıldı. Yani çok önemli bir mesele görüşülürken, Sayın Ayla Akat Ata’nın cezaevlerinde kadın tutsakların  yaşadığı sorunları anlatmasından hemen sonra Sayın Elitaş’ın yeniden bir tartışma açmasının çok doğru olmadığını düşünüyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Buldan, Sayın Başkana “Sayın Ata’dan çok daha önce benim sözüm vardı.” deyince “Sayın Ata’dan sonra söz vereceğim.” dedi, duymadınız. Takip etseydiniz duyardınız. Benim söz hakkım vardı, Sayın Başkan “Daha sonra vereceğim.” dedi.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Ama konuşma başladıktan sonra tekrar bir tartışma açılmasının doğru olmadığını düşünüyorum ünkü Sayın Hatip burada önemli bir konuya değindi, kadın tutsakların yaşadığı sorunları anlattı ama şu anda konu dağılmış bir durumda. Dolayısıyla, belki tekrar bir on dakikalık söz hakkı verilebilir Sayın Ata’ya; evet, olabilir.

Ben, Sayın Başkanın tutumunu yerinde ve olumlu buluyorum. Grup başkan vekillerini içeriye, arka odaya çağırarak görüşlerimizi aldı ve bizler de tezkerede özellikle, genel başkanlarımızın, eş başkanlarımızın gelip tezkereyi izleyeceklerini ve oy kullanacaklarını ifade ettik. Bundan dolayı da, Sayın Başkan, ricamız üzerine durumu kabul etti ve önce grup önerilerini daha sonra tezkereyi görüşmek üzere biz odadan ayrıldık. Ama sizin burada yapmış olduğunuz tutumun doğru olmadığını ve sizi kınadığımı ifade etmek istiyorum çünkü grup önerisi tartışıldıktan sonra ya da gündeme açıldıktan sonra böylesi bir tartışmayı gündeme tekrar getirmenizin doğru olmadığını düşünüyor ve sizi kınıyorum Sayın Elitaş.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, yani şimdi beni kınadı. Müsaade ederseniz ben de cevap vereyim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

Siz de kınayın, buyurun Sayın Elitaş.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bakın, bir şey ifade etmeye çalışıyorum ki muhalefetin yani bizim buradaki iyi niyetimizi anlamamaktaki iddiası, kararlılığı aynı şekilde devam ediyor. Muhalefet, bunu halka da anlatamıyor ama millete biz meselemizi çok iyi anlatıyoruz ki kurulduktan itibaren birinci parti olup sürekli büyüyen bir parti hâline geliyoruz. Söylüyorum, ifade ediyorum: Biz, içeri gittiğimizde itiraz etmek üzere gittik ama Sayın Şandır’ın ifadesi, arkasından sizin söylemenizde “Sayın genel başkanlar buraya gelecek, onlar dinleyecek biz böyle karar verdik.” deyince biz “Sayın genel başkanlara nezaketsizlik olmasın, tamam.” dedik, itiraz etmedik ama bununla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilinin itiraz etmesi üzerine “Bizi yok sayıyorsunuz, yaptığınız iş yanlıştır, böyle bir usul olmaz.” demesi üzerine Sayın Başkan tekrar grup başkan vekillerini içeriye davet etti.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Tamam, tamam gittik...

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Yapılmış bir kararla ilgili ki muhalefet partilerinin isteği doğrultusunda iktidar partisi grubunun “Evet.” dediği bir noktayla ilgili 2’inci kere Sayın Meclis Başkan Vekilinin çağırmasını yadırgadığımı ifade ediyorum.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Ama grup önerisi tartışmaya açıldı, konuşmalar yapıldı Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Grup önerisi tartışmaya açılmadı, Meclis Başkanı gündemine geçti.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Ayla Akat konuşmasını yaptı ama.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Buldan…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Bu işi televizyon saatinde yapmasak ya, millet izliyor, rezil oluyoruz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Gruba da saygısızlık…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Buldan, Sayın Ayla Hanım buraya kalkmazdan önce benim yazıyordu, yanıp sönüyordu mikrofonum. Sayın Başkan, Sayın Ata’yı çağırdı, arkasından ben ayağa kalktım, “Sayın Başkan, benim sözüm var.” deyince “Ayla Hanım’ı çağırdım lütfen, ondan sonra”  dedi. Ben Hanımefendi’ye nezaket çerçevesinde ona “Hayır, benim önce konuşmam gerekir diye ifade etmedim. Sayın Ata’nın konuşmasını dinledikten sonra, Sayın Başkan benim istemimi, sözümü o zaman vermiş oldu.

Değerli arkadaşlar, yani burada, Sayın Başkanın veya muhalefet partisi grup başkan vekillerinin içeriye gittikleriyle yapıp bu şekilde olduğu değil… Biz iktidar partisi olarak sizin isteklerinizin, taleplerinizin doğru olduğunu, bir siyasi parti genel başkanının burada bulunması gerektiğini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -… nezaket gereği “Tamam” dediğimizden dolayı kabul ettiğimizi, hiç itiraz etmediğimizi ifade etmeye çalışıyorum ama siz beni kınıyorsunuz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Memleket meselesi hâline getirmeyelim, bunu! Tamam!..

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Yani neyin ne olduğunu, ne yapıldığını bilmeden siz beni kınıyorsunuz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Televizyon yayını var! Seçmenler sonra kızıyor, “Siz ne yapıyorsunuz orada?” diyorlar. Efendim, yapmayın böyle şeyler!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Açıkçası, ben sizi kınamıyorum ama teessüflerimi sunuyorum.

VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Siyasi parti grup önerileri ve Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresinin işlemi sırasında, Başkanlığın yaptığı uygulamanın İç Tüzük’e ve usule uygun olup olmadığı hakkında (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkereleri ile Danışma Kurulu veya siyasi parti grup önerileri gündemin “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında işlem görmektedir.

Bu kısımda yer alan işlerde sıralama, oylaması olmayan, bilgi amaçlı olarak okutulan işlerin öncelikle işleme alınması şeklindedir.

Oylamaya tabi işler arasında bir öncelik sıralaması olmayıp Başkanlıkça belirlenen bir sıralama takip edilmektedir. Başbakanlık tezkerelerinin Danışma Kurulu veya grup önerisinden önce veya sonra işleme alınması şeklinde iki türlü uygulama daha önce yapılmıştır.

Tezkereden sonra işleme alacağımız siyasi parti grup önerilerinde Başbakanlık tezkeresini ilgilendiren, bu tezkerenin görüşülmesini etkileyen öneriler olmadığından, tezkerenin önce işlem görmesinde bir sakınca görülmediğinden, tezkere grup önerilerinden önce işleme alınmıştır ancak bazı grupların talebi üzerine işlem sırası değiştirilmiştir. Bu hususta Başkanlığın takdir yetkisi bulunmaktadır.

Görüşmelerimizin uzlaşmayla sürdürülmesi temennimizdir. Bu temenni doğrultusunda, iyi niyetle yapılan değişikliğin tartışmalı hâle getirilmiş olması üzüntü vericidir. İşlerin şeklinden ziyade esasını tartışmanın daha yararlı olacağı kuşkusuzdur.

Bilgilerinize sunulur.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması  amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Murat Yıldırım, Çorum Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MURAT YILDIRIM (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BDP Grubu tarafından verilen Meclis araştırması aleyhinde söz almış bulunmaktayım.

Bugün itibarıyla ülkemizde 377 ceza infaz kurumunda 79.028 hükümlü, 13.800 hükmen tutuklu ve 32.461 tutuklu olmak üzere 125.289 kişi bulunmaktadır. Bunların 1.818’i tutuklu, 2.791’i hükümlü olmak üzere toplam 4.609’u da kadındır. Bu da toplam hükümlü ve tutuklu sayısının yaklaşık yüzde 3,6’sına tekabül etmektedir.

2002 öncesinde ceza infaz kurumları âdeta yolgeçen hanı gibiydi, başıboşluk hâkimdi. Koğuş sistemiyle devletin hâkimiyeti zaafa uğratılmış ve cezaevleri, terör örgütleri ve çetelerin hâkim alanı hâline getirilmişti. Mevcut ceza ve infaz kurumlarının önemli bir bölümü, insan hak ve onuruna yakışmayacak fiziki koşullara sahipti.

2002 öncesinde cezaevlerinin görünümünü özetlemek gerekirse şunları kayıt altına almalıyız: Terör örgütleri ve çetelerin hâkimiyeti, sürekli isyan ve firar girişimleri, haraç alma, kurum içinde sorgulama ve cezalandırma, diğer hükümlü ve tutukluları ölüm orucu ve açlık grevine zorlayan örgütsel yapıların hâkimiyeti, işkence ve kötü muamele, her türlü pankart ve afişlerin asılı bulunduğu koğuşlar, terör eğitim kampına dönüştürülmüş yapılar, duruşması bulunan mahkûmların duruşmaya gidişlerinin engellenmesi gibi olaylar. Bunun üzerine daha birçok şey söylenebilir.

Gerek İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde kurduğumuz Ceza ve Tutukevleri İnceleme Komisyonumuzun raporları gerekse Bakanlık ve ilgili kurulların duyarlı ve yapıcı yaklaşımı sayesinde bugün bir dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Örgüt ve çete üssü cezaevlerinden, insan kaybı yaşanılan cezaevlerinden, insan kazanımı sağlanan ıslahevlerine dönüştürülen cezaevlerine dönüşüm sağlanmaktadır.

2002 tarihinden itibaren bugüne kadar, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği standartlarını karşılayamayan 208 ceza infaz kurumu kapatılmıştır. Bu kapsamda, 2017 sonuna kadar 197 ceza infaz kurumu daha kapatılacaktır. Son on yılda, 50.737 kapasiteli 68 cezaevi açılmıştır. Bu sürede, 73 adet ceza infaz kurumu tamamen oda sistemine dönüştürülmüştür. Bir çoğunda büyük onarımlar yapılarak fiziki zafiyetler giderilmiştir. Banyo, tuvalet, mutfak ve yemekhaneler yenilenmiştir. 20 adet ceza ve infaz kurumunda iş atölyesi, kapalı ve açık spor alanları ve kültürel faaliyet sahaları olan ek üniteler yapılmıştır.

Şuna dikkat çekmek isterim: Ceza infaz kurumlarındaki sorunları kökten çözmek süreç işidir. Çalışmalar, mevzuat, fiziki yapı ve insan kaynakları konularında eş güdümlü yürütülmelidir. Yaptığımız inceleme ve tespitlerde, her geçen sürede, bu konulardaki ilerlemeye şahit olmaktayız, bu da bizleri memnun etmektedir.

Ceza infaz kurumlarında kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunması en büyük sorundur. Özellikle tutuklu sayısında fazlalık bunun sebebidir. Yargılama sürecindeki uzamaların önüne geçilmelidir. Yakın zamanda çıkan yasa ve düzenlemelerle kısmi bir rahatlama sağlanmıştır. Bu, sorunun kökten çözüldüğü anlamını da taşımamaktadır. 2017 yılına kadar 196 yeni ceza infaz kurumu yapımı gerçekleştirilecektir. Bu ise yaklaşık 109 bin yeni kapasiteyi sağlayacaktır.

Yani şunu söyleyebiliriz ki: Birkaç yıl içerisinde, ülkemizde cezaevlerinde yaşanan yoğunluk problemi köklü çözüme kavuşturulacaktır. Kadın cezaevlerinde yaşanan sorun, diğer, erkek ya da çocuk cezaevlerindeki sorunlardan farklı değildir. Tabii ki bazı niteliksel farklar vardır ama sorunlar temelde aynıdır. Komisyonumuz, Ankara Kadın Kapalı Cezaevinde ve diğer cezaevlerinde kadın koğuşlarında onlarca kez incelemelerde bulunmuştur. Görülenler önyargısız raporla yansıtılmıştır. Adı geçen ceza infaz kurumunun  kapasitesi 352 kişi iken biz inceleme yaptığımızda cezaevinde 338 kişi kalıyordu. Yaptığımız incelemelerde gerek fizikî koşullarda gerekse muamelelerde insanca yaşama hakkına ve insan onuruna aykırı durum ve tutum davranışını tespit etmedik.

Kapasitenin üzerine çıkılmaması memnuniyet vericiydi, kapasite üzerine çıkılan cezaevlerindeki durumu ise tespit edip raporlaştırdık. En büyük sorun doğudaki cezaevlerindedir. Doğuda kapasite üstüne çıkılırken batıda kapasite altında mahkûm ve tutuklu bulunmaktadır. Örneğin; Silivri Cezaevinin kapasitesi 11.270 iken 8.586 kişi kalmaktadır. Öte yandan, Urfa Cezaevinde vatandaşlarımız çocuklarının uzak illere nakline karşı çıkmaktadır, “Yoğunluk da olsa burada kalsın.” diye savcılığa ve cezaevi yönetimine dilekçeler vermektedir. Mardin Cezaevinde bir koğuşta 68 bayanın kaldığına da şahit oldum. Bu durumu da raporlarımızda olumsuzluk olarak yansıttık. Bakanlığın plan ve programlarına inanıyor ve güveniyoruz.

Cezaevlerinde sadece kadınlar için değil çocuk ve yetişkin erkek cezaevlerinde de sağlık hizmetlerinin verilmesinde sorunlarla karşılaşmaktayız. Bu konuyu da raporlarımızı da dile getiriyoruz, bu alandaki olumlu gelişmeleri de görüyoruz. Ceza infaz kurumlarındaki sağlık hizmetleri 2009 yılında yapılan protokol ile Sağlık Bakanlığına devredildi. Kişisel bakımını yapamayan hükümlü ve tutuklular için Metris Cezaevi bünyesinde rehabilitasyon merkezi kuruldu. Kampüs şeklindeki cezaevlerinde 50 ve 100 yataklı devlet hastanesi projeleri uygulanmaya başlanıldı. Sağlık alanlarında en büyük problem: Yetersiz sağlık personeli, sağlık personellerinin ceza infaz kurumu gibi yerlerde görev yapmaya olumsuz bakışları ve gerek infaz gerekse askerî personelin tutuklu ve hükümlülere olumsuz yaklaşmalarıdır. Bu konuda Bakanlığın personel alımlarında eğitime önem veren yaklaşımları, insan hakları alanında verilen eğitimleri önem arz etmektedir.

Şunun altını çizelim ki Komisyon olarak, cezaevlerinden gelen şikâyetleri ivedilikle incelemekteyiz, Cezaevleri İnceleme Komisyonu olarak tüm partilerden üye arkadaşlarımızla uyumlu şekilde çalışmaktayız.

Engin Çeber’in işkenceyle öldürülmesi olayında hazırladığımız rapor ile devletimiz Çeber ailesinden ve yakınlarından özür dilemiştir. Yargılama sürecinde suçlular en ağır cezaya mahkûm edilmiştir. Ana dilde görüşme ve ana dilde telefon hakkı raporlarımızla sağlanmıştır. Askerî cezaevlerinde koğuşlara kadar sokulmuş olan kameraların kaldırılması raporlarımızla sağlanmış, tek tip kıyafet uygulamasının yanlışlığı raporlara yansıtılmıştır.

Meclisimizde bu konularla ilgilenen daimî bir komisyon varken Meclis araştırması açılmasına gerek olmadığı düşüncesindeyiz. Ceza ve tutukevlerinde kötü muamele, haksız uygulamalar, insan hakları ve onuruna aykırı davranış ve yapılara karşı müsamahasız yaklaşım içerisindeyiz. Sorunları biliyor ve tespit edip raporlaştırıyoruz. Bu sebeple, tüm arkadaşlarım gönül rahatlığıyla bu önergeye ret verebilirler.

Milletvekillerimizin duyarlılığı dolayısıyla teşekkür ediyorum. Bu konuda Meclis araştırması açılmasına gerek olmadığını söylüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Melda Onur, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MELDA ONUR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Barış ve Demokrasi Partisinin kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevinde yaşadıkları sorunların çözüm yollarının araştırılmasını istediği grup önerisi hakkında lehte söz almış bulunuyorum.

Az önce konuşan arkadaşlarımız, Sayın BDP’li Vekil olumsuz koşullara değindi, Sayın AKP’li Vekil olumlu koşullara değindi. Aslında birçok istatistik, birçok rakam verildi. Ben, bunlara girmek istemiyorum, burada biraz vicdanınıza da hitap etmek istiyorum.

Öncelikle şunu söyleyeceğim: Bugüne bir gün atfedilmiş Türkiye tarafından, Dünya Kız Çocukları Günü olarak ilan edilmiş. Bunu niye istedik? Herhâlde kız çocuklarının istismarını önlemek için. Bunu nasıl yapacağız? Erkek çocuklarımızla eşit haklar tanıyarak, okutarak, erkenden okuldan almayarak, üzerinde mahalle baskısı uygulamayarak ve erkenden evlendirmeyerek. Bu konuda bir not daha düşmek istiyorum: Bu seçmen yaşını on sekiz yaşa indirmek konusundaki olumlu yaklaşımın, kız çocuklarının evlenme yaşını da on sekiz yaşa yükseltmek yönünde değerlendirilmesini istiyorum. Bu yönde yapacağım bir çalışmaya şimdiden bütün kadınlardan destek bekliyorum.

Geçenlerde, sosyal medyada “kız çocuğu olmak” üzerine bir tartışma başladı. “Kız çocuğu olmak” demek ne eğitimi alırsanız alın hayatınız boyunca mesleğinizin kadın olması anlamına geliyor. Lisansımız kadın olmak oluyor, anne olduğumuz zaman da master derecesi yapmış oluyoruz. Hiçbir şey fark etmiyor CEO da olsanız, fabrika işçisi de olsanız annesiniz. Milletvekili çocuğunuz da olsa anne annedir. Hepimizin annesi mutlaka seyrediyordur bir yerlerden ve kadına yüklenen bu çoklu görev, ne yazık ki, yoksullukta, savaşlarda ve cezaevlerinde, kadının onurunun incitilmesinde daha ağır ortamlar oluşturuyor.

Şimdi, az önce komisyondaydım, birtakım cezaevleriyle ilgili raporlar gelmiş.

Az önceki Değerli Arkadaşım dedi ki: “Buradaki olumsuz koşullar hem kadınlar için hem de erkekler için geçerli.” Ama ben böyle olduğunu düşünmüyorum çünkü kadınlar, oradaki koşulları hem kadın hem de anne olmanın gereğiyle 2 kat daha fazla yaşıyorlar; 2 ya da 3 kat daha fazla olduğunu düşünün onların.

Bir de şu doluluk oranıyla ilgili bir noktaya temas etmek istiyorum.

Şimdi “kapasite” diye bir şeyden bahsediliyor. Burada, terimler bazen bizim empati kurmamıza engel oluyor. Kapasite fazlası! Kapasite fazlası ne demek? İnsanların istif edilmiş bir şekilde yaşama koşullarını anlatmaya yetmiyor arkadaşlar “kapasite fazlası” lafı.

Bunun dışında, işkence: “Sistematik işkence yok” derler genel olarak, bilakis sistematik işkence vardır. Sistematik işkenceyi de katbekat kadınlar görüyor. Neden mi? Kadın cezaevine girer girmez, tutuklu ya da hükümlü olarak, herkesin olduğu gibi kadın da girdiği andan itibaren aşağılanmaya başlıyor, görevlilerin önünde çırılçıplak soyma ve arama yoluyla. Ya, bunu kadınlara neden yapıyoruz? Birinci maddemiz şu: Soymayacaksınız! Soyulmak, herkesin önünde çırılçıplak soyulmak bir işkencedir. Girişte, karşılamada çırılçıplak soyunuyorsunuz. “Kadının vücut boşluklarının aranması” diye bir ifade var; herkesin yorumuna bırakıyorum!

Bunun dışında, tabii ki, disiplin cezaları herkes içindir. Şimdi, bir disiplin cezasından bahsedeceğim size. Burada sık sık dile getirdiğim bir gazeteci arkadaşımız var, radyocu -tutukluluğunun sanıyorum yedinci yılına girdi, - Özgür Radyo’dan Füsun Erdoğan. Geçenlerde tam sekiz hafta iletişim cezası aldı, disiplin… Gereksiz marş söylemek; gereksiz yere marş söylemek nedir? Bunu da yorumunuza bırakıyorum ve bu arkadaşımız şu an ameliyat olmak durumunda, bir sağlık sorunu var ve ailesi, iletişim cezası olduğu için bir türlü iletişemiyor, iletişim sıkıntısı çekiyor. İşte, kadın olmanın ekstra yarattığı sorunlardan bir tanesi.

Bunun dışında, sohbet ve sağlık sorunları tabii. Şimdi, sağlık sorunu dediğimiz şey… Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığının ortak mutabakatla uyguladığı üçlü protokol, Hükûmetin tecrit, yani insanı insanlıktan uzaklaştırma politikasının da bir metni hâline geliyor.

Şunu özellikle vurgulamak gerek: Özgürlüğünden alıkonulmuş kişilerin muayenesinde mahremiyet bir hasta hakkının ötesindedir. Hasta ve hekimin baş başa kalması işkencenin önlenmesine karşı bir tedbirdir. İşkence mağduru bir kurbanın yanında kolluk güçleri varken durumu hekimiyle paylaşması da beklenemez. Bunlar da yaşanıyor.

Evet, kadınlarla ilgili daha çok şey söyleyebiliriz ama biliyorsunuz kadın olunca anne de olunuyor, çocuk durumu da var. Kadın cezaevinde olunca aile dağılıyor. Kadının cezasını aynı zamanda çocuklar da çekiyor. Altı yaşını bitiren çocuk ya bir aile yakınına veriliyor ya da Çocuk Esirgeme Kurumuna veriliyor.

İlerleme Raporu’nda geçen bir cümleydi, onu da tekrarlamak istiyorum. “Birçok cezaevinde çocuklar, özellikle kız çocuklar yetişkinlerinden ayrı tutuluyor.” Bu cümleyi özellikle bugün, yani 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’nde yeniden değerlendirmenizi ve düşünmenizi istiyorum. Geçenlerde bir televizyon programında izledik Hanım Onur, bir kadın siyasetçi, Cizre Belediye Başkan Yardımcısı. Hanım’ın dört yaşında biri, yedi yaşında biri olan çocuklarından biri kanser, biri epilepsi hastası. Kadın, anne ve tutuklu. Onun için diyorum ya cezaevi koşullarını bire üç katarak düşünmek gerekiyor kadınlarla ilgili olarak.

“Tecrit” ve “empati” kelimesine…

AYLA AKAT (Batman) – Sayın Başkan, uyarmayacak mısınız arkadaşlarımızı. Sayın Başkan, önemli bir konu konuşuluyor.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, önemli bir konu görüşülüyor. Yani ayıp ama! Kahkahalarla Genel Kurulun düzeni bozuluyor.

MELDA ONUR (Devamla) – Eminim, aslında dinliyorlar da bunları dinlemek ağır gelebilir arkadaşlarımıza. Eminim, kulaklarının bir ucuyla dinliyorlar. Bunlar zaten buradan dinlenmekle değil, her yerde görüyorsunuz. -az önce İnsan Hakları Komisyonunda da arkadaşlarımızla bir arada tartıştık- bunlar herkesin gözünün önünde. Arzu eden dinler, arzu eden dinlemez, arzu eden vicdanını kapatır, arzu eden kapatmaz, arzu eden kalbini açar, arzu etmeyen açmaz.

Son olarak, bir not daha geldi önüme, onu sizinle paylaşmak istiyorum. Bir kadın mahkûm… Kadın cezaevi içinde bir kadının ağzından cezaevi -daha doğrusu- cezaevi içerisindeki muamele şöyle tanımlanıyor: “Canınız nereden acıyacaksa oraya vururlar.” diyor. “Canınız nereden acıyacaksa oraya vururlar.” lafını manevi olarak düşünmeyin çünkü bu kadın sezaryen dikişlerine vurulmuş bir kadın. Fiziki, maddi acıdan bahsediyoruz.

Değerli arkadaşlar, sürem azalıyor. Bugünün kız çocuklarına adanması konusu beni etkiledi, bir hayli etkiledi çünkü size bir kız çocuğundan bahsedeceğim. Bu konu geleceğin kadınları olan kız çocuklarıyla ilgili olduğu için, kız çocukları ve özellikle tutuklu ve hükümlü ailelerinin kız çocuklarıyla ilgili bir konu olduğu için burada dile getirmek istedim. Uzun tutukluluk süreleriyle ilgili olarak hepimizin şikâyetlerini biliyoruz, az önce komisyonda da aynı şey gündeme geldi. Uzun tutukluluk süreleriyle ilgili şikâyet etmeyen kimse yok, -sanıyorum bir tane yargıdakiler şikâyet etmiyor- bildiğim kadarıyla Cumhurbaşkanımızdan, iktidar partisinden, zaten muhalefet partileri şikâyet ediyor. O uzun tutukluluk süreleri içerisinde aileler çocuklarıyla görüşüyorlar, tutuklular çocuklarıyla görüşüyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Tuncay Özkan’ı ziyaret etmiştim, çok tesadüf eseri akşam kızı Nazlıcan’ı gördüm, bana şöyle dedi: “Yoksa, babamla açık görüş mü yaptınız? Çok kıskandım.” Müthiş bir suçluluk duygusu hissettim çünkü doğru, milletvekili olarak açık görüş yapıyoruz. Ben daha lafımı bitirmeden, daha doğrusu lafıma başlayamadan şöyle dedi: “Ben, babama yılda sadece 12 kere sarılabilen bir çocuğum.” Tutuklular, hükümlüler neden çocuklarına sarılmaz? Bu çocuklar neden açık görüş yaptırılmaz? Bunu özellikle söylemek istedim.

Arkadaşlar, bu yönetmelik değişiklikleriyle ilgili bir çalışma başlattık. Lütfen, babalar, anneler, kız kardeşler, ağabeyler, hepiniz ailesiniz. Bu içeride yaşayan insanların koşullarının daha iyileştirilmesi için önümüzdeki günlerde önünüze gelecek bu çalışmaya hepinizden destek bekliyorum.

Bütün kız çocuklarına özgür, mutlu, baskısız nice yaşlar, nice yıllar diliyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Tülay Kaynarca, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) – Saygıdeğer Başkanım, çok değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Değerli Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Önerinin içeriğinden öte, gündemle ilgili birkaç konuyu ifade edip sözlerimi tamamlayacağım. Dün görüşmeleri başlayan Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’nın 18’inci maddesine geldik ve bu hafta itibarıyla bunu tamamlamayı hedefledik ama diğer taraftan bir önceki tartışmalara da dikkat ettiniz elbette, genel başkanlar dâhil saat beş itibarıyla tezkerenin görüşülmesi gündemi var. Bunu onların da, öneriyi verenlerin de dikkate aldığını düşünüyorum Başbakanlık tezkeresiyle ilgili.

Dolayısıyla, bugünkü gündemin yoğunluğu, özellikle toplu iş görüşmeleriyle ilgili işçilerimizin, sendikalarımızın beklentilerini de dikkate alarak bu nedenle grup önerisinin aleyhine söz aldığımızı ifade ediyor, değerli heyetinizi saygıyla selamlıyorum. [AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve BDP sıralarından alkışlar (!)]

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- MHP Grubunun, (10/201) esas numaralı MHP’li belediyelere yönelik baskı ve yıldırma politikası izlendiği iddiasının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü  birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                        Tarih: 11.10.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun 11.10.2012 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                                Mehmet Şandır

                                                                                                                      Mersin

                                                                                                       MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/201 esas numaralı, “MHP’li belediyelere yönelik baskı ve yıldırma politikası izlendiği iddiasının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla” verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin 11.10.2012 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Sadir Durmaz, Yozgat Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

SADİR DURMAZ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye genelindeki MHP’li belediyelere karşı siyasi iktidarın uygulamaya koyduğu baskı, yıldırma, itibarsızlaştırma ve bu belediyelerin halka hizmet sunmasını engellemeye yönelik uygulamaları ve sorunlarının araştırılması için vermiş olduğumuz Meclis araştırma önergesinin gündeme alınmasına yönelik Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygı ile selamlarım.

Değerli milletvekilleri, yerel yönetimler yöre halkının ihtiyaçlarını etkin bir biçimde karşılamak üzere hizmet veren, halkın kendi seçtiği organlarca yönetilen kamu kurumlarıdır. Kamu yönetiminde halkla en yakın ilişki içerisinde olan birim yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler yerel halkın istek ve ihtiyaçlarını yerine getirmek amacıyla oluşturulmuş tüzel kişiliklerdir. Çağımızda halkın beklenti ve ihtiyaçlarına cevap verme görevinde olan kamu ve yerel yönetimler sürekli olarak yeniden yapılanma ve etkinliğini artırma çalışmalarına ihtiyaç duymaktadırlar. Bir ülkenin gelişmesi, yerel yönetimlerin varlığı ve gelişme düzeyi ile yakından ilgilidir. Günümüz toplumunun yükselen değer olarak gördüğü katılımcı, şeffaf, demokratik, insan ve hizmet odaklı yönetim anlayışı vatandaşlarımızın en önemli beklentisidir.

Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetleri döneminde muhalefet belediyelerine karşı baskı, sindirme, itibarsızlaştırma ve hizmet vermelerini engellemeye yönelik gayretlerde artış gözlenmektedir. Ağırlıklı olarak da vatandaşla bütünleşerek kaynaklar ve ihtiyaçlar dengesini oluşturup insan sevgisine dayalı çalışma esasını benimsemiş ve başarılarını her geçen gün artıran Milliyetçi Hareket Partili belediyelere karşı sistematik bir saldırı başlatılmıştır. Gün geçmiyor ki bir belediyemize, teşkilatımıza rutin belediyecilik faaliyetleri kapsamında yapılan konuşma ve görüşmeler üzerinden bir operasyon yapılmasın. Kasıtlı olarak aylarca sürdürülen müfettiş inceleme ve soruşturmaları belediyelerimizi hizmet veremez hâle getirmiştir. Dilekçe Kanunu’na aykırı olarak isimsiz, imzasız, adres bulunmayan veya sahte isim ve imzalı ihbar mektupları işleme konularak belediye yetkilileri zan altında bırakılmakta, gelecekte kullanılacak siyasi argümanlar elde edilmeye çalışılmaktadır. Bilinçli bir şekilde “Çamur at, izi kalsın.” mantığıyla, bu insanlar aile hayatları ve toplumsal statüleri dikkate alınmadan küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. Gece yarıları evlerinden alınarak, çoluk çocuğunun gözleri önünde boyunları büktürülüp zorla araçlara bindirilen yöneticilerden bazılarının bu psikolojik baskıyı kaldıramadıkları müşahede edilmiştir.

Gözaltında intihar eden ve ilk duruşmada haklarında tutuksuz yargılanma kararı verilen belediye görevlilerinin varlığı dikkate alındığında, yapılan uygulamanın sadece haysiyet ve şeref cellatlığıyla açıklanamayacağı, aynı zamanda insanların hayatına kasteden rezil bir sürece dönüştüğü görülmektedir.

Ayrıca bu sürecin bir diğer amacının da partimize mensup başarılı belediye başkanlarını partimizden koparmaya çalışmak ve bunların iktidar partisine geçmesini sağlamaya yönelik tezgâhlar olduğu değerlendirilmektedir. Bu maksatla belediyelerimizin bazı mali, hukuki ve siyasi yaptırımlarla karşı karşıya bırakıldıkları tarafımızdan bilinmektedir.

Nitekim, referandum öncesi ve sonrasında bazı belediye başkanlarına rüşvet niteliğinde sözler verilerek partimizden kopartılmıştır. Ancak bu sözlerin bugüne kadar yerine getirilmediği vatandaşlarımız tarafından çok iyi bilinmektedir.

Esasen Milliyetçi Hareket Partisinin belediyecilik anlayışının özünü oluşturan temel unsur, belediye başkanının şehrin emini olduğu ve bu anlayışla kamunun bir kuruşuna dahi halel getirmeyerek, aldığı sorumluluğun gereği olarak herkese eşit mesafede duran ve hizmetin odağına insan sevgisini koyan bir anlayıştır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna aykırı işlem ve eylemlerde bulunan hiçbir yetkiliyi hoş görmeyeceğimizi ve aramızda barındırmayacağımızı defaatle kamuoyuna açıklamış bulunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, partimizin bu Meclis araştırma önergesini vermesindeki amaç, samimi bir şekilde ve zor şartlarda hizmet üretmeye çalışan belediye başkanlarının ve belediye yetkililerinin haysiyet ve şereflerine, aile hayatlarına yönelmiş olan siyasi linç kampanyasının durdurulmasıdır. Kendi haysiyet ve şerefine düşkün olan herkesi bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz. İktidar partisi, başta MHP’li belediyeler olmak üzere başarılı buldukları ve seçimle uzaklaştıramayacaklarını anladıkları birçok belediye başkanı ve meclis üyelerine yönelik bu itibarsızlaştırma çalışmalarının vatandaşlarımız nezdinde bir karşılığının olmadığını görünce çözümü Anayasa ve demokratik kurallara aykırılıklarla dolu yeni büyükşehir belediye kanunuyla belde belediyelerini kapatmakta bulmuştur.

Değerli milletvekilleri, hâlen İçişleri Komisyonunda görüşmeleri süren bu yasa tasarısı ile 1.591 belde belediyesinin bir kısmı büyükşehir kapsamına alınarak, bir kısmı da nüfusu 2 binin altında kaldığı gerekçesiyle kapatılmaktadır. Ayrıca, büyükşehir yapılan 29 ildeki il özel idareleri ile bu illerdeki 16.082 köy tüzel kişiliği kaldırılmaktadır. Getirilen bu düzenlemelerle, vatandaşın en doğal hakkı olan vatandaşa en yakın hizmet biriminden hizmet alma ve yerel yönetim sürecine katılma hakkı elinden alınarak şimdiye kadar yöneticilerin büyük fedakârlıklarla belde ve köy halkına sunduğu hizmetler engellenmektedir. Ayrıca, bugün kırsal kesime hizmet götürmede son derece uzmanlaşmış ve başarılı olmuş il özel idareleri kaldırılarak kırsal kesimde yaşayan vatandaşlarımız bir kez daha mağdur edilmektedir. Bunun yanı sıra, çoğu, bulundukları beldenin ve ilin evlatları olan personelin geleceği belirsiz hâle getirilmekte, bu beldelerin ve illerin kendi varlığı olan her türlü taşınır ve taşınmazlara da el konularak beldenin kaderi ile oynanmaktadır. Aynı şekilde, 16.082 köy tüzel kişiliği ortadan kaldırılmaktadır. Bu düzenleme ile başta orman köylerimiz olmak üzere tüm köylerimize Anayasa ile verilen haklar ellerinden alınmaktadır.

Getirilen tasarıyla Anayasa’ya açıkça aykırı olan bu düzenlemeler yasalaşırsa vatandaşın hizmete erişimi engellenecek, vatandaşın ekonomik olarak altından kalkamayacağı yeni ve ek vergi ya da harçlarla iyice beli bükülecektir. Zaten bitme noktasına gelmiş olan tarım ve hayvancılık bu düzenlemeyle tamamen yapılamayacak hâle gelecektir.

Sonuç olarak, sadece nüfus kriteri ve siyasi rant dikkate alınarak yapılan bu düzenlemenin milletten gizlenen esas amacının ise bölgesel yönetimler vasıtasıyla federatif sisteme altyapı oluşturmak olduğu çok açıktır. Oslo’da PKK’ya verilen -İmralı canisinin yol haritası olarak Hükûmetin eline tutuşturduğu- ve Demokratik Toplum Kongresinde ilan edilen demokratik özerklik projesinin hazırlığı olan bu düzenlemeye şiddetle karşıyız.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, objektif kriterler esas alınarak yapılacak büyükşehir düzenlemesine karşı değiliz ancak AKP’nin alelacele ve ilgili taraflarla tartışılmadan, değerlendirilmeden Meclis gündemine getirdiği bu yasa büyükşehir yasası değil, bu hâliyle eyalet yasasıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak köylerin tüzel kişiliğinin kaldırılmasına, belde belediyelerinin kapatılmasına ve il özel idarelerinin lağvedilmesine karşı olduğumuzu bildirir, İktidarı ülkeyi bölünmeye götürecek bu tehlikeli düzenlemeden vazgeçmeye davet eder, yüce heyeti saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İdris Baluken, Bingöl Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi tarafından verilmiş olan grup önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu Genel Kurul salonunda uzun süredir yerel yönetimlere yönelik sistemli bir siyasi linç kampanyasının yürütüldüğünü ve bunun sonuçlarının demokrasi açısından, ülkenin geleceği açısından son derece ağır olduğunu defalarca buradan paylaştık. Bugün Milliyetçi Hareket Partisinin tepki göstermiş olduğu bu operasyonların BDP’li yerel yönetimler nezdinde hangi aşamaya geldiğini defalarca bu kürsüden söyledik. Bugün 36 belediye başkanımızın cezaevinde bulunduğu, 260’a yakın seçilmiş belediye meclis üyesi ve il genel meclis üyemizin cezaevinde bulunduğu, 100’e yakın belediye çalışanının cezaevinde bulunduğu bir partinin yerel yönetimlerine yönelen saldırılarından bahsediyoruz ve bugüne kadar “KCK operasyonları” adı verilen bu operasyonlar kapsamında söz konusu iddianamelerde arkadaşlarımız hakkında şiddet unsuru içeren tek bir çakıya bile rastlanmamıştır. Tamamen arkadaşlarımızın hizmet üretme noktasında ya da kendi partisinin siyasi çalışmalarının gerektirdiği, kendi halkının özgürlüğüyle ilgili düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında dile getirmiş olduğu söylemler ve yaptığı çalışmalardan kaynaklandığını tekrar buradan belirtmek istiyorum.

Bu arkadaşlarımız yaklaşık üç yıldır cezaevindeler, ana dilde savunma talepleri var çünkü cezaevlerine alınmalarının temel sebebi ana dilin özgürce kullanılması, kamusal alanda kullanılması, yerel yönetimlerde daha iyi, daha etkin, halka ulaşılabilir bir hizmet verme noktasında ana dilin kullanılmasıyla ilgili ısrarlarıdır. Yani arkadaşlarımız bu ısrar nedeniyle cezaevlerine alınıyorlar ve bu savundukları ana dilde kendilerini ifade etmek istiyorlar, savunma yapmak istiyorlar ama üç yıldır bu savunma hakkı bile maalesef AKP’nin yönlendirdiği yargı tarafından gasbedilmiştir.

Geçen hafta yapılan AKP’nin kongresinde, genel kurulunda 2023 vizyonunda biliyorsunuz “Ana dilde savunmanın önü açılacak.” deniyor. “Kürtçenin kamusal alanda kullanılması belli bir takvim veya yol haritası verilmeden sağlanacak.” diyor. Yine, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın ana dilde savunmayla ilgili yapmış olduğu açıklamalar var. Şimdi, doğrusu biz neye inanacağımızı şaşırdık. Bir taraftan vizyonunuzda “Ana dilde savunmanın önü açılacak.” deniyor, bir taraftan Hükûmetin, herhâlde en yetkili birkaç ilgili bakanından olan Sayın Bülent Arınç, ana dilde savunmanın mutlaka sağlanması gerektiğini söylüyor ama diğer taraftan üç yıldır ana dilde savunma yapamadıkları için arkadaşlarımız çalışmalarından, halkından, ailelerinden, çocuklarından uzak tutulacak şekilde siyasi rehine olarak cezaevinde tutuluyorlar.

Bakın, KCK operasyonları kapsamında yapılan operasyonların tamamı, belediyelerimizi, yerel yönetimlerimizi tamamen işlevsiz kılmak, tamamen itibarsız kılmak ve halkla olan bütün bağlantısını koparmak amacıyla yapılıyor. Batman Belediyesine operasyon yapılıyor, Batman Belediyesinin içerisinde bulunan tüm dosyalar ve tüm bilgisayarlar kamyonlara doldurularak, emniyet binalarına götürülüyor. Şimdi, burada kamusal hizmetin sürekliliğiyle ilgili bir ilke de ihlal edilmiş oluyor. Amaç zaten ertesi gün belediyeye gelen vatandaşın hizmet alamaması ve bu noktada da Barış ve Demokrasi Partisi yerel yönetimlerini suçlaması.

Van’la ilgili durumu geçen gün de paylaşmıştım. Deprem görmüş bir ilde daha deprem yaralarını sarmadan 6 belediye başkanı eş zamanlı olarak göz altına alınıyor ve bununla ilgili 4 belediye başkanımız maalesef tutuklanarak cezaevine gönderiliyor. Bununla ilgili özellikle AKP’nin yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısının vermiş olduğu talimatlardan bahsetmiştim. Bakın, 3 Haziran 2012 Bitlis konuşması, klasik, Sayın Genel Başkan Yardımcısının sürekli söylediği bir teori var. BDP’li belediye başkanları -yani “BDP’li belediyelerde herhâlde tonlarca para olduğunu düşünüyor- dağa taşa para gönderiyorlar, hizmet vermiyorlar.” diyor. Bu eksende gelişen ve operasyonların siyasi bir operasyon olmadığını söyleyen konuşma, son cümlesi şöyle bitiyor: ”Yargı, kim suç işlemişse cezasını verecektir. Bu noktada suç işleyenler de kendilerine dikkat etmelidir.” 3 Haziran 2012 Bitlis konuşması ve hemen 6 Haziranda Bekir Kaya’nın da aralarında bulunduğu 6 belediye başkanımız tutuklanarak cezaevine gönderiliyor.

Yine, Çorum konuşması, Erzurum konuşması Sayın Genel Başkan Yardımcısının sadece böyle bir talimat verdiğini göstermiyor, aynı zamanda cezaevine gönderilen arkadaşlar hakkında da kesin bir hükmün verildiğini içeriyor. Bakın, ne diyor? Yine, ön kısımlarını okumayacağım. “Ancak, özellikle BDP’li belediyelerin, yöneticilerin, başkan ya da idarecilerinin KCK operasyonlarıyla içeri alındıklarını ve suçlu olarak tutuklandıklarını görüyoruz.” diyor. Cümlenin devamı aynı şekilde, demin bahsettiğim şekilde devam ediyor. Burada “suçlu olarak tutuklandıkları” ifadesi başlı başına bir hukuk katli anlamına geliyor. Çünkü, biliyoruz ki “masumiyet karinesi” ve “suçsuzluk ilkesi” diye bütün evrensel hukuk ilkelerinde geçerli olan bir ilke var. Yani mahkemelerin kesinleştirmiş olduğu bir karar ya da bir hüküm yoksa siz, bir tutuklanan kişiyi, soruşturma, kovuşturma süreci devam eden kişiyi suçlu olarak ilan ederseniz, orada açıkçası hukuku yönlendirmiş olursunuz, masumiyet ve suçsuzluk ilkesi karinesini de ihlal etmiş olursunuz. Bununla ilgili Türk Ceza Kanunu’nun “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” başlığındaki 288’inci maddesini okumak istiyorum: “Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Bakın, biz burada özellikle BDP’li belediyelere yönelik ayrımcı uygulamaları dile getirirken sizler sürekli karşı çıkıyorsunuz.

Eğitim destek evleri dokuz yıldır faaliyet yürüten, savaş mağduru, göç mağduru, deprem mağduru, yoksulluk mağduru öğrencilerimize destekleyici kurs hizmetleri veren veya onları satranç, müzik, resim, farklı atölye çalışmalarıyla toplumsal yaşama daha dinamik bir güç olarak katmaya çalışan hizmetlerdir ve sosyal belediyeciliğin de en önemli ayaklarından biridir. Dokuz yıldır yapmış olduğumuz eğitim destek evlerine yönelik hiçbir rahatsızlık yokken, birdenbire bir düğmeye basılıyor, operasyon startı veriliyor ve ardı sıra hemen eğitim destek evlerimiz kapatılıyor. Üstelik, millî eğitim müdürlükleriyle yapmış olduğumuz protokollere rağmen bu süreç işletiliyor. Bakın, niye ayrımcı yaklaşılıyor? Çünkü eğitim destek evleri kapsamında, şu anda Maltepe Belediyesinde yedi eğitim evi, Fatih Belediyesinin bilgi evleri, Bandırma Belediyesinin eğitim destek evleri, Elâzığ Belediyesi okuma evleri, Güngören Belediyesi bilgi evleri, yani listeyi oldukça uzatabiliriz, neredeyse onlarca belediyede eğitim destek evini farklı adlar altında veren birtakım çalışmalar var. Bunlarla ilgili hiçbir kapatma süreci yok ama BDP’li olunca farklı birtakım gerekçelerle kapatılıyor. Bakın, biz size, BDP’li ya da diğer siyasi parti gruplarındaki belediye başkanlarıyla uğraşacağınıza, kendi belediyelerinize bakmanızı tavsiye ediyoruz.

Seçim bölgem olan Bingöl’deki, Bingöl basınındaki birkaç haberi paylaşacağım. Okullar susuzluktan kırılıyor, deposu olmayan okullarda lavabolar kapatılıyor, su deposu olan okullar birkaç saatlik ihtiyaca cevap verirken, deposu olmayan okullar çareyi lavaboları kapatmakta buluyor. Bu durum, salgın hastalıklar için ciddi riskler taşıyor. Mirzan Mahallesi Muhtarı, Yeşilyurt Mahallesi Muhtarı ve onlarca muhtarımızın Bingöl basınında yer alan demeçleri… Bakın, tüm bir ramazan ayı boyunca Bingöl’de, deyim yerindeyse, ramazan ayını Bingöl’e zehir eden bir belediye pratiğiniz var. Ramazan ayı boyunca, “Sahurda abdest alacak su bulamıyoruz, namaz kılamıyoruz.” diye Bingöl basınına açıklamalarda bulunan, belediyeye yürüyen Bingöl halkının sıkıntılarını sizin takdirinize bırakıyorum.

Belediye işçileri, Bingöl’de asgari ücretle çalışanlar 4 aylık maaşlarını hâlâ alamadılar; 6 aylık maaşları vardı içeride. Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la üç kez bu konuyu görüştüm.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sağ olsun, herhâlde ilgilendiği için 2 maaş verildi ama hâlâ 4 maaşlarını asgari ücretle geçinenler alamıyor. Aynı şekilde -sürem bittiği için- buraya Muş’la ilgili, Ağrı’yla ilgili, Bitlis’le ilgili, Mardin’le ilgili pek çok yerel basında çıkmış haberi getirmiştim. Özellikle belediyeler ve yerel yönetimlerle ilgili bir çalışma yapmak istiyorsanız önce kendi yerel yönetimlerinize bir yoğunlaşın, halkın sıkıntılarını, esnafın sıkıntılarını bir dinleyin, ondan sonra yerel yönetimlerin nasıl demokratikleşeceğini birlikte tartışırız.

Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Celal Dinçer, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu önerge lehine CHP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; belediyelerin görev, sorumluluk ve yetkileri Anayasa ve kanunlarla belirlenmiştir. Belediyeler bölgelerindeki tüm halkın, tüm vatandaşların din, dil, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş ayrımı yapmaksızın hizmetlerini görmekle mükelleftir. Bu nedenle, merkezî yönetim yani hükûmet tüm belediyelere, belediye yönetimlerinin hangi partiden olup olmadığına bakmaksızın objektif ilkelere göre yardım sağlamalı, olanaklar sağlanmalı, aynı zamanda sağlanan bu olanakların verimli ve yerinde kullanılıp kullanılmadığının da yine objektif kıstaslara göre denetlenmesini ve denetim kuruluşlarının sorumluluğunun olmasını sağlamalıdır ancak son dönemlerde yaşanan olaylar göstermiştir ki belediyeler arasında hem sağlanan olanaklar açısından hem de denetim ve soruşturmalar açısından ciddi bir çifte standart vardır.

İktidar partisinden seçilmiş belediyelerin yöneticileri ile ilgili soruşturma istemlerine genellikle izin verilmemektedir. Buna karşın, muhalefet partisinden seçilmiş belediyeler ise neredeyse davullu zurnalı şov diyebileceğimiz gösterilerle, operasyonlarla hedef tahtası hâline getirilmektedir. İsimsiz, imzasız ihbar dilekçeleri ile başlatılan ve devam ettirilen soruşturmalarla muhalefete mensup belediye başkanları ve diğer yöneticileri yıpratılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu tür uygulamaların somut örneklerinden biri İzmir Büyükşehir Belediyesinde yaşanmıştır. Bu belediyede -hep söyledik- 8 mülkiye müfettişi, 8 Sayıştay denetmeni, 52 vergi denetmeni, 8 özel yetkili savcının görevlendirdiği bilirkişi, 20 müfettiş olmak üzere, toplam 96 denetim elemanı çalışmıştır, hâlen de çalışmaktadır. Halkın oylarıyla seçilmiş Belediye Başkanı suç örgütü lideri, belediye çalışanları da örgüt yöneticileri olarak suçlanmaktadır. Kısaca, kendilerinden olmayan İzmir Büyükşehir Belediyesi suç örgütü olarak görülmüş ve Başkan üç yüz doksan yedi yıl hapis istemiyle yargılanmaktadır. Bu uygulamaların denetim sistemi ve demokrasiyle açıklanması mümkün müdür?

Saygıdeğer Başkan, sayın milletvekilleri; sadece İzmir’de mi bu haksızlık yapılmaktadır? Elbette hayır. Kendi seçim bölgem olan İstanbul’dan örnek vermek istiyorum. Maltepe Belediye Başkanı senfoni orkestrası kurdurtup sanatçılarına kişi başına -dikkat ediniz- 300 lira, sadece 300 lira ücret verdiği için hakkında soruşturma açılmış, belediyeye baskın yapılmış, Belediye Başkanı gözaltına alınmıştır. Cumhuriyet başsavcısına söylediğimizde “Peki, siz niçin bu hareketi yapıyorsunuz?” dediğimizde, cumhuriyet baş savcısı “Soruşturmayı yürüten savcının işgüzarlığı, ifadeye yazılı olarak çağırabilirdi, telefonla çağırabilirdi.” demiştir. Ancak, burada amaç belediye başkanlığını halkın gözünde küçük düşürmek, itibarını zedelemektir, biz bunu çok iyi biliyoruz. Belediye Başkanımız 40 bin lira harcamadan dolayı on yıl cezayla yargılanmaktadır. Gerekçe: İhaleye fesat karıştırdınız diye. Peki, amaç burada ihaleye fesat karıştırmak değil, çağdaş bir müzik olan senfoni orkestrasını getirdiği için Belediye Başkanı sorgulanmıştır.

Yine benim bölgemde, Kartal’da hem Kaymakam hem müfettişler Belediye Başkanını sürekli, soruşturmalarla, sürekli, incelemelerle taciz etmektedir. Görevi olmamasına rağmen, ilçe kaymakamı, kurban kesim yerlerini belirlemiş, belediyenin bilgisi dışında, belediyenin tespit ettiği yer dışında kurban kesim yerleri belirlemeye kalkmıştır. Belediye Başkanının tespit ettiği yeri polis ve büyükşehir belediye zabıtalarıyla kuşatmıştır. Sayın Kaymakamın gerekçesi: “Benim tespit ettiğim yerde kurbanlar kesilecek ve satılacak ve buradan elde edilen gelirle de ben kaymakam lojmanı yapacağım.” İşte, belediyelerimize yapılan baskıların en açık örneklerinden birisi. Daha önce 3 defa inceleme yapılıp soruşturma açılmasına gerek görülmeyen Kartal Belediyesinin bir işleviyle ilgili, 3’üncü defa aynı kaymakam tarafından soruşturma yapılmaktadır.

Peki, iktidara mensup belediyeler için durum nedir? Bursa’dan örnek vermek istiyorum. 2 milyon TL’nin kayıp olduğu AKP’li Gürsu Belediye Başkanı hakkında soruşturma açıldı, yargılaması devam ediyor. AKP ne yaptı? Açığa dahi almadı, sadece partiden ihraç etti ama görevine devam ediyor, tutuklanmadı. Yine, AKP’li Kandıra ve Kartepe belediye başkanları yargı tarafından suçlu bulundu ancak her 2 başkan da İçişleri Bakanlığınca görevden alınmadı; davullu zurnalı, basınlı şovlu, belediyelere baskın yapılmadı. Bursa’da yine Karacabey Belediye Başkanına, aynı şekilde, soruşturma açıldı ve hiçbir baskın yapılmadı.

Elbette sadece CHP’li belediyelere bu baskı yapılmamaktadır. Hâlen, MHP’li Adana, Isparta, Balıkesir, Bartın, Edremit, Anamur gibi belediyelere baskı ve soruşturmalar yapılmaktadır, sürdürülmektedir. Yine, BDP’li 36 belediye başkanı tutukludur. Artık kamuoyunda, belediyelere yönelik bu tür operasyonların siyasi amaçlarla yapıldığı görüşü çok yaygın hâle gelmiştir ve vatandaşlarımız şunu anlamıştır ki, muhalefet belediye başkanlarını itibarsızlaştırmak için bu operasyonlar yapılmaktadır ve bundan da en çok vatandaşlar zarar görmektedir çünkü hizmetler iktidar eliyle, bu yolla engellenmektedir. İktidar seçimde kazanamadığı belediyeleri bu tür entrikalarla tekrar kazanmaya çalışmaktadır.

Belediyelere yapılan soruşturmalar elbette bu değil, baskılar elbette bu değil; belediyelere yapılan baskılar bir de gönderilen yardımlarla da kendini göstermektedir, projelerin onaylanmasında da kendini göstermektedir. İktidara mensup belediye başkanlarına gönderilen yardımlar muhalefete mensup belediye başkanlarının çok çok üzerindedir, ölçüsüz derecede üzerindedir. İktidara mensup belediye başkanlarının… Özellikle bu yeni çıkan yasadan dolayı, biliyorsunuz, afet riski olan yerlerdeki proje onayları var, bu projelerin onayı özellikle iktidara mensup belediye başkanları için bir ila yirmi gün arasında değişmektedir. Ankara Büyükşehir Belediyesinin 9 adet projesi bir günde Bakanlar Kurulunda onaylanmıştır ancak Cumhuriyet Halk Partili İzmir Büyükşehir Belediyesinin projeleri bir buçuk yıla yakındır henüz onay görmemiştir.

Değerli arkadaşlar, elimde liste var, hangi belediyenin hangi projesi kaç günde onaylandı, bunların listesi var. Zamanım olmadığı için okuyamıyorum ama Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin beş yüz kırk gün ile iki yüz yirmi gün arasında değişen tarihlerle projeleri onaylanmamaktadır. Peki, bu demokrasi anlayışına sığar mı? Bu baskı değildir de nedir? Bunun cevabını sizler veriniz.

AKP demokrasiye, yerel yönetimlere verdiği önemi son yasa tasarısıyla da göstermiştir. Bu tasarıyla 29 il özel idaresi, 1.591 belde belediyesi, 16.082 köy tüzel kişiliği kaldırılarak, dikkat ediniz, siyasi bir darbe yapılmak istenmektedir.

AKP belediyelerin çalışmalarına sadece bu şekilde engel olmamaktadır, 24 Nisanda yayımladığı bir genelgeyle tüm belde belediye başkanlarının her türlü alım satım, kiralama gibi işlemlerini vali ve kaymakam onayına, atanmış kişilerin onayına bırakmıştır, halkın seçtiği insanları bir nevi hırsız, bir nevi yolsuzluk yapan insanlar olarak görmektedir, onlara güvenmemektedir. Özgür seçimle göreve gelen belediye başkanlarımızın eli kolu bağlanarak iş yapılamaz hâle getirilmektedir.

İstanbul’da 39 belediye içinde sadece ve sadece Ataşehir Belediyesinin imar planı Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından yapılmamıştır, gerekçesi de büyükşehri büyük ümitlerle kazanacağını uman AKP seçimlerde kaybetmiştir, AKP İl Başkanı “Bunu içime sindiremiyorum.” demiştir. Bu tarihten sonra Ataşehir’in imar planı yapılmıyor, yapılmamaktadır, imar planı isteyen halk da, belediye önüne giden halk da kovalanmış, saygısızlıkla suçlanmıştır.

Hepinize teşekkür ederim.

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Erol Kaya, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

EROL KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP Grubunun, MHP’li belediyelere yönelik olduğu iddia edilen haksız uygulamaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi üzerine aleyhte söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biz kalkınmanın yerelden başladığına inanan, bütün politikalarını buna göre belirleyen, buna göre uygulayan bir partiyiz. Biz, aynı şekilde demokrasinin de yerelde başladığına inanan, bu doğrultuda politikalar geliştirip hayata geçiren bir partiyiz. Bu anlayış, Türkiye'nin 780 bin kilometrekare vatan sathı ve 75 milyon insanıyla bütün olarak görüp kucaklayan bir anlayıştır. Bizim anlayışımızda ekonomik gelişme de, demokratik gelişme de milletimiz için bir ulufe değil, tam tersine uzun süre geciktirilmiş, bugüne kadar ihmal edilmiş temel bir haktır. Biz milletimizin bu haklara kavuşturulmasının mücadelesi içerisindeyiz.

Değerli milletvekilleri, MHP’li belediyelere baskı yapıldığı, ayrımcılık uygulandığı, hizmet götürülmenin engellendiği, dolayısıyla itibarsızlaştırıldığı iddia edilmektedir.

Yerel seçimlerle ilgili anayasa değişiklik sürecini başlattık. Dolayısıyla seçimlere bir yıl gibi kısa bir süre kalıyor. Bundan sonra Türkiye gündemi yerel ağırlıklı olacaktır.

MHP ve diğer partilerimizin bu tür iddialarını siyasi nezaket içerisinde karşılamamız, bu vesileyle de Türkiye gerçeklerini bir defa daha ifade etmemiz gerekmektedir. Bugün bir milletvekili, dün ise iki dönem belediye başkanlığı yapmış bir kardeşinizim. Baskı nedir, yıldırma nedir, itibarsızlaştırma nasıl yapılır ve en önemlisi de 17 Ağustos depreminin mağduru olup da mali desteğin Hükûmet partilerince, nasıl, mağdur olan belediye ve halk yerine depremden zarar görmediği hâlde kendi partilerine partizanca dağıtıldığına şahit olan, bunun Türk belediyecilik tarihine kara bir leke olarak geçtiğini gören bir kardeşinizim. 1999’da mağdur olan…

SADİR DURMAZ (Yozgat) – Van’ın altında kaldınız Van’ın. Bırak o depremi.

EROL KAYA (Devamla) –…Kocaeli, Yalova, İstanbul, Sakarya, Düzce ve Bolu belediyelerine gönderilmesi gereken ödeneklerin, Bakanlar Kurulu kararıyla depremden bihaber Kastamonu’ya, Erzurum’a gönderilişi hâlâ hafızalarımızdadır. Peki AK PARTİ bu adaletsizliği yapar mı ve yaptı mı? Öncelikle verilere bakalım. 

SADİR DURMAZ (Yozgat) – Van’da yaptı, Van’da, en son.

EROL KAYA (Devamla) – Sabredin, birazdan sizinkine de cevap vereceğim inşallah.

2002-2012 merkezî Hükûmetten yerele aktarılan paylara baktığımızda, 2002 yılında 60 milyarlık merkezî bütçe payının yüzde 8,4’ü yani 5 milyar lirası mahallî idarelere aktarıldı. İlerleyen yıllarda sürekli artan bir kaynak aktarımının söz konusu olduğunu görüyoruz. 2005 yılında yüzde 9,2; 2010 yılında yüzde 10; 2011 yılında ise 10,6’sı yani yaklaşık 27 milyar lirası mahallî idarelerimize daha iyi hizmet yapsınlar, şehirlerine daha iyi hizmet getirsinler diye yerel yönetimlerimize aktarılmıştır.

