DÖNEM: 24 CİLT: 2 YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
7’nci
Birleşim
11 Ekim 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Ankara
Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl
dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Borçlar
Kanunu’nun 584’üncü maddesi ile getirilen “eşin rızası” konusunda ortaya çıkan
ve yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Ardahan
Milletvekili Orhan Atalay’ın, Batı uygarlığının kutsal değerlerle imtihanına
ilişkin gündem dışı konuşması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir
Milletvekili Namık Havutça ve 23 milletvekilinin, engelli vatandaşların
sorunlarının ve yaşadıkları olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/367)
2.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan ve 20 milletvekilinin, ülkemizdeki seracılığın, yaş
sebze-meyve ve kesme çiçek üreticilerinin üretim, pazarlama, ihracat ve sigorta
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/368)
3.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay ve 22 milletvekilinin, pamuk tarımı ve pamuk
üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/369)
B) Tezkereler
1.- Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve
saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede
bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile
mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 17/10/2007 tarih ve 903 sayılı Kararı’yla
Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009, 12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli
929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile birer yıl uzatılan izin süresinin
Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha
uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1007)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun,
29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın
tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm
yollarının araştırılması
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi
2.- MHP Grubunun,
(10/201) esas numaralı MHP’li belediyelere yönelik baskı ve yıldırma politikası
izlendiği iddiasının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde
sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
3.- CHP Grubunun,
(10/226) esas numaralı muhtarların sosyal ve ekonomik sorunlarının
araştırılması amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
11/10/2012 günkü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VII.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık
Yakut’un, Genel Kurul çalışmalarına ara vererek grup başkan vekilleriyle
yaptığı toplantıya Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekilini davet
etmediğine, görüşmelere bu şekilde başlamanın mümkün olmadığına ve grup başkan
vekilleriyle ikinci bir toplantı yapılması gerektiğine ilişkin açıklaması
2.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kuzey Irak’a asker
gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi işleme alınmışken
daha sonra siyasi parti grup önerilerinin işleme alınmasının doğru olmadığına
ilişkin açıklaması
VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Siyasi parti
grup önerileri ve Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili
Başbakanlık tezkeresinin işlemi sırasında, Başkanlığın yaptığı uygulamanın İç Tüzük’e ve usule uygun olup olmadığı hakkında
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İzmir Milletvekili
Aytun Çıray’ın AK PARTİ Grup Başkanına ve Dışişleri
Bakanına sataşması nedeniyle konuşması
3.- İzmir
Milletvekili Aytun Çıray’ın, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
4.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
5.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
6.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve
Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
7.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın Cumhuriyet
Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
8.- Millî Savunma
Bakanı İsmet Yılmaz’ın, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
9.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları
(1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Toplu İş
İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567) (S. Sayısı: 197)
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Gaziantep
Milletvekili Mehmet Şeker’in, 2002-2012 yılları arasında AB’ye katılımı
hızlandırma programı kapsamında destek verilen sivil toplum kuruluşlarına
ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/8597)
2.- İstanbul
Milletvekili D. Ali Torlak’ın, Bakanlığa bağlı kamu kurum ve kuruluşlarına ait
binaların depreme dayanıklılığına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı
Egemen Bağış’ın cevabı (7/8834)
3.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, 2002-2011 yılları arasında Bakanlık özel kalem
müdürlüğüne ve basın müşavirliğine atanan kişilere ilişkin sorusu ve Avrupa
Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/8991)
4.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığına bağlı KİT’lerin yönetim kurulu üyelerinin gelir vergilerini
kurumlarından geri aldıkları iddialarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in cevabı (7/9157)
5.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, soya küspesi ithalinin yerli üreticiler aleyhine
haksız rekabet ortamı oluşturmasına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet
Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/9423)
6.- Hatay
Milletvekili Mevlüt Dudu’nun, yaş meyve, sebze ve
narenciye ihracatına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın
cevabı (7/9996)
7.- Ankara
Milletvekili Bülent Kuşoğlu’nun, 2005 yılından itibaren dahilde
işleme izin belgesi kapsamında mısır ithal izni verilen firmalara ilişkin
sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/9999)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
Birinci Oturum
TBMM Genel Kurulu
saat 14.02’de açılarak yedi oturum yaptı.
İkinci Oturum
(Kapalıdır)
Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci Oturumlar
Şanlıurfa
Milletvekili A. Emin Önen, Suriye’nin kınanması için AGİTPA Türk Delegasyonu
tarafından yapılan çalışmalara,
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan, tutuklu milletvekillerinin
sorunlarına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Malatya
Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Malatya’nın sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşmasına Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu cevap
verdi.
Malatya
Milletvekili Veli Ağbaba, Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu’nun, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine
atfetmesine,
İzmir
Milletvekili Oktay Vural, büyükşehir belediyeleriyle ilgili kanun tasarısının
İçişleri Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonunun dışında Anayasa Komisyonuna da
havale edilmesi gerektiğine,
Hakkâri
Milletvekili Adil Kurt, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun büyükşehir
belediyeleriyle ilgili kanun tasarısıyla ilgili ifadelerine,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Yozgat
Milletvekili Sadir Durmaz ve 20 milletvekilinin,
şeker pancarı ve şeker üretimi ile ilgili sorunların (10/364),
Kastamonu
Milletvekili Emin Çınar ve 21 milletvekilinin, Kastamonu ilinde yaşanan göç
olaylarının sebeplerinin (10/365),
Manisa
Milletvekili Özgür Özel ve 26 milletvekilinin, zeytincilik sektöründe yaşanan
sorunların (10/366),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
CHP Grubunun,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 4/10/2012
tarihli 4’üncü Birleşiminde gerçekleştirilen kapalı oturum tutanakları ile tutanak
özetlerinin İç Tüzük’ün 71’inci maddesine göre
yayımlanmasına ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Hakkâri
Milletvekili Adil Kurt, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın
şahsına,
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın
Cumhuriyet Halk Partisine,
Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Hakkâri Milletvekili
Adil Kurt ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına,
Sataşmaları
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Düzce
Milletvekili İbrahim Korkmaz,
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce,
Üçüncü Oturumdaki
bazı ifadelerini düzelttiklerine ilişkin birer konuşma yaptılar.
Oturum Başkanı
TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut, büyükşehir belediyeleriyle ilgili kanun
tasarısının havalesinde İç Tüzük’e aykırı bir durum
olmadığına ve bu konuyla ilgili itirazlarını dile getiren İzmir Milletvekili
Oktay Vural’ın görüşlerini içeren tutanağın TBMM Başkanlığına gönderilerek
konunun değerlendirilmesinin sağlandığına ilişkin bir açıklamada bulundu.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak
görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156),
2’nci sırasında
yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
Raporlarının (1/484) (S. Sayısı: 287),
Görüşmeleri,
Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak
görüşülmesi kabul edilen, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği
Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporlarının
(1/567) (S. Sayısı: 197) görüşmelerine devam edilerek 18’inci maddesine kadar
kabul edildi.
Çalışma süresi
sona erdiğinden, alınan karar gereğince, 11 Ekim 2012 Perşembe günü saat
14.00’te toplanmak üzere 19.58’de birleşime son verildi.
Sadık
YAKUT
Başkan
Vekili
Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Muhammet
Bilal MACİT
Bartın İstanbul
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Mustafa
HAMARAT Tanju
ÖZCAN
Ordu Bolu
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
No:
9
11 Ekim 2012 Perşembe
Teklif
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın
ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve
İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/894) (İçişleri ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
09.10.2012)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir
Milletvekili Namık Havutça ve 23 Milletvekilinin, engelli vatandaşların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/367) (Başkanlığa geliş
tarihi: 08/12/2011)
2.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan ve 20 Milletvekilinin, seracılığın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/368) (Başkanlığa geliş tarihi: 08/12/2011)
3.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay ve 22 Milletvekilinin, pamuk üretimindeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/369) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/12/2011)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Diyarbakır
Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, Bakırköy L Tipi Cezaevinin sağlık personeli
sorununa ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6950)
2.- Adana
Milletvekili Ali Halaman’ın, elektronik kelepçe
uygulamasına ve alımına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6951)
3.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Bakanlıkta, son beş
yıl içerisinde müşavir kadrosuna atanan personele ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6952)
4.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, TMK kapsamında yargılanan
çocuklardan tazminat talebine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6953)
5.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, 2002-2012 yılları arasında
Bakanlıkça yürütülen yolsuzlukla mücadele stratejisine ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/6958)
6.- Erzincan
Milletvekili Muharrem Işık’ın, son on yılda zaman aşımına uğrayan davalara
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7156)
11 Ekim 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Mustafa HAMARAT
(Ordu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN -
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Beş dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen
Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’e aittir. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın
Türkeş.
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in,
Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
YILDIRIM TUĞRUL
TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara’nın başkent
oluşunun 89’uncu yıl dönümü nedeniyle gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce Meclisi selamlarım.
Sözlerime
başlamadan önce, 9 Ekim günü Ağrı Patnos’ta şehit olan polis memuru Mehmet Emin
Karataş’a Allah’tan rahmet, ailesi ve Türk milletine başsağlığı dilerim.
Ayrıca bugün,
Diyarbakır Lice’de bir helikopter kazası oldu ve bu kaza sonucunda bir
şehidimiz ve yaralılarımız var. Yine, bu şehidimize de Allah’tan rahmet
diliyor, yaralılara da geçmiş olsun diyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi 23 Nisan 1920 günü Ankara’da açıldı ve çalışmalarına başladı.
İsmet Paşa, hükûmet üyesi olmakla birlikte, Ankara’nın başkent oluşunu öngören
önergeyi 9 Ekim 1923’te 14 arkadaşıyla birlikte “Malatya Milletvekili” olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisine verdi. 13 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kabul edilen tek maddelik yasayla Ankara, yeni devletin başkenti
oldu. Böylelikle de yeni cumhuriyetin ilanı için önemli bir aşama katedildi. Aynı zamanda Millî Mücadele’nin başından beri
süregelen İstanbul ve Ankara tartışması da son buldu.
Ankara, alelade
bir başkent değildir, bir semboldür; Türk’ün hayatta kalma iradesi, bağımsızlık
arzusu ve kudretidir. Ankara Millî Mücadele’dir. Ankara’nın başkent yapılması
fikrinin temelinde yenilikçilik yatar. Ankara, kurulan çağdaş devletin ufkunu
simgeler, aynı zamanda taze bir atılımın da ifadesidir. Ankara, zor şartların,
imkânsızlıkların pençesinde sürdürülen Millî Mücadele’nin kutsal ruhunun cisimlendirilmesidir. Bugün bu kürsüde Millî Mücadele
kahramanlarını düşünüyorum, anıyorum ve onların aziz hatıraları önünde hürmetle
eğiliyorum.
1923 şartlarında büyük imkânsızlıklarla boğuşmalarına rağmen,
yokluk içinde, çelikleşmiş bir dirençle Türk’ün muhteşem varlık savaşını
yönetenleri zihnimde canlandırdıkça, Ankara’da yeni ve taze bir başlangıcı, her
şeyiyle, şehirleşmesi, mimarisi, yaşayışı, adabı, seğmen geleneği, Hacı Bayram
Veli ruhunu, hepsini ama hepsini düşündükçe, bugün bu denli rahat koşullarda
bulunduğumuz hâlde her şeyin eksik, çarpık, kusurlu ve özensiz yapılıyor
olmasından tarih önünde mahcup olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Coğrafi konumuyla
bir merkez işlevi gören Ankara kenti, cumhuriyetin inşa sürecinde vatanımızın
dört bir tarafı için yeni bir gelişim modeli işlevi görmüştür. Bu bağlamda,
şehir planlaması, parkları, yolları, mimarisiyle diğer şehirlere örnek olma misyonunu üstlenmiştir. Parti farkı gözetmeksizin, tüm
Ankara milletvekillerinin bu çerçevede tarihî sorumlulukları vardır. Bizler
Ankara’nın söz konusu bu çizgisini yaşatmak, diri tutmak zorundayız.
Ankara’nın
21’inci yüzyılda içinde bulunduğu vaziyet ortadadır ve herkesin malumudur.
Ankara çürümeye terk edilmiştir, yüzüstü bırakılmıştır. Ankara bugün
itibarıyla, ülkenin geri kalanına model olma rolünü bir kenara itmiştir. İş
kazalarının sebebiyet verdikleri ölümler, ihmaller, trafik sorunu, rant kapıları ve vurgun vakaları… Ankara’yı yönetenlerin
nasıl bir kentin dizginlerini ellerinde tuttuklarını layıkıyla idrak
etmediklerini görüyoruz. Çok acı bir şuursuzluk hâkimdir bugün için.
Ankara’nın,
kuruluş felsefesindeki eski yükümlülüklerine ulaşacağı ve nitelikli
yönetileceği günleri arzulayarak, Ankara’nın başkent oluşunun 89’uncu yıl
dönümünü bir kez daha kutluyor ve Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Gündem dışı
ikinci söz, Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesi ile getirilen “Eşlerin rızası”
konusunda ortaya çıkan ve yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen İstanbul
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir. (CHP
sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu’nun, Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesi ile getirilen “eşin rızası”
konusunda ortaya çıkan ve yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize
saygılar sunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, aile birliğini korumak, aile birliğinin zarar görmemesini temin
etmek hepimizin görevidir. Ancak Türk ticari yaşamında aile birliğinin
korunması ile ticari yaşamın birbirine uyuşmayan koşullar ortaya çıkıyor. Aile
birliğini korumak adına yeni Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesinde getirilen
hükümler, ticari yaşamda çok büyük sorunlar çıkarıyor. Özellikle kefalet
-kefalet kavramı- kendi şirketine veriliyorsa, burada eşin rızasının aranmaması
gerekir. Eğer bir başka şirkete kefalet veriliyorsa eşin rızası alınabilir ama
kendi şirketine kefalet veriliyorsa, her olayda, altını çiziyorum, her kredide
eşin rızası aranıyor.
Bir defa rıza belirtip,
bir defa imza atılmıyor. Diyelim bir teminat mektubu lazım oldu bugün, sözleşme
yapılacak bankayla, mutlak “Eşlerin rızası” diyor. Bu, ticari yaşamda çok büyük
sorunlar çıkarıyor. Şirketlerin yaşamını tehlikeye atıyor, şirketlerin… Yani prosedür yüzünden, zamanlama yüzünden çok büyük sorunlar
doğuyor. Örneğin; tatilde olan eşler var. Yok; teminat mektubu alamayacak mı,
kredi alamayacak mı? Bankalar bu konuda çok hassas. Tüm eşlere geçmişten gelen
tüm kredilerinde tek, tek, tek, tek muvafakatini aradı. Hâlâ daha eğer
muvafakat vermiyorsa o şirkete bankalar kredi vermiyor. Şirketlerin yaşamını
tehlikeye atıyoruz.
Burada aile
birliğini korumak hepimizin görevi ama kendi şirketine kişi kendi kefil
oluyorsa burada rıza aramak olmaz arkadaşlar. Örneğin; boşanma davaları
açılmış, eşler mahkemede. Uzun sürüyor boşanma davası; bir yıl, iki yıl, üç
yıl. Peki bu şirketler nasıl yaşayacak? Boşanma davası
olduğu için eşlerin imzasını almak mümkün değil. Mümkün olmayınca, şirketler
kredi alamıyorlar. Mümkün olmayınca, bu şirketler yaşamsal kredi olanağını
nasıl sağlayacaklar? Veya eşler tatilde; banka diyor ki: “Eşin izin rızası
olmadan ben size bu krediyi veremem.” Veya bazı kişiler eşlerinden ayrılmış,
daha dava aşamasına gelmemiş, ayrı yaşayan çiftler var.
Değerli
arkadaşlarım, Borçlar Kanunu’nun bu hükmü, Türk ticari yaşamında çok büyük bir
engeldir. Aile birliğini korumak hepimizin görevi, tekrar ediyorum ama
özellikle ailenin yüzde 100’ü veya yüzde 50’sinin üstünde kendi şirketine
eşlerden biri kefalet veriyorsa diğer bir eşin rızasını aramamamız lazım. Çok
büyük sancı çekildi; 1 Temmuzda başlayan bu süreçle birlikte Türkiye’de
şirketler çok önemli sancılar çekmektedir, hâlâ bu sancılar devam etmektedir.
Bu nedenle yüce Meclisin öncelikle bu konuyu ele alıp… Biz aile birliğini
koruyalım çünkü aile çok kutsal bir kavramdır ama aile birliğini korumak adına
ticari yaşamdaki birliği zedelemek hakikaten hepimizi üzer. Bu nedenle bazı
şirketler çok zor durumda, bazı şirketler tek kuruş kredi alamıyor. Türk ticari
yaşamında önemli bir engeldir. O açıdan, biz, özellikle birinci aşamada ailenin
yüzde 50’sinden daha fazlasına sahip olduğu şirketlerde eşlerin rızasını
aramayalım arkadaşlar çünkü eş kime kefalet veriyor? Kendi şirketlerine kefalet
veriyor, ailenin şirketine kefalet veriyor. Bu kefalette siz eşin rızasını
ararsanız… Hakikaten aramamamız gerekiyor. Bu açıdan, üçüncü kişilere…
Ben hukukçu
değilim ama hukukçularımız tartışsın, bunun, bu maddenin, özellikle 584’üncü
maddede nasıl bunu kolay bir hâle getiririz, Türk ticari yaşamında nasıl
uygulanabilir bir hâle getiririz, bunu…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hepinize teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sağ olun.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Gündem dışı
üçüncü söz, Batı uygarlığının kutsal değerlerle imtihanı hakkında söz isteyen
Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
3.- Ardahan Milletvekili Orhan Atalay’ın, Batı uygarlığının
kutsal değerlerle imtihanına ilişkin gündem dışı konuşması
ORHAN ATALAY
(Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milattan sonra 10’uncu
yüzyıldan bu yana Batı dünyasında İslam’ın öğreti, değer ve simgelerine karşı
başlatılmış bulunan karalama kampanyalarına bir yenisi daha eklenmiş, meşum bir
filmle hakikatin son davetçisi, adalet ve merhamet peygamberi Hazreti Muhammed
(aleyhissalatü vesselam) güya tahkir edilmek
istenmiştir. Zerresi dahi tolere edilemez ve asla
“ifade hürriyeti” tamlamasıyla savunulamaz bu alçaklığın arkasında bazı kilise
odaklı çevrelerin olduğunu elbette ki biliyoruz.
Öncelikle
bilinmelidir ki hakikatin, tarihin, kutsalın, aklın ve vicdanın penceresinden
bakıldığında, bu tür çabalar İslam Peygamberi’nin o
yüce şahsiyetine zerre kadar zarar vermemiş, aksine, sadece hakikat celladı bir
kültürün vicdanını bürümüş o siyah maskeyi düşürmüş ve böylece tüm insanlık,
ehlisalibin o hayâsız yüzünü asli hüviyetiyle bir kere daha görmüştür. Oysa, mensubiyetiyle iftihar ettiğimiz İslamiyet’te hakikat,
farklı fiziksel biçimlerde tezahür etse bile, esasında bir ve aynı şeydir. O
yüzdendir ki semavi kitaplar özü itibarıyla kendi kitabımız; peygamberleri,
kendi peygamberlerimizdir. Bu inanç, İslam’ın en temel akidelerindendir.
Değerli milletvekilleri, iki bin yıldır “Kilisenin dışında felah
ve kurtuluş yoktur.” dogması ile benmerkezli bir
dinsel ve kültürel muhit inşa etmiş bulunan Garp’ın
baskın veçhesi, ne yazık ki tarih boyunca tüm paganist
zihinler gibi “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan başkasına uymayız.”
diyerek kendisini hakikatin bir başka yerde olma ihtimaline tamamen kapatmış
olmanın kibri ve cehaletiyle nevrotik bir huzursuzluk
içindedir. Bu huzursuzluğun sevkiyle hakikat
arayışına koyulan insanların yolları İslam’la çakışmasın diye kilisenin
asırlardır sürdürdüğü bir çabası vardır. Bu çabanın adı, hakikatin yolunu
kesmektir.
Hatırlanacak
olursa özellikle İspanya ve Sicilya’nın fethinden sonra kilisenin cennetten
parsel satarak finanse ettiği Haçlı Seferleriyle güttüğü bu amaç, engizisyon
mahkemeleriyle devam etmişti. Asırlar boyu yüz binlerce insanı diri diri
yakmanın haklı şöhretine sahip bu mahkemelerin de fayda vermediğini gören
kilise, 19’uncu yüzyılın başlarından bu yana yeni bir çare bulmuş, basın-yayın
yoluyla İslam’a ama özellikle onun Kutlu Peygamberi’ne
karşı alçakça iftiralar üretmeye başlamıştı. Anlaşılan o dur ki şövalyelikten
umudunu kesip korsanlığa başlamıştır.
Oysa milyonlarca
ışık yılı uzaklığındaki yıldızların varlığından haberdar olan akıl çağının
insanı, eminim ki ölümsüz hakikatle de eninde sonunda mutlaka buluşacaktır. Çünkü aklı tutuk, vicdanı yitik, adalet ve hakkaniyet erdeminden
yoksun, kalbi taşlaşmış, merhamet duygusu kaybolmuşların egemenliğindeki bir
dünyadan “beyazın siyaha, Arap’ın Acem’e hiçbir üstünlüğünün olmadığı”, tüm
insanların “tıpkı bir tarağın dişleri gibi eşit oldukları”, fert ve toplum
olarak hiç kimsenin bir başkasının ne kölesi ne de efendisi olduğu, dahası tüm
insanların Âdem ve Havva’nın çocukları olarak kardeş oldukları bilinç ve
inancının can verdiği bir dünyaya ulaşma özleminde insanın en mümbit ilham
kaynağı, şüphesiz ki Kutlu Peygamber Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü
vesselam)’dir. O’ndan nefret edenler ise her
zaman insanlığın nefretine ve lanetine mahkûm olacaklardır çünkü o lanetlikler,
tıpkı dünün Ebu Leheb’leri gibi kendilerini
ötekisiyle eşit görmedikleri için, adalet, hakkaniyet, merhamet ve kardeşlik
duygularından büsbütün yoksun düşmüşlerdir.
Hatırlanacak
olursa, Amcası Ebu Leheb “Ey Muhammed, senin
dediklerini kabul edecek olursam benim elime ne geçecektir?” diye soru
sormuştu. Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselam)
şu tarihî cevabı vermişti: “Bir köle ile bir kadının eline ne geçecekse senin
eline de o geçecek ey Amca!” cevabını vermişti. Bu asil cevaba “Beni bir köle
ile bir kadına eşit kılan bir dine yazıklar olsun, sana da yazıklar olsun ey
Muhammed!” diyerek oradan ayrılmıştı. İşte, Ebu Leheb’in
O’ndan nefreti hangi sosyoekonomik ve kültürel gerekçelere dayanıyor idiyse,
eminim ki bugünkü düşmanlarının da gerekçeleri aynıdır. Zira,
adalet terazisi kendi lehlerine bozulmuş olanlardan başkasının O’ndan nefret
etmesi için hiçbir neden yoktur, olamaz da.
O’na, ehlîbeytine ve ashabına salat ve selam olsun, teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Söz hakkımız vardı Sayın Başkan, söz hakkımız vardı.
BAŞKAN –
Vermiyorum Sayın Genç, biliyorsunuz benim uygulamam böyle. Gündem dışında sadece…
KAMER GENÇ
(Tunceli) - Niye vermiyorsun ya?
BAŞKAN – Tüzük…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Böyle uygulama olur mu yani?
BAŞKAN – Siz İç Tüzük’ü çok iyi biliyorsunuz, “en fazla 3 kişiye” diyor
orada zaten.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Verin o zaman 3 kişiye.
Ya, böyle bir
yönetim olur mu? Böyle Meclis yönetilmez, gidin. Siz Meclisi yönetemiyorsunuz.
Böyle Meclisi yönetemezsiniz.
BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz .
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ve 23
milletvekilinin, engelli vatandaşların sorunlarının ve yaşadıkları
olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/367)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Dünyada
engellilik konusu evrensel normlara oturtulmuş ve demokratik ve sosyal
devletler bu alanda önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Türkiye’de nüfusun yüzde
12,29’unu oluşturan 8,5 milyon engelli yurttaşlarımızın hakları, başta
Anayasamız olmak üzere çeşitli yasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvence
altına alınmıştır.
İnsan haklarına dayalı, engellilik alanında fırsat eşitliği
yaratan ve engelli insanlarımız için sosyal politikalar üreten istihdam
yaratan, onlar için bakım ve sosyal güvenliğe ilişkin sorunlarına çözüm üreten,
engellilerimizin her bakımdan gelişmeleri ve toplumsal hayata tam
katılımlarının sağlanması ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli
düzenlemelerin yapılması, yapılanların da iyileştirilmesi artık kaçınılmaz bir
durum almıştır.
Engellilerin
yaşadığı sorunlar sadece kendilerinin ve ailelerinin sorunu değildir. Bu
sorunlar tüm toplumu ilgilendirmektedir. Sağlık, eğitim, istihdam, bakım, rehabilitasyon, ulaşılabilirlik ve birçok sosyokültürel ve
ekonomik sorunları en yakıcı şekilde hisseden engelli insanlarımız ve
yakınlarının bu dezavantajlı durumlardan kurtarılması toplumun bu alanda
bilinçlendirilmesi ve hatta eğitilmesi ile çözüme kavuşturulabilecektir.
Engelli
yurttaşlarımızın insan haklarını ve temel özgürlüklerini tam anlamıyla
kullanabilmeleri durumunda onların toplum için olumlu katkılarda bulunabileceği
hiç şüphe götürmeyen bir gerçekliktir. Bu gerçeklik engelli yurttaşlarımızın
topluma katılmalarını teşvik etmek yeterli bir gerekçedir. Bu gerçeklik aynı
zamanda toplumun insani, sosyal ve ekonomik yönden kalkınmasına ve yoksulluğun
azalmasına katkıda da bulunacaktır.
Tüm toplum
kesimlerini kapsayan bir sosyal adaleti gerçekleştirmenin temel öncelik olarak
görülmesi durumunda daha az fırsata sahip olan engelliler için özel sosyal
destek programları geliştirmek önem ve öncelik kazanmaktadır. Engellilerin ve
ailelerinin fırsat ve hizmetlerden eşit olarak yararlanabilmeleri için sosyal
devlet tüm gücüyle seferber edilmelidir.
Engellilere
yönelik, eğitim ve rehabilitasyon, meslek edindirme ve
istihdam, bakım ve koruma hizmetlerinin sunulması ve yaygınlaştırılması sosyal
devletin temel görevlerindendir. Engelli yurttaşlarımızın fırsatlarını
geliştirmek ve toplumsal yaşamın her alanına erişimlerini artırmakta kararlı
adımlar atılmalıdır.
Engellilerin
toplumla bütünleşmesinin önündeki engellerden biri eğitim konusunda
karşılaştıkları sorunlardır. Tüm ülkelerde eğitim sistemi, öncelikle, nüfusun
engelli olmayan kesimi için planlanıp uygulanmaktadır. Böylece daha en baştan
eğitim sistemi, engellileri dışlayan bir anlayışa sahip olmakta; daha sonra da
engellileri eğitim sistemiyle bütünleştirecek çeşitli programlar geliştirilmeye
çalışılmaktadır. Bu nedenle öncelikle eğitim altyapısının nitelik ve nicelik
olarak geliştirilmesi ve engellilerin gereksinimlerini karşılayacak bir düzeye
eriştirilmesi gerekir.
Engelli
yurttaşlarımız için bir diğer sorun da fiziksel çevrenin engelli insanlarımıza
göre tasarlanmamış olmasıdır. Toplumu tasarlarken, bir toplum modeli ortaya
koyarken, içinde yaşanılan fiziksel çevreyi de o toplumun içinde yaşayan
herkesi düşünerek tasarlamak gerekmektedir. Yollar, kaldırımlar, kamu binaları,
parklar ve bahçeler, okullar, içinde yaşanılan konutlar, ulaşım araçları ve
bunun gibi daha birçok fiziksel çevre unsuru, engellilerin topluma katılmasının
önünde ciddi birer engel oluşturmaktadır. Böylece sahip olduğu engeli nedeniyle
hareket yeteneği sınırlanmış insanların bu ve benzeri sebeplerle yaşadıkları
sınırlama daha da pekişmektedir. Bunun anlamı hareket yeteneği sınırlanan
bireyin toplumsal yaşamdan dışlanmasıdır. Oysa bütün bunlar, engellilerin
topluma katılmasını, toplumla bütünleşmesini kolaylaştıracak bir biçimde
tasarlanabilir ve geliştirilebilir.
Engelli
yurttaşlarımızın sağlık, eğitim, istihdam, bakım, rehabilitasyon,
ulaşılabilirlik ve birçok sosyokültürel ve ekonomik sorunlarının çözümlerinin
bulunması, yaşadıkları olumsuzlukların ortaya çıkarılması için kapsamlı olarak
araştırılmasını talep eder, Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılması için gereğinin yapılmasını arz ederiz.
1) Namık Havutça (Balıkesir)
2) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
3) Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
4) Gürkut Acar (Antalya)
5) Ahmet Toptaş (Afyonkarahisar)
6) Turgut Dibek (Kırklareli)
7) Sedef Küçük (İstanbul)
8) Binnaz Toprak (İstanbu)l
9) Recep Gürkan (Edirne)
10) Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
11) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
12) Sakine Öz (Manisa)
13) Haydar Akar (Kocaeli)
14) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
15) Muharrem Işık (Erzincan)
16) İlhan Demiröz (Bursa)
17) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
18) Veli Ağbaba (Malatya)
19) Aylin Nazlıaka (Ankara)
20) Doğan Şafak (Niğde)
21) Bülent Tezcan (Aydın)
22) Osman Aydın (Aydın)
23) Mahmut Tanal (İstanbul)
24) Faik Tunay (İstanbul)
2.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 20
milletvekilinin, ülkemizdeki seracılığın, yaş sebze-meyve ve kesme çiçek
üreticilerinin üretim, pazarlama, ihracat ve sigorta sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/368)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizdeki
seracılığın (örtü altı üretim), yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üreticilerinin;
üretim, pazarlama, ihracat ve sigorta sorunlarının tespiti ile çözümü için
alınması gereken tedbirlerin rakip ülkelerdeki uygulamalarla karşılaştırmalı
olarak belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105.
maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu Kurulmasını arz ve talep ederiz.
1) Osman Kaptan (Antalya)
2) İlhan Demiröz (Bursa)
3) Namık Havutça (Balıkesir)
4) Hurşit Güneş (Kocaeli)
5) Recep Gürkan (Edirne)
6) Muharrem Işık (Erzincan)
7) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
8) Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
9) Haydar Akar (Kocaeli)
10) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
11) Sakine Öz (Manisa)
12) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
13) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
14) Veli Ağbaba (Malatya)
15) Doğan Şafak (Niğde)
16) Sedef Küçük (İstanbul)
17) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
18) Aylin Nazlıaka (Ankara)
19) Bülent Tezcan (Aydın)
20) Osman Aydın (Aydın)
21) Mahmut Tanal (İstanbul)
Gerekçe:
Ülkemiz, iklim ve
ekolojik koşullar ve arazi bakımından tarıma elverişli
bir ülkedir. Dünyada ve ülkemizde tarımsal açıdan işlenebilir alanların sınırlı
olması nedeniyle, hızla artan dünya nüfusu yeterli ve dengeli beslenme
sorunlarıyla karşı karşıyadır. Ülkemizde de son 10 yılda tarımsal üretim
alanlarında 1,26 milyon hektar bir azalma meydana gelmesi modern tarımın
önemini arttırmaktadır.
Ülkemizde
yaklaşık 40-45 milyon ton olan yaş meyve sebze üretiminin, maalesef sadece %5-6’sı
kadarı ihraç edilebilmektedir. Aynı oran İspanya’da %45, İsrail’de %31
civarındadır. Ancak, birim başına elde edilen ürün miktarının artmasını da göz
önüne aldığımızda, 5 milyon civarında insanımız için aş ve iş demek olan yaş
sebze-meyve, kesme çiçek ve örtü altı üretimin, iç tüketimi ve dış satımının ne
kadar önemli bir konu olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Ülkemizde yaklaşık olarak
500 bin dekar alanda örtü altı üretim yapılmaktadır. Yine kesin rakamlar
olmamakla birlikte 150-200 bin aile ve şirket örtü altında, yani cam veya plastik
seralarda, sebze, meyve, çiçek ve fidan üretimiyle uğraşmaktadır.
Seracılığın (örtü altı üretim), yaş sebze-meyve ve kesme çiçek
üretimi ve ticareti, bu ürünlerin üreticilerini, üretici birliklerini ve
kooperatifleri, taşıma sektörünü, aracı ve komisyoncuları, toptan ve perakende
tüccarlarını, ithalatçı ve ihracatçıları, yerel ve merkezî kamu yönetimini ve
en önemlisi bu ürünlerin tüketicisi konumundaki halkımızı ve bu sektör
çalışanlarını çok yakından ilgilendirmektedir.
Ülkemiz tarımında
örtü altı üretim (seracılık), yaş sebze-meyve ve kesme çiçek üretimi; yüksek
katma değer yaratması, üretimi arz ve talep dengesinin gerektirdiği zamanlamaya
göre ayarlama imkânı vermesi, çiftçilerimiz için gelir çeşitliliği yaratması, üretilen
ürünlerin ihracata elverişliliği, birim başına yüksek verim olanağı sağlaması
gibi üstünlükleri olan tarımsal üretim biçimidir. Ayrıca, yabancı sermaye ile
büyük sermaye gruplarının ilgilendiği bir alan olmaktadır. İleri teknoloji
yatırımlarıyla makro üretime olanak sağladığı gibi küçük aile işletmeciliğine
de uygun olması gibi nedenlerle önemini gün geçtikçe arttırmaktadır.
Örtü altı üretim
(seracılık), yaş sebze-meyve (narenciye, nar, muz, elma v.b.)
ve kesme çiçek üretiminin yukarıda sayılan taraflarının birçok sorunu vardır.
İç ve dış pazarlamasında, teşvik sistemiyle, taşımasıyla, ısıtmada kullanılan
enerjiyle, sigortalanmasıyla, çiftçi kayıt sistemiyle, toptancı hallerinde,
üretimde kullanılan girdilerin sübvansiyonu bu sorunların bazılarıdır.
Yukarıda
sayılanlar ve diğer sorunlarının detaylı tespiti, bu sorunlar konusunda rakip
ülkelerdeki durumun da yerinde incelenerek ve Meclisimizce çözüm önerileri
oluşturulması için bir Araştırma Komisyonu kurulması gereklidir.
3.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay ve 22 milletvekilinin,
pamuk tarımı ve pamuk üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/369)
Türkiye Büyük
Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde, pamuk
tarımı ve pamuk üreticilerinin sorunlarının araştırılarak pamuk üreticilerinin
mağduriyetlerinin önlenmesi ve pamuk üretiminin artırılması için Anayasa’nın
98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereği
Meclis Araştırması açılmasını arz ederim. 07.12.2011
1) Erkan Akçay (Manisa)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) İsmet Büyükataman (Bursa)
4) Özcan Yeniçeri (Ankara)
5) Mehmet Erdoğan (Muğla)
6) Atila Kaya (İstanbul)
7) Edip Semih Yalçın (Gaziantep)
8) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
9) Bahattin Şeker (Bilecik)
10) Lütfü Türkkan (Kocaeli)
11) Alim Işık (Kütahya)
12) Zühal Topcu (Ankara)
13) Faruk Bal (Konya)
14) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
15) Mehmet Günal (Antalya)
16) Oktay Öztürk (Erzurum)
17) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
18) Celal Adan (İstanbul)
19) Münir Kutluata (Sakarya)
20) Sinan Oğan (Iğdır)
21) Muharrem Varlı (Adana)
22) Mustafa Kalaycı (Konya)
23) Ali Uzunırmak (Aydın)
Gerekçe:
Pamuk, ülkemiz
için yüksek katma değer yaratan bir tarım ürünü olması, üretim, istihdam ve
ihracat açısından lokomotif sektör konumunda olan tekstil ve konfeksiyon
sektörü için temel bir girdi niteliğinde olması, doğrudan veya dolaylı şekilde
6 milyon kişiye istihdam yaratması nedeniyle stratejik bir önem arz etmektedir.
Türkiye’de tarım sektörünün potansiyeli, tekstil ve konfeksiyon
sektörünün mevcut kapasitesi göz önüne alındığında, dış ticaretteki payı
yaklaşık yüzde 26 olan tekstil ve konfeksiyon sektörünün geleceği için pamuk
üretiminin sürdürülebilirliğinin sağlanması gereklidir.
Türkiye 22 milyon
tonluk Dünya pamuk üretiminde yüzde 1.7’lik payla
dünyanın yedinci pamuk üreticisi iken 1.4 milyon tonluk pamuk tüketimi ile
dördüncü sırada, Çin’den sonra ise en çok pamuk ithal eden ülke konumunda yer
almaktadır.
Pamuk, Gümrük
Birliğinden dolayı tarife uygulaması yapamadığımız tek tarımsal üründür. Bu
nedenle pamuk fiyatları dünya fiyatlarından direkt etkilenmekte, dünya
fiyatlarındaki düşüş üretimi etkilemektedir. Gelişmiş ülkelerin büyük ihracat
sübvansiyonlarıyla oluşturdukları dünya fiyatları karşısında, maliyetleri
yüksek olan pamuk çiftçimiz rekabet edememektedir.
Pamuk ekim
alanlarında 2002-2010 yılları arasında yüzde 32 azalmaya paralel olarak pamuk
üretimi düşerken tekstil sanayisinin pamuk ve pamuk ipliği ihtiyacının her
geçen gün artması ithalatı artırmaktadır. Ekim alanlarının artırılması doğru
politika ve destekleme araçlarının kullanılmasıyla olacaktır.
2002 yılında 721
bin hektar alanda 988 bin ton lif pamuk üretilmişken 2009 yılında 420 bin
hektar alanda 655 bin ton lif pamuk üretilmiştir. 2002 yılında 540 bin ton olan
pamuk ithalatı için 493 milyon dolar ödenmişken 2010 yılında 889 bin ton pamuk
için 1.72 milyar dolar ödenmiştir.
Tarımsal üretimde
kullanılan girdi fiyatları enflasyonun çok üzerinde artış gösterirken, ürün
fiyatlarında durgunluk söz konusudur. Pamuğun üretimindeki girdi kalemlerinde
maliyetlerin çok yüksek olmasından dolayı Türkiye, İsrail’den sonra en pahalı
pamuk üretimi yapan ülke konumundadır.
Ülkemizde prim
sistemi özellikle üretimi yönlendirme ve üretici gelir seviyesinin korunması
açısından istenilen başarıyı sağlayamamıştır. Prim miktarı hedef fiyat ile
piyasa fiyatı arasındaki fark olarak belirlenip üreticiye ödenmelidir. Ancak
yıllardır ülkemizde prim belirlenen bütçenin ürünler arasında dağıtılması
şeklinde uygulanmaktadır. O yüzden pamukta istenen üretim artışı sağlanamamış
ve dışa bağımlılığımız azalmamıştır.
2005 yılında 1 kg
pamuğa sertifikalı tohumluk farkıyla birlikte verilen prim 32 kuruş iken, 2011
yılında verilen prim 42 kuruş olmuştur. Yani son altı yılda pamuğa verilen
destek sadece yüzde 31 oranında artmıştır. Ayrıca pamuk destekleri 2009
yılından beri 42 kuruş olarak yerinde saymaktadır. 2002-2011 yılları arasında
pamuk fiyatlarındaki düşüklük üretici satın alma gücüne de yansımış, aynı
dönemde pamuk üreticisinin satın alma gücü mazotta yüzde 70, gübrede yüzde 80
azalmıştır. Pamuk üretimi için ödenen mazot desteği son altı yılda sadece yüzde
33 artış göstermiştir. Bu nedenle uygulanan prim miktarı da üreticinin gelir
kaybını telafi etmeye yetmemektedir.
Pamukta verimi
artırmak için bölgelere uygun çeşitler seçilmeli ve bu çeşitlerin sertifikalı
tohumluğu sağlanmalıdır. Sertifikalı ve delinte
tohumluk kullananlara verilen teşvikler artırılmalıdır. Pamuğun gübrelenmesi ve
sulanması konusunda bilinçsiz ve yanlış uygulamalar sonucunda genellikle
toprağın fiziksel ve kimyasal dengesi bozulmaktadır.
Ülke olarak pamuk
üretim potansiyelinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Pamuk üretimi sadece
tarımsal üretim olarak değil; bu ülkede en büyük ihracatı ve istihdamı
gerçekleştiren bir sektörün ham maddesi olarak değerlendirilerek, stratejik
ürün olarak değerlendirilmeli, bu bakış açısıyla politika üretilmelidir.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Anayasa’nın
92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
B) Tezkereler
1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009,
12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile
birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca
17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi (3/1007)
28/9/2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Irak’ın kuzey
bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve Türk
halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak
bütünlüğüne yöneltilmiş terörist saldırılar ve açık tehdit devam etmektedir.
Dost ve kardeş
Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük
önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve
ülkemize yönelik terörist saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla
askerî faaliyetlerini başarıyla yürütmekte, siyasi ve diplomatik girişimlerini
ve uyarılarını sürdürmektedir.
Türkiye’ye
yönelik olarak devam eden terörist saldırılara ve tehdide karşı, terörizmle
mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli
tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek
şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak’ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarihli ve 903 sayılı Kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 5/10/2011
tarihli ve 1005 sayılı Kararı ile bir yıl uzatılan izin süresinin, 17/10/2012
tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92 nci
maddesi uyarınca arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN –
Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci
maddesine göre görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz
vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar
için onar dakikadır. İstemi hâlinde Hükûmete açıklayıcı konuşma yapabilmesi
için kısa bir süre verilir.
Tezkere üzerinde
söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum. Gruplar henüz
bildirmedi.
Şahıslar adına:
Muharrem İnce, Yalova Milletvekili; Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili.
Evet, sayın
gruplar, isimleri bekliyoruz.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Sayın Başkan, grup önerilerimiz var, grup önerileri gündeme
alınmayacak mı tezkereden önce?
İDRİS BALUKEN
(Bingöl)- Her üç siyasi partinin grup önerileri var.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, önce grup…
BAŞKAN – Grup
önerilerini tezkereden sonra alacağız Sayın Başkanım.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yani grup önerilerini önce görüşmeyecek miyiz?
BAŞKAN – Hayır
efendim, sonra görüşeceğiz.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Önce tezkereyi mi görüşeceğiz?
BAŞKAN – Evet,
önce tezkereyi görüşüyoruz.
Şimdi tezkereyi
okuttum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Beş dakika ara verelim Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
– Bir ara verelim o zaman. Bir ara verelim, o hazırlığı yapmadık çünkü.
BAŞKAN –
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.42
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.54
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Biraz önce
okutmuş olduğumuz Başbakanlık tezkeresinin uygulamasını grup önerilerinden
sonra yapacağız.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti
Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde
yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
11.10.2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun 11.10.2012 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti
grupları arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
İdris
Baluken
Bingöl
Grup
Başkanvekili
Öneri:
29 Haziran 2012 tarihinde, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve
arkadaşları tarafından verilen (1269 sıra nolu),
“Kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yaşadıkları sorunların ve çözüm
yollarının” araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş
olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul’un bilgisine sunulmak üzere
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 11.10.2012 Perşembe günlü
birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Hamzaçebi.
İsterseniz
sisteme girin.
VII.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, Genel Kurul çalışmalarına ara
vererek grup başkan vekilleriyle yaptığı toplantıya Cumhuriyet Halk Partisi
grup başkan vekilini davet etmediğine, görüşmelere bu şekilde başlamanın mümkün
olmadığına ve grup başkan vekilleriyle ikinci bir toplantı yapılması
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, biraz önce, oturumu kapatmadan önce bir
açıklama yaptınız, Kuzey Irak’a yönelik olan Hükûmet tezkeresi üzerindeki
görüşmelerin başlayacağını ifade ettiniz, grupların o an hazır olmamış olması
nedeniyle oturuma ara verdiniz. Şimdi, açtıktan sonra Barış ve Demokrasi
Partisinin önerisinden başlayarak grupların önerilerini gündeme aldığınız
anlaşılıyor. Bunu ben şu an öğreniyorum. Bu tutum değişikliğinizin gerekçesi
nedir? İç Tüzük’ün hangi maddesine dayandırıyorsunuz
ve nasıl kararlaştırdınız? Bunu merak ettim doğrusu.
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi, Barış ve Demokrasi Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin grup
başkan vekillerinin talebi üzerine ara verdim ve arkada grup başkan vekillerini
de davet etmek suretiyle, Sayın Elitaş’ı… Ben sizin
de davet edildiğiniz düşüncesindeyim.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Tekrar açar mısınız mikrofonu.
BAŞKAN – Bir
eksiklik olabilir. Sayın Genel Başkanlarının geleceklerini ifade ettiler.
Tüzükçe de herhangi bir engel yok, tezkere önce de olabilir, Danışma Kurulu
önerilerinden sonra da olabilir. Onun için, açıklamayı da yaptım, grup
önerilerini onun için öne aldım. Gerekçesi bu.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, grup başkan vekillerini toplantıya davet
ediyorsunuz ama Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilini toplantıya davet
etmiyorsunuz.
BAŞKAN – Bir
kasıt yok, ben davet edildiğinizi zannediyordum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bu toplantı usulü benim dokuz yıllık parlamenterlik
hayatımda -onuncu yıla girmiş bulunuyorum- ilk kez oluyor. Grup başkan
vekilliği dönemimde ilk kez ana muhalefet partisi grup başkan vekilinin davet
edilmediği bir grup başkan vekili toplantısı görüyorum. Siz bu toplantıyı
yapıyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilinin orada olmadığını
gördüğünüz hâlde onun yokluğunda bir karar almayı demokratik buluyorsunuz ve
bunu burada gayet masum, normal bir şekilde açıklıyorsunuz. Bunu kabul
etmiyorum Sayın Başkan. Bu şekilde bir toplantıyla bu görüşmelerin başlaması
mümkün değildir. Arzu ediyorsanız bir daha grup başkan vekillerini davet
edersiniz, görüşürüz. Böyle bir karar alıyorsak, o çerçevede görüşmeler
başlayabilir. Bu usulü kabul etmiyorum efendim.
BAŞKAN – Peki,
buyurun, davet ediyorum o zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, ara vermeden önce bir
görüşlerimizi ifade edebilir miyiz.
BAŞKAN –
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 14.59
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.05
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Önceki oturumda
okuttuğum Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi üzerindeki görüşmelere
başlıyoruz.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, söz talebim vardı.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti
Grubu Önerileri (Devam)
1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde
yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN - Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ayla Akat, Batman
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Akat. (BDP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Söz talebim vardı Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Başkan, Sayın Akat’ın konuşmasından sonra.
AYLA AKAT
(Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın tutuklu ve hükümlülerin
cezaevlerinde yaşadıkları sorunların tespiti ve çözüm yollarının araştırılması
amacıyla Meclis Başkanlığına sunduğumuz araştırma önergesinin gündeme alınması
amacıyla verdiğimiz grup önerisi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Adalet Bakanlığı verilerine göre, ceza infaz kurumlarındaki
doluluk oranı 2002 yılında 59 bin küsur iken 2012 yılı verilerine göre 130 bini
aşmış durumdadır. Biz daha önce defalarca, ceza infaz kurumlarındaki doluluk
oranına dikkat çekmek üzere bu kürsüden söz aldık ve düşüncelerimizi ifade
ettik. Başta düşünce ifade özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadığı sürece bu
doluluk oranının düşmesini beklemek de hayalî bir talep olacaktır. Bunun da
tekrar altını çizmek istiyoruz.
Kaldı ki bugün,
ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranını düşürmek için Hükûmetin önüne koymuş
olduğu hiçbir projede -üçüncü yargı paketi de dâhil olmak üzere- bir sonuç
verebilmiş değildir çünkü bu yasaların varlığını koruyor olması ve bir
demokrasi paketiyle bu yasaların üzerine gidilmemesi, özellikle düşünce ifade
özgürlüğü açısından, örgütlenme özgürlüğü açısından mevcut yasaların bir revizyona tabi tutulmaması, ne yazık ki ceza infaz
kurumlarındaki doluluk oranını her geçen gün biraz daha arttıracaktır.
Değerli
milletvekilleri, ceza infaz kurumları devletin denetimi altında ve oradaki
insanların da başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hak ve özgürlükleri devletin
güvencesi altındadır. Ancak şunu biliyoruz ki: Toplumda var
olan eşitsizliğin, devletin erkek egemen yapısından, toplumun erkek egemen
yapısından kaynaklı var olan eşitsizliğin en çok hissedildiği alanlardan biri
de ceza infaz kurumlarıdır ve ceza infaz kurumlarında şu an tutuklu ve hükümlü
olarak bulunan kadınların yaşadığı sorunları buradan dile getirmek ve bu
sorunların tespiti ve önümüze bir çalışma takvimi koymak açısından, biz, grup
önerimizin üzerine tartışmaların yapılması ve kabulünün de gerçekleşmesi
talebinde bulunacağız.
Değerli milletvekilleri, ceza infaz kurumlarında, evet, belki en
öncelikli olarak dikkate almamız gereken kadın tutuklu ve hükümlüler açısından,
hamile iken tutuklanan ve daha sonra hüküm yiyen kadınlar açısından söz konusu
olan sorunlar ki bu kadınlar çok sağlıksız koşullarda doğum yapmak durumunda
kalıyorlar ve zaten bebek sağlığı açısından da ana çocuk sağlığı açısından da
herhangi bir özel ortam, özel bir mekân yaratılmadığı için o sağlıksız koşullarda
birçok ana çocuk sağlığı açısından birçok sorunun yaşandığı gerçeğiyle de karşı
karşıyayız. Kaldı ki yine cezaevlerinde çocuklarıyla birlikte kalmakta olan
kadınlar var, bu kadınların hem bir anne olarak yaşamış olduğu sorunlar var hem
de, çocuk açısından dikkate aldığımızda, çocukların sağlık ve sosyal gelişimi,
yine fiziksel gelişimi ve beslenmelerinden, eksik beslenmelerinden kaynaklı
yaşamış oldukları sağlık sorunlarını ve tabii ki bir cezaevi ortamında, kapalı
mekân içerisinde yaşamlarını idame ettiriyor olmalarından kaynaklı çocuğun
psikolojisi açısından değerlendirmemiz gereken bir çalışmayı önümüze koymamız
gerektiğinin altını çiziyoruz.
Değerli
milletvekilleri, yine sağlık ve tedavi problemleri, kadın tutuklu ve hükümlüler
açısından öncelikli olarak üzerine gitmemiz gereken sorunlar içerisinde yer
alıyor, kaldı ki kadın sağlığı açısından özgün olarak açığa çıkan birçok
sorunun cezaevlerinde yaşanma oranı, dışarıdaki kadınlara göre en az 3 kat
oranında. Cezaevinde şu an bir anket yapsak, kadın sağlığı açısından var olan
problemlerin tespitini önümüze koyarsak bu gerçekle de bir şekilde yüzleşmiş
olacağız ki cezaevlerinde bulunan kadın tutuklu ve hükümlülerin yazmış olduğu
mektuplar var, bu mektuplarda öncelikle açığa çıkan bazı sorunlar var. En
önemlisi, revir için yapmış oldukları başvurular ne yazık ki zamanında
değerlendirilmiyor ve bu, oradaki tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetine
erişiminin önünde de bir engel oluyor; birçok hasta, bu hastalığıyla mücadele
edebileceği koşullardan yoksun bir şekilde revir için yapılan başvurular
cevapsız kaldığı için tedavilerinin gecikmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor.
Yine hastane sevkleri sırasında yaşanan…
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, gürültüden dolayı konuşmayı takip edemiyoruz. Önemli
bir konu konuşuluyor, cezaevlerindeki sorunlar; takip edemiyoruz.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
Buyurun Sayın
Akat.
AYLA AKAT
(Devamla) – Yine hastane sevkleri sırasında yaşanan sorunlar var ki bu
sorunlara herkes basına yansıma oranı itibarıyla bir şekilde vâkıf da olabilir.
Başta ring araçlarındaki sağlıksız koşullar, yine özellikle
hastaneye götürülüp getirilirken yaşanan sözlü ve bazen fiziki saldırılar ki
bunlar konu edilmiştir, suç duyurularında bulunulmuştur, bugün yargıya konudur
ve yine muayene sırasında kelepçelerin çıkarılmamış olması, sağlıksız muayene
koşullarının olması ama en önemlisi özellikle kolluk güçleri tarafından
doktorların eğer tutuklu ve hükümlünün bir siyasi kimliği varsa, daha
öncesinden bilgilendirilmesi nedeniyle doktorların muayene sırasında var olan
ön yargılarını -ettikleri yemini unutarak- tutuklu ve hükümlüye
yansıtmalarından kaynaklı yaşanan problemlerle de karşı karşıyayız.
Bir diğer husus
ise mahkemeye gidiş gelişler yani yargılama sırasında mahkemelere gidiş
gelişler sırasında yaşanan sorunlar. Bunlar, özellikle son dönem, son iki üç
yıl içerisinde cezaevlerindeki doluluk oranını düşürmek için Adalet Bakanlığı
bir yöntem buldu. Yargı çevresi içerisindeki cezaevleri dolu
olduğu için bazen 800, bazen 1500 kilometre uzağa, bazen Batman Cezaevinden
Sincan’a, bazen Şakran’a gönderilen kadın tutuklu ve
hükümlüler, yine genel hükümlüler de var, erkek arkadaşlarımız da var ama şu gerçek
unutuluyor: Bu kadar uzak mekânlara götürülenlerin öncelikle en temel hakkı
olan aile görüş hakları da engelleniyor ve yine bu yolculuklar sırasında
yaşanan problemler var. En son bir ring aracında hükümlülerin yanarak
yaşamlarını yitirmesinin ardından yine Adalet Bakanlığı bir yöntem geliştirdi.
Toplu sevkler söz konusu olduğu için uçak seferleri düzenlenerek bu sevkler
gerçekleştiriliyor ama bu insanların yargı çevreleri belli, ortada. Çoğu, işte
Malatya, Diyarbakır, Van ağır ceza mahkemelerinde yargılanırken tutuklu
bulundukları cezaevleri Karadeniz cezaevleri, İç Anadolu cezaevleri ve Ege
Bölgesi’ndeki cezaevleri.
Yine, her
mahkemeye gidip getirilirken X-Ray araçlarındaki aramalar, yine üst aramasının
bazen insanlık onurunu aşan şekilde gerçekleşiyor olması ve yol güvenliğinin
sağlanamıyor olması bu açıdan ciddi bir problem. Biz özellikle arama
işlemlerinin, insanlık onuruna aykırı bir şekilde gerçekleşen arama
işlemlerinin defalarca kez suç duyurularına konu olmasına bir dikkat çekmek
istiyoruz. İnsan hakları kuruluşlarının bu konuda defalarca kez uyarıları
olmuştur ancak, ne yazık ki Hükûmet tarafından dikkate alınan, bu konuda bir
genelgeye konu olmuş bir süreç söz konusu değildir.
Değerli
milletvekilleri, doluluk oranını indirmek için Şakran
ve Sincan Cezaevine götürülen kadın tutuklular var. Şakran’a
Karataş’tan -ki Karataş’ta kadın tutuklu ve hükümlülerin yaşamış olduğu
sorunlar tüm Türkiye'nin gündemine de yansıdı- götürülürken, Karataş’tan ve
Bergama’dan götürülürken maruz kalmış oldukları uygulamalar var, biz bunların
da üzerine mutlaka gidilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Yine, Gümüşhane E-Tipi
Cezaevinde, Denizli Bozkurt Açık Cezaevindeki adli tutukluların çalıştırılma
koşulları konusunda basına yansıyan hususlar söz konusudur.
Değerli
milletvekilleri, bu sorunları yerinde inceleyip bazı tespitler yapmak
durumundayız ama bugün cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin yine içinde
bulunmuş oldukları süresiz dönüşümsüz açlık grevlerine de dikkat çekme gereğini
duyuyoruz burada. Cezaevlerinde bugün itibarıyla 265 tutuklu ve hükümlü, 41’i
kadın olmak üzere, süresiz dönüşümsüz açlık grevindeler. Bu saymış olduğumuz
insani yaşam koşullarına bir protesto amacıyla girmiş oldukları süresiz
dönüşümsüz açlık grevi değildir; bu arkadaşlarımız ana dilde savunma hakkı için
ve yine kesilen müzakerelerin devamı, Sayın Abdullah Öcalan üzerinde son bir
yılı aşkındır devam eden ağırlaştırılmış tecrit koşullarının kaldırılması için
bu süresiz dönüşümsüz açlık grevini başlatmışlardır. 265 tutuklu ve hükümlüden
bahsediyoruz ve önümüzdeki günlerde tutuklu ve hükümlü sayısının artacağını da
biliyoruz.
Parlamento eğer
sorunların çözümünü, başta Kürt sorunu olmak üzere, siyaseten önüne koymaz, bu
konuda bir çözüm arayışı içinde olmaz, geçen hafta ve bugün olacağı gibi savaş
tezkereleriyle toplumun karşısına çıkarsa, evet yaşayacağımız gerçeklik
açıktır. Ama bugün cezaevlerinde 265 tutuklunun içinde bulunduğu süresiz
dönüşümsüz açlık grevine sırtımızı dönemeyiz, yokmuş gibi yaklaşamayız. Bugün
12 Eylül itibarıyla açlık grevine girenlerin 29’uncu günü. Yirmi dokuz gündür
Türkiye’de, başta siyasetçiler, Parlamentoda grubu bulunan siyasi partiler
olmak üzere herkes sessiz. BDP Grubu olarak, BDP’li kadın milletvekilleri olarak bu konuda dikkat
çekmeye çalıştık, eylem etkinliklerde bulunduk ama Hükûmetin bu eylem
etkinliklere yaklaşım şekli, o eylemlerde kullandığı şiddet bile açlık
grevinde, şu an süresiz dönüşümsüz açlık grevinde bulunan ve 30’uncu gününü
doldurmak üzere olan arkadaşlarımızın gelişimci eyleme verdikleri önemle eş
değerdir diye değerlendiriyoruz.
Eğer bu noktada
bir zulüm çıtasını arttırma süreci yaşanacaksa, evet, çok açıktır ki başta
cezaevleri olmak üzere toplumun tüm kesimlerinde bir direniş çıtasının da
yükseltilmesi süreci yaşanacaktır. Bugün içinde bulunmuş süreç dikkate alınarak
başta uluslararası gelişmeler ve bölgedeki dizayn
süreci…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYLA AKAT (Devamla) - …dikkate alınarak başta
kendi iç sorunlarımızın üzerine giderek ve cezaevlerine bir mercek tutarak, sorunların tartışılma zeminin
de Parlamento olduğunu görerek sürecin tamamlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Sunmuş olduğumuz
önerimize desteklerinizi bekliyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Elitaş, buyurun, söz talebiniz var.
VII.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
Kuzey Irak’a asker gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi
işleme alınmışken daha sonra siyasi parti grup önerilerinin işleme alınmasının
doğru olmadığına ilişkin açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Oturuma gündem
dışı konuşmaların ardından, bundan önceki yaptığımız uygulamalara paralel
olarak, ilk önce “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” çerçevesinde tezkerenin
görüşülmesiyle başlamıştık. Nitekim tezkere okutuldu, arkasından siyasi parti
grup başkan vekili arkadaşlarımız, biz, “Grup önerilerinin önce geleceğini
düşünüyorduk” dediler. Bir arkadaşımız kim olduğunu bilmiyorum ama “Bir ara
verin” dediler, siz ara verdiniz. Açıkçası, biz daha önceki gelenekler
çerçevesinde yapılan işler doğrultusunda ve başlamış bir işin de bitirilmesi
gerektiği kanaatiyle içeri geldik, grup başkan vekillerini davet ettiniz. Fakat
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilinin “Sayın Genel Başkanımız saat beşte gelecek,
eğer, rica ediyoruz, bu konuda uygun görüş beyan ederseniz ve daha önceki
uygulamalar da bu şekilde oldu.” diye ifade etmesi üzerine…
BAŞKAN – Barış ve
Demokrasi Partisinin Sayın Grup Başkan Vekili de talep ettiler.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Evet.
“Mademki sayın
genel başkanlar burada olacaklar, biz de genel başkanlara nezaket çerçevesinde
kabul ediyoruz.” dedik ve bu işleme devam ettiniz, arkasından grup önerileri
konusunu gündeme getirdiniz.
Şimdi, Değerli Başkanım, yapılan iş, öncelikle Başbakanlık
tezkeresini eğer “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” içerisinde
değerlendiriyorsanız, başlamış bir işi -ki Hükûmet gelmiş, ilgili bürokrasi
gelmiş, o ilgili bürokrasi çerçevesinde başlamış bir işi- bırakmanız usule
aykırı ama nezaket gereği, istenilen bir talep doğrultusunda verdiğimiz bir
kararı, bir siyasi partinin de zaten istemi doğrultusunda ki…
BAŞKAN – Bir
siyasi partinin değil, lütfen, iki siyasi partinin…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Üç siyasi partiydi isteyen, beş dakika ara vermesini isteyen üç
siyasi partiydi.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) - İki, iki; biz istemedik.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Şimdi, daha önce, 23’üncü Dönemde bunun benzeri uygulamalar oldu
biliyorsunuz. Siyasi partiler bir tezkereyle ilgili konuşmacılarını
vermediklerinden dolayı sadece şahsı adına konuşmalar yapıldı ki uygulamanız
gereken, yapmanız gereken oydu. Madem çağırdınız siyasi parti gruplarını
“Gruplar adına konuşmacı var mı?” dediniz, hiçbir siyasi parti vermedi. İki
kişiyi okudunuz. Biri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına…
BAŞKAN – Şahsı
adına söz isteyen…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Şahsı adına Sayın İnce ile şahsı adına yine Sayın Kavaklıoğlu’nun
ismini okudunuz. Onları çağırmanız gerekirken, işlemi açtınız, bu noktaya
geldiniz. Açıkçası, işlemde hata olmasına rağmen...
BAŞKAN – Sayın Elitaş, tutumun hakkında söz istiyorsanız, buyurun.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Zaten…
BAŞKAN – Buyurun,
madem öyle, benim de cevaplarım olacak.
Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, usul hakkında lehinize ben de konuşmak istiyorum.
VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Siyasi parti grup önerileri ve Kuzey Irak’a asker
gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresinin işlemi
sırasında, Başkanlığın yaptığı uygulamanın İç Tüzük’e
ve usule uygun olup olmadığı hakkında
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bir: Dün de ifade
etmeye çalıştım, tekrar altını çizerek söylüyorum, hangi partiden olursa olsun,
hangi görüşte olursa olsun, hangi konuşmalar, hangi meseleler geçerse geçsin,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan milletvekilleri asgari müşterekte
birleşmek mecburiyetindedir. Anlaşma, uzlaşma, demokrasinin usul ve esası
budur. Otururuz, konuşuruz. Dün de söyledik. Dün, Cumhuriyet Halk Partisinin
grup önerisinin saat 12.00’de gelip, 12.30’da Danışma Kurulu istemi üzerine
“Kapalı oturumun açık oturuma geçmesi konusunda niye itirazlarınız var, ne
yapıyorsunuz, sakladığınız nedir?” şeklindeki görüşe karşılık da bunu söyledik.
Ama bugün iki siyasi parti grup başkan vekilinin içeride söylediği -ki ben itiraz
etmeye gitmiştim “Olmaz, başlamış iş bitmez.” diye- “genel başkanlarımız...”
BAŞKAN – İçeride
itiraz da ettiniz Sayın Elitaş, onu da söyleyeyim.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – İtirazımı ettim. İtiraz ettiğim anda, Sayın Şandır “Sayın Genel
Başkanımız saat beşte gelecek, biz bunun bu şekilde olacağını düşünüyorduk,
Sayın Genel Başkanımıza bunu izah ettik.” deyince “Sayın Genel Başkanın
mademki, bu şekilde bilgisi var, nezaketsizlik yapmayalım, tamam.” dedik.
Arkasından, Sayın BDP Grup Başkan Vekili “Bizim de Genel Başkanımız saat beşte
gelecek.” dedi. “Madem genel başkanlar bu şekilde geleceklermiş ama bunu
nezaket gereği kabul ediyoruz.” dedik.
Fakat, burada benim
yadırgadığım ve şaşırdığım nokta şu: Siz grup başkan vekillerini içeriye davet
ederken Cumhuriyet Halk Partisine gitmemiş olabilir, o buradaki arkadaşların
-ki ben hepimizi davet ettiğinizi biliyorum- görevli arkadaşlarının bir ihmali
sonucunda Başkanlığa tutup da “Cumhuriyet Halk Partisini, ana muhalefet
partisini dikkate almıyorsunuz.” deyip, burada dikkate almayanı sanki iktidar
partisi gibi göstererek, tekrar ara verip grup başkan vekillerini toplantıya
çağırmanızı yadırgadım. Usule aykırı bir harekete iktidar partisi olarak
“Evet.” dememize rağmen, açıkçası bir siyasi partinin, Ana Muhalefet Partisi
Grup Başkan Vekilinin söylediği bir şeyi “Bizi yok sayıyorsunuz.” hükmünü -Ki,
Arada da yapılan konuşmalarda ana muhalefet partisinin “Siz niye görmediniz?
Niye bunu böyle yapıyorsunuz?” şeklindeki eleştirileri de beni incitmiştir. Hadise, iyi niyetle yapılan bir işin çözülmesi adına İktidar
Partisi Grubu olarak “Evet” diyorsak, ana muhalefet partisinin de kendisinin
gıyabında yapılan böyle bir kararı olumlu karşılaması lazım, hatta gelip de
teşekkür etmesini beklerdim ama Başkanı töhmet altında bırakarak, sanki bizi
zor durumda bırakıyormuş gibi iktidar partisini bu şekilde söylemesini açıkça
yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Elitaş, yalnız ana muhalefet partisinin grup başkan
vekilinin iktidar partisinin grup başkan vekiline karşı, ne Genel Kurulda ne de
içeride herhangi bir sözü olmadı; niye alındınız, onu anlamış değilim. Bu
açıklamayı yapmak zorundayım.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, 2’inci kere grup başkan vekillerini toplantıya
çağırmanızı yadırgadım.
BAŞKAN – Yapılan
iş, İç Tüzük’e aykırı hiçbir şey yok, söz konusu
değil; sadece ve sadece iki grup başkan vekillerinin sayın genel başkanlarının
geleceklerini söylemelerinden dolayı nezaketen yapılmış bir düzenlemeydi.
Evet, lehte söz
isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Değerli arkadaşlar, bir yanlış anlama veya bir ihmalin sonucu bir
tartışma değil bu ama Başkanlık Divanının uygulamasını tenkit etmenin, onu
tartışılır hâle getirmenin de bir faydası yok.
Bizim
beklediğimiz, benim bildiğim, önce Meclis Genel Kurulunun gündemiyle ilgili
talepler tartışılır, onlar netleştikten sonra sunuşlar yapılır ve onların
üzerinde müzakere açılır veya gündeme geçilir, müzakere açılır. Böyle
biliyorduk, böyle bir beklenti içerisindeydik.
Sayın Başkanın Başbakanlıktan gelen tezkereyi sunduktan sonra
hemen müzakereye geçmiş olmasını beklemiyorduk, hazırlıklı değildik yoksa
konuşmacılarımızın burada bulunmadığından değil, kalkar birimiz konuşurduk
tezkere üzerinde, çok problem değil ama biz kendimizi böyle programladığımız
için ve gerek konuşmacı arkadaşımıza ve gerekse Sayın Genel Başkana, yani bir
öngörüyle şu saatte tezkere gelir diye duyurduğumuz için, Divanın başlattığı bu
uygulamaya, kalktık, talep olarak, itiraz değil de talep olarak dedik ki:
“Sayın Genel Başkanımız gelecek.” Sayın BDP Genel
Başkanının da geleceğini Hanımefendi ifade ettiler, böylelikle bir talepti bu.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Şandır, buna itiraz etmedik zaten. İtiraz ettik mi Sayın
Başkan?
PERVİN BULDAN
(Buldan) – O zaman niye tartışma açtınız Sayın Elitaş?
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Sayın Başkan grup başkan vekillerini arkaya davet ederken ben şöyle
düşündüm, Sayın Hamzaçebi’nin çok
gerekli görmediğini düşündüm doğrusu. Gelmemekle de tasvip ettiğini yani onay verdiğini
düşündük yoksa biz de orada hatırlatırdık, “Sayın Akif Hamzaçebi’yi de davet
edin.” Diyebilirdik. Davet ettiler zannediyordum. Dolayısıyla,
bir anlaşmazlık, bir yanlış anlamadan kaynaklanan bir mesele. Bunu bir
güvensizlik olarak, bir usul yanlışı olarak değerlendirmek doğru olmamıştır,
itirazım budur.
Divanın yaptığı
çok doğru bir hadise, insani bir hadise, yani bizden gelen bir talebe “Evet.”
demiştir. Sizler de katıldınız, size de teşekkür ederim. Sayın Akif Hamzaçebi
Bey’in duyarlılığına da saygı gösteriyorum yani “Benim niye haberim olmadı?”
dedi. Daveti duymamış. Daha sonra kendilerine arz edilince o da makul karşıladı
ve tekrar gündeme geçtik. Kaybedilen dakikalara yazık oldu.
Divanın yaptığı
doğrudur. Onun lehinde konuştum.
Arz ederim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır.
Sayın Buldan,
lehte olmak üzere, buyurun.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, evet, bir yanlış anlaşılma sonucu aslında bugün burada farklı
bir tartışma konusu açıldı. Yani çok önemli bir mesele görüşülürken, Sayın Ayla
Akat Ata’nın cezaevlerinde kadın tutsakların yaşadığı sorunları anlatmasından hemen
sonra Sayın Elitaş’ın yeniden bir tartışma açmasının
çok doğru olmadığını düşünüyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Buldan, Sayın Başkana “Sayın Ata’dan çok daha önce benim
sözüm vardı.” deyince “Sayın Ata’dan sonra söz vereceğim.” dedi, duymadınız.
Takip etseydiniz duyardınız. Benim söz hakkım vardı, Sayın Başkan “Daha sonra
vereceğim.” dedi.
PERVİN BULDAN
(Devamla) – Ama konuşma başladıktan sonra tekrar bir tartışma açılmasının doğru
olmadığını düşünüyorum ünkü Sayın Hatip burada önemli
bir konuya değindi, kadın tutsakların yaşadığı sorunları anlattı ama şu anda
konu dağılmış bir durumda. Dolayısıyla, belki tekrar bir on dakikalık söz hakkı
verilebilir Sayın Ata’ya; evet, olabilir.
