DÖNEM: 24 CİLT: 2
YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
3’üncü
Birleşim
3 Ekim 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve
kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMA
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Malatya
Milletvekili Öznur Çalık’ın, 3 Ekim Dünya Çocuk Günü’ne ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Malatya
Milletvekili Veli Ağbaba’nın, kayısı ve kayısı üreticilerinin sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, 2012 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı sonucuna göre
yapılan öğretmen atamalarına ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Bursa
Milletvekili Aykan Erdemir’in, yeni yasama yılına ilişkin açıklaması
2.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’ın, destek kredisi uygulamaları nedeniyle çiftçilerin
mağdur olduklarına ve bu mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
3.- Gaziantep
Milletvekili Ali Serindağ’ın, yeni yasama yılının hayırlı olmasını dilediğine,
Gaziantep esnafının ve üreticisinin zor durumda olduğuna ve bu mağduriyetlerini
giderecek önlemlerin alınması gerektiğine ilişkin açıklaması
4.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, yeni yasama yılının hayırlı olmasını dilediğine,
1 Ekim Dünya Çocuklar Günü’ne ve çocukları sigara, alkol, uyuşturucu ve
İnternet bağımlılığından korumak gerektiğine ilişkin açıklaması
5.- Bolu
Milletvekili Tanju Özcan’ın, Bolu’da gübreden elektrik üretme amaçlı tesis
kurmak isteyen firmaya ilişkin açıklaması
6.- Ankara
Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, yeni yasama yılına ilişkin açıklaması
7.- Bursa
Milletvekili İlhan Demiröz’ün, 2012 yılında yapılan ahududu ithaliyle ilgili
bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması
8.- İstanbul
Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, çocuklara aydınlık bir gelecek bırakmak için
tüm ulusların dayanışma içinde olması ve sivil toplum kuruluşlarının
uzmanlığından yararlanılması gerektiğine ilişkin açıklaması
9.- Erzincan
Milletvekili Muharrem Işık’ın, yeni deprem riski haritasına göre en riskli
bölge olarak görülen Erzincan’da kamu binalarının, özellikle hastane binasının
güçlendirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
10.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin’deki kayısı üreticilerinin de zor durumda
olduğuna ve kayısı üreticilerine destek verilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
11.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde Suriye’ye ait bir
top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve yaralanan vatandaşlara ilişkin
açıklaması
12.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde Suriye’ye ait
bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve yaralanan vatandaşlara
ilişkin açıklaması
13.- Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde Suriye’ye
ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve yaralanan vatandaşlara
ilişkin açıklaması
14.- Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’in, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde Suriye’ye ait
bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve yaralanan vatandaşlara
ilişkin açıklaması
15.- Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde
Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve yaralanan
vatandaşlara ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ
Milletvekili Emre Köprülü ve 19 milletvekilinin, Ergene Nehri’ndeki kirliliğin
boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/355)
2.- Kars
Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 milletvekilinin, 2000 yılındaki “Hayata
Dönüş” olarak adlandırılan operasyonların gerçek boyutlarının ve sorumlularının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)
3.- Antalya
Milletvekili Gürkut Acar ve 24 milletvekilinin, elektrik enerjisi alanında
yanlış uygulanan politikalar nedeniyle yaşanan sıkıntıların, hidroelektrik
santrali projeleri ve Oymapınar Hidroelektrik Santrali’nin durumunun ve
özelleştirme uygulamalarının yol açtığı sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/357)
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa
Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Toplu İş
İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567) (S. Sayısı: 197)
VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum
Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde
Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve yaralanan
vatandaşlara ilişkin konuşması
IX.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun
4 Ekim 2012 Perşembe günü saat 10.00’da toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Hatay
Milletvekili Mevlüt Dudu’nun, sınır illerinde yaşanan terör olaylarına ve sınır
nöbetinin kaldırıldığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından sorusu ve Millî
Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı (7/8901)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
15.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Oturum Başkanı TBMM Başkan
Vekili Mehmet Sağlam, yeni yasama yılının başarılı ve verimli geçmesini dileyen
bir konuşma yaptı.
Bolu Milletvekili Ali
Ercoşkun, Bolu ili Göynük ilçesi Aşağıkınık köyünde meydana gelen yangına,
Bolu Milletvekili Tanju
Özcan, adalet sistemindeki aksaklık ve eksikliklere,
Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışına,
İlişkin gündem dışı birer
konuşma yaptılar.
Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın AK PARTİ Grubuna,
Yalova Milletvekili Muharrem
İnce, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin CHP Grubuna,
Sataşmaları nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
Adana Milletvekili Ali
Halaman, yeni yasama yılının hayırlı olmasını dilediğine, Çukurova bölgesinde
üçgün hastalığından dolayı çok sayıda hayvanın telef olduğuna ve önlem alınması
gerektiğine,
Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba, Malatya’nın Kuluncak ilçesi Kızılhisar köyünün sorunlarına,
Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan,
Artvin ilinin Ardanuç ilçesindeki adliyenin kapatılması dolayısıyla yaşanan
mağduriyetlere ve bu kararın geri alınması gerektiğine,
Bursa Milletvekili İlhan
Demiröz, afet kapsamının genişletilerek çiftçi ve köylülerin zararlarının
ödenmesini talep ettiklerine,
İstanbul Milletvekili Kadir
Gökmen Öğüt, diş hekimi muayenehanelerinden hizmet satın alımına,
İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal, yeni yasama yılının hayırlı olmasını dilediğine, destek kredisi
uygulamaları nedeniyle çiftçilerin mağdur olduklarına ve bu mağduriyetlerinin
giderilmesi gerektiğine,
Manisa Milletvekili Muzaffer
Yurttaş, Camiler ve Din Görevlileri Haftası’na ve yeni yasama yılının hayırlı
olmasını dilediğine,
İstanbul Milletvekili
Abdullah Levent Tüzel, yeni yasama yılının hayırlı olmasını dilediğine, yeni
döneme yine halkın seçtiği tutuklu milletvekilleri olmadan başlandığına ve son
yapılan doğal gaz ve elektrik zamlarına,
Eskişehir Milletvekili Kazım
Kurt, yeni yasama yılının hayırlı olmasını dilediğine ve tarımsal amaçlı elektrik
kullanan çiftçilere aylık faturalandırma uygulamasının kaldırılması için ne
yapıldığını öğrenmek istediğine,
Elâzığ Milletvekili Enver
Erdem, Elâzığ’da doğal gaz çalışmalarının altı yılda bitirilemediğine ve ne
zaman bitirileceğini öğrenmek istediğine,
İlişkin birer açıklamada
bulundular.
Batman Milletvekili Bengi
Yıldız hakkındaki soruşturma dosyasının iade edilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi okundu; Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma
Komisyonda bulunan dosyanın geri verildiği açıklandı.
Denizli Milletvekili Adnan
Keskin’in, CHP kontenjanından seçilmiş bulunduğu idare amirliği görevinden,
Sivas Milletvekili Malik
Ecder Özdemir’in, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden,
İstifa ettiklerine ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Denizli Milletvekili Emin
Haluk Ayhan ve 19 milletvekilinin, serbest bölgelerdeki sorunların (10/352),
İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel ve 21 milletvekilinin, Özgür Ülke gazetesi başta olmak üzere benzer
yayın politikası izleyen muhalif basın yayın kuruluşları ve çalışanlarına
yönelik hukuk dışı uygulamaların, saldırıların ve uğratılan maddi manevi
zararın (10/353),
Balıkesir Milletvekili Namık
Havutça ve 27 milletvekilinin, İLKSAN üyesi öğretmenlerin sorunlarının ve
geçmişte İLKSAN'da yaşanan olumsuzlukların (10/354),
Araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki bir heyetin, Macaristan Ulusal Parlamentosu
Başkanı Laszlo Köver’in vaki davetine icabet etmek üzere Macaristan’a,
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Cemil Çiçek’in, Bulgaristan Milli Meclisi Başkanı Tsetska Tsacheva’nın
vaki davetine icabetle Bulgaristan’a,
Ziyarette bulunmalarına
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkereleri kabul edildi.
Danışma Kurulunun, gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer
alan 197 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmın 3’üncü sırasına alınmasına;
Genel Kurulun 2 Ekim 2012 Salı günkü birleşiminde “Başkanlığın Genel Kurula
Sunuşları”ndan sonra birleşimin sonuna kadar gündemin “Sözlü Sorular” kısmında
yer alan sözlü soruların görüşülmesine, ayrıca Başkanlık Divanında boş bulunan
idare amirliği için seçim yapılmasına ve başkaca bir işin görüşülmemesine; 3
Ekim 2012 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ve Genel
Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin önerisi yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi.
Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Adalet ve Kalkınma Partisine
sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, (2/28) esas numaralı Üreticilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım
Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz
Ödenmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü Sorular”
kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/30),
349’uncu ”
” (6/737),
353’üncü ” ” (6/741),
407’nci sırasında bulunan (6/811),
485’inci ”
” (6/906),
505’inci ”
” (6/928),
566’ncı ” ”
(6/993),
603’üncü ”
” (6/1030),
623’üncü ”
” (6/1051),
646’ncı ” ”
(6/1079),
673’üncü ”
” (6/1112),
677’nci ” ”
(6/1116),
736’ncı ” ”
(6/1178),
774’üncü ”
” (6/1217),
826’ncı ” ”
(6/1272),
853’üncü ”
” (6/1301),
854’üncü ”
” (6/1302),
855’inci ” ” (6/1303),
856’ncı ” ”
(6/1304),
905’inci ”
” (6/1354),
921’inci ”
” (6/1373),
931’inci
” ” (6/1383),
932’nci ” ”
(6/1384),
1019’uncu ”
” (6/1473),
1020’nci ”
” (6/1474),
1021’inci ”
” (6/1475),
1045’inci ”
” (6/1499),
1048’inci ”
” (6/1502),
1050’nci ”
” (6/1504),
1053’üncü ”
” (6/1507),
1054’üncü ”
” (6/1508),
1060’ıncı ”
” (6/1515),
1062’nci ”
” (6/1517),
1069’uncu ”
” (6/1526),
1100’üncü ”
” (6/1557),
1120’nci ”
” (6/1577),
1153’üncü sırasında bulunan
(6/1610),
1169’uncu ”
” (6/1626),
1171’inci ” ” (6/1628),
1211’inci ”
” (6/1669),
1212’nci ”
” (6/1670),
1215’inci ”
” (6/1673),
1225’inci ”
” (6/1683),
1333’üncü ”
” (6/1792),
1355’inci ”
” (6/1814),
1363’üncü ”
” (6/1822),
Esas
numaralı sözlü sorulara, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız cevap
verdi.
Soru
sahiplerinden İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt, Kütahya Milletvekili Alim Işık, Bursa Milletvekili
İlhan Demiröz, İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan, Antalya Milletvekili
Gürkut Acar, Adana Milletvekili Ali Halaman, İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal, cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da bu görüşlerle ilgili açıklamada bulundu.
Gündemin
“Sözlü Sorular” kısmının:
2’nci sırasında bulunan (6/35),
20’nci ” ”
(6/91),
24’üncü ”
” (6/106),
28’inci
” ”
(6/113),
72’nci ” ”
(6/224),
100’üncü ”
” (6/296),
101’inci ”
” (6/297),
102’nci ” ”
(6/298),
132’nci ” ”
(6/348),
134’üncü ”
” (6/351),
138’inci ”
” (6/355),
190’ıncı ”
” (6/474),
191’inci ”
” (6/475),
192’nci ” ”
(6/476),
195’inci ”
” (6/479),
204’üncü ”
” (6/496),
226’ncı
sırasında bulunan (6/528),
238’inci ”
” (6/553),
248’inci ”
” (6/565),
250’nci ” ”
(6/567),
268’inci ”
” (6/604),
292’nci ” ”
(6/648),
301’inci ”
” (6/666),
302’nci ” ”
(6/667),
303’üncü ”
” (6/668),
312’nci ” ”
(6/684),
334’üncü ”
” (6/718),
350’nci ” ”
(6/738),
638’inci ” ” (6/1070),
773’üncü ”
” (6/1216),
941’inci ”
” (6/1393),
986’ncı ” ”
(6/1440),
Esas numaralı sözlü sorulara,
Sağlık Bakanı Recep Akdağ cevap verdi.
Soru sahiplerinden İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam, Antalya Milletvekili Arif Bulut, İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal, cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ da bu görüşlerle ilgili
açıklamada bulundu.
Başkanlık Divanında açık
bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen Türkiye Büyük Millet Meclisi
idare amirliğine Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir seçildi.
Alınan karar gereğince, 3
Ekim 2012 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere 19.59’da birleşime son
verildi.
Mehmet
SAĞLAM
Başkan
Vekili
Fatih
ŞAHİN Muhammet
Rıza YALÇINKAYA
Ankara Bartın
Kâtip Üye Kâtip
Üye
No: 3
II.- GELEN KÂĞITLAR
3 Ekim 2012 Çarşamba
Tezkere
1.- Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, Irak'ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve
Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla, Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede
Bulunmak Üzere, Irak'ın PKK Teröristlerinin Yuvalandıkları Kuzey Bölgesi ile
Mücavir Alanlara Gönderilmesi ve Görevlendirilmesi İçin Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 17/10/2007 Tarih ve 903 Sayılı Kararıyla Hükümete Verilen ve
08/10/2008, 06/10/2009, 12.10.2010 ve 05.10.2011 Tarihli 929, 948, 975 ve 1005
Sayılı Kararları ile Birer Yıl Uzatılan İzin Süresinin Anayasanın 92 nci
Maddesi Uyarınca 17/10/2012 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Daha Uzatılmasına Dair
Başbakanlık Tezkeresi (3/1007) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.09.2012)
Süresi İçinde
Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan’ın, Cumhurbaşkanınca affedilerek mahkumiyeti sona erenlere ve
cezaevlerindeki sağlık koşullarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/6593)
2.- İstanbul Milletvekili
Sırrı Süreyya Önder’in, Terörle Mücadele Kanununda yapılan değişikliğe ve
gözaltına alınan çocuklara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6594)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili
Emre Köprülü ve 19 Milletvekilinin, Ergene nehrindeki kirliliğin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/355) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2011)
2.- Kars Milletvekili Mülkiye
Birtane ve 21 Milletvekilinin, 2000 yılında gerçekleştirilen Hayata dönüş
operasyonunun araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/356) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/12/2011)
3.- Antalya Milletvekili
Gürkut Acar ve 24 Milletvekilinin, elektrik enerjisi alanında yaşanan
sıkıntılar ve Oymapınar Hidroelektrik santralinin durumunun araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/357) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2011)
3 Ekim 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.00
BAŞKAN: Başkan
Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER:
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3’üncü Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Sayın milletvekillerinin oy
düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise
yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri beşer
dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükûmetin cevap süresi yirmi
dakikadır.
Gündem dışı ilk söz, 3 Ekim
Dünya Çocuk Günü münasebetiyle söz isteyen Malatya Milletvekili Öznur Çalık’a
aittir.
Buyurun Sayın Çalık. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakikadır.
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, 3 Ekim Dünya Çocuk Günü’ne
ilişkin gündem dışı konuşması
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; her yıl ekim ayının ilk pazartesi günü
kutlanan Dünya Çocuk Günü dolayısıyla şahsım adına gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, 24’üncü Dönem
İkinci Yasama Yılı’nın tüm milletvekillerimize, personelimize, milletimize
hayır ve uğurlar getirmesini temenni ediyor ve tüm dünya çocuklarının Dünya Çocuklar
Günü’nü kutluyorum; en çok da çalışan çocukların, kimsesiz çocukların, gelin
edilmiş çocukların gününü kutluyorum ve yoksulluğu sırtlayan, acıkan, aç kalan,
Suriye’de, Somali’de Filistin’de, Afganistan’da, Myanmar’da ağlayan, annesiz
kalan, umutsuz kalan savaş çocuklarının gününü kutluyorum.
Değerli milletvekillerim,
çocuklar gelecektir, çocuk toplumdur, çocuk annedir, çocuk babadır. Müreffeh
toplumun betonunda esenlik içinde geçirilmiş bir çocukluğun izi vardır.
Bizler biliyoruz ki dünyada
birçok çocuk, haklarından haberdar değil ve yaşamsal olarak güç koşullarda
bulunuyor, gerektiği ve hak ettiği bir eğitimi maalesef alamıyor; bir kısmı ise
ayrımcılığa ve maalesef istismara maruz kalıyor oysa her çocuğun diğer bütün
çocuklarla eşit haklar içinde büyüme hakkı her zaman saklıdır. Bizler,
milletvekilleri, yetişkinlerden çok çocuklar, çocuklarımız için buradayız;
yetişkinlerin, devletin ve toplumun çocuktan yana taraf olmasını temin
edebilmek için buradayız çünkü çocuğun sevindiği, çocuğun sağlıkla koşabildiği
bir dünya herkes için ideal dünyadır. “Çocuk dostu bir dünya ve ülke” bizim
ulaşmak istediğimiz asgari standart olmalıdır.
Değerli milletvekillerim,
bizler Türkiye olarak Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’sine,
Avrupa Çocuk Haklarının Kullanılması Sözleşmesi’ne, CEDAW’a… Ülkemiz
Uluslararası Çocuk İşçiliğini Önleme Programı aracılığıyla çocuk işçiliğiyle
mücadele etmek için eyleme geçen ilk altı ülkeden biridir ve ne mutlu ki bu
temelin üzerine iyi şeyler koymaya, olumlu adımlar atmaya devam ediyoruz.
Kalkınmanın merkezi ve ana sermayenin temelinin çocuklar olduğunu bilerek
çalışıyoruz.
Çocuk kaçırmaya, çocuk
pornografisine, her türlü çocuk mağduriyetine karşı duruşu belli olan başımızda
bir Hükûmetimiz var. “Çocuğun zengini fakiri olmaz.” diyerek 14 milyon
öğrencinin ücretsiz kitap sahibi olmasını sağlayan bir Başbakanımız şu an
görevinin başında. Çocuklarla ilgili her türlü politikaların temelinde çocuk
haklarının içselleştirilmesinin yattığını bilen bir Bakan şu anda görevde.
Gelişmiş ülkelerde çocuklar
hangi imkânlara sahipse bizim çocuklarımız da aynı haklara sahip olsun, onlar
nasıl eğitim görüyorsa bizim çocuklarımız da aynı kalitede eğitimi alsın diyen
ve eğitime en çok payı ayıran milletvekillerimiz şu an görevinin başında.
2010 yılında hayata geçen
anayasal değişiklikle çocuklara pozitif ayrımcılık getirilmesine izin veren
duyarlı bir millet şu an bizi izliyor ve bu değişiklikle anayasal hakları
güvence altına alınmış olan geleceğimizin teminatı çocuklarımız bizleri izliyor.
Helalühoş olsun, onlar için yaptığımız her şey hep eksik, hep yarım, hep az
kalır.
Bizler neler yaptık? Çocuk
ceza ve adalet sistemini geliştirdik. Çocuk evleri, sevgi evleri projelerimizde 14 bin çocuğumuzu devlet
koruması altına aldık. Bunlar yeter mi? Tabii ki yetmez. 181 bin yeni derslik
açtık. Okullara değil, sınıflara kadar bilgisayar gönderdik, kademe kademe tüm
sınıflarlardaki kara tahtaları akıllı tahtalarla değiştirdik. 41 bin engelli
öğrenciyi okullara ücretsiz taşıdık. Tabii ki yetmez. “Haydi Kızlar Okula
kampanyası”yla 100 binlerce çocuğumuzu okullu yaptık. Yeni sosyal güvenlik ve
genel sağlık sigortasıyla, her doğan
bebeği sigorta kapsamına aldık. Bebek ölüm oranlarını binde 9’a
düşürdük. Yeter mi? Tabii ki yetmez, bizce yetmez, hâlâ eksiğiz; birbirimizi
tamamlayacağız, yol göstereceğiz; değerleri daha da gelişmiş bir toplum, çocukları da daha
müreffeh bir ülke olacağız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; insan ömrünün ve dünya nüfusunun üçte 1’i çocuktur. İnsanlığın
masumiyeti, insanlığın vicdanı çocuktur. İnsanlık hiçbir ön koşul ileri
sürmeden, çocuktan yana taraf olmadıkça dünyanın çocuk sorunlarını ortadan kaldıramayız. Çocukların
baktıkları yerden dünyaya bakmak bir eksiklik değil, bir zenginliktir. Allah
hepimize çocukların nazarıyla sevebilmeyi ve yaşama sarılabilmeyi nasip etsin.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Çalık.
Gündem dışı ikinci söz,
kayısı ve kayısı üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen Malatya Milletvekili
Veli Ağbaba’ya aittir.
Buyurun Sayın Ağbaba. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
2.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, kayısı ve kayısı
üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kayısı ve kayısı üreticilerinin sorunlarıyla
ilgili söz almış bulunuyorum. Sizi ve izleyenleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, pek
çoğunuz için kayısı sıradan bir meyvedir ancak bir Malatyalı için kayısının bir
meyve olmaktan öte anlamları vardır. Çoğu Malatyalının kayısıdan başka geçim
kaynağı yoktur. Bu insanlar için kayısı her gün tüketilen ekmektir, her gün
gidilen yoldur, okul parasıdır, hastane masrafıdır; gelecek yılın umudunu bir
kez daha yeşertecek mazottur, gübredir, ilaçtır. Bu insanlar için kayısı
hayattır. Onların yürekleri kayısıyla atar, umutları kayısıyla çiçek açar.
Üreticiler ağaçlarına bir yıl boyunca kendi çocuğuna bakar gibi bakarlar. Alın
terlerini toprağa dökerler ve şansları yaver giderse bir yılın sonunda Malatya
köylüsünün çoğu, ancak bizlerin bir aylık maaşı kadar gelir elde ederler.
Değerli arkadaşlar, kayısı,
Türkiye'nin ve dünyanın her köşesinde talep edilen ve severek tüketilen
mucizevi bir üründür ama üreticisi mağdurdur. Ne yazık ki tarlada yaş kayısının
fiyatı 20 kuruşa kadar düşüyor ama marketlerde 5-6 liradan satılıyor. Kuru
kayısı üreticiden 1 liraya alınıyor, marketlerde 15-20 liradan satılıyor. Yani
kayısı, Malatya’dan yok pahasına alınıyor, Türkiye’ye ateş pahasına satılıyor. İhraç
ediliyor, devlet milyonlarca dolar kazanç sağlıyor ama çiftçi, bu rant çıkarını
kırıp kendi hakkını alamıyor. İşte bu, kayısının felaketi, çiftçinin sefaleti
oluyor. Kayısı üreticisi günden güne yoksullaşıyor; onlarca cefa çekiyor,
birileri sefa sürüyor.
Değerli milletvekilleri,
kayısıyı felaketten, çiftçiyi sefaletten kurtarmak için çok basit önlemler
yeterli olacaktır aslında. Devlet kayısıya destek vermelidir. Bir yıldan beri
“Kayısıya destek” diye diye dilimizde tüy bitti ama Hükûmetin kılı bile kıpırdamadı.
Sadece, Başbakan desteğini açıkladı, o da Malatya halkıyla alay edercesine
kayısıyı yiyerek destekleyeceğini söyledi.
Kayısı üreticisine faizsiz
kredi verilmelidir. Üretici sizden sadaka, bağış veya bahşiş beklemiyor.
Vergisini verdiği, askerliğini yaptığı, millî ekonomisine katkıda bulunduğu
devletten borç istiyor. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Çiftçinin zor durumundan
yararlanıp yüksek faizli kredi veriyorsunuz. Aslında, bir nevi tefecilik
yapıyorsunuz.
Taban fiyat uygulaması
başlatılmalıdır. Daldaki altının pazarda pula dönmemesi için taban fiyatı
belirlenmelidir. Üreticinin zararı karşılanmalıdır. Sulama sorunu çözülmelidir.
Verimin ve kalitenin artması için sulama şarttır. Bunun için Hükûmet gerekli
çalışmayı yapmalı ve bazı bölgelerdeki kanalizasyon suyuna olan mahkûmiyete bir
an evvel son vermelidir. Kaysının endüstriyel üretim süreci desteklenmeli, bu
amaçla tesis kurulmalıdır.
Değerli arkadaşlar, üreticiye
vergisiz mazot verilmelidir. Dünyanın en pahalı mazotunu tüketmenin bedelini
iliklerinde hisseden üreticinin sırtındaki devlet yükü, vergi kamburu
kaldırılmalıdır. Kayısının üretim ve pazarlama sürecini takip eden, düzenleyen
özerk bir kurum oluşturulmalıdır. Böylelikle kayısı piyasanın, tefecinin
insafından kurtulmuş olacaktır.
Bu basit önlemler ve
desteklerle Malatya’da kayısı sorunu diye bir şey kalmayacaktır. Üretici
alnının terinin karşılığını alacaktır. Ama bu basit önlemler, sizin için çok
basit olduğu için bunları yapmayacaksınız. Sizin daha büyük projeleriniz var.
IMF’ye 5 milyar dolar borç verirsiniz ama Malatya üreticisine 5 bin lira
veremezsiniz. Suriye’deki savaşı ölümüne desteklersiniz ama kayısıyı
desteklemezsiniz. Pırlantadan vergiyi kaldırırsınız ama mazota vergi üstüne
vergi vurursunuz. Almadığınız doğal gazın parasını ödersiniz ama kayısı alımı
yapmazsınız. Ankara’dan Lazkiye’ye silah yolu yaparsınız ama Karakaya
Barajı’ndan Battalgazi’ye su yolu yapmazsınız. Kürecik’te emperyalizme hizmet
tesisi kurarsınız ama Malatya’ya kayısı işletme tesisi kuramazsınız. Seçim
gelince canım cicim kayısı dersiniz ama seçimden sonra kayısıyı sadece ve
sadece yiyerek desteklersiniz.
Sizin büyük projeleriniz,
büyük hedefleriniz var. O projeler, o hedefler o kadar büyük ki içinde Malatya,
Türkiye bile kayboluyor. Kayısı üreticisi mikroskopla bile gözükmüyor.
Bu dileklerimle kayısıya
destek verilmesini diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Ağbaba.
Gündem dışı üçüncü söz, 2012
yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı sonucuna göre yapılan öğretmen atamaları
hakkında söz isteyen Kütahya Milletvekili Alim Işık’a aittir.
Buyurun Sayın Işık.
Süreniz beş dakika.
3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, 2012 yılı Kamu Personeli Seçme
Sınavı sonucuna göre yapılan öğretmen atamalarına ilişkin gündem dışı konuşması
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle 24’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı’nın
ülkemize ve aziz milletimize hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi 7-8 Temmuz 2012 tarihlerinde lisans mezunları için yapılan KPSS
2012 hakkında medya organları aracılığıyla kamuoyuna yansıyan, genel kültür ve
eğitim bilimleri alanlarındaki soruların sızdırıldığı iddiaları, bu sınava
giren milyonlarca gencimiz ve aileleri başta olmak üzere, tüm milletimizi ciddi
anlamda endişeye sevk etmiştir ve ÖSYM’yi bir kez daha tartışmaların odağına
yerleştirmiştir.
Anılan sınavın ilk günü Dicle
Haber Ajansı ve Beyaz Kalem Yayıncılık tarafından İnternet sitelerinden deneme
sınavı formatında yayınlanan bazı soruların sınav öncesinde çalındığı
iddialarına karşılık, ÖSYM Başkanı tarafından aynı gün ve hiçbir inceleme ya da
soruşturmaya gerek duyulmadan kamuoyuna yapılan “Soruların sınava giren aday
veya adayların hafızasında tutarak bazı yayın organlarına servis edildiği,
sonradan zihinde tamamlanmış sorulardan oluştuğu görülmüştür.” şeklindeki
iddiaları örtbas etmeye yönelik açıklamaları da ne yazık ki endişeleri
derinleştirmiştir. Tam aksine, aynı gün saat 21.48’de anılan haber ajansı
tarafından yayınlanan genel kültür yetenek testi ile eğitim bilimleri testine
ait tüm sorularla, 11 Temmuz tarihinde ÖSYM tarafından yayınlanan master
kitapçığındaki soruların dizilişinin ve cevap şıklarının bire bir aynı olması,
bu sınavdaki bazı soruların önceden sızdırıldığının kanıtı olmuştur.
Nitekim, daha sonra ÖSYM
tarafından açıklanan sınav sonuçları ve bu sınavda en başarılı iller
sıralamasına giren iller, sınavla ilgili iddiaları doğrular şekilde olmuştur.
Anılan sınava ilişkin soruların sızdırıldığı ve bazı illerde satıldığı
yönündeki ciddi iddialar soruşturulup açıklığa kavuşturulmadan Millî Eğitim
Bakanlığı tarafından 10 Eylül 2012 günü yapılan öğretmen atamaları yeni birçok
sorunu ve mağduriyeti de beraberinde getirmiştir. İlan edilen 40 bin
kontenjanın yaklaşık 4 bin adedi boş kalmış, daha sonra boş kalan bu
kontenjanlara ek atamalar gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, Sayın Milli Eğitim
Bakanına buradan sormak istiyorum: Bu şaibeli sınava göre yaptığınız öğretmen
atamaları içinize sinmiş midir? Gerekli ayıklamalar yapılmadan gerçekleştirilen
atamalarla mağdur edilen ve hakkıyla yüksek puanlar aldıkları hâlde hiç
atanamayan ya da daha iyi yerlere atanacakken mağdur edilen adayların haklarını
nasıl korumayı düşünüyorsunuz? Bu tür soruları çoğaltmak mümkündür ancak bu atamalarda
hakkıyla görev almış binlerce öğretmen de şaibe altında kalmış ve yeterince
sevinememiştir.
Diğer yandan, bazı branşlarda
kontenjanlar boş kalırken ihtiyaç olduğu gerekçesiyle mezun edilen sınıf
öğretmenlerinin birçoğu bu atamalarda açıkta kalmış, 2000 yılından beri
neredeyse hiç kontenjan ayrılmayan teknik öğretmenler yine atanamamıştır. Bir yandan
mesleki eğitime özendirmeye çalışan Bakanlık, diğer yandan bu öğrencileri
eğitecek meslek öğretmenlerini unutmuştur.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi
bir de hiçbir hazırlık yapılmadan alelacele uygulamaya konulan 4+4+4 eğitim
sistemiyle bazı alanlarda ortaya çıkan öğretmen fazlalığının eritilmesi
amacıyla yapılan alan değişimi uygulamasıyla birçok branş öğretmeninin hakkı
yenmiş, okullar ve öğretmenler âdeta bir kaosun içine itilmiştir. Öğretmenler
arasında ortaya çıkan statü ve maaş farklılıkları giderek büyümüş ve ciddi bir
sorun hâline gelmiştir. Bu nasıl bir planlamadır ve nasıl uygulamadır?
Gerçekten bunu iyi irdelemek gerekir.
Bir yandan, ilgili soru
önergemize cevaben Millî Eğitim Bakanlığı tarafından eylül ayında verilen resmî
cevapta, toplam 144.272 öğretmen ihtiyacının bulunduğu söylenecek, diğer yandan
fen ve teknoloji, matematik, sosyal bilgiler ve Türkçe branşları dışında hiçbir
alanda ihtiyacın olmadığı belirtilecek, diğer taraftan geçen yıl ikinci dönemde
yaklaşık 55 bin öğretmenin ücretli öğretmen olarak görev yaptığı ifade
edilecek, diğer taraftan sınıflar birleştirilerek eğitim verilmeye çalışılacak,
öbür taraftan da öğretmenler kadro yetersizliği nedeniyle atanamayacaklar.
Bunlar yetmiyormuş gibi, son
günlerde, Sayın Bakanın atama isteyen öğretmenleri Eminönü Camisi’nin önünde
yem bekleyen güvercinlere benzetmesiyse ayrı bir talihsizliktir. Kendisini özür
dilemeye davet ediyorum. Derhâl ek öğretmen ataması yapılmalı ve bu
mağduriyetler sona erdirilmelidir.
Son olarak da fen-edebiyat
fakültesi mezunlarının formasyon çilesi sona erdirilmeli ve bir çözüm
bulunmalıdır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) -
Sayın Başkan, söz talepleri var.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın
Başkanım, kısa söz taleplerimiz var.
BAŞKAN – Evet, sisteme girmiş
arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.
Sayın Erdemir…
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Bursa Milletvekili Aykan Erdemir’in, yeni yasama yılına ilişkin
açıklaması
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi yeni yasama yılında toplumsal
uzlaşma ve çözümün adresi olmasını yürekten dilediğimiz yüce Meclisin değerli
üyelerini başarılı ve üretken bir dönem geçirmeleri temennisiyle selamlıyorum.
Gelin, yeni yasama yılında
yüce Meclisimizi çatışmanın değil uzlaşmanın, savaşın değil barışın, kibrin
değil tevazunun, nefretin değil anlayışın, kaba kuvvetin değil nezaketin,
ayrışmanın değil bütünleşmenin, dayatmanın değil müzakerenin, umutsuzluğun değil
umudun, geçmişin değil geleceğin Meclisi yapalım.
Saygılarımla. (CHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Erdemir.
Sayın Tanal…
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, destek kredisi uygulamaları
nedeniyle çiftçilerin mağdur olduklarına ve bu mağduriyetlerinin giderilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çiftçilerimizin sesini
Hükûmet yetkililerine duyuruncaya kadar aynı soruyu her gün tekrar edeceğim.
Şanlıurfa, Aksaray ve
Diyarbakır illerimizde 2011 yılı hububat desteklemelerine bloke konulmuştur. Bu
sebeple çiftçilerimiz mağdur olmuştur. Bu mağduriyete Sayın Bakanın son
vermesini talep ediyoruz.
İki: Geçtiğimiz yıllarda
desteklerini alan çiftçilerimizin incelemeler neticesinde almış oldukları
miktarın faiziyle birlikte iade edilmesi de istenmektedir. Bu, iade edilse bile
5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 23’üncü maddesi uyarınca beş yıl süreyle
destekleme programından yararlandırılmamaktadır. Bu mağduriyete son verilmesini
talep ediyorum. Son iki yıldır ürünlerinde zarar eden çiftçilerimiz son yaşanan
müstahsil makbuzlarıyla birlikte darbe almış ve borcunu ödeyebilmek için
bankaların yolunu tutmuştur. Bu nedenle, son günlerde bankalardan kredi alan
çiftçilerimiz borcunu ödeyememektedir.
Hükûmet yetkililerinin bunu dikkate almasını
arz ediyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Serindağ…
3.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ’ın, yeni yasama yılının hayırlı
olmasını dilediğine, Gaziantep esnafının ve üreticisinin zor durumda olduğuna
ve bu mağduriyetlerini giderecek önlemlerin alınması gerektiğine ilişkin
açıklaması
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de yeni yasama yılının
hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın Başkan, Antep fıstığı
Gaziantep için çok önemli bir üründür. Geçen sene 12 liraya satılan kırmızı
kuru kabuklu fıstık bu sene 7-8 liraya satılamamaktadır. Pamuk geçen seneye
göre yüzde 20 daha az fiyatla satılmaktadır, üstelik alıcısı da yoktur. Üzüm
geçen sene 120 kuruşa satılıyorken, üretici 120 kuruşa üzüm satarken bu sene
40-45 kuruşa satmaktadır çünkü geçen sene üzüm ihraç edilebiliyordu, şimdi üzüm
ihracatı yoktur.
Gaziantep’te küçük esnaf
perişandır. Suriye olayları esnafı perişan etmiştir. Bu nedenle, yüce Meclisin
mutlaka Gaziantep esnafının ve üreticisinin mağduriyetini giderecek önlemler
almasını Hükûmete tavsiye etmesini diliyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Doğru…
4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, yeni yasama yılının hayırlı
olmasını dilediğine, 1 Ekim Dünya Çocuklar Günü’ne ve çocukları sigara, alkol,
uyuşturucu ve İnternet bağımlılığından korumak gerektiğine ilişkin açıklaması
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Yeni yasama yılının ülkemize,
milletimize hayırlı olmasını temenni ederim.
1 Ekim Dünya Çocuklar Günü’nü
kutluyorum. Çocuklarımız geleceğimiz, her şeyimizdir. Onların daha iyi
şartlarda yetişmesi, güvenli bir ülkede yaşamaları bizim görevimizdir.
Çocuklarımıza, geleceğimize umutla bakan bir Türkiye bırakmalıyız.
Önümüzdeki yıllarda bütün
ailelerin önüne gelecek olan bağımlılık konusuna dikkat çekmek istiyorum.
Ülkemizde sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığı gün geçtikçe artıyor.
Çocuklarımızı bunlardan korumak için gerekli tedbiri almak mecburiyetindeyiz.
Bir ikinci konu da,
çocuklardaki İnternet bağımlılığı konusudur. İnternet bağımlılığı da gün
geçtikçe artmaktadır. Çocukların başarısızlıklarının en büyük sebeplerinin
başında İnternet oyunları ve İnternet bağımlılığı gelmektedir.
Meclisimizin bu yönde olarak
çalışmalar yapmasını bekliyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Doğru.
Sayın Özcan…
5.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, Bolu’da gübreden elektrik üretme
amaçlı tesis kurmak isteyen firmaya ilişkin açıklaması
TANJU ÖZCAN (Bolu) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, benim seçim
bölgem olan Bolu’da, bir firma EPDK’dan yetki belgesi alarak –Çin ortaklı bir
firma- bir süredir gübreden elektrik üretme amaçlı bir tesis kurma arayışında.
Yalnız, buna ilişkin Bolu’da çok ciddi bir direniş var. Sebebi de şu: Yapılmak
istenen tesis yerleşim bölgeleri içine yapılmak isteniyor. Dolayısıyla, böyle
bir tesisin koku, çevreye vereceği zarar ve yer altı sularına vereceği zarar
konusunda kimse kimseyi aydınlatamaz durumda. Bu tesisin henüz Türkiye’de
örneği de yok, yurt dışında birkaç yerde yapılmış; incelediğimizde, hepsi
yerleşim yerlerinin oldukça dışına yapılmış ve çok ciddi kurallarla ruhsat kendilerine
verilmiş. Ancak Bolu Valiliği böyle bir tesisle ilgili “ÇED raporuna gerek
yoktur.” şeklinde bir cevap vermiş firmaya. Bir ÇED raporu dahi istenemiyor bu
firmadan. Bu firmanın AKP’nin üst düzey yöneticilerinden birisinin yakınının,
yeğenlerinin firması olduğu yönünde yaygın bir rivayet var. Sayın Bakana sormak
istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Özcan.
Sayın Yeniçeri…
6.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, yeni yasama yılına ilişkin
açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yeni yasama yılının yüce Türk
milletine, Türk İslam dünyasına ve bütün insanlığa barış getirecek çalışmalar
yapmasını diliyorum.