Bir başka iddia edilen konulardan birisi ve en önemlisi, ayrımcılık kriteri olan mali kaynaklardan yapılan kesintilerdir. Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin belki bugün en büyük şansı belediyecilik tecrübesi olan bir Başbakanımızın olmasıdır. Sayın Başbakanımızın talimatı ve Bakanlar Kurulu kararıyla 2010/238 sayılı kararıyla belediyelerimizin borçlarında yüzde 40’tan fazla kesinti yapılamamaktadır. Uygulamada hiçbir parti ayrımı söz konusu değildir. Fazla kesiliyor iddiası yapanlar sizleri yanıltmaktadırlar. Bu belediyelerimizin kendi özel borçlanmaları dolayısıyla kesintiler artabilmektedir. Hükûmetimiz hiçbir ayrım yapmadan, AK PARTİ’li, MHP’li, CHP’li, BDP’li ve tüm belediyelerimize aynı oranda kesinti yapmaktadır.

Soruşturma izinleri burada çok fazla gündeme getirildi. Ben rakamlarla bunu ifade etmek istiyorum.

29 Mart 2009-Temmuz 2012 arasında Türkiye belediyeleri hakkındaki iddiaların dağılımı şu şekildedir:

İmar mevzuatına aykırılık 2.072, yani yüzde 32.

İhale mevzuatına aykırılık yüzde 12.

Kıyı Kanunu’na aykırılık binde 18.

Personel mevzuatına aykırılık yüzde 5.

Yargı kararına uymamak yüzde 9.

Çeşitli kanunlara aykırılık yüzde 6.

Bu iddialarla ilgili bakanlık soruşturması talebi yapılmıştır. Bunlar yapılmasın mı?

Peki, bu konularda verilen izinlerin partilere göre dağılımına baktığımızda: 545 AK PARTİ’li belediye hakkında, 378 Cumhuriyet Halk Partili belediye hakkında, 200 MHP’li belediye hakkında, 84 BDP’li belediye hakkında ve 122 de diğer partili belediyeler hakkında. Bu izinler aynı belediyeler hakkında belki birkaç kez daha fazla yapılmış olabilir.

Görüldüğü gibi, iktidar, iktidar-muhalefet partisi ayrımı yapmaksızın, hukuk neyi gerektiriyorsa onu uygulamaktadır, kimse kusura bakmasın. Geçmişte kendimizin şikâyetçi olduğu, kendimizin en ağır şekilde bedellerini ödediği yanlışları, çarpıklıkları başkalarına reva görmek istemiyoruz ve görmüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bir başka konu ise hizmetin dağılımındaki ayrımcılık iddiasıdır. AK PARTİ’li belediyelerimizi mi yoksa tüm coğrafyayı mı, 75 milyonu mu esas alıyoruz? Birkaç örnek vermek istiyorum: Bugüne kadar şehirlerimizin temel problemi içme suyu ve atık su problemidir. Su medeniyettir. Suyun olmadığı bir şehirde hizmetten ve medeniyetten bahsedilemez. Bu sorunu 1994’te Sayın Başbakanımızın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandığı dönemde en yoğun şekilde Türkiye ve İstanbul yaşadı. İstanbul’un suyu yoktu, çöp dağlarında insanlar ölüyordu, yollar çamurdan geçilmiyordu, şehir gecekondulaşmayla yağmalanıyordu. En önemli sorun olan su problemi çözülünce bir önceki belediye başkanınca, Başbakanımız kastedilerek “Onun yukarıdaki ile arası iyi olduğu için su problemini çözdü.” diye de bir notu tarihe not düşüşü olarak kabul etmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetimizin hiçbir ayrım yapmadığı şehirlerimizin su problemini nasıl çözdüğüyle ilgili bilgileri de sizlerle paylaşmak istiyorum.

İzmir şehrimizin su problemi Gördes Barajı’ndan 2 metre çapındaki dev borularla su getirilerek çözüldü. Mersin, Tarsus, yine Berdan Barajı’ndan su getirilerek çözüldü. AK PARTİ’li olan belediyelerden bahsetmiyorum size, 75 milyon vatan evladımızın yaşadığı bir ülkeden bahsediyorum. Mardin Kızıltepe’ye su getirildi. Şırnak’ta su yoktu, Mijin kaynaklarından, topoğrafyası zor ve uzak yerlerden su Mardin ve Şırnak’ımıza getirildi. Isparta Eğirdir’deki su belediyemize yüksek pompaj maliyeti nedeniyle DSİ tarafından Darıderesi Barajı’ndan yine isale hatlarıyla getirildi. Uşak, Balıkesir, bunları saymamız mümkün.

Diyarbakır’a AB fonları çerçevesinde IPA kapsamında biyolojik arıtma suyu tesisi yapıldı. Katı atık bertaraf tesisleri yine aynı şekilde IPA kapsamında çözüldü.

SUKAP’tan ifade ettiğimiz gibi Su ve Kanalizasyon Altyapı Projesi’nden ise 460 belediye faydalanıyor. 2012 yılında 241’i AK PARTİ’li, 70’i MHP’li, 66’sı CHP’li, kalan 83’ü ise diğer partilere mensup belediyelerimizin istifadesine sunuldu.

Bugün, şehirlerimizin en büyük problemi olan deprem riskine karşı Sayın Başbakanımızın 33 ilde başlattığı Kentsel Dönüşüm Projesi’yle 6,5 milyon meskenin güvenilir bir noktaya taşınması için ilk kazma vuruldu. Sağlıklı binalar, sağlıklı meskenler için süreç başlatıldı. Şehirlerimizi birbirleriyle rekabet eden marka şehirlere dönüştürmek istiyoruz.

Bu örnekler bize bir tek şey söylemektedir: “AK PARTİ demek ‘millete hizmet’ demektir, ‘ayrımcılığın yapılmaması’ demektir.” Biz “Yeter ki millet kazansın, yeter ki ülke kazansın.” diyoruz. Böyle bir partiye ayrımcılık suçlaması yapmanın çok büyük haksızlık olduğuna inanıyorum. AK PARTİ İktidarı için elbette eleştiri getirilebilir ama bu eleştirilerin en haksızı mahalli idareler konusunda ki eleştiriler olacaktır. Vicdan ve insaf sahibi herkes biliyor ki Türkiye’de belediye hizmetleri konusunda en objektif uygulamaları yapan iktidar AK PARTİ hükûmetleridir. AK PARTİ’nin herhangi bir ayrımcılığı olmadığı gibi baskısı da söz konusu değildir. Lütfen, siyasetimizde de, Meclis çalışmalarımızda da nezaketi, letafeti elden bırakmayalım. Bu sebeplerle MHP’li arkadaşlarımızın verdiği Meclis araştırma önergesinin yerinde olmadığı düşüncesini ifade ediyorum.

Birkaç cümleyle, söz alan arkadaşlarımızın ifade ettiği konulara cevap vermek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi MHP’li arkadaşımız dedi ki: “Belediyelerimiz kapatılıyor.” Eğer biraz tarih veya kanun okusa 1580 sayılı kanunda 2 binin altında belediye kurulmayacağı çok açık. Yani 1930’dan beri bu ülkede 2 binin altındaki belediyelerin kapatılmasını kanun emrediyor.

SADİR DURMAZ (Yozgat) – Anayasa Mahkemesi okumuyor mu bu kanunları? Anayasa Mahkemesi “Kapatılmasın.” diye karar almadı mı?

EROL KAYA (Devamla) - 5393 sayılı Kanun’u okuduğunuzda ise 5 binin altında belediye kurulamayacağını çok açık bir şekilde göreceksiniz.

SADİR DURMAZ (Yozgat) – Lütfen… Anayasa’ya aykırıdır bu getirdiğiniz düzenleme.

EROL KAYA (Devamla) – Yine, bir başka husus, yeni kurulan büyükşehir belediyelerimizle ilgili…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ondan sonra kaç tane belediye kurdunuz?

SADİR DURMAZ (Yozgat) – Siz peki kaç tane kurdunuz?

EROL KAYA (Devamla) – Dolayısıyla, yeni kurulan büyükşehir belediyemizle ilgili bir sürü mağduriyetlerinden bahsettiler.

Değerli arkadaşlar, bir sefer, belediye kapatılması bir emirdir, bunda hukukun gereğini yapıyoruz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ankara Büyükşehri kapatsana! 4 milyar dolar zararı var.

EROL KAYA (Devamla) – Personelle ilgili, konutla ilgili…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ankara Büyükşehri kapat bakayım!

EROL KAYA (Devamla) – …köylerimizdeki bütün problemlerle ilgili, orman köylüleri de dâhil, kanunda bunların hepsinin haklarının korunduğunu ifade edelim.

Şimdi, bir başka husus da BDP’li arkadaşımız Bingöl’den örnek verdi. Ben şunu da beklerdim: Kırk yıldır yapılamayan altyapı 80 milyon liralık bir yatırımla yapılıyor ve bunun getirdiği kısa bir sıkıntının Bingöl’de yaşandığı doğru.

Ama şunu da ifade edelim: Bir CHP’li arkadaşımız, değerli milletvekilim, eski bir kaymakam, çok üzüldüğümü ifade edeyim.

Değerli arkadaşlar, kurban kesim komisyonlarının başlarında kaymakamlarımız var. Sayın Kaymakamımız da kurban kesim komisyonu başkanıydı. Diyanet İşlerinin genelgesine göre, bu komisyonun başkanı zaten kaymakam. Niçin Meclisimize ve millete doğru bilgi vermediğimizi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KAYA (Devamla) - …üzüntüyle ifade ediyorum, bir defa daha hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.36


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.51

BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)  

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- CHP Grubunun, (10/226) esas numaralı muhtarların sosyal ve ekonomik sorunlarının araştırılması amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü  birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                                        11.10.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 11.10.2012 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                   M. Akif Hamzaçebi

                                                                                                                            İstanbul

                                                                                                              CHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (muhtarların sosyal ve ekonomik sorunları hakkında) 10/226 Esas Numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmesinin Genel Kurulun 11.10.2012 Perşembe günlü (Bugün) birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi lehinde söz isteyen Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri…

Değerli arkadaşlarım, bu klasör, on yıllık süreçte Mecliste olduğum sürece benim ve arkadaşlarımın muhtarlarla ilgili yaptığı öneriler, görüşler ve Hükûmetin verdiği cevapları kapsıyor. Size sadece 24 Temmuz 2003, on yıl önce yine yaptığım bir konuşmaya Hükûmet adına o günkü bir Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanının verdiği cevabı okuyarak başlamak istiyorum.

“Çok teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu’na.” diyor. “Bize muhtarların sorunlarını getirdi. Hakikaten çok önemli, bunlar demokrasinin ilk beşiğidir.” diyor. “En uç noktasıdır.” diyor ve “Bunlar halkın içindeki insanlardır.” diyor. “Zaten biz hemen hazırlıyoruz. Muhtarların özlük haklarıyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisine, kamu yönetimi temel kanununu hazırladık, getiriyoruz. En kısa sürede, üç ay içinde bu sorun çözülecektir.” diyor. Tarih 24 Temmuz 2003. Ben bu konuyu sadece vicdanlarınıza sunuyorum ve tüm muhtarların vicdanlarına sunuyorum. 24 Temmuz 2003, bugün Ekim 2012, on yıl geçmiş hâlâ bir adım yol alınmamışsa verilen sözlerin ne anlama geldiğini hepinizin takdirine bırakıyorum.

Değerli arkadaşlarım, kimdir bu insanlar? Bir taraftan diyoruz ki “Halk iradesi.” Evet, muhtarlar bir yüzü devleti, bir yüzü de halkı temsil eden insanlar, demokrasinin ilk beşiği.

Şu anda Yerel Yönetimler Kanunu görüşülüyor. Yerel, bütünşehir kanunu görüşülüyor. Burada köylerle ilgili kararlar alınıyor, burada -büyükşehir, bütünşehir, ona ayrıca geleceğiz- ama köyler ve mahallelerle ilgili bir karar alınıyorsa öncelikle muhtarların içinde olduğu koşulları, şartları ve görev ve yetkilerini belirlemeniz lazım.

Gelin, bu okuduğum tarihten bu yana… şu andaki İçişleri Bakanımız, Plan Bütçe Komisyonunda, onun da burada ifadeleri var: “Hazırladık, Köy Kanunu’nu getiriyoruz, en kısa sürede bitireceğiz.” Arkadaşlar, bunun kısa süresi yok. İçişleri Komisyonunda artık bir tasarı var, görüşülüyor. Eğer sözünüzün eriyseniz, eğer verdiğiniz sözü on yılda tutmayıp, tutmak istiyorsanız, gelin bir önergeyle, bir önergeyle muhtarların kim olduğunu, ne olduğunu, bunlar in midir, cin midir tarif edelim yasayla. Bu insanlara ızdırap çektirmeyelim, bu insanların çektiği çileyi hepiniz benden daha iyi biliyorsunuz. Çile çekiyor muhtarlar.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bilmiyorlar, bilseler yaparlar.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Okulların açıldığı günde İstanbul’da ve başka bir ilde, muhtarlıklar önünde bin kişinin, 2 bin kişinin sıra bekleyip gece sabaha kadar bu insanlara hizmet ettiklerini hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Ama bu insanlara para mı veriyorsunuz? Verdiğiniz 368 lira, 368 lira. Bir de buradan BAĞ-KUR primini de bu insanlara ödetiyorsunuz.

VAHAP SEÇER (Mersin) - Çay parası değil çay parası!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kira mı veriyorsunuz? Kirasını mı veriyorsunuz? Kırtasiye giderini mi veriyorsunuz? Telefon giderini mi veriyorsunuz? Neyini veriyorsunuz?

VELİ AĞBABA (Malatya) – İnterneti mi veriyorsunuz?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Muhtar Karun mu? Peki, muhtar gelen kimseden para mı alıyor? Hiç kimseden para alamıyor. Bunları demokrasi uğruna… Hakikaten ben o insanların önünde saygıyla eğiliyorum. Ama bir tarafta devlet memuru gibi görüyorsunuz, en küçük bir yasal boşlukta muhtarın yakasından yapışıyorsunuz ve devlet memuru gibi ceza veriyorsunuz.

Sayın Gök, siz de burada konuşacaksınız, gelin yol yakınken, İçişleri Komisyonunda bu yasa görüşülürken, bir önergeyle, tüm Meclisin, hepimizin katkısı olsun, herkesin katkısı olsun, siz yapmış olun, bir önergeyle bu insanların sorunlarını hep beraber çözelim.

Bak, 2003 okudum, 2003’ten beri… Ben buna “Bir hikâye” diyorum, bunu bir kitap olarak bastıracağım.

Değerli arkadaşlar, bir “adrese dayalı sistem” çıkardınız, sahtekârlara, düzenbazlara adres çıkardınız. Bunu muhtarlıklardan aldınız, kim kimin evini boş bulursa gidip “Ben bu evde oturuyorum.” beyan usulü… Ve bir sürü sahtekâr türettiniz. Nüfusa kayıt sistemi getirelim, Nüfus görevini yapsın ama bu belgelerin gerçek olup olmadığını da bir yerin denetlemesi lazım. Ve özellikle büyükşehirlerde adrese dayalı sistemle bir sürü sahtekârlıklar, bir sürü paravan şirketler kuruluyor. Gelin, muhtarlıklara tekrar bu yetkiyi verin, tekrar Nüfusa gidecek bilgileri muhtarlıklarla birlikte paylaşalım. Yani nüfusa kaydolan herkesi kaydetmeden önce bir süzgeçten geçirelim ama bunu yapmıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, BAĞ-KUR primini cebinden ödüyor. Özellikle büyükşehirlerde yanında en az bir kişi çalıştırmak zorunda, bunun maaşını vermek zorunda. Etmeyin, tutmayın, demokrasi bu değil. Demokrasi, eğer demokrasinin ilk beşiği olarak görüyorsak, seçme ve seçilme hakkına benim gibi değil, beni ve sizleri sayın genel başkanlar önermezse, biz milletvekili olamayız, ama bu insanlar böyle alınlarının akı gibi, isimleriyle, anlarıyla, şanlarıyla seçiliyorlar. Demokrasi orada var, demokrasi orada var. Burada demokrasi yok. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu kadar… Eğer demokrasiye inanıyorsak ve demokrasinin gerçeğine, hakikaten gerçek demokrasiye inanıyorsak bu insanlar ilk beşiği. Bu beşikte hepimizin bunu desteklemesi lazım.

Sayın Başbakana, geçen hafta, İstanbul’dan bir grup muhtar geldi. Şu mektubu Sayın Başbakana iletiler. İstedikleri bir şey yok, söylediklerim bu. Ama her gün geliyorlar… Çok saygılı insanlar bunlar. Bir kuruş parası olmasa cebinde yine devletine bağlı, bir devlet memuru gibi, saygıda kusur etmeden hem görevini yapıyor, her şeyini yapıyor, ama bir arpa boyu yol ilerlemiyor. Bu Mecliste 2002, 2005 yılında, muhtarların özellikle sorunlarını bir Danışma Kurulu önerisiyle hep beraber görüşelim dedik. “Evet, haklısınız, bu yasayı getirelim” demesine rağmen, Sayın Elitaş, bugün sizin yerinizde oturan bir grup başkan vekili de “Başımla beraber, Meclis iradesi kabul etmiştir, getirelim” demesine rağmen bir türlü gelmedi.

Gelin, yasa İçişleri Komisyonunda, yol çok yakın, zannediyorum ki Alt Komisyona havale edildi. Tüm partiler birer kişi -veya kaç kişiyse- temsilci verelim, bir şekilde… 4 madde, fazla değil arkadaşlar, 4 madde. Bunların ne olduğunu, kimliklerini… Bunlara onurlarını iade edelim. Etmeyin, tutmayın, ben sadece bunu söylüyorum. Ama hakikaten üzülüyorum, on yıldır üzülüyorum. Zamanı gelmiştir, geçiyor, hepinizden rica ediyorum, bu önergeyi kabul edin, önergeyle birlikte İçişleri Komisyonuna her parti bir temsilci versin ve ortak bir metin hazırlayalım, önergeyi ortak hazırlayalım veya siz hazırlayın, siz imzalayın, biz de sizi alkışlayalım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İdris Baluken...

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Muş Milletvekili Demir Çelik konuşacak.

BAŞKAN – Demir Çelik, Muş Milletvekili… (BDP sıralarından alkışlar)

DEMİR ÇELİK (Muş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi şahsım ve partim adına saygıyla selamlayarak, Cumhuriyet Halk Partisinin muhtarların özlük haklarına ilişkin araştırma önergesi aleyhine her ne kadar söz aldıysam da, lehine bir konuşmayı yapacağım. Hepinizi selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye 1923’ten bu yana 35.184 köy ve 17.850 mahallesiyle, toplamda 53 bin civarındaki muhtarıyla ve onların sorunlarıyla yüzleşen bir geçmişe sahip. Cumhuriyetin, geçmişinden bugüne çözemediği, çatışması ve çelişkisini yaşadığı üç önemli etmenden biri merkezle ya da devletle çevre arası çatışmayı, çelişkiyi günümüz çağına, günümüz ihtiyaçlarına cevap bulacak tarzda çözememiş olmasıdır. Bu yönüyle de, sorunu tek başına seçme, seçilmeye indirgemiş, oy veren, oya maruz kalan bir ilişkiye dönüştürdüğümüz için de sorunlar içinden çıkılmaz yumağa dönüşmüş bulunmaktadır. Biz, şu anda duyduğumuz ve gündemimize yakın zamanda geleceğini bildiğimiz İçişleri Komisyonunda bulunan Büyükşehir Belediyesi Yasası’na ilişkin tartışmaları yoğunlaşırken, es geçemeyeceğimiz, önemle üzerinde durmamız gereken muhtarlara ilişkin düşünceyi sizlerle paylaşmaya değer buluyorum.

Günümüz küresel dünyanın merkeziyetçi yapılardan giderek yerele ve yerindelik ilkesine dönüştüğü, yerelin, yerel dinamiklerin, toplumsal dinamiklerin öne çıktığı bir süreçte, biz her şeyi merkezileştirip, merkezde toplayan bir algıyı doğru görmüyor, bunun bizi otoriterizme, faşizme götürebileceği tehlikesini ve riskini öncelikle paylaşmak istiyoruz. Yetkinin, gücün paylaşılması, çevreye, periferiye aktarılması gerekirken, mevcut var olanı da yetersiz ve yoksun olan yetkileri ve inisiyatifi de yerelden alıp merkeze toplamak günümüz demokrasi anlayışıyla, hukuk devleti anlayışıyla bağdaşır bir durum değildir. Bu açıdan, sadece ve tek başına 53 bin muhtarın değil, aynı zamanda beş yıllığına seçtiğimiz belediye meclis üyesinin de, yine beş yıllığına seçtiğimiz il genel meclisinin de biz milletvekillerinin ya da seçilmiş belediye başkanlarının kazandığı haklardan yoksun olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. 53 bine ilaveten, 70 bin civarında, bu seçilmişlerin, her birinin 4 kişilik aileden ibaret olduğunu varsaydığımızda, 600 bini aşkın, 1 milyon civarında nüfusu direkt ilgilendiren bir konu, Meclisin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konudur. Onların, sadece ve tek başına Meclis oturumlarına bağlı kalmış olmaları, inisiyatiften, siyasal faaliyetten, etkinliklerden alıkoyan, caba ve emekten alıkoyan bir ilişkiye de dönüşmüş bulunmaktadır. Karşılığı ve bedeli olmayan bir emeğin sömürü olabileceği gerçeğinden hareketle, seçilmişlerin hak ettiği özlük haklara, siyasal ve sosyal haklara kavuşturulması demokrasinin olmazsa olmazlarından biridir. Sadece dört yılda, beş yılda bir sandığa gitmiş olmak, seçilmek ya da seçmek adına oy kullanmak demokrasi değildir. Bu, olsa olsa demokrasiciliktir, demokrasi oyunudur. Demokrasi, sosyal, siyasal haklar manzumesidir. Demokrasi, özgürlüklerin, adaletin ve eşitliğin hayat bulduğu günümüzün bizatihi yaşam felsefesidir. O açıdan, büyükşehir belediye yasasının tartışma konusu olduğu, önümüzdeki günlerde enine boyuna tartıştığımız ve tartışacağımız bugünü fırsata dönüştürülebilmeliyiz.

Günümüz küresel dünyası yerele ve yerindenliğe önem verir bir noktaya taşınmışken, hizmetin üretilmesi bireye en yakın birim tarafından yürütülmesi bir zaruret durumuna gelmişken, hizmetin üretilmesinde insan odaklı, birey odaklı olması gerekirken, gücün merkezde toplanması yerine tabana demokratik katılımcılığı esas alacak bir tarzda yayılması gerekirken, hizmetin üretilmesi, yürütülmesinde olduğu kadar kaynakların akılcı kullanılmasında da demokratik katılımcı yaklaşımları öne çıkarmamız gerekirken, ha bire dünyanın tersine gidecek bir uygulamayla kendimizi bireyin, kesimin ikbaline ve geleceğine havale eden bir toplum, bir ülke, bir Meclis durumuna getirilmek isteniyor. Buna herkesten önce, halkın iradesi olan Meclisin itirazı yüksek olmalı, güçlü olmalıdır. Hiçbir irade, halk iradesine rağmen onun üzerinde şekillenebilme hakkına ve gücüne sahip değildir. Bu nedenle, biz büyükşehir belediye yasasında da bu konudaki düşüncelerimizi enine boyuna sizlerle paylaşacağız ama bir mağdur kesim, doksan yıldır halka en yakın, ona dokunan, onun sorunlarıyla iç içe olan, acısını paylaşarak hafifleten, mutluluğunu ortaklaşarak güçlü ve zengin kılan muhtarları, belediye ve il genel meclis üyelerini mağdur kılmaya, mağduriyetlerini gidermemeye yönelik bir duyarsızlık Meclisin hakkı değil. Biz, tez elden, bu mağdur kesimin sosyal, siyasal olduğu kadar özlük haklarının da yasal güvenceye tabi tutulması günümüz gelişmişliğinin bir göstergesidir. Her gün övündüğümüz 16’ncı ekonomik güç olma noktasındaki övüncüyle kendimizi öne çıkardığımız Türkiye, zenginliği paylaşamıyorsa, zenginliği adalet ekseninde halka ve tabana dağıtmıyorsa ve hâlâ da halk iradesine bu konuda bir duyarlılık göstermiyorsa bu hepimizin açmazıdır, hepimizin sıkıntılarıdır.

Bu açıdan, biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak muhtarlar ve seçilmiş belediye meclis üyeleri, il genel meclisi üyesi arkadaşlarımız başta olmak üzere, siyaseten hukuk nezdinde muhatap olunacak konumda bulunan herkesin siyasal güvenceye, yasal güvenceye tabi tutulması, bu haklardan faydalanmasının yolunun açılması yanında irade beyanında bulunuyor, bunu desteklediğimizi ifade ediyoruz. Yetinmiyoruz, hizmetin kalitesi, sürdürülebilirliği, hesap verebilirliği, verimliği, adil ve eşitlikçi dağıtımı da ancak yereldeki siyasal organizasyonlar tarafından yerine getirilebilir. Bu siyasal organizasyon köyde muhtarlıktır, ihtiyar heyetidir; ilçede, ilde il genel meclisidir; yerelde, beldede, ilçe ve illerde belediyelerdir. Bunları yetkilendirmek, yetki alanlarını genişletmek, devletin kimi görev ve sorumluluklarını; eğitim gibi, sağlık gibi, çevre ve benzeri kültürel faaliyetler gibi bir kısım yetkilerini devretmek gerekirken her şeyi merkezileştiren süper güçler yaratmak, süper fenomenler yaratmak bizi yarın karşısında duramayacağımız, karşılayamayacağımız ciddi siyasal sorunlarla karşı karşıya bıraktırabilir.

Hâlbuki yine, doksan yıllık cumhuriyet tarihinin açmazlarından biri olan merkez ve kimlik, merkez-din arası çelişkiyi bu paradoksla, bu paradigmayla soruna yaklaşıp çözüme kavuşturduğumuzda, demokratik cumhuriyeti, demokratik ortak vatanı birlikte ortaklaştırdığımızda her şeyin anlamlı ve değerli olmaya başladığını görmüş olur, biz asli işimize dönmüş, bu yönüyle de yasama organı olma faaliyetimizi de gerçekleştirmiş oluruz.

Bu duyarlılıkla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak, başarı dolu yarınlar diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhtarlarımızın sorunlarının araştırılması maksadıyla verilen Meclis araştırma önergesinin lehinde Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşmak üzere söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün itibarıyla yaklaşık 53 bin köy ve mahalle muhtarımız var, 17 bin civarında da emekli muhtarlarımız. Görev yapan, yapmış ihtiyar heyeti üyelerimizin sorunlarına da bu meyanda yer verilmesi lazım geldiğini düşünüyorum. Tüm bunları düşündüğünüzde aileleriyle birlikte aslında birkaç milyonu ilgilendiren bir kesimden bahsediyoruz anlamına gelir ki elbette bu sorunların millet iradesinin tecelli ettiği Mecliste araştırılması, konuşulması gerekir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu hususta verdiğimiz soru önergeleri, Meclis araştırma önergeleri, kanun teklifleri var. Her zaman olduğu gibi, milletimizin hayrına, insanımızın faydasına olacak her girişime de destek vermeye hazırız, destek vermeye devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, muhtarlarımızın sorunlarının bir kısmı şahıslarını ve ailelerini ilgilendiriyor ama önemli bir kısmı da kaliteli hizmet üretilememesi ile alakalı. Muhtar sadece yerel ihtiyaçları karşılayan bir yerel yönetici değil, aynı zamanda merkezî idarenin otoritesinin en ücra köşelere kadar götürülmesi, mevzuatın ülkenin her yerinde uygulanabilmesi ve böylece devletin bütünlüğünün tüm ülke sathında sağlanabilmesi muhtarlarımız ile mümkün olabilir. Devletin sadece Ankara’da değil, Edirne’de de Van’da da olduğunun sembolleridir muhtarlarımız. Bu kadar büyük bir sorumluluğu ifa eden muhtarların yetkileri nedir, imkânları nedir, bunu bir irdelemek lazım. Öyle ya yetkileri kıt, imkânları kıt olan muhtarların ne kadar sorumluluğu olacaktır? Muhtar yöresine nasıl hizmet etmektedir? Milletvekili, belediye başkanı, vali ve kaymakamlar ile iktidar partisinin il, ilçe başkanları ile iyi geçinmek, onların gönlünü hoş tutmak zorunda kalmaktadır.

Ancak değerli milletvekilleri, çağdaş yönetimlerde keyfîlik olmaz, ahbap çavuş ilişkileri olmaz. Çağdaş yönetim, kurallar ve kurumlar manzumesidir. Sorumluluk, yetki alanlarının net bir biçimde öngörülebildiği bir sistemdir. Bu bakımdan onların görev ve yetki alanlarının çizildiği, köy ve mahalle teşkilatlanmasının kurulmasının bir an önce gerçekleştirilmesi gerekiyor, yenilenmesi gerekiyor. 1924 tarihli Köy Kanunu’nu incelediğinizde muhtarların görmesi gereken 37 kalem zorunlu, 32 kalem de ihtiyari işler var. Gelirleri ne? Uygulama imkânı kalmamış salma, imece ve eğer varsa öz gelirleri. Bu kıt imkânlarla bu hizmetlerin altından kalkması zaten mümkün gözükmüyor. Ayrıca bu çalışmaları onların kurduğu birlik, federasyonlar ve konfederasyonlarla birlikte yapmak gerekiyor. Bunun için de Hükûmetin tıpkı Vilayetler Birliği, Belediyeler Birliği gibi Muhtarlar Birliğini de tanıması ve genel bütçeden onların yapacakları faaliyetlere kaynak aktarması gerekiyor. Mahallesinde, köyünde, kamu kurumlarıyla olan ilişkilerinde, kamu hizmetlerinin görülmesinde külfete ortak edilip nimette yok sayılması, ihtiyaç duyulduğunda “Gel muhtar” ama maddi, manevi nimet ve coşkunun paylaşımında “Muhtar da kimmiş?” denilmesi bir başka sorun. Muhtar, el emeğiyle geçinen, kimi zaman çiftçi, kimi zaman esnaf, kimi zaman da sabit ücretli emekli insandır. Siz hiç iş adamı muhtar gördünüz mü kıymetli arkadaşlar? Bu kısıtlılıklarına rağmen köyüne, mahallesine gelen herkesi çoluk çocuğunun nafakası demeden, cebinden ağırlayan, karşılayan da yine kendileri.

Aldıkları ücrete bir bakalım; bugün itibarıyla 429 lira 58 kuruş. En az SGK prim ödemesinin de aylık 320 lira olduğunu unutmayalım. Yine en az muhtarlıktaki İnternet, telefon masrafını da eklerseniz, asgari 100 lirayı bir tarafa ayırmanız gerekiyor. Elektriğe, suya, ısınmaya ne ayıracak? Çocuğunun kursağına gitmek üzere ne harcayacak? İçinizde işinin ehli muhasebeciler, maliyeciler var. Lütfen gelsin, şu hesabı bir tutturuversin.

Anayasa’nın 55’inci maddesi “Ücret emeğin karşılığıdır.” diyor. 18’inci madde ise “Angarya yasaktır.” diyor.

Kimse “Efendim, muhtarlık gönüllü olarak kamu hizmetlerine talip olmaktır.” falan demesin. Sormak lazım öyleyse: Milletvekilliği gönüllü hizmete talip olmak değil midir? Belediye başkanlığı değil midir? Ama bizler, belediye başkanları verdiğimiz hizmetin karşılığını alıyoruz; neden muhtarlara ödenmiyor? Bu anlayış doğru değildir.

Gelin, Milliyetçi Hareket Partisinin hem 2011 seçim beyannamesinde hem de verdiği kanun teklifinde yer alan muhtar maaşlarının ilk etapta en az asgari ücret seviyesine çıkarılması, SGK primlerinin devlet tarafından karşılanması, ihtiyar heyeti azalarına da toplantı başına huzur hakkı ücreti ödenmesi hususuna, önerisine el birliğiyle sahip çıkalım; gelin, bir büyük haksızlığı birlikte giderelim. Madem her hizmetin bir maliyeti vardır, muhtarın verdiği hizmet değil mi kıymetli arkadaşlar?

Bu hizmeti verirken üstlenmek zorunda kaldığı muhtarlığın tefrişi, elektrik, su, ısınma, bilgisayar ve İnternet giderleri neden devletçe karşılanmasın? Bundan daha makul bir öneri olabilir mi?

Silah ruhsatlarının ücretlerinin emekli olduktan sonra fahiş bir biçimde artması, kendi yörelerinde verilen kamu hizmetlerinde görüşlerine itibar edilmemesi, deve mi, kuş mu olduğu bir türlü tanımlanmayan yani memur mu, değil mi, bir türlü karar verilememesi ve yargılanmaları, görevden uzaklaştırmalarında mülki amirin iki dudağı arasında olmaları, bütün bunlar diğer sorunları teşkil ediyor. Gelin, kıymetli arkadaşlar, muhtarlarımızın bu haklı problemlerini çözelim. Ancak değerli milletvekilleri, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma.” misali mahalle muhtarları da tüzel kişilik isterken şu anda Mecliste komisyonda görüşülen büyükşehir yasası ile 16 bin civarında köy de tüzel kişiliğini kaybedip mahalle hâline getiriliyor.

Hafta sonu Muhtarlar Konfederasyonunun Ankara’daki toplantısına İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim Şahin katıldı. Ben de partimi temsilen oradaydım. Yüzlerce muhtarın gözünün içine bakarak “Köyler kaldırılmıyor.” gibi bir cümle sarf etti. “Yalan.” demiyorum nezaketimden ama gerçeği yansıtmıyor. Köy tüzel kişilikleri kaldırılıyor, 16.082 köy. Yine, AKP Hükûmetinin bir hazırlığı daha var, nüfusu 250’nin altındaki köyleri de kaldıracaklar. Âdeta AKP eşittir muhtar düşmanı.

Buradan, hem muhtarlarımıza hem de lağvedilen belde belediye başkanlarımıza sesleniyorum: Birçoğunuz AKP’ye oy verdiniz, oy topladınız. Aslında, maalesef, kendi ayağınıza kurşun sıktınız. Aman, karşı çıkın.

Tüm enaniyet duygularımızı ayaklar altına alarak hiçbir kırılma emaresi göstermeden diyoruz ki: “Dün olduğu gibi, sizin iradenizin, milletimizin iradesinin şekillendirdiği beldenin ve köylerin kaldırılmasına karşıyız ve karşı durmaya devam edeceğiz. Gücümüzün yettiği oranda, hem komisyonlarda hem de Genel Kurulda net bir muhalefet yapacağız. Ancak hem siz seçilmişlerden hem de yörelerinizde yaşayan insanlarımızdan isteğimiz lütfen beldenize ve köyünüze sahip çıkın, lütfen haklı tepkilerinizi demokratik kanallardan AKP’ye iletin. Bunun yapılmasının tam zamanıdır. Gücünü milletinden alan Milliyetçi Hareket Partisi bu değerli girişimlerinizden güç alacaktır, destek bulacaktır. Aksi takdirde, su köprüyü böldükten sonra söylenenlerin, söylenecek olanların hiçbir anlamı olmayacaktır.

Bu düşüncelerle belirtmeliyim ki köy ve mahalle muhtarlarımızın sorunlarını çözmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi girişimlerine devam edecektir. Diğer partilerden gelecek önerilere de destek vereceğiz. Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu Meclis araştırma önergesine de bu düşünceyle kabul yönünde oy kullanacağımızı belirtiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen, Abdulkerim Gök, Şanlıurfa Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ABDULKERİM GÖK (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii ki yerel yönetimler açısından, yerinden yönetim açısından çok önemli hususları tartışıyoruz. Benden önceki çok kıymetli arkadaşlarım gerçekten önemli katkılar sundular. Özellikle belirtmek isterim ki 1970’li yıllarda yerel yönetimlerde istihdam anlayışı söz konusu iken 1980’li yıllarda kısmen istihdam ve beraberinde “yer altı hizmetleri” dediğimiz, “yer altı yapıları” dediğimiz kanalizasyon ve üstyapıda bir anlayış, 1990’lı yıllarda sosyal anlayış ve 2000’li yıllarda artık vizyonel kent kimliğinin tartışılmaya başlandığı kavramları yerel idarelerde görmeye başladık. Tüm bu gelişmelerin, benden önceki konuşmacı arkadaşlarımın çok güzel ifade ettikleri öneriler çerçevesinde, AK PARTİ iktidarlarının döneminde gerçekleşiyor olması bizi mutlu etmektedir.

Sözlerimin hemen başında, Anadolu’da kullanılan bir tabir vardır, bu tabiri ifade ederek açmak istiyorum. “Başkasının sofrasından yiğitlik yapmak kolaydır.” der Anadolu insanı. Muhalefet olmak da, iktidar olmak da böyle bir şey olsa gerek. Bizim soframızda ne var, 2002 öncesindeki kurulan sofrada ne var; o rakamlardan da kısmen bahsetmek istiyorum.

Şu anda, 2002 yılında muhtarlarımız, bizim ürettiğimiz ve… Her an, her dakika siyasetimizde canımız, ciğerimiz olan muhtar arkadaşlarımız, ağabeylerimiz, kardeşlerimizle beraber hizmet üretmeye devam ettik. Burada konuşulanlar, ifade edilenler önemli ancak hatırlatmak isterim ki: 2002 öncesinde muhtar arkadaşlarımız 100 liranın altında maaş alıyorlardı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – BAĞ-KUR primi ne kadardı?

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Bir daha şunu da rahatlıkla hatırlatmak isterim ki: BAĞ-KUR primleri de 15 gündü, biz bunu da 30 güne tamamladık.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Vizyonel yerel yönetimden bahsediyorsun, on sene öncesinden kurtulamamışsın.

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Peki, yeterli mi bunlar? Yeterli değil, yeterli olmadığını biliyoruz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Gel götürelim, beraber götürelim.

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Sayıları 50 binin üzerinde olan muhtar arkadaşlarımıza, onlara biz başka neler üretmeye çalışıyoruz? Biz e-belediyecilik, e-Devlet anlayışı kapsamı içerisinde son derece çağdaş teknolojiyi yakından takip edebilmeleri için dizüstü bilgisayarlar sunduk. Bu da yeterli mi? Bu da değil, yeterli değil; bizim soframız açık, devam ediyoruz sermaye.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yahu, dizüstü bilgisayar 300 lira, şimdi her evde var! Senin övündüğün hizmet bu mu?

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Yani 100 lirayla kapatarak sofrayı tamamlamıyoruz, başkasının, iktidarın sahip olduğu bütçeyi “Şöyle dağıtırım, böyle dağıtırım.” anlayışıyla biz hareket etmiyoruz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Laptopu olmayan ev var mı yahu?

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Biz bu bütçeyi size verdiğimiz zaman, popülist politikalarla vatandaşın bir cebine koyup öbür cebinden de enflasyon olarak almıyoruz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Dağıttığın sosyal yardımları açıkla bakalım popülist olmayan kardeşim!

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Onun için diyoruz ki: Muhtar kardeşlerimiz, arkadaşlarımız bu ülkede bizim için önemlidir.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hocam, muhtarları konuş, muhtarları konuş!

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta)- Dağıttığın sosyal yardımları bir açıkla bakayım!

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu… Sayın Korkmaz, lütfen.

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Türkiye’de 34.405 köy, 18.460 mahalle bulunmaktadır. Artık, ülkelerin değil şehirlerin yarıştığı bir ortamda biz vizyonel kent kimliği denilen olguları tartışıyoruz. Bütün bu olguları ve yeni kavramları AK PARTİ iktidarlarıyla beraber bu ülke tanımaya başladı. Biz, AK PARTİ iktidarları döneminde köylerin içme suyu, parke taşı gibi altyapı sorunlarını muhtarların işlerini kolaylaştırma bağlamında ve insanımıza hizmet noktasında çok ciddi hizmetleri sunduk. Biz muhtarları hiç unutmadık. Özellikle, sosyal güvenlik priminden özlük haklarının iyileştirilmesine, muhtarların imkânlarının artırılmasına, binalarının yenilenmesine ve bilgisayar verilmesine kadar birçok katkı sağladık.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hangi muhtara bilgisayar verdiniz Sayın Gök? Hangi muhtara verdiniz?

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Köy muhtarlarının primlerini 15 günden 30 güne tamamladık.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen, böyle bir usul var mı? Lütfen.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Böyle bir şey yok Sayın Başkan. Hangi muhtara bilgisayar verdin?

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Muhtarlarımıza çok büyük önem vermekteyiz. Onlar bizim gözümüz kulağımız.

BAŞKAN – Sabredin lütfen.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hamaset… Hamaset… Hamaset yapıyorsun.

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Sorunları, istekleri en iyi bilen onlardır. Hükûmet olarak muhtarlarımıza modern sağlıklı muhtar evleri inşa ediyoruz ve yine tüm muhtarlarımıza biraz önce bahsettiğim gelişmelerden özellikle bahsettik.

Peki, yeterli midir? Yeterli değildir. Ben de konuşmamın başında ifade ettim. Benden önceki milletvekili arkadaşlarımın ifadeleri doğrultusunda, şu anda büyükşehir yasasının tartışıldığı, alt komisyona indiği bugünlerde artık gündeme alınmış ve muhtarlarımızın özlük haklarının istendiği, arzulandığı, sizlerin de ifade ettiği, bizlerin de ifade ettiği çerçevede çok önemli bir çalışmayı başlatmış bulunuyorlar.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - 2008’de. beldeleri kaldırırken söz vermiştiniz Meclise.

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – İnşallah, birçok alanda yapmış olduğumuz hizmetleri ve ülkemizde… Özellikle dünyada, gelişmiş Avrupa ülkelerindeki küresel finans krizinin devam ettiği bu süreçte, çok şükür, bu ülkede bir bir  yatırımlar gerçekleşmektedir, açılışlar yapılmaktadır. Onun için diyoruz ki muhtar kardeşlerimiz, ağabeylerimiz, onlar da bizleri çok iyi biliyor.

Hiçbir zaman… Bakınız, eğer biz seçim ekonomisi politikalarını konuşuyor olsaydık, eğer biz uyguluyor olsaydık şu anda buradan başka ifadeleri, başka kavramları kullanacaktık. Seçim ekonomisini hiçbir zaman uygulamadık, popülist politikaları uygulamadık ve uygulamayacağız. Ancak diyoruz ki bu ülkenin kaynakları bellidir, bu ülkenin bütçesi bellidir, bu ülkenin kişi başı gelir dağılımının nereden nereye geldiği bellidir, büyüme bellidir. Onun için, AK PARTİ iktidarları döneminde ekonomik gelişme son derece… Bugün krizle mücadele eden Avrupa ülkelerinin yanında, elhamdülillah, Türkiye büyüme göstergelerini konuşuyor.

Bakınız, çok değil, bundan yetmiş beş-seksen yıl öncesinde “Hasta adam” diye ifade edilen Türkiye, artık hasta adam değil; Avrupa Birliğine üye ülkelerin ne kadar hasta konuma geldiklerini görüyoruz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ölmüş adam, ölmüş! Hasta değil, artık öldü! Öldü, öldü, Allah rahmet eylesin!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Hocam, muhtarlar hasta, muhtarlara gel Hocam! Sayın Gök, muhtarla gel, muhtarlara!

ABDULKERİM GÖK (Devamla) – Biz… Avrupa Birliğine üye ülkelerde, küresel finans kriziyle mücadele eden ülkelerin yanında şu anda ekonomik göstergeler son derece önemlidir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sıfır sorun, sıfır sorun! Ruhuna lillâhil Fatiha!

ABDULKERİM GÖK (Devamla) - Değerli muhtar kardeşlerim, ağabeylerim, hanımefendiler, beyefendiler; sizleri seviyoruz, popülist kavramlar kullanmıyoruz, kullanmak istemiyoruz. Bütçemiz, ülkemiz ekonomik manada güçlendikçe, Sayın Başbakanımız ifade ettiler, hep sizlerin yanında olmaya devam edecekler, sizlerin de özlük haklarını değiştirecek olan iktidarın adresi ve yeri AK PARTİ’dir.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hamaset, hamaset! Karın doyurmuyor! Karın doyurmuyor!

ABDULKERİM GÖK (Devamla) - Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu grup önerisinin kabulü noktasında olmayacağımızı, reddi noktasında olacağımızı ve muhtar kardeşlerimizin özlük haklarının değişiklik adresinin AK PARTİ olacağını belirterek bir kez daha hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunacağım ancak karar yeter sayısı arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

S.NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Arkadaşlar, muhtarların yüzüne nasıl bakacaksınız ya?

BAŞKAN – Katip üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için iki dakika süre veriyorum. Elektronik cihazla oylama yapacağız.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır ve öneri reddedilmiştir.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak'ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007) (Devam)

                                                                                                                        28/9/2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Irak'ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve Türk halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş terörist saldırılar ve açık tehdit devam etmektedir.

Dost ve kardeş Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak'ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve ülkemize yönelik terörist saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla askerî faaliyetlerini başarıyla yürütmekte, siyasi ve diplomatik girişimlerini ve uyarılarını sürdürmektedir.

Türkiye'ye yönelik olarak devam eden terörist saldırılara ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak'ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak'ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarihli ve 903 sayılı Kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 5/10/2011 tarihli ve 1005 sayılı Kararı ile bir yıl uzatılan izin süresinin, 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                                                                Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                                           Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır. İstemi hâlinde Hükûmete açıklayıcı konuşma yapabilmesi için kısa bir süre söz verilir.

Tezkere üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Oktay Vural, İzmir Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aytun Çıray, İzmir Milletvekili; AK PARTİ Grubu adına Emrullah İşler, Ankara Milletvekili; Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz; şahısları adına Muharrem İnce, Yalova Milletvekili ve Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili.

İlk söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, sınır ötesi tezkere hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halkımızın bize temsil hakkı vermesinden bu yana bu Parlamentonun çatısı altında 6’ncı yasama yılımızı karşılamaktayız ve her yasama yılının başında olduğu gibi, Meclis açılışının hemen ardından Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine ilk olarak gelen konulardan birisi yine savaş tezkeresi olmuştur.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, gürültüden dolayı takip edemiyoruz konuşmaları. Genel Kurulu sükûnete davet etmenizi isteyeceğim.

PERVİN BULDAN (Devamla) -  Bu durum, Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından âdeta her yıl tekrarlanan bir rutin hâline gelmiştir. Meclisin, yasama yılı başlarken ilk mesaisini savaş hazırlıkları için harcaması çok hazin bir durum olduğu kadar, Türkiye'nin yakın tarihine bakıldığı zaman, asla anlaşılabilecek, akılla izah edilebilecek bir durum değildir.

1950’den bu yana gelmiş geçmiş nice hükûmetler, yurt dışına asker göndermek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinden tam 32 kez izin aldılar. Bunlardan 27’si, resmî adıyla “Kuzey Irak Federe Bölgesi” olan güneydeki Kürt bölgesine yönelik operasyonlar için alındı. PKK kamplarına ilki 5 Mayıs 1983’te olmak üzere onlarca kez havadan ve karadan askerî harekât düzenlendi. Uluslararası hukuka aykırı olarak kimyasallar ve uluslararası sözleşmelere aykırı silahlar kullanıldı. Binlerce asker ve gerillanın yanı sıra sivil insanlar da bu operasyonlar sırasında öldürüldü. Askerî harekatın düzenlendiği bölgede, ne olduğuna bakılmaksızın, hareket eden her türlü varlık hedef alındı. 17 Ağustos 2011’de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından başlatılan ve günlerce süren hava saldırılarında, aralarında bebeklerin de bulunduğu siviller katledildi. Sivil araçlarıyla seyahat ederken Türk savaş uçakları tarafından bombalanan araçta 7 kişilik bir aile katledildi. Paramparça edilmiş kadın ve çocukların o dehşet veren görüntülerini, bugün bu tezkereyi onaylayacakların hatırlamadıklarını sanmamaktayım. Nitekim Türk Hava Kuvvetleri tarafından hava bombardımanı ile katledilen 35 Roboskili yurttaşımızın katliamı, bir sınır ötesi operasyon vahşetidir ve bu durum Türkiye Büyük Millet Meclisini meşgul etmediği gibi “Bir operasyon kazasıdır, devletimizin canı sağ olsun, komutanlarımıza zeval gelmesin.” hesabı ile sümen altı edilmiştir. On aydır bu katliam ile ilgili soruşturmanın sürüncemeye terk edilmesi de bunun en açık ifadesidir. Bir diğer yandan, bölgede varlık gösteren bütün canlılar ve doğal varlıklar sınır ötesi operasyonların imha hedefi hâline getirilmiştir. Bölge halkının hayvanları dahi telef edilmiştir. Binlerce hektarlık ormanlık alan küle çevrilmiş, bölgedeki yaşam alanları muazzam bir şekilde tahrip edilmiştir.

Peki ya sonuç ne oldu? Tankla, tüfekle binlerce askeri o bölgeye sürüp, bütün bu ölümcül faaliyetlerde bulunuldu da ne oldu? Öldürmekle tükendi mi varlığını kabul etmediğiniz insanlar? Yirmi sekiz yılda, yirmi yedi sınır ötesi operasyonla PKK’yi etkisiz hâle getirebildiniz mi? Kendi ülkenizde ayaklanmış milyonları ikna edebildiniz mi Türk olmaya, mutlu olmaya, devletine duacı olmaya? Yaktınız, yıktınız, işkence ettiniz; olmadı götürdünüz, kaybettiniz. Mahkemelerle zaman harcamadınız, katlettiniz. Cezaevlerini insanı soluksuz bırakacak kadar doldurdunuz. Üniversitelerden medyaya, devletin kurum ve kuruluşlarının inkârcı faaliyetlerinden dinsel istismara kadar her türlü ideolojik aygıtı kullandınız ve kullanmaya da devam etmektesiniz.

Bütün bunların sonucunda huzur geldi mi binlerce yıllık güzelim topraklarımıza? Kan kokusundan başka bir nefes aldırdınız mı yıllardır eziyet ettiğiniz bu toprakların kadim halklarına? Herkesin refah içinde, barış içinde, daha da önemlisi güven içinde yaşadığı bir yurt hâline getirebildiniz mi bu ülkeyi? Maalesef sağlayamadınız. Bunca savaş çığırtkanlığı, yüz yıllık imha, inkâr ve savaş politikaları her zaman olduğu gibi daha fazla, daha fazla kaybettirdi bizlere, halkımıza, hepimize.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılan her şeyin bir sonucu vardır. Peki, yıllardır sürdürülen bu kanlı savaşın, bu sınır içi-sınır dışı operasyonların sonucu ne oldu? Sonuç, koskoca bir trajediden başka hiçbir şey değildir. Hâlâ temel insan haklarını kullanarak yaşayamayan bir halk gerçeği, her geçen gün daha çok diktatörlüğe dönüşen bir devlet yapısı, her gün toprağa verilen körpecik evlatlarımızın ölü bedenleri bu kan siyasetinin sonucu olmuştur.

Savaşın milyar dolarlık maliyeti Türkiye halklarını daha da fakirleştirmiştir. Göçler, sürgünler ve şiddet sarmalı toplumsal çöküntüye neden olmuştur. Çözümsüzlük Filistin-İsrail örneğinde nasıl olağanlaştırıldıysa, Türkiye’de de aynı şekilde, içine saplanılan bir çözümsüzlük ve ölümler olağanlaştırılmıştır. Kaybedilen hayatlar ve onlar için düzenlenen resmî devlet törenleri âdeta gündelik bir mesai hâline gelmiştir. Haber bültenleri, neredeyse her gün yitirilen çocuklarımızın ölüm istatistiklerini vermektedir insan değil de maddi bir zayiattan söz ediliyormuş gibi. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Hükûmet yetkilileri açıklama yapmaktadırlar, “Onlardan şu kadar, bizden bu kadar, bir ay içinde, bir yıl içinde bu kadar ölü var.” diye. Bu kadar kanıksanır oldu ölüm. Gelen onca ölüm haberinden iştahı kaçmayan, uykusu kaçmayan bir ülkede, öle öle yaşar olduk. Yetmedi, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” gibi, devletin kan güden siyasetine destek veren hamaset sloganları ile ölüme bir de güzellik katıldı devletimiz tarafından. Evet, “Şehitler ölmez.” dediler her cenaze töreninde, böyle böyle, binlerce çocuğumuz, basbayağı, en acı şekilde öldü gitti işte, yaşamının en güzel çağında söndürüldü hayatları.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğimiz üzere, Kürt sorunu ile ilgili devletin izlediği kanlı politikalar ile çok kanlı ve acılı bir sürecin startı verildiği yıllardır 1990’lı yıllar. Bu sürecin ne denli hatalar ile dolu olduğu, çok ağır sonuçlar doğurduğu ve Kürt sorununun çözümüne ne kadar büyük mesafe kaybettirdiği, son on yıldır, hemen hemen çoğu kesim tarafından dillendirilmektedir. Nitekim Hükûmet sözcüleri de çoğu zaman bu görüşün tezahürü açıklamalarda bulunmaktadırlar. “Evet, hatalar vardı ama bunların hepsi bizden önceydi.” şeklinde beyanatlarda bulunmaktadırlar fakat ne trajiktir ki, bu dönem itibarıyla bakıyoruz ve şunu görüyoruz ki, 90’lı yılların Kürt sorununda bir başka tezahürünü yaşıyoruz, en ağır şekliyle. Bugün bu tezkerenin görüşmeleri bile bunun bir göstergesidir. O zaman olduğu gibi, şimdi de sınır ötesi operasyonlara aynen devam edilmektedir. Askerî harcamalar o zamandan daha fazla bir boyuta ulaşmış, katbekat artırılmıştır. Sadece bu yıl için güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımları tutarı, ocak-haziran döneminde 732 milyon lira, operasyonların artırıldığı temmuz ayında 473,5 milyon lira, ağustos ayında ise 372,4 milyon lira olarak gerçekleşmiştir.  Örtülü ödenek ile ise sadece ocak ayından bu yana 587,7 milyon lira, operasyonlara hız verilen son iki ayda ise tam 156,5 milyon lira harcanmıştır.

Sonuç olarak buradan şuraya varıyoruz: Düşük yoğunluklu savaş orta yoğunluklu savaşa dönüşmüş, otuz yıldır hiç yapılmadığı kadar savaş harcamalarına ağırlık verilmiştir.

Sadece askerî harcamalar değil, siyasi gözaltı ve tutuklamalarda da otuz yıllık sürecin zirvesi yaşanmaktadır. Darbe dönemi de dâhil olmak üzere hiçbir dönemde AKP Hükûmeti döneminde olduğu kadar hapishaneler doldurulmamıştır. Bu yolla, Kürt siyasal hareketi tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Bugün itibarıyla 10 bin civarında Kürt siyasetçi ve 9 milletvekili tutuklu bulunmaktadır.

Basın, belki de tarihinde hiç olmadığı kadar markaj altındadır ve görülmemiş düzeyde gazeteci parmaklıklar ardına kapatılmıştır. Özgür basının sesi susturulmaya çalışılırken, diğer taraftan, hemen hemen bütün televizyon programları ve diğer yayınlar resmî ideoloji ekseninde sansürlenerek servis edilmektedir.

Bütün bunlar ile beraber toplumsal barışta bozulma meydana gelmiş, ülkenin farklı yerlerinde çeşitli bahaneler ile sürekli linç girişimleri yapılmıştır. Yargısız infazları 90’lı yılların fiili olarak tanımlayan AKP döneminde ise AKP’nin bizzat çıkardığı kanunlar sayesinde bu infazlar artık aleni bir şekilde sokak ortasında yapılmaktadır. Çocuk, genç, ihtiyar, her kesimden insan polis ve asker kurşunu ile ya da gaz bombası ile yaralanmakta ve de öldürülmektedir.

Türk adalet sistemi, 90’lı yılların  DGM’lerini hiç aratmayacak şekilde, özel yetkili mahkemeler aracılığıyla adalet sisteminin belini iyice bükmüştür. Kocaman adalet saraylarının yapıldığı ülkemizde hâlâ adalet sistemi oluşturulamamış, adalet arayışçılarına binlerce adalet mağduru daha eklenmiştir. Hâlâ en insani talepler için tutuklular ölüm orucuna yatmaktadırlar.

12 Eylül 2012 tarihi itibarıyla 7 cezaevinde başlatılan süresiz, dönüşümsüz açlık grevleri, bugün tam 34 cezaevinde 265 tutsağın katılımıyla 29’uncu gününü tamamlamaktadır. Onlarca siyasi tutuklu, PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın Kürt meselesinin çözümünde rolünü oynayabileceği koşullarının sağlanması ve ana dilde eğitimin önündeki tüm engellerin kaldırılması amacıyla bedenlerini ölüme yatırmışlardır. Ne var ki devlet her zamanki tavrında hiçbir değişiklik yapmamakta, bütün bu taleplere karşı her zamanki kayıtsızlığını göstermektedir, ne toplumsal talepleri dikkate almakta ne de yaşatmak için herhangi bir çabanın içerisine girmektedir. Şairin dediği gibi:

“Türkü yine o türkü,

Sazlarda tel değişti.

Yumruk yine o yumruk,

Bir varsa el değişti.”

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sorunun kendisini çözüm olarak ortaya koymak ve bir yöntem olarak benimsemek, Türk devlet aklının hiçbir zaman ders almadığı tarihsel yanılgısı olmuştur. Sonuçta ülke bir çözümsüzlük sarmalına saplanıp kalmıştır. Bunun faturası ise canıyla, kanıyla, malıyla en ağır şekilde halkımıza ödetilmiştir. İşte, bütün bu nedenlerden ötürü Kürtler “…”(x) “Artık yeter!” diyorlar, bu savaş nasıl başladıysa böyle de bitebilir. Savaşmadan, diyalog yoluyla bir çözüm geliştirilebilir, onurlu ve kalıcı bir barış ortamı sağlanabilir; bunun için tamamen tarafların samimi, güven veren adımları atmasına ihtiyaç vardır.

Devletler kendi toprakları üzerinde yaşayan halklarının haklarını gözetip koruyarak sağlam bir yapıya kavuşur ve güç kazanır. Bu noktadan hareket edilerek en doğru adımın atılacağı kanısındayız. Bu sorun, ne asimilasyon ne inkâr ne de silahla çözülemez. İşte, yakın tarihimiz bunun en iyi kanıtıdır. Bugün kalkıp darbe paşalarını, tarihin değme diktatörlerini, faşistlerini dahi geride bırakacak açıklamalar yaparsanız, bu sizin hiç de hayra alamet olmayan niyetinizi belli eder ki bu niyet, bu zihniyet bu ülkeye tam yüz yıl kaybettirmiştir.

Sayın Başbakanın açıklamalarındaki çelişkilerin ve siyasi tutarsızlıklarının ayyuka çıktığı malumumuzdur. Lakin bunları geçtik; biraz vicdan, el insaf demek istiyorum kendisine. Her seferinde “Kürt kardeşlerim” diyorsun sonra da kardeşine “Senin, ana dilinde eğitim yapma hakkın yoktur.” diyorsun. “Bana var fakat sana yok.” diyorsun. İnkâr ediyorsun, reddediyorsun, gasb ediyorsun. Zalimlik değil de ya nedir bu sizin yaptığınız? Hangi düşüncede, hangi dinde, hangi hukukta var sizin bu söylediğiniz? Dinimizde diller ayetten sayılır fakat inkârcılığınızı, kibrinizi öyle bir noktaya taşımışsınız ki, ayete bile saygınızı yitirmişsiniz.