Ben, Sayın
Başkanın tutumunu yerinde ve olumlu buluyorum. Grup başkan vekillerini içeriye,
arka odaya çağırarak görüşlerimizi aldı ve bizler de tezkerede özellikle, genel
başkanlarımızın, eş başkanlarımızın gelip tezkereyi izleyeceklerini ve oy
kullanacaklarını ifade ettik. Bundan dolayı da, Sayın Başkan, ricamız üzerine
durumu kabul etti ve önce grup önerilerini daha sonra tezkereyi görüşmek üzere
biz odadan ayrıldık. Ama sizin burada yapmış olduğunuz tutumun doğru olmadığını
ve sizi kınadığımı ifade etmek istiyorum çünkü grup önerisi tartışıldıktan
sonra ya da gündeme açıldıktan sonra böylesi bir tartışmayı gündeme tekrar
getirmenizin doğru olmadığını düşünüyor ve sizi kınıyorum Sayın Elitaş.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, yani şimdi beni kınadı. Müsaade ederseniz ben de
cevap vereyim.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elitaş.
Siz de kınayın,
buyurun Sayın Elitaş.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, bakın, bir şey ifade etmeye çalışıyorum ki
muhalefetin yani bizim buradaki iyi niyetimizi anlamamaktaki iddiası,
kararlılığı aynı şekilde devam ediyor. Muhalefet, bunu halka da anlatamıyor ama
millete biz meselemizi çok iyi anlatıyoruz ki kurulduktan itibaren birinci
parti olup sürekli büyüyen bir parti hâline geliyoruz. Söylüyorum,
ifade ediyorum: Biz, içeri gittiğimizde itiraz etmek üzere gittik ama Sayın Şandır’ın ifadesi, arkasından sizin söylemenizde “Sayın
genel başkanlar buraya gelecek, onlar dinleyecek biz böyle karar verdik.”
deyince biz “Sayın genel başkanlara nezaketsizlik olmasın, tamam.” dedik,
itiraz etmedik ama bununla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekilinin
itiraz etmesi üzerine “Bizi yok sayıyorsunuz, yaptığınız iş yanlıştır, böyle
bir usul olmaz.” demesi üzerine Sayın Başkan tekrar grup başkan vekillerini
içeriye davet etti.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Tamam, tamam gittik...
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Yapılmış bir kararla ilgili ki muhalefet partilerinin isteği
doğrultusunda iktidar partisi grubunun “Evet.” dediği bir noktayla ilgili
2’inci kere Sayın Meclis Başkan Vekilinin çağırmasını yadırgadığımı ifade
ediyorum.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Ama grup önerisi tartışmaya açıldı, konuşmalar yapıldı Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Grup önerisi tartışmaya açılmadı, Meclis Başkanı gündemine geçti.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Sayın Ayla Akat konuşmasını yaptı ama.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Sayın Buldan…
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) – Bu işi televizyon saatinde yapmasak ya, millet izliyor, rezil
oluyoruz.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Gruba da saygısızlık…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Sayın Buldan, Sayın Ayla Hanım buraya kalkmazdan önce benim
yazıyordu, yanıp sönüyordu mikrofonum. Sayın Başkan, Sayın Ata’yı çağırdı,
arkasından ben ayağa kalktım, “Sayın Başkan, benim sözüm var.” deyince “Ayla
Hanım’ı çağırdım lütfen, ondan sonra”
dedi. Ben Hanımefendi’ye nezaket çerçevesinde ona “Hayır, benim önce
konuşmam gerekir diye ifade etmedim. Sayın Ata’nın konuşmasını dinledikten
sonra, Sayın Başkan benim istemimi, sözümü o zaman vermiş oldu.
Değerli
arkadaşlar, yani burada, Sayın Başkanın veya muhalefet partisi grup başkan
vekillerinin içeriye gittikleriyle yapıp bu şekilde olduğu değil… Biz iktidar
partisi olarak sizin isteklerinizin, taleplerinizin doğru olduğunu, bir siyasi
parti genel başkanının burada bulunması gerektiğini…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) -… nezaket gereği “Tamam” dediğimizden
dolayı kabul ettiğimizi, hiç itiraz etmediğimizi ifade etmeye çalışıyorum ama
siz beni kınıyorsunuz.
AYTUĞ ATICI
(Mersin) – Memleket meselesi hâline getirmeyelim, bunu! Tamam!..
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - Yani neyin ne olduğunu, ne yapıldığını bilmeden siz beni
kınıyorsunuz.
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) – Televizyon yayını var! Seçmenler sonra kızıyor, “Siz ne yapıyorsunuz
orada?” diyorlar. Efendim, yapmayın böyle şeyler!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Açıkçası, ben sizi kınamıyorum ama teessüflerimi sunuyorum.
VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER (Devam)
1.- Siyasi parti grup önerileri ve Kuzey Irak’a asker
gönderme izninin uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresinin işlemi
sırasında, Başkanlığın yaptığı uygulamanın İç Tüzük’e
ve usule uygun olup olmadığı hakkında (Devam)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Başbakanlık tezkereleri ile Danışma Kurulu veya siyasi parti
grup önerileri gündemin “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında işlem
görmektedir.
Bu kısımda yer
alan işlerde sıralama, oylaması olmayan, bilgi amaçlı olarak okutulan işlerin
öncelikle işleme alınması şeklindedir.
Oylamaya tabi
işler arasında bir öncelik sıralaması olmayıp Başkanlıkça belirlenen bir
sıralama takip edilmektedir. Başbakanlık tezkerelerinin Danışma Kurulu veya
grup önerisinden önce veya sonra işleme alınması şeklinde iki türlü uygulama
daha önce yapılmıştır.
Tezkereden sonra
işleme alacağımız siyasi parti grup önerilerinde Başbakanlık tezkeresini
ilgilendiren, bu tezkerenin görüşülmesini etkileyen öneriler olmadığından,
tezkerenin önce işlem görmesinde bir sakınca görülmediğinden, tezkere grup
önerilerinden önce işleme alınmıştır ancak bazı grupların talebi üzerine işlem
sırası değiştirilmiştir. Bu hususta Başkanlığın takdir yetkisi bulunmaktadır.
Görüşmelerimizin
uzlaşmayla sürdürülmesi temennimizdir. Bu temenni doğrultusunda, iyi niyetle
yapılan değişikliğin tartışmalı hâle getirilmiş olması üzüntü vericidir.
İşlerin şeklinden ziyade esasını tartışmanın daha yararlı olacağı kuşkusuzdur.
Bilgilerinize
sunulur.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti
Grubu Önerileri (Devam)
1.- BDP Grubunun, 29/6/2012 tarihinde Iğdır Milletvekili
Pervin Buldan ve arkadaşlarının kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde
yaşadıkları sorunların ve çözüm yollarının araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN – Şimdi,
Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Murat Yıldırım,
Çorum Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MURAT YILDIRIM
(Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BDP Grubu
tarafından verilen Meclis araştırması aleyhinde söz almış bulunmaktayım.
Bugün itibarıyla
ülkemizde 377 ceza infaz kurumunda 79.028 hükümlü, 13.800 hükmen tutuklu ve
32.461 tutuklu olmak üzere 125.289 kişi bulunmaktadır. Bunların 1.818’i tutuklu,
2.791’i hükümlü olmak üzere toplam 4.609’u da kadındır. Bu da toplam hükümlü ve
tutuklu sayısının yaklaşık yüzde 3,6’sına tekabül etmektedir.
2002 öncesinde
ceza infaz kurumları âdeta yolgeçen hanı gibiydi, başıboşluk hâkimdi. Koğuş
sistemiyle devletin hâkimiyeti zaafa uğratılmış ve cezaevleri, terör örgütleri
ve çetelerin hâkim alanı hâline getirilmişti. Mevcut ceza ve infaz kurumlarının
önemli bir bölümü, insan hak ve onuruna yakışmayacak fiziki koşullara sahipti.
2002 öncesinde cezaevlerinin görünümünü özetlemek gerekirse
şunları kayıt altına almalıyız: Terör örgütleri ve çetelerin hâkimiyeti,
sürekli isyan ve firar girişimleri, haraç alma, kurum içinde sorgulama ve
cezalandırma, diğer hükümlü ve tutukluları ölüm orucu ve açlık grevine zorlayan
örgütsel yapıların hâkimiyeti, işkence ve kötü muamele, her türlü pankart ve
afişlerin asılı bulunduğu koğuşlar, terör eğitim kampına dönüştürülmüş yapılar,
duruşması bulunan mahkûmların duruşmaya gidişlerinin engellenmesi gibi olaylar.
Bunun üzerine daha birçok şey
söylenebilir.
Gerek İnsan
Hakları Komisyonu bünyesinde kurduğumuz Ceza ve Tutukevleri İnceleme
Komisyonumuzun raporları gerekse Bakanlık ve ilgili kurulların duyarlı ve
yapıcı yaklaşımı sayesinde bugün bir dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Örgüt ve
çete üssü cezaevlerinden, insan kaybı yaşanılan cezaevlerinden, insan kazanımı
sağlanan ıslahevlerine dönüştürülen cezaevlerine dönüşüm sağlanmaktadır.
2002 tarihinden
itibaren bugüne kadar, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği standartlarını
karşılayamayan 208 ceza infaz kurumu kapatılmıştır. Bu kapsamda, 2017 sonuna
kadar 197 ceza infaz kurumu daha kapatılacaktır. Son on yılda, 50.737
kapasiteli 68 cezaevi açılmıştır. Bu sürede, 73 adet ceza infaz kurumu tamamen
oda sistemine dönüştürülmüştür. Bir çoğunda büyük
onarımlar yapılarak fiziki zafiyetler giderilmiştir. Banyo, tuvalet, mutfak ve
yemekhaneler yenilenmiştir. 20 adet ceza ve infaz kurumunda iş atölyesi, kapalı
ve açık spor alanları ve kültürel faaliyet sahaları olan ek üniteler
yapılmıştır.
Şuna dikkat çekmek
isterim: Ceza infaz kurumlarındaki sorunları kökten çözmek süreç işidir.
Çalışmalar, mevzuat, fiziki yapı ve insan kaynakları konularında eş güdümlü
yürütülmelidir. Yaptığımız inceleme ve tespitlerde, her geçen sürede, bu
konulardaki ilerlemeye şahit olmaktayız, bu da bizleri memnun etmektedir.
Ceza infaz
kurumlarında kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunması en büyük
sorundur. Özellikle tutuklu sayısında fazlalık bunun sebebidir. Yargılama
sürecindeki uzamaların önüne geçilmelidir. Yakın zamanda çıkan yasa ve
düzenlemelerle kısmi bir rahatlama sağlanmıştır. Bu, sorunun kökten çözüldüğü
anlamını da taşımamaktadır. 2017 yılına kadar 196 yeni ceza infaz kurumu yapımı
gerçekleştirilecektir. Bu ise yaklaşık 109 bin yeni kapasiteyi sağlayacaktır.
Yani şunu
söyleyebiliriz ki: Birkaç yıl içerisinde, ülkemizde cezaevlerinde yaşanan
yoğunluk problemi köklü çözüme kavuşturulacaktır. Kadın cezaevlerinde yaşanan
sorun, diğer, erkek ya da çocuk cezaevlerindeki sorunlardan farklı değildir.
Tabii ki bazı niteliksel farklar vardır ama sorunlar temelde aynıdır.
Komisyonumuz, Ankara Kadın Kapalı Cezaevinde ve diğer cezaevlerinde kadın
koğuşlarında onlarca kez incelemelerde bulunmuştur. Görülenler önyargısız
raporla yansıtılmıştır. Adı geçen ceza infaz kurumunun kapasitesi 352 kişi iken biz inceleme
yaptığımızda cezaevinde 338 kişi kalıyordu. Yaptığımız incelemelerde gerek
fizikî koşullarda gerekse muamelelerde insanca yaşama hakkına ve insan onuruna
aykırı durum ve tutum davranışını tespit etmedik.
Kapasitenin
üzerine çıkılmaması memnuniyet vericiydi, kapasite üzerine çıkılan
cezaevlerindeki durumu ise tespit edip raporlaştırdık.
En büyük sorun doğudaki cezaevlerindedir. Doğuda kapasite üstüne çıkılırken
batıda kapasite altında mahkûm ve tutuklu bulunmaktadır. Örneğin; Silivri
Cezaevinin kapasitesi 11.270 iken 8.586 kişi kalmaktadır. Öte yandan, Urfa
Cezaevinde vatandaşlarımız çocuklarının uzak illere nakline karşı çıkmaktadır,
“Yoğunluk da olsa burada kalsın.” diye savcılığa ve cezaevi yönetimine
dilekçeler vermektedir. Mardin Cezaevinde bir koğuşta 68 bayanın kaldığına da
şahit oldum. Bu durumu da raporlarımızda olumsuzluk olarak yansıttık.
Bakanlığın plan ve programlarına inanıyor ve güveniyoruz.
Cezaevlerinde
sadece kadınlar için değil çocuk ve yetişkin erkek cezaevlerinde de sağlık
hizmetlerinin verilmesinde sorunlarla karşılaşmaktayız. Bu konuyu da
raporlarımızı da dile getiriyoruz, bu alandaki olumlu gelişmeleri de görüyoruz.
Ceza infaz kurumlarındaki sağlık hizmetleri 2009 yılında yapılan protokol ile Sağlık
Bakanlığına devredildi. Kişisel bakımını yapamayan hükümlü ve tutuklular için
Metris Cezaevi bünyesinde rehabilitasyon merkezi
kuruldu. Kampüs şeklindeki cezaevlerinde 50 ve 100 yataklı devlet hastanesi
projeleri uygulanmaya başlanıldı. Sağlık alanlarında en büyük problem: Yetersiz
sağlık personeli, sağlık personellerinin ceza infaz kurumu gibi yerlerde görev
yapmaya olumsuz bakışları ve gerek infaz gerekse askerî personelin tutuklu ve
hükümlülere olumsuz yaklaşmalarıdır. Bu konuda Bakanlığın personel alımlarında
eğitime önem veren yaklaşımları, insan hakları alanında verilen eğitimleri önem
arz etmektedir.
Şunun altını
çizelim ki Komisyon olarak, cezaevlerinden gelen şikâyetleri ivedilikle
incelemekteyiz, Cezaevleri İnceleme Komisyonu olarak tüm partilerden üye
arkadaşlarımızla uyumlu şekilde çalışmaktayız.
Engin Çeber’in işkenceyle öldürülmesi olayında hazırladığımız
rapor ile devletimiz Çeber ailesinden ve
yakınlarından özür dilemiştir. Yargılama sürecinde suçlular en ağır cezaya
mahkûm edilmiştir. Ana dilde görüşme ve ana dilde telefon hakkı raporlarımızla
sağlanmıştır. Askerî cezaevlerinde koğuşlara kadar sokulmuş olan kameraların
kaldırılması raporlarımızla sağlanmış, tek tip kıyafet uygulamasının yanlışlığı
raporlara yansıtılmıştır.
Meclisimizde bu
konularla ilgilenen daimî bir komisyon varken Meclis araştırması açılmasına
gerek olmadığı düşüncesindeyiz. Ceza ve tutukevlerinde kötü muamele, haksız
uygulamalar, insan hakları ve onuruna aykırı davranış ve yapılara karşı
müsamahasız yaklaşım içerisindeyiz. Sorunları biliyor ve tespit edip raporlaştırıyoruz. Bu sebeple, tüm arkadaşlarım gönül
rahatlığıyla bu önergeye ret verebilirler.
Milletvekillerimizin
duyarlılığı dolayısıyla teşekkür ediyorum. Bu konuda Meclis araştırması
açılmasına gerek olmadığını söylüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Melda Onur, İstanbul
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
MELDA ONUR
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Barış ve Demokrasi Partisinin
kadın tutuklu ve hükümlülerin cezaevinde yaşadıkları sorunların çözüm
yollarının araştırılmasını istediği grup önerisi hakkında lehte söz almış
bulunuyorum.
Az önce konuşan
arkadaşlarımız, Sayın BDP’li Vekil olumsuz koşullara
değindi, Sayın AKP’li Vekil olumlu koşullara değindi. Aslında birçok
istatistik, birçok rakam verildi. Ben, bunlara girmek istemiyorum, burada biraz
vicdanınıza da hitap etmek istiyorum.
Öncelikle şunu
söyleyeceğim: Bugüne bir gün atfedilmiş Türkiye tarafından, Dünya Kız Çocukları
Günü olarak ilan edilmiş. Bunu niye istedik? Herhâlde kız çocuklarının
istismarını önlemek için. Bunu nasıl yapacağız? Erkek çocuklarımızla eşit
haklar tanıyarak, okutarak, erkenden okuldan almayarak, üzerinde mahalle
baskısı uygulamayarak ve erkenden evlendirmeyerek. Bu konuda bir not daha
düşmek istiyorum: Bu seçmen yaşını on sekiz yaşa indirmek konusundaki olumlu
yaklaşımın, kız çocuklarının evlenme yaşını da on sekiz yaşa yükseltmek yönünde
değerlendirilmesini istiyorum. Bu yönde yapacağım bir çalışmaya şimdiden bütün
kadınlardan destek bekliyorum.
Geçenlerde,
sosyal medyada “kız çocuğu olmak” üzerine bir tartışma başladı. “Kız çocuğu
olmak” demek ne eğitimi alırsanız alın hayatınız boyunca mesleğinizin kadın
olması anlamına geliyor. Lisansımız kadın olmak oluyor, anne olduğumuz zaman da
master derecesi yapmış oluyoruz. Hiçbir şey fark
etmiyor CEO da olsanız, fabrika işçisi de olsanız annesiniz. Milletvekili çocuğunuz
da olsa anne annedir. Hepimizin annesi mutlaka
seyrediyordur bir yerlerden ve kadına yüklenen bu çoklu görev, ne yazık ki,
yoksullukta, savaşlarda ve cezaevlerinde, kadının onurunun incitilmesinde daha
ağır ortamlar oluşturuyor.
Şimdi, az önce
komisyondaydım, birtakım cezaevleriyle ilgili raporlar gelmiş.
Az önceki Değerli
Arkadaşım dedi ki: “Buradaki olumsuz koşullar hem kadınlar için hem de erkekler
için geçerli.” Ama ben böyle olduğunu düşünmüyorum çünkü kadınlar, oradaki
koşulları hem kadın hem de anne olmanın gereğiyle 2 kat daha fazla yaşıyorlar;
2 ya da 3 kat daha fazla olduğunu düşünün onların.
Bir de şu doluluk
oranıyla ilgili bir noktaya temas etmek istiyorum.
Şimdi “kapasite”
diye bir şeyden bahsediliyor. Burada, terimler bazen bizim empati
kurmamıza engel oluyor. Kapasite fazlası! Kapasite fazlası ne demek? İnsanların
istif edilmiş bir şekilde yaşama koşullarını anlatmaya yetmiyor arkadaşlar
“kapasite fazlası” lafı.
Bunun dışında,
işkence: “Sistematik işkence yok” derler genel olarak, bilakis sistematik
işkence vardır. Sistematik işkenceyi de katbekat kadınlar görüyor. Neden mi?
Kadın cezaevine girer girmez, tutuklu ya da hükümlü olarak, herkesin olduğu
gibi kadın da girdiği andan itibaren aşağılanmaya başlıyor, görevlilerin önünde
çırılçıplak soyma ve arama yoluyla. Ya, bunu kadınlara neden yapıyoruz? Birinci
maddemiz şu: Soymayacaksınız! Soyulmak, herkesin önünde çırılçıplak soyulmak
bir işkencedir. Girişte, karşılamada çırılçıplak soyunuyorsunuz. “Kadının vücut
boşluklarının aranması” diye bir ifade var; herkesin yorumuna bırakıyorum!
Bunun dışında,
tabii ki, disiplin cezaları herkes içindir. Şimdi, bir disiplin cezasından
bahsedeceğim size. Burada sık sık dile getirdiğim bir gazeteci arkadaşımız var,
radyocu -tutukluluğunun sanıyorum yedinci yılına girdi, - Özgür Radyo’dan Füsun
Erdoğan. Geçenlerde tam sekiz hafta iletişim cezası aldı, disiplin… Gereksiz
marş söylemek; gereksiz yere marş söylemek nedir? Bunu da yorumunuza
bırakıyorum ve bu arkadaşımız şu an ameliyat olmak durumunda, bir sağlık sorunu
var ve ailesi, iletişim cezası olduğu için bir türlü iletişemiyor,
iletişim sıkıntısı çekiyor. İşte, kadın olmanın ekstra
yarattığı sorunlardan bir tanesi.
Bunun dışında,
sohbet ve sağlık sorunları tabii. Şimdi, sağlık sorunu dediğimiz şey… Adalet
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığının ortak mutabakatla uyguladığı
üçlü protokol, Hükûmetin tecrit, yani insanı insanlıktan uzaklaştırma
politikasının da bir metni hâline geliyor.
Şunu özellikle
vurgulamak gerek: Özgürlüğünden alıkonulmuş kişilerin muayenesinde mahremiyet
bir hasta hakkının ötesindedir. Hasta ve hekimin baş başa kalması işkencenin
önlenmesine karşı bir tedbirdir. İşkence mağduru bir kurbanın yanında kolluk
güçleri varken durumu hekimiyle paylaşması da beklenemez. Bunlar da yaşanıyor.
Evet, kadınlarla
ilgili daha çok şey söyleyebiliriz ama biliyorsunuz kadın olunca anne de
olunuyor, çocuk durumu da var. Kadın cezaevinde olunca aile dağılıyor. Kadının
cezasını aynı zamanda çocuklar da çekiyor. Altı yaşını bitiren çocuk ya bir
aile yakınına veriliyor ya da Çocuk Esirgeme Kurumuna veriliyor.
İlerleme
Raporu’nda geçen bir cümleydi, onu da tekrarlamak istiyorum. “Birçok cezaevinde
çocuklar, özellikle kız çocuklar yetişkinlerinden ayrı tutuluyor.” Bu cümleyi
özellikle bugün, yani 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’nde yeniden
değerlendirmenizi ve düşünmenizi istiyorum. Geçenlerde bir televizyon
programında izledik Hanım Onur, bir kadın siyasetçi, Cizre Belediye Başkan
Yardımcısı. Hanım’ın dört yaşında biri, yedi yaşında biri olan çocuklarından biri
kanser, biri epilepsi hastası. Kadın, anne ve tutuklu. Onun
için diyorum ya cezaevi koşullarını bire üç katarak düşünmek gerekiyor
kadınlarla ilgili olarak.
“Tecrit” ve “empati” kelimesine…
AYLA AKAT
(Batman) – Sayın Başkan, uyarmayacak mısınız arkadaşlarımızı. Sayın Başkan,
önemli bir konu konuşuluyor.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, önemli bir konu görüşülüyor. Yani ayıp ama!
Kahkahalarla Genel Kurulun düzeni bozuluyor.
MELDA ONUR
(Devamla) – Eminim, aslında dinliyorlar da bunları dinlemek ağır gelebilir
arkadaşlarımıza. Eminim, kulaklarının bir ucuyla dinliyorlar. Bunlar zaten
buradan dinlenmekle değil, her yerde görüyorsunuz. -az önce İnsan Hakları
Komisyonunda da arkadaşlarımızla bir arada tartıştık- bunlar herkesin gözünün
önünde. Arzu eden dinler, arzu eden dinlemez, arzu eden vicdanını kapatır, arzu
eden kapatmaz, arzu eden kalbini açar, arzu etmeyen açmaz.
Son olarak, bir
not daha geldi önüme, onu sizinle paylaşmak istiyorum. Bir kadın mahkûm… Kadın
cezaevi içinde bir kadının ağzından cezaevi -daha doğrusu- cezaevi içerisindeki
muamele şöyle tanımlanıyor: “Canınız nereden acıyacaksa oraya vururlar.” diyor.
“Canınız nereden acıyacaksa oraya vururlar.” lafını manevi olarak düşünmeyin
çünkü bu kadın sezaryen dikişlerine vurulmuş bir kadın. Fiziki, maddi acıdan
bahsediyoruz.
Değerli
arkadaşlar, sürem azalıyor. Bugünün kız çocuklarına adanması konusu beni
etkiledi, bir hayli etkiledi çünkü size bir kız çocuğundan bahsedeceğim. Bu
konu geleceğin kadınları olan kız çocuklarıyla ilgili olduğu için, kız
çocukları ve özellikle tutuklu ve hükümlü ailelerinin kız çocuklarıyla ilgili
bir konu olduğu için burada dile getirmek istedim. Uzun tutukluluk süreleriyle
ilgili olarak hepimizin şikâyetlerini biliyoruz, az önce komisyonda da aynı şey
gündeme geldi. Uzun tutukluluk süreleriyle ilgili şikâyet etmeyen kimse yok,
-sanıyorum bir tane yargıdakiler şikâyet etmiyor- bildiğim kadarıyla
Cumhurbaşkanımızdan, iktidar partisinden, zaten muhalefet partileri şikâyet
ediyor. O uzun tutukluluk süreleri içerisinde aileler çocuklarıyla
görüşüyorlar, tutuklular çocuklarıyla görüşüyorlar.
Geçtiğimiz
günlerde Tuncay Özkan’ı ziyaret etmiştim, çok tesadüf eseri akşam kızı Nazlıcan’ı gördüm, bana şöyle dedi: “Yoksa,
babamla açık görüş mü yaptınız? Çok kıskandım.” Müthiş bir suçluluk duygusu
hissettim çünkü doğru, milletvekili olarak açık görüş yapıyoruz. Ben daha
lafımı bitirmeden, daha doğrusu lafıma başlayamadan şöyle dedi: “Ben, babama
yılda sadece 12 kere sarılabilen bir çocuğum.” Tutuklular, hükümlüler neden
çocuklarına sarılmaz? Bu çocuklar neden açık görüş yaptırılmaz? Bunu özellikle
söylemek istedim.
Arkadaşlar, bu
yönetmelik değişiklikleriyle ilgili bir çalışma başlattık. Lütfen, babalar,
anneler, kız kardeşler, ağabeyler, hepiniz ailesiniz. Bu içeride yaşayan
insanların koşullarının daha iyileştirilmesi için önümüzdeki günlerde önünüze
gelecek bu çalışmaya hepinizden destek bekliyorum.
Bütün kız
çocuklarına özgür, mutlu, baskısız nice yaşlar, nice yıllar diliyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Tülay Kaynarca, İstanbul
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA
(İstanbul) – Saygıdeğer Başkanım, çok değerli milletvekilleri; Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Değerli Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Önerinin
içeriğinden öte, gündemle ilgili birkaç konuyu ifade edip sözlerimi
tamamlayacağım. Dün görüşmeleri başlayan Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’nın
18’inci maddesine geldik ve bu hafta itibarıyla bunu tamamlamayı hedefledik ama
diğer taraftan bir önceki tartışmalara da dikkat ettiniz elbette, genel
başkanlar dâhil saat beş itibarıyla tezkerenin görüşülmesi gündemi var. Bunu
onların da, öneriyi verenlerin de dikkate aldığını düşünüyorum Başbakanlık
tezkeresiyle ilgili.
Dolayısıyla,
bugünkü gündemin yoğunluğu, özellikle toplu iş görüşmeleriyle ilgili
işçilerimizin, sendikalarımızın beklentilerini de dikkate alarak bu nedenle
grup önerisinin aleyhine söz aldığımızı ifade ediyor, değerli heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. [AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve BDP sıralarından
alkışlar (!)]
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
2.- MHP Grubunun, (10/201) esas numaralı MHP’li
belediyelere yönelik baskı ve yıldırma politikası izlendiği iddiasının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
Tarih:
11.10.2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun 11.10.2012 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti
grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve
Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan 10/201 esas numaralı, “MHP’li belediyelere yönelik baskı ve
yıldırma politikası izlendiği iddiasının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla” verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin
11.10.2012 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü
Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Sadir
Durmaz, Yozgat Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye genelindeki MHP’li
belediyelere karşı siyasi iktidarın uygulamaya koyduğu baskı, yıldırma,
itibarsızlaştırma ve bu belediyelerin halka hizmet sunmasını engellemeye
yönelik uygulamaları ve sorunlarının araştırılması için vermiş olduğumuz Meclis
araştırma önergesinin gündeme alınmasına yönelik Milliyetçi Hareket Partisi
grup önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygı ile selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, yerel yönetimler yöre halkının ihtiyaçlarını etkin bir biçimde
karşılamak üzere hizmet veren, halkın kendi seçtiği organlarca yönetilen kamu
kurumlarıdır. Kamu yönetiminde halkla en yakın ilişki içerisinde olan birim
yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimler yerel halkın istek ve ihtiyaçlarını
yerine getirmek amacıyla oluşturulmuş tüzel kişiliklerdir. Çağımızda halkın
beklenti ve ihtiyaçlarına cevap verme görevinde olan kamu ve yerel yönetimler
sürekli olarak yeniden yapılanma ve etkinliğini artırma çalışmalarına ihtiyaç
duymaktadırlar. Bir ülkenin gelişmesi, yerel yönetimlerin varlığı ve gelişme
düzeyi ile yakından ilgilidir. Günümüz toplumunun yükselen değer olarak gördüğü
katılımcı, şeffaf, demokratik, insan ve hizmet odaklı yönetim anlayışı
vatandaşlarımızın en önemli beklentisidir.
Değerli
milletvekilleri, AKP hükûmetleri döneminde muhalefet belediyelerine karşı
baskı, sindirme, itibarsızlaştırma ve hizmet vermelerini engellemeye yönelik
gayretlerde artış gözlenmektedir. Ağırlıklı olarak da vatandaşla bütünleşerek
kaynaklar ve ihtiyaçlar dengesini oluşturup insan sevgisine dayalı çalışma
esasını benimsemiş ve başarılarını her geçen gün artıran Milliyetçi Hareket
Partili belediyelere karşı sistematik bir saldırı başlatılmıştır. Gün geçmiyor
ki bir belediyemize, teşkilatımıza rutin belediyecilik faaliyetleri kapsamında
yapılan konuşma ve görüşmeler üzerinden bir operasyon yapılmasın. Kasıtlı
olarak aylarca sürdürülen müfettiş inceleme ve soruşturmaları belediyelerimizi
hizmet veremez hâle getirmiştir. Dilekçe Kanunu’na aykırı olarak isimsiz,
imzasız, adres bulunmayan veya sahte isim ve imzalı ihbar mektupları işleme
konularak belediye yetkilileri zan altında bırakılmakta, gelecekte kullanılacak
siyasi argümanlar elde edilmeye çalışılmaktadır.
Bilinçli bir şekilde “Çamur at, izi kalsın.” mantığıyla, bu insanlar aile
hayatları ve toplumsal statüleri dikkate alınmadan küçük düşürülmeye
çalışılmaktadır. Gece yarıları evlerinden alınarak, çoluk çocuğunun gözleri önünde
boyunları büktürülüp zorla araçlara bindirilen yöneticilerden bazılarının bu
psikolojik baskıyı kaldıramadıkları müşahede edilmiştir.
Gözaltında
intihar eden ve ilk duruşmada haklarında tutuksuz yargılanma kararı verilen
belediye görevlilerinin varlığı dikkate alındığında, yapılan uygulamanın sadece
haysiyet ve şeref cellatlığıyla açıklanamayacağı, aynı zamanda insanların
hayatına kasteden rezil bir sürece dönüştüğü görülmektedir.
Ayrıca bu sürecin
bir diğer amacının da partimize mensup başarılı belediye başkanlarını
partimizden koparmaya çalışmak ve bunların iktidar partisine geçmesini
sağlamaya yönelik tezgâhlar olduğu değerlendirilmektedir. Bu maksatla
belediyelerimizin bazı mali, hukuki ve siyasi yaptırımlarla karşı karşıya
bırakıldıkları tarafımızdan bilinmektedir.
Nitekim, referandum
öncesi ve sonrasında bazı belediye başkanlarına rüşvet niteliğinde sözler
verilerek partimizden kopartılmıştır. Ancak bu sözlerin bugüne kadar yerine
getirilmediği vatandaşlarımız tarafından çok iyi bilinmektedir.
Esasen Milliyetçi
Hareket Partisinin belediyecilik anlayışının özünü oluşturan temel unsur,
belediye başkanının şehrin emini olduğu ve bu anlayışla kamunun bir kuruşuna
dahi halel getirmeyerek, aldığı sorumluluğun gereği olarak herkese eşit
mesafede duran ve hizmetin odağına insan sevgisini koyan bir anlayıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna aykırı işlem ve eylemlerde bulunan
hiçbir yetkiliyi hoş görmeyeceğimizi ve aramızda barındırmayacağımızı defaatle kamuoyuna açıklamış bulunuyoruz.
Değerli
milletvekilleri, partimizin bu Meclis araştırma önergesini vermesindeki amaç,
samimi bir şekilde ve zor şartlarda hizmet üretmeye çalışan belediye
başkanlarının ve belediye yetkililerinin haysiyet ve şereflerine, aile
hayatlarına yönelmiş olan siyasi linç kampanyasının durdurulmasıdır. Kendi
haysiyet ve şerefine düşkün olan herkesi bu konuda duyarlı olmaya davet
ediyoruz. İktidar partisi, başta MHP’li belediyeler olmak üzere başarılı
buldukları ve seçimle uzaklaştıramayacaklarını anladıkları birçok belediye
başkanı ve meclis üyelerine yönelik bu itibarsızlaştırma çalışmalarının
vatandaşlarımız nezdinde bir karşılığının olmadığını görünce çözümü Anayasa ve
demokratik kurallara aykırılıklarla dolu yeni büyükşehir belediye kanunuyla
belde belediyelerini kapatmakta bulmuştur.
Değerli
milletvekilleri, hâlen İçişleri Komisyonunda görüşmeleri süren bu yasa tasarısı
ile 1.591 belde belediyesinin bir kısmı büyükşehir kapsamına alınarak, bir
kısmı da nüfusu 2 binin altında kaldığı gerekçesiyle kapatılmaktadır. Ayrıca,
büyükşehir yapılan 29 ildeki il özel idareleri ile bu illerdeki 16.082 köy
tüzel kişiliği kaldırılmaktadır. Getirilen bu düzenlemelerle, vatandaşın en
doğal hakkı olan vatandaşa en yakın hizmet biriminden hizmet alma ve yerel
yönetim sürecine katılma hakkı elinden alınarak şimdiye kadar yöneticilerin
büyük fedakârlıklarla belde ve köy halkına sunduğu hizmetler engellenmektedir.
Ayrıca, bugün kırsal kesime hizmet götürmede son derece uzmanlaşmış ve başarılı
olmuş il özel idareleri kaldırılarak kırsal kesimde yaşayan vatandaşlarımız bir
kez daha mağdur edilmektedir. Bunun yanı sıra, çoğu, bulundukları beldenin ve
ilin evlatları olan personelin geleceği belirsiz hâle getirilmekte, bu
beldelerin ve illerin kendi varlığı olan her türlü taşınır ve taşınmazlara da
el konularak beldenin kaderi ile oynanmaktadır. Aynı şekilde, 16.082 köy tüzel
kişiliği ortadan kaldırılmaktadır. Bu düzenleme ile başta orman köylerimiz
olmak üzere tüm köylerimize Anayasa ile verilen haklar ellerinden alınmaktadır.
Getirilen
tasarıyla Anayasa’ya açıkça aykırı olan bu düzenlemeler yasalaşırsa vatandaşın
hizmete erişimi engellenecek, vatandaşın ekonomik olarak altından kalkamayacağı
yeni ve ek vergi ya da harçlarla iyice beli bükülecektir. Zaten bitme noktasına
gelmiş olan tarım ve hayvancılık bu düzenlemeyle tamamen yapılamayacak hâle
gelecektir.
Sonuç olarak,
sadece nüfus kriteri ve siyasi rant dikkate alınarak
yapılan bu düzenlemenin milletten gizlenen esas amacının ise bölgesel
yönetimler vasıtasıyla federatif sisteme altyapı oluşturmak olduğu çok açıktır.
Oslo’da PKK’ya verilen -İmralı canisinin yol haritası olarak Hükûmetin eline
tutuşturduğu- ve Demokratik Toplum Kongresinde ilan edilen demokratik özerklik
projesinin hazırlığı olan bu düzenlemeye şiddetle karşıyız.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, objektif kriterler esas
alınarak yapılacak büyükşehir düzenlemesine karşı değiliz ancak AKP’nin
alelacele ve ilgili taraflarla tartışılmadan, değerlendirilmeden Meclis
gündemine getirdiği bu yasa büyükşehir yasası değil, bu hâliyle eyalet
yasasıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak köylerin tüzel kişiliğinin
kaldırılmasına, belde belediyelerinin kapatılmasına ve il özel idarelerinin
lağvedilmesine karşı olduğumuzu bildirir, İktidarı ülkeyi bölünmeye götürecek
bu tehlikeli düzenlemeden vazgeçmeye davet eder, yüce heyeti saygıyla
selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İdris Baluken,
Bingöl Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi
tarafından verilmiş olan grup önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu Genel
Kurul salonunda uzun süredir yerel yönetimlere yönelik sistemli bir siyasi linç
kampanyasının yürütüldüğünü ve bunun sonuçlarının demokrasi açısından, ülkenin
geleceği açısından son derece ağır olduğunu defalarca buradan paylaştık. Bugün Milliyetçi
Hareket Partisinin tepki göstermiş olduğu bu operasyonların BDP’li
yerel yönetimler nezdinde hangi aşamaya geldiğini defalarca bu kürsüden
söyledik. Bugün 36 belediye başkanımızın cezaevinde
bulunduğu, 260’a yakın seçilmiş belediye meclis üyesi ve il genel meclis
üyemizin cezaevinde bulunduğu, 100’e yakın belediye çalışanının cezaevinde
bulunduğu bir partinin yerel yönetimlerine yönelen saldırılarından bahsediyoruz
ve bugüne kadar “KCK operasyonları” adı verilen bu operasyonlar kapsamında söz
konusu iddianamelerde arkadaşlarımız hakkında şiddet unsuru içeren tek bir
çakıya bile rastlanmamıştır. Tamamen arkadaşlarımızın hizmet üretme
noktasında ya da kendi partisinin siyasi çalışmalarının gerektirdiği, kendi
halkının özgürlüğüyle ilgili düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında
dile getirmiş olduğu söylemler ve yaptığı çalışmalardan kaynaklandığını tekrar
buradan belirtmek istiyorum.
Bu arkadaşlarımız
yaklaşık üç yıldır cezaevindeler, ana dilde savunma talepleri var çünkü
cezaevlerine alınmalarının temel sebebi ana dilin özgürce kullanılması, kamusal
alanda kullanılması, yerel yönetimlerde daha iyi, daha etkin, halka
ulaşılabilir bir hizmet verme noktasında ana dilin kullanılmasıyla ilgili
ısrarlarıdır. Yani arkadaşlarımız bu ısrar nedeniyle cezaevlerine alınıyorlar
ve bu savundukları ana dilde kendilerini ifade etmek istiyorlar, savunma yapmak
istiyorlar ama üç yıldır bu savunma hakkı bile maalesef AKP’nin yönlendirdiği
yargı tarafından gasbedilmiştir.
Geçen hafta
yapılan AKP’nin kongresinde, genel kurulunda 2023 vizyonunda
biliyorsunuz “Ana dilde savunmanın önü açılacak.” deniyor. “Kürtçenin kamusal
alanda kullanılması belli bir takvim veya yol haritası verilmeden sağlanacak.”
diyor. Yine, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın
ana dilde savunmayla ilgili yapmış olduğu açıklamalar var. Şimdi, doğrusu biz
neye inanacağımızı şaşırdık. Bir taraftan vizyonunuzda
“Ana dilde savunmanın önü açılacak.” deniyor, bir taraftan Hükûmetin, herhâlde
en yetkili birkaç ilgili bakanından olan Sayın Bülent Arınç, ana dilde
savunmanın mutlaka sağlanması gerektiğini söylüyor ama diğer taraftan üç yıldır
ana dilde savunma yapamadıkları için arkadaşlarımız çalışmalarından, halkından,
ailelerinden, çocuklarından uzak tutulacak şekilde siyasi rehine olarak
cezaevinde tutuluyorlar.
Bakın, KCK
operasyonları kapsamında yapılan operasyonların tamamı, belediyelerimizi, yerel
yönetimlerimizi tamamen işlevsiz kılmak, tamamen itibarsız kılmak ve halkla
olan bütün bağlantısını koparmak amacıyla yapılıyor. Batman Belediyesine
operasyon yapılıyor, Batman Belediyesinin içerisinde bulunan tüm dosyalar ve
tüm bilgisayarlar kamyonlara doldurularak, emniyet binalarına götürülüyor.
Şimdi, burada kamusal hizmetin sürekliliğiyle ilgili bir ilke de ihlal edilmiş
oluyor. Amaç zaten ertesi gün belediyeye gelen vatandaşın hizmet alamaması ve
bu noktada da Barış ve Demokrasi Partisi yerel yönetimlerini suçlaması.
Van’la ilgili
durumu geçen gün de paylaşmıştım. Deprem görmüş bir ilde daha deprem yaralarını
sarmadan 6 belediye başkanı eş zamanlı olarak göz altına
alınıyor ve bununla ilgili 4 belediye başkanımız maalesef tutuklanarak
cezaevine gönderiliyor. Bununla ilgili özellikle AKP’nin yerel yönetimlerden
sorumlu Genel Başkan Yardımcısının vermiş olduğu talimatlardan bahsetmiştim.
Bakın, 3 Haziran 2012 Bitlis konuşması, klasik, Sayın Genel Başkan
Yardımcısının sürekli söylediği bir teori var. BDP’li
belediye başkanları -yani “BDP’li belediyelerde
herhâlde tonlarca para olduğunu düşünüyor- dağa taşa para gönderiyorlar, hizmet
vermiyorlar.” diyor. Bu eksende gelişen ve operasyonların siyasi bir operasyon
olmadığını söyleyen konuşma, son cümlesi şöyle bitiyor: ”Yargı, kim suç
işlemişse cezasını verecektir. Bu noktada suç işleyenler de kendilerine dikkat
etmelidir.” 3 Haziran 2012 Bitlis konuşması ve hemen 6 Haziranda Bekir Kaya’nın
da aralarında bulunduğu 6 belediye başkanımız tutuklanarak cezaevine
gönderiliyor.
Yine, Çorum
konuşması, Erzurum konuşması Sayın Genel Başkan Yardımcısının sadece böyle bir
talimat verdiğini göstermiyor, aynı zamanda cezaevine gönderilen arkadaşlar
hakkında da kesin bir hükmün verildiğini içeriyor. Bakın, ne diyor? Yine, ön
kısımlarını okumayacağım. “Ancak, özellikle BDP’li
belediyelerin, yöneticilerin, başkan ya da idarecilerinin KCK operasyonlarıyla
içeri alındıklarını ve suçlu olarak tutuklandıklarını görüyoruz.” diyor.
Cümlenin devamı aynı şekilde, demin bahsettiğim şekilde devam ediyor. Burada
“suçlu olarak tutuklandıkları” ifadesi başlı başına bir hukuk katli anlamına
geliyor. Çünkü, biliyoruz ki “masumiyet karinesi” ve
“suçsuzluk ilkesi” diye bütün evrensel hukuk ilkelerinde geçerli olan bir ilke
var. Yani mahkemelerin kesinleştirmiş olduğu bir karar ya da bir hüküm yoksa
siz, bir tutuklanan kişiyi, soruşturma, kovuşturma süreci devam eden kişiyi
suçlu olarak ilan ederseniz, orada açıkçası hukuku yönlendirmiş olursunuz,
masumiyet ve suçsuzluk ilkesi karinesini de ihlal etmiş olursunuz. Bununla ilgili Türk Ceza Kanunu’nun “Adil yargılamayı etkilemeye
teşebbüs” başlığındaki 288’inci maddesini okumak istiyorum: “Bir olayla ilgili
olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar
savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü
veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.” Bakın, biz burada özellikle BDP’li
belediyelere yönelik ayrımcı uygulamaları dile getirirken sizler sürekli karşı
çıkıyorsunuz.
Eğitim destek
evleri dokuz yıldır faaliyet yürüten, savaş mağduru, göç mağduru, deprem
mağduru, yoksulluk mağduru öğrencilerimize destekleyici kurs hizmetleri veren
veya onları satranç, müzik, resim, farklı atölye çalışmalarıyla toplumsal
yaşama daha dinamik bir güç olarak katmaya çalışan hizmetlerdir ve sosyal
belediyeciliğin de en önemli ayaklarından biridir. Dokuz yıldır yapmış
olduğumuz eğitim destek evlerine yönelik hiçbir rahatsızlık yokken, birdenbire
bir düğmeye basılıyor, operasyon startı veriliyor ve
ardı sıra hemen eğitim destek evlerimiz kapatılıyor. Üstelik,
millî eğitim müdürlükleriyle yapmış olduğumuz protokollere rağmen bu süreç
işletiliyor. Bakın, niye ayrımcı yaklaşılıyor? Çünkü eğitim destek evleri
kapsamında, şu anda Maltepe Belediyesinde yedi eğitim evi, Fatih Belediyesinin
bilgi evleri, Bandırma Belediyesinin eğitim destek evleri, Elâzığ Belediyesi
okuma evleri, Güngören Belediyesi bilgi evleri, yani listeyi oldukça
uzatabiliriz, neredeyse onlarca belediyede eğitim destek evini farklı adlar
altında veren birtakım çalışmalar var. Bunlarla ilgili hiçbir kapatma süreci
yok ama BDP’li olunca farklı birtakım gerekçelerle
kapatılıyor. Bakın, biz size, BDP’li ya da diğer
siyasi parti gruplarındaki belediye başkanlarıyla uğraşacağınıza, kendi belediyelerinize
bakmanızı tavsiye ediyoruz.
Seçim bölgem olan
Bingöl’deki, Bingöl basınındaki birkaç haberi paylaşacağım. Okullar susuzluktan
kırılıyor, deposu olmayan okullarda lavabolar kapatılıyor, su deposu olan
okullar birkaç saatlik ihtiyaca cevap verirken, deposu olmayan okullar çareyi
lavaboları kapatmakta buluyor. Bu durum, salgın hastalıklar için ciddi riskler
taşıyor. Mirzan Mahallesi Muhtarı, Yeşilyurt Mahallesi Muhtarı ve onlarca
muhtarımızın Bingöl basınında yer alan demeçleri… Bakın, tüm bir ramazan ayı
boyunca Bingöl’de, deyim yerindeyse, ramazan ayını Bingöl’e zehir eden bir
belediye pratiğiniz var. Ramazan ayı boyunca, “Sahurda abdest alacak su
bulamıyoruz, namaz kılamıyoruz.” diye Bingöl basınına açıklamalarda bulunan,
belediyeye yürüyen Bingöl halkının sıkıntılarını sizin takdirinize bırakıyorum.
Belediye
işçileri, Bingöl’de asgari ücretle çalışanlar 4 aylık maaşlarını hâlâ
alamadılar; 6 aylık maaşları vardı içeride. Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’la üç kez bu konuyu görüştüm.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla)
– Sağ olsun, herhâlde ilgilendiği için 2 maaş verildi ama hâlâ 4 maaşlarını
asgari ücretle geçinenler alamıyor. Aynı şekilde -sürem bittiği için- buraya
Muş’la ilgili, Ağrı’yla ilgili, Bitlis’le ilgili, Mardin’le ilgili pek çok
yerel basında çıkmış haberi getirmiştim. Özellikle belediyeler ve yerel
yönetimlerle ilgili bir çalışma yapmak istiyorsanız önce kendi yerel
yönetimlerinize bir yoğunlaşın, halkın sıkıntılarını, esnafın sıkıntılarını bir
dinleyin, ondan sonra yerel yönetimlerin nasıl demokratikleşeceğini birlikte
tartışırız.
Teşekkür ederim.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Celal Dinçer, İstanbul
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CELAL DİNÇER
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu önerge lehine CHP
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; belediyelerin görev, sorumluluk ve yetkileri
Anayasa ve kanunlarla belirlenmiştir. Belediyeler bölgelerindeki tüm halkın,
tüm vatandaşların din, dil, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş ayrımı yapmaksızın
hizmetlerini görmekle mükelleftir. Bu nedenle, merkezî
yönetim yani hükûmet tüm belediyelere, belediye yönetimlerinin hangi partiden
olup olmadığına bakmaksızın objektif ilkelere göre yardım sağlamalı, olanaklar
sağlanmalı, aynı zamanda sağlanan bu olanakların verimli ve yerinde kullanılıp
kullanılmadığının da yine objektif kıstaslara göre denetlenmesini ve denetim
kuruluşlarının sorumluluğunun olmasını sağlamalıdır ancak son dönemlerde
yaşanan olaylar göstermiştir ki belediyeler arasında hem sağlanan olanaklar
açısından hem de denetim ve soruşturmalar açısından ciddi bir çifte standart
vardır.
İktidar
partisinden seçilmiş belediyelerin yöneticileri ile ilgili soruşturma
istemlerine genellikle izin verilmemektedir. Buna karşın, muhalefet partisinden
seçilmiş belediyeler ise neredeyse davullu zurnalı şov diyebileceğimiz
gösterilerle, operasyonlarla hedef tahtası hâline getirilmektedir. İsimsiz,
imzasız ihbar dilekçeleri ile başlatılan ve devam ettirilen soruşturmalarla
muhalefete mensup belediye başkanları ve diğer yöneticileri yıpratılmaya,
itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu tür uygulamaların somut örneklerinden
biri İzmir Büyükşehir Belediyesinde yaşanmıştır. Bu belediyede -hep söyledik- 8
mülkiye müfettişi, 8 Sayıştay denetmeni, 52 vergi denetmeni, 8 özel yetkili
savcının görevlendirdiği bilirkişi, 20 müfettiş olmak üzere, toplam 96 denetim
elemanı çalışmıştır, hâlen de çalışmaktadır. Halkın oylarıyla seçilmiş Belediye
Başkanı suç örgütü lideri, belediye çalışanları da örgüt yöneticileri olarak
suçlanmaktadır. Kısaca, kendilerinden olmayan İzmir Büyükşehir Belediyesi suç örgütü
olarak görülmüş ve Başkan üç yüz doksan yedi yıl hapis istemiyle
yargılanmaktadır. Bu uygulamaların denetim sistemi ve demokrasiyle açıklanması
mümkün müdür?
Saygıdeğer
Başkan, sayın milletvekilleri; sadece İzmir’de mi bu haksızlık yapılmaktadır?
Elbette hayır. Kendi seçim bölgem olan İstanbul’dan örnek vermek istiyorum.
Maltepe Belediye Başkanı senfoni orkestrası kurdurtup sanatçılarına kişi başına
-dikkat ediniz- 300 lira, sadece 300 lira ücret verdiği için hakkında
soruşturma açılmış, belediyeye baskın yapılmış, Belediye Başkanı gözaltına
alınmıştır. Cumhuriyet başsavcısına söylediğimizde “Peki, siz niçin bu hareketi
yapıyorsunuz?” dediğimizde, cumhuriyet baş savcısı
“Soruşturmayı yürüten savcının işgüzarlığı, ifadeye yazılı olarak
çağırabilirdi, telefonla çağırabilirdi.” demiştir. Ancak, burada amaç belediye
başkanlığını halkın gözünde küçük düşürmek, itibarını zedelemektir, biz bunu
çok iyi biliyoruz. Belediye Başkanımız 40 bin lira harcamadan dolayı on yıl
cezayla yargılanmaktadır. Gerekçe: İhaleye fesat karıştırdınız diye. Peki, amaç
burada ihaleye fesat karıştırmak değil, çağdaş bir müzik olan senfoni
orkestrasını getirdiği için Belediye Başkanı sorgulanmıştır.
Yine benim
bölgemde, Kartal’da hem Kaymakam hem müfettişler Belediye Başkanını sürekli,
soruşturmalarla, sürekli, incelemelerle taciz etmektedir. Görevi olmamasına
rağmen, ilçe kaymakamı, kurban kesim yerlerini belirlemiş, belediyenin bilgisi
dışında, belediyenin tespit ettiği yer dışında kurban kesim yerleri belirlemeye
kalkmıştır. Belediye Başkanının tespit ettiği yeri polis ve büyükşehir belediye
zabıtalarıyla kuşatmıştır. Sayın Kaymakamın gerekçesi: “Benim tespit ettiğim
yerde kurbanlar kesilecek ve satılacak ve buradan elde edilen gelirle de ben
kaymakam lojmanı yapacağım.” İşte, belediyelerimize yapılan baskıların en açık
örneklerinden birisi. Daha önce 3 defa inceleme yapılıp soruşturma açılmasına
gerek görülmeyen Kartal Belediyesinin bir işleviyle ilgili, 3’üncü defa aynı
kaymakam tarafından soruşturma yapılmaktadır.
Peki, iktidara mensup
belediyeler için durum nedir? Bursa’dan örnek vermek istiyorum. 2 milyon TL’nin
kayıp olduğu AKP’li Gürsu Belediye Başkanı hakkında soruşturma açıldı,
yargılaması devam ediyor. AKP ne yaptı? Açığa dahi almadı, sadece partiden
ihraç etti ama görevine devam ediyor, tutuklanmadı. Yine, AKP’li Kandıra ve Kartepe belediye başkanları yargı tarafından suçlu bulundu
ancak her 2 başkan da İçişleri Bakanlığınca görevden alınmadı; davullu zurnalı,
basınlı şovlu, belediyelere baskın yapılmadı.
Bursa’da yine Karacabey Belediye Başkanına, aynı şekilde, soruşturma açıldı ve
hiçbir baskın yapılmadı.
Elbette sadece
CHP’li belediyelere bu baskı yapılmamaktadır. Hâlen, MHP’li Adana, Isparta,
Balıkesir, Bartın, Edremit, Anamur gibi belediyelere baskı ve soruşturmalar yapılmaktadır,
sürdürülmektedir. Yine, BDP’li 36 belediye başkanı
tutukludur. Artık kamuoyunda, belediyelere yönelik bu tür operasyonların siyasi
amaçlarla yapıldığı görüşü çok yaygın hâle gelmiştir ve vatandaşlarımız şunu
anlamıştır ki, muhalefet belediye başkanlarını itibarsızlaştırmak için bu
operasyonlar yapılmaktadır ve bundan da en çok vatandaşlar zarar görmektedir
çünkü hizmetler iktidar eliyle, bu yolla engellenmektedir. İktidar seçimde
kazanamadığı belediyeleri bu tür entrikalarla tekrar kazanmaya çalışmaktadır.
Belediyelere
yapılan soruşturmalar elbette bu değil, baskılar elbette bu değil; belediyelere
yapılan baskılar bir de gönderilen yardımlarla da kendini göstermektedir,
projelerin onaylanmasında da kendini göstermektedir. İktidara mensup belediye
başkanlarına gönderilen yardımlar muhalefete mensup belediye başkanlarının çok
çok üzerindedir, ölçüsüz derecede üzerindedir. İktidara mensup belediye
başkanlarının… Özellikle bu yeni çıkan yasadan dolayı, biliyorsunuz, afet riski
olan yerlerdeki proje onayları var, bu projelerin onayı özellikle iktidara
mensup belediye başkanları için bir ila yirmi gün arasında değişmektedir.
Ankara Büyükşehir Belediyesinin 9 adet projesi bir günde Bakanlar Kurulunda
onaylanmıştır ancak Cumhuriyet Halk Partili İzmir Büyükşehir Belediyesinin
projeleri bir buçuk yıla yakındır henüz onay görmemiştir.
Değerli
arkadaşlar, elimde liste var, hangi belediyenin hangi projesi kaç günde
onaylandı, bunların listesi var. Zamanım olmadığı için okuyamıyorum ama
Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin beş yüz kırk gün ile iki yüz yirmi gün
arasında değişen tarihlerle projeleri onaylanmamaktadır. Peki, bu demokrasi
anlayışına sığar mı? Bu baskı değildir de nedir? Bunun cevabını sizler veriniz.
AKP demokrasiye,
yerel yönetimlere verdiği önemi son yasa tasarısıyla da göstermiştir. Bu
tasarıyla 29 il özel idaresi, 1.591 belde belediyesi, 16.082 köy tüzel kişiliği
kaldırılarak, dikkat ediniz, siyasi bir darbe yapılmak istenmektedir.
AKP belediyelerin
çalışmalarına sadece bu şekilde engel olmamaktadır, 24 Nisanda yayımladığı bir
genelgeyle tüm belde belediye başkanlarının her türlü alım satım, kiralama gibi
işlemlerini vali ve kaymakam onayına, atanmış kişilerin onayına bırakmıştır,
halkın seçtiği insanları bir nevi hırsız, bir nevi yolsuzluk yapan insanlar
olarak görmektedir, onlara güvenmemektedir. Özgür seçimle göreve gelen belediye
başkanlarımızın eli kolu bağlanarak iş yapılamaz hâle getirilmektedir.
İstanbul’da 39
belediye içinde sadece ve sadece Ataşehir
Belediyesinin imar planı Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından yapılmamıştır,
gerekçesi de büyükşehri büyük ümitlerle kazanacağını uman AKP seçimlerde
kaybetmiştir, AKP İl Başkanı “Bunu içime sindiremiyorum.” demiştir. Bu tarihten
sonra Ataşehir’in imar planı yapılmıyor,
yapılmamaktadır, imar planı isteyen halk da, belediye önüne giden halk da
kovalanmış, saygısızlıkla suçlanmıştır.
Hepinize teşekkür
ederim.
Saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Erol Kaya, İstanbul
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
EROL KAYA
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP Grubunun, MHP’li
belediyelere yönelik olduğu iddia edilen haksız uygulamaların araştırılması
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi üzerine aleyhte söz
almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, biz kalkınmanın yerelden başladığına inanan, bütün
politikalarını buna göre belirleyen, buna göre uygulayan bir partiyiz. Biz,
aynı şekilde demokrasinin de yerelde başladığına inanan, bu doğrultuda
politikalar geliştirip hayata geçiren bir partiyiz. Bu anlayış, Türkiye'nin 780
bin kilometrekare vatan sathı ve 75 milyon insanıyla bütün olarak görüp
kucaklayan bir anlayıştır. Bizim anlayışımızda ekonomik gelişme de, demokratik
gelişme de milletimiz için bir ulufe değil, tam tersine uzun süre
geciktirilmiş, bugüne kadar ihmal edilmiş temel bir haktır. Biz milletimizin bu
haklara kavuşturulmasının mücadelesi içerisindeyiz.
Değerli
milletvekilleri, MHP’li belediyelere baskı yapıldığı, ayrımcılık uygulandığı,
hizmet götürülmenin engellendiği, dolayısıyla itibarsızlaştırıldığı iddia
edilmektedir.
Yerel seçimlerle
ilgili anayasa değişiklik sürecini başlattık. Dolayısıyla seçimlere bir yıl
gibi kısa bir süre kalıyor. Bundan sonra Türkiye gündemi yerel ağırlıklı
olacaktır.
MHP ve diğer
partilerimizin bu tür iddialarını siyasi nezaket içerisinde karşılamamız, bu
vesileyle de Türkiye gerçeklerini bir defa daha ifade etmemiz gerekmektedir.
Bugün bir milletvekili, dün ise iki dönem belediye başkanlığı yapmış bir
kardeşinizim. Baskı nedir, yıldırma nedir, itibarsızlaştırma
nasıl yapılır ve en önemlisi de 17 Ağustos depreminin mağduru olup da mali
desteğin Hükûmet partilerince, nasıl, mağdur olan belediye ve halk yerine
depremden zarar görmediği hâlde kendi partilerine partizanca dağıtıldığına
şahit olan, bunun Türk belediyecilik tarihine kara bir leke olarak geçtiğini
gören bir kardeşinizim. 1999’da mağdur olan…
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Van’ın altında kaldınız Van’ın. Bırak o depremi.
EROL KAYA
(Devamla) –…Kocaeli, Yalova, İstanbul, Sakarya, Düzce ve Bolu belediyelerine
gönderilmesi gereken ödeneklerin, Bakanlar Kurulu kararıyla depremden bihaber
Kastamonu’ya, Erzurum’a gönderilişi hâlâ hafızalarımızdadır. Peki
AK PARTİ bu adaletsizliği yapar mı ve yaptı mı? Öncelikle verilere
bakalım.
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Van’da yaptı, Van’da, en son.
EROL KAYA
(Devamla) – Sabredin, birazdan sizinkine de cevap vereceğim inşallah.
2002-2012 merkezî
Hükûmetten yerele aktarılan paylara baktığımızda, 2002 yılında 60 milyarlık
merkezî bütçe payının yüzde 8,4’ü yani 5 milyar lirası mahallî idarelere
aktarıldı. İlerleyen yıllarda sürekli artan bir kaynak aktarımının söz konusu
olduğunu görüyoruz. 2005 yılında yüzde 9,2; 2010 yılında yüzde 10; 2011 yılında
ise 10,6’sı yani yaklaşık 27 milyar lirası mahallî idarelerimize daha iyi
hizmet yapsınlar, şehirlerine daha iyi hizmet getirsinler diye yerel
yönetimlerimize aktarılmıştır.
Bir başka iddia
edilen konulardan birisi ve en önemlisi, ayrımcılık kriteri
olan mali kaynaklardan yapılan kesintilerdir. Değerli milletvekilleri,
Türkiye’nin belki bugün en büyük şansı belediyecilik tecrübesi olan bir
Başbakanımızın olmasıdır. Sayın Başbakanımızın talimatı ve Bakanlar Kurulu
kararıyla 2010/238 sayılı kararıyla belediyelerimizin borçlarında yüzde 40’tan
fazla kesinti yapılamamaktadır. Uygulamada hiçbir parti ayrımı söz konusu
değildir. Fazla kesiliyor iddiası yapanlar sizleri yanıltmaktadırlar. Bu
belediyelerimizin kendi özel borçlanmaları dolayısıyla kesintiler
artabilmektedir. Hükûmetimiz hiçbir ayrım yapmadan, AK PARTİ’li,
MHP’li, CHP’li, BDP’li ve tüm belediyelerimize aynı
oranda kesinti yapmaktadır.
Soruşturma
izinleri burada çok fazla gündeme getirildi. Ben rakamlarla bunu ifade etmek
istiyorum.
29 Mart
2009-Temmuz 2012 arasında Türkiye belediyeleri hakkındaki iddiaların dağılımı
şu şekildedir:
İmar mevzuatına
aykırılık 2.072, yani yüzde 32.
İhale mevzuatına
aykırılık yüzde 12.
Kıyı Kanunu’na
aykırılık binde 18.
Personel
mevzuatına aykırılık yüzde 5.
Yargı kararına
uymamak yüzde 9.
Çeşitli kanunlara
aykırılık yüzde 6.
Bu iddialarla
ilgili bakanlık soruşturması talebi yapılmıştır. Bunlar yapılmasın mı?
Peki, bu
konularda verilen izinlerin partilere göre dağılımına baktığımızda: 545 AK PARTİ’li belediye hakkında, 378 Cumhuriyet Halk Partili
belediye hakkında, 200 MHP’li belediye hakkında, 84 BDP’li
belediye hakkında ve 122 de diğer partili belediyeler hakkında. Bu izinler aynı
belediyeler hakkında belki birkaç kez daha fazla yapılmış olabilir.
Görüldüğü gibi,
iktidar, iktidar-muhalefet partisi ayrımı yapmaksızın, hukuk neyi
gerektiriyorsa onu uygulamaktadır, kimse kusura bakmasın. Geçmişte kendimizin
şikâyetçi olduğu, kendimizin en ağır şekilde bedellerini ödediği yanlışları,
çarpıklıkları başkalarına reva görmek istemiyoruz ve görmüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bir başka konu ise hizmetin dağılımındaki ayrımcılık
iddiasıdır. AK PARTİ’li belediyelerimizi mi yoksa tüm
coğrafyayı mı, 75 milyonu mu esas alıyoruz? Birkaç örnek vermek istiyorum:
Bugüne kadar şehirlerimizin temel problemi içme suyu ve atık su problemidir. Su
medeniyettir. Suyun olmadığı bir şehirde hizmetten ve medeniyetten
bahsedilemez. Bu sorunu 1994’te Sayın Başbakanımızın İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığını kazandığı dönemde en yoğun şekilde Türkiye ve İstanbul
yaşadı. İstanbul’un suyu yoktu, çöp dağlarında insanlar ölüyordu, yollar
çamurdan geçilmiyordu, şehir gecekondulaşmayla yağmalanıyordu. En önemli sorun
olan su problemi çözülünce bir önceki belediye başkanınca, Başbakanımız
kastedilerek “Onun yukarıdaki ile arası iyi olduğu için su problemini çözdü.”
diye de bir notu tarihe not düşüşü olarak kabul etmemiz gerekiyor.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetimizin hiçbir ayrım yapmadığı şehirlerimizin su
problemini nasıl çözdüğüyle ilgili bilgileri de sizlerle paylaşmak istiyorum.
İzmir şehrimizin
su problemi Gördes Barajı’ndan 2 metre çapındaki dev borularla su getirilerek
çözüldü. Mersin, Tarsus, yine Berdan Barajı’ndan su getirilerek çözüldü. AK PARTİ’li olan belediyelerden bahsetmiyorum size, 75 milyon
vatan evladımızın yaşadığı bir ülkeden bahsediyorum. Mardin Kızıltepe’ye su
getirildi. Şırnak’ta su yoktu, Mijin kaynaklarından,
topoğrafyası zor ve uzak yerlerden su Mardin ve Şırnak’ımıza getirildi. Isparta
Eğirdir’deki su belediyemize yüksek pompaj maliyeti nedeniyle DSİ tarafından Darıderesi Barajı’ndan yine isale hatlarıyla getirildi.
Uşak, Balıkesir, bunları saymamız mümkün.
Diyarbakır’a AB
fonları çerçevesinde IPA kapsamında biyolojik arıtma suyu tesisi yapıldı. Katı
atık bertaraf tesisleri yine aynı şekilde IPA kapsamında çözüldü.
SUKAP’tan ifade ettiğimiz
gibi Su ve Kanalizasyon Altyapı Projesi’nden ise 460 belediye faydalanıyor.
2012 yılında 241’i AK PARTİ’li, 70’i MHP’li, 66’sı
CHP’li, kalan 83’ü ise diğer partilere mensup belediyelerimizin istifadesine
sunuldu.
Bugün,
şehirlerimizin en büyük problemi olan deprem riskine karşı Sayın Başbakanımızın
33 ilde başlattığı Kentsel Dönüşüm Projesi’yle 6,5 milyon meskenin güvenilir
bir noktaya taşınması için ilk kazma vuruldu. Sağlıklı binalar, sağlıklı
meskenler için süreç başlatıldı. Şehirlerimizi birbirleriyle rekabet eden marka
şehirlere dönüştürmek istiyoruz.
Bu örnekler bize
bir tek şey söylemektedir: “AK PARTİ demek ‘millete hizmet’ demektir,
‘ayrımcılığın yapılmaması’ demektir.” Biz “Yeter ki millet kazansın, yeter ki
ülke kazansın.” diyoruz. Böyle bir partiye ayrımcılık suçlaması yapmanın çok
büyük haksızlık olduğuna inanıyorum. AK PARTİ İktidarı için elbette eleştiri
getirilebilir ama bu eleştirilerin en haksızı mahalli idareler konusunda ki
eleştiriler olacaktır. Vicdan ve insaf sahibi herkes biliyor ki Türkiye’de
belediye hizmetleri konusunda en objektif uygulamaları yapan iktidar AK PARTİ
hükûmetleridir. AK PARTİ’nin herhangi bir ayrımcılığı
olmadığı gibi baskısı da söz konusu değildir. Lütfen, siyasetimizde de, Meclis
çalışmalarımızda da nezaketi, letafeti elden bırakmayalım. Bu sebeplerle MHP’li
arkadaşlarımızın verdiği Meclis araştırma önergesinin yerinde olmadığı
düşüncesini ifade ediyorum.
Birkaç cümleyle,
söz alan arkadaşlarımızın ifade ettiği konulara cevap vermek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, şimdi MHP’li arkadaşımız dedi ki: “Belediyelerimiz kapatılıyor.”
Eğer biraz tarih veya kanun okusa 1580 sayılı kanunda 2 binin altında belediye
kurulmayacağı çok açık. Yani 1930’dan beri bu ülkede 2 binin altındaki
belediyelerin kapatılmasını kanun emrediyor.
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Anayasa Mahkemesi okumuyor mu bu kanunları? Anayasa Mahkemesi
“Kapatılmasın.” diye karar almadı mı?
EROL KAYA
(Devamla) - 5393 sayılı Kanun’u okuduğunuzda ise 5 binin altında belediye
kurulamayacağını çok açık bir şekilde göreceksiniz.
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Lütfen… Anayasa’ya aykırıdır bu getirdiğiniz düzenleme.
EROL KAYA
(Devamla) – Yine, bir başka husus, yeni kurulan büyükşehir belediyelerimizle
ilgili…
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Ondan sonra kaç tane belediye kurdunuz?
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Siz peki kaç tane kurdunuz?
EROL KAYA
(Devamla) – Dolayısıyla, yeni kurulan büyükşehir belediyemizle ilgili bir sürü
mağduriyetlerinden bahsettiler.
Değerli arkadaşlar,
bir sefer, belediye kapatılması bir emirdir, bunda hukukun gereğini yapıyoruz.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Ankara Büyükşehri kapatsana! 4 milyar dolar zararı var.
EROL KAYA
(Devamla) – Personelle ilgili, konutla ilgili…
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Ankara Büyükşehri kapat bakayım!
EROL KAYA
(Devamla) – …köylerimizdeki bütün problemlerle ilgili, orman köylüleri de
dâhil, kanunda bunların hepsinin haklarının korunduğunu ifade edelim.
Şimdi, bir başka
husus da BDP’li arkadaşımız Bingöl’den örnek verdi.
Ben şunu da beklerdim: Kırk yıldır yapılamayan altyapı 80 milyon liralık bir
yatırımla yapılıyor ve bunun getirdiği kısa bir sıkıntının Bingöl’de yaşandığı
doğru.
Ama şunu da ifade
edelim: Bir CHP’li arkadaşımız, değerli milletvekilim, eski bir kaymakam, çok
üzüldüğümü ifade edeyim.
Değerli
arkadaşlar, kurban kesim komisyonlarının başlarında kaymakamlarımız var. Sayın
Kaymakamımız da kurban kesim komisyonu başkanıydı. Diyanet İşlerinin
genelgesine göre, bu komisyonun başkanı zaten kaymakam. Niçin Meclisimize ve
millete doğru bilgi vermediğimizi…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL KAYA
(Devamla) - …üzüntüyle ifade ediyorum, bir defa daha hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.36
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.51
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
3.- CHP Grubunun, (10/226) esas numaralı muhtarların sosyal
ve ekonomik sorunlarının araştırılması amacıyla verilen Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun 11/10/2012 günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
11.10.2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun
11.10.2012 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti grupları
arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
CHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmında yer alan (muhtarların sosyal
ve ekonomik sorunları hakkında) 10/226 Esas Numaralı Meclis araştırması
önergesinin görüşmesinin Genel Kurulun 11.10.2012 Perşembe günlü (Bugün)
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi lehinde söz isteyen Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri…
Değerli
arkadaşlarım, bu klasör, on yıllık süreçte Mecliste olduğum sürece benim ve
arkadaşlarımın muhtarlarla ilgili yaptığı öneriler, görüşler ve Hükûmetin
verdiği cevapları kapsıyor. Size sadece 24 Temmuz 2003, on yıl önce yine
yaptığım bir konuşmaya Hükûmet adına o günkü bir Başbakan Yardımcısı ve Devlet
Bakanının verdiği cevabı okuyarak başlamak istiyorum.