Umuyorum ki yüce Meclis
barışı sağlayan, terörü kahrederek yok eden, insanlığı yücelten, milletimizin
refahını artıran yasalar çıkarır ve kararları alır.
Yine umuyor ve diliyorum ki
yapılan çalışmalar, fitnenin olduğu yere kardeşliği, hukuksuzluğun olduğu yere
adaleti, yoksulluğun olduğu yere zenginliği, zulmün olduğu yere merhameti,
acımasızlığın olduğu yere insafı götürür.
Yeni yasama yılında herkese
sağlık ve başarılar diliyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Yeniçeri.
Sayın Demiröz…
7.- Bursa Milletvekili İlhan Demiröz’ün, 2012 yılında yapılan ahududu
ithaliyle ilgili bilgi almak istediğine ilişkin açıklaması
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın
Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Bir gün Bakanlar Kurulu
sıralarında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanını görmek dileğiyle sormak
istiyorum.
Bursa merkez köylerimizde
-Gözede, Alaçam, Kızık köylerinde- Türkiye üretiminin yüzde 80’i olan, ahududu
üretimi yapılmaktadır. 2011 yılında 4-4,5 TL/kilogram olarak satışa sunulan
ahududu bu yıl, 2012 yılında dalında kaldığı gibi 1-1,5 TL/kilogramdan alıcı
buldu.
Sorum şudur: 2012 yılında
hangi ülkelerden, ne kadar, hangi aylarda, kaç TL’ye ahududu ithal edildi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Demiröz.
Sayın Dağoğlu…
8.- İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, çocuklara aydınlık bir
gelecek bırakmak için tüm ulusların dayanışma içinde olması ve sivil toplum
kuruluşlarının uzmanlığından yararlanılması gerektiğine ilişkin açıklaması
TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkelerin geleceklerinin inşasında
çocukların rolü yadsınamaz. Özgür ve evrensel değerleri benimsemiş olan
çocukların, yarının karar alıcı pozisyonlarına geldiklerinde ülkeler ve hatta
kıtalar arasındaki sınırları aşacaklarına inanıyorum.
Günümüzde çocuk işçiliği,
bebek ölümleri, yoksulluk, aile içi şiddet, okullaşma oranları ve savaşlar gibi
birçok sorun dünya çocuklarının refahını doğrudan etkilemekte, dünyaya çocuk
masumiyetiyle bakmalarını önlemektedir. Bir çiçek gibi bakım ve ilgi bekleyen
ve insan neslinin devamını sağlayacak olan çocuklarımızın önünde pespembe bir
tablo yok. Türk Neonatoloji Derneğinin Başkanı olarak onlara aydınlık yarınlar
bırakmanın, tüm ulusların dayanışma içinde ve ilgili sivil toplum
kuruluşlarının da uzmanlığıyla gerçekleştireceği bir hedef olmasını
canıgönülden temenni ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Işık…
9.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın, yeni deprem riski
haritasına göre en riskli bölge olarak görülen Erzincan’da kamu binalarının,
özellikle hastane binasının güçlendirilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MUHARREM IŞIK (Erzincan) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkanım, biliyorsunuz
yeni bir deprem risk haritası açıklandı. Burada, açıklanan haritada Erzincan
yine en riskli bölge olarak göründü. Erzincan’da özellikle bir hastanemiz,
araştırma hastanesi ve devlet hastanemiz var. Devlet hastanemizin kapanması
gündemde, bir yatırım yapılmadığı için.
Ayrıca, yeni yapılan
üniversite alanının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Köylerimize 92 depreminden
sonra hiçbir araştırma, çalışma yapılmadı. Bununla ilgili ciddi çalışma yapılması
gerektiği konusunda fikirlerimizi söylüyoruz. Bu konuda, Erzincan’ın deprem
risk haritasının yeniden gözden geçirilerek, kamu binalarının da yeniden gözden
geçirilerek ve en önemlisi de 92’de yaşanan hastane yokluğundan dolayı çekilen
zorlukların yaşanmaması için hastanemizin güçlendirilerek devam etmesini
istiyoruz.
Saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Işık.
Sayın Şandır…
10.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin’deki kayısı
üreticilerinin de zor durumda olduğuna ve kayısı üreticilerine destek verilmesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin)- Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Veli Ağbaba’nın ifade
ettiği gibi kayısı üreticileri gerçekten zorda ama yalnız Malatya’da değil,
Mersin’de de zorda.
Kayısı bize ait bir ürün yani
ülkemizin -bir anlamda- millî bir ürünü; korunması gerekir, desteklenmesi
gerekir. Kayısı üreticileri, şeftali üreticileri, narenciye üreticileri
maalesef her sene bir sebepten dolayı zarar etmektedir ve bahçelerini kesmek
durumunda kalmaktadırlar.
Mersin’in Mut ilçesinde
kayısı üreticileri gerçekten toprağı altına dönüştürmekteler. Bu insanları
desteklemek gerekiyor. Hükûmetten, kayısı üreticilerine destek vermesini,
özellikle de pazarlama desteği vermesini talep ediyorum.
Söz verdiğiniz için size de
teşekkür ederim Sayın Başkan, saygılar sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim,
Sayın Şandır.
Başka söz isteyen
arkadaşlarımız da var, onlardan özür diliyoruz, 10 kişiye söz veriyoruz.
Dolayısıyla, şimdi gündeme
geçiyorum ve Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır,
okutuyorum.
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü ve 19 milletvekilinin, Ergene
Nehri’ndeki kirliliğin boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/355)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Yıldız dağlarından doğup
Meriç nehrine kadar yaklaşık 300 km boyunca bütün Trakya'yı kateden Ergene
nehri son yıllarda giderek artan yoğun kirliliği sebebiyle sürekli gündeme
gelmektedir. Tekirdağ, Kırklareli, Edirne illeri ve bunlara bağlı ilçelere ait
yerleşim alanlarını kapsayan bölgede yer alan Ergene nehrinin çevresinde 1
milyonu aşkın insan yaşamaktadır. Yine, Trakya bölgesinde sanayileşmenin en
yoğun olduğu bölge burasıdır. 90’lı yıllarda kirlenmenin arttığı uzmanlarca
tespit edilen Ergene nehrinin bugün itibarıyla yararlı kullanımı ortadan
kalktığı gibi telafisi mümkün olmayan zararlara yol açmıştır. Nehrin su
kalitesi ise "çok kirli su" olan hiçbir durumda kullanılmayacak 4.
Sınıf su niteliğindedir. Ergene’de kurşun, cıva, kadmiyum, kobalt, bakır, gibi
ağır metaller ve arsenik gibi sayısız kimyasal maddeler de tespit edilmiştir.
Binden fazla fabrikanın çevrelediği Trakya'ya hayat veren Ergene nehri, artık
kendi renginde akmadığı gibi zehir saçmaktadır.
Dolayısıyla, sorun sadece su
kirliliği değildir. Toprak ve o toprakta yaşayan canlılar su kirliliğinden
payını almaktadır. Kirlilik nedeniyle çevrede kanser vakalarının arttığı ve
ölümler yaşandığı bilimsel araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Bölgede tarım çok
önemli olup yörede en fazla ekilen ürünler buğday, ayçiçeği, pirinç,
şekerpancarı, mısır, çeltik, kabak çekirdeği ve sebzedir. Tarım da bu
kirlilikten yoğun olarak etkilenmektedir. Tüm Türkiye'nin ayçiçeği üretiminin
yüzde 63'ü, pirinç üretiminin yüzde 44'ü, buğdayın yüzde 10'unun bu bölgede
gerçekleştiği düşünüldüğünde sorunun sadece Trakya'nın sorunu olmadığı da
anlaşılacaktır.
Ergene nehri kirliliği
üzerinde, siyasiler, bilim adamları, uzmanlar, sivil toplum kuruluşları aynı
uyarıları yapmakta ve acilen önlem alınmasını sürekli dile getirmektedir. Konu
siyasetin ve siyasi bakışın dışında bir konudur. Bölgede yaşayan ve kirlilikten
etkilenen insanlarımızın ve çocuklarımızın hangi siyasi partili oldukları hiç
önemli değildir. Yöneticilik ve devlet adamlığı budur. Ancak başta Başbakan
Erdoğan olmak üzere Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Ergene konusunda
yaptıkları açıklamalarda kamuoyunu yanıltarak Ergene nehri üzerindeki tüm
belediyelerin CHP’li olduğunu iddia ederek kirlilikten dolayı CHP’li
belediyeleri suçlamaktadırlar. Fakat bölgede yer alan belediyeler farklı
partilerden olmakla birlikte, sorun çok su kullanımına dayalı hızlı ve
kontrolsüz sanayidir. Bunun kirlilikten başka bir sonucu da Trakya'nın yeraltı
sularını da tüketmesidir. (450 m seviyesinde) Durum bu kadar vahimken soruna
ayrımcılık yaparak yaklaşmak bu derece vahim tablodan siyasi rant sağlamaya
çalışmak kabul edilmez bir davranıştır.
Konunun daha etkin, bilimsel
ve çağdaş çalışmalarla ele alınması gerekmektedir. Bu sebeple başta Trakya
olmak üzere Türkiye için de önemi büyük olan Ergene nehrindeki kirlilik siyasi
malzeme yapılmayacak kadar ciddi bir yaradır.
Bu nedenlerden ötürü, Ergene
nehrindeki kirliliğin boyutlarını tüm yönleriyle ortaya koymak ve alınabilecek
önlemleri belirlemek amacıyla Anayasanın 98, İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri
uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını saygıyla arz ederiz.
1) Emre Köprülü (Tekirdağ)
2) Recep Gürkan (Edirne)
3) Kemal Değirmendereli (Edirne)
4) Osman Aydın (Aydın)
5) Faik Öztrak (Tekirdağ)
6) Ali Sarıbaş (Çanakkale)
7) Turgut Dibek (Kırklareli)
8) Mahmut Tanal (İstanbul)
9) Candan Yüceer (Tekirdağ)
10) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
11) Gürkut Acar (Antalya)
12) Veli Ağbaba (Malatya)
13) Erdal Aksünger (İzmir)
14) Muharrem Işık (Erzincan)
15) Namık Havutça (Balıkesir)
16) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
17) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
18) Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
19) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
20) Rahmi Aşkın Türeli (İzmir)
2.- Kars Milletvekili Mülkiye Birtane ve 21 milletvekilinin, 2000
yılındaki “Hayata Dönüş” olarak adlandırılan operasyonların gerçek boyutlarının
ve sorumlularının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/356)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
19 Aralık 2000 tarihinde
"Hayata Dönüş" olarak adlandırılan ve onlarca tutuklunun ölümü ile
sonuçlanan cezaevleri operasyonlarının asıl sorumlularının bulunması;
planlayanlar, yönetenler ve bizzat katılanlar hakkında soruşturma açılarak bu
kişilerin yargı önüne çıkarılması ve operasyonların gerçek boyutlarının bütün
açıklığıyla kamuoyu ile paylaşılması için Anayasa'nın 98. ve TBMM İç Tüzüğü'nün
104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz
ve teklif ederiz
1) Mülkiye Birtane (Kars)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat (Batman)
8) İdris Baluken (Bingöl)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10) Emine Ayna (Diyarbakır)
11) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan Tan (Diyarbakır)
13) Adil Kurt (Hakkâri)
14) Esat Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Sebahat Tuncel (İstanbul)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
"Hayata Dönüş"
olarak adlandırılan cezaevleri operasyonları ile ilgili adil bir yargılama
süreci işlemediği gibi, asıl sorumlular hakkında tek bir dava bile
açılmamıştır. Üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen, aydınlatılmamış olan bu
olaylarla ilgili son olarak, Bayrampaşa Cezaevine yönelik olan kısmında, olay
yeri tutanağındaki imzaların sahte olduğu ortaya çıkmış, bu durum dikkatleri
yeniden bu operasyonlara çekmiştir. 12 mahkûmun öldüğü, 77 mahkûmun yaralandığı
Bayrampaşa Cezaevindeki olaylarda, mahkûmların birbirlerine ateş ederek,
birbirlerini yakarak öldürdükleri öne sürülüyordu. Üstelik mahkûmlar, imzaların
sahte olduğu bu tutanak doğrultusunda yargılanmış, olayların gerçek boyutlarını
ortaya koyan belgeler bulunmasına rağmen bunlar önemsenmemiştir. Son gelişmelere
bakıldığında, başından beri yargı süreci geciken ve adaletin yerini bulmadığı
ilgili davaların, gerçek olmayan belgeler ve ifadeler üzerinden yürütülmüş
olduğu anlaşılmaktadır.
F tipi cezaevlerini hayata
geçirmek için 19-22 Aralık 2000 tarihinde cezaevlerinde gerçekleştirilen
"Hayata Dönüş" operasyonu, katliam derecesine varacak bir boyutta
neticelenmişti. 20 cezaevine yapılan operasyonlar sonucunda 30 kişi, sonrasında
ise açlık grevlerinde 120 tutuklu daha hayatını kaybetmişti. Operasyon sırasında
meydana gelen olaylardan daha çok tutuklu ve hükümlüler sorumlu tutulmuş,
haklarında açılan davalar kısa sürede neticelendirilmiş ve cezalar verilmişti.
Oysa operasyon talimatının kimler tarafından verildiği, nasıl planlandığı ve
müdahaleyi yapan kolluk kuvvetlerinin kimlerin komutasında hareket ettiği
açıktı. Ancak davalarda bu sorumluların isimleri gizlenmiş, müdahalenin kimler
tarafından yapıldığı olay yeri tutanaklarında ya yazılmamış ya da yanlış sicil
numaraları yazılmıştır. Olaylar sırasında hayatını kaybeden Uzman Çavuş
Nurettin Kurt'un da tutuklular tarafından vurulduğu açıklanmış, otopside ise
ölüme yol açan yaralanmaya "yüksek kinetik enerjili bir silahın"
sebep olduğu belirlenmişti. Aynı şekilde raporda, ölüme yol açan silahın, sadece
Kalaşnikof ya da G-3 piyade tüfeği olabileceği belirtilmişti.
Yine olaylarda, tutukluların
koğuşlarda bulunan piknik tüplerini, kolluk kuvvetlerine karşı patlayıcı olarak
kullandığı ileri sürülmüştü. Yapılan incelemede koğuştaki bütün tüplerin boş,
çizilmemiş ve issiz olduğu saptanmıştı. Üstelik bu asılsız olduğu tespit edilen
iddialar neticesinde, cezaevlerinde merkezi mutfak sistemine geçilmiş, bu da
cezaevlerinde yeni bir hak ihlalleri zinciri oluşturmuştur. Dönemin Adalet
Bakanı tarafından, hayatını kaybeden tutukluların, askerlerle çatışmaya girdiği
ve bazı ölümlerin ise tutuklular arasındaki çatışmadan çıktığı ileri sürülmüş
olunsa da, adli tıp uzmanlarının raporları bu iddialarının asılsız olduğunu
ortaya koymuştu. Raporlara göre, koğuşlardan ateş edilmemiş, öldürücü dozun
üzerinde gaz bombası kullanıldığı belirtilmişti.
Kadın tutukluların ise
güvenlik görevlilerinin kullandığı göz yaşartıcı ve gaz bombalarının çıkardığı
yangında öldükleri belirlenmişti. Adli tıp uzmanlarının raporunda, yanarak ölen
kadınların giysi parçaları ve ciltlerinde yanıcı olan solvent maddelerinin
bulunduğunun tespit edildiği öne sürülmüştü. Kömüre dönmüş koğuşlarda yapılan
aramalarda silah bulunmadığı da açıklanmıştı. Bilirkişi raporunda ayrıca
tutukluların bulunduğu taraftan güvenlik görevlilerinin bulunduğu yöne doğru
ateş açılmadığı, atışların dışarıdan içeriye doğru yapıldığı belirtilmişti.
Müdahil avukatlar, işkence ve
zalimane davranış suçlarında, suçun insanlığın ortak değerlerine karşı işlenmiş
olması açısından, zamanaşımının işlemeyeceğini belirtmişlerse de davanın sonucu
değişmemiştir. Ayrıca Operasyonu planlayanlar, yönetenler ve bizzat katılanlar
hakkında soruşturma dahi açılmamıştır. Kamuoyu baskısını gidermek amacı ile
ancak operasyon sırasında ihtiyat görevinde bulunan bir kısım asker ve görevli
hakkında göstermelik davalar açılmıştır. Katliamın üstü örtülerek unutturulmaya
çalışılsa da, operasyonun açığa çıkmış ve çıkmakta olan boyutları, yaşananların
bir hukuk skandalı olduğunu göstermektedir. Son olarak ortaya Bayrampaşa
Cezaevi ile ilgili ortaya çıkan gelişmeler de göz önünde bulundurularak,
sorumlulardan tek bir kişinin dahi ceza almadığı; mağdurların ve kamu vicdanını
kanatmaya devan eden "Hayata Dönüş Operasyonu"nun üzerine cesaretle
ve kararlılıkla gidilmesi için meclis araştırması açılması gerekli
görülmektedir.
3.- Antalya Milletvekili Gürkut Acar ve 24 milletvekilinin, elektrik
enerjisi alanında yanlış uygulanan politikalar nedeniyle yaşanan sıkıntıların,
hidroelektrik santrali projeleri ve Oymapınar Hidroelektrik Santrali’nin
durumunun ve özelleştirme uygulamalarının yol açtığı sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/357)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye'nin elektrik enerjisi
alanında yanlış uygulanan politikalar nedeniyle yaşadığı sıkıntılar,
hidroelektrik santrali projeleri ve Eti Alüminyum A.Ş. özelleştirmesi
kapsamında bedelsiz verilen Oymapınar Hidroelektrik Santralı'nın durumunun
araştırılması, verimli ve ulusal bir enerji politikasının oluşturulmasını
sağlayacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98, TBMM İçtüzüğü'nün
104 ve 105'inci maddeleri kapsamında Meclis Araştırması açılması konusunda
gereğini arz ederiz.
1) Gürkut Acar (Antalya)
2) Ali Sarıbaş (Çanakkale)
3) Veli Ağbaba (Malatya)
4) Aytun Çıray (İzmir)
5) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
6) Erdal Aksünger (İzmir)
7) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
8) Muharrem Işık (Erzincan)
9) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
10) Namık Havutça (Balıkesir)
11) Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
12) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
13) Mehmet Ali Susam (İzmir)
14) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
15) Rahmi Aşkın Türeli (İzmir)
16) Osman Kaptan (Antalya)
17) İhsan Özkes (İstanbul)
18) Doğan Şafak (Niğde)
19) Mahmut Tanal (İstanbul)
20) Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
21) Ahmet Toptaş (Afyonkarahisar)
22) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
23) Turgut Dibek (Kırklareli)
24) Hurşit Güneş (Kocaeli)
25) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
Gerekçe:
Türkiye ekonomisinin sağlıklı
büyümesi ve istihdam yaratabilmesi için enerji girdi maliyetlerini düşürmesi
önemli bir zorunluluktur. Ancak, girdilerin düşürülmesi bir yana, enerji
ithalatı nedeniyle Türkiye'nin dış ticaret açığı ekonomiyi krize sokacak boyutlara
çıkmaktadır.
Enerji alanının başta
elektrik olmak üzere serbest piyasaya açılması, kamunun bu alana yatırım
yapmasının yasaklanması, 10 yıllık dönemde Türkiye'nin lehine sonuçlar
doğurmamıştır. Fiyat istikrarı ve arz güvenliği sağlanamamış, gerekli yatırımlar
gerçekleştirilememiş, Türkiye'nin elektrikte yabancı kaynaklara bağımlılık
oranı azaltılamamıştır. Türkiye doğalgaza bağımlı elektrik üretimini
sürdürmektedir. Doğalgaz anlaşmaları da "gizlilik" gerekçesiyle
kamuoyundan ve TBMM'den gizlenmekte, başka ülkelerde yöneticiler bu anlaşmalar
nedeniyle yargılanırken, Türk halkı anlaşmalarda kendi aleyhine bir hüküm
bulunup bulunmadığını öğrenememektedir.
Bu temel yanlışların yanı
sıra özelleştirme uygulamaları nedeniyle de Türkiye'nin kaynakları verimli ve
halkın yararına kullanılamamaktadır. Türkiye'nin en büyük barajlarından biri
olan ve Manavgat Irmağı üzerinde kurulu Oymapınar Barajı, 305 milyon dolarlık
Seydişehir Eti Alüminyum Özelleştirmesi kapsamında bedelsiz verilmiştir.
Danıştay, bu durum nedeniyle özelleştirme işlemini iptal etmesine karşın,
Hükûmet, Danıştay kararını uygulamak yerine, fabrika ve barajı geri alabilmek
için asliye ticaret mahkemesine başvurmuştur.
Bu arada, Özelleştirme
İdaresi, Elektrik Üretim A.Ş.'ye ait bazı hidroelektrik santrallerinin işletme
haklarının 49 yıllığına devrini öngören ihaleler yapmaktadır. Bu ihalelerde 1
megavatlık kurulu güç için 4-5 milyon dolar verilirken, 540 megavat kurulu güce
sahip ve bu ihalelerde ortaya çıkan fiyatlarla 49 yıllık işletme bedeli 2 milyar
doları aşan Oymapınar HES'in bedelsiz devri, kamu çıkarına aykırıdır. Ayrıca,
bedelsiz olarak verilen Oymapınar HES üzerinden sisteme özelleştirme bedeli
kadar elektrik satışı gerçekleşmiştir. Devlet bir anlamda, değeri 2 milyar
doları aşmasına karşın bedava verdiği santralden parayla elektrik satın
almıştır.
AKP'nin işbaşında olduğu 10
yıllık dönemde ithal kaynaklı elektrik üretiminin toplam elektrik üretimi
içindeki payı azaltılamamıştır. Türkiye'nin kömür potansiyeli atıl bekletilip,
ithal kömürle elektrik üretimi teşvik edilmiştir. Güneşten birçok ülke ciddi
elektrik üretimi yaparken, Türkiye bu konuda hiçbir gelişme sağlayamamıştır.
Türkiye, su dışındaki yenilenebilir kaynaklarını yeterli ve istenilen düzeyde
değerlendirememiştir. Fiyat istikrarı sağlanamaması nedeniyle sürekli zamlar
gündeme gelmiş, üreticimize, sanayicimize rekabet avantajı sağlayacak fiyatla
elektrik sunulamamıştır. Kayıp kaçak oranlarının düşürülememesi nedeniyle
faturasını düzenli ödeyen vatandaşa bir de kayıp kaçak bedeli yüklenmeye devam
edilmiştir. Arz güvenliği konusunda ciddi riskler bulunmakta, özellikle yaz
aylarında bazı bölgelerde kesintiler yaşanmaktadır.
Bu nedenlerle, elektrik
üretimi konusunda yaşanan sorunlar ile özeleştirme uygulamalarının yol açtığı
sorunların belirlenmesi, üreticilerimize, sanayicimize ve vatandaşımıza ucuz ve
kesintisiz elektrik sağlamanın yolunu açacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla
“Meclis araştırması” açılması gerekli görülmektedir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler, gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Alınan karar gereğince, sözlü
soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri İle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı
ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S.
Sayısı: 287)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, Toplu
İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567)
(S. Sayısı: 197) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Komisyon raporu 197 sıra sayı
ile bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan
karar gereğince, bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp
maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve
bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Sayın İdris Baluken, Bingöl Milletvekili.
Buyurun Sayın Baluken. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN
(Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş
İlişkileri Kanunu Tasarısı hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, yeni yasama
döneminin tüm ülkemize, memleketimize hayırlı, uğurlu olmasını temenni
ediyorum. Mecliste kavga eden, tartışan, kıran, döken ve çözüm üretmeyen bir
çalışma zemini yerine, yeni dönemde ülkenin gerçek sorunlarına cesurca
yaklaşan, bu konuda kararlı irade ortaya koyan bir çalışma beklentimizi buradan
ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, çalışma hayatı, mevcut hâliyle 1980 askerî darbe döneminden
kalan, darbenin yasakçı ve otoriter zihniyetini taşıyan 2821 ve 2822 sayılı
yasalarla düzenlenmektedir. Bu yasalar, özellikle çalışma hayatına ilişkin
olarak çalışanlar nezdinde olması gereken pek çok hak gasbını içeren,
örgütlenmenin önüne engeller koyan, grev hakkında “genel kamu yararı” gibi
kapsamı belirsiz ve grevi engellemek için yoruma açık olan maddeleri
barındırarak, çalışma hayatının dizaynını da 80 askerî darbesinin genel ruhu
içerisinde ele almıştır.
Değişen ekonomik yapılar,
gelişen örgütlenmeler, bilgiye erişimin kolaylaşması, darbe zihniyetini taşıyan
söz konusu yasaların çalışma hayatı için artık engel teşkil ettiği konusunda
toplumumuzda genel bir kanı uyandırmıştır.
(x) 197
S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bununla birlikte, özellikle
2010 yılındaki referandumda ve yeni anayasa süreçlerinde toplu sözleşme,
sendikal örgütlenme ve grev hakkının yeniden, daha özgürlükçü, daha fazla
emekçiden yana bir şekilde yasalaştırılacağı sözlerini veren ve ileri demokrasi
havariliği yapan AKP, önümüzdeki Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nı mevcut
hâliyle Genel Kurula getirerek sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev
hakkına ilişkin 80 askerî darbe döneminden kalan yasakçı zihniyetin devamı olan
bir yaklaşımın da sahibi olduğunu tekrar tüm halkımıza göstermiştir. Gerek
toplu sözleşme yapabilme şartlarındaki değişiklikle gerekse sendikal
özgürlüklerin kısıtlanmasıyla grev hakkının yok edilmeye çalışılmasıyla, Toplu
İş İlişkileri Yasa Tasarısı, hak ve özgürlük arayışlarına nefes aldırmak bir
yana, 80 darbe ruhunun çalışma hayatı üzerindeki etkisinin devam etmesine de
yol açacaktır. Oysaki hem referandum döneminde hem de yeni anayasa ile
vadedilen sözleşme, grev ve örgütlenme özgürlüğü talepleri, toplumun büyük
kesimi ve çalışanlar tarafından herkese sendika kurma ve sendikaya üye olma
hakkı verilmesi, sendikaların kendi iç işleyişlerini, faaliyetlerini serbestçe
düzenleyebilme yetkisi, kendi yöneticilerini serbestçe seçebilme hakkına sahip
olması, çok düzeyli toplu pazarlık ve toplu sözleşme düzeninin kurulması, iş
kolu barajı ve işletme barajının kaldırılması, iş yeri barajının düşürülmesi,
toplu iş sözleşmesi önündeki engellerin kaldırılması, sendikaların çalışanların
tümünü temsil eden örgütler olarak tanımlanması, grev yasakları ve bunun
önündeki engellerin kaldırılması gibi örgütlenme özgürlüğünü içeren, toplu
sözleşme yapmayı kolaylaştıran ve etkisini genişleten, grev hakkını işçinin
yaptırım gücü ve doğal hakkı olarak gören temel bazı değerler üzerinden
şekillenmekteydi.
Değerli milletvekilleri, tüm
bu süreçler içerisinde yeni anayasadaki talepler, referandumda verilen sözlere
rağmen AKP’nin, genel olarak iş gücünü esnekleştirici yaklaşımlarla işsizler
ordusu içerisinde az bir kısım dâhilinde nitelikli ucuz iş gücü yaratarak,
özelleştirmelere tavan yaptırarak, zamlarla toplumdaki orta ve alt gelir
seviyesine sahip toplumsal kesimleri -deyim yerindeyse- yok etmeye çalışarak
Türkiye toplumunun siyasi ve ekonomik sürdürülebilir yaşamsallığına bir dinamit
döşediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktadan hareketle, AKP, emeğin
sömürülmesi plan ve programları dâhilinde olan bir yasa tasarısı ile önümüzde
durmaktadır.
Toplu İş İlişkileri Yasa
Tasarısı’nı adıyla bile burada özgürce tartışmak gerekir çünkü özellikle,
19’uncu yüzyıldan itibaren işçilerin ve emekçilerin mücadelesiyle şekillenen
çalışma hayatına giren sendika, grev ve toplu sözleşme tanımlamalarının bu
yasanın adı belirlenirken bile özenle kullanılmadığı gibi bir gerçeklik var
ortada. Oysaki, bizler, AKP’nin yeni bu tanımlamalarının salt tanımlama
olmadığı, bunun yanı sıra ekonomik birtakım amaçları da içerdiğini biliyoruz.
AKP, özellikle Toplu İş
İlişkileri Yasa Tasarısı’yla beraber sendikal özgürlüklerin kısıtlanması ve
sendikal örgütlenmenin devlet denetimine alınması, grev hakkının aşındırılması
yoluyla belli bir evreden sonra kullanılamamasını, sendikaların toplu sözleşme
yapma yetkilerini elinden alarak sendikasız, örgütlenmemiş ve işveren
karşısında güçsüz iş gücünü yaratmayı amaçlamaktadır.
AKP’nin demokrasiden anladığının
bir tek Başbakanın kullandığı “ileri demokrasi” kavramı olduğunu ve bunun
altının da yeterince doldurulmadığını bütün Türkiye halkı çok iyi biliyor.
Özellikle endüstriyel hayatı ilgilendiren çalışma yaşamı endüstriyel demokrasi
kavramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, AKP’nin ileri demokrasisinin Genel
Kurula getirdiği bu yasa tasarısı kapsamında da demokrasiye uğramadığını açıkça
ifade edebiliriz.
Öncelikle şunu belirtmek
gerekiyor ki, çalışma hayatında demokratik birtakım temelleri net olarak ortaya
koymak gerekiyor. Burada üç sacayağından bahsetmek gerekir: Çalışma hayatında
grev, toplu sözleşme ve örgütlenme özgürlüğü, çalışma hayatının hak ve özgürlük
talepleri için olmazsa olmazlardır. Önümüze getirilen yasa tasarısı
incelendiğinde, toplu sözleşme yapma yetkisinin barajlarla, yetki alma şartları
ile binbir zorluğa tabi tutulduğu görülecektir. Aynı şekilde, örgütlenme
özgürlüğü devlete bağımlı olma mecburiyeti olarak vücut bulmaktadır.
Son olarak ise grev hakkıyla
ilgili ara buluculuk ve daha birçok engellemeyle imkânsız hâle getirilmektedir.
Dolayısıyla, burada, genel olarak toplumsal sorunlara “ileri demokrasi”
söylemiyle yaklaşan ancak bunun altını doldurmayan bir AKP pratiğinin, aynı
şekilde çalışma hayatında da karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.
Değerli milletvekilleri,
önümüzde bulunan bu yasa tasarısının ilgili maddeleriyle sendikal örgütlenmenin
aksamaya sebep olması kaçınılmazdır. Sendikaların yönetim kurullarının
sayılarını bile belirleme amacında olan bir yasa tasarısının, sendikal
örgütlenme ve sendikal özgürlükle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Halbuki gerek
uluslararası normlar gerekse de sosyal devlet olmanın gereği, sendikal
özgürlükler ve örgütlenmenin önünün açılmasına çalışma hayatı açısından
vazgeçilmez olarak yaklaşmaktır.
Toplu İş İlişkileri Yasa
Tasarısı’nın bir başka düzenleme alanı ise, sendika kurma ve üye olma üzerine
kuruludur. Bu alana ilişkin maddeler incelendiğinde amaçlanan, çalışanların
geniş yelpazede örgütlenmelerine yönelik daraltıcı bir düzenlemeyi ortaya koymaktır.
“Birden fazla sendikaya üye olmama” ibaresi, çalışanların daha güçlü bir
şekilde toplu sözleşme masasına oturma şanslarının elinden alınmak
istenmesidir.
Ayrıca, sendikaların iç
işleyişleri ile belirlemeleri gereken teamüller kamu otoritesinin yetkisine
bırakılarak sendikal özgürlüğün yerinde –deyim yerindeyse- yellerin esmesini
sağlamayı getiren bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuzu belirtmek
gerekiyor. Sendikaya üye olma durumunun dar bir kapsamda ele alınması da
çalışma hayatından, özellikle evde çalışanlar, stajyerler, çıraklar ve
emekliler gibi pek çok çalışma alanını bu mücadeleden uzak tutmayı amaçladığını
buradan söyleyebiliriz. Bu hâliyle bile, özellikle Uluslararası Çalışma
Örgütünün 87 sayılı, sendika özgürlüğünü düzenleyen Sözleşmesi’ne aykırı bir
durumun varlığını belirtmek gerekiyor.
Toplu İş İlişkileri Yasa
Tasarısı’nda yer alan ve “sendika” kavramını tanımlayan maddeyi
incelediğimizde, sendika üyeleri ile sendika arasındaki ilişkinin emek
süreçleri dışına taşamayacağı gibi bir kısıtlamayı görüyoruz. Çalışanı sırf
emeğinden ibaret görmek ve böylesi bir anlayışı devam ettirmek, bunu getiren
bir kısıtlama talebini kabul etmek, çalışanın bir insan ve bir sosyal varlık
olduğunu gözden kaçırmakla eş değerdir. Sendikalaşmanın bir sosyal ağın
getirisi olduğu gerçekliğini dışlayan bu yaklaşımın “sendika” tanımıyla beraber
burada kendini dışa vurduğunu görüyoruz.
Yine, söz konusu yasa
tasarısı “federasyon” tanımını yasa dışına iterek tek konfederasyon
mecburiyetini dayatmaktadır. Modern demokrasiler, sendikal örgütlenme
noktasında özendirici yaklaşımlarda bulunurken Toplu İş İlişkileri Yasa
Tasarısı ile Türkiye’deki işçilerin dar ve kısıtlı bir alanda örgütlenme
yapmaları için bir tasarının ortaya konduğunu söyleyebiliriz. Sendikaları emek
sürecinden, çalışanları ise emeğinden ibaret görmek, yine sendikaları tek iş
kolu mecburiyetine tabi kılıp federasyon örgütlenmesini yok sayan bir anlayışla
çalışma hayatına ilişkin modern bir yasa yapmanın mümkün olmadığını belirtmek
gerekiyor.
Değerli milletvekilleri,
sendikalar, kamusal hizmet vermekle beraber hedef kitlesi ve mücadelesi
itibarıyla sivil, içsel bir yapılanmayı da beraberinde getirir. Yani tüm
kamuoyunu ilgilendiren ve etkileyen çalışmalarda bulunmakla beraber içinde
bulundurduğu ve üyesi olan kişiler için mücadeleyi esas alır. Sendikaların
işlevsel yapısı, sendikalara yönelik içsel denetim ağlarının geliştirilmesi
yoluyla sağlıklı bir yapının ortaya çıkmasını sağlayabilir. Bu noktadan
hareketle, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı, üstü örtük yollarla, siyasi
otorite denetiminin yanı sıra, yeminli mali müşavir denetimini de getirerek söz
konusu etkin denetim kanallarının yollarını kapatmayı öngörmüş, daha çok,
merkezî ve verimsiz denetim yollarının önünü açmayı öngörmüştür. Ayrıca, sendika
şubelerinde de yeminli mali müşavir denetiminin öngörülmesi sakıncalı bir
duruma tekabül etmektedir. Çünkü sendikal hareketlerin en küçük biriminden
genel merkezine kadar kendi içsel denetimlerini sağlayabilmeleri demokrasi
kültürünün gereği ve ön koşuludur.
Özellikle, Barış ve Demokrasi
Partisi olarak komisyon ve şerh aşamalarında da belirttiğimiz üzere, sendikaya
üyelik ve üyelikten çıkma aşamalarında noter şartının kaldırılmasını olumlu bir
adım olarak görmekteyiz. Fakat noter zorunluluğu yerine getirilen e-devlet
sisteminin sakıncalarına da vurgu yapmak gerekiyor. Özellikle, insanlara hayata
bakış açıları farklı sosyal varlıklar olarak yaklaşan e-devlet sisteminin
ortaya çıkaracağı sakıncaları herhâlde hepimiz tahmin edebiliriz. Örneğin,
belli bir zaman diliminde çalışır durumda iken, dünya görüşü belli bir tarafta
olan sendikaya üye olan bir çalışan, söz konusu iş yerinden ayrıldıktan sonra
sendikadan da ayrılmış olsa bile yeni bir iş yerine başvuruda e-devlet
bilgileri yoluyla yeni iş başvurusu yaptığı iş yerinin sahibi tarafından önceki
tarihlerde hangi sendikaya üye olduğu şeklinde bir incelemeye tabi
tutulabilecektir. Bunun sosyal hayata yansıması da bazı durumlarda iş gücü
piyasasında ayrımcılık olarak vücut bulacaktır.
Belirttiğim üzere, insanların
dünya görüşü sahibi ve sosyal varlıklar olduğu göz önüne alındığında e-devlet
uygulamasının bu hâliyle beraberinde birçok sorunu getireceği açıktır. Bu
durum, aynı zamanda işçi ve işveren arasındaki eşitsiz ilişki sebebiyle de
birçok defa hayatın gizliliğinin ihlali olarak ortaya çıkabilme potansiyeline
sahiptir.
Değerli milletvekilleri, söz
konusu yasa tasarısı iş kolu ve işletme barajlarını yüksek oranlarda mecburi
kılarak bazı iş kollarında hizmet veren sendikaların toplu sözleşme hakkını
elinden alıp bazı iş kollarında da toplu sözleşme yapma yetkisini topyekûn
kaldırmak istemektedir. Yasa tasarısı çalışma hayatını sosyal devlet olma
gereğine ve uluslararası kurallar ile uygulamalara uyumlu bir şekilde
düzenlemek amacı ile Genel Kurula indirilme amacını taşıyorsa, ya Uluslararası
Çalışma Örgütünün önerdiği barajı komple kaldırma ya da gelişmiş endüstriyel
demokrasiye sahip ülkelerde olduğu gibi binde 1’lik gibi sembolik temsilî bir
oranla çıkmalıdır.
Burada önemle belirtilmesi
gereken başka bir nokta ise 1 milyona yakın taşeron işçilerin durumudur.
Taşeron işçilerin sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme hakları
bulunmamaktadır. Modern çalışma yaşamının tüm dünyada en büyük bileşeni olan
taşeron işçilerin söz konusu sendikal haklardan mahrum olması, çalışma yaşamı
açısından, en hafif deyimiyle, facia bir durumdur. Söz konusu yasa tasarısı da
öncekiler gibi taşeron işçilerin sendikal güvence haklarına ilişkin herhangi
bir düzenleme getirmemektedir. Güncelde taşeron işçiler -TOGO direnişinin de
gösterdiği gibi- iş güvencesi olmaksızın sendikalaşmanın sonucunu işten
atılarak görmektedirler.