                             

(x) Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

Binyıllardır beraber yaşadığımız bu topraklar üzerinde sana hak olan şey neden bana hak olmaktan çıkmıştır? Türk’ü, Kürt’ten üstün yapan şey nedir? Ancak bir köle efendisinin sahip olduğu haklara sahip olamaz, lakin ne siz efendisiniz ne de bizler bir köleyiz; ne teniniz bizim tenimizden daha üstün ne de diliniz bizim dilimizden daha kıymetlidir. Ana diliniz size ne kadar haksa bize de en az o kadar haktır.

Bugün bin türlü asimilasyon politikalarınız ve yasaklarınız ile yorgun düşmüşse dilimiz, dilimize “Medeni değil.” diyen zihniyetiniz, bu barbarlığı savunan başınız utansın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ezeli beri bu coğrafyada dili ile kültürü ile Kürt olarak yaşamış bir halkın, dilini asla pazarlık konusu yapmayacağını herkes çok iyi bilmelidir. Kimse, Kürtçe seçmeli ders uygulamasının kâfi olduğunu bizlere telkin etmeye yeltenmesin. Bizler doğarken ana dilimizi seçmedik ki eğitim alırken de seçelim. Ana dil seçiliyor mu ki seçmeli ana dil dersi olsun? Korkarım ki bu zihniyet ile yakında hızınızı alamayıp, “seçmeli millet” kavramını ortaya atıp bizlere seçmeli Kürt olma seçeneğini sunacaksınız. “Kürtlere hak tanıma” adı altında dayattıklarınız bu kadar akıl dışı ve komiktir maalesef.

Bizler, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, iki dönemdir bu Parlamentoda, barış siyasetinin gereklerini gücümüz yettiğince yerine getirmeye çalıştık. Bütün yasama faaliyetlerimizi ve söylemlerimizi barışın ve demokrasinin elini güçlendirmek, sesini yükseltmek adına yaptık. Meclisi çözümün yeri olarak gördük. Gerek etnik gerek cins ve gerekse sınıfsal eşitsizliğe kaynak oluşturan yasaların değiştirilmesi için sayısız teklif verdik. Karanlıkta kalan olayların aydınlatılması için, mevcut sorunların araştırılması için bir o kadar araştırma önergesi verdik. Ancak, bugüne kadar bu çalışmalarımızın hiçbirine en ufak bir destek sunulmadı yahut olumlu bir yaklaşım sergilenmedi. Çalışmalarımız ya görmezden gelindi ya da Parlamentonun çoğunluğunun gölgesinde kaldı. Lakin bu mücadelemizi, her şeye rağmen, her zamankinden daha kararlı bir şekilde yürütme azmimizi asla kaybetmedik ve kaybetmeyeceğiz de. Bu bizim, bizleri destekleyen, desteklemeyen bütün Türkiye halklarına karşı tarihsel sorumluluğumuzdur. Bizler, bu ülkenin demokratikleştirilmesi, savaşlara ve acılara son verecek bir çözümün geliştirilmesi için hiçbir mazereti mevzu konusu yapmadık, yapmayız. Çünkü biliyoruz ki mazeret demek daha fazla oyalamak ve daha fazla ertelemek demektir. Bu da daha fazla gözyaşı ve daha fazla ölüm demektir.

Çocuklarımız ölsün istemiyoruz, hiç kimsenin yüreği yansın istemiyoruz. Yaşamını yitiren her gerilla da, her asker de geride bıraktıklarını yakıp gidiyor. Bu nedenle, Başbakanın kime ağlayıp kime ağlamadığı hiç fark etmez çünkü Başbakan anlamasa bile, yaşamını yitiren insan olduktan sonra, geriye kalan acının telafisini yapmak imkânsızdır. Bu nedenle, Sayın Başbakandan, bu ülkenin Başbakanı olarak sadece ama sadece halkına karşı sorumlu davranarak hiçbir gerekçeye mahal vermeden, hiçbir hesaptan çekinmeden adım atmasını ve bu kanlı sürece bir son verecek müzakereleri acilen başlatmasını talep ediyoruz.

Emniyet Müdürünüzün dahi gerisine düşen açıklamalarınız, yüz yıllık inkârı besleyen fetvalarınız, içine girdiğiniz milliyetçilik yarışı, Orta Doğu’da yelken açmaya uğraştığınız savaş serüveni, sizi bu sorumluluktan uzaklaştırdığı gibi bu ülkeyi de bir felakete sürüklemektedir. Mevzu Kürtlerin hakları olunca hemen savaş tezkereleri çıkarmanız zorbalıktan başka bir şey değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

PERVİN BULDAN (Devamla) – Bir başka ülkenin sınırları içerisinde dahi olsa Kürtlerin temel haklarını elde etmesini engellemek için dahi savaş tezkereleri çıkardınız.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, toparlaması için bir dakika süre verin.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Bugünkü savaş tezkeresiyle de askerin ülke sınırları içerisinde kangrenleşmiş bir sorunun kaynağını…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

PERVİN BULDAN (Devamla) – …gidip sınır ötesinde çözeceğini hesap ediyorsanız, alın, yakın tarihi defalarca okuyun. Zira yeni ölümleri getirecek bu tezkerenin vebali burada “Evet.” oyu verecek herkesin boynundadır. Bizlerin asla bu vebalin ortağı olmayacağımızı ve “Ret.” oyu kullanacağımızı belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Tezkere üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Oktay Vural, İzmir Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, bugün burada, 17 Ekim 2007 tarihinde Hükûmete verilmiş olan tezkere yetkisinin uzatılmasına dair görüşlerimizi bildirmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz ediyorum.

Bu tezkere hakkında görüş ve düşüncelerimi ifade etmeden önce bir hususa açıklık getirmek istiyorum: Bugünkü birleşime başlamadan önce müzakerelerin sırası konusunda yapılan tartışma ve değerlendirmelerde, Sayın Genel Başkanımızın Türkiye Büyük Millet Meclisine gelme saati bir sebep olarak ifade edilmiştir. Şunu ifade etmeliyim ki Sayın Grup Başkan Vekilimizin bu konudaki ifadesi bir yanlış anlamadır. Sayın Genel Başkanımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisine geliş saatine göre çalışmaların düzenlenmesi gibi bir talebi olmamıştır. Böyle bir yanlış anlamadan dolayı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinden özür diliyorum.

Sayın Genel Başkanımız ve Milliyetçi Hareket Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına büyük saygı gösteren ve her zaman en üstte gören ve millet iradesini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüksek şahsiyetini ve bu iradenin egemenliğini hep odağında tutan bir siyaset anlayışına sahip olduğunu bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bir konuyu da burada belirtmek istiyorum. Evet, Ankara’da ve yurdun çeşitli yörelerinde, şehit aileleri, gazilerimizin 13 Ekimde Ankara’da “Teröre Karşı Halk” adı altında bir miting düzenleme ve bu mitinge çağrı yazıları ve billboard’ları yer almıştı. Maalesef, bugün bana verilen bir bilgiye göre, bu miting, Ankara Valiliği tarafından iptal edilmiştir ve siyasi iradenin talebi üzerine iptal edilmiştir. Yani bu teröre karşı millet durmayacak da kim duracak? Dolayısıyla, böyle bir millî duruşu temsil eden bu iradenin bu şekilde demokratik hakkının engellenmesini de doğrusu Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak kabul edemeyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Bir an önce, bu konuda demokratik bir şekilde teröre karşı milletin nasıl dimdik ayakta durduğuna ilişkin böyle bir demokratik tepkinin ortaya konulduğu bir mitinge izin verilmesi konusunda Hükûmetin devreye girmesini de bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak geçmişte olduğu gibi her zaman terörle mücadele konusunda hukukun üstünlüğünü ve meşru güçlerini kullanması gerektiğini savunduk ve bu amaca ulaşmasını arzu ettiğimiz bu tezkereyi de 2007 yılından bu yana destekliyoruz. Aslında, 2007 yılına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkaramadığı tezkerenin Milliyetçi Hareket Partisinin 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer almasından sonra çıkarılmış olmasıyla terörle mücadele konusunda bir inisiyatif oluşturma bakımından katkı sağlamış olduğumuza da inanıyoruz.

Tabiatıyla, bu tezkereyi biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Hükûmete veriyoruz ama Hükûmete “Terörle mücadele et.” diye veriyoruz, “Terör örgütüyle müzakere et.” diye vermiyoruz, “Terör örgütünü bertaraf et.” diye veriyoruz, “Terör örgütünü taraf hâline getir.” diye vermiyoruz. O bakımdan, Türkiye Büyük Millet Meclisine Hükûmetin sunduğu gerekçe istikametinde verdiğimiz tezkerenin anlamı ve önemine binaen hareket edilmesini istemek milletin hakkıdır, milletvekillerinin de hakkıdır. O bakımdan, burada verdiğimiz tezkereyle, bu milletin egemenliğini ortadan kaldırmak isteyenlere, güvenliğimizi ortadan kaldırmak isteyenlere karşı egemenliğimizi temsil eden Türk Bayrağı’nın iradesinin orada hâkim olmasını istiyoruz; arzumuz ve isteğimiz budur.

Bu bakımdan, terör sorununa yönelik aldığınız tedbirler istikametinde, Milliyetçi Hareket Partisinin terör sorunu olarak gördüğü bu konu hakkında, 2002 yılında terörle mücadeleyi kazanmış bir Türkiye'nin bugün, 2012 yılında terör örgütünün muhatap alındığı bir Türkiye hâline dönüştüğünü de hep beraber, birlikte görmemiz gerekiyor. Gerçekten, bu tezkereyle, aynı zamanda terörle mücadele konusunda neler yapıldı, neler yapılmadı, bütün bunların da elbette değerlendirmesinin, muhasebesinin yapılması gerekmektedir. Türkiye’yi on yıldan bu yana AKP Hükûmeti yönetmektedir.

Değerli milletvekilleri, aslında ilk yetki 2003 yılında verildi. 2003 yılında verilen yetkiyle -ki orada ifadeleri bulunmuştur- PKK-KADEK militanlarının faaliyetlerine hız verdiği, yeni tertipler içine girdiği ifade ediliyor; Irak’ın etnik temelde parçalanmaya yönelik girişimlerin yoğunluk kazandığı ve bu gelişmeler karşısında caydırıcı olmak için de Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudiyetiyle mümkün olduğu ifade ediliyor.

Şimdi geldiğimiz bu noktada 23 Mart 2003 tarihinde Sayın Başbakanın Newsweek dergisine verdiği bir mülakatta diyor ki: ”Anlaştık, 12 buçuk mil giriyoruz ve bu konuda kimseden izin almaya ihtiyacımız yoktur.” diye ifadelerde bulunurken maalesef Türkiye Cumhuriyeti devleti “Irak’ın kuzeyinde mevcudiyetimizle bu oyunları bozarız.” diyen tezkereye rağmen Irak’ın kuzeyine girmemiştir. Neden, kim tutmuştur? Millet iradesi vardır ama siyasi irade oluşmamıştır. O zaman, sorgulanması gereken, bu süreç içerisinde PKK terör örgütüyle mücadele anlamında hangi stratejiler kimlerin isteğine göre uygulandı ve neden bugünlere kadar geldik? Ve bugün geldiğimiz bu noktada etnik kimlik adı altında parçalanmanın Irak’ta yaşandığı bir ortamı görüyoruz.

Bakın, 2007 yılından itibaren bu tezkerelerin hepsinde yer alan başlangıçtaki 2007 yılında tezkerede şunu söylüyor: “Irak’ın kuzeyinde PKK millî birliğe, güvenliğe, toprak bütünlüğüne saldırıyor ve açık bir tehdittir. Siyasi ve diplomatik girişim ve uyarılarda bulunduk, istenilen sonuçlar alınmadı. Terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevlendirilmesi.”

2007 yılında diyor ki: ”Siyasi ve diplomatik girişimlerden fayda alamadık.” Diyor. “O zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücüne ihtiyacımız var.” diyorlar.”

Peki, 2008 yılında ne diyor? Yine sebepler aynı, yine açık tehdit, yine toprak bütünlüğü, yine terör örgütünün bertaraf edilmesi amaçları var ama orada şunu söylüyor, diyor ki: “Askerî faaliyetler başarılı; siyasi, diplomatik girişim ve uyarılar devam ediyor.” 2008’den bu yana Hükûmetin siyasi ve diplomatik uyarıları devam ediyor, askerler başarılı, terör artıyor.

Şimdi bu tezkere başlı başına Hükûmetin siyasi girişimlerinin ve uyarılarının başarısız olduğunu ortaya koyuyor, tezkere kendisi söylüyor. Devam ediyor, devam ediyor, devam ediyor. Bu tezkerelere bakıldığı zaman, Hükûmetin başarısız bir terörle mücadele anlayışını ortaya koyduğunu göstermektedir. Yani PKK terör örgütünü bertaraf etmek amacıyla, bu tezkereyle izin istiyorsunuz ama söylüyorum: Taraf olduğunuzu nasıl bertaraf edeceksiniz? Bugün taraf oldunuz. Maalesef bir taraftan terörle mücadele adı altında bertaraf etme iradesi ortaya konurken, siyasi irade, siyasi girişimler adı altında terörle müzakere zeminini oluşturmuştur. Bu bir paradoks oluşturduğu için maalesef Türkiye’de terörle mücadelede başarısız bir dönem yaşanmaktadır, işin özü budur.

Bugün geldiğimiz bu noktada, PKK gücünün bugün nasıl ve neden arttığını sorgulamak ve Kandil’de PKK’nın neden bertaraf edilmediğinin hesabının verilmesi gerektiği bir döneme geliyoruz. Bugün, “Vur-kaç taktiğinden, vur-kal taktiğine dönüşen PKK; nasıl taraf hâline dönüştürdük, neden bunlar başımıza geldi?” diye AKP’nin kılavuzlarının düşünmesi gereken bir husustur.

AKP terörle mücadelede bir paradoksun tuzağına düşmüştür. Açık ve nettir. Bu paradoks, terör örgütünü, terörü bir sorun olmaktan ziyade terör örgütünün, terörün kullandığı ve ulaşmak istediği amaçları belirleyerek bunları çözmeye yönelik kök sebeplere inmeyi yani bir siyasal çözüm oluşturma hedef hâline gelmiştir. Bu bir paradokstur. Aslında böyle yapmakla PKK terör örgütünün kök sebeplerine inmek suretiyle bir bakıma terörün bir araç olarak kullanılmasını teşvik eden bir yaklaşım olmuştur. Böylelikle PKK terör örgütü kendilerinin haklı olduğunu ve meşru olduğunu ve kendi amaçlarına ulaşabileceği konusunda cesaretlendiren bir yaklaşım tarzı ortaya konmuştur.

Her bir suçun kök sebebi vardır. Bugün geldiğimiz bu noktada İzmir’de kanserli bir hastanın kendisine yeşil kartın iptal edilmesi üzerine pompalı silahla yaptığı bir eylem neticesinde 16,5 yıl hapis cezası aldı ve Sayın Cumhurbaşkanına affedilmesi için… 6 aylık ömrü vardı ama Sayın Cumhurbaşkanının vakti kalmadı. O yeşil kartı iptal edilenin de sebebi vardı.

Eğer siz terörü ortadan kaldırmak yerine terörün sebeplerine inmeyi hedeflerseniz terör örgütü siyasi amaçlarına ulaşma noktasında cesaretlenir. Bu yönden bakıldığı zaman, terör örgütünün sebeplerine inip bu sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik hareketler nihai amacı olan siyasi hedeflerine odaklanmak için bir imtiyaz oluşturmuştur; böylece teröre meşruiyet alanı, siyasal amaçlar doğrultusunda çözüme kavuşturma meşruiyeti oluşturmuştur ve bugün maalesef AKP bu paradoksun içine düşürülmüştür ve bu yönüyle bakıldığı zaman terörle mücadelede yapılması gereken husus şudur: Terörün sebepleri, terörün Kürt sorunu olduğuna ilişkin ifadelerin hepsini reddetmek ve bunun makul bir ifade tarzı olduğunu ifade edenlere karşı bu ifadeleri de reddetmek ve bunun bir meşruiyet alanı oluşturmayacağını belirtmektir. Böyle bir davranış yerine başka bir davranış terörü azdırır ki nitekim azdırmıştır. Terörist eylemlerin suç olduğu açıktır, cezalandırılmalıdır. Politik diyalog ve müzakere aracı olarak kullanılmamalıdır. Eğer siz, terör örgütüyle müzakere ederseniz silahın bir diyalog ve müzakere aracı olduğunu ortaya koymuş olursunuz. Terörün sebeplerine inerek sözde çözüm arayışı aslında bu terör örgütünü yönetenlerin, bu yöntemi kullanmasını da teşvik eder. O bakımdan, eğer siz, terör örgütünü dize getirmek istiyorsanız terör örgütünü yönetenlerin siyasal amaçlarını meşrulaştırma çabalarından vazgeçmeniz gerekir. Vazgeçmediğiniz sürece terör örgütü size masa kurar, siz de tıpış tıpış Oslo’lara gidip o masalarda çözüm ararsınız ve o masalarda çözüm aradığınız zaman barış için çözüm aradıklarını, terörle mücadele için bir çözüm aradıklarını söyleyenler aslında o masada oturanların nasıl 1,2 milyon euro’ya tanksavar pazarlığı yaparak yakalandığını gördüğü zaman demek ki bir elleri silahta, bir elleri masada olanlarla müzakere ediyorsunuz. Böyle bir tarzda terörle mücadele etmek mümkün değildir.

Bu çerçevede siyasal çözüm arayışı Türkiye'de ve Türkiye dışında iki temel yanlış değerlendirmeye götürmüştür. Türkiye'de, terör örgütünün devletin ve milletin yeniden tanımlanmasına yönelik talepleri meşrulaştırılmış ve değerlendirilmiştir. Ne hazindir ki Türk milletinin millî kimliği, dilimiz, cumhuriyetimizin şekli olmak üzere hepsi devletin ve milletin yeniden tanımlanması gerektiğine ilişkin PKK’nın siyasal amaçları uğruna sahip olduğumuz bütün değerler ayrıştırılmaya çalışılmıştır. İşte bu siyasal amaç, aslında AKP’nin düştüğü ilk yanlış olmuştur. Bu yanlışa düşmesinin de önemli bir sebebi vardır: Adalet ve Kalkınma Partisinin “millet ve devlet” tanımında sahip olduğu siyasal düşünce. Eğer, bir dışişleri bakanı “Milliyetçilik parçalanma getirir.” diyorsa, Öcalan 2007’de “Ulusçuluk, o kadar çatışma o kadar bölünmedir.” diyorsa, eğer Dışişleri Bakanı “Ulus devlet organik yapıları dağıttı, suni kimlikler meydana getirdi.” diyor, Öcalan da 2007’de “Ulus devlet, parçalanma, bölünme getirir.” diyorsa, bugün Türkiye Cumhuriyeti bakanlık makamlarında oturanlar “Ulus devlet fikri yerine uluslararası iş birliği yapan devlet fikri benimsenmelidir.” diyorsa, eğer muhafazakâr demokrat kitapçığında “Etnik gruplara özerklik tanınmalı, makul ölçüde özerklik tanınmalı.” diyorsa, AKP’nin bu paradoksa düşmesinin siyasal bir amacı da vardır.

Bu yönüyle bakıldığı zaman, AKP’nin bu paradoksa düşmesinin bir başka sebebi de askerî vesayettir. Bunu, Sayın Gül, 28 Temmuz 2003 tarihinde Wolfowitz’te yaptığı bir kahvaltılı yemekte açıkça ortaya koymaktadır. “Sivilleşme” adı altında, “askerin güç kazandığı zeminlerin ortadan kaldırılması” adı altında, “terörle mücadelede eski yöntemler” diye güvenlikçi yöntemler yerine siyasal çözüm ön plana getirilmiştir ve bu yönüyle bakıldığı zaman, ikinci adımda Irak’ın kuzeyinde askerî varlığa son vermek, işte bu iki askerî vesayetin kaynağı olarak belirtilen terörle mücadelede bu paradoks hatasına düşmesi, askerî vesayetin kaynağı olarak terörle mücadeleyi görmesi, aynı zamanda Irak’ın kuzeyindeki askerî varlığımızdır. Bu iki hata AKP’nin terörle mücadele yerine terörle müzakere anlayışına ittiğini gayet açık ve net bir şekilde görüyoruz.

İşte bu safhada, 2002 yılında terörist başı İmralı’da hücresinin yolunu bulamayan bir mahkûmdu, bugün Türkiye’ye yol haritası sunacak hâle gelmiştir. Başbakan çözümü terörist başının iki dudağı arasından bekler olmuştur. 2002 yılında gardiyanlarla muhatap olan İmralı canisi şimdi siyasi iradenin muhatabı olmuştur. 2002 yılında “Devlete hizmet etmeye hazırım.” diyen İmralı canisi bugün “Devlet bana nasıl hizmet eder?” noktasına gelmiştir. 2002 yılında yargı Türk milleti adına egemenliğini kullanarak hesap soruyordu, bugün terör örgütü ile Oslo’da pazarlık yapanlar yargıyı terör örgütünün emrine verdiğini gösteriyor. 2002’de “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” deniliyordu, bugün Oslo’da “Şehitler ölür, vatan bölünür.” diyenlerin müzakerecisi vardır. 2002 yılında şehitlerimiz için gözyaşı dökülürdü, bugün teröristler için gözyaşı döken emniyet amirlerinin, bunu insani ve vicdani bulanların yönettiği bir ülke vardır. 2002’de terörle mücadele eden polisimiz, askerimiz gururluydu, komutanları gururluydu; bugün teröristle mücadele edenlerle mücadele edilir bir Türkiye oldu. 2002’de terörist başını getirenler, sorgulayanlar gururluydu; bugün onlar tutuklu. 2002’de her yer PKK için güvensizdi şimdi, her yer PKK için adeta bölge hâline getirildi. 2002 yılında teröristler yalnızca dağdaydı, şimdi şehirlerimizin ortasında bombalar patlatıyor; kaymakamı, öğretmeni kaçırıyor. Dün İmralı canisi terörist başıydı, bugün Genelkurmay Başkanı terörist başı oldu. İşte, aslında bu gelişler AKP’nin terörle mücadele politikasının Türkiye’yi hangi noktaya getirdiğini ortaya koymaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, Türkiye’nin sorununun bir terör sorunu olduğunu ve bu terör sorunuyla mücadele etmek için de politik, askerî, mali ve psikolojik desteklerin kesilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve bu tezkerenin amacının da özellikle askerî destekleri sağlayan Irak’ın kuzeyinde PKK yuvalanmasının bertaraf edilmesi amacıyla kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) – O bakımdan Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tezkereye her zaman olduğu gibi olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aytun Çıray, İzmir Milletvekili.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle ben de gazilerin ve şehit ailelerinin yapacakları yürüyüşün iptal edilmesini kınadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, söz konusu Hükûmet tezkeresi için söz almış bulunuyorum. Amacım, AKP yönetiminin artan terörden nasıl sorumlu olduğunu ve önceki tezkere kararlarını askerlik görevinin bitmesi şeklinde yorumladığını ortaya koymaktır.

Milletimize psikolojik harekât uygulayan bir Başbakanın zorbalık rejiminde bu kürsüde çok açık sözlü olmak zorundayız. Şimdi, bu görev ve sorumluluğu partim adına elimden geldiğince yerine getirmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye çok kötü yönetiliyor. Başbakan, gerçekleri sürekli çarpıtıyor. Suriye’nin “Ben düşürdüm.” diye ilan ettiği uçağımızda 2 şehit vermemize sessiz kalan Sayın Başbakan, isteseydi önleyebileceği elim Akçakale olayı üzerine geçen hafta alelacele savaş tezkeresi getiriyor. O kadar acele getiriyor ki sabaha alıyorlar tezkereyi. Biz “Acaba öğleden sonra savaşacaklar mı?” diye beklerken AKP sözcüleri televizyonlara dağılıp “Biz bu tezkereyi savaş için çıkarmadık.” demeye başlıyorlar.

Değerli arkadaşlar, bu o kadar ileri gitti ki Sayın Başbakan “Blöf yapmıyoruz.” demek zorunda kaldı. Gerçi inandırıcılıklarını kaybettiler ama bu Hükûmetin düştüğü durum yine de bizi üzüyor. Bakın, niçin inandırıcılığınızı kaybettiniz? Çünkü siz Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde süt dökmüş kedi gibiydiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Mavi Marmara olayında 9 vatandaşımız katledildi, hâlâ İsrail’e özür diletemediniz.

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Hadi oradan be!

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - En önemlisi gittikçe yalnızlaşıyorsunuz, yalnızlaştıkça sertleşiyorsunuz Değerli AKP’liler biz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanın bu hâllere düşmesinden hiç memnun olmayız. Keşke Başbakan büyük Türkiye’nin ağırlığını taşıyabilseydi. O zaman caydırıcı olmak için tezkereye gerek kalmazdı. Apo’yu Suriye’den nasıl çıkarttık hatırlasanıza. Zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz Hatay’da “Sabrımız taştı.” dedi. Ardından Kara Kuvvetleri Komutanı Ateş Suriye sınırına gitti. ”PKK’yı himaye etmeye devam ederseniz müdahale ederiz.” dedi. Sonra da 1 Ekimde Meclis açılışında zamanın Cumhurbaşkanı Demirel kararlı ifadelerle “Suriye’ye müdahale ederiz.” dedi. Ertesi sabah Apo’yu kapının dışına koydular. Bu yüzden “Tezkereyi caydırıcı olmak ve acil durumlar için çıkardık.” sözünüz de doğru değildir. Çünkü böyle acil durumlar için zaten Anayasa Cumhurbaşkanına yetki vermektedir.

Peki değerli arkadaşlar bu örneklerden çıkaracağımız sonuç ne biliyor musunuz? Çok üzülerek söylüyorum: Bizim Başbakanın kibrinin arkasında korkuları var, bizim Başbakan korkuyor. Bunu sadece TÜSİAD Başkanı sezmiş olsa sorun yok da, bütün dünya bizim Başbakanın korktuğunu fark etmeye başladı. İşte böyle zamanlarda korkak  ve başarısız siyasetçiler, başarısızlıklarını örtmek için, diktalarını pekiştirmek için, savaşı çare görebilirler. Bakın, Zaman gazetesi yazarı -son karar üzerine- İhsan Dağı ne diyor: “Kimse unutmasın, savaş ve çatışma anlarında toplumu hizaya sokarlar.” Değerli arkadaşlar, bir önceki tezkereye evet diyen herkese sesleniyorum buradan. CHP  Esad’ın yanında yer almadı, almaz ama Esad kadar hukuk tanımaz olan Erdoğan’ın sıfır sorun iddiasıyla başlayıp savaşa varan şahsi davasının yanında da yer almaz Cumhuriyet Halk Partisi. CHP sadece millî davaların arkasında yer alır arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Suriye meselesi Türkiye'nin millî davası değildir; daha önemlisi, mevcut Dışişleri Bakanı yüzünden millî felaketimiz olabilir çünkü Suriye’yi karıştırdığımız yetmedi, şimdi de uçak meselesi yüzünden Rusya’yla bozuşuyoruz üstelik enerjide Türkiye’yi tam göbeğinden Rusya’ya bağlamışken. On yıldır enerji yatırımı yapmadınız bu ülkede, on yıldır. Yarım kalmış Ilısu Barajı’nı bile bitiremediniz. En büyük eseriniz Ağaoğlu İnşaat! Bütün bunlara rağmen Suriye millî davamız olsaydı eğer savaşa en önde gitmeyen namerttir namert, arkadaşlar! (CHP sıralarından alkışlar) Siz savaşmak için millî dava mı arıyorsunuz? İşte, ilk hedefiniz Kıbrıs o zaman. Kıbrıs’ta bizim hakkımız olan gazı paylaşıyorlar, petrolü paylaşıyorlar; çıt çıkaramıyorsunuz çıt! Kıbrıs siyasetiniz Piri Reis gibi Akdeniz’in sularına gömüldü gitti.

Değerli parlamenterler, Sayın Başbakan terörün hiçbir zaman sıfırlanmadığını söyleyerek bizi aptal yerine koymaya çalışıyor. Gerçekte AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de durum şuydu: Muzaffer bir devlet, yenilgiyi kabul etmiş bir terör örgütü, “Devletime ve milletime hizmet etmeye hazırım.” diyen bir Apo. Eğer Türkiye bir müzakere yapacaksa işte o günlerde bu müzakereyi yapmalıydı. PKK’nın mücadele azminin kırıldığı o gün müzakere edip silah bıraktırılmalıydı. Derhâl genel af ilan edilmeli; ardından ekonomik, sosyal ve psikolojik büyük bir hamle başlatılmalıydı. Ne yazık ki bu konjonktürü Türkiye’nin gelmiş geçmiş en başarısız yönetimi kaybetti. Şimdi durum ne? Şimdi durum şu: “Silah bırakırsa biz de operasyon yapmayız.” diyerek âdeta PKK’dan ateşkes talep eden, insanımıza yenilmişlik duygusu aşılayan, ülkemizin bir bölümünde egemenlik devri yapmış âciz bir Başbakan. Durum bu. Evlatlarımız, kimi zaman bu Sayın Başbakanın seçimlerdeki çıkarları, kimi zaman Davutoğlu’nun ideolojik saplantılarından ötürü şehit oluyorlar, olmaya devam ediyorlar. Bu da yetmiyor değerli milletvekilleri, milletimiz, her gelen şehit haberinden sonra AKP propagandistleri tarafından çaresizlik duygusuna sürükleniyorlar. Oslo’daki hakem devletin bölgeyle ilgili tarihsel projeleri, sanki Türk milletinin tarihsel projeleriymiş gibi Türkiye’ye yutturulmaya çalışılıyor.

Peki, bu gelinen noktada çare ne? Çare şu: Duran kanı akıtan, gençlerimizin yaş ekini biçer gibi kurban edilmesine yol açan, milletvekillerinin bile güvenlik içinde özgürce gezebilmelerini sağlayamayan, bir vatandaşımızın aklına diğeriyle ayrışmayı sokan, terör örgütünü siyasallaştırıp meşrulaşmasına katkıda bulunan AKP zihniyetinin iktidardan gitmesi ilk çaredir.

Değerli arkadaşlar, biz CHP olarak, terörle mücadele konusunda başlangıç zemini oluşturacak bir politika önerisinde bulunmuştuk. Başbakan ne yaptı? Kongredeki son şovunda bizi önce birlikte hareket etmeye davet etti, hemen ardından bu defa ucu Atatürk’e kadar uzanan iftiralarına âdeta gözü dönmüş bir şekilde devam etti. Çünkü bu Başbakanın amacı kimseyle iş birliği yapmak değil. Bu Başbakanın amacı suçlarına ortak aramak, suçlarına ortak aramak. Ama Cumhuriyet Halk Partisini bu Başbakan suçlarına ortak edemeyecek. Eğer bu Başbakan samimi olsaydı böyle bir ucuz gösteriyi kongrede yapmazdı. Hâlbuki çok kanlı ve acılarla dolu bir dönemden geçiyoruz; artık şehitleri sayamıyoruz, saymıyoruz. İşte böyle bir süreçte, biz bugün, AKP İktidarının yine uygulayamayacağı bir tezkereyi oylayacağız. Uygulayamayacağı demem boşuna değil çünkü yüce Meclisin verdiği bu yetkiyi AKP Hükûmeti en gerekli durumlarda bile kullanamadı. Sorarım size: PKK yaz boyunca ülkemizi kana bularken, milletimiz tarifsiz acılar yaşarken bile kullanmadıysa Hükûmet bu tezkereyi, ne zaman kullanacaktı?

Bakın, PKK Irak’ın kuzeyiyle komşu bölgemizde hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Değerli milletvekilleri, terör örgütünün bu çapta bir operasyonu yürütmeye cüret edebilmesi için büyük bir lojistik desteğe ihtiyacı vardır. Haritaya bir bakın bakalım, bu desteğin harekât merkezi acaba nerede konuşlandırılmış olabilir? Sağır sultan bile biliyor ki PKK’nın bu lojistik merkezi, Irak’ın kuzeyindeki dağlık bölgelerde. O hâlde ne yapmak gerekir? Bunun cevabını Burdur’da yirmi bir gün askerlik yapmış olanlar bile bilirler ki bu yetkinin kullanılabileceği en uygun zaman ilkbahar aylarıydı. Öyleyse size soruyorum: Geçen ilkbaharda niçin sınır ötesi harekât yapmadınız kardeşim? Niçin yüzden fazla gencimizin şehit olmasına neden oldunuz?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hazirandan bu yana 185…

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Değerli milletvekilleri, artık üç maymunları oynama zamanı geçti. Son dört ayda yüzden fazla evladımızın hayatına mal olan PKK’nın azmasının başta gelen sorumluları Sayın Başbakan ve kendisine olmayan derinlikler vehmeden Dışişleri Bakanıdır. Bu karanlık, kanlı yazıda onların mührü var.

Son zamanlarda, milletimizden zamlarla aldıkları paraları El Kaideli ve Libyalı teröristlere aktarıyorlar yani Suriye’de kanlı savaş oyunları tezgâhlamakla meşguller. Günlerce CNNTürk tarafından Akçakale’den yapılan canlı savaş yayınları, bu kötü niyetli Dışişleri Bakanının, milletimizi bir savaş oldubittisine razı etme operasyonlarından başka bir şey değildir. Şimdi, bana “Bu olan bitende İçişleri Bakanının hiç mi suçu yok?” diyeceksiniz. Arkadaşlar, şaka yapacak kadar zamanım yok, onun için İçişleri Bakanından bu konuşmamda bahsedemeyeceğim.

Değerli milletvekilleri, Başbakan, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde AKP oylarını azaltacak herhangi bir etkiyle karşılaşmamak için MİT’i PKK temsilcileriyle görüşme ve pazarlık yapmak için gönderdi. Bakın, bu görüşmelerin MİT’le yapılan Oslo’daki bu görüşmelerin kaç şehidimizin hayatına mal olduğu bilinmeyen, açık ve ağır bir suçtur. öyle olmasaydı Sayın Başbakan, suçluların telaşı içerisinde MİT Müsteşarını kurtarma yasası çıkarmazdı. Zira, söz konusu taahhütler arasında Anayasa değişiklikleri bulunmaktadır. Yani bir başbakan düşününün ki ayrılıkçı terör örgütüyle Anayasa’mızı bozma, değiştirme ve ortadan kaldırmayı tartıştırmış olsun. Açıkça iddia ediyorum: Bu, bir darbe teşebbüsüdür. Anayasa’ya darbe teşebbüsüdür bu.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – O zaman sizin savunmanız lazım. Darbe olunca siz savunursunuz zaten.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Ve artık bu hâliyle bu iktidar, anayasal meşruiyeti tartışmalı bir iktidardır. Keser dönecek, sap dönecek, bir gün gelecek bu Parlamento çatısı altında başka darbe komisyonları kurulacak, bütün bunların hesabı sorulacak arkadaşlar.

Ne zaman ki seçimler yapıldı, oy kaygısı bitti, MİT yetkilileri geri çağırılıp görüşmeler kesildi. İşte o zaman PKK’nın yöneticileri, görüşmelerin Başbakanın seçim çıkarlarını korumaya yönelik bir stratejisi olduğu kanaatine kapıldılar. Bundan ötürü de hem bunun intikamını almak hem de bu Dışişleri Bakanının Türkiye’yi ağır bir stratejik bataklığa sürükleyen Suriye politikalarından istifade etmek için terörü tırmandırdılar. PKK ile gizli gizli buluşup Anayasa’yı ihlal ederken sonuçlarının nereye varacağını hiç düşünmediniz mi? Hadi vizyonunuz yok, vicdanınız da mı yoktu arkadaşlar?

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin dış politikası, bir devlet adamı, bir diplomat tarafından değil, ulus devletten nefret eden bir toplum mühendisi tarafından, Türkiye’yi var eden, kurucularını inkâr eden nankör bir Dışişleri Bakanı tarafından yönetilmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, terbiye sınırlarını zorlamasın!

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Ne kadar ayıp ya!

AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Öyle ki bu toplum mühendisi…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Terbiye sınırlarını zorlamasın, konuşurken dikkatli konuşsun.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, grubun söz hakkı var. Sayın Bakan konuşacak, sizin de söz isteme hakkınız var sataşmadan dolayı.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Türkiye’nin Bakanına “nankör” diyemez. Nankörlük yapmasın.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Öyle ki Türkiye, tarihinde ilk kez bir Dışişleri Bakanının ağzından Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar kurulacağını öğrendi.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen temiz dile davet edin.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) – Bunda bir mahzur yok da merak ediyorum…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sabahtan beri iftira atıyorsun, nankörlük yapıyorsun.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) – …acaba Dışişleri Bakanın hayalinde padişah tahtında kendisi mi oturuyor, Başbakan mı oturuyor, onu merak ediyorum.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – İşte, senin söylediğin de bu işte, senin söylediğin…

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Sayın Bakan, yüce Meclis sınır ötesi harekât yetkisini size tekrar verecektir. O hâlde, bu ilkbaharda yapmanız gereken tek şey var: Yürüyüp Irak’ın kuzeyine gireceksiniz kardeşim. Girin ki daha çok masum kanı akmasın. Yok, başka angajmanlarınız var, yüreğiniz yetmiyorsa, “Gir.” emrini başkalarından bekliyorsanız, şehitlerin kanında boğulursunuz. Ama geride bıraktığımız yaz aylarının kanlı bilançosuna baktığımızda ortada terörle mücadele filan görmüyorum, olsa olsa terörle mücadele parodisi var. Neden mi?

Değerli arkadaşlar, şimdi bizden Irak’ın kuzeyine girmek için tezkere istiyorsunuz.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Kimse sizden bir şey istemiyor.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Meclisten istiyor, sizden değil.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Irak’ın kuzeyini yöneten kim? 2006’da Başbakanın “Biz, aşiret reisleriyle muhatap olmayız.” dediği kişi yani AKP kongre şovunda insanlarımıza “Türkiye seninle gurur duyuyor.” diye tezahürat ettirdiğiniz Barzani. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Dışişleri Bakanının “Amca Mesut” dediği Barzani ile kişisel ilişkileri onu ilgilendirir ama biz, aşiret devleti değiliz. İlişkilerimizi Irak Merkezî Hükûmetiyle kurmak zorundasınız. Bizim muhatabımız Irak Merkezî Hükûmetidir. Fakat siz öyle yapmadığınız gibi, önce Irak’ın iç işleri olan seçimlerde taraf oldunuz, hatta o kadar ki kendi seçim kampanyanızı yöneten şirketi oraya görevlendirdiniz, gönderdiniz. O da yetmiyormuş gibi Irak Hükûmetinin suçlu kabul ettiği bir siyasinin hamisi kesildiniz. Onlar da şimdi ne yaptılar? Irak’ın kuzeyindeki askerî üslerimizi kapatma kararı aldılar.

Suriye’nin kuzeyindeki yeni konjonktürü ve ortaya çıkan yeni uluslararası hassasiyeti dikkate alacak olursak, bu tezkereyi bu Hükûmet yüzünden çok olumsuz şartlarda çıkartıyoruz. Bunun sonucunda sadece Irak’ın bütünlüğünü sabote etseniz iyi, Türkiye’ninkini de riske ediyorsunuz. Yoksa sizin Irak siyasetinizi de Oslo görüşmelerinde bulunan hakem mi tayin ediyor?

Sayın Bakan, değerli AKP milletvekilleri; şimdi, şu söylediklerimin altını çiziyorum ve dikkatle dinlemenizi rica ediyorum:Türkiye'nin Suriye’nin iç işlerine hiçbir şekilde karışmaması gerekiyor, buna katılıyor musunuz? Şimdi, Başbakan Cidde’de başka bir şey söylüyor, Dışişleri Bakanı Ankara’da başka bir şey söylüyor; buna “reel politika” demezler, deseler deselerdream politika” derler yani “hayal politikası” derler; buna katılıyor musunuz? Başkalarının çizdiği rolü oynarsanız model değil, fotomodel olursunuz; buna katılıyor musunuz? Katılmıyorsunuz öyle mi? O zaman, bu sözlerin sahibi olan, Harun olmaktan bıktığı anlaşılan, Karun olmaya karar vermiş Sayın Kurtulmuş’u neden Genel Başkan Yardımcısı yapıyorsunuz? Alın, okuyun işte, Sayın Kurtulmuş’un sözleri bunlar. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, siyaset bu kadar çok yüzlülüğü kaldırmaz.

Şimdi, son olarak size şunu söylemek isterim, kulaklarınızı açın dinleyin: Bu tezkereyi sakın öncekiler gibi battal hâle getirmeyin. Bugünden itibaren, terörü önleyici stratejiler izleyin. Amerika Birleşik Devletleri Hükûmetiyle çeşitli düzeylerde kararlı müzakereler yürütün. Irak Merkezî Hükûmetiyle muhatap olun çünkü bizim meşru muhatabımız federal hükûmettir.

Değerli arkadaşlar, bu duygularla tezkereye Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumlu oy vereceğimizi duyurur, yüce Türk milleti için hayırlı, uğurlu olmasını temenni ederim.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çıray.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Konuşmacı, bir; Sayın Başbakanımıza konuşmasının sonuna kadar hakaret etti, âciz olduğunu ifade etti; Dışişleri Bakanıyla alay etmeye kalktı kendince. İki…

BAŞKAN – Sayın Elitaş, buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

Yeni bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın AK PARTİ Grup Başkanına ve Dışişleri Bakanına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada konuşan şahıs, başlangıçta bir ifade kullandı, dedi ki…

ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) – “Şahıs” değil, milletvekili!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Burada konuşan zat başlangıçta bir ifade kullandı, dedi ki: “Yenilmişlik, kaybetmişlik veya kendine güvensizlik duygusunda olan insanlar başkalarına bağırırlar, çağırırlar, baştan sona hakaret ederler.” Şimdi dinledim, on dokuz-yirmi dakika konuştu. Bir cümlesinde, akla gelebilecek, akılda kalabilecek zerre kadar fikir kırıntısı yok! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sadece hakaret var.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Oraya niye çıktın o zaman, onu söyle!

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Fikir söyle de duyalım!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Düşündüm, ne diyor bu acaba? Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yüce bir makamda, yüce bir mekânda konuşan bir kişi Türkiye'deki bu vatandaşların izlediği bu konuşmayı… “Acaba milletin karşısında, Türk milletinin karşısında olduğunun farkında mı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin farkında mı, karşısında olduğunu hissediyor mu?” diye düşündüm. Çünkü baştan sona hakaret; “Acziyetle” diye ifade ediyor, “nankör” diye ifade ediyor. Devamlı acziyet içerisinde bulunan, etrafı âcizlerle dolu insan, başkasını da “âciz” olarak görür. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Numan Kurtulmuş yalan mı söylüyor?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi neyi söyledi? Zerre kadar bir şey yok. “Zerre kadar fikir kırıntısı olmayan bir şeyde bu ne yapıyor acaba, kimi eleştiriyor?” dedim, “Herhâlde karşısında bir ayna var, sadece kendisine konuşuyor. Âciz olduğunu anlayabilmek için, nankör olduğunu ifade edebilmek için aynanın karşısına almış kendisini, kendi kendisine bağırıyor.” diye düşündüm.

Bir kere, bizim kongremizde Sayın Barzani’yle ilgili “Türkiye seninle gurur duyuyor.” diye bir ifade kullanılmadı.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – İyi alkışladınız, müthiş alkış yaptınız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başbakanımız, Mısır Devlet Başkanını uğurladıktan sonra salona girerken oradaki gençlerin Sayın Başbakanımıza yaptıkları bir…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Doğru, doğru! Arenadaki rekoru kırdınız orada Barzani’yi alkışlarken!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – … maalesef başka şekilde algıladılar.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, biraz önce burada kullanılan ifade İç Tüzük’ün 67’nci maddesine göre “kaba ve yaralayıcı söz” tanımına girer.

BAŞKAN – Söz hakkınız var, kullandınız efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Başkanlık Divanının gereğini yapmasını rica ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekilini dinledim. Bizim Konuşmacımız Sayın Aytun Çıray’ın konuşmasında, Sayın Başbakana, Dışişleri Bakanına hakaret olduğunu söyledi ama kullandığı, örnek verdiği kelimeler “acz, acziyet ve nankör” kelimeleri. Bunlar, hepinizin bildiği gibi, bir hakaret kelimesi değil…

ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – İade, iade.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - …bir hükûmetin, Başbakanın, Sayın Başbakanın veya Dışişleri Bakanının icraatları nedeniyle eleştiri kelimeleridir. Ben doğrusu “hakaret” deyince acaba atladığım, kaçırdığım bir kelime mi oldu şeklinde dikkat ettim öyle bir şey göremedim ama bir şeyi örnek vermek isterim: Sayın Başbakan, bütün terör örgütü saldırılarından sonra çok şiddetli demeçler verirdi, terör örgütüne karşı, “Onu şiddetle cezalandıracağız.” yönünde demeçler verirdi. En son, 22 Ağustos 2012 tarihinde Sayın Başbakan şöyle bir demeç verdi, Gaziantep’teki terör örgütü saldırısından sonra, 9 vatandaşımız hayatını kaybetmişti ve Sayın Başbakanın cümlesi şuydu: “Bu teröristler, bu saldırıyı gerçekleştirenler…”

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan, bana sadece iki dakika veriyorsunuz…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “…bu zalimler bu dünyada da, ebedî âlemde de bunun cezasını çekeceklerdir.”

BAŞKAN – Siz de söz istediğinizde veriyorum efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yani Sayın Başbakan, bu dünyada örgütün cezasını vermeyi bir kenara bırakıp onların cezasını ahirete havale etmiş durumda. Sayın Aytun Çıray’ınacz” kelimesi yerli yerine oturuyor zannediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Çıray

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan, “Fikir kırıntısı dahi yoktur.” diyerek hakaret ettiğim iddiasıyla kürsüye geldi ve bana hakaretlerde bulundu.

BAŞKAN – Evet, ne hakareti yaptı, ne söyledi?

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – “Fikir kırıntısı dahi olmayan, acz içinde” ve daha ağır laflarla hakaret etti. İzin verirseniz cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çıray

Siz de yeni hakaretler yapmayın Sayın Çıray.

Buyurun.

3.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, burada terbiye sınırlarını aşan bir konuşmayı kendime yakıştıramam ve bugüne kadar hiçbir zaman için yapmadım. Ben sadece sizin “hakaret” diye algıladığınız şeyleri bir durum tespiti olarak söyledim. Eğer, bu durum tespiti sizi rahatsız ediyor, hakaret olarak algılanıyorsa o zaman durumunuzu gözden geçirmek durumundasınız.

Değerli arkadaşlar, bakınız, size şimdi bir şey daha söylemek istiyorum: “İsrail, şimdiki rejimle daha kolay yaşayacağını düşünüyor, Esad’ın gitmesini tercih etmiyor. İsrail’in çıkarı, rejimin bir an önce devrilmesinde olsaydı, şimdiye kadar devirmişlerdi. Başlangıçta Türkiye’ye ‘Haydi’ diyen Amerika, ‘Türkiye’ye oyunbozanlık yaptı.’ denmesin diye tutumunu tümden değiştirmiyor ama Esad’ın gitmesi konusunda Amerika’nın istekliliği kalmadı. Türkiye'nin Suriye’yle ilgili bir B planı yoktur.” Bu sözler Sayın Yaşar Yakış’a ait, sizin Dışişleri Bakanınız. Eğer kendi içinizde dış politikayı bilenleri tercih etseydiniz bugün burada bu duruma partinizi düşürmemiş olurdunuz.

Değerli arkadaşlar, Sayın Kurtulmuş’un sözleri sizi bu kadar rahatsız ettiyse o zaman onu “Türkiye’ye Yeni bir yıldız.” diye niçin sunuyorsunuz? Bu, Türkiye'nin problemi değil, bu, tam aksine Türk siyasetinin bu tür ağır hakaretlerle… Daha önce çok yakın bir tarihte birbirine ağır hakaretlerde bulunan siyasilerin çok kısa zamanda kol kola girmeleri tam aksine Türk siyasetinin itibarını sarsıyor. Eğer bir hakaret arıyorsanız Türk siyasetinin itibarını sarsan olaylardan uzak kalın.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak'ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007) (Devam)

BAŞKAN - Tezkere üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Emrullah İşler, Ankara Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sözlerime başlarken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; PKK’nın Irak’ın kuzeyinden yönelttiği terör tehdidinin engellenmesi ve bu bölgeden ülkemize düzenlediği saldırıların ortadan kaldırılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât ve müdahalelerde bulunabilmesi için Hükûmet tarafından yüce Meclisimize gönderilen tezkere hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Hepinizin bildiği üzere, terör örgütü PKK’nın millî birlik ve bütünlüğümüze yönelik menfur eylemleri sürmektedir. Örgütün ülkemizin çeşitli bölgelerinde güvenlik ve kamu görevlilerimizin yanı sıra, kadın, yaşlı ve çocuk demeksizin tüm vatandaşlarımıza karşı gerçekleştirdiği saldırılarda artış olduğu görülmektedir. Bu hain saldırıların, ülkemizde kapsamlı siyasi reformların hayata geçirildiği bir döneme rast gelmesi, terör örgütünün gerçek yüzünü ve niyetini göstermektedir. Öncelikle örgütün hain saldırıları sonucunda mukaddes vatan toprağını korumak için hayatlarını kaybeden şehitlerimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum. Teröre kurban verdiğimiz tüm şehitlerimizin kederli ailelerine ve milletimize sabır ve başsağlığı dileklerimi yineliyorum. Yine bu vesileyle ülkemizin huzur ve güveni için cesaret ve özveriyle görevlerini sürdüren tüm güvenlik güçlerimize minnettarlığımızı ifade etmek istiyorum.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Diyarbakır Emniyet Müdürüne de minnet duyuyor musun?

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – Sayın milletvekilleri, terörizmin felsefesine baktığımızda asıl amacın terör uygulayanlar dışındaki bütün önerilerin reddedilerek, toplumsal bir öfke ve korku yoluyla yeni bir toplum inşası olduğunu görürüz. Başka bir ifadeyle terör için öldürme, taktiksel, stratejik ve bilinçli bir tercih ürünüdür. Türkiye’nin AB’ye bütün heyecanıyla sahip çıktığı dönem, kuşkusuz 2004’le başladı. Tüm kamuoyu araştırmaları bu sürece en fazla ümit bağlayan ve sevinenlerin Kürt vatandaşlarımız olduğunu defaatle teyit etti.

Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler alanında başlayıp birçok farklı alana yayılacak kazanımların en fazla Kürtleri heyecanlandırması son derece doğaldır. Peki, böyle bir ortamda örgütün içerisinde görüş ayrılıklarına da yol açan “yeniden silahlara sarılalım” aklı, kimin olabilir? PKK terör örgütü, Türkiye’nin gelişmesini, kalkınmasını, güçlenmesini istemeyen iç ve dış mihrakların ülkemize karşı kullandığı bir cinayet şebekesidir. Otuz yıldır karşı karşıya kaldığımız terör belasının bazı dönemlerde şiddetini artırdığını görmekteyiz. Ülkenin geliştiği, kalkındığı ve güçlendiği dönemlerde terörün artmasının bir tesadüf olmadığı bilinmektedir. Şu hâlde terör, güçlü ekonomiyi, güçlü toplumu, ileri demokrasiyi hedef almaktadır.

Bölgesel ve küresel ölçekte etkisi artan Türkiye terörün hedefidir. Dolayısıyla terör örgütü hiçbir şekilde Kürt kardeşlerimizin haklarını savunmamaktadır; eğer savunsaydı ret, inkâr ve asimilasyon politikalarına son veren Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul eden Hükûmetimizi hedef alır mıydı? 46 kez uzatılan OHAL uygulamasını kaldıran Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Bölgedeki faili meçhul cinayetleri sona erdiren Hükûmetimizi hedef alır mıydı? “Bilinmeyen dil” ayıbını ortadan kaldıran Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Yirmi dört saat Kürtçe yayın yapan hem resmî hem de özel TV kanalını hayata geçiren Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Kürtçeyi seçmeli ders olarak müfredata sokan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Üniversitelerde Kürtçe enstitüler ve bölümler açan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Kürt dili ve edebiyatının önemli eserlerini yayımlayan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Bölgeye havaalanları, yollar, hastaneler, okullar, üniversiteler, köprüler, barajlar yapan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Kalkınmada en büyük teşviki bölgeye veren Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Terör örgütü, eğer Kürtlerin hakkını savunsaydı, kundaktaki bebekleri, sokaktaki anneleri, okuldaki çocukları öldürür müydü? Kürtlere hizmet götüren iş adamlarını tehdit eder, iş makinelerini yakar mıydı? Kürtlere hizmet eden öğretmenleri, doktorları, hemşireleri öldürür müydü?

Ardında birtakım mihrakların bulunduğu PKK, istenildiği zaman ülkemize karşı kullanılan bir maşadır. Zenginleşen, güçlenen, büyüyen, demokratikleşen, kültürel haklar ve özgürlükleri önceleyen Türkiye'nin, siyasi ve ekonomik istikrarı tesis ettiği böyle bir dönemde terörün hedefi olması manidardır.

Son on yılda izlediği doğru politikalarla tarihin doğru tarafında yer alan Türkiye'nin, Arap devrimleriyle birlikte önünün bölgede olabildiğince açılması, birilerini ciddi şekilde rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık, terör belasına sarılarak giderilmeye çalışılmış, âdeta Türkiye'ye aba altından sopa gösterilmiştir. Ancak bu mihraklar, Türkiye'nin değiştiğini, güçlendiğini, yönetimdeki asker-sivil ikilemini giderdiğini, bu nedenle devlet kurumları arasında hiçbir zaman olmadığı kadar bir koordinasyonla terörle etkin mücadele yapıldığını atlamışlardır. Bu etkin mücadele sonucu köşeye sıkışan örgüt, geçtiğimiz aylarda ne pahasına olursa olsun bayrak dikme sevdasına kendini kaptırmış ancak güvenlik güçlerimizle girdiği mücadelede, geride yüzlerce ölü bırakmak zorunda kalarak hüsrana uğramış ve gerekli dersi almıştır.

Sahada çaresiz kalan terör örgütü eylem yapamaz hâle gelmiş, şimdilerde caddeleri, dershaneleri ve okulları hedefine almıştır. Böylece örgüt, sivillere yapmış olduğu son saldırılarla Kürt kardeşlerimizin düşmanı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Doğrusu, Kürt kardeşlerimizin despotizme, baskıya ve zulme karşı bölgede esen bahar rüzgârlarından etkilenerek, kendilerine her türlü baskı, şantaj ve tehdit uygulayan, canına, malına ve özgürlüğüne kasteden bu menfur terör örgütüne ve onun mensuplarına karşı bir Kürt baharı başlatmasının zamanı gelmiştir.

Hükûmetimiz terörle mücadelede demokrasi ve güvenlik dengesini titizlikle gözetmektedir. Bir yandan özgürlükler güvence altına alınırken diğer yandan terörle mücadele etkin bir şekilde sürdürülmektedir. Terörle çok boyutlu mücadele yürüten AK PARTİ İktidarı, sorunu nihai çözüme ulaştırabilmek için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün meşru imkân, yöntem ve yolları kullanarak kapsamlı bir strateji uygulamaya devam edecektir.

Hükûmetimize karşı hazırlanan darbe planlarından, ekonomik kriz senaryolarından sonuç alamayanların ellerinde kalan son koz terördür. Hükûmetimiz, varlığını hedef alan terör belasından ülkemizi ebediyen kurtaracak kudret, azim ve kararlılığa sahiptir.

Terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyeti, köklü bir geçmişe ve ortak bağlara sahip olduğumuz bu komşu ülkeyle ikili ilişkilerimize zarar veren yegâne sorundur. Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarında teröristlere eğitim verilmekte, bu bölge, örgütün ülkemize yönelik saldırıları için âdeta bir üs olarak kullanılmakta, ayrıca örgüt, bölgeden lojistik destek sağlamaktadır. Terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığına son verilmesi öncelikli hedeflerimizdendir. Bu hedefe ulaşılması yalnızca ülkemizin güvenliği açısından değil, bölgenin huzur ve istikrarı açısından da zorunludur.

Değerli milletvekilleri, PKK terör örgütüne yönelik olarak diplomatik ve siyasi kulvarda yürütülen mücadelenin yanı sıra örgütün Kuzey Irak’ta melce bulmasına son vermek amacıyla silahlı kuvvetlerimiz sınır ötesi askerî harekâtlar düzenlemektedir.

Yüce Meclisimizin 17 Ekim 2007 tarihinde Hükûmetimize verdiği ve bugüne kadar birer yıl süreyle uzatılan yetki kapsamında icra edilen sınır ötesi harekâtlar, PKK’nın tehdit ve  saldırılarını bertaraf etmek, örgütün hareket serbestisini ve lojistik teminini engellemek ve bu suretle Irak’ın kuzeyini terör örgütünden temizlemeyi amaçlamaktadır. Nitekim, söz konusu harekâtlar, örgütün harekât ve lojistik kapasitesini yıllar içerisinde ciddi ölçüde hasara uğratmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası hukuk uyarınca, her ülkenin, kendi topraklarını terörist unsurlardan arındırması yükümlülüğü bulunmaktadır. Dolayısıyla, tercihe şayan olan,  PKK’nın Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelttiği tehdit ve saldırıların durdurulmasına ilişkin önlemlerin doğrudan Irak makamlarınca alınmasıdır ancak bu önlemler alınmadığı takdirde, ülkemizin, söz konusu terör tehlikesine karşı gerekli gördüğü tedbirlere başvurma hakkının saklı olduğu da herkes tarafından bilinmeli ve kabul edilmelidir.

Bugüne kadar yüce Meclisimiz tarafından birer yıllık sürelerle uzatılan tezkere, Türkiye'nin, söz konusu tedbirleri resen almayı sürdürebilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu noktada vurgulamak istediğim husus, yüce Meclisimize sunulan Hükûmet tezkeresinin tek amacı terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığını yok etmektir. Bizim Irak’a ve topraklarına karşı hiçbir gizli ajandamız olmamıştır. Geçmiş yıllarda terör belasından zarar gören Irak’ın, bizim iyi niyetimizden şüphe duymaması gerekir.

Esasen Türkiye, bu konuda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararları ve uluslararası hukuktan doğan hakları çerçevesinde hareket etmektedir. Dolayısıyla, mücadelemiz siyasi ve hukuki açıdan meşrudur. Esasen, silahlı kuvvetlerimizin söz konusu sınır ötesi harekâtlarında Iraklı sivillere hiçbir şekilde zarar verilmemesine azami özen gösterdiği de herkes tarafından iyi bilinmektedir.

Öte yandan ülkemiz, Irak’ın bağımsızlığını, egemenliğini, siyasi birliğini ve toprak bütünlüğü kuvvetle desteklemekte, güvenlik ve istikrarını gözetmekte, Irak’ı oluşturan etnik, dinî tüm unsurları kucaklayan bir politika benimsemektedir.

Değerli milletvekilleri, toprak bütünlüğünü ve çoğulcu yapısını koruyan, iç huzurunu tesis etmiş, komşularıyla barışık, demokratik ve müreffeh bir Irak, tüm bölgemiz için istikrar ve refah kaynağı olacaktır. Irak’a yönelik politikamızın temel vizyonu da esasen budur. Tüm bölgemizin menfaatine hizmet edecek bu hedefe ulaşmak için gayret göstermekteyiz.