“Çok teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu’na.” diyor. “Bize muhtarların sorunlarını getirdi.
Hakikaten çok önemli, bunlar demokrasinin ilk beşiğidir.” diyor. “En uç
noktasıdır.” diyor ve “Bunlar halkın içindeki insanlardır.” diyor. “Zaten biz
hemen hazırlıyoruz. Muhtarların özlük haklarıyla ilgili Türkiye Büyük Millet
Meclisine, kamu yönetimi temel kanununu hazırladık, getiriyoruz. En kısa
sürede, üç ay içinde bu sorun çözülecektir.” diyor. Tarih 24 Temmuz 2003. Ben
bu konuyu sadece vicdanlarınıza sunuyorum ve tüm muhtarların vicdanlarına
sunuyorum. 24 Temmuz 2003, bugün Ekim 2012, on yıl geçmiş hâlâ bir adım yol
alınmamışsa verilen sözlerin ne anlama geldiğini hepinizin takdirine
bırakıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, kimdir bu insanlar? Bir taraftan diyoruz ki “Halk iradesi.” Evet,
muhtarlar bir yüzü devleti, bir yüzü de halkı temsil eden insanlar,
demokrasinin ilk beşiği.
Şu anda Yerel
Yönetimler Kanunu görüşülüyor. Yerel, bütünşehir
kanunu görüşülüyor. Burada köylerle ilgili kararlar alınıyor, burada
-büyükşehir, bütünşehir, ona ayrıca geleceğiz- ama
köyler ve mahallelerle ilgili bir karar alınıyorsa öncelikle muhtarların içinde
olduğu koşulları, şartları ve görev ve yetkilerini belirlemeniz lazım.
Gelin, bu
okuduğum tarihten bu yana… şu andaki İçişleri
Bakanımız, Plan Bütçe Komisyonunda, onun da burada ifadeleri var: “Hazırladık,
Köy Kanunu’nu getiriyoruz, en kısa sürede bitireceğiz.” Arkadaşlar, bunun kısa
süresi yok. İçişleri Komisyonunda artık bir tasarı var, görüşülüyor. Eğer
sözünüzün eriyseniz, eğer verdiğiniz sözü on yılda tutmayıp, tutmak
istiyorsanız, gelin bir önergeyle, bir önergeyle muhtarların kim olduğunu, ne
olduğunu, bunlar in midir, cin midir tarif edelim yasayla. Bu insanlara ızdırap çektirmeyelim, bu insanların çektiği çileyi hepiniz
benden daha iyi biliyorsunuz. Çile çekiyor muhtarlar.
VELİ AĞBABA
(Malatya) – Bilmiyorlar, bilseler yaparlar.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Okulların açıldığı günde İstanbul’da ve başka bir ilde,
muhtarlıklar önünde bin kişinin, 2 bin kişinin sıra bekleyip gece sabaha kadar
bu insanlara hizmet ettiklerini hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Ama bu insanlara
para mı veriyorsunuz? Verdiğiniz 368 lira, 368 lira. Bir de buradan BAĞ-KUR
primini de bu insanlara ödetiyorsunuz.
VAHAP SEÇER
(Mersin) - Çay parası değil çay parası!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Kira mı veriyorsunuz? Kirasını mı veriyorsunuz? Kırtasiye
giderini mi veriyorsunuz? Telefon giderini mi veriyorsunuz? Neyini
veriyorsunuz?
VELİ AĞBABA
(Malatya) – İnterneti mi veriyorsunuz?
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - Muhtar Karun mu? Peki, muhtar gelen kimseden para mı
alıyor? Hiç kimseden para alamıyor. Bunları demokrasi uğruna… Hakikaten ben o
insanların önünde saygıyla eğiliyorum. Ama bir tarafta devlet memuru gibi
görüyorsunuz, en küçük bir yasal boşlukta muhtarın yakasından yapışıyorsunuz ve
devlet memuru gibi ceza veriyorsunuz.
Sayın Gök, siz de
burada konuşacaksınız, gelin yol yakınken, İçişleri Komisyonunda bu yasa
görüşülürken, bir önergeyle, tüm Meclisin, hepimizin katkısı olsun, herkesin
katkısı olsun, siz yapmış olun, bir önergeyle bu insanların sorunlarını hep
beraber çözelim.
Bak, 2003 okudum,
2003’ten beri… Ben buna “Bir hikâye” diyorum, bunu bir kitap olarak
bastıracağım.
Değerli
arkadaşlar, bir “adrese dayalı sistem” çıkardınız, sahtekârlara, düzenbazlara
adres çıkardınız. Bunu muhtarlıklardan aldınız, kim kimin evini boş bulursa
gidip “Ben bu evde oturuyorum.” beyan usulü… Ve bir sürü sahtekâr türettiniz.
Nüfusa kayıt sistemi getirelim, Nüfus görevini yapsın ama bu belgelerin gerçek
olup olmadığını da bir yerin denetlemesi lazım. Ve özellikle büyükşehirlerde
adrese dayalı sistemle bir sürü sahtekârlıklar, bir sürü paravan şirketler
kuruluyor. Gelin, muhtarlıklara tekrar bu yetkiyi verin, tekrar Nüfusa gidecek
bilgileri muhtarlıklarla birlikte paylaşalım. Yani nüfusa kaydolan herkesi
kaydetmeden önce bir süzgeçten geçirelim ama bunu yapmıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, BAĞ-KUR primini cebinden ödüyor. Özellikle büyükşehirlerde
yanında en az bir kişi çalıştırmak zorunda, bunun maaşını vermek zorunda.
Etmeyin, tutmayın, demokrasi bu değil. Demokrasi, eğer demokrasinin ilk beşiği
olarak görüyorsak, seçme ve seçilme hakkına benim gibi değil, beni ve sizleri
sayın genel başkanlar önermezse, biz milletvekili olamayız, ama bu insanlar
böyle alınlarının akı gibi, isimleriyle, anlarıyla, şanlarıyla seçiliyorlar.
Demokrasi orada var, demokrasi orada var. Burada demokrasi yok. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bu kadar… Eğer
demokrasiye inanıyorsak ve demokrasinin gerçeğine, hakikaten gerçek demokrasiye
inanıyorsak bu insanlar ilk beşiği. Bu beşikte hepimizin bunu
desteklemesi lazım.
Sayın Başbakana,
geçen hafta, İstanbul’dan bir grup muhtar geldi. Şu mektubu Sayın Başbakana
iletiler. İstedikleri bir şey yok, söylediklerim bu. Ama her gün geliyorlar…
Çok saygılı insanlar bunlar. Bir kuruş parası olmasa cebinde yine devletine
bağlı, bir devlet memuru gibi, saygıda kusur etmeden hem görevini yapıyor, her
şeyini yapıyor, ama bir arpa boyu yol ilerlemiyor. Bu Mecliste 2002, 2005
yılında, muhtarların özellikle sorunlarını bir Danışma Kurulu önerisiyle hep
beraber görüşelim dedik. “Evet, haklısınız, bu yasayı getirelim” demesine
rağmen, Sayın Elitaş, bugün sizin yerinizde oturan
bir grup başkan vekili de “Başımla beraber, Meclis iradesi kabul etmiştir,
getirelim” demesine rağmen bir türlü gelmedi.
Gelin, yasa
İçişleri Komisyonunda, yol çok yakın, zannediyorum ki Alt Komisyona havale
edildi. Tüm partiler birer kişi -veya kaç kişiyse- temsilci verelim, bir
şekilde… 4 madde, fazla değil arkadaşlar, 4 madde. Bunların ne olduğunu,
kimliklerini… Bunlara onurlarını iade edelim. Etmeyin, tutmayın, ben sadece
bunu söylüyorum. Ama hakikaten üzülüyorum, on yıldır üzülüyorum. Zamanı
gelmiştir, geçiyor, hepinizden rica ediyorum, bu önergeyi kabul edin, önergeyle
birlikte İçişleri Komisyonuna her parti bir temsilci versin ve ortak bir metin
hazırlayalım, önergeyi ortak hazırlayalım veya siz hazırlayın, siz imzalayın,
biz de sizi alkışlayalım.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen İdris Baluken...
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Muş Milletvekili Demir Çelik konuşacak.
BAŞKAN – Demir
Çelik, Muş Milletvekili… (BDP sıralarından alkışlar)
DEMİR ÇELİK (Muş)
– Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi şahsım ve partim adına
saygıyla selamlayarak, Cumhuriyet Halk Partisinin muhtarların özlük haklarına
ilişkin araştırma önergesi aleyhine her ne kadar söz aldıysam da, lehine bir
konuşmayı yapacağım. Hepinizi selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye 1923’ten bu yana 35.184 köy ve 17.850
mahallesiyle, toplamda 53 bin civarındaki muhtarıyla ve onların sorunlarıyla
yüzleşen bir geçmişe sahip. Cumhuriyetin, geçmişinden bugüne çözemediği,
çatışması ve çelişkisini yaşadığı üç önemli etmenden biri merkezle ya da
devletle çevre arası çatışmayı, çelişkiyi günümüz çağına, günümüz ihtiyaçlarına
cevap bulacak tarzda çözememiş olmasıdır. Bu yönüyle de, sorunu tek başına
seçme, seçilmeye indirgemiş, oy veren, oya maruz kalan bir ilişkiye
dönüştürdüğümüz için de sorunlar içinden çıkılmaz yumağa dönüşmüş
bulunmaktadır. Biz, şu anda duyduğumuz ve gündemimize yakın zamanda geleceğini
bildiğimiz İçişleri Komisyonunda bulunan Büyükşehir Belediyesi Yasası’na
ilişkin tartışmaları yoğunlaşırken, es geçemeyeceğimiz, önemle üzerinde
durmamız gereken muhtarlara ilişkin düşünceyi sizlerle paylaşmaya değer
buluyorum.
Günümüz küresel
dünyanın merkeziyetçi yapılardan giderek yerele ve yerindelik ilkesine
dönüştüğü, yerelin, yerel dinamiklerin, toplumsal dinamiklerin öne çıktığı bir
süreçte, biz her şeyi merkezileştirip, merkezde toplayan bir algıyı doğru
görmüyor, bunun bizi otoriterizme, faşizme
götürebileceği tehlikesini ve riskini öncelikle paylaşmak istiyoruz. Yetkinin,
gücün paylaşılması, çevreye, periferiye aktarılması
gerekirken, mevcut var olanı da yetersiz ve yoksun olan yetkileri ve
inisiyatifi de yerelden alıp merkeze toplamak günümüz demokrasi anlayışıyla,
hukuk devleti anlayışıyla bağdaşır bir durum değildir. Bu açıdan, sadece ve tek
başına 53 bin muhtarın değil, aynı zamanda beş yıllığına seçtiğimiz belediye
meclis üyesinin de, yine beş yıllığına seçtiğimiz il genel meclisinin de biz
milletvekillerinin ya da seçilmiş belediye başkanlarının kazandığı haklardan yoksun
olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. 53 bine ilaveten, 70 bin
civarında, bu seçilmişlerin, her birinin 4 kişilik aileden ibaret olduğunu
varsaydığımızda, 600 bini aşkın, 1 milyon civarında nüfusu direkt ilgilendiren
bir konu, Meclisin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konudur. Onların,
sadece ve tek başına Meclis oturumlarına bağlı kalmış olmaları, inisiyatiften, siyasal faaliyetten, etkinliklerden alıkoyan,
caba ve emekten alıkoyan bir ilişkiye de dönüşmüş bulunmaktadır. Karşılığı ve
bedeli olmayan bir emeğin sömürü olabileceği gerçeğinden hareketle,
seçilmişlerin hak ettiği özlük haklara, siyasal ve sosyal haklara kavuşturulması
demokrasinin olmazsa olmazlarından biridir. Sadece dört yılda, beş yılda bir
sandığa gitmiş olmak, seçilmek ya da seçmek adına oy kullanmak demokrasi
değildir. Bu, olsa olsa demokrasiciliktir, demokrasi
oyunudur. Demokrasi, sosyal, siyasal haklar manzumesidir. Demokrasi,
özgürlüklerin, adaletin ve eşitliğin hayat bulduğu günümüzün bizatihi yaşam
felsefesidir. O açıdan, büyükşehir belediye yasasının tartışma konusu olduğu,
önümüzdeki günlerde enine boyuna tartıştığımız ve tartışacağımız bugünü fırsata
dönüştürülebilmeliyiz.
Günümüz küresel dünyası yerele ve yerindenliğe
önem verir bir noktaya taşınmışken, hizmetin üretilmesi bireye en yakın birim
tarafından yürütülmesi bir zaruret durumuna gelmişken, hizmetin üretilmesinde
insan odaklı, birey odaklı olması gerekirken, gücün merkezde toplanması yerine
tabana demokratik katılımcılığı esas alacak bir tarzda yayılması gerekirken,
hizmetin üretilmesi, yürütülmesinde olduğu kadar kaynakların akılcı
kullanılmasında da demokratik katılımcı yaklaşımları öne çıkarmamız gerekirken,
ha bire dünyanın tersine gidecek bir uygulamayla kendimizi bireyin, kesimin
ikbaline ve geleceğine havale eden bir toplum, bir ülke, bir Meclis durumuna
getirilmek isteniyor. Buna herkesten
önce, halkın iradesi olan Meclisin itirazı yüksek olmalı, güçlü olmalıdır.
Hiçbir irade, halk iradesine rağmen onun üzerinde şekillenebilme hakkına ve
gücüne sahip değildir. Bu nedenle, biz büyükşehir belediye
yasasında da bu konudaki düşüncelerimizi enine boyuna sizlerle paylaşacağız ama
bir mağdur kesim, doksan yıldır halka en yakın, ona dokunan, onun sorunlarıyla
iç içe olan, acısını paylaşarak hafifleten, mutluluğunu ortaklaşarak güçlü ve
zengin kılan muhtarları, belediye ve il genel meclis üyelerini mağdur kılmaya,
mağduriyetlerini gidermemeye yönelik bir duyarsızlık Meclisin hakkı değil. Biz,
tez elden, bu mağdur kesimin sosyal, siyasal olduğu kadar özlük haklarının da
yasal güvenceye tabi tutulması günümüz gelişmişliğinin bir göstergesidir. Her
gün övündüğümüz 16’ncı ekonomik güç olma noktasındaki övüncüyle kendimizi öne
çıkardığımız Türkiye, zenginliği paylaşamıyorsa, zenginliği adalet ekseninde
halka ve tabana dağıtmıyorsa ve hâlâ da halk iradesine bu konuda bir duyarlılık
göstermiyorsa bu hepimizin açmazıdır, hepimizin sıkıntılarıdır.
Bu açıdan, biz
Barış ve Demokrasi Partisi olarak muhtarlar ve seçilmiş belediye meclis
üyeleri, il genel meclisi üyesi arkadaşlarımız başta olmak üzere, siyaseten
hukuk nezdinde muhatap olunacak konumda bulunan herkesin siyasal güvenceye,
yasal güvenceye tabi tutulması, bu haklardan faydalanmasının yolunun açılması
yanında irade beyanında bulunuyor, bunu desteklediğimizi ifade ediyoruz.
Yetinmiyoruz, hizmetin kalitesi, sürdürülebilirliği, hesap verebilirliği,
verimliği, adil ve eşitlikçi dağıtımı da ancak yereldeki siyasal
organizasyonlar tarafından yerine getirilebilir. Bu siyasal organizasyon köyde
muhtarlıktır, ihtiyar heyetidir; ilçede, ilde il genel meclisidir; yerelde,
beldede, ilçe ve illerde belediyelerdir. Bunları yetkilendirmek, yetki
alanlarını genişletmek, devletin kimi görev ve sorumluluklarını; eğitim gibi,
sağlık gibi, çevre ve benzeri kültürel faaliyetler gibi bir kısım yetkilerini
devretmek gerekirken her şeyi merkezileştiren süper güçler yaratmak, süper fenomenler yaratmak bizi yarın karşısında duramayacağımız,
karşılayamayacağımız ciddi siyasal sorunlarla karşı karşıya bıraktırabilir.
Hâlbuki yine,
doksan yıllık cumhuriyet tarihinin açmazlarından biri olan merkez ve kimlik, merkez-din
arası çelişkiyi bu paradoksla, bu paradigmayla soruna
yaklaşıp çözüme kavuşturduğumuzda, demokratik cumhuriyeti, demokratik ortak
vatanı birlikte ortaklaştırdığımızda her şeyin anlamlı ve değerli olmaya
başladığını görmüş olur, biz asli işimize dönmüş, bu yönüyle de yasama organı
olma faaliyetimizi de gerçekleştirmiş oluruz.
Bu duyarlılıkla
hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak, başarı dolu yarınlar diliyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhtarlarımızın sorunlarının
araştırılması maksadıyla verilen Meclis araştırma önergesinin lehinde
Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşmak üzere söz aldım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugün itibarıyla yaklaşık 53 bin köy ve mahalle muhtarımız
var, 17 bin civarında da emekli muhtarlarımız. Görev yapan, yapmış ihtiyar
heyeti üyelerimizin sorunlarına da bu meyanda yer verilmesi lazım geldiğini
düşünüyorum. Tüm bunları düşündüğünüzde aileleriyle birlikte aslında birkaç
milyonu ilgilendiren bir kesimden bahsediyoruz anlamına gelir ki elbette bu
sorunların millet iradesinin tecelli ettiği Mecliste araştırılması, konuşulması
gerekir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu hususta verdiğimiz soru
önergeleri, Meclis araştırma önergeleri, kanun teklifleri var. Her zaman olduğu
gibi, milletimizin hayrına, insanımızın faydasına olacak her girişime de destek
vermeye hazırız, destek vermeye devam edeceğiz.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımızın sorunlarının bir kısmı şahıslarını ve
ailelerini ilgilendiriyor ama önemli bir kısmı da kaliteli hizmet üretilememesi
ile alakalı. Muhtar sadece yerel ihtiyaçları karşılayan bir yerel yönetici
değil, aynı zamanda merkezî idarenin otoritesinin en ücra köşelere kadar
götürülmesi, mevzuatın ülkenin her yerinde uygulanabilmesi ve böylece devletin
bütünlüğünün tüm ülke sathında sağlanabilmesi muhtarlarımız ile mümkün
olabilir. Devletin sadece Ankara’da değil, Edirne’de de Van’da da olduğunun
sembolleridir muhtarlarımız. Bu kadar büyük bir sorumluluğu ifa eden
muhtarların yetkileri nedir, imkânları nedir, bunu bir irdelemek lazım. Öyle ya
yetkileri kıt, imkânları kıt olan muhtarların ne kadar sorumluluğu olacaktır?
Muhtar yöresine nasıl hizmet etmektedir? Milletvekili, belediye başkanı, vali
ve kaymakamlar ile iktidar partisinin il, ilçe başkanları ile iyi geçinmek,
onların gönlünü hoş tutmak zorunda kalmaktadır.
Ancak değerli
milletvekilleri, çağdaş yönetimlerde keyfîlik olmaz,
ahbap çavuş ilişkileri olmaz. Çağdaş yönetim, kurallar ve kurumlar
manzumesidir. Sorumluluk, yetki alanlarının net bir biçimde öngörülebildiği bir
sistemdir. Bu bakımdan onların görev ve yetki alanlarının çizildiği, köy ve
mahalle teşkilatlanmasının kurulmasının bir an önce gerçekleştirilmesi
gerekiyor, yenilenmesi gerekiyor. 1924 tarihli Köy Kanunu’nu incelediğinizde
muhtarların görmesi gereken 37 kalem zorunlu, 32 kalem de ihtiyari işler var.
Gelirleri ne? Uygulama imkânı kalmamış salma, imece ve eğer varsa öz gelirleri.
Bu kıt imkânlarla bu hizmetlerin altından kalkması zaten mümkün gözükmüyor.
Ayrıca bu çalışmaları onların kurduğu birlik, federasyonlar ve
konfederasyonlarla birlikte yapmak gerekiyor. Bunun için de Hükûmetin tıpkı Vilayetler
Birliği, Belediyeler Birliği gibi Muhtarlar Birliğini de tanıması ve genel
bütçeden onların yapacakları faaliyetlere kaynak aktarması gerekiyor.
Mahallesinde, köyünde, kamu kurumlarıyla olan ilişkilerinde, kamu hizmetlerinin
görülmesinde külfete ortak edilip nimette yok sayılması, ihtiyaç duyulduğunda
“Gel muhtar” ama maddi, manevi nimet ve coşkunun paylaşımında “Muhtar da
kimmiş?” denilmesi bir başka sorun. Muhtar, el emeğiyle geçinen, kimi zaman
çiftçi, kimi zaman esnaf, kimi zaman da sabit ücretli emekli insandır. Siz hiç
iş adamı muhtar gördünüz mü kıymetli arkadaşlar? Bu
kısıtlılıklarına rağmen köyüne, mahallesine gelen herkesi çoluk çocuğunun
nafakası demeden, cebinden ağırlayan, karşılayan da yine kendileri.
Aldıkları ücrete
bir bakalım; bugün itibarıyla 429 lira 58 kuruş. En az SGK prim ödemesinin de
aylık 320 lira olduğunu unutmayalım. Yine en az muhtarlıktaki İnternet, telefon
masrafını da eklerseniz, asgari 100 lirayı bir tarafa ayırmanız gerekiyor. Elektriğe,
suya, ısınmaya ne ayıracak? Çocuğunun kursağına gitmek üzere ne harcayacak?
İçinizde işinin ehli muhasebeciler, maliyeciler var. Lütfen gelsin, şu hesabı
bir tutturuversin.
Anayasa’nın
55’inci maddesi “Ücret emeğin karşılığıdır.” diyor. 18’inci madde ise “Angarya
yasaktır.” diyor.
Kimse “Efendim,
muhtarlık gönüllü olarak kamu hizmetlerine talip olmaktır.” falan demesin.
Sormak lazım öyleyse: Milletvekilliği gönüllü hizmete talip olmak değil midir?
Belediye başkanlığı değil midir? Ama bizler, belediye başkanları verdiğimiz
hizmetin karşılığını alıyoruz; neden muhtarlara ödenmiyor? Bu anlayış doğru
değildir.
Gelin, Milliyetçi Hareket Partisinin hem 2011 seçim beyannamesinde
hem de verdiği kanun teklifinde yer alan muhtar maaşlarının ilk etapta en az
asgari ücret seviyesine çıkarılması, SGK primlerinin devlet tarafından
karşılanması, ihtiyar heyeti azalarına da toplantı başına huzur hakkı ücreti
ödenmesi hususuna, önerisine el birliğiyle sahip çıkalım; gelin, bir büyük
haksızlığı birlikte giderelim. Madem her
hizmetin bir maliyeti vardır, muhtarın verdiği hizmet değil mi kıymetli
arkadaşlar?
Bu hizmeti
verirken üstlenmek zorunda kaldığı muhtarlığın tefrişi, elektrik, su, ısınma,
bilgisayar ve İnternet giderleri neden devletçe karşılanmasın? Bundan daha
makul bir öneri olabilir mi?
Silah ruhsatlarının ücretlerinin emekli olduktan sonra fahiş bir
biçimde artması, kendi yörelerinde verilen kamu hizmetlerinde görüşlerine
itibar edilmemesi, deve mi, kuş mu olduğu bir türlü tanımlanmayan yani memur
mu, değil mi, bir türlü karar verilememesi ve yargılanmaları, görevden
uzaklaştırmalarında mülki amirin iki dudağı arasında olmaları, bütün bunlar
diğer sorunları teşkil ediyor. Gelin, kıymetli
arkadaşlar, muhtarlarımızın bu haklı problemlerini çözelim. Ancak değerli
milletvekilleri, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma.” misali
mahalle muhtarları da tüzel kişilik isterken şu anda Mecliste komisyonda
görüşülen büyükşehir yasası ile 16 bin civarında köy de tüzel kişiliğini
kaybedip mahalle hâline getiriliyor.
Hafta sonu
Muhtarlar Konfederasyonunun Ankara’daki toplantısına İçişleri Bakanı Sayın İdris
Naim Şahin katıldı. Ben de partimi temsilen oradaydım. Yüzlerce muhtarın
gözünün içine bakarak “Köyler kaldırılmıyor.” gibi bir cümle sarf etti.
“Yalan.” demiyorum nezaketimden ama gerçeği yansıtmıyor. Köy tüzel kişilikleri
kaldırılıyor, 16.082 köy. Yine, AKP Hükûmetinin bir hazırlığı daha var, nüfusu
250’nin altındaki köyleri de kaldıracaklar. Âdeta AKP eşittir muhtar düşmanı.
Buradan, hem
muhtarlarımıza hem de lağvedilen belde belediye başkanlarımıza sesleniyorum:
Birçoğunuz AKP’ye oy verdiniz, oy topladınız. Aslında, maalesef, kendi
ayağınıza kurşun sıktınız. Aman, karşı çıkın.
Tüm enaniyet duygularımızı ayaklar altına alarak hiçbir kırılma
emaresi göstermeden diyoruz ki: “Dün olduğu gibi, sizin iradenizin,
milletimizin iradesinin şekillendirdiği beldenin ve köylerin kaldırılmasına
karşıyız ve karşı durmaya devam edeceğiz. Gücümüzün yettiği oranda, hem
komisyonlarda hem de Genel Kurulda net bir muhalefet yapacağız. Ancak hem siz
seçilmişlerden hem de yörelerinizde yaşayan insanlarımızdan isteğimiz lütfen
beldenize ve köyünüze sahip çıkın, lütfen haklı tepkilerinizi demokratik
kanallardan AKP’ye iletin. Bunun yapılmasının tam zamanıdır. Gücünü milletinden
alan Milliyetçi Hareket Partisi bu değerli girişimlerinizden güç alacaktır,
destek bulacaktır. Aksi takdirde, su köprüyü böldükten sonra söylenenlerin,
söylenecek olanların hiçbir anlamı olmayacaktır.
Bu düşüncelerle
belirtmeliyim ki köy ve mahalle muhtarlarımızın sorunlarını çözmek üzere
Milliyetçi Hareket Partisi girişimlerine devam edecektir. Diğer partilerden
gelecek önerilere de destek vereceğiz. Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu
Meclis araştırma önergesine de bu düşünceyle kabul yönünde oy kullanacağımızı
belirtiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen, Abdulkerim
Gök, Şanlıurfa Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ABDULKERİM GÖK
(Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin aleyhinde
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki yerel
yönetimler açısından, yerinden yönetim açısından çok önemli hususları
tartışıyoruz. Benden önceki çok kıymetli arkadaşlarım gerçekten önemli katkılar
sundular. Özellikle belirtmek isterim ki 1970’li yıllarda
yerel yönetimlerde istihdam anlayışı söz konusu iken 1980’li yıllarda kısmen
istihdam ve beraberinde “yer altı hizmetleri” dediğimiz, “yer altı yapıları”
dediğimiz kanalizasyon ve üstyapıda bir anlayış, 1990’lı yıllarda sosyal
anlayış ve 2000’li yıllarda artık vizyonel kent
kimliğinin tartışılmaya başlandığı kavramları yerel idarelerde görmeye
başladık. Tüm bu gelişmelerin, benden önceki konuşmacı arkadaşlarımın
çok güzel ifade ettikleri öneriler çerçevesinde, AK PARTİ iktidarlarının
döneminde gerçekleşiyor olması bizi mutlu etmektedir.
Sözlerimin hemen
başında, Anadolu’da kullanılan bir tabir vardır, bu tabiri ifade ederek açmak
istiyorum. “Başkasının sofrasından yiğitlik yapmak kolaydır.” der Anadolu
insanı. Muhalefet olmak da, iktidar olmak da böyle bir şey olsa gerek. Bizim
soframızda ne var, 2002 öncesindeki kurulan sofrada ne var; o rakamlardan da
kısmen bahsetmek istiyorum.
Şu anda, 2002
yılında muhtarlarımız, bizim ürettiğimiz ve… Her an, her dakika siyasetimizde
canımız, ciğerimiz olan muhtar arkadaşlarımız, ağabeylerimiz, kardeşlerimizle
beraber hizmet üretmeye devam ettik. Burada konuşulanlar, ifade edilenler
önemli ancak hatırlatmak isterim ki: 2002 öncesinde muhtar arkadaşlarımız 100
liranın altında maaş alıyorlardı.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – BAĞ-KUR primi ne kadardı?
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Bir daha şunu da rahatlıkla hatırlatmak isterim ki: BAĞ-KUR
primleri de 15 gündü, biz bunu da 30 güne tamamladık.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Vizyonel yerel yönetimden bahsediyorsun,
on sene öncesinden kurtulamamışsın.
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Peki, yeterli mi bunlar? Yeterli değil, yeterli olmadığını
biliyoruz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Gel götürelim, beraber götürelim.
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Sayıları 50 binin üzerinde olan muhtar arkadaşlarımıza, onlara biz başka
neler üretmeye çalışıyoruz? Biz e-belediyecilik, e-Devlet anlayışı kapsamı
içerisinde son derece çağdaş teknolojiyi yakından takip edebilmeleri için
dizüstü bilgisayarlar sunduk. Bu da yeterli mi? Bu da değil, yeterli değil;
bizim soframız açık, devam ediyoruz sermaye.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Yahu, dizüstü bilgisayar 300 lira, şimdi her evde var! Senin
övündüğün hizmet bu mu?
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Yani 100 lirayla kapatarak sofrayı tamamlamıyoruz, başkasının,
iktidarın sahip olduğu bütçeyi “Şöyle dağıtırım, böyle dağıtırım.” anlayışıyla
biz hareket etmiyoruz.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Laptopu olmayan ev var mı yahu?
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Biz bu bütçeyi size verdiğimiz zaman, popülist politikalarla
vatandaşın bir cebine koyup öbür cebinden de enflasyon olarak almıyoruz.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Dağıttığın sosyal yardımları açıkla bakalım popülist olmayan
kardeşim!
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Onun için diyoruz ki: Muhtar kardeşlerimiz, arkadaşlarımız bu
ülkede bizim için önemlidir.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Hocam, muhtarları konuş, muhtarları konuş!
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta)- Dağıttığın sosyal yardımları bir açıkla bakayım!
BAŞKAN – Sayın
Aslanoğlu… Sayın Korkmaz, lütfen.
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Türkiye’de 34.405 köy, 18.460 mahalle bulunmaktadır. Artık,
ülkelerin değil şehirlerin yarıştığı bir ortamda biz vizyonel
kent kimliği denilen olguları tartışıyoruz. Bütün bu olguları ve yeni
kavramları AK PARTİ iktidarlarıyla beraber bu ülke tanımaya başladı. Biz, AK
PARTİ iktidarları döneminde köylerin içme suyu, parke taşı gibi altyapı
sorunlarını muhtarların işlerini kolaylaştırma bağlamında ve insanımıza hizmet
noktasında çok ciddi hizmetleri sunduk. Biz muhtarları hiç unutmadık.
Özellikle, sosyal güvenlik priminden özlük haklarının iyileştirilmesine,
muhtarların imkânlarının artırılmasına, binalarının yenilenmesine ve bilgisayar
verilmesine kadar birçok katkı sağladık.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Hangi muhtara bilgisayar verdiniz Sayın Gök? Hangi
muhtara verdiniz?
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Köy muhtarlarının primlerini 15 günden 30 güne tamamladık.
BAŞKAN – Sayın
Aslanoğlu, lütfen, böyle bir usul var mı? Lütfen.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Böyle bir şey yok Sayın Başkan. Hangi muhtara bilgisayar
verdin?
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Muhtarlarımıza çok büyük önem vermekteyiz. Onlar bizim gözümüz
kulağımız.
BAŞKAN – Sabredin
lütfen.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Hamaset… Hamaset… Hamaset yapıyorsun.
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Sorunları, istekleri en iyi bilen onlardır. Hükûmet olarak
muhtarlarımıza modern sağlıklı muhtar evleri inşa ediyoruz ve yine tüm
muhtarlarımıza biraz önce bahsettiğim gelişmelerden özellikle bahsettik.
Peki, yeterli
midir? Yeterli değildir. Ben de konuşmamın başında ifade ettim. Benden önceki
milletvekili arkadaşlarımın ifadeleri doğrultusunda, şu anda büyükşehir
yasasının tartışıldığı, alt komisyona indiği bugünlerde artık gündeme alınmış
ve muhtarlarımızın özlük haklarının istendiği, arzulandığı, sizlerin de ifade
ettiği, bizlerin de ifade ettiği çerçevede çok önemli bir çalışmayı başlatmış
bulunuyorlar.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) - 2008’de. beldeleri kaldırırken söz
vermiştiniz Meclise.
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – İnşallah, birçok alanda yapmış olduğumuz hizmetleri ve ülkemizde…
Özellikle dünyada, gelişmiş Avrupa ülkelerindeki küresel finans krizinin devam
ettiği bu süreçte, çok şükür, bu ülkede bir bir
yatırımlar gerçekleşmektedir, açılışlar yapılmaktadır. Onun için
diyoruz ki muhtar kardeşlerimiz, ağabeylerimiz, onlar da bizleri çok iyi biliyor.
Hiçbir zaman…
Bakınız, eğer biz seçim ekonomisi politikalarını konuşuyor olsaydık, eğer biz
uyguluyor olsaydık şu anda buradan başka ifadeleri, başka kavramları
kullanacaktık. Seçim ekonomisini hiçbir zaman uygulamadık, popülist
politikaları uygulamadık ve uygulamayacağız. Ancak diyoruz ki bu ülkenin
kaynakları bellidir, bu ülkenin bütçesi bellidir, bu ülkenin kişi başı gelir
dağılımının nereden nereye geldiği bellidir, büyüme bellidir. Onun için, AK
PARTİ iktidarları döneminde ekonomik gelişme son derece… Bugün krizle mücadele
eden Avrupa ülkelerinin yanında, elhamdülillah, Türkiye büyüme göstergelerini
konuşuyor.
Bakınız, çok
değil, bundan yetmiş beş-seksen yıl öncesinde “Hasta adam” diye ifade edilen
Türkiye, artık hasta adam değil; Avrupa Birliğine üye ülkelerin ne kadar hasta
konuma geldiklerini görüyoruz.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Ölmüş adam, ölmüş! Hasta değil, artık öldü! Öldü, öldü, Allah
rahmet eylesin!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Hocam, muhtarlar hasta, muhtarlara gel Hocam! Sayın Gök,
muhtarla gel, muhtarlara!
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) – Biz… Avrupa Birliğine üye ülkelerde, küresel finans kriziyle
mücadele eden ülkelerin yanında şu anda ekonomik göstergeler son derece
önemlidir.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Sıfır sorun, sıfır sorun! Ruhuna lillâhil
Fatiha!
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) - Değerli muhtar kardeşlerim, ağabeylerim, hanımefendiler,
beyefendiler; sizleri seviyoruz, popülist kavramlar kullanmıyoruz, kullanmak
istemiyoruz. Bütçemiz, ülkemiz ekonomik manada güçlendikçe, Sayın Başbakanımız
ifade ettiler, hep sizlerin yanında olmaya devam edecekler, sizlerin de özlük
haklarını değiştirecek olan iktidarın adresi ve yeri AK PARTİ’dir.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Hamaset, hamaset! Karın doyurmuyor! Karın doyurmuyor!
ABDULKERİM GÖK
(Devamla) - Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş
olduğu grup önerisinin kabulü noktasında olmayacağımızı, reddi noktasında
olacağımızı ve muhtar kardeşlerimizin özlük haklarının değişiklik adresinin AK
PARTİ olacağını belirterek bir kez daha hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunacağım ancak karar yeter sayısı arayacağım. Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
S.NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Arkadaşlar, muhtarların yüzüne nasıl bakacaksınız ya?
BAŞKAN – Katip üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için iki dakika
süre veriyorum. Elektronik cihazla oylama yapacağız.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
karar yeter sayısı vardır ve öneri reddedilmiştir.
Anayasa’nın
92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler
(Devam)
1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak'ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009,
12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile
birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca
17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi (3/1007) (Devam)
28/9/2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Irak'ın kuzey
bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve Türk
halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak
bütünlüğüne yöneltilmiş terörist saldırılar ve açık tehdit devam etmektedir.
Dost ve kardeş
Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük
önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak'ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve
ülkemize yönelik terörist saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla
askerî faaliyetlerini başarıyla yürütmekte, siyasi ve diplomatik girişimlerini
ve uyarılarını sürdürmektedir.
Türkiye'ye
yönelik olarak devam eden terörist saldırılara ve tehdide karşı, terörizmle
mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli
tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek
şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak'ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak'ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarihli ve 903 sayılı Kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 5/10/2011
tarihli ve 1005 sayılı Kararı ile bir yıl uzatılan izin süresinin, 17/10/2012
tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92 nci
maddesi uyarınca arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN –
Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci
maddesine göre görüşme açacağım.
Gruplara,
Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve
Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır. İstemi hâlinde
Hükûmete açıklayıcı konuşma yapabilmesi için kısa bir süre söz verilir.
Tezkere üzerinde
söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır
Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Oktay Vural, İzmir Milletvekili;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aytun Çıray,
İzmir Milletvekili; AK PARTİ Grubu adına Emrullah İşler, Ankara Milletvekili;
Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz; şahısları adına Muharrem İnce,
Yalova Milletvekili ve Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili.
İlk söz Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, sınır ötesi tezkere hakkında Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; halkımızın bize temsil hakkı vermesinden bu yana bu
Parlamentonun çatısı altında 6’ncı yasama yılımızı karşılamaktayız ve her
yasama yılının başında olduğu gibi, Meclis açılışının hemen ardından Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündemine ilk olarak gelen konulardan birisi yine savaş
tezkeresi olmuştur.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, gürültüden dolayı takip edemiyoruz konuşmaları. Genel
Kurulu sükûnete davet etmenizi isteyeceğim.
PERVİN BULDAN
(Devamla) - Bu durum, Türkiye Büyük
Millet Meclisi açısından âdeta her yıl tekrarlanan bir rutin hâline gelmiştir.
Meclisin, yasama yılı başlarken ilk mesaisini savaş hazırlıkları için harcaması
çok hazin bir durum olduğu kadar, Türkiye'nin yakın tarihine bakıldığı zaman,
asla anlaşılabilecek, akılla izah edilebilecek bir durum değildir.
1950’den bu yana
gelmiş geçmiş nice hükûmetler, yurt dışına asker göndermek amacıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisinden tam 32 kez izin aldılar. Bunlardan 27’si, resmî adıyla
“Kuzey Irak Federe Bölgesi” olan güneydeki Kürt bölgesine yönelik operasyonlar
için alındı. PKK kamplarına ilki 5 Mayıs 1983’te olmak üzere onlarca kez havadan
ve karadan askerî harekât düzenlendi. Uluslararası hukuka aykırı olarak
kimyasallar ve uluslararası sözleşmelere aykırı silahlar kullanıldı. Binlerce
asker ve gerillanın yanı sıra sivil insanlar da bu operasyonlar sırasında
öldürüldü. Askerî harekatın düzenlendiği bölgede, ne
olduğuna bakılmaksızın, hareket eden her türlü varlık hedef alındı. 17 Ağustos
2011’de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından başlatılan ve günlerce süren hava
saldırılarında, aralarında bebeklerin de bulunduğu siviller katledildi. Sivil araçlarıyla
seyahat ederken Türk savaş uçakları tarafından bombalanan araçta 7 kişilik bir
aile katledildi. Paramparça edilmiş kadın ve çocukların o dehşet veren
görüntülerini, bugün bu tezkereyi onaylayacakların hatırlamadıklarını
sanmamaktayım. Nitekim Türk Hava Kuvvetleri tarafından hava bombardımanı ile
katledilen 35 Roboskili yurttaşımızın katliamı, bir
sınır ötesi operasyon vahşetidir ve bu durum Türkiye Büyük Millet Meclisini
meşgul etmediği gibi “Bir operasyon kazasıdır, devletimizin canı sağ olsun,
komutanlarımıza zeval gelmesin.” hesabı ile sümen
altı edilmiştir. On aydır bu katliam ile ilgili soruşturmanın sürüncemeye terk
edilmesi de bunun en açık ifadesidir. Bir diğer yandan, bölgede varlık gösteren
bütün canlılar ve doğal varlıklar sınır ötesi operasyonların imha hedefi hâline
getirilmiştir. Bölge halkının hayvanları dahi telef edilmiştir. Binlerce
hektarlık ormanlık alan küle çevrilmiş, bölgedeki yaşam alanları muazzam bir
şekilde tahrip edilmiştir.
Peki ya sonuç ne
oldu? Tankla, tüfekle binlerce askeri o bölgeye sürüp, bütün bu ölümcül
faaliyetlerde bulunuldu da ne oldu? Öldürmekle tükendi mi varlığını kabul
etmediğiniz insanlar? Yirmi sekiz yılda, yirmi yedi sınır ötesi operasyonla
PKK’yi etkisiz hâle getirebildiniz mi? Kendi ülkenizde ayaklanmış milyonları
ikna edebildiniz mi Türk olmaya, mutlu olmaya, devletine duacı olmaya?
Yaktınız, yıktınız, işkence ettiniz; olmadı götürdünüz, kaybettiniz.
Mahkemelerle zaman harcamadınız, katlettiniz. Cezaevlerini insanı soluksuz
bırakacak kadar doldurdunuz. Üniversitelerden medyaya, devletin kurum ve
kuruluşlarının inkârcı faaliyetlerinden dinsel istismara kadar her türlü
ideolojik aygıtı kullandınız ve kullanmaya da devam etmektesiniz.
Bütün bunların
sonucunda huzur geldi mi binlerce yıllık güzelim topraklarımıza? Kan kokusundan
başka bir nefes aldırdınız mı yıllardır eziyet ettiğiniz bu toprakların kadim
halklarına? Herkesin refah içinde, barış içinde, daha da önemlisi güven içinde
yaşadığı bir yurt hâline getirebildiniz mi bu ülkeyi? Maalesef sağlayamadınız.
Bunca savaş çığırtkanlığı, yüz yıllık imha, inkâr ve savaş politikaları her
zaman olduğu gibi daha fazla, daha fazla kaybettirdi bizlere, halkımıza,
hepimize.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yapılan her şeyin bir sonucu vardır. Peki, yıllardır
sürdürülen bu kanlı savaşın, bu sınır içi-sınır dışı operasyonların sonucu ne
oldu? Sonuç, koskoca bir trajediden başka hiçbir şey değildir. Hâlâ temel insan
haklarını kullanarak yaşayamayan bir halk gerçeği, her geçen gün daha çok
diktatörlüğe dönüşen bir devlet yapısı, her gün toprağa verilen körpecik
evlatlarımızın ölü bedenleri bu kan siyasetinin sonucu olmuştur.
Savaşın milyar
dolarlık maliyeti Türkiye halklarını daha da fakirleştirmiştir. Göçler,
sürgünler ve şiddet sarmalı toplumsal çöküntüye neden olmuştur. Çözümsüzlük
Filistin-İsrail örneğinde nasıl olağanlaştırıldıysa, Türkiye’de de aynı
şekilde, içine saplanılan bir çözümsüzlük ve ölümler olağanlaştırılmıştır.
Kaybedilen hayatlar ve onlar için düzenlenen resmî devlet törenleri âdeta
gündelik bir mesai hâline gelmiştir. Haber bültenleri, neredeyse her gün
yitirilen çocuklarımızın ölüm istatistiklerini vermektedir insan değil de maddi
bir zayiattan söz ediliyormuş gibi. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Hükûmet
yetkilileri açıklama yapmaktadırlar, “Onlardan şu kadar, bizden bu kadar, bir
ay içinde, bir yıl içinde bu kadar ölü var.” diye. Bu kadar kanıksanır oldu
ölüm. Gelen onca ölüm haberinden iştahı kaçmayan, uykusu kaçmayan bir ülkede,
öle öle yaşar olduk. Yetmedi, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” gibi, devletin
kan güden siyasetine destek veren hamaset sloganları ile ölüme bir de güzellik
katıldı devletimiz tarafından. Evet, “Şehitler ölmez.” dediler her cenaze töreninde,
böyle böyle, binlerce çocuğumuz, basbayağı, en acı
şekilde öldü gitti işte, yaşamının en güzel çağında söndürüldü hayatları.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bildiğimiz üzere, Kürt sorunu ile ilgili devletin
izlediği kanlı politikalar ile çok kanlı ve acılı bir sürecin startı verildiği yıllardır 1990’lı yıllar. Bu sürecin ne
denli hatalar ile dolu olduğu, çok ağır sonuçlar doğurduğu ve Kürt sorununun
çözümüne ne kadar büyük mesafe kaybettirdiği, son on yıldır, hemen hemen çoğu
kesim tarafından dillendirilmektedir. Nitekim Hükûmet sözcüleri de çoğu zaman
bu görüşün tezahürü açıklamalarda bulunmaktadırlar. “Evet, hatalar vardı ama
bunların hepsi bizden önceydi.” şeklinde beyanatlarda bulunmaktadırlar fakat ne
trajiktir ki, bu dönem itibarıyla bakıyoruz ve şunu görüyoruz ki, 90’lı
yılların Kürt sorununda bir başka tezahürünü yaşıyoruz, en ağır şekliyle. Bugün
bu tezkerenin görüşmeleri bile bunun bir göstergesidir. O zaman olduğu gibi,
şimdi de sınır ötesi operasyonlara aynen devam edilmektedir. Askerî harcamalar
o zamandan daha fazla bir boyuta ulaşmış, katbekat artırılmıştır. Sadece bu yıl
için güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımları tutarı,
ocak-haziran döneminde 732 milyon lira, operasyonların artırıldığı temmuz
ayında 473,5 milyon lira, ağustos ayında ise 372,4 milyon lira olarak
gerçekleşmiştir. Örtülü ödenek ile ise
sadece ocak ayından bu yana 587,7 milyon lira, operasyonlara hız verilen son
iki ayda ise tam 156,5 milyon lira harcanmıştır.
Sonuç olarak
buradan şuraya varıyoruz: Düşük yoğunluklu savaş orta yoğunluklu savaşa
dönüşmüş, otuz yıldır hiç yapılmadığı kadar savaş harcamalarına ağırlık
verilmiştir.
Sadece askerî
harcamalar değil, siyasi gözaltı ve tutuklamalarda da otuz yıllık sürecin
zirvesi yaşanmaktadır. Darbe dönemi de dâhil olmak üzere hiçbir dönemde AKP
Hükûmeti döneminde olduğu kadar hapishaneler doldurulmamıştır. Bu yolla, Kürt
siyasal hareketi tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Bugün itibarıyla 10 bin
civarında Kürt siyasetçi ve 9 milletvekili tutuklu bulunmaktadır.
Basın, belki de
tarihinde hiç olmadığı kadar markaj altındadır ve
görülmemiş düzeyde gazeteci parmaklıklar ardına kapatılmıştır. Özgür basının
sesi susturulmaya çalışılırken, diğer taraftan, hemen hemen bütün televizyon
programları ve diğer yayınlar resmî ideoloji ekseninde sansürlenerek servis
edilmektedir.
Bütün bunlar ile
beraber toplumsal barışta bozulma meydana gelmiş, ülkenin farklı yerlerinde
çeşitli bahaneler ile sürekli linç girişimleri yapılmıştır. Yargısız infazları
90’lı yılların fiili olarak tanımlayan AKP döneminde ise AKP’nin bizzat
çıkardığı kanunlar sayesinde bu infazlar artık aleni bir şekilde sokak
ortasında yapılmaktadır. Çocuk, genç, ihtiyar, her kesimden insan polis ve
asker kurşunu ile ya da gaz bombası ile yaralanmakta ve de öldürülmektedir.
Türk adalet
sistemi, 90’lı yılların
DGM’lerini hiç aratmayacak şekilde, özel yetkili mahkemeler
aracılığıyla adalet sisteminin belini iyice bükmüştür. Kocaman adalet
saraylarının yapıldığı ülkemizde hâlâ adalet sistemi oluşturulamamış, adalet arayışçılarına binlerce adalet mağduru daha eklenmiştir. Hâlâ
en insani talepler için tutuklular ölüm orucuna yatmaktadırlar.
12 Eylül 2012
tarihi itibarıyla 7 cezaevinde başlatılan süresiz, dönüşümsüz açlık grevleri,
bugün tam 34 cezaevinde 265 tutsağın katılımıyla 29’uncu gününü
tamamlamaktadır. Onlarca siyasi tutuklu, PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın
Kürt meselesinin çözümünde rolünü oynayabileceği koşullarının sağlanması ve ana
dilde eğitimin önündeki tüm engellerin kaldırılması amacıyla bedenlerini ölüme
yatırmışlardır. Ne var ki devlet her zamanki tavrında hiçbir değişiklik
yapmamakta, bütün bu taleplere karşı her zamanki kayıtsızlığını göstermektedir,
ne toplumsal talepleri dikkate almakta ne de yaşatmak için herhangi bir çabanın
içerisine girmektedir. Şairin dediği gibi:
“Türkü yine o
türkü,
Sazlarda tel
değişti.
Yumruk yine o
yumruk,
Bir varsa el
değişti.”
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sorunun kendisini çözüm olarak ortaya koymak ve bir
yöntem olarak benimsemek, Türk devlet aklının hiçbir zaman ders almadığı
tarihsel yanılgısı olmuştur. Sonuçta ülke bir çözümsüzlük sarmalına saplanıp
kalmıştır. Bunun faturası ise canıyla, kanıyla, malıyla en ağır şekilde
halkımıza ödetilmiştir. İşte, bütün bu nedenlerden ötürü Kürtler “…”(x) “Artık
yeter!” diyorlar, bu savaş nasıl başladıysa böyle de bitebilir. Savaşmadan,
diyalog yoluyla bir çözüm geliştirilebilir, onurlu ve kalıcı bir barış ortamı
sağlanabilir; bunun için tamamen tarafların samimi, güven veren adımları
atmasına ihtiyaç vardır.
Devletler kendi
toprakları üzerinde yaşayan halklarının haklarını gözetip koruyarak sağlam bir
yapıya kavuşur ve güç kazanır. Bu noktadan hareket edilerek en doğru adımın
atılacağı kanısındayız. Bu sorun, ne asimilasyon ne inkâr ne de silahla
çözülemez. İşte, yakın tarihimiz bunun en iyi kanıtıdır. Bugün kalkıp darbe
paşalarını, tarihin değme diktatörlerini, faşistlerini dahi geride bırakacak
açıklamalar yaparsanız, bu sizin hiç de hayra alamet olmayan niyetinizi belli
eder ki bu niyet, bu zihniyet bu ülkeye tam yüz yıl kaybettirmiştir.
Sayın Başbakanın
açıklamalarındaki çelişkilerin ve siyasi tutarsızlıklarının ayyuka çıktığı
malumumuzdur. Lakin bunları geçtik; biraz vicdan, el insaf demek istiyorum
kendisine. Her seferinde “Kürt kardeşlerim” diyorsun sonra da kardeşine “Senin,
ana dilinde eğitim yapma hakkın yoktur.” diyorsun. “Bana var fakat sana yok.”
diyorsun. İnkâr ediyorsun, reddediyorsun, gasb
ediyorsun. Zalimlik değil de ya nedir bu sizin yaptığınız? Hangi düşüncede,
hangi dinde, hangi hukukta var sizin bu söylediğiniz? Dinimizde diller ayetten
sayılır fakat inkârcılığınızı, kibrinizi öyle bir noktaya taşımışsınız ki,
ayete bile saygınızı yitirmişsiniz.
(x)
Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
Binyıllardır
beraber yaşadığımız bu topraklar üzerinde sana hak olan şey neden bana hak
olmaktan çıkmıştır? Türk’ü, Kürt’ten üstün yapan şey nedir? Ancak bir köle
efendisinin sahip olduğu haklara sahip olamaz, lakin ne siz efendisiniz ne de
bizler bir köleyiz; ne teniniz bizim tenimizden daha üstün ne de diliniz bizim
dilimizden daha kıymetlidir. Ana diliniz size ne kadar haksa bize de en az o
kadar haktır.
Bugün bin türlü
asimilasyon politikalarınız ve yasaklarınız ile yorgun düşmüşse dilimiz,
dilimize “Medeni değil.” diyen zihniyetiniz, bu barbarlığı savunan başınız
utansın.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ezeli beri bu coğrafyada dili ile kültürü ile Kürt
olarak yaşamış bir halkın, dilini asla pazarlık konusu yapmayacağını herkes çok
iyi bilmelidir. Kimse, Kürtçe seçmeli ders uygulamasının kâfi olduğunu bizlere
telkin etmeye yeltenmesin. Bizler doğarken ana dilimizi seçmedik ki eğitim
alırken de seçelim. Ana dil seçiliyor mu ki seçmeli ana dil dersi olsun?
Korkarım ki bu zihniyet ile yakında hızınızı alamayıp, “seçmeli millet”
kavramını ortaya atıp bizlere seçmeli Kürt olma seçeneğini sunacaksınız.
“Kürtlere hak tanıma” adı altında dayattıklarınız bu kadar akıl dışı ve
komiktir maalesef.
Bizler, Barış ve
Demokrasi Partisi olarak, iki dönemdir bu Parlamentoda, barış siyasetinin
gereklerini gücümüz yettiğince yerine getirmeye çalıştık. Bütün yasama
faaliyetlerimizi ve söylemlerimizi barışın ve demokrasinin elini güçlendirmek,
sesini yükseltmek adına yaptık. Meclisi çözümün yeri olarak gördük. Gerek etnik
gerek cins ve gerekse sınıfsal eşitsizliğe kaynak oluşturan yasaların
değiştirilmesi için sayısız teklif verdik. Karanlıkta kalan olayların
aydınlatılması için, mevcut sorunların araştırılması için bir o kadar araştırma
önergesi verdik. Ancak, bugüne kadar bu çalışmalarımızın hiçbirine en ufak bir
destek sunulmadı yahut olumlu bir yaklaşım sergilenmedi. Çalışmalarımız ya
görmezden gelindi ya da Parlamentonun çoğunluğunun gölgesinde kaldı. Lakin bu
mücadelemizi, her şeye rağmen, her zamankinden daha kararlı bir şekilde yürütme
azmimizi asla kaybetmedik ve kaybetmeyeceğiz de. Bu bizim, bizleri destekleyen,
desteklemeyen bütün Türkiye halklarına karşı tarihsel sorumluluğumuzdur.
Bizler, bu ülkenin demokratikleştirilmesi, savaşlara ve acılara son verecek bir
çözümün geliştirilmesi için hiçbir mazereti mevzu konusu yapmadık, yapmayız.
Çünkü biliyoruz ki mazeret demek daha fazla oyalamak ve daha fazla ertelemek
demektir. Bu da daha fazla gözyaşı ve daha fazla ölüm demektir.
Çocuklarımız
ölsün istemiyoruz, hiç kimsenin yüreği yansın istemiyoruz. Yaşamını yitiren her
gerilla da, her asker de geride bıraktıklarını yakıp gidiyor. Bu nedenle,
Başbakanın kime ağlayıp kime ağlamadığı hiç fark etmez çünkü Başbakan anlamasa
bile, yaşamını yitiren insan olduktan sonra, geriye kalan acının telafisini
yapmak imkânsızdır. Bu nedenle, Sayın Başbakandan, bu ülkenin Başbakanı olarak
sadece ama sadece halkına karşı sorumlu davranarak hiçbir gerekçeye mahal
vermeden, hiçbir hesaptan çekinmeden adım atmasını ve bu kanlı sürece bir son
verecek müzakereleri acilen başlatmasını talep ediyoruz.
Emniyet
Müdürünüzün dahi gerisine düşen açıklamalarınız, yüz yıllık inkârı besleyen
fetvalarınız, içine girdiğiniz milliyetçilik yarışı, Orta Doğu’da yelken açmaya
uğraştığınız savaş serüveni, sizi bu sorumluluktan uzaklaştırdığı gibi bu
ülkeyi de bir felakete sürüklemektedir. Mevzu Kürtlerin hakları olunca hemen
savaş tezkereleri çıkarmanız zorbalıktan başka bir şey değildir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
PERVİN BULDAN
(Devamla) – Bir başka ülkenin sınırları içerisinde dahi olsa Kürtlerin temel
haklarını elde etmesini engellemek için dahi savaş tezkereleri çıkardınız.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, toparlaması için bir dakika süre verin.
PERVİN BULDAN
(Devamla) – Bugünkü savaş tezkeresiyle de askerin ülke sınırları içerisinde
kangrenleşmiş bir sorunun kaynağını…
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
PERVİN BULDAN
(Devamla) – …gidip sınır ötesinde çözeceğini hesap ediyorsanız, alın, yakın
tarihi defalarca okuyun. Zira yeni ölümleri getirecek bu tezkerenin vebali
burada “Evet.” oyu verecek herkesin boynundadır. Bizlerin asla bu vebalin
ortağı olmayacağımızı ve “Ret.” oyu kullanacağımızı belirtir, hepinizi saygıyla
selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Tezkere üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Oktay Vural, İzmir Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli
milletvekilleri, bugün burada, 17 Ekim 2007 tarihinde Hükûmete verilmiş olan
tezkere yetkisinin uzatılmasına dair görüşlerimizi bildirmek üzere Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize
saygılarımı arz ediyorum.
Bu tezkere
hakkında görüş ve düşüncelerimi ifade etmeden önce bir hususa açıklık getirmek
istiyorum: Bugünkü birleşime başlamadan önce müzakerelerin sırası konusunda
yapılan tartışma ve değerlendirmelerde, Sayın Genel Başkanımızın Türkiye Büyük
Millet Meclisine gelme saati bir sebep olarak ifade edilmiştir. Şunu ifade
etmeliyim ki Sayın Grup Başkan Vekilimizin bu konudaki ifadesi bir yanlış
anlamadır. Sayın Genel Başkanımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisine geliş
saatine göre çalışmaların düzenlenmesi gibi bir talebi olmamıştır. Böyle bir
yanlış anlamadan dolayı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisinden özür diliyorum.
Sayın Genel
Başkanımız ve Milliyetçi Hareket Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi
çalışmalarına büyük saygı gösteren ve her zaman en üstte gören ve millet
iradesini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüksek şahsiyetini ve bu iradenin
egemenliğini hep odağında tutan bir siyaset anlayışına sahip olduğunu bu
vesileyle ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, bir konuyu da burada belirtmek istiyorum. Evet, Ankara’da ve
yurdun çeşitli yörelerinde, şehit aileleri, gazilerimizin 13 Ekimde Ankara’da
“Teröre Karşı Halk” adı altında bir miting düzenleme ve bu mitinge çağrı
yazıları ve billboard’ları
yer almıştı. Maalesef, bugün bana verilen bir bilgiye göre, bu miting, Ankara
Valiliği tarafından iptal edilmiştir ve siyasi iradenin talebi üzerine iptal
edilmiştir. Yani bu teröre karşı millet durmayacak da kim duracak? Dolayısıyla,
böyle bir millî duruşu temsil eden bu iradenin bu şekilde demokratik hakkının
engellenmesini de doğrusu Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak kabul
edemeyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Bir an önce, bu konuda demokratik bir
şekilde teröre karşı milletin nasıl dimdik ayakta durduğuna ilişkin böyle bir
demokratik tepkinin ortaya konulduğu bir mitinge izin verilmesi konusunda
Hükûmetin devreye girmesini de bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak geçmişte olduğu gibi
her zaman terörle mücadele konusunda hukukun üstünlüğünü ve meşru güçlerini
kullanması gerektiğini savunduk ve bu amaca ulaşmasını arzu ettiğimiz bu
tezkereyi de 2007 yılından bu yana destekliyoruz. Aslında, 2007 yılına kadar
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkaramadığı tezkerenin Milliyetçi Hareket
Partisinin 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer almasından sonra
çıkarılmış olmasıyla terörle mücadele konusunda bir inisiyatif
oluşturma bakımından katkı sağlamış olduğumuza da inanıyoruz.
Tabiatıyla, bu
tezkereyi biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Hükûmete veriyoruz ama
Hükûmete “Terörle mücadele et.” diye veriyoruz, “Terör örgütüyle müzakere et.”
diye vermiyoruz, “Terör örgütünü bertaraf et.” diye veriyoruz, “Terör örgütünü
taraf hâline getir.” diye vermiyoruz. O bakımdan, Türkiye Büyük Millet
Meclisine Hükûmetin sunduğu gerekçe istikametinde verdiğimiz tezkerenin anlamı
ve önemine binaen hareket edilmesini istemek milletin hakkıdır,
milletvekillerinin de hakkıdır. O bakımdan, burada verdiğimiz tezkereyle, bu
milletin egemenliğini ortadan kaldırmak isteyenlere, güvenliğimizi ortadan
kaldırmak isteyenlere karşı egemenliğimizi temsil eden Türk Bayrağı’nın
iradesinin orada hâkim olmasını istiyoruz; arzumuz ve isteğimiz budur.
Bu bakımdan,
terör sorununa yönelik aldığınız tedbirler istikametinde, Milliyetçi Hareket
Partisinin terör sorunu olarak gördüğü bu konu hakkında, 2002 yılında terörle
mücadeleyi kazanmış bir Türkiye'nin bugün, 2012 yılında terör örgütünün muhatap
alındığı bir Türkiye hâline dönüştüğünü de hep beraber, birlikte görmemiz
gerekiyor. Gerçekten, bu tezkereyle, aynı zamanda terörle mücadele konusunda
neler yapıldı, neler yapılmadı, bütün bunların da elbette değerlendirmesinin,
muhasebesinin yapılması gerekmektedir. Türkiye’yi on yıldan bu yana AKP
Hükûmeti yönetmektedir.
Değerli
milletvekilleri, aslında ilk yetki 2003 yılında verildi. 2003 yılında verilen
yetkiyle -ki orada ifadeleri bulunmuştur- PKK-KADEK militanlarının
faaliyetlerine hız verdiği, yeni tertipler içine girdiği ifade ediliyor;
Irak’ın etnik temelde parçalanmaya yönelik girişimlerin yoğunluk kazandığı ve
bu gelişmeler karşısında caydırıcı olmak için de Türk Silahlı Kuvvetlerinin
mevcudiyetiyle mümkün olduğu ifade ediliyor.
Şimdi geldiğimiz
bu noktada 23 Mart 2003 tarihinde Sayın Başbakanın Newsweek dergisine verdiği
bir mülakatta diyor ki: ”Anlaştık, 12 buçuk mil giriyoruz ve bu konuda kimseden
izin almaya ihtiyacımız yoktur.” diye ifadelerde bulunurken maalesef Türkiye Cumhuriyeti
devleti “Irak’ın kuzeyinde mevcudiyetimizle bu oyunları bozarız.” diyen
tezkereye rağmen Irak’ın kuzeyine girmemiştir. Neden, kim tutmuştur? Millet
iradesi vardır ama siyasi irade oluşmamıştır. O zaman, sorgulanması gereken, bu
süreç içerisinde PKK terör örgütüyle mücadele anlamında hangi stratejiler
kimlerin isteğine göre uygulandı ve neden bugünlere kadar geldik? Ve bugün
geldiğimiz bu noktada etnik kimlik adı altında parçalanmanın Irak’ta yaşandığı
bir ortamı görüyoruz.
Bakın, 2007
yılından itibaren bu tezkerelerin hepsinde yer alan başlangıçtaki 2007 yılında
tezkerede şunu söylüyor: “Irak’ın kuzeyinde PKK millî birliğe, güvenliğe,
toprak bütünlüğüne saldırıyor ve açık bir tehdittir. Siyasi ve diplomatik
girişim ve uyarılarda bulunduk, istenilen sonuçlar alınmadı. Terör
tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla Türk Silahlı
Kuvvetlerinin görevlendirilmesi.”
2007 yılında
diyor ki: ”Siyasi ve diplomatik girişimlerden fayda alamadık.” Diyor. “O zaman
Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücüne ihtiyacımız var.” diyorlar.”
Peki, 2008
yılında ne diyor? Yine sebepler aynı, yine açık tehdit, yine toprak bütünlüğü,
yine terör örgütünün bertaraf edilmesi amaçları var ama orada şunu söylüyor,
diyor ki: “Askerî faaliyetler başarılı; siyasi, diplomatik girişim ve uyarılar
devam ediyor.” 2008’den bu yana Hükûmetin siyasi ve diplomatik uyarıları devam
ediyor, askerler başarılı, terör artıyor.
Şimdi bu tezkere
başlı başına Hükûmetin siyasi girişimlerinin ve uyarılarının başarısız olduğunu
ortaya koyuyor, tezkere kendisi söylüyor. Devam ediyor, devam ediyor, devam
ediyor. Bu tezkerelere bakıldığı zaman, Hükûmetin başarısız bir terörle mücadele
anlayışını ortaya koyduğunu göstermektedir. Yani PKK terör örgütünü bertaraf
etmek amacıyla, bu tezkereyle izin istiyorsunuz ama söylüyorum: Taraf
olduğunuzu nasıl bertaraf edeceksiniz? Bugün taraf oldunuz. Maalesef bir
taraftan terörle mücadele adı altında bertaraf etme iradesi ortaya konurken,
siyasi irade, siyasi girişimler adı altında terörle müzakere zeminini
oluşturmuştur. Bu bir paradoks oluşturduğu için maalesef Türkiye’de terörle
mücadelede başarısız bir dönem yaşanmaktadır, işin özü budur.
Bugün geldiğimiz
bu noktada, PKK gücünün bugün nasıl ve neden arttığını sorgulamak ve Kandil’de
PKK’nın neden bertaraf edilmediğinin hesabının verilmesi gerektiği bir döneme
geliyoruz. Bugün, “Vur-kaç taktiğinden, vur-kal taktiğine dönüşen PKK; nasıl
taraf hâline dönüştürdük, neden bunlar başımıza geldi?” diye AKP’nin
kılavuzlarının düşünmesi gereken bir husustur.
AKP terörle
mücadelede bir paradoksun tuzağına düşmüştür. Açık ve nettir. Bu paradoks,
terör örgütünü, terörü bir sorun olmaktan ziyade terör örgütünün, terörün
kullandığı ve ulaşmak istediği amaçları belirleyerek bunları çözmeye yönelik
kök sebeplere inmeyi yani bir siyasal çözüm oluşturma hedef hâline gelmiştir.
Bu bir paradokstur. Aslında böyle yapmakla PKK terör örgütünün kök sebeplerine
inmek suretiyle bir bakıma terörün bir araç olarak kullanılmasını teşvik eden
bir yaklaşım olmuştur. Böylelikle PKK terör örgütü kendilerinin haklı olduğunu
ve meşru olduğunu ve kendi amaçlarına ulaşabileceği konusunda cesaretlendiren
bir yaklaşım tarzı ortaya konmuştur.
Her bir suçun kök
sebebi vardır. Bugün geldiğimiz bu noktada İzmir’de kanserli bir hastanın
kendisine yeşil kartın iptal edilmesi üzerine pompalı silahla yaptığı bir eylem
neticesinde 16,5 yıl hapis cezası aldı ve Sayın Cumhurbaşkanına affedilmesi
için… 6 aylık ömrü vardı ama Sayın Cumhurbaşkanının vakti kalmadı. O yeşil
kartı iptal edilenin de sebebi vardı.
Eğer siz terörü
ortadan kaldırmak yerine terörün sebeplerine inmeyi hedeflerseniz terör örgütü
siyasi amaçlarına ulaşma noktasında cesaretlenir. Bu yönden
bakıldığı zaman, terör örgütünün sebeplerine inip bu sebepleri ortadan
kaldırmaya yönelik hareketler nihai amacı olan siyasi hedeflerine odaklanmak
için bir imtiyaz oluşturmuştur; böylece teröre meşruiyet alanı, siyasal amaçlar
doğrultusunda çözüme kavuşturma meşruiyeti oluşturmuştur ve bugün maalesef AKP
bu paradoksun içine düşürülmüştür ve bu yönüyle bakıldığı zaman terörle
mücadelede yapılması gereken husus şudur: Terörün sebepleri, terörün Kürt
sorunu olduğuna ilişkin ifadelerin hepsini reddetmek ve bunun makul bir ifade
tarzı olduğunu ifade edenlere karşı bu ifadeleri de reddetmek ve bunun bir
meşruiyet alanı oluşturmayacağını belirtmektir. Böyle bir davranış
yerine başka bir davranış terörü azdırır ki nitekim azdırmıştır. Terörist eylemlerin
suç olduğu açıktır, cezalandırılmalıdır. Politik diyalog ve müzakere aracı
olarak kullanılmamalıdır. Eğer siz, terör örgütüyle müzakere ederseniz silahın
bir diyalog ve müzakere aracı olduğunu ortaya koymuş olursunuz. Terörün
sebeplerine inerek sözde çözüm arayışı aslında bu terör örgütünü yönetenlerin,
bu yöntemi kullanmasını da teşvik eder. O bakımdan, eğer siz, terör örgütünü
dize getirmek istiyorsanız terör örgütünü yönetenlerin siyasal amaçlarını
meşrulaştırma çabalarından vazgeçmeniz gerekir. Vazgeçmediğiniz
sürece terör örgütü size masa kurar, siz de tıpış tıpış
Oslo’lara gidip o masalarda çözüm ararsınız ve o
masalarda çözüm aradığınız zaman barış için çözüm aradıklarını, terörle
mücadele için bir çözüm aradıklarını söyleyenler aslında o masada oturanların
nasıl 1,2 milyon euro’ya tanksavar pazarlığı yaparak
yakalandığını gördüğü zaman demek ki bir elleri silahta, bir elleri masada
olanlarla müzakere ediyorsunuz. Böyle bir tarzda terörle mücadele etmek
mümkün değildir.
Bu çerçevede
siyasal çözüm arayışı Türkiye'de ve Türkiye dışında iki temel yanlış
değerlendirmeye götürmüştür. Türkiye'de, terör örgütünün devletin ve milletin
yeniden tanımlanmasına yönelik talepleri meşrulaştırılmış ve
değerlendirilmiştir. Ne hazindir ki Türk milletinin millî kimliği, dilimiz,
cumhuriyetimizin şekli olmak üzere hepsi devletin ve milletin yeniden
tanımlanması gerektiğine ilişkin PKK’nın siyasal amaçları uğruna sahip
olduğumuz bütün değerler ayrıştırılmaya çalışılmıştır. İşte bu siyasal amaç,
aslında AKP’nin düştüğü ilk yanlış olmuştur. Bu yanlışa düşmesinin de önemli
bir sebebi vardır: Adalet ve Kalkınma Partisinin “millet ve devlet” tanımında
sahip olduğu siyasal düşünce. Eğer, bir dışişleri bakanı
“Milliyetçilik parçalanma getirir.” diyorsa, Öcalan 2007’de “Ulusçuluk, o kadar
çatışma o kadar bölünmedir.” diyorsa, eğer Dışişleri Bakanı “Ulus devlet
organik yapıları dağıttı, suni kimlikler meydana getirdi.” diyor, Öcalan da
2007’de “Ulus devlet, parçalanma, bölünme getirir.” diyorsa, bugün Türkiye
Cumhuriyeti bakanlık makamlarında oturanlar “Ulus devlet fikri yerine
uluslararası iş birliği yapan devlet fikri benimsenmelidir.” diyorsa, eğer
muhafazakâr demokrat kitapçığında “Etnik gruplara özerklik tanınmalı, makul
ölçüde özerklik tanınmalı.” diyorsa, AKP’nin bu paradoksa düşmesinin siyasal
bir amacı da vardır.