Yine, Toplu İş İlişkileri
Yasa Tasarısı ile sendikaların toplu sözleşme yapabilmeleri için yetki ve yetki
itirazı konularında tespitin yapılması noktasında da birtakım düzenlemeler
öngörülmektedir. Olumlu ve olumsuz tespit için aynı işlemlerin yürütülmesini
Bakanlığın “gerçeğe en yakın işçi sayısının belirlendiği” iddiası ile beraber
düşündüğümüzde birçok sorunun da ardı sıra geldiğini belirtmek gerekiyor. Eğer
gerçeğe en yakın sayı tespit ediliyorsa -olumlu tespit iddiasına- başvurunun
sadece bir zaman kazanma aracı olacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.
Yine, söz konusu yasa
tasarısı ile iş kollarının sayısı düşürülüp, işler ortak bir potada eritilerek
işverenlerin çeyrek yüzyıldır istediği bir talep gerçekleştirilmek
istenmektedir.
Yasa tasarısı ile ilgili
sosyal taraflarla yapılan görüşmelerde, toplu sözleşmelere toplu iş
sözleşmesinden yararlanmayı engelleyen ifadeler konulamayacağını öngören hüküm
“Toplu iş sözleşmesinden yararlanma” başlıklı maddeden çıkarılmıştır. Bu
yöndeki düzenleme uzun dönemde toplu sözleşme hakkının yaygınlaşması, sendikal
örgütlenmenin gelişmesi ve temel hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi
açısından yerinde ve gereklidir. Ancak, böyle bir uygulamanın yapılamaması
hâlinde, toplu sözleşme bağıtlanmış iş yerlerinde önemli hak kayıplarının
gerçekleşmesini önlemek için, kapsam dışı tutulanların çoğunluk tespitinde
dikkate alınmaması önerisi gündeme gelmiştir. Bu önerinin sözleşmeden
yararlanmayı değil, yalnızca iş yerinde toplu sözleşme düzeninin sürekli
biçimde var olmasını sağlamayı amaçladığı göz önüne alınmalıdır. Asıl olarak,
tüm çalışanların sözleşmeden yararlanması ilkesi benimsenmelidir. Tüm bunlardan
hareketle gerek tasarının kendi iç tutarlılığının sağlanması gerekse toplu iş
sözleşmesi düzeninden beklenen toplumsal yararın elde edilebilmesi açısından
tasarıda toplu iş sözleşmesini düzenleyen maddelerin değiştirilmesi zorunludur.
Değerli milletvekilleri,
önümüzdeki yasa tasarısının grev hakkını düzenleyen maddelerine dikkat etmek
gerekiyor. Yasa tasarısının grev ile ilgili maddelerine bakıldığında
anlaşılmaktadır ki yasa maddeleri hazırlanırken sanki grev yapılmaması istemi
göz önünde bulundurulmuştur çünkü çalışma hayatında grev hakkının kullanımının
önceki evrelerde sendikal mücadelenin önüne oldukça fazla sayıda engel
konulmuş, grev hakkının kullanımının önüne geçilmesi için de ayrı bir önemle
düzenlemeler hazırlanmıştır. Öncelikle siyasi yasaklara dokunulmaması ve
sendikalar çevresinde pankart açma, çadır açma gibi yasakların konulması büyük
ihtimalle 2010 yılında Tekel direnişinden kalma Hükûmet korkusu olsa gerek.
Grev ile ilgili düzenlemelere
bakıldığında ise zorunlu resmî ara buluculuk evresinin getirilmesi, grev
ertelenmesi, ceza öngörüleri, grev hakkının kısıtlanması, Yüksek Hakem Kurulu
ve basın yoluyla çalışmaya getirilen kısıtlamalar grev hakkının engellenmesi
için ortaya konan düzenlemelerdir. Her biri 12 Eylül zihniyetini üreten bu
anlayışlar maalesef Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nda da ilgili maddelerde
yer almaktadır. Sendikaların kusurlu hareketi sonucunda grevin ortaya çıkması
durumunda oluşan maddi zarardan sendikanın sorumlu olduğu yönündeki ibare yine
12 Eylül zihniyetinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Bu maddenin yanı sıra,
özellikle Bakanlar Kurulu kararı ile grev hakkının ertelenebilmesinin
öngörülmesi de yine aynı yasakçı zihniyetin devamını belirtmektedir. Grev
hakkının, modern çalışma hayatı, sosyal devlet ilkesi ve uluslararası normlar
gereği ön koşulsuz, ara bir süreç olmadan düzenlenmesi gerekmektedir. Grev
hakkı, işçinin toplu sözleşmede ortaya koyduğu taleplerinin kabul edilmesi
açısından yegâne güç olarak tanımlanmaktadır. Biz Barış ve Demokrasi Partisi
olarak grev önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, grev yasağı çerçevesinin
daraltılmasını ve zorunlu ara buluculuk, Yüksek Hakem Kurulu gibi aşamalarla
kamunun grev hakkına karışmaktan vazgeçmesini, modern çalışma hayatı ve
endüstriyel demokrasi adına talep ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nın bu hâliyle Genel
Kuruldan geçmesi, sosyal taraflarla yeniden bir ortaklaşmanın esas alınmaması
ve darbe zihniyetini yansıtan maddelerde yeterli düzenlemelerin yapılmaması
gibi önemli birtakım riskleri barındırmaktadır. Bu nedenle tasarının Genel
Kuruldan çekilmesi ve tekrar bir ortaklaşma zemininin aranması gerekmektedir
diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Baluken.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Cemalettin Şimşek.
Buyurun Sayın Şimşek. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
MHP GRUBU ADINA CEMALETTİN
ŞİMŞEK (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
197 sıra sayılı ülkemizde çalışma hayatını düzenleyen endüstriyel ilişkiler
yasa tasarısı konusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi
arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle değerli heyetinizi saygılarımla
selamlarım.
Değerli milletvekilleri,
öncelikle hepimizin bildiği gibi bu yasa tasarısı mart ayında Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmüş, sosyal taraflar dinlenerek
karara bağlanmış ve zaruretine binaen hemen Meclis gündemine getirileceği
söylenmiştir. Aradan bunca zaman geçtikten sonra ancak Meclis gündemine
getirilebilmiştir. O zaman Komisyonda görüşülürken bu yasa geçmeden toplu iş
sözleşmelerinin yapılamayacağı, dolayısıyla sendikalı işçilerin çok mağdur
olacağı, bu yasanın hemen çıkarılması konusunda bütün gruplar mutabıkken
doğrusu ne oldu da hangi el ve ne sebeple bugüne ertelendi, sanıyorum, bu, siz
değerli milletvekilleri tarafından da merak konusudur. Benim buradan anladığım
şudur: Israrla söylüyoruz, bu yasaları, değerli milletvekilleri, bizler
yapamıyoruz, bir noterlik göreviyle görevimizi yerine getiriyoruz, sadece o
kadar.
Ülkelerde, bugün demokrasinin
ve insan haklarının önemli göstergelerinden biri de emek ve sermaye
ilişkisidir. Sosyal tarafların hak ve menfaatlerini koruyan ve gözeten
düzenlemelerin, uluslararası normlara uygunluğu ülkemizdeki demokrasinin
işleyişini göstermesi bakımından önemlidir. Bu konudaki görüşleri siyasi olarak
değerlendirecek olursak, sadece emekten ve çalışandan yana tavır koyan, öbür
tarafları dışlayan görüşler olduğu gibi, işverenden ve sermayeden tarafa tutum
sergileyen görüşler de vardır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu iş
ilişkilerinin, temel hak ve özgürlükler bağlamında, ILO sözleşmeleri ve
Türkiye’nin imza koyduğu bütün anlaşmalar çerçevesinde insan odaklı, ülke
şartlarını gözeten, sosyal tarafların karşılıklı hak ve menfaatlerini koruyup
kollayan düzenlemeler olması gerektiğini düşünüyoruz. Kanaatimize göre, ayrıca,
bu düzenlemeler sadece işçi ve işvereni ilgilendiren düzenlemeler de değildir
çünkü bu düzenlemelerden etkilenecek toplumun üçüncü tarafları da vardır.
Yukarıdaki söylediklerimiz
bağlamında, işte biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yapılan bir toplu
sözleşmede tüm bunların değerlendirilerek göz önüne alınması gerektiğini
düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri
“Peki, bu düzenlemeleri, bu İktidarla, gerçekten yukarıda izah ettiğimiz gibi
yapmak mümkün mü?” diye soracak olursak, esasen bunun cevabının bu yasanın
çıkarılma sürecinde saklı olduğunu görmekteyiz. Bu yasa, tam Meclise inme
sürecinde neden müdahale edilerek bugüne yani 6-7 ay sonraya bırakıldı? İşte
buradan işin üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi, ne olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
“Bizim de bu konuda işte bir yasamız var.” mantığı ile yasa yaparsanız, taşları yerine maalesef oturtamazsınız.
Bugün, ülkemizin birtakım
vesayetlerden kurtulduğunu söyleyenler, bu yasanın çıkarılma sürecinde
yaşananların bir dayatma ve vesayet olmadığını söylemeleri mümkün değildir.
Şunu açıkça ifade etmek isterim ki, bugün Parlamentoda yapılan birçok yasa
vesayetle yapılmaktadır maalesef. Diyebiliyor muyuz gerçekten bu yasalar hür
Meclisin iradesiyle yapılıyor? Vesayet vesayettir arkadaşlar, bunun askerî ya
da sivil olanı olmaz. Bugün, Sayın Başbakan Meclise vesayet uygulamakta ve o da
maalesef vesayeti bir başka yerlerden almaktadır.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, ülkemizin bugün sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda geldiği
noktaya baktığımızda, Sayın Başbakana şunu sormak istiyorum. Sayın Başbakan,
siz 2002’de “Değiştik ve geliştik.” diyerek milletin emanetini aldınız ve on
yıldır iktidarsınız. Hakikaten siz nasıl değiştiniz ve geliştiniz? Bu on yıllık
sürede bunu bir türlü anlayamadık. Önceden neydiniz, şimdi ne oldunuz? Niçin
değişmek ihtiyacı hissettiniz? Böyle “Değiştik ve geliştik.” demekle
değişebiliniyor mu?
Sayın Başbakanın ne kadar
değişip geliştiğini ve demokrasiye bakışını sizinle bir örnekle paylaşmak
istiyorum: Sayın Başbakan birçok konuşmasında milletin oyuyla iktidara
geldiklerini söylüyor -ki elbette bu doğrudur- dolayısıyla, çok da doğru şeyler
yaptıklarını, onun için, muhalefetin, icraatlarını eleştirmeye hakkının
bulunmadığını, doğru işler yapmayı alınan oylarla ilişkilendirerek muhalefeti
maalesef yok sayıyor.
Zaman zaman “ileri demokrasi”
vurgusu yapan Başbakana, yaptığı işlerde hiç de demokratik davranmadığını
hatırlatmak istiyorum. Fakat bunu söyleyen Başbakan, aynı zamanda,
kendilerinden önce kurulmuş bütün cumhuriyet hükûmetlerinin yanlış
yaptıklarını, hata ettiklerini ve ülkeyi maalesef iyi idare edemediklerini,
yönetemediklerini iddia ederek, onlara acımasızca ve beceriksizlikle, zaman ve
zemine bakmaksızın eleştirerek kendine göre saptamalarda bulunmaktadır.
Sayın Başbakana buradan şunu
hatırlatmak istiyorum: Sayın Başbakan, unutmayınız ki sizin hükûmetlerinizden
önce kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin tamamı, hepsi Türkiye
Büyük Millet Meclisinde millet iradesine ve çoğunluğuna dayanarak
kurulmuşlardır. Eğer, millet çoğunluğuna dayanarak kurulan hükûmetlerin -Sayın
Başbakanın mantığı ile ifade etmek istiyorum- hata yapmaları söz konusu
değilse, o zaman niçin onları hata yaptıkları gerekçesiyle çok sert bir şekilde
zaman zaman eleştiriyorsunuz? Onlar hata yapmışlar mıdır? Elbette yapmışlardır.
İşte, Sayın Başbakan, sizin de hata yapabileceğinizi, ister, bir kere daha
düşünün diyorum. Demokrasilerde iktidar olabilmek için elbette sistem
içerisinde oyların çoğunluğunu almak gerekir ama hata yapıp yapmamak iktidar
olmakla maalesef doğru orantılı değildir. Katılımcı demokrasiye tam da işte
burada ihtiyaç vardır. Unutmayınız ki tarihte Hitler, Mussolini ve birçok
diktatör oy çokluğu ile iktidar olmuşlardır ama sonunda milletlerini maceraya
sürüklemişlerdir.
Değerli milletvekilleri, çok
güncel olan bazı konulara da değinmeden geçemeyeceğim. Biliyorsunuz, on yıla
yakın bir zamandır ülkemizi AKP hükûmetleri yönetmektedir. Bu on yıl sonunda
karşımıza çıkan tablo şudur: İç politikada memleket bölünme noktasına gelmiştir.
Artık memleketin bölüneceğini, kesin de, nasıl olacağını konuşmaktayız.
Konfederasyon mu yoksa federasyon mu olduğu süreç Oslo’da, şurada burada,
gerekli zeminlerde, gerekli olmayan zeminlerde tartışılmaktadır.
Ayrıca, sıfır sorun diye
çıkılan dış politikada ise çok şükür, sorunumuz olmayan komşu ülke kalmamıştır.
Bu zaman sürecinde karşımıza çıkan ekonomik durum ise bir “mirasyedi” mantığı
içerisinde ülkemizin önemli değerleri haraç mezat satılmış, şimdi özelleştirilecek
yer kalmayınca 2/B ve hazine arazilerine göz dikilerek gerekli yasalar
çıkarılmıştır.
Tüm bunlara rağmen ülkemizin
iç ve dış borçları anormal derecede artmış, dış ticaret dengesi ithalat yönünde
bozulmuş, cari açık tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Vatandaş geçim derdine
düşmüş, Hükûmet ise devleti yönetmenin kolayını bulmuş, sıkıştığında ÖTV ve
diğer vergilerde artış yaparak kendi sıkıntısını gidermek yolunu seçmiştir.
Hâlbuki bunun için ne ABD’den Sayın Ali Babacan’ı ne de İngiltere’den Sayın Mehmet
Şimşek’i getirmenize hiç de gerek yoktu. Ne kadar açık var, o kadar zam,
nasılsa bu iş böylece halledilmektedir. Bu basit bir matematik hesabı için adam
devşirmeye hiç de ihtiyaç olmadığını düşünüyorum.
Düşünün ki bir ülkede
vergilendirilmiş kazançlardan tekrar vergi alınmakta, hatta ÖTV’nin de tekrar
KDV’si alınarak âdeta vatandaş bir eşkıya mantığıyla soyulmaktadır. Bunun adı
“vergi” olamaz. Vergi vermek elbette ki kutsaldır ama kazanılan paranın bir
kere vergisi alınır. Netice itibarıyla, ülkemiz dünyanın en pahalı akaryakıtını
kullanır hâle gelmiş, girdi maliyetleri sebebiyle tarım ve hayvancılık maalesef
bitirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, son
tartışmalar ise geçen pazar günkü AKP Kongresi’nde yapılan bir alkışlama
üzerinden gündeme oturmuştur. “Yok efendim, biz onu değil, Sayın Başbakanı
alkışladık.” diyerek suçüstü yakalanmanın paniği ile çeşitli açıklamalarda
bulunma gayreti içerisine maalesef girilmiştir. Değerli arkadaşlarım, siz o
peşmergebaşını oraya davet ettikten sonra alkışlasanız ne olur, alkışlamasanız
ne olur? Önemli olan, peşmergebaşı oraya ne sıfatla, niçin çağrılmıştır?
Alkışlamaktan utanç duyduğunuz ve “Yok, biz onu alkışlamadık, Sayın Başbakanı
alkışladık.” diyerek izah etme gereği duyduğunuz bir kişinin orada işi ne? Niye
panik hâlindesiniz? Şeref konuğu olarak davet ettiğiniz bir kişiyi
alkışlamaktan niye imtina ediyorsunuz?
Bu millet, bütün bu
yanlışlarınıza rağmen size oy veriyor diye, artık Türk milletini bu kadar da
enayi yerine koymaya maalesef hakkınız yok.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisine indirilen Toplu İş İlişkileri Tasarısı’nda da
Hükûmetin bakış açısı maalesef yine bazı eksikliklerle karşımıza çıkmaktadır.
Gerek kamuda çalışanlar gerekse özel sektörde çalışanlar açısından yeni
kazanımlar getirmediği anlaşılmaktadır. Daha önce Meclisten geçen Kamu
Sendikaları Kanunu’nda yapılan değişikliklerle “toplu görüşme” yerine “toplu
sözleşme” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Değerli milletvekilleri, adı
ister toplu sözleşme ister toplu görüşme olsun, içeriği itibarıyla kamu
çalışanları açısından bir kazanım getirmiyorsa -ki getirmiyor- çünkü içinde
grev hakkı bulunmayan bir metnin sadece adının değiştirilmesiyle hiçbir ifade
etmeyeceği, bunun ancak bir göz boyamadan ibaret olduğu da maalesef
bilinmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Türkiye’de çalışma hayatı, endüstriyel ilişkiler
bakımından bir değerlendirme yapmak için önce, Türkiye’de çalışanların hangi
şartlarda, nasıl çalıştıklarına, bunların, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerle
belirlenen şartların ne kadar karşılandığına bir bakmamız gerekir diye
düşünüyorum.
Bugün Türkiye’de çalışanların
bu bakımdan bir profilini çıkaracak olursak;
1) Devlet istihdamı,
2) Özel sektör istihdamı
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Devlet istihdamında,
1) Devlet Memurları: 657
sayılı Kanunu’na tabidir ve bunların sayısı 1 milyon 800 bindir.
2) “4/B’li” diye
nitelendirilen sözleşmeli personel: 200 bin kişi.
3) “4/C’li” diye söylenen
geçici personel: 40 bin kişi. Bunun dışındakiler ise 4/D’lilerden oluşan
işçilerdir.
Bunların dışında devlette
“alt işveren” diye söyleyebileceğimiz taşeron firmalarda çalışanlar 500 bin
kişi civarındadır ve özel sektörde yine alt işveren grubunda 2 milyon insan
çalışmaktadır. Türkiye’de 10 milyon emekli ve 2 milyon 600 bin civarında işsiz
bulunmaktadır. Toplam sigortalı sayısının ise ifadelere göre 11 milyon
civarında olduğu söylenmektedir. Türkiye’de tüm bu çalışanların profili
içerisinde kamu ve özel sektörde çalışan sendikalı işçi sayısı bugün maalesef
600 bin civarındadır. 2000 yılında sendikalı işçi sayısı 800 bin kişi
civarındaydı. Esasen şimdi tartıştığımız ve bize göre eksikleriyle beraber
önümüze konan bu yasa, 11 milyon sigortalı işçiden sadece 600 bin sendikalı
işçiyi kapsamaktadır. Bu yasanın birtakım demokratik normları ihtiva
etmemesinin yanında, sadece 600 bin sendikalı işçiyi ilgilendirmesi ve diğer
işçi gruplarının sendikalı olmaması elbette ki düşündürücüdür.
Ülkemizdeki sendikalı işçi
sayısının yıllara bağlı olarak azalmasını dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Hâlen kamuda çalışan 200 bin sözleşmeli, 40 bin geçici personel, alt işveren
marifetiyle kamuda çalıştırılan 500 bin kişi ve özel sektördeki milyonlarca
çalışan, iş güvencesinden yoksun ve hiçbir hakkı olmadan, kaderi sadece
işverenin iki dudağı arasında şartlarda çalıştırılmaktadır. Türkiye’de bu
Hükûmet döneminde sendikalı işçi sayısı maalesef azalma göstermiştir. 2000
yılında -daha önce de ifade edildiği gibi- sendikalı işçi sayısı 800 bin
civarındayken, bugün 600 bin sendikalıdan bahsedilmektedir. İşte, AKP’nin
“ileri demokrasi” dediği bu olsa gerek. Kanaatimce, bu Toplu İş İlişkileri
Kanun Tasarısı’ndan önce bunları konuşmamız gerektiğine inanıyorum. Ülkemizde
sendikalı işçi sayısı giderek azalırken, milyonlarca insan iş güvencesinden
yoksun çalışırken, getirilen bu yasanın içeriğini tartışmamızı da çok anlamlı
bulmadığımı ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
getirilen bu iş ilişkileri yasasıyla ilgili olarak da baktığımızda, kendi
içerisinde de birçok eksiklikler ve çelişkiler vardır.
Örneğin madde 2’de “Tanımlar”
bölümünde işletmelerin yönetiminde işveren adına görev alacak kişileri kanun
yoluyla sınırlamak işletmelerin fiilî işleyişleriyle uyumlu değildir.
Madde 6’da “Kuruculuk
şartları” başlığı altında fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişilerin
sendika kurma hakkına sahip oldukları ifade edilirken, hiçbir iş yerinde
çalışmayan, sendikacılıkla hiç ilişkisi olmayan ve hatta Türkçe okuryazar
olmayan kişilere de sendika kurma hakkı doğurmaktadır ki, bunun sendikacılık
açısından özellikle ülkemiz için önemli sorunlar çıkarabileceği kanaatini
taşıyoruz. Ayrıca, dünyanın hiçbir ülkesinde ülke dilini bilmeyenlere sendika
kurma hakkı maalesef tanınmamaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde iş-iş
ilişkileri yasası farklı farklıdır, kendine özgüdür, bu hiçbir zaman iş
ilişkileri yasası bakımından Avrupa normlarıyla çelişmez.
Madde 17’deki “Sendika
üyeliği ve üyeliğin kazanılması” başlığı altındaki aynı iş kolunda ve aynı
zamanda farklı işlerde çalışan işçilerin çalıştıkları ikinci iş yerlerinin farklı
işverene ait olması koşuluyla birden çok sendikaya üye olabileceği şartı
getirilmektedir. Hâlbuki sendikal özgürlükler açısından işçinin çalıştığı
ikinci iş yerinin de aynı işverene ait olması hâlinde de birden çok sendikaya
üye olması gerekir.
Madde 18… Üstelik “Üyelik
aidatı” başlığı altında aidatların kuruluşların tüzüklerine bırakılması ve üye
aidatlarının tahsiline ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça çıkarılacak bir
yönetmelikle düzenleniyor olması Bakanlığın otoritesinin, sendikalar üzerindeki
siyasi baskıyı sürdürmesinin aracı olacaktır. Bu da sendikaları zayıflatmaya ve
yok etmeye yönelik bir çalışmadır diye düşünüyoruz. Üyelik aidatlarının
tahsiline ilişkin işçi ve işveren tarafları görüş birliği sağlamalarına rağmen
bu görüş birliğinin tasarıya yansımamış olması Hükûmetin niyetini ortaya
koyması bakımından önemlidir. Bundan da anlaşılacağı gibi, sendikaların
faaliyetlerini yürütebilmeleri ve ayakta kalabilmeleri için önem arz eden
parasal bir konuda onları zapturapt altına almaya çalışmak sendikalar
üzerindeki siyasi baskıyı maalesef artırmaktır.
Madde 19… “sendika üyeliğinin
sona ermesi” başlığı altında yer alan sendika üyeliğinden çekilmeye en az iki
yıl süre ve noter koşulu getirilmesi gerektiğine inanıyoruz çünkü yalnızca
e-devlet kapısı üzerinden çekilmelerde birtakım hatalar yapılabileceği
kaygısını taşıyoruz.
Madde 29… “Kuruluşların
denetimi ve şeffaflığı” başlığı altında kuruluşların gelirleri ve giderlerine
ilişkin mali denetimlerin iki yılda bir yapılmasının kuruluşa ek bir masraf çıkarmak
dışında bir şeye yaramayacağına, bunun yönetimlerin genel kurullarında hesap
verdiği dönemler itibarıyla yapılması denetimin gerçek amacına ulaşması
bakımından önemlidir diye düşünüyoruz. Böyle gereksiz ve maksadına uygun
olmayan denetimler sadece külfet oluşturması ötesinde bir işe yaramayacaktır.
Kuruluş sadece denetimini yaptırıp ücretini ödeyecek, hiçbir yere hesap
vermeyeceği için bir kenara kaldırıp bırakacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla) –
Diğer maddeler üzerinde de değerli milletvekilleri, önergelerimiz var. Burada
zamanımız dolduğu için bunları okuyamıyorum. Ancak, yine de ben bu Toplu İş
İlişkileri Yasası’nın milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum ve bu
vesileyle hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Şimşek.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) -
Sayın Başkanım, bir konuda bir şey belirtmek istiyorum: Şimdi, burada,
özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinde komşu devlet başkanları veya komşu
parlamento başkanlarıyla ilgili üslup kullanılırken belli bir diplomatik
nezaketin olması gerekir ve bunun korunmasıyla ilgili de sizin bir görev ve
sorumluluğunuzun olması gerekir. İki gündür ülkemize iktidar partisinin
kongresine katılmak üzere gelmiş olan komşu Federal Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’nin Başkanı üzerine uygun olmayan bir üslup ve tartışma yürütülüyor.
Bu konuda sizden müdahil olmanızı bekliyoruz çünkü Meclisimizin genel olarak
her konuda tüm devlet adamlarına karşı böylesi bir hassasiyeti göstermesi
gerekir.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sözleriniz zabta geçmiştir
efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) - Türkiye
Cumhuriyeti devletinin muhatabı ve eş değeri bir bölgesel yönetimin olamayacağı
gayet açık ve nettir. Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşan,
grup adına konuşan Değerli Arkadaşımız da bu konuda Türkiye Cumhuriyeti
devletinin takınması gereken tavrı takınmıştır. Yani gidip PKK terör örgütünü
besleyen birilerinin burada birtakım yerlerde şeref konuğu olması ve
ağırlanmasının, alkışlanmasının her şeyden önce Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesiyle Irak’ın kuzeyine PKK terör örgütünü bertaraf etmek amacıyla Türk
Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesine ilişkin millî iradeye de aykırı olduğunu
ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Vural.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Süleyman Çelebi.
Buyurun Sayın Çelebi. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle
yeni çalışma dönemimizin ülkemize, ulusumuza barış ve esenlikler getirmesini
diliyor ve bu duygularla yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, önemli
bir yasayı nihayet Meclisin gündemine getirmiş bulunuyor AKP İktidarı. Gönül
arzu ederdi ki, bu yasanın bütün sürecini daha önce ifade edilen, AKP
tarafından dile getirilen ileri demokrasi söylemiyle eş tutabilseydi. Bugün
konuştuğumuz yasa 12 Eylül hukukunun ürettiği bir yasa. Gönül arzu ederdi ki,
12 Eylülle hesaplaşacağını iddia eden veya bu söylemi tutturan AKP İktidarı,
gerçekten bu yasanın değişiminde de 12 Eylülün izlerini ortadan kaldıran, 12
Eylülün o kalıntılarının bu yasa içerisinde iz düşümünü sağlamayan bir
duyarlılıkta olsaydı.
Şimdi, yıllarca bu ülkenin
emekçi sınıfının, işçilerin, sendikal hareketin, 12 Eylül generallerince
uygulamaya konulan bu yasanın bedelini ödeye ödeye şu anda neredeyse sıfır
noktasına kadar gidecek bir yolun açılımını bu yasayla AKP İktidarı devam
ettirmek istiyor.
Değerli arkadaşlarım, esas
uygulama nedir? 24 Ocak kararlarının uygulamaya konulabilmesi için, sendikal
hareketin dizginlenmesi için generaller o gün o kararların, o ekonomik
kararların uygulanması için bir ceberut yasa çıkarttılar ve sendikal hareketin önünü
budadılar, örgütlenme özgürlüğünü yok ettiler, talan ettiler.
Ve şimdi, işte ortaya konulan
bu tablodan sonra sözüm ona “yeni reform” adı altında ismi de değiştirilerek
gündemimize getirilen bu yasa keşke, gerçekten ve içtenlikle söylüyorum, bu
reformun sözüne veya işçilerin lehine dönüşebilecek bir yasa olsaydı biz buna
muhalefet partisi olarak sonuna kadar destek verirdik.
Şunu çok net söyleyeyim: Bu
yasaya ihtiyaç var mı Türkiye’de? Var. Böyle bir değişikliğe ihtiyaç var mı?
Var. Çünkü bu, bugünün sorunu değil, 30 yıldır işçiler, emekçiler bu yasanın
cenderesi altında kaldılar, ezildiler, yoksullaştılar.
Şimdi, bir umut olabilir mi,
buradan yeniden bir umut fışkırıp gerçekten sendikal özgürlükler kullanılabilir
mi diye bir noktaya gelmişken, bir umut taşırken, bakıyoruz ki bu yasa bazı
düzenlemeleriyle, bazı uygulamalarıyla, bazen generallerin bile cesaret
edemediği düzenlemelerle önümüze geliyor. Keşke böyle olmasaydı. Gerçekten bir
taraftan Hükûmet şöyle bir uzlaşıyı hep arıyor, sosyal taraflarla görüşüyor,
TİSK’le, Türk-İş’le, TOBB’la, Hak-İş’le görüşüyor, diğer örgütleri de
çağırıyor, ama esas, Mecliste bir mutabakat arama, Mecliste varılan mutabakatı
en azından ortaya koyma konusunda bir yaklaşım, bir yol izlemiyor. Burası yok
sayılıyor aslında. Burada bir mutabakat aranmıyor.
Bu yasayla ilgili komisyonda
görüştüğümüz ve komisyonda belki biraz umut olacak küçük kıvılcımlar bile şimdi
getirilmek istenen bazı önergelerle altüst ediliyor değerli arkadaşlarım.
Şimdi, bu yasanın özü itibarıyla önemli kısmında biraz ışık tutacak, biraz
olsun çalışanların lehine dönüşüm yapabilecek küçük kıvılcımlar bile şimdi
getirilecek olan önergelerle yok edilme noktasıyla karşı karşıya. Bu kadar umut
bağlanan bir yasa birden bir karamsarlığa, bir umut kırıklığına, gerçekten
özgürlüklerin yeniden tartışıldığı bir alana dönüştürülme noktasına gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım, yasayı
on yıldır görüşüyoruz. On yıldır, sürecinin bir bölümünde benim de olduğum,
DİSK Başkanlığı yaptığım dönemde, diğer konfederasyon başkanlarıyla, işveren
örgütleriyle beraberce görüştüğümüz, bir aşamasında mutabakata doğru geldiğimiz
konular sonra yeniden altüst ediliyor, yeniden sil baştan yapılarak bazı işveren örgütlerinin
dayatmasıyla, bazı işverenlerin talebiyle Bakanlar Kurulunda uzun süre
bekletiliyor. Bakanlar Kurulunda bazı isimler bu yasaya imza atmıyor, revize
ediliyor ve sonra Meclise geliyor. Meclise geldikten sonra Komisyonda
görüşüyoruz. Komisyon kararı, Meclis iradesi hepsi bir tarafa, çöpe atılıyor,
yeniden dört konfederasyon ve Başbakan, ilgili Çalışma Bakanımız bir araya
geliyorlar, diyorlar ki: “Komisyondan geçen bu şekli iyi değil. Ne yapmak
lazım? Bunu biraz daha işçilerin aleyhine dönüştürmek lazım!”
Bununla ilgili bir sitemim de
bu sürece katkı veren sendikalaradır. İşveren örgütlerini anlıyorum, işveren
örgütlerinin bu konudaki iradesini anlıyorum ve onlar tabii kendi çıkarlarını
koruyacaklar ama adı “sendika” olan sendikalar, sendikal örgütler, oldubittiye
getirilmek istenen bu düzenlemeye karşı bir dik durma iradesini koysalardı, en
azından kendilerinin ve işçi sınıfının geleceğine kurşun sıkmazlardı,
ayaklarına kurşun sıkmazlardı. Çünkü getirilen bu düzenlemeyle… en azından
“kısmi iyileştirmeler” dediğimiz, 30 kişinin çalıştığı iş yerlerinde örgütlenme
özgürlüğünü de tanımlayan bir düzenlemeyi Komisyonda kararlaştırdık,
Komisyondan geçti ama Komisyondan sonra şimdi gelecek bir önergeyle o düzenleme
geri alınıyor. Neden yapılıyor? Çünkü orada 30 kişinin altında çalışanı olan iş
yerleri için sendikal güvence ortadan kaldırılmak isteniyor. Örgütlü toplumun
bu ülkede olmaması konusunda bütün gayretler, bütün iradeler ortaya konuluyor.
Değerli arkadaşlar, yıllarca
toplu iş sözleşmesi konusunda, daha önceki ismi 2821 sayılı Sendikalar Kanunu
ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu olan yasalar
konusunda Türkiye Uluslararası Çalışma Örgütünün on yıllarca önüne gitmiştir ve
burada ciddi engeller olduğu tespit edilmiştir. ILO, her kongresinde, her
toplantısında -“Aplikasyon Komitesi” diye tanımladığımız- hak ihlallerinin
olduğu ilk yirmi beş ülke arasına, bu listeye Türkiye’yi sürekli almıştır ve
Türkiye, sendikal hak ihlalleriyle ilgili sorgulanmıştır.
Nedir temel konu? Baraj.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu getirilen yasayla ilgili… İşin en önemli
kısımlarından bir tanesi olduğu için bunları ifade ediyorum, daha sonra
maddeler bazında diğer arkadaşlarımız bu konuyu tabii ki dile getirecekler.
Şimdi, toplu iş sözleşmesi
yapabilmesi için bir sendikanın, iş kolunda çalışan işçilerin yüzde 10’unu daha
önceki yasaya göre geçmesi gerekiyordu. Yani örneğin 850 bin işçinin çalıştığı
bir iş kolunda 85 bin üyeyi noterden üye yapmak zorundaydı. Şimdi bu yeni
değişiklikle bu oran yüzde 1’e indiriliyor. Yüzde 1’e indirilince Nasrettin
Hoca’nın hikâyesi aklıma geldi. Nasrettin Hoca’nın birisine borcu varmış,
“Hocam şu borcunu ödesene.” demiş. “Ne kadar borcum?” “50 para.” “Haftaya 5
para verirsem ne kalır?” “45 para.” “Bir dahaki hafta 5 para verirsem ne
kalır?” “40 para.” Sonra 5 paraya kadar inmiş, demiş ki: “Bir dahaki hafta 5
para verirsem ne kalır?” “5 para kalır Hocam.” demiş.
“Sen utanmıyor musun 5 para
için benimle konuşmaya?” demiş. Şimdi de şöyle bir algı yaratılıyor: Yüzde 10,
yüzde 1’e düşer; yüzde 1’e düşünce, bak, 9 puan siliniyor, 9 puan ortadan
kaldırılıyor ve sendikal hareketin önü açılıyor.
Değerli arkadaşlar, tam bir
illüzyon var burada, burada ciddi anlamda tam bir… Şu anda söylüyorum, bunun
yüzde 1’e inmesi -Bakanın elinde kayıtlar var- şu andaki sistemin yüzde 1’le
uygulanması hâlinde en az on tane sendika -daha önce toplu sözleşme yapan,
Türk-İş’e bağlı, Hak-İş’e bağlı, DİSK’e bağlı on sendika- barajı aşamaz. Sonra
barajı yeni getirilen önergeyle… Bizim komisyonda sonra onu da beğenmediler,
“Bu yüzde 1 çok.” dediler. “Şimdi bu yüzde 1’i kademeli olarak yüzde 2’ye,
yüzde 3’e çıkaralım…” Şimdi o önergeler gelecek.
Şimdi, buna bakıldığı zaman,
yani bir ülkede barajın, değerli arkadaşlar, tam tersine aşağı düşmesi lazımken
baraj tırmandırılıyor. Gerçekten gelecekte tam yirmi dokuz tane sendika eğer
yüzde 2’ye çıkarsa… Yüzde 2’den yüzde 3’e çıkması hâlinde tam yirmi dokuz tane
sendikamız barajı aşamayacak, toplu sözleşme yapma yetkisine sahip olmayacak.
Dolayısıyla bu getirilen sistemin, değerli arkadaşlar, en önemli sıkıntısı
barajla ilgili uygulamalarıdır. Şimdi onunla ilgili geçici çözümler üretiliyor,
“Onunla ilgili mevcutlara dokunmayalım…” Ama bu yasanın özü şudur: Örgütlenme
özgürlüğü. Burada illa konfederasyon üyesi olan, olmayan noktasından
bakılmadan, bugün örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılıp
kaldırılmadığı olayıdır.
Bakın, daha geçende AKP
İktidarı referandumda “ileri demokrasi” işte “Türkiye özgürleşecek.” diye
billboardlara yazı yazdı, bolca yazılar yazıldı. Dediler ki -Sayın Başbakan
meydan meydan dolaşarak- “Grev önündeki engelleri kaldıracağız, birden fazla
sendikaya üye olma hakkı vereceğiz.”, işte “Memurlara toplu sözleşme hakkı
vereceğiz.” Memurlara nasıl toplu sözleşme hakkı verildiği, nasıl bir Tahkim
Kurulu Kararı gibi kararlar olacağını biz bu kürsüden konuştuğumuzda AKP’li
milletvekilleri bizimle alay ediyordu. “Görüşme”den “sözleşme”ye döndü. İşte
“sözleşme” o. Görülen, memurlarla ilgili uygulanmaya konulan sözleşme o. Şimdi,
grev önündeki engellerin kaldırılacağını vadeden İktidar bunu başardı, bunu
hayata geçirdi şimdi. Nasıl geçirdi onu anlatayım: Bir korsan taksi yasasıyla hava
iş kolunda bir düzenleme yapıldı ve o iş kolunda daha önce generallerin bile
cesaret edemediği, 12 Eylülcülerin cesaret edemediği grev yasağını hava iş
kolunda getirdi.
Şimdi, hava iş kolunda grev
yasağı getirince şöyle bir uygulama oldu: Grev yasağı getirince zaten engeller
kalkıyor. Grevleri tamamen kaldırınca önünde engel filan evvelallah kalkmıyor.
Dolayısıyla, AKP İktidarı, bütün uygulamalarına bakıldığı zaman aslında iyi bir
illüzyon yaparak, bu süreci başka bir formülle geliştirerek gerçekten süreci
daha tıkayan, özgürlükleri daha yok eden, sendikal alanı daha daraltan bir
süreci önümüze dayatıyor.
Değerli arkadaşlar, şu anda,
ben de biliyorum, 1.700 iş yeri sözleşme bekliyor, ben de biliyorum, 350 bin
işçi sözleşme bekliyor. Tabii ki bu yasayı görüşmek bizim boynumuzun borcu,
buraya her türlü katkıyı vermek bizim boynumuzun borcu, yapıcı bir muhalefet
anlayışı içinde.
Demin güzel bir jest
yaptılar, bu hakkı da teslim edelim. Daha maddelerin görüşülmesine gelmedik ama
dedik ki “Toplu İş İlişkileri Kanunu" deyince zaten sendikaları unutturmak
istiyorsunuz, “sendikal” deyimini kaldırmak istiyorsunuz. Gelin, bu kanunun
adını “toplu iş ilişkileri” yerine “sendikalar ve toplu iş sözleşmesi kanunu”
yapalım.