Bu itibarla, Irak’ın güvenlik ve istikrarını olumsuz yönde etkileme istidadı bulunan gelişmelere karşı Iraklı kardeşlerimize zaman zaman dostane uyarılarda bulunmayı borç biliyoruz. Tarafımızdan yapılan açıklamaların, sarf edilen gayretlerin Irak’ta barış ve istikrarın muhafazasına önem atfeden dost bir ülkenin yapıcı tavsiyeleri olarak algılanması gerekmektedir. Kaldı ki terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetinin yok edilmesi, Irak’la ikili ilişkilerimizdeki önemli bir pürüzü de ortadan kaldıracak ve son yıllarda giderek gelişip, çeşitlenen ikili ilişkilerimize ek bir ivme kazandıracaktır.

Irak makamları önümüzdeki dönemde kendi toprakları üzerindeki terörist unsurlarla etkin şekilde mücadele etmeyi başardıkları ve Irak’ın kuzeyini ülkemizin birlik ve beraberliğini hedef alan terör örgütünden arındırabildikleri takdirde, ülkemizin de sınır ötesi operasyonlarda bulunmasına hâliyle ihtiyaç kalmayacaktır. Bu hedefe ulaşmak için çaba sarf etmeyi sürdürmekte kararlıyız.

Değerli milletvekilleri, unutulmamalıdır ki terörle mücadele iktidar, muhalefet, siyaset, medya ve bütün kurum ve kuruluşların ortak sorumluluğuyla yürütülmesi gereken bir süreçtir. Bu mülahazalarla, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hududu, şümulü, miktarı ve zamanı ülkemizce belirlenecek şekilde sınır ötesi müdahalede bulunmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının PKK teröristlerinin yuvalandıkları Kuzey Irak ile mücavir alanlarda görevlendirilmesi için Hükûmetimize verilen izin süresinin, 17 Ekim 2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılması hususunda yüce Meclisimizin değerli üyelerinin, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da desteklerini esirgemeyeceklerini umuyorum.

Değerli milletvekilleri, benden önce yapılan bazı konuşmalarda bizim izlediğimiz dış politikayla ilgili bazı eleştiriler yapıldı. Şimdi, malumunuz, biz Türk dış politikasında son derece şahsiyetli, onurlu, haysiyetli bir politika izliyoruz. Kimseden talimat almayan, dik duran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde “Ret oyu verin.” diye yapılan bütün baskılara rağmen dik durarak, “Dün attığımız imzayı bugün inkar etmeyiz.” diyerek onurla mücadele eden, bir politika yürüten bir Hükûmetiz. Biz Arap Baharı başladığı zaman, Arap devrimleri başladığı zaman ilkeli bir duruş sergiledik. Bu duruş nedir? “Biz zalimlerin yanında, diktatörlerin yanında, despotların yanında yer almayacağız.” dedik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) “Biz mazlum halkların yanında yer alacağız, onların meşru taleplerinin karşılanması için mücadelelerini destekleyeceğiz.” dedik. Bu çizgimizden şaşmadık. Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Yemen’de şaşmadığımız gibi, Suriye olayı da ortaya çıktığı zaman aynı tavrımızı sürdürdük.

Bize yapılan eleştiri şu: Dün dost olduğunuz, kol kola gezdiğiniz insanlarla bugün nasıl düşman oldunuz? Sizlere soruyorum, yüce Meclise soruyorum, vatandaşlarımıza, bizi dinleyen vatandaşlarımıza sesleniyorum: Allah aşkına, biz Beşar Esed’le kol kola olduğumuzda Beşar Esed toplarını halkına karşı mı çevirmişti? Uçaklarıyla şehirlerini, halkını mı bombalıyordu? Dolayısıyla, bizim safımız doğrudur, biz tarihin doğru tarafında yer aldık,  bundan dolayı da hiç kimseye hesap vermek zorunda değiliz ve biz bu almış olduğumuz, takınmış olduğumuz tavırla da onur duyuyoruz.

Bakın, demokratikleşen Arap ülkelerindeki itibarımız son derece yüksektir, Türkiye’nin önü o bölgelerde açılmıştır. Bundan sonra Suriye de aynısı olacaktır ama maalesef, cumhuriyeti kurduğunu iddia eden bir parti, böyle bir millî meselede -maalesef- yanlış tarafta saf tutmuştur ve şimdi, son günlerde günah çıkarırcasına bir değerli milletvekili, Grup Başkan Vekili bu kürsüden dedi ki: “Esed’in canı cehenneme!” Ama neden sonra? On sekiz ay geçti, 30 binin üzerinde insan öldürüldükten sonra.  Bizde bir atasözü vardır: “Bade harâbil Basra” diye. Gelin bu sözü Suriye’ye uyarlayalım, bade harâbil Halep, bade harâbil Şam, bade harâbil  İdlip, bütün bade harâbil Suriye toptan yok edildikten sonra, maalesef mızrak çuvala sığmadıktan sonra bu kürsüden, efendim  Esed’in canı cehenneme!” dendi. Biraz önce konuşan Sayın Milletvekili de “Biz Esed’i desteklemiyoruz, Esed’in yanında yer almadık.” dedi.

Arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak heyet gönderen parti siz değil miydiniz ve bu heyet ne zaman gitmişti? Tarih çok enteresan, Türkiye Cumhuriyeti diplomatik ilişkileri kopardıktan sonra -ağustos ayında oluyor- 5 Eylülde CHP Sayın Loğoğlu’nun Başkanlığında bir heyet gönderiyor. Buyurun, resim: Esed’le hemen yan yanasınız, kol kolasınız, poz veriyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler) Esed’in yanında durmadınız da nerede durdunuz? İşte, fotoğraf karesi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) – Tatil fotoğraflarını da göster!

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – Şimdi, sayın milletvekilleri, bizim izlediğimiz politikaya biz güveniyoruz. Bizim abdestimizden hiç şüphemiz yok, namazımızı da tartışmayız. Ancak, siz yanlış politikalar izlediniz ve bunun acısını bugün artık çekiyorsunuz, onun için şimdi yavaş yavaş farklı ifadelerle -sataşmaya mahal vermemek için başka bir kelime kullanmak istemiyorum- tavır değiştiriyorsunuz.

Bakın, Sayın Milletvekili biraz önce burada “Nankör.” dedi Dışişleri Bakanımıza. Grup Başkan Vekili çıktı “Hakaret değildir.” dedi. E, tabii, Sayın Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı öyle ifadeler kullanıyor ki, benim bu kürsüden o ifadeleri tekrar okumaya terbiyem müsaade etmiyor. Burada öyle bir ifade var ki, o ifadeyi okumaya benim terbiyem müsaade etmiyor ama Sayın Dışişleri Bakanımız hakkında şu ifadeyi kullandı son olarak: “İleri derecede geri zekâlı.” diyor. Allah aşkına, bu seviyeye bir bakar mısınız? Siyasetin seviyesini düşürdüğünüz mertebeye bir bakabilir misiniz?

Siyasetçi topluma önder olmalı; konuşmasıyla, duruşuyla, oturmasıyla kalkmasıyla önder olması lazım. Bir Genel Başkan bu ifadeyi kullanırsa, tabii ki milletvekillerinin de buna benzer ifadeler kullanmasını ben gayet doğal karşılıyorum.

“Efendim, AK PARTİ iktidardan uzaklaştırılmalı.” dedi Sayın Milletvekilimiz. Olabilir, demokrasilerde iktidardan uzaklaşırız ama onun yeri sandıktır. Geçmişte birilerine çok bel bağladınız, bazı iktidarları uzaklaştırdınız ama artık devir değişmiştir arkadaşlar.

“Türkiye seninle gurur duyuyor.” ifadesini oradaki gençler Sayın Başbakanımıza kullanmıştır ama maalesef yine burada tekrar edildi.

HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) – Şehir efsanesi o, şehir!

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – Fakat Sosyalist Enternasyonalde çıkan bildirideki şu ifadeleri okumak istiyorum, bizim aylardır dile getirdiğimiz ifadeler: “Suriye konusunda Sosyalist Enternasyonal günlük olarak gerçekleştirilen katliamları derin bir endişeyle izlemekte, öte yandan Esad rejimi değişimin kaçınılmaz olduğunu kabul etmemektedir. Demokrasi ve insan hakları mücadelesinde Suriye halkının yanında sağlam bir şekilde durmaya devam ediyor ve rejimin zalim eylemlerini kınıyoruz. Tüm taraflara düşmanlıklara son verme ve görüşmelere ön koşulsuz başlama çağrısında bulunuyoruz. Bölge genelinde daha çok insanın acı çekmesine neden olabilecek ve istikrarsızlığı artırabilecek dış kaynaklı bir askerî müdahaleyi desteklemiyoruz. Suriyelilerin yön vereceği bir demokrasiye geçiş sürecini güçlü bir biçimde destekliyoruz.” Allah aşkına, biz zaten aylardır bunları söylüyoruz.

Bir de Sayın Oktay Vural’ın ifadesi oldu, efendim, ülkenin bölünmesinden falan bahsetti. Biz bu yola çıkarken, tek millet, tek devlet, bir bayrak dedik.

ERKAN AKÇAY (Manisa) –  Adı ne bu milletin, bu devletin, bu bayrağın? Adını söyle, adını!

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – Biz bu ülkenin her metrekaresinde varız ama bu ülkenin bazı metrekarelerinde Sivas’ın ötesinde olmayanlar onu kendilerine sorsunlar.

Ben tezkerenin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tek millet.. Milletin adı yok mu?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın konuşmacı partimize yönelik olarak “Cumhuriyeti kurduğunu iddia eden parti” diyerek bir sataşmada bulunmuştur.

BAŞKAN – Bunun arkasından ne söyledi de sataşma oldu? Onu söyledi doğru sonra ne söyledi sataşma oldu?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır efendim, cumhuriyeti kurduğunu iddia eden bir parti diyerek Cumhuriyet Halk Partisini hafife alan, cumhuriyeti kurup kurmadığı konusunda tereddüt yaratan, “Kendisi öyle söylüyor ama bunun gerçekle ilgisi yok.” anlamına gelebilecek bir ifadede bulunuyor efendim. Bu doğrudan doğruya partimizin kurumsal kimliğine bir sataşmadır.

BAŞKAN – Ama bu sataşma değil ki.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Saldırı, sataşma değil, saldırı!

BAŞKAN – Peki.

Buyurun, iki dakika süre veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Irak’a gerektiğinde askerî harekâtta bulunmak üzere Hükûmete yetki verilmesine ilişkin bir tezkereyi konuşuyoruz. Bu tezkerenin gereğinin yerine getirilmeyeceği Hükûmetin bugüne kadarki uygulamalarıyla sabit. Irak Cumhurbaşkanı diyor ki: “Bırak sen buraya asker göndermeyi, buradaki varlığını da al götür.” Hükûmetin buna karşı herhangi bir tepkisi yok. Adalet ve Kalkınma Partisinin kongresinde Barzani alkışlarla karşılanıyor; alkışlarla karşılanabilir, bir konuk tabii, misafirperverlik gereği ama “Türkiye seninle gurur duyuyor.” şeklinde bir tezahüratta bulunuluyor.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Yok öyle bir şey! Hamzaçebi, sana yakışmadı!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Güneş balçıkla sıvanmaz, işin gerçeği budur.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Size yakışmıyor!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bunun sonrasında Sayın Başbakan Barzani’nin yanına kadar giderek kendisini de kutluyor.

Şimdi getirmişsiniz buraya bir tezkere, “Kuzey Irak’a müdahalede bulunacağız...” 2007’den bugüne kadar aldığınız tezkerelerin hangisinin gereğini yerine getirdiniz? Biz cumhuriyeti kurduk, bununla övünüyoruz.

AHMET YENİ (Samsun) – Millet kurdu, millet!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – “Biz” derken millet kurdu, millet kurdu.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Millet kurdu, millet!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Millet kurdu. Bu milletin temsilcisi o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi, o zamanın cumhuriyeti kuran kadroları, Cumhuriyet Halk Partisinin kadrolarıdır. Bu millet kurdu yani Cumhuriyet Halk Partisi kurdu. Biz bununla övünüyoruz. Sizin, anlaşılıyor ki sizin, cumhuriyetle bir probleminiz var. Bunu öyle anlıyorum ben.

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Sizinle var, cumhuriyetle yok!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bunu öyle anlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Esad’a bizim arkadaşlar gitti, onu ziyaret etti dedi konuşmacı. Evet, gitti. Suriye’de hangi sorun var, bunu yerinde tespit için gittik ama biz Esad’la sizin gibi tatil yapmadık, Sayın Başbakan gibi tatil yapmadık. (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, bu tatili Bodrum’da Sayın Başbakan Esad’la yaptı. Buna bir söyleyeceğiniz var mı? Siz, bunları açıklayın.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekilinin, biraz önce benim açıkladığım…

BAŞKAN – Sesiniz duyulmuyor Sayın Elitaş, yükseltin lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – …biraz önce benim kürsüde açıkladığım ve grubumuz adına konuşan arkadaşımızın açıkladığı konuyu tamamen farklı bir şekilde anlatıp Sayın Başbakanın  Esed’i Türkiye’ye davetiyle ilgili konuyu “Misafir etti.” diye çarpıtması hakkında, doğru bilgi verilmesi açısından söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum ve son söz.

5.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerim; bakın, Sayın Başbakan Esed’i Türkiye’ye davet ettiğini inkâr etmiyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Esad, Esad… O zaman “Esad” diyordu, şimdi “Esed” diyor.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Aynı adam değil mi ya?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Esad’ı Türkiye’ye davet ettiğini inkâr etmiyor. Türkiye’ye misafir olarak davet etmiştir, Türkiye’de misafir olarak davet edilen başka bir ülkenin devlet başkanına Türk milletinin ev sahipliği hassasiyeti içerisinde yerinde “Hoş geldiniz.” demiştir.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sonraki aile ziyaretini de söyle.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bunu elli kere anlattık.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hayır, hayır, sonraki aile ziyaretini de söyle, basının yazmadığı.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Yani arif olana bir kere anlatmak gerekir. Elli kere anlat, anlat, anlat, hâlâ anlamamazlık çerçevesinde devam ediyorsunuz gidiyorsunuz. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ama şunu da söyleyeyim: Bakın, Sosyalist Enternasyonalde söylediklerinizle burada söyledikleriniz taban tabana zıt.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Orada hiçbir şey söylemedik. Doğru söylemiyorsun. Yüz defa anlattık. Dün dış işleri sözcülerimiz anlattı sana, yine de basmamış kafan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – İki: Biraz önce BDP Grubu adına konuşan Grup Başkan Vekilinin söylediği, Kürt meselesiyle Filistin meselesini paralel olarak değerlendirdiği ortamda…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yine basmamış kafan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …Sosyalist Enternasyonalde Başkan Yardımcısı seçildiğiniz süreçte, Sayın Kılıçdaroğlu’nun Başkan Yardımcısı olduğu süreçte ne diyor?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yine doğru söylemiyorsun Elitaş, bakan yapmayacaklar seni. Niye doğru söylemiyorsun?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Diyor ki: “Kürt meselesi aynen Filistin meselesi gibidir.”

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Doğru söylemiyorsun. Oslo’yu anlat sen, İran’ı anlat, Esed’i anlat.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “Irak, İran, Türkiye, Suriye ve hatta NATO ve Birleşmiş Milletler bu işe girmeli, hep beraber çözüm bulmalıdır.” Kim diyor bunu? Sosyalist Enternasyonalde kim söylettiriyor? BDP söylettiriyor. Onun altından kalkamıyorsunuz, o yük omuzlarınızda bela duruyor…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sen Oslo’yu anlat, 195 tane şehidi anlat son altı ayda, boş ver bunları. Hayatınız milleti kandırmakla geçiyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …milletin belası üstünüze gelecek ama hâlâ farklı farklı şeyleri, gelip olmayan bir şeyi burada var olmuş gibi ifade etmeye çalışıyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, bu bilgileri paylaşmak istedim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime saat 20.00’ye kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.12


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak'ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007) (Devam)

BAŞKAN - Şimdi söz sırası, şahsı adına ilk konuşmacı olan Yalova Milletvekili ve Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’ye aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasa 92’ye göre Kuzey Irak’a yönelik 8’inci tezkereyi görüşüyoruz, AKP hükûmetlerinin ise on yıldır 23’üncü tezkeresini görüşüyoruz. Bunların içinde Lübnan, Afganistan, Aden Körfezi, Libya, Kuzey Irak ve Suriye var. Bu 23 tezkerenin 21’ine biz de “Evet.” dedik. Sadece 1 Mart 2003’teki, Amerikan askerlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasına “Hayır.” dedik, bir de Suriye tezkeresine “Hayır.” dedik.

Suriye tezkeresi görüşülürken ben konuşmamda tezkeredeki “yabancı ülkeler” ibaresinden yola çıkarak “Siz cihan savaşı bile çıkarabilirsiniz.” demiştim ama AKP Grup Başkan Vekili çıktı, “Sen herhâlde düzgün okumuyorsun, yok böyle bir şey.” dedi. Hemen ardından Sayın Başbakan şu açıklamayı yaptı: “Efendim, biz bu tezkereyle cihan savaşı bile çıkarabilirmişiz. Şimdi o, işin perde arkası. Açılır, açılmaz, onu yeri, zamanı geldiğinde konuşuruz.” E, hanginize inanacağız; Başbakana mı inanacağız, AKP’nin Grup Başkan Vekiline mi inanacağız? (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir de hangi tavrınıza inanacağız? Tezkere çıktı, “Savaşa girecek değiliz.”, “Tezkerenin amacı caydırıcılıktır.”, “Tezkere çıksa da savaş olmayacak.”, “Tezkere kullanılmayacak diye bir şey yok, gerekirse savaşırız, ben bile savaşırım.” Vallaha doğru söylüyor, bence “Gerekirse savaşırım.” değil, Başbakan savaşmalı. Madem 2071’den söz ediyor, madem Alparslan’la kendini kıyaslıyor, mademki Romen Diyojen de Şam’da oturuyor ona göre, madem beyaz kefeni de giymiş Başbakan, o zaman Alparslan giydi beyaz kefeni gereğini yaptı, Yıldırım Beyazıt giydi gereğini yaptı, Başbakan da gereğini yapsın. Yani Atatürk’ün, o sizin beğenmediğiniz İsmet Paşa’nın ömrü cephelerde geçti. Çanakkale’de, Galiçya’da, Dumlupınar’da, Sakarya’da, Afyon’da cephelerde geçti ama onlarla sizin aranızda bir fark var: Atatürk de, İsmet Paşa da o cephelerde emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı savaştılar, siz ise savaşı emperyalistlerin isteği üzerine çıkartmak istiyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Suriye’de ölen insanlar için ağlıyorsunuz -evet, biz de ağlıyoruz- ama peki, Irak’ta 1,5 milyon Müslüman katledildiğinde, onlara yardımcı olmak için neden tezkere çıkarma derdine düştünüz? İşgal kuvvetlerinin memleketlerine sağ salim dönmeler için duayı biz mi ettik, Sayın Başbakan mı etti? 5 canımız öldürüldüğünde alelacele kapalı oturumla tezkere çıkarmayı aklınıza getiriyorsunuz da, Mavi Marmara’da 9 canımız öldürüldüğünde neden tezkere çıkarmıyorsunuz?

Bakın, Mavi Marmara’yla ilgili Başbakanın açıklaması, diyor ki: “Savaş sebebiydi ama Türkiye'nin büyüklüğüne yakışır bir şekilde konuyu diplomasiyle çözdük.” Yani, İsrail’e geldi mi diplomasiyle çözüyorsun, Suriye’ye geldi mi tezkere çıkarıyorsun.

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Sizin açıklamanız neydi o zaman? Siz ne konuşuyorsunuz öyle?

MUHARREM İNCE (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, sizin savaş sebepleriniz çok. Kıbrıs Rum kesiminin petrol aramasını da savaş sebebi saymıştınız, Piri Reis’ten başka bir şeyi ortalıkta görmedik. Şimdi size soruyorum: Orada petrol çıkarılıyor mu, çıkarılmıyor mu?

AKP milletvekili hızını alamamış “Üç saatte Şam’a gireriz.” diyor. 130’la gitse 390 kilometre yapar, 460 kilometre Şam. Otobanda gitse yine Şam’a varamıyor ama o işgali üç saatte yapabiliyor. Şam’da Emevi Camisi’nde namaz kılmaktan söz edenler, Kandil Dağı’nda yaz kampı yapmayı ne zaman konuşacaklar? (CHP sıralarından alkışlar) Suriye sınırında yumruk sıkan Başbakanın Genelkurmay Başkanı, Kandil’e sıra gelince “ABD’nin ikna edilmesi gerekir.” diyor. Genelkurmay Başkanı “ABD’nin ikna edilmesi gerekiyor.” diyor, parti sözcüsü Hüseyin Çelik. “Barzani’nin ikna edilmesi gerekir” diyor, Emevî Camisi’nde namaz kılmayı göze alıyorsunuz, Kandil’de yaz kampı yapmayı göze alamıyorsunuz.

Irakla ilgili 8’inci tezkereyi görüşüyoruz, hiçbirisini kullanamadınız, birini denediniz, onu da yarım bıraktınız. Hangi askerî bilgiyle o tezkereyi yarım bıraktınız ya da hangi dış politik baskıyla geride bıraktınız? Yoksa bilmediğimiz bir beyzbol sopası daha mı gösterildi size? Sorum şu: “Bu tezkere yetkisini geçmişteki yedi tezkere gibi kullanmamazlık mı yapacaksınız? Barzani’yi ikna ettiniz mi, ABD’yi ikna ettiniz mi?” diyorum.

Şimdi, yorumsuz bir bölüm sunacağım size: 26 Temmuz 2011, Kayseri Meydanı: “4 kez PKK’yla bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu, alçakça iftirada bulunanlar bunun hesabını her yerde verecektir.” 19 Eylül 2011: “Biz görüşmüyoruz, devlet görüştü.”; 12/4/2012: “MİT Müsteşarını İmralı’ya da Oslo’ya da gönderen benim.”; 27 Eylül 2012: “Yeni bir Oslo olabilir.” Yetmedi, bir de yardımcısı var, Sayın Arınç var. Referandum öncesi, Turgutlu ilçesinde bir iftar sofrasında konuşuyor, iftar sofrasında! 6 Eylül 2010: “Terör örgütüyle pazarlık yapacak kadar namussuz ve ahlaksızlardan değiliz.” 19 Eylül 2012. NTV televizyonu, Oslo’ya ilişkin değerlendirmesinde: “İslam’da bile karı kocanın arasını bulmak için yalan konuşmak caizdir.”

Sayın Arınç, yalanı kime söylediniz, millete mi yalan söylediniz, Türkiye Büyük Millet Meclisine mi yalan söylediniz, PKK’ya mı yalan söylediniz? Peki, yalanı kim söyledi, devlet mi söyledi, Hükûmet mi söyledi, PKK mı söyledi? Otuz yıldır terörle mücadele ediyoruz, bunun on yılı size ait, üstelik 2002’de terör bitmişti, hâlâ utanmadan sıkılmadan muhalefete: “Önerin ne, projen ne?” diye soruyorsunuz, muhalefeti suçluyorsunuz. Hem beceriksizsiniz hem de kafanız net değil.

Bakınız, terörle mücadele konusunda geçmişte yaptıklarınızı sıralayayım size: Dayanıklı karakol yapacaktık. Sınır kaydırmasına gidecektik. Anlık istihbarat paylaşımı olacaktı. Sınırlarımız BBG evi gibi olacaktı. Özel koordinatör atanacaktı. İnsansız hava araçları devreye girecekti. Kürt açılımı yapacaktık. Demokratik açılım yapacaktık. Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nden söz ettik.

Bakın, 1950’lerde Menderes, rahmetli Menderes şöyle diyor: “Hükûmetlerin başarısı, geçmişteki hükûmetlerin ne yaptığıyla ortaya konmaz, eldeki imkânlarla ne yaptığıyla ölçülür.” Yani gelmiş geçmiş hükûmetlerin elindeki en büyük yetkiler sizindi; Meclis çoğunluğu sizin, Çankaya sizin, Genelkurmay sizin, mahkeme sizin, TÜBİTAK sizin, medya sizin, MİT sizin, özel idareler sizin, belediyeler sizin. Türkiye’de bu kadar yetki hiçbir hükûmette yoktu ama elinize yüzünüze bulaştırdınız, 2002’deki bitmiş olan terörü yeniden hortlattınız.

Değerli arkadaşlarım, dün burada Suriye’yle ilgili 1980’den 2002’ye kadar 13 anlaşma yapıldığını, oysa sizin dönemizde -yirmi iki yılda 13 anlaşma- on yılda 49 anlaşma yaptığınızı anlatmıştım. O anlaşmalardan iki tanesini söylemiştim. Çok ilginç, terörle mücadele konusunda Suriye Hükûmetiyle bir anlaşma yaptınız, sınırların güvenliği konusunda ayrı bir anlaşma yaptınız.

Bakın, bugün çok daha ilginç bir anlaşma buldum; su anlaşması yapmışsınız, su. CHP sözcüsü şu kürsüye gelmiş. Tarihlerini veriyorum: 9 Mart 2011 Genel Kurulda görüşülmesi, Meclis Başkanlığına gelişi 1/10/2010. Biz muhalefet etmişiz. Siz, Esad’cıymışsınız o zaman, Baas’cıymışsınız.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Halkına su verilmez mi? 

MUHARREM İNCE (Devamla) – Siz o zaman Esad’cıymışsınız, tamam mı?

O zaman demişsiniz ki… CHP sözcüsü Hüseyin Pazarcı çıkmış demiş ki: “Bakın, bu anlaşma ulusal çıkarlarımıza aykırıdır. Bu anlaşmayla siz Suriye’ye yılda 1 milyar 250 milyon metreküp su vereceksiniz. Yarın Suriye’yle aramızda bir problem olduğunda bu anlaşma sorun olur, yapmayın.”

Siz diyorsunuz ki: “Olur mu öyle şey? İki nehir, tek havza.” Fırat ve Dicle’yi kastederek. Anlaşma tarihi 23/12/2009. Bu anlaşmada CHP’nin muhalefet şerhi var. Siz o günlerde Baas’cıymışsınız, siz o günlerde Esad’cıymışsınız siz o günlerde -sizi gidi sizi- ne anlaşmalar yapmışsınız da… Bunları size tek tek anlatacağım. (CHP sıralarından alkışlar) Sizin nasıl bir Esad’cı sizin nasıl bir Baas’cı olduğunuzu anlatacağım.

Ama şartlar değişmiş, emperyalist güçler size demiş ki: “Ya boşver Esad’ı, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi, hepsini halledeceğiz. Siz bize yardımcı olacaksınız; biz de size laik cumhuriyeti yıktıracağız, kurumları yıktıracağız,” demiş, böyle bir anlaşma yapmışsınız siz, anlaşma bu. Ya geçmişte dostum dediğinizi ödül aldığınız Kaddafi’yi bombaladınız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM İNCE (Devamla) - …linç edilmesine yardımcı oldunuz, dostum dediğiniz kankanızı şimdi bombalamaya yardımcı oluyorsunuz. Yarın aynısını İran’a yapacaksınız, bundan hiç kuşkum yok. Bir tane değil iki tane değil sürekli çelişki içerisindesiniz.

Sizin nasıl bir Baas’cı olduğunuzu bu kırk dokuz anlaşmayı tek tek okuyarak zamanı geldiğinde bu kürsüden anlatacağım diyorum, hepinize teşekkürler, saygılar sunuyorum (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydın.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Senin imzan yok, Başbakanın imzası var o anlaşmada.

BAŞKAN – Hayır Sayın Aydın, ne istiyorsunuz önce bir meramınızı anlatacaksınız yok öyle.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, bizim emperyalistlerin isteği üzerine savaş çıkarttığımızı söyledi. Bizi Baas’cı olarak niteledi. Hangi birini söyleyeyim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum ama ifade edeceksiniz. Her kürsüye yürüyene söz verdiğimiz takdirde burada hiçbir işlem yapılmaz.

Buyurun.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

6.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Çok teşekkür ederim

Değerli Başkanım, çok değerli arkadaşlar; tabii konuşmacıyı izlerken şöyle biraz da hafızalarımı tazelemek istedim ben, geçmişe doğru da gittim.

Şimdi, o günlerde, geçmişte bu İran’la nükleer müzakereler yaparken Türkiye “Barışçıl yollarla bu iş çözülsün.” diyordu. O gün de Suriye halkından yanaydı –sulh halk içindir- bugün gene Suriye halkından yanayız. O günlerde “Türkiye İran mı olacak?” diyen CHP, Türkiye Malezya mı olacak diyenler, “Türkiye Suriye mi olacak diyenler bugün “Türkiye sırtını Suriye’ye mi döndü?” demeye başladılar.

Yine aynı şekilde İsrail meselesinde, Mavi Marmara meselesinde CHP’nin tutumunu bütün dünya kamuoyu biliyor. 9 şehit vermişiz ve burada çıkıp ana muhalefet İsrail’i, İsrail Başbakanını kınamaktansa ya da onlar için burada laflar esirgeyip de ama kendi ülkesinin Başbakanını…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Siz tezkereyi getirdiniz de desteklemedik mi?

AHMET AYDIN (Devamla) - …gidip Avrupa’ya, Amerika’ya şikâyet eden gene CHP’nin kendisi.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Olmadı, olmadı… Uymadı, uymadı.

AHMET AYDIN (Devamla) - Yine “Terörle mücadele konusunda neredesiniz?” diyor.

Şimdi çok değerli arkadaşlar, Oslo’yla ilgili bir tutanak tutuyorlar. Partinin basın sözcüsü aynı zamanda Oslo metnini gösteriyor. Sözde Oslo metni, böyle bir şeyin olmadığını…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - O da olmadı bu da değil.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Bu da olmadı.

AHMET AYDIN (Devamla) - Gazetelerde böyle bir şeylerin yazıldığını… Olmadığı ifade edildi. “Oslo’yla ilgili görüşmeler olmamalı” diyen… Ama arkasından Genel Başkanı çıkıyor kendisini yalanlıyor, Oslo’yla ilgili görüşmelerin devam etmesi gerektiğini söylüyor. Sayın Başbakanımız şunu söyledi: Değerli arkadaşlar, devlet eğer bu sorunun çözümü için gerekiyorsa… Millî İstihbarat Teşkilatı bunun için vardır. Tam da terörle ilgili önemli meselelerde bu sorunun çözümü konusunda yapılması gereken neyse istihbarat da bunu yapmak zorundaydı.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Ahmet, uymadı bunlar, uymadı.

AHMET AYDIN (Devamla) - Yine, emperyalistlerden bahsediyor. İşte İran gibi birçok meselede Amerika’ya rağmen biz tuttuk barışçıl yollarla, diplomatik yollarla bu işin çözülmesini istiyoruz.

Şimdi ben…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Olmadı Ahmet, olmadı.

AHMET AYDIN (Devamla) - Bir tarafta Suriye halkı bir tarafta Esad yönetimi, safınızı net bir şekilde belirtin.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007) (Devam)

BAŞKAN – Tezkere üzerinde, Hükûmet adına söz isteyen, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe belirlenecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Irak’ın PKK teröristlerinin bulundukları kuzey bölgesiyle mücavir alanlara gönderilmesine ve görevlendirilmesine dair Hükûmet tezkeresinin gerekçelerini açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, ülkemizin birliği ve huzuru için bizler bu ülkede özgürce yaşayalım diye hayatlarını kaybeden şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetlerine sınır ötesi harekât yapma imkânını sağlayan Hükûmet tezkeresine izin Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 Ekim 2007 tarihli, 903 sayılı kararıyla verilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin uzatma kararlarıyla bugüne kadar gelinmiştir. En son 5 Ekim 2011 tarihli ve 1005 sayılı kararıyla yetki bir yıl süreyle uzatılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Irak’ın kuzey bölgesinde bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terör ve açık bir tehditle, maalesef, son otuz yıldır karşı karşıya bulunmaktadır. Terör örgütü, eylemleriyle birliğimizi, kardeşliğimizi hedef almakta ve toplumsal barışı bozmayı hedeflemektedir, Türkiye'nin ekonomisine ve ülkemizin geleceğine de ağır faturalar yüklemek istemektedir.

Görüşmekte olduğumuz tezkere, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hava harekâtı, hava keşif uçuşu, topçu ateşi ve kara harekâtı tarzında bugüne kadar kullanılmıştır. Tezkerenin tek hedefi PKK terör örgütüdür. Iraklı kardeşlerimize zarar vermek hedefi söz konusu değildir. Esasen, şimdiye kadar yürütülen sınır ötesi askerî harekâtlarımızda, Iraklı sivillere zarar verilmemesine ve sivil yerleşim birimlerinin hasara uğratılmamasına, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından azami özen gösterilmiştir.

Değerli milletvekilleri, terör, milletimizin ortak sorunudur. Terörle mücadelede elde edeceğimiz başarı, milletimizin ortak başarısı olacaktır. Demokrasimizi güçlendirmek amacıyla uygulayacağımız çok boyutlu ve kapsamlı tedbirler içeren bu süreç içerisinde, lüzumu hâlinde ve caydırıcılık çerçevesinde askerî önlemler alınması, terörle mücadelemizdeki bütüncül yaklaşımı tamamlayacaktır. Nihai hedefimiz, bu tür tezkerelere artık bir daha hiç ihtiyaç duymayacağımız, sürdürülebilir bir güvenlik ortamının tesisidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör örgütü yandaşları bugün kendilerine konjonktürel bir fırsat doğduğunu zannetmekte, devletin şefkatini, suçsuz insanların  korunması konusundaki azami özenini bir zafiyet olarak görmekte, zorla bazı şeyleri kabul ettirebileceklerini sanmaktadırlar. Türkiye’yi terörle mücadele kararından vazgeçireceklerini, ülkenin bölünmez bütünlüğüne zarar vereceklerini düşünenler bunun bir hayal olduğunu er geç anlayacaklardır. Gönül arzu eder ki geç olmasın. Ülkesine, milletine, ailesine ihanet edenlerin abad olmadığını tarihe bakanlar görecektir.

Türkiye, terörle mücadelesini, vatandaşlarının hakkını, temel hak ve özgürlüklerini koruyarak, demokrasi ve hukuk içerisinde sürdürecektir. Demokratik toplumun ve uluslararası hukukun her türlü nimetini kullanan, fakat külfetini hiçe sayanlara karşı da birlik olmamız gerekir.

Gerek bölgemiz gerekse Türkiye bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu süreç sonunda, ülkesi kalkınmış, milleti barış içinde, zengin, özgürlükleri boş bir çerçeve olmaktan çıkarıp yaşayan, bu ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyan, yarınından kaygısı olmayan insanların oluşturduğu bir ülkeyi hedefliyoruz. Barışı, zenginliği ve huzuru sadece kendimiz için değil, bölgemiz ve tüm insanlık için de istiyoruz. Bunun önündeki engellerden biri de bugün karşılaştığımız terördür. Terör, bir anda ortaya çıkmadığı gibi bugünden yarına hemen ortadan kalkacak bir sorun da değildir. Terör, bir sonuçtu, önce onun zemini oluştu, o zemin üstünde terör örgütü ortam buldu. Terörün ortadan kalkması da birdenbire olmayacaktır, önce onun zeminini yok etmek lazım. Terör örgütü, bazı dış güçlerin Türkiye’ye karşı yürüttükleri örtülü operasyonların taşeronluğunu da yapmaktadır. O güçler, böyle ucuz bir taşeronu, yerine yenisini koymadıkça, daha etkilisini bulmadıkça ellerinden çıkarmak da istemezler.

Bu gerçeklerin yanında, terörle de, teröristle de mücadele etmek gerekir. Biz, bir yandan hukuka bağlı insan hak ve hürriyetlerini öne alan bir anlayışla, diğer yandan da haktan, hukuktan anlayamayana hak ettiği cevabı verecek kararlılıkla bu mücadeleyi tüm milletimizle birlikte sürdürüyoruz. Bu mücadele bir bütündür, onun içinde güvenlik de var insan hakları da var. Biz, doğru seçeneğin hem güvenlik hem insan hakları olduğunu düşünüyoruz.

İşte, bugün, burada, terörle mücadelemizin bir ayağı olan Irak tezkeresinin süresinin bir yıl daha uzatılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisinden talep ediyoruz. Türkiye olarak Irak politikamızın hangi esaslar üzerine kurulduğu, hangi ilkeler çerçevesinde şekillendiği, nasıl bir seyir izlendiği bilinmektedir. Irak politikamızı şekillendiren üç temel prensip var: Birincisi, uluslararası hukuka saygı; ikincisi, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve güvenliğinin sağlanması; üçüncüsü, kendi millî menfaatlerimizin, toprak bütünlüğümüzün korunması ve halkımızın güvenliğinin sağlanması.

Bu ilkeler çerçevesinde konuya bakmak gerekirse, Türkiye olarak bizim uluslararası hukuka saygı konusundaki hassasiyetimiz kesindir, kararlılıkla korunmaktadır ve bu bütün komşularımızca da bilinmektedir.

Irak’ın toprak bütünlüğüne ve güvenliğinin sağlanmasına gelince, bu konuda bizim ülke olarak elimizden gelen her çabayı sarf ettiğimizi herkes bilir. Irak birçok acılar yaşamış bir ülke, yaşadığı açılarda Türkiye daima Irak halkının yanında olmuştur. İran-Irak savaşında birçok ülke savaş devam etsin diye iki taraftan birine yardım ederken biz, kardeş ülkelerin birbirleri ile savaşmaması gerektiğini söyledik, savaşın sürmesine destek vermedik. 1991 yılında, Körfez Savaşı esnasında kimyasal silah saldırısına müteakiben Saddam’ın ordularından kaçan yarım milyon Kuzey Irak’lı Kürt insanına Türkiye olarak kucak açtık, onlarla ekmeğimizi paylaştık, bu süreçte Irak halkının zarar görmemesi için gayret gösterdik, Irak’taki etnik gruplara da “Ayrılıkçı tavır sergilememeleri yönünde” tavsiyelerimiz oldu.

Bizim, Irak halkıyla da Kuzey Irak’taki Kürt halkıyla da hiçbir sorunumuz yoktur. Kuzey Irak’ta gerçek bir güvenliğin sağlanması da bizim samimi temennimizdir. İsteriz ki orada da huzur, barış ve güvenlik hâkim olsun, terörist üreten yapılara izin vermeyen bir devlet otoritesi bulunsun. Peki, bu sağlanabilmiş midir? Kuzey Irak’ta özerk bölgesel yönetim dahi tam anlamıyla bir devlet otoritesi kuramamıştır. Ne yazık ki, ne Irak merkezi yönetiminin ne de Bölgesel Kuzey Irak yönetiminin böyle bir iddiası yok. Şayet, Irak’ta gerçek ve tam bir devlet otoritesi olsa, uluslararası hukukun ve iyi komşuluk ilişkilerinin bir gereği olarak, ülkemize yönelik terör faaliyetlerini durdurması, önlemesi gerekir ama bu konuda yetersiz olduklarını söyleyen bizzat kendileri.

İşte bu nokta da Irak politikamızın bizim kendi toprak bütünlüğümüzü ve güvenliğimizi ilgilendiren boyutunu oluşturmakta. Keşke, Irak’ın bir parçası olan Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi kendi topraklarında bize yönelen tehdidi dostluğa, kardeşliğe yakışır bir şekilde engellemiş olsa ama bu yok. Bu durumda bizim kendimizi korumamız, haklarımızı çiğnetmememiz… Halkımızı teröristlerin saldırısından korumak sadece hakkımız değil, aynı zamanda sorumluluğumuzdur; devlet olmak da budur.

Eğer Kuzey Irak’ta, Kandil Dağı’nda bir terör ocağı kurulmuşsa ve oradan birileri gelip benim vatandaşımın güvenliğini, canını, malını hiçe sayıyorsa, ülkede terör ve kargaşa ortamı oluşturmak istiyorsa bu tezkere de olacaktır. Bu, bir savaş değil, barışı temin etme tezkeresidir.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - On senedir ne yapıyorsunuz Sayın Bakan, on senedir? Sekiz senedir tezkere var, on senedir terör var. Hazirandan bu yana 185 asker ölmüş, şehit olmuş.  Ne yapıyorsunuz siz o zaman?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Biz mi iktidarız?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bu bizim dönemimizde kimseyi Türk olmaya zorlamadık. Herkesin dini kendine -bizim inancımızda vardır “Leküm diniküm veliyedinKâfirun suresinde- herkesin dili de kendine.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Tabii!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – İnkâr da asimilasyon da bu dönemde sona erdi. Teröre mazeret aranmaz. Masum öldürmeye de gerekçe aranmaz. Teröre mazeret arayanların minareye kılıf arama söylemleridir, eylemleridir. Biz birlikte bu ülkenin eşit vatandaşlarıyız. Şehitlerin ölmediğini biz değil, bize inancımız söyler. Bakara suresi 154; ancak sizler bilmezsiniz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Allah Allah!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bunu da yine ayetin devamında söyler.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Ne demek yani?

OKTAY VURAL (İzmir)- “Siz bilmezsiniz” derken kime söylüyorsun?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ayetin devamında söyler…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Çocuklarınızı bir gönderin oraya.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – “Allah’ın özgür olarak yarattığını kimse köle yapamaz. “Ülkemizde köle yoktur. Bu millet ne köle oldu ne de köle edindi. Biz inanıyoruz ki “Arap’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürt’e,/ Acemin Çinliye üstünlüğü mü varmış, nerede?/ Küfrolur, başka değil, kavmini sürmek ileri.”/ Fikrî kavmiyeti telin ediyor Peygamber.” Bizim inancımız bu, başkası yalan; bunun dışındaki anlayışlar bize göre cahiliye. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bravo! Bravo!

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, tezkereyle ilgili bir şey söyleyin.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aşık Veysel’in güzel bir sözü var: “Kürt’ü, Türk’ü ve Çerkez’i,/Hep âdemin oğlu kızı./Beraberce şehit, gazi./Yanlış var mı ve neresi?”

Malazgirt’te, Çanakkale’de, İstiklal Savaşı’nda beraber olan, beraber şehit, beraber gazi olanların birinin diğerine bir üstünlüğü söz konusu yoktur.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Bakan, o zaman neden inkâr ediyorsunuz?

Sayın Bakan, Kürtleri neden inkâr ediyorsunuz o zaman? Dilini, kimliğini inkâr ediyorsunuz.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Muhterem Başkanım, değerli milletvekilleri; demokratikleşme yolunda atılan adımların terör örgütünün amacını Hak ve halk olmadığını ve teröristlerin kendi gelecekleri olduğu göstermiş olması önemli bir sonuçtur. Bu devlet bir ırka dayanmaz; ortak bir tarihi paylaşanların, ortak bir geleceği birlikte paylaşmak isteyenlerin oluşturduğu bir devlettir. Herkese bu çatı altında yer var. Her yerin PKK için güvenli olduğunu söyleyenler “PKK Hakkâri’de 400 kilometreyi kontrol ediyor.” diyenlerle aynı bakış açısını paylaşmıyor mu? En doğru kararı aziz milletimiz verecektir. Bu milletin zerre kadar hakkına zarar verecek bir çalışma bu Hükûmetten gelmez.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen git Oslo’yu açıkla bakalım.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Bunu en iyi bu milletimiz takdir eder.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen git terörist için ağlayan emniyet müdürüyle ilgili konuş.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Akçakale bombalanır “Suriye’nin Beşar Esad’ın yaptığını nereden biliyorsunuz?” diyenler, uluslararası sularda Suriye tarafından uçağımız düşürüldüğünde “Uçak nasıl düşürüldü bilmiyoruz?” diyenler.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Hadi açıkla o zaman, Millî Savunma Bakanısın, açıkla, hadi açıkla.

BAŞKAN – Sayın Akar lütfen, Sayın Akar!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Esad halkını, Esad’ı savundukları kadar bu Türk milletini savunsalar bu milletten çok daha fazla destek alırlar. (AK PARTİ sıralarında alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – İmralı’yı muhatap alanlar terörle mücadele edemez, senin gibi zihniyettir o.

BAŞKAN – Sayın Vural…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, Afyon’daki 25 askerin hesabını bir ver orada.

OKTAY VURAL (İzmir) – “Açılım” diye terörü bitireceğiz dedin, daha geçen gün Sivas’ta dedin “Açılımla maçılımla bitmez.” diye. Milleti kandırıyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Vural…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, Diyanet İşleri Başkanı mısın sen, Millî Savunma Bakanı mısın?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Biz Esad’ı destekledik halkını bombalayıncaya kadar, siz Esad’ı halkını bombaladıktan sonra desteklediniz. (AK PARTİ sıralarında alkışlar)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bırak, bırak…

MİLLİ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Ülkenin hiçbir yerinde egemenlik devri yapılmamıştır ve yapılmaz da; hiçbir makul, sağduyulu kimse, bunu söyleyemez. Bu ağız, bölücü terör örgütünün ağzıdır.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Akşam da uçakta pil yakalamıştınız, pil.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Çözüm olsun diye Sayın Başbakana gelen siz, Komisyon oluşturalım denildiğinde “erken” diyen siz; siz ne dediğinizi de ne istediğinizi de bilmiyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar.)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Dışişleri Bakanımızla ilgili birçok gereksiz, lüzumsuz sözler söylendi. Tabii, altının kıymetini sarraf bilir. Dışişleri Bakanının nasıl bir altın olduğunu gidin Konyalıya sorun. Yüzde 70 oyla, 808 bin 274 oyla Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderen Konyalılar Ahmet Davutoğlu’nun nasıl bir altın olduğunu bilir…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Konya’ya Belediye Başkanı yapalım Sayın Bakan.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan seni Diyanet işleri Başkanı, Ahmet Davutoğlu’nu belediye başkanı yapalım.

 MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - …ve Ahmet Davutoğlu’nun aklının zekâtını kime verse ömür boyu içinde bulundukları topluluklar içinde başarılı görünmek için yeter. Sıfır sorun bir amaçtır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – O Konya’da kalsın Sayın Bakan.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Gerçek bununla örtüşmüyor olabilir ancak amacımız budur, çalışmak gerek amaca varmak için.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yanlış kağıdı eline vermişler, yanlış okuyorsun.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir sayın milletvekilimiz…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, Afyon’daki 25 askerin hesabını bir ver, öğrenelim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Biz Kuzey Irak’taki harekâtta sivillerin zarar görmemesi için, yerleşim bölgelerinin zarar görmemesi için her türlü hassasiyeti gösteriyoruz.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan, Kandil’e çıkacak mısınız?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Daha önce köy yakınlarına, köylüye zarar verildiğinde hem özür diledik -Irak’ta- hem de tazminat ödedik.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Roboski’den neden özür dilemiyorsunuz Sayın Bakan? Roboski gerçeğini unutmayınız. Roboski için halkımızdan özür dilemek zorundasınız!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ancak bir milletvekilimiz, bakın, Ağustos 2011’de Kandil’e giden yolda sivillerin öldürüldüğünü söyledi.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Evet, aynen öyle.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ancak görüldüğü gibi bu kesinlikle yalanlandı, dezenformasyon

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Sayın Bakan, 7 kişilik aile yok oldu.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bununla ilgili olarak da elimizdeki bütün belgeler Irak Yönetimi’ne de verildi Irak’taki Kuzey Irak Yönetimi’ne de verildi. Dolayısıyla bunların yalan olduğu apaçık ortaya çıktı. “Siviller bulundu.” iddiasını yalanlayan fotoğraflar burada.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – 7 kişilik bir aile paramparça oldu savaş uçaklarından atılan bombalarla. Nasıl inkâr edebiliyorsunuz?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tezkere umarız ki, inşallah birlik ve beraberliğimizi devam ettirirsek alacağımız son uzatma olur diye düşünüyoruz. Bu millet en kötü durumlarda dahi kendi sağduyusunu göstererek provokasyonlara gelmedi ve en zor dönemlerde dahi birlik ve beraberliğini korudu. En acılı anlarında bile provokasyonlara gelmeyen, acısını vakur bir biçimde içine gömen bu asil millet bu mücadeleden de yüzünün akıyla çıkacaktır. Bu sürecin kaybedeni Türkiye olmayacaktır.

Sadece tek bir şey söylemek istiyorum bu terörle mücadelede hukuka nasıl uygun davranıldığını eylül ayında olan bir olayla ilgili. Muş’ta karakol komutanı ve yanında askerleriyle birlikte, arkadaşlarıyla birlikte, yazıyor, basına da düştü, takip edebilirsiniz: “Teröristleri gördük, rahatlıkla vurabilirdik ama başçavuşumuz ‘dur’ ihtarı çekelim. dedi. Biz “Ateş açarlar.” dedik ama komutanımız ‘Biz dur ihtarı çekmek zorundayız, bizim görevimiz bu.’ dedi ve bundan sonraki çıkan çatışmada da komutan şehit oldu.” En zor dönemde dahi yaşatmak için mücadele ediyoruz diyoruz ya, işte budur. Ellerinde silahı olan teröriste dahi önce “Gel, devletine teslim ol, bu hukuk seni de korumaya yeter.” deniyor ancak onların ateşiyle de bu komutanımız da şehit oluyor. Bu dahi göstermektedir ki bu Hükûmet, bu devlet hukuka saygı içerisinde bu terörle mücadelesini sürdürmeye çalışacaktır. Ne olursa olsun, hukuktan zerre kadar da şaşmayacağız. İnanıyoruz ki bu terörle mücadelenin iki ayağı vardır; zalimle mazlumu ayırmak lazım. Eğer bir tane zalim için veya on tane zalim için bir mazluma zulmederseniz attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmez. Onun için, tek bir mazlumun hakkını korumak için dahi böyle bir hassasiyet gösteriyoruz. Ondan dolayı da bu terörle mücadelemiz uzun sürmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimize yetki veren tezkerenin uzatılması, terör tehdidinin ortadan kaldırılması amacıyla yürütmekte olduğumuz kapsamlı ve çok boyutlu faaliyetleri destekleyecektir. Meclisimizin huzurunda, ülkemizin huzur ve güveni için büyük bir özveri ve cesaret ile gece gündüz demeden her türlü fedakârlık ve tehlikeye katlanarak görevlerini sürdüren polis, asker ve tüm güvenlik güçlerimize en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.

Türkiye’ye yönelik olarak devam eden, inşallah…

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Roboski’den haber ver, Roboski’den.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bak, Türk mahkemesine güvenmek lazım. Türk mahkemesine…

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Roboski’de ne oldu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Yine bir başka… bir başka…

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – 35 cana ne oldu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – O konu yargıda.

Türk mahkemesine şöyle güvenmek lazım… Yargının gereken kararı verdiğine biz inanıyoruz.

Bakın, elimde bir başka yine olay var. Terörle mücadele nasıl veriliyor veya Türk mahkemesi nasıl davranıyor diye. 1 Mehmetçiğimiz şehit ediliyor, öldürülüyor, 1 Mehmetçiğimiz de yaralanıyor. Kimlerle? Yine yanında bulunan arkadaşlarla orada. Fakat mahkemece “Meşru müdafaada mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan kaynaklanan sınırın aşılması” şeklinde değerlendirildiğinden ceza verilmesine yer olmadığına karar veriyor. Terörle mücadele edilen bir ülkede kendi Mehmetçiğini yanında yaralayan bir terörle mücadele ekibinde bulunanın dahi beraat ettiği bir ülke. Dolayısıyla hiç merak etmeyin, bu Türk mahkemesi… Ben de hukukçuyum, hukuk gecikir ancak hak yerini bulur, ondan hiç şüpheniz olmasın.

Türkiye’ye yönelik olarak devam eden terörist saldırılarına ve tehditlerine karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetimizce belirlenecek şekilde gerektiğinde Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırısının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının PKK teröristlerinin bulundukları Irak’ın kuzey bölgesiyle mücavir alanlarına gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 Ekim 2007 tarihli 903 sayılı Karar’ıyla Hükûmete verilen ve son olarak 5 Ekim 2011 tarihli ve 1005 sayılı Karar’ıyla bir yıl süreyle uzatılan izin süresinin 17 Ekim 2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasa’nın 92’nci maddesince yüce heyetinizden talep eder, hepinizi saygıyla selamlarım.

Tezkerenin milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diler, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın İnce.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Bakan “Bizim inancımız bu.” diyerek sureler okudu. “Başkalarını bilmem.” diyerek inançları sorguladı açıkçası. Bu konuda haksız bir eleştiride bulundu, cevap vermek istiyorum izninizle.

BAŞKAN – Ama ne parti ne şahsınız adına söyleyerek… Kendi düşüncesini ifade etti.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Herkes inanmak zorunda değil.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bizim eleştirilerimiz siyaseten yapılmış eleştirilerdir, bunun inançlarla bir ilgisi yoktur. Sayın Bakan buna inançlar üzerinden bağlantı kurdu.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Biz öyle bir şey demedik.

BAŞKAN – Hayır, Sayın İnce, şimdi ortada bir sataşma söz konusu...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sizin inancınızla bizim inancımız arasında bir fark yok.

BAŞKAN – Ama burada kastedilen partiniz mi yani?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Hayır, Sayın Başkanım, siyaset ve…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Birisi “’Şehitler ölmez.’ diyorsunuz.” dedi. Bu bizim inancımız, söylediğimiz söz değil ama herkes bizim inandığımız gibi inanmak zorunda değil.

BAŞKAN – Bir şeyi açıklığa kavuşturalım da.

Burada kastedilen partiniz mi?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Hayır, soruyorum size burada kastedilen Cumhuriyet Halk Partisi mi?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Cumhuriyet Halk Partisini kastederek söyledi tabii.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Yok, hayır, öyle bir şey kastetmedim.

BAŞKAN – Hayır, öyle bir şey yok, söz konusu değil ya. Hayır, öyle ise size sataşma nedeniyle söz vereyim ama…

OKTAY VURAL (İzmir) – Kimi kastettiniz? AKP Grubunu mu kastettiniz?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, yanınıza gelebilir miyim?

OKTAY VURAL (İzmir) – Kimi kastettiniz, söyleyin. Sayın Başkanım, Sayın Bakan kimi kastettiğini açıklasın.

BAŞKAN – Hayır, yanımıza gelmeyin, buyurun ben size söz vereyim ama yanlış değerlendiriyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Bak burada kendi görüşünü açıkladı, ayet okudu.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Açıklayacağım efendim.

BAŞKAN – Hayır, hayır. Lütfen, buyurun iki dakika söz veriyorum ama sataşma söz konusu değil yani onu söyleyeyim.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

7.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Herkes buna inanmak zorunda da değildir. Bizim inancımız bu.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ya sizin inancınız ne; söyleyin ya.

OKTAY VURAL (İzmir) – Şehitler ölmez sizin inancınıza göre mi? “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” sloganını yasaklayan siz değil misiniz? Malum sloganı tekrarlıyor diyerek aşağılayan siz değil misiniz?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Arkadaşlar, süremi yiyorsunuz.

İnançları sorgulamak kimsenin haddine değildir. “Bizim inancımız bu.” dediğinizde bizim inancımız farklı değil. Biz burada inançlarımızı tartışmıyoruz, siyaset yapma biçimimizi tartışıyoruz, devleti yönetmeyi tartışıyoruz. Sayın Bakan, siz bana burada ayetler, sureler okuyorsunuz. Yani ben de size şunu derim: Vücuduna haram lokma karışmış bir kimsenin namazında tat yoktur. Siz bunu biliyor musunuz?

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – O da sizin yorumunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Yani bu yarışa girmeyelim. Bu yarışa girersek çıkamayız ama bizim şu yarışa girmemiz lazım: Bir, Suriye uçağında ne yakaladınız? Pil mi yakaladınız?

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Ne ilgisi var Suriye uçağının bununla?

MUHARREM İNCE (Devamla) - İki, Afyon’daki patlamada Genelkurmay Başkanı ne dedi, Hükûmet sözcüsü ne dedi, Başbakan ne dedi? Uludere’de insanlar neden öldü? Bunları açıklayacaksınız.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Burası Suriye’nin avukatlık bürosu mu?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Afyon’daki patlamada dakika başı farklı açıklamalar yaptınız. Genelkurmay Başkanı sizin Genelkurmay Başkanınız, Suriye sınırına gidip… (AK PARTİ sıralarından “Herkesin Genelkurmay Başkanı” sesleri, gürültüler) Sizin Genelkurmay Başkanınız. Suriye sınırına gidip yumruk sıkıp, on senedir Kandil’e gidemeyen Genelkurmay Başkanınız. Siz bunlarla berabersiniz. Siz bunların hesabını vereceksiniz. Bizim uçağımız sizin göreviniz, siz Diyanet İşleri Başkanı değilsiniz. Ayetleri, hadisleri, herkesin inancı kendine, herkes okur okumaz, onu biz kendimiz biliriz. Kim kimi ne kadar okur onu da herkes bilir burada. Siz Diyanet İşleri Başkanı değilsiniz.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Suriye’nin avukatlığını yapmaya devam edin. Esad’ın avukatlığını yapmaya devam edin.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bizim uçağımızı Suriye neden düşürdü? Kim düşürdü? Neyle düşürdü? Uçaksavarla mı düşürdü? Uçaksavar benzeri bir aygıtla mı düşürdü yoksa sapanla mı düşürdü? Sizin göreviniz bunları açıklamak. Kendinizi evliya yerine koyup, diğer insanların inançlarını sorgulamak sizin haddinize mi düşmüş? (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) – Hiç de sorgulamadık, siz sorguluyorsunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Devlet adamı görevinizi yapın. Millî Savunma Bakanı olarak gelin bize bunları anlatın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM İNCE (Devamla) - Ayet açıklama kısmına, İhsan Özkes’e bir görev veririz, o gelir size onları açıklar. (CHP sıralarından alkışlar)

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Aman, aman!..

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, ben de açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Ne için söz istiyorsunuz Sayın Bakan, sataşma nedeniyle mi?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ne diye sataştı?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Benim söylediğimi çarpıttı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

İki dakika süre veriyorum ama yeni bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

8.- Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz kimsenin inancını sorgulamıyoruz, birincisi bu. Başta söyledik ki: “Senin dinin sana, benim dinim bana.” Bu doğru değil midir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sen kimden bahsediyorsun? Senin dinin ne, onu söyle.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Ben senin inancını sorguluyor muyum? “İstediğin şeye inan.” diyorum. Daha başka benden ne istiyorsun? “Benim gibi inan.” demiyorum “İstediğin gibi inan.” diyorum. İnancım da var. Senin dinin sana, benim dinim bana. Bunu söyledik. Bunda yalan varsa, yanlış varsa söylersiniz.

Bir diğeri, bir başka hatip söyledi ki: “Şehitler ölmez diyorsunuz.” dedi. Onun üzerine dedim ki: “Bunu biz söylemiyoruz. Bizim inancımız diyor ki: O şehitler ölümsüzdür.” Biz buna inanıyoruz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Biz de ona inanıyoruz.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Herkes de inanmak zorunda değil ve onu da söyledik. Ha, buna, sizin diyeceğiniz eklenebilir ki: “Biz inanıyoruz ki şehitler ölümsüzdür.” diyeceksiniz ya da diyeceksiniz ki: “Hayır, biz şehitlerin ölümsüz olduğuna inanmıyoruz.” Bunu da söyleyebilirsiniz, her ikisi...