Bu yönüyle
bakıldığı zaman, AKP’nin bu paradoksa düşmesinin bir başka sebebi de askerî
vesayettir. Bunu, Sayın Gül, 28 Temmuz 2003 tarihinde Wolfowitz’te
yaptığı bir kahvaltılı yemekte açıkça ortaya koymaktadır. “Sivilleşme”
adı altında, “askerin güç kazandığı zeminlerin ortadan kaldırılması” adı
altında, “terörle mücadelede eski yöntemler” diye güvenlikçi yöntemler yerine
siyasal çözüm ön plana getirilmiştir ve bu yönüyle bakıldığı zaman, ikinci
adımda Irak’ın kuzeyinde askerî varlığa son vermek, işte bu iki askerî
vesayetin kaynağı olarak belirtilen terörle mücadelede bu paradoks hatasına
düşmesi, askerî vesayetin kaynağı olarak terörle mücadeleyi görmesi, aynı
zamanda Irak’ın kuzeyindeki askerî varlığımızdır. Bu iki hata AKP’nin
terörle mücadele yerine terörle müzakere anlayışına ittiğini gayet açık ve net
bir şekilde görüyoruz.
İşte bu safhada,
2002 yılında terörist başı İmralı’da hücresinin yolunu bulamayan bir mahkûmdu,
bugün Türkiye’ye yol haritası sunacak hâle gelmiştir. Başbakan çözümü terörist
başının iki dudağı arasından bekler olmuştur. 2002 yılında gardiyanlarla
muhatap olan İmralı canisi şimdi siyasi iradenin muhatabı olmuştur. 2002
yılında “Devlete hizmet etmeye hazırım.” diyen İmralı canisi bugün “Devlet bana
nasıl hizmet eder?” noktasına gelmiştir. 2002 yılında yargı Türk milleti adına
egemenliğini kullanarak hesap soruyordu, bugün terör örgütü ile Oslo’da
pazarlık yapanlar yargıyı terör örgütünün emrine verdiğini gösteriyor. 2002’de
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” deniliyordu, bugün Oslo’da “Şehitler ölür,
vatan bölünür.” diyenlerin müzakerecisi vardır. 2002 yılında şehitlerimiz için
gözyaşı dökülürdü, bugün teröristler için gözyaşı döken emniyet amirlerinin,
bunu insani ve vicdani bulanların yönettiği bir ülke vardır. 2002’de terörle
mücadele eden polisimiz, askerimiz gururluydu, komutanları gururluydu; bugün
teröristle mücadele edenlerle mücadele edilir bir Türkiye oldu. 2002’de
terörist başını getirenler, sorgulayanlar gururluydu; bugün onlar tutuklu.
2002’de her yer PKK için güvensizdi şimdi, her yer PKK için adeta bölge hâline
getirildi. 2002 yılında teröristler yalnızca dağdaydı, şimdi şehirlerimizin
ortasında bombalar patlatıyor; kaymakamı, öğretmeni kaçırıyor. Dün İmralı
canisi terörist başıydı, bugün Genelkurmay Başkanı terörist başı oldu. İşte,
aslında bu gelişler AKP’nin terörle mücadele politikasının Türkiye’yi hangi
noktaya getirdiğini ortaya koymaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz,
Türkiye’nin sorununun bir terör sorunu olduğunu ve bu terör sorunuyla mücadele
etmek için de politik, askerî, mali ve psikolojik desteklerin kesilmesi
gerektiğini düşünüyoruz ve bu tezkerenin amacının da özellikle askerî
destekleri sağlayan Irak’ın kuzeyinde PKK yuvalanmasının bertaraf edilmesi
amacıyla kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OKTAY VURAL
(Devamla) – O bakımdan Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tezkereye her zaman
olduğu gibi olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılarımı arz
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Aytun Çıray, İzmir
Milletvekili.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle ben de
gazilerin ve şehit ailelerinin yapacakları yürüyüşün iptal edilmesini
kınadığımı ifade etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, söz konusu Hükûmet tezkeresi için söz almış bulunuyorum. Amacım,
AKP yönetiminin artan terörden nasıl sorumlu olduğunu ve önceki tezkere
kararlarını askerlik görevinin bitmesi şeklinde yorumladığını ortaya koymaktır.
Milletimize
psikolojik harekât uygulayan bir Başbakanın zorbalık rejiminde bu kürsüde çok
açık sözlü olmak zorundayız. Şimdi, bu görev ve sorumluluğu partim adına
elimden geldiğince yerine getirmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye çok kötü yönetiliyor. Başbakan, gerçekleri sürekli
çarpıtıyor. Suriye’nin “Ben düşürdüm.” diye ilan ettiği uçağımızda 2 şehit
vermemize sessiz kalan Sayın Başbakan, isteseydi önleyebileceği elim Akçakale
olayı üzerine geçen hafta alelacele savaş tezkeresi getiriyor. O kadar acele
getiriyor ki sabaha alıyorlar tezkereyi. Biz “Acaba öğleden sonra savaşacaklar
mı?” diye beklerken AKP sözcüleri televizyonlara dağılıp “Biz bu tezkereyi
savaş için çıkarmadık.” demeye başlıyorlar.
Değerli
arkadaşlar, bu o kadar ileri gitti ki Sayın Başbakan “Blöf yapmıyoruz.” demek
zorunda kaldı. Gerçi inandırıcılıklarını kaybettiler ama bu Hükûmetin düştüğü
durum yine de bizi üzüyor. Bakın, niçin inandırıcılığınızı kaybettiniz? Çünkü
siz Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde süt dökmüş kedi gibiydiniz. (CHP
sıralarından alkışlar) Mavi Marmara olayında 9 vatandaşımız katledildi, hâlâ
İsrail’e özür diletemediniz.
İSMAİL AYDIN
(Bursa) – Hadi oradan be!
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) - En önemlisi gittikçe yalnızlaşıyorsunuz, yalnızlaştıkça
sertleşiyorsunuz Değerli AKP’liler biz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanın bu
hâllere düşmesinden hiç memnun olmayız. Keşke Başbakan büyük Türkiye’nin
ağırlığını taşıyabilseydi. O zaman caydırıcı olmak için tezkereye gerek kalmazdı.
Apo’yu Suriye’den nasıl çıkarttık hatırlasanıza.
Zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz Hatay’da “Sabrımız taştı.” dedi. Ardından Kara
Kuvvetleri Komutanı Ateş Suriye sınırına gitti. ”PKK’yı himaye etmeye devam
ederseniz müdahale ederiz.” dedi. Sonra da 1 Ekimde Meclis açılışında zamanın
Cumhurbaşkanı Demirel kararlı ifadelerle “Suriye’ye müdahale ederiz.” dedi.
Ertesi sabah Apo’yu kapının dışına koydular. Bu
yüzden “Tezkereyi caydırıcı olmak ve acil durumlar için çıkardık.” sözünüz de
doğru değildir. Çünkü böyle acil durumlar için zaten Anayasa Cumhurbaşkanına
yetki vermektedir.
Peki değerli
arkadaşlar bu örneklerden çıkaracağımız sonuç ne biliyor musunuz? Çok üzülerek
söylüyorum: Bizim Başbakanın kibrinin arkasında korkuları var, bizim Başbakan
korkuyor. Bunu sadece TÜSİAD Başkanı sezmiş olsa sorun yok da, bütün dünya
bizim Başbakanın korktuğunu fark etmeye başladı. İşte böyle zamanlarda korkak ve başarısız
siyasetçiler, başarısızlıklarını örtmek için, diktalarını pekiştirmek için,
savaşı çare görebilirler. Bakın, Zaman gazetesi yazarı -son karar üzerine-
İhsan Dağı ne diyor: “Kimse unutmasın, savaş ve çatışma anlarında toplumu
hizaya sokarlar.” Değerli arkadaşlar, bir önceki tezkereye evet diyen herkese
sesleniyorum buradan. CHP
Esad’ın yanında yer almadı, almaz ama Esad kadar hukuk tanımaz
olan Erdoğan’ın sıfır sorun iddiasıyla başlayıp savaşa varan şahsi davasının
yanında da yer almaz Cumhuriyet Halk Partisi. CHP sadece millî davaların
arkasında yer alır arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Suriye meselesi
Türkiye'nin millî davası değildir; daha önemlisi, mevcut Dışişleri Bakanı
yüzünden millî felaketimiz olabilir çünkü Suriye’yi karıştırdığımız yetmedi,
şimdi de uçak meselesi yüzünden Rusya’yla bozuşuyoruz üstelik enerjide
Türkiye’yi tam göbeğinden Rusya’ya bağlamışken. On yıldır enerji yatırımı
yapmadınız bu ülkede, on yıldır. Yarım kalmış Ilısu Barajı’nı bile
bitiremediniz. En büyük eseriniz Ağaoğlu İnşaat! Bütün bunlara rağmen Suriye
millî davamız olsaydı eğer savaşa en önde gitmeyen namerttir namert,
arkadaşlar! (CHP sıralarından alkışlar) Siz savaşmak için millî dava mı arıyorsunuz?
İşte, ilk hedefiniz Kıbrıs o zaman. Kıbrıs’ta bizim hakkımız olan gazı
paylaşıyorlar, petrolü paylaşıyorlar; çıt çıkaramıyorsunuz çıt! Kıbrıs
siyasetiniz Piri Reis gibi Akdeniz’in sularına gömüldü gitti.
Değerli
parlamenterler, Sayın Başbakan terörün hiçbir zaman sıfırlanmadığını söyleyerek
bizi aptal yerine koymaya çalışıyor. Gerçekte AKP iktidara geldiğinde
Türkiye’de durum şuydu: Muzaffer bir devlet, yenilgiyi kabul etmiş bir terör
örgütü, “Devletime ve milletime hizmet etmeye hazırım.” diyen bir Apo. Eğer Türkiye bir müzakere yapacaksa işte o günlerde bu
müzakereyi yapmalıydı. PKK’nın mücadele azminin kırıldığı o gün müzakere edip
silah bıraktırılmalıydı. Derhâl genel af ilan edilmeli; ardından ekonomik,
sosyal ve psikolojik büyük bir hamle başlatılmalıydı. Ne yazık ki bu konjonktürü Türkiye’nin gelmiş geçmiş en başarısız yönetimi
kaybetti. Şimdi durum ne? Şimdi durum şu: “Silah bırakırsa biz de operasyon
yapmayız.” diyerek âdeta PKK’dan ateşkes talep eden, insanımıza yenilmişlik
duygusu aşılayan, ülkemizin bir bölümünde egemenlik devri yapmış âciz bir
Başbakan. Durum bu. Evlatlarımız, kimi zaman bu Sayın Başbakanın seçimlerdeki
çıkarları, kimi zaman Davutoğlu’nun ideolojik saplantılarından ötürü şehit
oluyorlar, olmaya devam ediyorlar. Bu da yetmiyor değerli milletvekilleri,
milletimiz, her gelen şehit haberinden sonra AKP propagandistleri tarafından
çaresizlik duygusuna sürükleniyorlar. Oslo’daki hakem devletin bölgeyle ilgili
tarihsel projeleri, sanki Türk milletinin tarihsel projeleriymiş gibi
Türkiye’ye yutturulmaya çalışılıyor.
Peki, bu gelinen
noktada çare ne? Çare şu: Duran kanı akıtan, gençlerimizin yaş ekini biçer gibi
kurban edilmesine yol açan, milletvekillerinin bile güvenlik içinde özgürce
gezebilmelerini sağlayamayan, bir vatandaşımızın aklına diğeriyle ayrışmayı
sokan, terör örgütünü siyasallaştırıp meşrulaşmasına katkıda bulunan AKP
zihniyetinin iktidardan gitmesi ilk çaredir.
Değerli
arkadaşlar, biz CHP olarak, terörle mücadele konusunda başlangıç zemini
oluşturacak bir politika önerisinde bulunmuştuk. Başbakan ne yaptı? Kongredeki
son şovunda bizi önce birlikte hareket etmeye davet etti, hemen ardından bu
defa ucu Atatürk’e kadar uzanan iftiralarına âdeta gözü dönmüş bir şekilde
devam etti. Çünkü bu Başbakanın amacı kimseyle iş birliği yapmak değil. Bu Başbakanın amacı suçlarına ortak aramak, suçlarına ortak aramak.
Ama Cumhuriyet Halk Partisini bu Başbakan suçlarına ortak edemeyecek.
Eğer bu Başbakan samimi olsaydı böyle bir ucuz gösteriyi kongrede yapmazdı.
Hâlbuki çok kanlı ve acılarla dolu bir dönemden geçiyoruz; artık şehitleri
sayamıyoruz, saymıyoruz. İşte böyle bir süreçte, biz bugün, AKP İktidarının
yine uygulayamayacağı bir tezkereyi oylayacağız. Uygulayamayacağı demem boşuna
değil çünkü yüce Meclisin verdiği bu yetkiyi AKP Hükûmeti en gerekli durumlarda
bile kullanamadı. Sorarım size: PKK yaz boyunca ülkemizi kana bularken,
milletimiz tarifsiz acılar yaşarken bile kullanmadıysa Hükûmet bu tezkereyi, ne
zaman kullanacaktı?
Bakın, PKK
Irak’ın kuzeyiyle komşu bölgemizde hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Değerli
milletvekilleri, terör örgütünün bu çapta bir operasyonu yürütmeye cüret
edebilmesi için büyük bir lojistik desteğe ihtiyacı vardır. Haritaya bir bakın
bakalım, bu desteğin harekât merkezi acaba nerede konuşlandırılmış olabilir?
Sağır sultan bile biliyor ki PKK’nın bu lojistik merkezi, Irak’ın kuzeyindeki
dağlık bölgelerde. O hâlde ne yapmak gerekir? Bunun cevabını Burdur’da yirmi
bir gün askerlik yapmış olanlar bile bilirler ki bu yetkinin kullanılabileceği
en uygun zaman ilkbahar aylarıydı. Öyleyse size soruyorum: Geçen ilkbaharda
niçin sınır ötesi harekât yapmadınız kardeşim? Niçin yüzden fazla gencimizin
şehit olmasına neden oldunuz?
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Hazirandan bu yana 185…
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, artık üç maymunları oynama zamanı geçti.
Son dört ayda yüzden fazla evladımızın hayatına mal olan PKK’nın azmasının
başta gelen sorumluları Sayın Başbakan ve kendisine olmayan derinlikler
vehmeden Dışişleri Bakanıdır. Bu karanlık, kanlı yazıda onların mührü var.
Son zamanlarda,
milletimizden zamlarla aldıkları paraları El Kaideli ve Libyalı teröristlere
aktarıyorlar yani Suriye’de kanlı savaş oyunları tezgâhlamakla meşguller.
Günlerce CNNTürk tarafından Akçakale’den yapılan
canlı savaş yayınları, bu kötü niyetli Dışişleri Bakanının, milletimizi bir
savaş oldubittisine razı etme operasyonlarından başka bir şey değildir. Şimdi,
bana “Bu olan bitende İçişleri Bakanının hiç mi suçu yok?” diyeceksiniz. Arkadaşlar,
şaka yapacak kadar zamanım yok, onun için İçişleri Bakanından bu konuşmamda
bahsedemeyeceğim.
Değerli
milletvekilleri, Başbakan, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde AKP oylarını
azaltacak herhangi bir etkiyle karşılaşmamak için MİT’i PKK temsilcileriyle
görüşme ve pazarlık yapmak için gönderdi. Bakın, bu görüşmelerin MİT’le yapılan
Oslo’daki bu görüşmelerin kaç şehidimizin hayatına mal olduğu bilinmeyen, açık
ve ağır bir suçtur. öyle olmasaydı Sayın Başbakan,
suçluların telaşı içerisinde MİT Müsteşarını kurtarma yasası çıkarmazdı. Zira, söz konusu taahhütler arasında Anayasa değişiklikleri
bulunmaktadır. Yani bir başbakan düşününün ki ayrılıkçı terör örgütüyle
Anayasa’mızı bozma, değiştirme ve ortadan kaldırmayı tartıştırmış olsun. Açıkça
iddia ediyorum: Bu, bir darbe teşebbüsüdür. Anayasa’ya darbe teşebbüsüdür bu.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – O zaman sizin savunmanız lazım. Darbe olunca siz savunursunuz
zaten.
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) – Ve artık bu hâliyle bu iktidar, anayasal meşruiyeti tartışmalı bir
iktidardır. Keser dönecek, sap dönecek, bir gün gelecek bu Parlamento çatısı
altında başka darbe komisyonları kurulacak, bütün bunların hesabı sorulacak
arkadaşlar.
Ne zaman ki
seçimler yapıldı, oy kaygısı bitti, MİT yetkilileri geri çağırılıp görüşmeler
kesildi. İşte o zaman PKK’nın yöneticileri, görüşmelerin Başbakanın seçim
çıkarlarını korumaya yönelik bir stratejisi olduğu kanaatine kapıldılar. Bundan
ötürü de hem bunun intikamını almak hem de bu Dışişleri Bakanının Türkiye’yi
ağır bir stratejik bataklığa sürükleyen Suriye politikalarından istifade etmek
için terörü tırmandırdılar. PKK ile gizli gizli buluşup Anayasa’yı ihlal
ederken sonuçlarının nereye varacağını hiç düşünmediniz mi? Hadi vizyonunuz yok, vicdanınız da mı yoktu arkadaşlar?
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’nin dış politikası, bir devlet adamı, bir diplomat
tarafından değil, ulus devletten nefret eden bir toplum mühendisi tarafından,
Türkiye’yi var eden, kurucularını inkâr eden nankör bir Dışişleri Bakanı
tarafından yönetilmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, terbiye sınırlarını zorlamasın!
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Ne kadar ayıp ya!
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) – Öyle ki bu toplum mühendisi…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Terbiye sınırlarını zorlamasın, konuşurken dikkatli konuşsun.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, grubun söz hakkı var. Sayın Bakan konuşacak, sizin
de söz isteme hakkınız var sataşmadan dolayı.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Türkiye’nin Bakanına “nankör” diyemez. Nankörlük yapmasın.
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) – Öyle ki Türkiye, tarihinde ilk kez bir Dışişleri Bakanının ağzından
Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar kurulacağını öğrendi.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen temiz dile davet edin.
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) – Bunda bir mahzur yok da merak ediyorum…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sabahtan beri iftira atıyorsun, nankörlük yapıyorsun.
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) – …acaba Dışişleri Bakanın hayalinde padişah tahtında kendisi mi
oturuyor, Başbakan mı oturuyor, onu merak ediyorum.
HÜSEYİN BÜRGE
(İstanbul) – İşte, senin söylediğin de bu işte, senin söylediğin…
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) - Sayın Bakan, yüce Meclis sınır ötesi harekât yetkisini size tekrar
verecektir. O hâlde, bu ilkbaharda yapmanız gereken tek şey var: Yürüyüp
Irak’ın kuzeyine gireceksiniz kardeşim. Girin ki daha çok masum kanı akmasın.
Yok, başka angajmanlarınız var, yüreğiniz yetmiyorsa,
“Gir.” emrini başkalarından bekliyorsanız, şehitlerin kanında boğulursunuz. Ama
geride bıraktığımız yaz aylarının kanlı bilançosuna baktığımızda ortada terörle
mücadele filan görmüyorum, olsa olsa terörle mücadele parodisi var. Neden mi?
Değerli
arkadaşlar, şimdi bizden Irak’ın kuzeyine girmek için tezkere istiyorsunuz.
HÜSEYİN BÜRGE
(İstanbul) – Kimse sizden bir şey istemiyor.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) - Meclisten istiyor, sizden değil.
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) - Irak’ın kuzeyini yöneten kim? 2006’da Başbakanın “Biz, aşiret
reisleriyle muhatap olmayız.” dediği kişi yani AKP kongre şovunda insanlarımıza
“Türkiye seninle gurur duyuyor.” diye tezahürat ettirdiğiniz Barzani. (CHP
sıralarından alkışlar) Sayın Dışişleri Bakanının “Amca Mesut” dediği Barzani
ile kişisel ilişkileri onu ilgilendirir ama biz, aşiret devleti değiliz.
İlişkilerimizi Irak Merkezî Hükûmetiyle kurmak zorundasınız. Bizim muhatabımız
Irak Merkezî Hükûmetidir. Fakat siz öyle yapmadığınız gibi, önce Irak’ın iç
işleri olan seçimlerde taraf oldunuz, hatta o kadar ki kendi seçim kampanyanızı
yöneten şirketi oraya görevlendirdiniz, gönderdiniz. O da yetmiyormuş gibi Irak
Hükûmetinin suçlu kabul ettiği bir siyasinin hamisi kesildiniz. Onlar da şimdi
ne yaptılar? Irak’ın kuzeyindeki askerî üslerimizi kapatma kararı aldılar.
Suriye’nin
kuzeyindeki yeni konjonktürü ve ortaya çıkan yeni
uluslararası hassasiyeti dikkate alacak olursak, bu tezkereyi bu Hükûmet
yüzünden çok olumsuz şartlarda çıkartıyoruz. Bunun sonucunda sadece Irak’ın
bütünlüğünü sabote etseniz iyi, Türkiye’ninkini de riske ediyorsunuz. Yoksa
sizin Irak siyasetinizi de Oslo görüşmelerinde bulunan hakem mi tayin ediyor?
Sayın Bakan,
değerli AKP milletvekilleri; şimdi, şu söylediklerimin altını çiziyorum ve
dikkatle dinlemenizi rica ediyorum:Türkiye'nin
Suriye’nin iç işlerine hiçbir şekilde karışmaması gerekiyor, buna katılıyor
musunuz? Şimdi, Başbakan Cidde’de başka bir şey söylüyor, Dışişleri Bakanı
Ankara’da başka bir şey söylüyor; buna “reel politika” demezler, deseler deseler “dream politika” derler
yani “hayal politikası” derler; buna katılıyor musunuz? Başkalarının çizdiği
rolü oynarsanız model değil, fotomodel olursunuz; buna katılıyor musunuz?
Katılmıyorsunuz öyle mi? O zaman, bu sözlerin sahibi olan, Harun olmaktan
bıktığı anlaşılan, Karun olmaya karar vermiş Sayın Kurtulmuş’u neden Genel
Başkan Yardımcısı yapıyorsunuz? Alın, okuyun işte, Sayın Kurtulmuş’un sözleri
bunlar. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, siyaset bu kadar çok
yüzlülüğü kaldırmaz.
Şimdi, son olarak
size şunu söylemek isterim, kulaklarınızı açın dinleyin: Bu tezkereyi sakın
öncekiler gibi battal hâle getirmeyin. Bugünden itibaren, terörü önleyici
stratejiler izleyin. Amerika Birleşik Devletleri Hükûmetiyle çeşitli düzeylerde
kararlı müzakereler yürütün. Irak Merkezî Hükûmetiyle muhatap olun çünkü bizim
meşru muhatabımız federal hükûmettir.
Değerli
arkadaşlar, bu duygularla tezkereye Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumlu oy
vereceğimizi duyurur, yüce Türk milleti için hayırlı, uğurlu olmasını temenni
ederim.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çıray.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Konuşmacı, bir; Sayın Başbakanımıza konuşmasının sonuna kadar
hakaret etti, âciz olduğunu ifade etti; Dışişleri Bakanıyla alay etmeye kalktı
kendince. İki…
BAŞKAN – Sayın Elitaş, buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika söz
veriyorum.
Yeni bir
sataşmaya mahal vermeyin lütfen.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın AK PARTİ Grup
Başkanına ve Dışişleri Bakanına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Burada konuşan
şahıs, başlangıçta bir ifade kullandı, dedi ki…
ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – “Şahıs” değil, milletvekili!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Burada konuşan zat başlangıçta bir ifade kullandı, dedi ki:
“Yenilmişlik, kaybetmişlik veya kendine güvensizlik
duygusunda olan insanlar başkalarına bağırırlar, çağırırlar, baştan sona
hakaret ederler.” Şimdi dinledim, on dokuz-yirmi dakika konuştu. Bir cümlesinde,
akla gelebilecek, akılda kalabilecek zerre kadar fikir kırıntısı yok! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Sadece hakaret var.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Oraya niye çıktın o zaman, onu söyle!
HALUK AHMET GÜMÜŞ
(Balıkesir) – Fikir söyle de duyalım!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Düşündüm, ne diyor bu acaba? Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yüce
bir makamda, yüce bir mekânda konuşan bir kişi Türkiye'deki bu vatandaşların
izlediği bu konuşmayı… “Acaba milletin karşısında, Türk milletinin karşısında
olduğunun farkında mı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin
farkında mı, karşısında olduğunu hissediyor mu?” diye düşündüm. Çünkü baştan
sona hakaret; “Acziyetle” diye ifade ediyor, “nankör”
diye ifade ediyor. Devamlı acziyet içerisinde
bulunan, etrafı âcizlerle dolu insan, başkasını da “âciz” olarak görür. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Numan Kurtulmuş yalan mı söylüyor?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Şimdi neyi söyledi? Zerre kadar bir şey yok. “Zerre kadar fikir
kırıntısı olmayan bir şeyde bu ne yapıyor acaba, kimi eleştiriyor?” dedim,
“Herhâlde karşısında bir ayna var, sadece kendisine konuşuyor. Âciz olduğunu
anlayabilmek için, nankör olduğunu ifade edebilmek için aynanın karşısına almış
kendisini, kendi kendisine bağırıyor.” diye düşündüm.
Bir kere, bizim
kongremizde Sayın Barzani’yle ilgili “Türkiye seninle gurur duyuyor.” diye bir
ifade kullanılmadı.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – İyi alkışladınız, müthiş alkış yaptınız.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Sayın Başbakanımız, Mısır Devlet Başkanını uğurladıktan sonra
salona girerken oradaki gençlerin Sayın Başbakanımıza yaptıkları bir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Doğru, doğru! Arenadaki rekoru kırdınız orada Barzani’yi
alkışlarken!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – … maalesef başka şekilde algıladılar.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Sayın Başkan, biraz önce burada kullanılan ifade İç Tüzük’ün 67’nci maddesine göre “kaba ve yaralayıcı söz”
tanımına girer.
BAŞKAN – Söz
hakkınız var, kullandınız efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Başkanlık Divanının gereğini yapmasını rica ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekilini dinledim. Bizim
Konuşmacımız Sayın Aytun Çıray’ın konuşmasında, Sayın
Başbakana, Dışişleri Bakanına hakaret olduğunu söyledi ama kullandığı, örnek
verdiği kelimeler “acz, acziyet
ve nankör” kelimeleri. Bunlar, hepinizin bildiği gibi, bir hakaret kelimesi
değil…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – İade, iade.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) - …bir hükûmetin, Başbakanın, Sayın Başbakanın veya
Dışişleri Bakanının icraatları nedeniyle eleştiri kelimeleridir. Ben doğrusu
“hakaret” deyince acaba atladığım, kaçırdığım bir kelime mi oldu şeklinde dikkat
ettim öyle bir şey göremedim ama bir şeyi örnek vermek isterim: Sayın Başbakan,
bütün terör örgütü saldırılarından sonra çok şiddetli demeçler verirdi, terör
örgütüne karşı, “Onu şiddetle cezalandıracağız.” yönünde demeçler verirdi. En
son, 22 Ağustos 2012 tarihinde Sayın Başbakan şöyle bir demeç verdi,
Gaziantep’teki terör örgütü saldırısından sonra, 9 vatandaşımız hayatını
kaybetmişti ve Sayın Başbakanın cümlesi şuydu: “Bu teröristler, bu saldırıyı
gerçekleştirenler…”
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) - Sayın Başkan, bana sadece iki dakika veriyorsunuz…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “…bu zalimler bu dünyada da, ebedî âlemde de bunun
cezasını çekeceklerdir.”
BAŞKAN – Siz de
söz istediğinizde veriyorum efendim.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yani Sayın Başbakan, bu dünyada örgütün cezasını vermeyi
bir kenara bırakıp onların cezasını ahirete havale etmiş durumda. Sayın Aytun Çıray’ın “acz” kelimesi yerli
yerine oturuyor zannediyorum.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Buyurun Sayın Çıray…
AYTUN ÇIRAY
(İzmir) – Sayın Başkan, “Fikir kırıntısı dahi yoktur.” diyerek hakaret ettiğim
iddiasıyla kürsüye geldi ve bana hakaretlerde bulundu.
BAŞKAN – Evet, ne
hakareti yaptı, ne söyledi?
AYTUN ÇIRAY
(İzmir) – “Fikir kırıntısı dahi olmayan, acz içinde”
ve daha ağır laflarla hakaret etti. İzin verirseniz cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Çıray…
Siz de yeni
hakaretler yapmayın Sayın Çıray.
Buyurun.
3.- İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
AYTUN ÇIRAY
(İzmir) – Sayın Başkan teşekkür ederim.
Değerli
arkadaşlar, burada terbiye sınırlarını aşan bir konuşmayı kendime yakıştıramam
ve bugüne kadar hiçbir zaman için yapmadım. Ben sadece sizin “hakaret” diye
algıladığınız şeyleri bir durum tespiti olarak söyledim. Eğer, bu durum tespiti
sizi rahatsız ediyor, hakaret olarak algılanıyorsa o zaman durumunuzu gözden
geçirmek durumundasınız.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, size şimdi bir şey daha söylemek istiyorum: “İsrail,
şimdiki rejimle daha kolay yaşayacağını düşünüyor, Esad’ın gitmesini tercih
etmiyor. İsrail’in çıkarı, rejimin bir an önce devrilmesinde olsaydı, şimdiye
kadar devirmişlerdi. Başlangıçta Türkiye’ye ‘Haydi’ diyen Amerika, ‘Türkiye’ye
oyunbozanlık yaptı.’ denmesin diye tutumunu tümden değiştirmiyor ama Esad’ın
gitmesi konusunda Amerika’nın istekliliği kalmadı. Türkiye'nin Suriye’yle
ilgili bir B planı yoktur.” Bu sözler Sayın Yaşar Yakış’a
ait, sizin Dışişleri Bakanınız. Eğer kendi içinizde dış politikayı bilenleri
tercih etseydiniz bugün burada bu duruma partinizi düşürmemiş olurdunuz.
Değerli
arkadaşlar, Sayın Kurtulmuş’un sözleri sizi bu kadar rahatsız ettiyse o zaman
onu “Türkiye’ye Yeni bir yıldız.” diye niçin sunuyorsunuz? Bu, Türkiye'nin
problemi değil, bu, tam aksine Türk siyasetinin bu tür ağır hakaretlerle… Daha
önce çok yakın bir tarihte birbirine ağır hakaretlerde bulunan siyasilerin çok
kısa zamanda kol kola girmeleri tam aksine Türk siyasetinin itibarını sarsıyor.
Eğer bir hakaret arıyorsanız Türk siyasetinin itibarını sarsan olaylardan uzak
kalın.
Teşekkür ederim
Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler
(Devam)
1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak'ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009,
12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile
birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca
17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi (3/1007) (Devam)
BAŞKAN - Tezkere
üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Emrullah İşler, Ankara Milletvekili.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sözlerime
başlarken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; PKK’nın Irak’ın kuzeyinden yönelttiği terör tehdidinin
engellenmesi ve bu bölgeden ülkemize düzenlediği saldırıların ortadan
kaldırılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât ve
müdahalelerde bulunabilmesi için Hükûmet tarafından yüce Meclisimize gönderilen
tezkere hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum.
Hepinizin bildiği
üzere, terör örgütü PKK’nın millî birlik ve bütünlüğümüze yönelik menfur
eylemleri sürmektedir. Örgütün ülkemizin çeşitli bölgelerinde güvenlik ve kamu
görevlilerimizin yanı sıra, kadın, yaşlı ve çocuk demeksizin tüm
vatandaşlarımıza karşı gerçekleştirdiği saldırılarda artış olduğu
görülmektedir. Bu hain saldırıların, ülkemizde kapsamlı siyasi reformların
hayata geçirildiği bir döneme rast gelmesi, terör örgütünün gerçek yüzünü ve
niyetini göstermektedir. Öncelikle örgütün hain saldırıları sonucunda mukaddes
vatan toprağını korumak için hayatlarını kaybeden şehitlerimize ve
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.
Teröre kurban verdiğimiz tüm şehitlerimizin kederli ailelerine ve milletimize
sabır ve başsağlığı dileklerimi yineliyorum. Yine bu vesileyle ülkemizin huzur
ve güveni için cesaret ve özveriyle görevlerini sürdüren tüm güvenlik
güçlerimize minnettarlığımızı ifade etmek istiyorum.
MEHMET ERDOĞAN
(Muğla) – Diyarbakır Emniyet Müdürüne de minnet duyuyor musun?
EMRULLAH İŞLER
(Devamla) – Sayın milletvekilleri, terörizmin felsefesine baktığımızda asıl
amacın terör uygulayanlar dışındaki bütün önerilerin reddedilerek, toplumsal
bir öfke ve korku yoluyla yeni bir toplum inşası olduğunu görürüz. Başka bir
ifadeyle terör için öldürme, taktiksel, stratejik ve bilinçli bir tercih ürünüdür.
Türkiye’nin AB’ye bütün heyecanıyla sahip çıktığı dönem, kuşkusuz 2004’le
başladı. Tüm kamuoyu araştırmaları bu sürece en fazla ümit bağlayan ve
sevinenlerin Kürt vatandaşlarımız olduğunu defaatle
teyit etti.
Türkiye’nin temel
hak ve özgürlükler alanında başlayıp birçok farklı alana yayılacak kazanımların
en fazla Kürtleri heyecanlandırması son derece doğaldır. Peki, böyle bir
ortamda örgütün içerisinde görüş ayrılıklarına da yol açan “yeniden silahlara
sarılalım” aklı, kimin olabilir? PKK terör örgütü, Türkiye’nin gelişmesini,
kalkınmasını, güçlenmesini istemeyen iç ve dış mihrakların ülkemize karşı
kullandığı bir cinayet şebekesidir. Otuz yıldır karşı karşıya kaldığımız terör
belasının bazı dönemlerde şiddetini artırdığını görmekteyiz. Ülkenin geliştiği,
kalkındığı ve güçlendiği dönemlerde terörün artmasının bir tesadüf olmadığı
bilinmektedir. Şu hâlde terör, güçlü ekonomiyi, güçlü toplumu, ileri
demokrasiyi hedef almaktadır.
Bölgesel ve
küresel ölçekte etkisi artan Türkiye terörün hedefidir. Dolayısıyla terör
örgütü hiçbir şekilde Kürt kardeşlerimizin haklarını savunmamaktadır; eğer
savunsaydı ret, inkâr ve asimilasyon politikalarına son veren Hükûmetimizi
hedef alır mıydı? Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul eden Hükûmetimizi
hedef alır mıydı? 46 kez uzatılan OHAL uygulamasını kaldıran Hükûmetimizi hedef
alır mıydı? Bölgedeki faili meçhul cinayetleri sona erdiren Hükûmetimizi hedef
alır mıydı? “Bilinmeyen dil” ayıbını ortadan kaldıran Hükûmetimizi hedef alır
mıydı? Yirmi dört saat Kürtçe yayın yapan hem resmî hem de özel TV kanalını
hayata geçiren Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Kürtçeyi seçmeli ders olarak
müfredata sokan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Üniversitelerde Kürtçe
enstitüler ve bölümler açan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Kürt dili ve
edebiyatının önemli eserlerini yayımlayan Hükûmetimizi hedef alır mıydı?
Bölgeye havaalanları, yollar, hastaneler, okullar, üniversiteler, köprüler,
barajlar yapan Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Kalkınmada en büyük teşviki
bölgeye veren Hükûmetimizi hedef alır mıydı? Terör örgütü, eğer Kürtlerin
hakkını savunsaydı, kundaktaki bebekleri, sokaktaki anneleri, okuldaki
çocukları öldürür müydü? Kürtlere hizmet götüren iş adamlarını tehdit eder, iş
makinelerini yakar mıydı? Kürtlere hizmet eden öğretmenleri, doktorları,
hemşireleri öldürür müydü?
Ardında birtakım
mihrakların bulunduğu PKK, istenildiği zaman ülkemize karşı kullanılan bir
maşadır. Zenginleşen, güçlenen, büyüyen, demokratikleşen, kültürel haklar ve
özgürlükleri önceleyen Türkiye'nin, siyasi ve ekonomik istikrarı tesis ettiği
böyle bir dönemde terörün hedefi olması manidardır.
Son on yılda
izlediği doğru politikalarla tarihin doğru tarafında yer alan Türkiye'nin, Arap
devrimleriyle birlikte önünün bölgede olabildiğince açılması, birilerini ciddi
şekilde rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık, terör belasına sarılarak giderilmeye
çalışılmış, âdeta Türkiye'ye aba altından sopa gösterilmiştir. Ancak bu
mihraklar, Türkiye'nin değiştiğini, güçlendiğini, yönetimdeki asker-sivil
ikilemini giderdiğini, bu nedenle devlet kurumları arasında hiçbir zaman
olmadığı kadar bir koordinasyonla terörle etkin mücadele yapıldığını
atlamışlardır. Bu etkin mücadele sonucu köşeye sıkışan örgüt, geçtiğimiz
aylarda ne pahasına olursa olsun bayrak dikme sevdasına kendini kaptırmış ancak
güvenlik güçlerimizle girdiği mücadelede, geride yüzlerce ölü bırakmak zorunda
kalarak hüsrana uğramış ve gerekli dersi almıştır.
Sahada çaresiz
kalan terör örgütü eylem yapamaz hâle gelmiş, şimdilerde caddeleri,
dershaneleri ve okulları hedefine almıştır. Böylece örgüt, sivillere yapmış
olduğu son saldırılarla Kürt kardeşlerimizin düşmanı olduğunu bir kez daha
ortaya koymuştur. Doğrusu, Kürt kardeşlerimizin despotizme, baskıya ve zulme
karşı bölgede esen bahar rüzgârlarından etkilenerek, kendilerine her türlü
baskı, şantaj ve tehdit uygulayan, canına, malına ve özgürlüğüne kasteden bu
menfur terör örgütüne ve onun mensuplarına karşı bir Kürt baharı başlatmasının
zamanı gelmiştir.
Hükûmetimiz
terörle mücadelede demokrasi ve güvenlik dengesini titizlikle gözetmektedir.
Bir yandan özgürlükler güvence altına alınırken diğer yandan terörle mücadele
etkin bir şekilde sürdürülmektedir. Terörle çok boyutlu mücadele yürüten AK
PARTİ İktidarı, sorunu nihai çözüme ulaştırabilmek için bugüne kadar olduğu
gibi bundan sonra da bütün meşru imkân, yöntem ve yolları kullanarak kapsamlı
bir strateji uygulamaya devam edecektir.
Hükûmetimize
karşı hazırlanan darbe planlarından, ekonomik kriz senaryolarından sonuç
alamayanların ellerinde kalan son koz terördür. Hükûmetimiz, varlığını hedef
alan terör belasından ülkemizi ebediyen kurtaracak kudret, azim ve kararlılığa
sahiptir.
Terör örgütünün
Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyeti, köklü bir geçmişe ve ortak bağlara sahip
olduğumuz bu komşu ülkeyle ikili ilişkilerimize zarar veren yegâne sorundur.
Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarında teröristlere eğitim verilmekte, bu bölge,
örgütün ülkemize yönelik saldırıları için âdeta bir üs olarak kullanılmakta,
ayrıca örgüt, bölgeden lojistik destek sağlamaktadır. Terör örgütünün Kuzey
Irak’taki varlığına son verilmesi öncelikli hedeflerimizdendir. Bu hedefe
ulaşılması yalnızca ülkemizin güvenliği açısından değil, bölgenin huzur ve
istikrarı açısından da zorunludur.
Değerli
milletvekilleri, PKK terör örgütüne yönelik olarak diplomatik ve siyasi kulvarda yürütülen mücadelenin yanı sıra örgütün Kuzey
Irak’ta melce bulmasına son vermek amacıyla silahlı kuvvetlerimiz sınır ötesi
askerî harekâtlar düzenlemektedir.
Yüce Meclisimizin
17 Ekim 2007 tarihinde Hükûmetimize verdiği ve bugüne kadar birer yıl süreyle
uzatılan yetki kapsamında icra edilen sınır ötesi harekâtlar, PKK’nın tehdit ve saldırılarını
bertaraf etmek, örgütün hareket serbestisini ve lojistik teminini engellemek ve
bu suretle Irak’ın kuzeyini terör örgütünden temizlemeyi amaçlamaktadır. Nitekim, söz konusu harekâtlar, örgütün harekât ve lojistik
kapasitesini yıllar içerisinde ciddi ölçüde hasara uğratmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; uluslararası hukuk uyarınca, her ülkenin, kendi
topraklarını terörist unsurlardan arındırması yükümlülüğü bulunmaktadır.
Dolayısıyla, tercihe şayan olan, PKK’nın
Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelttiği tehdit ve saldırıların durdurulmasına
ilişkin önlemlerin doğrudan Irak makamlarınca alınmasıdır ancak bu önlemler
alınmadığı takdirde, ülkemizin, söz konusu terör tehlikesine karşı gerekli
gördüğü tedbirlere başvurma hakkının saklı olduğu da herkes tarafından
bilinmeli ve kabul edilmelidir.
Bugüne kadar yüce
Meclisimiz tarafından birer yıllık sürelerle uzatılan tezkere, Türkiye'nin, söz
konusu tedbirleri resen almayı sürdürebilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu
noktada vurgulamak istediğim husus, yüce Meclisimize sunulan Hükûmet tezkeresinin
tek amacı terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığını yok etmektir. Bizim Irak’a
ve topraklarına karşı hiçbir gizli ajandamız olmamıştır. Geçmiş yıllarda terör
belasından zarar gören Irak’ın, bizim iyi niyetimizden şüphe duymaması gerekir.
Esasen Türkiye,
bu konuda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararları ve
uluslararası hukuktan doğan hakları çerçevesinde hareket etmektedir.
Dolayısıyla, mücadelemiz siyasi ve hukuki açıdan meşrudur. Esasen, silahlı
kuvvetlerimizin söz konusu sınır ötesi harekâtlarında Iraklı sivillere hiçbir
şekilde zarar verilmemesine azami özen gösterdiği de herkes tarafından iyi
bilinmektedir.
Öte yandan
ülkemiz, Irak’ın bağımsızlığını, egemenliğini, siyasi birliğini ve toprak
bütünlüğü kuvvetle desteklemekte, güvenlik ve istikrarını gözetmekte, Irak’ı
oluşturan etnik, dinî tüm unsurları kucaklayan bir politika benimsemektedir.
Değerli milletvekilleri,
toprak bütünlüğünü ve çoğulcu yapısını koruyan, iç huzurunu tesis etmiş,
komşularıyla barışık, demokratik ve müreffeh bir Irak, tüm bölgemiz için
istikrar ve refah kaynağı olacaktır. Irak’a yönelik politikamızın temel vizyonu da esasen budur. Tüm bölgemizin menfaatine hizmet
edecek bu hedefe ulaşmak için gayret göstermekteyiz.
Bu itibarla,
Irak’ın güvenlik ve istikrarını olumsuz yönde etkileme istidadı bulunan
gelişmelere karşı Iraklı kardeşlerimize zaman zaman dostane uyarılarda
bulunmayı borç biliyoruz. Tarafımızdan yapılan açıklamaların, sarf edilen
gayretlerin Irak’ta barış ve istikrarın muhafazasına önem atfeden dost bir
ülkenin yapıcı tavsiyeleri olarak algılanması gerekmektedir. Kaldı ki terör
örgütünün Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetinin yok edilmesi, Irak’la ikili
ilişkilerimizdeki önemli bir pürüzü de ortadan kaldıracak ve son yıllarda
giderek gelişip, çeşitlenen ikili ilişkilerimize ek bir ivme kazandıracaktır.
Irak makamları
önümüzdeki dönemde kendi toprakları üzerindeki terörist unsurlarla etkin
şekilde mücadele etmeyi başardıkları ve Irak’ın kuzeyini ülkemizin birlik ve
beraberliğini hedef alan terör örgütünden arındırabildikleri takdirde,
ülkemizin de sınır ötesi operasyonlarda bulunmasına hâliyle ihtiyaç
kalmayacaktır. Bu hedefe ulaşmak için çaba sarf etmeyi sürdürmekte kararlıyız.
Değerli
milletvekilleri, unutulmamalıdır ki terörle mücadele iktidar, muhalefet,
siyaset, medya ve bütün kurum ve kuruluşların ortak sorumluluğuyla yürütülmesi
gereken bir süreçtir. Bu mülahazalarla, Irak’ın kuzeyinden
ülkemize yönelik terör tehdidine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli
tedbirleri almak üzere, hududu, şümulü, miktarı ve zamanı ülkemizce
belirlenecek şekilde sınır ötesi müdahalede bulunmak üzere Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarının PKK teröristlerinin yuvalandıkları Kuzey Irak ile
mücavir alanlarda görevlendirilmesi için Hükûmetimize verilen izin süresinin,
17 Ekim 2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılması hususunda yüce
Meclisimizin değerli üyelerinin, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da
desteklerini esirgemeyeceklerini umuyorum.
Değerli
milletvekilleri, benden önce yapılan bazı konuşmalarda bizim izlediğimiz dış
politikayla ilgili bazı eleştiriler yapıldı. Şimdi, malumunuz, biz Türk dış
politikasında son derece şahsiyetli, onurlu, haysiyetli bir politika izliyoruz.
Kimseden talimat almayan, dik duran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde
“Ret oyu verin.” diye yapılan bütün baskılara rağmen dik durarak, “Dün
attığımız imzayı bugün inkar etmeyiz.” diyerek onurla
mücadele eden, bir politika yürüten bir Hükûmetiz. Biz Arap Baharı başladığı
zaman, Arap devrimleri başladığı zaman ilkeli bir duruş sergiledik. Bu duruş
nedir? “Biz zalimlerin yanında, diktatörlerin yanında, despotların yanında yer
almayacağız.” dedik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) “Biz mazlum halkların
yanında yer alacağız, onların meşru taleplerinin karşılanması için
mücadelelerini destekleyeceğiz.” dedik. Bu çizgimizden şaşmadık. Tunus’ta,
Mısır’da, Libya’da, Yemen’de şaşmadığımız gibi, Suriye olayı da ortaya çıktığı
zaman aynı tavrımızı sürdürdük.
Bize yapılan
eleştiri şu: Dün dost olduğunuz, kol kola gezdiğiniz insanlarla bugün nasıl
düşman oldunuz? Sizlere soruyorum, yüce Meclise soruyorum, vatandaşlarımıza,
bizi dinleyen vatandaşlarımıza sesleniyorum: Allah aşkına, biz Beşar Esed’le kol kola olduğumuzda
Beşar Esed toplarını
halkına karşı mı çevirmişti? Uçaklarıyla şehirlerini, halkını mı bombalıyordu?
Dolayısıyla, bizim safımız doğrudur, biz tarihin doğru tarafında yer
aldık, bundan dolayı da hiç kimseye
hesap vermek zorunda değiliz ve biz bu almış olduğumuz, takınmış olduğumuz
tavırla da onur duyuyoruz.
Bakın,
demokratikleşen Arap ülkelerindeki itibarımız son derece yüksektir, Türkiye’nin
önü o bölgelerde açılmıştır. Bundan sonra Suriye de aynısı olacaktır ama
maalesef, cumhuriyeti kurduğunu iddia eden bir parti, böyle bir millî meselede
-maalesef- yanlış tarafta saf tutmuştur ve şimdi, son günlerde günah
çıkarırcasına bir değerli milletvekili, Grup Başkan Vekili bu kürsüden dedi ki:
“Esed’in canı cehenneme!” Ama neden sonra? On sekiz
ay geçti, 30 binin üzerinde insan öldürüldükten sonra. Bizde bir atasözü vardır: “Bade harâbil Basra” diye. Gelin bu sözü Suriye’ye uyarlayalım,
bade harâbil Halep, bade harâbil
Şam, bade harâbil İdlip,
bütün bade harâbil Suriye toptan yok edildikten
sonra, maalesef mızrak çuvala sığmadıktan sonra bu kürsüden, efendim “Esed’in canı
cehenneme!” dendi. Biraz önce konuşan Sayın Milletvekili de “Biz Esed’i desteklemiyoruz, Esed’in
yanında yer almadık.” dedi.
Arkadaşlar,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak heyet gönderen parti siz değil miydiniz ve bu
heyet ne zaman gitmişti? Tarih çok enteresan, Türkiye Cumhuriyeti diplomatik
ilişkileri kopardıktan sonra -ağustos ayında oluyor- 5 Eylülde CHP Sayın
Loğoğlu’nun Başkanlığında bir heyet gönderiyor. Buyurun, resim: Esed’le hemen yan yanasınız, kol kolasınız, poz
veriyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler) Esed’in
yanında durmadınız da nerede durdunuz? İşte, fotoğraf karesi.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÜMİT ÖZGÜMÜŞ
(Adana) – Tatil fotoğraflarını da göster!
EMRULLAH İŞLER
(Devamla) – Şimdi, sayın milletvekilleri, bizim izlediğimiz politikaya biz
güveniyoruz. Bizim abdestimizden hiç şüphemiz yok, namazımızı da tartışmayız.
Ancak, siz yanlış politikalar izlediniz ve bunun acısını bugün artık
çekiyorsunuz, onun için şimdi yavaş yavaş farklı ifadelerle -sataşmaya mahal
vermemek için başka bir kelime kullanmak istemiyorum- tavır değiştiriyorsunuz.
Bakın, Sayın
Milletvekili biraz önce burada “Nankör.” dedi Dışişleri Bakanımıza. Grup Başkan
Vekili çıktı “Hakaret değildir.” dedi. E, tabii, Sayın Kılıçdaroğlu,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı öyle ifadeler kullanıyor ki, benim bu
kürsüden o ifadeleri tekrar okumaya terbiyem müsaade etmiyor. Burada öyle bir
ifade var ki, o ifadeyi okumaya benim terbiyem müsaade etmiyor ama Sayın
Dışişleri Bakanımız hakkında şu ifadeyi kullandı son olarak: “İleri derecede
geri zekâlı.” diyor. Allah aşkına, bu seviyeye bir bakar mısınız? Siyasetin
seviyesini düşürdüğünüz mertebeye bir bakabilir misiniz?
Siyasetçi topluma
önder olmalı; konuşmasıyla, duruşuyla, oturmasıyla kalkmasıyla önder olması
lazım. Bir Genel Başkan bu ifadeyi kullanırsa, tabii ki milletvekillerinin de
buna benzer ifadeler kullanmasını ben gayet doğal karşılıyorum.
“Efendim, AK
PARTİ iktidardan uzaklaştırılmalı.” dedi Sayın Milletvekilimiz. Olabilir,
demokrasilerde iktidardan uzaklaşırız ama onun yeri sandıktır. Geçmişte
birilerine çok bel bağladınız, bazı iktidarları uzaklaştırdınız ama artık devir
değişmiştir arkadaşlar.
“Türkiye seninle
gurur duyuyor.” ifadesini oradaki gençler Sayın Başbakanımıza kullanmıştır ama
maalesef yine burada tekrar edildi.
HURŞİT GÜNEŞ
(Kocaeli) – Şehir efsanesi o, şehir!
EMRULLAH İŞLER
(Devamla) – Fakat Sosyalist Enternasyonalde çıkan bildirideki şu ifadeleri
okumak istiyorum, bizim aylardır dile getirdiğimiz ifadeler: “Suriye konusunda
Sosyalist Enternasyonal günlük olarak gerçekleştirilen katliamları derin bir
endişeyle izlemekte, öte yandan Esad rejimi değişimin kaçınılmaz olduğunu kabul
etmemektedir. Demokrasi ve insan hakları mücadelesinde Suriye halkının yanında
sağlam bir şekilde durmaya devam ediyor ve rejimin zalim eylemlerini kınıyoruz.
Tüm taraflara düşmanlıklara son verme ve görüşmelere ön koşulsuz başlama
çağrısında bulunuyoruz. Bölge genelinde daha çok insanın acı çekmesine neden
olabilecek ve istikrarsızlığı artırabilecek dış kaynaklı bir askerî müdahaleyi
desteklemiyoruz. Suriyelilerin yön vereceği bir demokrasiye geçiş sürecini
güçlü bir biçimde destekliyoruz.” Allah aşkına, biz zaten aylardır bunları
söylüyoruz.
Bir de Sayın
Oktay Vural’ın ifadesi oldu, efendim, ülkenin bölünmesinden falan bahsetti. Biz
bu yola çıkarken, tek millet, tek devlet, bir bayrak dedik.
ERKAN AKÇAY
(Manisa) – Adı ne bu milletin, bu
devletin, bu bayrağın? Adını söyle, adını!
EMRULLAH İŞLER
(Devamla) – Biz bu ülkenin her metrekaresinde varız ama bu ülkenin bazı
metrekarelerinde Sivas’ın ötesinde olmayanlar onu kendilerine sorsunlar.
Ben tezkerenin
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ERKAN AKÇAY
(Manisa) – Tek millet.. Milletin adı yok mu?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın konuşmacı partimize yönelik olarak
“Cumhuriyeti kurduğunu iddia eden parti” diyerek bir sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN – Bunun
arkasından ne söyledi de sataşma oldu? Onu söyledi doğru sonra ne söyledi
sataşma oldu?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır efendim, cumhuriyeti kurduğunu iddia eden bir
parti diyerek Cumhuriyet Halk Partisini hafife alan, cumhuriyeti kurup
kurmadığı konusunda tereddüt yaratan, “Kendisi öyle söylüyor ama bunun gerçekle
ilgisi yok.” anlamına gelebilecek bir ifadede bulunuyor efendim. Bu doğrudan
doğruya partimizin kurumsal kimliğine bir sataşmadır.
BAŞKAN – Ama bu
sataşma değil ki.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Saldırı, sataşma değil, saldırı!
BAŞKAN – Peki.
Buyurun, iki
dakika süre veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Ankara
Milletvekili Emrullah İşler’in Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Irak’a
gerektiğinde askerî harekâtta bulunmak üzere Hükûmete yetki verilmesine ilişkin
bir tezkereyi konuşuyoruz. Bu tezkerenin gereğinin yerine getirilmeyeceği
Hükûmetin bugüne kadarki uygulamalarıyla sabit. Irak Cumhurbaşkanı diyor ki:
“Bırak sen buraya asker göndermeyi, buradaki varlığını da al götür.” Hükûmetin
buna karşı herhangi bir tepkisi yok. Adalet ve Kalkınma Partisinin kongresinde
Barzani alkışlarla karşılanıyor; alkışlarla karşılanabilir, bir konuk tabii,
misafirperverlik gereği ama “Türkiye seninle gurur duyuyor.” şeklinde bir
tezahüratta bulunuluyor.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Yok öyle bir şey! Hamzaçebi, sana yakışmadı!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) - Güneş balçıkla sıvanmaz, işin gerçeği budur.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Size yakışmıyor!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bunun sonrasında Sayın Başbakan Barzani’nin yanına kadar
giderek kendisini de kutluyor.
Şimdi
getirmişsiniz buraya bir tezkere, “Kuzey Irak’a müdahalede bulunacağız...”
2007’den bugüne kadar aldığınız tezkerelerin hangisinin gereğini yerine
getirdiniz? Biz cumhuriyeti kurduk, bununla övünüyoruz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Millet kurdu, millet!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – “Biz” derken millet kurdu, millet kurdu.
HÜSEYİN BÜRGE
(İstanbul) – Millet kurdu, millet!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) - Millet kurdu. Bu milletin temsilcisi o zamanki Cumhuriyet
Halk Partisi, o zamanın cumhuriyeti kuran kadroları, Cumhuriyet Halk Partisinin
kadrolarıdır. Bu millet kurdu yani Cumhuriyet Halk Partisi kurdu. Biz bununla
övünüyoruz. Sizin, anlaşılıyor ki sizin, cumhuriyetle bir probleminiz var. Bunu
öyle anlıyorum ben.
HÜSEYİN BÜRGE
(İstanbul) – Sizinle var, cumhuriyetle yok!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bunu öyle anlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Esad’a
bizim arkadaşlar gitti, onu ziyaret etti dedi konuşmacı. Evet, gitti. Suriye’de
hangi sorun var, bunu yerinde tespit için gittik ama biz Esad’la sizin gibi
tatil yapmadık, Sayın Başbakan gibi tatil yapmadık. (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın, bu tatili Bodrum’da Sayın Başbakan Esad’la yaptı. Buna bir
söyleyeceğiniz var mı? Siz, bunları açıklayın.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekilinin, biraz önce benim
açıkladığım…
BAŞKAN – Sesiniz
duyulmuyor Sayın Elitaş, yükseltin lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – …biraz önce benim kürsüde açıkladığım ve grubumuz adına konuşan
arkadaşımızın açıkladığı konuyu tamamen farklı bir şekilde anlatıp Sayın Başbakanın Esed’i Türkiye’ye davetiyle ilgili konuyu “Misafir
etti.” diye çarpıtması hakkında, doğru bilgi verilmesi açısından söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elitaş, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sataşma nedeniyle
iki dakika söz veriyorum ve son söz.
5.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerim; bakın, Sayın Başbakan Esed’i Türkiye’ye davet ettiğini inkâr etmiyor.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Esad, Esad… O zaman “Esad” diyordu, şimdi “Esed”
diyor.
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) – Aynı adam değil mi ya?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Esad’ı Türkiye’ye davet ettiğini inkâr etmiyor. Türkiye’ye misafir
olarak davet etmiştir, Türkiye’de misafir olarak davet edilen başka bir ülkenin
devlet başkanına Türk milletinin ev sahipliği hassasiyeti içerisinde yerinde
“Hoş geldiniz.” demiştir.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Sonraki aile ziyaretini de söyle.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Bunu elli kere anlattık.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Hayır, hayır, sonraki aile ziyaretini de söyle, basının yazmadığı.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Yani arif olana bir kere anlatmak gerekir. Elli kere anlat, anlat,
anlat, hâlâ anlamamazlık çerçevesinde devam
ediyorsunuz gidiyorsunuz. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ama şunu da
söyleyeyim: Bakın, Sosyalist Enternasyonalde söylediklerinizle burada söyledikleriniz
taban tabana zıt.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Orada hiçbir şey söylemedik. Doğru söylemiyorsun. Yüz defa
anlattık. Dün dış işleri sözcülerimiz anlattı sana, yine de basmamış kafan.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – İki: Biraz önce BDP Grubu adına konuşan Grup Başkan Vekilinin
söylediği, Kürt meselesiyle Filistin meselesini paralel olarak değerlendirdiği
ortamda…
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Yine basmamış kafan.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – …Sosyalist Enternasyonalde Başkan Yardımcısı seçildiğiniz süreçte,
Sayın Kılıçdaroğlu’nun Başkan Yardımcısı olduğu
süreçte ne diyor?
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Yine doğru söylemiyorsun Elitaş, bakan
yapmayacaklar seni. Niye doğru söylemiyorsun?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Diyor ki: “Kürt meselesi aynen Filistin meselesi gibidir.”
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Doğru söylemiyorsun. Oslo’yu anlat sen, İran’ı anlat, Esed’i anlat.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – “Irak, İran, Türkiye, Suriye ve hatta NATO ve Birleşmiş Milletler
bu işe girmeli, hep beraber çözüm bulmalıdır.” Kim diyor bunu? Sosyalist
Enternasyonalde kim söylettiriyor? BDP söylettiriyor. Onun altından
kalkamıyorsunuz, o yük omuzlarınızda bela duruyor…
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Sen Oslo’yu anlat, 195 tane şehidi anlat son altı ayda, boş ver
bunları. Hayatınız milleti kandırmakla geçiyor.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – …milletin belası üstünüze gelecek ama hâlâ farklı farklı şeyleri,
gelip olmayan bir şeyi burada var olmuş gibi ifade etmeye çalışıyorsunuz.
Değerli
milletvekilleri, bu bilgileri paylaşmak istedim.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, birleşime saat 20.00’ye kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.12
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
Başbakanlık
tezkeresi üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler
(Devam)
1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak'ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009,
12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile
birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca
17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi (3/1007) (Devam)
BAŞKAN - Şimdi
söz sırası, şahsı adına ilk konuşmacı olan Yalova Milletvekili ve Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’ye aittir. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasa 92’ye
göre Kuzey Irak’a yönelik 8’inci tezkereyi görüşüyoruz, AKP hükûmetlerinin ise
on yıldır 23’üncü tezkeresini görüşüyoruz. Bunların içinde Lübnan, Afganistan,
Aden Körfezi, Libya, Kuzey Irak ve Suriye var. Bu 23 tezkerenin 21’ine biz de
“Evet.” dedik. Sadece 1 Mart 2003’teki, Amerikan askerlerinin Türkiye’de
konuşlandırılmasına “Hayır.” dedik, bir de Suriye tezkeresine “Hayır.” dedik.
Suriye tezkeresi
görüşülürken ben konuşmamda tezkeredeki “yabancı ülkeler” ibaresinden yola
çıkarak “Siz cihan savaşı bile çıkarabilirsiniz.” demiştim ama AKP Grup Başkan
Vekili çıktı, “Sen herhâlde düzgün okumuyorsun, yok böyle bir şey.” dedi. Hemen
ardından Sayın Başbakan şu açıklamayı yaptı: “Efendim, biz bu tezkereyle cihan
savaşı bile çıkarabilirmişiz. Şimdi o, işin perde arkası. Açılır, açılmaz, onu
yeri, zamanı geldiğinde konuşuruz.” E, hanginize inanacağız; Başbakana mı
inanacağız, AKP’nin Grup Başkan Vekiline mi inanacağız? (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, bir de
hangi tavrınıza inanacağız? Tezkere çıktı, “Savaşa girecek değiliz.”,
“Tezkerenin amacı caydırıcılıktır.”, “Tezkere çıksa da savaş olmayacak.”,
“Tezkere kullanılmayacak diye bir şey yok, gerekirse savaşırız, ben bile
savaşırım.” Vallaha doğru söylüyor, bence “Gerekirse
savaşırım.” değil, Başbakan savaşmalı. Madem 2071’den söz ediyor, madem
Alparslan’la kendini kıyaslıyor, mademki Romen Diyojen
de Şam’da oturuyor ona göre, madem beyaz kefeni de giymiş Başbakan, o zaman
Alparslan giydi beyaz kefeni gereğini yaptı, Yıldırım Beyazıt giydi gereğini
yaptı, Başbakan da gereğini yapsın. Yani Atatürk’ün, o sizin beğenmediğiniz
İsmet Paşa’nın ömrü cephelerde geçti. Çanakkale’de, Galiçya’da, Dumlupınar’da,
Sakarya’da, Afyon’da cephelerde geçti ama onlarla sizin aranızda bir fark var:
Atatürk de, İsmet Paşa da o cephelerde emperyalistlere ve işbirlikçilerine
karşı savaştılar, siz ise savaşı emperyalistlerin isteği üzerine çıkartmak
istiyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Suriye’de ölen insanlar için
ağlıyorsunuz -evet, biz de ağlıyoruz- ama peki, Irak’ta 1,5 milyon Müslüman
katledildiğinde, onlara yardımcı olmak için neden tezkere çıkarma derdine
düştünüz? İşgal kuvvetlerinin memleketlerine sağ salim dönmeler için duayı biz
mi ettik, Sayın Başbakan mı etti? 5 canımız öldürüldüğünde alelacele kapalı
oturumla tezkere çıkarmayı aklınıza getiriyorsunuz da, Mavi Marmara’da 9
canımız öldürüldüğünde neden tezkere çıkarmıyorsunuz?
Bakın, Mavi
Marmara’yla ilgili Başbakanın açıklaması, diyor ki: “Savaş sebebiydi ama
Türkiye'nin büyüklüğüne yakışır bir şekilde konuyu diplomasiyle çözdük.” Yani,
İsrail’e geldi mi diplomasiyle çözüyorsun, Suriye’ye geldi mi tezkere
çıkarıyorsun.
İBRAHİM KORKMAZ
(Düzce) – Sizin açıklamanız neydi o zaman? Siz ne konuşuyorsunuz öyle?
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, sizin savaş sebepleriniz çok. Kıbrıs Rum
kesiminin petrol aramasını da savaş sebebi saymıştınız, Piri Reis’ten başka bir
şeyi ortalıkta görmedik. Şimdi size soruyorum: Orada petrol çıkarılıyor mu,
çıkarılmıyor mu?
AKP milletvekili
hızını alamamış “Üç saatte Şam’a gireriz.” diyor. 130’la gitse 390 kilometre
yapar, 460 kilometre Şam. Otobanda gitse yine Şam’a varamıyor ama o işgali üç
saatte yapabiliyor. Şam’da Emevi Camisi’nde namaz
kılmaktan söz edenler, Kandil Dağı’nda yaz kampı yapmayı ne zaman konuşacaklar?
(CHP sıralarından alkışlar) Suriye sınırında yumruk sıkan Başbakanın
Genelkurmay Başkanı, Kandil’e sıra gelince “ABD’nin ikna edilmesi gerekir.”
diyor. Genelkurmay Başkanı “ABD’nin ikna edilmesi gerekiyor.” diyor, parti
sözcüsü Hüseyin Çelik. “Barzani’nin ikna edilmesi gerekir” diyor, Emevî Camisi’nde namaz kılmayı göze alıyorsunuz, Kandil’de
yaz kampı yapmayı göze alamıyorsunuz.
Irakla ilgili
8’inci tezkereyi görüşüyoruz, hiçbirisini kullanamadınız, birini denediniz, onu
da yarım bıraktınız. Hangi askerî bilgiyle o tezkereyi yarım bıraktınız ya da
hangi dış politik baskıyla geride bıraktınız? Yoksa bilmediğimiz bir beyzbol sopası daha mı gösterildi size? Sorum şu: “Bu
tezkere yetkisini geçmişteki yedi tezkere gibi kullanmamazlık
mı yapacaksınız? Barzani’yi ikna ettiniz mi, ABD’yi ikna ettiniz mi?” diyorum.
Şimdi, yorumsuz
bir bölüm sunacağım size: 26 Temmuz 2011, Kayseri Meydanı: “4 kez PKK’yla bir
araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu, alçakça iftirada
bulunanlar bunun hesabını her yerde verecektir.” 19 Eylül 2011: “Biz
görüşmüyoruz, devlet görüştü.”; 12/4/2012: “MİT
Müsteşarını İmralı’ya da Oslo’ya da gönderen benim.”; 27 Eylül 2012: “Yeni bir
Oslo olabilir.” Yetmedi, bir de yardımcısı var, Sayın Arınç var. Referandum
öncesi, Turgutlu ilçesinde bir iftar sofrasında konuşuyor, iftar sofrasında! 6
Eylül 2010: “Terör örgütüyle pazarlık yapacak kadar namussuz ve ahlaksızlardan
değiliz.” 19 Eylül 2012. NTV televizyonu, Oslo’ya ilişkin değerlendirmesinde:
“İslam’da bile karı kocanın arasını bulmak için yalan konuşmak caizdir.”
Sayın Arınç,
yalanı kime söylediniz, millete mi yalan söylediniz, Türkiye Büyük Millet
Meclisine mi yalan söylediniz, PKK’ya mı yalan söylediniz? Peki, yalanı kim
söyledi, devlet mi söyledi, Hükûmet mi söyledi, PKK mı söyledi? Otuz yıldır
terörle mücadele ediyoruz, bunun on yılı size ait, üstelik 2002’de terör
bitmişti, hâlâ utanmadan sıkılmadan muhalefete: “Önerin ne, projen ne?” diye
soruyorsunuz, muhalefeti suçluyorsunuz. Hem beceriksizsiniz hem de kafanız net
değil.
Bakınız, terörle
mücadele konusunda geçmişte yaptıklarınızı sıralayayım size: Dayanıklı karakol
yapacaktık. Sınır kaydırmasına gidecektik. Anlık istihbarat paylaşımı olacaktı.
Sınırlarımız BBG evi gibi olacaktı. Özel koordinatör atanacaktı. İnsansız hava
araçları devreye girecekti. Kürt açılımı yapacaktık. Demokratik açılım
yapacaktık. Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nden söz ettik.
Bakın, 1950’lerde
Menderes, rahmetli Menderes şöyle diyor: “Hükûmetlerin başarısı, geçmişteki
hükûmetlerin ne yaptığıyla ortaya konmaz, eldeki imkânlarla ne yaptığıyla
ölçülür.” Yani gelmiş geçmiş hükûmetlerin elindeki en büyük yetkiler sizindi;
Meclis çoğunluğu sizin, Çankaya sizin, Genelkurmay sizin, mahkeme sizin,
TÜBİTAK sizin, medya sizin, MİT sizin, özel idareler sizin, belediyeler sizin.
Türkiye’de bu kadar yetki hiçbir hükûmette yoktu ama elinize yüzünüze
bulaştırdınız, 2002’deki bitmiş olan terörü yeniden hortlattınız.
Değerli
arkadaşlarım, dün burada Suriye’yle ilgili 1980’den 2002’ye kadar 13 anlaşma
yapıldığını, oysa sizin dönemizde -yirmi iki yılda 13 anlaşma- on yılda 49
anlaşma yaptığınızı anlatmıştım. O anlaşmalardan iki tanesini söylemiştim. Çok
ilginç, terörle mücadele konusunda Suriye Hükûmetiyle bir anlaşma yaptınız,
sınırların güvenliği konusunda ayrı bir anlaşma yaptınız.
Bakın, bugün çok
daha ilginç bir anlaşma buldum; su anlaşması yapmışsınız, su. CHP sözcüsü şu
kürsüye gelmiş. Tarihlerini veriyorum: 9 Mart 2011 Genel Kurulda görüşülmesi,
Meclis Başkanlığına gelişi 1/10/2010. Biz muhalefet
etmişiz. Siz, Esad’cıymışsınız o zaman, Baas’cıymışsınız.
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Halkına su verilmez mi?
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Siz o zaman Esad’cıymışsınız, tamam mı?
O zaman
demişsiniz ki… CHP sözcüsü Hüseyin Pazarcı çıkmış demiş ki: “Bakın, bu anlaşma
ulusal çıkarlarımıza aykırıdır. Bu anlaşmayla siz Suriye’ye yılda 1 milyar 250
milyon metreküp su vereceksiniz. Yarın Suriye’yle aramızda bir problem
olduğunda bu anlaşma sorun olur, yapmayın.”
Siz diyorsunuz
ki: “Olur mu öyle şey? İki nehir, tek havza.” Fırat ve
Dicle’yi kastederek. Anlaşma tarihi 23/12/2009.
Bu anlaşmada CHP’nin muhalefet şerhi var. Siz o günlerde Baas’cıymışsınız,
siz o günlerde Esad’cıymışsınız siz o günlerde -sizi
gidi sizi- ne anlaşmalar yapmışsınız da… Bunları size tek tek anlatacağım. (CHP
sıralarından alkışlar) Sizin nasıl bir Esad’cı sizin
nasıl bir Baas’cı olduğunuzu anlatacağım.