Burada bir adım atıldı, diğer
grup başkan vekillerimiz tarafından da altına imza atıldı. Bunun adının böyle
değiştirilmesi güzel bir şey, bizi okşayan, sendikal hareketi okşayan güzel bir
adım ama içini dolduramazsak, içini yine boş bırakır bu engelleri burada devam
ettirirsek adı “sendikalar kanunu” olmaz, adı yine denilen “ilişkiler kanunu”
olur ki o ilişkiler başka ilişkilere dönüştürülen bir noktaya doğru taşınır;
bunu öncelikle söylüyorum.
Burada, tabii, yıllarca bu
prosedürden başlayan sorunlar var. Bakın yargı süreçlerine, şu anda birçok yeni
iş yerinde örgütlenen işçiler de sözleşmenin bir an önce yapılmasını bizden
bekliyor. Sendikalı oldukları için işten atılan on binlerce işçi hâlen
sokaklarda; hâlen, birçoğu sırf sendikalı oldukları için, anayasal haklarını
kullandıkları için, on binlerce işçi örgütlenme özgürlüğünü kullandıkları için
sokaklarda.
Gelin, gerçekten derli toplu
bir şey yapmak istiyorsak, buradaki muhalefet partilerini de dikkate alarak,
uzlaşarak, diğer, bu süreci yalnız yandaşlığı noktasına soyunan sendikal
hareketlerle, işveren örgütleriyle değil, farklı sendikal anlayışlarla da,
farklı kimliklerdeki meslek örgütleriyle de uzlaşı içerisinde bir toplu
sözleşme düzenine burayı götürelim çünkü bu getirilen yeni sistemde -değerli
arkadaşlar, maddeler bölümüne geçince tek tek tartışacağız ama- ILO’nun kabul
etmediği üçlü baraj sistemi devam ediyor. Birinci baraj… Biraz önce anlattım,
yani yüzde 10'dan yüzde 1'e düşünce baraj azalmıyor. Bazı iş kollarında yüzde
16'ya, bazı iş kollarında yüzde 22'ye çıkıyor. Bir kere baraj devam ediyor.
İkinci baraj ne? İş yerinde
çalışan işçilerin yüzde 50 artı 1'ini üye yapmak zorundasınız. O yüzde 51'i
bulana kadar özellikle beyaz yakalı, memur statüsünde çalışan işçilerin birçoğu
bu nedenle sendikaya üye olma hakkını zaten elde edemiyor. Yüzde 50 çoğunluğu
elde etmek için sendikal hareket zaten akla karayı seçiyor.
Üçüncü bir baraj, işletme
barajı. Şimdi diyorlar ki: "Yani yüzde 50'ydi, bunu da yüzde 40'a
indirdik. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de kurulu bu anlamdaki önemli birçok
işletmenin yüzde 40'ını almak, devletteki o işletmeler haricinde özel
sektördeki işletmelerin yüzde 50 veya yüzde 40 artı 1 'ini aşmak… Ve aşan
sendikalar bir mucize yarattı derim, onlara da madalya veririz. Dolayısıyla, bu
engellerle dolu, bu sendikal hareketi yok eden bu düzenlemeye karşı biz
uzlaşıya varız, diyaloga varız. Diyaloğun yalnız dışarıda değil Meclis'te de
bir kez aranmasını bir kez...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(Devamla) - ...daha
öneriyor, yüce Meclisi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum. ( CHP sıralarından alkışlar
BAŞKAN- Teşekkür ederim, Sayın Çelebi.
Gruplar adına son konuşmacı
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Domaç, İstanbul
Milletvekili.
Sayın Domaç buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET
DOMAÇ (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu
İş İlişkileri Kanunu Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum.
Bu vesile ile yeni yasama
yılı döneminin ülkemize, milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyor sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
sendika tarihi mücadele tarihidir; çalışanların insan yerine konulması için
verilen mücadelenin, demokrasinin ve insan haklarının tarihidir. Dünyada
sendikal hareket, sanayi devriminin ardından gittikçe ağırlaşan çalışma
şartlarının insancıl seviyeye çekilmesi, emeğin sömürülmesine karşı
çalışanların dayanışması sonucu doğmuştur. Demokrasinin vazgeçilmez unsurudur
sendikal hareket.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi, kapitalizm 17’nci yüzyılda ortaya çıktı. Buhar gücünün üretimde
kullanımının yaygınlaşması, dokuma tezgâhlarının, teknik makinelerin yapılması
üretimin verimliliğini artırdı, büyük fabrikaların kurulması sağlandı. Sanayide
artan iş gücü ihtiyacı insanların tarımdan koparak fabrikalarda çalışmaya
başlamasına yol açtı. Kapital sahipleri, sermaye birikimlerini artırmak, daha
da büyümek için işçileri çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda bıraktılar.
1800’lü yıllarda, yaşam koşulları bugünkünden hayal edilemeyecek derecede
ağırdı. Yıllar içinde işçilerin hastalıklarının, kaza sonucu sigortasının
olmaması, emeklilik haklarının olmaması, yıllık, haftalık izinlerinin olmaması,
iş güvenliği ve iş güvencesi yoksunluğu, günde on altı saatten daha ağır zaman
sürecinde çalışmaları işçilerin bir dayanışma içerisine girmesine, hak
taleplerini yükseltmesine neden oldu. İşçilerin bu hak talepleri o yıllarda
daha çok şiddetle bastırılıyordu. Her şeye karşın işçiler yaşadıkları sefalete
karşı tepkilerini gösterdiler ve zaman zaman bu mücadeleyi artırdılar.
Kapitalizmin, sanayinin gelişmesi işçi sayısını artırdı. Aynı kaderi paylaşan
işçiler yavaş yavaş ortak çıkarlarını savunma eğilimi içerisine girdiler.
İşçiler arasında birlik ve dayanışma duygusu gelişti. Önceleri dayanışma dernekleri,
yardımlaşma sandıkları şeklinde kuruluşlar ortaya çıkardılar. Bu örgütlerde
amaç, kaza, hastalık, ölüm hâlinde işçinin kendisine ve ailesine yardım
etmekti. Başlangıçta bu amaçla kurulan örgütlenmeler zamanla ücretlerle,
çalışma koşullarıyla ilgilenmeye başladı. Yardımlaşma sandıklarıyla, dernekler
zamanla sendikaya dönüştüler. Kolay olmadı, çıkarılan yasalarla sendikalar
yasaklanmaya çalışıldı.
Saygıdeğer milletvekilleri,
sendikalar ilk olarak sanayi devriminin beşiği olarak İngiltere’de ortaya
çıktılar. İngiltere’de, 18’inci yüzyılda sendikalar devlet tarafından tanındı.
Fransa’da, 1871 yılında Paris’te işçiler yönetime el koydular. Hepiniz
bilirsiniz bir Paris Komünü oluşturdular ama çok sürmedi.1884 yılında
sendikalar örgütlenme hakkı elde ettiler Fransa’da, Almanya’da 19’uncu yüzyılın
ortasında.
Sendikalar 20’nci yüzyılda
etkin örgütlenmeler hâline geldiler ancak dünya tekelleri oluşmaya başladı,
işçi sayısı hızla arttı, rekabet sertleşti, kıran kırana bir mücadele ortaya
çıktı. Dünya pazarlarının paylaşımı kavgasında ise Birinci Dünya Savaşı ortaya
çıktı. 1910 yılında 3 milyon örgütlü işçi, savaşa karşı çıktılar ve barış
istediler. 18’de biten savaştan sonda 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’yla,
dünya pazarı paylaşımı yeniden değerlendirilmek için ortaya çıkan bu savaş, bu
defa sendikalar, işçi sınıfları, işçi sınıfı, Almanya’da bulunan faşist
iktidara, İtalya’da ve İspanya’da bulunan rejimlere direndiler.
Sendikalar, tarihi boyunca
barıştan yana oldular. Sendikalar, demokrasiden yana oldular. Sendikalar,
anti-tekelci oldular. Sendikalar, insan ve insanca yaşam için mücadele ettiler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde endüstriyel ilişki gelişmesine paralel olarak
sendikalaşma konusunda gelişmeler yaşandı ancak cumhuriyet öncesi dönemde bu
gelişmeyi çok fazla değerlendiremeyiz. O yıllarda dernekler vardı ve bu
dernekler de işte işçilerin haklarını savunmak için çaba harcıyorlardı.
Türkiye’de iş yaşamına ilişkin ilk yasa, 1936 yılında 3008 sayılı Kanun’la işçi
yararına düzenlemeler getirilirken grev ve toplu sözleşme hakkı bu yasada
sayılmamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1947 yılında 5018 sayılı
Sendikalar Kanunu düzenlendi. Burada da grevli, toplu sözleşmeli sendikal yasa
hayata geçmemişti. Dolayısıyla, cumhuriyet sonrasında 1947’de çıkarılan yasada
da bir toplu sözleşme ve grev hakkı görmüyoruz. 1961 yılından sonra 274 ve 275
sayılı yasalarla birlikte grev, toplu sözleşme, lokavt gibi kavramlar yasaya
girdi ve böylece ülkemizde ilk kez endüstri ilişkileri sisteminin tüm unsurlarını
değerlendiren bir yasa ortaya çıktı. Ne yazık ki 12 Eylül 1980 Anayasası’yla
birlikte, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi,
Grev ve Lokavt Kanunu’yla, yapılan değişikliklerle ülkemizde maalesef sendikal
haklar bir kez daha budanmış oldu.
Değerli Başkan, sayın
milletvekilleri; özellikle 2010 yılında Anayasa’da yapılan değişiklik
kapsamında toplu iş ilişkilerini düzenleyen yasaların özgürlükçü bir tutumla
ele alınması kaçınılmaz hâle geldi. Bu kapsamda sosyal tarafların büyük oranda
mutabakat sağladığı bir metin ortaya çıkarılmaya çalışıldı. Kanun tasarısıyla
sendikal örgütlenmenin önünün açılması, endüstri ilişkileri sisteminin çağdaş
standartlara ulaştırılması, üyesi olduğumuz ILO’nun eleştirilerinin
karşılanması için gerekli düzenlemeler yapıldı. Toplu İş İlişkileri Kanun
Tasarı’yla sendikal hak ve özgürlüklerin özgürlükçü ve demokratik toplum
esasları temelinde yeninde düzenlenmesi hedeflendi. Bu anlayışla, Sendikalar
Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu birleştirilerek kanunun
metni kısa, sade, anlaşılır hâle getirildi. Başta 2010 Anayasa değişikliği
olmak üzere İLO ve Avrupa Birliği normlarına uygun bir yapıya kavuşturulması
için çaba harcandı.
Değerli milletvekilleri,
tasarıyla sendika kurma, sendikaya üyelik, sendika yöneticisi olma, sendikal
güvenceler, sendikal faaliyetler, sendikaların işleyişi, denetimleri, serbest
toplu pazarlık, iş uyuşmazlıklarının çözümü ve toplu iş sözleşmelerinin düzeyi
gibi konularda 87 ve 98 sayılı İLO sözleşmeleri paralelinde özgürlükçü
düzenlemeler yaparak, çalışma hayatına olumlu etki yapılması amaçlandı.
Toplu iş ilişkileri kanun
tasarısı ile sendikaya kurucu olabilmek için Türk vatandaşı olma, sendikaların
kurulacağı iş kolunda fiilen çalışır olma ve Türkçe okuryazar olma koşulları
kaldırıldı. 28 olan iş kolu sayısı dünya uygulamaları da dikkate alınarak 21’e
indirildi. Sendika özgürlüğüne aykırı olan sendikaya üyelik ve üyeliğin sona
ermesinde noter koşulu kaldırıldı. Tasarıya göre sendikaya üyelik ve üyelikten
çekilme Bakanlıkça sağlanacak elektronik başvuru sistemiyle e-devlet kapısı
üzerinden gerçekleştirilecek.
Sendikaların kuruluş usulü
basitleştirildi. Yazılı beyan yeterli kabul edilmekte, gazete ilanı yerine
Bakanlık İnternet ortamında ilan yeterli sayılmaktadır. Anayasada kaldırılan
hükme paralel olarak aynı iş kolunda ve aynı zaman da farklı iş yerlerinde
çalışan işçilere birden çok sendikaya üye olma hakkı tanınmıştır. Böylece,
özellikle istek çalışma yöntemiyle birden fazla işverene bağlı olarak
çalışanlara birden çok sendikaya üye olma imkânı getirilmektedir. Sendika
yöneticisi seçilen iş sözleşmesinin askıda kalması esas kabul edilmekte,
sendikal nedenlerle ayrım veya iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçinin hukuki
hakları güçlendirilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
sendikal hak ve özgürlükler işçi topluluğu adına toplu iş sözleşmesine
dönüşmediği sürece herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Toplu iş sözleşmeleri
yoluyla çalışma hayatını düzenlemek hem yasa koyucunun çalışma ilişkilerine
keyfî müdahalesini sınırlamakta hem de işverenin çalışma koşullarını tek
taraflı belirleme yetkisini önlemektedir. Toplu iş sözleşmesi düzeni tek başına
işveren karşısında zayıf olan işçilere birleşme şansı vererek pazarlık yapma
yoluyla işçi-işveren ilişkisinde karşılıklı eşitlik ilkesinin kurulmasını
sağlamaktadır. Bu sayede kurulan güç dengesi çalışma barışı ve çalışma düzenini
sürekli kılmaktadır.
Toplu İş İlişkileri Kanunu
Tasarısı ile uygulamada yer alan “grup toplu iş sözleşmeleri”nin tanımı ilk kez
kanunda düzenlenmiştir. Sendikanın yetki işlemleri sırasında, diğer
sendikaların açtığı iş kolu tespit davası nedeniyle toplu iş sözleşmeleri
sürecinin uzamasını engellemek amacıyla, sendikalara yıllarca süren davaların
sonucunu beklemeden iş sözleşmesi yapma imkânı getirilmektedir.
Sendikaların toplu iş
sözleşmesi yapabilmesi için yüzde 10 olan iş kolu barajı yüzde 1’e, işletme
toplu iş sözleşmesi yüzde 50+1 olan işletme barajı ise yüzde 40’a
indirilmiştir. Düzenlemeyle aynı iş kolunda aynı işverene ait iş yerlerinde
sendikaların yetki alabilmesi kolaylaştırılmaktadır. Toplu iş sözleşmesinden
yararlanmada uygulamada yaşanan sorunlar giderilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kanun tasarısı ile sendika ve konfederasyonların idari ve mali
denetimleri, iç denetim organları dışında dış denetim mekanizması olarak
bağımsız, yeminli mali müşavirlere bırakılmaktadır. Sendika yöneticilerinin
işledikleri suçlar nedeniyle sendika tüzel kişiliği sorumlu tutulabilmekte ve
sendikalar kapatılabilmektedir. Tasarıyla, suçların şahsiliği ilkesine uygun
olarak bireysel olarak yöneticiler tarafından işlenen suçlarda sadece o
yöneticilerin görevlerine son verilmesi öngörülmektedir.
İş Kanunu’ndaki çalışma
yaşına paralel olarak on beş yaşını doldurmuş olan işçilerin sendikaya üye
olabilmesine imkân tanınmaktadır. Sendikaların uluslararası işçi ve işveren
kuruluşlarının kurucusu olabileceği, üye ve temsilci gönderebileceği, dış temsilcilik
açabileceği düzenlenmektedir.
Sendika ve
konfederasyonların, kanunda belirtilen sınırlamalara uymak ve tüzüklerinde
belirtmek kaydıyla, faaliyetlerini serbestçe yapmalarına imkân tanınmaktadır.
Sendikaların uluslararası
kuruluşlardan izinsiz bağış alması faaliyetlerinin durdurulma sebebi olmaktan
çıkarılmıştır.
Sendikaların tutacakları
dosya, defter ve kayıtlar kanundan çıkarılmış, konu yönetmeliğe bırakılmıştır.
Sendikalara, tüzüklerinde
yapacakları düzenlemeler ile çeşitli organlar oluşturabilme ve bu organların
görevlerini belirleme serbestisi getirilmiştir. Anayasa değişikliğine uyum
sağlamak amacıyla çerçeve sözleşme imkânı tanınmaktadır.
Sendikaya üyelik aidatında
üst sınır kaldırılmış, üyelik aidatının miktarının kuruluşların tüzüklerinde
belirtilen usul ve esaslara göre genel kurul tarafından belirlenmesi esası
getirilmiştir.
İş yerinin devrinde yaşanan
sorunlar çözümlenmiştir.
Anayasa değişikliğine uyum
sağlanarak genel grev, siyasi amaçlı grev ve dayanışma grevi ile iş yeri
işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler olarak sayılan grev
ve grev benzeri eylemler kanun metninden çıkarılmıştır. Anayasa değişikliği ile
“Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu
hareketleri sonucu, grev uygulanan iş yerinde sebep oldukları maddi zararlardan
sendika sorumludur.” hükmü kaldırılmıştır. Tasarıyla değişikliğe uyum
sağlanarak greve katılan ancak kendi üyesi olmayan işçilerin neden olduğu
zararlardan sendikanın sorumlu tutulmayarak özel hukuk genel esaslarına
aykırılık giderilmiştir.
Yüksek Hakem Kurulunda en çok
üyeye sahip konfederasyona ait olan ikinci üyelik hakkı uyuşmazlık konusu olan
taraf sendikanın üyesi bulunduğu konfederasyona tanınarak tüm konfederasyonun
temsili sağlanmak istenmiştir.
Değerli milletvekilleri,
Anayasa değişikliğine paralel olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan
kanun tasarısının demokrasimizin gelişmesine, işçilerin örgütlenmesinin
önündeki engeller kaldırılarak ve çalışma hayatının kalitesi artırılarak,
ülkemizde çalışma barışının sağlanmasına katkı sağlayacağını düşünüyoruz, Türk
endüstri ilişkileri sisteminin uluslararası normlarda öngörülen standartlara
erişebilmesi umudunu taşıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın
yasalaşmasıyla ülkemizdeki iş yaşamının temel sorunlarından biri ortadan
kalkacak, işçilerin örgütlenmesinin önünde engeller kalmayacak, çalışma
hayatındaki demokrasi ortamı gelişecektir, Türk endüstri ilişkileri sisteminin
uluslararası normlarda öngörülen standartlara erişmesinde önemli bir aşama
ortaya çıkacaktır.
Kanunun işçilerimize,
işverenlerimize, sendikalarımıza, ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Domaç.
Tasarı üzerinde gruplar adına
konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahıslar adına Konya
Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı.
Buyurun Sayın Kalaycı. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 197 sıra sayılı Toplu
İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın geneli hakkında şahsım adına söz aldım.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Endüstri ilişkileri
sistemimizde her şey Hükûmetin ve birtakım yandaş basının gösterdiği gibi
güllük gülistanlık değildir. Türkiye’de endüstri ilişkilerinden büyük bir kaçış
yaşanmaktadır. Endüstri ilişkilerinden kaçış politikaları, endüstri ilişkileri
yerine insan kaynakları yönetimini ikame etme politikalarına kapı aralamıştır.
Bu politika değişimi, sendikaları devre dışı bırakan bir harekettir.
Küreselleşmenin ülkemize taşıdığı bu politika hedefine ulaşma yoluna girmiş
görünmektedir. Böylece iş hukuku ferdî iş hukuku hâline geliyor ki, bu, yeniden
iki yüz yıl geriye yani endüstri devriminin başı olan döneme dönüşü ifade
etmektedir.
AKP döneminde sendikal
örgütlülük iyice zayıflamış, sendikalaşma oranı hızla düşmüştür. TÜİK
verilerine göre ücretli ve yevmiyeli çalışan sayısı 15 milyon 900 bin kişi;
Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre kayıtlı işçi sayısı 12 milyon kişi
düzeyindedir. Buna karşılık, sendikalarda örgütlü işçi sayısı 885 bin kişi,
toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısı da 580 bin kişi civarındadır. Kamuda
örgütlü işçi sayısı belediyeler de dâhil olmak üzere yaklaşık 360 bin kişidir,
özel sektörde örgütlenme oranı ise yüzde 2’lerdedir.
OECD’nin son sendikalaşma
verilerine göre, Türkiye yüzde 5,9’luk sendikalaşma oranıyla OECD ülkeleri
arasında sonuncu durumdadır. Sendikalaşma oranları her yerde geriliyor, bizde
de geriliyor denebilir. Diğer ülkelere nazaran ülkemizde sendikalaşma oranında
yüksek oranda düşüş yaşanmaktadır. Türkiye sendikalaşmanın gerilemesi konusunda
başa güreşmektedir. OECD’de sendikalaşma oranı 2001-2009 arasında yüzde
20,4’ten yüzde 18,4’e gerilemiş. OECD’de yüzde 10’luk bir düşüş var, Türkiye’de
ise yüzde 40’lık bir düşüş görülmektedir.
Toplumun örgütsüzleştirilmesi
ve oluşturulan korku imparatorluğu neticesinde AKP Hükûmetinin yanlış
politikalarına, adaletsiz ve ayrımcı uygulamalarına karşı gerekli tepkinin
verilmemesinin adı da “ekonomide istikrar” olarak takdim edilebilmektedir. Ne
yazık ki ülkemizde insanların zulme isyan ruhu bastırılmış, hak arama duygusu
köreltilmiştir. Bugünlerde krizle anılan Yunanistan’da sendikalaşma oranı yüzde
24, İtalya’da yüzde 35 olduğu dikkate alındığında, Türkiye'nin sendikalaşmayı
önleyerek sözde istikrarlı bir ekonomi gerçekleştirdiği ortaya çıkmaktadır.
Yani ne kadar az sendika ne kadar örgütsüz toplum o kadar çok istikrar.
Değerli milletvekilleri,
sendikalar demokrasinin temel taşlarıdır. Sendikacılığın kan kaybetmesi
demokrasimiz açısından bir zaaftır. AKP Hükûmetinin işçilerin
sendikasızlaştırılmasına niçin karşı durmadığı elbette önemli bir soru olarak
ortada durmaktadır. Sendikasız ve toplu sözleşmesiz iş yerlerinde iş barışının
nasıl sağlanacağı ve sürdürüleceği iyice düşünülmelidir. Çağdaş bir endüstri
ilişkileri talep ediliyor ise sendikalı işçilerin ve toplu iş sözleşmeli iş
yerlerinin artmasına destek sağlanmalıdır. Çalışma hayatı, işçiyle işveren
haklarının dengeli bir şekilde korunması yanında, işin korunmasını da dikkate
alan politikalar çerçevesinde tanzim edilmelidir. Çalışma hayatındaki
problemlerin çözümü ve çalışma barışının tesis edilmesi için çalışma hayatındaki
çoklu danışma mekanizmaları güçlendirilmeli ve tarafların etkin katılımları
sağlanmalıdır. Endüstri ilişkilerinde haklara saygı esas alınmalı, iş
uyuşmazlıklarının iyi niyetli yaklaşımlarla çözümüne önem verilmeli, örgütlenme
yönündeki engeller kaldırılmalıdır. Sendikal haklar çağdaş normlara uygun hâle
getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
hemen ifade edeyim ki sendikalı işçi sayısının azalması, toplu iş sözleşmeli iş
yeri sayısının azalması, toplu iş hukukunu da önemsizleştiren bir sürece yol
açmıştır. Anayasa’mızın 53’üncü maddesine göre, işçiler ve işverenler
karşılıklı olarak toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler ancak AKP
Hükûmeti Ocak ayından bu yana, dokuz aydır toplu iş sözleşmesi hakkını açıkça
ihlal ederek anayasal suç işlemektedir. Sendikaların bin altı yüz civarında
yetki talebine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı cevap vermemektedir. Bu
nedenle, 350 binden fazla işçinin toplu iş sözleşmesi yapılamamıştır. İşçiler
henüz ücret zammını alamamış olup mağdur edilmiştir. Bakanlığın gerekçesi,
sendika üye istatistiklerinin yayımlanmaması. Peki, yayımlayacak olan kim? Yine
Bakanlık. 2009 Temmuz ayından bu yana bu istatistikler yayımlanmıyor. Sendika
üyeliğinde Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerinin esas
alınacağına dair düzenleme yapılıyor ancak bu düzenlemeye de uyulmuyor, 3 defa
erteleniyor. Bunları yapan, çıkardığı kanuna bile uymayan kim? Yine AKP
Hükûmeti. Ondan sonra da on yıllık iktidarın Çalışma Bakanı toplu iş ilişkileri
yasası çıkmadığı için yetki veremediklerini pişkince söyleyebilmektedir.
Aileleriyle birlikte milyonları ilgilendiren sözleşme sürecinin tıkanmasının
mazereti olamaz ama tam bir acziyet, beceriksizlik, ciddiyetsizlik ve
sorumsuzluk örneği sergileniyor. Toplu sözleşme yapılmamış, işçiler ücret zamlarını
alamamış, AKP Hükûmetinin umurunda bile değil. “Yasa yok, toplu sözleşme yok,
ücret zammı yok.” diyorlar. Grev zaten yok. Grev hakkını kullanmaya kalkan
işçiler yasayla engellenerek bir de işlerinden edilmektedir. AKP’nin ileri
demokrasi anlayışı bu.
AKP Hükûmeti vergi zamlarına
gelince hiç tereddüt etmemekte, hiç eli titrememekte, insafsızca zamlar
yapmaktadır. Elektrikten doğal gaza, benzinden mazota, tüp gazdan oto gaza
kadar zamlar milletimize yağmur gibi yağmaktadır. AKP Hükûmeti yapılan zamları
bile gülerek geçiştiren ve bir şey olmamış gibi takdim eden bir acımasızlığı
göstermektedir. Sayın Başbakan elektriğe ve doğal gaza gelen zam oranlarını
ifade ederken “Öyle çok fazla değil, yüzde 10-15 düzeyinde.” diyebilmiştir.
Diğer taraftan, asgari ücrete, memura, emekliye, çalışana maaş zammı verirken
kırk dereden su getirilmektedir, ücretlerde sefalet düzeyi devam etmektedir.
Bugünkü asgari ücret ile çalışanların zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde olsa
bile karşılaması mümkün değildir. Asgari ücret açlık sınırının altındadır.
Değerli milletvekilleri, AKP
Hükûmeti kendi iş gücünü, kendi işçisini köle gibi görmekte ve bunu da resmen
ifade etmekten hiç kaçınmamaktadır.
Sayın Başbakana bağlı Türkiye
Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığının resmî İnternet sitesinde bakın
ne diyor. Bir çıktısını aldım değerli arkadaşlarım. İnternet’e ulaşabilen
arkadaşlarımız, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığında aynı
ifadeleri görebilirler. Türkiye’de yatırım yapmak için sayılan on nedenden iş gücüyle
ilgili kısma bakın, aynen okuyorum: “26 milyonu aşkın genç, eğitimli ve motive
profesyonel, artan çalışma verimliliği, haftada 52,9 çalışma saati ve çalışan
başına yıllık ortalama 4,6 günlük hastalık izniyle Avrupa’daki en uzun çalışma
süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran” Âdeta, AKP
Hükûmeti, köle pazarlarında köle satar gibi “işçimiz çok çalışır, az
hastalanır” diye tanıtım yapıyor. Bu nasıl zihniyettir, bu nasıl anlayıştır?
Haftalık çalışma süresinin 52,9 saat olduğunu söylemek, yasa dışı bir
uygulamayı devlet olarak ifşa etmek ve övmektir. Sayın Bakan, bundan haberiniz
var mı? Bakanlık olarak siz mi verdiniz bu bilgileri, yoksa uyuyor musunuz?
Ülkemizde haftalık normal çalışma süresi 45 saat değil mi? Fazla çalışma süresi
yılda 270 saati aşamaz. Fazla çalışmada işçinin onayı şarttır. Tamamı gönüllü
olarak fazla çalışma yapsa bile, ortalama çalışma süresi 50 saati geçemez. Yani
bir suç işleniyor, bu da Başbakanlık tarafından aynen ikrar ediliyor.
Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kalaycı.
Sayın Bakan… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; öncelikle yeni yasama yılının hayırlı olmasını temenni ederek
konuşmama başlamak istiyorum.
Bugün, çalışma hayatımızın
yıllardır beklediği Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın nihayet gündeme
geldiğini görmekten Çalışma Bakanı olarak da büyük bir mutluluk, memnuniyet duyduğumu
ifade etmek istiyorum. Hayırlı olmasını diliyorum ve bu vesileyle de yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Çalışma hayatıyla ilgili son
on yıllık dönem içerisinde AK PARTİ İktidarı olarak çok önemli düzenlemelere
imza attık. Bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
İş Kanunu bu dönem içerisinde
yasalaştı, sosyal güvenlik reformu bu dönem içerisinde gerçekleştirildi, genel
sağlık sigortasına geçildi, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı çıkardık, intibak düzenlemesini gerçekleştirdik, kamu
görevlileriyle toplu sözleşme yapma imkânını sağlayan yasal düzenlemeyi
-Anayasa’ya uyum yasasını- gerçekleştirdik, istihdam paketleri gerçekleştirildi
ve 2023 vizyonu çerçevesinde yüzde 5 işsizlik hedefiyle istihdam stratejisi
düzenlemesi Bakanlık bünyesinde gerçekleştirildi. Bugün de sendikal
mevzuatımızla ilgili önemli bir düzenlemeyi huzurlarınıza getirmiş bulunuyoruz.
Eğer şartlar ve Meclis takvimi, çalışma düzeni mümkün kılabilirse “alt işveren”
dediğimiz taşeron uygulamalarıyla ilgili düzenlemeyi de huzurlarınıza getirip
oradaki uygulamalardan kaynaklanan emeğin sömürüsüne dönük yanlışlar,
eksiklikler varsa onların da ortadan kaldırılmasını inşallah hedeflemiş
bulunuyoruz, Bakanlık mutfağında bu çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Değerli milletvekilleri, az
önce konuşma yapan arkadaşlarımız sendikacılık veya sendikal hareketlerin
nereden doğduğunu, hangi ihtiyaçtan dolayı bu noktaya geldiğini ve emeğin
hakkının, alın terinin korunmasıyla ilgili verilen mücadeleleri tarihî seyir
içerisinde sizlere takdim ettiler. O konuda tekrar zamanınızı almamak adına bir
tarihsel seyri huzurlarınıza getirmek istemiyorum fakat cumhuriyet döneminde,
gerek 1936 gerek 1947 gerekse sendikal hareketlerin kurumsallaşması
diyebileceğimiz 50 sonrasındaki çalışmalar, 61 Anayasası’nda sendikal
hareketlerle ilgili, faaliyetlerle ilgili düzenlemeler, 63’te çıkarılan 274,
275 sayılı Yasalar ve 1980 ihtilali
sonrasında 2821, 2822 sayılı yasalar bu tarihî süreci ortaya koymaktadır. Yirmi
dokuz yıldır 2821, 2822 sayılı Yasa bünyesinde köklü bir değişiklik ne yazık ki
gerçekleştirilemedi.
Aslında geç kalınmış bir
düzenleme. Burada eleştiride bulunan arkadaşların eleştirilerine saygı
duyuyoruz fakat çok kolay bir alan olmadığını da bilmemiz gerektiği inancı
içerisindeyim yani işveren ve işçi kesimlerini, işçi sendikaları ile işveren
sendikalarını bir araya getirip bu konuda ortak bir mutabakat, bir diyalog
çerçevesinde bu sorunun çözümü bugüne kadar bakanlık yapmış olan bütün
arkadaşlarımızı meşgul ettiği gibi, o arkadaşlarımızın zamanlarının en güzel
bölümlerini bu hususa teksif etmelerine rağmen çözümün çok kolay olmadığını belirtmek istiyorum.
Fakat bu dönem içerisinde, yirmi dokuz yıldır köklü bir değişikliğe uğramayan
bu yasayla ilgili ilk kez tarafların yoğun katılımıyla, defalarca bir araya
gelerek sendikal mevzuatın düzenlemesi gerçekleşiyor. Türkiye için ve
endüstriyel ilişkilerimiz açısından, ekonomimiz açısından, kayıt dışılık
açısından, hangi açıdan ifade ederseniz edin son derece önemli bir düzenlemedir
bu düzenleme ve bu düzenleme bir başka ifadeyle de bir zorunluluktur, mutlaka
bir an önce gerçekleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca 350 bin işçimizin -yani 2012
Ocaktan bugüne toplu sözleşme gerçekleştiremeyen işçilerimizin de sayısı 350
bine ulaşmış bulunuyor- gözünün kulağının yüce Mecliste olduğunu da belirtmek
istiyorum.
Şimdi, bu yasa ile ilgili
değerlendirme yapan arkadaşlarımız, yasada işte bir vesayet var, Sayın
Başbakanımıza atıfta bulunarak bu yasal düzenlemenin işte şu şekilde, şu
şekilde geldiği şeklinde bir yol haritasını ortaya koymaya çalıştılar. Son
derece yanlış olduğunu burada ifade etmek istiyorum. Şundan dolayı: Bakanlar
Kuruluna biz bu düzenlemeyi sevk ederken -nasıl olduğunu bütün milletvekili
arkadaşlarımız biliyor- Bakanlar Kurulunda yapılan değerlendirme neticesinde… Türkiye
Büyük Millet Meclisine sevk edilen yasayı da biliyorsunuz, alt komisyonda
yapılan düzenlemeleri de biliyorsunuz, ana komisyonda yapılan değişiklikleri de
biliyorsunuz.
İZZET ÇETİN (Ankara) -
Bilmedikleriniz var Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Şimdi Genel Kurul safhasına geldi, burada da
yapılan değişiklikler önünüze önergelerle gelecek. Yani şunu anlatmaya
çalışıyorum: Bir vesayet, bu konuda bir dayatma söz konusu olsaydı bu
bahsettiğimiz yolculukta bu değişiklikler olmazdı, nasıl geldiyse o şekilde
bunlar gerekleştirilir idi.
İZZET ÇETİN (Ankara) – 7 tane
bakan niye imza koymadı Sayın Bakan?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Tam aksine, doğruyu, gerçeği, endüstriyel
ilişkilerimiz açısından yararlı olanı arama içerisindeyiz, bu arayışın
içerisindeyiz. Bu arayışın içerisinde yalnız Bakanlık olmak yeterli değil,
Bakanlık olarak bizim istememiz…
Efendim, AB Sosyal şartı, ILO normları çerçevesinde bu düzenleme
mükemmel olsun, bu ifade edilebilir ama netice itibarıyla geliyorsunuz, işçi ve
işveren kesimleriyle karşı karşıyasınız, bunların uzlaşısını sağlayacaksınız.
Bu çerçevede bu süreç içerisinde değişiklikler gerçekleştirilmiştir, yoksa
keyfî olarak, Bakanlık olarak, siyasi irade olarak bizim bu olaylar üzerinde
bir dayatmamız, bir olmazsa olmazımız şeklinde bir yaklaşımımızın olmadığının
ifadesinde yarar var diye düşünüyorum.
Şimdi, AB 19’uncu fasıl
açısından olaya baktığınız zaman -ki açılış kriteri olan bir yasayı
görüşüyoruz- şimdi burada “İş yeri ve meslek sendikacılığı serbest olmalı.”
diyor. Peki ülkemiz şartları açısından baktığınız zaman gerek işçi sendikaları
gerek işveren sendikalarıyla defalarca bu konuyu biz bir araya getirdik, hatta
önerdiğimiz taslakta da iş yeri ve meslek sendikacılığı da söz konusuyken,
öteden beri Türkiye’de iş kolu sendikacılığı esas olduğu için bu konuda sıcak
bakılmadığını burada belirtmek istiyorum. Federasyon, efendim bir ara kademe
yani iş yerlerinin üst kuruluşu iş kollarının oluşturduğu üst kurul ise
konfederasyon. Federasyon olabilir ama biz de taraflarla bir araya geldiğimizde
bu konuda bir talebin oluşmadığını da burada belirtmek istiyorum; yoksa,
Hükûmet olarak bu ve benzeri konularda bir dayatma içerisinde olmadığımızı da
tekrar tekrar belirtmek istiyorum.
Şimdi, sendikalı işçi
sayısıyla ilgili burada bir beyanda bulunuldu. Sendikalı işçi sayısı 600 bin
değil, şu anda kayıtlarımıza göre 937.810 sendikalı işçimiz var ve toplam
çalışanlar içerisindeki oranı da yüzde 8,44’e tekabül etmektedir.
Şimdi bu yasa ne getiriyor?
Çok şey söylenebilir, çok şey konuşulabilir. Nitekim burada ifade edildi ama en
önemli getirdiği şey şu: Bakınız bugün beyan esasına dayalı, bizim Çalışma
Bakanlığındaki verilere göre toplam işçi sayısı 5 milyon 398 bin. Sendikalı
işçi sayısı ise 3 milyon 232 bin, sendikalaşma oranı ise yüzde 59,88, yüzde 60
şu anda sendikalaşma oranı var, şu andaki tablo bu. Beş yıldır belki bunu
söylüyoruz. Diyoruz ki: “Bu sanal tablodan, bu sanal âlemden gerçek tabloya
geçelim.” diye ifade ediyoruz. Nedir peki, gerçeği nedir bunun? Gerçeği toplam
işçi sayısı yani sendikalı olabilecek olan işçi sayısı şu anda 11 milyon 110
bin 104, sendikalı olabilecek işçi sayısı. Sendikalı işçi sayısı 937,810,
sendikalaşma oranı ise yüzde 8,44.
Bu yasa ne getiriyor? Bu yasa
bu sanal rakamlardan bizi kurtarıyor, bizi gerçek rakamlarla buluşturuyor.
Hiçbir şey olmasa, bu sanal âlemden endüstriyel ilişkilerimizi, çalışma
hayatımızı kurtarmanın yeterli -artarlı bile-olacağı düşüncesi içerisindeyim
çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanları ve bakanı olarak buraya çıkıp bu sanal
rakamları söylemek hiçbir bakanın içine sinmemiştir ama yıllardır, onlarca
yıldır bu rakamlar böyle ifade edilir, olmayan sendikalı işçi burada ifade
edilir, olmayan çalışma hayatındaki rakamlar burada ifade edilir. İşte, bunun
için bu düzenlemeyi geldiğimiz ilk günden beri gerçekleştirme hususunda büyük
bir çaba içerisindeyiz ama zorluğunu da az önce ifade ettim, bu işin tarafları
var. Çalışma Bakanlığı layüsel… Hiçbir bakanlık öyle değil mutlaka ama Çalışma
Bakanlığının bir farklı yönü vardır. Onun ortakları var, işçisiyle işvereniyle
ortakları var. Bu yönüyle oturup bir diyalog çerçevesinde konuları çözüme
ulaştırma konusunda saatlerimizi günlerimizi verdiğimizi, burada muhalefetiyle
iktidarıyla her işin içinde olan çok değerli arkadaşlarımız bilmektedirler.