MUHARREM İNCE (Yalova) – Biz de ölümsüz olduğuna inanıyoruz.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Güzel, o zaman aramızda fark yok, birinci husus bu.

İkincisi…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Hayır, sizinle bizim aramızda çok ciddi bir fark var. Öyle grubumuza hakaret etmeyin.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Peki, tamam. Ben de öyle olduğu için de bu millet sizi orada, bizi burada seçti. O bakımdan, hiç şüphe yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bir başka husus, bakın, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı evinde durmuyor, Ankara’da durmuyor, görevinin başında. Nerede bir tehdit varsa, bu ülkeye yönelmişse, kimi zaman Kandil’de… “Niye Kandil’e gitmediniz?” diyorsunuz. Bakın, bu olayda Kandil bombalandı. Bunun gösterildiği, ilan edildiği yer Kandil. Kandil’e gerekli hudut, şümul ve miktarı ve şekli silahlı kuvvetlerimiz tarafından verilen tezkerenin hükmü de yerine getirilmektedir. “Suriye sınırına niye gitti?” diyor. Suriye’den bir ateş geliyor, 5 tane masum vatandaş, kadın ve çocuklar ölüyor.

MUHARREM İNCE (Yalova) – “Niye gitti?” demedim ki.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) -  Kaç kişinin ölmesi lazım ki sen Genelkurmay Başkanını orada görmek istiyorsun, kaç kişi ölmesi lazım?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Uçak, uçak… “Uçağı anlat.” dedim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Uçakla ilgili olarak bir basın toplantısı, açıklama yapılacak.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Uçak niye düştü? Orada ne arıyordu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Ancak Beşar Esad diyor ki: “Hata yaptık keşke düşürmeseydik.” Cumhuriyet gazetesini takip edin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

 MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – “Keşke düşürmeseydik.” diyen Beşar Esad’ın kendisi, siz ise hâlâ “Onu Beşar Esad mı düşürdü?” diye sorguluyorsunuz.

Yüce milletime emanet ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Bakanın dinî bilgilerinin zayıf olduğunu düşünüyorum. Kâfirun Suresi… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen ama… Lütfen, Sayın İnce…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bakın, Kâfirun Suresi kâfirlere yöneliktir.

BAŞKAN – Ama Sayın İnce, böyle bir usul yok ki lütfen…

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bu Mecliste kâfir yok, aynen ona iade ediyorum. Aynen ona iade ediyorum. O zaman, Kâfirun Suresi’ni kendine okusun; bu Mecliste kâfir yok.

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen, böyle bir usulümüz yok.

MUHARREM İNCE (Yalova) – O zaman, onu kendisi okusun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Artık dışarıda oturur karşılıklı konuşursunuz.

Buyurun Sayın Vural.

MUHARREM İNCE (Yalova) – AKP Grubuna okusun ya da kendine okumuyorsa.

BAŞKAN – Siz karşılıklı oturun konuşun Sayın İnce.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, Sayın Bakan konuşmasında ve daha sonraki sataşmada “Şehitler ölmez.”le ilgili “Bir hatip bahsetti.” dedi, bendim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Yok, değil.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Ben de bahsettim, Sayın Bakan sanırım bana söylediniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, onu söyleyen bendim.

AHMET YENİ (Samsun) – Parmağa bak, parmağa!

OKTAY VURAL (İzmir) – Şimdi, sizin, şehitlerle ilgili, gazilerle ilgili bu iftiranıza kürsüden cevap vereceğim, dinleyin.

BAŞKAN – Yani öyle söylemediniz mi?

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim?

BAŞKAN – Siz öyle söylemediniz mi Sayın Vural, Sayın Bakanın söylediği gibi söylemediniz mi?

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, “Şehitler ölmez.” diye söyleyene “bizim inancımıza göre” diyerek sanki bizim inancımız farklıymış gibi bir konu söyledi, aynen kendisine iade edeceğim. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Aynen iade edeceğim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural. Herhangi bir sataşma söz konusu değil ama buyurun.

İki dakika süre veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

9.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, aynen söylüyorum: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” diyenlere karşılık, o malum sloganı söyleyenleri töhmet altında bırakan sizsiniz ve bugün Oslo’da “Şehitler ölür, vatan bölünür.” diyenlerle aynı masayı kuran da sizsiniz. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Allah rızası için şu Oslo müzakeresini şehit askerler için bir telin etsene!

OKTAY VURAL (Devamla) – Bakın, Başbakan “Şehitlerin yaygaraları.” diyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

FATİH ŞAHİN (Ankara) – Var mı böyle bir şey ya!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Hiç öyle bir şey olmadı.

OKTAY VURAL (Devamla) – Şehit acısı ona göre yaygara, evet. Bu Tayyip Erdoğan değil mi?

AHMET YENİ (Samsun) – Başbakana laf söyleyecek konumda değilsiniz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Buyurun…

“Şehitler ölmez.”i eleştirdi; AKP Milletvekili değil mi?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Biz eleştirmedik, bunu bilin. Bu vatanı böldürmeyecek de biziz, bu şehitleri en aziz değer olarak bilen de biziz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Evet Sayın Bakan, inadına söylüyorum ki: Şehitler ölmez, vatan bölünmez.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Biz de aynısını söylüyoruz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Dinimizin emri ve milletimizin emridir.

Oslo’da masa kuranların başına o masayı da geçirmesini Milliyetçi Hareket Partisi olarak biliriz, bunlara da haddini bildirmesini biliriz; ona göre. (MHP sıralarından alkışlar) 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler (Devam)

1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007) (Devam)

BAŞKAN – Şahsı adına söz isteyen Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALPASLAN KAVAKLIOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının ortadan kaldırılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât ve müdahalelerde bulunabilmesi için Hükûmetimiz tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen tezkere hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, çocuk-yetişkin, kadın-erkek, sivil-asker, polis, savcı, Türk-Kürt demeden vatandaşlarımızın canlarına kasteden, huzur ve refahımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozucu faaliyetlerde bulunan bölücü terör örgütünü lanetlediğimi belirtmek istiyorum.

Buradan, terör örgütünün hain saldırılarında vatanları uğruna şehit düşen kahramanlarımıza ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, güvenlik güçlerimizin kıymetli mensuplarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Değerli üyeler, ülkemiz, son otuz yıldır huzurumuzu, iç barışımızı ve kardeşliğimizi hedef alan terör belasını yaşamaktadır. Terör nedeniyle bu ülke binlerce vatan evladını kaybetmiş, çok ağır bedeller ödemiştir. Kardeşliğimizi, birliğimizi, huzurumuzu hedef alan terör örgütünce son dönemde haince gerçekleştirilen saldırılarda yaşanan can kayıpları kamuoyumuzda derin üzüntüye sebep olmuş, yüreklerimizi yakmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, devletiyle, Meclisiyle ve milletiyle varlığına yönelen her türlü hain girişimi boşa çıkaracak bir güce sahiptir ve terörle mücadelemiz hiçbir zaman zaafa meydan vermeden, kararlılıkla sürdürülmektedir.

Silahlı kuvvetlerimizin Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Irak’ın bölücü teröristlerin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi tezkeresi, 2007 yılında Meclisimizin büyük bir çoğunluğuyla kabul edilmişti.

Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete sınır ötesi harekât yetkisi veren tezkere, terörle mücadelenin ve alınan güvenlik tedbirlerinin doğal bir sonucudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sınırlarımızın ötesinde, ülkemizin bütünlüğüne, milletimizin birlik ve beraberliğine kasteden silahlı bir terör örgütünün varlığı, güvenlik güçlerimizce sınır ötesine askerî harekât düzenlenmesi, ülkemizin ve milletimizin güvenliği adına meşru müdafaa hakkının kullanılmasını zorunlu kılar. Ülkemizin terör tehlikesine karşı gerekli gördüğü tedbirlere başvurma hakkının saklı olduğunun herkes tarafından bilinmesi, bunun kabul edilmesi gerekmektedir. Tezkere, Türkiye’nin bu tedbirleri resen ve anında alabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Türkiye, bu konuda gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararları gerekse uluslararası hukuktan doğan hakları çerçevesinde hareket etmektedir.

Irak, bağlayıcı nitelikteki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları, uluslararası hukuk ve kendi anayasası uyarınca topraklarının teröristler için barınak hâline dönüşmesini engellemekle ve topraklarında Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin devamına izin vermemekle sorumludur. Bu yapılamadığı sürece ülkemizin meşru ulusal güvenlik endişelerinden ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanmaya devam etmesi doğaldır. Türkiye, bugüne kadar her zaman uluslararası meşruiyet çerçevesinde hareket etmiştir. Nitekim Irak dâhil hiçbir ülke Türkiye'nin sınır ötesi harekâtlarının uluslararası hukuk açısından meşruiyetini tartışma konusu yapmamıştır.

Değerli milletvekilleri, bu tezkerenin tek hedefi vardır, o da bölücü terör örgütüdür, bölücü terör örgütünün bölgedeki mevcudiyetidir. Bu tezkerenin bölgesel barış ve istikrar ortamı açısından da büyük önem taşıdığı aşikârdır. Irak’ın kuzeyinde bölücü terör örgütünün varlığı sona ermeden bölgesel barışın ve istikrarın sağlanamayacağı da açık bir gerçektir. Bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ın kuzeyinde yerleşik terör odaklarını hedef alan sınır ötesi harekâtlarının sürdürülmesi, ülkemizin güvenliği kadar bölgenin güvenliğinin sağlanması ve bölgede barışın tesis edilmesi açısından da büyük önem taşımaktadır. Bugüne kadar Irak’ın kuzeyinde terör odaklarına yönelik gerçekleştirilen tüm sınır ötesi operasyonlar Türkiye’ye yönelik terör tehdidini ve saldırılarını bertaraf etmek, terör örgütünün hareket serbestisini ve lojistik teminini engellemek, terör örgütü üzerine baskı oluşturmak ve esasen Irak’ın kuzeyini terör örgütünden temizlemek maksadıyla icra edilmektedir. Sınır ötesi harekâtlarda Iraklı sivillere ve sivil yerleşim birimlerine bugüne kadar hiçbir zarar verilmemiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; silahlı kuvvetlerimizin, sınırı, kapsamı, miktarı ve zamanı Hükûmetçe belirlenecek şekilde Irak’ın bölücü teröristlerin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve buralarda görevlendirilmesine ilişkin Hükûmete verilen yetkinin bir yıl daha uzatılmasını talep eden tezkere, terör saldırılarının gündemde olduğu dönemde yüce Meclisimizce ele alınmaktadır. Terör örgütünün son dönemde azmasının altında yatan sebep ise bölücü terör örgütünün istismar alanlarının ortadan kalkması nedeniyle zorda kalmış olmasıdır.

Hükûmetimizin son on yılda attığı kararlı adımlarla ülkemizin tamamını ilgilendiren insan hakları ve özgürlükler alanındaki ilerlemeler, ekonomik ve sosyal politika yatırımlarıyla birleşmiştir. Son dönemde eğitimde, sağlıkta, tarımda, ulaşımda, su ve elektrikte şehirleşme ve konuttaki büyük hamleler, hayata geçirilen dev yatırımlar, GAP ve Doğu Anadolu projelerinin hızlandırılması, köyleri, beldeleri, ilçeleri kapsayan büyük projelerin hayata geçirilmesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da toplumun yüzünü yeniden kendi devletine ve Türkiye’nin normal siyasetine çevirmesini sağlamıştır. Türkiye’nin toplumsal barış ve uzlaşmaya çok yaklaştığı, dayanışma ve kardeşliğini pekiştirdiği bir dönemde olmamız hain terör örgütünü rahatsız etmiştir. Bu nedenle sürekli eylemler yaparak, süreci baltalama gayreti içine girmekte ve ülkemizdeki toplumsal huzur ve barışı bozmayı hedeflemektedirler.

Sayın Başkan, değerli üyeler; buradan büyük milletimize müteşekkir olduğumuzu vurgulamak istiyorum. Onca tahriklere, provokasyonlara rağmen milletimiz sağduyusuyla, ferasetiyle, birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozacak davranışlardan azami ölçüde kaçınmıştır. İşte bu tavır sayesinde, ülkemiz üzerine oynanan oyunlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hükûmetimiz, milletimizden aldığı bu destekle, toplumsal barışın zedelenmesine müsaade etmeksizin, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeden, terörün üzerine kararlılıkla gitmeye devam etmektedir.

Terör, sadece iktidarın bir meselesi değildir; terör, iktidarla birlikte muhalefet partilerimizin de bir meselesidir yani ülkemizin ortak bir meselesidir. Terörün sıktığı kurşun sadece Hükûmetimize değil, bu ülkeye, birliğimize, kardeşliğimize sıkılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasi partiler, terörün iç kaynaklarını bitirme ve siyasi toplumsal desteğini ortadan kaldırmada daha aktif rol almalıdır. Bu dönemde kamuoyunun da beklentisi olan, terörün minimum düzeye çekilmesi mücadelesinde Hükûmetimize destek olmak elzemdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının ortadan kaldırılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât ve müdahalelerde bulunabilmesine yönelik tezkerenin bir yıl daha uzatılmasını destekliyorum. Yüce Meclisimizin Hükûmetimize vereceği sınır ötesi harekât yetkisinin Hükûmetimiz, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve tüm güvenlik güçlerimiz tarafından, uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesinde en etkili şekilde kullanılacağına olan inancım tamdır.

Alınacak olan kararın, memleketimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine ve bütünlüğüne katkı sağlamasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım.

Okutuyorum:

                                                                                                                        28/9/2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Irak'ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve Türk halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş terörist saldırılar ve açık tehdit devam etmektedir.

Dost ve kardeş Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak'ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve ülkemize yönelik terörist saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla askerî faaliyetlerini başarıyla yürütmekte, siyasi ve diplomatik girişimlerini ve uyarılarını sürdürmektedir.

Türkiye’ye yönelik olarak devam eden terörist saldırılara ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak'ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak'ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007 tarihli ve 903 sayılı Kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 5/10/2011 tarihli ve 1005 sayılı Kararı ile bir yıl uzatılan izin süresinin, 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca arz ederim.

                                                                                                             Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                                       Başbakan

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tezkere kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.57


ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 21.07

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN –Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 

2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567) (S. Sayısı: 197) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Dünkü birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının birinci bölümünde yer alan 17’nci madde kabul edilmişti.

Şimdi, bu bölümde yer alan diğer maddeleri, varsa önerge işlemlerini yaptıktan sonra oylarınıza sunacağım.

18’inci madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı'nın 18. Maddesinin, 1 ve 2. Fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 4. Fıkrasının da madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

(1) Üyelik aidatının miktarı faaliyetleri aktif bir şekilde devam eden kuruluşların tüzüklerinde belirtilen usul ve esaslara göre genel kurul tarafından belirlenir.

(2) Üyelik ve dayanışma aidatları yetkili işçi kuruluşlarının işverene yazılı başvurusu üzerine işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili kuruluşa ödenir. İşçi sendikasına işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini geçemez.

             İdris Baluken                          Pervin Buldan                   Abdullah Levent Tüzel

                  Bingöl                                       Iğdır                                      İstanbul

             Hasip Kaplan                  Hüsamettin Zenderlioğlu                   Halil Aksoy

                   Şırnak                                       Bitlis                                        Ağrı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Üyelik Aidatı” başlıklı 18. Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

           Mesut Dedeoğlu                             Ali Öz                            Cemalettin Şimşek

           Kahramanmaraş                             Mersin                                    Samsun

            Mehmet Şandır                     Kemalettin Yılmaz                          Alim Işık

                  Mersin                              Afyonkarahisar                             Kütahya

Üyelik Aidatı

Madde 18 - Sendika ve konfederasyonlara üyelerce ödenecek aidatın miktarı tüzüklerinde belirtilir.

İşçi sendikasına işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücreti geçemez.

İşveren sendikasına işverenin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, iş yerinde işçilere ödediği bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez.

Sendika tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına ilişkin hükümler konamaz.

İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Kanun gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur. Bu aidat dışında sendikaya ödenmek üzere bir kesintinin yapılması toplu iş sözleşmesi ile kararlaştırılamaz.

                             

(x) 197 S. Sayılı Basmayazı 3/10/2012 tarihli 3’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır."

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının "Üyelik Aidatı" başlıklı 18. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

“Üyelik aidatı

Madde 18 - Sendika ve konfederasyonlara üyelerince ödenecek aidatın miktarı tüzüklerinde belirtilir.

İşçi sendikasına işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini geçemez.

İşveren sendikasına işverenin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, iş yerinde işçilere ödediği bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez.

Sendika tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına ilişkin hükümler konamaz.

İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Kanun gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur. Bu aidat dışında sendikaya ödenmek üzere bir kesintinin yapılması toplu iş sözleşmesi ile kararlaştırılamaz.

Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım “Aidat sendika tüzüklerine bırakılsın.” diyoruz. Bu, sendikalar arası bir rekabet oluşturur, bundan dolayı katılamıyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 18’inci maddesi üyelik aidatlarıyla ilgili bir düzenleme. Partim adına verdiğim önerge üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, Sayın Bakan bu kanun tasarısını sunarken de söyledi, tarafların görüşünü alarak, üçlü istişare toplantılarında kararlaştırdıkları konuları olduğu gibi getirdiklerini söyledi ama aidat gibi bir konudaki düzenleme bile keyfîliğe dayanıyor. Tam anlamıyla Bakanlığın hiçbir zaman sendikaların burnundaki halkayı çıkartmak istemediği açıkça ortada. İstediği zaman, istediği noktaya getirebilmek için aidat konusunun bile çözümünü yönetmeliğe bırakıyor. Şimdi, bundan evvel eleştirildiği tüzükle ilgili olarak, Üçlü Danışma Kurulu toplantısında taraflarla mutabakata vardığı bir metni biz olduğu gibi önerdik. Eğer sendikalarla bir araya geldi ve bir mutabakata vardı ise Bakana düşen görev, o mutabakatı değiştirmeden buraya getirmekti. Şimdi, aidat gibi bir konuda genel kurula bırakırsanız ve de o genel kurulda alınacak bir kararın sendikaların işleyiş mekanizmalarına gelecekte zarar verecek bir noktaya taşınmasını engellemezseniz, bir tane sendikanın yapmış olduğu hatadan sendikal hareketin bütünü zarar görür. Bundan evvelki tüm düzenlemelerde, ta 274 sayılı Sendikalar Yasası’nda, 2821’de ve Üçlü Danışma Kurulu kararında hiç olmazsa bir yevmiyeyi geçemeyeceği gibi bir üst sınır belirtilmiş idi.

İkincisi, aidat kesilebilmesi için bir sendikanın gerçekten faaliyette olması gerekir. Faaliyeti sona ermiş bir sendika, üyeleri devam ediyor ya da -“sona erme” tabiri uygun olmadı- yetkisi düşmüş bir sendika, herhangi bir işletmede eğer işçilerin üyeliği devam ediyorsa, işverenden aidatını almaya devam edebilir değerli arkadaşlar. Yani, özensiz, düzensiz bir düzenleme önümüze geliyor.

Değerli arkadaşlar, bir şeyi daha belirtmek istiyorum. Gerçekten, bu “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev, Lokavt Kanunu” olarak adını değiştirdiğimiz bu kanun, iyi hazırlanmamış, iyi olgunlaştırılmamış. Öncelikle bir yıldan bu yana bir sürü engelle karşılaştı, şimdi öğreniyorum ki, yine Bakan hâlâ taraflarla bir araya gelerek bir konsensüs oluşturmaya çalışıyor. Bu doğru gibi gözükse bile, bu, yasa çıkarken bile egemenlerin etkisi altında olduğunu ortaya koymaya yetiyor.

Yani, ben AKP’nin yaklaşımlarını anlayamıyorum, Hükûmetin yaklaşımlarını anlayamıyorum. Yani “Biz güçlüyüz.” diye neredeyse kışlalara giriyorsunuz, kozmik odalara giriyorsunuz, bunu başarıyorsunuz ama iş Sendikalar Yasası’na geldi mi “Gücümüz yetmiyor.” diye işverenlerin isteği doğrultusunda yasa yapıyorsunuz. Yani, bu yasayı TOBB mu yapıyor, Hükûmet mi bu tasarıyı hazırlıyor, ben hâlâ öğrenebilmiş değilim. Ülkeyi siz mi yönetiyorsunuz, işveren kuruluşları mı yönetiyor, öğrenebilmiş değilim. En azından Bakanlığın belli konularda teslim olmaması gerekir. Eğer Bakan gerçekten getirmiş olduğu baraj konusunda binde 5 öneriyi, tasarıdaki ilk öneriyi, 7 tane Bakan imzalamadığı için geri çekiyorsa burada demin değindiğim gibi değerli arkadaşlar, sınıfsal bir sorun var demektir, AKP’nin tercihinin güçlüden yana olduğu, sermayeden yana olduğu gibi bir durum ortaya çıkıyor. Hele hele Başbakan da bu tasarıyı geri çektirerek ve değiştirerek bu duruma katılıyorsa zımni olarak destekliyor demektir ki bu tam olarak AKP’nin emek karşıtı bir tutum izlediğini, işçinin, çiftçinin, emekçinin, emeklinin karşısında yer aldığını somut olarak ortaya koyuyor.

O nedenle, düzenlemeler yapılırken, dünkü yasadan daha çağdaş, daha demokratik bir yasanın yapılması zorunlu. Özellikle Sendikalar Yasası’nda işleyiş mekanizmaları demokratikleştirilemez ise arkasından görüşeceğimiz Toplu Sözleşme Yasası bölümünde hiçbir şey yapamazsınız. Yani sendikalarla ilgili düzenlemeler son derece özensiz, yetersiz düzenlemeler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İZZET ÇETİN (Devamla) – Önergemizin kabulünü diliyor, hepinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yok.

Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.19


YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.26

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

18’inci madde üzerinde Ankara Milletvekili İzzet Çetin ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Üyelik Aidatı” başlıklı 18. Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                       Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş) ve arkadaşları

“Üyelik aidatı

Madde 18 – Sendika ve konfederasyonlara üyelerince ödenecek aidatın miktarı tüzüklerinde belirtilir.

İşçi sendikasına işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini geçemez.

İşveren sendikasına işverenin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, iş yerinde işçilere ödediği bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez.

Sendika tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına ilişkin hükümler konamaz.

İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Kanun gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur. Bu aidat dışında sendikaya ödenmek üzere bir kesintinin yapılması toplu iş sözleşmesi ile kararlaştırılamaz.

Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz Değerli Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Cemalettin Şimşek, Samsun Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

CEMALETTTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın 18’inci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önerge üzerinde söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlarım.

Özellikle ve öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki bu yasa tasarısı Sağlık, Aile, Çalışma, Sosyal İşler Komisyonundaki arkadaşlar tarafından biliniyor ki bundan altı yedi ay kadar önce komisyonlarda görüşüldü ve ivedilikle de Genel Kurula indirileceği söylenmişti o zaman ancak nedense -çünkü birçok sendikanın sözleşme yapabilmesi ve işçilerin sosyal haklarından mahrum kalmaması için bu kanunun bir an evvel çıkması önerilmişti.- ama nedenini bilemiyoruz ki altı yedi ay bu kanun geri çekilmiş, Hükûmet tarafından tutulmuştur.

Bugün öncelikle gazetelere baktığımızda TÜRK-İŞ’in, Türkiye’de en eski ve en köklü sendika olan TÜRK-İŞ’in bir ilanını görüyoruz. Bu ilanda TÜRK-İŞ, son değişiklik hâliyle, kendileriyle bunun paylaşılmadığını, sosyal taraflarla iyice paylaşılmadığını ve kendileri dışında başka birileriyle paylaşılarak getirildiğini… Demek ki Hükûmetin başka sosyal tarafları, başka sosyal paydaşları var diye düşünceye sevk eden bir ifadeyle bugün karşımıza çıkmaktadır.

Şimdi, son on yıldır Adalet ve Kalkınma Partisinin işte değişim, dönüşüm ve ileri demokrasi diyerek getirdiği yasaların bir görünen yüzünün, bir de arkasında esas maksadının olduğu şekliyle getirdiği bu kanunun içeriğinden de anlaşılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, daha önce ne demişti Hükûmet? İlk döneminde hani AB ile hemen ortaklığa giriyor idik, ortaklık hemen kabul ediliyordu! Hatta Sayın Başbakan o zaman Başbakan değildi, Başbakan olmazdan önce işte uçağa atladı, AB ülkelerini teker teker gezerek millete bir umut ışığı olarak AB gösterilmişti. Ancak daha sonra anlaşıldı ki bu AB yasalarını çıkarmak, geldiğimiz noktada AB’ye esas üye olmak hedefinde değil ama kendi istedikleri yasaları bir şekilde çıkararak, biraz evvel ifade ettiğim gibi, bunun arkasında başka bir amacın olduğu anlaşıldı. Hatta geldiğimiz noktada, AB’den sorumlu Başmüzakereci olan Sayın Egemen Bağış işsiz kalmış durumda, arada AB’nin yayınladığı bülteni bizlere ulaştırıyor ve sadece görevi o noktaya geldi. Hani bir umuttu bizim için, ne oldu? Unutuldu gitti. AB’ye girecektik ve sanki bir şey bekler gibi bütün halkımız bunu bekliyor idi.

Ekonomide gelinen noktada ise esas her şeyin sosyal adaletini düzenleyeceğiz ve bunun sosyal adaleti sağlayarak gelir dağılımını düzelteceğiz denilen noktada bugün  ekonomide gelinen nokta şudur: Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 80’ini nüfusun yüzde 20’si, geri kalan yüzde 20’sini ise yüzde 80’i kullanmaktadır. Bu, maalesef ne sosyal adalete ne de ileri demokrasiye sığan bir durum değildir.

Bakın, açılımın arkasından ne çıktı değerli arkadaşlar: Açılımın arkasından çıkan da geldiğimiz noktada bölücülük. Kimse açılımın ne olduğunu… İçini doldurmadan bir açılım furyasıdır gitti ama arkasından geldiğimiz noktada ülkede neyi tartışıyoruz? Bugün nasıl bölüneceğimizi. İşte Oslo görüşmeleriyle vesaireyle, önce “Yok.” denildi, “şerefsizlik” üzerine konuşuldu vesaire ama gelinen noktada açılımın da bir bölünme projesi olduğu ortaya çıktı.

Dış politikada da sıfır sorunla harekete geçilmişti ve öyle vatandaş inandırılmaya çalışıldı ama geldiğimiz noktada sırf sorun hâline geldik. Bugün Suriye ile bir güç bizi yavaş yavaş savaşa doğru itmeye çalışıyor ve bizim de bu manada kullanıldığımızı düşünüyorum. Elbette Meclisten geçen bir tezkere var bu konuda ama Milliyetçi Hareket Partisi asla bu noktada Suriye’yle savaşı tasvip etmemektedir, izlenen politikaları da tasvip etmemektedir. Bir tür, bir şey ama bir provokasyon

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla) – Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı'nın 18. Maddesinin, 1 ve 2. Fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 4. Fıkrasının da madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

(1) Üyelik aidatının miktarı faaliyetleri aktif bir şekilde devam eden kuruluşların tüzüklerinde belirtilen usul ve esaslara göre genel kurul tarafından belirlenir.

(2) Üyelik ve dayanışma aidatları yetkili işçi kuruluşlarının işverene yazılı başvurusu üzerine işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili kuruluşa ödenir. İşçi sendikasına işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini geçemez.

                                                                                          İdris Baluken (Bingöl) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –  Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Evet, önerge üzerinde söz isteyen Sayın Erol Dora, Mardin Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı'nın 18’inci maddesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce belirtmek gerekir ki şu an görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı 12 Eylülün antidemokratik, baskıcı özünü içinde barındırmaktadır. 12 Eylül darbesinin ürünü olan sendikal yasalar her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir. Hükûmet toplum tarafından genel kabul gören bu değerlendirmelerden hareketle 12 Eylül darbe mantığının ürünü olan sendikal yasaları değiştirme iddiasıyla bir değişikliğe girişmiştir. Buna karşın gündemde olan değişiklik tasarısı Uluslararası Çalışma Örgütünün 87 sayılı Sendika Hakkı ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi'ne ve 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi’nin gereklerini de karşılamamaktadır. Tüm gelişmiş ülkelerde kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuş olan bu ilkelerin ülkemizde de uygulanması ve çalışma yaşamı açısından hayata geçirilmesi artık ertelenemez bir zorunluluk durumuna gelmiştir. Ancak, gelinen noktada, sendikal hak ve özgürlükleri evrensel düzeyde sağlayacak bir çabadan çok; giderek, her açıdan, var olan durumu ve 12 Eylülün yasakçı ve baskıcı zihniyetiyle hazırlanmış, köhnemiş yapıları korumaya dönük bir yaklaşım içine girildiğini görüyoruz. Özellikle toplu sözleşme yetkisi ve yapısı, görüşme süreci ve grev hakkının kullanılması…

BAŞKAN – Sayın Milletvekilim, lütfen o tişörtü kaldırır mısınız? Yoksa üzerinize giyin. Lütfen ama! Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu burası, hiç yakışıyor mu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VAHAP SEÇER (Mersin) – Teşekkür ederim hatırlattığınız için. Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu bilmiyorduk, sayenizde öğrendik!

EROL DORA (Devamla) –…konularında sendikaların önerilerinin dikkate alınmadığını; buna karşılık işverenlerin çıkarlarını korumaya ve mevcut durumu sürdürmeye yönelik değişikliklerin öne çıkarıldığını görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; referandumla yapılan Anayasa değişikliğine rağmen; sendikaların faaliyetlerine devletin denetimini ve müdahalesini öngören, sendikal güvenceleri sağlamayan, tek düzeyli toplu sözleşme düzeninin korunmasında direnerek konfederasyonların ve sendikaların çerçeve sözleşme, iş kolu sözleşmesi yapma hakkını tanımayan, toplu sözleşme hakkını tüm işçilerin kullanabileceği bir hak olarak tanımlamayan, sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen iş kolu, işletme ve iş yeri barajlarını koruyan, yıllarca süren yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen bir yasa, reform olarak nitelendirilemez.

Tasarı, içinde olumlu değişiklikler barındırmasına rağmen örgütlenme özgürlüğünü genişleten bir yapıya sahip değildir. Bunun en büyük kanıtı sendika üyeliğinin sadece işçiler için tanımlanmış olmasıdır. Tasarı, emeklilerin, gençlerin ve köylülerin sendika kurmalarına ve üye olmalarına imkân tanımamaktadır. Böylesine bir baraj sendika özgürlüğünün, ILO normlarının ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ihlali demektir. Sendikal haklar konusundaki yeni yasal mevzuat AB standartlarıyla ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleriyle özellikle memurların toplanma, toplu sözleşme ve grev haklarına sahip olmalarına karşı engeller nedeniyle uyumlu değildir. Bu durum AB 2012 ilerleme raporlarında da bir eleştiri olarak zikredilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kendi iş kolu koşulları ve çalışanların ihtiyaçları doğrultusunda sendikaların yapılanmalarına izin verilmesi gerekmektedir. Diğer yandan, sendikaların kendi içinde demokrasinin daha etkin bir şekilde işleyebilmesi için değişiklikler yapılması daha önceliklidir. Bu bağlamda, sendikalarda yönetim pozisyonunda kadınların var olabilmesi için kadın kotasının konması gerektiğini düşünüyoruz. Sendikalar gibi önemli demokratik örgütlenmelerde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yönünde alınacak önlemler sendikaların daha demokratik, eşitlikçi yapılara sahip olmasını sağlayacaktır. Sendika üye sayısı hakkında sağlıklı istatistikler olmasa da sendikalarda erkek işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 7’lerde ve kadın işçilerin sadece yüzde 3 olduğu tahmin edilmektedir.

Unutmamak gerekiyor ki demokratik toplumların temelinde her alanda cinsiyet eşitliği olduğunu belirtiyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

19’uncu madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutup, işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş ilişkileri Kanun Tasarısının 19 uncu maddesinin (6) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

Sosyal Güvenlik Kurumundan yaşlılık veya malûllük aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin sendika üyeliği sona erer. Ancak çalışmaya devam edenler ile konfederasyon, sendika ve şubelerinin yönetim, denetleme ve disiplin kurullarındaki görevleri sırasında yaşlılık veya malûllük aylığı ya da toptan ödeme alanların üyeliği, görevleri süresince ve yeniden seçildikleri sürece devam eder.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 19. maddesinin 4. fıkrasına aşağıdaki ibarenin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

"Karar, sendika üyeliğinden çekilme hâlinde noter koşulu ve e-devlet kapısı üzerinden 2 (iki) yıl süre ile uygulanır."

           Mesut Dedeoğlu                             Ali Öz                            Cemalettin Şimşek

           Kahramanmaraş                             Mersin                                    Samsun

            Mehmet Şandır                     Kemalettin Yılmaz                          Alim Işık

                  Mersin                              Afyonkarahisar                             Kütahya

                                                           Mustafa Kalaycı

                                                                  Konya

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı'nın 19. Maddesinin (2). Fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

             İdris Baluken                          Pervin Buldan                   Abdullah Levent Tüzel

                  Bingöl                                       Iğdır                                      İstanbul

             Hasip Kaplan                  Hüsamettin Zenderlioğlu                   Halil Aksoy

                   Şırnak                                       Bitlis                                        Ağrı

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA, ve SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) - Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yasayı izleyen sendikacı dostlarımızı da bu saate kadar sabır gösterdikleri için selamlıyorum. Tabii, öncelikle sözüm onlara. Biraz önce de izlediğiniz gibi bu Meclisin, bu Meclisi oluşturan güçlerin kimin için çalıştığını öncelikle sizin bilmeniz gerekiyor. Çünkü, bu yasa sizin geleceğinize işaret ediyor. Sendikalar Yasası, işçi sınıfımızın yasası ama bu yasaya gelinceye kadar öncelikle işçi sınıfımızın, halkımızın geleceğini bir kez daha tehlikeye atan yeni bir tezkereye imza atıldı. Bu Meclis çoğunluğu BDP blok grubunun ret tutumuna rağmen bir kez daha Irak’a sınır ötesi tezkereye onay verdi. Şimdiye kadar çıkan tezkereler ne kadar halka, barışa, birliğe, kardeşliğe hizmet ettiyse bu tezkere de o kadar hizmet edecek. Burada bol miktarda savaştan, şehitlikten, kâfirlikten, inançlar üzerinden sözler dinlendi ama bunların ülkemiz barışına, işçi sınıfımızın, çocuklarımızın geleceğine hizmet etmediğini de hep birlikte göreceğiz. Bir kez daha sizlerin emeği, sizlerin alın teri savaş bütçesine ayrılacak, bu savaş hükûmetinin, barışı halkımıza, halklarımıza getirmeyen bu Hükûmetin bir kez daha tasarrufuna ayrılacak. Bunun acısı sadece ölümler olarak, yaralanmalar, gazilik, şehitlik olarak değil aynı zamanda alın terinizden, ödediğiniz vergilerden, işten atılmalarla, sendikal hak gasplarıyla yarın karşınıza çıkacak. O nedenle siyaset yapmayı konuşmamız gerekiyor. Hani Başbakan diyor ya Diyarbakır Emniyet Müdürüne “Siyaset senin neyine, sen işine bak.”, bizim işimize bakmak değil asıl burada olduğu gibi siyaseti kendimiz için yapmamız gerekiyor. Bakın siyaseti sermaye için yapanlar, kapitalist patronlar için yapanlar, egemen devlet sınıfı adına yapanlar gayet istedikleri gibi barajlarıyla, bürokratik müdahaleleriyle, grev yasaklarıyla bu sendikayı çıkartıyorlar. Şimdi konuştuğumuz madde de e-Devlet kapısı. Bu e-Devlet kapısı göründüğü kadarıyla sendikal üyelik, sendikadan istifade, kolaylık getiren bir düzenleme değil, aksine burada da devlet kontrolü, hükûmet kontrolü ve müdahalesi söz konusu yani bu teknolojinin iyiye değil kötüye kullanılacağını görmemiz gerekiyor. Bu hâliyle de tabii ki ILO Sözleşmesi’nin 2’nci maddesine aykırılık teşkil ediyor çünkü kamu otoritesinin burada müdahale durumu var. Şimdi bol bol sendikal özgürlüklerden bahsedildi, sendikal demokrasiden bahsedildi ama Sosyal Güvenlik Kurumunun kayıtlarına göre bu e-Devlet düzenlemeleri yapıldığı düşünüldüğünde patronlar bu e-Devlet şifresini de işçiden istedikleri gibi alabilecekler ve sendikaya üye olmak isteyen işçi, değil istediği sendikayı seçmek, o Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında görünen, belirlenmiş, saptanmış iş kolundaki sendikaya üye olmak zorunda olacak. İşte buyurun size istediğiniz sendikayı seçme özgürlüğü! Aslında, değerli sendikacılar, değerli milletvekilleri; görmemiz gereken şey şu ki: Tek tipçilik, tek tip sendika, düzen sendikacılığı ve Hükûmetin programlarına itiraz etmeyecek bir sendikacı ve sendika istemektedir. Bu yasal düzenleme budur. Bunun karşısında mısınız, Meclisin kapısına mı dayanıyorsunuz? O zaman, işte “demokratik toplum” denilen bu düzen gazı, coplanmayı, yasağı, baskıyı karşınıza çıkartıyor. Geçtiğimiz gün mücadeleci sendikacıların ve haklarını, taleplerini ifade etmek isteyenlerin, karşı karşıya kaldığı durum bu. Yani, grev yasakları yanında, aynı zamanda, sendikacılarımızın, sendikalarımızın getirildiği durum ancak bu yasayı buradan izleyebilir bir duruma sokmaktır.

Ama asıl olması gereken, bu yasalardan çıkmayacağını hep söyledik, güçlü sendikacılık, büyük bir serbesti, özgürlük, demokratik eylem, grev hakkını, direniş hakkını kullanarak fabrikalardan, atölyelerden, iş yerlerinden, hizmet kurumlarından çıkabilir. Bunu yapmak istediğinizde de neyle karşılaştığınız çok açık, görüyoruz. Yani, önce, sendikal haklar, sendikal özgürlükler, sendikal demokrasi dediğimiz şey, demokratik bir ortam ister. Peki, bu iktidarın demokratik ortam diye, ileri demokrasi diye anladığı nedir? “Siz çok para istiyorsunuz.” diyen, işçiyi işsizlikle tahdit eden, emeğinin karşılığının fazlasını beklemekle suçlanan, 1 Mayısta, hakkını, bayramını savunanlara “Ayaklar baş mı olacak?” diyen bir siyasi iktidarın, bu şekilde işçiyi, emeği hakir gören bir iktidarın önümüze koyduğu bir yasadır. Bu yasayı kabul etmeyip bu yasaya karşı, buradan çıksa da bu Meclis çoğunluğundan, fabrikalardan, atölyelerden direniş gösterecek olan yine sizlersiniz.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 19. maddesinin 4. fıkrasına aşağıdaki ibarenin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

“Karar, sendika üyeliğinden çekilme hâlinde noter koşulu ve e-devlet kapısı üzerinden 2 (iki) yıl süre ile uygulanır.”

                                                                                      Mustafa Kalaycı (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen, Mustafa Kalaycı, Konya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sağlıklı ve makul önergemize Sağlık Bakanı katılmadı. Ne diyelim, sağlık olsun!

AKP Hükûmetinin çalışma hayatıyla ilgili yaptığı uygulamalar ve düzenlemeler hep çalışanların aleyhine olmuştur. Ülkemizde yüz binlerce işçi, iş güvencesi olmaksızın uzun çalışma süreleri ve ağır çalışma koşullarında, çoğu asgari ücretin bile altında bir ücretle taşeron işçisi olarak çalıştırılmaktadır. Sayın Çalışma Bakanı, “Taşeronluk kölelik gibi, bu, kabul edilemez.” diyor. Sanki, bu sömürü düzenini, bu kölelik sistemini uygulayanlar kendileri değil. Orta Çağ zihniyetini hortlatan, taşeronlaşmayı politikasının esası olarak uygulayan AKP Hükûmetinin ta kendisidir.

Çalışma Bakanı taşeron işçiler konusunda çalışma yapıldığını söylüyor ama bu tasarıda da bir şey yok. Bırakın Sayın Çalışma Bakanını, ülkemizde bizzat Sayın Başbakanın verdiği sözler boş çıkıyor. 2005 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatılırken Sayın Başbakan “İl özel idaresine devredilen işçilerin sadece işvereni değişecek, bunun dışında başka bir sorun yaşamayacaklar, kefili benim.” demiştir. Bu sözlere rağmen, 2011 yılında çıkarılan 6111 sayılı torba kanun ile işçiler yerlerinden yurtlarından edilmiş, iş yerleri değiştirilmiştir.

Şimdi de AKP Hükûmeti 29 il özel idaresini ve 1.591 belde belediyesini kapatma ve yine işçileri sürgün etme hazırlığı içerisindedir. Ne oldu Sayın Başbakanın verdiği kefalete? Başbakanın kefaletinin hiç mi hükmü yok? Kapatılan il özel idareleri ve belediye çalışanları yine sürgün edilecek, yine mağdur edilecektir.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin büyükşehir belediyelerine dair tasarısı ile Konya’ya da yazık edilecektir. Konya İl Özel İdaresi kapatılmaktadır. 168 belde belediyemiz kapatılarak mahalleleri ilçe belediyesine bağlanmakta, böylelikle her birinin tarihi ve şerefli geçmişi olan 168 beldemiz adı ile birlikte tarihe gömülmektedir. 584 köyümüz de mahalle hâline getirilmektedir. Bu durum mevcut köy ve beldelerimizin daha da boşalmasına yol açacak, göçü daha da hızlandıracaktır. Yüz ölçümü bir çok ülkeden daha büyük olan, bir ucundan öbür ucu 400 kilometreyi aşan Konya’da kamu hizmetlerinde ciddi aksamalar yaşanacaktır. Beldesindeki belediyesi kapatılan vatandaş sorununu, derdini kime anlatacak? Bu tasarı Konya’ya hiçbir şey vermemektedir ama Konya’dan çok şey götürecektir.

Geçen yıl KOP Bölge Kalkınma İdaresi kuruldu ancak söz konusu tasarıyla kurulacak olan Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi KOP idaresinin yetkilerini almakta, hatta büyükşehir belediyesinin yetkilerini de kapsamaktadır. Bu durumda yaşanacak yetki çatışması ve karmaşıklık nedeniyle olan Konya’ya ve Konyalıya olacak. Ayrıca, mevcut büyükşehir belediyesi Konya merkezinde dahi başta şehir içi ulaşım olmak üzere yaşanan sorunların üstesinden gelememektedir. Nasıl olacak da Konya merkezden 150-200 kilometre uzaktaki Taşkent’in, Derebucak’ın, Çeltik’in, Kulu’nun, Halkapınar’ın mahalle yapılacak beldeleri ve köylerine yerel hizmetler sağlıklı olarak sunulabilecektir? Konyalılar kamu hizmetlerini yeterince ve zamanında alamayacağı gibi bir çok mali külfetiyle de karşı karşıya kalacaktır. Yeni veya yüksek oranlı vergi, resim, harç, katılım payı, aidat gibi bir çok kanuni yükümlülüğe muhatap kalınacaktır. Bunlardan bazılarının beş yıl süreyle uygulanmaması ya da indirimli uygulanması çare olmayacaktır.

584 köyümüz var. Artık  suya para ödeyecek, elektriği pahalı ödeyecek, emlak vergisi, çöp vergisi, katılım payı, oda aidatı gibi ödemelerle karşılaşacaktır. Köylümüz bunları nasıl ödeyecek, Hükûmetin umurunda bile değildir.

Uyarıyorum, birilerinin gizli emelleri, şahsi ihtirasları uğruna bu düzenlemeye mevcut hâliyle destek verenler bunun hesabını asla veremezler.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 19 uncu maddesinin (6) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                   Süleyman Çelebi (İstanbul) ve arkadaşları

(6) Sosyal Güvenlik Kurumundan yaşlılık veya malûllük aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin sendika üyeliği sona erer. Ancak çalışmaya devam edenler ile konfederasyon, sendika ve şubelerinin yönetim, denetleme ve disiplin kurullarındaki görevleri sırasında yaşlılık veya malûllük aylığı ya da toptan ödeme alanların üyeliği, görevleri süresince ve yeniden seçildikleri sürece devam eder.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Kabul etmiyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının hazırlamış olduğu Sendikalar ve Toplu Sözleşme Yasa Tasarısı’nı konuşuyoruz. Hazırlayan kurum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı; yani bu ülkede çalışma hayatını düzenleyen, sendikal hayatı düzenleyen en üst organ. Tabii bu organ, Türkiye’deki çalışma hayatının tamamını denetleyen, kontrol eden ve organize eden bir kurum ama bakın arkadaşlar, bizim çalışma saatlerimiz salı günleri saat 15.00-20.00, diğer günler ise 14.00-20.00 arasında şimdi, temel bir yasayı görüşüyoruz ve bugün bize Mecliste verilen gündem, bitinceye kadar. Yani 89 madde bitinceye kadar bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmaya devam edecek. Düşünün ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Türkiye Büyük Millet Meclisini süresiz ve angarya çalışmaya zorluyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, milletvekillerinin çalışma saatlerini böyle bir angaryaya tabi tutuyor. Eğer bir bakanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan, görev yapan milletvekillerini angarya olarak çalıştırıyorsa, demek ki bu ülkede insanların tamamının angaryayla çalıştığı açık ve net bir şekilde ortadadır arkadaşlar. (CHP ve MHP sıralarında alkışlar) Şimdi, önce bir defa Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının buna dikkat etmesi gerekirken ne yazık ki milletvekillerini sabahlara kadar bugün çalıştıracak ve 89 maddeden oluşan bu temel kanunu buradan çıkarmaya çalışacak. Bunu şiddetle protesto ediyorum ve angarya çalışmaya hayır diyorum.

Şimdi 19’uncu maddeyle ilgili bir önerge verdik, Komisyon da katılmadığını söyledi, Sayın Sağlık Bakanı da katılmadığını söyledi. Allah aşkına Sayın Bakan, önerge önünüzde, şu maddede neye katılmadığınızı iki cümleyle bize izah edin deyin ki, şundan dolayı katılmadığınızı söyleyin, biz de “Haklısınız.” diyelim önergemizi geri çekelim. Verdiğimiz önerge arkadaşlar, Çalışma Bakanlığının hazırlamış olduğu kanun maddesiyle aynı, sadece iki kelime eklemişiz: “Konfederasyon” ve “Sendika.” Neden? çünkü bu maddede konfederasyon ve sendika hiç belirtilmiyor, sadece kurum veyahut da kuruluş olarak belirtiliyor. Yani isterseniz avcılar derneği diyebilirsiniz, atıcılar derneği diyebilirsiniz, kuş sevenler derneği diyebilirsiniz, kanarya sevenler derneği diyebilirsiniz. Bunları anlatan bir düzenleme, bunun bu şekilde olması mümkün değil. Bu kanun konfederasyonu ve sendikaları ilgilendirdiği için mutlaka “konfederasyon” ve “sendika” kelimelerinin bu metne girmesi gerekiyor, bunu önerdik. Ama Sayın Sağlık Bakanımız ve Komisyon bu maddeyi reddediyor arkadaşlar, geldiğimiz nokta budur.

Değerli arkadaşlar, bugün gazetelerde TÜRK-İŞ Konfederasyonun ilanı var, tam sayfa ilanlar vermiş. Tabii ki Türkiye’nin en büyük konfederasyonunun bu konuda ilan vermesine söyleyecek bir söz yok ama esas mesele, üretimden gelen gücümüzü kullanmadığımız takdirde, kitleleri ve yığınları sokaklara dökmediğimiz takdirde, taleplerimizi duyurmadığımız takdirde o zaman sadece gazetelere ilan verip de bu mücadeleyi götürmek mümkün değildir. Dolayısıyla sendikaların esas görevi gazetelere ilan vermek değil sokaklarda ve meydanlarda üretimden gelen gücümüzü kullanmaktır.

Bir kez daha bu önergenin AKP milletvekilleri tarafından kabul edilmesini talep ediyoruz. Eklediğimiz iki kelime: “Konfederasyon” ve “sendika.” Bunu kabul etmiyorsanız o zaman sizin 12 Eylül 2010 tarihinde yapmış olduğunuz referandumda ileri sürmüş olduğunuz “Türkiye’de temel sendikal hak ve özgürlüklerin önünü açıyoruz, ILO sözleşmelerinin tamamını uygulayacağız, ILO sözleşmelerinin 87, 98, 151 maddelerini aynen uygulayacağız.” demenizin hiçbir gerçekle bağdaşır tarafı olmadığını söylüyorum ve bu yasa sendikal örgütlenmeye yeterli güvence sağlamıyor diyor ve angarya çalışmaya hayır diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

20’nci madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın 20. Maddesinin (1). Fıkrasında bulunan aşağıdaki ibarenin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

(1).... Aynı zamanda birden fazla üst kuruluşa üye olunamaz.

Aksi hâlde sonraki üyelikler geçersizdir.

             İdris Baluken                          Pervin Buldan                   Abdullah Levent Tüzel

                  Bingöl                                       Iğdır                                      İstanbul

              Halil Aksoy                   Hüsamettin Zenderlioğlu                  Hasip Kaplan

                    Ağrı                                        Bitlis                                       Şırnak

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 20 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                   Dr. Candan Yüceer                Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

              Aytun Çıray                          Nurettin Demir                           Özgür Özel

                    İzmir                                       Muğla                                     Manisa

               İzzet Çetin                               Musa Çam                            Ahmet Toptaş

                  Ankara                                      İzmir                               Afyonkarahisar

Konfederasyon veya Federasyona Üyelik

Madde 20 - (1) Konfederasyon veya federasyon üyeliğine başvuru genel kurul kararına bağlıdır. Konfederasyon veya Federasyon üyeliği tüzükte belirlenen yetkili organın kabulüyle kazanılır. Aynı zamanda birden fazla konfederasyona veya birden fazla federasyona üye olunamaz. Aksi hâlde sonraki üyelikler geçersizdir.

(2) Konfederasyon veya federasyon üyeliğinden çekilme genel kurul kararına bağlıdır. Çekilme, konfederasyon veya federasyona bildirim tarihinden itibaren bir ay sonra geçerlilik kazanır.

3) Konfederasyon veya federasyon üyeliğinden çıkarılma, söz konusu örgütlerin genel kurul kararıyla olur.

4) Üye olma, çekilme veya çıkarılma kararları, konfederasyon veya federasyon tarafından bir ay içerisinde Bakanlığa bildirilir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Efendim, 20’nci maddede (4)’üncü maddesinde bir redaksiyon var. “Üye olma ve üyelikten çekilme.” Oraya bir “Üyelikten” kelimesini ilave etmek durumundayız ki cümlenin anlamı çok daha iyi anlaşılabilsin diye.

BAŞKAN – Önergeye katılıyor musunuz?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Önergeye katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Evet, diğerleri tutanaklara geçti, dikkate alınacak.

Sayın Hükûmet?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz çünkü bu tasarıda “federasyon” diye bir üst kurul, kuruluş yok. Bundan dolayı katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Vahap Seçer, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 20’nci maddesinde verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında söz almış bulunmaktayım.

Değerli arkadaşlarım, beş yıldır Parlamentoda görev yapıyorum. Buraya gelen kanun değişiklikleri ya da Hükûmet tasarıları ne kadar bu Meclisten zorlamayla geçerse o kadar fiiliyatta, uygulamada sıkıntılar ortaya çıktığını gördüm, bunlara şahit oldum. Şimdi, yine böyle zorlamayla, muhalefetle oturup ortak akıl yürütmeden, asgari müşterekte birleşmeden bir yasa tasarısı çıkartmaya uğraşıyorsunuz çalışma hayatıyla ilgili. 75 milyon nüfusta 24 milyon insan çalışma hayatı içerisinde. Önemli bir toplumsal oranı, onların hakkını, çalışma hayatındaki çalışma haklarını, sosyal haklarını konuşuyoruz, tartışıyoruz. Bir kesime ne kadar fazla hak verirseniz, demokrasiyi sağlarsanız, demokratik ortam sağlarsanız, örgütlenme hakkı sağlarsanız o toplumda, o ortamda o kadar barışı tesis etmiş olursunuz, kardeşliği tesis etmiş olursunuz, huzuru tesis etmiş olursunuz. Onun için örgütlenme kelimesinden, örgütlülük kelimesinden imtina etmemizin bir anlamı yok, korkmamızın bir anlamı yok.

1990 yılında Türkiye’de sendikalı çalışan sayısı toplam çalışanların yüzde 22’sine tekabül ediyor. Bu, 2010 yılında yüzde 6 seviyelerine düşmüş, böyle giderse sizin hedefiniz olan 2023 yılında yüzde sıfır seviyelerine gelecek yani sendikalı çalışanların neslini tüketmiş olacaksınız. Bu da AKP sayesinde olacak.

Şimdi, bakın, sözlerime başlarken “Buradaki kanun tasarılarını zorlamayla çıkartmayalım, uzlaşarak çıkartalım.” dedik. Geçtiğimiz yasama yılında “4+4+4” bir millî eğitimle ilgili belki de ülkemiz adına konuştuğumuz bu çatı altında en önemli konu, millî eğitim konusuyla ilgili bir yasal düzenleme oldu. Her şeye rağmen oldu, bütün karşı çıkmamıza rağmen oldu, kavgalara rağmen oldu, gürültülere rağmen oldu. Niçin oldu? İdeolojik saiklerle oldu, rövanşist anlayışlarla oldu. Dedik ki: “Bunu yapmayalım, geleceğimizi gençlerimize teslim ediyoruz.” Geleceğimizi gençlerimiz belirleyecek. Gençlerimizin oluşumunu, yarına bakışını bu jenerasyonların yetisini, kabiliyetini eğitim sistemimiz ortaya koyacak, eğitim sistemimiz buna katkı sunacak. Dolayısıyla, Türkiye’de tarım sektöründe, sağlık sektöründe veya farklı sektörlerde burada düzenlemeler yapabilirsiniz. Bunda hata da yapabilirsiniz. O hatadan dönme imkânınız olur ama eğitim sisteminde yapacağınız bir hatadan dönme, eğitim sisteminde yapacağınız bir tahribatı ortadan kaldırma on yıllarınızı alır.

Şimdi, şu resme bakın, 2012 AKP Türkiyesi’nde ilköğretim okul öğrencileri Mersin’in Erdemli ilçesinde tarım traktörlerinin römorklarında taşınıyor. Bunlar da tarım traktörlerinin arkasına takılan, “tak tak” denilen tarım aletlerinin takıldığı gereçler; tarım gereçleri. Görüyorsunuz, bulundukları mahalleden 7 kilometre mesafedeki, okula ilköğretim öğrencileri bu tarım taşıma araçlarıyla taşınıyor.

Şimdi, tabii, bu 4+4+4’ten Sayın Başbakan herhâlde iftihar ediyordur ortaya çıkan sonuçtan. Bu düzenlemeden il valileri memnun değil, ilçe kaymakamları memnun değil, il millî eğitim müdürleri, ilçe millî eğitim müdürleri memnun değil, veliler memnun değil, öğrenciler memnun değil; kimse memnun değil ama bir tek Sayın Başbakan, zorunlu olarak da sizler memnunsunuz. Takdirlerinize bırakıyorum.

Önergemize destek vereceğinizi umut ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın 20. Maddesinin (1). Fıkrasında bulunan aşağıdaki ibarenin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

(1)… Aynı zamanda birden fazla üst kurulaşa üye olunamaz.

Aksi hâlde sonraki üyelikler geçersizdir.

                                                                                                                     Pervin Buldan (Iğdır)

                                                                                                                           ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) - Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Efendim, önerge diyor ki: Bir sendika birden çok konfederasyona üye olsun. Bu sendika hangi konfederasyondan? Böyle karmaşık bir tablo çıkacak ortaya. Bir sendika birden çok konfederasyona üye olacak.O konfederasyon üyesi sendika, bu konfederasyon üyesi sendika gibi şey çıkıyor. Onun için katılamıyoruz efendim.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Zaten karışacak, karman çorman olacak bu yasayla çalışma yaşamı.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sendikal özgürlük ve örgütlenme olanaklarının fazlalaştırılması demokratik hayatın vazgeçilmezlerinden biridir. Dolayısıyla sendikal üyeliklerinin biçim ve muhteva açısından düzenlenmesi kamunun değil, sendikaların kararına bırakılır.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Kusura kalmayın, duymadım.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Önceden söylendi, duymadınız mı Sayın Başkan?

BAŞKAN – Hayır “Duymadım.” diyorum yani duymadığımı söylüyorum. “Kusura kalmayın.” dedim. Lütfen…

Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

Karar yeter sayısı arayacağım, sayın lütfen.

Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur, beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.09


SEKİZİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 22.15

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.

20’nci maddenin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi maddeyi Komisyonun belirttiği redaksiyonla beraber tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.

197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

21’inci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 21 inci maddesinin (2) ve (3) nolu fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                      Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

               Özgür Özel                              Oğuz Oyan                           Nurettin Demir

                  Manisa                                      İzmir                                       Muğla

              Aytun Çıray                              İzzet Çetin                               Musa Çam

                    İzmir                                      Ankara                                      İzmir

(2) Uluslararası işçi ve işveren kuruluşları Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının izniyle Türkiye'de temsilcilik açabilir ve üst kuruluşlara üye olabilir.

(3) Yukarıdaki fıkralara aykırılık hâlinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca üyeliğin iptal edilmesi, temsilciliğin faaliyetinin durdurulması veya kapatılması için, kuruluş merkezinin veya temsilciliğin bulunduğu yerde dava açılabilir.

BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Güvenliği ilgilendirdiği için İçişleri Bakanlığı olması gerekiyor, onun için katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen, Oğuz Oyan, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarına serbestçe üyelik hususunu düzenleyen bu maddeye karşı değiliz ama istiyoruz ki değerli arkadaşlarım, eğer bu kuruluşlara üyelik ya da bu kuruluşların Türkiye'de temsilciliklerinin açılabilmesi söz konusu ise bunun İçişleri Bakanlığının izni ile değil -yani bir güvenlikçi anlayışla değil Sayın Bakanın söylediğinin tam tersine- adıyla sanıyla, uzmanlığıyla tam muhatabı olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından bu onayın, bu iznin verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Evet, sendikalar uluslararası ilişki geliştirebilmeliler ama emeğin haklarını savunan uluslararası sözleşmeler de artık Türkiye'de uygulanabilmeli. Yani bir taraftan uluslararası kuruluşlara üye olabileceksiniz ama uluslararası sözleşmeler Türkiye'de uygulanamayacak. Üstelik bunlarla ilişkili kabuller varken ILO’nun 87 ve 98’inci maddelerinin hükümleri uygulanmıyor, keza Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddeleri uygulanmıyor, vesaire. Yani uluslararası sendikalara, kuruluşlara üyeliğe geçit var ama uluslararası sözleşmelerin Türkiye'de uygulanmasına geçit yok; bu, temelden, esastan bir çelişkidir.

Sendikalar uluslararası ilişkiler geliştirebilirler ama 12 Eylülün mirası olan bu çalışma hukukunu üzerlerinden atamazlar. Bu büyük bir çelişkidir. Tasarının tam tersi Türkiye'de uygulanmaktadır. 12 Eylül mevzuatının baskıcı karakteri, ruhu korunmaktadır ama bu maddeyle bir anlamda göz boyanmaktadır.

