TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                 75’inci Birleşim

                                    

7 Mart 2012 Çarşamba

 

 

 

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in, Almanya’daki Neonazi cinayetlerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Niğde Milletvekili Doğan Şafak’ın, Niğde ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Sağlık Bakanlığında göreve başlatılan uzman erbaşların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın Genel Kuruldaki uygulamalarına ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, İstanbul’da aile hekimliği uygulamasıyla ilgili sorunlara ilişkin açıklaması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.-  Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek’le birlikte, Polonya Meclis Başkanı Ewa Kopacz’ın vâki davetine icabet edecek olan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/799)

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, başta Afşin-Elbistan Termik Santrali olmak üzere ülkemizde faaliyet gösteren tüm termik santrallerin çevreye verdikleri zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizde kalsit üretiminin artırılması ve üretilen kalsitin dünya pazarlarında hak ettiği yeri bulması için yapılacak düzenlemelerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/183)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, çiftçilerin sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ve aylık fatura uygulamasından kaynaklanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun 8/3/2012 Perşembe günkü birleşiminde 118 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VII.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; Kadını Şiddetten Koruma Kanunu Teklifi, Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın; Türk Medeni Kanunu ile Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın; Türk Medeni Kanunu ve Ailenin Korunmasına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/572, 2/38, 2/51, 2/145, 2/328, 2/383) (S. Sayısı: 181)

 IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Sakarya-Kocaali’deki bazı köylerde oturan vatandaşların kredi borçları sebebiyle yaşadıkları mağduriyete ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı   (7/3302)

2.- Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Aladağ, Karataş, Kozan, Seyhan, Feke, Çukurova, Karaisalı, Saimbeyli, Pozantı, Yumurtalık, Sarıçam, İmamoğlu ve Tufanbeyli’de yürütülen proje ve yatırımlara ilişkin soruları ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/3399), (7/3400), (7/3401), (7/3402), (7/3403), (7/3404), (7/3405), (7/3406), (7/3407), (7/3408), (7/3409), (7/3410), (7/3411)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, bazı yükseköğretim yurtlarında cemaat propagandası yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı   (7/3562)

4.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’ın, İstanbul’daki yükseköğrenim öğrenci yurtları ile öğrencilere verilen kredi ve burslara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı   (7/3564)

5.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker’in, aile hekimleri ve aile sağlığı personelinden damga vergisi alınmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/3765)

6.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, Van depremi sonrasında TOKİ tarafından yapılan ve yapılacak ihalelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3769)

7.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta hava kirliliği oranlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3806)

8.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Merkez İnköy 2. Etap Alt Gelir Grubu Konut Projesi kapsamında yaptırılan iş merkezine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3892)

9.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yöneltilen yazılı ve sözlü soru önergelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3973)

10.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, Diyarbakır Bismil imar planına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/3975)

11.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Zeytinbağı beldesinin adının Tirilye olarak değiştirilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/4044)

12.- Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın, sivil toplum örgütleri tarafından Vanlı depremzedelere destek amacıyla yaptırılacak binalar için kullanılacak malzemelerden KDV alınmamasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/4094)

13.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Bozdağ’da kurulmak istenen çimento fabrikası ve klinker tesisine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/4207)

7 Mart 2012 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Özlem Yemişçi (Tekirdağ), Tanju ÖZCAN (Bolu)

---0---

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim, konuşma süreleri beşer dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir, Hükûmetin cevap süresi yirmi dakikadır.

Gündem dışı ilk söz, Almanya’daki Neonazi cinayetleri hakkında söz isteyen, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Nevzat Pakdil’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Pakdil.

 

III.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in, Almanya’daki Neonazi cinayetlerine ilişkin gündem dışı konuşması

 

 

NEVZAT PAKDİL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sanayileşmenin kaçınılmaz sonuçlarından biri olan göç hareketlerinden bir tanesi de uluslararası iş gücü göçüdür. Ülkemizin de göç veren bir ülke olduğu düşünüldüğünde, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın olduğu, beraberinde bu vatandaşlarımızın çeşitli problemler yaşadığı bilinmektedir. Özellikle Almanya’da yaşayan vatandaşlarımıza karşı işlenen son Neonazi cinayetleri incelendiğinde, bu problemlerin ne tür boyutlara ulaşabileceği farklı bir boyutuyla gözler önüne serilmektedir. Öncelikle insan canına kastetmenin hiçbir ahlaki, dinî ya da siyasi bir açıklaması olamayacağını belirtmek istiyorum.

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, çok gürültü var.

BAŞKAN – Arkadaşlar, yoğun bir gürültü var, biraz sakin ve sükûnet içinde dinleyelim.

NEVZAT PAKDİL (Devamla) – “Neonazi seri cinayetleri” adıyla anılan, 2000-2006 tarihleri arasında 8 vatandaşımız öldürülmüştür. Nasyonal Sosyalist yeraltı örgütünün gerçekleştirdiği bu cinayetlerle ilgili olarak terör örgütünün 3 üyesinden 2’sinin bir karavanda intihar etmek suretiyle ölü olarak bulundukları, fakat intihar etmeden önce örgüt üyelerinin polis telsizini dinledikleri, yakalanacaklarını anlamaları üzerine örgütün diğer üyesi olan kadın teröriste delilleri yok etme talimatı verdikleri, gözaltına alınan otuz altı yaşındaki teröristin ifadeleri sonucu ortaya çıkmıştır.

Özellikle 2000 yılından bu yana işlenen cinayetlerin faillerinin yakalanamaması, Alman yetkililerinin bu konuya olan samimiyetsizlik ve ciddiyetsizliğini gözler önüne sermektedir ve Almanya’da yaşayan Türklerin büyük bir bölümü de bu tür cinayetlerin devam edeceği kanaatindedir. Bu cinayetlerle ilgili olarak, 21-24 Şubat 2012 tarihleri arasında, Almanya’daki Neonazi cinayetlerini yerinde inceleyip vatandaşlarımıza destek olmak için, Sakarya Milletvekili, Komisyon Başkanı Sayın Ayhan Sefer Üstün Bey’in Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu olarak Almanya’da bir dizi ziyaretlerimiz ve görüşmelerimiz oldu. Görüşmelerimizin ilk gününde Federal Parlamento Neonazi Cinayetleri Araştırma Komisyonu, Federal Hükûmet İnsan Hakları Komiseri, Hükûmet ile maktul aileleri arasında arabulucu olarak atanan ombudsman ile daha sonra, ırkçı Neonazi teröründe hayatlarını kaybedenler için düzenlenen anma töreni ve sonrasında Şansölye Sayın Merkel, Federal Parlamento Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve bakanlarla görüşmelerimiz oldu. Bu cinayetlerde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın aileleri onuruna Türk Evinde bir yemek düzenlendi ve bu yemekte Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Gauck bir konuşma yaptı. Bu toplantıda, ayrıca maktul aileleri ile tek tek görüşüldü. Bu görüşmelerde, cinayetlerin işlendiği yerlere intikal eden Alman güvenlik güçlerinin vatandaşlarımıza suçlu gibi davrandıkları, cinayet sonrasında hiçbir gerekçe göstermeksizin kendilerinin on-on iki saat gözaltında tutuldukları beyan edildi. Bu görüşmelere ek olarak, Türk toplumu temsilcileriyle Sayın Büyükelçinin konutunda bir görüşme gerçekleştirildi. Sayın Başbakanımızın Türkiye’den Avrupa’ya göçün 50’nci yılı vesilesiyle düzenlenen etkinliklerde dile getirdiği gibi, artık, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarımızın sahipsiz olmadıklarını, kendi vatandaşlarımızın hak ve hukuklarını her yerde sonuna kadar savunacağını belirterek vatandaşlarımızın da, özellikle üçüncü ve dördüncü nesil olarak nitelendireceğimiz gençlerimizin, kendi inanç, dil ve kültürel değerlerinden vazgeçmemelerini, asimilasyona karşı tedbirli olmalarını vurgulamışlardır. Sayın Başbakanımız açıklamalarının devamında “Elli yıl önce misafir işçi olarak gelen, bugün üçüncü ve dördüncü nesille Almanya’nın sosyal dokusunda tartışmasız yer edinen Türklerin fırsat eşitliğinden, eşit katılımdan ve birlikte yaşama imkânlarından ne kadar istifade ettiğini sormak ve sorgulamak bizim hakkımızdır.” diyerek 11 Eylül saldırılarından sonraki dönemde genelde Müslümanlara ve özelde Almanya’da yaşayan vatandaşlarımıza birer tehdit unsuruymuşlar gibi bakılmalarının ne denli yanlış olduğunu bir kez daha dünya kamuoyuna açıklamışlardır.

Hükûmet olarak yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın gerek kendi işlerinde ve gerekse farklı kültür ve gruplar ile uyum içinde yaşamaları gerektiği, ayrıca Türkiyeli göçmen vatandaşlarımızın, Anayasamız’da da belirtildiği gibi, gereken tüm devlet desteğinin sağlanması ve ana vatanla koordinasyon içinde olmaları hasebiyle Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurulmuş, yurt dışında unutulmuş vatandaşlarımızı kucaklayıcı ve vatanlarıyla bütünleştirici politikalar geliştirilmeye gayret gösterilmiştir.

Bu cinayetlerle  ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmet olarak konunun sonuna kadar takipçisi olacağımızı, bilerek ve tasarlanarak işlenen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

NEVZAT PAKDİL (Devamla) – …bu cinayetlerin faillerinin yakalanması ve yargı önüne çıkarılmaları yönündeki hassasiyetlerimizi Alman yetkililerine anlattık. Türk milleti adına bu işin her kademesinde konunun takipçisi olacağımızı açıkça belirtmek istiyorum. Kaldı ki bu cinayetlerin faillerinin yakalanmaması veya yakalanamaması Alman güvenlik güçlerinin ve Alman yargısının çok ağır bir kusuru ve ayıbıdır.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

NEVZAT PAKDİL (Devamla) – Ümit ediyoruz ki bu cinayetlerin failleri yakalanacak ve yargı önüne çıkarılacaktır.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bir gün siz de o kürsüye geçebilirsiniz, unutmayın!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, hem eski Meclis Başkan Vekili hem Kahramanmaraş Milletvekili, davet ediyorum, iki dakika daha verin Sayın Başkanım. Hiç mi ayrıcalık yok?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan Vekiline bir dakika tolerans gösterebilirdiniz efendim.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bizim hakkımızdan alıp verseydiniz Sayın Başkana.

BAŞKAN – Bir dahaki sefere dinleriz efendim.

Gündem dışı ikinci söz, Niğde’nin sorunları hakkında söz isteyen Niğde Milletvekili Sayın Doğan Şafak’a aittir.

Buyurun Sayın Şafak. (CHP sıralarından alkışlar)

 

 

2.- Niğde Milletvekili Doğan Şafak’ın, Niğde ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

 

 

DOĞAN ŞAFAK (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde ilimizin sorunları hakkında şahsım adına gündem dışı söz almış bulunmaktayım.

Değerli milletvekilleri, Niğde’nin yıllardır sorunları çözüm beklemektedir. 1996 yılında Niğde’nin Emen Ovası’nda yapımına başlanmış olan stol tipi havaalanı on altı yıldır bir türlü bitirilememiştir. Şu anda havaalanının inşaat tabelası ve tel örgüleri sökülmüş, arazi hayvanların otlak yeri hâline gelmiş, tamamlanmayan havaalanı ihmal alanına dönüşmüştür.

Ecevit Hükûmeti döneminde tüneliyle birlikte büyük bölümü tamamlanan Pozantı-Niğde-Ankara otoban yolu çalışmaları bu Hükûmet döneminde kağnı gibi ilerlemektedir.

Niğde’nin Tepeköy-Çiftlik yolunun tamamlanmasını Çiftlik halkı yıllardır beklemektedir.

Ayrıca, Pozantı-Çamardı yolu da bir an önce tamamlanmalıdır.

Niğde Üniversitesinde 13.913 öğrenci eğitim ve öğretim görmektedir. Maalesef, 1.500 öğrenci yurt bulamadığından dolayı kayıtlarını dondurmuş veya kayıt yaptıramamıştır. İlimizde sadece 4 bin yatak kapasiteli yurt bulunmaktadır. Öğrencilerin büyük bir bölümü barınma sorunuyla karşı karşıyadır.

1999 yılında, ilimizde bulunan gümrük müdürlüğü kapatılmıştır. Bu müdürlüğün kapatılması ihracatçıları hem maddi hem de manevi yönden büyük zarara uğratmıştır. Madencilik sektöründe ve tarım alanında gelişmeye açık olan ilimizde gümrük müdürlüğünün tekrar açılması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Niğde-Bor Şeker Fabrikası satılmak üzeredir. Burada çalışan işçi ve memur sayısı 583’tür. Üretilen şeker 49.550 ton, işlenen şeker pancarı 410 bin tondur. Ortalama 4.500 civarında şeker pancarı çiftçisi şeker fabrikasına ürün satarak geçimini sağlamaktadır. Bunun dışında 1.500 civarında nakliyecimiz yine şeker pancarının nakliyesini yaparak bu sektörden geçimini sağlamaktadır.

2,5 trilyon kâr eden fabrikanın özelleştirilmesi durumunda bölge ekonomisine verdiği bu katma değer kaybolacaktır. Tarımda ağır sorunları olan ilimizde nüfus işsizlik nedeniyle 388 binden 325 bine düşmüştür. Türkiye’de 4,5 milyon ton patatesin, patates üretiminin yüzde 20’si Niğde’de gerçekleşmektedir; buna rağmen patates üreticisi açlıkla karşı karşıyadır. Elektrik borçlarından dolayı icra vatandaşların kapısına dayanmıştır. MEDAŞ avukatları tarafından jandarma eşliğinde haciz yapılmakta ve yüzlerce insan borcunu ödeyemediğinden dolayı Niğde Kapalı Cezaevine, toplama kampına getirilmektedir.

Patatesin maliyeti 60 kuruştur, şu anda 300 kuruşa alıcı yoktur. 800 bin tonluk patates ürününün 200 bin tonu donmuş, Hükûmet çiftçiye ödemesi gereken afet paralarını ödememiştir. Bunun dışında sadece Niğde’de, Niğde ilinde geriye kalan 600 bin tonluk patatesin büyük bir bölümü de satılmadığı için şu anda ambarlarda çürümeye terk edilmiş durumdadır; bu da yaklaşık olarak 360 trilyona yakın bir ekonomik kayıptır. Bu durum da Niğde esnafını zor duruma sokmaktadır. Nevşehir, Aksaray ve Konya’da da durum aynıdır. AKP Hükûmeti ise bu gerçekleri görmezden gelmektedir. Trilyonlarca hayvancılık kredisi iktidar yandaşları tarafından yağmalanmıştır, hayvancılık kredileri doğru adrese ulaşmamıştır. Hayvancılığı meslek edinen çiftçimiz yerine bu krediler AKP’nin il genel ve belediye meclis üyelerine verilmiştir.

Niğde ile Bor ilçesi arasında yer alan, uluslararası öneme sahip sulak alan ilan edilen ve tarımsal sulamada kullanılan Akkaya Barajı kirlilik sebebiyle insan sağlığını önemli derecede tehdit etmektedir. İlimize bağlı İçmeli beldesine 1992 yılında kadastro girmesi ve yanlış işlem yapılması sonucu vatandaşlarımızın arazilerinin yüzde 85’e yakını hazine adına tescil edilmiştir. Bu nedenle köylü tarlasına kaçak girip çıkmaktadır. Çamardı ilçesi Bademdere Bulanık Göleti ve on yıldır bir türlü bitmeyen Ulukışla Porsuk Göleti Hükûmetten ilgi beklemektedir.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şafak.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Cevap mı vermek istiyorsunuz?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben de Niğde Milletvekili Sayın Doğan Şafak’ın gündem dışı konuşmasına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evvela, Niğde ile alakalı yatırımlardan kısaca bahsedeyim müsaadenizle. Yani Niğde, Hükûmetimiz döneminde gerçekten bütün büyük yatırımlara imza atmıştır. Esasen bunlardan birkaçını söyleyeyim.

Evvela, Niğde’de sulama çok önemli bizce. Hükûmetimiz döneminde tam 14 bin, geçen yıl sonuna kadar 14.900 dekar araziyi tarıma kavuşturduk. Ayrıca çok sayıda dere ıslahı yaptık. Bunun dışında, Bor ve Niğde’de pek çok sulama göletleri tamamlandı. Ayrıca, Niğde’de içme suyunda problem vardı, arsenik problemi. Bakanlığımız bu arsenik problemini tamamen çözmek için oraya çok ileri bir içme suyu arıtma tesisi kurdu. Bu, geçtiğimiz yılda işletmeye alındı. Yani Hıdırlık Kırüstü deposuna 65 litre/saniye kapasitede su arıtacak, Niğde’ye tertemiz su verecek bir tesis inşa edildi ve Niğde’mizin hizmetine sunuldu. Ayrıca, Bor Bostanlı Göleti ve sulamasını tamamen açtık, 3.060 dekar arazi sulanıyor. Uluağaç Göleti sulamasını biz tamamladık, 5.940 dekar arazi sulanıyor. Altunhisar Göleti rezerv alanının yenilenmesi, 2.740 dekar alanın sulama şebekesini yeniledik. Yeşilburç Barajı ve derivasyon tesisleri inşaatı devam ediyor. Şu anda, Sayın Vekilim, yüzde 50 bir gerçekleşme var, onu inşallah kısa zamanda bitireceğiz, bizzat ben de kendim el atıyorum. Niğde bahçeleri sulaması ve yenilenmesi inşaatı devam ediyor. Bunu da 4.500 dekar yeni su tesisi, ayrıca 4.800 dekar da yenilemeyle bu da hızla tamamlanacak.

Sizin bahsettiğiniz göletlerden de bahsetmek istiyorum. Altunhisar Göleti derivasyon kanalı yapımı, bunu inşallah yapacağız. Çiftlik Azatlı Göleti sulaması, 2.200 dekar arazi sulanacak, bu yıl ihalesini yapıyoruz. Ulukışla Darboğaz Göleti ve sulaması, bunun yüzde 90’ı bitti, 1.960 dekar, bunun bu sene tamamını bitireceğiz Sayın Vekilim.

Taşkın korumayla ilgili 3 tane dere ıslahı talep edildi bizden. Merkez Azatlı kasabası, Güllüce Göğüs Deresi, Çamardı Eyneli köyü dere ıslahı ve Merkezde Gümüşler kasabası dere ıslahlarına da başladık, bu sene bitiririz.

Ayrıca, 9 tane gölet ve sulamasını da planlamaya aldık. Bunlardan inşaatı devam eden, Ulukışla’da Darboğaz Göleti sulaması. Bunun dışında, planlaması ve projesi yapılan göletlerin isimlerin vereceğim: Niğde’de Çiftlik Azatlı Göleti sulaması, Merkezde Hançerli Göleti ve sulaması, Ulukışla Handeresi Göleti sulaması, Çamardı Ören Göleti sulaması, Bor’da Kılavuz Göleti sulaması, Çiftlik’te Kayırlı Göleti sulaması, Çamardı Bademdere Göleti ve sulaması, Merkez Hacıabdullah Göleti ve sulaması. Bunların da planlama ve projeleri hızlanıyor, parası hazır, projeleri bittiği zaman onların da inşaatına devam edeceğiz, onu ifade edeyim.

Tabii, Niğde’de taşkınlardan korumak için ağaçlandırmada Sayın Vekilim, çok büyük adım attık. Niğde orman açısından oldukça fakir yani ancak yüzde 8’i ormanlık alan. Bunu artırmak için biz, 2003-2011 yılları arasında -bakın, tam rakamı veriyorum- 315.280 dekar arazide çalışma yaparak 27 milyon adet fidanı toprakla buluşturduk. Ayrıca, 2008-2012 yılları arasında da 121.500 dekar arazide çalışma yapılması planlandı. 2 tane orman içi dinlenme tesisi kuruldu. Ayrıca, ORKÖY Genel Müdürlüğümüz destek veriyordu, şimdi Orman Genel Müdürlüğü destek verecek.

Bunun dışında, Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz, oraya 2 tane otomatik meteoroloji gözlem istasyonu kurdu, Niğde ve Ulukışla. Bir de Çamardı’dan talep ettiler, onun da bu sene kurulması talimatını verdim.

Ayrıca, biliyorsunuz, geçmişte Çevre Orman Bakanlığı döneminde gerek katı atık gerekse atık su arıtma tesisi için Niğde’deki belediyelere -merkezde katı atık bertaraf tesisi olmak üzere- gerçekten büyük destek verildi; onun yerinin seçimi, katı atık projesinin hazırlanması, maddi açıdan desteklenmesi konusunda. Geçen yılın sonuna kadar Çevre Orman Bakanlığı 6 milyon 395 bin 583 TL Niğde’mize hibe olarak tamamen çevre desteği göndermiş. Ayrıca, Bor, Edikli, Sazlıca ve Niğde’deki Düzenli Katı Atık Depo İşletme Birliğine de özel katı atık bertaraf tesisleri taşıma araçları göndermiş.

Tabii, sadece biz yatırım yapmıyoruz, aynı zamanda -Sayın Sağlık Bakanımız burada, kendileri söyleyeceklerdir- 38 milyon TL’lik yatırım yapılmış. Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi, merkezde çocuk hastanesi, Çamardı Entegre İlçe Hastanesi, 9 adet sağlık ocağı ve 1 adet sağlıkevi Niğde’de hizmete alındı.

Millî Eğitim Bakanlığı 766 yeni dersliği tamamladı ve okullara 4.375 adet bilgisayarı gönderdi. Bunun dışında, şartlı nakit transferinden yaklaşık 8 milyon TL oradaki çocuklarımıza, okuması için destek parası gönderdi.

Bunun dışında, Ulaştırma Bakanlığımız -bakın, siz bahsettiniz- Niğde’de destan yazdı, hiçbir dönemde görülmemiş yatırımlar yaptı. Bakın, rakamı veriyorum. Geçen seneki rakam yok, 2009 yılı sonuna kadar Ulaştırma Bakanlığının Niğde ili için harcadığı parayı söylüyorum: 1 milyar 89 milyon 358 bin 968 TL. Yani şimdi, bu seneyle birlikte, tahmin ediyorum 1,3 milyar TL’yi yani 1,3 katrilyonu aşmış olacak. 173 kilometre bölünmüş yol yapıldı, 173; geçen yıl sonuna kadar. Ayrıca, çok sayıda asfalt onarımı vesaire yapıldı.

TOKİ keza Niğde’de destan yazıyor. 2.560 tane konut inşa ediliyor, yüzde 90’ı bitti.

Tarım sektöründen bahsettiniz. Tarım sektöründe de 155 milyon TL geçen yıl sonuna kadar bir destek var. Geçen yılki rakamlar bende yok şu anda. Bakın, 8 bitkisel ürün işleme ve paketleme tesisi, 4 hayvansal ürün işleme-paketleme tesisi, 9 tarımsal ürün depolama projesi uygulanmış, 1 adet sulama sistemi  ekipman, 12 adet balya ve silaj makinesi, 2 adet soğuk taşıma aracı alımı gerçekleştirilmiştir.

Şimdi, siz diyorsunuz ki “Ya, falanca filancaya verildi.” Efendim, özellikle bu hayvancılık kredileri herkese açık, şartları sağlayan herkese. Biz onların kimliğine bakmıyoruz. Yani bunu özellikle lütfen “Falanca aldı, filanca aldı.” diye böyle bir iddiada bulunmak fevkalade yanlış olur.

Köylere hizmet götürme adına Niğde’mize 35 milyon TL’den fazla destek verildi. Biliyorsunuz, neredeyse içme suyu olmayan köy kalmadı, BELDES kapsamında destek verildi.

Şimdi, patatese gelince… Şimdi, benim memleketimde de çok patates ekiliyor -Niğde, Nevşehir, Afyonkarahisar- ama geçen sene, biliyorsunuz, aynı problemle 2011 yılında da karşılaştık ama biz o zaman işte gerek Niğde, Afyonkarahisar, Nevşehir’deki bütün patates üreticilerini, hatta ticaret odalarını Ankara’da topladık nasıl bir çözüm bulacağız diye. Hakikaten geçen sene başlangıçta 11 kuruşken, sonradan hatırlarsanız patates neredeyse 1 liraya kadar çıktı ama bu sene -tabii geçen sene para ettiği için- haddinden fazla eken oldu. Bir de maalesef kış şartlarıyla bazı patatesler de dondu. Tabii, bunlarla ilgili, biliyorsunuz sigorta sistemi işliyor, ayrıca gerekli destekler de verilecektir. Ben de zaten patates meselesini yakından takip ediyorum.

Bunun dışında, bu Akkaya Barajı’yla ilgili de arkadaşlara talimat verdik yani Akkaya Barajı’nda hakikaten kirlenme var. Bunu ben de kabul ediyorum. Hatta Niğde milletvekillerimiz de burada, bugün de benden randevu istediler, siz de buyurun, Akkaya Barajı’ndaki bu problemi -yeni oluşan bir şey değil, yılların problemi- birlikte, neyse hep beraber yapalım. Bunu da yapmak için, hatta ben dün akşam buraya geleceğim için dedim ki benim Müsteşarıma, Akkaya Barajı’yla ilgili sorumluluğu biz üstlenelim, her ne kadar pek çok bakanlığı ilgilendiriyorsa da bir kısmı Çevre ve Şehircilik Bakanlığında ama neticede biz Niğde’nin bu Akkaya meselesini, problemini çözelim dedim. Sizlerin de tavsiyeleri varsa bu konuda memnuniyetle bunu yapmamız gerekir diye düşünüyorum, memnun oluruz. Ayrıca kadastroyla ilgili problemleri gerek İçmeli’de gerek de Çamardı’da ormanla ilgiliyse lütfen bize verin, ben onlara bakayım ama tapu kadastroyla ilgiliyse onu da hangi ada, hangi pafta ise onları vermediniz, onları verdiğiniz zaman birlikte çözebilirsek çözeceğiz inşallah, bir kanuni mani yoksa onu da çözeriz.

Ben hepinize saygılar sunuyorum. Ayrıca Sayın Milletvekilimiz Doğan Şafak’a da böyle bir açıklama imkânını verdiği için bana, ayrıca teşekkür ediyorum. Ayrıca Niğde milletvekillerimiz de burada, onlar da Niğde’yle ilgili her şeyi her gün takip ediyor neredeyse, sadece burada takip etmekle kalmıyor, e-posta mesajıyla bana neredeyse her gün mesaj gönderiyorlar ama biz de Niğde için ne yaparsak gerçekten her şey yakışır.

Ben bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.

Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Gündem dışı üçüncü söz, Sağlık Bakanlığında göreve başlatılan uzman erbaşların durumu hakkında söz isteyen Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’a aittir.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

 

 

3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Sağlık Bakanlığında göreve başlatılan uzman erbaşların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

 

 

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir hukuk garabetine parmak basmak ve Meclisimizi bilgilendirmek üzere söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman erbaş olarak görev yapıyorken çoluk çocuklarının geleceği kaygısıyla bu görevinden ayrılıp onların nafakalarını temin etmek maksadıyla diğer kamu kurumlarında görev yapan arkadaşlarımız bugünkü konuşmamın konusu.

6000 sayılı Kanun çıkardı 23’üncü Dönem Meclisi, buna istinaden istifa etmiş binlerce uzman erbaş kamu kurumlarına dilekçeler vererek görev almak istediklerini ilettiler, Sağlık Bakanlığı da bu kurumlardan biriydi. Sağlık Bakanlığınca uzman erbaşlar için ayrılan 100 kişilik kontenjan için ikinci dönem açıktan atama kurasına bu arkadaşlar müracaatlarını yaptılar. Müracaatları internet üzerinden, kura çekimleri de noter huzurunda yapıldı. Herkes “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin, bizleri sahipsiz bırakmadı.” derken Devlet Personel Başkanlığı bu atamaya karşı çıktı. Atanan toplam 243 kişi içinden uzman erbaş kontenjanına müracaatta bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları seçilerek bir kenara ayrıldı, diğerleri görevlerine başlatıldı. Bu anlattıklarımın doğruluğunu Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün resmî sitesinden de teyit edersiniz değerli arkadaşlar.

Sonra ne oldu? Âdeta üvey evlat gibi kenara ayrılan 80 uzman erbaş idare mahkemesine haklarını aramak üzere dava açtılar. İşte, hukuk garabeti ve AKP’nin ülkeyi nasıl bir haksızlıklar yurdu hâline getirdiği bir kez daha bu tarihten sonra görüldü. Önce mahkeme başvuruları haklı buldu ve arkadaşlar on ay önce görevlerine mahkeme kararları ile başladılar.

Devlet Personel Başkanlığı davayı Danıştaya, temyize götürdü. Danıştay 12. Dairesinin ilk kararı da bu arkadaşları haklı bulan bir karardı. Bunun üzerine oluşan iyimser hava ile kimi arkadaşlar evlendiler, evli olanlar ödeyebilecekleri inancı ile bankalardan kredi çekerek ev aldılar, araba aldılar, borçlandılar. Ancak sanki ilk davayı sonuçlandırırken hukuku bilmiyorlarmış da sonradan öğrenmişler gibi, sadece, evet sadece kırk gün sonra ne olduysa Danıştay 12. Dairesi kararını değiştirdi ve kendisine gelen son dört dosyayı bu arkadaşların aleyhine karar vermeye başladı.

Değişen ne olmuştu, mevzuat mı değişmişti? Hayır. İstihdam şartları mı değişmişti? Hayır. Hatta yargıçlar bile değişmemişti, sadece davaya bakan hâkimlerin görüşleri değişmişti. Nasıl oldu, nasıl bitti, gözlerine görünenler mi oldu bilinmez, sadece kırk gün sonra aleyhe çıkan kararlar üzerine bu arkadaşlara, işten çıkarıldıkları ve aldıkları maaşları geri ödemeleri gerektiği bildirildi. Aslında verilen karar yürütmenin durdurulması kararıydı yani bildiğiniz üzere ara karar niteliğinde. İdare sanki bir yerlerden talimat almış, zehrini kusuyormuşçasına işten çıkartmalar başladı.