Ama şartlar
değişmiş, emperyalist güçler size demiş ki: “Ya boşver
Esad’ı, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi, hepsini halledeceğiz. Siz bize yardımcı
olacaksınız; biz de size laik cumhuriyeti yıktıracağız, kurumları
yıktıracağız,” demiş, böyle bir anlaşma yapmışsınız siz, anlaşma bu. Ya
geçmişte dostum dediğinizi ödül aldığınız Kaddafi’yi bombaladınız…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE
(Devamla) - …linç edilmesine yardımcı oldunuz, dostum dediğiniz kankanızı şimdi bombalamaya yardımcı oluyorsunuz. Yarın
aynısını İran’a yapacaksınız, bundan hiç kuşkum yok. Bir tane değil iki tane
değil sürekli çelişki içerisindesiniz.
Sizin nasıl bir Baas’cı olduğunuzu bu kırk dokuz anlaşmayı tek tek okuyarak
zamanı geldiğinde bu kürsüden anlatacağım diyorum, hepinize teşekkürler,
saygılar sunuyorum (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Aydın.
MUHARREM İNCE
(Yalova) - Senin imzan yok, Başbakanın imzası var o anlaşmada.
BAŞKAN – Hayır
Sayın Aydın, ne istiyorsunuz önce bir meramınızı anlatacaksınız yok öyle.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Sayın Başkanım, bizim emperyalistlerin isteği üzerine savaş
çıkarttığımızı söyledi. Bizi Baas’cı olarak niteledi.
Hangi birini söyleyeyim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun,
sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum ama ifade edeceksiniz. Her kürsüye
yürüyene söz verdiğimiz takdirde burada hiçbir işlem yapılmaz.
Buyurun.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
6.- Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın, Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Çok teşekkür ederim
Değerli Başkanım,
çok değerli arkadaşlar; tabii konuşmacıyı izlerken şöyle biraz da hafızalarımı
tazelemek istedim ben, geçmişe doğru da gittim.
Şimdi, o
günlerde, geçmişte bu İran’la nükleer müzakereler yaparken Türkiye “Barışçıl
yollarla bu iş çözülsün.” diyordu. O gün de Suriye halkından yanaydı –sulh halk
içindir- bugün gene Suriye halkından yanayız. O günlerde “Türkiye İran mı
olacak?” diyen CHP, Türkiye Malezya mı olacak diyenler, “Türkiye Suriye mi olacak
diyenler bugün “Türkiye sırtını Suriye’ye mi döndü?” demeye başladılar.
Yine aynı şekilde
İsrail meselesinde, Mavi Marmara meselesinde CHP’nin tutumunu bütün dünya
kamuoyu biliyor. 9 şehit vermişiz ve burada çıkıp ana muhalefet İsrail’i,
İsrail Başbakanını kınamaktansa ya da onlar için burada laflar esirgeyip de ama
kendi ülkesinin Başbakanını…
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - Siz tezkereyi getirdiniz de desteklemedik mi?
AHMET AYDIN
(Devamla) - …gidip Avrupa’ya, Amerika’ya şikâyet eden gene CHP’nin kendisi.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - Olmadı, olmadı… Uymadı, uymadı.
AHMET AYDIN
(Devamla) - Yine “Terörle mücadele konusunda neredesiniz?” diyor.
Şimdi çok değerli
arkadaşlar, Oslo’yla ilgili bir tutanak tutuyorlar. Partinin basın sözcüsü aynı
zamanda Oslo metnini gösteriyor. Sözde Oslo metni, böyle bir şeyin olmadığını…
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - O da olmadı bu da değil.
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) – Bu da olmadı.
AHMET AYDIN
(Devamla) - Gazetelerde böyle bir şeylerin yazıldığını… Olmadığı ifade edildi.
“Oslo’yla ilgili görüşmeler olmamalı” diyen… Ama arkasından Genel Başkanı
çıkıyor kendisini yalanlıyor, Oslo’yla ilgili görüşmelerin devam etmesi
gerektiğini söylüyor. Sayın Başbakanımız şunu söyledi: Değerli arkadaşlar,
devlet eğer bu sorunun çözümü için gerekiyorsa… Millî İstihbarat Teşkilatı
bunun için vardır. Tam da terörle ilgili önemli meselelerde bu sorunun çözümü
konusunda yapılması gereken neyse istihbarat da bunu yapmak zorundaydı.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - Ahmet, uymadı bunlar, uymadı.
AHMET AYDIN
(Devamla) - Yine, emperyalistlerden bahsediyor. İşte İran gibi birçok meselede
Amerika’ya rağmen biz tuttuk barışçıl yollarla, diplomatik yollarla bu işin
çözülmesini istiyoruz.
Şimdi ben…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - Olmadı Ahmet, olmadı.
AHMET AYDIN
(Devamla) - Bir tarafta Suriye halkı bir tarafta Esad yönetimi, safınızı net
bir şekilde belirtin.
Teşekkür ederim.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Aydın.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler (Devam)
1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009,
12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile
birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca
17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi (3/1007) (Devam)
BAŞKAN – Tezkere
üzerinde, Hükûmet adına söz isteyen, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca hudut, şümul, miktar ve
zamanı Hükûmetçe belirlenecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının
Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf
edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Irak’ın PKK
teröristlerinin bulundukları kuzey bölgesiyle mücavir alanlara gönderilmesine
ve görevlendirilmesine dair Hükûmet tezkeresinin gerekçelerini açıklamak üzere
huzurunuzda bulunuyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlarken, ülkemizin birliği ve huzuru için bizler bu ülkede özgürce yaşayalım
diye hayatlarını kaybeden şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnet ve
şükranla anıyorum.
Türk Silahlı
Kuvvetlerine sınır ötesi harekât yapma imkânını sağlayan Hükûmet tezkeresine
izin Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 Ekim 2007 tarihli, 903 sayılı kararıyla
verilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin uzatma kararlarıyla bugüne kadar
gelinmiştir. En son 5 Ekim 2011 tarihli ve 1005 sayılı kararıyla yetki bir yıl
süreyle uzatılmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, Irak’ın kuzey bölgesinde bulunan PKK terör
unsurlarından kaynaklanan ve halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî
birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terör ve
açık bir tehditle, maalesef, son otuz yıldır karşı karşıya bulunmaktadır. Terör
örgütü, eylemleriyle birliğimizi, kardeşliğimizi hedef almakta ve toplumsal
barışı bozmayı hedeflemektedir, Türkiye'nin ekonomisine ve ülkemizin geleceğine
de ağır faturalar yüklemek istemektedir.
Görüşmekte
olduğumuz tezkere, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hava harekâtı, hava keşif
uçuşu, topçu ateşi ve kara harekâtı tarzında bugüne kadar kullanılmıştır.
Tezkerenin tek hedefi PKK terör örgütüdür. Iraklı kardeşlerimize zarar vermek
hedefi söz konusu değildir. Esasen, şimdiye kadar yürütülen sınır ötesi askerî
harekâtlarımızda, Iraklı sivillere zarar verilmemesine ve sivil yerleşim
birimlerinin hasara uğratılmamasına, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından
azami özen gösterilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
terör, milletimizin ortak sorunudur. Terörle mücadelede elde edeceğimiz başarı,
milletimizin ortak başarısı olacaktır. Demokrasimizi güçlendirmek amacıyla
uygulayacağımız çok boyutlu ve kapsamlı tedbirler içeren bu süreç içerisinde,
lüzumu hâlinde ve caydırıcılık çerçevesinde askerî önlemler alınması, terörle
mücadelemizdeki bütüncül yaklaşımı tamamlayacaktır. Nihai hedefimiz, bu tür
tezkerelere artık bir daha hiç ihtiyaç duymayacağımız, sürdürülebilir bir
güvenlik ortamının tesisidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; terör örgütü yandaşları bugün kendilerine konjonktürel bir fırsat doğduğunu zannetmekte, devletin
şefkatini, suçsuz insanların
korunması konusundaki azami özenini bir zafiyet olarak görmekte,
zorla bazı şeyleri kabul ettirebileceklerini sanmaktadırlar. Türkiye’yi terörle
mücadele kararından vazgeçireceklerini, ülkenin bölünmez bütünlüğüne zarar
vereceklerini düşünenler bunun bir hayal olduğunu er geç anlayacaklardır. Gönül
arzu eder ki geç olmasın. Ülkesine, milletine, ailesine ihanet edenlerin abad olmadığını tarihe bakanlar görecektir.
Türkiye, terörle
mücadelesini, vatandaşlarının hakkını, temel hak ve özgürlüklerini koruyarak,
demokrasi ve hukuk içerisinde sürdürecektir. Demokratik toplumun ve
uluslararası hukukun her türlü nimetini kullanan, fakat külfetini hiçe
sayanlara karşı da birlik olmamız gerekir.
Gerek bölgemiz
gerekse Türkiye bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu süreç
sonunda, ülkesi kalkınmış, milleti barış içinde, zengin, özgürlükleri boş bir
çerçeve olmaktan çıkarıp yaşayan, bu ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyan,
yarınından kaygısı olmayan insanların oluşturduğu bir ülkeyi hedefliyoruz.
Barışı, zenginliği ve huzuru sadece kendimiz için değil, bölgemiz ve tüm
insanlık için de istiyoruz. Bunun önündeki engellerden biri de bugün
karşılaştığımız terördür. Terör, bir anda ortaya çıkmadığı gibi bugünden yarına
hemen ortadan kalkacak bir sorun da değildir. Terör, bir sonuçtu, önce onun
zemini oluştu, o zemin üstünde terör örgütü ortam buldu. Terörün ortadan
kalkması da birdenbire olmayacaktır, önce onun zeminini yok etmek lazım. Terör
örgütü, bazı dış güçlerin Türkiye’ye karşı yürüttükleri örtülü operasyonların
taşeronluğunu da yapmaktadır. O güçler, böyle ucuz bir taşeronu, yerine
yenisini koymadıkça, daha etkilisini bulmadıkça ellerinden çıkarmak da
istemezler.
Bu gerçeklerin
yanında, terörle de, teröristle de mücadele etmek gerekir. Biz, bir yandan
hukuka bağlı insan hak ve hürriyetlerini öne alan bir anlayışla, diğer yandan
da haktan, hukuktan anlayamayana hak ettiği cevabı verecek kararlılıkla bu
mücadeleyi tüm milletimizle birlikte sürdürüyoruz. Bu mücadele bir bütündür,
onun içinde güvenlik de var insan hakları da var. Biz, doğru seçeneğin hem
güvenlik hem insan hakları olduğunu düşünüyoruz.
İşte, bugün,
burada, terörle mücadelemizin bir ayağı olan Irak tezkeresinin süresinin bir
yıl daha uzatılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisinden talep ediyoruz. Türkiye
olarak Irak politikamızın hangi esaslar üzerine kurulduğu, hangi ilkeler
çerçevesinde şekillendiği, nasıl bir seyir izlendiği bilinmektedir. Irak politikamızı
şekillendiren üç temel prensip var: Birincisi, uluslararası hukuka saygı;
ikincisi, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve güvenliğinin sağlanması;
üçüncüsü, kendi millî menfaatlerimizin, toprak bütünlüğümüzün korunması ve
halkımızın güvenliğinin sağlanması.
Bu ilkeler
çerçevesinde konuya bakmak gerekirse, Türkiye olarak bizim uluslararası hukuka
saygı konusundaki hassasiyetimiz kesindir, kararlılıkla korunmaktadır ve bu
bütün komşularımızca da bilinmektedir.
Irak’ın toprak
bütünlüğüne ve güvenliğinin sağlanmasına gelince, bu konuda bizim ülke olarak
elimizden gelen her çabayı sarf ettiğimizi herkes bilir. Irak birçok acılar
yaşamış bir ülke, yaşadığı açılarda Türkiye daima Irak halkının yanında
olmuştur. İran-Irak savaşında birçok ülke savaş devam etsin diye iki taraftan
birine yardım ederken biz, kardeş ülkelerin birbirleri ile savaşmaması
gerektiğini söyledik, savaşın sürmesine destek vermedik. 1991 yılında, Körfez
Savaşı esnasında kimyasal silah saldırısına müteakiben Saddam’ın ordularından
kaçan yarım milyon Kuzey Irak’lı Kürt insanına
Türkiye olarak kucak açtık, onlarla ekmeğimizi paylaştık, bu süreçte Irak
halkının zarar görmemesi için gayret gösterdik, Irak’taki etnik gruplara da
“Ayrılıkçı tavır sergilememeleri yönünde” tavsiyelerimiz oldu.
Bizim, Irak
halkıyla da Kuzey Irak’taki Kürt halkıyla da hiçbir sorunumuz yoktur. Kuzey
Irak’ta gerçek bir güvenliğin sağlanması da bizim samimi temennimizdir. İsteriz
ki orada da huzur, barış ve güvenlik hâkim olsun, terörist üreten yapılara izin
vermeyen bir devlet otoritesi bulunsun. Peki, bu sağlanabilmiş midir? Kuzey
Irak’ta özerk bölgesel yönetim dahi tam anlamıyla bir devlet otoritesi
kuramamıştır. Ne yazık ki, ne Irak merkezi yönetiminin ne de Bölgesel Kuzey
Irak yönetiminin böyle bir iddiası yok. Şayet, Irak’ta gerçek ve tam bir devlet
otoritesi olsa, uluslararası hukukun ve iyi komşuluk ilişkilerinin bir gereği
olarak, ülkemize yönelik terör faaliyetlerini durdurması, önlemesi gerekir ama
bu konuda yetersiz olduklarını söyleyen bizzat kendileri.
İşte bu nokta da
Irak politikamızın bizim kendi toprak bütünlüğümüzü ve güvenliğimizi
ilgilendiren boyutunu oluşturmakta. Keşke, Irak’ın bir parçası olan Kuzey
Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi kendi topraklarında bize yönelen tehdidi
dostluğa, kardeşliğe yakışır bir şekilde engellemiş olsa ama bu yok. Bu durumda
bizim kendimizi korumamız, haklarımızı çiğnetmememiz… Halkımızı teröristlerin
saldırısından korumak sadece hakkımız değil, aynı zamanda sorumluluğumuzdur;
devlet olmak da budur.
Eğer Kuzey
Irak’ta, Kandil Dağı’nda bir terör ocağı kurulmuşsa ve oradan birileri gelip
benim vatandaşımın güvenliğini, canını, malını hiçe sayıyorsa, ülkede terör ve
kargaşa ortamı oluşturmak istiyorsa bu tezkere de olacaktır. Bu, bir savaş
değil, barışı temin etme tezkeresidir.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - On senedir ne yapıyorsunuz Sayın Bakan, on senedir? Sekiz senedir
tezkere var, on senedir terör var. Hazirandan bu yana 185 asker ölmüş, şehit
olmuş. Ne yapıyorsunuz siz o zaman?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Biz mi iktidarız?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bu bizim dönemimizde kimseyi Türk olmaya
zorlamadık. Herkesin dini kendine -bizim inancımızda vardır “Leküm diniküm veliyedin”
Kâfirun suresinde- herkesin dili de kendine.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Tabii!
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – İnkâr da asimilasyon da bu dönemde sona erdi.
Teröre mazeret aranmaz. Masum öldürmeye de gerekçe aranmaz. Teröre mazeret
arayanların minareye kılıf arama söylemleridir, eylemleridir. Biz birlikte bu
ülkenin eşit vatandaşlarıyız. Şehitlerin ölmediğini biz değil, bize inancımız
söyler. Bakara suresi 154; ancak sizler bilmezsiniz.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Allah Allah!
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bunu da yine ayetin devamında söyler.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) - Ne demek yani?
OKTAY VURAL
(İzmir)- “Siz bilmezsiniz” derken kime söylüyorsun?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ayetin devamında söyler…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Çocuklarınızı bir gönderin oraya.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – “Allah’ın özgür olarak yarattığını kimse köle
yapamaz. “Ülkemizde köle yoktur. Bu millet ne köle oldu ne de köle edindi. Biz
inanıyoruz ki “Arap’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürt’e,/ Acemin Çinliye
üstünlüğü mü varmış, nerede?/ Küfrolur, başka değil,
kavmini sürmek ileri.”/ Fikrî kavmiyeti telin ediyor Peygamber.” Bizim
inancımız bu, başkası yalan; bunun dışındaki anlayışlar bize göre cahiliye. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Bravo! Bravo!
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Bakan, tezkereyle ilgili bir şey söyleyin.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aşık Veysel’in güzel bir sözü var: “Kürt’ü, Türk’ü ve
Çerkez’i,/Hep âdemin oğlu kızı./Beraberce şehit, gazi./Yanlış var mı ve
neresi?”
Malazgirt’te,
Çanakkale’de, İstiklal Savaşı’nda beraber olan, beraber şehit, beraber gazi
olanların birinin diğerine bir üstünlüğü söz konusu yoktur.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Sayın Bakan, o zaman neden inkâr ediyorsunuz?
Sayın Bakan,
Kürtleri neden inkâr ediyorsunuz o zaman? Dilini, kimliğini inkâr ediyorsunuz.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Muhterem Başkanım, değerli milletvekilleri;
demokratikleşme yolunda atılan adımların terör örgütünün amacını Hak ve halk
olmadığını ve teröristlerin kendi gelecekleri olduğu göstermiş olması önemli
bir sonuçtur. Bu devlet bir ırka dayanmaz; ortak bir tarihi paylaşanların,
ortak bir geleceği birlikte paylaşmak isteyenlerin oluşturduğu bir devlettir.
Herkese bu çatı altında yer var. Her yerin PKK için güvenli olduğunu söyleyenler
“PKK Hakkâri’de 400 kilometreyi kontrol ediyor.” diyenlerle aynı bakış açısını
paylaşmıyor mu? En doğru kararı aziz milletimiz verecektir. Bu milletin zerre
kadar hakkına zarar verecek bir çalışma bu Hükûmetten gelmez.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sen git Oslo’yu açıkla bakalım.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Bunu en iyi bu milletimiz takdir eder.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sen git terörist için ağlayan emniyet müdürüyle ilgili konuş.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Akçakale bombalanır “Suriye’nin Beşar Esad’ın yaptığını nereden biliyorsunuz?” diyenler,
uluslararası sularda Suriye tarafından uçağımız düşürüldüğünde “Uçak nasıl
düşürüldü bilmiyoruz?” diyenler.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Hadi açıkla o zaman, Millî Savunma Bakanısın, açıkla, hadi açıkla.
BAŞKAN – Sayın
Akar lütfen, Sayın Akar!
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Esad halkını, Esad’ı savundukları kadar bu Türk
milletini savunsalar bu milletten çok daha fazla destek alırlar. (AK PARTİ
sıralarında alkışlar)
OKTAY VURAL
(İzmir) – İmralı’yı muhatap alanlar terörle mücadele edemez, senin gibi
zihniyettir o.
BAŞKAN – Sayın
Vural…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Bakan, Afyon’daki 25 askerin hesabını bir ver orada.
OKTAY VURAL
(İzmir) – “Açılım” diye terörü bitireceğiz dedin, daha geçen gün Sivas’ta dedin
“Açılımla maçılımla bitmez.” diye. Milleti
kandırıyorsunuz!
BAŞKAN – Sayın
Vural…
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Sayın Bakan, Diyanet İşleri Başkanı mısın sen, Millî Savunma Bakanı
mısın?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Biz Esad’ı destekledik halkını bombalayıncaya
kadar, siz Esad’ı halkını bombaladıktan sonra desteklediniz. (AK PARTİ
sıralarında alkışlar)
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Bırak, bırak…
MİLLİ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Ülkenin hiçbir yerinde egemenlik devri
yapılmamıştır ve yapılmaz da; hiçbir makul, sağduyulu kimse, bunu söyleyemez.
Bu ağız, bölücü terör örgütünün ağzıdır.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Akşam da uçakta pil yakalamıştınız, pil.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Çözüm olsun diye Sayın Başbakana gelen siz,
Komisyon oluşturalım denildiğinde “erken” diyen siz; siz ne dediğinizi de ne
istediğinizi de bilmiyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo!” sesleri,
alkışlar.)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, Dışişleri Bakanımızla ilgili birçok gereksiz, lüzumsuz
sözler söylendi. Tabii, altının kıymetini sarraf bilir. Dışişleri Bakanının
nasıl bir altın olduğunu gidin Konyalıya sorun. Yüzde 70 oyla, 808 bin 274 oyla
Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderen Konyalılar Ahmet Davutoğlu’nun nasıl
bir altın olduğunu bilir…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Konya’ya Belediye Başkanı yapalım Sayın Bakan.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Sayın Bakan seni Diyanet işleri Başkanı, Ahmet Davutoğlu’nu
belediye başkanı yapalım.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) -
…ve Ahmet Davutoğlu’nun aklının zekâtını kime verse ömür boyu içinde
bulundukları topluluklar içinde başarılı görünmek için yeter. Sıfır sorun bir
amaçtır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) – O Konya’da kalsın Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Gerçek bununla örtüşmüyor olabilir ancak
amacımız budur, çalışmak gerek amaca varmak için.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yanlış kağıdı eline vermişler, yanlış
okuyorsun.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir
sayın milletvekilimiz…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Bakan, Afyon’daki 25 askerin hesabını bir ver, öğrenelim.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Biz Kuzey Irak’taki harekâtta sivillerin zarar
görmemesi için, yerleşim bölgelerinin zarar görmemesi için her türlü hassasiyeti
gösteriyoruz.
ALİ ÖZGÜNDÜZ
(İstanbul) – Sayın Bakan, Kandil’e çıkacak mısınız?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Daha önce köy yakınlarına, köylüye zarar
verildiğinde hem özür diledik -Irak’ta- hem de tazminat ödedik.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Roboski’den neden özür dilemiyorsunuz Sayın
Bakan? Roboski gerçeğini unutmayınız. Roboski için halkımızdan özür dilemek zorundasınız!
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ancak bir milletvekilimiz, bakın, Ağustos
2011’de Kandil’e giden yolda sivillerin öldürüldüğünü söyledi.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Evet, aynen öyle.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Ancak görüldüğü gibi bu kesinlikle yalanlandı, dezenformasyon…
İBRAHİM BİNİCİ
(Şanlıurfa) – Sayın Bakan, 7 kişilik aile yok oldu.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bununla ilgili olarak da elimizdeki bütün
belgeler Irak Yönetimi’ne de verildi Irak’taki Kuzey Irak Yönetimi’ne de
verildi. Dolayısıyla bunların yalan olduğu apaçık ortaya çıktı. “Siviller
bulundu.” iddiasını yalanlayan fotoğraflar burada.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – 7 kişilik bir aile paramparça oldu savaş uçaklarından atılan
bombalarla. Nasıl inkâr edebiliyorsunuz?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
tezkere umarız ki, inşallah birlik ve beraberliğimizi devam ettirirsek
alacağımız son uzatma olur diye düşünüyoruz. Bu millet en kötü durumlarda dahi
kendi sağduyusunu göstererek provokasyonlara gelmedi
ve en zor dönemlerde dahi birlik ve beraberliğini korudu. En acılı anlarında
bile provokasyonlara gelmeyen, acısını vakur bir
biçimde içine gömen bu asil millet bu mücadeleden de yüzünün akıyla çıkacaktır.
Bu sürecin kaybedeni Türkiye olmayacaktır.
Sadece tek bir
şey söylemek istiyorum bu terörle mücadelede hukuka nasıl uygun davranıldığını
eylül ayında olan bir olayla ilgili. Muş’ta karakol komutanı ve yanında
askerleriyle birlikte, arkadaşlarıyla birlikte, yazıyor, basına da düştü, takip
edebilirsiniz: “Teröristleri gördük, rahatlıkla vurabilirdik ama başçavuşumuz
‘dur’ ihtarı çekelim. dedi. Biz “Ateş açarlar.” dedik
ama komutanımız ‘Biz dur ihtarı çekmek zorundayız, bizim görevimiz bu.’ dedi ve
bundan sonraki çıkan çatışmada da komutan şehit oldu.” En zor dönemde dahi
yaşatmak için mücadele ediyoruz diyoruz ya, işte budur. Ellerinde silahı olan
teröriste dahi önce “Gel, devletine teslim ol, bu hukuk seni de korumaya
yeter.” deniyor ancak onların ateşiyle de bu komutanımız da şehit oluyor. Bu
dahi göstermektedir ki bu Hükûmet, bu devlet hukuka saygı içerisinde bu terörle
mücadelesini sürdürmeye çalışacaktır. Ne olursa olsun, hukuktan zerre kadar da
şaşmayacağız. İnanıyoruz ki bu terörle mücadelenin iki ayağı vardır; zalimle
mazlumu ayırmak lazım. Eğer bir tane zalim için veya on tane zalim için bir
mazluma zulmederseniz attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmez. Onun için,
tek bir mazlumun hakkını korumak için dahi böyle bir hassasiyet gösteriyoruz.
Ondan dolayı da bu terörle mücadelemiz uzun sürmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetimize yetki veren tezkerenin uzatılması, terör
tehdidinin ortadan kaldırılması amacıyla yürütmekte olduğumuz kapsamlı ve çok
boyutlu faaliyetleri destekleyecektir. Meclisimizin huzurunda, ülkemizin huzur
ve güveni için büyük bir özveri ve cesaret ile gece gündüz demeden her türlü
fedakârlık ve tehlikeye katlanarak görevlerini sürdüren polis, asker ve tüm
güvenlik güçlerimize en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
Türkiye’ye
yönelik olarak devam eden, inşallah…
İBRAHİM BİNİCİ
(Şanlıurfa) – Roboski’den haber ver, Roboski’den.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Bak, Türk mahkemesine güvenmek lazım. Türk
mahkemesine…
İBRAHİM BİNİCİ
(Şanlıurfa) – Roboski’de ne oldu?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Yine bir başka… bir
başka…
İBRAHİM BİNİCİ
(Şanlıurfa) – 35 cana ne oldu?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – O konu yargıda.
Türk mahkemesine
şöyle güvenmek lazım… Yargının gereken kararı verdiğine biz inanıyoruz.
Bakın, elimde bir
başka yine olay var. Terörle mücadele nasıl veriliyor veya Türk mahkemesi nasıl
davranıyor diye. 1 Mehmetçiğimiz şehit ediliyor, öldürülüyor, 1 Mehmetçiğimiz
de yaralanıyor. Kimlerle? Yine yanında bulunan arkadaşlarla
orada. Fakat mahkemece “Meşru müdafaada mazur görülebilecek bir heyecan,
korku ve telaştan kaynaklanan sınırın aşılması” şeklinde değerlendirildiğinden
ceza verilmesine yer olmadığına karar veriyor. Terörle
mücadele edilen bir ülkede kendi Mehmetçiğini yanında yaralayan bir terörle
mücadele ekibinde bulunanın dahi beraat ettiği bir ülke. Dolayısıyla hiç
merak etmeyin, bu Türk mahkemesi… Ben de hukukçuyum, hukuk gecikir ancak hak
yerini bulur, ondan hiç şüpheniz olmasın.
Türkiye’ye yönelik olarak devam eden terörist saldırılarına ve
tehditlerine karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası
hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere hudut, şümul, miktar ve
zamanı Hükûmetimizce belirlenecek şekilde gerektiğinde Irak’ın kuzeyinden
ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırısının bertaraf edilmesi amacıyla
sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının PKK teröristlerinin bulundukları Irak’ın kuzey bölgesiyle mücavir
alanlarına gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin
17 Ekim 2007 tarihli 903 sayılı Karar’ıyla Hükûmete verilen ve son olarak 5
Ekim 2011 tarihli ve 1005 sayılı Karar’ıyla bir yıl süreyle uzatılan izin
süresinin 17 Ekim 2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını
Anayasa’nın 92’nci maddesince yüce heyetinizden talep eder, hepinizi saygıyla
selamlarım.
Tezkerenin
milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diler, yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Bakan “Bizim inancımız bu.” diyerek sureler
okudu. “Başkalarını bilmem.” diyerek inançları sorguladı açıkçası. Bu konuda
haksız bir eleştiride bulundu, cevap vermek istiyorum izninizle.
BAŞKAN – Ama ne
parti ne şahsınız adına söyleyerek… Kendi düşüncesini ifade etti.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Herkes inanmak zorunda değil.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, bizim eleştirilerimiz siyaseten yapılmış
eleştirilerdir, bunun inançlarla bir ilgisi yoktur. Sayın Bakan buna inançlar
üzerinden bağlantı kurdu.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Biz öyle bir şey demedik.
BAŞKAN – Hayır,
Sayın İnce, şimdi ortada bir sataşma söz konusu...
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sizin inancınızla bizim inancımız arasında bir fark yok.
BAŞKAN – Ama
burada kastedilen partiniz mi yani?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Hayır, Sayın Başkanım, siyaset ve…
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Birisi “’Şehitler ölmez.’ diyorsunuz.” dedi. Bu
bizim inancımız, söylediğimiz söz değil ama herkes bizim inandığımız gibi
inanmak zorunda değil.
BAŞKAN – Bir şeyi
açıklığa kavuşturalım da.
Burada kastedilen
partiniz mi?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Hayır,
soruyorum size burada kastedilen Cumhuriyet Halk Partisi mi?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Cumhuriyet Halk Partisini kastederek söyledi tabii.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Yok, hayır, öyle bir şey kastetmedim.
BAŞKAN – Hayır,
öyle bir şey yok, söz konusu değil ya. Hayır, öyle ise size sataşma nedeniyle
söz vereyim ama…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Kimi kastettiniz? AKP Grubunu mu kastettiniz?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, yanınıza gelebilir miyim?
OKTAY VURAL
(İzmir) – Kimi kastettiniz, söyleyin. Sayın Başkanım, Sayın Bakan kimi
kastettiğini açıklasın.
BAŞKAN – Hayır,
yanımıza gelmeyin, buyurun ben size söz vereyim ama yanlış
değerlendiriyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Bak burada kendi görüşünü
açıkladı, ayet okudu.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Açıklayacağım efendim.
BAŞKAN – Hayır, hayır. Lütfen, buyurun
iki dakika söz veriyorum ama sataşma söz konusu değil yani onu söyleyeyim.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
7.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Millî Savunma
Bakanı İsmet Yılmaz’ın Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Teşekkür ederim.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Herkes buna inanmak zorunda da değildir. Bizim
inancımız bu.
HAYDAR AKAR
(Kocaeli) – Ya sizin inancınız ne; söyleyin ya.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Şehitler ölmez sizin inancınıza göre mi? “Şehitler ölmez, vatan
bölünmez.” sloganını yasaklayan siz değil misiniz? Malum sloganı tekrarlıyor
diyerek aşağılayan siz değil misiniz?
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Arkadaşlar, süremi yiyorsunuz.
İnançları
sorgulamak kimsenin haddine değildir. “Bizim inancımız bu.” dediğinizde bizim
inancımız farklı değil. Biz burada inançlarımızı tartışmıyoruz, siyaset yapma
biçimimizi tartışıyoruz, devleti yönetmeyi tartışıyoruz. Sayın Bakan, siz bana
burada ayetler, sureler okuyorsunuz. Yani ben de size şunu derim: Vücuduna
haram lokma karışmış bir kimsenin namazında tat yoktur. Siz bunu biliyor
musunuz?
HÜSEYİN BÜRGE
(İstanbul) – O da sizin yorumunuz.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Yani bu yarışa girmeyelim. Bu yarışa girersek çıkamayız ama bizim
şu yarışa girmemiz lazım: Bir, Suriye uçağında ne yakaladınız? Pil mi
yakaladınız?
EMRULLAH İŞLER
(Ankara) – Ne ilgisi var Suriye uçağının bununla?
MUHARREM İNCE
(Devamla) - İki, Afyon’daki patlamada Genelkurmay Başkanı ne dedi, Hükûmet
sözcüsü ne dedi, Başbakan ne dedi? Uludere’de insanlar neden öldü? Bunları
açıklayacaksınız.
FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Burası Suriye’nin avukatlık bürosu mu?
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Afyon’daki patlamada dakika başı farklı açıklamalar yaptınız.
Genelkurmay Başkanı sizin Genelkurmay Başkanınız, Suriye sınırına gidip… (AK
PARTİ sıralarından “Herkesin Genelkurmay Başkanı” sesleri, gürültüler) Sizin
Genelkurmay Başkanınız. Suriye sınırına gidip yumruk sıkıp, on senedir Kandil’e
gidemeyen Genelkurmay Başkanınız. Siz bunlarla berabersiniz. Siz bunların
hesabını vereceksiniz. Bizim uçağımız sizin göreviniz, siz Diyanet İşleri
Başkanı değilsiniz. Ayetleri, hadisleri, herkesin inancı kendine, herkes okur
okumaz, onu biz kendimiz biliriz. Kim kimi ne kadar okur onu da herkes bilir
burada. Siz Diyanet İşleri Başkanı değilsiniz.
FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Suriye’nin avukatlığını yapmaya devam edin. Esad’ın avukatlığını
yapmaya devam edin.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Bizim uçağımızı Suriye neden düşürdü? Kim düşürdü? Neyle düşürdü?
Uçaksavarla mı düşürdü? Uçaksavar benzeri bir aygıtla mı düşürdü yoksa sapanla
mı düşürdü? Sizin göreviniz bunları açıklamak. Kendinizi evliya yerine koyup,
diğer insanların inançlarını sorgulamak sizin haddinize mi düşmüş? (CHP
sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN BÜRGE
(İstanbul) – Hiç de sorgulamadık, siz sorguluyorsunuz.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Devlet adamı görevinizi yapın. Millî Savunma Bakanı olarak gelin
bize bunları anlatın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Ayet açıklama kısmına, İhsan Özkes’e bir
görev veririz, o gelir size onları açıklar. (CHP sıralarından alkışlar)
NUREDDİN NEBATİ
(İstanbul) – Aman, aman!..
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, ben de açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Ne için
söz istiyorsunuz Sayın Bakan, sataşma nedeniyle mi?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ne diye
sataştı?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Benim söylediğimi çarpıttı Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Bakan.
İki dakika süre
veriyorum ama yeni bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
8.- Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz
kimsenin inancını sorgulamıyoruz, birincisi bu. Başta söyledik ki: “Senin dinin
sana, benim dinim bana.” Bu doğru değil midir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sen kimden bahsediyorsun? Senin dinin ne, onu söyle.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Ben senin inancını sorguluyor muyum? “İstediğin
şeye inan.” diyorum. Daha başka benden ne istiyorsun? “Benim gibi inan.”
demiyorum “İstediğin gibi inan.” diyorum. İnancım da var. Senin dinin sana,
benim dinim bana. Bunu söyledik. Bunda yalan varsa, yanlış varsa söylersiniz.
Bir diğeri, bir
başka hatip söyledi ki: “Şehitler ölmez diyorsunuz.” dedi. Onun üzerine dedim
ki: “Bunu biz söylemiyoruz. Bizim inancımız diyor ki: O şehitler ölümsüzdür.”
Biz buna inanıyoruz.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Biz de ona inanıyoruz.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Herkes de inanmak zorunda değil ve onu da
söyledik. Ha, buna, sizin diyeceğiniz eklenebilir ki: “Biz inanıyoruz ki
şehitler ölümsüzdür.” diyeceksiniz ya da diyeceksiniz ki: “Hayır, biz
şehitlerin ölümsüz olduğuna inanmıyoruz.” Bunu da söyleyebilirsiniz, her
ikisi...
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Biz de ölümsüz olduğuna inanıyoruz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI
İSMET YILMAZ (Devamla) – Güzel, o zaman aramızda fark yok, birinci husus bu.
İkincisi…
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) – Hayır, sizinle bizim aramızda çok ciddi bir fark var. Öyle grubumuza
hakaret etmeyin.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Peki, tamam. Ben de öyle olduğu için de bu
millet sizi orada, bizi burada seçti. O bakımdan, hiç şüphe yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bir başka husus,
bakın, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı evinde durmuyor, Ankara’da durmuyor,
görevinin başında. Nerede bir tehdit varsa, bu ülkeye yönelmişse, kimi zaman
Kandil’de… “Niye Kandil’e gitmediniz?” diyorsunuz. Bakın, bu olayda Kandil
bombalandı. Bunun gösterildiği, ilan edildiği yer Kandil. Kandil’e gerekli
hudut, şümul ve miktarı ve şekli silahlı kuvvetlerimiz tarafından verilen
tezkerenin hükmü de yerine getirilmektedir. “Suriye sınırına niye gitti?”
diyor. Suriye’den bir ateş geliyor, 5 tane masum vatandaş, kadın ve çocuklar
ölüyor.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – “Niye gitti?” demedim ki.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Kaç
kişinin ölmesi lazım ki sen Genelkurmay Başkanını orada görmek istiyorsun, kaç
kişi ölmesi lazım?
MUHARREM İNCE (Yalova)
– Uçak, uçak… “Uçağı anlat.” dedim.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) – Uçakla ilgili olarak bir basın toplantısı,
açıklama yapılacak.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Uçak niye düştü? Orada ne arıyordu?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Ancak Beşar Esad
diyor ki: “Hata yaptık keşke düşürmeseydik.” Cumhuriyet gazetesini takip edin.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) –
“Keşke düşürmeseydik.” diyen Beşar Esad’ın kendisi,
siz ise hâlâ “Onu Beşar Esad mı düşürdü?” diye
sorguluyorsunuz.
Yüce milletime
emanet ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Bakanın dinî bilgilerinin zayıf olduğunu
düşünüyorum. Kâfirun Suresi… (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen ama… Lütfen, Sayın İnce…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Bakın, Kâfirun Suresi kâfirlere
yöneliktir.
BAŞKAN – Ama
Sayın İnce, böyle bir usul yok ki lütfen…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Bu Mecliste kâfir yok, aynen ona iade ediyorum. Aynen ona iade
ediyorum. O zaman, Kâfirun Suresi’ni kendine okusun;
bu Mecliste kâfir yok.
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen, böyle bir usulümüz yok.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – O zaman, onu kendisi okusun.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Artık
dışarıda oturur karşılıklı konuşursunuz.
Buyurun Sayın
Vural.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – AKP Grubuna okusun ya da kendine okumuyorsa.
BAŞKAN – Siz
karşılıklı oturun konuşun Sayın İnce.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Efendim, Sayın Bakan konuşmasında ve daha sonraki sataşmada “Şehitler
ölmez.”le ilgili “Bir hatip bahsetti.” dedi, bendim.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Yok, değil.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Ben de bahsettim, Sayın Bakan sanırım bana söylediniz.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Evet, onu söyleyen bendim.
AHMET YENİ
(Samsun) – Parmağa bak, parmağa!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Şimdi, sizin, şehitlerle ilgili, gazilerle ilgili bu iftiranıza
kürsüden cevap vereceğim, dinleyin.
BAŞKAN – Yani
öyle söylemediniz mi?
OKTAY VURAL
(İzmir) – Efendim?
BAŞKAN – Siz öyle
söylemediniz mi Sayın Vural, Sayın Bakanın söylediği gibi söylemediniz mi?
OKTAY VURAL
(İzmir) – Evet, “Şehitler ölmez.” diye söyleyene “bizim inancımıza göre”
diyerek sanki bizim inancımız farklıymış gibi bir konu söyledi, aynen kendisine
iade edeceğim. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Aynen iade edeceğim.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Vural. Herhangi bir sataşma söz konusu değil ama buyurun.
İki dakika süre
veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
9.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Millî Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
OKTAY VURAL
(İzmir) – Evet, aynen söylüyorum: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” diyenlere
karşılık, o malum sloganı söyleyenleri töhmet altında bırakan sizsiniz ve bugün
Oslo’da “Şehitler ölür, vatan bölünür.” diyenlerle aynı masayı kuran da
sizsiniz. (MHP sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Allah rızası için şu Oslo müzakeresini şehit askerler için bir
telin etsene!
OKTAY VURAL
(Devamla) – Bakın, Başbakan “Şehitlerin yaygaraları.” diyor. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
FATİH ŞAHİN (Ankara)
– Var mı böyle bir şey ya!
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Hiç öyle bir şey olmadı.
OKTAY VURAL
(Devamla) – Şehit acısı ona göre yaygara, evet. Bu Tayyip Erdoğan değil mi?
AHMET YENİ
(Samsun) – Başbakana laf söyleyecek konumda değilsiniz.
OKTAY VURAL
(Devamla) – Buyurun…
“Şehitler ölmez.”i eleştirdi; AKP Milletvekili değil mi?
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Biz eleştirmedik, bunu bilin. Bu vatanı
böldürmeyecek de biziz, bu şehitleri en aziz değer olarak bilen de biziz.
OKTAY VURAL
(Devamla) – Evet Sayın Bakan, inadına söylüyorum ki: Şehitler ölmez, vatan
bölünmez.
MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Biz de aynısını söylüyoruz.
OKTAY VURAL
(Devamla) – Dinimizin emri ve milletimizin emridir.
Oslo’da masa
kuranların başına o masayı da geçirmesini Milliyetçi Hareket Partisi olarak
biliriz, bunlara da haddini bildirmesini biliriz; ona göre. (MHP sıralarından
alkışlar)
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Tezkereler
(Devam)
1.- Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarih ve 903 sayılı Kararı’yla Hükûmete verilen ve 08/10/2008, 06/10/2009,
12/10/2010 ve 05/10/2011 tarihli 929, 948, 975 ve 1005 Sayılı Kararları ile
birer yıl uzatılan izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca
17/10/2012 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi (3/1007) (Devam)
BAŞKAN – Şahsı
adına söz isteyen Alpaslan Kavaklıoğlu, Niğde Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALPASLAN
KAVAKLIOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Irak’ın
kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının ortadan
kaldırılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât ve
müdahalelerde bulunabilmesi için Hükûmetimiz tarafından Türkiye Büyük Millet
Meclisine gönderilen tezkere hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerimin
başında, çocuk-yetişkin, kadın-erkek, sivil-asker, polis, savcı, Türk-Kürt
demeden vatandaşlarımızın canlarına kasteden, huzur ve refahımızı, birlik ve
bütünlüğümüzü bozucu faaliyetlerde bulunan bölücü terör örgütünü lanetlediğimi
belirtmek istiyorum.
Buradan, terör
örgütünün hain saldırılarında vatanları uğruna şehit düşen kahramanlarımıza ve
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, güvenlik güçlerimizin
kıymetli mensuplarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı dileklerimi
sunuyorum.
Değerli üyeler,
ülkemiz, son otuz yıldır huzurumuzu, iç barışımızı ve kardeşliğimizi hedef alan
terör belasını yaşamaktadır. Terör nedeniyle bu ülke binlerce vatan evladını
kaybetmiş, çok ağır bedeller ödemiştir. Kardeşliğimizi, birliğimizi, huzurumuzu
hedef alan terör örgütünce son dönemde haince gerçekleştirilen saldırılarda
yaşanan can kayıpları kamuoyumuzda derin üzüntüye sebep olmuş, yüreklerimizi
yakmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, devletiyle, Meclisiyle ve milletiyle varlığına
yönelen her türlü hain girişimi boşa çıkaracak bir güce sahiptir ve terörle
mücadelemiz hiçbir zaman zaafa meydan vermeden, kararlılıkla sürdürülmektedir.
Silahlı
kuvvetlerimizin Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve
saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede
bulunmak üzere Irak’ın bölücü teröristlerin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile
mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi tezkeresi, 2007 yılında
Meclisimizin büyük bir çoğunluğuyla kabul edilmişti.
Anayasa’mızın
92’nci maddesi uyarınca Hükûmete sınır ötesi harekât yetkisi veren tezkere,
terörle mücadelenin ve alınan güvenlik tedbirlerinin doğal bir sonucudur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sınırlarımızın ötesinde, ülkemizin bütünlüğüne,
milletimizin birlik ve beraberliğine kasteden silahlı bir terör örgütünün
varlığı, güvenlik güçlerimizce sınır ötesine askerî harekât düzenlenmesi,
ülkemizin ve milletimizin güvenliği adına meşru müdafaa hakkının kullanılmasını
zorunlu kılar. Ülkemizin terör tehlikesine karşı gerekli gördüğü tedbirlere
başvurma hakkının saklı olduğunun herkes tarafından bilinmesi, bunun kabul
edilmesi gerekmektedir. Tezkere, Türkiye’nin bu tedbirleri resen ve anında
alabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Türkiye, bu konuda gerek Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararları gerekse uluslararası hukuktan
doğan hakları çerçevesinde hareket etmektedir.
Irak, bağlayıcı
nitelikteki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları, uluslararası hukuk
ve kendi anayasası uyarınca topraklarının teröristler için barınak hâline
dönüşmesini engellemekle ve topraklarında Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin
devamına izin vermemekle sorumludur. Bu yapılamadığı sürece ülkemizin meşru
ulusal güvenlik endişelerinden ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını
kullanmaya devam etmesi doğaldır. Türkiye, bugüne kadar her zaman uluslararası
meşruiyet çerçevesinde hareket etmiştir. Nitekim Irak dâhil hiçbir ülke
Türkiye'nin sınır ötesi harekâtlarının uluslararası hukuk açısından
meşruiyetini tartışma konusu yapmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, bu tezkerenin tek hedefi vardır, o da bölücü terör örgütüdür,
bölücü terör örgütünün bölgedeki mevcudiyetidir. Bu tezkerenin bölgesel barış
ve istikrar ortamı açısından da büyük önem taşıdığı aşikârdır. Irak’ın
kuzeyinde bölücü terör örgütünün varlığı sona ermeden bölgesel barışın ve
istikrarın sağlanamayacağı da açık bir gerçektir. Bu nedenle Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Irak’ın kuzeyinde yerleşik terör odaklarını hedef alan sınır
ötesi harekâtlarının sürdürülmesi, ülkemizin güvenliği kadar bölgenin
güvenliğinin sağlanması ve bölgede barışın tesis edilmesi açısından da büyük
önem taşımaktadır. Bugüne kadar Irak’ın kuzeyinde terör odaklarına yönelik
gerçekleştirilen tüm sınır ötesi operasyonlar Türkiye’ye yönelik terör
tehdidini ve saldırılarını bertaraf etmek, terör örgütünün hareket serbestisini
ve lojistik teminini engellemek, terör örgütü üzerine baskı oluşturmak ve
esasen Irak’ın kuzeyini terör örgütünden temizlemek maksadıyla icra
edilmektedir. Sınır ötesi harekâtlarda Iraklı sivillere ve sivil yerleşim
birimlerine bugüne kadar hiçbir zarar verilmemiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; silahlı kuvvetlerimizin, sınırı, kapsamı, miktarı ve
zamanı Hükûmetçe belirlenecek şekilde Irak’ın bölücü teröristlerin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve buralarda
görevlendirilmesine ilişkin Hükûmete verilen yetkinin bir yıl daha uzatılmasını
talep eden tezkere, terör saldırılarının gündemde olduğu dönemde yüce
Meclisimizce ele alınmaktadır. Terör örgütünün son dönemde azmasının altında
yatan sebep ise bölücü terör örgütünün istismar alanlarının ortadan kalkması
nedeniyle zorda kalmış olmasıdır.
Hükûmetimizin son
on yılda attığı kararlı adımlarla ülkemizin tamamını ilgilendiren insan hakları
ve özgürlükler alanındaki ilerlemeler, ekonomik ve sosyal politika
yatırımlarıyla birleşmiştir. Son dönemde eğitimde, sağlıkta, tarımda, ulaşımda,
su ve elektrikte şehirleşme ve konuttaki büyük hamleler, hayata geçirilen dev
yatırımlar, GAP ve Doğu Anadolu projelerinin hızlandırılması, köyleri,
beldeleri, ilçeleri kapsayan büyük projelerin hayata geçirilmesi, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da toplumun yüzünü yeniden kendi devletine ve Türkiye’nin
normal siyasetine çevirmesini sağlamıştır. Türkiye’nin toplumsal barış ve
uzlaşmaya çok yaklaştığı, dayanışma ve kardeşliğini pekiştirdiği bir dönemde
olmamız hain terör örgütünü rahatsız etmiştir. Bu nedenle sürekli eylemler
yaparak, süreci baltalama gayreti içine girmekte ve ülkemizdeki toplumsal huzur
ve barışı bozmayı hedeflemektedirler.
Sayın Başkan,
değerli üyeler; buradan büyük milletimize müteşekkir olduğumuzu vurgulamak
istiyorum. Onca tahriklere, provokasyonlara rağmen
milletimiz sağduyusuyla, ferasetiyle, birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozacak
davranışlardan azami ölçüde kaçınmıştır. İşte bu tavır sayesinde, ülkemiz
üzerine oynanan oyunlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hükûmetimiz,
milletimizden aldığı bu destekle, toplumsal barışın zedelenmesine müsaade
etmeksizin, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeden, terörün üzerine
kararlılıkla gitmeye devam etmektedir.
Terör, sadece
iktidarın bir meselesi değildir; terör, iktidarla birlikte muhalefet
partilerimizin de bir meselesidir yani ülkemizin ortak bir meselesidir. Terörün
sıktığı kurşun sadece Hükûmetimize değil, bu ülkeye, birliğimize,
kardeşliğimize sıkılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyasi partiler,
terörün iç kaynaklarını bitirme ve siyasi toplumsal desteğini ortadan
kaldırmada daha aktif rol almalıdır. Bu dönemde kamuoyunun da beklentisi olan,
terörün minimum düzeye çekilmesi mücadelesinde Hükûmetimize destek olmak
elzemdir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin
ve saldırılarının ortadan kaldırılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin
sınır ötesi harekât ve müdahalelerde bulunabilmesine yönelik tezkerenin bir yıl
daha uzatılmasını destekliyorum. Yüce Meclisimizin Hükûmetimize vereceği sınır
ötesi harekât yetkisinin Hükûmetimiz, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve tüm
güvenlik güçlerimiz tarafından, uluslararası hukuk ve insan hakları
çerçevesinde en etkili şekilde kullanılacağına olan inancım tamdır.
Alınacak olan
kararın, memleketimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine ve bütünlüğüne
katkı sağlamasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi tezkereyi
tekrar okutup oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
28/9/2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Irak'ın kuzey
bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve Türk
halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve toprak
bütünlüğüne yöneltilmiş terörist saldırılar ve açık tehdit devam etmektedir.
Dost ve kardeş
Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük
önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak'ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve
ülkemize yönelik terörist saldırılarına son verilmesini sağlamak amacıyla
askerî faaliyetlerini başarıyla yürütmekte, siyasi ve diplomatik girişimlerini
ve uyarılarını sürdürmektedir.
Türkiye’ye
yönelik olarak devam eden terörist saldırılara ve tehdide karşı, terörizmle
mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli
tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek
şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak'ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak'ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17/10/2007
tarihli ve 903 sayılı Kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 5/10/2011
tarihli ve 1005 sayılı Kararı ile bir yıl uzatılan izin süresinin, 17/10/2012
tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92 nci
maddesi uyarınca arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN –
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tezkere kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.57
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.07
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN –Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer
alan, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet
Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer
alan, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği
Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları
(1/567) (S. Sayısı: 197) (x)
BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Dünkü birleşimde
İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak
görüşülen tasarının birinci bölümünde yer alan 17’nci madde kabul edilmişti.
Şimdi, bu bölümde
yer alan diğer maddeleri, varsa önerge işlemlerini yaptıktan sonra oylarınıza
sunacağım.
18’inci madde
üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı'nın 18. Maddesinin, 1 ve 2. Fıkralarının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve 4. Fıkrasının da madde metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
(1) Üyelik
aidatının miktarı faaliyetleri aktif bir şekilde devam eden kuruluşların
tüzüklerinde belirtilen usul ve esaslara göre genel kurul tarafından
belirlenir.
(2) Üyelik ve dayanışma
aidatları yetkili işçi kuruluşlarının işverene yazılı başvurusu üzerine işçinin
ücretinden kesilmek suretiyle ilgili kuruluşa ödenir. İşçi sendikasına işçinin
ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini geçemez.
İdris Baluken Pervin Buldan Abdullah Levent Tüzel
Bingöl Iğdır İstanbul
Hasip Kaplan Hüsamettin
Zenderlioğlu Halil
Aksoy
Şırnak Bitlis Ağrı
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Üyelik Aidatı” başlıklı 18. Maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mesut Dedeoğlu Ali Öz Cemalettin Şimşek
Kahramanmaraş Mersin Samsun
Mehmet Şandır Kemalettin Yılmaz Alim
Işık
Mersin Afyonkarahisar Kütahya
Üyelik Aidatı
Madde 18 -
Sendika ve konfederasyonlara üyelerce ödenecek aidatın miktarı tüzüklerinde
belirtilir.
İşçi sendikasına
işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücreti geçemez.
İşveren
sendikasına işverenin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, iş yerinde işçilere
ödediği bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez.
Sendika
tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına
ilişkin hükümler konamaz.
İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi
sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi
alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi
işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin
sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Kanun gereğince sendikaya
ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden
kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını
ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur. Bu aidat dışında sendikaya ödenmek üzere bir kesintinin yapılması
toplu iş sözleşmesi ile kararlaştırılamaz.
(x)
197 S. Sayılı Basmayazı 3/10/2012
tarihli 3’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Yukarıdaki fıkra
gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen
işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde
ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu
olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine
uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır."
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının "Üyelik Aidatı"
başlıklı 18. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara İzmir
“Üyelik aidatı
Madde 18 -
Sendika ve konfederasyonlara üyelerince ödenecek aidatın miktarı tüzüklerinde
belirtilir.
İşçi sendikasına
işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini
geçemez.
İşveren
sendikasına işverenin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, iş yerinde işçilere
ödediği bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez.
Sendika
tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına
ilişkin hükümler konamaz.
İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının,
toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi
sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin
listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya
ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Kanun gereğince sendikaya ödenmesi
gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve
kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili
sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur. Bu aidat dışında sendikaya ödenmek üzere bir kesintinin yapılması
toplu iş sözleşmesi ile kararlaştırılamaz.
Yukarıdaki fıkra
gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen
işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde
ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu
olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine
uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır."
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım “Aidat sendika
tüzüklerine bırakılsın.” diyoruz. Bu, sendikalar arası bir rekabet oluşturur,
bundan dolayı katılamıyoruz.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 197 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 18’inci maddesi üyelik aidatlarıyla ilgili bir düzenleme. Partim
adına verdiğim önerge üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, tabii, Sayın Bakan bu kanun tasarısını sunarken de söyledi,
tarafların görüşünü alarak, üçlü istişare toplantılarında kararlaştırdıkları
konuları olduğu gibi getirdiklerini söyledi ama aidat gibi bir konudaki
düzenleme bile keyfîliğe dayanıyor. Tam anlamıyla Bakanlığın hiçbir zaman sendikaların burnundaki
halkayı çıkartmak istemediği açıkça ortada. İstediği zaman, istediği
noktaya getirebilmek için aidat konusunun bile çözümünü yönetmeliğe bırakıyor.
Şimdi, bundan evvel eleştirildiği tüzükle ilgili olarak, Üçlü Danışma Kurulu
toplantısında taraflarla mutabakata vardığı bir metni biz olduğu gibi önerdik.
Eğer sendikalarla bir araya geldi ve bir mutabakata vardı ise Bakana düşen
görev, o mutabakatı değiştirmeden buraya getirmekti. Şimdi, aidat gibi bir
konuda genel kurula bırakırsanız ve de o genel kurulda alınacak bir kararın
sendikaların işleyiş mekanizmalarına gelecekte zarar verecek bir noktaya
taşınmasını engellemezseniz, bir tane sendikanın yapmış olduğu hatadan sendikal
hareketin bütünü zarar görür. Bundan evvelki tüm düzenlemelerde, ta 274 sayılı
Sendikalar Yasası’nda, 2821’de ve Üçlü Danışma Kurulu kararında hiç olmazsa bir
yevmiyeyi geçemeyeceği gibi bir üst sınır belirtilmiş idi.
İkincisi, aidat
kesilebilmesi için bir sendikanın gerçekten faaliyette olması gerekir.
Faaliyeti sona ermiş bir sendika, üyeleri devam ediyor ya da -“sona erme”
tabiri uygun olmadı- yetkisi düşmüş bir sendika, herhangi bir işletmede eğer
işçilerin üyeliği devam ediyorsa, işverenden aidatını almaya devam edebilir
değerli arkadaşlar. Yani, özensiz, düzensiz bir düzenleme önümüze geliyor.
Değerli
arkadaşlar, bir şeyi daha belirtmek istiyorum. Gerçekten, bu “Sendikalar ve
Toplu İş Sözleşmesi, Grev, Lokavt Kanunu” olarak adını değiştirdiğimiz bu
kanun, iyi hazırlanmamış, iyi olgunlaştırılmamış. Öncelikle bir yıldan bu yana
bir sürü engelle karşılaştı, şimdi öğreniyorum ki, yine Bakan hâlâ taraflarla
bir araya gelerek bir konsensüs oluşturmaya çalışıyor.
Bu doğru gibi gözükse bile, bu, yasa çıkarken bile egemenlerin etkisi altında
olduğunu ortaya koymaya yetiyor.
Yani, ben AKP’nin
yaklaşımlarını anlayamıyorum, Hükûmetin yaklaşımlarını anlayamıyorum. Yani “Biz
güçlüyüz.” diye neredeyse kışlalara giriyorsunuz, kozmik odalara giriyorsunuz,
bunu başarıyorsunuz ama iş Sendikalar Yasası’na geldi mi “Gücümüz yetmiyor.”
diye işverenlerin isteği doğrultusunda yasa yapıyorsunuz. Yani, bu yasayı TOBB mu yapıyor, Hükûmet mi bu tasarıyı hazırlıyor, ben hâlâ
öğrenebilmiş değilim. Ülkeyi siz mi yönetiyorsunuz, işveren kuruluşları mı
yönetiyor, öğrenebilmiş değilim. En azından Bakanlığın belli konularda teslim
olmaması gerekir. Eğer Bakan gerçekten getirmiş olduğu baraj konusunda binde 5
öneriyi, tasarıdaki ilk öneriyi, 7 tane Bakan imzalamadığı için geri çekiyorsa
burada demin değindiğim gibi değerli arkadaşlar, sınıfsal bir sorun var demektir,
AKP’nin tercihinin güçlüden yana olduğu, sermayeden yana olduğu gibi bir durum
ortaya çıkıyor. Hele hele Başbakan da bu tasarıyı geri çektirerek ve
değiştirerek bu duruma katılıyorsa zımni olarak destekliyor demektir ki bu tam
olarak AKP’nin emek karşıtı bir tutum izlediğini, işçinin, çiftçinin,
emekçinin, emeklinin karşısında yer aldığını somut olarak ortaya koyuyor.
O nedenle,
düzenlemeler yapılırken, dünkü yasadan daha çağdaş, daha demokratik bir yasanın
yapılması zorunlu. Özellikle Sendikalar Yasası’nda işleyiş mekanizmaları
demokratikleştirilemez ise arkasından görüşeceğimiz Toplu Sözleşme Yasası
bölümünde hiçbir şey yapamazsınız. Yani sendikalarla ilgili düzenlemeler son
derece özensiz, yetersiz düzenlemeler.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Önergemizin kabulünü diliyor, hepinizi selamlıyor, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arayacağım.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yok.
Sayın
milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.19
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.26
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
18’inci madde
üzerinde Ankara Milletvekili İzzet Çetin ve arkadaşlarının önergesinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
197 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Üyelik Aidatı” başlıklı 18. Maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mesut
Dedeoğlu (Kahramanmaraş) ve arkadaşları
“Üyelik aidatı
Madde 18 –
Sendika ve konfederasyonlara üyelerince ödenecek aidatın miktarı tüzüklerinde
belirtilir.
İşçi sendikasına
işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak ücretini
geçemez.
İşveren
sendikasına işverenin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, iş yerinde işçilere
ödediği bir günlük çıplak ücretleri toplamını geçemez.
Sendika
tüzüklerine, üyelik aidatı dışında, üyelerden başka bir aidat alınacağına
ilişkin hükümler konamaz.
İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi
sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi
alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi
işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin
sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Kanun gereğince sendikaya
ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden
kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını
ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur. Bu aidat dışında sendikaya ödenmek üzere bir kesintinin yapılması
toplu iş sözleşmesi ile kararlaştırılamaz.
Yukarıdaki fıkra
gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen
işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde
ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu
olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine
uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır."
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz Değerli Başkan.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Cemalettin Şimşek, Samsun
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
CEMALETTTİN
ŞİMŞEK (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu
İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın 18’inci maddesi üzerinde vermiş olduğumuz
önerge üzerinde söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlarım.
Özellikle ve öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki bu yasa
tasarısı Sağlık, Aile, Çalışma, Sosyal İşler Komisyonundaki arkadaşlar
tarafından biliniyor ki bundan altı yedi ay kadar önce komisyonlarda görüşüldü
ve ivedilikle de Genel Kurula indirileceği söylenmişti o zaman ancak nedense
-çünkü birçok sendikanın sözleşme yapabilmesi ve işçilerin sosyal haklarından
mahrum kalmaması için bu kanunun bir an evvel çıkması önerilmişti.- ama
nedenini bilemiyoruz ki altı yedi ay bu kanun geri çekilmiş, Hükûmet tarafından
tutulmuştur.
Bugün öncelikle
gazetelere baktığımızda TÜRK-İŞ’in, Türkiye’de en
eski ve en köklü sendika olan TÜRK-İŞ’in bir ilanını
görüyoruz. Bu ilanda TÜRK-İŞ, son değişiklik hâliyle, kendileriyle bunun
paylaşılmadığını, sosyal taraflarla iyice paylaşılmadığını ve kendileri dışında
başka birileriyle paylaşılarak getirildiğini… Demek ki Hükûmetin başka sosyal
tarafları, başka sosyal paydaşları var diye düşünceye sevk eden bir ifadeyle
bugün karşımıza çıkmaktadır.
Şimdi, son on
yıldır Adalet ve Kalkınma Partisinin işte değişim, dönüşüm ve ileri demokrasi
diyerek getirdiği yasaların bir görünen yüzünün, bir de arkasında esas
maksadının olduğu şekliyle getirdiği bu kanunun içeriğinden de anlaşılmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, daha önce ne demişti Hükûmet? İlk döneminde hani AB ile hemen
ortaklığa giriyor idik, ortaklık hemen kabul ediliyordu! Hatta Sayın Başbakan o
zaman Başbakan değildi, Başbakan olmazdan önce işte uçağa atladı, AB ülkelerini
teker teker gezerek millete bir umut ışığı olarak AB gösterilmişti. Ancak daha
sonra anlaşıldı ki bu AB yasalarını çıkarmak, geldiğimiz noktada AB’ye esas üye
olmak hedefinde değil ama kendi istedikleri yasaları bir şekilde çıkararak,
biraz evvel ifade ettiğim gibi, bunun arkasında başka bir amacın olduğu
anlaşıldı. Hatta geldiğimiz noktada, AB’den sorumlu Başmüzakereci
olan Sayın Egemen Bağış işsiz kalmış durumda, arada AB’nin yayınladığı bülteni
bizlere ulaştırıyor ve sadece görevi o noktaya geldi. Hani bir umuttu bizim
için, ne oldu? Unutuldu gitti. AB’ye girecektik ve sanki bir şey bekler gibi
bütün halkımız bunu bekliyor idi.
Ekonomide gelinen
noktada ise esas her şeyin sosyal adaletini düzenleyeceğiz ve bunun sosyal
adaleti sağlayarak gelir dağılımını düzelteceğiz denilen noktada bugün ekonomide
gelinen nokta şudur: Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 80’ini nüfusun yüzde
20’si, geri kalan yüzde 20’sini ise yüzde 80’i kullanmaktadır. Bu, maalesef ne
sosyal adalete ne de ileri demokrasiye sığan bir durum değildir.
Bakın, açılımın
arkasından ne çıktı değerli arkadaşlar: Açılımın arkasından çıkan da geldiğimiz
noktada bölücülük. Kimse açılımın ne olduğunu… İçini doldurmadan bir açılım
furyasıdır gitti ama arkasından geldiğimiz noktada ülkede neyi tartışıyoruz? Bugün nasıl bölüneceğimizi. İşte Oslo görüşmeleriyle
vesaireyle, önce “Yok.” denildi, “şerefsizlik” üzerine konuşuldu vesaire ama
gelinen noktada açılımın da bir bölünme projesi olduğu ortaya çıktı.
Dış politikada da
sıfır sorunla harekete geçilmişti ve öyle vatandaş inandırılmaya çalışıldı ama
geldiğimiz noktada sırf sorun hâline geldik. Bugün Suriye ile bir güç bizi
yavaş yavaş savaşa doğru itmeye çalışıyor ve bizim de bu manada
kullanıldığımızı düşünüyorum. Elbette Meclisten geçen bir tezkere var bu konuda
ama Milliyetçi Hareket Partisi asla bu noktada Suriye’yle savaşı tasvip
etmemektedir, izlenen politikaları da tasvip etmemektedir. Bir tür, bir şey ama
bir provokasyon…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CEMALETTİN ŞİMŞEK
(Devamla) – Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı'nın 18. Maddesinin, 1 ve 2. Fıkralarının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve 4. Fıkrasının da madde metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
(1) Üyelik
aidatının miktarı faaliyetleri aktif bir şekilde devam eden kuruluşların
tüzüklerinde belirtilen usul ve esaslara göre genel kurul tarafından
belirlenir.
(2) Üyelik ve
dayanışma aidatları yetkili işçi kuruluşlarının işverene yazılı başvurusu
üzerine işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili kuruluşa ödenir. İşçi
sendikasına işçinin ödeyeceği aylık üyelik aidatı tutarı, bir günlük çıplak
ücretini geçemez.
İdris
Baluken (Bingöl) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Evet,
önerge üzerinde söz isteyen Sayın Erol Dora, Mardin Milletvekili. (BDP
sıralarından alkışlar)
EROL DORA
(Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş
İlişkileri Kanunu Tasarısı'nın 18’inci maddesi üzerine Barış ve Demokrasi
Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; her şeyden önce belirtmek gerekir ki şu an
görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı 12 Eylülün
antidemokratik, baskıcı özünü içinde barındırmaktadır. 12 Eylül darbesinin
ürünü olan sendikal yasalar her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir.
Hükûmet toplum tarafından genel kabul gören bu değerlendirmelerden hareketle 12
Eylül darbe mantığının ürünü olan sendikal yasaları değiştirme iddiasıyla bir
değişikliğe girişmiştir. Buna karşın gündemde olan değişiklik tasarısı
Uluslararası Çalışma Örgütünün 87 sayılı Sendika Hakkı ve Sendikalaşma Hakkının
Korunması Sözleşmesi'ne ve 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı
Sözleşmesi’nin gereklerini de karşılamamaktadır. Tüm gelişmiş ülkelerde kabul
görmüş ve uygulama alanı bulmuş olan bu ilkelerin ülkemizde de uygulanması ve
çalışma yaşamı açısından hayata geçirilmesi artık ertelenemez bir zorunluluk
durumuna gelmiştir. Ancak, gelinen noktada, sendikal hak ve özgürlükleri
evrensel düzeyde sağlayacak bir çabadan çok; giderek, her açıdan, var olan
durumu ve 12 Eylülün yasakçı ve baskıcı zihniyetiyle hazırlanmış, köhnemiş
yapıları korumaya dönük bir yaklaşım içine girildiğini görüyoruz. Özellikle
toplu sözleşme yetkisi ve yapısı, görüşme süreci ve grev hakkının kullanılması…
BAŞKAN – Sayın
Milletvekilim, lütfen o tişörtü kaldırır mısınız? Yoksa üzerinize giyin. Lütfen
ama! Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu burası, hiç yakışıyor mu? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
VAHAP SEÇER
(Mersin) – Teşekkür ederim hatırlattığınız için. Türkiye Büyük Millet Meclisi
olduğunu bilmiyorduk, sayenizde öğrendik!
EROL DORA
(Devamla) –…konularında sendikaların önerilerinin dikkate alınmadığını; buna
karşılık işverenlerin çıkarlarını korumaya ve mevcut durumu sürdürmeye yönelik
değişikliklerin öne çıkarıldığını görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; referandumla yapılan
Anayasa değişikliğine rağmen; sendikaların faaliyetlerine devletin denetimini
ve müdahalesini öngören, sendikal güvenceleri sağlamayan, tek düzeyli toplu
sözleşme düzeninin korunmasında direnerek konfederasyonların ve sendikaların
çerçeve sözleşme, iş kolu sözleşmesi yapma hakkını tanımayan, toplu sözleşme
hakkını tüm işçilerin kullanabileceği bir hak olarak tanımlamayan, sendikal hak
ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen iş kolu, işletme ve iş yeri
barajlarını koruyan, yıllarca süren yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen bir
yasa, reform olarak nitelendirilemez.
Tasarı, içinde
olumlu değişiklikler barındırmasına rağmen örgütlenme özgürlüğünü genişleten
bir yapıya sahip değildir. Bunun en büyük kanıtı sendika üyeliğinin sadece
işçiler için tanımlanmış olmasıdır. Tasarı, emeklilerin, gençlerin ve
köylülerin sendika kurmalarına ve üye olmalarına imkân tanımamaktadır.
Böylesine bir baraj sendika özgürlüğünün, ILO normlarının ve İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi’nin ihlali demektir. Sendikal haklar konusundaki yeni yasal
mevzuat AB standartlarıyla ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleriyle
özellikle memurların toplanma, toplu sözleşme ve grev haklarına sahip
olmalarına karşı engeller nedeniyle uyumlu değildir. Bu durum AB 2012 ilerleme
raporlarında da bir eleştiri olarak zikredilmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kendi iş kolu koşulları ve çalışanların ihtiyaçları
doğrultusunda sendikaların yapılanmalarına izin verilmesi gerekmektedir. Diğer
yandan, sendikaların kendi içinde demokrasinin daha etkin bir şekilde
işleyebilmesi için değişiklikler yapılması daha önceliklidir. Bu bağlamda,
sendikalarda yönetim pozisyonunda kadınların var olabilmesi için kadın kotasının
konması gerektiğini düşünüyoruz. Sendikalar gibi önemli demokratik
örgütlenmelerde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yönünde alınacak önlemler
sendikaların daha demokratik, eşitlikçi yapılara sahip olmasını sağlayacaktır.
Sendika üye sayısı hakkında sağlıklı istatistikler olmasa da sendikalarda erkek
işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 7’lerde ve kadın işçilerin sadece yüzde 3
olduğu tahmin edilmektedir.
Unutmamak
gerekiyor ki demokratik toplumların temelinde her alanda cinsiyet eşitliği
olduğunu belirtiyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
19’uncu madde
üzerinde üç adet önerge vardır, okutup, işleme alıyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş ilişkileri Kanun Tasarısının 19 uncu maddesinin (6) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara İzmir
Sosyal Güvenlik Kurumundan yaşlılık veya malûllük
aylığı ya da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin sendika üyeliği sona
erer. Ancak çalışmaya devam edenler ile konfederasyon, sendika ve şubelerinin
yönetim, denetleme ve disiplin kurullarındaki görevleri sırasında yaşlılık veya
malûllük aylığı ya da toptan ödeme alanların üyeliği,
görevleri süresince ve yeniden seçildikleri sürece devam eder.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 19.
maddesinin 4. fıkrasına aşağıdaki ibarenin ilave edilmesini arz ve teklif
ederiz.
"Karar, sendika üyeliğinden çekilme hâlinde noter koşulu ve
e-devlet kapısı üzerinden 2 (iki) yıl süre ile uygulanır."