Evet, sendikalar uluslararası kuruluşlara üye olabilsinler ama Türkiye’de de sendikaların önünde hiçbir baraj olmamalıdır; iş kolu barajı, iş yeri barajı, işletme barajları da kaldırılmalıdır. Barajı aşamayan, toplu iş sözleşmesi yapamayan bir sendika için uluslararası kuruluşlara üye olmak ya da olmamak ne yazar, ne anlamı vardır bunu söyler misiniz? Yani önce siz ülkede özgürlüğü, sendikal özgürlüğü getireceksiniz, ülkede demokrasiyi sağlayacaksınız, çalışma alanında barışı sağlayacaksınız, ondan sonra bu uluslararası ilişkiler geliştirilecek.

Siz bir taraftan uluslararası kuruluşlara üyeliği serbest bırakacaksınız ama Türkiye’de sendikaya üyelik için noter şartı getireceksiniz. Yani Türkiye’de serbestçe sendikaya üyelik yasak ama uluslararası kuruluşlara sendikaların üyeliği serbest. Böyle bir çelişkiyi nasıl kabul edebilirsiniz? Siz bir taraftan uluslararası kuruluşlara üyeliği serbest bırakacaksınız ama öbür taraftan sendikal hakların kullanımında çok kritik bir öneme sahip olan sendika temsilcisinin işten atılması hâlinde işe iade hakkını ortadan kaldıracaksınız. İşe iade hakkı olmadığı zaman işverenin sadece insafına bırakılmış bir sendikal ilişki düzeni vardır. Patron, tazminatı ödemeyi kabul ettiği andan itibaren iş yerinde sendika temsilcisi barındırmaz. Yani bir taraftan siz “Özgürlük ve serbestlik üyeliklerde var.” diyorsunuz, öbür taraftan bireysel değil, kolektif sendika haklarının savunulması için temel kural, temel şart olan sendika temsilcisinin özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz. Bu, ILO’nun 87’nci maddesinin ruhuna aykırıdır.

Siz bir taraftan uluslararası kuruluşlara üyelik hakkını getiriyorsunuz, öbür taraftan Türkiye’de grev yasaklarını genişletiyorsunuz, Türkiye’de hak grevinin sözünü referandumla vermenize rağmen bunu getirmiyorsunuz. Türkiye’de işçi sendikaları gelişmiş ülkelerdeki sendikalardan daha geri bir konumdayken, hakları daha gerilerdeyken o uluslararası platformlarda, o geri, o eksikli, o ayıplı durumlarıyla üyeliklerini sürdürsünler ya da bu üyeliklere geçsinler istiyorsunuz.

Bu tasarı, sermaye partisinin tasarısıdır. Bu tasarı, ülkenin iç ve dış sermayenin taleplerine göre Türkiye’deki çalışmayı düzenleyen bir anlayışın tasarısıdır. Tasarının geri çekilmesi ise işçi sınıfının talebidir, emeğin haklarını savunmayı birinci önceliği kabul eden Cumhuriyet Halk Partisinin talebidir. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

22’nci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

               İzzet Çetin                               Musa Çam                           Bülent Kuşoğlu

                  Ankara                                      İzmir                                      Ankara

Sendika ve konfederasyonların katılması veya birleşmesi:

Madde -22

Sendikaların bir başka sendikaya veya konfederasyonların bir başka konfederasyona katılması hâlinde katılan sendika ve konfederasyonun bütün hak, borç, yetki ve menfaatleri katıldığı sendika veya konfederasyona kendiliğinden geçer.

Birleşen sendika veya konfederasyonların bütün hak, borç, yetki ve menfaatleri birleşme sonucu meydana getirdikleri yeni tüzelkişiliğe kendiliğinden geçer.

Bu madde hükümleri gereğince katılan veya birleşen sendika veya konfederasyonların üyeleri, ayrıca bir işleme tabi tutulmaksızın katılanın veya yeni meydana getirilen sendika veya konfederasyonun üyesi olurlar.

Katılımın yapıldığı ya da yeni meydana getirilen sendika veya konfederasyon, durumu bir ay içerisinde Bakanlığa bildirir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Bülent Kuşoğlu, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesi üzerinde verdiğimiz önergeyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 22’nci maddenin başlığı şöyle: “Kuruluşların katılması ve birleşmesi.” Kuruluşların yani burada sendikaların ve konfederasyonların katılması ve birleşmesi konusu belki detay görünüyor ama çok önemli bir konudur. Hukukta –hukukçu arkadaşlarımız çok iyi bilirler- çok ayrıntılı olarak düzenlenmesi gereken, çok itina edilmesi gereken bir konudur ama burada maalesef bu ayrıntı, bu detay ihmal edilmiş, yeterince düzenleme yapılmamış. Uygulamada çok sorun çıkaracak bir hâlde gibi görünüyor Sayın Bakanım. Özellikle bu konu üzerine dikkatinizi çekmek istiyorum.

“Devir, birleşme” diye hukukta geçer, burada “katılma ve birleşme” olarak geçmiş. Katılma tarihi nedir, birleşme tarihi nedir burada belli değil; bu maddede de belli değil, kanunun diğer hükümlerinde de belli değil. Uygulamada bunlar sorun olabiliyor. Genel Kurul kararıyla bu katılmalar ve birleşmeler yapılıyor ama iki ayrı sendikanın ya da konfederasyonun farklı tarihlerde katılma veya birleşme kararı alması durumunda önemli sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bunları uygulamada yaşıyoruz. Bunlar şirketler için de söz konusu, sendikalar için de söz konusu olacak, onun için bunun muhakkak düzenlenmesi lazım. Tarihin olmadığı bir şekilde bu birleşme ve katılmaların düzenlenmesi –Sayın Bakanım özellikle dikkatinizi çekiyorum- uygulamada çok büyük sorunlar çıkaracak. Bazı sendikalar “Bu bizim borcumuz değil, bu birleşme tarihinden sonra, karar verildikten sonra yapılmış bir borçtur.” Diyecek; öbürleri reddedecek, uygulamada önemli sorunlar, sıkıntılar çıkacak. Onun için bu konuyla ilgili bir düzenleme yapılması lazım, şimdiden bunun düzeltilmesi lazım.

Hukukta amaç kolaylaştırmaktır, basitleştirmektir, sadeleştirmektir. Biz bunu çok karmaşık bir hâle getiriyoruz. Bunun muhakkak kanunla düzenlenmesi lazım. Bunun tüzükle, yönetmelikle düzenlenmesi de sorun olabilir; onun için burada düzenlemenin yapılması lazımdır.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; Türkiye, çalışma hayatıyla ilgili olarak çok önemli bir tecrübeye sahip, sendikalaşma konusunda çok önemli bir tecrübeye sahip ama maalesef, sendikalaşma konusunda, çalışma hayatı konusunda iyi bir yerde değiliz. Uluslararası karşılaştırmalar yaptığımızda,  ILO normları açısından, uluslararası ilişkiler açısından kötü bir yerdeyiz; bunun muhakkak düzeltilmesi gerekiyor. Tabii, bu kanun da bunun için çok iyi bir fırsat; bunu fırsat bilip bununla ilgili güzel bir düzenleme yapmamız lazım.

Bir şehre gittiğinizde, bir kente gittiğinizde onun mimari yapısından, fiziki durumundan çağdaş olup olmadığını anlarsınız, ne seviyede bir kent olduğunu anlarsınız fiziki durumundan. Mimari önemli bir ölçüdür, şehirleşmesi önemli bir ölçüdür ama onun arkasında, çağdaşlığın ölçüsü olarak iş ilişkileri, çalışma hayatının düzenlenmesi yatar. Net olarak hemen görünmez mimaride olduğu gibi ama bunun düzgün bir şekilde düzenlenmesi, hukuka dayalı olarak düzenlenmesi, gerçek çağdaşlığı bir ülke için verir. Onun için bizim bu fırsattan istifade, bu konuyla ilgili, çok düzgün, çok düzenli bir kanun yapmamız lazım ama bu 22’nci maddede olduğu gibi maalesef sıkıntılar var.

Bundan önce İntibak Kanunu’nda olduğu gibi ya da toplu sözleşmede olduğu gibi “light” bir kanun çıkarıyoruz, maalesef, sonradan sorunlar, sıkıntılar çıkaracak bir kanun çıkarıyoruz. Bunları özellikle düzeltmemiz gerekir, dikkate almamız gerekir. Bu saatte tabii, kimsenin bununla uğraştığı yok ama biraz önce söylediğim tarih konusunun en azından dikkate alınması gerekir.

Ben bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum iyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

23’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı'nın 23. Maddesinin (2). Fıkrasının son cümlesine takiben gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

(2).... Bu durumda yöneticinin, iş güvencesi haklarını düzenleyen ilgili İş Kanunu maddeleri gereğince dava açma hakkı saklıdır.

             İdris Baluken                          Pervin Buldan                           Levent Tüzel

                  Bingöl                                       Iğdır                                      İstanbul

             Hasip Kaplan                  Hüsamettin Zenderlioğlu                   Halil Aksoy

                   Şırnak                                       Bitlis                                        Ağrı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının "İşçi Kuruluşu Yöneticiliğinin Güvencesi" başlıklı 23. maddesinin 1. fıkrasına, "işçi kuruluşunda" ibaresinden sonra gelmek üzere "veya şubesinde" ibaresinin ilave edilmesi ile aynı maddeye aşağıdaki metnin 4. Fıkra olarak ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

“işçi sendikaları ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kuruluna seçilenlerden iş yerinden ayrılıp sendikalardan aylık ücret alanlar sigorta sayılırlar.”

           Mesut Dedeoğlu                             Ali Öz                            Cemalettin Şimşek

           Kahramanmaraş                             Mersin                                    Samsun

            Mehmet Şandır                     Kemalettin Yılmaz                          Alim Işık        

                  Mersin                              Afyonkarahisar                             Kütahya

                                                            Mehmet Günal

                                                                  Antalya

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 23 üncü maddesinin (1) ve (2) nolu fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve aşağıdaki metnin 4. Fıkra olarak ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

(1) İşçi sendikası veya şubesinde yönetici olduğu için çalıştığı iş yerinden ayrılan işçinin iş sözleşmesi askıda kalır. Yönetici dilerse işten ayrıldığı tarihte iş sözleşmesini bildirim süresine uymaksızın veya sözleşme süresinin bitimini beklemeksizin fesheder ve kıdem tazminatına hak kazanır. Yönetici, yöneticilik süresi içerisinde iş sözleşmesini feshederse kıdem tazminatı fesih tarihindeki emsal ücret üzerinden hesaplanır.

(2) İş sözleşmesi askıya alınan yönetici; sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçim girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteği ile çekilmek suretiyle görevinin sona ermesi hâlinde, sona erme tarihinden itibaren bir ay içinde ayrıldığı iş yerinde işe başlatılmak üzere işverene başvurabilir. İşveren, talep tarihinden itibaren bir ay içinde bu kişileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir diğer işe başlatmak zorundadır.

(4) "İşçi sendikaları ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kuruluna seçilenlerden iş yerinden ayrılıp sendikalardan aylık ücret alanlar sigortalı sayılırlar."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, verdiğimiz önergede şunu söylüyoruz arkadaşlar: Hükûmetin getirmiş olduğu önerge diyor ki: “İşçi kuruluşunda yönetici olduğu için çalıştığı iş yerinden ayrılan işçinin iş sözleşmesi askıda kalır.” “İşçi kuruluşunda yönetici olduğu için...” diyor. Ne demek, “işçi kuruluşu” ne demek arkadaşlar? Yani sendikaya bile tahammül edilemiyor, sendika yöneticiliğine bile tahammül edilemiyor burada ve biz bunun düzeltilmesi gerektiğini… Çünkü konuştuğumuz konu sendikalar ve toplu sözleşme kanunu, burada mutlaka işçi sendikası yahut da şubesinin mutlaka belirtilmesi gerekiyor ama Hükûmetin getirmiş olduğu kanun teklifinde “işçi kuruluşu” diyor. Burada “kuruluş” doğru bir terim değil, doğru bir kelime değildir. Bunun mutlaka “sendika” ve “şube” olarak değiştirilmesi gerekiyor Sayın Bakanım.

Sayın Bakanımız…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Hükûmet uyuma!

MUSA ÇAM (Devamla) – “İşçi sendikası ve şubesinde” diye değiştirilmesi gerekirken ama Sayın Bakan buna katılmadığını söylüyor.

Sayın Bakan dinlemiyorsa, katılmıyorsa bu nasıl olacak arkadaşlar? Dolayısıyla, burada sendikaya bile tahammül edilemiyor, “sendika” cümlesine bile tahammül edilemiyor ve ne yazık ki katılmadığını burada söylüyor.

İkinci fıkrada da diyoruz ki arkadaşlar: “İş sözleşmesi askıya alınan yönetici; sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteği ile çekilmek suretiyle görevinin sona ermesi hâlinde, sona erme tarihinden itibaren bir ay içinde ayrıldığı iş yerinde işe başlatılmak üzere işverene başvurabilir. İşveren, talep tarihinden itibaren bir ay içinde bu kişileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir diğer işe başlatmak zorundadır.” Yani sendika yöneticiliği bittiği andan itibaren bir ay içerisinde işçi başvurduğu takdirde, tekrar eski işine iade edilmesi gerekir. Bunu talep ediyoruz ama Hükûmetin getirmiş olduğu teklifte, bu kişiler süresi içinde işe başlatılmadığı takdirde, iş sözleşmeleri işverence feshedilmiş sayılır. Yani sendika yöneticiliği görevinde bulunmuş olan sendika yöneticisi görevi bittiği takdirde, iş yerine geri dönmek için bir ay içerisinde müracaat ettiğinde, normal koşullarda tekrar eski işine iade edilmesi, göreve başlatılması gerekiyor. Ama işveren keyfî olarak o sendika yöneticisini işe başlatmadığı takdirde bir ay içerisinde otomatikman feshedilmiş olacak arkadaşlar. Dolayısıyla, işçinin geleceği ve kaderi işverenin iki dudağı arasında ve patronun iki dudağı arasında kalmış oluyor. Bu kabul edilebilir bir anlayış değildir ve bu uluslararası sözleşmelere, 87 ve 98 no.lu sözleşmelere aykırıdır ve işçinin, sendika yöneticisinin mutlaka tekrar iş yerine geri dönmesi ve işe başlatılması gerekiyor ama bu düzenlemeyi bu şekilde kabul ettiğiniz takdirde, o sendika yöneticisinin ve işçinin tekrar iş yerine geri dönmesi mümkün olmayacaktır. Bunu kabul etmemeniz ve bu düzenlemeyi bizim vermiş olduğumuz önerge doğrultusunda kabul etmeniz gerekiyor.

Bakın arkadaşlar, 12 Eylül 2010 tarihinde “40 Soruda Anayasa” diye kitap bastırdınız, Türkiye’nin her tarafına dağıttınız ve yüzde 58 oy aldınız. Ne diyor burada arkadaşlar? “İnsanları ekmekle özgürlük arasında tercihe zorlayan anlayışa son vermeye ‘Evet’ demektir” diyorsunuz, “Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçmeye ‘Evet’ demektir.” Mademki bu kadar demokrasiyi savunuyorsunuz, bu kadar hukuku savunuyorsunuz, bu kadar insan haklarını savunuyorsunuz, o zaman sendika yöneticiliği bitmiş olan bir işçinin de iş yerine geri dönmesi konusunda onun kararını patronun iki dudağı arasına terk edemezsiniz. Keyfî uygulamaya bırakmamanız gerekir diyorum ve bir kez daha bu önergenin lehinde oy kullanmanızı talep ediyor ve istiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak bilmelisiniz ki, bu yasayla işçilerin yüzde 57’sinin toplu sözleşme hakkını kullanamayacağını bir kez daha sizlere hatırlatmak istiyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “İşçi Kuruluşu Yöneticiliğinin Güvencesi” başlıklı 23. maddesinin 1. fıkrasına, “işçi kuruluşunda” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya şubesinde” ibaresinin ilave edilmesi ile aynı maddeye aşağıdaki metnin 4. Fıkra olarak ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

“işçi sendikaları ve konfederasyonları ile şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kuruluna seçilenlerden iş yerinden ayrılıp sendikalardan aylık ücret alanlar sigortalı sayılırlar.”

                                                                                                   Ali Öz (Mersin) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz çünkü Sosyal Güvenlik Yasası’nda yer almaktadır düzenleme.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

(1) Sendika ve sendika şube yöneticilerine tanınan bir hakkın mevcut kanunda ve mutabakat metninde olduğu gibi konfederasyon yöneticilerine tanınması amaçlanmıştır.

(2) Eklenen fıkra ile sendikaları amatör şube yöneticileri için gereksiz sigorta primi ödeme yükünden kurtarmak amaçlanmıştır.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Meclisi Başkanlığı’na

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı'nın 23. Maddesinin (2). Fıkrasının son cümlesine takiben gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

(2) Bu durumda yöneticinin, iş güvencesi haklarını düzenleyen ilgili İş Kanunu maddeleri gereğince dava açma hakkı saklıdır.

                                                                                          İdris Baluken (Bingöl) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bu “İşçi kuruluşu yöneticiliğinin güvencesi” maddesinde bir ek önerimiz var. Asıl problem de bu tarzda sendika yöneticisi olan kişilerin eski işine iadesi konusunda, işe başlatmak zorundadır. Peki, başlatmadığı takdirde ne olacaktır? “İşverence iş akitleri feshedilmiş sayılmıştır.” diyor ve orada bırakıyor, fıkrayı kesiyor. Elbette, dava açma hakkı sağlanmalı.

Şimdi, ben bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Sayın Bakan bu tasarı üzerine söz aldığında “Biz kimseden yana taraf değiliz, bütün taraflara eşitiz.” benzeri bir şey kullanmıştı ama aslında bizim, Hükûmetin ve Bakanın kimden yana olduğunu tekrar hatırlamamız gerekiyor çünkü Hükûmetin, Bakanlığın yaklaşımı, kriz, benzeri türdeki durumlarda işverenler zarara uğramasınlar diye, “Güçlü sendikalar sakınca doğurur.” diyen bir yaklaşım ve tarafgirlik içerisinde olmuşlardır. Bir defa bunu hatırlamamız gerekiyor.

Dolayısıyla, bir de Türkiye’nin gerçekliğini, yani sendikalaşmak, emeğin hakkını savunmak ve ülkemizdeki siyasette yerini belirlemek için kendi örgütlerini kurmak isteyen işçilerin başına gelenleri ve nasıl -özel sektörde olsun kamuda olsun- özelleştirmeler eliyle içi boşaltılan kamuda sendikalaşmanın güçlüklerini, sendikaların içinin boşaldığını hatırlamak gerekiyor.

Son birkaç yıl içerisinde ben bu nedenle mağdur olan işçileri sizlere bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Ankara’da, Çalışma Bakanlığının hemen üç adım ötesinde TOGO deri, kundura işçileri; İstanbul’da Merter’de, Teksim firmasındaki tekstil işçileri; yine İstanbul’da DHL firmasında, taşımacılık iş kolundaki işçiler; İzmir’de ünlü Billur Tuz firması, gıda iş kolunda, burada çalışan işçiler; Kayseri’de CEHA işçileri, metal işçileri, bütün bunlar sadece sendikalaştıkları için işten atılmışlardır. Sendikalaşma faaliyetinde hiçbir işçinin, sendika yöneticisinin ve iş yeri temsilcisinin bir güvencesi yoktur, dolayısıyla sendikal nedenlerle işten atılma suç sayılmadıkça, suç sayılması bir yasal düzenlemeye kavuşmadıkça bu konuda bir güvence, gerçek anlamıyla bir güvence sağlanması söz konusu değildir. Biz bu maddeye bir dava açılma, feshedilmiş sayılması karşısında bir dava açılma hakkını koyuyoruz ama aslında bugün patronlar, sermaye sınıfı hiçbir kayıtla, hiçbir zorlukla kendilerini bağlı görmemektedir de aslında. “Ne olacak canım, veririm tazminatını.” Deyip, aslında tazminat ödeme yükümlülüğü de bir korkutucu, bir caydırıcı neden olarak da görülmemektedir.

Şimdi, değerli milletvekilleri, sevgili sendikacılar; ben başka bir şeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum: Asıl, bugün, esnek çalışma kuralsızlıkla birçok işçinin, yani, değişik sendikaları seçme özgürlüğü önüne bir özgürlük gibi getirilmiş olsa da aslında nasıl bir saldırıyla karşı karşıya kaldığını, özellikle de baraj uygulamalarıyla birçok sendikanın nasıl yetkiden düştüğünü hatırlatmak istiyorum. Sendikaların raporu var. Özellikle yüzde 3 baraj ile 6 milyon 300 bin işçinin nasıl -yani yüzde 57’si, kayıtlı işçilerin yüzde 57’sinin- toplu iş sözleşmesini hayalinde bile göremeyecek olmasını ve tek sendikaya mahkûmiyet hâlinde kaldıklarını sizlere hatırlatmak istiyorum. Aslında bu yasayla Hükûmet, işçi hareketini, sendikal hareketi bölme, yandaş ve arka bahçe şeklinde bir sendika oluşturma hamlesi söz konusudur. Aslında, Hükûmet programlarına karşı çıkan sendikaları da, mücadele eden sendikaları da devre dışı bırakma harekâtıdır. Türkiye Gazeteciler Sendikasının özellikle Anadolu Ajansında örgütlenmiş sendikanın, nasıl orada yetkisini devre dışı bırakma atakları içerisinde orada başka bir sendikayı Hükûmet eliyle örgütleme çabası içerisinde, olduklarını hep birlikte yaşadık ve gördük. Bu oyunlara karşı, Hava-İş’in, Deri-İş’in yani yetkisiz bırakılacak sendikaların aslında bu oyuna gelmemesi ve gücünü işçilerle paylaşması, bugün mücadele etmesi tek çıkış yolu olarak görülüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) – Artık, sarı sendikacılık tarihte kalıyor, AKP Hükûmeti eliyle, burada, ağırlıklı olan bir renk, turuncu sendikacılığı bugün Türkiye işçi sınıfına ve sendikal harekete dayatılıyor. Artık, uzlaşmacı, teslimiyetçi, diyalogcu sendikacılık anlamına gelen sarı sendika tarihe karışıyor, onun yerine ”turuncu sendikacılık” diye yeni bir sendikacılık tipi bizlere AKP eliyle gösteriliyor.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

24’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 24’üncü maddesinin beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

           Nurettin Canikli                          Recep Özel                              İsrafil Kışla

                 Giresun                                    Isparta                                      Artvin

              Ahmet Yeni                            Bülent Turan                          Adnan Yılmaz

                 Samsun                                   İstanbul                                   Erzurum

“ (5) Bu madde hükümleri iş yerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 24 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

Madde 24-

(1) İşveren, iş yeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde temsilci veya üyesi bulunduğu sendika, iş davalarına bakmakla görevli mahalli mahkemede dava açabilir.

(2) Dava basit yargılama usulüne göre sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay kesin olarak karar verir.

(3) Temsilcinin işe iadesine karar verilirse fesih geçersiz sayılarak fesih tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenir. Kararın kesinleşmesinden itibaren altı işgünü içinde temsilcinin işe başvurması koşuluyla altı işgünü içinde işe başlatılmaması halinde iş ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları ödenmeye devam edilir. Bu hüküm yeniden temsilciliğe atanma halinde de uygulanır.

(4) İşveren, yazılı rızası olmadıkça iş yeri sendika temsilcisinin çalıştığı iş yerini değiştiremez veya işinde esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde değişiklik geçersiz sayılır.

(5) Bu madde hükümlerinden işverenle iş ilişkisi devam eden sendika ve şube yöneticileri de yararlanırlar.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının “İş yeri Sendika Temsilciliğinin Güvencesi”ni düzenleyen 24. Maddesinin 1. Fıkrasının “İşveren, iş yeri sendika temsilcilerinin, rüşvet, hırsızlık, tecavüz gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûmiyet kararı dışında, iş sözleşmelerini, hiçbir nedenle feshedemez.” Şeklinde değiştirilmesini, 2. ve 3. fıkralarının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

              Levent Tüzel                              Erol Dora                             İbrahim Binici

                 İstanbul                                    Mardin                                   Şanlıurfa

                                      Demir Çelik                   Hüsamettin Zenderlioğlu

                                            Muş                                        Bitlis

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Sendikaların, örgütlenme faaliyetlerini özgürce yürütebilmeleri, iş yeri temsilcilerinin işverenden bağımsız hak mücadelesini sürdürebilmesi için, sendika iş yeri temsilcilerinin işten atılma endişe ve kaygılarının olmaması gerekir. Tasarı maddesinin birinci fıkrasında yer alan, ve güvence olarak sunulan, iş akdinin feshi için haklı bir neden aranması, sendikal güvencesizliği tesis etmektedir. Örgütlenme faaliyetleri “İş yerinde huzursuzluk” şeklinde sunularak iş akdi feshedilen, ekonomik sıkıntılar haklı gerekçe gösterilerek iş akdi feshedilen binlerce sendika temsilcisi vardır. Önerimizle, sendika iş yeri temsilcimizin sendikal faaliyetlerini özgürce sürdürmesi ve işveren tarafından keyfî olarak işten atılması önlenmiş, sendikal güvence sağlanmış olacaktır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 24’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                   Süleyman Çelebi (İstanbul) ve arkadaşları

Madde 24-

(1) İşveren, iş yeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde temsilci veya üyesi bulunduğu sendika, iş davalarına bakmakla görevli mahalli mahkemede dava açabilir.

(2) Dava basit yargılama usulüne göre sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay kesin olarak karar verir.

(3) Temsilcinin işe iadesine karar verilirse fesih geçersiz sayılarak fesih tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenir. Kararın kesinleşmesinden itibaren altı işgünü içinde temsilcinin işe başvurması koşuluyla altı işgünü içinde işe başlatılmaması halinde iş ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları ödenmeye devam edilir. Bu hüküm yeniden temsilciliğe atanma halinde de uygulanır.

(4) İşveren, yazılı rızası olmadıkça iş yeri sendika temsilcisinin çalıştığı iş yerini değiştiremez veya işinde esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde değişiklik geçersiz sayılır.

(5) Bu madde hükümlerinden işverenle iş ilişkisi devam eden sendika ve şube yöneticileri de yararlanırlar.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Evet, katılıyorsun Sayın Bakan değil mi?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Süleyman Çelebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi, buradaki pankarttaki belirttiğim “12 Eylül grev yasakları bu yasayla sürüyor.” yaklaşımı tam da bu maddeyi içeriyor. Çünkü iş yeri sendika temsilcilerinin güvencesini konuşuyoruz. Hatta, aslında bunu eksik yazıyoruz, bu düzenleme, daha önce generallerce yürürlüğe konulan 2821 ve 2822 sayılı Yasa’nın gerisinde bir düzenleme. O yasanın 30’uncu maddesi, daha önce iş yeri sendika  temsilcilerine önemli güvenceler sağlıyordu ve generallerce yürürlüğe konulan yasada. Daha sonra, AKP İktidarında 2003 yılında değişen bu Yasa iş yeri temsilcilerinin güvencesini elinden aldı. Dolayısıyla sosyal tarafların, Üçlü Danışma Kurulunun bu konudaki mutabakatına rağmen -daha önce çeşitli görüşmelerde ben de bulunmuştum- ve bu konuda işveren kesiminin de Hükûmetin de diğer sendikal konfederasyonların da mutabakatıyla en azından iş yeri sendika temsilcisinin keyfî veya benzeri nedenlerle işten atılmasının engellenmesi konusunda bir düzenleme, bir mutabakata gelindiği hâlde, şimdi kanun teklifinde de buradaki Komisyon çalışmalarımızda da ne yazık ki bu süreci gideremedik ve şimdi iş yeri temsilcileri bu anlamda zaten hedef hâlindeki insanlardır, sendikanın öncüsü, temsilcisi konumundadır. Bu arkadaşlar, bu düzenleme ve önergemizin kabul edilmemesi hâlinde hem 12 Eylül 80 darbesinde yasalaşan ama 2003’te değiştirilen güvencenin daha gerisine götüren bir uygulamayla iş yeri sendika  temsilcileri karşı karşıya kalıyor.

Değerli arkadaşlar, bu kürsülerden sürekli, bu getirilen düzenlemenin, 12 Eylül yasalarının gerisinde olduğunu onun için iddia ediyoruz. Hani ileri demokrasi, hani daha iyi özgürlükler, hani daha iyi sendikal güvenceler, hani grev hakkının önündeki engellerin kaldırılması? Bütün bunlar bu yasanın tümüne bakıldığında ileri gitmiyor, geri gidiyor.

Değerli arkadaşlarım, bu, aynı zamanda ILO’nun da bir gereği. ILO’nun özellikle eleştiri konularından bir tanesi de bu anlamdaki güvencenin sağlanmıyor olmasından kaynaklanıyor.

Bakın, daha bugün Avrupa İlerleme Raporu’nda yapılan eleştirilerin çoğu şu andaki mevcut yasanın eleştirisi değildir. Şu anda AKP İktidarı tarafından Meclise sunulan, Komisyondan geçen yasaya ilişkin Avrupa İlerleme Raporu’nun eleştirileri var. Dolayısıyla en azından buralarda bir adım atılırsa…

Sayın Bakanla uzun bir görüşme yaptık, sosyal taraflar bir araya geldi, işveren kesiminin, işçi kesiminin geldiği mutabakata siyasi olarak direnmez ve karar verirse, bu yasa teklifinin birkaç tane maddesi bu anlamda iyileşirse sorunun çözümüne katkı vermeye, biz ana muhalefet olarak katkı vermeye varız. Bunu buradan bir kez daha duyuruyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 24'üncü maddesinin beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“(5) Bu madde hükümleri iş yerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.”

                                                                                    Nurettin Canikli (Giresun) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılıyoruz.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

İş ilişkisi kural olarak hem profesyonel hem de amatör sendika yöneticileri için devam ediyor. Bu nedenle ifadenin iş ilişkisi devam eden değil, iş yerinde çalışmaya devam eden yöneticiler olması gerekir. Teknik hatanın düzeltilmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

25’inci madde üzerinde dört adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

TBMM Başkanlığına

197 sıra sayılı Kanunun 25. maddesi 3. fıkrasının “farklı işleme tabi tutulamaz” son cümlesinin “farklı hiçbir işleme tabi tutulamaz” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

            Mehmet Şandır                            Alim Işık                            Ruhsar Demirel

                  Mersin                                    Kütahya                                  Eskişehir

                                   Mustafa Kalaycı                    Cemalettin Şimşek

                                          Konya                                    Samsun

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 25 inci maddesinin (5) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

(5) Sendikal nedenlerden dolayı iş sözleşmesinin feshi halinde işçi, 4857 sayılı İş Kanununun 18 inci maddenin birinci fıkrasındaki otuz işçi ve altı aylık çalışma süresi koşulu aranmaksızın 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. Bu durumda işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. Sendikal tazminat, İş Kanununun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması koşuluna bağlı değildir. İşçinin İş Kanununun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının Sendika Özgürlüğünün Güvencesi”ne dair 25. Maddesinin 5. Fıkrasında yer alan “başlatılmaması” ibaresi ile “Ancak işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez.” cümlesinin, madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

      Abdullah Levent Tüzel                      Erol Dora                             İbrahim Binici

                 İstanbul                                    Mardin                                   Şanlıurfa

                                      Demir Çelik                   Hüsamettin Zenderlioğlu

                                            Muş                                        Bitlis

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 25'inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki “İşverenin” ifadesinden sonra gelmek üzere “fesih dışında” ifadesinin eklenmesini, beşinci fıkrasının ilk cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ispat ettiği” ifadesinin “ileri sürdüğü” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi halinde işçi, 4857 sayılı Kanunun 18, 20 ve 21’inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir.”

            Mustafa Elitaş                            Recep Özel                       Ahmet Berat Çonkar

                  Kayseri                                    Isparta                                    İstanbul

             Bülent Turan                       Osman Aşkın Bak               Muhammet Bilal Macit

                 İstanbul                                   İstanbul                                   İstanbul

                                     Ramazan Can                        İsmail Kaşdemir

                                        Kırıkkale                                 Çanakkale

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) - Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılmıyoruz efendim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Katılmıyor efendim, Hükûmet katılmıyor.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Maddenin beşinci maddesinin ilk cümlesinde yapılan değişiklikle iş güvencesi kapsamında olan işçilerin sendikal tazminat alması düzenlenmiştir. Altıncı fıkrada yapılan değişiklik, işveren dayandığı haklı neden ya da geçerli nedeni ispatladığı takdirde artık sendikal nedenin işçi tarafından ispatlanamayacağı başka bir ifade ile ispat yükünün yer değiştirmeyeceğine ilişkin yaklaşıma uyum sağlamayı amaçlamaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, bu önerge eğer görüşülecekse, maddedeki, Çalışma Komisyonundan gelen şeklini değiştiren bir önerge. Eğer bu önergeyi baştan konuştuğunuz takdirde diğer önergelerin bir anlamı kalmıyor yani hiçbir anlamı kalmıyor çünkü diğer önergeler buna göre düzenlenmemiş. Hükûmet katılmamakla birlikte çoğunluğa dayanılarak yapılan bu düzenlemeyle ta ilk tasarıdan bugüne kadar gelen 30 ve daha az işçi çalışan yerlere de bir nevi getirilen iş güvencesi burada doğrudan doğruya AKP çoğunluğunca ortadan kaldırılıyor. Dolayısıyla özü zedeleyen bir düzenlemeyi siz önceden oylatıyorsunuz.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, bu kanun tasarısı Hükûmetle, işveren sendikalarıyla ve işçi sendikalarıyla uzun çalışmalardan sonra bir mutabakatla hazırlanarak buraya geldi ve bizim gruplarımızı da bu yönde Sayın Bakan gelip ikna etti. Biz de onun için buna katkı verdik hem komisyonda hem burada, zannediyorum diğer gruplar da bunu yaptı.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Aynen öyle.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama burada Hükûmet, bu saatte bir önerge vererek bu mutabakatı kökünden bozmaktadır. Şimdi görülüyor ki Sayın Bakan buna katılmıyor.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sözünde duruyor.

BAŞKAN – Sonra kabul şeklinde elini kaldırdı ama.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Katılmadığını işaret oyuyla da ifade ediyor. Şimdi yani burada bir emrivakiyle kimin talebiyle böyle bir önerge verilerek oluşturulan bu mutabakat bozuluyor, bunu bilmek mecburiyetindeyiz.

BAŞKAN – Sayın Bakan, sizin bir açıklamanız olacak mı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yani yasama görevi yapıyoruz. Gerçekten Bakanlık olarak bulunduğumuz noktada yoğun bir meşguliyet oluyor. Bir taraftan hatibi dinleyeceksiniz, bir taraftan buradaki taleplere de cevap vermek durumundayız, tabii ki hangi gruptan gelirse gelsin.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Orası yakınma yeri değil.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yakınma değil, ben fiilî bir durumu anlatıyorum, yakınmayla ne alakası var.

Şimdi burada, doğrusu bu önerge ile önümdeki önergede sehven bir karışıklık oldu. Bu katıldığımız bir önergedir, onu ifade edeyim. Ben bunu bir kere düzeltmek durumundayım. Bu bir, katıldığımız bir önergedir. Gerekçesi de şu bakınız: Sosyal taraflarla en çok zorlandığımız bir maddedir 25’inci maddedeki tartışma ama netice itibarıyla bizim bu konuda, işçi sendikalarının talepleri, beş altı madde belki de, yerine getirildi, önümüzdeki maddelerde bunu göreceksiniz, çok önemli düzenlemeleri gerçekleştirirken işveren sendikalarının bu konuda bir talebi oldu ve bu talep de gayet açık, şunu söylüyorlar: 30 işçinin altında işçi çalıştıran işletmelerde, sendikal güvence, yani sendikalı olduğundan dolayı işine son verilirse burada bir tazminat söz konusu olmasın diye işverenlerin bir talebi oldu. Biz, bunu, görüştüğümüz sosyal taraflara, bir araya geldiğimiz sosyal taraflara açıkça ifade ettik, “İşverenlerin talebidir.” dedik, ama bunun yanında da dört beş konu, işçilerin talebi konusunda işverene adım atmasını sağladık ve böyle bir mutabakat ortaya çıktı. Şimdi, bunu, bakınız, birey olarak, sendikalara sorduğunuz zaman, işçi sendikalarının katılmadığını açıkça ifade ediyorlar ama yasanın çıkması açısından, işçi işveren arasında bir diyalog neticesinde…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Diyalog neresinde bunun Sayın Bakan? Yani hep işçiden alarak bir kesime teslim ediyorsunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …gelinen bir nokta, çözümü noktasında bir durum var. Bu konuyla ilgili …

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, sözünüzü toparlayınız.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bir saniye Sayın Başkan.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Bırakın işleri, onlar yönetsin o koltuğu o zaman.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İşverenlerimizin söylediği şu: Deniyor ki o 30 işçinin altında iş yerlerinde, sendikal tazminatla ilgili bazı yasal süreçlerde sıkıntı yaşadıklarını söylediler. İşçiler, sendika amaçlı…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Siz askerî kışlaya….

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Ben işverenlerin görüşünü söylüyorum.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Nerede kaldı sizin gücünüz?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Efendim, müsaade eder misiniz? İşçilerin görüşünü söyleyeceğim.

30 işçinin altındaki iş yerlerinde sendikal durumdan dolayı atıldığını ifade eden işçinin durumu…

İZZET ÇETİN (Ankara) – İlk tasarıda niye öyle getirdin?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …yargıya gittiği zaman, büyük ölçüde kararların işçi lehine çıktığını, oysa sendikalı olduğu için atılmadığını ifade ediyorlar.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İşçiler de diyor ki: “Anayasanın 51’inci maddesine göre, bu örgütlenme hakkının elimizden alındığını sendikalar ifade ediyorlar.” Bizim yaptığımız burada, Bakanlık olarak, Hükûmet olarak, yasanın çıkması adına…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, Yargıtay kararları var elimde. Hiçbirisi sizin gibi konuşmuyor.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - …işverenlerin bir talebi ama buna karşı işçi sendikalarının 4/B talebini buluşturma gayreti içerisinde olduk.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – İşveren örgütü ne dedi?

 ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yaşadığımızı bütün çıplaklığıyla sizlerle paylaşıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – TİSK ne dedi, TİSK?

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Çalışan, iş yerlerindeki büyük çoğunluk işçiler 30’un altındadır Sayın Bakan. Örgütlenme hakkını ortadan kaldıran bir düzenleme.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Diğer önergeleri işleme koyacak mısınız?

BAŞKAN – Koyacağız tabii ki, bunu oylattıktan sonra tabii.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Konuşma hakkımız olacak mı?

İZZET ÇETİN (Ankara) – Ama bunu oylattırdıktan sonra ne anlamı kalıyor?

BAŞKAN – Hayır, o, Başkanın sorunu değil ki ama. Lütfen…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani, diğer önergeleri işleme koyacaksanız, evet.

ALİ ÖZ (Mersin) – Yüzde 85, işçi ölmüş demektir.

BAŞKAN – Evet, “Kabul edenler…” diye sormuştum ama tekrar soruyorum: Kabul edenler…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının Sendika Özgürlüğünün Güvencesi” ne dair 25. Maddesinin 5. Fıkrasında yer alan “başlatılmaması” ibaresi ile “Ancak işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez.” cümlesinin, madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                                                        Levent Tüzel (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, çok söz söylemeye gerek yok. Sayın Bakan, biraz önce yapmış olduğu açıklamada işveren örgütlerinin nasıl bir dayatma içerisinde olduğunu bir bakıma itiraf etmiştir. Yani, biz, burada, bu yasanın, nasıl sendikal hareketi boğmak, gömmek, bütün sendikaların yetkilerini ortadan kaldıracak bir düzenleme oluşturduğunu zaten söylüyorduk, şimdi, bu, bunun ispat edilmiş hâlidir. Yani 30’dan az sayıda işçinin çalıştığı iş yerlerinde sendikal nedenle tazminat hakkını ortadan kaldırmak demek, Türkiye işçi sınıfının büyük oranda çalıştığı, örgütlü olduğu yerlerde bu hakkı, sendikalaşma hakkını ortadan kaldırmak demektir. Sayın Bakan da sırf yasa çıksın adına; uzlaşmacılık, mutabakat adına bu işverenlerin dayatmasını bir ölçüde kabul ettiğini… İşte tarafsızlık buraya kadar. Aslında, sendikacı dostlarımızın da bunu çok iyi görmesi gerekiyor.

Yani, biz özellikle bu yasal düzenlemenin 12 Eylül zihniyetinin, 12 Eylül sendikacılığının bir devamı olduğunu söyleyegeldik; bir kez daha burada bunu görüyoruz. Yani ister istemez organların sayısını belirleyen, temsilcilerin sayısını belirleyen, iş kolu yetkisinde bakanlık sultasını dayatan, grev yasaklarını getiren, her şeyiyle ipleri kendi elinde tutan, merkezileştiren… Bütün yasalarda gördüğümüzü bu sendikalar yasasında da gördük. Her şeyi işverenlerin, sermayenin, kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre belirleyen ve onun partisi olduğunu bir kez daha AKP ilan ediyor; bunu işçi sınıfımızın görmesi gerekiyor. Gerçekten burada Bakanın açıklaması… Yani sendikaların kolu kanadı kırılmıştır, çoktan kırılmıştır. İşte bu nedenle de işçiler sendikalara güvenemez noktaya getirilmiştir. Çünkü, sendikalaşmak istediğinde arkasında güçlü bir sendika hareketi görememektedir. Sonuç itibarıyla kapıya konulduğunda da bir tazminat hakkı, feh edilmiş olması nedeniyle, sendikal nedenlerle fesedilmiş olması hâlinde dava açma hakkı da ortadan kaldırılmış durumdadır.

Bu ILO ile, işte, hükûmetin bağlı kaldığını, saygı duyduğunu ve itaat edeceğini söylediği ILO hükümleriyle de sendikal özgürlüğü koruma adına çalışan komitenin kararlarına da tümüyle karşı olan bir düzenlemedir ve aslında tam da Hükûmetin ve buradaki Meclis çoğunluğunun kimden yana olduğunu gösteren çok çarpıcı bir düzenlemedir. Mutabakat falan da olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bütün işçi örgütleri, bütün konfederasyonlar aslında bu düzenlemeye karşı çıkmışlardır ama buna rağmen şimdi bir değişiklik önergesiyle bu ortadan kaldırılmaktadır. Hükûmet, Bakanlık her şeye müdahale etmektedir, her şeyi kendi istediği gibi belirlemektedir ve şimdi de, aslında bu düzenlemeyle de bir kez daha sendikal demokrasiyi ve sendikal örgütlenme özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmakta, ayaklar altına almaktadır.

Sendika dediğimiz şey bir işçi örgütüdür ama işçi örgütü olmaktan çıkartmak için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Şimdi işçiler nasıl güvenecek? Nasıl bir özgürlük içerisinde, örgütlenme hakkı içerisinde burada bir araya gelecekler? İşte, biz bu oturumu izleyen sendikacılarımızın da bu gelişmeleri ve Hükûmetin bu tutumunu işçi sınıfıyla paylaşarak ve elbette üretimden gelen gücünü o hep söylendiği gibi, gerçi sadece uzlaşmazlık hâlinde, toplu sözleşmedeki uzlaşmazlık hâlinde grev hakkını tanıyan bir düzenlemedir bu Sendikalar Yasası, Toplu Sözleşme Yasası ama hak greviyle, dayanışma greviyle, siyasi greviyle, genel greviyle, direniş hakkıyla işçi sınıfımızın gerçekten güçlü sendikaları kendi gücüyle yaratmaktan başka da bir şansı, başka bir geleceği de yoktur; bir kez daha bunu, bu düzenlemeyle ve Bakanın bu itirafıyla birlikte, Sayın Bakanın bu zorda kalmış hâliyle birlikte, hep birlikte görüyoruz. Durumu sizin bilginize ve ellerinize emanet ediyoruz.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 23.14


DOKUZUNCU OTURUM

Açılma Saati: 23.20

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Dokuzuncu Oturumunu açıyorum.

25’inci madde üzerinde İstanbul Milletvekili Levent Tüzel ve arkadaşlarının verdiği önergenin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi tekrar önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır. Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 25 inci maddesinin (5) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

(5) Sendikal nedenlerden dolayı iş sözleşmesinin feshi halinde işçi, 4857 sayılı İş Kanununun 18 inci maddenin birinci fıkrasındaki otuz işçi ve altı aylık çalışma süresi koşulu aranmaksızın 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. Bu durumda işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. Sendikal tazminat, İş Kanununun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması koşuluna bağlı değildir. İşçinin İş Kanununun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.

                                                                                   Süleyman Çelebi (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hani bir laf vardır “Bazı çareler vardır derdin kendinden de beter.” diye. Bu tasarı eski kanunların, 274 sayılı Yasa’dan da 2821 sayılı Yasa’dan da beter. Biraz evvel işveren örgütleriyle de görüştüm şu beş dakikalık arada. Yani Sayın Bakan hiç kusura bakmasın, komisyonlara itibar etmiyor, alt komisyona itibar etmiyor, üçlü danışma toplantılarına itibar etmiyor, bir tek işveren örgütünün karşısında diz çöküyor. Bu tabiri bilerek kullanıyorum. Siz zaten emek düşmanı, işçi düşmanı olduğunuzu 4857 sayılı İş Yasası görüşmelerinde göstermiştiniz. O yasada önce, ta eleştirdiğiniz üçlü koalisyon döneminde çıkartılan İş Güvencesi Yasası 10 ve daha fazla işçi istihdam eden işletmeler için geçerli kılınmışken önce altı ay yürürlüğünü ertelediniz, arkasından “30 ve daha fazla işçi istihdam eden işletmeler” olarak değiştirerek güvenceyi ortadan kaldırmıştınız. Şimdi, bu sendika özgürlüğü maddesiyle bir kez daha görüldü ki siz işçi düşmanısınız, emekçi düşmanısınız!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Hadi oradan!

İZZET ÇETİN (Devamla) – Evet, bilerek söylüyorum ve sizi gerçekten izleyen sendikacılara söylüyorum; işçilere AKP’ye oy verdirtmeye devam etsinler, kendilerine ihanet etsinler.

MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) – Onların kendi iradesi yok mu?

İZZET ÇETİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, burada alt komisyonda, komisyonda çıktı. 30 ve daha az işçi istihdam eden işletmelerde de eğer işçiler sendikal nedenle işten atılıyorsa iş güvencesi gibi bir güvenceye kavuşsunlar, sendikal tazminatı alsınlar. Buna TİSK’in yöneticileri de, İşveren Sendikaları Konfederasyonu da “evet” dedi. Hak-İş’i de “evet” dedi, DİSK’i de “evet” dedi, TÜRK-İŞ’i de “evet” dedi baştan, Bakan da “evet” dedi. Kim demedi? Odalar ve Borsalar Birliği demedi. Niye? “Sendikalar Türkiye’yi batırır.” Arkadaşlar, bu ülke bu noktalara geldiyse emekçilerin elleri üzerinde yükseldi. Kâr elde edenler kriz dönemlerinde çoğu yurt dışına kaçtı, fabrikaları söküp yurt dışına götüren işverenleri biz kriz dönemlerinde biliyoruz.

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – O eskidendi.

İZZET ÇETİN (Devamla) – Bu ülkenin gerçek yurtseveri emekçilerdir, o beğenmediğiniz sendikacılardır. Kriz dönemlerinde ödün verdiler size ülkemiz ayakta kalsın, iş yerlerimiz korunsun diye. Bunun cezasını şimdi onlara bu yasayla fatura ediyorsunuz. Hak ettiler mi? Hak ettiler. Niçin hak ettiler? Size inandıkları için hak ettiler. Siz, şimdi, size oy verenlere ihanet içindesiniz.

Değerli arkadaşlar, Yargıtayın bile bu konuda kararları vardı. Teamül hâline gelmiş. İş yerlerinde işçiler en çok sendikal faaliyete katıldıkları için, sendikaya üye oldukları için atılıyor. O nedenle bir bakıma sendikaları güçlendirelim, koruyalım diyorsunuz ama bir taraftan da boğuyorsunuz. Yani nasıl boğuyorsunuz? Onun sendikaya üye olması hâlinde, işten atılması hâlinde sendikal tazminatını ortadan kaldırıyorsunuz bu düzenlemeyle. Nasıl? Burada bir önergeyle. Şimdi, ben komisyonda değilim. Komisyondaki arkadaşlar söylüyorlar, partilerin grup başkan vekilleri söylüyor bu yasayı mutabakatla çıkaracaktık diye. Mutabakatı mı kaldı şimdi bunun? Gece yarısı televizyonlarda işçiler, emekçiler izleyemesin diye bu saate sıkıştırıyorsunuz, “Sabaha kadar görüşelim.” Diyorsunuz, “Bu yasayı bu gece çıkaracağız.” diyorsunuz, çıkarın da görelim. Bakalım çıkarabilecek misiniz bu gece? Göreyim bakalım bugün bitirebilecek misiniz?

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Sen işçi çalıştırdın mı hiç?

İZZET ÇETİN (Devamla) – Ben işçiyim, işçilikten geliyorum, senin gibi ağa değilim, patronların temsilcisi değilim. Bilerek konuş!

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Biliyorum canım.

İZZET ÇETİN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bu yasalar ikiz yasalardır. Daha Sendikalar Yasası’nı konuşuyoruz. Esas bunun altını besleyeceğimiz -eğer burada bir demokratikleşme sağlayamazsak- toplu sözleşme hakkını, özgürlüğünü ileriki maddelerde korumanız, geliştirmeniz mümkün değil. Yasaya bakıyorum, 2821’e, Kenan Evren’in hazırladığı yasaya bakıyorum, sizinkinden bin kat daha iyi. Yani sizin ileri demokrasi anlayışınızın sadece üniforması yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İZZET ÇETİN (Devamla) – Askerinkinden bin beter.

Hayırlı olsun size! (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer Önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

197 sıra sayılı Kanunun 25. maddesi 3. fıkrasının “farklı işleme tabi tutulamaz” son cümlesinin “farklı hiçbir işleme tabi tutulamaz” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

                                                                                       Mehmet Şandır (Mersin) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, değerli milletvekili arkadaşlarım; gerçekten, kabul edilemez bir durumla karşı karşıyayız. Çok geç kalmış, çok geciktirilmiş bir yasayı görüşüyoruz; iş hayatı açısından çok önemli bir yasayı görüşüyoruz. Yılın sonuna geldik, hâlâ yetkili sendikalar belirlenememiş, toplu sözleşmeler yapılamamış, bunun mağduru işçilerin sorunlarına çözüm üretecek sendikal haklar gibi temel özgürlük alanı olan bir konuda bir yasa çıkartıyoruz ve bu yasada oluşturulan mutabakatı gecenin 22.46’sında verilen bir önergeyle bozuyoruz. İşte, bunu, maalesef her defasında yapıyorsunuz. Bu yasa bir yıldan bu yana tüm taraflar arasında görüşülüyor. Uzun tartışmalarla, uzun toplantılarla hatta yani Sayın Başbakanın müdahalesiyle, ara bulmalarıyla bir mutabakat oluşturuluyor. Komisyonda görüşülüyor, alt komisyonda görüşülüyor ve bir sonuç hasıl ediliyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna getiriliyor.

Sayın Bakan, kişiliğine her zaman iltifat ettiğimiz Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı gruplara bu yasayı getiriyor. Söylediği söz şu: Bu yasa taraflar arasında bir mutabakata varılarak bu noktaya geldi. Çok da zor geldik ama şimdi huzurunuza getirdik, buna destek verin, bunu hızla çıkartalım.” diyor. Bizatihi ben meseleye şahidim. “Eyvallah.” diyoruz, Sayın Bakan, seni asla üzmeyiz, bu yasayı biz destekleriz ve Genel Kurulda çıkartırız. Şimdi, arkadaşlar, ne hakla gecenin yarıya yakınında, 22.46’da, komisyonun haberi yok, Hükûmetin haberi yok, Bakanın haberi yok, AKP Grubu bir önerge getiriyor ve varılan tüm mutabakatı ortadan kaldırıyor, “Bu, böyle olacak.” diyor? Kimin adına diyor bunu?

Değerli arkadaşlar, bu önergeyi kim hazırladı da AKP Grubuna getirdi, o da Hükûmete getirdi, kabul ettirdi? Böyle bir şey olur mu? Yani bu, yasama mıdır değerli arkadaşlar? Bu Meclis, adrese teslim kanun çıkartma yeri midir? Öncelikle bunu şiddetle reddediyorum yani onuruma dokunuyor. Yani hiç mi hükmi şahsiyetimiz yok, hiç mi şahsiyetimiz yok değerli arkadaşlar? Birileri böyle gecenin bir yarısında bir önergeyle burayı gasbedecek, buranın iradesini gasbedecek, bir yıl süren gayretleri yok sayacak, ulaşılan mutabakatı çiğneyip geçecek… Bu gerekliyse…

Yani ben KOBİ’leri çok önemli buluyorum. Türkiye’nin iş hayatının, yatırımının, sanayicisinin yüzde 90’ı KOBİ’ler. Bu 30 işçi ve altı işçi çalıştıran kuruluşların tamamı KOBİ. Bunların talebi olabilir, isteği olabilir ama yani emeği yok sayarak, işçiyi yok sayarak… Yani hadise şu arkadaşlar: Sendikaya girdin, sendika üyesi oldun, sendikal faaliyete katıldın diye işveren, işçiyi kapının önüne koyuyor. Yaşamıyor muyuz bunu? Yaşıyoruz. Ekmek meselesi. İşçi de gidiyor mahkemeye müracaat ediyor, tazminatını alıyor. Şimdi getirdiğiniz bu önergeyle işçinin elinden bu hakkını gasbettiniz değerli arkadaşlar. Verdiğiniz oylarla yaptığınız sonuç bu. Yani ekmeğinin karşılığında ter döken işçinin emeğini gasbettiniz Yazık ya… Böyle bir şey olur mu? KOBİ’ler önemli. KOBİ’ler sıkıntı içerisinde kalmasın. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz, taraflar arasında onu ona tercih etmiyoruz ama yaptığımız, bu Meclisin asaletine yakışmıyor, yasama denen fonksiyona yakışmıyor. Yani burasının Hükûmetin emrinde olduğunu, hani zorla da olsa, kabul ediyoruz ama burası birilerinin emrinde olmamalı değerli milletvekilleri, gözünüzü severim. Buraları birilerinin emrinde olmamalı. Gecenin bu yarısında bir önergeyle gelip buradaki iradeyi gasbetmeye kimse cesaret etmemeli. Buna siz itiraz etmelisiniz. Söylediğimiz söz bu.

Dolayısıyla, bu yapılan yanlış Sayın Bakanım. Buna sizin itiraz etmeniz lazım. Eğer bu gerekliyse bir yıldan bu yana yaptığınız bu çalışmalarda bunu işçi tarafına kabul ettireydiniz. Gecenin bu yarısında, Komisyondan geçmeyen, alt komisyondan geçmeyen bir önergeyle bu mutabakatı bozmaya müsaade etmenizi ben yadırgadığımı ve sizin şahsınıza yakıştıramadığımı burada ifade ediyorum.

Teşekkür ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın Bakanın bir açıklama talebi var.

Buyurun Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 25’inci madde önemli bir madde. Şu konuşmalar çerçevesinde belki de…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Zaten sendikal hareketi yok eden madde.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Arkadaşlar, bakın, biz sükûnetle dinledik. Lütfen, meramımızı bir anlatalım, itirazlarınız varsa zaten hakkınızı kullanırsınız.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Anlattın demin Sayın Bakan, anlattın.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, biraz önce Sayın Süleyman Çelebi’nin de katıldığı TÜRK-İŞ Genel Başkanı, DİSK Genel Başkanı, Hak-İş Genel Başkanı, TİSK Genel Başkanı ve TOBB Başkanının katıldığı tam beş saatlik bir toplantı yaptık. Bu toplantıda dört gündem maddemiz vardı. Daha önceki toplantılardan bahsetmiyorum; sekiz saat, on saat süren toplantılardan bahsetmiyorum. “Acaba bu yasaya ne katkı yapabiliriz?” çerçevesinde tarafları tam beş saat Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında topladık. Birinci maddemiz şuydu:

2009 yılında yayınlanan son istatistikler var. Bu istatistiklere göre yüzde 10 barajını aşan 51 sendika var. Bu sendikalar… Muhtemeldir ki barajı aşamayan sendikalar da olabilecek çünkü sendikalı işçi sayısı gerçek rakamlara inince çok düştü…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayenizde düşmüştür Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …aşamayacakları düşüncesiyle, 2009 yılında…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Tam yarı yarıya indi döneminizde, doğru.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, lütfen, önemli bir konu bu.

“2009 yılında bu barajı aşan sendikalar -açık söylüyorum- yani o günün sahte üyeleriyle, olmayan üyeleriyle aşan sendikalar madem aşmışlar bunu müktesep hak kabul edelim ve geleceğe dönük bir süre verelim ve baraj da uygulamayalım.” Bakınız, aldığımız karar bu. 51 sendikanın geleceğe dönük, baraj aranmaksızın 2009’daki yetkilerinin sürdürülmesi konusunda bir karar aldık, bir.

İkinci kararımız: E-devlet uygulamasına geçeceğiz, e-Devlet uygulamasına geçerken bir yıllık süre var yasada, tasarıda; “Bunu altı aya indirelim.” diye işçi sendikalarından gelen talep. Birincisi de işçi sendikalarından gelen talep, ikisini kabul ettik.

Üçüncüsü: Sendikal harekette, örgütlenmede en sıkıntılı konu; nedir bu? İş yerindeki yetki. İş yerinde bir sendika yetkiyi alıyor, diyor ki: “50+1 çoğunluğu sağladım, yetkiyi aldım.” Aldıktan sonra ya rakip sendika veya işveren itiraz ediyor, yetki mahkemeye gidiyor; iki yıl, dört yıl, altı yıl, arkadaşların ifadesine göre, yedi yıl, on dört yıl devam eden davalar var. Mahkemelerin yoğun bir meşguliyeti var bu yetki itirazından dolayı. Dedik ki: Çalışma Bakanlığı bünyesinde gerek işverenlerden gerek işçi konfederasyonlarından bir kurul oluşturalım. Bundan sonra, SGK verileri devletin resmî verileri olduğu için o verileri, itiraz eden sendika veya işveren varsa bu itirazı, ayrıca Çalışma Bakanlığından da ilgili yetkili bir arkadaşın katılımıyla bu kurul, hem işverenin hem işçinin olduğu bu kurul değerlendirsin ve neticelendirsin. Buna rağmen, tabii ki idari işlem olduğu için yargıya yine açık ama yargı da ister istemez SGK verileri ve bu kurulun verilerini alacağı için, bekletici neden olmaktan çıksın bu mesele. Dolayısıyla, örgütlenen işçilerimizin sendika haklarının, örgütlenme haklarının yıllarca sürüncemede kalmasının önüne geçelim diye üçüncü bir düzenlemede, çok önemli bir düzenlemede arkadaşlarla mutabakat sağladık.