Bu insanlar için yarın karanlık, ne yapacaklarını bilmiyorlar. İşsiz güçsüz, parasız pulsuz, bu soğukta esas kararı bekliyorlar. Hani derler ya “Hükûmetin vatandaşına yaptığı eziyeti gâvur olsa yapmaz.” diye. Böyle bir zulüm olur mu? Bunun adına adalet denir mi?

Değerli milletvekilleri, ülkemizde kırk günde doğru değişiyor, hâkimler görüş değiştiriyor, sizce bir yerlerde bir sakatlık yok mu, yoksa hukukun üstünlüğünden anladığınız bu muydu?

Devlet Personel Başkanlığı mahkemeye 6000 sayılı Kanun’u gerekçe göstererek itiraz ediyor, diğer taraftan da bu arkadaşlara “Siz 6000 sayılı Kanun’a tabi değilsiniz.” diye yazı veriyor. Bu yazıların hepsi bende mevcut arkadaşlar. Diyorsunuz ki: “Mevzubahis olan 80-100 kişi.” Arkadaşlar, hukukun bu kadar pespaye edilmesine seyirci mi kalacağız? Öte yandan sizler değil misiniz “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyen. Kaldı ki buna benzer binlerce adaletsiz uygulama ve hukuk garabeti var on yıldır yönettiğiniz ülkemizde.

Bu somut meselenin çözümü için Hükûmetin, kurumları arasındaki bu çekişmeyi gidermesi gerekiyor. Devlet Personel Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Danıştay arasında sıkışıp kalan ve ne yapacağını bilemez hâlde Meclisten çıkış yolu arayan insanlar… Gelin, Hükûmetinizin çare makamı olduğunu gösterin, partinizin adaletle ilgisinin bir isim benzerliği olmadığını gösterin. Devlet Personel Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı karşılıklı olarak davalarını geri çeksin, bu arkadaşlar ister eski kurumlarında ister yeni kurumlarında göreve başlatılsın. Aksi takdirde, bir insanın ağlamasının millî vicdanları da gözyaşına boğacağının ve bunun hem Allah nezdinde hem de vicdanlarda sorumluluğunun Hükûmetinize ait olacağının bilinmesini istiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Korkmaz.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli Meclisimizin değerli üyeleri; bu uzman çavuşların istifa sonrası yeniden atanmaları hakkında benden hemen önce yapılan konuşmaya cevap vermek üzere huzurunuzdayım.

Aslında Milletvekilimiz buraya çıktığı zaman, konuşma yapmak üzere Meclis Başkanımıza müracaat etmeyi çok da düşünmemiştim çünkü önemli bir meseleye işaret edecek, biz de bu meseleyi değerlendireceğiz diye düşünmüştüm. Şu sebeple söz aldım: Gerçekten, Değerli Milletvekilimizin hassasiyetine, yani kendi gönül hassasiyeti sebebiyle gündeme getirdiğine inandığım bu konuda, aslında bence, bu kürsüden sarf edilmemesi gereken sözleri Değerli Milletvekilimiz sarf etti. Bunlar biraz incitici oldu.

Şimdi, “İdare bir yerlerden talimat almış, zehrini kusuyormuşçasına...” ifadesi, Değerli Milletvekilim, çok yakışık almıyor.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Devlet Personel Başkanlığını kastetmiştim, sizi değil.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Devlet Personel de olsa Hükûmetin talimatı altındaki Devlet Personel ya da “Hükûmetin vatandaşına yaptığı eziyeti gâvur olsa vatandaşına yapmaz.” falan... Bunlar, gerçekten bu Meclisin mehabetine yakışmayan ifadeler.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Efendim, siz çözün bu meseleyi.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Şimdi, şunu ifade etmek istiyorum değerli milletvekilleri: Konu, belli ki aslında çözülmesi arzulanan bir konu ve bir hukuki problem hâline gelmiş. Sonuçta biz de zaman zaman hukukun uygulamalarından şikâyet ettik, ediyoruz, Değerli Milletvekilimizin de bu uygulamadan şikâyet etmesi çok tabii olabilir. Bir karar verilmiş, önce başka bir karar verilmiş, sonra başka bir karar verilmiş. Bu şikâyeti yapalım ama bu şikâyeti yaparken... Hatta “Buna başka bir çözüm bulalım.” önerisini de çok  saygıyla karşılıyorum, bunu da ifade etmek isterim.

Nitekim Devlet Personelle ben görüşerek, Devlet Personelden sorumlu Bakanımızla görüşerek konuya bir çözüm bulabilir miyiz, nasıl bir çözüm bulabiliriz, bu konuşmadan sonra üzerinde çalışacağım; Değerli Milletvekilimiz bundan emin olabilir. Ama hukukun verdiği kararlara hepimizin uymak zorunda olduğu açık; beğenmeyebiliriz, istemeyebiliriz, sonra da onlara uyuyoruz. Özellikle idare mahkemelerinin ya da Danıştayın verdiği kararlara, biliyorsunuz, bir ay içerisinde idarenin uyması gerekir.

Şimdi, bunu, bu ifadelerle, bu cümlelerle tarif etmek gerçekten biraz incitici oluyor. Sadece bunu...

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Efendim, ara kararı, yürütmenin durdurulması kararı; esas karar değil.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Şimdi, Değerli Milletvekilim oradan uyarıda bulununca belki vatandaşlarımız onun sesini işitmiyorlar ama ben işitiyorum, cevap veriyorum. Şimdi vatandaşlarımız da neye cevap verdiğimi bilsinler.

Yürütmeyi durdurma kararına da uymak zorundasınız, bu çok bilinen bir şey.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Çok örnekleri var efendim, inanın çok örnekleri var.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Yok, hiçbir örneği yok. Yürütmeyi durdurma kararına idare uymazsa bu yürütmeyi durdurma kararına uymadığı için idare hakkında bu sefer soruşturma açılıyor, idare hakkında kararlar veriliyor. Bizim birçok bürokratımız, bir gün geçirdiği için yürütmeyi durdurma kararının uygulamasını, ceza aldılar, başka yürüyen birtakım davalar var bir gün gecikmiş diye.

Dolayısıyla yargının verdiği kararlara uymak zorundayız. Yargının verdiği kararlara uyduk diye “zehri kusmak” ya da “gâvur eziyeti yapmak” gibi bunu bence ifade etmemek lazım. Ama Değerli Milletvekilimizin bu uyarısı için ben kendisine teşekkür ediyorum. Meselenin başka bir çözümü olabilir mi, bunu Devlet Personelden sorumlu Değerli Bakan Arkadaşımla çalışacağım, bir çözüm arayacağım. Tekrar Milletvekilimize teşekkür ediyorum.

Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

İki arkadaşımız sisteme girmiş, sırasıyla söz vereceğim.

Sayın Özkes…

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in, TBMM Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın Genel Kuruldaki uygulamalarına ilişkin açıklaması

 

 

İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bin dört yüz yıl önce Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed bile eleştirilebiliyordu. Ama bugünün muhteremlerinin hiçbir eleştiriye tahammülü yoktur. Sayın Sağlam dün beni konuşturmadı. Sayın Sağlam sadece AKP’lilere sağlam duruyor, muhalefete ise sağlam davranmıyor. Sayın Sağlam Genel Kurulu AKP’lilerin telkinleriyle yönetiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi AKP’nin çiftliği değildir. Yüce Mecliste “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” yazıyor. AKP’lilerin baskısıyla beni konuşturmayan Sayın Sağlam’ı kınıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkes.

Dün, karşılıklı, Sayın Bakanla görüşmeleriniz oldu. Zabıtları getirttim. Size de izah ettim. O zabıtlarda sizin sözleriniz ve Sayın Bakanının sözleri arasında keskinlik bakımından siz galiptiniz. O kanaate vardığım için size söz vermedim ve ilgili maddeye göre de buna yetkim var.

Teşekkür ediyorum.

Şimdi, Sayın Öğüt…

İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Sayın Başkan, kendiniz konuşuyorsunuz, kendiniz duyuyorsunuz, ondan sonra söz hakkı vermiyorsunuz.

BAŞKAN – Ama tek taraflı itham ederseniz tabii ki cevabınızı alacaksınız.

İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Konuşturmuyorsunuz.

BAŞKAN - Yalnız, sizin kadar benim de bana söylediğiniz sözlere cevap hakkım var. Ben, bu Meclisi tarafsız yönetiyorum ve böyle iddia ediyorum.

İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Taraflı yönetiyorsunuz efendim. Taraflı yönetiyorsunuz.

BAŞKAN - İlgili maddeyi de size hatırlattım. Başka yapacağım bir şey yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Lütfen yerinize oturun.

İHSAN ÖZKES (İstanbul) – Taraflı yönetiyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Öğüt, şimdi size söz veriyorum.

Buyurun.

 

2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, İstanbul’da aile hekimliği uygulamasıyla ilgili sorunlara ilişkin açıklaması

 

 

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Sayın Başkan, pilot uygulamanın Düzce’de 2005 yılında başlamasından beri yedi yıl, İstanbul ilinde 1 Kasım 2010 tarihinde başlayan aile hekimliği sisteminin başlamasından beri bir yıl geçmesine rağmen, hâlen İstanbul’da 100 bine yakın vatandaşın sabit bir aile hekimi bulunmamaktadır.

Son birkaç yerleştirmede boş birimlerin sayısını vermek istiyorum: 12’nci yerleştirme duyurusunda 72 birim; 13’üncü yerleştirmede 78; 14’üncü yerleştirmede de 68 birim için başvurular alınmıştır. Bu duyurularda bildirilen birimlerin yaklaşık yarısı nakillerle, yer değiştirmeler veya oradan oraya geçici görevlendirmelerle bunalmış hekimlerce doldurulmuşken, yaklaşık yarısı tekrar tekrar duyurulara çıkmasına rağmen doldurulamamaktadır. 13’üncü yerleştirme sonunda açıklanan 78 birimden 36’sı, 14’üncüdeki 68 birimden 35’i doldurulamamıştır. Tekrarlayan duyurulara rağmen, doldurulamayan ve bazen adı geçen Sanal Aile Sağlığı Merkezinin tamamının boşalmasına neden olan birimlerle ilgili pozitif ayrımcılık yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt.

Sayın milletvekilleri, başka söz isteyen yok.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilginize sunacağım.

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.-  Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek’le birlikte, Polonya Meclis Başkanı Ewa Kopacz’ın vâki davetine icabet edecek olan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/799)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in, Polonya Meclis Başkanı Sayın Ewa Kopacz’ın davetine icabet etmek üzere, beraberinde bir Parlamento heyetiyle 12-15 Mart 2012 tarihleri arasında Polonya’ya resmî ziyarette bulunması TBMM Genel Kurulu’nun 28 Şubat 2012 tarih ve 71. birleşiminde kabul edilmiştir.

Anılan Kanun’un 2. Maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere Siyasi Parti Gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurul’un bilgisine sunulur.

                                                                               Cemil Çiçek

                                                             Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                               Başkanı

Adı Soyadı:                                                              Seçim Çevresi:

1. Mehmet Necati Çetinkaya                                      (Adana)

2. Muhammet Rıza Yalçınkaya                                   (Bartın)

3. Mine Lök Beyaz                                                    (Diyarbakır)

4. Altan Tan                                                             (Diyarbakır)

5. Adnan Şefik Çirkin                                                (Hatay)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır; okutuyorum:

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, başta Afşin-Elbistan Termik Santrali olmak üzere ülkemizde faaliyet gösteren tüm termik santrallerin çevreye verdikleri zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/182)

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başta Afşin-Elbistan Termik Santrali olmak üzere ülkemizde hâlen faaliyet göstermekte olan tüm termik santrallerin çevreye verdiği zararların ve alınması gereken önlemlerin tespiti amacıyla Anayasanın 98 ve içtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Gerekçe:

Son yıllarda gelişme yolundaki ülkeler hızlı bir ekonomik büyüme göstermişler ve enerji tüketimlerini yaklaşık iki katına çıkarmışlardır. Ülkeler, artan enerji ihtiyaçlarını karşılamak için kaynaklarının elverdiği ölçüde değişik üretim tekniklerine başvurmaktadırlar.

Dünya enerji ihtiyacının büyük bir kısmını fosil yakıt kaynaklarından, hidrolik enerji, nükleer santraller, güneş ve rüzgar enerjisi tesisleri ile gidermektedir.

1970'li yıllar artan enerji ihtiyacının giderek hızlandığı yıllar olup; Türkiye de bu yıllarda çabuk yapılabilirliği, ucuza mal edilmesi ve dış kredi kaynaklarının kolay bulunabilirliği nedeniyle termik santrallere yönelmiştir. O yıllarda termik santrallerin yapabileceği çevre sorunları konusunda Türkiye'de ve dünyada yeterli bilgi birikiminin ve dolayısıyla kamuoyunun bu konuda hassas olmaması nedeniyle çevre sorunları akla gelmeden ve önemsenmeden hızla termik santraller inşa edilmeye başlanmıştır. Yapımları sırasında projelerinde hiç gözükmeyen birçok çevre sorunu termik santraller ile Türkiye gündemine girmiştir.

Yüksek kullanım payına sahip fosil yakıtlı termik santrallerin hava kirliliği ekolojik dengenin bozulmasına olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Kömüre dayalı termik santrallerin külleri atık olarak sorun olmakla birlikte, toprak üzerinde depolanması sonucunda, kül içindeki zararlı bileşenlerin yağmur suları ile toprağa sızması sonucu yer altı suları ile de geniş bir alanda zararlı etkisini sürdürme özelliği bulunmaktadır. Termik santraller için gerekli madencilik ve taşıma faaliyetleri de yaratılan diğer çevre sorunları da olmaktadır. Bütün bu olumsuz etkilerine rağmen kömür hâlâ enerji üretiminde tercih edilen bir kaynak olmayı sürdürmektedir. Bu gerçeği dikkate alarak mevcut termik santrallerin kontrollü ve çevresi ile dost bir şekilde işletilmesine olanak sağlayacak yeni teknolojiler monte ettirilmelidir.

Afşin-Elbistan Termik Santralı da Türkiye'nin büyük santrallerinden biri olup, önemli ölçüp çevre kirliliği yaratmakta ve bu çevre sorunları karşısında yalnız yöre halkı değil, yerel, resmî ve özel kuruluşlar da sağlıklı olmayan tespitlerde bulunmuşlardır.

Afşin-Elbistan civarında düşük kaliteli linyit rezervini değerlendirmek amacı ile çevreye vereceği zararlar hiç düşünülmeden kurulmuş olan termik santral baca gazı emisyonlarının ve santralden sorumsuzca çevreye bırakılan uçucu küllerin santral çevresindeki insan, toprak, su, hava ve bitkilere etkisi önemli safhalara ulaşmıştır.

Gazi Üniversitesi tarafından hazırlanan raporda santralden her yıl Çernobil kazasının yaklaşık 2,5 katı kadar radyoaktif madde yayıldığı, Çukurova Üniversitesi'nden gelen üç kişilik profesörler heyetinin verdiği raporda ise; "Bu kül ve duman havaya böyle savrulması devam ettiği takdirde bölgede toplu ölümler olabilir" denilmektedir.

Ancak ulusal kaynaklarımızı değerlendirmek zorunda oluşumuz ve diğer enerji kaynaklarına göre kömürün elimizde bulunan en fazla potansiyele sahip enerji kaynağı olması nedeniyle, özellikle linyitlerin çevreyi en az kirletecek şekilde kullanımı için yanma öncesi, yanma sırasında ve yanma sonrasındaki teknolojilerin incelenmesi, geliştirilmesi ve ülke koşullarına uyarlanması gerekmektedir. Yanlış alan ve yanlış teknoloji yüzünden, kurulduğundan bugüne değin çevresindeki tüm varlıklara (insan, toprak, su, hava ve bitki) sürekli zarar vermekte olan Afşin-Elbistan Termik Santralinin zararlarının en aza indirgenmesi zorunludur.

Anayasanın 98. içtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince başta Afşin Elbistan Termik Santrali olmak üzere Türkiye’deki tüm termik santrallerin çevreye verdiği zararlarının araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin tespiti için bir Meclis Araştırması Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Mehmet Şandır                                                     (Mersin)

2) Ali Uzunırmak                                                      (Aydın)

3) Mehmet Erdoğan                                                  (Muğla)

4) Enver Erdem                                                        (Elâzığ)          

5) Alim Işık                                                              (Kütahya)

6) Ali Öz                                                                  (Mersin)

7) Seyfettin YILMAZ                                                  (Adana)

8) Yusuf Halaçoğlu                                                   (Kayseri)

9) Zühal Topcu                                                         (Ankara)

10) Sümer Oral                                                         (Manisa)

11) Kemalettin Yılmaz                                               (Afyonkarahisar)

12) Bülent Belen                                                      (Tekirdağ)

13) Ahmet Duran Bulut                                              (Balıkesir)

14) Necati Özensoy                                                  (Bursa)

15) Oktay Öztürk                                                       (Erzurum)

16) D. Ali Torlak                                                       (İstanbul)

17) Mesut Dedeoğlu                                                  (Kahramanmaraş)

18) Celal Adan                                                         (İstanbul)

19) Erkan Akçay                                                       (Manisa)

20) Emin Haluk Ayhan                                              (Denizli)

21) Atila Kaya                                                          (İstanbul)

22) Emin Çınar                                                         (Kastamonu)

 

 

 

 

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, ülkemizde kalsit üretiminin artırılması ve üretilen kalsitin dünya pazarlarında hak ettiği yeri bulması için yapılacak düzenlemelerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/183)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gerekçesini ekte sunduğumuz, ülkemizde madencilik sektöründeki kalsit üretimi, hammadde ve rezerv bolluğuna rağmen istenilen düzeye gelmemiştir. Sektörde faaliyet gösteren kalsit üreticileri, "Türk kalsitinin standardını, uluslararası standartlara çekmek için doğru teknik bilgilere ve üreticilerin desteğe ihtiyaç duyduğunu" ifade etmektedirler. Ülkemizde üretimin arttırılması ve üretilen kalsitin, dünya pazarlarında hak ettiği yeri bulması amacıyla, alınması gereken tedbirlerin ve bunlara ilişkin yapılacak düzenlemelerin ele alınabilmesi için, Anayasa'nın 98'inci, TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105'inci maddeleri gereğince, Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Gerekçe:

Kalsit, kimyasal yapısı CaC03 olan ve mikronize boyutlarda öğütüldükten sonra başta, boya, kâğıt, plastik vs. gibi birçok sektörde olmak üzere, beyazlık, ucuzluk ve kazandırdığı özellikler nedeniyle mümkün olduğu kadar fazla kullanılan bir dolgu ve katkı maddesidir. Kalsit, çevreye en az zarar veren minerallerden olduğu için, birçok yabancı ülkede toprağa zenginleştirmek için karıştırılmakta ve kirlenen göllerin asiditesini düşürmek için de kullanılmaktadır.

Devlet Planlama Teşkilatının Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde hazırlattığı Madencilik Sektörü Özel İhtisas Komisyonu Raporunda;

"Cevher olarak ocaktaki değeri ton başına 3-5 $ (ABD Doları) olan kalsit, öğütülüp torbalandıktan sonra tonu 40 ila 200$ (ABD Doları) değerlere ulaşmaktadır. Ton başına katkı payı çimentodan daha yüksektir. Yüksek tonajlarda üretilip, Avrupa ve yakın ülkelere ihracı teşvik edilmelidir. Bu teşvikte tüm maden ihracatında yapılması gerektiği gibi, limanlarımızı yükleme imkânlarıyla donatmak, maden yüklemelerinden diğer birim satış fiyatı yüksek ihraç mallarından alınan yükleme masraflarından daha düşük bir bedel almak, üreticimizin elektriği rakip ülkelerin fiyatlarıyla kullanmasını sağlamak gerekmektedir.

Kalsit, temel birçok sanayiinin ana girdisi olmakta, Titanyum dioksit gibi çok pahalı pigmentlerin daha az kullanılmasını sağladığı için gerek ekonomik, gerekse çevre sağlığını artırıcı (kâğıt sektöründe daha az selüloz kullanılmasına neden olarak) etkisi bulunmaktadır. Sektörde yerli veya yabancı ayrımı yapılmadan;

• Tekelleşmenin engellenmesi,

• Yabancı kuruluşların yurt içi fiyatları ile dünya fiyatlarının uyumluluğunun sağlanması,

• Üretim faaliyetinde bulunmadıkları halde Maden Kanununun boşluklarından istifade edilerek ihtiyacın çok üzerinde bir rezervin bloke edilmesinin engellenmesi (Bu yapılmadığı takdirde yaygın olmasına rağmen kalsit rezervleri bir kaç kuruluşun tekelinde kalabilir.) gerekmektedir.

Hâlihazırda mevcut kuruluşlar yarı kapasite ile çalışmaktadır. Yâni % 50 kapasite fazlası vardır. Bu sorun ihracat yoluyla çözülebilir. Aksi hâlde kuruluşların satışı, kapanması kaçınılmaz olacaktır." şeklinde görüşler beyan edilmesine rağmen, sektör temsilcileri bu konularda hiçbir gelişme olmadığını ifade etmektedirler.

Kalsit üreticileri, düşük döviz değerleri, yüksek enerji, lojistik maliyetleri, kalifiye personel yetersizliği vb. gibi sorunların sektörel gelişmeyi yavaşlattığını, üretimin dünya standartlarına uygunluk hususunda değişkenlik göstermesinin öncelikli olarak ele alınması gerektiğini, üretim sahasında arzu edilen canlılık için, enerji maliyetlerinin mümkün olan en alt seviyeye çekilmesi ve enerji konusunda uluslararası standartlarda özel bir tarife uygulanması gerektiğini belirterek, mevcut demiryollarının, deniz taşımacılığının maksimum faydalanacağı şekilde yeniden rehabilite edilmesini talep etmektedirler.

Yukarıda açıklanan sorunların çözümü için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.

1) Mehmet Şandır                                                     (Mersin)

2) Alim Işık                                                              (Kütahya)

3) Ali Uzunırmak                                                      (Aydın)

4) Erkan Akçay                                                         (Manisa)

5) Enver Erdem                                                        (Elâzığ)

6) Emin Çınar                                                           (Kastamonu)

7) Mehmet Erdoğan                                                  (Muğla)

8) Emin Haluk Ayhan                                                (Denizli)

9) Ali Öz                                                                  (Mersin)

10) Seyfettin Yılmaz                                                 (Adana)

11) Mesut Dedeoğlu                                                  (Kahramanmaraş)

12) Zühal Topcu                                                       (Ankara)

13) Celal Adan                                                         (İstanbul)

14) Sümer Oral                                                         (Manisa)

15) Kemalettin Yılmaz                                               (Afyonkarahisar)

16) Mustafa Kalaycı                                                  (Konya)

17) Oktay Öztürk                                                       (Erzurum)

18) Mehmet Günal                                                    (Antalya)

19) D. Ali Torlak                                                       (İstanbul)

20) Atila Kaya                                                          (İstanbul)

21) Yusuf Halaçoğlu                                                 (Kayseri)

 

 

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21 milletvekilinin, çiftçilerin sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ve aylık fatura uygulamasından kaynaklanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/184)

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Çiftçilerimizin sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ile yine bu kesime yönelik başlatılan aylık fatura uygulaması konusunda araştırma yapılarak, sorunların çözümüne yönelik alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz.

                                                   Gerekçe

Ülkemizde ekonomik alanda baş gösteren kriz, toplumun tüm kesimlerinde etkisini artırarak sürmektedir, kriz, toplumsal alanda en fazla etkiyi işsizlik konusunda göstermiştir. Türkiye İstatistik Kurumu'nun son verilerine göre ülkemizdeki işsizlik sayısı her yıl artarak 3 milyon 471 bin kişiye yükselmiştir.

Üretim düşmüş, sanayi küçülmüştür. Kapanan fabrika ve işyerleri küçülmesi ve kapanması yüzünden istihdam iyice azalmıştır. Günlerce siftah yapmadan kepenk kapatmak zorunda kalan esnaflarımıza yeni esnaflar eklenmiştir. Takibe düşen kredi borçları artmış, işçi, memur, emekli ve esnaf kesimi konut, taşıt ve ihtiyaç gibi kredilerini ödeyemez hale gelmiştir.

7 yıldır hiç aralıksız süren ekonomik krizden en fazla etkilenen kesimlerden birisi de çiftçi kesimi olmuştur. Bu kesimde verim düşmüş, girdiler artmıştır. Çiftçilerimiz tarlasına gübre ve ilaç atamaz duruma gelmiştir. Çiftçilerimizin mazot, gübre ve elektrik gibi borçları her yıl katlanarak artmıştır. Banka, tarım kredi ve Medaş gibi kurumlar çiftçileri kara listeye almıştır.

Ürettikleri ürünlere yanlış hükümet politikaları nedeniyle para ettiremeyen ve emeklerinin karşılığını alamayan çiftçilerimiz, her yıl "seneye" diyerek borçlarını ertelemiş ve bir türlü ödeyememiştir. Anaparaya eklenen faizler çiftçilerimizin borçlarını ikiye, üçe katlamıştır. Büyük bir borç yükü altına giren çiftçilerimizin sadece sulama amaçlı elektrik borçları 1 milyar lirası gecikme faizi olmak üzere toplam 2,5 milyar liraya yükselmiştir.

Ülke genelinde 27 bölgede toplam 2 bin 500 sulama kooperatifi bulunmaktadır. Bu kooperatiflerin hemen hemen hepsinin ödenememiş elektrik borcu mevcuttur. Ödenemeyen elektrik borçları nedeniyle çiftçilerimize yönelik başlatılan icra takipleri artarken, onlarca sulama kooperatifi başkanı kefil oldukları sulama borçlarını ödeyemedikleri için hapse atılmıştır. Üretim ve istihdamın öncüsü konumundaki çiftçilerimizi hacizlik ve hapislik olmaktan kurtaracak politikalar ivedilikle hayata geçirilmelidir. Bu konuda çiftçi kesimi üzerinde büyük bir beklenti oluşmuştur. Adeta çiftçilerimizin gözü ve kulağı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne çevrilmiştir.

Ülkemizde tarım alanındaki istihdam halen sanayiden yüksektir. Tarımda istihdam yüzde 23,7 iken, sanayi de istihdam yüzde 21'dir. Buna karşılık, hükümet tarafından sanayiye yatırım indirimleri ve sigorta primi gibi teşvikler getirilirken, halen sanayiden daha fazla istihdam sağlayan tarım sektörünün gübre, mazot ve elektrik gibi temel girdilerinde herhangi bir indirime gidilmemektedir.

Daha sulama amaçlı eski elektrik borçlarını ödeyemeyen ve ödeme konusunda çare arayan çiftçilerimiz, şimdi de her ay elektrik faturası uygulaması ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Bu uygulama dönemlik gelir elde eden çiftçilerimizi, daha da büyük sıkıntıya düşürecektir. Çiftçilerimiz, aylık fatura ödemek yerine iki dönemlik fatura ödeme konusunda düzenleme istemektedir.

Bu nedenle, çiftçilerimizin sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ile yine bu kesime yönelik başlatılan aylık fatura uygulaması konusunda araştırma yapılması için Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması yerinde olacaktır.

1) Mehmet Şandır                                                     (Mersin)

2) Ali Uzunırmak                                                      (Aydın)

3) Mehmet Erdoğan                                                  (Muğla)

4) Enver Erdem                                                        (Elâzığ)

5) Alim Işık                                                              (Kütahya)

6) Ali Öz                                                                  (Mersin)

7) Atila Kaya                                                            (İstanbul)

8) Seyfettin Yılmaz                                                   (Adana)

9) Zühal Topcu                                                         (Ankara)

10) Emin Çınar                                                         (Kastamonu)

11) Yusuf Halaçoğlu                                                 (Kayseri)

12) Sümer Oral                                                         (Manisa)

13) Bülent Belen                                                      (Tekirdağ)

14) Kemalettin Yılmaz                                               (Afyonkarahisar)

15) Necati Özensoy                                                  (Bursa)

16) Celal Adan                                                         (İstanbul)

17) D. Ali Torlak                                                       (İstanbul)

18) Mesut Dedeoğlu                                                  (Kahramanmaraş)

19) Oktay Öztürk                                                       (Erzurum)

20) Erkan Akçay                                                       (Manisa)

21) Emin Haluk Ayhan                                              (Denizli)

22) Ahmet Duran Bulut                                              (Balıkesir)

BAŞKAN – Araştırma önergeleri bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun 8/3/2012 Perşembe günkü birleşiminde 118 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

 

 

Danışma Kurulu Önerisi

                                                                               Tarih:7/3/2012

Danışma Kurulunun 7/3/2012 Çarşamba günü yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

 

                                                                                                                                    Cemil Çiçek

                                                                                                                       Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                                       Başkanı

 

 

                Mustafa Elitaş                                                                                          Muharrem İnce

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu                                                               Cumhuriyet Halk Partisi Grubu

                 Başkan Vekili                                                                                            Başkan Vekili

 

 

                  Oktay Vural                                                                                              Hasip Kaplan

        Milliyetçi Hareket Partisi                                                                         Barış ve Demokrasi Partisi

           Grubu Başkan Vekili                                                                                 Grubu Başkan Vekili

 

 

Öneri:

Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının 74 üncü ve 79 uncu sıralarında bulunan 110 ve 118 sırasayılı kanun tasarılarının Gündemin 3 ve 4 üncü sıralarına alınması,

Genel Kurulun 08/03/2012 Perşembe günkü Birleşiminde 118 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarına devam etmesi,

önerilmiştir.