Şimdi, bir diğer konu, 850
bin işçi… Süleyman Bey örnek verdiler burada, yüzde 10 barajı var şu anda. Bir
tarafta yüzde 10 barajı var, diğer tarafta ise Sosyal Güvenlik Kurumu
verilerini esas alacaksınız diyor, kanunumuzun şu andaki düzenlemesi bu. Sosyal
Güvenlik Kurumu verilerini esas aldığınız zaman 11 milyon çalışanınız var, yüzde
10 barajına bunu vurduğunuz zaman şu andaki sendikalı işçi sayımız da yeterli
bir düzeyde olmadığı için birçoğu bu yüzde 10 barajının altında kalıyor ve
yetkisiz duruma düşüyor sendikalar. İşte bu çelişkiyi ortadan kaldırmaya dönük
bir düzenleme getiriyoruz.
Şimdi, şöyle bir örnek çok
doğru olmaz diye düşünüyorum: 850 bin işçi var Türkiye genelinde iş kolunda,
bunun yüzde 10’u 85 bin yapıyor. Doğru. Peki, bu düzenlemeyle şu anda yüzde 1’i
kaç yapıyor? Yüzde 1’i de 8.500 yapıyor. Herhâlde, 8. 500, 85 binden çok
küçüktür. Yani “Bu düzenleme yanlıştır.” demek… Sendikaların sendikalı üye
sayısını artırma olayları -sendikanın gayreti, çabası, üye sayısını artırma
olayı- başka bir şeydir -o konuda başarısız olmuşsa o sendikaların kendilerini
sorgulaması gerekiyor- ama…
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Kanunları değil, yasaları değil...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - … 85 bin olan iş kolu barajını 8. 500’e
indiriyorsanız, bu farklı bir şeydir, bu sağlıklı bir düzenlemedir, doğru bir
düzenlemedir. Onun için, bu kadar büyük bir farkı, 10 kat farkı görmezlikten
gelmek doğru olmaz inancı içerisindeyim.
Evet, barajla ilgili ters bir
şey yok. Yani “Aşağıdan yukarıya artış var.” diyorsunuz değil mi? Ana baraj
yüzde 3 ve geçici maddelerle eğer önergeler kabul edilirse, sizlerle de
istişare edeceğiz, yarın da görüşeceğiz, “diyalog” diyorsunuz, sosyal
taraflarla diyaloğu gerçekleştirdik, o diyaloğun neticesi bu yasa buraya geldi.
Parlamentoda grupların ben tümünü ziyaret ettim, gruplara gittim, ziyaret
ettim, bilgi verdim, paylaştım yasanın ne getirip ne götürdüğünü; hatta, bazı
önergeleri de örnek olsun diye verdim ve benzer önergeleriniz var ise bu
önergeleri değerlendireceğimizi de ifade ettim. Yarın sabah erken saatlerde,
tekrar, Mecliste grubu bulunan siyasi partilerin temsilcileriyle, gerçekten
önerileri varsa bu önerileri sendikaların -gerek işçi ve işveren
sendikalarının- teknik heyetiyle yapacağımız toplantı öncesinde o bilgiyi de
alır isek… Yani bu yasa milletin yasası, bu yasa Faruk Çelik’in, bu yasa
Çalışma Bakanının, bu yasa Adalet ve Kalkınma Partisinin veyahut da Cumhuriyet
Halk Partisinin, MHP’nin, BDP’nin yasası değil ki, bu yasa 75 milyonun yasası;
dolayısıyla en mükemmel olma konusunda gayret içerisindeyiz ve samimiyiz bu
konuda. E, bunu yaparken, tek zorluğumuz var, işçiyle işvereni bir yerde
buluşturmak gerekiyor. Nedir buradaki zorluk? 0-5 arasında. Sendikalarımızın
bazıları diyor ki: “Baraj sıfır olsun.” işverenimiz de diyor ki: “Baraj 5
olsun.”
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
“Sendika olmasın.” diyorlar.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) E, şimdi, burada sorumluluğu üstlenmişseniz, bu
sorumluluğun çerçevesinde söyleyeceğiniz başka şeylerdir ama sorumluluğunuz yok
ise tabii ki “Çözün gitsin.” diyebilirsiniz. “Çözün gitsin”i bir tarafı
yıkmadan, hiçbir yeri yıkmadan halletmekten geçiyor. İşte bugün yaptığımız bu.
Endüstriyel ilişkilerimizi tahrip etmeden, bozmadan, büyük bir uzlaşı
çerçevesinde işçimizin örgütlenmesi ve işçimizin örgütlenmesinin önündeki engelleri
kaldıracak, onu örgütlenmeye teşvik edecek bir düzenlemeyi getirirken,
işverenimizin de endişeleri, uluslararası rekabette onu zor duruma
düşürmeyecek, onu sıkıntılı duruma düşürmeyecek bir düzenlemeyi getirmeniz
gerekiyor ki bütün bu çalışmaların, bu çabaların amacı bir yerde buluşturmaktır
ki büyük ölçüde de bunu gerçekleştirdiğimiz için gerçekten büyük mutluluk
duyuyorum.
Üyelik basitleşiyor, istifa
basitleşiyor, noter şartı kalkıyor, sendika kurma kolaylaşıyor, yani bir çok önemli değişiklikler var,
bunları maddeler görüşülürken veya bölümler hâlinde yaptığımız görüşmelerde de
ele alabiliriz, onun için vaktinizi almak istemiyorum.
Burada işçi ücretleriyle
ilgili temas edildi. Yine, emekçi arkadaşlarımızla oturduk, asgari ücretin
enflasyonun 2 katı kadar artırılması konusunda mutabakata vardık. İşverenimiz
de imza attı buna, işçimiz de imza attı ve birlikte, beklenen 3+3 iken, biz Hükûmet
olarak 12+12,37 düzeyinde asgari ücrette bir artış gerçekleştirdik. Toplu
sözleşmelerde hiçbir çalışanımız, hiçbir emekçimiz enflasyona ezdirilmemiştir.
Bu rakamlar açıktır, bütün kamuoyu tarafından, bütün kesimler tarafından da net
olarak bilinmektedir.
Az önce burada ifade edilen…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Yüzde
28 zam mı yaptınız? Doğal gaza gelen
zammı verdiniz mi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Tabii, toplu sözleşme dönemleri geliyor…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Ee,
arkasından zam yapıyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - …sizin bahsettiğiniz konuların hepsi
görüşülecek; masa, özgür bir masa orada.
Gerek kamu çalışanlarıyla
konuşurken gerek işçi sendikalarımızla bir araya geldiğimiz zaman, saatlerce,
günlerce bu tartışmaları yapıyoruz ve netice itibariyle bu konuda hiçbir zaman
emeğin aleyhine olacak, bir düzenlemeye imza atmadığımızı da burada Hükûmet
olarak ifade etmek istiyorum.
Az önce bir siteden değerli
milletvekili arkadaşımız bahsettiler, doğrusu ben yeni bilgi sahibi oldum,
bilemiyorum. O bilgileri kendilerinden alıp onun da takipçisi olacağımızı
buradan belirtiyorum.
Tekrar bu Toplu İş İlişkileri
yasası.. Ki, biraz önce grupların da mutabakatı oldu, 4 grup olarak bu
tasarının başlığının değişmesi konusunda güzel bir mutabakat oldu. Ben bütün
gruplara teşekkür ediyorum.
80 küsur maddeden oluşan bu
önemli düzenlemenin, 2 yasanın bir araya getirilerek, 153 maddeden 83 maddeye
düşürülen bu önemli düzenlemenin -çalışma hayatımızı çok ilgilendiren bu
düzenlemenin- hayırlı olmasını dilerken, katkı sağlayacak olan bütün
arkadaşlarıma da öncelikli olarak teşekkürlerimi sunuyorum, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanımız Sayın Faruk Çelik’e teşekkür ediyorum.
Şimdi, tasarının tümü
üzerinde son söz Ankara Milletvekili Sayın İzzet Çetin’in.
Buyurun efendim.
Süreniz 10 dakika Sayın
Çetin.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tam 10
yıl 3 ay sonra Meclis gündemine gelebilen bir Kanun Tasarısı üzerine görüşmeler
nihayet başladı. Yani ülkemizin, milletvekillerimizin, AKP’nin çalışma
yaşamına, işçiye, emekçiye bakış açısını yansıtması açısından, Meclis tablosu
da ortaya koyuyor ki, emekçiler bu ülkede ne yazık ki görülmez oldu, duyulmaz
oldu. Çok da haksız değiller, emekçiler uyurken haklarının nasıl gasp
edildiğini biraz evvel Sayın Bakanımız zımni olarak aktardı. Gerçekten,
ülkemizde eğer 11.5 milyon sigortalı işçi -kayıt dışını dâhil etmiyorum-
çalışan işçi varken, sözleşmeden yararlanan işçi sayısı bugün 570 bine kadar
gerilemiş, diye düzeltiyorum. Sendikalı işçi sayısı da 938 bine kadar gerilemiş
ise “Bu gerilemeye neden olan uygulamaları kim yaptı? Hangi baskı ortamı bu
gerilemenin nedeni oldu? Ülkeyi kim yönetiyor?” sorularını sormak gerekir.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten son derece önemli bir yasa. Sayın Bakana ben uzlaşı girişimleri
nedeniyle teşekkür ediyorum. Tabii, bu yasanın çıkması için yoğun çaba sarf
ettiğini biliyorum ama bazı gerçekleri de ortaya koymaktan çekinmemesini
dilerdim. Örneğin yasa geldiği zaman baraj konusu binde 15 olarak gelmişti.
Uluslararası norm, kabul edilebilir norm binde 5 iken binde 15 kabul gördü ama
7 tane bakan tasarıyı imzalamadığı için Sayın Bakan geri çekmek zorunda kaldı.
Baraj yeniden yükseltildi yüzde 3’e ve arkasından Meclis gündemine getirildi,
geçtiğimiz yıl mart ayında komisyonlarda görüşüldü, değerli arkadaşlar, bugün
de Meclis gündemine geldi. Esasında 2002 yılının temmuz ayından bu yana bu
4’üncü, belki de daha fazla, Meclis gündemine gelip giden ve görüşülemeyen bir
kanun.
Değerli arkadaşlar, burada
önemli olan sendika hakkının, sözleşme hakkının ve grev hakkının ve
özgürlüklerinin korunması, geliştirilmesi olmalı. Eğer sendikal hak ve
özgürlükler, bunların hepsi kolektif haklar olarak bilinen haklardır, sendika
hakkı ve özgürlüğü, grev hakkı ve özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi hakkından
oluşan bu üç hak hem birbirini tamamlayan, birbirini işlevlendiren, biri
olmazsa diğerinin bir anlamı kalmayan haklardır. O nedenle bunların
güçlendirilmesi gerekir eğer bir yasa yapılıyorsa.
Şimdi, önümüzde bir tasarı
var. Tabii, kolektif haklara geçmeden önce esas korunması gereken haklar
bireysel haklardır. Sendika özgürlüğü, sendika seçme özgürlüğü, sendika kurma
hakkı, sendikaya üye olma hakkı, üyelikten ayrılma hakkı, bu haklar eğer korunmuyorsa,
yeteri kadar güvenceleştirilmemiş ise orada özgürlük ortamından söz
edemezsiniz, sendikalı işçi sayısı 500 binlere kadar geriledi diye de
övünemezsiniz, ağlayamazsınız.
Değerli arkadaşlar, bu haklar
korunmalı dedik. Kime karşı korunmalı bu haklar? Bu haklar, ceberut devlete
karşı korunmalı, Orta Çağ’ın zalim anlayışındaki işverenlere karşı korunmalı,
demokrasiyi içine sindiremeyenlere karşı korunmalı. Onun için bu haklar
güvencelendirilmeden sendikal hak ve özgürlükleri güçlendirmek mümkün değildir,
ülkede demokrasiyi güçlendirmenin olanağı yoktur.
Sayın Bakan biraz evvel
söyledi. Toplam 153, 154 madde. Buna ek maddeler ve geçici maddeler dâhil
değil. 2821 sayılı Sendikalar Yasası ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev,
Lokavt Yasası yerine bir tek yasa yapılıyor. Adı -biraz evvel yeniden özüne
uygun hâle getirildi- “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası” olarak
düzeltilecek önerge kabul edildiğinde. Toplu İş İlişkileri Yasası olarak Meclis
gündemine geldi.
Bakan da söyledi,
arkadaşlarım da değindi. Gerçekten toplu sözleşme düzeninde tıkanıklık var,
sendikal alanda gerileme var. Toplu sözleşme düzenindeki büyük tıkanıklık
barajlar nedeniyle oldu. Yüzde 10 barajı, yetki aşılamadı, SSK kayıtlarıyla
normal kayıtlar tutmayınca, 2009’dan bu yana iş kolu istatistikleri
yayınlanamadı ve 350 bin işçi toplu sözleşme bekliyor. Yılbaşından itibaren de
250 bin kamu işçisini de buna eklerseniz iyi bir kaos ortamına girecek. Şimdi,
bunu şunun için söyledim: Anlaşılıyor ki biz bu yasalarla bir kaos ortamı yarattık
ve işçileri, sendikaları toplu sözleşmesiz bıraktık. Bir tek toplu iş
sözleşmesinden söz ediyoruz. Şimdi, bu yasanın içine baktığınızda çerçeve
sözleşmesi var, grup toplu iş sözleşmesi var, işletme toplu iş sözleşmesi var.
Sevgili arkadaşlarım, bir toplu
iş sözleşmesinin hakkından gelemeyen, düzenlemesini yapamayan bir iktidardan
çerçeve sözleşmeyi düzenlemek, grup toplu iş sözleşmesinin yaratacağı kaosu
gidermek ya da işletme toplu iş sözleşmesine ilişkin yetki sorunlarını nasıl
çözeceğini beklemek hayalciliktir. Bir kere, toplu sözleşme alanı müdahale
alanı değildir; çerçeve sözleşme müdahaledir, grup toplu iş sözleşmesi
müdahaledir. Daha ileriye gideyim, yani buradaki kaos ortamı toplu sözleşme
düzenini iyice yok edecek noktaya taşıyacaktır.
Bir başka önemli nokta… Sayın
Bakan, bir cümle okuyacağım. Bakınız, yasanın 3’üncü maddesi, sadece okuyorum
ilk cümleyi: ”Kuruluşlar, bu kanundaki kuruluş, usul ve esaslarına uyarak
önceden izin almaksızın kurulur.” Ne kurulur, arkadaşlar? Kuruluş. Kuruluş nedir
arkadaşlar? Kanunun içinde sendika demeye, konfederasyon demeye korkan bir
mantık var. “Sendika” kavramını sindiremeyen bir anlayıştan demokrasiyi
güçlendirmesini, geliştirmesini beklemek hayalcilik olur. Lütfen, bu kanunda daha anlaşılır olması açısından “kuruluş”
yerine “sendika” ya da “konfederasyon” demekten korkmayınız.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, pek çok konuda söylenecek sözler var, eleştirilecek noktaları var
yasanın. On dakikalık bir konuşma süresine sığmasının olanağı yok. İyi yönleri
yok mu? Elbette var ama eğer bir yasa yapıyorsak burada, geçmiş dönemlerden
edinilen tecrübelerle görülen aksaklıklar, eksiklikler giderilmeli ve çağın,
yaşadığımız günün koşullarına uygun bir düzenleme yapılabilmeli.
Bu düzenlemeleri, bu Toplu İş
Sözleşmesi, Grev, Lokavt Kanunu ve Sendikalar Kanunu’nu… Bu kanunla yeniden
çalışma yaşamında barış sağlayabilmenin olanağı yok. Açıkça ifade edeyim,
burada buram buram işverenlerin dayatması var, ona karşı AKP’nin teslim oluşu
var.
Tabii, işçi sendikalarına da
bir çift sözüm var: Onlar uyku uyumaya devam etsinler, uyumaya çalışanlara
söylüyorum. Ve işçilere sözüm var: Oylarını vermeye devam etsinler, yakında
kıdem tazminatları da, diğer hakları da gittiğinde çocukları da onlara beddua
edecektir.
Sevgili arkadaşlarım,
gerçekten çalışma yaşamı zor bir alan. Ben onu biliyorum. Biraz evvel AKP Grubu
adına konuşan arkadaşım -Wikipedia’dan mı aldı, Google’a mı sordu- sendikal
hareketin tarihçesini okudu. Yani ben beklerdim ki, şurada on yıl geçti, bunun
geçmesinin nedeni bakın bu hâle getirebilmek için, bu zamanı kötü
kullandığımızı zannedersiniz, bunları bunları getirdik denilse çok daha iyi
olurdu, güzel olurdu.
Değerli arkadaşlar, tabii,
çok şey beklemek hayalcilik. Bir hafta olmadı daha, üç gün önce Sayın Başbakan
iki buçuk saatlik bir konuşma yaptı genel kurullarında, kurultaylarında.
Kurultaylarında dinlemeye çalıştım, kaçırmış olabilirim diye konuşma metnini
aldım. 63 tane şey hazırladılar, onu çıkarttım. AKP’nin emeğe, emekçiye,
emekliye, köylüye, işçiye bakış açısını gözlemlemek açısından “işçi” kelimesi,
“memur” kelimesi, “köylü” kelimesi, “emekli”, “emekçi” ve “sendika”
kelimelerini aradım. “İşçi” kelimesi bir yerde geçiyor, o da tam bir popülizm,
“Ey Bitlis’teki işçi kardeşim.” diyor. “Memur” iki yerde geçiyor, o da benzer
bir şekilde, memura nasıl bir yaklaşım içinde olacağını söylemiyor. Köylü yok,
emekli yok, emekçi yok, sendika yok. AKP’nin gündeminde bunlar yok.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Barzani var, Barzani…
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Dilinde, lügatinde, defterinde yok. Ne var? Uyutma politikaları var. Ne var?
Zamlar var. Ne var? Memura, işçiye, emekliye yüzde 3-5 zam yaparken, bir gecede
yüzde 28-30 zam yapmak var.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çetin.
Böylece, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, İç Tüzük gereği, yirmi
dakika süreyle soru-cevap kısmına geçiyoruz.
Sisteme giren arkadaşlarımıza
sırasıyla söz vereceğim.
Sayın Tanal… Yok.
Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
AKP İktidarı döneminde
sendikal örgütlenme üzerinde de ciddi baskılar yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Çalışanlar çeşitli yöntemlerle sendikalarından istifa ettirilmekte, Hükûmete
yakınlığıyla bilinen sendikalara üye yaptırılmaktadırlar. 2002’de üye sayısında
3’üncü sırada yer alan, Hükûmetle uyumlu, aynı gözlükle çalışma yaşamına bakan
sendika bugün 1’inci sıradadır. Memur sendikalarında böyle olduğu gibi işçi
sendikalarında da benzer bir durum yaşanıyor. Nedense Hükûmete yakın bir
konfederasyona bağlı sendikaların üye sayısı giderek artıyor. Bunun
gönüllülükle olmadığı açıktır. Ben, memur ve işçi sendikalarının 2003’ten
sonraki, ayrı ayrı, üye sayıları nasıl değişmiştir bunu sormak istiyorum Sayın
Bakandan.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Acar.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın
Bakan, ben, geçtiğimiz dönemde sendikacılık yaptıkları için tutuklanan KESK’li
üyelerle ilgili Sayın Bakanlığın bir girişimi var mı, bu konuyu nasıl
değerlendiriyor onu sormak istiyorum. Çünkü 1990’lı yıllarda -90’lı yılların
ikinci yarısında kurulan- KESK’li yöneticiler, birçok sendika yöneticisi sadece
sendikacılık faaliyetlerinden dolayı gözaltına alındılar, haksızca gözaltına
alındılar ve hâlâ cezaevlerinde tutulmaya devam ediliyor. Bunlarla ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Bir de, geçtiğimiz dönemlerde
sizin Bakanlığınızın vermiş olduğu kadrolarla il özel idaresinde çalışan
işçiler var, geçici işçiler. Önümüzdeki günlerde bunların süresi doluyor. Kış
geliyor, bunlara, acaba bu çalışan geçici işçilere tekrar kadro tanımayı
düşünüyor musunuz, süre vermeyi düşünüyor musunuz? Bu kış gününde özel idarede,
çeşitli belediyelerde çalışan işçilere kadro verirseniz işçileri
sevindirirsiniz. Bu dileğimi de size iletmek istedim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Ağbaba.
Sayın Çetin…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın
Bakan, biraz evvel konuşmamda değinmedim, şimdi sormak istiyorum süre yetmediği
için.
Geçtiğimiz aylarda
taksicilerle ilgili bir düzenlemeye bir gece yarısı bir ek yaparak hava iş
kolunda, hem grev haklarını ellerinden alıp grev yasağı kapsamına aldınız hava
iş kolunu hem de 305 çalışanı -ki bunlardan 1 tane bayanı da Kanada’da havaalanında
bırakarak- işten attınız ve bu işten atılmaya bugüne kadar ne yazık ki olumlu
bir sonlandırma yapılamadı. Yargıya intikal etti denilebilir, şu denilebilir,
bu denilebilir. Yani Bakanlığınızın ya da bakanların, Hükûmetinizin bir
bürokrata gücü yetmiyor mu, yasa dışı uygulama yapmasına seyirci kalıyorsunuz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Çetin.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, AKP’nin Hükûmet
sırasında oturttuğu kişilere güvenimiz yok, birçoğuna.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Bizim
de sana güvenimiz yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi,
Hükûmet sırasında oturan kişinin daha önce bir kardeşi tutuklandı Bursa’da ve
serbest bırakıldı. Hangi suçtan tutuklandı -yolsuzluktan mı, para aktarmaktan
mı- anlaşılmadı.
Bugün, Tayyip Erdoğan ile
Abdullah Gül hakkında kitap yazan Ergün Poyraz’ın yedi yıldır hâlâ hakkında
karar verilmedi.
Şimdi, kızı ile ilgili birkaç
yerde söylenti var. Efendim, Acıbadem’deki tıp fakültesindeki kızını usulsüz,
Hacettepe İngilizce bölümüne naklettirmiş. Şimdi, kendilerine ait konularda
hukuk yok, kanun yok, her keyfîliği yapıyorlar. Böyle bir siyasi iktidar
kadrosu olur mu?
“Alevi açılımı” diye bir
safsata attı ortaya, aylarca insanları meşgul etti. Sıfır sonuç. Ayrıca da
Alevileri devlet kadrolarından yok ettiler. Bütün yeni kamu hizmetine
alınmalarda hiç Alevi bir vatandaşı işe almadılar. Bir tane Alevi vatandaş
Yüksek Hâkimler Kurulundaydı, Anayasa’yı değiştirdiler, onu oradan attılar.
Böyle bir Hükûmete ne soru sorayım?
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce 11
milyondan fazla işçinin sadece yüzde 8,44’ünün sendikalı olduğunu açıkladınız.
Bu oranın düşüklüğünü neye bağlıyorsunuz? On yıldır bu konuda neden bugüne
kadar bekleme ihtiyacı hissettiniz?
İkincisi, taşeron
uygulamasının her geçen gün yaygınlaştığı ülkemizde taşeron işçilerinin
sendikalaşmasının önündeki engelleri kaldırabilecek misiniz?
Bir diğeri, 4/C’lilerin
sorunlarıyla ilgili uzun süreden beri bir çözüm getiremediniz. Bu dönem böyle
bir programınız var mı?
Son olarak da, 5620 sayılı
Kanun kapsamında mevsimlik işçi olarak çalıştırılan işçilerin eylül ayı başında
işlerine son verildi. Okullar başladı, bu insanlar perişan. Bu beş ay yirmi
dokuz gün çalıştırılan geçici işçiler için ne düşünüyorsunuz? Bu yasada bunlara
yarayacak bir şey var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Işık.
Sayın Belen…
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, ben seçim
bölgemle ilgili bir soru sormak istiyorum: Tekirdağ ili Çorlu ilçesi Sosyal
Güvenlik Kurumu görev alanında 8 bin faal iş yeri var. Bu 8 bin iş yerinde 98
bin 4/A’lı, 6.500 4/B’li, 2.200 4/C’li çalışan var ve bu kurumda, ilçedeki
Sosyal Güvenlik Kurumunda 22 personelle hizmet vermeye çalışıyorlar. İl
merkezindeki İl Müdürlüğünde 30 bin 4/A’lı, 8.300 4/B’li, 3.600 4/C’li var; 112
personelle hizmet veriyorlar. Çorlu ilçesine personel vermeyi düşünüyor
musunuz? Bu konuyu daha önce size sözlü olarak söyledim; söz verdiniz, yerine
getirmediniz Sayın Bakanım. Arkadaşlar sıkıntı içerisinde.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Belen.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bu tasarıyla
işçi ve işveren arasındaki denge işçi lehine mi, işveren lehine mi
değişecektir? Düşüncelerinizi almak istiyorum.
İkincisi: Seçim bölgem
Osmaniye’de “Tosçelik” isimli bir demir-çelik firması var. Çelik-İş Sendikasına
üye olduğu için, bu firma Ramazan Bayramı arifesinde, ramazan ayının içerisinde
birçok işçiyi işten çıkardı. Demir-çelik gibi riski yüksek bir sektörde çalışan
bu işçiler ramazan orucunu açmak için yardıma muhtaç edildiler ve bayramı ağız
tadıyla yapamadılar. Bu tasarı ile bu tür keyfî uygulamalar sona erecek mi?
Diğer taraftan, taşeron
işçileri ve 4/C’lilerle ilgili bir sorum vardı ama Kütahya Milletvekilimiz
Sayın Işık bu soruyu sordular, onu sormayacağım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Türkoğlu.
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, görüşmüş
olduğumuz tasarının 23’üncü maddesinde “sendika yöneticilerinin güvencesi” adı
altında bir düzenleme yapılmış. Sendika yöneticisi olanların iş akitleri askıya
alınıyor. Ancak “Sendika yöneticiliği, seçilememek nedeniyle ya da bir başka
nedenle sona erdiğinde bu kişilerin bir ay içerisinde işverene başvurması
durumunda iş yerine alınması zorunludur.” deniyor. “Zorunludur.” deniyor ama
herhangi bir yaptırım konulmamış, iş yeri temsilcilerinde olduğu kadar bile bir
yaptırım konulmamış. Bu durumda, sendika yöneticilerinin güvenceleri ne olacak?
Böylesi bir yasal düzenleme gerçekleşirse, inanın, sendikalar yönetici olacak
insanı bulamayacaklar çünkü sendika yöneticilikleri biter bitmez bu insanların
iş akitleri de sona erdirilecektir işverenler tarafından. Bu konuda bir
düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?
Ayrıca, bir de yasanın
isminin değiştirilmesi söz konusu olduğuna göre, -burada hiç yakışmayan konu
başlıkları var- “işçi kuruluşu” gibi başlıkların da “sendika” olarak
değiştirilmesini düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Yılmaz.
Sayın Öz…
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, benim yerel
bir sorum olacak.
Mersin Üniversitesi Tıp
Fakültesinin özellikle bir ay boyunca tahakkuk eden ücretlerinin kuruma geriye
iadesi için, her dönem olduğu gibi bu ayın başında da, üniversite hastanesinde
çalışan 19-20 tane öğretim görevlisi Ankara’ya kadar gelip bir hafta ikamet
etmek zorunda. Allah rızası için -oradaki insanlar bir hafta boyunca belli
bölümlerden istifade edemez durumdalar- bunların ödemelerinin yapılması ve
faturalarının incelenmesini Adana’ya almanız noktasında bir çalışmanız
olmayacak mı? İnanın, bu insanlar her ayın bir haftasını Ankara’da bir otelde
geçiriyorlar. Halk da bundan şikâyetçi, oradaki öğretim görevlileri ve doktor
arkadaşlarımız da şikâyetçi.
Konuya duyarlılık
göstereceğinize inanıyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Öz.
Sayın Acar, tekrar… Bir
dakikamız var.
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Anadolu Ajansı, bildiğiniz
gibi, aslında Anadolu’nun yani tüm Türkiye'nin ajansıdır. Ama son dönemde,
diğer kamu kurumlarında olduğu gibi burada da AKP’nin ajansı olma tercihi
yürümektedir. Basın iş kolunda sözleşme yapabilen tek sendika olan Türk-İş’e
bağlı Türkiye Gazeteciler Sendikası Anadolu Ajansından tasfiye edilmiştir.
Neredeyse on beş gün içinde Anadolu Ajansı çalışanları Türk Gazeteciler
Sendikasından istifa edip yine aynı günler içinde kurulan Medya-İş’e üye
oldular. Bu sendika da Hak-İş bünyesinde.
Ben Sayın Bakana şunu sormak
istiyorum: On beş gün içinde, çalışanların, toplu sözleşme yetkisi olan bir
sendikadan, yeni kurulmuş ve yetki alıp almayacağı dahi bilinmeyen bir
sendikaya üye olmaları normal karşılanacak bir durum mudur? Çalışma hayatında böyle
olaylarla sıkça karşılaşılıyor mu? Burada, işveren baskısı açıktır. Sendikal
örgütlenme özgürlüğüne aykırı bu tür uygulamalara son verecek misiniz? Ajans
çalışanlarının haklarının korunmasını sağlayacak mısınız Sayın Bakan?
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Acar.
Sayın Bakanım, buyurun
efendim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
“AK PARTİ’nin gündeminde
memur, işçi, emekli, köylü yok.” dendi. Memur, işçi, köylü, emekli, bu
saydıklarınız yoksa, bir yanlış dünyada gözlem yapıyorsunuz diye
söyleyebilirim, bunların tümü var, tümü de çok şükür arkamızdalar ve hakların
ve imkânların dağıtımı konusunda da çok hassas bir yönetim içerisinde
olduğumuzu görüyorsunuz, milletimiz de bunun farkında, gereğini seçimlerde
yapıyor.
“Örgütlenmede baskı
yaşanıyor, Hükûmetle uyumlu sendika.” diyorsunuz. Bunları sendikacılara
sormanız çok isabetli olur. Hükûmet olarak bütün sendikalarla, işçi, işveren
sendikalarıyla son derece uyumlu çalışıyoruz; ne birine bir adım yakınız, ne
birine bir adım uzağız; bunu açıkça ifade ediyorum, bu bilgiyi bizim söylememiz
önemlidir ama sendikacılardan bunu dinlemeniz çok daha doğru olur
düşüncesindeyim.
Bazı sendikaların üyelerinin
tutuklandığı ifade ediliyor, konu tabii yargı boyutunda. Bize spesifik olan,
gelen bir şey yok ama konfederasyon başkanları bizleri arıyorlar. Bu konuda
gerek İçişleri Bakanımızla gerek Adalet Bakanımızla görüşüyor veya görüştürüyoruz,
onu da belirtmek istiyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Yargıya gerekeni söylediniz mi peki?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Toplum yararına çalışan TYÇP işçileriyle
ilgili olarak sekiz aylık süreyi dokuz aya çıkardık ve ağırlıklı olarak
sosyoekonomik gelişmişlik açısından sorun yaşanan illere biraz daha ağırlık
verdik. Şu anda sistem Millî Eğitimle de endeksli yani okulların açılmasıyla
birlikte başlıyorlar, okulların tatil olmasıyla birlikte de sona eriyor.
305 işçinin işten
atılması…Özel bir şirket tabii Türk Hava Yolları, bu konuyla ilgili düzenlemeyi
bu çerçevede ele almak gerekiyor, biz Bakanlık olarak ilgili yönetim kurulu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Sayın Bakanım, Türk Hava Yollarıyla siz gurur duyuyorsunuz, her
gün Türk Hava Yollarını anlatıyorsunuz ama.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Müsaade eder misiniz?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Özel şirketse niye gurur… Sabancı’yla da gurur duyun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – …başkanıyla ben -birkaç kez davet ettim-
görüştüm, işçilerle görüştük, olayın üzerindeyiz yani Bakanlık olarak bu konuda
yetkimiz neyse onları gerçekleştiriyoruz.
Özelde bir soru sordu Sayın
Genç. Şimdi bir gazeteci… Bakınız açık söylüyorum buradan, siyaset yüzleşme işidir
yani birisiyle yüzleşemiyorsanız, yüzleşemeyecek noktaya gelmişseniz siyaseti
bırakacaksınız. Ben burada ismini de söylemek durumundayım, Sayın Çölaşan bir
iftira atmıştır. Bakınız “iftira” diyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Açıklasaydınız iftiraysa. Bugün de Yalçın Bayer’de var.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Müsaade edin. Ben gönderdim yazdığı yazıyı,
yargıda hesaplaşacağız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yalçın
Bayer’de var.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Müsaade eder misiniz? Esas beni üzen Çalışma
Bakanına dönük yazısı değil, idealist bir tıp öğrencisini -hepinizin çocukları
var- ismini zikrederek alçak bir şekilde karalamasıdır. Bütün bilgiler ve
belgeler, bir tane Çölaşan’ı haklı çıkaracak bir şey varsa ben Bakanlığı da,
milletvekilliğini de bırakacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Biz de
açıklanmasını istiyoruz canım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)–Bu kadar açık konuşuyorum ama hiçbir… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Nakil
yapılmadı mı? Nakil yapılmadı mı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)– Bakınız, siz soru sorabilirsiniz ama müsaade
eder misiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)- Hiç haklı çıkaracak bir belgesi yokken isim
teşhir ederek oluşturduğu atmosferin amacı bellidir, ne yapmak istediği
bellidir, partimize kini olabilir ama yirmi yaşındaki bir öğrenciye bu şekilde
bir iftira atarak toplum içerisinde, arkadaşları arasında zor duruma düşürmeye
hakkı yoktur.
Kızım Acıbadem
Üniversitesinde yabancı dil eğitimi görmektedir. 3’üncü sınıfa geçmiştir. Yatay
geçiş için Bursa Uludağ Üniversitesine ve Hacettepe Tıp Fakültesine müracaat
etmiştir. Ekrana bakabilirsiniz, hem Uludağ Üniversitesine birinci olarak geçiş
hem Hacettepeye geçiş imkânlarını taşıdığı için iki ekrana da düşmüştür ve
ikisinde de aranan şartlarda genel akademik ortalaması 3,56’dır. 3,50’dir en
alt düzey, onda bir sıkıntı yok. Başvuruyu ise bizzat elle yapmıştır; Sayın
Çölaşan elle yapmadığını, postayla yaptığını iddia ediyor; bizzat elle
yapmıştır. Bu iftiraları atarak, özellikle özelde söylüyorum, bir baba olarak
söylüyorum, son derece evde çocuğun psikolojisinde dramatik şeyler
oluşturmuştur ama bu mesleğidir, kendi mesleğidir, icra ediyor, mahkemede bunun
hesabını soracağız. Ama sizler de milletvekilisiniz, eğer bu geçişte en ufak
bir hata varsa, en ufak bir Bakanlığın imtiyazları kullanılarak, siyasi imtiyaz
kullanarak bir durum söz konusuysa bunları sorgulamanızı, bunun hesabını
sormanızı, bizim de hesap vermeye hazır olduğumuzu söylüyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Biz de
soruyoruz işte.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)– Sayın Genç, siyaseti ben böyle yaptım, bu
şekilde de bitirmeyi düşünüyorum, yoksa birilerinin…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Kardeşinizi de açıklar mısınız, kardeşinizi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)– Efendim?
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Kardeşiniz hemen iki günde nasıl serbest kaldı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)– Kardeşimle ilgili de araştırabilirsiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Mahkemeye hiç etki etmediniz mi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa)– Kardeşim müşteki olarak tutuklanmıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Nasıl
müşteki?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Müşteki. Bakınız, açınız dosyayı okuyunuz.
Okumadan uzaktan konuşmayınız.
Bursaspor’la ilgili…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Olur
mu? Adam yedi yıldır içeride, hâlâ yatıyor; size gelince hemen ertesi gün
çıkıyor. Böyle şey olur mu? Böyle hukuk olur mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Siz hukukçusunuz, araştırın bulun diyorum
size.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben
hukukçuyum, araştıralım; ama her şeyi, bilgileri kaçırıyorlar bizden.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Yani iftira işleri bu kadar kolay olmamalı.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne
iftira ediyorum, gazeteler yazıyor. Bizim iftira ettiğimiz yok, gazeteler
yazıyor. Gazetelerde var bugün, Yalçın Bayer’in yazısında var bugün.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Şimdi, diğer konulara gelince.
Alevilikle ilgili… Alevi
vatandaşlar bizim vatandaşlarımız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne yaptın
ya? Bir sene oyaladın insanları. Ne yaptın? Hangi açılımı yaptın?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Müsaade edin. Bakın ne yaptım. Cevabını alın,
bekleyin.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Cemevlerini niye ibadet yeri saymıyorsunuz? Diyanetten fetva almadığınız için
değil mi? Ya Diyanetten fetva alacaksanız senin görevin ne orada?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Alevi vatandaşları bizim vatandaşlarımız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet
çok güzel, lafa gelince öyle ama, lafa gelince öyle.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – 75 milyon birinci sınıf vatandaş. Alevi
vatandaşlarımızla cumhuriyet tarihi boyunca yapılmayan son derece önemli
çalıştaylar gerçekleştirdik. Bütün kesimleri…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya
kamudan tasfiye ettiniz, kamu hizmetine alamıyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Müsaade edin.
Öncelikle diyalog ortamı
kuruldu. Devletin hafızası, devletin ön yargıları ortadan kaldıran bir
yaklaşımı ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Tayyip
Erdoğan’ın söylemlerine bakmıyor musunuz? “Beni Aleviler mahkûm etti.” demiyor
mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Müsaade edin ya. Ben işin içindeydim, sizleri
davet ettim, gelmediniz, kaçtınız. Sizi davet ettim ben. Sizi çalıştaya davet
ettim, siz gelmediniz. Gelseydiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya
gelmedim çünkü sen öyle adamları davet ettin ki, Alevileri yakan adamları davet
ettin.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Siz ayrımcılıktan yanasınız, biz birlikten
yanayız. Siz ayrımcılık peşindesiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır
ben biliyorum, boş uğraş! Ben boş uğraşların olduğu yere gitmem.
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı
konuşmayalım.
Tamam Sayın Bakanım, devam
edin.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – İkincisi, Madımak Oteli tartışıldı durdu.
Gidiniz, Madımak’ı ziyaret etmenizi tavsiye ederim size. Gidin bakın Madımak ne
hâle geldi.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Madımak’ı yakanları himaye eden siz değil misiniz? Ondan sonra hapishanelerde
imkân sağlayan siz değil misiniz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Üçüncüsü, din kültürü ahlak bilgisi
kitaplarına…
BAŞKAN – Sayın Genç, dinler
misiniz lütfen, lütfen.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Bu ne saygısızlık ya, böyle şey olur mu ya!
Soruyu sordunuz, dinleyin.