Dördüncü mesele neydi? Bu üç mesele işçilerden gelen talepti. Dördüncüsü, işveren ve ağırlıklı olarak TOBB’dan gelen talep. Diyor ki: “KOBİ’ler 30 kişi, 10 kişi, 20 kişi çalıştırıyor. Bu çalışılan iş yerlerinde, 30 işçinin altında olan iş yerlerinde iş güvencesi, İş Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle yok; iş güvencesi yok. Bakınız, şimdi, TOBB ve işveren sendikaları diyor ki: “Buradaki sendikal güvence de olmasın istiyoruz, bizim de tek talebimiz bu.” İşverenin bir talebi, işçilerin üç talebi var.

Oturduk, saatlerce burada bir düzenleme olabilir mi? Gerekli girişimlerde bulunduk ama bu konuda bu dördüncü maddeyle ilgili, işverenin direnci, üç maddeyle ilgili işçi sendikalarının direnci devam etti; sendikaların direncini, taleplerini yerine getirdik, işverenin de bir tek talebi var, KOBİ’lerde 30’un altındaki iş yerleriyle ilgili talebi var.

İZZET ÇETİN (Ankara) – O bir tek talep, hepsini alıp götürüyor Sayın Bakan, hepsini alıp götüren talep o talep. Hepsi gitti!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Lütfen, siz, yetkinin ne anlama geldiğini…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Ben çok iyi bilirim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İşçiler izliyorlar, biliyorlar, onlar çok iyi biliyorlar lehteki bir düzenleme olduğunu.

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen sözlerinizi toparlayınız.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – 51 sendikanın güvence altına alınması, yetkinin verilmesinin ne anlama geldiğini biz biliyoruz.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sendikalar Yasası’nın özü olan konuyu mahvettin!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Şimdi, bu düzenleme bu mutabakatın, bu mutabakat çalışmasının neticesinde huzurlarınıza geldi.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Mutabakata kiminle varıldı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Böyle, efendim, “Meclise bir dayatma, birilerinin emri…” Yüce Meclis muhalefetiyle, iktidarıyla milletin emrindedir, bunda hiç kimsenin şüphesi yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Hükûmet olarak işverenlerin önünde boyun eğdiniz. Askeri kışlaya sokmakla övünüyorsunuz, 7 tane bakanınız… Farkınızı ortaya koydunuz.

BAŞKAN – Sayın Bakan teşekkür ediyorum.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, bir konuyu bütün çıplaklığıyla, bütün şeffaflığıyla anlatmak yanlıştır diyorsanız yanlış kabul edin ama orada…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Oradaki bir talep, yasanın özüne denk geliyor, tamamına denk geliyor. Kendinizi ortaya koydunuz.

BAŞKAN – Sayın Çelebi, siz de sisteme girin.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yanlış değil, iyi konuştunuz, herkes anladı ne yaptığınızı Sayın Bakan. Gayet güzel konuştunuz, çok net anlaşıldı yani işverenin önündeki duruşunuz, çok net anlaşıldı. Sağ olun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Siz öyle anladıysanız o da size…

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Siz ne anlattıysanız onu anladık Sayın Bakan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanım, biz, sizin bu on ayda tüm taraflarla uzun mesailer harcayarak hangi mutabakata vardığınızı hiç sorgulamadık. Bir kelime, bir cümle söylediniz, “Mutabakata vardık.” dediniz, “Eyvallah.” dedik, inandık. Hiç tereddüt etmedik. Sizin kişiliğinize inanıyoruz ama gecenin saat 10.46’sında, burada, komisyondan geçmeyen bir önergeyi savunmanızı yadırgıyorum. Allah aşkına, o zaman aklınız neredeydi? Bu mutabakata niye bunu dâhil etmediniz de gelip burada bu önergeyi savunuyorsunuz ve “Meclise kimse emir veremez.” diye bize nutuk atıyorsunuz? Böyle bir hak yok Sayın Bakanım? Bu, bu Meclise bir emirdir. Kim tarafından gelirse gelsin. Eğer bu gerekliyse bunu siz getirmeliydiniz. Eğer bu gerekliyse bu kanunun içine koymalıydınız. Ben meselenin detayına itiraz etmiyorum yani detay da gerekli olabilir, KOBİ’lerimiz için bu gerekli, iş hayatı için gerekli olabilir ama bunu, kardeşim yani on ay… Bu işçi bunu bekliyor. Bu kadar çalıştınız, o zaman niye düşünmediniz bunu da bu gecenin bu saatinde… Bakın, bu ihtimale binaen TÜRK-İŞ, gazetelere sayfa sayfa ilan veriyor, “Tüm haklarımız gasbediliyor.” diyor, biz de meseleyi öyle fark ediyoruz. Siz de burada bunu savunuyorsunuz. Bunu gerçekten yadırgadığımı ifade ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye Büyük Millet Meclisine kimse emredemez ama sayenizde… Kendiniz itiraz ediyorsunuz önerge verilmesine.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama burada, bu önergeyi savunmanızı gerçekten kabul edemiyorum. Sizin adınıza da kabul edemiyorum Sayın Bakan.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son derece önemli bir kanunu görüşüyoruz ancak merak ettiğim bir konu var, aslında cevabını biliyorum ama yine de Sayın Bakanın bu konudaki görüşünü bilmeyi arzu ediyorum.

Ekonomik ve Sosyal Konsey var, 12 Eylül 2010 referandumuyla da bu Ekonomik ve Sosyal Konsey, anayasal kurum hâline dönüştürüldü. O referandum öncesinde Sayın Başbakanın, iktidarın propagandasını gayet iyi hatırlıyorum: “Artık ülkenin temel konuları konusunda, temel sorunları konusunda Ekonomik ve Sosyal Konseyde taraflar bir araya gelecekler ve konuları müzakere edeceklerdir.” Herhâlde, Ekonomik ve Sosyal Konseyde konuşulması gereken konuların başında bu gelir. Böyle bir konuyu Ekonomik ve Sosyal Konseyde tarafları buluşturmadan buraya getirmek, uzlaşmayı sağlamadan getirmek son derece yanlış bir şey.

Ekonomik ve Sosyal Konsey, Şubat 2009 tarihinden bu yana çalıştırılmamaktadır. O nedenle Sayın Bakanın, ben, uzlaşma arayışlarını tereddütle karşılıyorum. Şüphesiz, uzlaşma konusunda çaba sarf etmiştir ama Ekonomik ve Sosyal Konseyde tarafları bir araya bütün milletin gözü önünde getirmeden bu sorunu çözmeye çalışmak mümkün değildir.

İkincisi, önemli bir değişiklik yapılıyor, işveren bizim işverenimiz, tabii ki istihdamı yaratan da işverendir ama işverenin istihdam yarattığı alanda, fabrikada büyük de bir işçi kitlesi çalışıyor yani işveren nasıl bu ekonominin, tüm ekonomilerin zorunlu bir unsuru ise işçi de en az işveren kadar zorunludur. Dolayısıyla bu kadar önemli bir düzenlemenin işçi ve işveren arasında bir dengeye kavuşturularak, çözülerek buraya getirilmesinin mümkün olabileceğini düşünüyorum, mümkün olabilirdi bu. Bu konuda gerekli çaba, Ekonomik ve Sosyal Konsey düzeyinde milletin gözü önünde sarf edilmediği için bugün buraya son dakikada gelen bir önergeyle bu tasarı, bu yasa uzlaşmadan yoksun bir şekilde buradan çıkmış olacaktır. Bu toplumda kavgaya yol açacak bir yasa olacak, bu şekliyle doğru bulmuyorum.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi teşekkür ediyoruz.

Sözlerinizi toparlayınız.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gelin, bu düzenlemeyi taraflar bir daha bir araya gelsinler, konuşsunlar, hep beraber konuşalım. Burada bir uzlaşmayı dengeyi bulmaya çalışalım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Çelebi buyurun. Yalnız kısa olsun lütfen, Sayın Hamzaçebi gerekli açıklamayı yaptı.

Buyurun.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bu sürecin içinde olan birisi olarak bazı açıklamalarda bulunmak zorundayım.

BAŞKAN – Yaptınız zaten.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Öncelikle yapıcı bir katkı sağlamak amacıyla ve Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunun Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüsü olarak ve eski bir deneyimimle, DİSK’in eski genel başkanı, bir sendikacı olarak bu tıkanan sürece katkı vermek amacıyla bu toplantının içinde yer aldım ve yapıcı katkıyı sunmaya çalıştım ama Sayın Bakanın biraz önce “Sosyal taraflarla diğer bütün konularda uzlaşıldı, bu konuda uzlaşma sağlanmadı.” gibi yaklaşımı doğru değildir.

Diğer maddelerde de eğilimlerimizi aldı, sendikaların eğilimlerini aldı, bunları öneri hâline getirdiği zaman bu öneride de diğer sendikalar ve konfederasyonlar mutabakat hâlinde olursa o zaman yapıcı katkıyı vereceğimizi söyledik. Oysa bu konuştuğumuz madde zaten sendikal yapının en önemli öznesi. Bunu çıkarttıktan sonra diğeri teferruat, esası bu, bu madde de zaten eğer bir mutabakat yoksa, diğerlerini düzeltse ne olacak, düzeltmese ne olacak. Sendikal harekete kilit vurulduktan sonra, bu süreç yok olduktan sonra zaten oraya giden bir süreçtir, bu da tamamen yok etmiştir.

İkinci önemli yanı şudur, DİSK’in Başkanının –burada da hakkını teslim ediyorum- bu konudaki olumlu yaklaşımı, siyasi irade tarafından reddediliyor, Sayın Bakan tarafından reddediliyor. Burada yalnız sendikalar değil DİSK’inde bir ortak nokta bulunması konusundaki gayreti, çabası, elinin tersiyle itilmiştir. Burada bir tek TOBB’a verilen bir söz var. TOBB dışında buraya hükmeden, Sayın Bakanlığı yönlendiren bir kurum olmadığını bir kez daha bu maddede görmüş olduk. Diğerlerinde de sendikaların tam bir mutabakatının olmadığını, o konuda da ayrışmalar olduğunu o toplantıda yaşayan bir insan olarak görüyorum. Uygulamada göreceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelebi.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Yasa tekliflerinde bunları göreceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Bu, sendikal harekete vurulmuş bir kilittir; yazıktır, işçilere yazıktır, bu ülkenin geleceğine yazıktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelebi.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Çünkü bu süreci gerçekten kilitlemiştir.

BAŞKAN – Sayın Çetin, buyurun.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Bakanı ilgiyle dinledim. Yani toplu iş sözleşmesi masalarında sendikacılar zaman zaman işverenlerin “Ben şu şu maddeyi sana verdim, sen de bana şu maddeyi karşılığında ver.” gibi, koyun pazarlığı yapar gibi pazarlık yaptıklarına tanık oluruz ama burada bir yasa yapıyoruz ve gelecek dönemi ilgilendirecek bir yasa o ilkel toplu sözleşme mantığıyla yapılmaz, yasa yapma tekniği bu değildir. Yasa yapılırken, toplumsal kesimler, etkileyeceği toplumsal kesimler göz önüne alınarak yapılır. Kaldı ki şu ana kadar yani AKP iktidarlarına kadar Türkiye’de yerleşik hukuk anlayışı zayıf olanı korumaya yönelik idi. Yasalarda da bu kurallar, özellikle çalışma yasalarında böyle değerlendirilirdi. İlk kez, bu yasa yapılırken, Hükûmetin bu yasada açıkça TUSKON’un ve TOBB’un önerilerine boyun eğdiğine tanıklık ediyoruz: “Onlar iki madde verdi, emek kesiminden de bir madde alıyorum.” Emeği mezara koyuyorsun, üzerini toprakla örtüyorsun, sendikaları da yok ediyorsun ve adına da “Dengeye getirdim.” diyorsun. Bu, kabul edilebilir bir mantık ve yasa yapma tekniği değil.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sorulara cevap verecektim.

BAŞKAN – Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

26’ncı madde üzerinde bir adet önerge vardır, işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 26 ncı maddesinin (2) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve (8) nolu fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

(2) Kuruluşlar, çalışma hayatından, mevzuattan, örf ve âdetten doğan uyuşmazlıklarda işçi ve işverenleri temsilen; sendikalar, yazılı başvuruları üzerine iş sözleşmesinden ve çalışma ilişkisinden doğan hakları ile sosyal güvenlik haklarında üyelerini ve mirasçılarını temsilen dava açmak ve bu nedenle açılmış davada davayı takip yetkisine sahiptir. Yargılama sürecinde üyeliğin sona ermesi hâlinde üyenin onay vermemesi hâlinde bu yetki sona erer.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Evet.

Önerge üzerinde söz isteyen Sedef Küçük, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesi üzerinde söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı, sendikal örgütlenme hakkının kısıtlanmasına yol açacak birçok hüküm içermektedir. 12 Eylülle birlikte sendikacılara konulmuş siyasi yasaklarla ilgili düzenlemeleri, olduğu gibi korumaktadır. Grev hakkı konusunda bir ilerleme sağlanamadığı gibi bazı iş kollarında da gerileme mevzubahistir. Aslına bakarsanız, nereden tutarsanız orada kalan bir tasarıdır ama yine de bir konuda Komisyona teşekkür etmeden geçmek istemiyorum. Tasarının ilk hâlinde olmayan “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını dâhil etmişlerdir. Üzerinde konuştuğumuz bu maddede “Kuruluşlar, faaliyetlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetir.” denilmektedir.

Umuyorum, bu cümle hayata da geçirilir; umuyorum, başka alanlarda olduğu gibi “adı var, kendi yok” durumuna düşmez.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi ülkemizde kadınlar, kalkınmanın olanaklarından yeterli payı alamamakta ve yoksulluktan en fazla etkilenen kesimi oluşturmaktadırlar. Kadınlarımızın iş gücüne katılım oranları, hangi ülke gruplarını kriter alırsanız alın, hep en sonlarda yer almaktadır. Bu konuda tek bir örnek vermekle yetineceğim: Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Uçurumu 2011 Yılı Raporu’nda ekonomik katılım ve fırsat eşitliği sıralamasında Türkiye, 135 ülke arasında 132’nci olmuştur. Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği sıralamasında durumu Türkiye’den kötü olan üç ülke vardır; bunlar Suudi Arabistan, Yemen ve Katar’dır. Yalnızca bu tek gösterge bile kadınlarımızın hangi koşullarla karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, kadın emeği ve istihdamı, kadına karşı ayrımcılığın en yaygın olduğu alanlardan birisini oluşturmaktadır. Kadınlar iş gücüne daha az katılmaktadır. İşsizlikten, özellikle gençler arası işsizlikten kadınlar en fazla etkilenen kesimdir. Herhangi bir kriz olduğunda işten ilk çıkarılanlar kadınlardır ama işe alımda sırada kalırlar.

Çalışma şansı bulan kadınlar, kayıt dışı işlerde güvencesiz olarak çalışmak durumundadırlar. Aynı işi yapan kadınlar ve erkekler arasında ise ücret uçurumu bulunmaktadır. İş yerlerinde kadınlar kariyer duvarlarına çarpmaktadırlar. İşte bütün bunlar cinsiyet ayrımcılığının göstergeleridir.

Değerli milletvekilleri, bunları ortadan kaldırmak için toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alan, makro düzeyde bütünlüklü ve zaman sınırlamalı politikalar uygulanması gereği vardır. Uluslararası deneyimler bunun ancak böyle olabileceğine vurgu yapmaktadırlar. Ancak bütün bunlar ortadayken toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesi konusunda siyasi irade, kararlı bir davranış sergilemediği gibi, topluma “kadının yeri evidir.” mesajı iletilmekte, cinsiyetçi ve erkek egemen bir dil hayatın her alanına hâkim kılınmaktadır. “Kadın evde oturmalı, eş ve çocuklarına bakmalı” yargısı toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama konusunda en büyük engellerimizden biridir. Artık bu konuda şunu da görmek gerektiği kanaatindeyim: İyi niyet, kadınların sorunlarını çözmekte yeterli kalmıyor. Bu iyi niyetin ötesine geçen ciddi ve sürdürülebilir politikalar üretilmesi, kısa, orta ve uzun vadeye yayılan önlemler alınması gereklidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama modern Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın bir sözüyle son vermek istiyorum: “Dünyada iki güç vardır: Biri kılıcın gücü, diğeri kalemin gücü. Bu ikisi arasında da büyük bir çekişme ve rekabet vardır. Ancak her ikisinden de güçlü olan, kadınların gücüdür.” (CHP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar) Muhammed Ali Cinnah doğruyu söylüyor. Kadınlar, kadınlarımız her şeyi değiştirecek güce sahiptirler, yeter ki engel olunmasın, yeter ki gölge edilmesin.

Hepinize sevgiler sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar)

BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyoruz.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

27’nci madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının İşyeri Sendika Temsilcisinin Atanması ve Görevleri başlıklı 27. Maddesinde geçen “Atanması” yerine “Seçilmesi” ifadesinin yazılmasını; “baş temsilci” ifadesinin madde metninden çıkarılmasını; maddenin 1. fıkrasının “Sendikanın tüzüğünde belirtilen sayıda sendika iş yeri temsilcisi ve/veya Sendika İşyeri Temsilciler Kurulu, iş yerindeki üyeler tarafından seçimle belirlenir. İşyeri Sendika Temsilcisi ve/veya İşyeri Temsilciler Kurulu Sendika Tüzüklerinde belirtilen görevleri yürütür. Sendika iş yeri temsilcileri eğitim, genel kurul, toplu sözleşme hazırlık toplantılarına katılmak için izinli sayılır, ilaveten günde en az iki saat iş yerinde sendikal faaliyetlerini hiçbir sınırlama olmaksızın yürütmesi sağlanır.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

              Levent Tüzel                              Erol Dora                             İbrahim Binici

                 İstanbul                                    Mardin                                   Şanlıurfa

                            Hüsamettin Zenderlioğlu                   Demir Çelik

                                            Bitlis                                        Muş

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 27 nci maddesinin (1), (3) ve (4) nolu fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

          Süleyman Çelebi                       Nurettin Demir                            İzzet Çetin

                 İstanbul                                     Muğla                                     Ankara

               Musa Çam                             Aytun Çıray                          Candan Yüceer

                    İzmir                                        İzmir                                     Tekirdağ

       Kadir Gökmen Öğüt                       Özgür Özel                             Levent Gök

                 İstanbul                                    Manisa                                    Ankara

(1) Toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendika; iş yerinde işçi sayısı elliye kadar ise iki, elli bir ile yüz arasında ise en az üç, yüz bir ile beş yüz arasında ise en çok dört, beş yüz bir ile bin arasında ise en çok altı, bin bir ile iki bin arasında ise en çok sekiz, iki binden fazla ise en çok on iş yeri sendika temsilcisini iş yerinde çalışan üyeleri arasından atayarak on beş gün içinde kimliklerini işverene bildirir. Bunlardan biri baş temsilci olarak görevlendirilebilir. Temsilcilerin görevi, sendikanın yetkisi süresince devanı eder. 24. Maddeye göre iş akdinin durumu yargılama sonrasında belirlenecek iş yeri sendika temsilcileri de yeniden atanabilir.

(3) İşyeri sendika temsilcileri ve baş temsilcisi; iş yeri ile sınırlı olmak kaydı ile işçilerin dileklerini dinlemek ve şikâyetlerini çözümlemek, işçi ye işveren arasındaki işbirliğini, çalışma barışını ve uyumunu sağlamak, işçilerin hak ve çıkarlarını gözetmek ve iş kanunları ile toplu iş sözleşmelerinde öngörülen çalışma şartlarının uygulanmasına yardımcı olmakla, kanuna aykırı uygulamalar hâlinde Çalışma Bakanlığına durumu bildirmekle görevlidir.

(4) İşyeri sendika temsilcileri, iş yerindeki işlerini aksatmamak şartı ile görevlerini yerine getirir. İşyerlerinde, sendika temsilcilerine görevlerini hızlı ve etkili biçimde yapmalarına imkân verecek kolaylıklar sağlanır.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN –Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Gök, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasanın 27’nci maddesi üzerinde söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Getirdiğimiz önergeyle 1’inci fıkrada iş yeri sendika temsilcilerinin sayılarının günümüz koşullarına göre artırılması teklif edilmiştir. Yasada belirtilen rakamların üzerine 1 ilave suretiyle önergemiz verilmiştir. Ayrıca, 3’üncü fıkrada sendika temsilcilerinin görevlerine, iş yerindeki kanun dışı uygulamalara yönelik, Çalışma Bakanlığına başvuru hak ve yükümlülüğü getirilmiştir. Son olarak, 4’üncü fıkrada, çok soyut bir kavram olan “iş yeri disiplini” kavramı fıkranın metninden çıkartılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce benim de tanık olduğum şekilde, Sayın Bakanın yanımıza kadar gelerek bir mutabakatın sağlanmak üzere olduğunu bildirmesini işçiler adına, sendikalar adına sevinçle karşılamış olmamıza karşın, bir anda gelen önergeyle Sayın Bakanın az önce verdiği sözden çark etmesini gerçekten devlet ciddiyetiyle ve özellikle sendikalara ve işçilere karşı yapılmış son derece büyük bir haksızlık olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. Sayın Bakana, gerçekten, bir anda yaptığı bu tavır değişikliğiyle büyük bir güven bunalımı duyduğumu da özellikle huzurlarınızda belirtmek istiyorum.

Niçin böyle oldu Değerli Bakanım? Yani, zaten iktidarınız döneminde hep kaybeden taraf çalışanlar oldu. Peş peşe çıkarılan yasalarla çalışanların uğruna yıllarca âdeta savaşarak elde ettikleri haklar bir bir geri alındı, bu haklar gasbedildi, hep çalışanları mağdur eden değişiklikler yapıldı ve bu değişiklikler ne yazık ki Meclisteki çoğunluğunuza dayanarak “Ben yaparım olur biter.” anlayışla yapıldı. Böyle bir haksızlığa niçin gerek duyuyorsunuz? İktidar, toplumun bütün katmanlarını, sendikaları, meslek odalarını, sivil toplum örgütlerinin hiçbirinin görüşlerini dikkate almıyor, onları neredeyse adam yerine koymuyor.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin birinci hedefinin iş yaşamını güvencesiz kılmak olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Çalışanların sahip olduğu en önemli hak olan iş güvencesi hakkı AKP tarafından gasbedilmiştir. Bu yasa, AKP açısından, taşeronluk düzeni için güvencedir. Bu yasayla insan onuruna yaraşır çalışma koşulları sağlanamaz. Bu yasa ile taşeron köleliği devam edecektir. Güvenceli çalışma ve sendikal haklar herkes için eşit koşullarda sağlanmayacaktır. İş yerinde barış, toplumda barış sağlanmayacaktır. İş hayatında ayrımcılığa son vermek mümkün olmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbet iktidar böyle yaparak kendi kendisini ve dayandığı güçleri belki bir ölçüde tatmin ediyor ama ne yazık ki yapılan bu değişikliklerle Avrupa’yı ve Türkiye’yi yakından izleyen bütün sivil kurumları asla memnun edemiyorsunuz. Bakın, önceki gün yayımlanan Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda, Türkiye neredeyse her alanda perişan edilmiştir değerli arkadaşlarım, her alanda çok ciddi eleştiriler yöneltilmiştir. İnsan hakları alanında, demokrasi alanında, iş yaşamında, kadın erkek eşitliğinde, yargı konusunda, bütün alanlarda Türkiye sınıfta kalmıştır. İşçi hakları ve sendikal haklar da Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda önemli ölçüde yer tutmuştur ve şu ana kadar yapılan tüm değişikliklerin Avrupa ve ILO standartlarıyla uyumlu olmadığı Avrupa Birliği İlerleme Raporu’na girmiştir.

Değerli Bakanım, sizler bunları görmüyor musunuz, bunları incelemiyor musunuz, okumuyor musunuz? Sizler Türkiye’deki insanları her şeyden anlamaz zannediyorsunuz ama Avrupa’nın bu konuları yakından takip ettiğini bilmiyor musunuz?

Yine, bakın, Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda sendikal tarafından yapılan toplu eylemlerin birçok kısıtlamaya maruz kaldığı ifade ediliyor, tıpkı bir iki gün önce DİSK sendikasının yaptığı eylemin biber gazıyla püskürtülmesi ve herkesin bundan etkilenmesi gibi.

Değerli milletvekilleri, bakın, elimde bir polis tutanağı var. Bu polis tutanağında, yakalanan bir kişiye sorulan soruları ben size söylüyorum. Deniyor ki o kişiye: “Falanca gün katıldığın eylemde, çalışma koşullarını, maaş ücretlerini ve gözaltılarını protesto ettin. Niçin bu eyleme katıldın?” Bu ve buna benzeri sorular soruluyor. Bu ve buna benzeri sorular sorulunca Avrupa Birliği de Türkiye’yi sınıfta bırakıyor ve bu yüzden de bizlerle birlikte, aynı dönemde Avrupa Birliği müzakere sürecine katılan Hırvatistan Avrupa Birliğine tam üye oluyor ama Türkiye daha, 33 fasıldan 13’ünü ancak açabiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LEVENT GÖK (Devamla) - Değerli Başkanım, sayın milletvekilleri; bu yasayla, işçilere tanınan bütün hakların gasbedildiğini tekrar sizlere hatırlatıyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

III.- Y O K L A M A

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım, yalnız yoklama talebi var, yerine getireceğim.

Sayın Hamzaçebi, Sayın Çelebi, Sayın Öğüt, Sayın Atıcı, Sayın Çetin, Sayın Gök, Sayın Çam, Sayın Köktürk, Sayın Değirmendereli, Sayın Tanal, Sayın Gümüş, Sayın Kuşoğlu, Sayın Yalçınkaya, Sayın Ağbaba, Sayın Özkan, Sayın Kesimoğlu, Sayın Küçük, Sayın Serter, Sayın Demir ve Sayın Şafak.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567) (S. Sayısı: 197) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeye geçiyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının İşyeri Sendika Temsilcisinin Atanması ve Görevleri” başlıklı 27. Maddesinde geçen “Atanması” yerine “Seçilmesi” ifadesinin yazılmasını; “baş temsilci” ifadesinin madde metninden çıkarılmasını; maddenin 1. fıkrasının “Sendikanın tüzüğünde belirtilen sayıda sendika iş yeri temsilcisi ve/veya Sendika İşyeri Temsilciler Kurulu, iş yerindeki üyeler tarafından seçimle belirlenir. İşyeri Sendika Temsilcisi ve/veya İşyeri Temsilciler Kurulu Sendika Tüzüklerinde belirtilen görevleri yürütür. Sendika iş yeri temsilcileri eğitim, genel kurul, toplu sözleşme hazırlık toplantılarına katılmak için izinli sayılır, ilaveten günde en az iki saat iş yerinde sendikal faaliyetlerini hiçbir sınırlama olmaksızın yürütmesi sağlanır.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                         Levent Tüzel (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET DOMAÇ (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sendikal güvenceyle ve sendikal özgürlükle, sendikal demokratik işleyişle son derece doğrudan ilgili bir madde bu madde.

“Toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendika” deyince bu yetkiyi kazanamayan sendikaların bu iş yerlerinde örgütlenmesi, temsilci ataması, seçmesi, bir defa bu hakkı ortadan kaldırıyor yani bu yasanın mantığında, sendikalar sadece ücret pazarlığı yapmak üzere orada var olacaklar, bunun dışında hiçbir anlamları yok anlamına geliyor. Oysaki sendikaların bir emek örgütü olarak, işçi örgütü olarak o iş yerlerinin çalışma hayatının bütününde söz sahibi olması gerekir. Yani kurallı çalışma, orada iş sağlığı, iş güvenliğinin temin edilmesi, burada işçinin sözünün patronun karşısına çıkartılması açısından bir defa böyle bir sınırlama getirerek sendikal güvenceyi ortadan kaldırmaktadır.

Bir diğer mesele temsilci sayısındaki sınırlamalar. Yani bir iş yerinde, patronla sendika, orada kaç tane sayıda temsilci, baş temsilci, benzeri görevli olacağını, işçilerin temsilci olacağını rahatlıkla belirleyebilir, karşılıklı olarak bunu saptayabilir ama yasayla, yine Bakanlık, bürokrasi ve devlet işveren adına hareket ederek burada sayılar belirlemektedir. Bu da aslında, tıpkı sendikal organlar da görev alacakları belirleme tutumunda olduğu gibi, çok açıktan sendikal hayata, çalışma hayatına bir müdahaledir.

Bir diğer önemli konu da tabii ki bu atama maddesi. Eğer bir sendikal demokrasi olacaksa, orada bir işçi örgütünde işçilerin sözü egemen olacaksa tabii ki seçim maddesi esas alınmalı yani işçilerin orada temsilcisi olacak, hakkını savunacak, patrona karşı onları savunacak, iş cinayetlerini önleyecek, çalışma koşullarını düzenleyecek, her konuda söz edecek bir temsilci doğrudan işçiler tarafından seçilmeli. Aslında, sendika merkezlerinin müdahalesi, sendika merkezlerinin kendi sözcüsü gibi işçi temsilcisini ataması, gerektiğinde görevden alması gibi şeyler, bunlar sendikal demokrasiyi ortadan kaldıran şeylerdir. Seçim esası olmalıdır yani göreve gelirken de, görevden alırken de işçilerin dediği olmalıdır.

Şimdi, bütün bunların yanında, bakıldığında, aslında biraz önce Bakanın açıklamalarına da, Sayın Bakanın açıklamalarına bakıldığında, bu yasanın getirilişinde olduğu gibi sendikanın hazırlanış sürecinde de bir şantaj ve ödün pazarlığı yapıldığı bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Aslında yani 3 tane maddeyi işçi kesimi, işçi örgütleri söyledi, sadece 1 tanesinde işverenin, işveren örgütlerinin dileği burada… Şu 30 işçi altında olan iş yerlerinde sendikal güvenceyi ve tazminatı ortadan kaldıran düzenleme. Bu aslında işçileri ve sendikacılığı işverenin, patronun insafına terk eden bir yaklaşımın itirafıdır. Aslında -hatırlayacak olursanız- on yedi, on sekiz ay boyunca, toplu sözleşmesine burada bir gece grev yasağı getirilerek –hava iş kolundan bahsediyorum- doğrudan bir Hükûmet müdahalesi, doğrudan bir Bakanlık müdahalesi yapan bir zihniyetin, bir anlayışın kolaylıkla bu yasayı da tabii karşımıza bu şekilde getirmesi çok doğal, çok anlaşılır bir şey bir bakıma bakıldığında. Sendika tüzüklerine müdahale eden, grev ertelemeleriyle doğrudan fiilî yasaklar getiren… Ki bu tarihimizde var, işçi sınıfının tarihinde var; metal grevleri, lastik grevleri, belediye grevleri bu şekilde yasaklanılmıştır.

Biraz sonra görüşülecek maddelerden bir tanesi sendikayı işçilerin denetlemesi değil, yeminli mali müşavirler gibi denetleyici birtakım organlara ve kişilere bırakmak. Dolayısıyla -dediğimiz gibi- işçilerin örgütü, işçilerin mücadelesi, işçilerin hakkı hukuku, işçiler için sendikal demokrasi, bütün bunlar bir kenara bırakılmış, kentsel dönüşümde olduğu gibi, şimdi İçişleri Komisyonunda görüşülen büyükşehir belediye yasalarında olduğu gibi bu yasada da tekçi, her şeyi kendi merkezinde tutan ve hiçbir aykırı görüşe, hiçbir muhalefete, hiçbir hak arama arayışına tahammül göstermeyen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) – …bir ceberut, bir diktatör anlayış burada durmaktadır. Biz tabii ki buna itiraz edeceğiz. Burada itiraz edeceğiz, alanlarda itiraz edeceğiz, işçi sınıfımızın yanında olacağız.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

28’inci madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın 28. Maddesinin 3. Fıkrasında geçen “bulunmak suretiyle” ibaresinin “bulunmaksızın” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

             İdris Baluken                           Hasip Kaplan                          Pervin Buldan

                  Bingöl                                      Şırnak                                       Iğdır

    Hüsamettin Zenderlioğlu                  Levent Tüzel                            Halil Aksoy

                    Bitlis                                     İstanbul                                      Ağrı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 28’inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki hükmün eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“Ancak, işçi kuruluşları yurtdışında kurulu işveren ve işveren kuruluşlarından; işveren kuruluşları ise işçi ve işçi kuruluşlarından yardım ve bağış alamaz.”

            Mustafa Elitaş                         Adnan Yılmaz                    Ahmet Berat Çonkar

                  Kayseri                                   Erzurum                                   İstanbul

      Mehmet Doğan Kubat                     Recep Özel                            Ramazan Can

                 İstanbul                                    Isparta                                   Kırıkkale

              Yunus Kılıç                           Mustafa Şahin                      Hakan Çavuşoğlu

                    Kars                                      Malatya                                     Bursa

              Yusuf Başer                         İsmail Kaşdemir                         Ali Ercoşkun

                  Yozgat                                  Çanakkale                                    Bolu

                                                             Bülent Turan

                                                                 İstanbul

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 28’inci maddesine yedinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“(8) Kuruluşların kütüphane ve spor tesisleri ile mesleki eğitim ve toplantıları için lüzumlu taşınır ve taşınmaz malları, bu mallarla ilgili alacaklar hariç haczedilemez.”

               Musa Çam                     Ferit Mevlüt Aslanoğlu                    Levent Gök

                    İzmir                                     İstanbul                                    Ankara

            Mahmut Tanal                       Süleyman Çelebi                  Haluk Ahmet Gümüş

                 İstanbul                                   İstanbul                                   Balıkesir

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Haluk Ahmet Gümüş.

BAŞKAN – Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) – Sayın Başkan, sayın bakanlar ve sayın üyeler; on yılını doldurmak üzere olan hükûmetlerinde ilk kez Toplu iş sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ele alınarak yeni bir düzenleme yapılmak isteniyor. On yıldır kulağı üzerine yatan Hükûmet çalışma hayatını hatırlamaya başladı ama nasıl? Konuyu gündeme getirme sadece on yıllık gecikmeyle sınırlı değildir, aynı zamanda anayasal gerekliliğin neredeyse iki yıldır yerine getirilmemesi anlamını taşımaktadır. Oysaki referandumla kabul edilen Anayasa, toplu iş sözleşmeleri düzenine ilişkin bazı maddelerin ele alınıp düzenlenmesini öngörüyordu.

Evet, tıpkı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılan değişiklikte olduğu gibi dağ yine fare doğurmuştur. Tasarıda büyük değişiklikler yoktur, sadece var olan sistem üzerinde birtakım restorasyon çalışmaları yapılmak istenmektedir. Bu düzenleme hakkında Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu doğrultusunda eleştirilere hazır olunuz. Hatta sendikalar için aranan iş kolunda örgütlülük oranlarındaki farklılıklar nedeniyle Anayasa Mahkemesine başvurulabilir ancak bugünkü şartlarda Anayasa Mahkemesinin muhtemel yorumunu biz tahmin edemiyoruz. Eminim, böyle bir tahmin sizin için de kolay olmayacaktır. Zira Hükûmetinizde ve kurumlarda derin hareketlenmelerin ve huzursuzlukların artarak devam ettiğini biliyoruz.

Sayın Bakan, Hükûmetiniz iktidar süresi içinde şimdiye kadar çalışma yaşamıyla ilgili konuları göz ardı etmiş, âdeta savsaklamıştır. Sayın Başbakan yasal yükümlülük uyarınca üç ayda bir toplanması gereken Ekonomik ve Sosyal Konseyi 2009’dan bu yana toplamamış ve bu yasa taslağını sosyal taraflarla görüşmemiştir. Oysaki bu Konsey anayasal bir kurum hâline getirilmişti. Bakanlığınızın kuruluş yasasında var olan düzenleme uyarınca Çalışma Meclisini toplantıya çağırarak sosyal taraflarla bu yasa tasarısını görüşmediniz, siz de Bakanlığınız kuruluş yasasına uymamış oldunuz. Bunun yerine, sadece İş Yasası gereği Üçlü Danışma Kuruluyla toplantı yaptınız. Bunu yapmakla yasal şartlar yerine getirilmiş olmaz Sayın Bakan.

Gerçeği söylemek gerekir ki sizin döneminizde sosyal taraflar yeterince sesini yükseltememişlerdir. Yine açıktır ki, sosyal taraflar, iş ilişkileri yasa tasarınızı yeterli bulmamaktadırlar. Döneminizdeki bu sessizliğin, suçu belirginleşmemiş kişilerin tutukluluk hâllerinin devam etmesiyle ilgili bir bağlantısı var mıdır? Elbette vardır. Acaba bugün Türkiye’de tutuklu gazeteci sayısının Çin’den ve İran’dan fazla olmasıyla bir ilişkisi var mıdır? Elbette vardır, açıktır. Sizin iktidarınız döneminde, ortamdaki baskı ve tehdit havası, antidemokratik uygulamalar sosyal taraflara da yansımaktadır. İşsizlik ve sendikasızlık had safhadayken, belediyelerde ve kamuda aynı işi yapan arkadaşlarından çok düşük ücret alan yüz binlerce taşeron işçisi varken sosyal taraflar niçin seslerini yeterince duyuramamaktadırlar? Bu, Hükûmetinizin ayıbıdır.

Tasarıya bir bakalım. Bakanlıktan çıktıktan sonra Başbakanlıkta değerlendirildi, Bakanlar Kurulunda değişikliğe uğradı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonunda değişikliğe uğradı, önemli maddeleri değişti. Bu tasarı iyi hazırlanmış bir tasarı olsaydı, AKP’nin somut bir iş ilişkileri yaklaşımı olsaydı, bu kadar çok neşter yer miydi? Aynı neşter bugün yine atılmaktadır. Bu konu da 10 barajının uygulama serüveni ve çıkarılan erteleme yasaları da bu politikasızlığı açıkça gözler önüne sermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALUK AHMET GÜMÜŞ (Devamla) - Konu dört yıl sürüncemede tutulmuştur. Bir yıldır da toplu iş sözleşmesi düzeni yasalara rağmen Bakanlıkça tek taraflı olarak askıya alınmıştır. (CHP sıralarından alkışlar)

Bir dakika verir misiniz?

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 28’inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki hükmün eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                     Mustafa Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları

“Ancak, işçi kuruluşları yurtdışında kurulu işveren ve işveren kuruluşlarından; işveren kuruluşları ise işçi ve işçi kuruluşlarından yardım ve bağış alamaz.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – İştirak ediyoruz efendim.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kuruluşların özgürlüğü ve sendikada saflık ilkesi gereğince işçi kuruluşlarının yurt dışında kurulu işveren kuruluşlarından; işveren kuruluşlarının ise işçi ve işçi kuruluşlarından bağış ve yardım almasının engellenmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın 28. Maddesinin 3. Fıkrasında geçen bulunmak suretiyle” ibaresinin “bulunmaksızın” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                          İdris Baluken (Bingöl) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Önerge üzerinde söz isteyen İdris Baluken, Bingöl Milletvekili.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 28’inci madde üzerinde vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, hem Komisyon toplantılarında hem de Genel Kurul çalışmalarında herhalde en fazla duyduğumuz cümle sosyal tarafların bir mutabakat içerisinde bu yasa taslağına yaklaştıkları ama doğrusu, bu mutabakatın nasıl ortaya çıktığı, hangi şekilde değerlendirildiği özellikle demin 25’inci maddede verilen gece yarısı önergesiyle de çok net bir şekilde anlaşılıyor. Nasıl bir mutabakat metni ki tamamen işveren lehine, işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlük talepleriyle ilgili herhangi bir düzenlemeyi getirmeyen 12 Eylül Anayasası’nın yasakçı ruhunu aynı şekilde düzenleyen bir taslağı içeriyor, bunu anlamakta zorlanıyoruz.

Doğrusu, başından beri yasayla ilgili bütün kaygılarımızı dile getirdik. Örgütlenmeyle ilgili, sendikal örgütlenmeyle ilgili çalışanlara, emekçilere hiçbir hak getirmeyen, taşeron işçilerden tutalım da emeklilere, stajyerlere, çıraklara sendikal örgütlenmeyle ilgili hiçbir hak getirmeyen, sendikaların tüzüğüne kadar, maalesef, dış müdahalelere açık birtakım düzenlemeler getiren, siyasi yasaklara ilgili antidemokratik özü aynı şekilde taşıyan bir yasa taslağında hiç olmazsa mutabakattan bahsetmeyelim. Eğer illaki bir mutabakattan bahsedecekseniz, bunu hiç olmazsa işçi sınıfı için kullanmayın, işveren örgütlerinin, işveren sendikalarının mutabakatı olarak burada söyleyin. Bakın, toplu sözleşmeyle ilgili, bakıyoruz, iş kolu barajı, işletme barajı, iş yeri barajıyla ilgili, işçi sınıfını memnun eden, işçi sınıfının hak ve özgürlük mücadelesine değer katan hiçbir şey yok.

Yine, grev haklarıyla ilgili, tamamen sendikal faaliyetleri ekonomik talepler üzerinde hapseden, sendikaların bu hak ve özgürlük mücadelesinde önemli birer demokratik kurum, önemli birer demokratik mevzi olma gerçeğini göz önünde bulundurmayan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Hak grevi, dayanışma grevi, siyasi grev gibi bütün grev çeşitlerini yasaklayan bir anlayışla karşı karşıyayız. Tabii, aslında, AKP’nin genel olarak sendikal harekete nasıl yaklaştığıyla ilgili pratiğine bakacak olursak bu şekilde bir yasa taslağından da çok fazla özgürlükçü bir anlayış beklemenin de doğru olmadığı gibi bir durum ortaya çıkıyor.

Sizin döneminizdedir ki Türkiye’de en büyük memur sendikasına bir gecede yirmi ilde eş zamanlı gece yarısı operasyonları yapıldı, aralarında bu ülkedeki en büyük memur konfederasyonu başkanının da bulunduğu 75 yönetici düzeyindeki sendikacı gözaltına alındı, bunlardan 19’u kadın 55 sendikacı hâlâ cezaevinde tutuluyor. Sizin sendikaya bakış açınız, sendikaya özgürlük tanımınız, demin dediğim gibi, ekonomik taleplerin dışına taşmayan, sendikayı demokratik mücadelenin bir unsuru olarak görmeyen bir anlayıştır. Bakın, sadece, sendikal mücadele içerisindeki eylemlerde ana dilde eğitim, ana dilde sağlık istediği için bugün onlarca öğrenci, maalesef, cezaevlerinde bulunuyor. Bugün Türkiye’nin en iyi üniversitelerine -ilk 500 arasına- giren tıp öğrencileri bile bahsettiğimiz sendikal faaliyetlere katıldığı için, parasız eğitim, parasız sağlık talebinde bulunduğu için, maalesef, cezaevlerinde bulunuyor. Dolayısıyla, özellikle AKP’nin genel olarak sendikal mücadeleye bakışının, sendikaları marjinalize edip toplumsal muhalefetin dışına itmek, kendi çeperindeki yandaş sendikalarla düzenlemek istediği, yürürlüğe geçirmek istediği bütün yasaları geçirmek olduğunu tekrar belirtmek istiyorum.

Bahsettiğim bu çerçevede, aslında, sendikal özgürlük anlayışınızın, maalesef, bir darbe anlayışının çok da ötesine geçmediğini tekrar belirtmek istiyorum. Özellikle, demin 25’inci maddede geçirmiş olduğunuz gece yarısı önergesiyle sendikal hareketin, sendikal mücadelenin, işçilerin hak ve emek mücadelesinin kolunu kanadını kırmış oldunuz. Bu yüzden, özellikle bu yasa tasarısıyla ilgili sınıfta kaldınız. Bunu belirtmek istiyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Karar yeter sayısı efendim.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı istiyorsunuz, arayacağım.

Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

29’uncu madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Kuruluşların Denetimi ve Şeffaflık” başlıklı 29. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesinde geçen “en geç iki yılda bir” ibaresinin metinden çıkarılarak “her Genel Kurul döneminde bir kez” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

           Mesut Dedeoğlu                             Ali Öz                             Cemaletin Şimşek

           Kahramanmaraş                             Mersin                                    Samsun

            Mehmet Şandır                        Mehmet Günal                             Alim Işık

                  Mersin                                    Antalya                                   Kütahya

                                                         Kemalettin Yılmaz

                                                           Afyonkarahisar

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 29 uncu maddesinin (2) ve (5) nolu fıkralarının madde metninden çıkarılmasını ve (3) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirmesini arz ve teklif ederiz.

               İzzet Çetin                              Aytuğ Atıcı                              Musa Çam

                  Ankara                                    Mersin                                      İzmir

                                    Candan Yüceer                           Özgür Özel

                                         Tekirdağ                                   Manisa

(3) Kuruluşlar; faaliyetler ve denetleme kurulu raporları ile genel kurul kararlarını uygun vasıtalarla derhal yayınlar.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın 29. Maddesinin (2). Fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

             İdris Baluken                           Hasip Kaplan                          Pervin Buldan

                  Bingöl                                      Şırnak                                       Iğdır

              Halil Aksoy                   Hüsamettin Zenderlioğlu                  Levent Tüzel

                    Ağrı                                        Bitlis                                     İstanbul

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sendikaların denetim organları olarak denetim kurullarının dışında başka bir denetim aygıtının ortaya konulması İLO’nun 87 Sayılı Sendika Özgürlük Sözleşmesine aykırılık teşkil etmektedir. Dolayısıyla denetimi arttırıp bürokratik kırtasiyeciliğin ortadan kaldırılması gerekmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 29 uncu maddesinin (2) ve (5) nolu fıkralarının madde metninden çıkarılmasını ve (3) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                               İzzet Çetin (Ankara) ve arkadaşları

(3) Kuruluşlar; faaliyetler ve denetleme kurulu raporları ile genel kurul kararlarını uygun vasıtalarla derhal yayınlar.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.

Önerge üzerinde söz isteyen, Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş Görüşmeleri Kanun Tasarısı’nın 29’uncu maddesiyle ilgili değişiklik önergemiz hakkında söz almış bulunuyorum. Alın terinin kutsallığına inanan tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

Az önce, Sayın Bakanın işçileri nasıl katlettiğini ve işverenin önünde nasıl diz çöktüğünü ibretle izledik. Maalesef AKP milletvekili olarak sizler de bu saçmalığa ortak oldunuz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Senin dediğin saçmalık be!

AYTUĞ ATICI (Devamla) – İçinizde babası işçi olanlar vardır; eğer yaşıyorlarsa Allah ömür versin, gittiğinizde size nasıl davranacaklarını göreceğiz eğer rahmete ermiş olanlar varsa eminim kemikleri sızlayacaktır. Sanıyorum Bakan da görevini tamamladı, herhâlde uykuya çekildi.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Yok canım, ne uykusu!

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Her gece uykusuna girecek o işçiler, her gece. O tazminattan mahrum bıraktığı işçiler her gece bu Bakanın rüyasına girecek, dünyayı da ona zindan edecekler.

Değerli arkadaşlar, hak aramanın ve almanın yolu örgütlenmeden geçer. Hak talebi böylece daha güçlü bir şekilde dillendirilir. Bu örgütlenmenin adı da sendikadır.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – İyi okudun mu?

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ben çok iyi okudum. Oradan bana laf atan milletvekilleri kendileri okudu mu diye bir baksınlar.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Bir saattir konuşuluyor, sen anlamamışsın daha.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Her nedense Sayın Milletvekili, alın terinin hakkını isteyen ancak rengi sarı veya ak olmayan sendikalar sizi hep rahatsız etti, hep; hep rahatsızlık duydunuz bundan. Asla örgütlü bir yaşamı istemediniz. Size direnenleri yok etmeye çalıştınız. Yok edemediğiniz zaman da karşılarına yandaş örgütleri kurdunuz, çıkardınız. Tam anlamıyla bir dikta rejimi uyguladınız. Onurlu sendikalar size boyun eğmeyince, sarı sendikaları aratacak şekilde ak sendikaları kurdunuz ve bu sendikaları hormonlu bir şekilde büyüttünüz. Şimdi bu ak sendikalar aracılığıyla istediklerinizi yapıyorsunuz. Hani size “Evet, mutabıkız” diyen ak sendikalar var ya, işte onlarla yapıyorsunuz bu işi.

Değerli arkadaşlar, değerli iktidar partisi milletvekilleri; halk sizi bu ak sendikaları kurasınız diye seçmedi. AKP’ye, kabine kurmak ve ülkeyi yönetmek yetmedi; milletvekillerinin, kendi partisinin milletvekillerinin bile özgür iradelerini hiçe sayarak yasamayı da tahakküm altına aldı. Bu da yetmedi, yargıyı da kendine göre şekillendirdi. Bu da yetmedi, basını da kendine bağlamanın yollarını buldu. Şimdi de daha da ileri giderek, uluslararası kuruluşlar kendisine düşük not verdi diye “Biz kendi derecelendirme şirketimizi kurarız.” diyecek kadar ileri gitti. “Reform yapıyoruz” diye dile getirdiğiniz bu tasarı emekçilerin beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır. Şimdi işte biz sabahlara kadar verdiğimiz ve vereceğimiz önergelerle bu tasarıyı azıcık demokratik ve insani bir duruma, bir boyuta taşımaya çalışıyoruz ama nafile.

Tasarının 29’uncu maddesi sendikaları mali açıdan sıkıştırıyor; her açıdan sıkıştırdınız, mali açıdan da sıkıştırıyorsunuz. Sözüm ona, sendikalar denetlenecekmiş, bunu da yeminli mali müşavirler yapacaklarmış; üstelik de bu yeminli mali müşavirlerin denetlemeyi nasıl yapacağına da Bakanlık karar verecekmiş! Yani bir sendika denetleniyor ve bu sendikanın nasıl denetleneceğine bir yönetmelik çıkararak Bakanlık karar veriyor. Utanç verici bir durum! Oldu olacak, Bakanlığın direkt kendisi denetlesin. Esnaf odalarını yaptığınız gibi, esnaf odalarını kendinize bağladığınız gibi bütün işçi sendikalarını, memur sendikalarını da Hükûmete bağlayın bu iş olsun, bitsin.

Bu ülkede halk, AKP iktidarlarının denetimlerini kimlerin yaptığını, AKP’nin kimleri denetlediğini, kimleri denetlemediğini çok iyi bir şekilde biliyor. Getirdiğiniz bu yasa, alın teriyle para biriktiren sendikaların parasını çalmaya yarayan bir yasa tasarısıdır, bir maddedir ve bu şekilde de siz, emek örgütlenmesinin önüne geçmeye çalışıyorsunuz, örgütlenmenin önüne set çekiyorsunuz. Bu yaptığınız, ILO’nun 87 sayılı Sendikal Özgürlük Sözleşmesi’ne aykırıdır. Bu nedenle, hepinizi bu yasaya “Hayır.” demeye davet ediyorum, ömür boyu bu kara lekeyi çıkaramayacaksınız alnınızdan yoksa. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Kuruluşların Denetimi ve Şeffaflık” başlıklı 29. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesinde geçen “en geç iki yılda bir” ibaresinin metinden çıkarılarak “her Genel Kurul döneminde bir kez” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                              Cemalettin Şimşek (Samsun) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’nın 29’uncu maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önerge hakkında söz aldım. Bu vesileyle hepinizi gecenin bu vaktinde saygıyla selamlıyorum.

Tabii, iş ve çalışma hayatı açısından çok önemli olan bu yasanın temelde iki bileşeni var; bir tarafta işçiler ve sendikaları, diğer tarafta işverenler ve onların sendikaları. Gönül isterdi ki iki tarafın da dengeli olarak korunduğu, haklarının garanti altına alındığı bir yasa çıkarabilelim ama biraz önce de şahit olduğumuz bazı yaşananlar bu yasa tasarısında bir tarafın çok ağırlıklı olduğunu, öbür tarafın sayıca daha fazla olmasına rağmen güç açısından hemen hemen hiçbir anlamının olmadığını gösterdi. Artık, bundan sonra ne konuşulsa çok fazla bir anlamının olmadığını ifade etmek istiyorum sözlerimin başında.

Burada da yine, sendikaların, özellikle işçi sendikalarının denetimleriyle ilgili hükümler yer alan bir madde üzerinde konuşuyorum. Bu maddenin özellikle 2’nci fıkrası kuruluşların gider ve gelirlerinin denetimlerinin yapılmasıyla ilişkili. Hiçbir sivil toplum kuruluşunda kongre sürecinin ortasında bir mali denetimin yapıldığına şahit değiliz ama ilk kez bu yasayla, dört yılda bir yapılan genel kurulların yıllık süreçlerle mali denetçiler açısından denetlenmesi öngörülüyor. Önergemiz, bunun hiçbir anlamının olmadığını dikkate alarak, buradaki mali denetimin iki yılda bir değil, genel kurul süreçlerinde birer defa yapılmasını teklif ediyor. Dolayısıyla, makul olan da budur. Siz, aksi hâlde sadece birkaç yeminli mali müşavire ilave bir para kazandırmış olacaksınız, bunun da hiçbir anlamı yok. Evraklar bir yerde bekleyecek, genel kurul gündemi geldiğinde iki yıl önceki rapora göre şunlar var, iki yıl sonraki son rapora göre de şunlar var, “Kabul edenler… Etmeyenler” örneğini burada gördüğümüz gibi oylar “kabul” ya da “ret”le sonuçlanacak. Dolayısıyla, arada yapılan bu mali denetimin bir anlamı olmayacağı için dönemlik yapılmasının daha doğru olduğu düşüncesindeyiz.

Umarım, Genel Kurul bu önergemizi makul görür, bu yönde desteğini verir diye düşünüyorum. Hepinize iyi geceler diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın Hamzaçebi, söz talebiniz var.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok, vazgeçtim.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

30’uncu madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 30 uncu maddesinin (1) nolu fıkrasının birinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

(1) Sendikalar ve Konfederasyonlar, aşağıda yazılı defter ve kayıtları tutmak zorundadır. Bu defter ve kayıtlar ayrıca digital olarak da tutulabilir.

(2) Sendikalar ve konfederasyonların kendi tüzüklerinde belirtilen kıstaslar dahilinde demirbaş sınıfına giren her türlü eşya veya malzeme demirbaş defterine kaydedilir.

          Süleyman Çelebi                       Candan Yüceer                   Kadir Gökmen Öğüt

                 İstanbul                                   Tekirdağ                                   İstanbul

            Nurettin Demir                          Aytun Çıray                             Özgür Özel

                   Muğla                                       İzmir                                      Manisa

                                       İzzet Çetin                               Musa Çam

                                          Ankara                                      İzmir

BAŞKAN –Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – İştirak etmiyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce kuruluşların denetimine ilişkin maddeyi görüştük. Şimdi, bu kuruluşlarda tutulacak olan defter ve kayıtlara ilişkin maddeyi görüşüyoruz. Önergemiz, klasik defter ve kayıt tutulma usulüne ilave olarak gelişen teknolojiyi de bu sisteme yansıtmak amacıyla kayıtların elektronik ortamda da tutulabilmesine imkân veren bir düzenlemeyi önermektedir. Mademki 21’inci yüzyıldayız, mademki elektronik kayıt artık bugün birçok kamu kurumunda vardır; Gelir İdaresinde vardır, vergi dairelerinde vardır, elektronik ortamda muhasebe tutan birçok şirket vardır. Bu kurumlar neden elektronik ortamda kayıt tutmasınlar? Böylesi modern bir yaklaşımı bu maddeye yansıtmak istiyoruz. Buna Hükûmetin katılmamış olmasını doğrusu, doğru bulmuyorum. Sayın Bakan, belki önüne şimdi gelmiş olan bu önerge nedeniyle konuya yeterince zaman ayıramamış olabilir ama Genel Kurulun bunu bir daha değerlendirmesinde yarar var.

Biraz önce kabul ettiğimiz maddede bir teknik yanlışlık var değerli arkadaşlar. Biraz önce kabul edilen madde denetimi düzenliyor. Şimdi, üç tane denetim görüyorum madde de. Birincisi: Bu kuruluşların gelir ve giderlerinin yeminli mali müşavirler tarafından denetimi. Bu denetimin bir gelir ve gider denetimi olduğu anlaşılıyor. Bununla ilgili olarak söyleyeceğim şudur: Bu denetimi sadece yeminli mali müşavirlere vermek doğru değildir, serbest muhasebeci mali müşavirler de bu denetimi yapabilecek bilgi, donanım ve yeteneğe sahiptir. Bunu bu meslek grubundan esirgemek, bir kere bu meslek grubuna yapılmış olan en büyük haksızlıktır. İkincisi: Sendikalar çok paralara sahipler, yeminli mali müşavirlere çok yüksek ücretlerle bunu yaptıracaklar demektir. Bunun tarifesi, serbest muhasebeci mali müşavirlerde farklıdır, yeminli mali müşavirlerde daha farklıdır. Öyle anlaşılıyor ki sendikalar daha çok paraya bunu yaptırmak istiyorlar. Hayırlı olsun, ne diyeyim.

Birinci denetim bu, gelir ve gider denetimi. Maddenin son fıkrasında, biraz önce kabul ettiğimiz 29’uncu maddenin son fıkrasında, ayrıca bir iç ve dış denetimden söz ediliyor. Gerçekte iç ve dış denetim çok daha ayrıntılı düzenlenmesi gereken bir denetimdir. İç denetim artık, modern kamu yönetiminin, kamu mali yönetiminin çok temel bir unsurudur. Türkiye bu sisteme 2000’li yıllarla birlikte geçti. Bu Parlamentoda 2003 yılı sonunda böyle bir kanunu kabul ettik Cumhuriyet Halk Partisinin de desteğiyle. Modern bir sistemi Türkiye kazandı; iç denetim.

Ayrıca dış denetim diye bir kurum var, müessese var. İç denetimi kurumun, kuruluşun kendi iç denetçileri yapar. Bu gelir ve gider denetimi dışında bir denetimdir. Aslında gelir ve gider denetimi yerine belki iç denetimi söylemek, onu düzenlemek daha doğru olurdu. Dış denetim ise kurumun kendi mensupları dışında, kendi denetçileri dışında dışarıdan bir kurumun, bir bağımsız kurumun bu kuruluşları denetlemesidir. Ama bunu açıkça kanuna yazmak gerekir. Bu denetimi yönetmeliğe bırakmayı, burada bu ayrıntıyı –Ayrıntı, demek yanlış olur; bu, işin esasıdır aslında- bunu burada düzenlememeyi önemli bir eksiklik olarak görüyorum. Madde yanlıştır, amaca hizmet etmeyecektir. Bir denetim olacaktır, evet, bir denetim gelecektir ama iç ve dış denetimi ayrıntılı bir şekilde düzenlemeyen bir madde, kendi üyelerine, kesinti yaptığı üyelerine, kamuoyuna ve tüm topluma sağlıklı bilgi veremeyecek demektir. Dış denetim bu nedenle önemlidir. Dış denetim, bütün kamuoyunun, bütün milletin, bütün toplumun güveneceği bir denetimdir. O denetimden geçen mali tablolar güvenilir mali tablolardır.

Madde bu yönüyle eksiktir ama tekrar önerge verdiğimiz bu maddeye dönüyorum. Elektronik ortamda kayıt tutulmasını sağlamayı reddetmeyi 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde, 2013 yılına doğru giderken eksiklik olarak görüyorum. Bunu mutlaka kabul etmeliyiz. Aksi takdirde “Biz elektronik kayıt istemiyoruz, biz modern bir sistem istemiyoruz.” yaklaşımını gösterir bu. Bu yaklaşımdan Parlamentonun kendisini korumasını arzu ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın Çetin, söz talebiniz var.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Bölüm sonuyla ilgili.

BAŞKAN – Peki.

Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 00.49


ONUNCU OTURUM

Açılma Saati: 01.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Onuncu Oturumunu açıyorum.