Mesut Dedeoğlu Ali Öz Cemalettin Şimşek
Kahramanmaraş Mersin Samsun
Mehmet Şandır Kemalettin Yılmaz Alim
Işık
Mersin Afyonkarahisar Kütahya
Mustafa
Kalaycı
Konya
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
197 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı'nın 19. Maddesinin (2). Fıkrasının
madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
İdris Baluken Pervin
Buldan Abdullah Levent
Tüzel
Bingöl Iğdır İstanbul
Hasip Kaplan Hüsamettin
Zenderlioğlu Halil
Aksoy
Şırnak Bitlis Ağrı
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA, ve SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN
DAĞOĞLU (İstanbul) - Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükûmet
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul
Milletvekili.
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu yasayı izleyen
sendikacı dostlarımızı da bu saate kadar sabır gösterdikleri için selamlıyorum.
Tabii, öncelikle sözüm onlara. Biraz önce de izlediğiniz gibi bu Meclisin, bu
Meclisi oluşturan güçlerin kimin için çalıştığını öncelikle sizin bilmeniz
gerekiyor. Çünkü, bu yasa sizin geleceğinize işaret
ediyor. Sendikalar Yasası, işçi sınıfımızın yasası ama bu yasaya gelinceye
kadar öncelikle işçi sınıfımızın, halkımızın geleceğini bir kez daha tehlikeye
atan yeni bir tezkereye imza atıldı. Bu Meclis çoğunluğu BDP blok grubunun ret
tutumuna rağmen bir kez daha Irak’a sınır ötesi tezkereye onay verdi. Şimdiye
kadar çıkan tezkereler ne kadar halka, barışa, birliğe, kardeşliğe hizmet
ettiyse bu tezkere de o kadar hizmet edecek. Burada bol miktarda savaştan,
şehitlikten, kâfirlikten, inançlar üzerinden sözler dinlendi ama bunların
ülkemiz barışına, işçi sınıfımızın, çocuklarımızın geleceğine hizmet etmediğini
de hep birlikte göreceğiz. Bir kez daha sizlerin emeği, sizlerin alın teri
savaş bütçesine ayrılacak, bu savaş hükûmetinin, barışı halkımıza, halklarımıza
getirmeyen bu Hükûmetin bir kez daha tasarrufuna ayrılacak. Bunun acısı sadece
ölümler olarak, yaralanmalar, gazilik, şehitlik olarak değil aynı zamanda alın
terinizden, ödediğiniz vergilerden, işten atılmalarla, sendikal hak gasplarıyla
yarın karşınıza çıkacak. O nedenle siyaset yapmayı konuşmamız gerekiyor. Hani
Başbakan diyor ya Diyarbakır Emniyet Müdürüne “Siyaset senin neyine, sen işine
bak.”, bizim işimize bakmak değil asıl burada olduğu gibi siyaseti kendimiz
için yapmamız gerekiyor. Bakın siyaseti sermaye için yapanlar, kapitalist
patronlar için yapanlar, egemen devlet sınıfı adına yapanlar gayet istedikleri
gibi barajlarıyla, bürokratik müdahaleleriyle, grev yasaklarıyla bu sendikayı
çıkartıyorlar. Şimdi konuştuğumuz madde de e-Devlet kapısı. Bu e-Devlet kapısı
göründüğü kadarıyla sendikal üyelik, sendikadan istifade, kolaylık getiren bir
düzenleme değil, aksine burada da devlet kontrolü, hükûmet kontrolü ve
müdahalesi söz konusu yani bu teknolojinin iyiye değil kötüye kullanılacağını
görmemiz gerekiyor. Bu hâliyle de tabii ki ILO Sözleşmesi’nin 2’nci maddesine
aykırılık teşkil ediyor çünkü kamu otoritesinin burada müdahale durumu var. Şimdi bol bol sendikal özgürlüklerden bahsedildi, sendikal
demokrasiden bahsedildi ama Sosyal Güvenlik Kurumunun kayıtlarına göre bu
e-Devlet düzenlemeleri yapıldığı düşünüldüğünde patronlar bu e-Devlet şifresini
de işçiden istedikleri gibi alabilecekler ve sendikaya üye olmak isteyen işçi,
değil istediği sendikayı seçmek, o Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında görünen,
belirlenmiş, saptanmış iş kolundaki sendikaya üye olmak zorunda olacak. İşte
buyurun size istediğiniz sendikayı seçme özgürlüğü! Aslında, değerli
sendikacılar, değerli milletvekilleri; görmemiz gereken şey şu ki: Tek tipçilik, tek tip sendika, düzen sendikacılığı ve Hükûmetin
programlarına itiraz etmeyecek bir sendikacı ve sendika istemektedir. Bu yasal
düzenleme budur. Bunun karşısında mısınız, Meclisin kapısına mı dayanıyorsunuz?
O zaman, işte “demokratik toplum” denilen bu düzen gazı, coplanmayı, yasağı,
baskıyı karşınıza çıkartıyor. Geçtiğimiz gün mücadeleci sendikacıların ve
haklarını, taleplerini ifade etmek isteyenlerin, karşı karşıya kaldığı durum
bu. Yani, grev yasakları yanında, aynı zamanda, sendikacılarımızın,
sendikalarımızın getirildiği durum ancak bu yasayı buradan izleyebilir bir
duruma sokmaktır.
Ama asıl olması
gereken, bu yasalardan çıkmayacağını hep söyledik, güçlü sendikacılık, büyük
bir serbesti, özgürlük, demokratik eylem, grev hakkını, direniş hakkını
kullanarak fabrikalardan, atölyelerden, iş yerlerinden, hizmet kurumlarından
çıkabilir. Bunu yapmak istediğinizde de neyle karşılaştığınız çok açık,
görüyoruz. Yani, önce, sendikal haklar, sendikal özgürlükler, sendikal
demokrasi dediğimiz şey, demokratik bir ortam ister. Peki, bu iktidarın
demokratik ortam diye, ileri demokrasi diye anladığı nedir? “Siz çok para
istiyorsunuz.” diyen, işçiyi işsizlikle tahdit eden,
emeğinin karşılığının fazlasını beklemekle suçlanan, 1 Mayısta, hakkını,
bayramını savunanlara “Ayaklar baş mı olacak?” diyen bir siyasi iktidarın, bu
şekilde işçiyi, emeği hakir gören bir iktidarın önümüze koyduğu bir yasadır. Bu
yasayı kabul etmeyip bu yasaya karşı, buradan çıksa da bu Meclis çoğunluğundan,
fabrikalardan, atölyelerden direniş gösterecek olan yine sizlersiniz.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 19. maddesinin 4. fıkrasına aşağıdaki
ibarenin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.
“Karar, sendika
üyeliğinden çekilme hâlinde noter koşulu ve e-devlet kapısı üzerinden 2 (iki)
yıl süre ile uygulanır.”
Mustafa
Kalaycı (Konya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen, Mustafa Kalaycı, Konya
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA KALAYCI
(Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Sağlıklı ve makul
önergemize Sağlık Bakanı katılmadı. Ne diyelim, sağlık olsun!
AKP Hükûmetinin
çalışma hayatıyla ilgili yaptığı uygulamalar ve düzenlemeler hep çalışanların
aleyhine olmuştur. Ülkemizde yüz binlerce işçi, iş güvencesi olmaksızın uzun
çalışma süreleri ve ağır çalışma koşullarında, çoğu asgari ücretin bile altında
bir ücretle taşeron işçisi olarak çalıştırılmaktadır. Sayın Çalışma Bakanı,
“Taşeronluk kölelik gibi, bu, kabul edilemez.” diyor. Sanki,
bu sömürü düzenini, bu kölelik sistemini uygulayanlar kendileri değil. Orta Çağ
zihniyetini hortlatan, taşeronlaşmayı politikasının esası olarak uygulayan AKP
Hükûmetinin ta kendisidir.
Çalışma Bakanı
taşeron işçiler konusunda çalışma yapıldığını söylüyor ama bu tasarıda da bir
şey yok. Bırakın Sayın Çalışma Bakanını, ülkemizde bizzat Sayın Başbakanın
verdiği sözler boş çıkıyor. 2005 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
kapatılırken Sayın Başbakan “İl özel idaresine devredilen işçilerin sadece
işvereni değişecek, bunun dışında başka bir sorun yaşamayacaklar, kefili
benim.” demiştir. Bu sözlere rağmen, 2011 yılında çıkarılan 6111 sayılı torba
kanun ile işçiler yerlerinden yurtlarından edilmiş, iş yerleri
değiştirilmiştir.
Şimdi de AKP Hükûmeti
29 il özel idaresini ve 1.591 belde belediyesini kapatma ve yine işçileri
sürgün etme hazırlığı içerisindedir. Ne oldu Sayın Başbakanın verdiği kefalete?
Başbakanın kefaletinin hiç mi hükmü yok? Kapatılan il özel idareleri ve
belediye çalışanları yine sürgün edilecek, yine mağdur edilecektir.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmetinin büyükşehir belediyelerine dair tasarısı ile
Konya’ya da yazık edilecektir. Konya İl Özel İdaresi kapatılmaktadır. 168 belde
belediyemiz kapatılarak mahalleleri ilçe belediyesine bağlanmakta, böylelikle
her birinin tarihi ve şerefli geçmişi olan 168 beldemiz adı ile birlikte tarihe
gömülmektedir. 584 köyümüz de mahalle hâline getirilmektedir. Bu durum mevcut
köy ve beldelerimizin daha da boşalmasına yol açacak, göçü daha da hızlandıracaktır.
Yüz ölçümü bir çok ülkeden daha büyük olan, bir
ucundan öbür ucu 400 kilometreyi aşan Konya’da kamu hizmetlerinde ciddi
aksamalar yaşanacaktır. Beldesindeki belediyesi kapatılan vatandaş sorununu,
derdini kime anlatacak? Bu tasarı Konya’ya hiçbir şey vermemektedir ama
Konya’dan çok şey götürecektir.
Geçen yıl KOP
Bölge Kalkınma İdaresi kuruldu ancak söz konusu tasarıyla kurulacak olan
Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi KOP idaresinin yetkilerini almakta,
hatta büyükşehir belediyesinin yetkilerini de kapsamaktadır. Bu durumda
yaşanacak yetki çatışması ve karmaşıklık nedeniyle olan Konya’ya ve Konyalıya
olacak. Ayrıca, mevcut büyükşehir belediyesi Konya merkezinde dahi başta şehir
içi ulaşım olmak üzere yaşanan sorunların üstesinden gelememektedir. Nasıl
olacak da Konya merkezden 150-200 kilometre uzaktaki Taşkent’in, Derebucak’ın, Çeltik’in, Kulu’nun,
Halkapınar’ın mahalle yapılacak beldeleri ve köylerine yerel hizmetler sağlıklı
olarak sunulabilecektir? Konyalılar kamu hizmetlerini yeterince ve zamanında
alamayacağı gibi bir çok mali külfetiyle de karşı
karşıya kalacaktır. Yeni veya yüksek oranlı vergi, resim, harç, katılım payı,
aidat gibi bir çok kanuni yükümlülüğe muhatap
kalınacaktır. Bunlardan bazılarının beş yıl süreyle uygulanmaması ya da
indirimli uygulanması çare olmayacaktır.
584 köyümüz var. Artık suya para
ödeyecek, elektriği pahalı ödeyecek, emlak vergisi, çöp vergisi, katılım payı,
oda aidatı gibi ödemelerle karşılaşacaktır. Köylümüz bunları nasıl ödeyecek,
Hükûmetin umurunda bile değildir.
Uyarıyorum,
birilerinin gizli emelleri, şahsi ihtirasları uğruna bu düzenlemeye mevcut
hâliyle destek verenler bunun hesabını asla veremezler.
Teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 19 uncu maddesinin (6) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Süleyman
Çelebi (İstanbul) ve arkadaşları
(6) Sosyal
Güvenlik Kurumundan yaşlılık veya malûllük aylığı ya
da toptan ödeme alarak işten ayrılan işçilerin sendika üyeliği sona erer. Ancak
çalışmaya devam edenler ile konfederasyon, sendika ve şubelerinin yönetim,
denetleme ve disiplin kurullarındaki görevleri sırasında yaşlılık veya malûllük aylığı ya da toptan ödeme alanların üyeliği,
görevleri süresince ve yeniden seçildikleri sürece devam eder.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Kabul etmiyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir)
– Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının hazırlamış olduğu Sendikalar ve Toplu Sözleşme Yasa
Tasarısı’nı konuşuyoruz. Hazırlayan kurum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı;
yani bu ülkede çalışma hayatını düzenleyen, sendikal hayatı düzenleyen en üst
organ. Tabii bu organ, Türkiye’deki çalışma hayatının tamamını denetleyen,
kontrol eden ve organize eden bir kurum ama bakın arkadaşlar, bizim çalışma
saatlerimiz salı günleri saat 15.00-20.00, diğer günler ise 14.00-20.00
arasında şimdi, temel bir yasayı görüşüyoruz ve bugün bize Mecliste verilen
gündem, bitinceye kadar. Yani 89 madde bitinceye kadar bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisi çalışmaya devam edecek. Düşünün ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Türkiye Büyük Millet Meclisini süresiz ve angarya çalışmaya zorluyor ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, milletvekillerinin çalışma saatlerini
böyle bir angaryaya tabi tutuyor. Eğer bir bakanlık Türkiye Büyük Millet
Meclisinde çalışan, görev yapan milletvekillerini angarya olarak
çalıştırıyorsa, demek ki bu ülkede insanların tamamının angaryayla çalıştığı
açık ve net bir şekilde ortadadır arkadaşlar. (CHP ve MHP sıralarında alkışlar)
Şimdi, önce bir defa Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının buna dikkat etmesi
gerekirken ne yazık ki milletvekillerini sabahlara kadar bugün çalıştıracak ve
89 maddeden oluşan bu temel kanunu buradan çıkarmaya çalışacak. Bunu şiddetle
protesto ediyorum ve angarya çalışmaya hayır diyorum.
Şimdi 19’uncu
maddeyle ilgili bir önerge verdik, Komisyon da katılmadığını söyledi, Sayın
Sağlık Bakanı da katılmadığını söyledi. Allah aşkına Sayın Bakan, önerge
önünüzde, şu maddede neye katılmadığınızı iki cümleyle bize izah edin deyin ki,
şundan dolayı katılmadığınızı söyleyin, biz de “Haklısınız.” diyelim önergemizi
geri çekelim. Verdiğimiz önerge arkadaşlar, Çalışma Bakanlığının hazırlamış
olduğu kanun maddesiyle aynı, sadece iki kelime eklemişiz: “Konfederasyon” ve
“Sendika.” Neden? çünkü bu maddede konfederasyon ve
sendika hiç belirtilmiyor, sadece kurum veyahut da kuruluş olarak belirtiliyor.
Yani isterseniz avcılar derneği diyebilirsiniz, atıcılar derneği
diyebilirsiniz, kuş sevenler derneği diyebilirsiniz, kanarya sevenler derneği
diyebilirsiniz. Bunları anlatan bir düzenleme, bunun bu şekilde olması mümkün
değil. Bu kanun konfederasyonu ve sendikaları ilgilendirdiği için mutlaka
“konfederasyon” ve “sendika” kelimelerinin bu metne girmesi gerekiyor, bunu
önerdik. Ama Sayın Sağlık Bakanımız ve Komisyon bu maddeyi reddediyor
arkadaşlar, geldiğimiz nokta budur.
Değerli
arkadaşlar, bugün gazetelerde TÜRK-İŞ Konfederasyonun ilanı var, tam sayfa
ilanlar vermiş. Tabii ki Türkiye’nin en büyük konfederasyonunun bu konuda ilan
vermesine söyleyecek bir söz yok ama esas mesele, üretimden gelen gücümüzü
kullanmadığımız takdirde, kitleleri ve yığınları sokaklara dökmediğimiz
takdirde, taleplerimizi duyurmadığımız takdirde o zaman sadece gazetelere ilan
verip de bu mücadeleyi götürmek mümkün değildir. Dolayısıyla sendikaların esas
görevi gazetelere ilan vermek değil sokaklarda ve meydanlarda üretimden gelen
gücümüzü kullanmaktır.
Bir kez daha bu
önergenin AKP milletvekilleri tarafından kabul edilmesini talep ediyoruz.
Eklediğimiz iki kelime: “Konfederasyon” ve “sendika.” Bunu
kabul etmiyorsanız o zaman sizin 12 Eylül 2010 tarihinde yapmış olduğunuz
referandumda ileri sürmüş olduğunuz “Türkiye’de temel sendikal hak ve
özgürlüklerin önünü açıyoruz, ILO sözleşmelerinin tamamını uygulayacağız, ILO
sözleşmelerinin 87, 98, 151 maddelerini aynen uygulayacağız.” demenizin hiçbir
gerçekle bağdaşır tarafı olmadığını söylüyorum ve bu yasa sendikal örgütlenmeye
yeterli güvence sağlamıyor diyor ve angarya çalışmaya hayır diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
20’nci madde
üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı’nın 20. Maddesinin (1). Fıkrasında bulunan aşağıdaki ibarenin
madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
(1).... Aynı zamanda birden fazla üst kuruluşa üye olunamaz.
Aksi hâlde
sonraki üyelikler geçersizdir.
İdris Baluken Pervin
Buldan Abdullah Levent
Tüzel
Bingöl Iğdır İstanbul
Halil Aksoy Hüsamettin Zenderlioğlu Hasip Kaplan
Ağrı Bitlis Şırnak
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu
Tasarısının 20 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Dr. Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Aytun Çıray Nurettin
Demir Özgür Özel
İzmir Muğla Manisa
İzzet Çetin Musa Çam Ahmet Toptaş
Ankara İzmir Afyonkarahisar
Konfederasyon
veya Federasyona Üyelik
Madde 20 - (1)
Konfederasyon veya federasyon üyeliğine başvuru genel kurul kararına bağlıdır.
Konfederasyon veya Federasyon üyeliği tüzükte belirlenen yetkili organın
kabulüyle kazanılır. Aynı zamanda birden fazla konfederasyona veya birden fazla
federasyona üye olunamaz. Aksi hâlde sonraki üyelikler geçersizdir.
(2) Konfederasyon
veya federasyon üyeliğinden çekilme genel kurul kararına bağlıdır. Çekilme,
konfederasyon veya federasyona bildirim tarihinden itibaren bir ay sonra
geçerlilik kazanır.
3) Konfederasyon
veya federasyon üyeliğinden çıkarılma, söz konusu örgütlerin genel kurul
kararıyla olur.
4) Üye olma,
çekilme veya çıkarılma kararları, konfederasyon veya federasyon tarafından bir
ay içerisinde Bakanlığa bildirilir.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Efendim, 20’nci maddede (4)’üncü maddesinde bir redaksiyon var. “Üye olma ve
üyelikten çekilme.” Oraya bir “Üyelikten” kelimesini ilave etmek durumundayız
ki cümlenin anlamı çok daha iyi anlaşılabilsin diye.
BAŞKAN – Önergeye
katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Önergeye katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Evet,
diğerleri tutanaklara geçti, dikkate alınacak.
Sayın Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz çünkü bu tasarıda
“federasyon” diye bir üst kurul, kuruluş yok. Bundan dolayı katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen Vahap Seçer, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
VAHAP SEÇER (Mersin)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
20’nci maddesinde verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında söz almış
bulunmaktayım.
Değerli
arkadaşlarım, beş yıldır Parlamentoda görev yapıyorum. Buraya gelen kanun
değişiklikleri ya da Hükûmet tasarıları ne kadar bu Meclisten zorlamayla
geçerse o kadar fiiliyatta, uygulamada sıkıntılar ortaya çıktığını gördüm,
bunlara şahit oldum. Şimdi, yine böyle zorlamayla, muhalefetle oturup ortak
akıl yürütmeden, asgari müşterekte birleşmeden bir yasa tasarısı çıkartmaya
uğraşıyorsunuz çalışma hayatıyla ilgili. 75 milyon nüfusta 24 milyon insan
çalışma hayatı içerisinde. Önemli bir toplumsal oranı, onların hakkını, çalışma
hayatındaki çalışma haklarını, sosyal haklarını konuşuyoruz, tartışıyoruz. Bir
kesime ne kadar fazla hak verirseniz, demokrasiyi sağlarsanız, demokratik ortam
sağlarsanız, örgütlenme hakkı sağlarsanız o toplumda, o ortamda o kadar barışı
tesis etmiş olursunuz, kardeşliği tesis etmiş olursunuz, huzuru tesis etmiş
olursunuz. Onun için örgütlenme kelimesinden, örgütlülük kelimesinden imtina
etmemizin bir anlamı yok, korkmamızın bir anlamı yok.
1990 yılında
Türkiye’de sendikalı çalışan sayısı toplam çalışanların yüzde 22’sine tekabül
ediyor. Bu, 2010 yılında yüzde 6 seviyelerine düşmüş, böyle giderse sizin
hedefiniz olan 2023 yılında yüzde sıfır seviyelerine gelecek yani sendikalı
çalışanların neslini tüketmiş olacaksınız. Bu da AKP sayesinde olacak.
Şimdi, bakın,
sözlerime başlarken “Buradaki kanun tasarılarını zorlamayla çıkartmayalım,
uzlaşarak çıkartalım.” dedik. Geçtiğimiz yasama yılında “4+4+4” bir millî
eğitimle ilgili belki de ülkemiz adına konuştuğumuz bu çatı altında en önemli
konu, millî eğitim konusuyla ilgili bir yasal düzenleme oldu. Her şeye rağmen
oldu, bütün karşı çıkmamıza rağmen oldu, kavgalara rağmen oldu, gürültülere
rağmen oldu. Niçin oldu? İdeolojik saiklerle oldu, rövanşist anlayışlarla oldu. Dedik ki: “Bunu yapmayalım,
geleceğimizi gençlerimize teslim ediyoruz.” Geleceğimizi gençlerimiz
belirleyecek. Gençlerimizin oluşumunu, yarına bakışını bu jenerasyonların
yetisini, kabiliyetini eğitim sistemimiz ortaya koyacak, eğitim sistemimiz buna
katkı sunacak. Dolayısıyla, Türkiye’de tarım sektöründe, sağlık sektöründe veya
farklı sektörlerde burada düzenlemeler yapabilirsiniz. Bunda hata da
yapabilirsiniz. O hatadan dönme imkânınız olur ama eğitim sisteminde
yapacağınız bir hatadan dönme, eğitim sisteminde yapacağınız bir tahribatı
ortadan kaldırma on yıllarınızı alır.
Şimdi, şu resme
bakın, 2012 AKP Türkiyesi’nde ilköğretim okul
öğrencileri Mersin’in Erdemli ilçesinde tarım traktörlerinin römorklarında
taşınıyor. Bunlar da tarım traktörlerinin arkasına takılan, “tak tak” denilen
tarım aletlerinin takıldığı gereçler; tarım gereçleri. Görüyorsunuz,
bulundukları mahalleden 7 kilometre mesafedeki, okula ilköğretim öğrencileri bu
tarım taşıma araçlarıyla taşınıyor.
Şimdi, tabii, bu
4+4+4’ten Sayın Başbakan herhâlde iftihar ediyordur ortaya çıkan sonuçtan. Bu
düzenlemeden il valileri memnun değil, ilçe kaymakamları memnun değil, il millî
eğitim müdürleri, ilçe millî eğitim müdürleri memnun değil, veliler memnun
değil, öğrenciler memnun değil; kimse memnun değil ama bir tek Sayın Başbakan,
zorunlu olarak da sizler memnunsunuz. Takdirlerinize bırakıyorum.
Önergemize destek
vereceğinizi umut ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı’nın 20. Maddesinin (1). Fıkrasında bulunan aşağıdaki ibarenin
madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
(1)… Aynı zamanda
birden fazla üst kurulaşa üye olunamaz.
Aksi hâlde
sonraki üyelikler geçersizdir.
Pervin
Buldan (Iğdır)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) -
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Efendim, önerge diyor ki: Bir sendika
birden çok konfederasyona üye olsun. Bu sendika hangi konfederasyondan? Böyle
karmaşık bir tablo çıkacak ortaya. Bir sendika birden çok konfederasyona üye olacak.O konfederasyon üyesi sendika,
bu konfederasyon üyesi sendika gibi şey çıkıyor. Onun için katılamıyoruz
efendim.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Zaten karışacak, karman çorman olacak bu yasayla çalışma yaşamı.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen?
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Gerekçe…
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sendikal özgürlük
ve örgütlenme olanaklarının fazlalaştırılması demokratik hayatın
vazgeçilmezlerinden biridir. Dolayısıyla sendikal üyeliklerinin biçim ve
muhteva açısından düzenlenmesi kamunun değil, sendikaların kararına bırakılır.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Kusura
kalmayın, duymadım.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Önceden söylendi, duymadınız mı Sayın Başkan?
BAŞKAN – Hayır
“Duymadım.” diyorum yani duymadığımı söylüyorum. “Kusura kalmayın.” dedim.
Lütfen…
Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Karar yeter
sayısı arayacağım, sayın lütfen.
Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.09
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.15
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Sekizinci
Oturumunu açıyorum.
20’nci maddenin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi maddeyi Komisyonun
belirttiği redaksiyonla beraber tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
197 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
21’inci madde
üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 21 inci maddesinin (2) ve
(3) nolu fıkralarının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Özgür Özel Oğuz Oyan Nurettin Demir
Manisa İzmir Muğla
Aytun Çıray İzzet
Çetin Musa
Çam
İzmir Ankara İzmir
(2) Uluslararası
işçi ve işveren kuruluşları Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının izniyle Türkiye'de temsilcilik açabilir
ve üst kuruluşlara üye olabilir.
(3) Yukarıdaki
fıkralara aykırılık hâlinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca üyeliğin iptal
edilmesi, temsilciliğin faaliyetinin durdurulması veya kapatılması için,
kuruluş merkezinin veya temsilciliğin bulunduğu yerde dava açılabilir.
BAŞKAN – Sayın
Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın
Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Güvenliği ilgilendirdiği için
İçişleri Bakanlığı olması gerekiyor, onun için katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen, Oğuz Oyan, İzmir
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarına serbestçe üyelik hususunu düzenleyen
bu maddeye karşı değiliz ama istiyoruz ki değerli arkadaşlarım, eğer bu
kuruluşlara üyelik ya da bu kuruluşların Türkiye'de temsilciliklerinin
açılabilmesi söz konusu ise bunun İçişleri Bakanlığının izni ile değil -yani
bir güvenlikçi anlayışla değil Sayın Bakanın söylediğinin tam tersine- adıyla
sanıyla, uzmanlığıyla tam muhatabı olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
tarafından bu onayın, bu iznin verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Evet, sendikalar
uluslararası ilişki geliştirebilmeliler ama emeğin haklarını savunan
uluslararası sözleşmeler de artık Türkiye'de uygulanabilmeli. Yani bir taraftan
uluslararası kuruluşlara üye olabileceksiniz ama uluslararası sözleşmeler
Türkiye'de uygulanamayacak. Üstelik bunlarla ilişkili kabuller varken ILO’nun
87 ve 98’inci maddelerinin hükümleri uygulanmıyor, keza Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin maddeleri uygulanmıyor, vesaire. Yani uluslararası sendikalara,
kuruluşlara üyeliğe geçit var ama uluslararası sözleşmelerin Türkiye'de
uygulanmasına geçit yok; bu, temelden, esastan bir çelişkidir.
Sendikalar
uluslararası ilişkiler geliştirebilirler ama 12 Eylülün mirası olan bu çalışma
hukukunu üzerlerinden atamazlar. Bu büyük bir çelişkidir. Tasarının tam tersi
Türkiye'de uygulanmaktadır. 12 Eylül mevzuatının baskıcı karakteri, ruhu
korunmaktadır ama bu maddeyle bir anlamda göz boyanmaktadır.
Evet, sendikalar
uluslararası kuruluşlara üye olabilsinler ama Türkiye’de de sendikaların önünde
hiçbir baraj olmamalıdır; iş kolu barajı, iş yeri barajı, işletme barajları da
kaldırılmalıdır. Barajı aşamayan, toplu iş sözleşmesi yapamayan bir sendika için
uluslararası kuruluşlara üye olmak ya da olmamak ne yazar, ne anlamı vardır
bunu söyler misiniz? Yani önce siz ülkede özgürlüğü, sendikal özgürlüğü
getireceksiniz, ülkede demokrasiyi sağlayacaksınız, çalışma alanında barışı
sağlayacaksınız, ondan sonra bu uluslararası ilişkiler geliştirilecek.
Siz bir taraftan
uluslararası kuruluşlara üyeliği serbest bırakacaksınız ama Türkiye’de
sendikaya üyelik için noter şartı getireceksiniz. Yani
Türkiye’de serbestçe sendikaya üyelik yasak ama uluslararası kuruluşlara
sendikaların üyeliği serbest. Böyle bir çelişkiyi nasıl kabul
edebilirsiniz? Siz bir taraftan uluslararası kuruluşlara üyeliği serbest
bırakacaksınız ama öbür taraftan sendikal hakların kullanımında çok kritik bir
öneme sahip olan sendika temsilcisinin işten atılması hâlinde işe iade hakkını
ortadan kaldıracaksınız. İşe iade hakkı olmadığı zaman işverenin sadece
insafına bırakılmış bir sendikal ilişki düzeni vardır. Patron, tazminatı
ödemeyi kabul ettiği andan itibaren iş yerinde sendika temsilcisi barındırmaz.
Yani bir taraftan siz “Özgürlük ve serbestlik üyeliklerde var.” diyorsunuz,
öbür taraftan bireysel değil, kolektif sendika haklarının savunulması için
temel kural, temel şart olan sendika temsilcisinin özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz.
Bu, ILO’nun 87’nci maddesinin ruhuna aykırıdır.
Siz bir taraftan
uluslararası kuruluşlara üyelik hakkını getiriyorsunuz, öbür taraftan
Türkiye’de grev yasaklarını genişletiyorsunuz, Türkiye’de hak grevinin sözünü
referandumla vermenize rağmen bunu getirmiyorsunuz. Türkiye’de işçi sendikaları
gelişmiş ülkelerdeki sendikalardan daha geri bir konumdayken, hakları daha
gerilerdeyken o uluslararası platformlarda, o geri, o eksikli, o ayıplı
durumlarıyla üyeliklerini sürdürsünler ya da bu üyeliklere geçsinler
istiyorsunuz.
Bu tasarı,
sermaye partisinin tasarısıdır. Bu tasarı, ülkenin iç ve dış sermayenin
taleplerine göre Türkiye’deki çalışmayı düzenleyen bir anlayışın tasarısıdır.
Tasarının geri çekilmesi ise işçi sınıfının talebidir, emeğin haklarını
savunmayı birinci önceliği kabul eden Cumhuriyet Halk Partisinin talebidir.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
22’nci madde
üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 22 nci
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet Çetin Musa Çam Bülent Kuşoğlu
Ankara İzmir Ankara
Sendika ve
konfederasyonların katılması veya birleşmesi:
Madde -22
Sendikaların bir
başka sendikaya veya konfederasyonların bir başka konfederasyona katılması
hâlinde katılan sendika ve konfederasyonun bütün hak, borç, yetki ve
menfaatleri katıldığı sendika veya konfederasyona kendiliğinden geçer.
Birleşen sendika
veya konfederasyonların bütün hak, borç, yetki ve menfaatleri birleşme sonucu
meydana getirdikleri yeni tüzelkişiliğe kendiliğinden geçer.
Bu madde
hükümleri gereğince katılan veya birleşen sendika veya konfederasyonların
üyeleri, ayrıca bir işleme tabi tutulmaksızın katılanın veya yeni meydana
getirilen sendika veya konfederasyonun üyesi olurlar.
Katılımın
yapıldığı ya da yeni meydana getirilen sendika veya konfederasyon, durumu bir
ay içerisinde Bakanlığa bildirir.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen Bülent Kuşoğlu, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
BÜLENT KUŞOĞLU
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş
İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın 22’nci maddesi üzerinde verdiğimiz önergeyle
ilgili olarak söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, 22’nci maddenin başlığı şöyle: “Kuruluşların katılması ve
birleşmesi.” Kuruluşların yani burada sendikaların ve konfederasyonların
katılması ve birleşmesi konusu belki detay görünüyor ama çok önemli bir
konudur. Hukukta –hukukçu arkadaşlarımız çok iyi bilirler- çok ayrıntılı olarak
düzenlenmesi gereken, çok itina edilmesi gereken bir konudur ama burada
maalesef bu ayrıntı, bu detay ihmal edilmiş, yeterince düzenleme yapılmamış.
Uygulamada çok sorun çıkaracak bir hâlde gibi görünüyor Sayın Bakanım. Özellikle
bu konu üzerine dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Devir, birleşme”
diye hukukta geçer, burada “katılma ve birleşme” olarak geçmiş. Katılma tarihi
nedir, birleşme tarihi nedir burada belli değil; bu maddede de belli değil,
kanunun diğer hükümlerinde de belli değil. Uygulamada bunlar sorun olabiliyor.
Genel Kurul kararıyla bu katılmalar ve birleşmeler yapılıyor ama iki ayrı
sendikanın ya da konfederasyonun farklı tarihlerde katılma veya birleşme kararı
alması durumunda önemli sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bunları uygulamada
yaşıyoruz. Bunlar şirketler için de söz konusu, sendikalar için de söz konusu
olacak, onun için bunun muhakkak düzenlenmesi lazım. Tarihin olmadığı bir
şekilde bu birleşme ve katılmaların düzenlenmesi –Sayın Bakanım özellikle
dikkatinizi çekiyorum- uygulamada çok büyük sorunlar çıkaracak. Bazı sendikalar
“Bu bizim borcumuz değil, bu birleşme tarihinden sonra, karar verildikten sonra
yapılmış bir borçtur.” Diyecek; öbürleri reddedecek, uygulamada önemli
sorunlar, sıkıntılar çıkacak. Onun için bu konuyla ilgili bir düzenleme
yapılması lazım, şimdiden bunun düzeltilmesi lazım.
Hukukta amaç
kolaylaştırmaktır, basitleştirmektir, sadeleştirmektir. Biz bunu çok karmaşık
bir hâle getiriyoruz. Bunun muhakkak kanunla düzenlenmesi lazım. Bunun tüzükle,
yönetmelikle düzenlenmesi de sorun olabilir; onun için burada düzenlemenin
yapılması lazımdır.
Değerli
milletvekilleri, değerli arkadaşlar; Türkiye, çalışma hayatıyla ilgili olarak
çok önemli bir tecrübeye sahip, sendikalaşma konusunda çok önemli bir tecrübeye
sahip ama maalesef, sendikalaşma konusunda, çalışma hayatı konusunda iyi bir
yerde değiliz. Uluslararası karşılaştırmalar yaptığımızda, ILO normları açısından, uluslararası
ilişkiler açısından kötü bir yerdeyiz; bunun muhakkak düzeltilmesi gerekiyor.
Tabii, bu kanun da bunun için çok iyi bir fırsat; bunu fırsat bilip bununla
ilgili güzel bir düzenleme yapmamız lazım.
Bir şehre
gittiğinizde, bir kente gittiğinizde onun mimari yapısından, fiziki durumundan
çağdaş olup olmadığını anlarsınız, ne seviyede bir kent olduğunu anlarsınız
fiziki durumundan. Mimari önemli bir ölçüdür, şehirleşmesi önemli bir ölçüdür
ama onun arkasında, çağdaşlığın ölçüsü olarak iş ilişkileri, çalışma hayatının
düzenlenmesi yatar. Net olarak hemen görünmez mimaride olduğu gibi ama bunun
düzgün bir şekilde düzenlenmesi, hukuka dayalı olarak düzenlenmesi, gerçek
çağdaşlığı bir ülke için verir. Onun için bizim bu fırsattan istifade, bu
konuyla ilgili, çok düzgün, çok düzenli bir kanun yapmamız lazım ama bu 22’nci
maddede olduğu gibi maalesef sıkıntılar var.
Bundan önce
İntibak Kanunu’nda olduğu gibi ya da toplu sözleşmede olduğu gibi “light” bir kanun çıkarıyoruz, maalesef, sonradan sorunlar,
sıkıntılar çıkaracak bir kanun çıkarıyoruz. Bunları özellikle düzeltmemiz
gerekir, dikkate almamız gerekir. Bu saatte tabii, kimsenin bununla uğraştığı
yok ama biraz önce söylediğim tarih konusunun en azından dikkate alınması
gerekir.
Ben bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum iyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
23’üncü madde
üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı'nın 23. Maddesinin (2). Fıkrasının son cümlesine takiben gelmek
üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
(2).... Bu durumda yöneticinin, iş güvencesi haklarını
düzenleyen ilgili İş Kanunu maddeleri gereğince dava açma hakkı saklıdır.
İdris Baluken Pervin
Buldan Levent
Tüzel
Bingöl Iğdır İstanbul
Hasip Kaplan Hüsamettin
Zenderlioğlu Halil
Aksoy
Şırnak Bitlis Ağrı
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının "İşçi Kuruluşu Yöneticiliğinin
Güvencesi" başlıklı 23. maddesinin 1. fıkrasına, "işçi
kuruluşunda" ibaresinden sonra gelmek üzere "veya şubesinde"
ibaresinin ilave edilmesi ile aynı maddeye aşağıdaki metnin 4. Fıkra olarak
ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.
“işçi sendikaları
ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kuruluna
seçilenlerden iş yerinden ayrılıp sendikalardan aylık ücret alanlar sigorta
sayılırlar.”
Mesut Dedeoğlu Ali Öz Cemalettin Şimşek
Kahramanmaraş Mersin Samsun
Mehmet Şandır Kemalettin Yılmaz Alim
Işık
Mersin Afyonkarahisar Kütahya
Mehmet
Günal
Antalya
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının 23 üncü maddesinin (1) ve (2) nolu
fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve aşağıdaki metnin 4. Fıkra
olarak ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara İzmir
(1) İşçi
sendikası veya şubesinde yönetici olduğu için çalıştığı iş yerinden ayrılan
işçinin iş sözleşmesi askıda kalır. Yönetici dilerse işten ayrıldığı tarihte iş
sözleşmesini bildirim süresine uymaksızın veya sözleşme süresinin bitimini
beklemeksizin fesheder ve kıdem tazminatına hak kazanır. Yönetici, yöneticilik süresi
içerisinde iş sözleşmesini feshederse kıdem tazminatı fesih tarihindeki emsal
ücret üzerinden hesaplanır.
(2) İş sözleşmesi
askıya alınan yönetici; sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçim
girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteği ile çekilmek suretiyle görevinin
sona ermesi hâlinde, sona erme tarihinden itibaren bir ay içinde ayrıldığı iş
yerinde işe başlatılmak üzere işverene başvurabilir. İşveren, talep tarihinden
itibaren bir ay içinde bu kişileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski
işlerine uygun bir diğer işe başlatmak zorundadır.
(4) "İşçi
sendikaları ve konfederasyonları ile sendika şubelerinin başkanlıkları ve
yönetim kuruluna seçilenlerden iş yerinden ayrılıp sendikalardan aylık ücret
alanlar sigortalı sayılırlar."
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili.
(CHP sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir)
– Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, verdiğimiz
önergede şunu söylüyoruz arkadaşlar: Hükûmetin getirmiş olduğu önerge diyor ki:
“İşçi kuruluşunda yönetici olduğu için çalıştığı iş yerinden ayrılan işçinin iş
sözleşmesi askıda kalır.” “İşçi kuruluşunda yönetici olduğu için...” diyor. Ne
demek, “işçi kuruluşu” ne demek arkadaşlar? Yani sendikaya bile tahammül
edilemiyor, sendika yöneticiliğine bile tahammül edilemiyor burada ve biz bunun
düzeltilmesi gerektiğini… Çünkü konuştuğumuz konu sendikalar ve toplu sözleşme
kanunu, burada mutlaka işçi sendikası yahut da şubesinin mutlaka belirtilmesi
gerekiyor ama Hükûmetin getirmiş olduğu kanun teklifinde “işçi kuruluşu” diyor.
Burada “kuruluş” doğru bir terim değil, doğru bir kelime değildir. Bunun
mutlaka “sendika” ve “şube” olarak değiştirilmesi gerekiyor Sayın Bakanım.
Sayın Bakanımız…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Hükûmet uyuma!
MUSA ÇAM
(Devamla) – “İşçi sendikası ve şubesinde” diye değiştirilmesi gerekirken ama
Sayın Bakan buna katılmadığını söylüyor.
Sayın Bakan
dinlemiyorsa, katılmıyorsa bu nasıl olacak arkadaşlar? Dolayısıyla, burada
sendikaya bile tahammül edilemiyor, “sendika” cümlesine bile tahammül
edilemiyor ve ne yazık ki katılmadığını burada söylüyor.
İkinci fıkrada da
diyoruz ki arkadaşlar: “İş sözleşmesi askıya alınan yönetici; sendikanın tüzel
kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteği
ile çekilmek suretiyle görevinin sona ermesi hâlinde, sona erme tarihinden
itibaren bir ay içinde ayrıldığı iş yerinde işe başlatılmak üzere işverene
başvurabilir. İşveren, talep tarihinden itibaren bir ay içinde bu kişileri o
andaki şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir diğer işe başlatmak
zorundadır.” Yani sendika yöneticiliği bittiği andan itibaren bir ay içerisinde
işçi başvurduğu takdirde, tekrar eski işine iade edilmesi gerekir. Bunu talep
ediyoruz ama Hükûmetin getirmiş olduğu teklifte, bu kişiler süresi içinde işe
başlatılmadığı takdirde, iş sözleşmeleri işverence feshedilmiş sayılır. Yani
sendika yöneticiliği görevinde bulunmuş olan sendika yöneticisi görevi bittiği
takdirde, iş yerine geri dönmek için bir ay içerisinde müracaat ettiğinde,
normal koşullarda tekrar eski işine iade edilmesi, göreve başlatılması
gerekiyor. Ama işveren keyfî olarak o sendika yöneticisini işe başlatmadığı
takdirde bir ay içerisinde otomatikman feshedilmiş olacak arkadaşlar.
Dolayısıyla, işçinin geleceği ve kaderi işverenin iki dudağı arasında ve
patronun iki dudağı arasında kalmış oluyor. Bu kabul
edilebilir bir anlayış değildir ve bu uluslararası sözleşmelere, 87 ve 98 no.lu
sözleşmelere aykırıdır ve işçinin, sendika yöneticisinin mutlaka tekrar iş
yerine geri dönmesi ve işe başlatılması gerekiyor ama bu düzenlemeyi bu şekilde
kabul ettiğiniz takdirde, o sendika yöneticisinin ve işçinin tekrar iş yerine
geri dönmesi mümkün olmayacaktır. Bunu kabul etmemeniz ve bu düzenlemeyi
bizim vermiş olduğumuz önerge doğrultusunda kabul etmeniz gerekiyor.
Bakın arkadaşlar,
12 Eylül 2010 tarihinde “40 Soruda Anayasa” diye kitap bastırdınız, Türkiye’nin
her tarafına dağıttınız ve yüzde 58 oy aldınız. Ne diyor burada arkadaşlar?
“İnsanları ekmekle özgürlük arasında tercihe zorlayan anlayışa son vermeye
‘Evet’ demektir” diyorsunuz, “Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçmeye
‘Evet’ demektir.” Mademki bu kadar demokrasiyi savunuyorsunuz, bu kadar hukuku
savunuyorsunuz, bu kadar insan haklarını savunuyorsunuz, o zaman sendika
yöneticiliği bitmiş olan bir işçinin de iş yerine geri dönmesi konusunda onun
kararını patronun iki dudağı arasına terk edemezsiniz. Keyfî uygulamaya
bırakmamanız gerekir diyorum ve bir kez daha bu önergenin lehinde oy
kullanmanızı talep ediyor ve istiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak
bilmelisiniz ki, bu yasayla işçilerin yüzde 57’sinin toplu sözleşme hakkını
kullanamayacağını bir kez daha sizlere hatırlatmak istiyorum arkadaşlar. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “İşçi Kuruluşu Yöneticiliğinin
Güvencesi” başlıklı 23. maddesinin 1. fıkrasına, “işçi kuruluşunda” ibaresinden
sonra gelmek üzere “veya şubesinde” ibaresinin ilave edilmesi ile aynı maddeye
aşağıdaki metnin 4. Fıkra olarak ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.
“işçi sendikaları
ve konfederasyonları ile şubelerinin başkanlıkları ve yönetim kuruluna
seçilenlerden iş yerinden ayrılıp sendikalardan aylık ücret alanlar sigortalı
sayılırlar.”
Ali
Öz (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor
mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz çünkü Sosyal Güvenlik
Yasası’nda yer almaktadır düzenleme.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
(1) Sendika ve
sendika şube yöneticilerine tanınan bir hakkın mevcut kanunda ve mutabakat
metninde olduğu gibi konfederasyon yöneticilerine tanınması amaçlanmıştır.
(2) Eklenen fıkra
ile sendikaları amatör şube yöneticileri için gereksiz sigorta primi ödeme
yükünden kurtarmak amaçlanmıştır.
BAŞKAN –
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Meclisi Başkanlığı’na
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı'nın 23. Maddesinin (2). Fıkrasının son cümlesine takiben gelmek
üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
(2) Bu durumda
yöneticinin, iş güvencesi haklarını düzenleyen ilgili İş Kanunu maddeleri
gereğince dava açma hakkı saklıdır.
İdris
Baluken (Bingöl) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul
Milletvekili.
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bu “İşçi
kuruluşu yöneticiliğinin güvencesi” maddesinde bir ek önerimiz var. Asıl problem
de bu tarzda sendika yöneticisi olan kişilerin eski işine iadesi konusunda, işe
başlatmak zorundadır. Peki, başlatmadığı takdirde ne olacaktır? “İşverence iş
akitleri feshedilmiş sayılmıştır.” diyor ve orada bırakıyor, fıkrayı kesiyor.
Elbette, dava açma hakkı sağlanmalı.
Şimdi, ben bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Sayın Bakan bu tasarı
üzerine söz aldığında “Biz kimseden yana taraf değiliz, bütün taraflara
eşitiz.” benzeri bir şey kullanmıştı ama aslında bizim, Hükûmetin ve Bakanın
kimden yana olduğunu tekrar hatırlamamız gerekiyor çünkü Hükûmetin, Bakanlığın
yaklaşımı, kriz, benzeri türdeki durumlarda işverenler zarara uğramasınlar
diye, “Güçlü sendikalar sakınca doğurur.” diyen bir yaklaşım ve tarafgirlik
içerisinde olmuşlardır. Bir defa bunu
hatırlamamız gerekiyor.
Dolayısıyla, bir
de Türkiye’nin gerçekliğini, yani sendikalaşmak, emeğin hakkını savunmak ve
ülkemizdeki siyasette yerini belirlemek için kendi örgütlerini kurmak isteyen
işçilerin başına gelenleri ve nasıl -özel sektörde olsun kamuda olsun-
özelleştirmeler eliyle içi boşaltılan kamuda sendikalaşmanın güçlüklerini,
sendikaların içinin boşaldığını hatırlamak gerekiyor.
Son birkaç yıl içerisinde ben bu nedenle mağdur olan işçileri
sizlere bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Ankara’da, Çalışma Bakanlığının
hemen üç adım ötesinde TOGO deri, kundura işçileri; İstanbul’da Merter’de,
Teksim firmasındaki tekstil işçileri; yine İstanbul’da DHL firmasında,
taşımacılık iş kolundaki işçiler; İzmir’de ünlü Billur Tuz firması, gıda iş
kolunda, burada çalışan işçiler; Kayseri’de CEHA işçileri, metal işçileri,
bütün bunlar sadece sendikalaştıkları için işten atılmışlardır. Sendikalaşma faaliyetinde hiçbir işçinin, sendika yöneticisinin ve
iş yeri temsilcisinin bir güvencesi yoktur, dolayısıyla sendikal nedenlerle
işten atılma suç sayılmadıkça, suç sayılması bir yasal düzenlemeye kavuşmadıkça
bu konuda bir güvence, gerçek anlamıyla bir güvence sağlanması söz konusu
değildir. Biz bu maddeye bir dava açılma, feshedilmiş sayılması karşısında bir
dava açılma hakkını koyuyoruz ama aslında bugün patronlar, sermaye sınıfı
hiçbir kayıtla, hiçbir zorlukla kendilerini bağlı görmemektedir de aslında. “Ne
olacak canım, veririm tazminatını.” Deyip, aslında tazminat ödeme yükümlülüğü
de bir korkutucu, bir caydırıcı neden olarak da görülmemektedir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, sevgili sendikacılar; ben başka
bir şeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum: Asıl, bugün, esnek çalışma
kuralsızlıkla birçok işçinin, yani, değişik sendikaları seçme özgürlüğü önüne
bir özgürlük gibi getirilmiş olsa da aslında nasıl bir saldırıyla karşı karşıya
kaldığını, özellikle de baraj uygulamalarıyla birçok sendikanın nasıl yetkiden
düştüğünü hatırlatmak istiyorum. Sendikaların
raporu var. Özellikle yüzde 3 baraj ile 6 milyon 300 bin işçinin nasıl -yani
yüzde 57’si, kayıtlı işçilerin yüzde 57’sinin- toplu iş sözleşmesini hayalinde
bile göremeyecek olmasını ve tek sendikaya mahkûmiyet hâlinde kaldıklarını
sizlere hatırlatmak istiyorum. Aslında bu yasayla Hükûmet, işçi hareketini,
sendikal hareketi bölme, yandaş ve arka bahçe şeklinde bir sendika oluşturma
hamlesi söz konusudur. Aslında, Hükûmet programlarına karşı çıkan sendikaları
da, mücadele eden sendikaları da devre dışı bırakma harekâtıdır. Türkiye
Gazeteciler Sendikasının özellikle Anadolu Ajansında örgütlenmiş sendikanın,
nasıl orada yetkisini devre dışı bırakma atakları içerisinde orada başka bir
sendikayı Hükûmet eliyle örgütleme çabası içerisinde, olduklarını hep birlikte
yaşadık ve gördük. Bu oyunlara karşı, Hava-İş’in, Deri-İş’in yani yetkisiz
bırakılacak sendikaların aslında bu oyuna gelmemesi ve gücünü işçilerle
paylaşması, bugün mücadele etmesi tek çıkış yolu olarak görülüyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (Devamla) – Artık, sarı sendikacılık tarihte kalıyor, AKP Hükûmeti
eliyle, burada, ağırlıklı olan bir renk, turuncu sendikacılığı bugün Türkiye
işçi sınıfına ve sendikal harekete dayatılıyor. Artık, uzlaşmacı, teslimiyetçi,
diyalogcu sendikacılık anlamına gelen sarı sendika tarihe karışıyor, onun
yerine ”turuncu sendikacılık” diye yeni bir sendikacılık tipi bizlere AKP
eliyle gösteriliyor.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
24’üncü madde
üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 24’üncü maddesinin
beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Nurettin Canikli Recep Özel İsrafil Kışla
Giresun Isparta Artvin
Ahmet Yeni Bülent Turan Adnan Yılmaz
Samsun İstanbul Erzurum
“ (5) Bu madde hükümleri iş yerinde çalışmaya devam eden
yöneticiler hakkında da uygulanır.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının 24 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve arz ve
teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara
İzmir
Madde 24-
(1) İşveren, iş
yeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve
nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih
bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde temsilci veya üyesi
bulunduğu sendika, iş davalarına bakmakla görevli mahalli mahkemede dava
açabilir.
(2) Dava basit
yargılama usulüne göre sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi
halinde Yargıtay kesin olarak karar verir.
(3) Temsilcinin
işe iadesine karar verilirse fesih geçersiz sayılarak fesih tarihi ile kararın
kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenir. Kararın
kesinleşmesinden itibaren altı işgünü içinde temsilcinin işe başvurması
koşuluyla altı işgünü içinde işe başlatılmaması halinde iş ilişkisinin devam
ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları ödenmeye devam edilir. Bu hüküm
yeniden temsilciliğe atanma halinde de uygulanır.
(4) İşveren,
yazılı rızası olmadıkça iş yeri sendika temsilcisinin çalıştığı iş yerini
değiştiremez veya işinde esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde
değişiklik geçersiz sayılır.
(5) Bu madde
hükümlerinden işverenle iş ilişkisi devam eden sendika ve şube yöneticileri de
yararlanırlar.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının “İş yeri Sendika
Temsilciliğinin Güvencesi”ni düzenleyen 24.
Maddesinin 1. Fıkrasının “İşveren, iş yeri sendika temsilcilerinin, rüşvet,
hırsızlık, tecavüz gibi yüz kızartıcı suçlardan mahkûmiyet kararı dışında, iş
sözleşmelerini, hiçbir nedenle feshedemez.” Şeklinde değiştirilmesini, 2. ve 3.
fıkralarının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Levent Tüzel Erol Dora İbrahim Binici
İstanbul Mardin Şanlıurfa
Demir
Çelik Hüsamettin Zenderlioğlu
Muş Bitlis
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen?
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Gerekçe…
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sendikaların, örgütlenme faaliyetlerini özgürce yürütebilmeleri, iş yeri
temsilcilerinin işverenden bağımsız hak mücadelesini sürdürebilmesi için,
sendika iş yeri temsilcilerinin işten atılma endişe ve kaygılarının olmaması
gerekir. Tasarı maddesinin birinci fıkrasında yer alan,
ve güvence olarak sunulan, iş akdinin feshi için haklı bir neden aranması,
sendikal güvencesizliği tesis etmektedir. Örgütlenme faaliyetleri “İş yerinde
huzursuzluk” şeklinde sunularak iş akdi feshedilen, ekonomik sıkıntılar haklı
gerekçe gösterilerek iş akdi feshedilen binlerce sendika temsilcisi vardır.
Önerimizle, sendika iş yeri temsilcimizin sendikal faaliyetlerini özgürce
sürdürmesi ve işveren tarafından keyfî olarak işten atılması önlenmiş, sendikal
güvence sağlanmış olacaktır.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 24’üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman
Çelebi (İstanbul) ve arkadaşları
Madde 24-
(1) İşveren, iş
yeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve
nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih
bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde temsilci veya üyesi
bulunduğu sendika, iş davalarına bakmakla görevli mahalli mahkemede dava
açabilir.
(2) Dava basit
yargılama usulüne göre sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi
halinde Yargıtay kesin olarak karar verir.
(3) Temsilcinin
işe iadesine karar verilirse fesih geçersiz sayılarak fesih tarihi ile kararın
kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer hakları ödenir. Kararın
kesinleşmesinden itibaren altı işgünü içinde temsilcinin işe başvurması
koşuluyla altı işgünü içinde işe başlatılmaması halinde iş ilişkisinin devam
ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları ödenmeye devam edilir. Bu hüküm
yeniden temsilciliğe atanma halinde de uygulanır.
(4) İşveren,
yazılı rızası olmadıkça iş yeri sendika temsilcisinin çalıştığı iş yerini
değiştiremez veya işinde esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde
değişiklik geçersiz sayılır.
(5) Bu madde
hükümlerinden işverenle iş ilişkisi devam eden sendika ve şube yöneticileri de
yararlanırlar.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) – Evet, katılıyorsun Sayın Bakan değil mi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Süleyman Çelebi, İstanbul
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi, buradaki pankarttaki
belirttiğim “12 Eylül grev yasakları bu yasayla sürüyor.” yaklaşımı tam da bu
maddeyi içeriyor. Çünkü iş yeri sendika temsilcilerinin güvencesini
konuşuyoruz. Hatta, aslında bunu eksik yazıyoruz, bu
düzenleme, daha önce generallerce yürürlüğe konulan 2821 ve 2822 sayılı
Yasa’nın gerisinde bir düzenleme. O yasanın 30’uncu maddesi, daha önce iş yeri sendika temsilcilerine
önemli güvenceler sağlıyordu ve generallerce yürürlüğe konulan yasada. Daha
sonra, AKP İktidarında 2003 yılında değişen bu Yasa iş yeri temsilcilerinin
güvencesini elinden aldı. Dolayısıyla sosyal tarafların, Üçlü
Danışma Kurulunun bu konudaki mutabakatına rağmen -daha önce çeşitli
görüşmelerde ben de bulunmuştum- ve bu konuda işveren kesiminin de Hükûmetin de
diğer sendikal konfederasyonların da mutabakatıyla en azından iş yeri sendika
temsilcisinin keyfî veya benzeri nedenlerle işten atılmasının engellenmesi
konusunda bir düzenleme, bir mutabakata gelindiği hâlde, şimdi kanun teklifinde
de buradaki Komisyon çalışmalarımızda da ne yazık ki bu süreci gideremedik ve
şimdi iş yeri temsilcileri bu anlamda zaten hedef hâlindeki insanlardır,
sendikanın öncüsü, temsilcisi konumundadır. Bu arkadaşlar, bu düzenleme
ve önergemizin kabul edilmemesi hâlinde hem 12 Eylül 80 darbesinde yasalaşan
ama 2003’te değiştirilen güvencenin daha gerisine götüren bir uygulamayla iş
yeri sendika
temsilcileri karşı karşıya kalıyor.
Değerli
arkadaşlar, bu kürsülerden sürekli, bu getirilen düzenlemenin, 12 Eylül
yasalarının gerisinde olduğunu onun için iddia ediyoruz. Hani ileri demokrasi,
hani daha iyi özgürlükler, hani daha iyi sendikal güvenceler, hani grev
hakkının önündeki engellerin kaldırılması? Bütün bunlar bu yasanın tümüne
bakıldığında ileri gitmiyor, geri gidiyor.
Değerli
arkadaşlarım, bu, aynı zamanda ILO’nun da bir gereği. ILO’nun özellikle
eleştiri konularından bir tanesi de bu anlamdaki güvencenin sağlanmıyor
olmasından kaynaklanıyor.
Bakın, daha bugün
Avrupa İlerleme Raporu’nda yapılan eleştirilerin çoğu şu andaki mevcut yasanın
eleştirisi değildir. Şu anda AKP İktidarı tarafından Meclise sunulan,
Komisyondan geçen yasaya ilişkin Avrupa İlerleme Raporu’nun eleştirileri var.
Dolayısıyla en azından buralarda bir adım atılırsa…
Sayın Bakanla
uzun bir görüşme yaptık, sosyal taraflar bir araya geldi, işveren kesiminin,
işçi kesiminin geldiği mutabakata siyasi olarak direnmez ve karar verirse, bu
yasa teklifinin birkaç tane maddesi bu anlamda iyileşirse sorunun çözümüne
katkı vermeye, biz ana muhalefet olarak katkı vermeye varız. Bunu buradan bir
kez daha duyuruyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 24'üncü maddesinin
beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“(5) Bu madde
hükümleri iş yerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.”
Nurettin
Canikli (Giresun) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılıyoruz.
Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
İş ilişkisi kural
olarak hem profesyonel hem de amatör sendika yöneticileri için devam ediyor. Bu
nedenle ifadenin iş ilişkisi devam eden değil, iş yerinde çalışmaya devam eden
yöneticiler olması gerekir. Teknik hatanın düzeltilmesi amaçlanmıştır.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen
önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
25’inci madde
üzerinde dört adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
TBMM Başkanlığına
197 sıra sayılı
Kanunun 25. maddesi 3. fıkrasının “farklı işleme tabi tutulamaz” son cümlesinin
“farklı hiçbir işleme tabi tutulamaz” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.
Mehmet Şandır Alim
Işık Ruhsar Demirel
Mersin Kütahya Eskişehir
Mustafa
Kalaycı Cemalettin
Şimşek
Konya
Samsun
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının 25 inci maddesinin (5) nolu fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara
İzmir
(5) Sendikal nedenlerden dolayı iş sözleşmesinin feshi halinde
işçi, 4857 sayılı İş Kanununun 18 inci maddenin birinci fıkrasındaki otuz işçi
ve altı aylık çalışma süresi koşulu aranmaksızın 20 ve 21 inci madde
hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. Bu durumda işçinin bir yıllık
ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. Sendikal
tazminat, İş Kanununun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe
başlatması veya başlatmaması koşuluna bağlı değildir. İşçinin İş Kanununun
yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini
engellemez.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının Sendika Özgürlüğünün Güvencesi”ne dair
25. Maddesinin 5. Fıkrasında yer alan “başlatılmaması” ibaresi ile “Ancak
işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21. maddesinin
birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez.” cümlesinin, madde
metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Abdullah Levent Tüzel Erol Dora İbrahim Binici
İstanbul Mardin Şanlıurfa
Demir
Çelik Hüsamettin Zenderlioğlu
Muş Bitlis
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 25'inci maddesinin
dördüncü fıkrasındaki “İşverenin” ifadesinden sonra gelmek üzere “fesih
dışında” ifadesinin eklenmesini, beşinci fıkrasının ilk cümlesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini, altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ispat
ettiği” ifadesinin “ileri sürdüğü” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
“Sendikal bir
nedenle iş sözleşmesinin feshi halinde işçi, 4857 sayılı Kanunun 18, 20 ve
21’inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir.”
Mustafa Elitaş Recep
Özel Ahmet Berat Çonkar
Kayseri Isparta İstanbul
Bülent Turan Osman Aşkın Bak Muhammet Bilal Macit
İstanbul İstanbul İstanbul
Ramazan
Can İsmail Kaşdemir
Kırıkkale Çanakkale
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) -
Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılmıyoruz efendim.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Katılmıyor efendim, Hükûmet katılmıyor.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Maddenin beşinci
maddesinin ilk cümlesinde yapılan değişiklikle iş güvencesi kapsamında olan
işçilerin sendikal tazminat alması düzenlenmiştir. Altıncı fıkrada yapılan
değişiklik, işveren dayandığı haklı neden ya da geçerli nedeni ispatladığı
takdirde artık sendikal nedenin işçi tarafından ispatlanamayacağı başka bir
ifade ile ispat yükünün yer değiştirmeyeceğine ilişkin yaklaşıma uyum sağlamayı
amaçlamaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
İZZET ÇETİN
(Ankara) - Sayın Başkan, bu önerge eğer görüşülecekse, maddedeki, Çalışma
Komisyonundan gelen şeklini değiştiren bir önerge. Eğer bu önergeyi baştan
konuştuğunuz takdirde diğer önergelerin bir anlamı kalmıyor yani hiçbir anlamı
kalmıyor çünkü diğer önergeler buna göre düzenlenmemiş. Hükûmet katılmamakla
birlikte çoğunluğa dayanılarak yapılan bu düzenlemeyle ta ilk tasarıdan bugüne
kadar gelen 30 ve daha az işçi çalışan yerlere de bir nevi getirilen iş
güvencesi burada doğrudan doğruya AKP çoğunluğunca ortadan kaldırılıyor.
Dolayısıyla özü zedeleyen bir düzenlemeyi siz önceden oylatıyorsunuz.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, bu kanun tasarısı Hükûmetle, işveren sendikalarıyla
ve işçi sendikalarıyla uzun çalışmalardan sonra bir mutabakatla hazırlanarak
buraya geldi ve bizim gruplarımızı da bu yönde Sayın Bakan gelip ikna etti. Biz
de onun için buna katkı verdik hem komisyonda hem burada, zannediyorum diğer
gruplar da bunu yaptı.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Aynen öyle.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ama burada Hükûmet, bu saatte bir önerge vererek bu mutabakatı
kökünden bozmaktadır. Şimdi görülüyor ki Sayın Bakan buna katılmıyor.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sözünde duruyor.
BAŞKAN – Sonra
kabul şeklinde elini kaldırdı ama.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Katılmadığını işaret oyuyla da ifade ediyor. Şimdi yani burada bir
emrivakiyle kimin talebiyle böyle bir önerge verilerek oluşturulan bu mutabakat
bozuluyor, bunu bilmek mecburiyetindeyiz.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, sizin bir açıklamanız olacak mı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; yani yasama görevi yapıyoruz. Gerçekten Bakanlık olarak
bulunduğumuz noktada yoğun bir meşguliyet oluyor. Bir taraftan hatibi
dinleyeceksiniz, bir taraftan buradaki taleplere de cevap vermek durumundayız,
tabii ki hangi gruptan gelirse gelsin.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Orası yakınma yeri değil.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yakınma değil, ben fiilî bir durumu
anlatıyorum, yakınmayla ne alakası var.
Şimdi burada,
doğrusu bu önerge ile önümdeki önergede sehven bir karışıklık oldu. Bu
katıldığımız bir önergedir, onu ifade edeyim. Ben bunu bir kere düzeltmek
durumundayım. Bu bir, katıldığımız bir önergedir. Gerekçesi
de şu bakınız: Sosyal taraflarla en çok zorlandığımız bir maddedir 25’inci
maddedeki tartışma ama netice itibarıyla bizim bu konuda, işçi sendikalarının
talepleri, beş altı madde belki de, yerine getirildi, önümüzdeki maddelerde
bunu göreceksiniz, çok önemli düzenlemeleri gerçekleştirirken işveren
sendikalarının bu konuda bir talebi oldu ve bu talep de gayet açık, şunu
söylüyorlar: 30 işçinin altında işçi çalıştıran işletmelerde, sendikal güvence,
yani sendikalı olduğundan dolayı işine son verilirse burada bir tazminat söz
konusu olmasın diye işverenlerin bir talebi oldu. Biz, bunu,
görüştüğümüz sosyal taraflara, bir araya geldiğimiz sosyal taraflara açıkça
ifade ettik, “İşverenlerin talebidir.” dedik, ama bunun yanında da dört beş
konu, işçilerin talebi konusunda işverene adım atmasını sağladık ve böyle bir
mutabakat ortaya çıktı. Şimdi, bunu, bakınız, birey olarak, sendikalara
sorduğunuz zaman, işçi sendikalarının katılmadığını açıkça ifade ediyorlar ama
yasanın çıkması açısından, işçi işveren arasında bir diyalog neticesinde…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Diyalog neresinde bunun Sayın Bakan? Yani hep işçiden alarak bir
kesime teslim ediyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …gelinen bir nokta, çözümü noktasında
bir durum var. Bu konuyla ilgili …
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen, sözünüzü toparlayınız.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bir saniye Sayın Başkan.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Bırakın işleri, onlar yönetsin o koltuğu o zaman.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İşverenlerimizin söylediği şu:
Deniyor ki o 30 işçinin altında iş yerlerinde, sendikal tazminatla ilgili bazı
yasal süreçlerde sıkıntı yaşadıklarını söylediler. İşçiler, sendika amaçlı…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Siz askerî kışlaya….
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Ben işverenlerin görüşünü söylüyorum.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Nerede kaldı sizin gücünüz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Efendim, müsaade eder misiniz?
İşçilerin görüşünü söyleyeceğim.
30 işçinin
altındaki iş yerlerinde sendikal durumdan dolayı atıldığını ifade eden işçinin
durumu…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – İlk tasarıda niye öyle getirdin?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …yargıya gittiği zaman, büyük ölçüde
kararların işçi lehine çıktığını, oysa sendikalı olduğu için atılmadığını ifade
ediyorlar.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İşçiler de diyor ki: “Anayasanın
51’inci maddesine göre, bu örgütlenme hakkının elimizden alındığını sendikalar
ifade ediyorlar.” Bizim yaptığımız burada, Bakanlık olarak, Hükûmet olarak,
yasanın çıkması adına…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Bakan, Yargıtay kararları var elimde. Hiçbirisi sizin gibi
konuşmuyor.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - …işverenlerin bir talebi ama buna
karşı işçi sendikalarının 4/B talebini buluşturma gayreti içerisinde olduk.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – İşveren örgütü ne dedi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK
(Şanlıurfa) – Yaşadığımızı bütün çıplaklığıyla sizlerle paylaşıyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – TİSK ne dedi, TİSK?
BAŞKAN – Sayın
Bakan, teşekkür ediyorum.
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (İstanbul) – Çalışan, iş yerlerindeki büyük çoğunluk işçiler 30’un
altındadır Sayın Bakan. Örgütlenme hakkını ortadan kaldıran bir düzenleme.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Diğer önergeleri işleme koyacak mısınız?
BAŞKAN –
Koyacağız tabii ki, bunu oylattıktan sonra tabii.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Konuşma hakkımız olacak mı?
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Ama bunu oylattırdıktan sonra ne anlamı kalıyor?
BAŞKAN – Hayır,
o, Başkanın sorunu değil ki ama. Lütfen…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yani, diğer önergeleri işleme koyacaksanız, evet.
ALİ ÖZ (Mersin) –
Yüzde 85, işçi ölmüş demektir.
BAŞKAN – Evet,
“Kabul edenler…” diye sormuştum ama tekrar soruyorum: Kabul edenler…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının Sendika Özgürlüğünün
Güvencesi” ne dair 25. Maddesinin 5. Fıkrasında yer alan “başlatılmaması”
ibaresi ile “Ancak işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı
Kanunun 21. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez.”
cümlesinin, madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Levent
Tüzel (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul
Milletvekili.
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, çok söz
söylemeye gerek yok. Sayın Bakan, biraz önce yapmış olduğu açıklamada işveren
örgütlerinin nasıl bir dayatma içerisinde olduğunu bir bakıma itiraf etmiştir.
Yani, biz, burada, bu yasanın, nasıl sendikal hareketi boğmak, gömmek, bütün
sendikaların yetkilerini ortadan kaldıracak bir düzenleme oluşturduğunu zaten
söylüyorduk, şimdi, bu, bunun ispat edilmiş hâlidir. Yani 30’dan az sayıda işçinin
çalıştığı iş yerlerinde sendikal nedenle tazminat hakkını ortadan kaldırmak
demek, Türkiye işçi sınıfının büyük oranda çalıştığı, örgütlü olduğu yerlerde
bu hakkı, sendikalaşma hakkını ortadan kaldırmak demektir. Sayın Bakan da sırf
yasa çıksın adına; uzlaşmacılık, mutabakat adına bu işverenlerin dayatmasını
bir ölçüde kabul ettiğini… İşte tarafsızlık buraya kadar. Aslında,
sendikacı dostlarımızın da bunu çok iyi görmesi gerekiyor.
Yani, biz
özellikle bu yasal düzenlemenin 12 Eylül zihniyetinin, 12 Eylül
sendikacılığının bir devamı olduğunu söyleyegeldik; bir kez daha burada bunu
görüyoruz. Yani ister istemez organların sayısını belirleyen, temsilcilerin
sayısını belirleyen, iş kolu yetkisinde bakanlık sultasını dayatan, grev
yasaklarını getiren, her şeyiyle ipleri kendi elinde tutan, merkezileştiren…
Bütün yasalarda gördüğümüzü bu sendikalar yasasında da gördük. Her şeyi
işverenlerin, sermayenin, kapitalistlerin ihtiyaçlarına göre belirleyen ve onun
partisi olduğunu bir kez daha AKP ilan ediyor; bunu işçi sınıfımızın görmesi
gerekiyor. Gerçekten burada Bakanın açıklaması… Yani sendikaların kolu kanadı
kırılmıştır, çoktan kırılmıştır. İşte bu nedenle de işçiler sendikalara
güvenemez noktaya getirilmiştir. Çünkü, sendikalaşmak
istediğinde arkasında güçlü bir sendika hareketi görememektedir. Sonuç
itibarıyla kapıya konulduğunda da bir tazminat hakkı, feh
edilmiş olması nedeniyle, sendikal nedenlerle fesedilmiş
olması hâlinde dava açma hakkı da ortadan kaldırılmış durumdadır.