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisi üzerinde söz isteyen? Yok.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

 

VII.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

 

 

BAŞKAN - İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

 

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; Kadını Şiddetten Koruma Kanunu Teklifi, Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın; Türk Medeni Kanunu ile Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın; Türk Medeni Kanunu ve Ailenin Korunmasına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

 

2.- Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi'nin; Kadını Şiddetten Koruma Kanunu Teklifi, Antalya Milletvekili Gürkut Acar'ın; Türk Medeni Kanunu ile Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'nın; Türk Medeni Kanunu ve Ailenin Korunmasına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/572, 2/38, 2/51, 2/145, 2/328, 2/383) (S. Sayısı: 181) (x)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 181 sıra sayıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ruhsar Demirel, Eskişehir Milletvekili.

Sayın Demirel, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ancak bir sitemimi ifade etmek istiyorum. Böyle bir yasanın, kadına şiddetin konuşulduğu bir oturuma başta kadın milletvekillerimizin duyarsız ve ilgisiz kalmalarından ötürü hakikaten hicap duyuyorum. Mecliste şu anda sayının artmış olması hep dile getiriliyor “Kadın milletvekili sayımız arttı.” diye ama kadın milletvekillerimiz, kadınla ilgili bir yasanın konuşulduğu oturuma ilgi göstermiyorlarsa bu, başta çoğunlukla bulunan siyasi partideki kadın milletvekillerimizin konuya bakışını da gösteriyor diye düşünüyorum ve bu konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi kameramanları tarafından milletimize de gösterilmesini rica ediyorum.

Efendim, bugün, burada, biliyorsunuz, kadına şiddet konusuyla ilgili bir yasa tasarısı üzerine konuşacağız ancak bu yasa tasarısının Meclis gündemine gelmeden önceki arka planını paylaşmak istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde muhtelif komisyonlar var. Bunlardan biri de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu. Ancak kadınlarla ilgili daha eşitlikçi bir yaşam sürdürmeleri adına yapılmaya çalışıldığı ifade edilen bu yasal düzenleme bile asli komisyon olarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna yönlendirilmedi. Sayın Meclis Başkanımız bu yasanın Adalet Komisyonunun asli komisyon olarak değerlendirilmesini uygun bulmuşlar. Bu konudaki çekincemizi, komisyonun elverdiği ölçüdeki o iki saatlik görüşme süresinde ifade etmeye çalıştık çünkü alt komisyon olmasına rağmen kadın-erkek fırsat eşitliği konusunda, başta kadın konusunda bilirkişi bile olabilecek durumda olan komisyon üyelerinin yeterince konuyu tartışmalarına bile mahal vermeden, tanınan iki saatlik süre içinde bu konunun bir an önce toparlanıp Adalet Komisyonuna yollanmasını isteyen komisyondaki yetkili arkadaşlarımıza da sitemimizi ifade ettik. Ancak o gün orada başka konular da konuşuldu ve sonuçta Adalet Komisyonuna hep beraber gittik ve o gün tanık olduğum bir olay gösterdi ki, 8 Marta yetiştirilmeye çalışılan bu yasa tasarısından ötürü, 8 Martın Parlamento çatısı altındaki milletvekillerimiz tarafından çok da iyi bilinmediği. Çünkü bir parlamenterimiz şöyle bir ifade kullandı. Bu konuyu çok da uzatmanın lüzumu olmadığına dair bir imayla, kelimeler bu olmasa da “Bu güzel güne biz o yasayı yetiştirelim.” dedi. 8 Mart güzel bir gün değildir. 8 Martın anlamını, 8 Martın neden tespit edildiğini bilmeyen parlamenterlerimiz olduğuna göre, bence, 8 Martın ne olduğunu konuşmak gerekir diye düşünüyorum.

8 Mart, 1857 yılında New York’ta bir tekstil fabrikasında çalışma koşullarının kötü olması nedeniyle grev yapan işçilerle ilgili bir gündür ve o işçiler, polis müdahalesi sırasında fabrikaya kilitlendiklerinden daha sonra çıkan yangında kendilerini kurtaramamış ve ölmüşlerdir. 129 tane ölen kadın adına, 1857 yılında olan bu olay, ta ki 1977’lerde dünyada kadınların, emekçi kadınların günü diye tespit edilmiştir. Dolayısıyla 8 Mart güzel bir gün değildir ama ben o zihniyeti çok da kınamıyorum çünkü maden ocağında ölenlere “Güzel öldüler.” demekten çok farklı bir şey değildir. Ancak şöyle bir durum da var tabii. Neden yapıldığını, ne amaçla tespit edildiğini, yani öyküsünü bilmediğimiz günler için “kutlama günleri” tabirini kullanıyoruz. Oysa öyle günler, öyle olaylar yaşanıyor ki memleketimizde, hafızalarımızda o kadar canlı ki bunlar, başka ülkelerin kadınlarının ölümleri üzerine yapılan günleri anarken kendi kadınlarımızı atlıyoruz. Bakın, ben size birkaç isim okuyacağım: Güldane Çiftçi, Özlem Ünal, Bircan Karataş, Naciye Karadeniz, Nebahat Salkım, Altun Yüksek, Fikriye Özentürk ve Nuriye Can. Sanıyorum, bu kişileri, bu merhumeleri tanıyanlar dışında hemen hiçbiriniz hatırlamıyorsunuz. Tarih çok eski değil, 9 Eylül 2009. İstanbul’da bir sel felaketinde, Trafik Kanunu’na aykırı bir şekilde düzenlenmiş bir servis aracında, taşımaya uygun olmayan bir servis aracında, çalıştıkları tekstil fabrikasına gitmeye çalışırken araçta sel felaketi sırasında kilitli kalarak ölen 8 tane kadın. 1857 yılında New York’ta kilitli kalıp ölen kadınlar için 1970’lere kadar varan bir mücadele sürdüren dünyanın farklı ülkelerindeki insanlar kendi kadınlarının ölüm günlerinin bütün dünyada anılması için çalışırken, biz, daha Eylül 2009’da ölmüş 8 tane kadınımızı hiç hatırlamıyoruz. E, peki, biz hatırlamıyoruz da başkaları hatırlıyor mu?

Mahkeme tutanaklarından ben size birkaç cümle okumak istiyorum. İş yeri sahibi, iş yerinin idare amiri, bunlar mahkemede ifade verirken bu 8 tane, sel felaketinde ölen kadın işçi için şunları söylemişler… “Maalesef kader ağlarını örünce insan neticeye mâni olamıyor. Ateşin çaresi su, suyun çaresi yok. Beraatimi talep ediyorum.” diyen yöneticilerin olduğu bir ülkedeyiz. Dolayısıyla, başkalarının günlerini kutlama konusunda, başkalarının tespit ettiği günleri yâd etme anlamında çok cevval davranıyoruz: Aman, 8 Marta bir yasa yetiştirelim!

Hanımefendiler, beyefendiler; 25 Kasıma şiddetle ilgili sözleşmeyi imzalayıp yetiştirdik; sizce hayatımızda ne değişti, şiddet mi azaldı? Hiç azalmadı. Bakınız gazete sayfalarına, bakınız televizyon ekranlarına ve kulağınızı sokağa çeviriniz. Her yer şiddet içinde. Pozantı’yı hiçbirimiz konuşmuyoruz ama 8 Marta bir şey yetiştirmeye çalışıyoruz.

8 Mart -dünyadaki herkesin insan olması, dünyadaki her insanın kıymetli olması bir mutlak kabulümüz olmakla beraber- 1857 yılında New York’ta ölmüş 129 tane kadının anısına yapılan bir gün. Peki, biz bugün yaşayanlarımızı koruyabiliyor muyuz? Yaşayanlarımızı korumak adına ne yapıyoruz? Aslında bu yasa tasarısına baktığınızda, şiddete uğradıktan sonra sağ kalma becerisi gösterebilmiş şiddet mağdurları için yapılmış bir düzenleme olduğunu hepiniz çok da kolaylıkla göreceksiniz. Ama bir şeyi tekrar ifade etmek istiyorum: Pozantı’yı hiç unutmayınız çünkü şiddet kadın, çocuk, genç, yaşlı, engelli, hiç, hiç bunların birini ayırt etmiyor. Her gün her an karşımızda bir şiddetle karşılaşıyoruz. Bu şiddetin, sözel, yazılı, fiziksel, ruhsal olması hiç önemli değil. Evrensel bazı tanımlar var ama bu tanımlara sığınıp bunları detay detay konuşmaya da gerek yok. Aslında şiddet, bizatihi, insanın kendi iradesi dışında genel sağlığına etki eden, olumsuz yönde etkileyen her tür eylem. Niye böyle söylüyorum? Çünkü sağlık, topluma ifade edildiği gibi, hastaneye erişme, doktora kavuşma değildir. Sağlık, insanların fiziken, ruhen, sosyal çevresiyle bir bütün hâlinde iyilik hâlidir. Dolayısıyla, şiddet mağduru hiç kimse sosyal çevresiyle birlikte bence iyilik hâlinde değildir. O yüzden daha kısa, daha özet olması adına böyle bir tanım yapmayı uygun buldum. Ve 8 Mart, 1977 yılından bu yana dünyada kutlanan bir gün, anılan bir gün ama ne olarak anılıyor? Kadınların sürdürdüğü eşitlik mücadelesinin bütün süreç içindeki çabaları anlatılmakla beraber, kadınların güncel sorunlarının bir kez daha dile getirildiği bir gün olarak anılıyor, sorun çözen bir gün değil, geçmiş mücadelelerin tekrarı, mevcut sorunların dile getirilmesine sebep olan bir gün. Biz de bu yasa tasarısıyla -gördüğümüz kadarıyla- bir sorun çözmeye değil, yalnızca “’8 Martta biz bu konuda bir yasa çıkardık.’ demeye çalışıyoruz.” diye bir kaygım var. Bu kaygımı destekleyen sebepleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, bu yasa tasarısının Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun asli komisyon olarak belirlenmemesi konusundaki gönül kırgınlığımızı, ben, bütün kadın parlamenterlerimiz adına tekrarlamak istiyorum çünkü ben, inanıyorum ki, her partideki kadın milletvekillerimiz bu konuda gönüllerinde bir kırgınlık yaşıyorlar.

İkincisi:Yasanın genel gerekçesinde, 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’na ve CEDAW’a, kadına karşı eşitsizliklerin önlenmesiyle ilgili uluslararası sözleşmeye atıf olmakla birlikte, işte o 25 Kasıma yetiştirilerek imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ne atıf olmaması da sanıyorum bir eksiklik, ya genel gerekçe daha önce yazıldı ya da imzaladığımızı birileri unuttu!

Bu yasa tasarısındaki maksat, ismi her ne olursa olsun, başında “Ailenin Korunması” olmakla beraber, önlemeyi içermeyen, şiddeti önlemek için bir tedbir getirmeyen, yalnızca koruma, tedbir ve yargılamayla beraber kovuşturmayı içine alan bir süreç. Şiddeti önlemeye dair bazı ibarelerin bulunmadığını detaylı baktığımız zaman hepimiz görebiliriz, biraz sonra ben sizlerle bunu paylaşacağım. Bu şiddetle ilgili tasarıda, toplumsal cinsiyet eşitliğine, kadın-erkek eşitliğine, kadın-erkek fırsat eşitliğine ve mobbinge hiç yer verilmiyor. Mobbinge yer verilmemesini ironi de olsa anlayabiliyorum, çünkü istihdamda kadın bırakmadınız, hamdolsun! Dolayısıyla mobbing muhakkak ki düşüyor ama bu toplumsal bir sorun. Çünkü şiddet bir halk sağlığı sorunu, şiddet bir sağlık sorunu.

Ben “şiddeti önleme ve izleme merkezleri” adı altında bir kuruluştan söz edildiğini görüyorum yasa tasarısında, sizlerin de dikkatini çekmiştir sanıyorum. İşte, bu şiddeti önleme ve izleme merkezlerinin tamamlayıcısı konumundaki sığınma evlerinden tasarılarda söz edilmemesi de enteresan, onların göz ardı edilmesi, çok ufak detaylarla geçiştirilmiş olması da bizim için en büyük sorunlardan biri.

Bu arada tasarının 16’ncı maddesinin 3’üncü bendinde, şiddeti önlemenin değil oluşacak şiddetle mücadele etmek için bir çabanın olduğunu hepimiz görüyoruz. Çünkü, o 3’üncü bentteki ifadelerden sonra 6’ncı bentte müfredattaki düzenleme var. Müfredattaki düzenlemeyi kendi başımıza yapamayız ta ki madde 22’de Millî Eğitim Bakanlığını bu sistemin içine sokmuyorsak. Evet, eğitim şiddetin önlenmesi için mutlaka olmalı. Elbette ki 16’ncı maddedeki bu eğitim birimlerinin, eğitimle ilgili müfredat düzenlemelerinin bulunması hepimizin talebi ancak Millî Eğitim Bakanlığını işin içine dâhil etmezsek, yalnızca Adalet Bakanlığını, İçişleri Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını ve Maliye Bakanlığını kapsam içine alırsak, Millî Eğitim Bakanlığını burada zikretmezsek yapacağımız müfredat düzenlemesini kiminle yapacağız? Ben Sayın Bakandan bu konuda bir cevap istiyorum.

Millî Eğitim Bakanlığının en kısa sürede o kapsama alınması hepimizin arzusu çünkü hatırlayacaksınız, Sayın Millî Eğitim Bakanı göreve geldiğinden hemen sonra, ağustos ayında Talim Terbiye Kuruluyla yaptığı bir çalışmanın neticesinde millî eğitim müfredatında daha önce bulunan CEDAW ve empati konularını millî eğitim müfredatından çıkardı. Dolayısıyla Sayın Bakan, sizin o maddede eğitimin yer alması konusundaki talebinizi hep beraber o gün dile getirdik, burada yer almasından mutluyuz ama Sayın Millî Eğitim Bakanını sanıyorum bu konuda ikna etmek ve ona bu konuda gereklilikleri izah etmek sorumluluğu düşecek size çünkü Millî Eğitim Bakanı CEDAW’ı ve empatiyi çıkarırken, müfredata ne koymuştu hatırlıyorsunuz, toplam kaliteyi. İşte, biz de sanki bir toplam kalite çalışması yapıyoruz. Bizim bir şiddet önleme yasamız var mı? Evet, var, toplam kalite anlamında bir artı ama niteliği nedir, neyi elde etmeye çalışıyoruz, “şiddeti önlemek” derken ne yapmaya çalışıyoruz, bunların detayı yok.

Ayrıca, ülkemizde zorunlu bir askerlik sistemi hâlihazırda varsa ve askerlik kaçırılmış fırsatlarla dolu bir zaman dilimiyse bu fırsatı kaçırmamak adına Millî Savunma Bakanlığıyla iş birliği yapılması da sanıyorum bu düzenlemeler içinde yer almalı.

Ayrıca, yükseköğretim kurumlarının eğitim müfredatlarına bu konularda bir bilgilendirme konulmasının neden atlandığını da ben anlamakta güçlük çektim ama sanıyorum, eğitimi bir bütüncül zihniyet altında düşünmüyoruz, ne Millî Eğitim Bakanlığı var o düzenlemenin içinde ne Yükseköğretim Kurumu ne Millî Savunma Bakanlığı. Ben Sayın Bakanın bu konuları dikkate alıp Bakanlar Kurulunda gündeme getirmesini arzu ediyor ve umuyorum.

Ayrıca, bu yapılan düzenlemeyle kadınlara maddi yardım yapılacağına dair bir ibare var. Sayın Bakan gayet iyi hatırlayacaktır, bütçe görüşmelerinde de bu konuyu dile getirmiştik hepimiz, Bakanlığının yaklaşık 8 milyar bütçesi var, bunun 4,1 milyarı görev zararı diye görünüyordu bütçe yapılırken. Bütçe zamanı zaten Bakanlığın bütçesinin yarısı zarardı. Peki, Sayın Bakan, bu konuda kaynakları nereden bulacaksınız? Bu konuda bir çalışmanız var mıdır? Çünkü Sayın Maliye Bakanının bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı bir konuşma var, dağıtılan kitapçıklarda da mevcut, istihdamın üzerindeki yükü azaltmak adına kreş açma zorunluluğunu esnetmek gibi bir yaklaşımı olduğunu Sayın Maliye Bakanı Şimşek o toplantılarda zikretmişti. Ancak siz bu parayı nereden bulacaksınız; bu kadınlara bunu vadederken gerçekleştirme yüzdeniz ne olacaktır; ben merak ediyorum. Ama bir şeyi de hatırlatmak isterim: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, benim de imzamın bulunduğu, Sayın Mehmet Şandır ve Zühal Topcu Hanımefendi ile birlikte verdiğimiz nafaka alacaklarından doğan hak kayıplarının telafisi için sunduğumuz bir yasa tasarısı var, belki o yasa tasarısı size kaynak bulma konusunda yardımcı olur. Biz umuyoruz ki bir an önce o yasa tasarısı Meclisin gündemine gelsin ve nafaka alacaklarından doğan hak kayıpları telafi edilsin.

Koruma anlamında şiddeti önleme ve izleme merkezlerinin açılacağı   -az önce de söyledim- var. Tabii ki, bunların destek kurumları olan sığınma evlerine daha fazla atıf yapılabilirdi ancak bu merkezlerin pilot uygulaması eğer daha önceki tasarı nedeniyle gördüğümüz 14 tane ille sınırlı kalacaksa bu 14 il neye göre seçildi; Batman gibi kadın intiharlarının çok yüksek olduğu bir il bu kapsama neden alınmadı; ben merak ediyorum.

Medyayla ilgili, orada detaylı ifade ettiğiniz “Televizyonlarda haftada 90 dakika” sözünün ötesinde yazılı basınla ilgili ne gibi bir çerçeve çiziyorsunuz? Yazılı basındaki şiddet objelerinin, şiddete dair ifadelerin ve haberlerin ne şekilde düzenleneceğini bizimle paylaşırsanız memnun olacağız.

Aile mahkemesi kaç tane ilimizde var, kaç tanesinde yeterli personel var, ben bu bilgiye sahip değilim. Sanıyorum Sayın Bakan bu bilgiye sahiptir ama aile mahkemelerinin olmadığı yerlerde sanıyorum asliye cezalar uygun yerler olacaktır. Ama yine yasa tasarısında unutulan bir şey var; azmettiriciler. Hiç kimsenin değinmediği bir konu bu. Yalnızca şiddeti yapan değil, şiddeti azmettirenlerin de bir şekilde bu şiddetle mücadeleyle ilgili olduğunu umut ettiğimiz yasa tasarısının kapsamına alınmasını istiyor ve diliyoruz.

Sonuç olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına yasa tasarısıyla ilgili çekincelerimizi, önerilerimizi komisyon toplantılarında, bire bir görüşmelerimizde Sayın Bakan ve diğer partilerdeki milletvekili arkadaşlarımızla paylaştık. Ancak bir konudaki talebimizi Sayın Meclis Başkanına buradan iletmek istiyorum: Eğer kadın gündem konusuysa, eğer bir yasa tasarısının öznesinde kadın varsa, eğer bir yasa tasarısı                kadın-erkek arasındaki eşitsizlikleri, fırsat eşitsizliklerini, hakkaniyetsizlikleri bir nebze de olsa iyileştirecekse Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun asli komisyon olarak görevlendirilmesi sanıyorum buradaki bütün kadın parlamenterlerin birinci derecede talebidir. Bu talebi ben buradaki bütün kadın milletvekilleri adına ve bütün Türk kadınları adına Sayın Meclis Başkanına bir talep olarak iletiyorum.

Evet, bu defa bu tasarı geçti komisyondan. Ama bu tıpkı da referandumlarda birilerinin söylediği gibi “Yetmez ama ‘evet’.” şeklinde geçti Sayın Başkan. Biz kadın parlamenterler yalnızca sayı olarak ifade edilmek istemiyoruz, biz bildiğimiz konuda yetkili ve asli komisyon olmak istiyoruz.

Bir sözüm de erkeklere: Bu tasarı gündeme geldiğinden beri elektronik posta adreslerimize, telefonlarımıza pek çok erkek ulaştı ve şunu söylüyorlardı: “Hep kadını konuşuyorsunuz. Biz erkeklere pozitif ayrımcılık yapılmayacak mı?” diye. Ben bana ulaşan erkeklerin birçoğuna şu soruyu sordum, bence televizyon başındakiler ve bu salondaki erkekler de bunu kendine sormalı: “2010 referandumunda hanım kardeşlerimize ayrımcılık yapacağız. Bu, eşitsizlik sayılmaz.” denilen referandum maddelerine “evet” derken beyler, bunu hiç düşünmemiş miydiniz?

Yasa tasarısı mevcut hükûmet eden partinin milletvekillerinin sayısının çok olması nedeniyle mutlaka geçecek ama eksikleri var. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu eksiklerin tamamlanması konusunda bizden bir yardım istenirse her zaman hazırız.

Nafakayla ilgili yasa tasarımızı da tekrar hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Demirel.

İkinci konuşmacımız Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.

Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı geneli üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Benden önce Sayın Milletvekilinin ifade ettiği gibi, aslında buradaki tabloya baktığımızda, izleyicilere ya da buradaki katılıma, özellikle iktidar partisinin hem kadın milletvekillerinin hem erkek milletvekillerinin bu yasaya ilgisine baktığımızda neden bu yasanın isminin değiştiğine de anlam vermek  mümkün çünkü bu Genel Kurulda aslında genel olarak kadın sorunlarının, kadın politikasının konuşulmasına dair bir yaklaşım yok, daha çok gündelikçi, toplumsal baskı genelinde işte yapılan değişiklikleri “Alelacele yapalım.” yaklaşımı var. Ben de bunu eleştirerek başlamak istiyorum çünkü bu sadece kadınları ilgilendiren mesele değil, aslında bir bütün toplumun hepsini ilgilendiren bir mesele ve de  Türkiye Büyük Millet Meclisini ilgilendiren bir mesele çünkü buradan başlamak lazım toplumsal cinsiyet eşitliğine, eşitlik politikalarına. Buradan başlamayınca tabana kadar da farklı yansımaları oluyor.

Sayın milletvekilleri, yasa tasarısı hakkındaki görüşlerimizi belirtmeden önce, yarın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, birçok çevre de “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ifade ediyor. Ben bu vesileyle bir kez daha 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tüm kadınlara kutlu olsun diyorum ve 8 Mart dolayısıyla alanlarda olan, eşitlik, demokrasi ve özgürlük talebini haykıran kadınlara da buradan sevgilerimizi ve selamlarımızı iletiyoruz.

Diğer bir konu, biliyorsunuz, “KCK” adı altında yürütülen siyasi soykırım davalarında en çok kadınlar, politika yapan, siyaset yapan kadınlar zarar gördü. 500’e yakın kadın şu an tutuklu. Bu Parlamentonun 2 kadın üyesi şu an tutuklu ve açlık grevindeler. Bu, Parlamentonun gündemi değil tabii, hiçbir zaman burada, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu dışında arkadaşlarımız buna değinme gereği bile duymadılar. Cezaevinde bulunan 2 arkadaşımız, Profesör Büşra Ersanlı ve Ayşe Berktay, kimlik ismi Ayşe Hacımirzaoğlu, bu arkadaşlarımız, bu yıl PEN Duygu Asena Ödülü’nü kazandılar. Ben, bu arkadaşlarımız şahsında, tüm cezaevinde bulunan kadınların, hem politik nedenlerle hem adli nedenlerle cezaevlerinde bulunan tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, aslında bu kanun tasarısı gündeme geldiğinde, benden önce Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Milletvekili de ifade etti, görüşülen komisyon meselesi de bizim açımızdan eleştiri konusudur. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bunu tali komisyon olarak değerlendirdi, asıl komisyon Adalet Komisyonu oldu. Biz, Komisyonda da buna itiraz ettik, asıl olması, asıl konuşulması gereken komisyonun Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu olması gerektiğini söyledik. Hatırlarsanız, aslında Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulduğunda da burada ciddi anlamda sorunlar yaşadık. O zaman, kadın-erkek eşitlik komisyonu olarak kadınlar çalıştı, bunu bin bir emekle getirdik ve buradan bütün partilerin ortaklaşmasıyla, üstelik o zaman komisyonda da kadın-erkek eşitlik komisyonu olarak çıkmıştı ama buraya geldi, fırsat eşitliğine dönüştü burası, yine AKP’nin oylarıyla. Burada da benzer bir yaklaşımı gördük aslında çünkü AKP karar vermişti nerede görüşüleceğine dair. Sayın Bakan da buna hukuki bir gerekçe yaratmaya çalıştı. Biz buradan bir kez daha gördük ki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu hikâye. Kadınlar adına dair bir konuyu bile konuşamıyoruz, tartışamıyoruz. En çok kadın üyenin olduğu komisyon, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu sayın milletvekilleri ama kadınlara dair şeyi Adalet Komisyonunda biz görüştük. Adalet Komisyonundaki kadın üye sayısına baktığınızda aynı derecede değil. Bu, ciddi bir sorun.

İkincisi, ikinci eleştiri konumuz bu kanun tasarısına ilişkin, kadın örgütleriyle o kadar çok çalışma yürütüldü, Sayın Bakanımız bu konuda altı ay öncesinde bazı çalışmalar yürüttü. Parlamentoda bulunan milletvekilleriyle kahvaltılar yaptı. Bu kahvaltının faturası kamuoyuna da yansıdı. O, kadın örgütleriyle yapılan kahvaltının faturası mıydı, bilmiyorum. Yine, kadın örgütleriyle görüştü. 237 kadın örgütü diyelim ki o kadar çalışma yürüttü ve kadın örgütleri bu konuda, gerçekten, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda, yine, şiddete dair önleyici tedbirler alınması konusunda çok önemli çalışmalar yürüttü.

Bu altı ayın sonunda gördük ki en azından, kadın örgütlerinin 12, 13 ve 15 Şubat 2012 tarihinde ve 31 Ocak tarihine kadar Bakanlığın önerisi, taslağı üzerinde yaptığı çalışmalar ve Başbakanlığa sunulan tasarı bile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna geldiğinde tamamen değişmişti. Bu ciddi bir durum. Yani hem Bakanlık kadın örgütlerinin bu konudaki çalışmasını kabul etmedi, “Tamam, biz sizin çalışmanızı kabul etmiyoruz ama bizim çalışmamız üzerinde çalışabilirsiniz.” denildi hem bu çalışma da sonra kuşa çevrildi. Sonra da kadın örgütlerine bari… Yani kadın örgütleri bu tasarıyı bile eksik ve yetersiz görmüşken, “Komisyonda düzeltebiliriz, bunun mücadelesini verebiliriz.” diye bu konuda Komisyonda görüşülürken bile “Bari Başbakanlığa giden olsun.” denildi. Şimdi, orada da kısmen bu düzenlemeler yapıldı ancak hâlâ ismi değişmedi.

Bu yasa tasarısı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması Yasa Tasarısı” iken Komisyona gelirken Başbakanlıktan… Ki muhtemelen Sayın Başbakan buna müdahale etmiştir -Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda da böyle olmuştu- ya da erkek yöneticiler müdahale etmiştir buna. Çünkü kadınlar olarak, Sayın Bakanın da ben kadın-erkek fırsat eşitliğine inandığını düşünüyorum. Çünkü uzun süre kadın politikaları yürütmüş, kadın kolları başkanlığını yapmış, kadın politikalarını bildiğim için, onun bu referansına da güveniyorum; muhtemelen erkek arkadaşlarının düşüncesini değiştiremediği için “aile” kavramı oldu. “Aile ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi” bu da temel eleştiri konusu.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Kahrolsun erkeklerin bu düşüncesi o zaman.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Sayın milletvekilleri, arkadaşlarımız şunu diyebilir: “Yani isimde bu kadar ne var, önemli olan içerik.” Aslında öyle değil, önemli olan isim.

4320 sayılı Kanun’da da aslında kadın örgütleri ailenin korunması meselesine bu kadar itiraz ettiler. Dediler ki: “Mesele ailenin korunması değil çünkü aileyi korudukça siz aile içerisindeki şiddeti görünmez kılıyorsunuz.” Bu ciddi bir problem. Bugün aslında Bakanlık da bir şekilde bunu kabul etmiş durumda. Biz, bu konudaki eleştirilerimizi de Sayın Bakana iletmek istiyoruz.

Sayın Bakan, bu, 237 kadın örgütünün emeği değil; bu, AKP İktidarının düzenlemiş olduğu bir kanun tasarısı. Biz kadınlar, günde 5 kadının öldürüldüğü bir Türkiye’de bir an önce kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve bu konuda koruyucu tedbirler alınması gerektiğini tabii ki savunuyoruz. O açıdan, bu yasaya ilişkin, mümkün olduğunca, gün boyunca konuşulduğunda yasanın daha etkin olması konusunda yine önerilerimizi sunacağız. Umuyorum, AKP İktidarı ve Sayın Bakan bu konudaki görüşlerimizi en azından dikkate alır diye düşünüyorum.

Diğer bir nokta, aslında AKP İktidarının sürekli yaptığı bir şey. Bu kanun tasarısında öncesinden bunu reddediyor yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir durum. Şimdi bize yapılan şey de bu. Bu ciddi bir sorun.