197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

İkinci bölüm 31 ila 60’ıncı maddeleri kapsamaktadır.

İkinci bölüm üzerinde Hükûmet adına söz isteyen, Faruk Çelik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümünü tamamladık, ikinci bölümüne başlıyoruz. Toplu iş sözleşmesi bölümünü ağırlıklı olarak ikinci bölümde ele alacağız.

Birinci bölümde, bu yeni düzenleme çerçevesinde iş kolu sayısı 28’den 20’ye indirildi. İş kolu tespit davaları bekletici neden olmaktan çıkarıldı. Yani “Neler yapıldı?” diye söyleniyor da bunların bilinmesinde, bir genel tekrarında yarar var diye söylüyorum. Bir iş kolu tespit davası günler, aylar, yıllar alıyor idi; bunu bekletici olmaktan çıkardık. Sendikanın kuruluşu kolaylaştırıldı, organların oluşumu ve kuruculuk koşullarındaki sınırlamalar kaldırıldı. On beş yaşını dolduranlara sendikaya üyelik hakkı tanınarak asgari çalışma yaşı ile paralellik sağlandı. Aynı iş kolunda birden fazla işverene bağlı olarak çalışan işçilere birden çok sendikaya üyelik getirildi. İşçilerin sendikaya ödeyeceği aidat miktarı kuruluşların tüzüklerine bırakıldı. Üyelik ve üyelikten çekilmede noter koşulu kaldırıldı. E-Devlet sistemine geçiliyor. İşçinin işsiz kalması durumunda bir yıl boyunca sendika üyeliğinin devam etmesi sağlanıyor. Sendika ve konfederasyonlara, uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarının kurucusu olabilme, üye ve temsilci gönderebilme, dış temsilcilik açabilme hakkı getiriliyor. İş yeri sendika temsilcilerinin ve yöneticilerin güvenceleri artırılıyor. Sendikaların mali denetimi bağımsız denetim organı olan yeminli mali müşavirler tarafından gerçekleştirilecek. Yöneticilerin kişisel sorumluluğu –bu da önemli, son derece önemli bir madde- getirilerek sendika tüzel kişiliği korunuyor. Sendikalara faaliyetlerini serbestçe kendi tüzüklerinde belirleme imkânını bu otuz madde içerisinde öne çıkarabildiğimiz maddeler olarak ifade ediyorum. Şimdi, devamında, toplu iş sözleşmesiyle ilgili çok önemli düzenlemeler geliyor.

Değerli arkadaşlar, burada söz alan değerli grup başkan vekillerimiz, değerli milletvekili arkadaşlarımız yasanın özellikle 25’inci maddesiyle ilgili bazı değerlendirmelerde bulundular. Ben saygı duyuyorum.

Şunu bilmenizi istiyorum: Burada dengeye kavuşturulması lazım bu düzenlemenin. Bu yasa bir dengeye kavuşturulmalı. Yani beş yıldır bu dengeye kavuşturma konusunda sosyal taraflarla mücadele ediyoruz ama biri sıfır noktasında oturuyorsa tarafların, diğeri yüz seksen derece noktasında oturuyor.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Terazinin topu başka yere kaçtı Sayın Bakan!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Bunları doksanda buluşturacaksınız yani binbir türlü, meşakkatli bir iş, zor bir iş ve günlerdir toplanıyoruz.

Bakınız, en son Sayın Başbakanın huzuruna çıktık, altı madde üzerinde mutabakat sağladık ve…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – O altı maddeyi bir sayar mısınız Sayın Bakan?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin, onları da söyleriz.

…ondan sonra “Bu yasa 1 Ekim itibarıyla Meclis açılır açılmaz ilk görüşülen yasa olsun.” diye bunu da karara bağladık ve bu yasa Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine geldi. Tabii ki kapsamlı bir yasa olduğu için, temel bir yasa olduğu için yine sosyal taraflarla ilişkilerimiz devam etti. Gerek onlardan gelen talep gerek bizden gelen talep gerekse bu konuda katkı sağlamadığını söyleyen taraflara “Her türlü diyaloğa, bu konularla ilgili her türlü değerlendirmeye açık olduğumuzu bilmenizi istiyorum.” dedim. En nihai toplantıyı da bu akşam gerçekleştirdik. Az önce ifade ettim.

“Efendim, 2 veriyorsunuz, 1 alıyorsunuz.” diye bir şey yok. Bizim Bakanlık olarak, Hükûmet olarak bir şey verip bir şey alma değil, derdimiz işçi ile işvereni bir masada mümkün mertebe maksimum düzeyde buluşturmak, bizim mücadelemiz bu istikamette.

Yoksa, bakınız, herkesin bir duruşu var ve vazgeçilmezi var. İşveren diyor ki “Ben bundan vazgeçmiyorum.” işçi diyor ki “Ben bundan vazgeçmiyorum.” Ama bizde birlikte bu yasanın çıkması gerekliliği konusunda Mecliste genel bir irade var, bütün siyasi partiler bu yasanın çıkması gerektiği konusunda iradelerini ortaya koyuyor. Kimse çıkıp burada demiyor ki “Bu yasa çıkmasın. Endüstriyel ilişkileri düzenleyen bu yasa gelmesin Meclisin gündemine.” diyen yok. Aksine, başlarken dört grubun önerisiyle yasa tasarının ismini de değiştirdik. Önemli olduğu için herkes katkı sağlama gayreti içerisinde ama burada ben her şeyi de anlatmak durumunda değilim. Ben işçi konfederasyonuna da saygı duyuyorum, işveren konfederasyonuna da saygı duyuyorum. Burada böyle bir ayrımı da, artık 21’inci yüzyıl endüstriyel ilişkilerinde doğru bulmuyorum. “İşçi tarafı”, “işveren tarafı” gibi yakıştırmalara; biraz 20’nci yüzyıl mantığıyla endüstriyel ilişkilere bakmadık. İşveren olmadan işçi olabilir mi, işçi olmadan işveren olabilir mi? Bunları birbirinden ayırmak mümkün değil. Yani bindiğin dalı kesmenin de bir anlamı yok, her ülkenin de kendisine göre gerçekleri var; işveren açısından gerçekleri var, işçi açısından gerçekleri var. Dolayısıyla bunları harmanlayıp bir yerlerde buluşturma gayreti içerisinde olduğumuzu özellikle ifade etmek istiyorum ve çok yoğun bir çaba sarf edilmiştir, çok büyük bir gayret gösterilmiştir.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Bir taraf öldü, öldü Sayın Başkan, Fatiha okuyalım bir tarafa!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Efendim, bir de şu ifade edildi: “Ya, bu bir anda nereden geldi bu 25’inci madde? Hemen bu akşam tutuşturuverdiler, birileri getirdiler.” Hayır, bu madde işveren tarafının talebi olarak aylardır bizim önümüzde, aylardır sosyal tarafların önünde ve bu akşam toplanmamızın amaçlarından bir tanesi de “Bu konuda acaba bir olumlu adım atılabilir mi?” mücadelesi idi. Bunu…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Siz atmadınız, siz Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, ben Hükûmet olarak, Bakan olarak sorumluluğumu yerine getirme çabası içerisindeydim.

Bakınız Sayın Çelebi, ben daha işi derinleştirmek istemiyorum.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Derinleştirin efendim, derinleştirin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) -

Çünkü bak, bu iş uzlaşma işidir, diyalog işidir, kimin nerede, ne şekilde, ne konuştuğunu hepsini ben biliyorum ama herkese saygım var çünkü inanıyorum siz de yürekten bu yasanın çıkmasını istiyorsunuz ama muhalefetin de bence bu…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Böyle değil ama.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim?

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Böyle değil ama.

İZZET ÇETİN (Ankara) – On yıldır bekliyor Sayın Bakan bu yasa.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, bakınız, yasanın sendikalara ilişkin bölümü bitti, şimdi “Toplu iş sözleşmesi” bölümüne gelince, orada yapılan iyileştirmeler yani bu diyaloğun neticesinde yapılan iyileştirmelerin neler olduğunu göreceğiz. Özellikle geçici maddelerdeki değerlendirmeler ve az önce ifade etmiştim, çalıştığım konularda işçilerimize dönük, çalışanlarımıza dönük ne gibi iyileştirmelerin bir mücadele ve bir diyalog neticesinde ortaya çıktığı da görülecek. Yalnız işverenden ibaret değil ki bu yasadaki düzenlemeler, işçilere dönük de ilgili çok önemli düzenlemeler gelecek. Bunu, ilgili arkadaşlarımızın hepsinin bildiğini burada ifade etmek istiyorum. Onun için, şunu söylemeyelim yani “Nereden çıktı bu?” Bu, bugün falan çıkmış değil. Bu bizim, bakın burada açık söylüyorum bütün sendikalar bizi izliyor yani dediniz ya “Bir sendika bugün gazetelere ilan vermiş.” Bilmeseydi o ilanı verir miydi? Orada yazmış o da biliyor demek ki. Diğer sendikalar da biliyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bunun Komisyonda görüşülmesi gerekmiyor muydu Sayın Bakan yani bu kanun Komisyondan geçmek durumunda değil mi?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, komisyonlarda milletvekili arkadaşlarımızın katkısı da olsa… Bakın Çalışma Bakanlığının yapısı böyle.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Allah aşkına, Komisyonun anlamı ne, Komisyonun gereği ne?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Komisyonlarda düzenlemeleri yapsanız da, sosyal tarafların talepleri bu konuda sınırsız.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ya olmaz Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İnanın sınırsız ve bunları dinlemiyorum demek, bunları dikkate almamak takdirlerinize. Ben bugün gerçekten beş saat boyunca işçilerin lehine…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – On aydır tartışıyorsunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …çalışanların lehine çok önemli düzenlemeleri de içeren bir, âdeta karar noktasına geldiğimiz hususlar var. Onları az önce ifade ettiğim için bir daha ifade etmiyorum.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Başbakanla görüştüğünüz 6 madde nedir Sayın Bakan?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi, tabii ki bu yasanın, yaklaşık 90 maddelik yasanın, toplam 5, 6, 7 maddesi yani taraflar arasında sorun olarak tartışılan maddeler. Yoksa diğerleriyle ilgili gerçekten bir sorun yok yani 6-7 madde diyebiliriz. 6-7 önemli maddeyle ilgili tartışmalar var. Burada, ben açık söylüyorum, birçok madde işçinin lehine, işçi sendikalarının lehine düzenleme yapıldığını da burada belirtmek istiyorum.

Efendim, bu konu da Ekonomik ve Sosyal Konseyde görüşülseydi. Ekonomik ve Sosyal Konseyde ilgili yasal düzenleme geliyor. Bu dönem inşallah kısa süre içerisinde, Kalkınma Bakanlığı bünyesinde uyum yasası şu anda Meclise gelecek ve inşallah belli periyotlarla Ekonomik ve Sosyal Konseyde bunların görüşülmesine ben de katılıyorum. Son toplantıları istihdamla ilgili ve Sosyal Güvenlik Reformuyla ilgili gerçekleştirmiştik. Bu yasal düzenlemenin bir an önce çıkması konusunda biz de elimizden geleni arkadaşlarımıza destek vererek gerçekleştiriyoruz ama Bakanlığımızın bünyesinde Üçlü Danışma Kurulu var. Üçlü Danışma Kurulunda işçi, işveren ve Hükûmet olarak orada yoğun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …ve gerçekten bir sınırlama olmadan çalışmaları yürüttüğümüzü bilmenizi istiyorum. Denge ise denge gözetilmiştir, diyalogsa diyalog gözetilmiştir. Tarafların talepleri alınmıştır ama şunu bilelim ki bu konuda hangi maharetiniz varsa kullanırsanız kullanın, herkesi 180 ve 0 derecede 90’da buluşturmak da çok kolay bir hadise değil.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Çok da mümkün olmuyor ama ben, bizim gerekeni yaptığımız inancı içerisindeyim. Henüz yasa devam ediyor. Taraflarla bizim görüşmemiz de devam edecek. İşçinin aleyhine bir şey varsa…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Var, var, hep işçinin aleyhine.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …işçilerin aleyhine bir şey varsa…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Kamu işveren sendikalarının ne işi var Sayın Bakan?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …bunları değerlendirme konusunda bizim kapımızın her zaman açık olduğunu da tekrar ifade ediyorum.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Devlet işveren sendikalarına üye yapılır mı? Hüsnüniyetli devlet.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Yasanın hayırlı olmasını temenni ediyor, herkese saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – İkinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ruhsar Demirel, Eskişehir Milletvekili.

MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Efendim, arkadaşlar çıkıyorlar herhâlde; güle güle.

Burada kalan ve bu yasaya katkı vermeye çabalayan arkadaşları saygıyla selamlıyorum sabahın bu saatinde.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bunu daha önce de yaşadık.

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – Görüşülmekte olan ilgili yasanın ikinci bölümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuzun görüşlerini sizlerle paylaşmak için söz aldım.

İZZET ÇETİN (Ankara) – O zaman böyle bir yasayı niye yapıyorsunuz Sayın Bakan?

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri, Sayın Hatip konuşuyor.

Buyurun Sayın Demirel.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Boşu boşuna Hatibi yoruyorsunuz.

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – Enteresan olan bir şey var, Sayın Bakan da herhâlde teyit edecektir, Çalışma Bakanlığını ilgilendiren her yasa gece yarısı görüşülür, ben bir yıllık milletvekilliği deneyimimde bunu öğrendim.

İZZET ÇETİN (Ankara) – On yıldır öyle.

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – Çalışma Bakanlığını ilgilendiren her yasa gece yarısı, sabaha karşı görüşülür.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Gözden ırak!

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – Hatırlarsınız, Meclis kapanmadan hemen önce Meclisin bir ek binasının inşaatında göçük olduğunda da biz burada iş sağlığı görüşüyorduk ve gecenin saat onikisiydi, gece saat ikide de vefat haberini almıştık. Dolayısıyla, böyle bir adabımız var. Nedense çalışma hayatını ilgilendiren her şey, büyük ölçüde daha konforlu şartlarda çalışanların uyuduğu, daha zor şartlarda ve hatta sendikasız çalışanların vefat etme ihtimallerinin olduğu işlerin yapıldığı saatte görüşülüyor. Sanıyorum, bu bile çalışma hayatımızın ne durumda olduğunu anlamamız için yeterli bir şey.

Şimdi, hayatta ilginç ve hoş üçlemeler var, böyle birbirine yakışan üçlemeler filan gibi. Bizim yaş grubumuzda milletvekili olmuş insanların da çoğunun bildiği bir şey vardır edebiyat ve Türkçe derslerinden, on sekiz yaş gelince onlar pek bilemeyecek bunu: “Giriş, gelişme, sonuç.” diye. Bunun girişini gördük nasıl bir şey olduğunu; gelişme kısmı bu ikinci bölüm olacak kısmetse; sonuç bölümü zaten 25’inci maddede halledildiği için gereksiz bir sonucu da üçüncü bölümde konuşacağız herhâlde.

Efendim, aslında böyle bir yasaya gerek var mıydı? Tartışılabilir çünkü yasadan murat, eğer bir sorunu çözmek ise elbette ki ihtiyaç var ama yasadan murat, bazı şeyleri birbirine ekleyelim, ismini de değiştirelim, biz yeni bir yasa çıkardık, olsun ise bir gereklik yok. 2821, 2822, Anayasa 53, Anayasa 90 gibi maddeleri üst üste koyduğumuzda, aslında böyle bir yasaya ihtiyaç var mı? Hayır. Niye yok? Çünkü murat, sorunu çözmek değil. Ben eğer burada bir ipi alıp kördüğüm yapar sonra da size verip “Buyurun, çözün.” dersem siz çözemediğinizde ben gelip, İskender’in kılıcıyla kesip “Ne kadar marifetliyim.” diyorsam bu yasa da aynı o kadar marifetli bir yasa. Bunun ötesinde hiçbir kabiliyeti yok bu yasanın çünkü bu ülke, her şeyi bırakınız, uluslararası sözleşmelere taraf olmuş bir ülkedir. “Şu anda “Rum Kesimi Başkan” diye belki biraz askıya alınmış bir AB sürecimiz var, ILO sözleşmeleri var ama Sayın Bakan ısrarla çok klişe bir söz kullanıyor: “Sosyal taraflar.” Bu sosyal taraflar bize geldiklerinde hiç böyle söylemiyorlar Sayın Bakan.

Evet, 2009 yılında çıkarılmış bir yasa var. Bu yasadan sonra da ocak ayından itibaren yetki belgesi temin edememiş sosyal taraflardan biri olan siz sendikaların yetkilenememesi nedeniyle yapılamayan toplu görüşmeler var. Bu toplu iş görüşmelerinin oluşması adına elbette ki “Olur.” diyeceğiz yasaya ama muradımız burada, sorunu çözen bir şey yapmak, yalnızca masaya oturmanız değil. Yani devlet korporatizmini yapan şu zihniyeti reddediyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu reddediyoruz ama sizlerin toplu iş görüşmesi masasına oturmanız adına buna, evet, grup olarak destek vereceğiz ama tekrar söylüyorum: Bu tamamen devletçi bir korporatizmin dışından hiçbir şey değildir Sayın Bakan. Bu yaptığınız bunun tıpatıp bir örneği.

Ve sosyal taraflar adına Sayın Bakanla her kim görüşüyorsa sanıyorum bu ilanı verenler olsa gerek. Bu ilan eğer vicdanları rahatlatmak adına yelpaze mahiyetinde yapılıyorsa bir grup çalışan için, bu da onların ayıbı olsun. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

Aslında ülkemizde bu endüstriyel ilişkiler, çalışma hayatı, Sayın Bakanın katıldığı bazı toplantılar veya Başbakanın, diğer yetkililerin katıldığı bazı toplantılardaki gibi öyle güllük gülistanlık, dikensiz gül bahçesi değil, hatta bir bahçe bile yok, çoraklık var. Bu ülke, Avrupa’da en çok işçinin öldüğü ülke. Bu ülke, dünyada birinciliği alamıyorsa Cezayir ve El Salvador’a şükretmemiz lazım “İyi ki onlar var, dünya birincisi olamıyoruz.” diye. Ama şu yasa ve bu çalışma mantığıyla sürerse korkarım ki biz çok yakında dünyanın da birincisi oluruz çünkü geçtiğimiz hafta EUROSTAT bir anket açıkladı, 2011 çalışma hayatı anketlerini. O anketler de gösterdi ki rekora gidiyoruz. Elli üç saati aşkın, haftalık çalışmaya sahip Türkiye’deki insanlar. Bir rekor bu. Bize en yakın olan ülke İzlanda, kırk üç saat. On saat fark var aramızda.

Sayın beyler, size söylüyorum; temsilcilerinize iletirseniz, bu ilanları vermek yerine sizler için mücadele etsinler. (MHP sıralarından alkışlar)

Ve burada gönüllere yelpaze, birbirimizi kandırmak gibi bir amacımız yok. “Yalnızca bir yasa olsun, adını da ben koymuş olayım, tarihe geçeyim” adına yapılıyorsa bunlar, “Filan bakan zamanında çıktı, filan usta zamanında imzalandı.” denilecekse böyle bir yasaya Türkiye’nin iş hayatının hiç ihtiyacı yok. Türkiye’deki iş yaşamındaki insanların sosyal haklara, özlük haklarının iyileştirilmesine ihtiyacı var. Burada çıkıp herkes çok süslü sözler söyleyebiliyor. Sayın Bakanın Bakanlığı, bazı kadın istihdamıyla ilgili çok cafcaflı sözler içeren küçük kitapçıklar yayımlıyor. Ben burada İş Sağlığı Kanunu görüşülürken de o kitabı altını çizip okumuştum kendilerine ama bunlar yalnızca kâğıtlar üzerinde kalıyor, işleyişte hiçbiri yok. Eğer bunları, mevzuatı yalnızca oluşturmak adına yapıyorsak gerek yok çünkü yetkililerin, karar vericilerin, Sayın Bakan ve yanındaki bürokratlarının asli görevi, çıkarılan mevzuatın bu ülkede uygulanmasını temin etmektir. “Yapamıyoruz, çıkaramıyoruz, görüşemiyoruz” sözleri ve heyetine yakışmıyor.

Ve bir Türkiye ayıbı daha: Başbakanlığa bağlı Türkiye Yatırım Destekleme ve Tanıtım Ajansı Başkanlığının İnternet sitesine giriniz. Türkiye’nin bir yatırım cenneti olduğunu 10 maddeyle özetliyor. 3’üncü maddeyi ben size tek tek okuyorum: “Nitelikli ve rekabetçi iş gücüne sahibiz, bize yatırım yapınız.” diyor. “26 milyonu aşkın genç, eğitimli ve motive profesyonelimiz var, artan çalışan verimliliğimiz var -kendileri de söylüyor- haftada 52,9 saat çalışan ve Avrupa’daki en uzun çalışma süresine rağmen, çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük orana sahip ülkeyiz, gelin, bize yatırım yapın.” diyor. Türkiye’deki insanların hastalandıklarında izin kullanma hakkı bile yok beyler. 4,2 gün hastalık izni kullanabiliyor yani hani eski köle filmlerinde olur ya, bir de kölenin açıp dişine bakarlar, bir de diş grafisi koysalar tamam olacak demek ki. Efendim, abdala demişler ki “Kar yağacak.”, “Titremeye hazırım.” demiş. Bu onun belgesidir. Açınız, İnternet sitesine bakınız, orada var. Bunu biz söylemiyoruz, bunu devletin kendisi belgeliyor, “En çok insanı ben çalıştırıyorum, en az hastalık iznini veriyorum, size bir tek diş grafisini veremedim. Buyurun, gelin, bizimle çalışın.” diye.

Yani özetle mesele şudur: Sendikalanmayın, teşkilatlanmayın, örgütlenmeyin, organize olmayın, istikrara kavuşalım. Eğer istikrar toplumsal sessizlikse istikrarı reddediyoruz. Parti grubum adına buradan net söylüyorum: Eğer “Organize olmamış toplum istikrarın belgesi.” diye düşünüyorsanız, bizim böyle bir istikrar talebimiz yok ama sizin karar vericilerinizin var herhâlde.

Bu saatler neden önemli? Bu saatler şunun için önemli: Türkiye’de son on yılda, ileri demokrasiye kavuştuğumuz son on yılda, 11 bin işçinin iş kazasından öldüğünü sizler, bizden daha iyi biliyorsunuzdur diye düşünüyorum. 11 bin işçi ölmüş. Neden biliyor musunuz? Yoğun çalışma saatleri nedeniyle dikkat dağınıklığından büyük bir kısmı, büyük bir kısmı sendikasız işçi bunların. Hamdolsun ki medya var; mesela o 11 tane, çadırda yanan işçiyi bir an önce öğrenme sebebimiz medya oldu. İş Sağlığı Yasası görüşülürken göçük altında kalan işçiden medya sayesinde haberdar olduk. Teknolojiye şükretmemiz lazım ama sendikasızlaşmak, örgütsüzleşmek, iş hayatıyla ilgili gereklilikler konusunda bilinçsiz kalmayı tercih etmek ayrı bir vicdan meselesi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – OECD’nin son sendikalaşmayla ilgili istatistikleri var, onları da ben size bir başka maddede izah edeceğim.

Teşekkür ederim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Erol Dora, Mardin Milletvekili.

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; örgütlenme ve sendika hakkı temel insan haklarından olup, günümüzde tüm dünyada evrensel hukuk ile herkes için güvence altına alınmıştır. Ne yazık ki, geçmişten bugüne, temel hak ve özgürlük alanlarında olduğu gibi, örgütlenme ve sendika hakkı alanında da Türkiye’nin hiç de parlak bir karnesi olmamıştır. Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra ucuz iş gücü istihdamı temel gelişme politikası olarak belirlenmiş, Türkiye sanayisinin rekabet gücü, emeğin ucuzluğu üzerinden güçlendirilmeye çalışılmıştır.

Yürürlükte olan 2821 ve 2822 sayılı bu yasalara göre, sendikal örgütlenmenin tüm çalışanlara yayılması engellenmiş, toplu sözleşme uygulaması ve grev hakkı kısıtlanmıştır. Bu bağlamda düşünüldüğünde, şu an görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı 12 Eylülün baskıcı özünü içinde barındırmaktadır.

12 Eylül darbesinin ürünü olan yasalar, her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir. Hükûmet toplum tarafından genel kabul gören bu değerlendirmelerden hareketle 12 Eylül darbe mantığının ürünü olan sendikal yasaları değiştirme iddiasıyla bir değişikliğe girmiştir. Buna karşın gündemde olan değişiklik tasarısı Uluslararası Çalışma Örgütünün 87 sayılı Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi’nin ve 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi’nin gereklerini de karşılamamaktadır. Ayrıca, bu yasaklayıcı, demokratik olmayan düzenlemeler, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’inci maddesi olmak üzere, Avrupa Birliğine üyelik koşullarına da aykırıdır.

Tüm gelişmiş ülkelerde kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuş olan bu ilkelerin ülkemizde de uygulanması ve çalışma yaşamı açısından hayata geçirilmesi artık ertelenemez bir zorunluluk durumuna gelmiştir. Ancak, gelinen noktada, sendikal hak ve özgürlükleri evrensel düzeyde sağlayacak bir çabadan çok, giderek her açıdan var olan durumu ve 12 Eylülün yasakçı ve baskıcı zihniyetiyle hazırlanmış, köhnemiş yapıları korumaya dönük bir yaklaşım içine girildiğini görüyoruz. Özellikle toplu sözleşme yetkisi ve yapısı, görüşme süreci ve grev hakkının kullanılması konularında sendikaların önerilerinin dikkate alınmadığını, buna karşılık işverenlerin çıkarlarını korumaya ve mevcut durumu sürdürmeye yönelik değişikliklerin öne çıkarıldığını görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; referandumla yapılan Anayasa değişikliğine rağmen, sendikaların faaliyetlerine devletin denetimini ve müdahalesini öngören sendikal güvenceleri sağlamayan, tek düzeyli toplu sözleşme düzeninin korunmasında direnerek, konfederasyonların ve sendikaların çerçeve sözleşme, iş kolu sözleşmesi yapma hakkını tanımayan, toplu sözleşme hakkını tüm işçilerin kullanabileceği hak olarak tanımlamayan, sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen, iş kolu, işletme ve iş yeri barajlarını koruyan, yıllarca süren yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen bir yasa, reform olarak nitelendirilemez. Tasarı, içinde olumlu değişiklikler barındırmasına rağmen, örgütlenme özgürlüğünü genişleten bir yapıya sahip değildir. Bunun en büyük kanıtı, sendika üyeliğinin sadece işçiler için tanımlanmış olmasıdır. Tasarı, emeklilerin, gençlerin sendika kurmalarına ve üye olmalarına imkân tanımamaktadır. Böylesine bir baraj, sendika özgürlüğünün, ILO normlarının ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali demektir. Sendikal haklar konusundaki yeni yasal mevzuat, Avrupa standartlarıyla ve Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleriyle özellikle memurların toplanma, toplu sözleşme ve grev haklarına sahip olmalarına karşı engeller nedeniyle uyumlu değildir. Bu durum, 2012 İlerleme Raporu’nda da belirtilmiş durumdadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kendi iş kolu koşulları ve çalışanların ihtiyaçları doğrultusunda, sendikaların yapılanmalarına izin verilmesi gerekmektedir. Diğer yandan, sendikaların kendi içinde demokrasinin daha etkin bir şekilde işleyebilmesi için değişiklikler yapılması önceliklidir. Bu bağlamda, sendikalarda yönetim pozisyonunda kadınların var olabilmesi için, kadın kotasının konması gerektiğini düşünüyoruz. Sendikalar gibi önemli demokratik örgütlenmelerde kadın erkek eşitliğinin sağlanması yönünde alınacak önlemler sendikaların daha demokratik, eşitlikçi yapılara sahip olmasını sağlayacaktır.

Özellikle, tasarının bu bölümünde görüşülecek olan toplu iş sözleşmesi konusu ve grev hakkı konusunda, işçi ve emekçinin hakkı gasb edilmekte, bunun yanında işverenlerin ve devletin çıkarları ön plana çıkarılmaktadır. Grev hakkı, işçinin toplu sözleşmede ortaya koyduğu taleplerinin kabul edilmesi açısından temel güç olarak tanımlanmaktadır.

Ancak, görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı, grev hakkını, deyim yerindeyse, tamamen ortadan kaldırmaktadır. Tasarının grev ile ilgili maddelerine bakıldığında, zorunlu resmî ara buluculuk evresinin getirilmesi, grev ertelenmesi, ceza öngörüleri, grev hakkının kısıtlanması, yüksek hakem kurulu ve basın yoluyla çalışmaya getirilen kısıtlamalar gibi şartlar bu hakkı âdeta ortadan kaldırmaktadır. Bakanlar Kurulu kararı ile grev hakkının ertelenebilmesinin öngörülmesi işçi ve emekçiyi tamamen Hükûmetin insafına bırakmak anlamına gelir ki bu asla kabul edilebilir bir durum değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının bu şekilde yasalaşması, emekçiye ve dolayısıyla Türkiye demokrasisine hiçbir şey kazandırmayacaktır. Bu münasebetle, yasa tasarının geri çekilerek Komisyona yeniden havale edilmesi, burada, tüm sendika temsilcilerinin katılımıyla eksikliklerin ve olması gerekenlerin ILO Sözleşmesi ve diğer uluslararası antlaşmalara göre yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu vesileyle Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İkinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Özgür Özel, Manisa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Başkan, Meclisin itibarı var Allah aşkına yapmayın ya! Boş sandalyelere milletvekili konuşturuyorsunuz.

BAŞKAN – Benim sorunum değil Sayın Çetin, grupların sorunu.

CHP GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sizin sorununuz!

BAŞKAN – Benim sorunum değil grupların sorunu Sayın Çetin, lütfen…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sizin sorununuz!

BAŞKAN - Herkes kendi sorumluluğunu bilecek, benim sorunum değil.

Buyurun Sayın Özgür Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Süreyi yeniden başlatacak mısınız?

BAŞKAN – Niye yeniden başlatayım, Sayın Çetin kesti.

Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sendikalar ve toplu iş sözleşmesi kanununun ikinci bölümünde grubumuz adına söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şu an saat gecenin bir buçuğu. İktidar partisi, Sayın Dora, Sayın Demirel ve benim yasaya ilişkin eleştirilerim kimseler tarafından duyulmasın, televizyonun başında izleyenler tarafından izlenmesin diye bizi bu saatlerde, bu boş koltuklara konuşturuyorlar. Bunun ayıbını kendilerine bırakıyorum.

Bu kanun Mecliste görüşülmeye başladığı tarihlerde dahi Toplu İş İlişkileri Kanunu’ydu bunun adı. Yani bir Hükûmet düşünün ki sendikalar için on yıldır yapmayı taahhüt ettiği ve bir türlü yapmadığı kanunda, sendikanın adını anmaktan, toplu iş sözleşmesinin adını anmaktan ve “grev” demekten korkuyor. Daha sonra çok övündükleri şekilde dört grup bir arada uzlaştı ve bugünkü adını aldı ama hâlâ daha bu yasadaki, bu yasanın bir mana ifade etmesi için, en önemli kısım grev hakkıdır, “grev” kelimesi yasanın adında bile yok. Bu tip kanunlar hükûmetler için, iktidarlar için turnusol kağıdı niteliğindedir, sizin renginizi belli eder. “Biz işçiyi severiz.” demekle olmaz. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

Sendikal hareketin Türkiye’deki tarihi boyunca iki büyük darbe aldı sendikal hareket. Bunlardan bir tanesi 12 Eylül 1980 darbesidir, diğeri de AKP İktidarının sendikalara vurduğu darbedir. AKP İktidarı açıkça işçi düşmanıdır. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)

Rakamlara bakalım, rakamlar yalan söylemez. 1980 darbesinden önce Türkiye’de 2.2 milyon işçi vardı, bunların 1,5 milyonu sendikalıydı. Şimdi 11 milyon çalışan var, bunların sadece 938 bin tanesi sendikalı ve bunlardan 360 bin tane, kamuda çalışan sendikalı işçiyi de düşerseniz özel sektörde çalışan işçilerin sadece yüzde 3’ü toplu iş sözleşmesinden yararlanıyor, yüzde 5.9’u sendikalı. İşte AKP’nin Türkiye’de sendikal hareketi getirdiği nokta budur.

Birkaç daha rakam vermek isterim. AKP İktidarının en önem verdiği hususlardan bir tanesi araştırmalar yapmak, anketler yapmak, ona göre de güya toplumun beklentilerini tartıp ona göre siyaset yapmak. Bakın, bir anket ne diyor? Hem de çok güvenilir bir kaynağın yaptığı anket. “Sendikaya üye olursanız işverenin sizi cezalandıracağına inanıyor musunuz?” sorusuna:Türkiye’deki işçilerin yüzde 87.9’u “Evet.” cevabını veriyorlar. “Sendikanızı özgürce seçme hakkını düşünüyor musunuz?” sorusuna ise Türkiye’deki sendikalı işçilerin yüzde 77’si “Hayır.” cevabını veriyorlar. İşte sizin döneminizdeki ileri demokrasi, işte örgütlenme özgürlüğü.

Türkiye’ye sarı sendikaları, ak sendikaları hediye eden, Türkiye’yle bunları tanıştıran AKP İktidarı artık ileri demokrasi diye söylediği bir sarı demokrasiyi de hem de AKP sarısı demokrasiyi Türkiye’nin hayatına sokmuş durumda.

Bu durumu, bizler Manisa’da, işçilerin yaşadığı, rakamlarla ifade edilen bu korkuyu artık bir sanayi kenti olan, binlerce, on binlerce işçinin fabrikalarda çalıştığı Manisa’da her gün kulaklarımızla duyuyoruz. Sendikanın “s”sini ağzına alanları fabrikalar derhâl işten çıkarıyor. Peki, bu işverenin ne güvencesi var? Bir tanesi siz Sayın Bakan, bir tanesi siz sayın AKP’li milletvekilleri, diğeri de kapıdaki binlerce işsiz. Ve eskiden sendikalı olan bir tane işçiyi işinden edenler şimdi o kadar cesurlar ki “Takım.” diyorlar, 100 kişilik, 80 kişilik takımın tamamını işten çıkarıyorlar. Âdeta şu gözle bakıyorlar: “Bu, sendikanın “s”sini ağzına alan kişi, kendisi olduğu gibi etrafındaki birkaç arkadaşını da kontamine etmiş olabilir. Mutlaka hepsinden birden kurtulmalıyız.” Tabii bir başka şeye de hizmet ediyor, bir mahalle baskısına. İşçi arkadaşına sendikayı, sendikal hakları, örgütlülüğün önemini anlatan, bu onurlu, bu kutsal, bu doğal hakkı kullanan işçileri, emekçileri arkadaşları şu gözle görüyor: “Eyvah, hepimizi işten attıracak bu.” Ve ondan korkuyorlar, ondan kaçıyorlar. İş yerinde sendikayı savunanlar, örgütlenme özgürlüğüne inanan emekçiler bir cadı avının kurbanı oluyorlar âdeta, Orta Çağdaki vebalılar gibi arkadaşları onlardan kaçıyor. Böyle bir noktaya getirdi AKP İktidarı Türkiye’deki sendikal hareketi. Oysa bilinçli işçi ne kadar kıymetli bir şeydi. Şimdi bilinçli işçi, arkadaşlarının bile ondan korktuğu, kaçtığı işçi noktasına geldi. Buna engel olmak için bir şeyler yapması beklenirken Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığının, biraz önce yapılan değişiklikte olduğu gibi, AKP Grubunun buradaki gücüyle, artık 30 kişiden az işletmelerde sendikal örgütlenmeyi imkânsız kılacak ayıplar ayıbı bir düzenlemeye de imza attı. Buna, gecenin bu vaktinde tarihe not düşmek için söylenilecek bir tek söz varsa o da şudur: Yazıklar olsun! (CHP sıralarından alkışlar)

AKP’nin, işçi sınıfına karşı hasmane tutumu rakamlarla ortada. Meydanların ortak bir sesi var, ne kadar da haklıymış meydanlar “AKP sağlığa zararlıdır.” derken. “AKP sosyal güvenliğe, AKP işçi haklarına ve örgütlenme özgürlüğüne zararlıdır.” derken. Dedim ya, bu yasa sizin turnusol kâğıdınızdır. Renginiz belli oldu, sizler birer işçi düşmanısınız. (CHP sıralarından alkışlar)

“12 Eylülle hesaplaşacağım.” diye oy isteyip, 12 Eylülle hesaplaşmak bir yana, kendisi 12 Eylülün ürünü olduğu için 12 Eylülün etinden, sütünden yararlanan, örneğin seçim barajından yararlanan, Yüksek Öğretim Kurumundan yararlanan, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinden yararlanan AKP, 12 Eylülün grev yasaklarından da yararlanmaya devam ediyor. Samimi değilsiniz, samimiyetsizsiniz. Samimi olsanız Türk Hava Yolları grevi için Ali Babacan “Ekonomiye etkisi olacak sektörlerde, kimse kusura bakmayacak, grev yasağı olmayacak.” demezdi herhâlde. Be insafsız adam, ekonomiye etkisi olmayan bir sektör mü var? Be vicdansız adam, ekonomiye etkisi olmayan sektör olur mu? Bizden utanmıyorsan, halktan utanmıyorsan, korkmuyorsan, Allah’tan kork! (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Özel lütfen… Lütfen Sayın Özel… Lütfen…

RECEP ÖZEL (Isparta) – Çok ayıp ya! Terbiyesizlik yapıyorsun!

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Bu saatte bu olur mu? Ayıp ya!

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Ayıp denilen bir şey var.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – İkiyüzlüsünüz, ikircikli tavırlar içindesiniz.

BAŞKAN – Lütfen diyorum…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Hem Türk Hava Yollarındaki toplu görüşmeye müdahale edip Hava-İş Kolunda grev yasağı getiriyorsunuz, sonra da “Türk Hava Yolları bir anonim şirkettir, Türk Hava Yollarının iç işlerine karışamayız.” diyorsunuz. Siz, Türk Hava Yollarında ne yaptınız? Hem gittiniz oradaki insanların, emekçilerin işverenlerle ilişkilerine müdahil oldunuz yani haneye tecavüz suçu işlediniz. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Oradan bir meşru müdafaa hakkı doğurdunuz. Bu meşru müdafaa hakkını kullanan 304 tane emekçiyi de işinden ettiniz. Bütün dünyada bu meşru müdafaa hakkıdır, bunun adı da fiilî grevdir. Siz fiilî grev hakkını doğurdunuz, siz onların grev hakkını ortadan kaldırdınız diye grev yaptılar ve onları işten attırdınız. Bu, tüm dünyada var, bir tek Kenan Evren’in anayasasında yok. Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu dedi ki: “Bu grev bir ihanet eylemidir.” Bakın, ben size söylüyorum: Sizin o söz geçiremediğiniz Hamdi Topçu var ya, Türk Hava Yollarının topçusu, Suriye topçusundan bile tehlikeli bir adamdır, Suriye topçusundan bile vicdansız bir adamdır. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Özel, Genel Kurulda olmayan bir bürokrat hakkında, lütfen… Temiz bir dille konuşmak durumundasınız İç Tüzük’ün 67’nci maddesine göre, lütfen ama…

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) – Ve çok açıkça şunu söyleyeyim: Suriye topçusu -hepimizin içini yakan, hepimizin içini yaralayan bir şekilde bir haneye top isabet etti- o haneyi yaktı, hepimizin yürekleri yandı ama Türk Hava Yollarının topçusu 300 haneye ateş düşürdü. Çok açık ve net bir biçimde şunu söylemek istiyorum: O gün, bu Bakan burada oturamadı, gitti, daha sonra timsah gözyaşları dökmek üzere. O ayıbın içinde yoktu. Ulaştırma Bakanı burada oturdu, bütün eleştirileri müstehzi ifadelerle, gülerek yanıtladı, daha sonra Sayın Bakan: “Bu düzenleme doğru olmadı.” dedi ve mişcesine yaparak gitti Türk Hava Yollarındaki bu işçiler için güya ara buluculuk görüşmeleri yaptı. Sonuç ortada, samimi değilsiniz, turnusol kağıdı gösterdi ki sizler birer işçi düşmanısınız, AKP, örgütlenme özgürlüğüne zararlıdır, AKP işçi sınıfının düşmanıdır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özel.

İkinci bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Lütfü Türkkan.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkanım, ben konuşmaktan vazgeçtim.

BAŞKAN – Evet, 15 dakika süre ile soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Çetin, buyurun.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, biraz önce ilk otuz maddede yapılan değişikliklerden pozitif olanları sıraladınız. Biraz önce ben de size Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nun ilgili bölümünü verdim. Orada diyor ki. -yani bunu ben söylemiyorum- “Toplu pazarlığa girmek için aranan yüksek barajlar, toplu sözleşme olasılığını kayda değer ölçüde sınırlamayı ve bundan dolayı toplu pazarlık hakkının tam suretle kullanılmasını engellemeyi sürdürmektedir.” Dahası, her bir sektördeki işçi sayılarına ilişkin istatistiğin otoritelerce yayınlanmamış olması, aylardır yeni toplu iş sözleşmelerinin sonuçlandırılmasını engellemektedir. Türkiye, grev hakkını aşırı derecede sınırlamaktadır. Mayıs 2012’de Hükûmet sivil havacılık sektöründeki işçileri de grev hakkının dışında bırakan bir yasayı kabul etmiştir. İşçilerin temel haklarını kaybetmelerine karşı yaptıkları protestonun ardından 300’den fazla hava yolu işçisi işten çıkarılmıştır. İşçilerin bu haktan mahrum bırakıldıkları faaliyetlerin sayısının artması Türkiye’yi AB ve ILO standartlarıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.

İZZET ÇETİN (Ankara) – 2 kişi var Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır Sayın Çetin, burada şu anda 6 kişi daha var sırada.

Sayın Tanal, buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, sendika kurucularının arasında casusluktan mahkûm olan birisi sendika kurucusu olabilir mi? Görebildiğim kadarıyla yok. Sizin düşünceniz nedir burada?

İki: Olağanüstü genel kurula, toplantıya çağırmayla ilgili olarak, yönetim kurulu istifa etmiş ise kim olağanüstü toplantıya çağıracaktır?

Üç: siz Şanlıurfa Milletvekilisiniz, Şanlıurfa’da hububatla ilgili 2011 yılına ait destekleme primlerini Urfa çiftçileri almadı. Ne zaman alacak? Hep bize vatandaşlar bu talepte bulunuyorlar. Bu mağduriyeti ne zaman gidereceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Özel…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu yasa tasarısı ilk olarak Bakanlar Kurulunda imzaya açıldığında, sizin önerinizle imzaya açıldı ama 7 tane bakan bu tasarıyı imzalamaktan imtina ettiler. Bu 7 bakan size gerekçe olarak ne sunmuştu? Ardından, bu 7 bakan kimlerdir? Ardından, bu 7 bakana imza attırabildiğiniz tasarı ile ilk tasarı arasındaki farklar nelerdir ve bu 7 bakanı ikna ettiğiniz süreçte bir patron dostu sendika yasasına dönüştürdüğünüz bu yasayı bu konuda eleştirilere hak veriyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Çelebi…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Bakan, demin burada yaptığınız konuşmada, Sayın Başbakanla yapılan, sosyal tarafların bir araya geldiği, TÜRK-İŞ, Hak-iş, TOBB, TİSK’le beraber yaptığınız toplantıda 6 maddede anlaştığınızı söylediniz. Bu 6 maddedeki mutabakat ne? Yani bir taraftan işte bugün gazete ilanları veriliyor, “Buralarda mutabakatımız yok.” deniliyor bir taraftan 6 maddede siz “Uzlaştığınızı ve bu uzlaşma sonucu bu noktaya gelindiğini, bugün de ayrıca bu görüşmelerin sürdürüldüğünü söylediniz. Sayın Bakan, -siz bir işçi çocuğusunuz her şeyden önce, biliyorum- tarihte, gerçekten bu 25’inci maddeden sonra bir Çalışma Bakanı olarak nasıl anılacağınızı hissediyorsunuz? Bazı bakanlar vardır ki tarihe “işçilerin dostu” olarak not düşürmüşlerdir, siz nasıl düşüreceksiniz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 2012 yılı içerisinde atanacaklar sözünü verdiğiniz toplam 2 bin, sertifikalı iş ve meslek danışmanı atamaları, bu yıl içinde, kalan iki ay içerisinde yapılabilecek mi? Şu ana kadar bu atamaların kaçını gerçekleştirdiniz? Eğer bu yıl içinde bunlar gerçekleşmeyecekse önümüzdeki yıl için planınız nedir?

İki: İşçilerin aylardır alamadıkları maaş artışlarını toptan, en kısa zamanda, ne zaman ödemeyi planladınız? Bu gecikmenin Türkiye bütçesine ek maliyeti ne olmuştur ve bunun sorumlusu kimlerdir? Açıklayabilir misiniz, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Halaçoğlu…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, bu 25’inci maddeye bağlı olarak 30 kişinin altında iş yeri sahibi olmak suistimale uğratmayacak mı ve yaptığımız bir değerlendirmede 1 milyon 148 bin iş yeri bu şekilde kendini daha küçük işyerlerine bölmek suretiyle 30 kişinin altına inmiş durumda; 6,5 milyon işçi yapıyor bu da. Bu konuda sizin herhangi bir değerlendirmeniz olacak mı? Yaptırımınız olacak mı suiistimallerden kaynaklanan?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Çetin…

İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın Bakan, demin okumaya çalıştığım bölüm tamamen Avrupa Birliği İlerleme Raporu’ndan alınan bölümdür. Son bölümünde şöyle diyor: “Kısıtlayıcı yasal düzenlemeler ile sendikalı haklardan yararlanmadaki zorlukların neticesinde sendikalaşma düzeyi ve toplu sözleşmelerin kapsayıcılığı oldukça düşük kalmaktadır. Bu oranın kayıtlı işçilerde yüzde 8 olduğu tahmin edilmektedir. Türk Ekonomik ve Sosyal Konseyi 2009 yılından bu yana toplanmamaktadır. Bunları biz söylediğimiz zaman kızıyorsunuz. Elin oğlu belgelere yansıtıyor, rahatsız olmuyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Ağbaba

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, Malatya’da kayısı hasat mevsiminde sizin de milletvekili olduğunuz ilden, Şanlıurfa’dan, Adıyaman’dan, Diyarbakır’dan, Batman’dan kayısı hasadı için işçiler geliyor. Bu kayısı işçilerinin yaşamış olduğu şartlar maalesef çok kötü. Bu işçileri çalıştıran insanların iyi niyetine rağmen imkânsızlıktan dolayı yatacak yerleri yok, su yok ve en önemlisi bu çalıştırılan insanların çocukları okula gidemiyor. İslahiye’den gelen çocukların on üç yaşında, on iki yaşında çocukların hâlâ okula başlayamadıklarını, hâlâ okuma yazma bilmediklerini gördüm. Bu insanlarla ilgili bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz? Özellikle sizden ricamız, bu hakikaten orada, bu yaz Malatya’da gördüğüm yani çok acı bir durum, orada yaşayan çocuklar okula başlayamamış, başlayanların da birçoğu okuyamıyor. Bunlara eğitim konusunda destek vermeyi düşünüyor musunuz? Bu şartların düzenlenmesi konusunda bir niyetiniz var mı? Bu konuda Malatya’da yaşayan bir insan olarak sizden rica ediyorum, bu konuda duyarlı olmanızı bekliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Baluken

İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu taslağı hazırlarken Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun sendikal özgürlükle ilgili sözleşmesinin ilgili maddelerine uygunlukla ilgili bir kaygı taşıdınız mı? Eğer böylesi bir kaygınız varsa siyasi partilerin, burada, özellikle, toplu sözleşme ve grev hakkıyla ilgili ortaya koyduğu eleştiriler doğrultusunda, tekrar gözden geçirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.

BAŞKAN – İki soru daha var.

Sayın Şandır, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.

Sayın Bakan, özellikle, devlet kurumlarının, kamunun hizmet satın aldığı taşeronlarda çalışan işçilere, sosyal hakları, sosyal güvenceleri konusunda Hükûmetinizin taahhütler vardı Sayın Başbakanın, zatıalilerinizin. Bu konuda bir düzenleme düşünüyor musunuz? Özellikle, özel güvenlik görevlileriyle ilgili.

Bir diğer konu, 5 ay 29 gün çalışarak hizmet üreten kamu çalışanları var, işte 6 ay çalışana kadro verdiniz, aynı işi yapan, aynı kurumda çalışan, 5 ay 29 gün çalışıp kadro alamayan insanlar var, mesela, orman teşkilatında çalışan yangın işçileri, yani bu, bir adaletsizlik. Bunu düzeltmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Son soru, Sayın Öğüt…

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, daha önce de belirtmiştim bir kez, özellikle, Sağlık Bakanlığında, devlette çalışan taşeronların yanındaki işçilerin taşeron değişikliği sırasında, o işçilere bir kâğıt imzalatılıyor, matbu bir kâğıt, “Daha önceki şirketten herhangi bir alacağım yoktur, herhangi bir şekilde burayla ilişkim yoktur, herhangi bir çelişkim yoktur.” diye ve o şartla özellikle, devlette çalışan taşeron firmalarında o şartla insanlar çalıştırılıyor. Buna karşı bir çözüm bulunabilir mi, Bakanlığınız bir çalışma yapıyor mu? Bu tür insanlar, maalesef, işe alınmama korkusundan dolayı gün yüzüne çıkamıyorlar, bunları bir araştırma, gizli olarak şikâyet edecekleri bir telefon numarası şeklinde bir bölümünüz var mı? Onu sormak istedim.

Taşeron işçiliği çok ciddi sıkıntıda, bu anlamda.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

AK PARTİ işçi düşmanı gibi son derece ağır ithamlarda bulunuldu. Bence…

ALİ ÖZ (Mersin) – 25’inci maddeye bakın.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Yani 25’inci maddeyle ilgili ben açıklamamı söyledim, tarafların görüşleri ortada. Bu, Bakanlığın görüşü değil, Hükûmetin görüşü değil, tarafları getirebildiğimiz bir noktadır. Bunu açıkça söylüyorum.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Tasarı da ortada Sayın Bakanım, tasarı da.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Yani, 6-7 maddeden bahsediyorum, 6-7 maddeyle ilgili taraflar arasında sıkıntı var.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Dündü o bugün 25.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Ve bu çerçevede bir uzlaşı arayışı içerisindeyiz. Hâlen yasa yürürlüğe girmedi, bitmedi. Keşke, taraflara bu konuda adım attırabilsek, atabilseler…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Attılar efendim, attılar. Siz atmıyorsunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Müsaade eder misiniz.

ALİ ÖZ (Mersin) – Emekleriniz boşa gitti.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Neyse, bu konuyu görüşmeye devam ediyoruz, yasa devam ediyor.

Şimdi, işçiyle ilgili yaklaşımınızı gerçekten yadırgadım, Özgür Bey’e söylüyorum. Yani, bu kadar kaba, bu kadar özensiz cümlelerle değerlendirme yapmanız, öncelikle seçmenin oyuna saygısızlıktır. Milyonlarca işçi AK PARTİ’ye oy vermiştir. Bunu nasıl izah edersiniz yani? Onun için, daha özenli cümlelerle ifade edilse… Eleştirebilirsiniz ama ağır hakaretler yapmayı size bu şey vermiyor ki. Yani aynı cümleden çıksa, iktidar adına muhalefete böyle bir şey söylese doğru olur mu? Olmaz. Gerilimler de buradan çıkıyor. Ben, daha özenli olmasından yana olmanızı ifade ediyorum.

Şimdi, “ILO’ya uygun mu yasa?” dediniz. E, uygun olan hususlar var, yani noter şartını kaldırıyoruz, bir örnek olsun diye söylüyorum. E, şimdi, birçok düzenleme gerçekleştiriyoruz, örgütlenmenin önündeki birçok engelleri kaldırıyoruz. Yani uygun olanlar var, bir de Türkiye’nin koşulları çerçevesinde yapılan düzenlemeler var. Aslında, dünyanın her tarafında ülkelerin koşullarına göre yapılan düzenlemeler var. En önemlisi de, ILO’nun en çok önem verdiği husus da, sosyal tarafların uyumu son derece önemli, yani taraflar, bakınız, mesela bizde federasyon yok yasal düzenlemede, tarafların talebi yok. Sizler de sordunuz, taraflar federasyon istemiyor. Konfederasyon düzeyinde bir örgütlenme esasını benimsiyorlar. Şimdi, “ILO’da federasyon var.” diyeceksiniz, e, var, tarafların talebi yoksa, burada ILO’nun talebi, ILO’nun direktifleri doğrultusundaki talepleri yerine gelmedi gibi bir yaklaşım doğru değil, benzer birçok örnek verilebilir.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Tarafların talebi olur mu? Birisi diğerini eziyor, ezilenin talebi olabilir mi? Laf diye konuşuyor.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Onun için dikkate almadık değil, aldık ama Türkiye’nin kendi koşulları, kendi sosyal tarafların talepleriyle ön plana çıktı diyebilirim.

“Efendim, taşeron işçiler ile ilgili ne düşünüyorsunuz?” Taşeron işçilerle ilgili bir düzenleme getiriyoruz ama çok kapsamlı, çok da yaygın bir noktada taşeronlaşma ve burada, gerek firma gerekse çalışanların, firmanın uygulamaları ve çalışanların yaşadıkları var.

İZZET ÇETİN (Ankara) – Döneminizde sistem hâline geldi.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bu konularla ilgili derli toplu bir düzenleme içerisindeyiz ama aynı zamanda tazminat haklarında sorunlar var, izinlerde sorunlar var. Şimdi “Alt işvereni kaldıracak mısınız?” gibi bir yaklaşım… Alt işvereni kaldırmayacağız ama orada çalışanların haklarının korunması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi konusunda gerekli çalışmaları huzurlarınıza getireceğiz. Umarım katkılarınızla güzel bir şekil alır.

VELİ AĞABABA (Malatya) – İnşallah vicdanlı olur Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – “5 ay 29 gün…” Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz yasama dönemlerinde, 6 ay çalışanlarla ilgili kadroya alınması düzenlemesi yapılmış idi. Şimdi, 6 aylığı alınca 5 aylıklar çıkıyor, 5 aylıkları alınca 4 aylıklar çıkıyor, 3 aylıklar var, 2 aylıklar var. Yani bir karar alacaksınız, o gün hükûmet olarak 6 ay çalışanlar ile ilgili karar aldık ve o uygulanıyor. Onun altında kalanlarla ilgili bir düzenlemenin şu anda gündemimizde olmadığını ifade etmek istiyorum.

Bir diğer konu, efendim, kayısı işçileri ve mevsimlik tarım işçileri ile ilgili METİP Projemiz var biliyorsunuz. Valilik eğer oraya bir şey gönderirse, yani proje gönderirse valiliklere kaynak tahsisi yapıyoruz ve orada da çocukların okuması da dâhil…

VELİ AĞABABA (Malatya) – Çok faydalı olmadı Sayın Bakan, bilginiz olsun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani proje uygulayıcılarında bir sorun var o zaman. Bu talebinizi biz bir müfettiş görevlendirerek -nedir, ne değildir, kaynak nasıl kullanıldı- bunun çalışmasını yaptırabiliriz. Mesela, Malatya’ya 1,164 milyon TL METİP Projesi kapsamında gönderilmiş.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bir baktırabilirseniz, çok faydalı olmadı Malatya için, işçiler için; bilginiz olsun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani bu bir realite. Bunun çözümü için kaynak tahsisi yapıyoruz. Uygulayıcıları milletvekili olarak da seçim bölgelerinizde denetleyip, yani olayları görüp buraya aktarmanız gerekiyor. O imkânların vatandaşa, çocuklarımıza faydalı olması şeklinde takip etmemiz gerekiyor.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bir faydası yok Sayın Bakan; bilginize sunuyorum.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – ESK toplanmadı. Az önce söyledim, bu yeni yasal düzenleme geliyor ve umarım artık bu tartışma da biter ve bundan sonra düzenli toplantılar ve gerçekten katılımcı demokrasinin gereği olarak da önemli bir ihtiyacı, önemli bir boşluğu dolduracağı inancı içerisindeyim.

Diğer konuya gelince; iş ve meslek danışmanları 2.817 kişiyi başlattık, 1.200 civarında bir arkadaşımız daha başlayacak ve bununla ilgili süreci başlatıyoruz. Büyük ihtimalle 2013’ün ilk aylarında bu 1.200 kişiyi de başlatmış ve böylece 4 bin kişiyi… Görevleri, iş yeri ile işsiz arasında bir köprü görevi görmek ve gerçekten şu anda 100 bin açık işimiz var, açık iş. Bunun oluşumunda ve bunun artışında iş ve meslek danışmanlarının çok ciddi katkıları var. Bizzat iş yerine gidip değerlendirme yapıyorlar, taleplerini alıyorlar, arkasından kendi portföylerindeki işsizleri değerlendiriyorlar, bunları eşleştiriyorlar. Bundan dolayı bu 4 bin kişi, 1.200 kişi de devreye girerse çok daha randımanlı bir ortam çıkacağı inancı içerisindeyim.

Bir muvazaadan bahsedildi işçilerle ilgili ama tam o başlangıcını...

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi toparlayın Sayın Bakan, süre tamamlandı.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Evet, işyerlerinin bölünmesiyle ilgili, yani 30’un altına veya 50 işçinin altına, 100 işçi çalıştırıyor 50 veya 49, 49 gibi, biraz bunlar yargıya intikal edecek olan hususlardır.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Tekstilde …

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Verilecek olan karar çerçevesinde değerlendirilir, yargıya intikal etmemişse tespiti çok zor bir olaydır Hocam, yani bunu da ifade edeyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Son bir soruya cevap vereyim, seçim bölgem olduğu için söyleyeyim. Bu 2010 yılı hububat desteklemesi için çiftçilerin önemli bir kısmına ödeme yapıldı. Sayın Tanal yok herhâlde burada.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Buradayım efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Burada mıydın.

Ödenmeyenler ise incelemesi devam eden firmalardan. Faturalarıyla ilgili müfettişlerce yapılan incelemeler son aşamaya gelmiş bulunuyor. Yoksa, geneli itibarıyla ödeme yapıldığını ifade etmiş olayım.

Efendim, “Tasarıyı kim imzalamadı?” Bu tasarının bakan düzeyinde çok tartışması oldu, Bakanlık bünyesinde, Bakanlar Kurulunda tartışması oldu, alt komisyonda çok ciddi değişiklikler oldu, üst komisyonda değişiklikler oldu. Yasa Genel Kurula geldi, birçok önerge yine taraflarla görüşerek şekil alıyor. Yani her defasında bir katkı oldu, her defasında tepki koyanlar oldu, her defasında olumlu bulanlar oldu. Yani böyle bir, endüstri ilişkilerinin tümünü ilgilendiren bir düzenleme bu. Burada bunu saygıyla karşılamak gerekiyor.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Casusluk…

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – “Casusluk…” Son olsun. Casusluk, ceza yasasındaki düzenleme çerçevesinde biz hepsini bir değerlendirdik, ceza yasasının ilgili maddesindeki durumlar aynen yasaya yansıtıldı.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Bakan, 6 tane maddeyi hiç açıklamadınız. Hepsini açıkladın, onu özellikle açıklamadın.

BAŞKAN – Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Böylece ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:02.02

ON BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 02.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yapacağız.

Komisyon? Yok.

Alınan karar gereğince, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağına ilişkin görüşmeler ile kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 12 Ekim 2012 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 02.05