Bu ILO ile, işte, hükûmetin bağlı kaldığını, saygı duyduğunu ve
itaat edeceğini söylediği ILO hükümleriyle de sendikal özgürlüğü koruma adına
çalışan komitenin kararlarına da tümüyle karşı olan bir düzenlemedir ve aslında
tam da Hükûmetin ve buradaki Meclis çoğunluğunun kimden yana olduğunu gösteren
çok çarpıcı bir düzenlemedir. Mutabakat falan da olmadığı bir kez daha ortaya
çıkmıştır. Bütün işçi örgütleri, bütün konfederasyonlar aslında bu düzenlemeye
karşı çıkmışlardır ama buna rağmen şimdi bir değişiklik önergesiyle bu ortadan
kaldırılmaktadır. Hükûmet, Bakanlık her şeye müdahale etmektedir, her şeyi
kendi istediği gibi belirlemektedir ve şimdi de, aslında bu düzenlemeyle de bir
kez daha sendikal demokrasiyi ve sendikal örgütlenme özgürlüğünü tamamen
ortadan kaldırmakta, ayaklar altına almaktadır.
Sendika dediğimiz
şey bir işçi örgütüdür ama işçi örgütü olmaktan çıkartmak için elinden gelen
her şeyi yapmaktadır. Şimdi işçiler nasıl güvenecek? Nasıl bir özgürlük
içerisinde, örgütlenme hakkı içerisinde burada bir araya gelecekler? İşte, biz bu oturumu izleyen sendikacılarımızın da bu gelişmeleri
ve Hükûmetin bu tutumunu işçi sınıfıyla paylaşarak ve elbette üretimden gelen
gücünü o hep söylendiği gibi, gerçi sadece uzlaşmazlık hâlinde, toplu
sözleşmedeki uzlaşmazlık hâlinde grev hakkını tanıyan bir düzenlemedir bu
Sendikalar Yasası, Toplu Sözleşme Yasası ama hak greviyle, dayanışma greviyle,
siyasi greviyle, genel greviyle, direniş hakkıyla işçi sınıfımızın gerçekten
güçlü sendikaları kendi gücüyle yaratmaktan başka da bir şansı, başka bir
geleceği de yoktur; bir kez daha bunu, bu düzenlemeyle ve Bakanın bu itirafıyla
birlikte, Sayın Bakanın bu zorda kalmış hâliyle birlikte, hep birlikte
görüyoruz. Durumu sizin bilginize ve ellerinize emanet ediyoruz.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.14
DOKUZUNCU OTURUM
Açılma Saati: 23.20
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Dokuzuncu
Oturumunu açıyorum.
25’inci madde
üzerinde İstanbul Milletvekili Levent Tüzel ve arkadaşlarının verdiği önergenin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi tekrar
önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır. Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 25 inci maddesinin (5) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
(5) Sendikal
nedenlerden dolayı iş sözleşmesinin feshi halinde işçi, 4857 sayılı İş
Kanununun 18 inci maddenin birinci fıkrasındaki otuz işçi ve altı aylık çalışma
süresi koşulu aranmaksızın 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma
hakkına sahiptir. Bu durumda işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak
üzere sendikal tazminata hükmedilir. Sendikal tazminat, İş Kanununun 21 inci
maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması
koşuluna bağlı değildir. İşçinin İş Kanununun yukarıdaki hükümlerine göre dava
açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.
Süleyman
Çelebi (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, hani bir laf vardır “Bazı çareler vardır derdin kendinden de
beter.” diye. Bu tasarı eski kanunların, 274 sayılı Yasa’dan da 2821 sayılı
Yasa’dan da beter. Biraz evvel işveren örgütleriyle de görüştüm şu beş
dakikalık arada. Yani Sayın Bakan hiç kusura bakmasın, komisyonlara itibar etmiyor,
alt komisyona itibar etmiyor, üçlü danışma toplantılarına itibar etmiyor, bir
tek işveren örgütünün karşısında diz çöküyor. Bu tabiri bilerek kullanıyorum.
Siz zaten emek düşmanı, işçi düşmanı olduğunuzu 4857 sayılı İş Yasası
görüşmelerinde göstermiştiniz. O yasada önce, ta eleştirdiğiniz üçlü koalisyon
döneminde çıkartılan İş Güvencesi Yasası 10 ve daha fazla işçi istihdam eden
işletmeler için geçerli kılınmışken önce altı ay yürürlüğünü ertelediniz,
arkasından “30 ve daha fazla işçi istihdam eden işletmeler” olarak değiştirerek
güvenceyi ortadan kaldırmıştınız. Şimdi, bu sendika özgürlüğü maddesiyle bir
kez daha görüldü ki siz işçi düşmanısınız, emekçi düşmanısınız!
RAMAZAN CAN
(Kırıkkale) – Hadi oradan!
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Evet, bilerek söylüyorum ve sizi gerçekten izleyen sendikacılara
söylüyorum; işçilere AKP’ye oy verdirtmeye devam etsinler, kendilerine ihanet
etsinler.
MUHAMMET BİLAL
MACİT (İstanbul) – Onların kendi iradesi yok mu?
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, burada alt komisyonda, komisyonda
çıktı. 30 ve daha az işçi istihdam eden işletmelerde de eğer işçiler sendikal
nedenle işten atılıyorsa iş güvencesi gibi bir güvenceye kavuşsunlar, sendikal
tazminatı alsınlar. Buna TİSK’in yöneticileri de, İşveren Sendikaları
Konfederasyonu da “evet” dedi. Hak-İş’i de “evet” dedi, DİSK’i de “evet” dedi,
TÜRK-İŞ’i de “evet” dedi baştan, Bakan da “evet”
dedi. Kim demedi? Odalar ve Borsalar Birliği demedi. Niye? “Sendikalar
Türkiye’yi batırır.” Arkadaşlar, bu ülke bu noktalara geldiyse emekçilerin
elleri üzerinde yükseldi. Kâr elde edenler kriz dönemlerinde çoğu yurt dışına
kaçtı, fabrikaları söküp yurt dışına götüren işverenleri biz kriz dönemlerinde
biliyoruz.
OSMAN AŞKIN BAK
(İstanbul) – O eskidendi.
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Bu ülkenin gerçek yurtseveri emekçilerdir, o beğenmediğiniz
sendikacılardır. Kriz dönemlerinde ödün verdiler size ülkemiz ayakta kalsın, iş
yerlerimiz korunsun diye. Bunun cezasını şimdi onlara bu yasayla fatura
ediyorsunuz. Hak ettiler mi? Hak ettiler. Niçin hak ettiler? Size inandıkları
için hak ettiler. Siz, şimdi, size oy verenlere ihanet içindesiniz.
Değerli
arkadaşlar, Yargıtayın bile bu konuda kararları
vardı. Teamül hâline gelmiş. İş yerlerinde işçiler en çok sendikal faaliyete
katıldıkları için, sendikaya üye oldukları için atılıyor. O nedenle bir bakıma
sendikaları güçlendirelim, koruyalım diyorsunuz ama bir taraftan da
boğuyorsunuz. Yani nasıl boğuyorsunuz? Onun sendikaya üye olması hâlinde, işten
atılması hâlinde sendikal tazminatını ortadan kaldırıyorsunuz bu düzenlemeyle.
Nasıl? Burada bir önergeyle. Şimdi, ben komisyonda
değilim. Komisyondaki arkadaşlar söylüyorlar, partilerin grup başkan vekilleri
söylüyor bu yasayı mutabakatla çıkaracaktık diye. Mutabakatı mı kaldı şimdi
bunun? Gece yarısı televizyonlarda işçiler, emekçiler izleyemesin diye bu saate
sıkıştırıyorsunuz, “Sabaha kadar görüşelim.” Diyorsunuz, “Bu yasayı bu gece
çıkaracağız.” diyorsunuz, çıkarın da görelim. Bakalım çıkarabilecek misiniz bu
gece? Göreyim bakalım bugün bitirebilecek misiniz?
OSMAN AŞKIN BAK
(İstanbul) – Sen işçi çalıştırdın mı hiç?
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Ben işçiyim, işçilikten geliyorum, senin gibi ağa değilim,
patronların temsilcisi değilim. Bilerek konuş!
OSMAN AŞKIN BAK
(İstanbul) – Biliyorum canım.
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bu yasalar ikiz yasalardır. Daha
Sendikalar Yasası’nı konuşuyoruz. Esas bunun altını besleyeceğimiz -eğer burada
bir demokratikleşme sağlayamazsak- toplu sözleşme hakkını, özgürlüğünü ileriki
maddelerde korumanız, geliştirmeniz mümkün değil. Yasaya bakıyorum, 2821’e,
Kenan Evren’in hazırladığı yasaya bakıyorum, sizinkinden bin kat daha iyi. Yani
sizin ileri demokrasi anlayışınızın sadece üniforması yok.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ÇETİN
(Devamla) – Askerinkinden bin beter.
Hayırlı olsun
size! (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer Önergeyi
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
197 sıra sayılı
Kanunun 25. maddesi 3. fıkrasının “farklı işleme tabi tutulamaz” son cümlesinin
“farklı hiçbir işleme tabi tutulamaz” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.
Mehmet
Şandır (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
önergeye katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, değerli milletvekili arkadaşlarım;
gerçekten, kabul edilemez bir durumla karşı karşıyayız. Çok geç kalmış, çok
geciktirilmiş bir yasayı görüşüyoruz; iş hayatı açısından çok önemli bir yasayı
görüşüyoruz. Yılın sonuna geldik, hâlâ yetkili sendikalar belirlenememiş, toplu
sözleşmeler yapılamamış, bunun mağduru işçilerin sorunlarına çözüm üretecek
sendikal haklar gibi temel özgürlük alanı olan bir konuda bir yasa çıkartıyoruz
ve bu yasada oluşturulan mutabakatı gecenin 22.46’sında verilen bir önergeyle
bozuyoruz. İşte, bunu, maalesef her defasında yapıyorsunuz. Bu yasa bir yıldan
bu yana tüm taraflar arasında görüşülüyor. Uzun tartışmalarla, uzun
toplantılarla hatta yani Sayın Başbakanın müdahalesiyle, ara bulmalarıyla bir
mutabakat oluşturuluyor. Komisyonda görüşülüyor, alt komisyonda görüşülüyor ve
bir sonuç hasıl ediliyor, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin huzuruna getiriliyor.
Sayın Bakan,
kişiliğine her zaman iltifat ettiğimiz Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
gruplara bu yasayı getiriyor. Söylediği söz şu: Bu yasa taraflar arasında bir
mutabakata varılarak bu noktaya geldi. Çok da zor geldik ama şimdi huzurunuza
getirdik, buna destek verin, bunu hızla çıkartalım.” diyor. Bizatihi ben
meseleye şahidim. “Eyvallah.” diyoruz, Sayın Bakan, seni asla üzmeyiz, bu
yasayı biz destekleriz ve Genel Kurulda çıkartırız. Şimdi, arkadaşlar, ne hakla
gecenin yarıya yakınında, 22.46’da, komisyonun haberi yok, Hükûmetin haberi
yok, Bakanın haberi yok, AKP Grubu bir önerge getiriyor ve varılan tüm
mutabakatı ortadan kaldırıyor, “Bu, böyle olacak.” diyor? Kimin adına diyor
bunu?
Değerli
arkadaşlar, bu önergeyi kim hazırladı da AKP Grubuna getirdi, o da Hükûmete
getirdi, kabul ettirdi? Böyle bir şey olur mu? Yani bu, yasama mıdır değerli
arkadaşlar? Bu Meclis, adrese teslim kanun çıkartma yeri midir? Öncelikle bunu
şiddetle reddediyorum yani onuruma dokunuyor. Yani hiç mi hükmi şahsiyetimiz yok,
hiç mi şahsiyetimiz yok değerli arkadaşlar? Birileri böyle gecenin bir
yarısında bir önergeyle burayı gasbedecek, buranın
iradesini gasbedecek, bir yıl süren gayretleri yok
sayacak, ulaşılan mutabakatı çiğneyip geçecek… Bu gerekliyse…
Yani ben KOBİ’leri
çok önemli buluyorum. Türkiye’nin iş hayatının, yatırımının, sanayicisinin
yüzde 90’ı KOBİ’ler. Bu 30 işçi ve altı işçi çalıştıran kuruluşların tamamı
KOBİ. Bunların talebi olabilir, isteği olabilir ama yani emeği yok sayarak,
işçiyi yok sayarak… Yani hadise şu arkadaşlar: Sendikaya girdin, sendika üyesi
oldun, sendikal faaliyete katıldın diye işveren, işçiyi kapının önüne koyuyor. Yaşamıyor
muyuz bunu? Yaşıyoruz. Ekmek meselesi. İşçi de gidiyor mahkemeye müracaat
ediyor, tazminatını alıyor. Şimdi getirdiğiniz bu önergeyle işçinin elinden bu
hakkını gasbettiniz değerli arkadaşlar. Verdiğiniz
oylarla yaptığınız sonuç bu. Yani ekmeğinin karşılığında ter döken işçinin
emeğini gasbettiniz Yazık ya… Böyle bir şey olur mu?
KOBİ’ler önemli. KOBİ’ler sıkıntı içerisinde kalmasın. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak biz, taraflar arasında onu ona tercih etmiyoruz ama
yaptığımız, bu Meclisin asaletine yakışmıyor, yasama denen fonksiyona
yakışmıyor. Yani burasının Hükûmetin emrinde olduğunu, hani zorla da olsa, kabul
ediyoruz ama burası birilerinin emrinde olmamalı değerli milletvekilleri,
gözünüzü severim. Buraları birilerinin emrinde olmamalı. Gecenin bu yarısında
bir önergeyle gelip buradaki iradeyi gasbetmeye kimse
cesaret etmemeli. Buna siz itiraz etmelisiniz. Söylediğimiz söz bu.
Dolayısıyla, bu
yapılan yanlış Sayın Bakanım. Buna sizin itiraz etmeniz lazım. Eğer bu
gerekliyse bir yıldan bu yana yaptığınız bu çalışmalarda bunu işçi tarafına
kabul ettireydiniz. Gecenin bu yarısında, Komisyondan geçmeyen, alt komisyondan
geçmeyen bir önergeyle bu mutabakatı bozmaya müsaade etmenizi ben yadırgadığımı
ve sizin şahsınıza yakıştıramadığımı burada ifade ediyorum.
Teşekkür ediyorum
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Sayın Bakanın bir
açıklama talebi var.
Buyurun Sayın
Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; 25’inci madde önemli bir madde. Şu konuşmalar çerçevesinde
belki de…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Zaten sendikal hareketi yok eden madde.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Arkadaşlar, bakın, biz sükûnetle
dinledik. Lütfen, meramımızı bir anlatalım, itirazlarınız varsa zaten hakkınızı
kullanırsınız.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Anlattın demin Sayın Bakan, anlattın.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, biraz önce Sayın Süleyman
Çelebi’nin de katıldığı TÜRK-İŞ Genel Başkanı, DİSK Genel Başkanı, Hak-İş Genel
Başkanı, TİSK Genel Başkanı ve TOBB Başkanının katıldığı tam beş saatlik bir
toplantı yaptık. Bu toplantıda dört gündem maddemiz vardı. Daha önceki
toplantılardan bahsetmiyorum; sekiz saat, on saat süren toplantılardan
bahsetmiyorum. “Acaba bu yasaya ne katkı yapabiliriz?” çerçevesinde tarafları
tam beş saat Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında topladık. Birinci
maddemiz şuydu:
2009 yılında
yayınlanan son istatistikler var. Bu istatistiklere göre yüzde 10 barajını aşan
51 sendika var. Bu sendikalar… Muhtemeldir ki barajı aşamayan sendikalar da
olabilecek çünkü sendikalı işçi sayısı gerçek rakamlara inince çok düştü…
AYTUĞ ATICI
(Mersin) – Sayenizde düşmüştür Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …aşamayacakları düşüncesiyle, 2009
yılında…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Tam yarı yarıya indi döneminizde, doğru.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, lütfen, önemli bir konu bu.
“2009 yılında bu
barajı aşan sendikalar -açık söylüyorum- yani o günün sahte üyeleriyle, olmayan
üyeleriyle aşan sendikalar madem aşmışlar bunu müktesep hak kabul edelim ve
geleceğe dönük bir süre verelim ve baraj da uygulamayalım.” Bakınız, aldığımız
karar bu. 51 sendikanın geleceğe dönük, baraj aranmaksızın 2009’daki
yetkilerinin sürdürülmesi konusunda bir karar aldık, bir.
İkinci kararımız:
E-devlet uygulamasına geçeceğiz, e-Devlet uygulamasına geçerken bir yıllık süre
var yasada, tasarıda; “Bunu altı aya indirelim.” diye işçi sendikalarından
gelen talep. Birincisi de işçi sendikalarından gelen talep, ikisini kabul
ettik.
Üçüncüsü:
Sendikal harekette, örgütlenmede en sıkıntılı konu; nedir bu? İş yerindeki yetki. İş yerinde bir sendika yetkiyi alıyor,
diyor ki: “50+1 çoğunluğu sağladım, yetkiyi aldım.” Aldıktan sonra ya rakip
sendika veya işveren itiraz ediyor, yetki mahkemeye gidiyor; iki yıl, dört yıl,
altı yıl, arkadaşların ifadesine göre, yedi yıl, on dört yıl devam eden davalar
var. Mahkemelerin yoğun bir meşguliyeti var bu yetki itirazından dolayı. Dedik
ki: Çalışma Bakanlığı bünyesinde gerek işverenlerden gerek işçi konfederasyonlarından
bir kurul oluşturalım. Bundan sonra, SGK verileri devletin resmî verileri
olduğu için o verileri, itiraz eden sendika veya işveren varsa bu itirazı,
ayrıca Çalışma Bakanlığından da ilgili yetkili bir arkadaşın katılımıyla bu
kurul, hem işverenin hem işçinin olduğu bu kurul değerlendirsin ve
neticelendirsin. Buna rağmen, tabii ki idari işlem olduğu için yargıya yine
açık ama yargı da ister istemez SGK verileri ve bu kurulun verilerini alacağı
için, bekletici neden olmaktan çıksın bu mesele. Dolayısıyla, örgütlenen
işçilerimizin sendika haklarının, örgütlenme haklarının yıllarca sürüncemede
kalmasının önüne geçelim diye üçüncü bir düzenlemede, çok önemli bir
düzenlemede arkadaşlarla mutabakat sağladık.
Dördüncü mesele
neydi? Bu üç mesele işçilerden gelen talepti. Dördüncüsü, işveren ve ağırlıklı
olarak TOBB’dan gelen talep. Diyor ki: “KOBİ’ler 30 kişi, 10 kişi, 20 kişi
çalıştırıyor. Bu çalışılan iş yerlerinde, 30 işçinin altında olan iş yerlerinde
iş güvencesi, İş Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle yok; iş güvencesi yok.
Bakınız, şimdi, TOBB ve işveren sendikaları diyor ki: “Buradaki sendikal
güvence de olmasın istiyoruz, bizim de tek talebimiz bu.” İşverenin bir talebi,
işçilerin üç talebi var.
Oturduk,
saatlerce burada bir düzenleme olabilir mi? Gerekli girişimlerde bulunduk ama
bu konuda bu dördüncü maddeyle ilgili, işverenin direnci, üç maddeyle ilgili
işçi sendikalarının direnci devam etti; sendikaların direncini, taleplerini
yerine getirdik, işverenin de bir tek talebi var, KOBİ’lerde 30’un altındaki iş
yerleriyle ilgili talebi var.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – O bir tek talep, hepsini alıp götürüyor Sayın Bakan, hepsini alıp
götüren talep o talep. Hepsi gitti!
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Lütfen, siz, yetkinin ne anlama
geldiğini…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Ben çok iyi bilirim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İşçiler izliyorlar, biliyorlar, onlar
çok iyi biliyorlar lehteki bir düzenleme olduğunu.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen sözlerinizi toparlayınız.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – 51 sendikanın güvence altına
alınması, yetkinin verilmesinin ne anlama geldiğini biz biliyoruz.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sendikalar Yasası’nın özü olan konuyu mahvettin!
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Şimdi, bu düzenleme bu mutabakatın,
bu mutabakat çalışmasının neticesinde huzurlarınıza geldi.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Mutabakata kiminle varıldı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Böyle, efendim, “Meclise bir dayatma,
birilerinin emri…” Yüce Meclis muhalefetiyle, iktidarıyla milletin emrindedir,
bunda hiç kimsenin şüphesi yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Hükûmet olarak işverenlerin önünde boyun eğdiniz. Askeri kışlaya
sokmakla övünüyorsunuz, 7 tane bakanınız… Farkınızı ortaya koydunuz.
BAŞKAN – Sayın
Bakan teşekkür ediyorum.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, bir konuyu bütün
çıplaklığıyla, bütün şeffaflığıyla anlatmak yanlıştır diyorsanız yanlış kabul
edin ama orada…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Oradaki bir talep, yasanın özüne denk geliyor, tamamına denk
geliyor. Kendinizi ortaya koydunuz.
BAŞKAN – Sayın
Çelebi, siz de sisteme girin.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
– Yanlış değil, iyi konuştunuz, herkes anladı ne yaptığınızı Sayın Bakan. Gayet
güzel konuştunuz, çok net anlaşıldı yani işverenin önündeki duruşunuz, çok net
anlaşıldı. Sağ olun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Siz öyle anladıysanız o da size…
AYTUĞ ATICI
(Mersin) - Siz ne anlattıysanız onu anladık Sayın Bakan.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakanım, biz, sizin bu on ayda tüm taraflarla uzun mesailer
harcayarak hangi mutabakata vardığınızı hiç sorgulamadık. Bir kelime, bir cümle
söylediniz, “Mutabakata vardık.” dediniz, “Eyvallah.” dedik, inandık. Hiç
tereddüt etmedik. Sizin kişiliğinize inanıyoruz ama gecenin saat 10.46’sında,
burada, komisyondan geçmeyen bir önergeyi savunmanızı yadırgıyorum. Allah
aşkına, o zaman aklınız neredeydi? Bu mutabakata niye bunu dâhil etmediniz de
gelip burada bu önergeyi savunuyorsunuz ve “Meclise kimse emir veremez.” diye
bize nutuk atıyorsunuz? Böyle bir hak yok Sayın Bakanım? Bu, bu Meclise bir
emirdir. Kim tarafından gelirse gelsin. Eğer bu gerekliyse bunu siz
getirmeliydiniz. Eğer bu gerekliyse bu kanunun içine koymalıydınız. Ben
meselenin detayına itiraz etmiyorum yani detay da gerekli olabilir,
KOBİ’lerimiz için bu gerekli, iş hayatı için gerekli olabilir ama bunu,
kardeşim yani on ay… Bu işçi bunu bekliyor. Bu kadar çalıştınız, o zaman niye
düşünmediniz bunu da bu gecenin bu saatinde… Bakın, bu ihtimale binaen TÜRK-İŞ,
gazetelere sayfa sayfa ilan veriyor, “Tüm haklarımız gasbediliyor.”
diyor, biz de meseleyi öyle fark ediyoruz. Siz de burada bunu savunuyorsunuz.
Bunu gerçekten yadırgadığımı ifade ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Türkiye Büyük Millet Meclisine kimse emredemez ama sayenizde…
Kendiniz itiraz ediyorsunuz önerge verilmesine.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ama burada, bu önergeyi savunmanızı gerçekten kabul edemiyorum.
Sizin adınıza da kabul edemiyorum Sayın Bakan.
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi, buyurun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son derece önemli
bir kanunu görüşüyoruz ancak merak ettiğim bir konu var, aslında cevabını
biliyorum ama yine de Sayın Bakanın bu konudaki görüşünü bilmeyi arzu ediyorum.
Ekonomik ve
Sosyal Konsey var, 12 Eylül 2010 referandumuyla da bu Ekonomik ve Sosyal
Konsey, anayasal kurum hâline dönüştürüldü. O referandum öncesinde Sayın
Başbakanın, iktidarın propagandasını gayet iyi hatırlıyorum: “Artık ülkenin
temel konuları konusunda, temel sorunları konusunda Ekonomik ve Sosyal Konseyde
taraflar bir araya gelecekler ve konuları müzakere edeceklerdir.” Herhâlde,
Ekonomik ve Sosyal Konseyde konuşulması gereken konuların başında bu gelir. Böyle bir konuyu Ekonomik ve Sosyal Konseyde tarafları
buluşturmadan buraya getirmek, uzlaşmayı sağlamadan getirmek son derece yanlış
bir şey.
Ekonomik ve
Sosyal Konsey, Şubat 2009 tarihinden bu yana çalıştırılmamaktadır. O nedenle
Sayın Bakanın, ben, uzlaşma arayışlarını tereddütle karşılıyorum. Şüphesiz,
uzlaşma konusunda çaba sarf etmiştir ama Ekonomik ve Sosyal Konseyde tarafları
bir araya bütün milletin gözü önünde getirmeden bu sorunu çözmeye çalışmak
mümkün değildir.
İkincisi, önemli
bir değişiklik yapılıyor, işveren bizim işverenimiz, tabii ki istihdamı yaratan
da işverendir ama işverenin istihdam yarattığı alanda, fabrikada büyük de bir
işçi kitlesi çalışıyor yani işveren nasıl bu ekonominin, tüm ekonomilerin
zorunlu bir unsuru ise işçi de en az işveren kadar zorunludur. Dolayısıyla bu
kadar önemli bir düzenlemenin işçi ve işveren arasında bir dengeye
kavuşturularak, çözülerek buraya getirilmesinin mümkün olabileceğini düşünüyorum,
mümkün olabilirdi bu. Bu konuda gerekli çaba, Ekonomik ve Sosyal Konsey
düzeyinde milletin gözü önünde sarf edilmediği için bugün buraya son dakikada
gelen bir önergeyle bu tasarı, bu yasa uzlaşmadan yoksun bir şekilde buradan
çıkmış olacaktır. Bu toplumda kavgaya yol açacak bir yasa olacak, bu şekliyle
doğru bulmuyorum.
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi teşekkür ediyoruz.
Sözlerinizi
toparlayınız.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gelin, bu düzenlemeyi taraflar bir daha bir araya
gelsinler, konuşsunlar, hep beraber konuşalım. Burada bir uzlaşmayı dengeyi
bulmaya çalışalım.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Çelebi
buyurun. Yalnız kısa olsun lütfen, Sayın Hamzaçebi gerekli açıklamayı yaptı.
Buyurun.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, bu sürecin içinde olan birisi olarak bazı
açıklamalarda bulunmak zorundayım.
BAŞKAN – Yaptınız
zaten.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Öncelikle yapıcı bir katkı sağlamak
amacıyla ve Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunun Cumhuriyet Halk
Partisinin sözcüsü olarak ve eski bir deneyimimle, DİSK’in eski genel başkanı,
bir sendikacı olarak bu tıkanan sürece katkı vermek amacıyla bu toplantının
içinde yer aldım ve yapıcı katkıyı sunmaya çalıştım ama Sayın Bakanın biraz önce
“Sosyal taraflarla diğer bütün konularda uzlaşıldı, bu konuda uzlaşma
sağlanmadı.” gibi yaklaşımı doğru değildir.
Diğer maddelerde
de eğilimlerimizi aldı, sendikaların eğilimlerini aldı, bunları öneri hâline
getirdiği zaman bu öneride de diğer sendikalar ve konfederasyonlar mutabakat
hâlinde olursa o zaman yapıcı katkıyı vereceğimizi söyledik. Oysa bu
konuştuğumuz madde zaten sendikal yapının en önemli öznesi. Bunu çıkarttıktan
sonra diğeri teferruat, esası bu, bu madde de zaten eğer bir mutabakat yoksa, diğerlerini düzeltse ne olacak, düzeltmese ne olacak.
Sendikal harekete kilit vurulduktan sonra, bu süreç yok olduktan sonra zaten
oraya giden bir süreçtir, bu da tamamen yok etmiştir.
İkinci önemli
yanı şudur, DİSK’in Başkanının –burada da hakkını teslim ediyorum- bu konudaki
olumlu yaklaşımı, siyasi irade tarafından reddediliyor, Sayın Bakan tarafından
reddediliyor. Burada yalnız sendikalar değil DİSK’inde bir ortak nokta
bulunması konusundaki gayreti, çabası, elinin tersiyle itilmiştir. Burada bir tek
TOBB’a verilen bir söz var. TOBB dışında buraya hükmeden, Sayın Bakanlığı
yönlendiren bir kurum olmadığını bir kez daha bu maddede görmüş olduk.
Diğerlerinde de sendikaların tam bir mutabakatının olmadığını, o konuda da
ayrışmalar olduğunu o toplantıda yaşayan bir insan olarak görüyorum. Uygulamada
göreceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çelebi.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Yasa tekliflerinde bunları göreceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Bu, sendikal harekete vurulmuş bir kilittir; yazıktır, işçilere
yazıktır, bu ülkenin geleceğine yazıktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çelebi.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Çünkü bu süreci gerçekten kilitlemiştir.
BAŞKAN – Sayın
Çetin, buyurun.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Bakanı ilgiyle dinledim. Yani
toplu iş sözleşmesi masalarında sendikacılar zaman zaman işverenlerin “Ben şu şu maddeyi sana verdim, sen de bana şu maddeyi karşılığında
ver.” gibi, koyun pazarlığı yapar gibi pazarlık yaptıklarına tanık oluruz ama
burada bir yasa yapıyoruz ve gelecek dönemi ilgilendirecek bir yasa o ilkel
toplu sözleşme mantığıyla yapılmaz, yasa yapma tekniği bu değildir. Yasa
yapılırken, toplumsal kesimler, etkileyeceği toplumsal kesimler göz önüne
alınarak yapılır. Kaldı ki şu ana kadar yani AKP iktidarlarına kadar Türkiye’de
yerleşik hukuk anlayışı zayıf olanı korumaya yönelik idi. Yasalarda da bu
kurallar, özellikle çalışma yasalarında böyle değerlendirilirdi. İlk kez, bu
yasa yapılırken, Hükûmetin bu yasada açıkça TUSKON’un
ve TOBB’un önerilerine boyun eğdiğine tanıklık ediyoruz: “Onlar iki madde
verdi, emek kesiminden de bir madde alıyorum.” Emeği mezara koyuyorsun, üzerini
toprakla örtüyorsun, sendikaları da yok ediyorsun ve adına da “Dengeye
getirdim.” diyorsun. Bu, kabul edilebilir bir mantık ve yasa yapma tekniği
değil.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çetin.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sorulara cevap
verecektim.
BAŞKAN – Kabul
edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
26’ncı madde
üzerinde bir adet önerge vardır, işleme alıyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 26 ncı
maddesinin (2) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve (8) nolu fıkrasının madde
metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara
İzmir
(2) Kuruluşlar,
çalışma hayatından, mevzuattan, örf ve âdetten doğan uyuşmazlıklarda işçi ve
işverenleri temsilen; sendikalar, yazılı başvuruları üzerine iş sözleşmesinden
ve çalışma ilişkisinden doğan hakları ile sosyal güvenlik haklarında üyelerini
ve mirasçılarını temsilen dava açmak ve bu nedenle açılmış davada davayı takip
yetkisine sahiptir. Yargılama sürecinde üyeliğin sona ermesi hâlinde üyenin
onay vermemesi hâlinde bu yetki sona erer.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Evet.
Önerge üzerinde söz isteyen Sedef Küçük, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
SEDEF KÜÇÜK
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş
İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın 26’ncı maddesi üzerinde söz aldım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu tasarı, sendikal örgütlenme hakkının kısıtlanmasına yol
açacak birçok hüküm içermektedir. 12 Eylülle birlikte sendikacılara konulmuş
siyasi yasaklarla ilgili düzenlemeleri, olduğu gibi korumaktadır. Grev hakkı
konusunda bir ilerleme sağlanamadığı gibi bazı iş kollarında da gerileme
mevzubahistir. Aslına bakarsanız, nereden tutarsanız orada kalan bir tasarıdır
ama yine de bir konuda Komisyona teşekkür etmeden geçmek istemiyorum. Tasarının
ilk hâlinde olmayan “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını dâhil etmişlerdir.
Üzerinde konuştuğumuz bu maddede “Kuruluşlar, faaliyetlerinde toplumsal
cinsiyet eşitliğini gözetir.” denilmektedir.
Umuyorum, bu
cümle hayata da geçirilir; umuyorum, başka alanlarda olduğu gibi “adı var,
kendi yok” durumuna düşmez.
Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz gibi ülkemizde kadınlar, kalkınmanın olanaklarından
yeterli payı alamamakta ve yoksulluktan en fazla etkilenen kesimi
oluşturmaktadırlar. Kadınlarımızın iş gücüne katılım oranları, hangi ülke
gruplarını kriter alırsanız alın, hep en sonlarda yer
almaktadır. Bu konuda tek bir örnek vermekle yetineceğim: Dünya Ekonomik Forumu
Küresel Cinsiyet Uçurumu 2011 Yılı Raporu’nda ekonomik katılım ve fırsat
eşitliği sıralamasında Türkiye, 135 ülke arasında 132’nci olmuştur. Ekonomik
katılım ve fırsat eşitliği sıralamasında durumu Türkiye’den kötü olan üç ülke
vardır; bunlar Suudi Arabistan, Yemen ve Katar’dır. Yalnızca bu tek gösterge
bile kadınlarımızın hangi koşullarla karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Değerli
milletvekilleri, kadın emeği ve istihdamı, kadına karşı ayrımcılığın en yaygın
olduğu alanlardan birisini oluşturmaktadır. Kadınlar iş gücüne daha az
katılmaktadır. İşsizlikten, özellikle gençler arası işsizlikten kadınlar en
fazla etkilenen kesimdir. Herhangi bir kriz olduğunda işten ilk çıkarılanlar
kadınlardır ama işe alımda sırada kalırlar.
Çalışma şansı
bulan kadınlar, kayıt dışı işlerde güvencesiz olarak çalışmak durumundadırlar.
Aynı işi yapan kadınlar ve erkekler arasında ise ücret uçurumu bulunmaktadır.
İş yerlerinde kadınlar kariyer duvarlarına çarpmaktadırlar. İşte bütün bunlar
cinsiyet ayrımcılığının göstergeleridir.
Değerli
milletvekilleri, bunları ortadan kaldırmak için toplumsal cinsiyet eşitliğini
temel alan, makro düzeyde bütünlüklü ve zaman sınırlamalı politikalar
uygulanması gereği vardır. Uluslararası deneyimler bunun ancak böyle
olabileceğine vurgu yapmaktadırlar. Ancak bütün bunlar ortadayken toplumsal
cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesi konusunda siyasi irade, kararlı bir davranış
sergilemediği gibi, topluma “kadının yeri evidir.” mesajı iletilmekte,
cinsiyetçi ve erkek egemen bir dil hayatın her alanına hâkim kılınmaktadır.
“Kadın evde oturmalı, eş ve çocuklarına bakmalı” yargısı toplumsal cinsiyet
eşitliğini sağlama konusunda en büyük engellerimizden biridir. Artık bu konuda
şunu da görmek gerektiği kanaatindeyim: İyi niyet, kadınların sorunlarını
çözmekte yeterli kalmıyor. Bu iyi niyetin ötesine geçen ciddi ve sürdürülebilir
politikalar üretilmesi, kısa, orta ve uzun vadeye yayılan önlemler alınması
gereklidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmama modern Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın bir sözüyle son vermek istiyorum: “Dünyada iki
güç vardır: Biri kılıcın gücü, diğeri kalemin gücü. Bu ikisi arasında da büyük
bir çekişme ve rekabet vardır. Ancak her ikisinden de güçlü olan, kadınların
gücüdür.” (CHP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar) Muhammed Ali Cinnah doğruyu söylüyor. Kadınlar, kadınlarımız her şeyi
değiştirecek güce sahiptirler, yeter ki engel olunmasın, yeter ki gölge
edilmesin.
Hepinize sevgiler
sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar)
BAŞKAN – Evet,
teşekkür ediyoruz.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
27’nci madde
üzerinde iki adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının İşyeri Sendika Temsilcisinin Atanması ve Görevleri başlıklı 27.
Maddesinde geçen “Atanması” yerine “Seçilmesi” ifadesinin yazılmasını; “baş
temsilci” ifadesinin madde metninden çıkarılmasını; maddenin 1. fıkrasının
“Sendikanın tüzüğünde belirtilen sayıda sendika iş yeri temsilcisi ve/veya
Sendika İşyeri Temsilciler Kurulu, iş yerindeki üyeler tarafından seçimle
belirlenir. İşyeri Sendika Temsilcisi ve/veya
İşyeri Temsilciler Kurulu Sendika Tüzüklerinde belirtilen görevleri yürütür.
Sendika iş yeri temsilcileri eğitim, genel kurul, toplu sözleşme hazırlık
toplantılarına katılmak için izinli sayılır, ilaveten günde en az iki saat iş
yerinde sendikal faaliyetlerini hiçbir sınırlama olmaksızın yürütmesi
sağlanır.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Levent Tüzel Erol Dora İbrahim Binici
İstanbul Mardin Şanlıurfa
Hüsamettin
Zenderlioğlu Demir
Çelik
Bitlis Muş
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının 27 nci maddesinin (1), (3) ve (4) nolu fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Nurettin Demir İzzet Çetin
İstanbul Muğla Ankara
Musa Çam Aytun Çıray Candan
Yüceer
İzmir İzmir Tekirdağ
Kadir Gökmen Öğüt Özgür Özel Levent Gök
İstanbul Manisa Ankara
(1) Toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendika;
iş yerinde işçi sayısı elliye kadar ise iki, elli bir ile yüz arasında ise en
az üç, yüz bir ile beş yüz arasında ise en çok dört, beş yüz bir ile bin
arasında ise en çok altı, bin bir ile iki bin arasında ise en çok sekiz, iki
binden fazla ise en çok on iş yeri sendika temsilcisini iş yerinde çalışan
üyeleri arasından atayarak on beş gün içinde kimliklerini işverene bildirir. Bunlardan biri baş temsilci olarak görevlendirilebilir.
Temsilcilerin görevi, sendikanın yetkisi süresince devanı eder. 24. Maddeye
göre iş akdinin durumu yargılama sonrasında belirlenecek iş yeri sendika
temsilcileri de yeniden atanabilir.
(3) İşyeri sendika temsilcileri ve baş temsilcisi; iş yeri ile
sınırlı olmak kaydı ile işçilerin dileklerini dinlemek ve şikâyetlerini
çözümlemek, işçi ye işveren arasındaki işbirliğini, çalışma barışını ve uyumunu
sağlamak, işçilerin hak ve çıkarlarını gözetmek ve iş kanunları ile toplu iş
sözleşmelerinde öngörülen çalışma şartlarının uygulanmasına yardımcı olmakla,
kanuna aykırı uygulamalar hâlinde Çalışma Bakanlığına durumu bildirmekle
görevlidir.
(4) İşyeri
sendika temsilcileri, iş yerindeki işlerini aksatmamak şartı ile görevlerini
yerine getirir. İşyerlerinde, sendika temsilcilerine görevlerini hızlı ve
etkili biçimde yapmalarına imkân verecek kolaylıklar sağlanır.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN –Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Gök, Ankara
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
LEVENT GÖK
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasanın
27’nci maddesi üzerinde söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Getirdiğimiz
önergeyle 1’inci fıkrada iş yeri sendika temsilcilerinin sayılarının günümüz
koşullarına göre artırılması teklif edilmiştir. Yasada belirtilen rakamların üzerine
1 ilave suretiyle önergemiz verilmiştir. Ayrıca, 3’üncü fıkrada sendika
temsilcilerinin görevlerine, iş yerindeki kanun dışı uygulamalara yönelik,
Çalışma Bakanlığına başvuru hak ve yükümlülüğü getirilmiştir. Son olarak,
4’üncü fıkrada, çok soyut bir kavram olan “iş yeri disiplini” kavramı fıkranın
metninden çıkartılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce benim de tanık
olduğum şekilde, Sayın Bakanın yanımıza kadar gelerek bir mutabakatın sağlanmak
üzere olduğunu bildirmesini işçiler adına, sendikalar adına sevinçle karşılamış
olmamıza karşın, bir anda gelen önergeyle Sayın Bakanın az önce verdiği sözden
çark etmesini gerçekten devlet ciddiyetiyle ve özellikle sendikalara ve
işçilere karşı yapılmış son derece büyük bir haksızlık olarak gördüğümü ifade
etmek istiyorum. Sayın Bakana,
gerçekten, bir anda yaptığı bu tavır değişikliğiyle büyük bir güven bunalımı
duyduğumu da özellikle huzurlarınızda belirtmek istiyorum.
Niçin böyle oldu
Değerli Bakanım? Yani, zaten iktidarınız döneminde hep kaybeden taraf
çalışanlar oldu. Peş peşe çıkarılan yasalarla çalışanların uğruna yıllarca
âdeta savaşarak elde ettikleri haklar bir bir geri
alındı, bu haklar gasbedildi, hep çalışanları mağdur
eden değişiklikler yapıldı ve bu değişiklikler ne yazık ki Meclisteki
çoğunluğunuza dayanarak “Ben yaparım olur biter.” anlayışla yapıldı. Böyle bir
haksızlığa niçin gerek duyuyorsunuz? İktidar, toplumun bütün katmanlarını,
sendikaları, meslek odalarını, sivil toplum örgütlerinin hiçbirinin görüşlerini
dikkate almıyor, onları neredeyse adam yerine koymuyor.
Değerli
milletvekilleri, AKP’nin birinci hedefinin iş yaşamını güvencesiz kılmak olduğu
bir kez daha anlaşılmıştır. Çalışanların sahip olduğu en önemli hak olan iş
güvencesi hakkı AKP tarafından gasbedilmiştir. Bu
yasa, AKP açısından, taşeronluk düzeni için güvencedir. Bu yasayla insan onuruna
yaraşır çalışma koşulları sağlanamaz. Bu yasa ile taşeron köleliği devam
edecektir. Güvenceli çalışma ve sendikal haklar herkes için eşit koşullarda
sağlanmayacaktır. İş yerinde barış, toplumda barış sağlanmayacaktır. İş
hayatında ayrımcılığa son vermek mümkün olmayacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; elbet iktidar böyle yaparak kendi kendisini ve
dayandığı güçleri belki bir ölçüde tatmin ediyor ama ne yazık ki yapılan bu
değişikliklerle Avrupa’yı ve Türkiye’yi yakından izleyen bütün sivil kurumları
asla memnun edemiyorsunuz. Bakın, önceki gün yayımlanan Avrupa Birliği İlerleme
Raporu’nda, Türkiye neredeyse her alanda perişan edilmiştir değerli
arkadaşlarım, her alanda çok ciddi eleştiriler yöneltilmiştir. İnsan hakları
alanında, demokrasi alanında, iş yaşamında, kadın erkek eşitliğinde, yargı
konusunda, bütün alanlarda Türkiye sınıfta kalmıştır. İşçi hakları ve sendikal
haklar da Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda önemli ölçüde yer tutmuştur ve şu
ana kadar yapılan tüm değişikliklerin Avrupa ve ILO standartlarıyla uyumlu
olmadığı Avrupa Birliği İlerleme Raporu’na girmiştir.
Değerli Bakanım,
sizler bunları görmüyor musunuz, bunları incelemiyor musunuz, okumuyor musunuz?
Sizler Türkiye’deki insanları her şeyden anlamaz zannediyorsunuz ama Avrupa’nın
bu konuları yakından takip ettiğini bilmiyor musunuz?
Yine, bakın,
Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda sendikal tarafından yapılan toplu eylemlerin
birçok kısıtlamaya maruz kaldığı ifade ediliyor, tıpkı bir iki gün önce DİSK
sendikasının yaptığı eylemin biber gazıyla püskürtülmesi ve herkesin bundan
etkilenmesi gibi.
Değerli
milletvekilleri, bakın, elimde bir polis tutanağı var. Bu polis tutanağında,
yakalanan bir kişiye sorulan soruları ben size söylüyorum. Deniyor ki o kişiye:
“Falanca gün katıldığın eylemde, çalışma koşullarını, maaş ücretlerini ve gözaltılarını protesto ettin. Niçin bu eyleme katıldın?” Bu
ve buna benzeri sorular soruluyor. Bu ve buna benzeri sorular sorulunca Avrupa
Birliği de Türkiye’yi sınıfta bırakıyor ve bu yüzden de bizlerle birlikte, aynı
dönemde Avrupa Birliği müzakere sürecine katılan Hırvatistan Avrupa Birliğine
tam üye oluyor ama Türkiye daha, 33 fasıldan 13’ünü ancak açabiliyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
LEVENT GÖK
(Devamla) - Değerli Başkanım, sayın milletvekilleri; bu yasayla, işçilere
tanınan bütün hakların gasbedildiğini tekrar sizlere
hatırlatıyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
III.- Y O K L A M A
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunacağım, yalnız yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Sayın Hamzaçebi,
Sayın Çelebi, Sayın Öğüt, Sayın Atıcı, Sayın Çetin, Sayın Gök, Sayın Çam, Sayın
Köktürk, Sayın Değirmendereli, Sayın Tanal, Sayın Gümüş, Sayın Kuşoğlu, Sayın
Yalçınkaya, Sayın Ağbaba, Sayın Özkan, Sayın
Kesimoğlu, Sayın Küçük, Sayın Serter, Sayın Demir ve Sayın Şafak.
Üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği
Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları
(1/567) (S. Sayısı: 197) (Devam)
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeye
geçiyoruz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının İşyeri Sendika Temsilcisinin Atanması ve Görevleri” başlıklı 27.
Maddesinde geçen “Atanması” yerine “Seçilmesi” ifadesinin yazılmasını; “baş
temsilci” ifadesinin madde metninden çıkarılmasını; maddenin 1. fıkrasının
“Sendikanın tüzüğünde belirtilen sayıda sendika iş yeri temsilcisi ve/veya
Sendika İşyeri Temsilciler Kurulu, iş yerindeki üyeler tarafından seçimle
belirlenir. İşyeri Sendika Temsilcisi ve/veya
İşyeri Temsilciler Kurulu Sendika Tüzüklerinde belirtilen görevleri yürütür.
Sendika iş yeri temsilcileri eğitim, genel kurul, toplu sözleşme hazırlık
toplantılarına katılmak için izinli sayılır, ilaveten günde en az iki saat iş
yerinde sendikal faaliyetlerini hiçbir sınırlama olmaksızın yürütmesi
sağlanır.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Levent
Tüzel (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET DOMAÇ (İstanbul) –
Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul
Milletvekili.
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sendikal güvenceyle
ve sendikal özgürlükle, sendikal demokratik işleyişle son derece doğrudan
ilgili bir madde bu madde.
“Toplu iş
sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendika” deyince bu yetkiyi
kazanamayan sendikaların bu iş yerlerinde örgütlenmesi, temsilci ataması,
seçmesi, bir defa bu hakkı ortadan kaldırıyor yani bu yasanın mantığında,
sendikalar sadece ücret pazarlığı yapmak üzere orada var olacaklar, bunun
dışında hiçbir anlamları yok anlamına geliyor. Oysaki sendikaların bir emek
örgütü olarak, işçi örgütü olarak o iş yerlerinin çalışma hayatının bütününde
söz sahibi olması gerekir. Yani kurallı çalışma, orada iş sağlığı, iş
güvenliğinin temin edilmesi, burada işçinin sözünün patronun karşısına
çıkartılması açısından bir defa böyle bir sınırlama getirerek sendikal
güvenceyi ortadan kaldırmaktadır.
Bir diğer mesele
temsilci sayısındaki sınırlamalar. Yani bir iş yerinde, patronla sendika, orada
kaç tane sayıda temsilci, baş temsilci, benzeri görevli olacağını, işçilerin
temsilci olacağını rahatlıkla belirleyebilir, karşılıklı olarak bunu
saptayabilir ama yasayla, yine Bakanlık, bürokrasi ve devlet işveren adına
hareket ederek burada sayılar belirlemektedir. Bu da aslında, tıpkı sendikal
organlar da görev alacakları belirleme tutumunda olduğu gibi, çok açıktan
sendikal hayata, çalışma hayatına bir müdahaledir.
Bir diğer önemli
konu da tabii ki bu atama maddesi. Eğer bir sendikal demokrasi olacaksa, orada
bir işçi örgütünde işçilerin sözü egemen olacaksa tabii ki seçim maddesi esas
alınmalı yani işçilerin orada temsilcisi olacak, hakkını savunacak, patrona
karşı onları savunacak, iş cinayetlerini önleyecek, çalışma koşullarını
düzenleyecek, her konuda söz edecek bir temsilci doğrudan işçiler tarafından
seçilmeli. Aslında, sendika merkezlerinin müdahalesi, sendika merkezlerinin
kendi sözcüsü gibi işçi temsilcisini ataması, gerektiğinde görevden alması gibi
şeyler, bunlar sendikal demokrasiyi ortadan kaldıran şeylerdir. Seçim esası
olmalıdır yani göreve gelirken de, görevden alırken de işçilerin dediği
olmalıdır.
Şimdi, bütün
bunların yanında, bakıldığında, aslında biraz önce Bakanın açıklamalarına da,
Sayın Bakanın açıklamalarına bakıldığında, bu yasanın getirilişinde olduğu gibi
sendikanın hazırlanış sürecinde de bir şantaj ve ödün pazarlığı yapıldığı bir
kez daha gözler önüne serilmiştir. Aslında yani 3 tane maddeyi işçi kesimi,
işçi örgütleri söyledi, sadece 1 tanesinde işverenin, işveren örgütlerinin
dileği burada… Şu 30 işçi altında olan iş yerlerinde sendikal güvenceyi ve
tazminatı ortadan kaldıran düzenleme. Bu aslında işçileri ve sendikacılığı
işverenin, patronun insafına terk eden bir yaklaşımın itirafıdır. Aslında -hatırlayacak olursanız- on yedi, on sekiz ay boyunca,
toplu sözleşmesine burada bir gece grev yasağı getirilerek –hava iş kolundan
bahsediyorum- doğrudan bir Hükûmet müdahalesi, doğrudan bir Bakanlık müdahalesi
yapan bir zihniyetin, bir anlayışın kolaylıkla bu yasayı da tabii karşımıza bu
şekilde getirmesi çok doğal, çok anlaşılır bir şey bir bakıma bakıldığında. Sendika
tüzüklerine müdahale eden, grev ertelemeleriyle doğrudan fiilî yasaklar
getiren… Ki bu tarihimizde var, işçi sınıfının tarihinde var; metal grevleri,
lastik grevleri, belediye grevleri bu şekilde yasaklanılmıştır.
Biraz sonra
görüşülecek maddelerden bir tanesi sendikayı işçilerin denetlemesi değil,
yeminli mali müşavirler gibi denetleyici birtakım organlara ve kişilere
bırakmak. Dolayısıyla -dediğimiz gibi- işçilerin örgütü,
işçilerin mücadelesi, işçilerin hakkı hukuku, işçiler için sendikal demokrasi,
bütün bunlar bir kenara bırakılmış, kentsel dönüşümde olduğu gibi, şimdi
İçişleri Komisyonunda görüşülen büyükşehir belediye yasalarında olduğu gibi bu
yasada da tekçi, her şeyi kendi merkezinde tutan ve hiçbir aykırı görüşe,
hiçbir muhalefete, hiçbir hak arama arayışına tahammül göstermeyen…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (Devamla) – …bir ceberut, bir diktatör anlayış burada durmaktadır. Biz
tabii ki buna itiraz edeceğiz. Burada itiraz edeceğiz, alanlarda itiraz
edeceğiz, işçi sınıfımızın yanında olacağız.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
28’inci madde
üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı’nın 28. Maddesinin 3. Fıkrasında geçen “bulunmak suretiyle”
ibaresinin “bulunmaksızın” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
İdris Baluken Hasip Kaplan Pervin
Buldan
Bingöl Şırnak Iğdır
Hüsamettin Zenderlioğlu Levent
Tüzel Halil
Aksoy
Bitlis İstanbul Ağrı
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 28’inci maddesinin
üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki hükmün
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Ancak, işçi
kuruluşları yurtdışında kurulu işveren ve işveren kuruluşlarından; işveren
kuruluşları ise işçi ve işçi kuruluşlarından yardım ve bağış alamaz.”
Mustafa Elitaş Adnan
Yılmaz Ahmet Berat Çonkar
Kayseri Erzurum İstanbul
Mehmet Doğan Kubat Recep Özel Ramazan Can
İstanbul Isparta Kırıkkale
Yunus Kılıç Mustafa Şahin Hakan Çavuşoğlu
Kars Malatya Bursa
Yusuf Başer İsmail Kaşdemir Ali
Ercoşkun
Yozgat Çanakkale Bolu
Bülent
Turan
İstanbul
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu
Tasarısının 28’inci maddesine yedinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“(8) Kuruluşların kütüphane ve spor tesisleri ile mesleki eğitim
ve toplantıları için lüzumlu taşınır ve taşınmaz malları, bu mallarla ilgili
alacaklar hariç haczedilemez.”
Musa Çam Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Levent Gök
İzmir İstanbul Ankara
Mahmut Tanal Süleyman Çelebi Haluk Ahmet Gümüş
İstanbul İstanbul Balıkesir
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Haluk Ahmet Gümüş.
BAŞKAN – Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
HALUK AHMET GÜMÜŞ
(Balıkesir) – Sayın Başkan, sayın bakanlar ve sayın üyeler; on yılını doldurmak
üzere olan hükûmetlerinde ilk kez Toplu iş sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası
ele alınarak yeni bir düzenleme yapılmak isteniyor. On yıldır kulağı üzerine
yatan Hükûmet çalışma hayatını hatırlamaya başladı ama nasıl? Konuyu gündeme
getirme sadece on yıllık gecikmeyle sınırlı değildir, aynı zamanda anayasal
gerekliliğin neredeyse iki yıldır yerine getirilmemesi anlamını taşımaktadır.
Oysaki referandumla kabul edilen Anayasa, toplu iş sözleşmeleri düzenine
ilişkin bazı maddelerin ele alınıp düzenlenmesini öngörüyordu.
Evet, tıpkı Kamu
Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılan değişiklikte olduğu gibi dağ yine
fare doğurmuştur. Tasarıda büyük değişiklikler yoktur, sadece var olan sistem
üzerinde birtakım restorasyon çalışmaları yapılmak
istenmektedir. Bu düzenleme hakkında Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu
doğrultusunda eleştirilere hazır olunuz. Hatta sendikalar için aranan iş
kolunda örgütlülük oranlarındaki farklılıklar nedeniyle Anayasa Mahkemesine
başvurulabilir ancak bugünkü şartlarda Anayasa Mahkemesinin muhtemel yorumunu
biz tahmin edemiyoruz. Eminim, böyle bir tahmin sizin için de kolay
olmayacaktır. Zira Hükûmetinizde ve kurumlarda derin hareketlenmelerin ve
huzursuzlukların artarak devam ettiğini biliyoruz.
Sayın Bakan,
Hükûmetiniz iktidar süresi içinde şimdiye kadar çalışma yaşamıyla ilgili
konuları göz ardı etmiş, âdeta savsaklamıştır. Sayın Başbakan yasal yükümlülük
uyarınca üç ayda bir toplanması gereken Ekonomik ve Sosyal Konseyi 2009’dan bu
yana toplamamış ve bu yasa taslağını sosyal taraflarla görüşmemiştir. Oysaki bu
Konsey anayasal bir kurum hâline getirilmişti. Bakanlığınızın kuruluş yasasında
var olan düzenleme uyarınca Çalışma Meclisini toplantıya çağırarak sosyal
taraflarla bu yasa tasarısını görüşmediniz, siz de Bakanlığınız kuruluş
yasasına uymamış oldunuz. Bunun yerine, sadece İş Yasası gereği Üçlü Danışma
Kuruluyla toplantı yaptınız. Bunu yapmakla yasal şartlar yerine getirilmiş
olmaz Sayın Bakan.
Gerçeği söylemek
gerekir ki sizin döneminizde sosyal taraflar yeterince sesini
yükseltememişlerdir. Yine açıktır ki, sosyal taraflar, iş ilişkileri yasa
tasarınızı yeterli bulmamaktadırlar. Döneminizdeki bu sessizliğin, suçu
belirginleşmemiş kişilerin tutukluluk hâllerinin devam etmesiyle ilgili bir
bağlantısı var mıdır? Elbette vardır. Acaba bugün Türkiye’de tutuklu gazeteci
sayısının Çin’den ve İran’dan fazla olmasıyla bir ilişkisi var mıdır? Elbette
vardır, açıktır. Sizin iktidarınız döneminde, ortamdaki baskı ve tehdit havası,
antidemokratik uygulamalar sosyal taraflara da yansımaktadır. İşsizlik ve
sendikasızlık had safhadayken, belediyelerde ve kamuda aynı işi yapan
arkadaşlarından çok düşük ücret alan yüz binlerce taşeron işçisi varken sosyal
taraflar niçin seslerini yeterince duyuramamaktadırlar? Bu, Hükûmetinizin
ayıbıdır.
Tasarıya bir
bakalım. Bakanlıktan çıktıktan sonra Başbakanlıkta değerlendirildi, Bakanlar
Kurulunda değişikliğe uğradı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonunda
değişikliğe uğradı, önemli maddeleri değişti. Bu tasarı iyi hazırlanmış bir
tasarı olsaydı, AKP’nin somut bir iş ilişkileri yaklaşımı olsaydı, bu kadar çok
neşter yer miydi? Aynı neşter bugün yine atılmaktadır. Bu konu da 10 barajının
uygulama serüveni ve çıkarılan erteleme yasaları da bu politikasızlığı açıkça
gözler önüne sermektedir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK AHMET GÜMÜŞ
(Devamla) - Konu dört yıl sürüncemede tutulmuştur. Bir yıldır da toplu iş
sözleşmesi düzeni yasalara rağmen Bakanlıkça tek taraflı olarak askıya
alınmıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bir dakika verir
misiniz?
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 28’inci maddesinin
üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki hükmün
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa
Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları
“Ancak, işçi
kuruluşları yurtdışında kurulu işveren ve işveren kuruluşlarından; işveren
kuruluşları ise işçi ve işçi kuruluşlarından yardım ve bağış alamaz.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Takdire
bırakıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – İştirak ediyoruz efendim.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kuruluşların
özgürlüğü ve sendikada saflık ilkesi gereğince işçi kuruluşlarının yurt dışında
kurulu işveren kuruluşlarından; işveren kuruluşlarının ise işçi ve işçi
kuruluşlarından bağış ve yardım almasının engellenmesi amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı’nın 28. Maddesinin 3. Fıkrasında geçen bulunmak suretiyle”
ibaresinin “bulunmaksızın” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
İdris
Baluken (Bingöl) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN - Önerge
üzerinde söz isteyen İdris Baluken, Bingöl
Milletvekili.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 28’inci madde üzerinde vermiş
olduğumuz değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tabii, hem
Komisyon toplantılarında hem de Genel Kurul çalışmalarında herhalde en fazla
duyduğumuz cümle sosyal tarafların bir mutabakat içerisinde bu yasa taslağına
yaklaştıkları ama doğrusu, bu mutabakatın nasıl ortaya çıktığı, hangi şekilde
değerlendirildiği özellikle demin 25’inci maddede verilen gece yarısı
önergesiyle de çok net bir şekilde anlaşılıyor. Nasıl bir mutabakat metni ki
tamamen işveren lehine, işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlük talepleriyle
ilgili herhangi bir düzenlemeyi getirmeyen 12 Eylül Anayasası’nın yasakçı
ruhunu aynı şekilde düzenleyen bir taslağı içeriyor, bunu anlamakta
zorlanıyoruz.
Doğrusu, başından
beri yasayla ilgili bütün kaygılarımızı dile getirdik. Örgütlenmeyle ilgili,
sendikal örgütlenmeyle ilgili çalışanlara, emekçilere hiçbir hak getirmeyen,
taşeron işçilerden tutalım da emeklilere, stajyerlere, çıraklara sendikal
örgütlenmeyle ilgili hiçbir hak getirmeyen, sendikaların tüzüğüne kadar,
maalesef, dış müdahalelere açık birtakım düzenlemeler getiren, siyasi yasaklara
ilgili antidemokratik özü aynı şekilde taşıyan bir yasa taslağında hiç olmazsa
mutabakattan bahsetmeyelim. Eğer illaki bir mutabakattan bahsedecekseniz, bunu
hiç olmazsa işçi sınıfı için kullanmayın, işveren örgütlerinin, işveren
sendikalarının mutabakatı olarak burada söyleyin. Bakın, toplu sözleşmeyle
ilgili, bakıyoruz, iş kolu barajı, işletme barajı, iş yeri barajıyla ilgili,
işçi sınıfını memnun eden, işçi sınıfının hak ve özgürlük mücadelesine değer
katan hiçbir şey yok.
Yine, grev
haklarıyla ilgili, tamamen sendikal faaliyetleri ekonomik talepler üzerinde
hapseden, sendikaların bu hak ve özgürlük mücadelesinde önemli birer demokratik
kurum, önemli birer demokratik mevzi olma gerçeğini göz önünde bulundurmayan
bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Hak grevi, dayanışma grevi, siyasi grev gibi
bütün grev çeşitlerini yasaklayan bir anlayışla karşı karşıyayız. Tabii,
aslında, AKP’nin genel olarak sendikal harekete nasıl yaklaştığıyla ilgili
pratiğine bakacak olursak bu şekilde bir yasa taslağından da çok fazla özgürlükçü
bir anlayış beklemenin de doğru olmadığı gibi bir durum ortaya çıkıyor.
Sizin
döneminizdedir ki Türkiye’de en büyük memur sendikasına bir gecede yirmi ilde
eş zamanlı gece yarısı operasyonları yapıldı, aralarında bu ülkedeki en büyük
memur konfederasyonu başkanının da bulunduğu 75 yönetici düzeyindeki sendikacı
gözaltına alındı, bunlardan 19’u kadın 55 sendikacı hâlâ cezaevinde tutuluyor.
Sizin sendikaya bakış açınız, sendikaya özgürlük tanımınız, demin dediğim gibi,
ekonomik taleplerin dışına taşmayan, sendikayı demokratik mücadelenin bir
unsuru olarak görmeyen bir anlayıştır. Bakın, sadece, sendikal mücadele
içerisindeki eylemlerde ana dilde eğitim, ana dilde sağlık istediği için bugün
onlarca öğrenci, maalesef, cezaevlerinde bulunuyor. Bugün Türkiye’nin en iyi
üniversitelerine -ilk 500 arasına- giren tıp öğrencileri bile bahsettiğimiz
sendikal faaliyetlere katıldığı için, parasız eğitim, parasız sağlık talebinde
bulunduğu için, maalesef, cezaevlerinde bulunuyor. Dolayısıyla, özellikle
AKP’nin genel olarak sendikal mücadeleye bakışının, sendikaları marjinalize edip toplumsal muhalefetin dışına itmek, kendi
çeperindeki yandaş sendikalarla düzenlemek istediği, yürürlüğe geçirmek
istediği bütün yasaları geçirmek olduğunu tekrar belirtmek istiyorum.
Bahsettiğim bu
çerçevede, aslında, sendikal özgürlük anlayışınızın, maalesef, bir darbe
anlayışının çok da ötesine geçmediğini tekrar belirtmek istiyorum. Özellikle,
demin 25’inci maddede geçirmiş olduğunuz gece yarısı önergesiyle sendikal
hareketin, sendikal mücadelenin, işçilerin hak ve emek mücadelesinin kolunu
kanadını kırmış oldunuz. Bu yüzden, özellikle bu yasa tasarısıyla ilgili
sınıfta kaldınız. Bunu belirtmek istiyorum.
Hepinize teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum…
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Karar yeter sayısı efendim.
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı istiyorsunuz, arayacağım.
Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge
kabul edilmemiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Madde kabul edilmiştir.
29’uncu madde
üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Kuruluşların Denetimi ve Şeffaflık”
başlıklı 29. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesinde geçen “en geç iki yılda
bir” ibaresinin metinden çıkarılarak “her Genel Kurul döneminde bir kez”
ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mesut Dedeoğlu Ali Öz Cemaletin
Şimşek
Kahramanmaraş Mersin Samsun
Mehmet Şandır Mehmet Günal Alim
Işık
Mersin Antalya Kütahya
Kemalettin
Yılmaz
Afyonkarahisar
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarısının 29 uncu maddesinin (2) ve (5) nolu
fıkralarının madde metninden çıkarılmasını ve (3) nolu
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirmesini arz ve teklif ederiz.
İzzet Çetin Aytuğ Atıcı Musa Çam
Ankara Mersin İzmir
Candan
Yüceer Özgür
Özel
Tekirdağ
Manisa
(3) Kuruluşlar;
faaliyetler ve denetleme kurulu raporları ile genel kurul kararlarını uygun
vasıtalarla derhal yayınlar.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na
197 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısı’nın 29. Maddesinin (2). Fıkrasının madde metninden çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
İdris Baluken Hasip Kaplan Pervin
Buldan
Bingöl Şırnak Iğdır
Halil Aksoy Hüsamettin Zenderlioğlu Levent
Tüzel
Ağrı Bitlis İstanbul
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sendikaların
denetim organları olarak denetim kurullarının dışında başka bir denetim
aygıtının ortaya konulması İLO’nun 87 Sayılı Sendika
Özgürlük Sözleşmesine aykırılık teşkil etmektedir. Dolayısıyla denetimi
arttırıp bürokratik kırtasiyeciliğin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 29 uncu maddesinin (2) ve
(5) nolu fıkralarının madde metninden çıkarılmasını
ve (3) nolu fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirmesini arz ve teklif ederiz.
İzzet
Çetin (Ankara) ve arkadaşları
(3) Kuruluşlar;
faaliyetler ve denetleme kurulu raporları ile genel kurul kararlarını uygun
vasıtalarla derhal yayınlar.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.
Önerge üzerinde söz isteyen, Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş
Görüşmeleri Kanun Tasarısı’nın 29’uncu maddesiyle ilgili değişiklik önergemiz
hakkında söz almış bulunuyorum. Alın terinin kutsallığına inanan tüm
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Az önce, Sayın
Bakanın işçileri nasıl katlettiğini ve işverenin önünde nasıl diz çöktüğünü
ibretle izledik. Maalesef AKP milletvekili olarak sizler de bu saçmalığa ortak
oldunuz.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Senin dediğin saçmalık be!
AYTUĞ ATICI
(Devamla) – İçinizde babası işçi olanlar vardır; eğer yaşıyorlarsa Allah ömür
versin, gittiğinizde size nasıl davranacaklarını göreceğiz eğer rahmete ermiş olanlar
varsa eminim kemikleri sızlayacaktır. Sanıyorum Bakan da görevini tamamladı, herhâlde
uykuya çekildi.
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Yok canım, ne uykusu!
AYTUĞ ATICI
(Devamla) – Her gece uykusuna girecek o işçiler, her gece. O tazminattan mahrum
bıraktığı işçiler her gece bu Bakanın rüyasına girecek, dünyayı da ona zindan
edecekler.
Değerli
arkadaşlar, hak aramanın ve almanın yolu örgütlenmeden geçer. Hak talebi
böylece daha güçlü bir şekilde dillendirilir. Bu örgütlenmenin adı da
sendikadır.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – İyi okudun mu?
AYTUĞ ATICI
(Devamla) – Ben çok iyi okudum. Oradan bana laf atan milletvekilleri kendileri
okudu mu diye bir baksınlar.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Bir saattir konuşuluyor, sen anlamamışsın daha.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
AYTUĞ ATICI
(Devamla) – Her nedense Sayın Milletvekili, alın terinin hakkını isteyen ancak
rengi sarı veya ak olmayan sendikalar sizi hep rahatsız etti, hep; hep
rahatsızlık duydunuz bundan. Asla örgütlü bir yaşamı istemediniz. Size
direnenleri yok etmeye çalıştınız. Yok edemediğiniz
zaman da karşılarına yandaş örgütleri kurdunuz, çıkardınız. Tam anlamıyla bir
dikta rejimi uyguladınız. Onurlu sendikalar size boyun eğmeyince, sarı
sendikaları aratacak şekilde ak sendikaları kurdunuz ve bu sendikaları hormonlu
bir şekilde büyüttünüz. Şimdi bu ak sendikalar aracılığıyla istediklerinizi
yapıyorsunuz. Hani size “Evet, mutabıkız” diyen ak sendikalar var ya, işte
onlarla yapıyorsunuz bu işi.
Değerli
arkadaşlar, değerli iktidar partisi milletvekilleri; halk sizi bu ak
sendikaları kurasınız diye seçmedi. AKP’ye, kabine kurmak ve ülkeyi yönetmek
yetmedi; milletvekillerinin, kendi partisinin milletvekillerinin bile özgür
iradelerini hiçe sayarak yasamayı da tahakküm altına aldı. Bu da yetmedi,
yargıyı da kendine göre şekillendirdi. Bu da yetmedi, basını da kendine
bağlamanın yollarını buldu. Şimdi de daha da ileri giderek, uluslararası
kuruluşlar kendisine düşük not verdi diye “Biz kendi derecelendirme şirketimizi
kurarız.” diyecek kadar ileri gitti. “Reform yapıyoruz” diye dile getirdiğiniz
bu tasarı emekçilerin beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır. Şimdi işte biz
sabahlara kadar verdiğimiz ve vereceğimiz önergelerle bu tasarıyı azıcık demokratik
ve insani bir duruma, bir boyuta taşımaya çalışıyoruz ama nafile.
Tasarının 29’uncu
maddesi sendikaları mali açıdan sıkıştırıyor; her açıdan sıkıştırdınız, mali
açıdan da sıkıştırıyorsunuz. Sözüm ona, sendikalar denetlenecekmiş, bunu da
yeminli mali müşavirler yapacaklarmış; üstelik de bu yeminli mali müşavirlerin
denetlemeyi nasıl yapacağına da Bakanlık karar verecekmiş! Yani bir sendika
denetleniyor ve bu sendikanın nasıl denetleneceğine bir yönetmelik çıkararak
Bakanlık karar veriyor. Utanç verici bir durum! Oldu olacak, Bakanlığın direkt
kendisi denetlesin. Esnaf odalarını yaptığınız gibi, esnaf odalarını kendinize
bağladığınız gibi bütün işçi sendikalarını, memur sendikalarını da Hükûmete
bağlayın bu iş olsun, bitsin.
Bu ülkede halk,
AKP iktidarlarının denetimlerini kimlerin yaptığını, AKP’nin kimleri
denetlediğini, kimleri denetlemediğini çok iyi bir şekilde biliyor.
Getirdiğiniz bu yasa, alın teriyle para biriktiren sendikaların parasını
çalmaya yarayan bir yasa tasarısıdır, bir maddedir ve bu şekilde de siz, emek
örgütlenmesinin önüne geçmeye çalışıyorsunuz, örgütlenmenin önüne set
çekiyorsunuz. Bu yaptığınız, ILO’nun 87 sayılı Sendikal Özgürlük Sözleşmesi’ne
aykırıdır. Bu nedenle, hepinizi bu yasaya “Hayır.” demeye davet ediyorum, ömür
boyu bu kara lekeyi çıkaramayacaksınız alnınızdan yoksa. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının “Kuruluşların Denetimi ve Şeffaflık”
başlıklı 29. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesinde geçen “en geç iki yılda
bir” ibaresinin metinden çıkarılarak “her Genel Kurul döneminde bir kez”
ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Cemalettin Şimşek (Samsun) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili.