Sayın milletvekilleri, bu yasanın en temel problemi, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas almaması, kadın-erkek eşitliğini esas almaması. Kadın örgütlerinin itirazlarıyla bu kelimeler yasaya girdi kısmi olarak ancak bu, bu zihniyetin değiştiğini göstermiyor. Kadın-erkek eşitliğine inanmayan, kadın-erkek eşitliği perspektifinden bir siyaset yürütmeyen ve buradan bakmayan hiçbir yasanın toplumsal olarak karşılığı yok. Genelgeler çıkartmak, yasalar yapmak, bu konudaki ne yazık ki sorunlarımızı çözmüyor. Biz, bugüne kadar bunu çok gördük. En çok AKP İktidarı döneminde genelgeler çıktı, kadına yönelik şiddet konusunda çalışmalar yürütüldü ama görüyoruz ki AKP döneminde kadına yönelik şiddet de yüzde 1.400 arttı, günde 5 kadın öldürülür hâle geldi. Öyle Sayın Bakanın ifade ettiği gibi  “Eskiden de kadın ölümleri vardı, şimdi görünür oldu.” meselesi büyük bir aldatmacıdır.

Evet, eskiden de kadına yönelik şiddet vardı ama sizin döneminizde arttı çünkü sizin döneminizde kadın-erkek eşitliğine dair ortaya çıkan durum kendi elinizle ortadan kaldırıldı. Bu ciddi bir sorun diye düşünüyoruz ve bundan bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor. Mesele çünkü sadece bu yasa değil, bundan sonra da birçok çalışmalar yürütülecek. Eğer böyle olmadığı takdirde önümüzdeki dönem kadınlar hâlâ şiddete maruz kalacaklar, her gün kadınlar öldürülecek, her gün aslında biz kadına yönelik şiddeti konuşuyor durumda olacağız. Biz bunları istemiyoruz kadınlar olarak. O yüzden de  kadına yönelik şiddet meselesini de siyasi partiler üstü, kadın politikalarını siyaset üstü ele alıyoruz. Kadına yönelik yapılacak her türlü düzenlemeyi Barış ve Demokrasi Partisi olarak destekleyeceğimizi ifade ettik.

Sayın milletvekilleri, kadın örgütlerinin bu yasa tasarısına ilişkin birkaç önemli tespiti var, eksik olarak, hâlâ eski yasa tasarısı sanki görüşülüyormuş gibi denilse de bunları birkaç başlıkta sizlere sunmak istiyorum.

Kadın örgütlerinin yasaya ilişkin başlıca talepleri şudur: Ayrımcılık yasağı, fiilî eşitsizlikler gibi şiddetin arkasındaki dinamiklere dair düzenlemelere yer verilmesi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadesinin yasaya eklenmesi, mağdur yakınlarının ve şiddete tanıklık edenlerin de koruma kapsamına alınması, kadın örgütlerinin şiddet ile ilgili her türlü davada müdahilliklerinin kabul edilmesi, sığınaklar ve cinsel şiddet kriz merkezlerine ilişkin düzenlemeler yer alması, tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilmesi, çocukların velayet hakkının koruma sürecinde kadının talebiyle şiddet mağduru tarafından kullanılacağı, çocukların şiddet  uygulayan ile kişisel ilişkisinin bu süre boyunca kaldırılacağı veya denetime tabi tutulacağı düzenlemelere yer verilmesi, şiddet uygulayanların yanı sıra şiddeti azmettirenlere ve yardım edenlere karşı da tedbir alınması ve bu kişilerin de tedbir kararına aykırılıktan ötürü cezalandırılması, hâkim ve savcılar dahil olmak üzere bu vakalarda görev alacak herkese yönelik kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, kadın-erkek eşitliği konularını içeren eğitimler verilmesi. Bu yasada kısmen eğitim düzenlemesi var ancak bu eğitimi kim yapacak, hangi kadroyla yapılacak, nerede başlayacağı meseleleri çok muğlak çünkü hâkim ve savcılar çoğu zaman kadınları aslında geleneksel toplumsal cinsiyet algısına göre, erkek algısına göre yargılamakta, bu ciddi bir sorun.

Yine, şiddetle ilgili yasal başvuru süreçlerinde taraflar arasında ara buluculuk ve uzlaşma girişiminde bulunamayacağının düzenlenmesi. Bu ara buluculuk meselesi ciddi bir durum, yasada yok ancak genel olarak zihniyette kadınlar şiddete uğradığında genel de evine gönderiliyor “Gidin bu işi çözün.” ya da ara bulucular bulunuyor. En son mesela Adana’da yaşanan olay. Genç kadın 8 defa savcılığa suç duyurusunda bulunmuş ama sonra ölümden kurtulamadı çünkü savcılık gereğini yerine getirmedi. Birçok vakada benzer durumla karşılaşıyoruz. Yani başvuru var, bunun dışında gereğini yapmıyor çünkü oradaki kolluk kuvvetleri, idare amiri, hâkim, savcı aslında erkek egemen zihniyete göre yaklaşıyor, erkekçe düşünüyor, dolayısıyla ona göre karar veriyor bütün duygusu, hissiyatı buna göre olduğu için. Bunun önlenmesi gerekiyor, bu konuda mutlaka eğitim verilmesi şart.

Yine, yasanın uygulanmasını etkili şekilde izleyecek ve denetleyecek “şiddet önleme ve izleme merkezleri”nin kurulması ve kadın örgütleriyle eş güdümlü çalışması… Bu merkezler kuruluyor aslında bu kanun teklifinde ama kadın örgütleriyle eş güdümlü çalışması önemli. Çünkü kadınların olmadığı yerlerde ne yazık ki kadınlar lehine kararlar alınmıyor sayın milletvekilleri. Madem burada bir yasa düzenliyoruz kadınların yaşamını etkileyecek, dolayısıyla aslında toplumun yaşamını etkileyecek, onun için daha sağlıklı şeyler yapmak gerekirdi.

Biz, bu yasa tasarısı konuşulurken Sayın Bakana söyledik, “Tamam, 8 Marta ulaştırmak, kadınlara bu konuda müjde vermek önemli bir şey, biz de bunu isteriz. Ancak bu yasayı iyi çalışalım, birlikte çalışalım ve gerçekten bir daha düzenlenmemek üzere bir yaklaşım sergileyelim.” Sanırım Meclis Başkanımız söylemişti; artık her gün yasa şeyine döndü burası, sürekli yasalar çıkartıyoruz çünkü çıkarttığımız yasalar yeterli olmuyor, sonra onu düzenlemek için yasalar çıkartıyoruz, fiiliyatta bu eşitliği sağlayamıyoruz.

Yine, sayın milletvekilleri, tabii -biraz önce de söyledik- mesele yasalar değil, mesele bu yasaları uygulayan kişiler. Eğer uygulayan kişiler gerçekten eşitlik politikalarına inanmıyorsa, bu ülkede kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanmıyorsa yapacağı uygulamalar da buna göre geliyor. Dolayısıyla, bu ülkenin yapması gereken temel şeylerden birisi kadın ve erkek eşitliğini sağlamak. Bu Parlamento, Avrupa Sözleşmesi’ni, kadına yönelik sözleşmeyi, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke olmakla övünüyor. O sözleşme çok önemli; evet, kadın erkek eşitliğini içeren bir nokta. Özellikle “özel alan” diye tabir edilen, aile içi şiddete yönelik önlemlerin alınması konusunda önemli kararları var. Biz, bu Parlamentonun bunu uygulamasını bekliyoruz. Sadece imzaladık, burada kalsın değil. Bunun için de burada zihniyet değişimi önemli.

Yine, sayın milletvekilleri, tabii ki kadınların sorunları sadece işte bu yasalarla düzenlenecek sorun değil, sadece şiddet sorunu değil, kadınlar birçok alanda aslında ciddi olarak sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Özellikle kadın istihdamı sorunu Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisidir. Türkiye, 2011 Temmuz ayı istatistiklerine göre, yüzde 30 kadın istihdamı oranıyla Avrupa Birliği ülkelerindeki yüzde 62’nin çok gerisinde yer almakta. Yine, kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 30’larda seyretmektedir. İşsizlik oranı tüm Türkiye için yüzde 11’lere çıkmış durumdayken kadınlar için bu oran yüzde 13’lerde.

Kadınların iş gücüne katılım oranlarına baktığımızda ise tablonun 2002 yılından beri hiç değişmediğini görmekteyiz. Yani, o kadar yasal düzenlemeler yapıyoruz, sözde kadınlar lehine etkinlikler yapıyoruz ama 2002’den beri, yani sizin iktidarınızdan beri hiç değişmiyor bu tablo ve kadınlar giderek yoksullaşıyor. Aslında, bu yoksulluk aynı zamanda kadına şiddet olarak dönüyor. Bu, şiddet politikalarının ortadan kaldırılması meselesi açısından da önemli.

OECD Kadın Raporu’na göre yüzde 20’lerin altına düşmektedir Türkiye’deki kadınların istihdam oranı, oysa bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 45 civarındadır. Biz her yasayı Avrupa’ya göre çıkarıyoruz ya, niye istihdamı Avrupa’ya göre düzenlemiyoruz o zaman? Yani Avrupa Birliği sürecinde, bütün yasalarımıza oradan atıfta bulunuyoruz. Bu çok ciddi bir sorun, bunların geliştirilmesi bizim temel sorunlarımızdan birisi.

Yine, diyelim ki ev eksenli çalışan kadınların durumu çok daha vahim. Hani, genel tablo vermek istemiyorum ama bu kadınlar işçi bile sayılmıyor, sömürüleri var. Diyelim ki bir evde çalıştığı için pencereden düşüp hayat mücadelesi verenler var ve ne sigortası karşılanıyor, çünkü bunlar kayıt dışı çalışıyor ve bu kadınların… En azından ILO’nun 189’uncu maddesinin imzalanması konusunda kadın bakanlığımızın, daha doğrusu, kadın bakanlığı değil, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının daha etkin görev alması gerekir diye düşünüyorum çünkü mesele sadece istihdamdaki kadınlar değil, yaşamın alanındaki tüm kadınlarda bu şeyden bahsetmek önemli diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, tabii ki, yani bu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı neler yapabilir meselesinde, aslında bunları yapabilir. Aileyi ve sosyal politikaları yanına getirdiğinizde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ortaya çıkartacağı yasa tasarısı da Ailenin Korunması Yasa Tasarısı olur doğal olarak. Oysa aileyi korumanın temel şeylerinden birisi aile bireylerinin daha etkin birey olabilme koşullarını sağlayabilmektir. Şimdi, siz “Aileyi koruyalım.” derken aslında aile içerisindeki sorunları hep örtüyorsunuz çünkü aile içerisindeki hiçbir şey yansımıyor. Bu yaklaşımla yapılacak yasal düzenlemelerde ne yazık ki önce aile korunacak, sonra birey korunacak.

Yine, bu “aile” kavramı nasıl olacak? Sadece evli olanlarla mı ifade edeceksiniz? Bu, aile bireyleri içerisindeki durum nedir? Evli olmayan ve birlikte olanlar, diyelim ki imam nikâhlı olanlar –Türkiye’de böyle bir gerçeklik de var- yine diyelim ki bu ülkede eş cinseller gerçeği var, bütün bunları nasıl olacak da bu “aile” kavramı içerisine koyacaksınız, çok merak ediyoruz. Dolayısıyla, bu yasa tasarısı, Türkiye'nin ihtiyacını, kadınların ihtiyacını karşılayan bir yasa tasarısı değildir. Bölümlerde de bu konudaki önerilerimizi, değişiklik önerilerimizi ifade edeceğiz maddelere ilişkin. Bu ciddi bir sorun.

Son olarak, sayın milletvekilleri, tabii, bu Parlamentonun 550 milletvekilinden sadece 78’i kadın. Şu an kadın konusuyla ilgilenen 6 tane kadın var, toplam 10 tane kadın yok, erkekler zaten yok; demek ki ciddi bir sorun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Yok olur mu, olur mu?

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Ben sizi katmıyorum.

Dolayısıyla, bu ciddi bir problem. Yani şu an yüzde 14,2’yle övünüyoruz Parlamentodaki temsil konusunda. Özellikle, bu konuda, AKP İktidarı döneminde politika yapan kadınların ne büyük bir baskıya uğradığını en çok biz biliyoruz. Şu an 500’den fazla kadın arkadaşımız, siyaset yapan, politika yapan kadın arkadaşımız tutuklu ve bu kadınlar siyaset yaptıkları için tutuklu, Türkiye gündeminde de kadın politikası yaptıkları için tutuklu çünkü AKP İktidarının Barış ve Demokrasi Partisini tek yenemediği konu kadın konusu. Yüzde 40 cinsiyet kotası uyguluyoruz, eş başkanlık uyguluyoruz. Bu ülkede 26 kadın belediyesi var, bunun 14 tanesi BDP ama şimdi 3 tane kadın belediye başkanımız tutuklu. Parlamentoda diyelim ki yüzde 30 üzerinde temsil bizim temsilimiz. Avrupa’da sorduklarında bir tek diyorlar ki: “Barış ve Demokrasi Partisine biz kadın konusunda bir şey diyemiyoruz.” Peki, ne yapacağız o zaman? BDP’li kadınları tutuklayacağız; kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız. Kadınlara siyasetin önünde nasıl engel olacağız yaklaşımından öte bir şey değildir. Eğer böyle olmasaydı…

Dün Sayın Bakan, Roboski’ye gitti. Bu ülkenin temel sorunu Kürt sorunu. Oradan, oradaki annelerle ağlarken barış mesajları verdiler. Bu ülkenin temel sorunu bu; bu kadınlar barış meselesiyle ilgilendikleri için tam da gözaltına alındılar, tutuklandılar, bu insanlar “Kürt sorunu çözülsün.” dedikleri için… Madem öyle, o kadınların acılarını anlıyorsunuz, o kadınların gözyaşını anlıyorsunuz, o zaman gelin önce politika yapan kadınları özgürlüğüne kavuşturun, en azından 8 Martta onlara açık görüş izni verin. Şimdi, böyle yapmayacaksınız, onun üzerinden gidip politika yapacaksınız, barış meselesine geldiğinizde kılınızı kıpırdatmayacaksınız, sonra diyeceksiniz ki: “Biz kadınlar üzerinde politika yapıyoruz, kadınların gelişmesini istiyoruz.” AKP’nin tek derdi, biz bu konuda nasıl reklam yapabiliriz, şunu yaptık, bunu yaptık, dolayısıyla bazı gelişmeler sergiledik diye…

Bu konuda ben bir kez daha özellikle kadınların siyasete katılımı önündeki engellerin kaldırılmasını, TMK’nın bir an önce kaldırılmasını da kadınlar lehine talep ediyorum ve sözlerimi bitirirken bir kez daha tüm kadınların 8 Mart Günü’nü kutluyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tuncel.

Gruplar adına üçüncü konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Ayşe Nedret Akova.

Buyurun Sayın Akova. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Koruması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında konuşmak üzere CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

4320 sayılı Kanun 4 maddeden ibaret iken bugün Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilen 181 sıra sayılı Yasa Taslağı 25 maddeden ibaret olup bu olumlu bir gelişmedir ve önemlidir. Sayın Bakanın da gayret ve çalışmalarını biliyoruz. Ancak muhalefetin, kadın kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin görüşleri de yeterince yansıtılmamıştır.

Kadın ve çocuklarımızın maruz kaldığı şiddet, tehdit, sindirme, baskı ve zulmün engellenmesi için bir kanunun çıkartılmasına uzun zamandır toplumun bütün kesimleri tarafından ihtiyaç duyulmaktaydı. Kadına karşı şiddeti engellemek için çıkarılmak istenen bu kanunun Dünya Kadınlar Günü’ne yetişmesi için komisyonlardan çok hızlı geçirtilerek  Genel Kurul gündemine getirilmesi birçok eksikliği de beraberinde getirmektedir.

Hazırlanan kanun tasarısında, taslağında kadınları şiddete karşı korumak için çok önemli adımlar atılmıştır. Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkesin bu durumu resmî makam veya mercilere ihbar edebilmesinin yolunun açılması çok önemli bir değişikliktir.

Şiddet uygulanan kişi çoğu zaman korku, eğitim yetersizliği ve maddi imkânsızlıklar yüzünden kendisine şiddet uygulandığını ihbar etmemekte, şiddete karşı devlet tarafından korunabileceğini bilmediğinden dolayı da şiddete boyun eğmektedir. Şiddetle mücadele yollarının varlığından habersiz olan mağdurun hayatı ve vücut bütünlüğü çoğu zaman da tehlikeye girmektedir. Bu vahim sonuçları ortadan kaldırabilmek için şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı durumunda şiddet uygulanan kişinin haricindekilerin de yetkili mercilere ihbarda bulunabilmesi çok önemlidir.

Kolluk görevlilerinin, konuyla ilgili görev yapacak kamu kurum ve kuruluşlarının personelinin çocuk ve kadının insan hakları, kadın erkek eşitliği konularında eğitim almaları gerektiğinin kabulü kanunun amacına uygun şekilde görevlerini yerine getirmeyi kolaylaştıracaktır elbette.

Grubumuzca verilen değişiklik önergesiyle, koruma tedbirinde, korunan kişinin şikâyeti olmasa dahi hâkim kararıyla tedbirlerin devamına karar verilmesi konusu çok önemlidir.

Yine grubumuzca verilen değişiklik önergesiyle ilköğretim, ortaöğretim müfredatına toplumsal cinsiyet, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik derslerin konulmasının kabul edilmesi, toplumsal zihniyet değişmesinde önemli bir adım olacaktır.

Toplumsal zihniyet değişimi için erken yaşta çocuklara bireyin cinsiyet temelinde ayrımcılığa uğramaması, kamusal ve özel hayatın tüm alanlarında her iki cinsin de eşit şekilde yer alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil edilebilmesi ve katılım hususlarında verilecek eğitimle, erken yaşta bilinçlerde kadın erkek eşitliği sağlanarak kadına ve ev içi şiddete karşı önleyici tedbir alınmış olunacaktır.

Kanun maddeleri her ne kadar mükemmel olsa da toplumsal değişiklik, toplumsal zihniyet değişimine neden olacak eğitim hükümleri düzenlenmeden kadına karşı şiddetle mücadele etmek mümkün değildir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği hususunda gerek ilköğretim seviyesinde verilecek zorunlu ders ile gerekse ilgili kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin alacağı toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı eğitim çalışmaları ile kadına karşı şiddetle ilgili çok daha etkili adımlar atılması ve kanunun uygulanabilirliğinin artırılması mümkün olacaktır.

Bakanlığın özellikle kreş imkânı sağlama ve sağlık alanında kabul ettiği yükümlülükler ile girdiği bütçe yükü takdir edilmektedir. Ancak Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın uygulanmasından sorumlu Bakanlık olarak içinde “kadın” ismi geçmeyen bir Bakanlığın sorumlu olmasını ve kanunun adında bile önceliğin “Ailenin Korunması”na verilmesini şiddetle eleştiriyoruz.

Başta, kadın “aile” kavramı içerisine hapsedilerek tek başına yaşayabileceği ve birey olabileceği kabul edilmemekte, aile kavramı içinde değilse dikkate alınmayacağı ve korunmayacağı mesajı verilerek şiddete örtülü destek olunmaktadır.

Kanunun adının İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu olması için, Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması ve Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı olarak değiştirilmelidir. Bu konuda Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Mehmet Şeker’in de kanunun adının değiştirilmesi ve “kadın” adının konulması konusunda bir kanun teklifi vardır. Gelin, hep birlikte, bu kanun tasarısında birlikte olarak kanunun adını değiştirelim ve kadının adını kanuna ekleyelim.

Benzer şekilde, kanunun adının da “Ailenin Korunması” olarak başlaması, kadın şiddet görse de öncelikle aile birliğinin korunması, kolun kırılıp yen içinde kalması mesajını toplumsal zihniyete işlemektedir.

Kadın şiddet görse de aile birliğinin devamına öncelik verilmektedir. Mükemmel yasalar hazırlansa dahi, bu şekilde gizlenen mesajlar ile yola çıkılınca, kadını ikinci sınıf gören, evinde en az çocuğa bakmakla yükümlü kılan geleneksel toplumsal zihniyetin değişimine hiçbir katkı yapılamayacaktır.

Kanun tasarısının “Ailenin Korunması” ifadesiyle başlaması, yasanın evli olmayan, nişanlı, sevgili, boşanmış ya da evlilik birliği olmadan birlikte yaşayan kadınları korumama, hâkimlerin kanaatini bu konuda kullanmama olasılığına mahal vermektedir. Kadını şiddete karşı korumada kadının içinde bulunduğu duruma göre ayrım yapılması, bizzat şiddete davetiye çıkarmaktadır.

Ayrıca, tasarının adı, CEDAW’ın kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın gerekli tedbirlerin alınması yükümlülüğünü yerine getirmekten uzaktır. Tasarının adı, yanlış algılamalara ve psikolojik baskılara gayet açıktır. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni imzalayan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylayan ilk ülke olmaktan her yerde gururla bahsediyorsak, bunun iç hukukumuzda karşılığını da vermekten çekinmemeliyiz. Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin diğer Avrupa Konseyi üyelerinin yeteri kadar imzası olmadığı için yürürlüğe girmediğini hatırlarsak, bu Sözleşme’de kabul ettiğimiz çok önemli yükümlülüklerin bu kanun tasarısıyla hayata geçirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi’yle kabul ettiğimiz devletin şiddete uğrayan vatandaşın zararını tazmin etmesi gerektiği, sığınma evleri açmanın zorunlu hâle getirilmesi, uyuşmazlık çözüm yollarının uygulanamaz olmasının kabul edilmesi, tek taraflı ve resen yargılamalar için gerekli hukuki ve diğer tedbirlerin alınması gerektiği, mağdurların ücretsiz adli yardım ve destek alma haklarının sağlanması haklarına bu kanun tasarısında yer verilmemiş, ilk imzalamak ve onaylamakla övündüğümüz Sözleşme de görmezden gelinmiştir. Buradan çıkan sonuç, iç hukukumuzda bu Sözleşme’yi uygulamaktan kaçınıldığıdır.

Üstelik, kanun tasarısında “Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler” başlığı altında uluslararası sözleşmelerin, özellikle Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ndeki diğer kanuni düzenlemelerin esas alınacağının belirtilmesine rağmen, bu hüküm kanunun diğer hükümleri tasarlanırken dikkate alınmamıştır. En temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması için devletimiz, uluslararası sözleşmelerle de kabul ettiği görevi ve sorumluluğu yerine getirmek için daha geniş kapsamlı yasalar çıkartmalı, uygulamada başarılı olabilmek için eğitim ile destekleyerek toplumsal zihniyet değişimini de mutlaka ve acilen sağlamalıdır.

İlk tasarıya göre “şiddet” tanımı daha kapsamlı hâle getirilmesine rağmen, yazılı tutum ve davranışları içeren şiddet unsuruna dikkat edilmemiştir. TRT ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyoların ayda en az doksan dakika yapacağı yayınların içeriğinde konular daha net belirtilmeliydi. “TV yayınlarının toplumsal cinsiyet eşitliği veya kadın-erkek eşitliği, çocuk ve kadının insan hakları konularında yayın yapması.” ifadesi açıkça tasarıda yer almalıydı. Keyfiyete bırakılan her türlü düzenleme, ileride daha büyük sorunlar yaratacak şekilde ortaya çıkacaktır. Görüşler alınabilir ama zihniyet, yine istediği gibi yoluna devam edebilir.

Sığınma evi açma zorunluluğunun getirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi 30’uncu maddede kabul ettiğimiz gibi, devlet, çocuk ve kadını şiddetten koruyamıyorsa tazminat ödeme yükümlülüğünü kabul etmelidir.

Şiddet sonucu bedeni zarar görmüş ya da sağlığı bozulmuş olan ya uğradıkları zarar, fail, sigorta ya da devlet tarafından finanse edilen sağlık ve sosyal hizmetler gibi diğer kaynaklar tarafından karşılanmayanlara yeterli miktarda tazminatı da devletin ödemesi gerekmektedir.

İstanbul Sözleşmesi 48’inci maddede de kabul ettiğimiz gibi, her türlü şiddete ilişkin olarak, ara buluculuk ve uzlaştırma dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer tedbirlerin alınması kanun tasarısında yer almalıydı. Zaten baskı altında olan kadın şiddete karşı koyamazken, ara buluculuk ve uzlaştırma baskısıyla karşı karşıya kalınca alacağı tavrın da sonucu bellidir. Bu sefer, devletin aracı olacağı baskıyla, kadın farklı bir tür şiddet ile de karşı karşıya kalacaktır.

Şiddet mağdurunu korumak ve şiddet uygulayana gerekli tedbir kararlarını etkin bir şekilde uygulayabilmek için tasarıda yer alan, önemli bir yenilik olan “zorlama hapsi”nin altı ay süreyle geçerli olması ise bir eksikliktir. Altı aydan sonra mağduriyet devam ederse ne olacağı belirsiz kalmıştır. Yani şiddet uygulayan kişi altı ay dişini sıkarsa zorlama hapsi kalkacaktır, suçu önlemek için gerekli, önemli bir tedbirin etkinliği de yok olacaktır.

Tasarıda kullanılan “kadın erkek eşitliği” kavramı eğer daha geniş bir anlam içeren “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını da kapsayacak şekilde kullanılıyorsa, neden aslı yerine süreci kullanılmaktadır? “Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramından neden çekinildiği, Sayın Bakanım, anlaşılamamaktadır.

Kolluk birimleri içinde kadın ve çocukları şiddetten koruma özel birimlerinin kurulmaması yine büyük bir eksikliktir. Kadını şiddetten korumak için kolluk birimlerine bu kanun tasarısıyla önemli görevler veriliyorsa, bu görevlerin özel birimler tarafından yerine getirilmesi gerekliydi.

Kadın ve çocuğa karşı şiddetle mücadele için, bu konuda eğitim alıp ihtisaslaşmış, kadını ve çocuğu şiddetten koruma özel birimlerinin kurulması zorunluluktur.

Özel kolluk birimlerinin görevini tüm sorumluluğuyla yerine getirebilmesi için, sadece bu kanunda belirtilen hizmetlerle ilgili değil, işin felsefi temeli hususunda da eğitim alması gereklidir.

Özel kolluk birimleri, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda alacağı eğitim ile kişinin cinsiyet temelli olarak ayrımcılığa uğramaması, kamusal ve özel hayatın tüm alanlarında her iki cinsin de eşit şekilde yer alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil edilmesi ve katılımı hususunda bilinçlendikten sonra, kanundan doğan yükümlülükleri hakkaniyetle yerine getirebilir.

Şiddet gören kadın çalışmıyor, öğrenim görüyor olabilir. Bu yüzden, şiddete uğrayan bireyin sadece iş yerinin değiştirilmesi değil, eğer öğrenim görüyorsa öğrenim yerinin de değiştirilmesi çok önemlidir.

Korunan kişi çalışmıyorsa, ekonomik açıdan bağımlığının azaltılması için istediği takdirde istihdam edilmesinin sağlanması devletin yükümlülüğü altında olmalıdır çünkü bireyin ekonomik açıdan yetersizliği şiddet görmesini ve şiddetin sürdürülebilmesini kolaylaştırmaktadır. Şiddet gören mağdur, ekonomik açıdan bağımsızlığını elde ederse şiddete karşı devlet tarafından da aynı zamanda korunmuş olacaktır.

Sadece şiddet uygulayana değil, şiddet uygulayana yardım edene de yönelik olarak önleyici tedbirlerin uygulanması gereklidir. Toplumumuzda şiddet uygulayan kocaya ailenin diğer bireyleri tarafından da destek verildiği hepimiz tarafından gayet açık bilinmektedir. Mağdur şiddet görürken ev içindeki diğer bireyler de şiddet uygulayana yardım ederek veya aile dışındaki başka bireyler de şiddet uygulayana yardım ederek şiddetin boyutunu arttırmaktadır. Bu yüzden şiddet uygulayana yardım edene yönelik olarak da önleyici tedbir kararı hâkim tarafından gerekli görüldüğü durumlarda mutlaka alınmalıdır.

Geleneksel bir toplumda yaşayan kadının şiddete maruz kalınca bunu yaşadığı ortamdan dışarı taşıması ve buna karşı tedbir alınması için mücadele etmesi çok zordur. Gelenekler çerçevesinde şiddet olmamış gibi hayatına devam etmesi hatta böyle bir ortamda aile birliğini devam ettirmesi baskısıyla karşı karşıya kalması da hepimizin çok iyi bildiği vakıadır. Burada kadını şiddete karşı korumak için en büyük sorumluluk, kolluk kuvveti, mülki amir, hâkim, Bakanlığın il ve ilçe müdürlüklerine aittir. Şiddete karşı kadını koruyucu ve önleyici tedbirlerle korumakla görevli kişiler aldıkları sorumlulukları yerine getirmezlerse mutlaka tazminat ödeme yükümlülüğü altına girilmelidir. Tazminat ödeme yükümlülüğü altında oldukları bilinciyle görevlerine karşı daha sorumlu davranacaklardır.

Kusursuz bir anayasa ve kurumlar oluştursak, uluslararası ve ulusal bütün yasalar kadın-erkek eşitliği, kadın ve çocuğun korunması ve güçlenmesi için mükemmel bir şekilde düzenlense dahi demokrasiye uygun bir siyasal kültür ortamı olmadan ve kadını aşağılayıp eve kapatıp en az 3 çocuk doğurmakla yükümlü kılan, güçsüzleştiren, kocanın yanında sesini çıkarmadan oturmasını nasihat eden toplumsal zihniyette değişim olmadan kadın ve çocuklarımız hususunda var olan sorunlar giderek de ağırlaşıp devam edecektir. Her ne kadar yasal zeminde kadın ve çocuğumuzun hakları korunup insanca yaşamak için gerekli düzenlemeler yapılsa da uygulamada bunlar hayata geçmeden yine biz bu sorunları konuşup duracağız.

Eşitlik ilkesi: Tasarıdan çıkarılmış olan “kadın-erkek eşitliği”, “fiilî eşitlik”, “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “ev içi şiddet” gibi kavramlar mutlaka, Sayın Bakanım, tekrar konulmalıdır. Uluslararası insan hakları standardı, uluslararası insan hakları belge ve sözleşmelerinde olduğu gibi, tasarıda kadın-erkek eşitliğine atıf yapılmalıdır.