BAŞKAN – Sayın Genç, soru
sordunuz, lütfen dinleyiniz, lütfen Sayın Genç.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Cevaplar sizi rahatsız ediyor anlıyorum. Haklı
olacaksınız ki susasınız, haksız olduğunuz için konuşuyorsunuz. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada
gerçek dışı konuşuyorsunuz, gerçek dışı. Bundan sonra bu gerçek dışı
konuşanları bile konuşturmayacağız.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) - Haklı tarafınız yok ki! Bak, soru
soruyorsunuz, size cevap veriyorum ben. Diyorum ki: Din kültürü ve ahlak bilgisi
kitaplarına Alevi eğitimcilerin çalışmasıyla -yüz üç sayfalık din kültürü ve
ahlak bilgisi kitaplarına- gerek Nusayrilikle ilgili gerek Alevilikle ilgili
gerek Caferilikle ilgili ilaveler yapıldı ve bunları Alevi eğitimciler
yaptılar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya, bunlar övülecek şeyler değil. Özü nerede,
özü, özü?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Cemevleriyle ilgili çalışmamızı da yaptık.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne
yaptınız?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Cemevleriyle ilgili iki tane, iki açıdan
sıkıntıyı kamuoyuyla paylaştık: Biri hukuki sıkıntıdır, biri…
KAMER GENÇ (Tunceli) – E
hukuki sıkıntı bir maddelik bir kanun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – O zaman getirin kanunu.
KAMER GENÇ (Tunceli) – E
getirdik, Mecliste. Hadi… Gündemde bekliyor.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Getirin. Bakınız…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada
önerge verdim, önergeyi de reddettiniz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bakınız, bu, bu kadar basit bir olay değildir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne
basit değil ya? Diyanet İşleri Başkanı fetva vermiyor diye…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Böyle yüzeysel bakamazsınız. Cemevlerine bir
statü verilmesi konusunda bizim bir irademiz vardır ama bu, AK PARTİ olarak
değil, Cumhuriyet Halk Partisi olarak değil, bu, toplumsal sorunları, birlikte,
ideolojiden, partizanlıktan arınmış bir şekilde çözüme bağlıdır. Onun için,
sizin yaklaşımınızla bu mesele çözülmez, sizin bakışınızla çözülmez. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Tamamen hayali gerekçeler.
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Yargıdaki bütün hâkimleri sürdünüz, Alevi kökenli bütün hâkimleri sürdünüz
Sayın Bakan. Tarafsızlıktan bahsediyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Tasarıdaki değişiklik çalışanların lehinedir,
onu ifade edeyim. Tasarıdaki değişiklik çalışanların lehinedir, ağırlıklı
olarak da işçilerin lehinedir, bunu da vurgulamak istiyorum.
Çorlu’yla ilgili, ikinci kez,
arkadaşımız talebi iletmiş, ben de takipçisi olacağım. Bu konudaki personel
eksikliği hizmetlerin de eksikliği anlamına gelir. İnşallah, onu birlikte
çözelim diyorum.
Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar
yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Tasarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Tasarının maddelerine
geçeceğiz.
On beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.14
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.35
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
197 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Şimdi, birinci bölüm
görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 30’uncu maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde
gruplar adına birinci konuşmacı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın
Ali Öz, Mersin Milletvekili.
Sayın Öz, buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı’nın
birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım.
Yeni yasama yılının da
başlamasıyla beraber, bu yasama yılının Parlamentomuza ve yüce Türk milletine
hayırlara vesile olmasını dilerken yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemizde çalışma yaşamını
doğrudan ilgilendiren Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı, Avrupa Birliği
normlarına uygun çağdaş çalışma yaşamını tesis etmek gerekçesiyle gündeme
getirilmiştir. Ancak, genel gerekçesinde bahsedilen özgür ve demokratik bir
örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını kurmayı hedefleyen bu yasa tasarısı,
hedeflerin oldukça uzağındadır. Söz konusu bu yasa, ILO sözleşmelerinin çok
gerisinde, çalışma yaşamına yenilik getirmekten uzak, hatta bazı hak ve
özgürlükleri kısıtlayan düzenlemeler içermektedir.
Çalışma Bakanlığının
yayınladığı son istatistiklere göre, 2009 Temmuz, Türkiye’de sendikalı üye
sayısı 3 milyon 232 bin 679’dur. Oysa Bakanlığın yine son istatistiklerine
göre, toplu iş sözleşmeleri iki yılda bir yapıldığı için 2008 ve 2009 yılları
toplamında toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçi sayısı sadece 767 bin 582
kişidir ki bu, kayıtlardaki sendika üye sayısının dörtte 1’inden bile azdır.
Bakanlık kayıtlarına göre, Türkiye’de sigortalı çalışan emekçilerin yüzde
59,88’i sendikalıdır. Sigortalı emekçilerden de, toplu iş sözleşmesinden
yararlananların oranı ise, sadece yüzde 14,2’dir.
TÜİK’in Ocak 2012’de
açıkladığı ücretli ve yevmiyeli çalışan emekçilerin toplu iş sözleşmesinden
yararlanma oranı ise yüzde 5 olarak hesaplanmaktadır. Yani, yaklaşık otuz
yıldır oynanan oyun, yüzde 5’ler civarındaki sendikal örgütlenme oranını yüzde
60’lar civarında gösterecek kadar büyüktür.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Hükûmeti, daha önce birçok kez olduğu gibi, yanlış işleyen bir yapıyı düzeltme
iddiasıyla Sendikalar Yasası’na da el atmıştır. 12 Eylül darbe ürünü olan
sendika yasaları, her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir. Bu nedenle,
sendika yasalarının antidemokratik olduğu gerekçesiyle değiştirmeye
niyetlenilmesi karşı çıkılacak bir girişim değildir, her türlü takdire
şayandır. İşte bu durumu son derece iyi değerlendiren AKP, fazlaca bir tepkiyle
karşılaşmadan “Toplu İş İlişkileri” adını verdiği yasayı Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündemine getirmiştir.
Toplu İş İlişkileri Yasa
Tasarısı’nda yer alan birçok düzenleme, 2008 yılından bu yana çeşitli adlar
altında hazırlanan tasarı veya taslaklarla gündeme gelmiştir. Birçok sendikayı
toplu iş sözleşmesinin tarafı olmaktan mahrum bırakan bu düzenleme, sendikal
hak ve özgürlüklerle, toplu sözleşme ve toplu pazarlık hakkına bütünüyle
aykırıdır. Sendikal örgütlenme hakkının kısıtlanması, “sendika” kavramının
değiştirilmesi, tek iş kolunda örgütlenme kısıtı ve iş kolları sorunu yanında
sendikalara dış denetim getirilmesi, yeminli mali müşavir denetimi, iş kolu
barajı ve grev yasaklarının genişletilmesi önemli sorunlardır.
Yeni yasa ile, sendikaların
yaratılması engellenecek ve sendikal özgürlük hakkı kısıtlanmış olacaktır.
ESK’ya üye olmayan sendikalara ciddi haksızlık yapılmıştır. Baraj konusunda da
net rakam olmayıp Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması, Bakanlığı da sıkıntıya
sokmaktadır. Bu durum, siyasi otoritenin, Demokles’in kılıcını sendikaların
üzerinde tepesinde tutması demektir. Sendikalar otuz yıldır bu uygulamalarla ve
yeni değişikliklerle maalesef özgürlüğe kavuşamayacaktır. Sendikaların daha da
güçlenmesi amaçlanmış olmakla beraber, bu uygulamalarla Bakanlar Kuruluna yetki
verilmesi, bağımsız sendikaların uğradığı bir haksızlıktır.
Değerli milletvekilleri, bu
yasada “çerçeve sözleşme” kavramı net değildir. İlk soru, çerçeve sözleşmenin
toplu iş sözleşmesi olup olmadığıdır.
İkinci soru, çerçeve sözleşme
yapılırken grev yapılıp yapılmayacağıdır.
Kuruluş, sendika ve
konfederasyonu kapsamakta, ayrıca konfederasyonlara “üst kuruluş”
denilmektedir. Yani, konfederasyon, hem kuruluş hem de üst kuruluştur. Kavramın
yetersizliği nedeniyle tasarının birçok maddesinde “sendika, konfederasyon ve
sendika şubesi” ifadeleri kaçınılmaz bir şekilde kullanılmıştır.
“İşveren vekili” tanımı
yetersiz kalmıştır.
Yönetici olarak, kuruluşun ve
şubenin yönetim kurulu başkan ve üyelerinin tanımlanması, denetleme ve disiplin
kurulu başkan ve üyelerinin yönetici kapsamı dışında bırakılması yanlış
olmuştur.
Bu yasayla, toplu görüşmeden
bile daha geride bir düzenleme getirilmek istenmektedir. On hizmet kolunda
yetkisiz olsanız dahi, matematiksel olarak en çok üyeye sahip konfederasyon
olabiliyorsunuz. Bu durumda tasarı, toplu sözleşme masasında söz hakkı
vermemektedir. Bununla birlikte, hizmet kolunda yetkili bir tek sendikası olmayan
bir konfederasyon da en çok üyeye sahip konfederasyon olabilmekte ve hizmet
kolları, emekliler, sendika üyeleri ve sendikaya üye olmayan kamu
görevlilerinin tamamı hakkında karar alabilmektedir. Hâl böyleyken, toplu
sözleşmelerde alınan kararlara itiraz hakkı, Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna
başvurma durumu dahi olmayacaktır. Dünyanın hiçbir yerinde, yetkili olduğu
hâlde karar alma sürecinde söz hakkı olmayan bir sendika anlayışı yoktur, varsa
da bunun “toplu sözleşme” olarak adlandırılması mümkün değildir.
ILO Örgütlenme Özgürlüğü
Komitesi, sendikaların kendi üyeleri adına toplu sözleşme yapabilmesinin
gerekliliği üzerinde durmaktadır. Ayrıca, ILO’nun 98 Sayılı Sözleşmesi, hiçbir
sendika işçilerin salt çoğunluğunu temsil etmediğinde, Hükûmetin tüm sendikaların
üyeleri adına müzakere edebileceği bir toplu sözleşme sistemini kurması
gerektiğini belirtmiştir. Şu anda Türkiye’de hiçbir memur konfederasyonu, kamu
görevlilerinin salt çoğunluğunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, yetkili
konfederasyonların ortak pazarlık yapabilecekleri bir sistem kurulmak
zorundadır ancak yasayla, bir konfederasyon dışındaki konfederasyonlara, alınan
kararlara itiraz yetkisi dahi verilmemiştir.
Bununla birlikte, örgütlenme
özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmamış, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun
yapısı tek taraflı olarak belirlenmiştir. Kurulun başkanlığı için ise Yargıtay,
Danıştay ve Sayıştay Başkanları ve daire başkanları arasından Hükûmetin keyfine
göre atayacağı bir kişi düşünülmüştür. Böyle bir Kuruldan sağlıklı karar çıkmasının
imkânı yoktur. Bu tasarının özü de ruhu da yasakçı ve yandaşçı anlayışın
ürünüdür. Bu hâliyle tasarı, yüzlerce mahkeme kararına, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin yargılama sonuçlarına, Avrupa Sosyal Şartı’na aykırıdır. Böyle bir
kanun tasarısının ILO’nun hiçbir sözleşmesine ve sendikacılığın hiçbir temel
ilkesine uygun olmadığı da açıkça görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, iş
kolları sayısında yapılan oynamalar, iş kolu sayısının, iddia edildiği gibi,
ILO ve Avrupa Birliği normlarına uymadığını açıkça göstermektedir.
“Kurucuların, sendikaların kurulduğu iş kolunda çalışıyor olması” koşulu ile
“Türkçe okuryazar olması” koşullarının kaldırılması yerinde olmamıştır. Zira,
sendikanın, organlarında görev alacaklarda da aynı koşullar aranmaktadır. Çalışmadığı
iş kolunda sendika kuranların, o iş kolunun özellikleri ve sorunları hakkında
yeterli bilgi ve deneyim sahibi olamayacakları açıktır. Ayrıca, Türkçe
okuryazar olmayan bir sendikacının nasıl bir iletişim kuracağı da bir başka
sorudur. Bu uygulama, ülkemizin dil birliğine yönelen bir saldırı olacaktır.
Birçok konu, sendikaların
tüzük ve genel kurul kararlarına bırakılırken; sendika yönetim, denetim ve
disiplin kurullarının belirlenmesi demokratik bir yaklaşım olmaktan uzaktır.
Sendika yöneticilerinin aynı zamanda milletvekili ve belediye başkanı
olmalarının niçin yasaklandığı anlaşılır değildir. Avrupa Birliği ülkelerinin
bir çoğunda iki görev birlikte yapılabilmektedir.
Üyeliğin, e-devlet kapısı
üzerinden yapılması ve üyelikten çekilmenin bu şekilde uygulanması ve olası
sorunları, görülmemiş bir hazırlık olup işleyişin bir tüzüğe bırakılmış olması,
her şeyin bakanlık kontrolünde tutulmak istendiğine işarettir. Üyelik aidatının
tahsiline ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmeliğe
bırakılması, Bakanlığın otoritesini ve sendikalar üzerindeki siyasi baskıyı
sürdürmesinin aracı olacaktır.
İşçi kuruluşu yöneticisinin,
iş yeri sendika temsilcisinin ve sendikal özgürlüğün güvencesiyle ilgili
yapılan düzenlemeler, üzerinde çalışılan taslağın gerisine götürülmüş, sendikal
hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda ne yazık ki ülkemizin önü, bir kez
daha, açılamamıştır.
Sendika ve konfederasyonların
faaliyetleri kural olarak tüzüklere ve genel kurul kararlarına bırakılırken, bu
maddenin yedinci fıkrasında yapılan düzenlemeyle bu faaliyetlerde kısıtlama
getirilmiş, sendikaların kuracakları eğitim, sağlık, kültür, sanat ve spor
tesislerini ilgili bakanlıklara devretme zorunluluğu düzenlenmiştir.
Sendikaların kendilerini
denetlemeleri dışındaki denetlemeler ILO normlarına aykırıdır. Yeminli mali
müşavir denetiminin iki yılda bir zorunlu hâle getirilmesi açık bir ihlaldir.
Bu tasarı bir tek ilkeyle
örtüşmektedir, o da Adalet ve Kalkınma Partisinin sendikacılık ve yandaşlık
ilkeleridir.
Sendikal hak ve özgürlüklerin
kullanımını sınırlayan üçlü baraj sistemini, özellikle de iş kolu barajını
koruyan, sendikal güvenceleri sağlamayan, grev yasaklarını Avrupa Birliği
uygulamalarının çok ötesinde geniş bir biçimde sürdüren, toplu sözleşme hakkını tüm işçilerin
kullanabileceği bir hak olarak tanımayan, yetki uyuşmazlıklarına çözüm
getirmeyen bu tasarının bir reform olarak sunulması gerçeklerle asla
bağdaşmamaktadır.
Bu tasarıyla iş barışı
sağlanamayacak, işverenlerin ve siyasi otoritenin lehine yapılan bir düzenleme
olacağı inancıyla, yeni yasakçı bir anlayış hâkim olacaktır. Sendikalar
üzerinde özgürlükçü ve katılımcı anlayıştan uzak olacağı düşüncesiyle doğru
bulmadığımızı ifade ediyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Öz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, müsaadenizle bir konuyu hem Genel Kurulun hem Sayın Bakanın bilgisine
arz etmek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
11.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Şanlıurfa'nın Akçakale
ilçesinde Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve
yaralanan vatandaşlara ilişkin açıklaması
OKTAY VURAL (İzmir) –
Şanlıurfa ilimizin Akçakale ilçesinde Suriye’den atılan bir bombanın bir evde
patlaması üzerine 5 vatandaşımız ölmüş. Suriye’deki ateş maalesef Türkiye’ye
sıçrıyor.
Biraz önce Akçakale’den
arayan vatandaşlarımız Akçakale’nin içinde silahlı, kalaşnikoflu kimselerin
dolaştığını ifade ettiler ve bu konuda büyük endişe içerisindeler, büyük bir
endişe içerisinde Hükûmeti uyarmayı, devleti uyarmayı, Akçakale’ye sahip
çıkmalarını ve Akçakale’nin huzurunu bozan bu silahlı kişilerle ilgili,
devletin gücünün kullanılması gerektiğini ifade ediyorlar. Bana gelen bir telefon
üzerine bunu paylaşma ihtiyacı isteğinde bulundum, Sayın Bakan da Şanlıurfa
Milletvekili bu bakımdan Akçakale üzerinde oynanan bu oyunlar konusunda
Hükûmeti uyarmayı bir görev addettim.
Ölen vatandaşlarımıza da
Allah’tan rahmet diliyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Vural.
Sayın İnce…
12.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Şanlıurfa'nın Akçakale
ilçesinde Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve
yaralanan vatandaşlara ilişkin açıklaması
MUHARREM İNCE (Yalova) – Biz
de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet
diliyoruz. Şu anda, 5 milletvekili arkadaşımızı -yola çıktılar- oraya
gönderiyoruz ayrıntılı bilgi almak için. Sayın Bakan tabii, bölgenin
milletvekili olduğu için yakından ilgilenecektir diye düşünüyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Canikli…
13.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Şanlıurfa'nın Akçakale
ilçesinde Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve
yaralanan vatandaşlara ilişkin açıklaması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Biz de AK PARTİ Gurubu olarak Sayın Başkanım, bu top mermisinin isabet ettiği
evde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyoruz, yakınlarına
başsağlığı diliyoruz.
Biz de birkaç görüşme yaptık.
Elbette, devlet gereken her türlü çalışmayı yapıyor orada, şu anda yeteri kadar
da bilgiye sahip değiliz. Temenni ediyoruz önümüzdeki saatlerde çok daha
ayrıntılı bilgi gelecek ama Hükûmetimiz bu konuda ne gerekiyorsa yapacaktır,
ondan, en ufak kimsenin bir kuşkusu olmasın.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Canikli.
Buyurun Sayın Baluken.
14.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Şanlıurfa'nın Akçakale
ilçesinde Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu ölen ve
yaralanan vatandaşlara ilişkin açıklaması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) –
Akçakale’den bize gelen gayriresmî bilgiler biraz medyaya yansıyandan daha
ciddi bir durum olduğu şeklinde. Temennimiz odur ki, özellikle, zikredilen ölü
ve yaralı rakamları gerçek olmasın.
Biz de BDP Grubu olarak yaşamını
yitirenlere Allah’tan rahmet ve tüm yaralılara acil şifalar diliyoruz. Meclisin
de bir an önce… Aslında bir aydır orada ciddi, acil bir durum var, kısmen
medyaya yansıyor, bir an önce oraya müdahil olacak hükmünde bir süreç
işletmesini tavsiye ediyoruz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım…
15.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in, Şanlıurfa'nın
Akçakale ilçesinde Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu
ölen ve yaralanan vatandaşlara ilişkin açıklaması
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Suriye’de yaşanan hadiseleri
millet olarak da Parlamento olarak da, hep birlikte, Hükûmet olarak da takip
ediyoruz. Bildiğiniz gibi son 20-25 gündür Telabyad’da yani Akçakale’ye çok
yakın, sınır yerleşim biriminde çok ciddi çatışmalar var. Bu çatışmaların bazı
yansımalarını da bu süreç içerisinde Akçakale’de bizler hissettik. Bugün saat
17.00 sularında yine bir top mermisinin -tabii, teknik olarak onu bilemiyorum-
düşmesi neticesinde, atılması neticesinde, ilk belirlemelere göre 5 kişinin
hayatını kaybettiği, 8 yaralının olduğu, 2 kişinin ağır olduğu şeklinde… Bir
taraftan buradan bu çalışmaları sürdürürken bir taraftan da Vali Bey’den bilgi
alıyoruz.
Vatandaşlarımızın güvenliği
tabii ki esastır. Bütün güvenlik güçlerimizin, gerek sınır bölgesinde gerek
Akçakale’de şu anda görevlerinin başında olduğunu burada ifade etmek istiyorum.
Bu vesileyle de bir paniğe, bir telaşa gerek yok, gerçekten devletimiz bütün
güçleriyle, şu anda bütün sınır bölgelerinde üzerine düşen görevi yapma gayreti
içerisindeler. Dışişleri Bakanımız, İçişleri Bakanımız ve ilgili tüm kurumlar
konu üzerindedirler, biz de olayı takip ediyoruz, gerektiğinde Hükûmet üyeleri…
Az önce muhalefet partilerinin milletvekillerinin Akçakale’ye gitmesi,
Şanlıurfa’ya gitmesi tabii, takdire şayan, ama Hükûmet olarak da yapılması
gereken neyse takipte olduğumuzu ifade ediyorum.
Ben de vefat eden
kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ama şu
anda, Sayın Bakan, vatandaşlar Hükûmet Konağına yığılmış vaziyette, devletin
otoritesini lütfen orada temin ediniz, birtakım silahlı güçlerin
vatandaşlarımızı tehdit etmesine imkân tanımayınız.
BAŞKAN – Teşekkürler.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Bu boyutta böyle bir sorun söz konusu değil,
devletimiz ülkemizin her noktasında, aynı zamanda da Akçakale’de… Az önce ifade
ettim, bir siyasi polemik konusu da yapılmasını tabii ki ne sizler ne bizler
arzu ederiz, ama netice itibarıyla Suriye’de cereyan eden hadiseler ve onun bu
boyuttaki yansımaları bir yönüyle de kaçınılmaz, maalesef.
VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın, Şanlıurfa'nın
Akçakale ilçesinde Suriye’ye ait bir top mermisinin patlaması ve bunun sonucu
ölen ve yaralanan vatandaşlara ilişkin konuşması
BAŞKAN – Ben de bütün
arkadaşlarım adına, bütün milletvekilleri adına, hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum ve orada sık sık tekerrür eden bu
tip olayların müsebbibi olarak da Suriye Hükûmetini kınıyorum Meclis adına.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları (1/567)
(S. Sayısı: 197) (Devam)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, şimdi, Barış ve
Demokrasi Partisi adına Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili.
Buyurun Sayın Kurt.
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT
(Hakkari) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım; ben de tasarının birinci bölümü üzerine grubumuz adına söz almış
bulunuyorum, hepinizi selamlıyorum.
Öncelikle Akçakale’deki
üzüntülü olaydan dolayı bu vahim olayın bir daha tekrarlanmamasını arzu ediyor,
ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
Yaralılara acil şifalar diliyoruz. Tabii ki umarım bu tür ölüm vakaları
karşısında biz Meclis olarak sadece olayları duyduğumuzda bir başsağlığı
dileyerek süreci geçiştirmiş olmayalım, takipçisi olalım çünkü bu tarz olaylar,
ölüm vakaları her gün maalesef gündemimizde. Artık medyayı takip etmeme gibi
bir noktaya geldik çünkü izlediğimiz her haber çatışma haberi, izlediğimiz her
haber ölüm haberi, kaos haberi ve maalesef bu konuda Meclis olarak da
sorumluluğumuzu layıkıyla yerine getirmediğimiz, bu sorunların önüne geçmek, bu
ölüm olaylarının önüne geçmek için bir yol haritası önümüze koymadığımız için
bunlar oluyor. Tabii ki üzüntümüzü ifade edeceğiz ama sadece üzüntümüzü ifade
etmiş olmakla yetinmememiz gerekir diye düşünüyorum.
Tabii, önümüzdeki bu tasarıya
ilişkin, bu tasarının birinci bölümüne ilişkin görüşlerimizi ifade ederken
öncelikle “sendika” kavramına bizim nasıl yaklaştığımız çok önemlidir. Şimdi,
Türkiye’de alışılagelmiş bir sendika kavramı, yaklaşımı var. Sendika, sadece
ücret pazarlığı yapan bir kurum ya da kuruluş olarak algılandı. Zaten böyle
algılandığı için de buraya kuruluş olarak da çok rahatlıkla geçmiş yani sendika
işverenle sadece ücret pazarlığı yapan kurum olarak algılanıyor.Şimdi,
oturtulmuş bu anlayışı siz bertaraf etmeden, ortadan kaldırmadan sendikaya
doğru dürüst yaklaşım geliştiremezsiniz. Eğer gerçekten… Ki şimdiye kadar
konuşan bütün hatipler, bir şekilde demokratik yaşamın geliştirilmesi için
sendikaların varlığının önemi üzerinde durdular, ama sendikayı biz esasında,
sadece ücret pazarlığı yapan kurum olarak algılıyoruz. Böyle algılandığı için
de maalesef, Bakan da kendini işveren gözüyle görüp yaklaşımını bu şekilde
geliştiriyor. Önümüze gelen bu. Yani eğer on ay boyunca toplu iş sözleşmesi
yapılmamışsa, sözleşmeler imzalanmamışsa biraz da bu nedenledir. Sadece bu
konunun ücret artışlarına yansıması olarak görülüyor ve esas sıkıntı burada.
Çünkü işveren açısından, yani Hükûmetin bakış açısından, esasında, bütün olarak
yüzde 80 işvereni kollayan ki ağırlıklı olarak, bu kanun tasarısı geçtiği zaman
en fazla Hükûmet etkilenecek buradan. Çünkü zaten çalışan işçilerin, yani kayıt
altına alınan işçilerin sadece yüzde 8’ine, bu yüzde 8’in içerisinde de kamu
kurumlarında çalışan işçilerin yaklaşık yüzde 80’iyle doğrudan Hükûmet muhatap.
Bunun dışındaki işçiler zaten bu kapsam dışında tutulmuş.
Sendikal örgütlülük bugüne
kadar kadükleştirilmiş, örgütlülük olmasın diye ellerinden gelen ne varsa
yapılmış. Artı değerin çoğaltılması üzerine inşa edilmiş bir fikir maalesef
burada da karşımıza çıkıyor, yani zengini daha çok zengin eden, çalışanı daha
çok haklarından mahrum eden bir anlayış.
Şimdi Hükûmet üyelerine de
hatırlatmak gerekiyor burada. Çok değil, daha dört gün önce, beş gün önce siz
bir yol haritası açıkladınız ve o yol haritası içerisinde dediniz ki: “Gelir
dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldıracağız.” 2023 Vizyon Programı
içerisindeki temel argümanlarınızdan bir tanesi. Nasıl kaldıracaksınız burada?
Yani bu yaklaşımla kaldırmanız mümkün mü? Hele hele Sayın Başbakanın
“Çinleşiyoruz.” argümanını da bunun yanına koyduğumuz zaman.
“Çinleşiyoruz”dan kasıt
neydi? Karın tokluğuna işçi çalıştırıp üretimi artırmak! Türkiye’de, hakikaten
o veriyi bilmek istiyorum, Sayın Bakan da bize bunu açıklarsa çok… Bu kastedilen 12 milyon işçinin ne kadarı
asgari ücretle çalışıyor, yüzde kaçı asgari ücretlidir? Sayın Bakan bu veriyi
bize açıklarsa çok memnun olacağım. Ki tahmin edilen, yüzde 70’in üzerindeki
bir rakamdır. Yüzde 70’in üzerinde insanların asgari ücretle geçindiği bir
ortamda siz onların toplu iş sözleşmelerini de bu şekilde kadükleştirirseniz
adaletli bir yaklaşım geliştirmiş olmazsınız.
Unutuyoruz, demokratik
haklarını dile getiren işçilerin cezaevine tıkıldığını unutuyoruz maalesef. Şu
anda cezaevlerinde birçok işçi, sadece demokratik haklarını ifade ettikleri
için, demokratik yaşama katılmak istedikleri için. Grev hakkını kullanan
işçilerin işten atıldığını unutmamamız gerekir. Sayın Bakanın “İlgileniyoruz.”
demesi yeterli değildir. Kaç aydır o işçiler işten atılmış? Yani ilgilendiniz
de ne oldu? İlgilenilen şu: İşten atılan işten atıldığıyla kaldı, yerine
“mülayim işçi” alındı. İlgilenilen nokta burası. Yerine başka işçiler alındı,
istihdam edildi. TÜİK’in verileriyle ya da SGK kurumunun verileriyle siz
sendikalar üzerinden şantaj uygulamaya kalkışırsanız olumlu bir sonuç elde
edemezsiniz ki bunun içerisinde bu şantaj var.
Tasarının kendisini de yani
madde madde de incelediğiniz zaman karşınıza çok sıkıntı çıkıyor. Mesela
“kuruluş” kavramı. Bir örnek vereyim: Herhangi bir iş yerindeki işçiler dernek
olarak örgütlenseler ve o dernek tüzüğüne “İş yerinde çalışan işçilerin özlük
haklarını gözetir.” maddesini koysalar, önümüze getirdiğiniz bu tasarıya göre
siz o dernekle toplu iş sözleşmesi yapmak durumundasınız. Kastınız buysa bunu
da açık koymak lazım. Ya da bu amaçla bir cemiyet, bu amaçla bir işçi konseyi,
bu amaçla bir işçi vakfı kurulsa siz “kuruluş” kavramını ifade ettikten sonra
bunların hepsiyle toplu iş sözleşmesi yapmak durumundasınız. Bu kargaşanın
önüne geçilmesi için “sendika” kavramını ya da “konfederasyon” kavramını bu
metinde ifade etmeniz gerekir, geçirmeniz gerekir, bu maddeyi öncelikle
değiştirmeniz gerekir. Bakanın ya da Hükûmet üyelerinin sendikalar üzerindeki
tahakkümü, direkt ya da dolaylı olarak bu tahakkümü çağrıştıracak, bu tahakküme
zemin hazırlayacak maddelerin burada olmaması gerekir. Bir bütün olarak
incelediğiniz zaman bu tahakkümün varlığını görüyorsunuz. Bu tahakkümü niçin
yapıyorsunuz? Elbette ki işçiyi açlığa mahkûm etmek için yapıyorsunuz. Bunun
başka bir anlamı yok. Demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamak için
yapıyorsunuz.
Sendika demek, sadece
işverenle ücret pazarlığı yapan kurum anlamına gelmiyor, sendika bu değildir.
Eğer gerçekten sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, yarı resmî demokratik
örgütlerin toplumsal yaşama, demokratik yaşama katılımını arzuluyorsanız,
yaklaşımın bu olmaması gerekir. Bu, hâlâ 12 Eylül darbe hukukunun izlerinin
zihnimizde mührünü…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla) -
…taşıdığını gösteren bir metindir, dolayısıyla bu şekilde geçirilmesi de
sakıncalıdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kurt, teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İzmir Milletvekili Sayın Musa Çam.
Sayın Çam, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA MUSA ÇAM
(İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri;
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki biraz önce
Akçakale’den gelen üzüntülü haberden dolayı da büyük endişe duyduğumu
belirtiyor, hayatlarını kaybeden yurttaşlarımıza Tanrı’dan rahmet diliyorum,
ailelerine başsağlığı diliyorum. Ama bizim sürekli buralarda taziye
dileklerimizi dile getirmememiz gerekiyor veyahut da Sayın Bakanın, devletin
bütün kolluk kuvvetlerinin, güçlerinin bölgede olduğunu ve her türlü güven ve
önlemin alındığını söylemesi sorunları çözmüyor. Açık ve nettir ki Hükûmetin
uygulamış olduğu Suriye politikası yanlıştır ve bizi her geçen gün orada bir
bataklığa götürmektedir ve önümüzdeki günlerde Suriye’yle ilgili çok daha ciddi
endişeleri ve sıkıntıları yaşayacağımızı düşünüyorum ve buradan bir kez daha
Hükûmeti uyarıyoruz: Atatürk’ün söylemiş olduğu gibi “Yurtta sulh, cihanda
sulh.” ilkesini hayata geçirecek ve bunu ayakta tutacak olan bu şiarın
arkasından bizim gitmemiz gerekiyor, bizim komşularımızla kardeşçe yaşamamız
gerekiyor.
Bugün 197 sıra sayılı İş
Kanunu veyahut da Toplu İş İlişkileri, bir başka ismiyle Sendikalar Kanunu’nu,
Toplu Sözleşme Kanunu’nu görüşmek için burada toplanmış bulunuyoruz ve bu
nedenle ben birinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Şu anda yüz yirmi yedi gündür haksız ve adaletsiz bir
şekilde işten atılan Türk Hava Yolları çalışanlarını ve İstanbul’da
havaalanında direnen 305 işçi arkadaşımızı saygıyla selamlıyorum. Ayrıca,
ülkemizin değişik kentlerinde sendikal hak mücadelesini yapan ve bu nedenle
direnen arkadaşlarımızı da saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli parlamenterler,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan ve 24/10/2011 tarihinde
Bakanlar Kurulunda kabul edilen, 31/1/2012 tarihinde de Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına sunulan, 7/2/2012 tarihinde ise Komisyona havale edilen bu
tasarı, 1/3/2012 tarihinde Çalışma, Sağlık, Aile Komisyonunda, Avrupa Birliği
Uyum Komisyonunda ve alt komisyonlarında görüşüldü.
Bakanlar Kurulunda
görüşülmesinin üzerinden tam bir yıl, komisyonlarda görüşülmesinin üzerinden de
tam yedi ay geçmiş olmasına rağmen nihayet “Toplu İş Görüşmeleri” veyahut da
“Sendikalar Kanunu” Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş bulunuyor.
Peki, bir yıl veyahut da yedi
ay neden geciktirilerek geldi arkadaşlar? Niçin? Bunun nedeni, Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliğinin, MÜSİAD’ın, TUSKON’nun, ticaret odalarının, sanayi
odalarının, kısacası işveren örgütlerinin Hükûmet üzerinde kurmuş olduğu
baskılar sonucunda ne yazık ki Sendikalar Kanunu bugüne kadar Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülememiştir.
Bunun önemli nedenlerinden
bir tanesinin, sermaye çevrelerinin, iş çevrelerinin 2012 yılının bir kriz yılı
olduğunu, ekonomik anlamda ciddi bir daralmanın olacağını, bir küçülmenin
olacağını ve bu küçülmenin yaratacağı endişe ve kaygılarla bunun mutlaka
bastırılması gerektiğini ve Sendikalar Kanunu’nun Toplu Sözleşme Kanunu’nda
sürekli uzatılarak bir zaman kazanılması olduğunu açık ve net bir şekilde görmek
mümkündür.
Değerli arkadaşlar, 12 Eylül
1982 Anayasası’nın üzerinden tam otuz iki yıl geçti. Anayasa bugüne kadar tam
17 kez değiştirildi. Buna bağlı olarak otuz iki yıl içerisinde yüzlerce kanun,
kanun hükmünde kararname, torba yasa çıkarıldı ama dokunulmayan bir tek kanun
vardır, o da Sendikalar Kanunu, Grev ve Toplu Sözleşme Kanunu oldu.
Bugüne kadar, otuz iki yıl
içerisinde gelmemesinin en önemli nedeni, bu ülkeyi yöneten iktidarların ve
özellikle son on yıldır ülkeyi yöneten AKP Hükûmetinin işçiye, emekçiye,
çalışana ve sendikaya bakış açısıdır.
Hükûmetin, on yıldır, işçiye,
emekçiye ve sendikalara bakış açısı ne yazık ki şaşı durumdadır. Başbakan,
çeşitli kongrelerde, sendika kongrelerinde veyahut da çeşitli toplantılarda
kürsüde konuşurken, âdeta bir mürebbiye edasıyla, parmağını işçilere ve
sendikacılara göstererek hadlerini bilmesini, hadlerini bilmediği takdirde
haddini bildireceğini açık ve net bir şekilde söylemektedir.
Değerli arkadaşlar,
geçtiğimiz yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi seçiminden sonra açıldığında, Sayın
Bakan buraya getirmiş olduğu bir tezkereyle her yıl ocak ve temmuz aylarında
yayınlanan istatistiklerin yıl sonuna kadar bir daha ertelenmesiyle ilgili
karar aldırdı bize ve “Bu sondu. 2012 yılına kadar, 2012 yılının Ocak ayında yeni
Sendikalar Kanunu yürürlüğü girecek ve yeni toplu sözleşme düzenine
kavuşacağız.” dedi ama ne yazık ki Sayın Bakanın vermiş olduğu sözü üzerine
yapılan baskılar sonucunda uygulanamadı ve hayata geçirilemedi. Ocak ve temmuz
ayında yayınlanacak olan istatistikler yayınlanmadığı gibi, 1.700 iş yerinde
toplu sözleşme görüşmeleri ne yazık ki bağıtlanamadı, bundan da 400 bin işçi
faydalanamadı; ocak ayından beri her türlü zam yapılmasına rağmen, elektriğe,
doğal gaza, petrole, tüpe, ekmeğe, şekere, benzine zam yapılmasına rağmen ne
yazık ki işçilerin, emekçilerin, çalışanların ücretlerine yeteri kadar zam
yapılmadı.
Biraz önce Sayın Bakan diyor
ki: “Sendikalar sıfır baraj istiyor, işverenler de yüzde 5 olsun diyor.”
Sayın Bakan, işçi
sendikalarının yasasının görüşüldüğü ve bunları, işçileri ilgilendiren bir
konuda, iş verenlerin bu konuda bir görüş belirtmelerini anlayabilmiş değilim.
Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ille işverenlerin dediklerini dinleyecek
veyahut da onu uygulayacak diye bir kayıt da yoktur. Türkiye Cumhuriyeti
devletinin altına imza atmış olduğu uluslararası anlaşmalar ve sözleşmeler var.
Bunlardan bir tanesi de ILO sözleşmeleri. 87 ve 98 numaralı sözleşmeler açık ve
nettir ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin açık ve net bir şekilde buna uyması
gerekirken ne yazık ki Hükûmet sadece işverenlerin söylediklerine kulak veriyor
ve onların dediklerini yapmaya çalışıyor ve attığı imzayı da yok sayıyor.
Değerli arkadaşlar, eğer bu
yasa bu şekliyle Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçer ise bakınız şöyle
tabloyla karşı karşıya kalacağız: Mevcut sigortalı işçilerin yüzde 57’si toplu
sözleşme yapacak sendika bulamayacak arkadaşlar. Yedi sektör baraj altında
kalacak, sayıları 6 milyon 298 bin kişiyi bulacak; inşaat, turizm, sağlık,
taşımacılık, ticaret, büro, eğitim, basın ve liman işçileri için toplu sözleşme
bir hayal olacak arkadaşlar. Yasaya göre, iş kolu barajı yüzde 1, yüzde 2 ve
yüzde 3 şeklinde uygulanacak. Özel sektörde gerçek sendikalaşma oranının yüzde
3 civarında olduğu düşünülecek olursa önümüzdeki yıllarda sendikal hareketin
bütününde ciddi bir tehlike söz konusudur.
Değerli arkadaşlar, şu anda
Türkiye’de 52 sendika toplu sözleşme yapıyor. Eğer bu yasa bu şekilde kabul
edildiği takdirde toplam 29 sendika barajın altında kalacak ve sadece ve sadece
23 sendika toplu sözleşme yapacak noktada kalacaktır. Bu mu ileri demokrasi? 12
Eylülün yasaklarını ve kanunlarını ortadan kaldırmak bu mudur arkadaşlar?