(MHP sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’nın
29’uncu maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önerge hakkında söz aldım. Bu
vesileyle hepinizi gecenin bu vaktinde saygıyla selamlıyorum.
Tabii, iş ve
çalışma hayatı açısından çok önemli olan bu yasanın temelde iki bileşeni var;
bir tarafta işçiler ve sendikaları, diğer tarafta işverenler ve onların
sendikaları. Gönül isterdi ki iki tarafın da dengeli olarak korunduğu,
haklarının garanti altına alındığı bir yasa çıkarabilelim ama biraz önce de
şahit olduğumuz bazı yaşananlar bu yasa tasarısında bir tarafın çok ağırlıklı
olduğunu, öbür tarafın sayıca daha fazla olmasına rağmen güç açısından hemen
hemen hiçbir anlamının olmadığını gösterdi. Artık, bundan sonra ne konuşulsa
çok fazla bir anlamının olmadığını ifade etmek istiyorum sözlerimin başında.
Burada da yine,
sendikaların, özellikle işçi sendikalarının denetimleriyle ilgili hükümler yer
alan bir madde üzerinde konuşuyorum. Bu maddenin özellikle 2’nci fıkrası
kuruluşların gider ve gelirlerinin denetimlerinin yapılmasıyla ilişkili. Hiçbir
sivil toplum kuruluşunda kongre sürecinin ortasında bir mali denetimin
yapıldığına şahit değiliz ama ilk kez bu yasayla, dört yılda bir yapılan genel
kurulların yıllık süreçlerle mali denetçiler açısından denetlenmesi
öngörülüyor. Önergemiz, bunun hiçbir anlamının olmadığını dikkate alarak,
buradaki mali denetimin iki yılda bir değil, genel kurul süreçlerinde birer
defa yapılmasını teklif ediyor. Dolayısıyla, makul olan da budur. Siz, aksi
hâlde sadece birkaç yeminli mali müşavire ilave bir para kazandırmış olacaksınız,
bunun da hiçbir anlamı yok. Evraklar bir yerde bekleyecek, genel kurul gündemi
geldiğinde iki yıl önceki rapora göre şunlar var, iki yıl sonraki son rapora
göre de şunlar var, “Kabul edenler… Etmeyenler” örneğini burada gördüğümüz gibi
oylar “kabul” ya da “ret”le sonuçlanacak.
Dolayısıyla, arada yapılan bu mali denetimin bir anlamı olmayacağı için
dönemlik yapılmasının daha doğru olduğu düşüncesindeyiz.
Umarım, Genel
Kurul bu önergemizi makul görür, bu yönde desteğini verir diye düşünüyorum.
Hepinize iyi geceler diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Sayın Hamzaçebi,
söz talebiniz var.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok, vazgeçtim.
BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
30’uncu madde
üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
197 Sıra Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 30 uncu maddesinin (1) nolu fıkrasının birinci cümlesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
(1) Sendikalar ve
Konfederasyonlar, aşağıda yazılı defter ve kayıtları tutmak zorundadır. Bu
defter ve kayıtlar ayrıca digital olarak da
tutulabilir.
(2) Sendikalar ve
konfederasyonların kendi tüzüklerinde belirtilen kıstaslar dahilinde
demirbaş sınıfına giren her türlü eşya veya malzeme demirbaş defterine
kaydedilir.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara İzmir
BAŞKAN –Komisyon
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ İSMAİL TAMER (Kayseri) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – İştirak etmiyoruz efendim.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen Mehmet Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce
kuruluşların denetimine ilişkin maddeyi görüştük. Şimdi, bu kuruluşlarda
tutulacak olan defter ve kayıtlara ilişkin maddeyi görüşüyoruz. Önergemiz,
klasik defter ve kayıt tutulma usulüne ilave olarak gelişen teknolojiyi de bu
sisteme yansıtmak amacıyla kayıtların elektronik ortamda da tutulabilmesine
imkân veren bir düzenlemeyi önermektedir. Mademki 21’inci yüzyıldayız, mademki
elektronik kayıt artık bugün birçok kamu kurumunda vardır; Gelir İdaresinde
vardır, vergi dairelerinde vardır, elektronik ortamda muhasebe tutan birçok
şirket vardır. Bu kurumlar neden elektronik ortamda kayıt tutmasınlar? Böylesi
modern bir yaklaşımı bu maddeye yansıtmak istiyoruz. Buna Hükûmetin katılmamış
olmasını doğrusu, doğru bulmuyorum. Sayın Bakan, belki önüne şimdi gelmiş olan
bu önerge nedeniyle konuya yeterince zaman ayıramamış olabilir ama Genel
Kurulun bunu bir daha değerlendirmesinde yarar var.
Biraz önce kabul
ettiğimiz maddede bir teknik yanlışlık var değerli arkadaşlar. Biraz önce kabul
edilen madde denetimi düzenliyor. Şimdi, üç tane denetim görüyorum madde de.
Birincisi: Bu kuruluşların gelir ve giderlerinin yeminli mali müşavirler
tarafından denetimi. Bu denetimin bir gelir ve gider denetimi olduğu
anlaşılıyor. Bununla ilgili olarak söyleyeceğim şudur: Bu denetimi sadece
yeminli mali müşavirlere vermek doğru değildir, serbest muhasebeci mali
müşavirler de bu denetimi yapabilecek bilgi, donanım ve yeteneğe sahiptir. Bunu
bu meslek grubundan esirgemek, bir kere bu meslek grubuna yapılmış olan en
büyük haksızlıktır. İkincisi: Sendikalar çok paralara sahipler, yeminli mali
müşavirlere çok yüksek ücretlerle bunu yaptıracaklar demektir. Bunun tarifesi,
serbest muhasebeci mali müşavirlerde farklıdır, yeminli mali müşavirlerde daha
farklıdır. Öyle anlaşılıyor ki sendikalar daha çok paraya bunu yaptırmak
istiyorlar. Hayırlı olsun, ne diyeyim.
Birinci denetim
bu, gelir ve gider denetimi. Maddenin son fıkrasında, biraz önce kabul
ettiğimiz 29’uncu maddenin son fıkrasında, ayrıca bir iç ve dış denetimden söz
ediliyor. Gerçekte iç ve dış denetim çok daha ayrıntılı düzenlenmesi gereken
bir denetimdir. İç denetim artık, modern kamu yönetiminin, kamu mali yönetiminin
çok temel bir unsurudur. Türkiye bu sisteme 2000’li yıllarla birlikte geçti. Bu
Parlamentoda 2003 yılı sonunda böyle bir kanunu kabul ettik Cumhuriyet Halk
Partisinin de desteğiyle. Modern bir sistemi Türkiye kazandı; iç denetim.
Ayrıca dış denetim
diye bir kurum var, müessese var. İç denetimi kurumun, kuruluşun kendi iç
denetçileri yapar. Bu gelir ve gider denetimi dışında bir denetimdir. Aslında
gelir ve gider denetimi yerine belki iç denetimi söylemek, onu düzenlemek daha
doğru olurdu. Dış denetim ise kurumun kendi mensupları dışında, kendi
denetçileri dışında dışarıdan bir kurumun, bir bağımsız kurumun bu kuruluşları
denetlemesidir. Ama bunu açıkça kanuna yazmak gerekir. Bu denetimi yönetmeliğe
bırakmayı, burada bu ayrıntıyı –Ayrıntı, demek yanlış olur; bu, işin esasıdır
aslında- bunu burada düzenlememeyi önemli bir eksiklik olarak görüyorum. Madde
yanlıştır, amaca hizmet etmeyecektir. Bir denetim olacaktır, evet, bir denetim
gelecektir ama iç ve dış denetimi ayrıntılı bir şekilde düzenlemeyen bir madde,
kendi üyelerine, kesinti yaptığı üyelerine, kamuoyuna ve tüm topluma sağlıklı
bilgi veremeyecek demektir. Dış denetim bu nedenle önemlidir. Dış denetim,
bütün kamuoyunun, bütün milletin, bütün toplumun güveneceği bir denetimdir. O
denetimden geçen mali tablolar güvenilir mali tablolardır.
Madde bu yönüyle
eksiktir ama tekrar önerge verdiğimiz bu maddeye dönüyorum. Elektronik ortamda
kayıt tutulmasını sağlamayı reddetmeyi 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde, 2013
yılına doğru giderken eksiklik olarak görüyorum. Bunu mutlaka kabul etmeliyiz.
Aksi takdirde “Biz elektronik kayıt istemiyoruz, biz modern bir sistem
istemiyoruz.” yaklaşımını gösterir bu. Bu yaklaşımdan Parlamentonun kendisini
korumasını arzu ediyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Sayın Çetin, söz
talebiniz var.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Bölüm sonuyla ilgili.
BAŞKAN – Peki.
Birinci bölümde
yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Birleşime on dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 00.49
ONUNCU OTURUM
Açılma Saati: 01.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7’nci Birleşiminin Onuncu
Oturumunu açıyorum.
197 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi ikinci
bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm 31
ila 60’ıncı maddeleri kapsamaktadır.
İkinci bölüm
üzerinde Hükûmet adına söz isteyen, Faruk Çelik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümünü
tamamladık, ikinci bölümüne başlıyoruz. Toplu iş sözleşmesi bölümünü ağırlıklı
olarak ikinci bölümde ele alacağız.
Birinci bölümde,
bu yeni düzenleme çerçevesinde iş kolu sayısı 28’den 20’ye indirildi. İş kolu
tespit davaları bekletici neden olmaktan çıkarıldı. Yani “Neler yapıldı?” diye
söyleniyor da bunların bilinmesinde, bir genel tekrarında yarar var diye
söylüyorum. Bir iş kolu tespit davası günler, aylar, yıllar alıyor idi; bunu
bekletici olmaktan çıkardık. Sendikanın kuruluşu kolaylaştırıldı, organların
oluşumu ve kuruculuk koşullarındaki sınırlamalar kaldırıldı. On beş yaşını
dolduranlara sendikaya üyelik hakkı tanınarak asgari çalışma yaşı ile
paralellik sağlandı. Aynı iş kolunda birden fazla işverene bağlı olarak çalışan
işçilere birden çok sendikaya üyelik getirildi. İşçilerin sendikaya ödeyeceği
aidat miktarı kuruluşların tüzüklerine bırakıldı. Üyelik ve üyelikten çekilmede
noter koşulu kaldırıldı. E-Devlet sistemine geçiliyor. İşçinin işsiz kalması
durumunda bir yıl boyunca sendika üyeliğinin devam etmesi sağlanıyor. Sendika
ve konfederasyonlara, uluslararası işçi ve işveren kuruluşlarının kurucusu
olabilme, üye ve temsilci gönderebilme, dış temsilcilik açabilme hakkı
getiriliyor. İş yeri sendika temsilcilerinin ve yöneticilerin güvenceleri
artırılıyor. Sendikaların mali denetimi bağımsız denetim organı olan yeminli
mali müşavirler tarafından gerçekleştirilecek. Yöneticilerin kişisel
sorumluluğu –bu da önemli, son derece önemli bir madde- getirilerek sendika
tüzel kişiliği korunuyor. Sendikalara faaliyetlerini serbestçe kendi
tüzüklerinde belirleme imkânını bu otuz madde içerisinde öne çıkarabildiğimiz
maddeler olarak ifade ediyorum. Şimdi, devamında, toplu iş sözleşmesiyle ilgili
çok önemli düzenlemeler geliyor.
Değerli
arkadaşlar, burada söz alan değerli grup başkan vekillerimiz, değerli
milletvekili arkadaşlarımız yasanın özellikle 25’inci maddesiyle ilgili bazı
değerlendirmelerde bulundular. Ben saygı duyuyorum.
Şunu bilmenizi
istiyorum: Burada dengeye kavuşturulması lazım bu düzenlemenin. Bu yasa bir
dengeye kavuşturulmalı. Yani beş yıldır bu dengeye kavuşturma konusunda sosyal
taraflarla mücadele ediyoruz ama biri sıfır noktasında oturuyorsa tarafların,
diğeri yüz seksen derece noktasında oturuyor.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Terazinin topu başka yere kaçtı Sayın Bakan!
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Bunları doksanda buluşturacaksınız yani
binbir türlü, meşakkatli bir iş, zor bir iş ve
günlerdir toplanıyoruz.
Bakınız, en son
Sayın Başbakanın huzuruna çıktık, altı madde üzerinde mutabakat sağladık ve…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – O altı maddeyi bir sayar mısınız Sayın Bakan?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin, onları da söyleriz.
…ondan sonra “Bu
yasa 1 Ekim itibarıyla Meclis açılır açılmaz ilk görüşülen yasa olsun.” diye
bunu da karara bağladık ve bu yasa Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine
geldi. Tabii ki kapsamlı bir yasa olduğu için, temel bir yasa olduğu için yine
sosyal taraflarla ilişkilerimiz devam etti. Gerek onlardan gelen talep gerek
bizden gelen talep gerekse bu konuda katkı sağlamadığını söyleyen taraflara
“Her türlü diyaloğa, bu konularla ilgili her türlü değerlendirmeye açık
olduğumuzu bilmenizi istiyorum.” dedim. En nihai toplantıyı da bu akşam
gerçekleştirdik. Az önce ifade ettim.
“Efendim, 2
veriyorsunuz, 1 alıyorsunuz.” diye bir şey yok. Bizim Bakanlık olarak, Hükûmet
olarak bir şey verip bir şey alma değil, derdimiz işçi ile işvereni bir masada
mümkün mertebe maksimum düzeyde buluşturmak, bizim mücadelemiz bu istikamette.
Yoksa, bakınız,
herkesin bir duruşu var ve vazgeçilmezi var. İşveren diyor ki “Ben bundan
vazgeçmiyorum.” işçi diyor ki “Ben bundan vazgeçmiyorum.” Ama bizde birlikte bu
yasanın çıkması gerekliliği konusunda Mecliste genel bir irade var, bütün
siyasi partiler bu yasanın çıkması gerektiği konusunda iradelerini ortaya
koyuyor. Kimse çıkıp burada demiyor ki “Bu yasa çıkmasın. Endüstriyel
ilişkileri düzenleyen bu yasa gelmesin Meclisin gündemine.” diyen yok. Aksine,
başlarken dört grubun önerisiyle yasa tasarının ismini de değiştirdik. Önemli
olduğu için herkes katkı sağlama gayreti içerisinde ama burada ben her şeyi de
anlatmak durumunda değilim. Ben işçi konfederasyonuna da saygı duyuyorum,
işveren konfederasyonuna da saygı duyuyorum. Burada böyle bir ayrımı da, artık
21’inci yüzyıl endüstriyel ilişkilerinde doğru bulmuyorum. “İşçi tarafı”,
“işveren tarafı” gibi yakıştırmalara; biraz 20’nci yüzyıl mantığıyla
endüstriyel ilişkilere bakmadık. İşveren olmadan işçi olabilir mi, işçi olmadan
işveren olabilir mi? Bunları birbirinden ayırmak mümkün değil. Yani bindiğin
dalı kesmenin de bir anlamı yok, her ülkenin de kendisine göre gerçekleri var;
işveren açısından gerçekleri var, işçi açısından gerçekleri var. Dolayısıyla
bunları harmanlayıp bir yerlerde buluşturma gayreti içerisinde olduğumuzu
özellikle ifade etmek istiyorum ve çok yoğun bir çaba sarf edilmiştir, çok
büyük bir gayret gösterilmiştir.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Bir taraf öldü, öldü Sayın Başkan, Fatiha okuyalım bir tarafa!
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Efendim, bir de şu ifade edildi: “Ya,
bu bir anda nereden geldi bu 25’inci madde? Hemen bu akşam tutuşturuverdiler,
birileri getirdiler.” Hayır, bu madde işveren tarafının talebi olarak aylardır
bizim önümüzde, aylardır sosyal tarafların önünde ve bu akşam toplanmamızın
amaçlarından bir tanesi de “Bu konuda acaba bir olumlu adım atılabilir mi?”
mücadelesi idi. Bunu…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Siz atmadınız, siz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, ben Hükûmet olarak, Bakan
olarak sorumluluğumu yerine getirme çabası içerisindeydim.
Bakınız Sayın
Çelebi, ben daha işi derinleştirmek istemiyorum.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Derinleştirin efendim, derinleştirin.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) -
Çünkü bak, bu iş
uzlaşma işidir, diyalog işidir, kimin nerede, ne şekilde, ne konuştuğunu
hepsini ben biliyorum ama herkese saygım var çünkü inanıyorum siz de yürekten
bu yasanın çıkmasını istiyorsunuz ama muhalefetin de bence bu…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Böyle değil ama.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim?
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Böyle değil ama.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – On yıldır bekliyor Sayın Bakan bu yasa.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, bakınız, yasanın sendikalara
ilişkin bölümü bitti, şimdi “Toplu iş sözleşmesi” bölümüne gelince, orada
yapılan iyileştirmeler yani bu diyaloğun neticesinde yapılan iyileştirmelerin
neler olduğunu göreceğiz. Özellikle geçici maddelerdeki değerlendirmeler ve az
önce ifade etmiştim, çalıştığım konularda işçilerimize dönük, çalışanlarımıza
dönük ne gibi iyileştirmelerin bir mücadele ve bir diyalog neticesinde ortaya
çıktığı da görülecek. Yalnız işverenden ibaret değil ki bu yasadaki
düzenlemeler, işçilere dönük de ilgili çok önemli düzenlemeler gelecek. Bunu,
ilgili arkadaşlarımızın hepsinin bildiğini burada ifade etmek istiyorum. Onun
için, şunu söylemeyelim yani “Nereden çıktı bu?” Bu, bugün falan çıkmış değil.
Bu bizim, bakın burada açık söylüyorum bütün sendikalar bizi izliyor yani
dediniz ya “Bir sendika bugün gazetelere ilan vermiş.” Bilmeseydi o ilanı verir
miydi? Orada yazmış o da biliyor demek ki. Diğer sendikalar da biliyor.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bunun Komisyonda görüşülmesi gerekmiyor muydu Sayın Bakan yani bu
kanun Komisyondan geçmek durumunda değil mi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, komisyonlarda milletvekili
arkadaşlarımızın katkısı da olsa… Bakın Çalışma Bakanlığının yapısı böyle.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Allah aşkına, Komisyonun anlamı ne, Komisyonun gereği ne?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Komisyonlarda düzenlemeleri yapsanız
da, sosyal tarafların talepleri bu konuda sınırsız.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ya olmaz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İnanın sınırsız ve bunları dinlemiyorum
demek, bunları dikkate almamak takdirlerinize. Ben bugün gerçekten beş saat
boyunca işçilerin lehine…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – On aydır tartışıyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …çalışanların lehine çok önemli
düzenlemeleri de içeren bir, âdeta karar noktasına geldiğimiz hususlar var.
Onları az önce ifade ettiğim için bir daha ifade etmiyorum.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Başbakanla görüştüğünüz 6 madde nedir Sayın Bakan?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi, tabii ki bu yasanın, yaklaşık 90
maddelik yasanın, toplam 5, 6, 7 maddesi yani taraflar arasında sorun olarak tartışılan
maddeler. Yoksa diğerleriyle ilgili gerçekten bir sorun yok yani 6-7 madde
diyebiliriz. 6-7 önemli maddeyle ilgili tartışmalar var. Burada, ben açık
söylüyorum, birçok madde işçinin lehine, işçi sendikalarının lehine düzenleme
yapıldığını da burada belirtmek istiyorum.
Efendim, bu konu
da Ekonomik ve Sosyal Konseyde görüşülseydi. Ekonomik ve Sosyal Konseyde ilgili
yasal düzenleme geliyor. Bu dönem inşallah kısa süre içerisinde, Kalkınma
Bakanlığı bünyesinde uyum yasası şu anda Meclise gelecek ve inşallah belli periyotlarla Ekonomik ve Sosyal Konseyde bunların
görüşülmesine ben de katılıyorum. Son toplantıları istihdamla ilgili ve Sosyal
Güvenlik Reformuyla ilgili gerçekleştirmiştik. Bu yasal düzenlemenin bir an
önce çıkması konusunda biz de elimizden geleni arkadaşlarımıza destek vererek
gerçekleştiriyoruz ama Bakanlığımızın bünyesinde Üçlü Danışma Kurulu var. Üçlü
Danışma Kurulunda işçi, işveren ve Hükûmet olarak orada yoğun…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …ve gerçekten bir sınırlama olmadan
çalışmaları yürüttüğümüzü bilmenizi istiyorum. Denge ise denge gözetilmiştir,
diyalogsa diyalog gözetilmiştir. Tarafların talepleri alınmıştır ama şunu
bilelim ki bu konuda hangi maharetiniz varsa kullanırsanız kullanın, herkesi
180 ve 0 derecede 90’da buluşturmak da çok kolay bir hadise değil.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Çok da mümkün olmuyor ama ben, bizim
gerekeni yaptığımız inancı içerisindeyim. Henüz yasa devam ediyor. Taraflarla
bizim görüşmemiz de devam edecek. İşçinin aleyhine bir şey varsa…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Var, var, hep işçinin aleyhine.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …işçilerin aleyhine bir şey varsa…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Kamu işveren sendikalarının ne işi var Sayın Bakan?
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …bunları değerlendirme konusunda bizim
kapımızın her zaman açık olduğunu da tekrar ifade ediyorum.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Devlet işveren sendikalarına üye yapılır mı? Hüsnüniyetli
devlet.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Yasanın hayırlı olmasını temenni
ediyor, herkese saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İkinci
bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ruhsar
Demirel, Eskişehir Milletvekili.
MHP GRUBU ADINA
RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Efendim, arkadaşlar çıkıyorlar herhâlde; güle
güle.
Burada kalan ve
bu yasaya katkı vermeye çabalayan arkadaşları saygıyla selamlıyorum sabahın bu
saatinde.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bunu daha önce de yaşadık.
RUHSAR DEMİREL
(Devamla) – Görüşülmekte olan ilgili yasanın ikinci bölümü hakkında Milliyetçi
Hareket Partisi Grubumuzun görüşlerini sizlerle paylaşmak için söz aldım.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – O zaman böyle bir yasayı niye yapıyorsunuz Sayın Bakan?
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri, Sayın Hatip konuşuyor.
Buyurun Sayın
Demirel.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Boşu boşuna Hatibi yoruyorsunuz.
RUHSAR DEMİREL
(Devamla) – Enteresan olan bir şey var, Sayın Bakan da herhâlde teyit
edecektir, Çalışma Bakanlığını ilgilendiren her yasa gece yarısı görüşülür, ben
bir yıllık milletvekilliği deneyimimde bunu öğrendim.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – On yıldır öyle.
RUHSAR DEMİREL
(Devamla) – Çalışma Bakanlığını ilgilendiren her yasa gece yarısı, sabaha karşı
görüşülür.
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Gözden ırak!
RUHSAR DEMİREL
(Devamla) – Hatırlarsınız, Meclis kapanmadan hemen önce Meclisin bir ek
binasının inşaatında göçük olduğunda da biz burada iş sağlığı görüşüyorduk ve
gecenin saat onikisiydi, gece saat ikide de vefat
haberini almıştık. Dolayısıyla, böyle bir adabımız var. Nedense çalışma
hayatını ilgilendiren her şey, büyük ölçüde daha konforlu şartlarda
çalışanların uyuduğu, daha zor şartlarda ve hatta sendikasız çalışanların vefat
etme ihtimallerinin olduğu işlerin yapıldığı saatte görüşülüyor. Sanıyorum, bu
bile çalışma hayatımızın ne durumda olduğunu anlamamız için yeterli bir şey.
Şimdi, hayatta
ilginç ve hoş üçlemeler var, böyle birbirine yakışan üçlemeler filan gibi.
Bizim yaş grubumuzda milletvekili olmuş insanların da çoğunun bildiği bir şey
vardır edebiyat ve Türkçe derslerinden, on sekiz yaş gelince onlar pek
bilemeyecek bunu: “Giriş, gelişme, sonuç.” diye. Bunun girişini gördük nasıl
bir şey olduğunu; gelişme kısmı bu ikinci bölüm olacak kısmetse; sonuç bölümü
zaten 25’inci maddede halledildiği için gereksiz bir sonucu da üçüncü bölümde konuşacağız
herhâlde.
Efendim, aslında
böyle bir yasaya gerek var mıydı? Tartışılabilir çünkü yasadan murat, eğer bir
sorunu çözmek ise elbette ki ihtiyaç var ama yasadan murat, bazı şeyleri
birbirine ekleyelim, ismini de değiştirelim, biz yeni bir yasa çıkardık, olsun
ise bir gereklik yok. 2821, 2822, Anayasa 53, Anayasa 90 gibi maddeleri üst
üste koyduğumuzda, aslında böyle bir yasaya ihtiyaç var mı? Hayır. Niye yok?
Çünkü murat, sorunu çözmek değil. Ben eğer burada bir ipi alıp kördüğüm yapar
sonra da size verip “Buyurun, çözün.” dersem siz çözemediğinizde ben gelip,
İskender’in kılıcıyla kesip “Ne kadar marifetliyim.” diyorsam bu yasa da aynı o
kadar marifetli bir yasa. Bunun ötesinde hiçbir kabiliyeti yok bu yasanın çünkü
bu ülke, her şeyi bırakınız, uluslararası sözleşmelere taraf olmuş bir ülkedir.
“Şu anda “Rum Kesimi Başkan” diye belki biraz askıya alınmış bir AB sürecimiz
var, ILO sözleşmeleri var ama Sayın Bakan ısrarla çok klişe bir söz kullanıyor:
“Sosyal taraflar.” Bu sosyal taraflar bize geldiklerinde hiç böyle
söylemiyorlar Sayın Bakan.
Evet, 2009
yılında çıkarılmış bir yasa var. Bu yasadan sonra da ocak ayından itibaren
yetki belgesi temin edememiş sosyal taraflardan biri olan siz sendikaların
yetkilenememesi nedeniyle yapılamayan toplu görüşmeler var. Bu toplu iş
görüşmelerinin oluşması adına elbette ki “Olur.” diyeceğiz yasaya ama muradımız
burada, sorunu çözen bir şey yapmak, yalnızca masaya oturmanız değil. Yani
devlet korporatizmini yapan şu zihniyeti reddediyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bunu reddediyoruz ama sizlerin toplu iş görüşmesi masasına oturmanız
adına buna, evet, grup olarak destek vereceğiz ama tekrar söylüyorum: Bu
tamamen devletçi bir korporatizmin dışından hiçbir şey değildir Sayın Bakan. Bu
yaptığınız bunun tıpatıp bir örneği.
Ve sosyal
taraflar adına Sayın Bakanla her kim görüşüyorsa sanıyorum bu ilanı verenler
olsa gerek. Bu ilan eğer vicdanları rahatlatmak adına yelpaze mahiyetinde
yapılıyorsa bir grup çalışan için, bu da onların ayıbı olsun. (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar)
Aslında ülkemizde
bu endüstriyel ilişkiler, çalışma hayatı, Sayın Bakanın katıldığı bazı
toplantılar veya Başbakanın, diğer yetkililerin katıldığı bazı toplantılardaki
gibi öyle güllük gülistanlık, dikensiz gül bahçesi değil, hatta bir bahçe bile
yok, çoraklık var. Bu ülke, Avrupa’da en çok işçinin öldüğü
ülke. Bu ülke, dünyada birinciliği alamıyorsa Cezayir ve El Salvador’a
şükretmemiz lazım “İyi ki onlar var, dünya birincisi olamıyoruz.” diye. Ama şu
yasa ve bu çalışma mantığıyla sürerse korkarım ki biz çok yakında dünyanın da
birincisi oluruz çünkü geçtiğimiz hafta EUROSTAT bir anket açıkladı, 2011
çalışma hayatı anketlerini. O anketler de gösterdi ki rekora gidiyoruz. Elli üç
saati aşkın, haftalık çalışmaya sahip Türkiye’deki insanlar. Bir
rekor bu. Bize en yakın olan ülke İzlanda, kırk üç saat. On saat fark
var aramızda.
Sayın beyler,
size söylüyorum; temsilcilerinize iletirseniz, bu ilanları vermek yerine sizler
için mücadele etsinler. (MHP sıralarından alkışlar)
Ve burada
gönüllere yelpaze, birbirimizi kandırmak gibi bir amacımız yok. “Yalnızca bir
yasa olsun, adını da ben koymuş olayım, tarihe geçeyim” adına yapılıyorsa
bunlar, “Filan bakan zamanında çıktı, filan usta zamanında imzalandı.”
denilecekse böyle bir yasaya Türkiye’nin iş hayatının hiç ihtiyacı yok.
Türkiye’deki iş yaşamındaki insanların sosyal haklara, özlük haklarının
iyileştirilmesine ihtiyacı var. Burada çıkıp herkes çok süslü sözler
söyleyebiliyor. Sayın Bakanın Bakanlığı, bazı kadın istihdamıyla ilgili çok
cafcaflı sözler içeren küçük kitapçıklar yayımlıyor. Ben burada İş Sağlığı
Kanunu görüşülürken de o kitabı altını çizip okumuştum kendilerine ama bunlar
yalnızca kâğıtlar üzerinde kalıyor, işleyişte hiçbiri yok. Eğer bunları,
mevzuatı yalnızca oluşturmak adına yapıyorsak gerek yok çünkü yetkililerin,
karar vericilerin, Sayın Bakan ve yanındaki bürokratlarının asli görevi,
çıkarılan mevzuatın bu ülkede uygulanmasını temin etmektir. “Yapamıyoruz,
çıkaramıyoruz, görüşemiyoruz” sözleri ve heyetine yakışmıyor.
Ve bir Türkiye
ayıbı daha: Başbakanlığa bağlı Türkiye Yatırım Destekleme ve Tanıtım Ajansı
Başkanlığının İnternet sitesine giriniz. Türkiye’nin bir yatırım cenneti
olduğunu 10 maddeyle özetliyor. 3’üncü maddeyi ben size tek tek okuyorum:
“Nitelikli ve rekabetçi iş gücüne sahibiz, bize yatırım yapınız.” diyor. “26
milyonu aşkın genç, eğitimli ve motive profesyonelimiz var, artan çalışan
verimliliğimiz var -kendileri de söylüyor- haftada 52,9 saat çalışan ve
Avrupa’daki en uzun çalışma süresine rağmen, çalışan başına ortalama hastalık
izninde en düşük orana sahip ülkeyiz, gelin, bize yatırım yapın.” diyor. Türkiye’deki
insanların hastalandıklarında izin kullanma hakkı bile yok beyler. 4,2 gün
hastalık izni kullanabiliyor yani hani eski köle filmlerinde olur ya, bir de
kölenin açıp dişine bakarlar, bir de diş grafisi
koysalar tamam olacak demek ki. Efendim, abdala demişler ki “Kar yağacak.”,
“Titremeye hazırım.” demiş. Bu onun belgesidir. Açınız, İnternet sitesine
bakınız, orada var. Bunu biz söylemiyoruz, bunu devletin kendisi belgeliyor,
“En çok insanı ben çalıştırıyorum, en az hastalık iznini veriyorum, size bir
tek diş grafisini veremedim. Buyurun, gelin, bizimle
çalışın.” diye.
Yani özetle
mesele şudur: Sendikalanmayın, teşkilatlanmayın,
örgütlenmeyin, organize olmayın, istikrara kavuşalım. Eğer istikrar toplumsal
sessizlikse istikrarı reddediyoruz. Parti grubum adına buradan net söylüyorum:
Eğer “Organize olmamış toplum istikrarın belgesi.” diye düşünüyorsanız, bizim
böyle bir istikrar talebimiz yok ama sizin karar vericilerinizin var herhâlde.
Bu saatler neden
önemli? Bu saatler şunun için önemli: Türkiye’de son on yılda, ileri
demokrasiye kavuştuğumuz son on yılda, 11 bin işçinin iş kazasından öldüğünü
sizler, bizden daha iyi biliyorsunuzdur diye düşünüyorum. 11 bin işçi ölmüş.
Neden biliyor musunuz? Yoğun çalışma saatleri nedeniyle dikkat dağınıklığından
büyük bir kısmı, büyük bir kısmı sendikasız işçi bunların. Hamdolsun ki medya
var; mesela o 11 tane, çadırda yanan işçiyi bir an önce öğrenme sebebimiz medya
oldu. İş Sağlığı Yasası görüşülürken göçük altında kalan işçiden medya
sayesinde haberdar olduk. Teknolojiye şükretmemiz lazım ama sendikasızlaşmak, örgütsüzleşmek, iş hayatıyla ilgili gereklilikler konusunda
bilinçsiz kalmayı tercih etmek ayrı bir vicdan meselesi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RUHSAR DEMİREL
(Devamla) – OECD’nin son sendikalaşmayla ilgili istatistikleri var, onları da
ben size bir başka maddede izah edeceğim.
Teşekkür ederim.
(MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Erol Dora, Mardin Milletvekili.
BDP GRUBU ADINA
EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerine
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; örgütlenme ve sendika hakkı temel insan haklarından
olup, günümüzde tüm dünyada evrensel hukuk ile herkes için güvence altına
alınmıştır. Ne yazık ki, geçmişten bugüne, temel hak ve özgürlük alanlarında
olduğu gibi, örgütlenme ve sendika hakkı alanında da Türkiye’nin hiç de parlak
bir karnesi olmamıştır. Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra ucuz iş gücü
istihdamı temel gelişme politikası olarak belirlenmiş, Türkiye sanayisinin
rekabet gücü, emeğin ucuzluğu üzerinden güçlendirilmeye çalışılmıştır.
Yürürlükte olan
2821 ve 2822 sayılı bu yasalara göre, sendikal örgütlenmenin tüm çalışanlara
yayılması engellenmiş, toplu sözleşme uygulaması ve grev hakkı kısıtlanmıştır.
Bu bağlamda düşünüldüğünde, şu an görüşülmekte olan Toplu İş İlişkileri Kanunu
Tasarısı 12 Eylülün baskıcı özünü içinde barındırmaktadır.
12 Eylül
darbesinin ürünü olan yasalar, her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir.
Hükûmet toplum tarafından genel kabul gören bu değerlendirmelerden hareketle 12
Eylül darbe mantığının ürünü olan sendikal yasaları değiştirme iddiasıyla bir
değişikliğe girmiştir. Buna karşın gündemde olan değişiklik tasarısı
Uluslararası Çalışma Örgütünün 87 sayılı Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma
Hakkının Korunması Sözleşmesi’nin ve 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık
Hakkı Sözleşmesi’nin gereklerini de karşılamamaktadır. Ayrıca, bu yasaklayıcı,
demokratik olmayan düzenlemeler, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
11’inci maddesi olmak üzere, Avrupa Birliğine üyelik koşullarına da aykırıdır.
Tüm gelişmiş
ülkelerde kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuş olan bu ilkelerin ülkemizde de
uygulanması ve çalışma yaşamı açısından hayata geçirilmesi artık ertelenemez
bir zorunluluk durumuna gelmiştir. Ancak, gelinen noktada, sendikal hak ve
özgürlükleri evrensel düzeyde sağlayacak bir çabadan çok, giderek her açıdan
var olan durumu ve 12 Eylülün yasakçı ve baskıcı zihniyetiyle hazırlanmış,
köhnemiş yapıları korumaya dönük bir yaklaşım içine girildiğini görüyoruz.
Özellikle toplu sözleşme yetkisi ve yapısı, görüşme süreci ve grev hakkının
kullanılması konularında sendikaların önerilerinin dikkate alınmadığını, buna
karşılık işverenlerin çıkarlarını korumaya ve mevcut durumu sürdürmeye yönelik
değişikliklerin öne çıkarıldığını görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; referandumla yapılan
Anayasa değişikliğine rağmen, sendikaların faaliyetlerine devletin denetimini
ve müdahalesini öngören sendikal güvenceleri sağlamayan, tek düzeyli toplu
sözleşme düzeninin korunmasında direnerek, konfederasyonların ve sendikaların
çerçeve sözleşme, iş kolu sözleşmesi yapma hakkını tanımayan, toplu sözleşme
hakkını tüm işçilerin kullanabileceği hak olarak tanımlamayan, sendikal hak ve
özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen, iş kolu, işletme ve iş yeri
barajlarını koruyan, yıllarca süren yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen bir
yasa, reform olarak nitelendirilemez. Tasarı, içinde
olumlu değişiklikler barındırmasına rağmen, örgütlenme özgürlüğünü genişleten
bir yapıya sahip değildir. Bunun en büyük kanıtı, sendika üyeliğinin sadece
işçiler için tanımlanmış olmasıdır. Tasarı, emeklilerin, gençlerin sendika
kurmalarına ve üye olmalarına imkân tanımamaktadır. Böylesine bir baraj,
sendika özgürlüğünün, ILO normlarının ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
ihlali demektir. Sendikal haklar konusundaki yeni yasal mevzuat, Avrupa
standartlarıyla ve Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleriyle özellikle
memurların toplanma, toplu sözleşme ve grev haklarına sahip olmalarına karşı
engeller nedeniyle uyumlu değildir. Bu durum, 2012 İlerleme Raporu’nda da
belirtilmiş durumdadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kendi iş kolu koşulları ve çalışanların ihtiyaçları
doğrultusunda, sendikaların yapılanmalarına izin verilmesi gerekmektedir. Diğer
yandan, sendikaların kendi içinde demokrasinin daha etkin bir şekilde
işleyebilmesi için değişiklikler yapılması önceliklidir. Bu bağlamda,
sendikalarda yönetim pozisyonunda kadınların var olabilmesi için, kadın
kotasının konması gerektiğini düşünüyoruz. Sendikalar gibi önemli demokratik
örgütlenmelerde kadın erkek eşitliğinin sağlanması yönünde alınacak önlemler
sendikaların daha demokratik, eşitlikçi yapılara sahip olmasını sağlayacaktır.
Özellikle,
tasarının bu bölümünde görüşülecek olan toplu iş sözleşmesi konusu ve grev
hakkı konusunda, işçi ve emekçinin hakkı gasb
edilmekte, bunun yanında işverenlerin ve devletin çıkarları ön plana
çıkarılmaktadır. Grev hakkı, işçinin toplu sözleşmede ortaya koyduğu
taleplerinin kabul edilmesi açısından temel güç olarak tanımlanmaktadır.
Ancak, görüşmekte
olduğumuz yasa tasarısı, grev hakkını, deyim yerindeyse, tamamen ortadan
kaldırmaktadır. Tasarının grev ile ilgili maddelerine bakıldığında, zorunlu
resmî ara buluculuk evresinin getirilmesi, grev ertelenmesi, ceza öngörüleri,
grev hakkının kısıtlanması, yüksek hakem kurulu ve basın yoluyla çalışmaya
getirilen kısıtlamalar gibi şartlar bu hakkı âdeta ortadan kaldırmaktadır.
Bakanlar Kurulu kararı ile grev hakkının ertelenebilmesinin öngörülmesi işçi ve
emekçiyi tamamen Hükûmetin insafına bırakmak anlamına gelir ki bu asla kabul
edilebilir bir durum değildir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tasarının bu şekilde yasalaşması, emekçiye ve
dolayısıyla Türkiye demokrasisine hiçbir şey kazandırmayacaktır. Bu
münasebetle, yasa tasarının geri çekilerek Komisyona yeniden havale edilmesi,
burada, tüm sendika temsilcilerinin katılımıyla eksikliklerin ve olması
gerekenlerin ILO Sözleşmesi ve diğer uluslararası antlaşmalara göre yeniden
düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu vesileyle
Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (BDP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
İkinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen Özgür Özel, Manisa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Başkan, Meclisin itibarı var Allah aşkına yapmayın ya! Boş
sandalyelere milletvekili konuşturuyorsunuz.
BAŞKAN – Benim
sorunum değil Sayın Çetin, grupların sorunu.
CHP GRUBU ADINA
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sizin sorununuz!
BAŞKAN – Benim
sorunum değil grupların sorunu Sayın Çetin, lütfen…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sizin sorununuz!
BAŞKAN - Herkes
kendi sorumluluğunu bilecek, benim sorunum değil.
Buyurun Sayın
Özgür Özel.
ÖZGÜR ÖZEL
(Devamla) – Süreyi yeniden başlatacak mısınız?
BAŞKAN – Niye
yeniden başlatayım, Sayın Çetin kesti.
Buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sendikalar ve toplu iş
sözleşmesi kanununun ikinci bölümünde grubumuz adına söz almış bulunuyorum ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şu an saat
gecenin bir buçuğu. İktidar partisi, Sayın Dora, Sayın Demirel ve benim yasaya
ilişkin eleştirilerim kimseler tarafından duyulmasın, televizyonun başında
izleyenler tarafından izlenmesin diye bizi bu saatlerde, bu boş koltuklara
konuşturuyorlar. Bunun ayıbını kendilerine bırakıyorum.
Bu kanun Mecliste
görüşülmeye başladığı tarihlerde dahi Toplu İş İlişkileri Kanunu’ydu bunun adı.
Yani bir Hükûmet düşünün ki sendikalar için on yıldır yapmayı taahhüt ettiği ve
bir türlü yapmadığı kanunda, sendikanın adını anmaktan, toplu iş sözleşmesinin
adını anmaktan ve “grev” demekten korkuyor. Daha sonra çok övündükleri şekilde
dört grup bir arada uzlaştı ve bugünkü adını aldı ama hâlâ daha bu yasadaki, bu
yasanın bir mana ifade etmesi için, en önemli kısım grev hakkıdır, “grev”
kelimesi yasanın adında bile yok. Bu tip kanunlar hükûmetler için, iktidarlar
için turnusol kağıdı niteliğindedir, sizin renginizi
belli eder. “Biz işçiyi severiz.” demekle olmaz. Ayinesi
iştir kişinin, lafa bakılmaz.
Sendikal
hareketin Türkiye’deki tarihi boyunca iki büyük darbe aldı sendikal hareket.
Bunlardan bir tanesi 12 Eylül 1980 darbesidir, diğeri de AKP İktidarının
sendikalara vurduğu darbedir. AKP İktidarı açıkça işçi düşmanıdır. (CHP ve BDP
sıralarından alkışlar)
Rakamlara
bakalım, rakamlar yalan söylemez. 1980 darbesinden önce Türkiye’de 2.2 milyon işçi vardı, bunların 1,5 milyonu sendikalıydı.
Şimdi 11 milyon çalışan var, bunların sadece 938 bin tanesi sendikalı ve
bunlardan 360 bin tane, kamuda çalışan sendikalı işçiyi de düşerseniz özel
sektörde çalışan işçilerin sadece yüzde 3’ü toplu iş sözleşmesinden
yararlanıyor, yüzde 5.9’u sendikalı. İşte AKP’nin
Türkiye’de sendikal hareketi getirdiği nokta budur.
Birkaç daha rakam
vermek isterim. AKP İktidarının en önem verdiği hususlardan bir tanesi
araştırmalar yapmak, anketler yapmak, ona göre de güya toplumun beklentilerini
tartıp ona göre siyaset yapmak. Bakın, bir anket ne diyor? Hem de çok güvenilir
bir kaynağın yaptığı anket. “Sendikaya üye olursanız işverenin sizi
cezalandıracağına inanıyor musunuz?” sorusuna:Türkiye’deki
işçilerin yüzde 87.9’u “Evet.” cevabını veriyorlar. “Sendikanızı özgürce seçme
hakkını düşünüyor musunuz?” sorusuna ise Türkiye’deki sendikalı işçilerin yüzde
77’si “Hayır.” cevabını veriyorlar. İşte sizin döneminizdeki ileri demokrasi,
işte örgütlenme özgürlüğü.
Türkiye’ye sarı
sendikaları, ak sendikaları hediye eden, Türkiye’yle bunları tanıştıran AKP
İktidarı artık ileri demokrasi diye söylediği bir sarı demokrasiyi de hem de
AKP sarısı demokrasiyi Türkiye’nin hayatına sokmuş durumda.
Bu durumu, bizler
Manisa’da, işçilerin yaşadığı, rakamlarla ifade edilen bu korkuyu artık bir
sanayi kenti olan, binlerce, on binlerce işçinin fabrikalarda çalıştığı
Manisa’da her gün kulaklarımızla duyuyoruz. Sendikanın “s”sini
ağzına alanları fabrikalar derhâl işten çıkarıyor. Peki, bu işverenin ne
güvencesi var? Bir tanesi siz Sayın Bakan, bir tanesi siz sayın
AKP’li milletvekilleri, diğeri de kapıdaki binlerce işsiz. Ve eskiden sendikalı
olan bir tane işçiyi işinden edenler şimdi o kadar cesurlar ki “Takım.”
diyorlar, 100 kişilik, 80 kişilik takımın tamamını işten çıkarıyorlar. Âdeta şu
gözle bakıyorlar: “Bu, sendikanın “s”sini ağzına alan
kişi, kendisi olduğu gibi etrafındaki birkaç arkadaşını da kontamine
etmiş olabilir. Mutlaka hepsinden birden kurtulmalıyız.” Tabii bir başka şeye
de hizmet ediyor, bir mahalle baskısına. İşçi arkadaşına sendikayı, sendikal
hakları, örgütlülüğün önemini anlatan, bu onurlu, bu kutsal, bu doğal hakkı
kullanan işçileri, emekçileri arkadaşları şu gözle görüyor: “Eyvah, hepimizi
işten attıracak bu.” Ve ondan korkuyorlar, ondan kaçıyorlar. İş yerinde
sendikayı savunanlar, örgütlenme özgürlüğüne inanan emekçiler bir cadı avının
kurbanı oluyorlar âdeta, Orta Çağdaki vebalılar gibi arkadaşları onlardan
kaçıyor. Böyle bir noktaya getirdi AKP İktidarı Türkiye’deki sendikal hareketi.
Oysa bilinçli işçi ne kadar kıymetli bir şeydi. Şimdi bilinçli işçi,
arkadaşlarının bile ondan korktuğu, kaçtığı işçi noktasına geldi. Buna engel
olmak için bir şeyler yapması beklenirken Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığının,
biraz önce yapılan değişiklikte olduğu gibi, AKP Grubunun buradaki gücüyle,
artık 30 kişiden az işletmelerde sendikal örgütlenmeyi imkânsız kılacak ayıplar
ayıbı bir düzenlemeye de imza attı. Buna, gecenin bu vaktinde tarihe not düşmek
için söylenilecek bir tek söz varsa o da şudur: Yazıklar olsun! (CHP
sıralarından alkışlar)
AKP’nin, işçi
sınıfına karşı hasmane tutumu rakamlarla ortada.
Meydanların ortak bir sesi var, ne kadar da haklıymış meydanlar “AKP sağlığa
zararlıdır.” derken. “AKP sosyal güvenliğe, AKP işçi haklarına ve örgütlenme
özgürlüğüne zararlıdır.” derken. Dedim ya, bu yasa sizin turnusol kâğıdınızdır.
Renginiz belli oldu, sizler birer işçi düşmanısınız. (CHP sıralarından alkışlar)
“12 Eylülle
hesaplaşacağım.” diye oy isteyip, 12 Eylülle hesaplaşmak bir yana, kendisi 12
Eylülün ürünü olduğu için 12 Eylülün etinden, sütünden yararlanan, örneğin
seçim barajından yararlanan, Yüksek Öğretim Kurumundan yararlanan, kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisinden yararlanan AKP, 12 Eylülün grev
yasaklarından da yararlanmaya devam ediyor. Samimi değilsiniz,
samimiyetsizsiniz. Samimi olsanız Türk Hava Yolları grevi için Ali Babacan
“Ekonomiye etkisi olacak sektörlerde, kimse kusura bakmayacak, grev yasağı
olmayacak.” demezdi herhâlde. Be insafsız adam, ekonomiye etkisi olmayan bir
sektör mü var? Be vicdansız adam, ekonomiye etkisi olmayan sektör olur mu?
Bizden utanmıyorsan, halktan utanmıyorsan, korkmuyorsan, Allah’tan kork! (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Özel lütfen… Lütfen Sayın Özel… Lütfen…
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Çok ayıp ya! Terbiyesizlik yapıyorsun!
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Bu saatte bu olur mu? Ayıp ya!
RAMAZAN CAN
(Kırıkkale) – Ayıp denilen bir şey var.
ÖZGÜR ÖZEL
(Devamla) – İkiyüzlüsünüz, ikircikli tavırlar içindesiniz.
BAŞKAN – Lütfen
diyorum…
ÖZGÜR ÖZEL
(Devamla) – Hem Türk Hava Yollarındaki toplu görüşmeye müdahale edip Hava-İş
Kolunda grev yasağı getiriyorsunuz, sonra da “Türk Hava Yolları bir anonim
şirkettir, Türk Hava Yollarının iç işlerine karışamayız.” diyorsunuz. Siz, Türk
Hava Yollarında ne yaptınız? Hem gittiniz oradaki insanların, emekçilerin
işverenlerle ilişkilerine müdahil oldunuz yani haneye tecavüz suçu işlediniz.
(CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Oradan bir meşru müdafaa hakkı
doğurdunuz. Bu meşru müdafaa hakkını kullanan 304 tane emekçiyi de işinden
ettiniz. Bütün dünyada bu meşru müdafaa hakkıdır, bunun adı da fiilî grevdir.
Siz fiilî grev hakkını doğurdunuz, siz onların grev hakkını ortadan kaldırdınız
diye grev yaptılar ve onları işten attırdınız. Bu, tüm dünyada var, bir tek
Kenan Evren’in anayasasında yok. Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi
Topçu dedi ki: “Bu grev bir ihanet eylemidir.” Bakın, ben size söylüyorum:
Sizin o söz geçiremediğiniz Hamdi Topçu var ya, Türk Hava Yollarının topçusu,
Suriye topçusundan bile tehlikeli bir adamdır, Suriye topçusundan bile
vicdansız bir adamdır. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Özel, Genel Kurulda olmayan bir bürokrat hakkında, lütfen… Temiz bir dille
konuşmak durumundasınız İç Tüzük’ün 67’nci maddesine
göre, lütfen ama…
ÖZGÜR ÖZEL
(Devamla) – Ve çok açıkça şunu söyleyeyim: Suriye topçusu -hepimizin içini
yakan, hepimizin içini yaralayan bir şekilde bir haneye top isabet etti- o
haneyi yaktı, hepimizin yürekleri yandı ama Türk Hava Yollarının topçusu 300
haneye ateş düşürdü. Çok açık ve net bir biçimde şunu söylemek istiyorum: O
gün, bu Bakan burada oturamadı, gitti, daha sonra timsah gözyaşları dökmek üzere.
O ayıbın içinde yoktu. Ulaştırma Bakanı burada oturdu, bütün eleştirileri
müstehzi ifadelerle, gülerek yanıtladı, daha sonra Sayın Bakan: “Bu düzenleme
doğru olmadı.” dedi ve mişcesine yaparak gitti Türk
Hava Yollarındaki bu işçiler için güya ara buluculuk görüşmeleri yaptı. Sonuç
ortada, samimi değilsiniz, turnusol kağıdı gösterdi ki
sizler birer işçi düşmanısınız, AKP, örgütlenme özgürlüğüne zararlıdır, AKP
işçi sınıfının düşmanıdır.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özel.
İkinci bölüm
üzerinde şahsı adına söz isteyen Lütfü Türkkan.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Sayın Başkanım, ben konuşmaktan vazgeçtim.
BAŞKAN – Evet, 15
dakika süre ile soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Çetin,
buyurun.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Bakan, biraz önce ilk otuz maddede yapılan değişikliklerden
pozitif olanları sıraladınız. Biraz önce ben de size Avrupa Birliği İlerleme
Raporu’nun ilgili bölümünü verdim. Orada diyor ki. -yani bunu ben söylemiyorum-
“Toplu pazarlığa girmek için aranan yüksek barajlar, toplu sözleşme olasılığını
kayda değer ölçüde sınırlamayı ve bundan dolayı toplu pazarlık hakkının tam
suretle kullanılmasını engellemeyi sürdürmektedir.” Dahası, her bir sektördeki
işçi sayılarına ilişkin istatistiğin otoritelerce yayınlanmamış olması,
aylardır yeni toplu iş sözleşmelerinin sonuçlandırılmasını engellemektedir.
Türkiye, grev hakkını aşırı derecede sınırlamaktadır. Mayıs 2012’de Hükûmet
sivil havacılık sektöründeki işçileri de grev hakkının dışında bırakan bir
yasayı kabul etmiştir. İşçilerin temel haklarını kaybetmelerine karşı
yaptıkları protestonun ardından 300’den fazla hava yolu işçisi işten
çıkarılmıştır. İşçilerin bu haktan mahrum bırakıldıkları faaliyetlerin
sayısının artması Türkiye’yi AB ve ILO standartlarıyla…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çetin.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – 2 kişi var Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hayır
Sayın Çetin, burada şu anda 6 kişi daha var sırada.
Sayın Tanal,
buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
– Teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
sendika kurucularının arasında casusluktan mahkûm olan birisi sendika kurucusu
olabilir mi? Görebildiğim kadarıyla yok. Sizin düşünceniz nedir burada?
İki: Olağanüstü
genel kurula, toplantıya çağırmayla ilgili olarak, yönetim kurulu istifa etmiş
ise kim olağanüstü toplantıya çağıracaktır?
Üç: siz Şanlıurfa
Milletvekilisiniz, Şanlıurfa’da hububatla ilgili 2011 yılına ait destekleme
primlerini Urfa çiftçileri almadı. Ne zaman alacak? Hep bize vatandaşlar bu
talepte bulunuyorlar. Bu mağduriyeti ne zaman gidereceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Özel…
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu
yasa tasarısı ilk olarak Bakanlar Kurulunda imzaya açıldığında, sizin önerinizle
imzaya açıldı ama 7 tane bakan bu tasarıyı imzalamaktan imtina ettiler. Bu 7
bakan size gerekçe olarak ne sunmuştu? Ardından, bu 7 bakan kimlerdir?
Ardından, bu 7 bakana imza attırabildiğiniz tasarı ile ilk tasarı arasındaki
farklar nelerdir ve bu 7 bakanı ikna ettiğiniz süreçte bir patron dostu sendika
yasasına dönüştürdüğünüz bu yasayı bu konuda eleştirilere hak veriyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Çelebi…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Sayın Bakan, demin burada yaptığınız konuşmada, Sayın Başbakanla
yapılan, sosyal tarafların bir araya geldiği, TÜRK-İŞ, Hak-iş, TOBB, TİSK’le
beraber yaptığınız toplantıda 6 maddede anlaştığınızı söylediniz. Bu 6
maddedeki mutabakat ne? Yani bir taraftan işte bugün gazete ilanları veriliyor,
“Buralarda mutabakatımız yok.” deniliyor bir taraftan 6 maddede siz
“Uzlaştığınızı ve bu uzlaşma sonucu bu noktaya gelindiğini, bugün de ayrıca bu
görüşmelerin sürdürüldüğünü söylediniz. Sayın Bakan, -siz bir işçi çocuğusunuz
her şeyden önce, biliyorum- tarihte, gerçekten bu 25’inci maddeden sonra bir
Çalışma Bakanı olarak nasıl anılacağınızı hissediyorsunuz? Bazı bakanlar vardır
ki tarihe “işçilerin dostu” olarak not düşürmüşlerdir, siz nasıl
düşüreceksiniz?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2012
yılı içerisinde atanacaklar sözünü verdiğiniz toplam 2 bin, sertifikalı iş ve
meslek danışmanı atamaları, bu yıl içinde, kalan iki ay içerisinde
yapılabilecek mi? Şu ana kadar bu atamaların kaçını gerçekleştirdiniz? Eğer bu
yıl içinde bunlar gerçekleşmeyecekse önümüzdeki yıl için planınız nedir?
İki: İşçilerin
aylardır alamadıkları maaş artışlarını toptan, en kısa zamanda, ne zaman
ödemeyi planladınız? Bu gecikmenin Türkiye bütçesine ek maliyeti ne olmuştur ve
bunun sorumlusu kimlerdir? Açıklayabilir misiniz, teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Halaçoğlu…
YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bu
25’inci maddeye bağlı olarak 30 kişinin altında iş yeri sahibi olmak suistimale uğratmayacak mı ve yaptığımız bir
değerlendirmede 1 milyon 148 bin iş yeri bu şekilde kendini daha küçük
işyerlerine bölmek suretiyle 30 kişinin altına inmiş durumda; 6,5 milyon işçi
yapıyor bu da. Bu konuda sizin herhangi bir değerlendirmeniz olacak mı?
Yaptırımınız olacak mı suiistimallerden kaynaklanan?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Çetin…
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Sayın Bakan, demin okumaya çalıştığım bölüm tamamen Avrupa Birliği
İlerleme Raporu’ndan alınan bölümdür. Son bölümünde şöyle diyor: “Kısıtlayıcı
yasal düzenlemeler ile sendikalı haklardan yararlanmadaki zorlukların
neticesinde sendikalaşma düzeyi ve toplu sözleşmelerin kapsayıcılığı oldukça
düşük kalmaktadır. Bu oranın kayıtlı işçilerde yüzde 8 olduğu tahmin
edilmektedir. Türk Ekonomik ve Sosyal Konseyi 2009 yılından bu yana
toplanmamaktadır. Bunları biz söylediğimiz zaman kızıyorsunuz. Elin oğlu
belgelere yansıtıyor, rahatsız olmuyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA
(Malatya) – Sayın Bakan, Malatya’da kayısı hasat mevsiminde sizin de
milletvekili olduğunuz ilden, Şanlıurfa’dan, Adıyaman’dan, Diyarbakır’dan,
Batman’dan kayısı hasadı için işçiler geliyor. Bu kayısı işçilerinin yaşamış
olduğu şartlar maalesef çok kötü. Bu işçileri çalıştıran insanların iyi
niyetine rağmen imkânsızlıktan dolayı yatacak yerleri yok, su yok ve en
önemlisi bu çalıştırılan insanların çocukları okula gidemiyor. İslahiye’den
gelen çocukların on üç yaşında, on iki yaşında çocukların hâlâ okula
başlayamadıklarını, hâlâ okuma yazma bilmediklerini gördüm. Bu insanlarla
ilgili bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz? Özellikle sizden ricamız, bu
hakikaten orada, bu yaz Malatya’da gördüğüm yani çok acı bir durum, orada
yaşayan çocuklar okula başlayamamış, başlayanların da birçoğu okuyamıyor.
Bunlara eğitim konusunda destek vermeyi düşünüyor musunuz? Bu şartların
düzenlenmesi konusunda bir niyetiniz var mı? Bu konuda Malatya’da yaşayan bir
insan olarak sizden rica ediyorum, bu konuda duyarlı olmanızı bekliyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Baluken…
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu
taslağı hazırlarken Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun sendikal özgürlükle ilgili
sözleşmesinin ilgili maddelerine uygunlukla ilgili bir kaygı taşıdınız mı? Eğer
böylesi bir kaygınız varsa siyasi partilerin, burada, özellikle, toplu sözleşme
ve grev hakkıyla ilgili ortaya koyduğu eleştiriler doğrultusunda, tekrar gözden
geçirmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum
Sayın Baluken.
BAŞKAN – İki soru
daha var.
Sayın Şandır,
buyurun.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Çok teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
özellikle, devlet kurumlarının, kamunun hizmet satın aldığı taşeronlarda
çalışan işçilere, sosyal hakları, sosyal güvenceleri konusunda Hükûmetinizin
taahhütler vardı Sayın Başbakanın, zatıalilerinizin.
Bu konuda bir düzenleme düşünüyor musunuz? Özellikle, özel
güvenlik görevlileriyle ilgili.
Bir diğer konu, 5
ay 29 gün çalışarak hizmet üreten kamu çalışanları var, işte 6 ay çalışana
kadro verdiniz, aynı işi yapan, aynı kurumda çalışan, 5 ay 29 gün çalışıp kadro
alamayan insanlar var, mesela, orman teşkilatında çalışan yangın işçileri, yani
bu, bir adaletsizlik. Bunu düzeltmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Son soru, Sayın
Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, daha önce de belirtmiştim bir kez, özellikle,
Sağlık Bakanlığında, devlette çalışan taşeronların yanındaki işçilerin taşeron
değişikliği sırasında, o işçilere bir kâğıt imzalatılıyor, matbu bir kâğıt,
“Daha önceki şirketten herhangi bir alacağım yoktur, herhangi bir şekilde
burayla ilişkim yoktur, herhangi bir çelişkim yoktur.” diye ve o şartla
özellikle, devlette çalışan taşeron firmalarında o şartla insanlar
çalıştırılıyor. Buna karşı bir
çözüm bulunabilir mi, Bakanlığınız bir çalışma yapıyor mu? Bu tür insanlar,
maalesef, işe alınmama korkusundan dolayı gün yüzüne çıkamıyorlar, bunları bir
araştırma, gizli olarak şikâyet edecekleri bir telefon numarası şeklinde bir
bölümünüz var mı? Onu sormak istedim.
Taşeron işçiliği çok ciddi sıkıntıda, bu anlamda.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan,
buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
AK PARTİ işçi
düşmanı gibi son derece ağır ithamlarda bulunuldu. Bence…
ALİ ÖZ (Mersin) –
25’inci maddeye bakın.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Yani 25’inci maddeyle ilgili ben
açıklamamı söyledim, tarafların görüşleri ortada. Bu, Bakanlığın görüşü değil,
Hükûmetin görüşü değil, tarafları getirebildiğimiz bir noktadır. Bunu açıkça
söylüyorum.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Tasarı da ortada Sayın Bakanım, tasarı da.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Yani, 6-7 maddeden bahsediyorum, 6-7
maddeyle ilgili taraflar arasında sıkıntı var.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Dündü o bugün 25.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Ve bu çerçevede bir uzlaşı arayışı
içerisindeyiz. Hâlen yasa yürürlüğe girmedi, bitmedi. Keşke, taraflara bu
konuda adım attırabilsek, atabilseler…
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Attılar efendim, attılar. Siz atmıyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) -
Müsaade eder misiniz.
ALİ ÖZ (Mersin) –
Emekleriniz boşa gitti.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Neyse, bu konuyu görüşmeye devam
ediyoruz, yasa devam ediyor.
Şimdi, işçiyle
ilgili yaklaşımınızı gerçekten yadırgadım, Özgür Bey’e söylüyorum. Yani, bu
kadar kaba, bu kadar özensiz cümlelerle değerlendirme yapmanız, öncelikle
seçmenin oyuna saygısızlıktır. Milyonlarca işçi AK PARTİ’ye
oy vermiştir. Bunu nasıl izah edersiniz yani? Onun için, daha özenli cümlelerle
ifade edilse… Eleştirebilirsiniz ama ağır hakaretler yapmayı size bu şey
vermiyor ki. Yani aynı cümleden çıksa, iktidar adına muhalefete böyle bir şey
söylese doğru olur mu? Olmaz. Gerilimler de buradan çıkıyor. Ben, daha özenli
olmasından yana olmanızı ifade ediyorum.
Şimdi, “ILO’ya
uygun mu yasa?” dediniz. E, uygun olan hususlar var, yani noter şartını
kaldırıyoruz, bir örnek olsun diye söylüyorum. E, şimdi, birçok düzenleme
gerçekleştiriyoruz, örgütlenmenin önündeki birçok engelleri kaldırıyoruz. Yani
uygun olanlar var, bir de Türkiye’nin koşulları çerçevesinde yapılan
düzenlemeler var. Aslında, dünyanın her tarafında ülkelerin koşullarına göre
yapılan düzenlemeler var. En önemlisi de, ILO’nun en çok önem verdiği husus da,
sosyal tarafların uyumu son derece önemli, yani taraflar, bakınız, mesela bizde
federasyon yok yasal düzenlemede, tarafların talebi yok. Sizler de sordunuz,
taraflar federasyon istemiyor. Konfederasyon düzeyinde bir örgütlenme esasını
benimsiyorlar. Şimdi, “ILO’da federasyon var.” diyeceksiniz, e, var, tarafların
talebi yoksa, burada ILO’nun talebi, ILO’nun
direktifleri doğrultusundaki talepleri yerine gelmedi gibi bir yaklaşım doğru
değil, benzer birçok örnek verilebilir.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Tarafların talebi olur mu? Birisi diğerini eziyor, ezilenin talebi
olabilir mi? Laf diye konuşuyor.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Onun için dikkate almadık değil,
aldık ama Türkiye’nin kendi koşulları, kendi sosyal tarafların talepleriyle ön
plana çıktı diyebilirim.
“Efendim, taşeron
işçiler ile ilgili ne düşünüyorsunuz?” Taşeron işçilerle ilgili bir düzenleme
getiriyoruz ama çok kapsamlı, çok da yaygın bir noktada taşeronlaşma ve burada,
gerek firma gerekse çalışanların, firmanın uygulamaları ve çalışanların
yaşadıkları var.
İZZET ÇETİN
(Ankara) – Döneminizde sistem hâline geldi.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bu konularla ilgili derli toplu bir
düzenleme içerisindeyiz ama aynı zamanda tazminat haklarında sorunlar var,
izinlerde sorunlar var. Şimdi “Alt işvereni kaldıracak mısınız?” gibi bir
yaklaşım… Alt işvereni kaldırmayacağız ama orada çalışanların haklarının
korunması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi konusunda gerekli çalışmaları
huzurlarınıza getireceğiz. Umarım katkılarınızla güzel bir şekil alır.
VELİ AĞABABA
(Malatya) – İnşallah vicdanlı olur Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – “5 ay 29 gün…” Bildiğiniz gibi,
geçtiğimiz yasama dönemlerinde, 6 ay çalışanlarla ilgili kadroya alınması
düzenlemesi yapılmış idi. Şimdi, 6 aylığı alınca 5 aylıklar çıkıyor, 5
aylıkları alınca 4 aylıklar çıkıyor, 3 aylıklar var, 2 aylıklar var. Yani bir
karar alacaksınız, o gün hükûmet olarak 6 ay çalışanlar ile ilgili karar aldık
ve o uygulanıyor. Onun altında kalanlarla ilgili bir düzenlemenin şu anda
gündemimizde olmadığını ifade etmek istiyorum.
Bir diğer konu,
efendim, kayısı işçileri ve mevsimlik tarım işçileri ile ilgili METİP Projemiz
var biliyorsunuz. Valilik eğer oraya bir şey gönderirse, yani proje gönderirse
valiliklere kaynak tahsisi yapıyoruz ve orada da çocukların okuması da dâhil…
VELİ AĞABABA
(Malatya) – Çok faydalı olmadı Sayın Bakan, bilginiz olsun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani proje uygulayıcılarında bir
sorun var o zaman. Bu talebinizi biz bir müfettiş görevlendirerek -nedir, ne
değildir, kaynak nasıl kullanıldı- bunun çalışmasını yaptırabiliriz. Mesela,
Malatya’ya 1,164 milyon TL METİP Projesi kapsamında gönderilmiş.
VELİ AĞBABA
(Malatya) – Bir baktırabilirseniz, çok faydalı olmadı Malatya için, işçiler
için; bilginiz olsun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani bu bir realite. Bunun çözümü
için kaynak tahsisi yapıyoruz. Uygulayıcıları milletvekili olarak da seçim
bölgelerinizde denetleyip, yani olayları görüp buraya aktarmanız gerekiyor. O
imkânların vatandaşa, çocuklarımıza faydalı olması şeklinde takip etmemiz
gerekiyor.
VELİ AĞBABA
(Malatya) – Bir faydası yok Sayın Bakan; bilginize sunuyorum.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – ESK toplanmadı. Az önce söyledim, bu
yeni yasal düzenleme geliyor ve umarım artık bu tartışma da biter ve bundan
sonra düzenli toplantılar ve gerçekten katılımcı demokrasinin gereği olarak da
önemli bir ihtiyacı, önemli bir boşluğu dolduracağı inancı içerisindeyim.
Diğer konuya
gelince; iş ve meslek danışmanları 2.817 kişiyi başlattık, 1.200 civarında bir
arkadaşımız daha başlayacak ve bununla ilgili süreci başlatıyoruz. Büyük
ihtimalle 2013’ün ilk aylarında bu 1.200 kişiyi de başlatmış ve böylece 4 bin
kişiyi… Görevleri, iş yeri ile işsiz arasında bir köprü görevi görmek ve
gerçekten şu anda 100 bin açık işimiz var, açık iş. Bunun oluşumunda ve bunun
artışında iş ve meslek danışmanlarının çok ciddi katkıları var. Bizzat iş
yerine gidip değerlendirme yapıyorlar, taleplerini alıyorlar, arkasından kendi portföylerindeki işsizleri değerlendiriyorlar, bunları
eşleştiriyorlar. Bundan dolayı bu 4 bin kişi, 1.200 kişi de devreye girerse çok
daha randımanlı bir ortam çıkacağı inancı içerisindeyim.
Bir muvazaadan
bahsedildi işçilerle ilgili ama tam o başlangıcını...
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi toparlayın Sayın Bakan, süre tamamlandı.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Evet, işyerlerinin bölünmesiyle
ilgili, yani 30’un altına veya 50 işçinin altına, 100 işçi çalıştırıyor 50 veya
49, 49 gibi, biraz bunlar yargıya intikal edecek olan hususlardır.
YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) – Tekstilde …
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Verilecek olan karar çerçevesinde
değerlendirilir, yargıya intikal etmemişse tespiti çok zor bir olaydır Hocam,
yani bunu da ifade edeyim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Son bir soruya cevap vereyim, seçim
bölgem olduğu için söyleyeyim. Bu 2010 yılı hububat desteklemesi için
çiftçilerin önemli bir kısmına ödeme yapıldı. Sayın Tanal yok herhâlde burada.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Buradayım efendim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Burada
mıydın.
Ödenmeyenler ise
incelemesi devam eden firmalardan. Faturalarıyla ilgili müfettişlerce yapılan
incelemeler son aşamaya gelmiş bulunuyor. Yoksa,
geneli itibarıyla ödeme yapıldığını ifade etmiş olayım.
Efendim,
“Tasarıyı kim imzalamadı?” Bu tasarının bakan düzeyinde çok tartışması oldu,
Bakanlık bünyesinde, Bakanlar Kurulunda tartışması oldu, alt komisyonda çok
ciddi değişiklikler oldu, üst komisyonda değişiklikler oldu. Yasa Genel Kurula
geldi, birçok önerge yine taraflarla görüşerek şekil alıyor. Yani her defasında
bir katkı oldu, her defasında tepki koyanlar oldu, her defasında olumlu
bulanlar oldu. Yani böyle bir, endüstri ilişkilerinin tümünü ilgilendiren bir
düzenleme bu. Burada bunu saygıyla karşılamak gerekiyor.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Casusluk…
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – “Casusluk…” Son olsun. Casusluk, ceza
yasasındaki düzenleme çerçevesinde biz hepsini bir değerlendirdik, ceza
yasasının ilgili maddesindeki durumlar aynen yasaya yansıtıldı.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) – Sayın Bakan, 6 tane maddeyi hiç açıklamadınız. Hepsini açıkladın,
onu özellikle açıklamadın.
BAŞKAN –
Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Böylece ikinci
bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:02.02
ON BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 02.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Tanju ÖZCAN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci
bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yapacağız.
Komisyon? Yok.
Alınan karar
gereğince, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hakkındaki gensoru önergesinin
gündeme alınıp alınmayacağına ilişkin görüşmeler ile kanun tasarı ve teklifleri
ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 12 Ekim 2012 Cuma
günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.