Koruma: Türkiye’de kamuya ait sığınak sayısı 40, yetersizdir. Önce, her ilde mutlaka sığınak yapılması mecburiyeti getirilmeli ve mevcut sığınaklar da iyileştirilmelidir acilen diyoruz.

2008 yılında yapılan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’na göre, Türkiye’de kadınlarımızın yüzde 42’si yaşamın herhangi bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmıştır. Dünya Ekonomik Forumu Cinsiyet Uçurumu Endeksi 2011 yılı derecelendirmesine göre 135 ülke arasında Türkiye 122’nci sıradadır.

Bu nedenle, biz diyoruz ki kadınların her alanda erkeklerle eşit hakları elde etmesi, her türlü istismardan ve şiddetten korunması, karar alma mekanizmalarında yer alması, siyasette temsil oranının yükselmesi bir demokrasi, hukuk, eğitim ve toplumsal zihniyet dönüşümü sorunudur.

Saygıdeğer milletvekilleri, ben Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda da bilgilendirdim. Geçmişte bir lisede müstahdem olarak çalışan bir müvekkilimin kocasından şiddet görmesi nedeniyle, hiçbir avukat ücreti almadan, masraflarını da karşılamak kaydıyla şiddetli geçimsizlikten boşanmasını karar altına aldım ancak tehdit ve şiddet devam etmişti, karakollara müracaat ettik, savcılıkla müracaat ettik ancak, tabii, biz bunu önleyemedik. Ne oldu? Benim müvekkilim köprü başında kocası tarafından öldürüldü. Bundan sonra da müvekkilimin sorumluluğunu taşıyarak ailesinin yine vekâletini aldım, yine hiçbir ücret almadan müdahil oldum ve öldükten sonra müvekkilimin haklarını savunmaya ve devam ettirmeye çalıştım.

Onun için -hepimizin yaşadığı olaylar vardır, etkilendiği olaylar vardır- ben bu kadına şiddet konusunu çok önemsiyorum. Hakikaten önemli bir gelişmedir, önemli bir gelişme olduğunu da kabul ediyorum ancak bizlerin ve kadın örgütlerinin verdiği maddeler üzerindeki değişiklik tekliflerinin dikkate alınarak daha mükemmel bir yasa yapılacağını tahmin ediyorum ve bu konuda hep birlikte olacağımızı ve destek istiyoruz sizlerden birlikte.

Yine, Samsun ilinde diz seviyesinin altında, Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne uygun olarak giyilen bir eteğe bile tahammül gösteremeyen ve bu nedenle kadın bir meslek elemanını işinden eden, Van depremi nedeniyle oluşturulan kriz masasında bile akşamları kadınlar ve erkeklerin bir araya gelmesini yasaklayan zihniyet kamusal alanda var oldukça kadınlara karşı işlenen şiddet de devam edecektir maalesef diyorum.

Bu nedenle, bu kanun tasarısı üzerinde yürütmenin daha fazla sorumluluk alması, Dünya Emekçi Kadınlar Günü arifesinde bu konuda daha duyarlı olacağınızı bekliyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akova.

Gruplar adına son konuşmacı, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Azize Sibel Gönül.

Buyurun Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Tüm dünya ve ülkemiz kadınlarının eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini dile getirdikleri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, az önceki konuşmacı arkadaşlarımızın, milletvekillerimizin, bu kanunun görüşmelerinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun esas komisyon olmaması konusundaki görüşlerine katılmakla birlikte, Komisyonumuzun, bu kanunun uygulamada, özellikle uygulama konusunda hassasiyetler konusunda izleyici ve takip edici bir esas komisyon olarak görev yapacağını buradan duyurmak istiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığının tanımlandığı 17’nci maddesi ile herkesin yaşam hakkını garanti altına almayı ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağını taahhüt eder. Kadına karşı şiddet bu anayasal hakkın ihlali anlamına gelmekte, bu ihlalin önlenmesi için devlete önemli sorumluluklar düşmektedir.

Yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre ülke sınırları içinde yaşayan herkesin sağlıklı bir çevrede yaşayabilmesi bir devlet görevidir. Biyolojik ve fiziksel çevrenin yanında sosyal çevrenin de sağlıklı olması bireyin en temel anayasal hakkıdır.

Bu bakımdan, şiddetin tanımına bakacak olursak, şiddet, kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesi ve acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış biçimi olarak tanımlanmaktadır.

Kadına yönelik şiddet ise, kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan her türlü tutum, davranış ve şiddet biçiminde tanımlanmaktadır.

Şu bilinmelidir ki, kadına yönelik şiddet sorunu ne Türkiye ile başlamıştır ne de Türkiye’ye özgüdür.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından on ülkede 24 bin kadınla görüşülerek gerçekleştirilen araştırmaya göre, eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı ülkeden ülkeye yüzde 13 ile yüzde 61 arasında değişmektedir. Bir başka araştırmada ise Amerika Birleşik Devletleri’nde her 15 saniyede 1 kadının kocasının, partnerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı ortaya konulmuştur.

Türkiye’de Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından 1993 ve 1994 yılları arasında yürütülen “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları” adlı ilk ulusal çaptaki araştırmadan sonra, 2006-2007 yılları arasında Altınay ve Arat tarafından yürütülerek TÜBİTAK’ın desteğiyle on sekiz ayda tamamlanan “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet: Sorun Tespiti ve Mücadele Yöntemlerinin Analizi” adlı ulusal çaptaki 2’nci araştırmada kadına yönelik şiddet konusunda çok çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır. Araştırmaya göre, hayatı boyunca eşinden an az 1 defa şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye örnekleminde yüzde 35, Doğu örnekleminde yüzde 40’tır. Bunların Türkiye örnekleminde yüzde 49’u, Doğu örnekleminde ise yüzde 63’ü bu durumdan kimseye bahsetmediğini söylemiştir. Yani Türkiye’de kadınların 1/3’ü fiziksel şiddete maruz kalmakta, bunların da sadece 1/4’ü açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla, yaşanan şiddet çoğunlukla gizlenmekte, şiddet gören kadınlar bununla tek başına mücadele etmek durumunda kalmaktadırlar.

Kadına yönelik şiddet uluslararası toplumun gündemine “kadının insan hakları” kavramı çerçevesinde girmiştir. Türkiye’de ise özellikle 80’lerden sonra kadına yönelik şiddetle mücadele için yürütülen kampanyalarla konu kamuoyu gündeminde yer almıştır. 90 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kuruluşu bu konudaki ilk somut ve önemli gelişme olmuştur.

Toplumsal yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını ve kadın-erkek rollerine dayalı ön yargıların ve ayrımcılık içeren uygulamaların ortadan kaldırılmasını amaçlaması nedeniyle “kadınların insan hakları beyannamesi” olarak da tanımlanan Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türk Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanmış ve 86 yılından itibaren de yürürlüğe konulmuştur. Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin 99’da aldığı 12 sayılı Genel Tavsiyesi, devletleri kadına yönelik şiddetle mücadele etmeye davet etmiştir. Bu konuda istatistiksel verilere ihtiyaç duyulduğunu belirlemiştir. Komitenin 92 yılında 19 sayılı bir tavsiyesi ise -genel tavsiyesi ise- toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklerden faydalanabilmelerini engelleyen bir ayrımcılık türü olarak tanımlamıştır. Bu karar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından yayınlanan Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ne de temel teşkil etmiştir. Bu Bildirge, devletlerin “gelenek, görenek veya din” gibi gerekçeler öne sürerek kadına yönelik şiddetle mücadele alanındaki sorumluluklarını aksatmamaları gerektiğini vurgulamıştır.

Aile içi şiddete maruz kalan kadınların korunması amacıyla 98 yılında yürürlüğe giren ve 2007 yılında yeniden düzenlenen 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’la önemli bir adım atılmış ve hem “aile içi şiddet” kavramı ilk kez hukuksal bir metinde tanımlanmış hem de aile içinde şiddete maruz kalan bireylerin korunmasına yönelik olarak aile mahkemesi hâkimleri tarafından alınabilecek tedbirler düzenlenmiştir.

Bu gelişmeleri takiben, 11/10/2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir komisyon kurulmuş ve komisyonun raporu esas alınarak kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için alınması gereken önlemler ve sorumlu olacak kuruluşların belirlendiği 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi yayınlanmıştır. 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi, konunun ülke gündemine oturması ve en üst düzeyde sahiplenilmesi bakımından bir milat olmuş, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir devlet politikası hâline getirmiştir. Uygulamanın geliştirilmesi için Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlanmıştır.

Türkiye'nin hazırlanmasına öncülük ettiği Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi olarak anılan Sözleşme, Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılmış ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu on üç ülke tarafından imzalanmıştır. Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olan Türkiye, Meclisinde 25 Kasım 2011 tarihinde onaylayarak yasalaştıran ilk ülke olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Başkanlığını yaptığım Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, kadınının sağlık hakkı, insan hakkı, maddi ve manevi bütünlük hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, çalışma hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerinden tam olarak yararlanmasını engelleyen ve toplumun kanayan bir yarası olan kadına yönelik şiddet konusunda duyarsız kalmamıştır. Bu bağlamda, Komisyon olarak, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanlıkların tespitine ilişkin bir alt komisyon oluşturulmuş, konuyla ilgili uzman kişiler dinlenilmiş, yerinde incelemeler gerçekleştirmiş ve bütün bu görüşmelerden elde edilen bulgulara dayalı olarak da, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin mevzuattaki ve uygulamadaki noksanlıklar tespit edilip çözüm önerileri geliştirilmiştir. Söz konusu rapor ilgili tüm kurumlara gönderilmiştir.

Yine bu dönemde, bu çalışma döneminde İnsan Hakları Komisyonu tarafından, kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla “Kadın ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddetin İncelenmesi” başlıklı bir alt komisyon kurulmuştur, komisyon çalışmalarını tamamlamıştır.

Tüm bunların ışığında, 4320 sayılı Kanun’un ihtiyaçlara cevap vermemesi gerçeğinden hareketle ve reformist bir anlayışla yeni bir kanun tasarısı hazırlanmıştır. Tasarının hazırlanmasında şiddet konusu olay ve süreçlerden, konuyla ilgili STK’ların gözlem, talep ve önerilerinden, akademik çevrelerden ve yargı pratiğinden en üst düzeyde yararlanılmıştır. Yani tasarı, toplumsal katılımı ve birikimi esas alan bir zeminde geliştirilmiş ortak bir çabanın ve iş birliğinin somut bir neticesidir.

Tasarının amacı ise şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Tasarının 1’inci maddesinde amaç ve kapsam açık bir şekilde ortaya konulmaktadır. Salt evlilik birliğinden kaynaklanan şiddetin engellenmesi değil, aksine 4721 sayılı Kanun uyarınca kurulmuş bir evlilik birliğinden ari olarak maddede zikredilen şiddet mağdurları da korunduğundan CEDAW’ın taraf devletlere yüklediği “kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın gerekli tedbirlerin alınması” yükümlülüğü de yerine getirilmiş olmaktadır.

 Diğer taraftan, şiddetin engellenmesi ve önlenmesi amacıyla gerek mülki amirlere gerek hâkimlere ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kolluk amirlerine tedbir alabilme yetkisi verilerek en hızlı şekilde sonuç alınmasının yolu açılmaktadır yani 4320 sayılı Kanun’da şiddetin engellenmesi ve önlenmesine ilişkin tedbirler yetersiz olmasına rağmen tasarıda kapsamlı ve sonuç odaklı tedbirlere yer verilmiştir.

Etkin uygulamayı sağlamak için tasarıda yer alan önemli yenilik ise zorlama hapsidir. Zorlama hapsi, bir suç karşılığı uygulanan ceza yaptırımı değil, aksine şiddet uygulayanı tedbir uygulamaya zorlamayı amaçlayan önleyici nitelikte bir müessesedir. Mevcut uygulamada tedbir gereklerine aykırı davranılması hâlinde oluşan suç nedeniyle açılan davaların uzun sürmesi ve öngörülen hapis cezalarının ise çok nadiren uygulanması dolayısıyla caydırıcılık etkisi olmadığı yolundaki haklı eleştiriler tasarıda zorlama hapsi müessesesi ile giderilmektedir.

Bu tasarının getirdiği en önemli yeniliklerinden bir tanesi de şiddete maruz kalmış bireyin mağduriyetinin çok kısa sürede giderilmesi, hizmetlerden ücretsiz yararlanması ve şiddeti uygulayanın da rehabilite edilmesidir.

Kanun tasarısı, imza koyduğumuz ve Meclisimizden geçerek yasalaşmış uluslararası anlaşmalara uygun olarak, şiddete maruz kalan kadınlarımızla ilgili koruyucu ve önleyici tedbirlerle, sadece şiddete maruz kalan kadın hakkında tedbir almak değil, bu şiddetin meydana gelmesini önleyici tedbirleri de almayı hedeflemiştir. Bununla birlikte, şiddete maruz kaldıktan sonra ikincil bir mağduriyete maruz kalmaması da bu tasarının getirdiği önemli düzenlemelerden biridir.

Verilecek koruyucu tedbir kararlarının takibinin teknik araç ve yöntemler kullanılmak suretiyle de yapılabileceği, buna ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür. Teknik yöntemlerle takip, şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişiye yönelik olarak çeşitli alternatifler aslında görüşülmüştür. Bunu bugün kanunda da belki detaylandıracağız. Elektronik kelepçe veya bileklik, korunan kişinin sabit ev içi ikaz cihazı veya mağdura hareket özgürlüğü tanıyan ev dışında da kullanabileceği telefon görünümlü mobil cihazın kullanılması gibi yöntemlerle de yapılabilecektir.

Değerli milletvekilleri, koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak kullanılmasına yönelik destek hizmetlerinin verildiği ve izleme çalışmalarının yedi gün yirmi dört saat esası ile yürütüldüğü şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması öngörülmüştür. Mağduru korumaya yönelik sadece koruyucu ve önleyici tedbirlere karar vermek değil, aynı zamanda bu tedbirlerin uygulanabilirliği ve takibi anlamında bu merkezlerin kurulmuş olması şiddetle mücadelede önemli bir adımdır.

Bu tasarı ile hâkim tarafından alınacak koruyucu ve önleyici tedbirlere geniş bir şekilde yer verilmiştir. Tedbir kararlarının hızlılığı ve gizliliği için düzenlemelere gidilmiş olması da bu tasarının önemli yeniliklerindendir. Bununla birlikte, sadece şiddete maruz kalmış kişileri değil, aynı zamanda asılsız bir şekilde suçlanan tarafları da koruyucu itiraz müessesine de yer verilmiştir.

Değerli milletvekilleri, tasarıda ihbar mükellefiyetinin getirilmesi önemli yeniliklerden yine bir tanesidir. İhbarı alan kamu görevlisi için de gecikmeksizin kanun kapsamında görevini yerine getirmek yükümlülük hâline getirilmiştir.

Son olarak da, bu kanun kapsamında mağdura yönelik geçici maddi yardım yapılmasıyla nafaka ile kolaylaştırıcı hükümlere harç, masraf ve vergilerden muafiyet, şiddet mağdurunu korumaya yönelik düzenlemeler olduğu belirtilmektedir.

Ben öncelikle tasarıda emeği geçen başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımıza, komisyonlarda görev yapan değerli milletvekili arkadaşlarımıza, sivil toplum kuruluşlarımıza, akademisyenlerimize, bürokratlarımıza velhasıl emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Kanunumuzun milletimize, ülkemize ve ülkemiz kadınlarına hayırlı olmasını temenni ediyorum ve özellikle şiddet konusunda, gerek kadına karşı şiddet gerek toplumsal şiddet konusunda toplumun tüm katmanlarının ve kurumlarının hassasiyetle bu konu üzerine eğilmesi gerektiğini düşünerek bu konuda  topyekûn bir mücadele verilmesini, başta Meclisin -şiddetle ilgili- topluma örnek olacak davranışları sergilemesini, bu davranış kalıplarının düzeltilmesi konusunda topyekûn bir çalışma yapılması gerektiği inancımla, yine bir son dörtlükle sizleri selamlamak istiyorum, diyorum ki:

“Kavgayı ağacın yaprağına yazmak isterdim,

Sonbahar gelsin yapraklar dökülsün diye.

Nefreti bulutların üstüne yazmak isterdim,

Yağmur yağsın bulutlar yok olsun diye.

Öfkeyi karların üstüne yazmak isterdim,

Güneş açsın karlar erisin diye.

Sevgiyi ve dostluğu yeni doğmuş, tüm bebeklerin kalbine yazmak isterdim,

Onlar büyüsün tüm dünyayı sarsın diye.”

Sevgiyle, dostlukla kalın diyorum, hepinize saygılar  sunarım. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gönül.

Şimdi, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahıslar adına İstanbul Milletvekili Sayın Türkan Dağoğlu.

Sayın Dağoğlu, buyurun.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkan Vekili olmamın yanı sıra, bir kadın olarak Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hazırlığında emeği, kararlılığı ve entelektüel birikimlerini cömertçe ortaya koyan tüm ilgili arkadaşlara, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin’in şahsında tüm Bakanlığa tebrik ve teşekkürlerimi iletmek isterim.

Bu anlamda, seçim beyannamemizde, kadının sorunlarını parti olarak çözme yönündeki kararlılığımızı da belirtmiş, kadına yönelik şiddetin önlenmesini öncelikli politikalarımız arasına almıştık. 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’ndaki boşluklardan ve değişen koşullardan da yararlanarak kadın cinayetlerinin ne boyutlara vardığına hepimiz şahit olduk. Erkekler, her ay onlarca kadını öldürme, onlarcasını yaralama ve tacizde bulunma hakkını kendilerinde bulabiliyorlardı. İşte, bu yeni kanun tasarısının yasalaşmasıyla birlikte, kadının statüsünün güçlendirilmesine yönelik tüm tedbirler bir bütünsellik ve güncellik içinde gündelik hayatımıza girecek ve kadınlara zarar verme hakkını kendinde bulan da en ağır yaptırımlarla cezalandırılacaktır. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile ilgili tartışmalarda çok sık dillendirilen bir eleştiri, bu şiddetin yeni yasalar getirerek önlenmesinin mümkün olmadığı, pratiğe, uygulamaya dönük bir modele geçilmesi gerektiği fikridir. Bu anlamda, söz konusu yasa tasarısında, Batı’nın mevcut en iyi uygulamalarını derinlemesine incelemek suretiyle Avusturya modelinin örnek alınmasını oldukça önemsiyorum. Keza bu model, yasa ile uygulama arasındaki boşlukların, yasalarla paralel çalışan kurumlar getirerek söz konusu boşluğun önüne geçmeyi öngörüyor. Örneğin karakollarda kadın bürolarının açılması ve şiddet gören kadına temin edilen sabit ev içi cihaz, ikaz cihazlarının acil arama tuşuna basılmasıyla birlikte söz konusu büronun devreye girmesi oldukça yenilikçi ve etkin bir çözüm olacaktır.

Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, kadına yönelik şiddeti, toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da orantısız bir şekilde kadınları etkileyen bir şiddet olarak tanımlıyor.

İktidar partisi olarak, şiddeti sadece fiziksel şiddetle sınırlandırmayıp kadının onurunu zedeleyen, haysiyetini kıran her türlü şiddet biçimini de önlemeyi son derece önemsiyoruz. Bu anlamda yeni yasa tasarısında şiddetin tanımını genişleterek şiddet tehdidi, hakaret gibi davranışları da şiddet kapsamına dâhil ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, kadına karşı şiddetle mücadele etmek ve elde ettiğimiz olumlu sonuçları kalıcı hâle getirmek için bir zihniyet devrimini gerçekleştirmeliyiz. Bu anlamda, yeni yasa tasarısıyla da kabul edilen, şiddet uygulayan kişiye zorunlu öfke kontrolüne dair rehabilitasyon programları uygulanması, Diyanet İşleri Başkanlığının cuma hutbelerini kadına yönelik şiddete ayırması bence önem taşıyor.

Dolayısıyla, erkeklerde zihniyet devrimini tetikleyecek ve şiddete yönelimi sorgulayacak bir zihinsel ortam yaratmalıyız. Ailenin korunmasına, kadına yönelik şiddette çocukların varlığını da unutmayarak bu yeni yasa tasarısıyla birlikte korunan kişinin çalışması durumunda çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için iki aylık süreyle gerektiğinde ücreti karşılanmak üzere kreş imkânı sağlanabilecektir. Öte yandan, şiddet mağruru kadınların birer yaralı ruh olarak varlıklarını sürdürmesinin önüne geçmek için bu yasa tasarısıyla da birlikte psikolojik, mesleki, hukuki ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilebilecektir. Şunu unutmayalım ki: Türk kültüründe kadın her zaman son derece önemli bir yere sahip olmuştur. Bunun bilincinde olan bizler de gerek bu tür yasal tedbirleri alarak gerekse Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlardan sağlanan hibe programlarından da yararlanıp kadının sosyoekonomik gücünü ön plana çıkartarak bu iradesini en başından beri sergilemektedir.

Şiddete uğrayan kadının sessizlik çemberini kırması için AK PARTİ olarak elimizden gelen özveriyi gösteriyoruz ve göstereceğiz. Bunun için de kadının ekonomik anlamda güçlenerek kocasının karşısında daha dik bir duruş sergilemesi için birçok önemli girişimde bulunuyoruz. Uzun süredir yürütülen mikrokredi projelerinin özellikle kırsal alanda kadının aile içinde statüsünün güçlendirilmesi açısından başarısı aşikârdır. Bunun yanı sıra, şubat ayında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında imzalanan protokolle İŞKUR’un toplum yararına yürüttüğü çalışma programlarında kadın sığınma evlerinde kalan şiddet mağduru kadınların iş edinmelerine öncelik verilecektir. Kadına yönelik şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi için yasal ve uygulamaya dönük düzenlemelerin yapılması elbette bir kazançtır ancak yeterli değildir. Bu anlamla ilgili tüm paydaşların bu süreçte ellerini taşın altına koymaları gerekir. Örneğin, barolar ve kadın sivil toplum kuruluşları kanun konusunda bilgilendirme toplantıları düzenlemelidir. Kırsal kesimdeki kadınlara erişmede görsel ve yazılı medya, yasa ile gelen haklar hakkında bilgilendirmelerde bulunmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bütün dünler bugünleri aydınlatan fenerlerdir. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde, geçmişte yaşanan cinayetler, şiddet vakaları, intiharlardan ders çıkararak hataları tekrarlamamak adına hangi partiden, hangi ideolojiden, hangi cinsiyetten olursa olsun herkesi bu insanlık görevinde bir rol üstlenmeye davet ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağoğlu.

Şimdi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Şahin.

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sayılı, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı üzerinde Hükûmet adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Parlamentonun bütün milletvekillerine, bütün partilere, grup başkan vekillerine bu konudaki şükranlarımı sunmak istiyorum çünkü kadın meselesinin toplumsal bir mesele olduğu, kadına yönelik şiddetle mücadelenin toplumsal bir mesele olduğu, bu yüzden topyekûn hareket edebilmemiz gerektiği, hızlı bir şekilde sürecin hazırlanması, komisyonlarda çalışılması; katılımcı demokrasi adına sivil toplumla, üniversitelerle, herkesle, bu konuda fikri olan herkesle iş birliği yaparak çok uzun bir hazırlık sürecini geçirmiş bulunuyoruz. Hızlı bir şekilde de Parlamentoya getirdik ve bugün inşallah bütün partilerin buradaki mutabakatıyla da bu süreci götüreceğiz, kadına yönelik şiddetle ilgili önemli bir hukuki temelin altyapısını oluşturacağız.

Nedir bizim 4320’de eksiğimiz, neden buna ihtiyaç hissettik demeden önce, bizim on yıllık siyasi geçmişimizde gördüğümüz bir şey var ki, toplumsal huzur ve barış, kadının ve erkeğin, toplumun her kesiminin potansiyelini kullanmaktan ve sürdürülebilir kalkınmadan geçmektedir. O yüzden 74 milyonun potansiyelinin kullanıldığı, burada hiçbir ayrımcılığa gitmeden, kadın demeden, erkek demeden, engelli demeden, engelsiz demeden, yaşlı demeden, genç demeden herkesin olan kapasitesini kalkınma hamlesinin içerisine koymak için bu yola çıktık. Çıktığımız günden beri söylediğimiz bir şey var ki “Kadını dışlayan siyaset, siyaset olmaz.” dedik, “Kadına karşı her türlü ayrımcılığı reddediyoruz.” dedik, kadınla ilgili olan sürecin bir insan hakkı süreci olduğunu ve kadına yönelik şiddetin de bir insan hakkı ihlali olduğunu düşündük.

Her türlü ayrımcılığı reddederken kadınımızın renginden, kılığından kıyafetinden dolayı yaşadığı bütün sorunların da önemli bir sorun olduğunu ve mutlaka hızlı bir şekilde düzeltilmesi, çözülmesi gerektiğine inandık. O yüzden biz kadına yönelik mücadelemizi de bugün yalnızca şiddetle bir mücadele olarak değil, bir medenileşme, bir demokratikleşme, bir çağdaşlaşma mücadelesi olarak gördük.

Biz kadınlarla ilgili süreçte bir taraftan şiddetle ilgili süreci yönetirken birey olarak kadının güçlenmesinde üç kalemi çok önemsedik: Onurluca yaşam mücadelesinde kız çocuklarının eğitilmesini, eğitimle ilgili fırsat eşitliğinin mutlaka hayata geçmesine inandık. O yüzden son on yılda herkesin ama herkesin desteğiyle “Eğitim olmazsa olmaz.” dediğimizde büyük kampanyalar düzenledik, Millî Eğitim Bakanlığıyla beraber yapılan çok olumlu çalışmalar sonucunda ve Anayasa’nın 10’uncu maddesinin bize getirmiş olduğu pozitif ayrımcılığı eğitim hakkını artırmada kullandığımız için, beraber, birlikte bir şeyi başardık. Bugün yüzde 98 temel eğitime ulaşmış, temel eğitimde kız çocuklarıyla erkek çocuklarına eşit fırsatlar sunmuş bir ülkeyiz.

Sağlıkla ilgili, her doğan çocuğun sigortalı doğduğu ve herkesin, 74 milyonun sağlık imkânlarından eşit bir şekilde istifade ettiği bir Türkiye için reformlar yaptık, çok radikal tedbirler aldık. Bugün, Avrupa Birliği standartlarında “2015 hedefi” dediğimiz anne ve çocuk ölümü hızlarındaki oranı yakaladık. Anne ve çocuk ölümü hızlarını yüzde 76 gibi, son on yılda, hızlı bir şekilde düşürdük çünkü can hakkı, yaşam hakkı, bizim “Olmazsa olmazımız.” dedik.

İstihdamla ilgili, kadının birey olarak eğitim hakkını kullanırken ekonomik olarak mutlaka desteklenmesi gerektiğine inandık. O yüzden, İş Kanunu’nda çıkarttığımız eşit işe eşit ücretle beraber başlayan süreçte istihdamla ilgili, 2008’de çıkan istihdam paketinin içerisinde kadın ve gençlerimiz, engellilerimiz için konan pozitif ayrımcılıkta son iki yılda iş gücü piyasasında kadının oranını yüzde 4 arttırdık. Çok net bir artıştır bu ve ilk kez şeytanın bacağını kırarak yüzde 30’lara çıktık. Bu gelişmeleri, bu değişimi ve her alanda ama her alanda aktif ve etkin kılacak bir şekilde kadınımızı, sürecin takipçisi oluyoruz.

“Neden bu kanunu yapma ihtiyacımız oluştu?” diyecek olursak, aslında şiddetle mücadeleye de bugün başlamadık biz. Özellikle Töre ve Namus Cinayeti Araştırma Komisyonu Başkanlığı yaptığım sırada, o sırada Millî Eğitim Bakanımız olan, daha önceden de Devlet Bakanımız olan Sayın Bakanımızın, Sayın Çubukçu’nun da o gün verdiğimiz mücadeleyle başlayan bir süreçtir bu süreç ve ondan sonra 2008’de çıkan Başbakanlık genelgesiyle “Kadına yönelik şiddet toplumsal bir sorundur ve derhâl gereği yapılmalıdır.” anlayışı önemli bir siyasi iradenin başlangıcıdır. Çünkü “Kol kırılır yen içinde kalır.” anlayışıyla toplum olarak hep üç maymunu oynadık; duymadık, görmedik, işitmedik. Bunların bu şekilde devam edemeyeceğine, toplumsal kalkınma hamlesinde artık sorunların çözülebilmesine, bunların mutlaka görülmesi gerektiğine inandık.

2008’de çıkan o Başbakanlık genelgesiyle beraber bugün çok önemli bir hukuki temelin altyapısını da oluşturuyoruz. 4320, 1998’de çıkmış bir kanundu ama 2003 yılında aile mahkemesi hâkimliği oluşmasıyla uygulaması başladı. Uygulama başladığı zaman… Bir de 2003’te hep beraber bu Parlamento, TCK’da otuz beş yıl sonra önemli bir değişim yapıp kadının insan hakkıyla ilgili cezalarda ve çocukların hakkıyla ilgili cezalarda önemli artırımlar getirince, uygulamalarda kadın artık hakkının, hukukunun korunduğunu, karakola gittiği zaman “Sen ne yaptın da bunu hak ettin?” veya “Kocan sever de döver de.” anlayışının bittiği, kurumsal manada her birimin, Adalet Bakanlığının, İçişleri Bakanlığının, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının, Millî Eğitim Bakanlığının aktif bir şekilde, diğer bütün bakanlıkların da desteğiyle bu süreç bir toplumsal çalışmaya, bir kurumsal mutabakata dönüşmeye başlayınca, uygulamalarda Ayşe Paşalı gibi birçok olayın yaşanmaya başladığını ve koruyamadığımızı gördük. Boşanma öncesi ve boşanma sonrasında yaşanan bu olaylar ve yaşanan kadın sığınma evlerinde yaptığımız görüşmelerde, cezaevindeki erkeklerle yaptığımız görüşmelerde yeni bir kanunu mutlaka hazırlamamız gerektiğine inandık.