Değil. Mademki şu anda Türkiye’de 52 tane toplu sözleşme yapacak sendika var,
bizim bunları artırmamız gerekirken şimdi oy vereceğiniz ve çıkaracağınız bu
yasayla Türkiye’deki sendika sayısı 23’e düşecek ve 29 sendika bunun dışında
kalacak ve yüzlerce, binlerce işçi ve emekçi de toplu sözleşme kapsamının
dışında kalacak. 8 sektörde tek sendika egemenliğini kuracak arkadaşlar. Artık,
bu sektörde bir şey olacak, sendika alanında da tamamen bir kartel oluşacak ve
o 8 sendikanın dışında kimse Türkiye’de toplu sözleşme yapacak noktaya
gelemeyecek. 2 milyon 868 bin sigortalı işçi tek sendikaya üye olmak zorunda
kalacaktır. AKP Hükûmetinin ILO normlarına ve Avrupa Sosyal Şartı’na rağmen bu
yasayı çıkarmak istemesinin en önemli nedeni, Türkiye’de mücadele edecek, kavga
edecek, militan, mücadele edecek sendikal hareketi tasfiye etmek, sadece
Hükûmetin arka bahçesi olacak sarı sendikaları inşa etmektir arkadaşlar.
Bu nedenle herkese özgürce
sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı verilmesini, sendikaların kendi iç
işleyişlerinin denetimlerini ve faaliyetlerini serbestçe düzenleyebilme, kendi
yöneticilerini serbestçe seçebilme hakkına sahip olmasını, çok düzeyli toplu
pazarlık ve toplu sözleşme düzeninin kurulmasını, toplu sözleşme hakkı için
yüzde 10 iş kolu barajı dâhil bütün barajların kaldırılmasını, toplu iş
sözleşmesi prosedürünün sadeleştirilmesini, sendikaların çalışanlarının tümünü
temsil eden örgütler olarak tanınmasını, yetki uyuşmazlıklarında referandum
uygulanmasını -sendikalar arasında çıkacak muhtemel anlaşmazlıkların bir tek
çözümü var, o da sandığı koymak ve referanduma gitmek, işçilerin kendi özgür
iradeleriyle sendikalarını seçebilmesidir arkadaşlar- grev yasakları ve
engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz. Yasaksız, barajsız, ILO sözleşmeleri
ve Avrupa Sosyal Şartı’yla uyumlu, sendikal hak ve özgürlükleri gerçek anlamda
güvence altına alan, 12 Eylül’ün yarattığı tahribatı silmeye olanak sağlayacak
bir sendikal mevzuatı bu ülke emekçilerinin hak ettiğine inanıyor ve Türkiye
Büyük Millet Meclisini barajsız, yasaksız, sendikal hakların güvence altına
alındığı bir yasa için davet ediyoruz. En önemlisi, her zaman kürsüye
çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki: “12 Eylül yasalarına karşı biz mücadele veriyoruz,
biz değiştiriyoruz.” Biz de iddia ediyoruz, bu getirdiğiniz yasa 12 Eylül
yasalarının bir devamıdır ve sizler de maalesef 12 Eylülün devamısınız
arkadaşlar.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Çam, teşekkür
ederim.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Sayın Mahmut Kaçar, Şanlıurfa Milletvekili.
Sayın Kaçar, şahsınız adına
da söz istemiştiniz, süreniz on beş dakika dolayısıyla.
AK PARTİ GRUBU ADINA MAHMUT
KAÇAR (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime
başlamadan önce yüce heyetinizi ve tüm milletvekili arkadaşlarımı saygıyla
selamlıyorum.
Şanlıurfa Milletvekili olarak
Akçakale’de meydana gelen bu olayda vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet
diliyorum. Yakınlarına başsağlığı diliyorum ve yaralı olanlara da Allah’tan
acil şifalar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün,
burada, çalışma hayatı açısından son derece önemli, 1980 darbe ürünü olan bir
yasayı değiştiriyoruz. Özellikle 1980 darbesi ülkemizde yalnız demokratik
haklarda değil, çalışma hayatında da, sendikal harekete de, sendikaların
özgürlük mücadelesinde de ciddi anlamda sekteye uğratan bir süreç olmuştur. Bu
süreçte kimi sendikaların faaliyeti men edilirken, kimi sendikalar baskı altına
alınmış ve maalesef bu süreçte sendikaların önemli bir kısmı çok ciddi bedeller
ödemiştir. İşte bu süreçte çalışma hayatına dayatılan yasa ise 2821 sayılı ve
2822 sayılı yasalar olmuştur. Ülkemizde vesayet rejimiyle hesaplaşan
Hükûmetimizin, bugüne kadar hiç kimsenin dokunmadığı bu alana da dokunarak
sendikal haklar önündeki engelleri kaldırmaya yönelik olarak ciddi anlamda bir
mücadelesi olmuştur ve bu mücadelede gerek ülkemizin demokratikleşmesi,
ülkemizde bireysel özgürlük alanının genişletilmesi ve gerekse de çalışma
hayatının demokratikleşmesi noktasında hiç şüphesiz en önemli süreç, hepimizin
bildiği gibi, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum olmuştur. Bu
referandumda milletimizin iradesinin saygın olması noktasında darbe ürünü
olarak yerleştirilen birçok düzenleme milletimiz tarafından bertaraf edilirken
aynı zamanda bütün çalışanlarımız açısından, gerek memurlarımız açısından ve
gerekse de işçilerimiz açısından, darbe ürünü olan düzenlemelere son verilme
noktasında çok önemli bir adım atılmıştır.
Bilindiği gibi, referandumla
birlikte Meclis olarak yapmış olduğumuz en önemli yasal düzenlemelerden biri,
memurlara yapılan hepimizin bildiği Toplu Sözleşme Yasası’nın Meclis tarafından
yasalaştırılmasıdır. Bilindiği gibi, kamu çalışanları bu ülkede yıllardan beri
kendileriyle ilgili alınan hiçbir konuda söz sahibi olmayan, toplu görüşme
yapan, nihai kararın Hükûmet tarafından verildiği bir süreçten, bu referandumla
birlikte elde ettikleri toplu sözleşme hakkıyla birlikte artık genel konularla
ilgili genel toplu sözleşmenin, yerelde belediyelerde ve özel idarelerde
imzalanan yerel toplu sözleşmelerin ve hizmet kollarında da yetkili sendikanın
söz sahibi olduğu bu yerel hizmet toplu sözleşmesinin yanında aynı zamanda
hizmet toplu sözleşmenin haklarına kavuştukları bir yasal düzenlemeye sahip
oldular.
Yine bu süreçte, çalışanların
en temel insan haklarından biri olan sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışma
haklarını bir bakıma garanti altına alan ve bu alandaki kuralları belirleyen
hepinizin bildiği İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası da yine bu geçen yıl Mecliste
yasalaşan önemli yasa düzenlemelerinden biri olmuştur.
Bugün inşallah bu yasayla
ilgili süreç tamamlandığında, bu “Toplu İş İlişkileri Kanunu” olarak gelen ama
zannediyorum önergeyle birlikte “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi” olarak
değiştirilecek olan bu yasayla birlikte, en azından, işçi sendikacılığı
hareketinde darbenin ürünlerini bertaraf etme adına önemli bir sonuç elde etmiş
olacağız.
Değerli arkadaşlar, bu yasal
düzenleme hazırlanırken birçok yeni düzenleme yer almakta. Yapılan düzenleme
sadece Anayasa değişikliğine bağlı bir düzenleme değil, aynı zamanda
Türkiye’nin Avrupa Birliği müktesebatı ve ILO’nun sendikal özgürlüklerle ilgili
yapmış olduğu eleştirileri de dikkate alarak hazırlanan bir yasa tasarısı.
Bilindiği gibi her yıl ILO’da
yapılan toplantılarda Türkiye’deki çalışma hayatındaki mevzuatta olan
aksaklıklar eleştiri konusu hâline getirilmekte ve bunların bir an önce
düzeltilmesiyle ilgili, ilgili organlara, Hükûmete bildirimlerde bulunmaktadır.
Birazdan ayrıntısına gireceğim teknik düzenlemelerin birçoğunda, az önce ifade
edildiği gibi, ILO normlarının dışında değil, tamamen ILO’nun Türkiye’ye yapmış
olduğu eleştiriler ve değiştirilmesini istediği hususların dikkate alındığını
hep birlikte müşahede edeceğiz.
Burada çalışma hayatımızda
yer alan sorunlarla ilgili bu yapılan düzenlemede iş kolu sayısının 21’e
düşürüldüğünü görüyoruz. Bu iş kolu sayısındaki düşüş, azaltma tamamen Avrupa
Birliği ve ILO normlarına uygun olarak yapılmış olup böylece daha güçlü
sendikacılığın önü açılmıştır.
Yine burada, özellikle işçi
sendikacılığından gelen arkadaşlarımızın sendikal mücadele boyunca en önemli
sorun olarak önlerine çıkan yetki itirazlarıyla ilgili sorun da bu yasayla
çözülmüştür. Sendikalar arası rekabet nedeniyle yetki itirazları mahkemelerde
uzun yıllar sürdüğü için maalesef toplu iş sözleşmeleri yapılamamaktadır ve
toplu iş sözleşmelerinin yapılamamasından dolayı da en büyük mağduriyeti,
çalışanlar, emekçiler ve işçilerin ödediğini de hepimiz çok iyi biliyoruz.
Yıllardan beri maalesef işverenler açısından da toplu iş sözleşmesi yapmama
adına ellerindeki en önemli gerekçe, bu yetki itirazlarına itiraz yapılması ve
yetki itirazı sonuçlanmadan toplu sözleşme masasına oturulmamasıdır. Bu yapmış
olduğumuz düzenlemeyle, bu anlamda artık yetki itirazlarında mahkeme sonucu
bekletilmeden direkt olarak toplu sözleşme masasına oturmanın önünün
açıldığını, yetki itirazlarında iş kolu tespiti taleplerinin bekletici mesele
olmaktan çıkarıldığını da özellikle ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu yasal
düzenlemede, yine ILO’nun her yıl bütün toplantılarında kesintisiz olarak
Türkiye’yi eleştiri konusu hâline getirdiği ve değiştirilmesini istediği bir
diğer konu -mevcut olan 2821 ve 2822 sayılı yasalarda- sendikaların iç işleyişleriyle
ilgili bütün düzenlemelerin yasalarda ifade ediliyor olmasıdır. Bu yapılan
düzenlemeyle birlikte, yine Avrupa Birliği ve ILO normlarına uygun olarak
sendikaların iç işleyişlerine ilişkin olarak önemli hükümlerin tümü yasa
metninden çıkarılmış, bunlar sendikaların tüzüklerine bırakılmıştır.
Sendikaların işleyişleriyle ilgili bu hususların sendikaların tüzüklerine
bırakılmış olmasındaki en önemli kazanım, burada çalışma hayatının olmazsa
olmazı olan, sendika üyelerinin kendileriyle ilgili alınacak olan kararlarda
daha fazla söz sahibi olmalarını sağlamış olmamızdır.
Değerli arkadaşlar, bir diğer
önemli düzenleme, Türkiye’de merkezî uluslararası kuruluş kurma hakkının bu
yasayla düzenlenmiş olmasıdır. Bilindiği gibi mevcut olan 2821 sayılı Yasa’da
Türkiye’deki sendikaların, işçi sendikalarının Avrupa’da ve dünyadaki
uluslararası kuruluşlara nasıl üye olacağıyla ilgili bir düzenleme yer alırken,
şu andaki bu toplu iş ilişkileri kanunuyla birlikte yalnız Türkiye’nin
uluslararası kuruluşlara, sendikalar birliğine üye olması değil, aynı zamanda
Türkiye’deki sendikalarımıza uluslararası kuruluş kurma hakkı tanınmaktadır.
Özellikle dünyada küresel güç olma mücadelesi veren, her alanda gündem
belirleyen, vizyonu ve gelecek tasavvuru olan bir Türkiye anlayışının bu
çalışma hayatına yansıması açısından son derece önemli bir düzenlemedir ve ümit
ediyorum ki, artık Türkiye’deki sendikalarımız, dünyanın değişik bölgelerinde
kurulan sendikalara üye olmanın yanında, Türkiye merkezli bir sendikalar
birliği kurmak suretiyle Türkiye'nin gelecek vizyonuna çok önemli bir katkı
sağlayacaklardır.
Yine, bu yasada işçi
sendikası üyesinin kesintisiz bir yılı geçmemek üzere işsiz kalmasının sendika
üyeliğini etkilemeyeceği düzenlemesi ile işçi ve sendika arasındaki bağ ciddi
anlamda güçlendirilmiştir.
Yine, aynı iş kolunda, aynı
zamanda, farklı iş yerlerinde çalışan işçilerin birden çok sendikaya üye
olabilmelerine imkân sağlayan düzenleme de bu yasa içerisinde yer almaktadır.
Bunun, özellikle 12 Eylül referandumunda, bizim çalışanlara söz verdiğimiz,
Anayasa değişikliğinde yer alan ve şu anda da Anayasa değişikliğine paralel
olarak ikincil mevzuatta yerini bulan bir düzenleme olduğunu da hatırlatmak
istiyorum.
Yine, ILO’nun Türkiye’ye
getirmiş olduğu en önemli eleştirilerden biri grup toplu sözleşmelerinin ve
çerçeve toplu sözleşmelerin olmayışıdır. Modern endüstri ilişkileri sisteminde
var olan grup toplu sözleşmeleri ve çerçeve sözleşmeleri de ilk defa bu yasada
yer almaktadır. Yapılan düzenlemeyle, Ekonomik ve Sosyal Konseyde temsil edilen
işçi ve işveren konfederasyonlarına, üye işçi ve işveren sendikaları arasında
iş kolu düzeyinde sadece kendi üyelerini kapsayan çerçeve sözleşmeler yapma
imkânı tanınmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu
yasanın en fazla tartışılan maddelerinden biri hiç şüphesiz iş kolu
barajlarıdır. Yıllardır sendikal istatistiklerin yanlış olduğunu bütün sosyal
taraflar bilmektedir ama maalesef buna rağmen bugüne kadar hiçbir adım
atılmamıştır, ancak artık gerçek veriler üzerinden sendikacılık yapmanın zamanı
gelmiştir. Bilindiği gibi Çalışma Bakanlığı yasa gereği yılda 2 defa, ocak ve
temmuzda çalışma hayatı istatistiklerini yayınlar. Bu istatistiklerde hangi iş
kolunda ne kadar işçi çalıştığını ve bu işçilerin hangi sendikaya üye
olduklarını belirler, yayınlar. Bu yayınlamayı yaparken Çalışma Bakanlığının
bugüne kadar kullanmış olduğu ve hepimizin yanlış olduğunu bildiğimiz ama
maalesef, bunun üzerine amel ettiğimiz rakamlar sendikalar tarafından
bildirilen sayılardır. Sendikalar da bu bildirimleri yaparken sendikaların
kurulduğu günden itibaren üye olan ama gerek istifa gerek işten ayrılma gerek
ölüm nedeniyle sendika üyeliğinden ayrılanları düşmediğinden dolayı, maalesef,
verilen sayılar hiçbir zaman gerçeği yansıtan sayılar olmamıştır.
Bilindiği gibi, 2009 yılında
yapılan bir yasal düzenlemeyle birlikte, artık çalışma hayatıyla ilgili
istatistiklerin sendikaların bildirimleri yerine Sosyal Güvenlik Kurumunun
verilerinin esas alınarak yayımlanması esasıyla ilgili bir yasal düzenleme
yapılmıştır. Bu, Türkiye’nin çalışma hayatıyla ilgili atacağımız her adımda
daha sağlıklı bir zemin üzerinden adım atmamızı sağlayacak önemli bir
düzenlemedir. Ama bu barajlarla ilgili düzenleme yayımlanmadığı için…
Biliyorsunuz Meclise 2 sefer gelen erteleme yasasıyla birlikte bu sayılar
yayımlanmadı. Bu ertelemenin de yapılmasının en önemli sebebi bu sayıların
yayımlanması hâlinde birçok sendikamız mevcut olan yüzde 5 barajının altına
düşeceğinden dolayı işçilerimizi temsil edecek hiçbir sendikanın olmayışı ve
böylece toplu sözleşmeden faydalanamayacak olmalarıdır. Yani bizim AK PARTİ
Hükûmeti olarak, AK PARTİ olarak 2009 yılından itibaren bu SGK verileri esas
alınarak yayımlanacak olan istatistikleri ertelememizin en önemli sebebi, bu
konuda çalışanların mağdur edilmemesidir.
Burada yeni düzenlemeyle
birlikte barajın yüzde 1’e düşürülmesi esas alınmıştır. Şimdi yüzde 10 olan
barajın yüzde 1’e düşürülmesiyle ilgili ben burada “Yüzde 10 olan barajı yüzde
1’e düşürdük. İşte böyle bir düşme var.” anlamında bir söylem içerisinde
olmayacağım ama şunu ifade edeyim: Daha önce çalışanlarla ilgili olan veriler
de sağlıklı değildi, bu konuda sendikaların belirlemiş olduğu üye sayıları da
sağlıklı değildi ama biz artık ilk defa sağlıklı belirlenecek olan çalışan
sayısı üzerinden sağlıklı bir şekilde, yüzde 1 barajını merkeze alarak verileri
yayımlama imkânına sahip olacağız. Bu yüzde 1’i esas aldığınız zaman, yüzde
10’la mukayese ettiğiniz zaman yine çalışanların lehine olan bir durum
olduğunu, mevcut olan durumun muhafaza edildiğini ve mevcut olan çalışanların
toplu sözleşme masasına oturmalarını sağlayacak olan bir baraj yüzdesi olduğunu
da özellikle ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yine bu
düzenlemedeki en önemli unsurlardan biri de grevle ilgili yapılan
düzenlemelerdir. Biliyorsunuz, yeni düzenlemeyle, siyasi amaçlı grev, genel
grev, dayanışma grevi, iş yeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme türü bazı
grev ve grev benzeri eylemleri yasaklayan bütün hükümler yasa metninden
çıkarılmıştır.
Yine ayrıca, sendikaların en
fazla mağdur olduğu ve bu konuda da eleştiri getirdiği, grev yapması sırasında
bireylerin eylemleri nedeniyle ortaya çıkan zararlar sendikalardan alınmakta
iken yeni düzenlemeyle grevde bireysel eylemlerden kaynaklanan iş yeri
zararlarının sorumluluğunu bireyin kendisine veren düzenleme yer almaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu
görüştüğümüz yasa, çalışma hayatı açısından son derece önemli bir yasa. Bu
yasa, darbe ürünü yasalardan tek tek kurtulma adına atılan önemli bir yasa;
darbelerin üzerinden silindir gibi geçtiği sendikaların hak ve özgürlüklerini
yeniden kendilerine iade eden önemli bir yasa. Ondan dolayı, böyle bir yasal
düzenlemede emeği geçen herkese teşekkür ediyor, hepinizi saygı, sevgi,
muhabbetle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Kaçar.
Birinci bölüm üzerindeki
şahısları adına son konuşmacı İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan.
Sayın Oyan, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı
önemli bir gecikmeyle karşımıza geliyor. Aslında gecikme önemli. Türkiye’de bir
buçuk yıldır toplu iş görüşmeleri yapılamıyor, toplu sözleşmeler yapılamıyor
daha doğrusu. Bu biraz da şuna benziyor: “Bu yılın ilk beş ayını memur maaşına
zam yapmadan geçirdik, bir buçuk yılı da böylece idare ettik.” Hani, bütçede
şimdi açıklar artıyor ama bütün bunlara rağmen artıyor. “Bunu da bir buçuk yıl
idare ettik, şimdi yıl sonuna kadar da bunu idare etmeye devam ederiz. Böylece
bu yıl da bütçeyi kurtarır mıyız?” Kimin sırtından? Emekçinin sırtından,
çalışanın sırtından.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Türkiye’de çalışma ilişkileri hâlâ 12 Eylül döneminin yasalarıyla
götürülüyor. On yıldır iktidarsınız, on yıllık bir süre içinde bunları
değiştirme imkânınız vardı, bunu yapmadınız. Otuz yıl önce çıkmış yasaların,
son on yıl, yani üçte biri sizin sorumluluğunuz altında değişmeden kalmıştır.
Bu çok önemli bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, siyasi sorumluluk sizin
üzerinizdedir.
1980’lerin anlayışı şuydu: 24
Ocak kararları askerî zor kullanılarak 12 Eylül marifetiyle işçinin, emekçinin
aleyhine çok ciddi gelir dağılımı bozulmalarına yol açtı, köylünün aleyhine çok
ciddi gelir dağılımı bozulmalarına yol açtı ve bunlar çok bilinçli
politikalarla 1980-89 arası yürütüldü. 1989 bahar eylemleriyle işçi sınıfı
tekrar haklarını almaya yöneldi ama kâğıt üzerinde bütün bu baskıcı yasalar
yürürlükte kaldı. İşçi sınıfı bunu 90, 89, 91, 93 sözleşmelerinde götürebildi
ama 94’te 5 Nisan kararlarıyla yeniden IMF politikaları gündeme geldi.
Arkasından 98’de IMF’yle yakın izleme anlaşması ve nihayet 9 Aralık 99’da
IMF’yle stand-by anlaşmasıyla: Bu sizden önce oldu ama arkasından bu IMF
anlaşmasını 2008’e kadar yöneten iktidar oldunuz ve burada sürekli olarak
emeğe, emekçiye, onun haklarına baskı yapılarak yol alındı.
Şimdi, ne beklenirdi bütün
bunlardan sonra? Bütün bu otuz yıllık baskının bir rahatlamayla sonuçlanması,
en azından bu toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan çalışanların,
emekçilerin, işçilerin haklarını vermek. Oysa ne görüyoruz? Bir kere, 28 Nisan
2008 tarihinden 19 Ekim 2011 tarihine kadar Üçlü Danışma Kurulu sayısız kere
toplanıyor. Bu toplantılarda söz veriliyor işçi konfederasyonlarına. Deniyor
ki: “Sizin onayınız olmadan hiçbir tasarıyı getirmeyeceğiz Meclise.” Peki,
böyle bir onay var mı? Böyle bir onay var mı? Yani şu an sendikalar ayakta.
Böyle bir tasarının kendilerini temsil etmediğini söylüyorlar. Orada varılan
mutabakatların da çok gerisine düşüldüğü çok açık. Yani orada mutabakata
varılıyor. Örneğin, iş kolu barajı için binde 5’te anlaşılıyor, hadi ondan
sonra binde 15 falan, bakıyorsunuz binde 30’la geliyor karşımıza. Sonra, geçiş
dönemiyle işte biraz gaz alma operasyonları.
Değerli arkadaşlarım, böyle
bir şey, Ekonomik ve Sosyal Konseyin toplanmadığı, yani aslında çalışan
kesimlerin seslerini duyurmasının ya da Üçlü Danışma Kurulunda duyurdukları
seslerin yasaya yansımasının kanallarının açık tutulmadığı bir toplumda acaba
siz nasıl bu ülkeyi gerçekten bütün sosyal tarafların rızasıyla yönetebilir
duruma geleceksiniz? Nasıl olacak da ILO Sözleşmesi’nin 87 ve 98’inci
sözleşmelerine uygun düzenlemeler yapacaksınız ve bu düzenlemelere uymadığınız
için her yıl Aplikasyon Komitesince Türkiye'nin kara listeye alınmasını
engelleyeceksiniz? Nasıl Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyum
sağlayacaksınız, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne uyum sağlayacaksınız? Dolayısıyla,
hatta Anayasa’nın 90’ıncı maddesi… Anayasa’nın 90’ıncı maddesi ne diyor?
Uluslararası sözleşmelere öncelik veriyor yerel mevzuata göre. Buna bile
uymuyorsunuz; Avrupa Sosyal Şartı’na taraf oluyorsunuz, ona da uymuyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, böyle
bir düzenleme çalışanlar için kesinlikle bir hak kaybı anlamına gelmektedir,
beklentileri açısından büyük bir hayal kırıklığıdır. Bunun adını “reform”
olarak adlandırmak mümkün değildir. Baraj sistemlerinin, üçlü baraj sisteminin
yürürlükte kaldığı hiçbir düzenleme böyle bir sıfatı hak edemez. O nedenle, bu
tasarının gerçekten hayırlı bir tasarı olduğunu söyleyemiyoruz.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Oyan, teşekkür
ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, on beş dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapacağız.
Sisteme giren arkadaşlarımız
var, sırasıyla söz vereceğim.
Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Teşekkür ederim, Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce ben
bir soru sormuştum, bu çok önemli bir konuydu aslında ama süreniz yetmediği
için cevaplayamamıştınız. 23’üncü maddede “sendika yöneticilerinin teminatı”
adı altında bir düzenleme yapıldığını ama gerçek anlamda sendika
yöneticilerinin güvence altında olmadığını, herhangi bir şekilde iş akitleri
askıya alındıktan sonra seçilemedikleri durumda, yeniden işe dönmek
istediklerinde işverene herhangi bir zorunluluk getirilmediğini söylemiştim. Bu
konu çok ciddi bir konudur, sendikaların güvence altında olabilmesi, yöneticilerin
güvence altında olabilmesi çok önemlidir; aksi takdirde, sendikalar yönetici
bulamayacaklardır. Ben aynı zamanda 2821 sayılı Sendikalar Yasası’nın 29’uncu
maddesine de baktım. Orada, sendika yöneticileriyle ilgili “Yöneticilik
süreleri bittiğinde işverenin o kişileri, talep ettiği takdirde, işe alması
zorunludur.” deniyor, daha geriye götürülmüş bir durum var bu düzenlemede. Bu
konuyla ilgili bir çalışma yapmayı, bir önerge vermeyi düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
Sayın Ağbaba… Yok.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın Yılmaz söyledi, yönetici
bulamayacaksınız, ben de söylüyorum.
Türkiye’de, Dernekler
Kanunu’yla yönetilen bir spor kulüplerinde devlet, yöneticileri zorla haczediyor.
Siz parayı veriyorsunuz, Futbol Federasyonu veriyor fakat sosyal güvenlik
primlerini –vergi bacağına gelmiyorum- başta kesmediğiniz için bir sürü insanın
onuruyla oynuyorsunuz. Tabii, yöneticiler primleri ödemek zorundadır ama
kulüple ilgisi olmayan, bir kere gelmeyen, şehrin ileri gelen insanlarından
yönetici arıyorsunuz, hiçbir şeyden haberi yok, haberi olmayan insanları
haczediyorsunuz, beş yıl sonra çoluk çocuğunun rızkını alıyorsunuz. Böyle bir
şey olmaz! Bu nedenle, futbol, özellikle Türkiye’de üç ligde de oynayan
kulüplerin… Baştan kesin, önlemini başta alın, insanları mağdur etmeyin, sosyal
güvenlik primi ödesinler ama verdiğiniz paradan her ay başta kesin; kesmeyip
insanları mahcup ediyorsunuz, yok ediyorsunuz.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Aslanoğlu.
Sayın Alim Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce
cevaplayamadınız ama tekrarlamak istiyorum: Özellikle hükûmetleriniz döneminde
her geçen gün giderek yaygınlaşan “taşeron sistemi” adı altında kölelik düzeni
maalesef, işçilerin en büyük sıkıntılarından birisidir. Bu uygulamalarla nereye
varmayı düşünüyorsunuz? Bu taşeron sistemine ilişkin bir çözüm öneriniz var mı?
Bu çalışmalar ne düzeyde?
İkincisi: 5620 sayılı Yasa
kapsamında mevsimlik olarak çalıştırılan ve beş ay yirmi dokuz gün
çalıştırıldıktan sonra işten çıkartılan işçilerin ızdırabını nasıl
çözeceksiniz? Bunlara bir çözüm düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Işık.
Sayın Çetin…
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın
Bakanım, biraz evvel Gürkut Bey sordu, yanıtlamadınız.
Anadolu Ajansında çalışanlar
üzerinde oynanan oyunlara müdahaleniz zorunluluk taşıyor çünkü Anadolu
Ajansında çalışanlar şu anda işten istifaen ayrılma, emekliliği dolanlar emekli
olarak ayrılma baskısını yaşıyor. Sözleşmelerindeki hükme göre, her bir yıl
için kıdem tazminatları basın iş kolunda elli günü içeriyor. Yarın, işveren
tarafından kurdurulan sendikaya üye olurlarsa o elli günlük haklarını
kaybedecekler, “Dayanışma aidatı ödemek suretiyle yararlanmak istiyoruz.”
derlerse yine hak kaybı olacak.
Yani öyle kafa sallamayın,
biz biliyoruz bu işin nasıl baskıyla gerçekleştiğini.
Onun için, bir Hükûmet
üyesinin, Sayın Arınç’ın gözetiminde gibi gözüken Anadolu Ajansında
çalışanların haklarını korumak Çalışma Bakanlığının görevidir diyorum ve sizi
göreve davet ediyorum Sayın Bakan.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Çetin.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) –
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, 4/C olarak
kabul edilen işçiler var. Bu yasada, bu toplu sözleşme veya sendikal hak bu
4/C’liler için var mı? Ben yasada göremedim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Halaman.
Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR (Antalya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Anadolu
Ajansıyla ilgili sorduğum soruya cevap vermedi ama ben başka bir soru sormak
istiyorum: Sayın Bakan, bugün itibarıyla belediyelerin sosyal güvenlik
kurumlarına olan borç durumu nedir? En fazla borcu olan on belediye hangisidir?
Borçlar nedeniyle 2003-2012 döneminde kaç belediyeye haciz işlemi yapılmıştır?
Haciz uygulanan belediyelerin kaçında iktidar partisinden seçilen başkanlar
var, kaçında muhalefet partisinden seçilenler var?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Acar.
Sayın Özcan…
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, malumunuz, İş
Kanunu’nda bizim, işe iadeye ilişkin hükümler var. Bizim, mesela Bolu’da
partinize mensup bir Belediye Başkanı var, çok sayıda işçi çıkarttı özellikle
2004 yılında. Bu işçiler işe iade davalarını kazandılar ancak hiçbirini işe
iade almadı Belediye Başkanı. Bu işe iade sisteminin özellikle kamuda hiç
işlemediğini hepimiz biliyoruz. Bu konuda daha caydırıcı önlemler almayı
önümüzdeki süreçte düşünüyor muyuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Havutça…
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, geçtiğimiz
yasama döneminde bir emekli intibak yasası çıkardınız. Biz bunun intibak yasası
olmadığını, bunun bir aldatmaca olduğunu söyledik ve nitekim, şu anda gelinen
nokta bizi doğruluyor. Emeklilerimiz bırakın zam almayı, yapılan hesaplamalarda
borçlu çıkarıldı. Emeklilerimizin hepsine tebligatlar yapılıyor, 5’er bin lira
para geri isteniyor emeklilerden hatalı hesaplama yapıldığı gerekçesiyle.
Hükûmetiniz tarafından bunun düzeltilmesiyle ilgili ben bir yasa teklifi verdim.
Emeklilerimizin hatası olmayan bu durumla ilgili, emeklilerimizden 5 bin lira
para kesilmesini hangi vicdana sığdırıyorsunuz? Bu hesaplamaları hangi memurlar
yapıyor? Bu hesap uzmanları emeklilerin hep aleyhine mi hesap yapıyor? Sayın
Bakan, bunun düzeltilmesini talep ediyor emeklilerimiz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler.
Sayın Demiröz…
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, ülkemizde
tarım işçileri var, Bursa’mızda da mevsimlik tarım işçileri var, dört aylık bir
süre için geliyorlar, örneğin, Yenişehir’de çalışma yapıyorlar.
Sormak istediğim konu şu
Sayın Bakanım: Bu tasarıyla, bu yasayla, mevsimlik tarım işçileriyle ilgili bir
düzenleme yapıyor musunuz? Veya bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkürler.
Sayın Yılmaz, süre doldu özür
diliyorum.
Sayın Bakanım buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Şimdi, bu taşeron işçileriyle
ilgili sorunların olduğu doğru. Bununla ilgili, sosyal taraflarla ve taşeron
işçileri derneklerini kurmuşlar, bunlarla bir araya geldik ve bazı tespitlerde
bulunduk, 14 maddeden oluşan tespitler. Bunları, teknik heyet olarak gerek
bakanlıklar arasında gerekse Çalışma Bakanlığı bünyesinde bir taslağa
dönüştürdük. Bu konuda, belki siyasi parti gruplarından katkı sunmak isteyenler
varsa bunlara da konuyu açacağız, birlikte değerlendireceğiz ve bir taslak
tasarı hâlinde yüce Meclise sevk edilecek. Ağırlıklı olarak, çalışma
süreleriyle ilgili, izinlerle ilgili, örgütlenme ile ilgili ve çalışma
süreleriyle ilgili ciddi sorunlar yaşıyorlar ve talepleri var. Hükûmet olarak
da bu konuda kararlı olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu sorunun çözümü
konusunda az önce de kürsüden konuşmamda ifade ettim, gerekli çalışmaları
huzurlarınıza getireceğiz.
Mevsimlik işçilerle ilgili,
bildiğiniz gibi Hükûmetimiz döneminde 226 bin işçi, altı aylık süreyle
çalışanlar kadroya alındılar ama bunun altında çalışanlarla ilgili bir
düzenleme söz konusu değil. Onlar yine –ifade ettiğimiz gibi- mevsimlik işçi
olarak çalışmalarını sürdürüyorlar.
Anadolu Ajansının
çalışanlarıyla ilgili, ben arkadaşlara bir kez daha sordum, bize intikal eden
bir şikâyet söz konusu değil. Eğer intikal ederse, tabii ki Bakanlık olarak
yetkilerimiz çerçevesinde yapılması gereken girişimi yapacağımızı ifade etmek
istiyorum.
4/C’lilerin sendikalaşma,
sendikalı olma durumu ise kamuda söz konusu. Dolayısıyla işçi sendikalarıyla
ilgili bir konu olmadığını ifade etmek istiyorum. Toplu sözleşme görüşmelerinde
bu yıl bu konu masaya yatırıldı ve on bir ay yirmi sekiz gün çalışma imkânını
elde ettiler. Daha önce de bildiğiniz gibi ücretlerinde de düzenleme yapılmış
idi, bu yönüyle yılda on iki ay çalışıyorlar diyebiliriz.
Belediyelerin SSK’ya borçları
tabii ayrıntılı bir soru. Bu konuyu yazılı olarak sizlere takdim edelim.
Yalnız, belediyeler arasında bir ayrım yapmadığımızı yani ödemelerde bir ayrım
yapmadığımız gibi alacak konusunda da, tahsilat konusunda da bir ayrımın kesinlikle
söz konusu olmadığını ifade etmek istiyorum. Daha önceleri belediyelere yapılan
yardımlar da İller Bankası paylarında maalesef siyasi erk devreye giriyor ve
politik bazı mülahazalar çerçevesinde
belediyelere de yardımlar yapılıyor idi. Geldiğimiz günden itibaren
-Sayın Başbakanımızın bir belediyeci olması, belediyeden gelmesi avantajını da
dikkate alarak- halka, topluma, 75 milyona hizmet eden yereldeki bu kamu
kurumlarımızın, belediyelerimizin eşit bir şekilde hizmet sunabilmeleri açısından bunlara yapılan tahsisatlarda bir
eksilme, bir artış söz konusu kesinlikle değil; eşit ve adil bir uygulama var,
tahsilatlar da aynı. Biz Sosyal Güvenlik
Kurumu olarak tahsilatlarımızla ilgili geçtiğimiz dönem bir yasal
düzenleme de yaptık; bazı belediyelerimizle takas yani gayrimenkullerinin,
haczedilmiş gayrimenkulleriyle alacaklarımızın takası gibi çalışmaları da
sürdürüyoruz. Tüm belediyelerimize yaklaşımımızın eşit olduğunu bir kez daha
ifade ediyorum.
İşten çıkarmalarla ilgili,
bildiğiniz gibi yargı dört ile sekiz ay tazminat kararları veriyor. Tercih eğer
bu tazminatları ödemek veya işe başlatmak şeklinde oluyor ise o işçiyle işveren
arasındaki bir durum olarak cereyan ediyor yani karar yargının kararı.
İntibakla ilgili
düzenlemelerde 2 milyon 700 bin 2000 öncesi emekliyle ilgili dosyalar tek tek
inceleniyor. Yaklaşık 2 milyon emeklimize intibak dolayısıyla farklar 1.1.2013
yılında yansıtılacak. Yıllardır konuşulan ve çözülmesi mümkün olmayan bir
sorun, bu şekilde, 1.1.2013 tarihinde çözülmüş olacak. Bu hesaplar geçmiş
dönemde, 2000 öncesinde bildiğiniz gibi teknik düzeyde, manuel sistem
içerisinde yapıldığı için bazı yanlışları da aylık bağlama noktasında ele
aldığımız zaman, dosyaları tek tek incelediğimizde oradaki yanlışlıkları da
tespit etme imkânımız oldu. O yalnız intibak olayında değil diğer zamanlardaki
aylık bağlamalarda da ve dosya incelemelerinde de bu durumlar çıkmaktadır ama
toplam bir inceleme yaptığımız için, 2000 öncesi incelemeyi yaptığımız için, 2
milyon 700 bin dosya incelendiği için burada 2.500 eksik ödenen 3.500 fazla
ödenen şeklinde, bugün itibarıyla olan rakamlarla ilgili uygulamalarımızı şu
anda devreye koymuş bulunuyoruz.
Bu sendika yöneticileriyle
ilgili durum ise: Yöneticilerin yönetici oldukları sürede iş sözleşmeleri
askıya alınıyor. Burada bir sorun yok. Bu konuda yani neyi kast ediyorsunuz
bilmiyorum ama yargıyla ilgili…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ –
Yöneticilikleri bittiği anda, işyerine başvurduklarında alınma zorunluluğunu
ortadan kaldırmışsınız Sayın Bakanım, alınma zorunluluğu yok ”iş akdi işverence
feshedilmiş sayılır” deniyor. Bu olmaz…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Kalkmadığını biz söylüyoruz ama bir ihtilafsa
yargı yolu açık zaten.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Ama olur mu? Yani sendika yöneticisi daha fazla güvenceye sahip olmalı, işyeri
temsilcisi gibi olmalı Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani 23’ün ikinci fıkrasını bir tekrar
okursanız orada…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Okuyorum. Ben 2821/29’da bile ondan daha ileride bir durumda Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Evet, şimdi, Osmaniye… Az önce Tosyalı Demir
Çelik fabrikasından çıkartılan işçinin durumu sorulmuş idi. 23 işçinin
başvurusu üzerine konu incelenmiş, sendikal nedenle işçilerin işten
çıkarıldıklarına yönelik iddiaları doğrulayan bir tespit yapılmamıştır. İş
yerinde çalışan işçilerin belirli süreli hizmet akdiyle çalışan işçiler olduğu
müfettişlerce tespit edilmiştir. Bunu da belirtiyorum.