Bu kanunun temeline baktığınız zaman, koruyucu ve önleyici tedbirlerin hayata geçtiği, koruyamadığınız ve önleyemediğiniz zaman da kurumsal manada kim, nasıl hareket edecek, kadının yaşam hakkını derhâl nasıl koruyacağız, bunun temel bir mantığını görüyorsunuz. Tanımı genişlettik, “kadın, aile bireyleri ve çocuk” diye ısrarlı takibi de koyduk.

Özellikle Osmaniye’de, yaklaşık on gün önce olan ve hepimizin içini, canımızı yakan bir kız çocuğumuzun, on altı yaşındaki kız çocuğumuzun “Bundan sonra hukuki temelde böyle bir boşluk var.” diyeceği boşluğu doldurduğumuz, tek taraflı ısrarlı takibe de önlem alan ve mağdur erkekse… Bakın “Aile Bakanısınız, siz hep kadınları korumaya çalışıyorsunuz.” diyorlar. Mağdur erkekse aile bireyi olarak biz erkekleri de koruyacağız. Erkekler “Ben mağdurum.” dediği ölçüde bu kanunun bütün haklarından da istifade edecekler.

İstanbul Anlaşması’nda koyduğumuz şiddet tanımını -psikolojik, ekonomik- uluslararası sözleşmeye uygun tanımı genişlettikten sonra “Nasıl koruma tedbiri koyacağız?” dediğimizde, özellikle gece yarısı olan ve bu noktada yaşadığımız sıkıntıda, kadınların elindeki koruma kararıyla öldürüldüğü olayları yaşadığımız zaman derhâl korumada mülki amirlere yetki vermemiz gerektiğini gördük. Daha da ileri gittik, bir kolluk kuvvetindeki birisinin “Burada yaşam hakkıyla ilgili bir sorun var ve hemen tedbir alınmalı, hemen geçici barınma, mali yardım ve ihtiyacı olan desteğin verilmesi.” dediği bir sistemi hayata geçirdik. Hâkimlerimizin koruma tedbirinde de iş yerini değiştirme hakkını, beraberinde aile konutu şerhinde de şerh koyabilmesinin fırsatını bugün bu kanunda koyuyoruz.

Önleyici tedbir: Bir erkek sürekli şiddet uyguluyorsa bunun öfke kontrolüyle, stresle mücadele etme gibi bir sorunu vardır yani hastadır ama hasta olduğunun da farkında değildir. Önleyici tedbirde de burada kadın istediği takdirde psikolojik desteğin verileceği, erkeğe de beraber psikolojik destek verileceği, bunun da bütçesinin Bakanlığımız tarafından karşılandığı önemli radikal tedbirleri hayata geçiriyoruz. Çocuğun gizlilik bilgisiyle, okula yaklaşmadan ve oradan kadına ulaşmadan dolayı farklı hayati tehlikenin yaşanmasına karşı önlem alıyoruz. Eğer silah bulunduruyorsa, kendini kontrol edemiyorsa o silahı elinden alacak şekilde tedbirler alıyoruz. Hele bir de kolluk kuvvetiyse, silah bulundurma onun zaten görev alanı içerisindeyse onun da silahını elinden alarak önemli yaptırım güçlerini hayata geçiriyoruz. 

 “Koruyamadığımız ve önleyemediğimiz zaman, bu olay olduğunda peki ne olacak?” diyecek olursanız; hâkimlerimizin verdiği kararla altı aylık tedbir getiriyoruz. Tedbire ya uymuyorsa, hâkim karar vermesine rağmen, alkollü bir şekilde, uyuşturucu alarak, her şekilde, ne şekilde olursa olsun o mahkeme kararına rağmen yeniden eve ulaşıyorsa, burada önemli bir, yeni bir tedbir kararı getiriyoruz “zorlama hapsi” dediğimiz bir hapis. Hâkim “Kardeşim, ben sana bu eve yaklaşma diyorum. Sen buna rağmen yaklaşıyor ve benim kararıma uymuyorsan, ben temel hak ve özgürlüklerinden de seni yoksun bırakıyorum.” dediğimiz, aslında bunun caydırıcı olduğu ve eve yaklaşmasını da engelleyecek bir sistem olduğu, üç günle on gün arasında bir zorlama hapsini de bu kanun tasarımıza koymuş oluyoruz.

Biz peki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak ne yapacağız? Biz tamamen burada koordinasyon bakanlığı olarak görev yapacağız. Bunun için de kadın izleme merkezleri dediğimiz pilot çalışmalarla veri tabanlarının oluşturulduğu, UYAP sisteminin takip edildiği, Adalet Bakanlığındaki mahkemelerle ilgili sürecin takip edildiği, profesyonel ekiplerle bu olayların tamamen izlendiği, değerlendirildiği ve kimin ne yapması gerektiğini, yapmaması durumunda da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak ne tür destek vermemiz gerektiği 15 maddelik önemli bir değişim olarak Bakanlığımız burada görev almıştır.

Geçici mali yardımı önemsiyoruz çünkü sığınma evlerine gittiğimiz zaman, kadınlarla görüştüğümüz zaman “Bakanım, zaten ekonomik olarak ciddi sorunumuz var. Okumamız yazmamız yok, mesleğimiz yok. Bu süreci geçirene kadar, bizim bu süreçte yanımızda olmanızı, ekonomik destekle bizim bu süreci daha kolay atlatmamıza, bize yardımcı olun.” talebine karşı geçici mali desteklerle, kadınımızın hayatını normalleştirene kadar ve kendi ayakları üzerinde durana kadar yanında olduğumuz ve radikal tedbirler aldığımız bir kanunun altyapısını oluşturuyoruz.

Nafaka sistemini kolaylaştırıyoruz. Sosyal güvenlik sisteminin içindeyse ihtiyacı ve talebi, daha doğrusu talebi olmadan, otomatik olarak nafaka sisteminin çalışmaya başladığı önemli bir yasal düzenlemeyi hayata geçiriyoruz.

Konuşmamın içinde söylediğim gibi, bütün sağlık tedbirlerinin, sosyal güvenlik sistemi olsun olmasın, Bakanlık olarak biz bunun takipçisi olacağız.

Çalışan kadınlarımızla ilgili, eğer şiddet görüyorsa, çocuğu da varsa, bu süreçte onlara kreş desteği vererek çocukların daha az mağdur edildiği önemli bir yan desteği de hayata geçirmek istiyoruz.

Aslında bu yasanın temeline baktığınız zaman, hakikaten çok olumlu, pozitif bir tarafı var ama ben bunu hazırlayan ve buna emek çekmiş bir Bakan olarak biliyorum ki uygulamada bunu hızlı bir şekilde çözmemiz çok kolay değil. Bu, topyekûn bir seferberlik istiyor, iyi bir zihinsel dönüşüm istiyor. Kadının ve erkeğin, birbirinin nimetinin ve külfetinin eşit bir şekilde paylaşıldığı, kadının insan hakkının, erkeğin insan hakkının, ikisinin de insan olduğu ve burada, ortak alanlarda, ortak paylaşım alanlarının normalleştiği bir sistemi hayata geçirmediğimiz, kafalarımızı bu şekilde, zihinlerimizi bu şekilde aydınlatmadığımız sürece, dünyanın en iyi, hakikaten en kapasiteli bir yasasını da çıkarmış olsak, en mükemmel yasasını da çıkarmış olsak buna mutlaka toplumun inanması, bilincinin yükselmesi, farkındalığının artırılması gerektiğine inanıyoruz. O yüzden, kamu spotlarıyla da bir ayda doksan dakika -günlük ortalama bir buçuk dakikadan- hem kanunla ilgili, değişimle ilgili bilgilendirmenin olduğu hem Bakanlığımızla ilgili, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı nedir, kapsama alanı nedir, aile nasıl korunacaktır, nasıl tedbirler alınacaktır?” kısa filmlerle bunları halkımıza, radyo ve televizyon aracılığıyla duyuracağımız kampanyaların düzenlendiği yeni bir dönemin de başlangıcındayız.

İnşallah, nasıl 2003’te TCK’yı çıkardığımızda önemli bir devrim yaptıysak, nasıl aile mahkemelerinin hâkimlerini çalıştırmaya başladığımız zaman uygulamalarda önemli bir değişim yaptıysak, bugün hep beraber şiddetle mücadelede de önemli bir hukuki devrimi yapacağımıza ben bütün gönlümle inanıyorum. Diğer devrimler için de el ele vermemiz gerektiğine, insan olma ortak paydası içerisinde kadını ve erkeği güçlendiren destek mekanizmalarını mutlaka hayata geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. Desteklerinizden dolayı, katılımlarınızdan dolayı, bugüne kadar verdiğiniz bilgi birikiminiz ve tecrübelerinizle uygulamalardaki yaşadığınız olayların çözümünde gelen bütün destekten dolayı bütün milletvekili arkadaşlarıma bütün kalbimle teşekkür ediyorum. Yasa tasarısının ülkemize ve ülkemizin tüm kadınlarına hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Şimdi şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mesut Dedeoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nda şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Dünya üzerinde değişen toplum düzeni ve beraberinde getirmiş olduğu şartlar ülkemizde de ailenin konumunu yakından etkilemiştir, kadını iş dünyasında yer almaya zorlamıştır. Sanayi Devrimi’ne kadar kadınların görevleri arasında ev, bahçe ve tarla gibi işlere yer verilmiştir. Sonraki dönemlerde kadınların toplumdaki yeri giderek değişmiştir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de kadınlar ekonomik ve sosyal alanda daha aktif bir şekilde yer almaya başlamıştır. Batı ülkelerindeki kadar olmasa da kadınlar yalnızca belli bir meslek kolunda çalışan olarak değil, aynı zamanda bir girişimci olarak da yeteneklerini ortaya koymaya başlamışlardır. Türkiye’deki kadınların iş gücüne katılım oranı oldukça düşüktür. Bunun tek nedeni “Evin geçimini erkek sağlar.” anlayışıyla kadınların iş hayatına çok geç atılmalarıdır. Zaten ülkemizde eğitime erişim de kızlar açısından önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Kırsal kesimde kız çocuklarının eğitim ve öğretime tüm çabalara rağmen istenilen düzeyde ulaşamayışı, kadınları hem eğitim hem de istihdam konusunda erkeklerin gerisinde bırakmıştır.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 yılı verilerine göre Türkiye'nin toplam nüfusunun yüzde 50,2’si erkekler ve yüzde 49,8’i de kadınlardan oluşmaktadır yani erkek nüfusu ile kadın nüfusumuz neredeyse birbirine eşit durumdadır. Nüfusumuza göre erkek ve kadın dağılımı bu şekildeyken ülkemizde kadınların iş gücüne katılımı ve ekonomik özgürlüğünü kazanması oranı daha düşüktür. Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı erkeklerin iş gücüne katılım oranının üçte 1’i kadardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine Türkiye İstatistik Kurumunun 2011 yılı Ekim ayı verilerine göre 11,9 milyon düzeyindeki ev hanımı sayısı kasım ayında 150 bin kişilik bir artış göstererek 12,1 milyon düzeyine çıkmıştır. Aynı dönemde kadınların iş gücüne katılım oranı ise yüzde 28’den yüzde 27,5’e düşmüştür. Kadınların annelik görevlerinin yanı sıra toplumun büyük bir kesimi tarafından eş ve ev hanımı olarak görülmesi kadınların ücretli bir işte çalışması önündeki en büyük engellerden birini oluşturmaktadır. Hâlbuki pek çok konuda olduğu gibi savaş yıllarında vatan hizmetlerinde bulunmuş kahraman Türk kadınları vardır. Bunlar hem cephede hem de cephe gerisinde büyük kahramanlıklar yapmışlardır. Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda yaralı askerlerimizin bakım hizmetlerini üstlenen kadınlarımız, kimi zaman sırtlarında cephane taşımış, kimi zaman da en ön cephelerde erkeklerle birlikte işgal güçlerine karşı cesur bir şekilde mücadele etmişlerdir.

Bugün gelinen noktada ülkemizde ekonomik ve sosyal sorunlar artmış, 2000 yılında 34.862 olan ülkemizdeki boşanma sayısı 2010 yılında 118.568’e yükselmiştir.

Ülkemizde intihar olaylarında da artış meydana gelmiştir. Yine, 2000 yılında 1.802 olarak gerçekleşen intihar olay sayısı, 2010 yılında 2.933’e çıkmıştır. Her gün ağırlaşan ekonomik şartlar, ülkemizde açlık ve yoksulluk sınırı altında kalan kişi sayısını da artırmıştır.

Bugün ülke nüfusumuzun yüzde 17’si yani 12,5 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Ekonomik alanda yaşanan bu sıkıntılar sosyal alanda da kendisini göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye genelinde hizmet veren 89 yetiştirme yurdunda 4.342 korunmaya muhtaç çocuk kalmaktadır. Ayrıca 53 sevgi evinde 3.004 ve 448 adet çocuk evinde ise 2.994 olmak üzere toplam 5.998 korunmaya muhtaç çocuk da bulunmaktadır.

Bütün bu gelişmeler Türk aile yapısına zarar verdiği gibi kadına karşı gösterilen şiddeti de artırmaktadır.

Hükûmet tarafından ekonomik ve sosyal alanda uygulanan yanlış politikalar toplumun pek çok kesiminde yaralar açmıştır, açılan bu yaralar giderek de derinleşmektedir. Tüm dünyaya örnek teşkil eden Türk aile yapısında, bugün -maalesef üzülerek belirtmeliyiz ki- kadına karşı gösterilen şiddet olayları artarak devam etmektedir.

Ülkemizde kadına şiddet, fiziksel olarak görülebildiği gibi ekonomik, sosyal, sözel, psikolojik ve cinsel olarak da farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından 51 ilimizde ve 24 bin kişi üzerinde, kadına karşı aile içi şiddet konusunda bir araştırma yapılmıştır. Kadının Statüsünün bu araştırmasına göre, Türkiye genelinde kadınların yüzde 39’u hayatlarında en az 1 defa fiziksel şiddete, yüzde 15’i cinsel şiddete, yüzde 23’ü ekonomik şiddete, yüzde 44’ü duygusal ve psikolojik şiddete maruz kalmışlardır.

Ayrıca, eğitim seviyesi düşük kadınların yüzde 56’sı şiddete maruz kalırken lise ve üstü okul mezunu kadınlar da şiddete maruz kalmaktadırlar.

Refah seviyesinin düştüğü ailelerde kadının şiddete maruz kalma oranı yüzde 50 olarak gerçekleşmektedir.

Kadının, sırf kadın olmasından dolayı şiddete maruz kalmasının temelinde yatan nedenler ülkemizde pek çok kurum tarafından araştırma konusu yapılmıştır. Bugüne kadar gerçekleştirilen yasal düzenlemeler ve açılan kadın konukevleri, kadına karşı şiddetin önüne geçememiştir. Kadına uygulanan şiddet, belirli bir süre sonra bazı ailelerde cinayete dönüşmektedir.

Kadın cinayetleri son on yıl içinde ülkemizde artmıştır. Gazete ve televizyon ekranlarında “Devlet yine koruyamadı.” şeklinde haberlere sık sık şahit olmaktayız. Devlet koruması isteyen kadınların bile cinayete kurban gitmesi, insanı daha da fazlasıyla üzmektedir. Ülkemizde kadına karşı gösterilen şiddet, genelde toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda toplumsal, hukuksal, sosyal ve ekonomik nedenlerden dolayı da yine kadınlar şiddete maruz kalmaktadırlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan şiddet, boyutuna göre, kadını intihara sürükleyebileceği gibi cinayete kurban gitmesine de neden olmaktadır.

Şiddetin fiziksel ve ruhsal boyutu ise sosyal ve duygusal olarak bireyi, aileyi ve toplumun tümünü olumsuz yönde etkilemektedir.

Türkiye’deki araştırmaya göre şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde ise yüzde 76’sı eşleri tarafından dövülmektedir. Kadınların yüzde 57’si, evliliklerinin ilk gününden şiddete maruz kalmaktadırlar.

Yine, ülkemizde aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.

Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bir araştırmaya göre, aile içi şiddetin yüzde 87’si kadınlara karşı işlenmektedir. Şiddetin yüzde 34’ü fiziksel, yüzde 53’ü sözlü olarak gerçekleşiyor. Bu oran gecekondu semtlerinde yüzde 97’ye kadar çıkabilmektedir. Kadınların yüzde 20’si okuryazar değil. Lise ve daha üstü eğitimli on beş-yirmi dört yaş grubunda bulunan kadınların yüzde 39,6’sı işsiz durumdadır. Kadınların yüzde 43’ü görücü usulüyle evleniyor, yüzde 20’si ise nikâhsız yaşamaktadır. Bu nedenle hükûmetler uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikalarda refahı artırıcı düzenlemelere ağırlık vermelidirler.

Köylerden şehirlere yapılan göçler çok önemlidir. Kadın konukevleri, sığınma evlerinin işlevi artırılmalı ve ilgili kurumlarla koordineli çalışma sağlanmalıdır. Kamuda ve özel sektörde kadın istihdamına ağırlık verilmelidir. Kadın konukevi ve sığınma evlerinden ayrılan kadının devlet imkânıyla bağımsız yaşaması sağlanmalıdır. Yoksulluğu ve işsizliği yönetmek yerine ortadan kaldırılması konusunda çalışmalar yapılmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dedeoğlu.

Sayın milletvekilleri, şimdi yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız. Sisteme girmiş olan arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.

Birinci sırada Sayın Ata, buyurun efendim.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Aracılığınızla Sayın Bakanıma sorumu ifade edeyim: Sayın Bakanım, kolluk güçleri tarafından toplumsal eylem ve etkinliklerde “genel müdahale” adı altında uygulanan şiddet ne yazık ki yediden yetmişe herkesi hedef almakta, ağır yaralanmalara ve hatta ölümlere sebebiyet vermektedir. Ben de bu şiddete defalarca maruz kalmış olan bir kadın olarak bu şiddete maruz kalan kadınların kendilerini ifade etmeleri ve konuyu yargıya taşımalarının önünde gerçekten ciddi sorunlar olduğunu görebiliyoruz. Bu konuda Bakanlığınız tarafından hem bu şiddeti görünür kılmak hem kadınları bu şiddete karşı koruma noktasında ve kendilerini yargıya taşıyacak mekanizmalara güç vermek ve ulaşılabilir olmalarını sağlamak adına herhangi bir çalışma var mıdır öğrenmek istiyoruz?

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kaplan…

Sayın Alim Işık… Yok.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Altmış beş yaş üzerindeki, 2022  sayılı Kanun’la muhtaçlık aylığı alan vatandaşlara verilen aylık çok düşüktür. Bunun yükseltilmesi noktasında, en az asgari ücretin yarısının verilmesi noktasında bir çalışma yapmayı düşünür müsünüz?

İkinci olarak da, altmış beş yaş üzerindeki bakıma muhtaç anne ve babaların yaşlı bakım merkezlerinde bakılmaları çok zordur ve çok da ciddi sıralar vardır. Bu noktada kendi çocuklarının veyahut da akrabalarının yanında bakılmasıyla ilgili olarak bunlara herhangi bir maddi yardım yapılamaz mı? Hani özürlülere verilen, özürlülerin ailelerin yanında bakılması gibi yaşlı insanların da kendi ailesinin yanında bakılmasıyla ilgili bir çalışmanız var mıdır?

Bunu öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim efendim.

Grubumuz adına konuşma yapan Ruhsar Hanım bir sual tevcih etti: “Bu yasa tasarısında birtakım maddi yardımlar öngörüyorsunuz. Bu maddi yardımlar eğer bu sene başlayacaksa bunların kaynağı nedir acaba?” Çünkü bütçenin -8 milyar TL- 4,1’i de görev zararı. Kaynağını nereden bulacaksınız?

Bir de, altmış beş yaş üzerinde dul kadınlara iki ayda bir ödeme yapılacağı ifade ediliyor. Bu konudaki düzenlemenin kapsamı ve kimleri kapsayacağı konusunda bir bilgi verebilir misiniz?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Eşi vefat edenlere mi?

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Vural.

Sayın Şeker…

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Taslağın adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi.” Kadınlar zaten aile içinde şiddetle karşı karşıya geliyorlar. Bu durumda, hem ailenin hem de kadının korunması tabii ki mümkün değil. Kadın örgütleri taslağın adının İstanbul Sözleşmesi’yle uyumlu olması için “kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunması ve şiddetin önlenmesine dair kadın tasarısı” olarak değiştirilmesini istiyorlar. Türkiye’de her gün kadınlar öldürülüyor. Öldürenler de eş, sevgili, baba, erkek kardeş gibi ailenin  bireyleri. Burada temel sorun kadının bağımsız bir birey olarak görülmemesi, kadının sadece ailenin bir parçası olarak değerlendirilmesi. Oysaki kadını bağımsız bir birey olarak gören Bakanlığın adının “kadın, aile ve sosyal politikalar bakanlığı” olması gerekirdi ve buna göre de yapılandırılmalıydı.

Buna ilişkin verdiğim kanun teklifini de bu vesileyle desteklemenizi bekler, saygılarımı sunarım.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şeker.

Sayın Ağbaba…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, ben geçtiğimiz hafta sonu Bakırköy Kadın Cezaevini ziyaret ettim. Oradaki izlenimlerimden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yasemin Karadağ, tutuklu, bir böbreği yok, bir böbreği yüzde 18 çalışıyor, beyin kanaması geçirmiş, tutuklu olmasına rağmen, her türlü raporu olmasına rağmen serbest bırakılmıyor. Fatma Tokmak, kalp hastası, hayati risk taşıyor cezaevinde yatmaktan dolayı. Hediye Aksoy, iki gözü görmüyor, kanser hastası, tek başına kendi yaşamını idame ettirmekten yoksun. Bu hasta tutuklular hakkında bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?

Bir de, Şeyma Özcan, Boğaziçi tarihte okuyor, Türkiye’nin en parlak öğrencilerinden birisi. Tutuklanmasındaki tek kanıt avukatla telefonla görüşmek. Avukat serbest. Derya Gönen, yine ona benzer bir öğrenci. Öğrencilerin öğrenim hakkıyla ilgili bir şey düşünüyor musunuz?

Yine aynı cezaevinde Nazire Ayata Civelek ve Serpil Aslan Düzgün isminde 2 tane anne çocuklarıyla beraber cezaevinde yaşıyorlar. Bunların yaşam kalitesini yükseltmeyle ilgili bir projeniz var mı, çocuklu tutuklularla ilgili?

Bir de, buradan huzurunuzda Bakırköy Cezaevi Müdürüne ve yönetimine ve oradaki savcıya teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Demiröz…

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Gündem dışı konuşmalar bölümünde bir dakikalık söz alacaktım ancak Anıtkabir’deki Artvinlilerin törenine katılmam nedeniyle bu bölümde konuşuyorum.

Bugün 7 Mart, Artvin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 91’inci yıl dönümü. Tüm hemşehrilerimin bu kurtuluş gününü kutluyorum.

Bursa Milletvekiliyim. Doğduğum, büyüdüğüm il Artvin, doyduğum yer Bursa. Artvin ve Bursa’ya selam ve saygılar.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Tuncel…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla Sayın Bakana soruyorum.

Birincisi, bu Parlamentonun 2 tane kadın milletvekili şu an cezaevinde. Acaba Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bir grup kadınla birlikte -siyasi partilerden olabilir- bu kadın milletvekillerimizi ziyaret etmeyi düşünüyor mu?

İkincisi, bu kadar kadın meselesini konuşuyoruz. Kadınların siyasette katılımını artırmak için kotanın yasal güvenceye kavuşması konusunda herhangi bir çalışma yapılması düşünülüyor mu?

Üçüncüsü de: Biraz önce konuşmamda da bahsetmiştim, Türkiye'de iş gücünün yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan ev eksenli çalışan kadınların öncelikli olarak “işçi” olarak tanımlanmaları ve sosyal olarak sosyal güvenceye alınmaları konusundaki talepleri konusunda herhangi bir çalışmaları var mı ya da aslında bu statüde çalışan kadınların sayısı yani ne kadar kadın çalışıyor bu konuda, kayıt dışı istihdamı konusunda bir bilgi var mı? Çünkü bu konuda ciddi bir mağduriyet var. Ev hizmetlerinin İş Yasası kapsamında yeri yok. Bu konuda bir çalışma yapacak mısınız?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tuncel.

Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.

1) Yasamanın 24’üncü Döneminde kaç tane müsteşar var, bunların kaçı kadındır?

2) Yasamanın 24’üncü Döneminde kaç tane müsteşar yardımcısı vardır, bunların kaçı kadındır?

3) Bugün itibarıyla bürokrasinin başında kaç tane genel müdür vardır, bunların kaçı kadındır?

4) Bugün itibarıyla kaç tane bölge müdürü vardır, bunların kaçı kadındır?

5) İçişleri Bakanlığında en üst seviyede 11 bürokrat olduğu söyleniyor, arasında hiç kadın olmadığı söyleniyor; doğru mudur, değilse doğru bilgi nedir?

6) Türkiye'deki öğretmenlerin yüzde 40’ı kadındır. Millî Eğitim Bakanlığında en üst düzeyde, 27 kişi arasında hiç kadın yok denilmektedir; doğru mudur, değilse doğrusu nedir?

7) Türkiye'deki  mühendislerin yüzde 35’i, doktorların yüzde 30’u kadın olmasına rağmen Tarım Bakanlığında, Enerji Bakanlığında, Ulaştırma Bakanlığında, Sağlık Bakanlığında üst düzey pozisyonda tek kadın bürokrat olmadığı söyleniyor; bu doğru mudur, doğrusu nedir?

8) Ülkedeki avukatların yüzde 33’ü kadın olmasına rağmen Adalet Bakanlığında üst düzeyde bürokrat bulunmamaktadır; doğrusu nedir efendim?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tanal.

Sayın Tüzel…

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Bakan, kadına şiddeti ve ailenin korunmasını konuşuyoruz. Pozantı Çocuk Tutukevinde Kürt çocuklarına dayak, taciz ve tecavüzde yaşadığımız insanlık dramı bugün gazetelerde. Bu çocukların Sincan Cezaevine nakledilmesiyle üzeri örtülmek, kapatılmak isteniyor. Şimdi, burada asıl sorumluyu hep birlikte sorgulamalıyız. Bize göre, Adalet Bakanlığı ve Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğüdür çünkü İnfaz Kanunu çok açık bir şekilde çocuk tutukluları suç tipine göre gruplandırmayı gerektirir. Toplumsal olaylardan dolayı tutuklanmış bu çocukların adli suçlular içerisine atılmasının, cezaevinde güvenlik ve otorite mülahazasıyla yapıldığı açıktır. Oysaki, çocukların fiziksel, ruhsal bütünlüğü gözetilmeliydi. Sindirme ve ıslah etme yöntemi olarak bunun yapılmış olmasında Bakanlık birinci dereceden sorumludur. Şimdi bu çocuklar Sincan’a nakledildi. Bu çocukların aileleri, avukatları ve yargılamayı yapacak olan mahkeme bu ulaşımı nasıl sağlayacak, bu savunma hakkı nasıl yerine gelecek? Bunu yanıtlamanızı bekliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle, bugün, Çetin Emeç’in öldürülmesinin yıl dönümü. Ben hem faili meçhul tüm cinayetler için hem Çetin Emeç için buradan Adalet Bakanlığına ve tüm yetkililere bir çağrı yapmak istiyorum: Bu faili meçhullerin artık katilleri bulunmalı, bu insanların kanı yerde kalmamalı, verilen sözler tutulmalı. Çetin Emeç’in ailesine de başsağlığı diliyorum.

Onun dışında, Sayın Bakanım, biliyorsunuz, Adalet Komisyonunda bu konuyu görüşürken, İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde, devletin, cismani zararlar ve yaşamsal tehlike söz konusu olduğunda bu zararların, şiddet görenin bu zararlarının karşılanmasıyla ilgili bir tazmin yükümlülüğü var, bunu biz ne yazık ki bu tasarıya koyamadık. Bu konuda ileride herhangi bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz? Ne zaman böyle bir değişikliği yapabilirsiniz? Çünkü insanlar gerçekten çok zor şartlarda yaşıyorlar hem şiddet görüyorlar hem yaşamlarını tehlikeye atıyorlar ve de ölüyorlar ama devlet onlara yeterince sahip çıkmıyor diye düşünüyorum.

Onun dışında, Sayın Bakanım, bir de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yılmaz.

Sayın Bakan…

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Ayla Akat Hanım’ın sorusuna cevap vererek, Sayın Vekilimin sorusuna cevap vererek başlamak istiyorum: Özellikle şu anda emniyet teşkilatımızda, toplumsal olaylara müdahaleyle ilgili Çevik Kuvvet birimlerinin tüm personelinin insan ve kadın haklarıyla ilgili ciddi bir eğitim çalışması başlamıştır. Bu işin topyekûn bir eğitim seferberliğiyle düzeleceğine ben de inanıyorum. Biz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak da, Birleşmiş Milletlerle beraber, İçişleri Bakanlığıyla, kolluk kuvvetiyle, 45 bin polisimizin hem kadının insan haklarıyla ilgili hem de şiddetle mücadelede kolluk kuvvetine düşen görevlerle ilgili önemli bir eğitim kampanyasının çalışmasını tamamladık. Hukuk devleti olmak, tabii ki hukuki temeli oluşturmak ama sizin de belirtmiş olduğunuz gibi, kadının insan hakkında ve bu tür toplumsal olaylarda da gerekli hassasiyeti göstermek gerektiğine ben de inanıyorum. Biz de Bakanlık olarak sizinle aynı hassasiyette sürecin takipçisi olacağız.

Sayın Doğru’nun altmış beş yaş aylığıyla ilgili, bakıma muhtaçlar aylığıyla ilgili sorusuna cevap vermek istiyorum. Burada biz altmış beş yaş aylığının miktarıyla ilgili ne yapılabilir diye Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğünde bir çalışma başlattık. Maliye Bakanlığımızla beraber, elimizdeki bütçe imkânlarına göre nasıl bir yol gideceğiz, bunun çalışmasını yapıyoruz, ilerlediği süreçte de sizinle bunu paylaşacağız. Yaşlı olsun, genç olsun, bizim herkesin, özellikle yaşlılarımızın yanında olmak ve ekonomik desteğini sağlamak adına bir politikamız ve irademiz var. Bu konuda da önümüzdeki günlerde gerekli çalışmaları yapıp tamamlayacağız.

Sayın Ruhsar Hanım’ın mali yardımın kaynağıyla ilgili sorduğu bir soru vardı. Biz bu kanunla ilgili süreci başlattığımızda Bakanlığımızın vereceği mali destekle ilgili kısımda Maliye Bakanlığımızın onayını aldık. Kendi bütçemiz imkânları içerisinde bunu tamamlayacağız, tamamlayamadığımız, talep fazla geldiği zaman da Maliye Bakanlığımızdan destek alacak şekilde süreci takip edeceğiz. 2012 ve 2013 bütçesinde de bu gelen talepler doğrultusunda bütçemizi revize edeceğiz.

Eşi vefat edenlerle ilgili mali destekteki çalışmamız da şudur: Yaklaşık bir buçuk yıl önce Boğaziçi Üniversitesiyle bir çalışma yapılmıştır. Eşi vefat eden kadınların şu andaki ekonomik durumları, sosyal durumları, çocuklarıyla ilgili durumlar… Burada yapılan araştırmanın sonunda, 150 bine yakın eşi vefat etmiş kadınımızın eşleri vefat ettiği zaman ekonomik olarak da ciddi bir sorun yaşadığı, çocuklarıyla ilgili, eğitimleriyle ilgili de ciddi bir sorun yaşadığı araştırmamızda çıkınca biz bunu Sayın Başbakanımıza ilettik. Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğü bütçesi içerisinde zaten bizim Fon Kuruluyla beraber oluşturduğumuz bir bütçeleme var. Bu bütçelemede bunlarla ilgili kısma ne kadar destek vererek düzenli yardıma geçmemiz gerektiğini gördük çünkü zaten bir kısmı da bizim Sosyal Yardımlaşmadan destek alan haneler bunlar. Bunların gelir-gider dengesine baktığımız zaman, 250 TL aylık düzenli yardıma geçtiğimiz zaman sosyal devlet olarak onların yanında olacağımızı gördük, bu kararı verdik. Sosyal Yardımlaşma SOYBİS Sistemi bilgi ve teknoloji altyapısı, TÜBİTAK’la beraber çalışıldı. Nisan ayı itibarıyla artık gelip kaymakamlık önünde beklemeden, valiye söylemeden evlerine düzenli yardım ulaşacağı bir sistemi hayata geçiriyoruz. Bunun hakikaten sosyal devlet olma adına ve kadınlarımız adına, yanlarındaki çocuklar adına da önemli bir çalışma olduğunu düşünüyoruz. Mali olarak gerekli çalışmayı yaptık ve 250 TL’yi bizim şu anda bütçemizin kaldırdığını gördüğümüz için de bu kararı verdik. Sayın Başkanım, bilgisine sunuyorum.

Sayın Şeker ailenin korunmasıyla ilgili, isimle ilgili süreçte sorduğu soruyu ve kanun teklifini söyledi. Aslında bunu çok konuştuk. 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’yla ilgili süreçte bize özellikle 4320’yi, Ailenin Korunması Kanunu’nu bilen, 183’le beraber, Alo Şiddet hattıyla beraber toplumun farkındalığının arttığı, bilincinin yükseldiği bir süreçte tamamen biz bunu kadına yönelik şiddet diye devam ettiğimiz zaman geçmişe yönelik bütün süreci toplumsal hafıza olarak bitireceğimizi, bu yüzden hem 4320’nin revize edilmesi manasında bu ismi koyup, yanına da kadına yönelik şiddetle de tamamladığımızda ve ikisini birleştirdiğimiz zaman kanunun ruhuna aykırı olmadan süreci yönetmeye çalıştık. Ailenin korunması kadının zayıflaması anlamına kesinlikle gelmiyor. Biz güçlü ailenin güçlü kadın, güçlü çocuk, güçlü erkekten oluştuğuna, ailenin güçlenmesinin kadını zayıflatmadığına inanıyoruz. İsimlerin içeriklerine baktığımız zaman da, kadın üzerindeki şiddetle mücadelede yapılan yapısal dönüşümlere de baktığınız zaman da buradaki, bizim, içerikte ne kadar güçlü bir, kadını koruyan ve kadının yanında olan bir desteği güçlendirdiğimiz bir yasal altyapının da olduğunu yeniden hatırlatmak istiyorum.

Sayın Ağbaba’nın Bakırköy Cezaevindeki kadın hastalarla ilgili, yaşlılarla ilgili, cezaevindeki çocuklarla ve öğrencilerle ilgili sorduğu soruya cevaben şunu söylemek istiyorum: Adalet Bakanlığımız yaptığı çalışmada… Bir kısmı komisyonlara ve Meclise sevk edildi, bir kısmı şu anda Bakanlık bünyesinde çalışıyor. Bu konuda neler yapılabilir? Özellikle hakikaten kendi başına artık kalamayacak, aşırı hasta olan ve bakıma muhtaç olan tutuklularımız ve hükümlülerle ilgili Adalet Bakanlığımızın yeni bir yapılandırması var, yeni bir çalışma sistemi var. Bu hayata geçtiği zaman da Sayın Ağbaba’nın gördüğü birçok örneğin düzeltildiği yeni bir sistemi hayata geçireceğimizi umuyoruz ve bizim de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak da bu işin rehabilitasyonunda sosyal çalışmacılarımızla, çocuk psikiyatrlarımızla, psikolojik ve psikososyal desteklerimizle de, rehabilitasyon sistemlerimizle de Adalet Bakanlığımızla beraber çalıştığımızı ifade etmek istiyorum.

Sayın Tüzel’in Pozantı’daki çocuklarımızla ilgili söylediği ve son günlerde kamuoyunda dikkatle takip edilen bir süreç var. Ben orada “Kürt çocuğu” kavramının doğru olmadığını, çocuğun “Kürt” ve “Türk” diye ayrılmayacağını, çocuğun, bizim, 74 milyonun, hepsinin bizim çocuğumuz olduğunu ifade etmek istiyorum. Adalet Bakanlığı bu konuda zaten gerekli idari ve adli soruşturmayı başlatmıştır. Sayın Bakanımız bunun sonucunda aydınlatılmamış hiçbir şeyin karanlıkta kalmayacağını bir irade beyanı yapmıştır. Şu andaki rehabilitasyon, Sincan’daki sistem de yaşlarına göre, cinsiyetine göre ve mağdur ve failin suç gruplarına göre rehabilite edildiği, yeni bir sistemle çalışıldığı bir sistem hayata geçecek. Biz de yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak bu sistemin takibinde, koordinasyonunda, izlenmesinde bunun bire bir takipçisi olacağımızı ifade etmek istiyorum.

Sayın Tuncel’in sorusuna cevap vermek istiyorum. Tabii, kayıt dışılık bizim en önemli sorun alanlarımızdan bir tanesi. Özellikle kadınlarla ilgili, çalışan kadınlarımızın kayıt dışı oranlarının daha yüksek olmasıyla ilgili de sosyal güvenlik sistemiyle ve Çalışma Bakanlığımızla önemli çalışmaların şu anda takibini yapıyoruz. Burada, kayıt dışını nasıl önleyeceğiz, nasıl radikal tedbirler alacağız, nasıl yapısal dönüşümler yapacağız, sosyal güvenlik sistemiyle ilgili kısmı olgunlaştığı zaman da yeniden sizlerle paylaşmak istiyoruz.

İki önemli çalışmayı hem Çalışma Bakanlığımızla hem Sanayi Bakanlığımızla yaptık. Özellikle Sanayi Bakanlığımızla, organize sanayide kadın çalışanların fazla olduğu konfeksiyon, tekstil, gıda gibi alanlarda kreş açılarak çalışan kadının çocuk desteği almasıyla ilgili çalışmamızı ve protokolümüzü yaptık. Şu anda, Sayın Bakanımızla beraber, hangi illerde bunu yapacağız, uygulamada bunu nasıl takip edeceğiz, bunun çalışmasını yapıyoruz. Aynı şekilde, Çalışma Bakanlığımızla da bizim kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın sığınma evlerinde meslek kurslarının açılması, Millî Eğitim Bakanlığımızla okuma yazma kursu veya eğitimine devam etmek isteyenlere orada kurs açılacağı ve şiddet görmüş kadına İŞKUR bağlantısıyla öncelik verileceği ve daha hızlı iş bulacağı, uygulamada da yasal altyapıyla beraber bunu takip edeceğimiz bir çalışmayla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 13’üncü maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Ruhsar Demirel, Eskişehir Milletvekili.

Buyurun Sayın Demirel. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Malum, 8 Marta yasayı yetiştirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bazı hatalar, bazı yol kazaları da var. Ben, daha önce parti grubumuz adına yirmi dakikalık bir konuşma yaptım. O konuşmam sırasında bir konuyu altını çizerek de ifade ettim. Komisyon görüşmeleri sırasında eğitim konusundaki talebimizin Bakanlık tarafından değerlendirildiğini ve metne bu konuda bir ibare konulduğunu ancak Millî Eğitim Bakanlığının unutulduğunu söylemiştim. Dolayısıyla benzer şey ihbar konusunda da var. “İhbar” diye bir madde konulmuş ama metin içinde hiçbir şekilde ihbar konusu ele alınmamış.

Bakın, size metinden bir cümle okuyorum: “İlgilinin talebi üzerine tedbir kararının verilmesi.” Efendim, eğer “İhbar” maddesini koyduysak “ilgilinin talebi” ya da “ihbar üzerine” diye bunu detaylandırmamız lazım.

Sayın Bakan, aceleye getirmek her zaman fayda sağlamıyor. Hatırlarsınız, geçtiğimiz günlerde de aceleye getirilmiş bir organ nakli faciası yaşadık. Ben eminim ki yarın 8 Mart itibarıyla bütün gazeteler bu yasanın eksiklerini, bu yasanın yanlışlıklarını tartışacak. İsterdik ki hepimiz, daha sağlam, daha ayakları yere basan, ihtiyaca cevap veren, hiç değilse bir grup kadının hayatını koruyan, bir grup çocuğun daha sağlıklı bir aile ortamında yaşamasına sebep olabilecek bir yasa tasarımız olsun ancak maalesef bunu bu metinde göremiyoruz. Ama ben bir şey ifade etmek istiyorum: Sıklıkla aile ve kadın konuşulurken ülkemizde bebek ve anne ölümlerinin azaldığına atıf yapılır. Türkiye’deki anne ve bebek ölümlerinin azaltılması hiçbir bakanın, hiçbir kabinenin “Ben”, “Biz” diye ifade edebileceği bir durum değildir ve kimsenin de haddi değildir.

Türkiye, 1961’de çıkan 224 sayılı Yasa’yla beraber 1978 yılında Almaata’da dünyaya örnek gösterilmiştir bu konuda ve dünya döndüğü sürece, gelişmeler yürüdüğü sürece nasıl ki insan ömrümüz artmışsa bebek ölümlerimiz ve anne ölümlerimiz de azalmaktadır ancak aile hekimliğine yüzde yüz geçildiği günden bu yana “Ne kadar bebek kaydedilmemiştir, ne kadar gebe tespit edilmemiştir?” diye bakarsak ben size bazı örneklerle anlatayım. Tespit etmediğiniz gebe sizin değilse ölmüş anneyi de kayda alamazsınız. On bir, on iki yaşlarında gebe kızlar bulundu biliyorsunuz ülkemizde, biri de Sayın Bakanın memleketi Antep’teydi ve Sayın Bakan hemen refleks gösterdi “Bunların kemik yaşı on yedi.” diye. Sayın Bakan, eğer bu kızların gebelikleri gebelik kaydına geçmiyorsa, Sağlık Bakanlığı bunları doğru takip etmiyorsa sizin onların yanlış bilgilendirmesiyle şu kürsüde “Bebek ölümlerini, anne ölümlerini  düşürdük.” ifadesini kullanmanızdan ben hicap duyarım çünkü bazı gerçekler istatistiklerde göründüğü gibi değildir eğer bir gebeyi kaydetmiyorsanız o gebe sizin için zaten ölemez, bir bebeği doğduğunda kaydetmiyorsanız o bebek sizin için zaten hiç var olmamıştır ama siz diyorsunuz ki: “Can hakkı, yaşam hakkı, bunlar bizim için önemlidir.” Can hakkı ve yaşam hakkı sizin için önemliyse bu küçük yaşta hamile bulunmuş genç kızların yaşam hakları, hayata daha sağlıklı başlama hakları ve o an itibarıyla doğuracakları çocukların daha refah bir aile ortamında yaşama hakları önemli değil miydi ki bu kızlar için “On yedi yaş kemik yaşı” dediniz? Siz bu kızlar için eğer “On yedi yaşında kemik yaşları var bunların.” diyorsanız bir başkası da cinayet işleyen bir delikanlı için “Bunun kemik yaşına bakalım.” demez mi? Münevver Karabulutlar böyle ölmedi mi? Yalnızca Ayşe Hanım’ı, merhumeyi hatırlamak burada yetmiyor. Bu şekildeki cinayetler de var. Bu ülkede bir kez insanların kemik yaşına bakmaya kalkarsanız birileri insanların zekâ yaşına, akıl yaşına bakar. Dolayısıyla siz kadınla ilgili konuları da içeren Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak kadının adının geçtiği her yerde refleks olarak telefona sarılıyorsunuz, takdir ediyoruz ama sizin telefona sarılmanızı beklemekle geçmesin bu kadınların, çocukların hayatı. Ne Pozantı’dakilerin ne Osmaniye’de okul servisinde öldürülen kızlarımızın ne diğer kadınlarımızın. Mesela hep ısrarla söylüyorsunuz “Kamu personelini eğittik, emniyet mensuplarını eğittik, yargı mensuplarını eğittik.” Peki İzmir’de karakolda dövülen kadına ne oldu da böyle bir şey oldu? Ne oldu da onu döven insanlara ceza verilmedi. “Bazılarını eğittik, bazılarını eğitmedik.” derseniz eğer bunu hepimiz kabul ederiz ama “Biz yıllardır bu insanları eğitiyoruz.” diyorsunuz. O zaman, eğitim programınızda ne vardır? Biz hiçbir şey göremedik burada, eğitim programınıza dair hiçbir ibare yok.

TRT’nin yayın yapacağını söylüyorsunuz. TRT’nin şu anda bir sürü kanalı var. TRT’nin hangi kanalıyla ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Diyebilirsiniz ki “Kazuistik bir yasa çıkarmayalım.” dedik. Eğer öyleyse bu yasada o kadar detaycı ifadeler var ki onlardan yola çıkarak diyebilirim ki ben de öyleyse, “sözlü” diye şiddete tanım getirirken sözlü şiddet de yasada yer alıyorsa yazılısı da bulunsun, yazılısı bulunuyorsa görseli bulunsun. Bu kadar detaya girmeyelim ama daha genel, daha kapsayıcı bir ifadeyle, mesela azmettiricileri yasa tasarısına bir önergeyle koymayı düşünür müsünüz? Kolluk kuvvetleri görevini ihmal ederse ne olacak, bunun yaptırımı nedir? 362 personelle bütün Türkiye’de ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bu yasayla beraber izleme birimleri kuracağınızı ifade ediyorsunuz. Hangi illerde? İki yıl uzun bir süre değil mi? “Türkiye’de kadınlar hiç ölmesin, çok acelemiz var, 8 Marta yasayı yetiştirelim.” diyorsunuz, arkasından, yasa tasarısında iki yıl sonra kurulacak izleme komitelerinden bahsediyorsunuz. Madem kadınlar için biz 8 Marta bir şey yetiştiriyoruz, bu kurulacak kuruluşların -ki bunlar sığınma evlerinin destekçisi, sığınma evlerinin yardımcısı olacaktır diye düşünüyorum- bu kuruluşların çok daha öncelikle kurulması, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerin ilçelerinde de kurulması gerekmez mi? Ama personel kısıtlılığınızı gördüğümde, o zaman kaynak kısıtlılığınız için söylediğiniz şeye inanmakta güçlük çekiyorum: “Maliye Bakanlığıyla görüşüldü, kaynağımızı verecek.” diyorsunuz. Siz personel alamıyorsunuz Sayın Bakan, 362 tane personel. Bu personelle hiçbir şey yapamazsınız, ancak yaptığınız bir pansuman olur, hastalığı çözemezsiniz. Bizlerin, hepimizin derdi bence şu anda bu konuda katkı sağlamak.

Ama ben tekrar, ilk konuşmamda da ifade ettim ve Meclis TV’nin kameramanlarından tekrar rica ediyorum: Şu Genel Kurulu vatandaş görsün. Bu yasayı bu memlekette pek çok insan bekliyor, pek çok insanın emeği var bunda. Bu yasa Türkiye’de belki de çıkan en önemli yasalardan biri. Hepimiz bir ailenin içinde dünyaya geldik. Hayatımızdaki ilkler hep ailelerimizle oldu. İlk gülüşümüz, ilk ağlayışımız, ilk yemeğimiz, ilk açlığımız, ilk üzüntümüz, ilk sevincimiz, ilk adımımız, ilk düşmemiz, ilk ağlamalarımız hepsi bu ailelerin içinde oldu ve bizler bu ailenin güçlenmesiyle millet olarak bir bütün, bir güçlü duruş sergilemek için kültürünün getirdiği birikimi paylaşmaya çalışan bir milletiz fakat milletin bu kadar derinden ilgilendiği bir konuya sayın parlamenterlerin bu kadar kayıtsız kalmasını anlamakta güçlük çekiyorum.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Kendi grubuna bak!

RUHSAR DEMİREL (Devamla) – İnteraktiviteyi her zaman takdirle karşılamışımdır ama “sen” hitabıyla kurulmuş cümlelere cevap bile vermeye tenezzül etmeyeceğimdir, çünkü “sen” deme samimiyetimizin olduğunu düşünmüyorum Beyefendiyle.

Dolayısıyla, aile kavramının bu kadar önemli olduğu bir toplumda yaşıyoruz, hepimiz bir aile içinde dünyaya geldik ve bu aileleri yaşatmaya çalışıyoruz, tek yaşayan kadınlar, tek yaşayan erkekler de olsak hepimiz büyük ailelerin içindeyiz. Dolayısıyla, ben bütün Parlamentonun, bütün parlamenterlerin bu yasa tasarısına katkı sağlayacaklarını umardım, burada bulunarak çekincelerini, doğru bulduklarını, desteklediklerini ifade etmelerini isterdim, özellikle kadın parlamenterlerden.

Son cümle olarak şunu söylemek istiyorum: Biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bundan sonraki süreçte de ailenin güçlendirilmesi, kadının, çocuğun, dezavantajlı tüm grupların desteklenmesi için yapılacak her tür yasal düzenlemede destek olmaya, bildiğimizce, bilgi birikimimizle katkı sağlamaya çalışacağız. Ancak, bu katkılarımızın yapılan düzenlemelerde yer alacağını umarak bu cümleleri sarf ediyorum çünkü geçtiğimiz günlerde komisyonlarda yapılan ifadelerin büyük bir kısmı bu sözleşmelere, bu yasalara, bu yürütmelere uygulanmıyor.

Mevzuatı düzenlemekten öte mevzuatı yürütmek çok önemli, dolayısıyla yasa yapmak bizlerin görevi ama bu yasayı yapıldıktan sonra yürütmede nasıl gittiğini, denetimini yapmak Sayın Bakanın sorumluluğunda. Bu ağır bir sorumluluk ama bu sorumlulukta destek isterlerse, dediğim gibi Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman kendilerine katkı vermeye hazırız.

Ben yasa tasarısının milletimize, bütün Türk ailesine, çocuklarına, kadınlarına, hepsine hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

Gruplar adına ikinci konuşmacı Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Sayın Ayla Akat Ata.

Buyurun Sayın Ata. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmama başlamadan önce 8 Martın geçmişinde eşitlik için direnen kadın gerçeğinin olması ve yaşanan bir katliamın söz konusu olması dolayısıyla, bugüne kadar kadın özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm kadınların anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Yine, siyasi iktidarlar tarafından, yönetenler tarafından korunamadıkları için, önleyici tedbirler alınamadığı için, düzenlemeler yapılamadığı için katledilen tüm kadınlara Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine de sabır diliyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarının oluşum sürecine baktığımızda Sayın Bakanımızın gerçekten mesaisini harcayarak, yine meşakkatli bir çalışma, özverili bir çalışma ortaya koyduğunu ifade edebiliriz. Hem Parlamentoda grubu bulanan tüm siyasi partilerin konu hakkında bilgi sahibi olmasının ve görüşlerini ifade etmesinin önü açılmıştır hem de Parlamento dışında kadına yönelik şiddetin önlenmesi noktasında çalışma yürüten tüm kadın kurumlarının bir şekilde ilgisi ve dikkati çekilmiş, yine bu konu hakkındaki görüş ve önerileri alınmıştır. Ama tasarının oluşum sürecinde alınan bu katkı tasarının şu anki metnine yansımamıştır. Bu nedenledir ki iki yüz otuz yedi kadın örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu Şiddete Son Kadın Platformu ve buna destek veren diğer kadın platformları yasanın bu hâlinden ne yazık ki rahatsız olmuşlardır.

Yine, şunu ifade etmek gerekir: Bu tasarının Başbakanlıkta, Bakanlıkta ve hatta -kadın örgütleri ifade ediyorlar ki- Parlamentoda bir odadan diğerine giderken bazı değişikliklere uğraması üzüntü vericidir ve buna tanıklık etmiş olmaktan dolayı da kaygı duyduklarını ifade ediyorlar.

Sayın Bakanım, burada “Müdahaleyi kim gerçekleştirdi?” diye düşünmek lazım. Biz bu konuda sizin iyi niyetinize ve samimiyetinize inanıyoruz ama bu müdahale kimin tarafından gerçekleşmiştir?

Şunu kabul etmek gerekir: Sadece sayısal olarak değil Parlamentoda da Hükûmet içerisinde de erkek egemen bir anlayış vardır ve bu anlayış, işte, bu yasa gündeme geldiğinde, bu yasanın oluşum sürecinde titiz davranılmış olmasına rağmen şu an önümüze gelen tasarı metninden açığa çıkıyor ki hâlâ bu anlayış tüm Türkiye'nin izlediği ve belki de birtakım sonuçların çıkması için umut beklediği bu Meclis çatısı altında da yine o erkek egemen bakış açısının, eril anlayışın var olduğunu ortaya koymaktadır.

Tabii, bundan üzüntü duyuyoruz ama bu bizim bir mücadele gerekçemiz olmalıdır hem Parlamentodaki kadın vekillerin sayısının arttırılması süreci -ki bunun yöntemi tabii ki- kotanın, siyasi partilerin liderlerinin iki dudağı arasında olmaması gerekiyor kadın temsiliyet oranının, en kısa zamanda yasal bir statüye kavuşması ve bu vesileyle de bunun, erkeklerin ya da siyasi parti liderlerinin insafına değil kadınların yürüttükleri örgütlü mücadele sonucu yasada yapacakları değişim vesilesiyle gerçekleşmesi gerekiyor.

Diğer bir boyutu değerli milletvekilleri, bu kadın kuruluşları tabii ki yasanın oluşum sürecinde heyecan duydular. Ve bizler Parlamentoda 23’üncü Dönemde de görev aldık. 23’üncü Dönem öncesinde de biliyorum ki buradaki birçok kadın arkadaşımız, kadın özgürlük, eşitlik mücadelesinin değişik alanlarından geliyorlar ve yine, bu mücadelenin örgütlü yapıları içerisinde gönüllü olarak ya da örgütlü olarak görev yaptılar. Ama şu anki tasarı metnine baktığımızda yasanın ismi dahi bu ortaya konulan örgütlü kadın mücadelesini ne yazık ki dikkate almıyor.

2005 yılında Türk Ceza Kanunu’muzda düzenleme yapılırken -ki o dönemde de kadın örgütleri gerçekten ciddi bir mücadele yürütmüşlerdi- yasada, o güne kadar, 765 sayılı TCK’da sekizinci bapta “Adabı umumiye ve nizamı aile aleyhinde cürümler” başlığı altında yer alan kadına yönelik şiddet hükümleri, düzenlemeleri yasanın, 5237 sayılı TCK’da ikinci kısımda “Kişilere Karşı Suçlar” babının altıncı bölümünde “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” şeklinde değiştirildi. Bugün İstanbul Protokolü’nde bile -ki bugün bu yasanın çıkmasına vesile olan protokoldür- “Kadın ve Aile Bireylerinin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi” başlığı taşınırken biz tekrar yasanın ismini “aileyi koruma” şeklinde ele aldık.

Sayın Bakanım, 2002 yılında yani ilk seçildiği dönemi, AKP’nin iktidara ilk geldiği dönemi “Acemilik dönemi” olarak ifade ediliyor ama sadece kadına yönelik şiddetin önlenmesi boyutuyla değil birçok alanda sizin acemilik dönemi pratikleriniz şu anki pratiklerinizden çok çok daha iyi.

Biz, o dönemde TCK’da yapılan değişikliğin de tarafıydık, mücadele ettik, örgütlü bir kadın mücadelesiydi, Türkiye’deki tüm kadın hareketleri bu sürecin içerisinde yer aldılar ve bu bir olması gerekendi Türk Ceza Kanunu’muzda. Kadına yönelik şiddetin karşısında korunan kamu düzeni olmamalıydı, aile olmamalıydı ve düzenleme gerçekleşti. Ama bugün bakıyoruz, böyle bir yasada -ki referans aldığı İstanbul Protokolü’dür- İstanbul Protokolü’ne de aykırı bir şekilde aileyi korumak esas alınmıştır. Bu konudaki eleştirilerimiz de kadın örgütleriyle benzerdir.

Yine Saygıdeğer Bakanım, şiddete uğrayan kadınların tek adımda yardım ve koruma alabileceği yedi gün yirmi dört saat çalışacak merkezlerin teşkilat, görev ve kadrolarının kadın örgütlerinin talepleri doğrultusunda düzenlenmediği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu önemli bir konu. Öncelikle, her yıl sonunda bütçe belirleniyor, kadına yönelik şiddetin önlenmesi noktasında ayrılan, Bakanlığınıza ayrılan bütçe ortadadır. Bunun yetersiz olduğunu bütçe görüşmeleri sırasında söylüyoruz. Aynı şekilde, her bakanlığın ilgili birimleri içerisinde bu politikaların, eşitlik politikalarının hayata geçirilmesi için bir bütçe ayrılması gerektiğini söylüyoruz.

Eğer biz kadına yönelik şiddeti gerek kamusal alanda gerek özel alanda yaşanan şekliyle bir toplumsal sorun olarak görüyorsak, bu sorunun çözümü için ortaya koyacağımız politikaların ya da iradenin gerçekçi olması gerekir.

Sayın Bakanım, biz başarı istiyorsak bir kadromuzun olması gerekir, başarı istiyorsak bir ekonomimizin olması lazım. Bir ekonomi ve kadro ve bunun özerk bir şekilde tanımlanması gerekiyor ki bir bağımlılık ilkesinden kurtulsun ve gerçekten açığa çıkarmış olduğu çalışma sonuç alıcı olsun.

Sonuçta, bunlar ifade edilirken bir eğitim boyutu var. Tabii, bu merkezlere giden kadınların karşılaşacağı uygulama da çok önemlidir çünkü hâlâ toplumumuzda -biz çok iddia etsek de siz bunun kalktığını söylediniz ama maalesef öyle değil, gönül ister ki öyle olsun ama maalesef öyle değil- kadın gittiğinde “Sen kadınsın, kocan sever de döver de.” anlayışı hem kollukta hem yargıda karşısına çıkıyor. Hâlâ aile içinde yaşananın aile içinde kalması gerektiği ve sorunun çözüm yerinin sorunun yaşandığı yer olan aile olması gerektiği noktasında bir irade var ama bizim şunu kabul etmemiz lazım: İçinde yaşadığımız toplum dinin yanlış yorumlanması ve yine feodal değer yargılarının gerçekten hâlâ yaşamda var olması olumsuz olanların, işte berdel gibi, töre cinayeti gibi, beşik kertmesi gibi değer yargılarının hâlâ kendini koruyor olmasından kaynaklı kadına yönelik şiddet konusunda elimizdekinden fazlasını hayata geçirmemiz gerekiyor. Ama şu durumda bakıyoruz, bu merkezlerin çalışma usulü, içinde barındıkları kadrolar ve sadece “Eğitim vereceğiz, bunu gidereceğiz” anlayışı ne yazık ki yeterli değil. Bizim rol model olarak da rolümüzü oynamamız gerekiyor.