Derneklerle ilgili bir soru
soruldu ve tahmin ediyorum İçişleri Bakanlığı bünyesindeki bir konuydu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) – Hayır efendim, prim tahsilatını siz yapıyorsunuz, o insanları siz
haczediyorsunuz. Niye üstünüzden atıyorsunuz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Yani neyse… Bu konuyu da özel değerlendirelim,
bir haksızlık söz konusuysa telafi edelim efendim.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Bakan.
Birinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Birinci bölümde yer alan
maddeleri, varsa o madde üzerinde önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı
oylarınıza sunacağım.
1’inci madde üzerinde üç
önerge vardır, geliş sırasına göre okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının adının "Sendikalar ve Toplu
İş Sözleşmesi Kanunu" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Nurettin Canikli Muharrem İnce Oktay Vural
Giresun Yalova İzmir
Pervin
Buldan Recep
Özel
Iğdır
Isparta
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 1. maddesinin; aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir Gökmen Ögüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Özgür Özel Nurettin Demir Aytun
Çıray
Manisa Muğla İzmir
İzzet
Çetin Musa Çam
Ankara
İzmir
Madde 1: Bu kanunun amacı,
işçi ve işveren sendikaları ile diğer hak öznelerinin kuracağı sendikalar ve Konfederasyonların kuruluşu,
yönetimi, işleyişi, denetlenmesi, çalışma ve örgütlenmesine ilişkin usul ve
esaslar ile işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal
durumları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere toplu iş sözleşmesi
yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine, grev ve lokavta
ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı”nın amacına ilişkin 1. Maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 1- “ Bu Kanunun amacı,
işçi sendikaları ile konfederasyonların kuruluşu, yönetimi, işleyişi,
denetlenmesi, çalışma ve örgütlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile işçilerin
ekonomik ve sosyal hakları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere işverenlerle
toplu iş sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla
çözümlemelerine, greve başvurmalarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
İdris Baluken Pervin Buldan Abdullah Levent Tüzel
Bingöl Iğdır İstanbul
Hasip Kaplan Halil Aksoy Hüsamettin Zenderlioğlu
Şırnak Ağrı Bitlis
BAŞKAN – Sayın Komisyon
önergeye katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Bakan?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Şanlıurfa) – Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN - Kim konuşacak?
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Levent Tüzel konuşacak.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Tüzel.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle Suriye Akçakale’de
5 yurttaşın ölümü nedeniyle ben de başsağlığı diliyorum. Tabii, Meclis Başkanı
Suriye Hükûmetini kınamaktan söz etti, Suriye’yi kınayalım ama sonuç itibarıyla
Suriye’yi bu kaosa, karmaşaya yol açan emperyalist planlar ve bu planlara
bağlanmış bir AKP politikası var. Aslında bundan ders çıkartmak ve bu hatadan
dönmek gerekiyor.
Sözlerime başlarken doğrudan
işçi sınıfımızı ilgilendiren bir yasayı görüştüğümüz için Türkiye işçi sınıfını
selamlamak istiyorum ve on yıldır beklenen bir yasadan bahsediliyor ve bu
yasanın özellikle yetkileri bekleten bir bakanlık düzenlemesi olarak aslında
Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine âdeta bir şantaj yasası sendikal güçlere
bir dayatma olarak da çıkartıldığı bugün görülüyor.
Şimdi “Toplu İş İlişkileri
Kanunu” diye tasarı önümüze geldi ama tepkiler üzerine adı değiştirilmesi
düşünülüyor. Diğer, şimdiye kadar çıkmış yasalarda olduğu gibi bu da neoliberal
piyasa kavramlarının kullanıldığı, ihtiyaç duyulduğu bir düzenleme. Adı
sendikalar ve toplu sözleşme yasası olarak düzenlenmiş olsa bile sadece adı
değişmiş olacak, içeriği değişmiş olmayacak. Sosyal diyalog, esnek çalışma,
güvenceli esneklik, bir sürü benzeri kavramlar aslında işçi sınıfımıza
benimsetilmek isteniyor. Aslında AKP İktidarı ve bugünün kapitalist sermaye
düzeni, adı olan ama faaliyeti olmayan, bir hak mücadelesi olmayan sendikalar
istiyor çünkü sermaye sınıfının aslında işçi sınıfından alacağı da, işçi
sınıfından korkuları da bitmemiştir ve bu yasa aslında bunun eseridir.
Toplumlar mücadelesinin iki gücün -emek adına işçi sınıfı, sermaye adına
burjuvazi- aslında kapışmaları ve mücadelesi devam ediyor. 12 Eylülle
hesaplaşma üzerine çokça duruldu, duruluyor. Darbecilerin kapattığı ve sonradan
da kısıtladığı sendikaları, aslında AKP Hükûmeti kendisine bağlamak ve bugünün
neoliberal ihtiyaçları açısından kontrol altına almak istiyor. Nedir bu
neoliberal ihtiyaçlar? Kamunun tasfiyesi, özelleştirme, esnek çalışma. Bütün
bunlara boyun eğecek, biat edecek bürokratik bir sendikacılığı da bu yasayla
düzenlemek ve getirmek istiyor.
Aslında 12 Eylülün asıl
hedefi işçi sınıfı ve onun örgütlü gücü sendikalardı, şimdi de AKP Hükûmeti
bunu hedef hâline getirmiş durumda. İşte bunun en yakın örneğini biliyoruz ki
bugün 127’nci gününü yaşayan hava-iş kolunda örgütlü işçilerin işten atılması.
Neydi? Bir gecede korsan taksiyle mücadele adına çok açık bir şekilde grev
yasağı getirildi yani birçok sermaye gücünün cesaret edemediğini AKP bu ustalık
döneminde cesaretle yaptı.
O nedenle bizim sözümüz ve
uyarımız aslında ekmek davasına, her gün hayatını riske sokarak işe giden
işçilere ve işçi olmaya mahkûm edilmişlere yani alışveriş merkezlerinde kor
olan madenlerde, maden cinayetlerinde toz olan, gölde buz olan işçilere, onların
bu yasayı, kendileri için çıkartılmak istenen bu yasayı izlemeleri ve takip
etmeleri gerekiyor. Ortada olan nedir? Parlak laflar ve vaatlerin ardında
kopkoyu vahşi bir sömürü çarkıdır. Taşeron uygulamaları, esneklik, uluslararası
istihdam sözleşmesi ve güvenceli çalışma, istihdam dostu büyüme lafları
arkasında işte böylesi bir saldırı peş peşe gelmektedir.
Aslında Hükûmet yine, bir kez
daha bu yasada da fırsat siyasetini göstermiştir. Çokça şikayet konusu olan bu
mevcut Sendikalar Kanunu değişsin talebini fırsata dönüştürmekte gecikmemiştir.
Aslında sendikaları yaşatma ve yenileme değil, tam anlamıyla sendikaları
gömmenin yasasıdır ve ne yazık ki bu sendikaların arkasından da “iyi bilirdik”
diyebilecek bir durum söz konusu değildir ama bu yasa vesilesiyle de sendikalar
kendi eksiklerini gözden geçirecektir. Evet, sendikalar gömülmektedir, devam
etmekte olan barajlar nedeniyle, burada da ifade edildi, birçok sendika yetki
kaybıyla tarihe karışacaktır. Aslında burada Sayın Bakan rakamlardan ama bu
rakamların sanal yönünden söz etti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(Devamla) – Evet, sanal ama sendikalaştıkları için işten atılan işçiler de bu
ülkenin gerçeğidir. Bunları bizler de hatırlatmak ve değinmek istiyoruz. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Tüzel.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Bir sonraki önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 1. maddesinin; aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi (İstanbul) ve
arkadaşları
Madde 1: Bu kanunun amacı,
işçi ve işveren sendikaları ile diğer hak öznelerinin kuracağı sendikalar ve
Konfederasyonların kuru-luşu, yönetimi, işleyişi, denetlenmesi, çalışma ve
örgütlen-mesine ilişkin usul ve esaslar ile işçilerin ve işverenlerin karşılıklı
olarak ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere
toplu iş sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla
çözümlemelerine, grev ve lokavta ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
İzzet Çetin (Ankara) ve arkadaşları
BAŞKAN – Son okunan önergeye
katılıyor musunuz Sayın Komisyon?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Çetin, buyurun.
Süreniz beş dakika. (CHP
sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
1’inci madde hakkında verdiğimiz
önerge üzerinde söz aldım.
Değerli arkadaşlarım, biraz
evvel Sayın Bakanımız -burada yok, Çalışma Bakanımız- “Sanal âlemden gerçek
âleme geçiyoruz.” dedi birinci bölümdeki konuşmasında.
Şimdi, sendikaların amacı
zaman zaman tanımlarla belirlendi ve 274 sayılı Sendikalar Yasası, 1963 yılında
çıkarılan Sendikalar Yasası’nda çalışanlar önceden izin almaksızın sendika
kurabilirler idi. Daha sonra, oradaki bir düzenlemeyle de “çalışanların hak ve
menfaatlerini korumak amacıyla kurulmuş örgütler” olarak tanımlanırdı
sendikalar. Daha sonra 2821 ve 2822 sayılı yasalarda, 12 Eylül’ün ürünü olan
yasalarda “çalışanlar” kavramı “işçiler ve işverenler” olarak değiştirildi ve
orada da, çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin
korunması ve geliştirilmesi için işçiler ve işverenler tarafından yani ekonomik
ve sosyal hak veya menfaatleri koruyup ve geliştirme görevi toplu sözleşme
yapmaktan öte sendikalara yüklenen bir görev idi. Şimdi, “ileri” dediğimiz, on
yıl beklediğimiz, on yıl sonra gelen yasada sendikaların amacına baktığımızda
2821 ve 2822 sayılı yasaların 1’inci maddelerinin birleştirilmiş şekli gibi
gözüküyor ama esas unsur, sendikalara yüklenen, toplum tarafından çalışanlar,
emekçiler tarafından sendikalardan beklenen görevleri yerine getirmekten uzak
bir görev üstlendirilmiş. Sadece, bu kanun, sendikaların toplu sözleşme yapan
kuruluşlar olarak faaliyetlerini sürdürebilmeleri için onların kuruluş,
işleyiş, usul ve esaslarını belirliyor.
Bir de, eski yasalarda da
eleştirdiğimiz “Barışçıl yollarla çözümlemek.” Değerli arkadaşlar,
emek-sermaye, işçi-işveren var olduğu sürece çatışma hâlindedir. İşveren, hep
daha çok kâr elde etmek ister, işçi de daha insanca yaşamak ve daha iyi ücret
elde etmek ister. O nedenle, burada bir menfaat çatışması vardır. “Barışçı
yolla çözümleyeceksin bunu.” demek “Gücümü, ben güçlüden yana kullanacağım
devlet olarak.” demektir. Onun için, “Barışçı yolla” yerine orada, hiç olmazsa
“Mevzuat çerçevesinde çözümlemek.” kavramı daha uygun olur.
Diğer taraftan, “grev ve
lokavta başvurmaları…” Değerli arkadaşlarım, çağdaş ülkelerde grev bir haktır
ama lokavt bir hak değildir. Lokavt, işçileri, çalışanları işinden, ekmeğinden
eden, sadece çalışanları, işçileri değil, onların aile efradını, çocuklarını da
olumsuz etkileyen, onların da beslenmesini, giyinmesini, eğitim, sağlık gibi
hakları kullanabilmelerini engelleyen bir insanlık ayıbıdır. O nedenle, “Bir
çağdaş yasa yapıyoruz.” deyip, grevin yanına lokavtı da koymak ancak 12 Eylül
mantığının ve hükmedici zorba bir anlayışın ürünü olabilir. O nedenle biz…
Bir de burada dikkat edilmesi
gereken husus, dikkat ederseniz 12 Eylülden önce yürürlükte olan 274 sayılı
Yasa gerçekten özgürlük ortamında hazırlanmış bir yasa idi ve çalışanlara bu
hakkı veriyor idi. Şimdi, uluslararası sözleşmelere imza koyduk. Orada, “Diğer
hak özneleri” diye tabir ettiğimiz, örneğin, emeklilerin de sendikalaşmasına
imkân verecek düzenlemenin bu yasanın içerisinde yer alması gerekir. Hatta
Sayın Başbakan bir konuşmasında söyledi, bu alanla ilgili Sayın Başbakana
katıldığım tek noktadır. Gelin “çalışanlar” diyelim, işçi ve memurları bir amaç
etrafında birleştirelim. Yapılması gereken düzenleme böyle bir düzenlemedir;
“çalışanlar” kavramı etrafında tüm emekçileri birleştirmektir.
Bu şekilde verdiğimiz önergenin
kabulünü, hatta konuşmamda ifade ettiğim, eski 2821 sayılı Yasa’da ve 274
sayılı Yasa’da var olan toplu sözleşme yapma dışında sendikalara yüklenilen
çalışanların hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek kavramını da ilave
ederek önergemizin kabulünü rica ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çetin.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının adının “Sendikalar ve Toplu İş
Sözleşmesi Kanunu” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Nurettin Canikli (Giresun) ve
arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) – Sayın Başkanım, tüm
grupların imzası olan bu önergeye gönülden katılıyorum ama çoğunluğumuz yoktur,
takdire bırakıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: Kanunun ikinci ve
yedinci bölümleri arası hükümler sendikal kuruluşlar ile ilgili hükümler
olduğundan kanunun isminin Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu olarak
değiştirilmesi amaçlanmıştır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci madde üzerinde iki
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı”nın 2. Maddesinde 1 inci bendinin
(ğ) fıkrasındaki sendika tanımının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
(ğ) Sendika: İşçi ve
emekçilerin temel hak ve özgürlükleri gözetilerek, üyelerin ortak ekonomik,
sosyal hak ve çıkarlarını korumak, çalışma koşullarını iyileştirmek için
tüzüklerinde belirledikleri sayıda kişinin bir araya gelerek işkolunda
faaliyette bulunmak üzere kurdukları kitle örgütleridir.
İdris Baluken Pervin Buldan Levent Tüzel
Bingöl Iğdır İstanbul
Hasip Kaplan Halil Aksoy Hüsamettin Zenderlioğlu
Şırnak Ağrı Bitlis
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekten olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 2 inci maddesinin (ğ) fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini (g) ve (ı) fıkralarının çıkarılmasını ve
diğer maddelerdeki tanımların bu değişikliğe göre yeniden düzenlenmesini arz ve
teklif ederiz.
“ğ) Sendika: “Üyelerinin
temel hak ve özgürlükleri gözetilerek çalışma ilişkilerinde, ortak ekonomik ve
sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için en az yedi işçi veya
işverenin bir araya gelerek bir işkolunda faaliyette bulunmak üzere oluşturdukları
tüzelkişiliğe sahip kuruluşlar.
Süleyman Çelebi Dr. Candan Yüceer Kadir Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür Özel
Muğla
İzmir Manisa
İzzet
Çetin Musa
Çam
Ankara
İzmir
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) – Katılmıyoruz, Sayın
Başka-nım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyon-karahisar) – Katılamıyoruz, Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Çelebi,
buyurun.
Süreniz beş dakika.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, demek ki
konuşmamda tabii, yirmi dakikada -çok kapsamlı bir yasayı konuşuyoruz- enine
boyuna bütün ayrıntıları değerlendiremiyoruz. Sayın Bakan keşke şimdi burada
olsaydı. Bana öncelikle bir “85 bin rakamı mı büyük, 8.500 rakamı mı?” diye bir
yaklaşımda bulundu. Yani yüzde 10’dan yüzde 1’e indiğinde 8.500’ü matematiksel
olarak koyduğunda tabii ki küçük ama buradan söylediğim, daha önce o 85 bin
üyeyi kâğıt üzerinde de olsa, yanlış istatistikler de olsa -ki bu sendikaların
hatası değildi- o sendikalar yüzde 10 barajını geçmişti. Şimdi ise yüzde 1’e düştüğü zaman, yüzde 1’de
bile o sendikaların büyük bir bölümü yüzde 1 barajını yani o 8.500 kişiyi
aşamıyor. O bir tane sendika değil, her konfederasyona bağlı en az birer
sendika, diğer alanda kurulan sendikaları da dikkate aldığımızda bir tane
8.500’den bahsetmiyorum, en az üç konfederasyona bağlı 850 bini dikkate
aldığımızda 8.500 kişiyi aşan ve bu yeni iş kolu birleştirmeleri nedeniyle
sayısal olarak da artan bir tablodan bahsettim.
Dolayısıyla öncelikle şunun
çok net bilinmesi gerekiyor: Yani bir oldubittiye getirilmemeli, burada hak
kaybı doğuracak bir düzenlemeye doğru gidilmemeli. Bu 8.500 rakamını şu anda
geçemeyen sendikaların olduğunun, bu yeni yaklaşımla olduğunun bir tespitini en
azından bu Mecliste yapalım. Sayın Bakan da desin ki çıksın, evet, yüzde 1
uygulanması hâlinde, geçici bir düzenleme yapılmaması hâlinde on tane sendika
daha önce toplu sözleşme yapma hakkına sahip, toplu iş sözleşmesi çağırısı
yapan, şu anda 350 bin kişilik sözleşmeyi bekleyenlerin içinde yer alan
sendikaların onunun barajı aşamayacağını bir tespit edelim. Dolayısıyla bunu
pansuman tedavisi yapmayalım. Buralarda geçici maddelerle, idareimaslahatla
bunları çözüm gibi görerek bu yasayı şimdiden katletmeyelim. Bu yasa önemli bir
yasa. Otuz yıldır bununla ilgili işçi sınıfının beklentileri var. On yıldır bu
yasayı konuşuyoruz. Haksızlık yapılmasın.
Önerimize gelince de: Şimdi
mutabakata vardığımız, son birleştirdiğimiz önergeyle “Toplu İş İlişkileri
Kanunu” yerine “Sendikalar Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” hâline
dönüştü. Bu konuda atılan adımı doğru buluyorum. Şimdi, bunun altını
doldururken hâlen “kuruluşlar” diye 2’nci maddede onun kalması teknik olarak da
doğru değildir. O nedenle konfederasyon isimlerinin oraya konulması, sendikal
literatüre de uyan bir düzenlemenin şimdi yapılması daha da anlam kazanıyor.
Önerdiğimiz cümlelere takılarak, “Bunu muhalefet veriyor, reddedelim” diye
retçi bir mantık yerine, bu işi teknik olarak bu Meclise yakışan bir düzeyde
tamamlayalım. Yarın, “O kuruluş neydi, nereden çıktı bu kuruluş?” tartışmaları
yargı önüne gittiğinde başka bir kuruluş hâline dönüştürmeden kapsamını, adını,
sanını, kurgusunu doğru yapalım diye önerdiğimiz bir düzenlemedir. Bu anlamda,
milletvekili arkadaşlarımızın, bir kez daha, bu yeni -biraz önce oy birliğiyle
kabul ettiğimiz- başlığa uygun 2’nci maddede de düzenlemeye ihtiyaç olduğunu,
teknik olarak da bunun gerekli olduğunu bir kez daha ifade ediyorum. Yüce
Meclisi saygıyla, sevgiyle bir kez daha selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çelebi.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı “Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarı’sının” 2.maddesinde 1 inci bendinin
(ğ) fıkrasındaki sendika tanımının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
ğ) Sendika: İşçi ve
emekçilerin temel hak ve özgürlükleri gözetilerek, üyelerin ortak ekonomik,
sosyal hak ve çıkarlarını korumak, çalışma koşullarını iyileştirmek için
tüzüklerinde belirledikleri sayıda kişinin bir araya gelerek işkolunda
faaliyette bulunmak üzere kurdukları kitle örgütleridir.
İdris
Baluken (Bingöl) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon, katılıyor
musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Abdullah Levent Tüzel…
BAŞKAN – Sayın Tüzel buyurun,
süreniz beş dakika.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) – Teşekkür ederim.
Katılsalardı şaşardık zaten.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; evet, sendika tanımında sendikaların adına uygun bir tanımlama
getirmek gerekiyor ve ülkemizin gerçekliğine bakıldığında sendikalar, gelir
adaletsizliğine, emek sömürüsüne, yoksullaşmaya, iş cinayetlerine, işten
atmalara bunlar gibi birçok sermaye saldırısına karşı örgütlü yanıtın adıdır
elbette ki.
Özellikle ekonomi
dediğimizde, peş peşe gelen zamlar ve tabii ki sermayenin artan kârları, bunun
karşısında yoksullaşan emekçi tablosunu değiştirmenin adıdır tabii ki sendika
ama bizim ülkemize baktığımızda sendikaları kurması, üye olması, büyütmesi
gereken işçiler âdeta sendikadan korkar hâle getirilmiştir. Kimdir bunun
sorumlusu? Elbette patron ve sendika bürokratları el birliğiyle bunu başarmıştır.
Kocaeli’de tanıştığım, bir
toplantıda tanıştığım işçi, 4 milyonuncu Ford ürününü tezgâhtan indiren işçi ne
diyor? İşten atılma ve sendikalaşınca sahip çıkılmama korkusunu yaşıyor,
öncelikle bu. İkincisi de bu işçi, metal işçisi en az rapor alan, en uzun ve
verimli çalışan işçidir. Türkiye işçisinin sicili ve karakteri budur.
İşte, Başbakanın yetiştirmek
istediği, bütün bu vahşiliğe ses çıkarmayacak, itaat edecek, ecdat bilincine
sahip, dindar bir gençlik ve işçi kuşağıdır. Bu yasada, işte, bütün bu sinsi
hesapların örtüsü yapılmak istenmektedir. Aslında sermaye sınıfı da ve onun
Adalet ve Kalkınma Partisi gibi politikacıları da bilirler ki emek gücü
olmadan, emekçi olmadan üretim olmaz. Ama şunun da bilinmesi gerekir ki, bu
şekilde sınıfı ve sendikalarını yasalara da hapsedeceğini düşünüyorsanız
yanılıyorsunuz.
Tabii ki işçi sınıfı da önüne
getirilen bu yasadan bilmelidir ki, kendisinin bu saldırılara karşı mücadelede
birleşeceği, örgütleneceği güçlü sendikalar da bu tarzda yasalarla
olmayacaktır. Sendikalar, işçi sınıfımızın mücadelesinin eseri olacaktır. Güçlü
sendikayı işçiler yaratacaktır, bu tarzda düzenlenmiş yasalar değil.
Demin sözlerimi tamamlarken
işaret etmiştim, Sayın Bakan sanal olan rakamlardan, sanallaşmış rakamlardan
söz ediyor ama ülkemizde sendikalaştığı için, sendikal mücadele içerisinde
olduğu için, hak aradığı için işten atılanlar bizim gerçekliğimizdir. Ankara’da
Togo işçileri, İzmir’de Billur Tuz işçileri, İstanbul’da tekstil, Teksim
işçileri, bütün bunlar -sayıları on binlerce olan işçiler- aslında Bakana yanıt
vermektedir. Şimdi, “Bu yasa 75 milyonun yasasıdır, Faruk Çelik’in yasası
değildir .” denmekte ama değil 75 milyon, işçinin dahi, bu hayatı var eden, bu
halkı geleceğe taşıyan işçilerin yasası falan değildir. Aslında tipik, bugüne
kadar çıkmış, geçen yasama döneminden bugüne çıkmış bütün yasalar gibi AKP
Hükûmetinin, çalan çırpan, ranttan ve yolsuzluklardan kazanan, halkın emeğini
sömürme üzerinde bir düzen kurmuş, bu düzeni sürdürenlerin aslında geleceğini
koruyan bir yasadır.
Şimdi, Sayın Bakan diyor ki:
“Emeğe, emeğin aleyhine olacak hiçbir düzenlemeye imza atmayız.” Peki, o zaman
sormak gerekir -işçilerin topluca işten uzaklaştırılmasının adı olan lokavt-
lokavtı grevle birlikte düzenleyen bir yasa nasıl emeğin, emekçinin yanında
olur? Bugün çok açık bir şekilde şunu söylemeliyiz, Meclis kabul etmeli ki,
lokavt bir suçtur ve yasaklanmalıdır. Ama şimdi bu düzenleme, lokavt, işte,
tarafsızlık adına, bütün toplumsal kesimleri korumak adına burada
gözetilmektedir.
Sendikaların grev hakkını bir
arada, kopmaz bir şekilde, ilkesel bir yaklaşımla koruması önemli ama burada bu
yasayla birlikte yetki prosedürleri, toplu iş sözleşmesi prosedürleri, grev
prosedürleri, buraya devletin, kamunun müdahalesi, buradaki yasaklar, buradaki
ertelemeciler ve getirilen binbir türlü prosedür âdeta bu hakkı kullanamaz, bu
özgürlüğü, bu örgütlenme hakkını kullanamaz hâle getirmiştir. Dolayısıyla, biz,
geçen dönemden bildiğimiz genel sağlık, millî güvenlik benzeri gerekçelerle…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(Devamla) - …lastik işçilerinin, belediye işçilerinin grevlerinin
yasaklandığını unutmadan haklarını koruma doğrultusunda işçi sınıfımız bir
mücadele verecektir bu çıkartılacak yasalara rağmen. Bu yasaları da çiğneyip
geçecek ve buradan da AKP Hükûmetine karşı hakkını koruyacaktır.
Teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Tüzel,
teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
2’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.
3’üncü madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1/197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 3 üncü maddesinin (2) Nolu
fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Dr. Candan Yüceer Kadir
Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür
Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet Çetin Musa Çam Ferit Mevlüt Aslanoğlu
Ankara İzmir İstanbul
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Çetin,
buyurun.
İZZET ÇETİN (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tasarının
bütünü üzerinde şahsım adına söz aldığımda okuduğum madde bu maddeydi, bir kez
daha okuyorum: “Kuruluşlar, bu Kanundaki kuruluş usûl ve esaslarına uyarak
önceden izin almaksızın kurulur.” Yani sendikacılığı, sendikal haklar ve toplu
sözleşme özgürlüğü konusunda ileri adımlar attığını söyleyen bir tasarı ve
bunun sahipleri “sendika” ve “konfederasyon” kelimesini kullanmaktan bile
çekinecek kadar sendikal alana soğuk baktıklarının somut resmidir bu.
Gerçekten, eğer 2’nci maddedeki “Tanımlar” başlığı olmasa, tanımların
içerisinde “kuruluş” kavramının -(g) bendinde- sendika ve konfederasyonları
kapsadığını görmeseniz bunu anlamanızın olanağı yok.
O nedenle, kanun yapma
tekniği açısından bile olsa bir redaksiyon niteliğindeki “kuruluş” kavramının
“sendikalar ve konfederasyonlar” olarak düzeltilmesinde büyük yarar olduğunu
açıkça belirttikten sonra konunun özüne girmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu madde,
bakıldığında, daha evvelki 2821 sayılı Sendikalar Yasası’nın 3 ve 6’ncı
maddelerinin kısaltılmış şeklinden ibaret gibi gözüküyor. Madde çok masumane
gibi gözüküyor ama eğer sendikacılığı, özgür sendikacılık ve sendikal haklarda
özgürlük ortamını yaratmayı vadediyorsanız bu maddeye çok dikkatle bakmanız
gerekir. (1)’inci fıkrada –okudum, tekrar okumayacağım- “Sendikalar
kuruldukları işkolunda faaliyette bulunur.” dedikten sonra (2)’nci fıkrasında
“Kamu işveren sendikalarının, aynı işkolundaki kamu işverenleri tarafından
kurulması ve faaliyette bulunması şartı aranmaz.” Yani tıpkı bizim Avrupa
Birliğine girişimizde diğer Avrupa Birliği ülkelerinin, hem emekleri hem
sermayeleri özgürce dolaşırken “Biz girdiğimizde sermaye dolaşacak, emek
kösteklenecek.” dediğimiz bir tablo. Bizde de Sendikalar Yasası’nda işçi
sendikalarına köstek vuracaksınız, işveren sendikalarını serbest
bırakacaksınız, hem de kamu işveren sendikalarını.
Arkadaşlar, buradaki
düzenleme ile kamu işveren sendikaları gerçekten tartışılmalıdır. Devlet,
işçisinin, asgari ücretli işçisinin ödediği vergiden oluşan bütçesinden kamu
işveren sendikalarına “aidat” adı altında kaynak aktarıyor, bir.
İkincisi: Devlet -biraz evvel
de söyledim- işverenlerin yanında, özellikle TOBB’un -biraz evvel arkadaşlar
saydı, ben de değişik biçimde telaffuz ediyorum- güç kullanmaktan çekinmeyen
işverenlerin karşısında -tabirimi bilerek söylüyorum- diz çöküyor. Yani “Odalar
Borsalar Birliği böyle istedi, yasayı geçirmeyin dedi, şöyle yapın dedi diye de
Bakan imzalayamıyor.
Kamu işveren sendikaları bu
ülke için lüzumsuzdur, gereksizdir çünkü devlet, işçisinin karşısında işverenin
yanında saf tutmaz, en azından tarafsız olmak zorundadır, taraflara eşit
mesafede bulunmak zorundadır. O nedenle, “kamu işveren sendikaları” adı altında
devletin farklı bir örgütlenmenin içinde emekçinin karşısına dikilmesi “Sopayı
eline almış, çalışanların tepesinde bekliyor.” anlamı taşır. O nedenle, 2’nci fıkranın
komple çıkarılmasını içtenlikle teklif ettik. Yani burada bu teklif laf olsun
diye yapılan bir teklif değildir.
Hükûmetin bakanları, herhangi
bir şekilde -Maliye Bakanı, Çalışma Bakanı- sözleşmeler bir ihtilafa doğru
gittiğinde, görevleri gereği zaten taraf oluyorlar. Kamu işveren sendikaları
kendi güçlerini kullandıkları gibi bir de işverenlerin yanında, onların gerekli
personeli vesairesinden de yararlanarak işçi sendikalarının karşısında güç
gösterisine kalkıyorlar. Yani sendikaları yeteri kadar bitirdiniz, bir de
işverenlerin yanında “kamu işveren sendikaları” adı altında yer alarak, onların
safında yer tutmanız sizin -biraz evvel söylediğim gibi- emekçilere karşı
olduğunuzu ortaya koyar. Ben de o zaman çok rahatlıkla ve göğsümü gere gere
“AKP’nin anlayışında emek yoktur, emekçi yoktur, emekli yoktur, sendika yoktur,
çiftçi, köylü yoktur.” diye içtenlikle söylerim, inanarak söylerim.
Onun için, bu 2’nci fıkranın
madde metninden çıkartılması bir demokratik anlayışın gereğidir, bir
zorunluluktur. Bir kez daha dikkatlice okuyarak önergeye katılmanızı rica
ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3’üncü madde kabul
edilmiştir.
4’üncü madde üzerinde üç
önerge vardır, geliş sırasına göre okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu tasarısının 4’üncü maddesinde belirtilen ekli
(1) Sayılı Cetvelde yer alan 16 No’lu işkolunun “Gemi yapımı ve deniz
taşımacılığı, ardiye ve antrepoculuk” olarak değiştirilmesini, 17 No’lu
işkolunun metinden çıkartılarak takip eden işkolu numaralarının buna göre
teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Nurettin Canikli Recep Özel İsrafil Kışla
Giresun Isparta Artvin
Ahmet Yeni Bülent Turan Adnan Yılmaz
Samsun İstanbul Erzurum
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan (1/567)
esas sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısının 4. maddesiyle düzenlenen
Ekli 1 Sayılı Cetvelde bulunan İşkollarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
1 SAYILI
CETVEL
No
1 Gıda,
avcılık ve balıkçılık, tarım ve ormancılık
2 Madencilik
ve taşocakları
3 Petrol,
kimya, lastik, plastik ve ilaç
4 Dokuma,
hazır giyim ve deri
5 Ağaç
ve kağıt
6 İletişim
7 Basın-yayın
ve gazetecilik
8 Banka,
finans ve sigorta
9 Ticaret,
büro, eğitim
10 Güzel sanatlar
11 Çimento, toprak ve cam
12 Metal
13 İnşaat
14 Enerji
15 Ulaştırma, ardiye ve antrepoculuk
16 Sağlık, sosyal hizmetler
17 Konaklama ve eğlence işleri
18 Savunma ve güvenlik
19 Genel işler
Ruhsar Demirel Ali Öz Ali
Halaman
Eskişehir Mersin Adana
Nevzat Korkmaz D. Ali Torlak Mehmet
Günal
Isparta İstanbul Antalya
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 197 Sıra
Sayılı Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısının 4 üncü maddesinin (1) nolu
fıkrasının eki niteliğindeki (1) Sayılı Cetvelin ve (3) nolu fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Çelebi Candan Yüceer Kadir
Gökmen Öğüt
İstanbul Tekirdağ İstanbul
Nurettin Demir Aytun Çıray Özgür Özel
Muğla İzmir Manisa
İzzet Çetin Musa
Çam
Ankara İzmir
(1) Sayılı Cetvel
No İşkolları
01 Avcılık ve balıkçılık, tarım
02 Gıda
03 Madencilik ve taş ocakları
04 Petrol, kimya, lastik, plastik ve ilaç
05 Dokuma, hazır giyim ve deri
06 Ormancılık ve Ağaç
07 İletişim
08 Basın-yayın ve kağıt
09 Gazetecilik
10 Banka, finans ve sigorta
11 Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar
12 Çimento, toprak ve cam
13 Metal ve Gemi Yapımı
14 İnşaat
15 Enerji
16 Ulaştırma, ardiye ve antrepoculuk
17 Deniz Taşımacılığı
18 Sağlık, sosyal hizmetler
19 Konaklama ve eğlence işleri
20 Savunma Sanayi ve güvenlik
21 Genel işler
(3) Bir işkoluna giren
işlerin neler olacağı, işçi ve işveren konfederasyonlarının görüşü alınarak ve
uluslararası normlar göz önünde bulundurularak Bakanlıkça çıkarılacak bir
Tüzükle düzenlenir.
BAŞKAN – Komisyon, son
önergeye katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE
SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükûmet?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Çelebi, buyurun.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; şimdi, en önemli iş kollarının nasıl
olacağıyla ilgili bir düzenlemeye tabi bu konuştuğumuz düzenleme. Bizim daha
önceki yasada iş kolları belirlenirken sendikalara göre belirlenmiş, kurulan
sendikalara göre iş kolları tanzim edilmiş ve uluslararası standartlara aykırı
bir düzenleme yapılmıştı. Bugün yine görüyorum ki ve getirilen diğer önerge de
biraz sonra oylanacak, sendikaların durumlarına göre ve olacakları iş kolları
dikkate alınarak, “Nerede olursa daha iyi olur.” mantığıyla geliştirilen bir
önergeyi AKP vermiş. Biz ise başından itibaren bunun belirli bir standarda
oturtulması, uluslararası bir standardı var, uluslararası standartlara uygun
bir düzenleme yapılması talebimizi ifade ettik. Buradaki temel amaç “Hangi iş
kolunda hangi sendika olursa ve hangi konfederasyona bağlı olursa.” ilişkisi
kurularak yapılmış bir anlayışla buraya bu önerge getiriliyor.
Bakın, gemi yapımı, altını
çiziyorum -buradaki bütün mühendis, bu konuda uzman, teknisyen ne kadar arkadaş
ve milletvekili varsa- bu bir ulaşım ilişkisi midir yoksa yapımı itibarıyla bir
metal sektörüne dâhil edilmesi gereken bir iş kolu mudur? Yapımı tamamen metal
sektörü ama uygulama olarak bakıldığında o iş kollarındaki sendikaların özelliği
ve konfederasyonlara dağılımı dikkate alarak iş kolları taşımacılık iş
kollarına aktarılan bir yaklaşımla önümüze geliyor.
Dolayısıyla, değerli
arkadaşlar, bu şuna benziyor: Gıda sektörüyle ilgili daha önceki düzenlemede
şeker iş kolunda sendika vardı yani tanımı tamamen şekerle ilgili olduğu için,
gıdayla ilgili olduğu için, hani çikolata üretimi yapan fabrika da gıda iş
koluna giriyor, şeker üreten bir başka fabrika ise “şeker iş kolu” diye bir
ayrıma tutuluyor. Şimdi, bunların bazılarında düzenleme yapılmasını önemli bir
adım olarak görüyoruz. Burada temel ayrışma noktası şudur: Artık, sendikaların
dengelerini gözeterek değil, bilimsel, uluslararası normlara uygun bir
düzenlemenin burada yaşama geçirilmesi talebimizdir verdiğimiz önerge.
İkinci önemli konu: Demin,
Sayın Bakan, 11 milyon çalışan olduğunu ifade etti sigortalı olarak ve bunun
930 bininin sendikalı olduğunu söyledi. Yine Sayın Bakan, bu kürsüden, daha
önce, toplam toplu iş sözleşme sürecinde olan sendikalı işçi sayısının da 587
bin kişi olduğunu açıkladı. Şimdi, “Nedir aradaki fark?” derseniz, kâğıt
üzerinde 930 bin tane sendikalı üye vardır, yazılmıştır ama toplu sözleşme
düzeninden yararlanamayan sendika.
Şimdi, yine, 11 milyon
-burada, biraz önce Sayın Bakanın açıkladığı- sayısal bir rakam var, sigortalı
var ama bunun içinde 2 milyon kişi, biliniz ki, aslında çalışmamaktadır,
aslında içlerinde çocuklar vardır, aslında iş yeriyle sigorta dışında hiçbir
bağı yoktur. Sendikalı olma hakları da yoktur, içlerinde çıraklar da vardır ama
iş kolu istatistiklerine dâhil edildiğinde, dağıldığında bu 2 milyon kişi de o
istatistiklere dâhil ediliyor ve dolayısıyla iş kolu istatistikleri daha
büyüyor. O iş kolunda çalışmadığı hâlde, o iş kolunda fiilî bir çalışma
yapmadığı hâlde, sırf sigortalı olduğu için, sırf sigortalı göründüğü için,
sanki de onlar sendikalaşma hakkına sahip olacaklarmış gibi bir yaklaşımı
burada ortaya koyuyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) –
Gelin, bunu gerçekten uluslararası normlara uygun yapalım. Bir defa yapacağız,
ne olursunuz doğru yapalım diyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Çelebi.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 19.38
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.48
BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Danışma Kurulunun bir önerisi
vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
IX.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun 4 Ekim 2012 Perşembe günü saat 10.00’da toplanmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No:33 Tarih:
03/10/2012
Danışma Kurulunun 03/10/2012
Çarşamba günü yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına
sunulması uygun görülmüştür.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Nurettin Canikli Muharrem
İnce
Adalet ve Kalkınma
Partisi Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Oktay Vural Pervin
Buldan
Milliyetçi Hareket
Partisi Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Öneri
Genel Kurulun 4 Ekim 2012
Perşembe günü saat 10.00'da toplanması önerilmiştir.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… İttifakla kabul edilmiştir.
Çalışma süremiz tamamlanmak
üzeredir. Bu nedenle, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer
işleri görüşmek için 4 Ekim 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat
10.00’da toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.