Kendisine kota sorulduğunda Ruanda’yı örnek gösteren bir Başbakan ya da bir toplumsal eylemdeki bir genç kızımız için “Kadın mıdır, kız mıdır belli değildir.” diyen bir Başbakan ne yazık ki, topluma ya da kadına “Üç çocuk doğur.” diyen bir Başbakan ne yazık ki kadının toplumsal konumu noktasında değişim, dönüşümün öncülüğünü üstlenebilecek bir model ortaya koymamaktadır. Birçok insan kendini örnek alıyor, bir Başbakansınız; bunun sorumluluğuyla hareket etmeniz lazım.

Eğer şiddeti, kadına yönelik şiddeti bir sorun olarak görüyorsanız, ortaya koymuş olduğunuz pratikte, hem eylemde hem sözde samimi olmanız gerekiyor ve yine yasada Cinsel Şiddet Kriz Merkezlerinin yer alması var.

Biz, kadına yönelik şiddet boyutuyla cinsel şiddeti ayrı değerlendiriyoruz. Çünkü cinsel şiddet, hem ilk karşılaşıldığı anda hem de yargıya taşındığı mekanizma boyutuyla da gerçekten ayrı değerlendirilmesi, bununla ilk ilgilenen psikologdan tutun sosyal hizmet uzmanına ve yine hukukçuya kadar daha özenli, daha eğitimli bir şekilde ele alınması gereken bir konu. Bu merkezlerin ne yazık ki yasada yer almamasını da biz eleştiriyoruz. Cinsel şiddetle ilgili daha özgün bir çalışmamızın olması gerekiyor çünkü bu alanda yaşanan şiddet daha çok aile içerisinde kalıyor. Her ne kadar kadın örgütlerinin vermiş olduğu mücadele dolayısıyla Yasa’mızda bir değişiklik yapıldıysa da aile içerisinde de, evlilik içi tecavüz vakası kabul edildiyse de henüz kadının bu konuda konuşmasını sağlayacak, yaşadıklarını anlatmasını ve bunun için koruyucu önlem talep ettiğinde karşılık bulmasını sağlayacak mekanizmalar hayata geçirilmiş değildir.

Yine Sayın Bakanım, şunu ifade edelim: Kadın örgütlerinin şiddet ve cinayet davalarına katılımı, bizim bu davalara müdahilliğimiz kabul edilmedi. Bizim ulaşamadığımız koruma altına alınan kadınlara failleri ulaştılar, katilleri ulaştılar. Bu bizim için can alıcı bir noktadır. Bu kadınların kimsesizler mezarlığına gömülmesini ya da davaları takip edilirken yalnız olmalarını bizler kabul etmiyoruz. Bu davalara müdahilliğimizin mutlaka ama mutlaka yasal statüye kavuşması gerekiyor ki edilmese de kadın örgütleri bu kadınları yalnız bırakmayacaklar, isimlerini yaşatacaklar.

Tekrar saygılarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ata.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Dilek Akagün Yılmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Yılmaz.

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Tüm dünyanın ve ülkemin emekçi kadınlarına selam olsun, günleri kutlu olsun diyorum.

8 Mart 1857, Amerika’nın New York kentinde 40 bin dokuma işçisi kadın daha iyi çalışma koşulları için greve gittiğinde polisin saldırısına uğramış, çıkan yangında 129 kadın işçi can vermiştir. İşte bu nedenle 8 Mart günü, 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda alınan karar uyarınca tüm dünyanın emekçi kadınlarının mücadele günü olmuştur.

İşte böylesine anlamlı bir mücadele gününde, Türkiye’deki kadınların, kadın örgütlerinin büyük uğraşıları ve emekleri sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bir insanlık suçu olan kadına karşı şiddetin önlenmesi tasarısını görüşüyoruz. Ülkemizde son yıllarda kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet o denli arttı ki artık bu insanlık dışı duruma daha fazla seyirci kalınamazdı. Nedendir kadına karşı bu kadar şiddet? Nedir eşlerin, babaların, kardeşlerin bu büyük vahşetinin nedeni? Nedir kadın cinayetlerinin temelinde yatan şey? Bu kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin nedeni, görünürde, töre, namus, öfke gibi nedenler gösterilse de asıl neden, erkekler tarafından kadının, üzerinde hak iddia ettikleri bir mal gibi görülmesi, ikinci sınıf bir insan gibi görülmesidir. İşte bu nedenlerle erkekler, kadınlara yaptıkları her türlü ezayı cefayı kendi hakları gibi görüyorlar.

Cumhuriyet dönemiyle beraber kabul edilen Medeni Kanun, kadını ilk kez eşit haklara sahip bir birey olarak görmüş, bizim kadınlarımız Avrupa’daki pek çok ülkeden daha önce seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. Ancak bu haklar kadınların Amerika’daki gibi dişe diş mücadelesi sonucunda alınmadığından, ne yazık ki bu hakların içi doldurulamamış, kadınlar bu hakları yeterince kullanamamışlardır. Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden seksen dokuz yıl geçmesine rağmen, ülkemizde hâlen töre, namus ve öfke cinayetleri oluyorsa kadını ve erkeğiyle herkesin kendisini sorgulaması gerekmektedir. Bizlerin, bu ülkeyi yönetmeye talip olmuş 550 milletvekilinin, bu ülkenin insanlarına, kadınlarına, erkeklerine, çocuklarına ve yaşlılarına karşı sorumluluğumuz var, bu ülkenin var olan sorunlarını görüp arkamızı dönemeyiz, görmezden gelemeyiz. İşte bu nedenle, Türkiye’deki kadınlara uygulanan şiddetin önlenmesi, kadını ve erkeğiyle tüm bireylerin eğitilmesi, kadın erkek eşitliği konusunda farkındalık yaratılması ve zihniyet dönüşümünün sağlanması için her türlü önlemi almak zorundayız. Bugün görüştüğümüz tasarı -işte bu sorumluluğumuzun gereği- bireyin üzeride özenle durmamız gereken bir tasarıdır. Her türlü siyasi kimliğimizi bir tarafa bırakarak bu tasarının eksiklerini tamamlayıp en iyi şekilde toplumun önüne sunmalıyız.

Bu tasarının hazırlanma sürecinde Sayın Bakan Fatma Şahin’in kadın örgütleriyle birlikte yaptığı katılımcı ve yapıcı çalışma yöntemlerinin tüm bakanlara örnek olması gerektiğini düşünüyorum ve Sayın Bakan Fatma Şahin’e bu tasarıya verdiği emek için teşekkür ediyorum. Her ne kadar kadınlar tarafından ilk taslakta daha sonra bazı değişiklikler olmuş olsa da, Bakanın ve bizlerin de çok ciddi çabaları sonucunda, taslak yeniden daha kabul edilebilir bir hâle getirilmiştir. Bu nedenle de bütün arkadaşlara, bütün kadın örgütlerine bu konuda harcadıkları çaba için de teşekkür ediyorum.

Bugün görüştüğümüz tasarı, şu anda yürürlükte bulunan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’ya göre daha ayrıntılı düzenlenmiş olup daha geliştirilmiş olmasına rağmen, kadının ve şiddet mağdurlarının korunmasını tam olarak sağlayamayabilir. Çünkü şiddete başvuran ve bunu alışkanlık hâline getiren, yaptığı davranışları haklı gören, ısrarcı şiddet uygulayıcılarını caydırıcı nitelikte değildir. Bu nedenle, grubumuz tarafından

verilen önergelerin kabulü eksiklerin tamamlanmasında katkı sağlayacaktır. Bu konuda Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında da önergeler vermemize rağmen ne yazık ki o önergelerimizi kabul ettiremedik.

 “Zorlayıcı hapis” diye bir hapis cezası var; koruma tedbirlerine uymayan, şiddet uygulayanlara her seferinde on beş ila otuz gün arasında bir zorlama hapsi getirilebiliyor ama bu zorlama hapsi en fazla altı ayla sınırlandırılmış durumda.

Ben, burada şimdi bütün arkadaşlarıma soruyorum: Bir şiddet uygulayan kişi, düşünün, her seferinde gitti, karısının iş yerinde kendisini rahatsız etti, okulunda rahatsız etti ve her seferinde otuz gün üzerinden hâkim kendisine bir hapsen tazyik cezası verdi. Peki altı aylık süre dolduğunda, 7’nci kez yaptığında, aynı işi yaptığında, aynı şekilde rahatsız ettiğinde ve koruma tedbirlerine uymadığında ne olacak? İşte bu nedenle şiddet uygulayıcılığını ısrarlı hâle getirmiş olan kişiler açısından ne yazık ki bu yasada yetersizlikler vardır.

Öncelikle tasarının ismine ilişkin kamuoyunun, kadın örgütlerinin ve  grubumuzun itirazları hiç dikkate alınmamıştır. Kamuoyunda yaygın bir şekilde tasarının adının “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” olması yönündeki istemler makul ve haklı bir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiştir. Sayın Bakanımızın bu konuda söylediği gerekçeler ne yazık ki yeterince doyurucu değildir. Tasarının dayanağı olan uluslararası anlaşmanın ismi “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olmasına rağmen bu dahi göz ardı edilmiştir. Söz konusu uluslararası anlaşmayı İstanbul’da ilk imzalayan ülke olmaktan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk onaylayan ülke olmaktan haklı olarak gurur duyarken, aynı duyarlılığın tasarının hazırlanması ve isimlendirilmesi konusunda gösterilmemesi ciddi ve sorgulanması gereken bir çelişkidir. Bu durumda “Uluslararası anlaşma sadece Türkiye'nin imajını düzeltmek amacıyla mı imzalandı?” diye sormak gerekiyor çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından 9 Haziran 2009 tarihinde Nahide Opuz davasında Türkiye kadına karşı şiddeti önleyememekten dolayı ilk ve tek mahkûm olan ülke unvanını almıştır. Bu durum doğal olarak ülkemizin uluslararası itibarını zedelemiş ve ardından ise Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi İstanbul’da imzalanmıştır. Ancak, uluslararası anlaşmaların imzalanması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanması, ne yazık ki ülkemizde kadına, çocuklara ve aile bireylerine yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Öncelikle bu konuda bir zihniyet dönüşümü gerekmektedir. İşte bunun içindir ki tasarının adı “kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair kanun tasarısı” olmalıdır yani kadın önce eşit haklara sahip bir birey olarak kabul edilmelidir.

Aile içinde ya da dışında, evli, boşanmış, bekâr ya da on sekiz yaş altında çocuk yaşta olsun, öncelikle kadının şiddetten korunması düşünülmelidir. Kadına ve çocuğa uygulanan her türlü şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğu kabul edilmelidir. Yani “Ailenin korunması adına, kadına ve çocuğa, diğer aile bireylerine yapılan şiddete ve eziyete göz yumabiliriz.” gibi bir anlam çıkabilecek bu tasarının ismi değiştirilmelidir.

Öncelikle, tasarıya dayanak olarak aldığımız İstanbul Sözleşmesi’ne tasarının gerekçesinde yer verilmemiş, atıf dahi yapılmamıştı. Bu nedenle, uluslararası anlaşmaların yanında İstanbul Sözleşmesi’ne de tasarıya dayanak anlaşma olması nedeniyle yer verilmesi gerektiği önerilmiş ve bu önergemiz komisyon tarafından kabul edilmiştir.

Tasarıda uluslararası bu Sözleşme’ye atıf yapılması çok önemlidir çünkü yasayı uygulayan hukukçular, genel olarak yasa metnine bakmakta ve Anayasa gereği de olsa uluslararası anlaşmaları göz ardı etmekte ya da bilmemektedirler. Bu durumda ise uygulamadan kaynaklanan tereddütler uluslararası anlaşmalar dikkate alınmaksızın hâkimin takdirine göre çözümlenebilmektedir. Bu nedenle, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine ve Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne tasarının 1’inci maddesinde yer verilmesi, uygulayıcılara yol göstermek, uluslararası anlaşmaların hukukumuzdaki yerinin anlaşılması ve bir iç hukuk kuralı olarak da uygulanmasının sağlanması sonucunu doğuracağından, yerinde ve doğru bir karar olmuştur.

Tasarının en önemli eksiklikleri ise, dayanak İstanbul Sözleşmesi’nde olmasına rağmen “devletin şiddete uğrayan vatandaşın zararını tazmin, sığınma evlerini açma zorunluluğu, ara buluculuk ve uzlaştırma yasağı, şikâyete bağlı olmama, hukuki ve adli yardım” hükümlerine tasarıda yer verilmemiş olmasıdır.

Tümü hukukçu olan komisyon üyeleri tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 24 Kasım 2011 günü onayladığımız Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Sözleşme’nin bir iç hukuk kuralı olduğu bilinmesine rağmen, işbu Uluslararası Anlaşma’da açıkça düzenlenen haklara tasarıda yer verilmemesi, bu hakların iç hukukumuzda uygulanmaması, gözden kaçırılması sonucuna neden olabilecektir.

Bu durumda uluslararası kamuoyuna, Türkiye'nin “ileri demokrasi” propagandası yapılırken gerçekte bu kuralların uygulanmayabileceği gizlenmekte, bu durum ise AKP’nin ileri demokrasi ve sosyal devlet anlayışını açıkça gözler önüne sermektedir diye düşünüyorum.

Grubumuz tarafından…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum efendim.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim arkadaşlar, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can.

Sayın Can, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

“Sizin en hayırlınız eşine en iyi davrananınızdır. Eğer içerinizden biri eşine karşı el kaldırıyorsa bilesiniz ki o hayırlı değildir.” hadisi şerifi ile konuşmama başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; netameli konulara el atan, gerçekten gayretkeş, çalışkan, başarılı Bakanımız bu konuyu da gündeme getirdi. Huzurlarınızda Sayın Bakanımıza da özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Gerçekten netameli bir konuydu. Bu netameli konuya bu zamana kadar el atılmadı. Her ne kadar 4320 sayılı Kanun 1998 yılında yürürlüğe girmiş olsa da üzerinden yaklaşık on dört yıl geçti. Bu on dört yıl süre zarfında teknolojik, içtimai ve sosyal alanda bir sürü gelişmeler oldu. Bu gelişmelere ayak uyduramayan, iyi niyetli hazırlanmış bu kanunun uygulamasındaki sıkıntılarından mütevellit yeni bir kanun hazırlama ihtiyacı hasıl olmuştu. Gerçekten, Sayın Bakanımıza da bu konudaki gayretlerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Özellikle Anayasa’nın 41’inci maddesine göre “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar.”

Burada, Sayın Bakanım haricindeki konuşmacıların kahir ekseriyeti özellikle kadın vurgusu üzerinde mesaj vermek istedi. Hâlbuki aile Türk toplumunun temelidir. Aile olmadan kadın olmaz, erkek olmaz. Burada bir sıralama yapmak gereği hasıl olacaksa -katılmıyorum ama- bu sıralamada aile ön planda olmalıdır diye düşünüyorum. Sonra çocuklar, sonra kadın, erkek… Eğer eşitler arasında önde gelen olmak, sıralamak gerekiyorsa hadi kadınları öne alalım diyorum ama aile, Türk toplumunun temelidir. Eğer bir toplumda aile çatırdayacak olursa o ülkenin geleceği, o milletin geleceği de tehlikededir diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa’nın 41’inci maddesinde devlete aileyi korumak üzere görev verilmiştir. Yine, TCK 86’ncı maddesinde “Kasten yaralama suçunun üst soya, alt soya, eşe ve kardeşe karşı işlenmesi hâlinde şikâyet aranmaksızın verilecek ceza yarı oranında arttırılır.” hükmü… Yine, cumhuriyet savcıları tarafından aile içi şiddete maruz kalındığının öğrenilmesi hâlinde bu konuda herhangi bir şikâyet de gerekmediğinden derhâl soruşturmaya geçilmesi, koruma kararı için derhâl aile mahkemesine bilgi verilmesi, mahkeme tarafından tedbir içeren koruma kararı verilen hâllerde kararın uygun bir biçimde infazının sağlanması da mevzuatımızda vardır. Ayrıca, kadınlar lehine pozitif ayrımcılık içeren, referandumdan geçen Anayasa’nın 10’uncu maddesinde de lehe düzenlemeler yapılmıştır.

Gerçekten kadının, zulmedilen, baskı altında tutulan bir insan olarak bulunması her şeyden önce temel insan haklarına aykırılıktır. Fakat kadına karşı pozitif ayrımcılık uygulayalım derken kadının aile içerisindeki statüsünü zayıflatmaya, dolayısıyla aileyi zayıflatmaya sebep olacak şeylerden de kaçınmalıyız. Unutulmamalı ki her kadın aslında bir aile bireyidir. Kadının birey olarak hakkı elbette önemlidir fakat ailenin dağılmaması daha önemlidir. Kadına pozitif ayrımcılık tanınması durumundaki bütün hâllerde ailenin hukukunu muhafaza etmek şartıyla bir anlam ifade eder çünkü biz eğer kadını koruyorsak insanı koruyoruz, oysa insanı korumanın birinci önceliği aileyi sağlıklı olarak muhafaza etmektir. Pozitif ayrımcılık uygulamaları boşanmayı kolaylaştıracak, ailenin çabucak dağılmasına sebep olacak uygulamalara dönüştürülmemeli, bir denge gözetilmesi, tercih yapılması, birey olarak kadının haklarıyla birlikte ailenin hakları ve hukuku muhafaza edilmelidir diye düşünüyorum.

Bu meyanda, televizyonlardaki evlilik programlarının kadın onuruna yakışmadığını, TV’lerin buna riayet etmelerini özellikle istirham ediyorum. Her türlü aşırı tavırdan ve uçtan uzak durulmalı. “Erkeğin otoritesini, egemenliğini kıralım.” derken feminizme de davetiye çıkarmamak  gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm dünya kadınlarının ülkemizin vefakâr, cefakâr, onurlu kadınlarının 8 Mart Kadınlar Günü’nü yürekten tebrik ediyorum. Dokuz yıldır Türkiye’de AK PARTİ olarak her alanda gerçekten çok yoğun bir mücadele yürütüyoruz. Yurt içinde demokrasinin standartlarını daha ileri seviyelere taşımanın, ekonomiyi büyütmenin, huzuru, güvenliği, istikrarı pekiştirmenin mücadelesini veriyoruz. Eğitim, sağlık, adalet ve emniyet başta olmak üzere Türkiye’yi her alanda çok daha huzurlu, kalkınmış, müreffeh bir ülke hâline getirmek için gayret ediyoruz, çalışıyoruz. Hiç kuşkusuz, bütün bu mücadeleyi insanlık için, adalet için veriyoruz. Ama bu mücadelede kadınların ve çocukların özellikle gözetildiğini, dikkate alındığını, her ne yapıyorsak öncelikle onlar için yaptığımızı vurgulamak istiyorum.

Dünyanın neresinde olursa olsun, savaşlar ve çatışmalar en önce kadınları ve çocukları hedef alıyor, en fazla onları vuruyor. Ekonomik krizler toplumda en fazla kadınları ve çocukları etkiliyor. Terör, göç, yoksulluk, aynı şekilde herkesten önce kadınları ve çocukları hedef alıyor. Antidemokratik uygulamalar, baskılar, zulümler, dayatmalar, kısıtlamalar maalesef en çok kadınlarımızı ve çocuklarımızı tahkir ediyor.

İşte, AK PARTİ olarak Türkiye’de dokuz senedir gerçekleştirdiğimiz reformlar, yaptığımız yatırımlar, uygulamalar ve icraatlar, attığımız adımlar herkesten çok kadınları mutlu etti, onların yaşamlarında âdeta sessiz devrimler gerçekleştirdi. Eğitim imkânlarından en önce kadınların, kızların istifade etmesini amaçladık. Dokuz yılda eğitim noktasında, kızların okuma noktasında önemli başarılar elde ettik. Kızların okullaşma oranını yükselttiğimiz kadar üniversitelerde kız çocuklarına kılık kıyafetlerinden dolayı uygulanan faşizan dayatmaya ve baskıya biz son verdik. Sağlık alanındaki reformlarla en çok anneleri, çilekeş Anadolu kadınlarını biz gözettik. Terörle mücadeleyi “Bu ülkenin anneleri ağlamasın, kadınları dul kalmasın, çocukları yetim kalmasın.” diyerek kadınlarımız adına bir daha azimle, kararlılıkla yürüttük, yürütmeye devam edeceğiz.

İşkenceye sıfır tolerans gösterdiğimiz kadar kadınlara yönelik şiddete sıfır tolerans gösterdik. Bu tasarıyla da kadınlara yönelik şiddete en kapsamlı, en kararlı şekilde önlemler getiriyoruz. Tabii burada sadece “kadın” demeyeceğiz, “mağdur” diyeceğiz çünkü bu kanun kapsamında gerek çocuklar gerekse erkeklerin de yararlanma durumu vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ olarak sadece Türkiye’de değil, bölgemizdeki, dünyadaki kadınların da haklarını en güçlü şekilde savunan biz olduk. Tunus’un, Fas’ın, Cezayir’in kadınları için sesimizi yükselttik. Afganistan’ın, Somali’nin, Bosna’nın, Irak’ın, Filistin’in, Suriye’nin kadınları için, çocukları için biz yüreğimizi ortaya koyduk.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle özellikle Van’ın kadınlarının, depremzede hanım kardeşlerimizin, Uludere’de çocuklarını kaybetmiş mahzun annelerimizin, Kuzey Afrika’nın, Somali’nin, Orta Doğu’nun yüzyıllardır çile çeken kadınlarının, Filistin’in, özellikle Gazze’nin, Şam’ın, Halep’in, Hama’nın, Humus’un, Itlip’in, Dera’nın mazlum ama mağrur kadınlarının 8 Mart gününü de tebrik ediyorum.

Anadolu’nun elleri nasır tutmuş emektar annelerimizin de günlerini tebrik ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz bu yasayla neler getiriyoruz? Bu yasayla getirmek istediğimiz en büyük şey, özellikle kurmuş olduğumuz aile merkezleriyle birlikte, şiddete maruz kalan kişinin, öncelikle şiddet uygulayanla arasındaki husumeti derinleştirmemek babından, öncelikle adliyeye gitmeden önce bu merkezlerde gerekli rehabilite ve eğitim çalışmalarına önem verilecektir. Dolayısıyla, adliyeye gidildikten sonra yapılacak koruma tedbirlerinin belki de ailenin bir araya gelmesine, buradaki huzursuzluğu derinleştireceğinden dolayı bu önleyici bir tedbirdir, önemlidir diye düşünüyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi sözcüsü, burada, eğitimle ilgili herhangi bir şey olmadığından bahsetti. Hâlbuki “Eğitim ve koordinasyon” başlıklı madde vardır. Diğer taraftan da ilköğretimde ve ortaöğretimde kadın fırsat eşitliğine inanmış, kadın haklarını üstün, hukukun üstünlüğünü kabul eden müfredatı, Millî Eğitim Bakanıyla Sayın Bakanımızın da protokolü çerçevesinde, inşallah müfredat programına da bu eklenmiştir ve burada öncelikle neslimiz bu konuda bilgilendirilecektir, bu konuda desteklenecektir diye düşünüyorum ben. Özellikle kız çocuklarımızın eğitimi alanında, okula yöneltilmeleri anlamında Sayın Bakanımızın özellikle katkıları oldu, bu desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Netice itibarıyla, bu kanunun öncelikle Türk milletine, Türk ailesine, kadınlarımıza, gençlerimize, çocuklarımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum. İnşallah bu kanun neticesi itibarıyla şiddetin bir daha tansiyonu artmaz, şiddet bitirilir.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – İnşallah önce sizi değiştirir, sonra…

RAMAZAN CAN (Devamla) – Ama her şeyden önce şunu söylemek istiyorum ben: Aile bireyleri arasında sadakate, nezakete ve saygıya, sevgiye önem verdiğimiz sürece şiddet önlenecektir diye düşünüyorum ben. Tabii ki Türk milleti yapı itibarıyla muhafazakâr bir aile, geleneklerine, göreneklerine, dinî değerlerine, millî örf ve ananelerine bağlı bir ailedir. “Ailemizi önemsemeliyiz.” diyorum.

Tekrar, bu duygular içerisinde tasarının kanunlaşmasını diliyor, “Hepimize hayırlı uğurlu olsun.” diyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Can.

Gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi şahısları adına Sermin Balık, Elâzığ Milletvekili.

Sayın Balık, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SERMİN BALIK (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında görüşlerimi bildirmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesile ile Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Toplumumuzda ne yazık ki var olan fiziksel, cinsel, psikolojik ve sözlü şiddetin artık yaşanmaması ve önlenmesi, en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, siyaset üstü olarak düşündüğümüzde hepimizin ortak paydasıdır. Bu bakış açısıyla, topluma şekil veren, yeni nesiller yetiştiren kadınlarımızın, geleceğimizin umudu çocuklarımızın ve şiddetin her türüne maruz kalmış insanlarımızın korunması ortak hassasiyetimizdir.

Bugün görüştüğümüz bu kanun tasarısının amacı, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirleri düzenlemektedir. Bu tasarıyla birlikte, şiddetin engellenmesi ve önlenmesi amacı ile mülki amirlere, hâkimlere ve kolluk amirlerine tedbir alabilme yetkisi verilerek hızlı bir şekilde sonuç alınabilmesinin yolu açılmaktadır. Tasarıdaki ana amaç şiddetin önlenmesidir, ancak aksi durumlarda da şiddete maruz kalan mağdurların korunması ve şiddet uygulayanlarla ilgili tedbir kararlarının süratle alınması ve etkin bir biçimde uygulanmasıdır. Tasarıyla, şiddet mağdurlarının şiddetten korunması ve sonrasında toplumsal hayatta var olabilme mücadelelerine yönelik tedbirler alınmaktadır. Bu tedbirler geçici maddi yardım, sağlık yardımlarından faydalandırılması, barınma ihtiyaçlarının karşılanması, meslek edindirilmesi, çocuklarının kreş ihtiyaçlarının giderilmesi, adli yardımda bulunulması ve hatta, gerekirse, kimlik değiştirilmesi olarak sıralanabilir.

Bu tasarıdaki yeniliklerden biri de şiddet uygulayanlara yönelik düzenlenen önleyici tedbirlerdir. Bu tedbirler “süre kısıtlaması olmaksızın müşterek konuttan veya bulunduğu yerden uzaklaştırılması ve konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, uzaklaştırılma emrinin çıkarılması, öfke kontrolüyle ilgili eğitim ve rehabilitasyon programlarına katılması, herhangi bir bağımlılığı olması hâlinde tedavi olması, meslek edindirme kurslarına katılması” olarak sıralanabilir. Elbette ki etkin uygulamayı sağlamak için de en önemli yenilik zorlama hapsidir. Bu tedbir, bir suç karşılığı uygulanan bir ceza yaptırımı değil, aksine, şiddet uygulayanı tedbirlere uymayı zorlamayı amaçlamaktadır. Önleyici ve caydırıcı bir uygulamadır. Mevcut uygulamada tedbir kararına aykırı davranılması hâlinde gelen suç, açılan ceza davalarının uzun sürmesi ve öngörülen hapis cezasının çoğu zaman verilememesinden, uygulanmamasından dolayı etkin olunamazken bu kanun tasarısıyla zorlama hapsinin uygulanması caydırıcı olacaktır. Şiddeti önlemek ve koruyucu tedbirleri etkin olarak uygulamak için destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, “yedi gün, yirmi dört saat” esasına dayalı, tercihen kadınların istihdam edileceği şiddet önleme ve izleme merkezleri bu tasarıyla hayata geçirilecektir. Bu merkezlerle birlikte, destek hizmetleri ve ilgili kurumlar arası koordinasyon sağlanarak çağrı merkezleri kurulacak, kayıt altına alınan vakaların izlenmesi sağlanacak ve bu şekilde kanunun daha etkin bir biçimde uygulanması sağlanacaktır.

Bugün bu tasarıyı görüşmemiz vesilesiyle, fedakâr, cefakâr ve onurlu kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarım.

Çıkacak bu kanun ile birlikte Gül Dünya, N. Ç. ve Ayşe Paşalı olaylarının yaşanmadığı, herkesin birbirinin yaşam hakkına saygı duyduğu bir dünya dileklerimle, bu tasarıda emeği geçenlere teşekkür eder, hayırlara vesile olmasını diler, Meclisimizi saygılarımla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Balık.

Şahsı adına Ankara Milletvekili Sayın Nurdan Şanlı, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili ben de şahsım adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği üzere, 8 Mart yani yarın Dünya Kadınlar Günü. Ben bugün burada, söz almam vesilesiyle, tüm kadınlarımızın bu özel gününü yürekten kutluyorum. Dünya Kadınlar Günü’nün kutlanmasının yanı sıra 8 Mart ve onu izleyen günlerde kadın haklarından daha etkili bir biçimde söz etmeli ve gündeme getirmeliyiz.

Kadın hakları ilk kez 18’inci yüzyıl düşünürleri tarafından gündeme getirilmiş ve kadın haklarını savunmaya başlamışlardır. Kadın haklarının en önemlilerinden birisi kadın erkek eşitliğidir ve bu eşitliğin sağlanmasıdır.  Çağdaş devlet olabilmenin en temel fonksiyonlarından birisi kadın erkek eşitliğinin sağlanmasıdır. Demokratik çağdaş bir devlet olabilmenin yolu bu anlayışın gerçekleşmesinden geçer ve bu anlayış tüm insanlığın ortak davranış biçimlerinden birisi olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi de kadına uygulanan şiddettir. Bu bağlamda, bugün burada Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nı görüşmekteyiz ve bunun amacı, şiddete uğrayan ve şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Özellikle kadınlara karşı uygulanan şiddet yalnızca ülkemizin değil, tüm dünyanın ortak sorunlarından birisidir. Tarih boyunca erkek egemenliğine dayanan toplumlar kadınları dışlamış ve onları ikinci sınıf olarak görmüştür. Şiddetin önlenmesine yönelik çalışmalar ancak 1970’li yıllardan sonra gündeme gelebilmiştir. Savaşta, yoklukta ve tüm zorlu anlarda kadınımızın erkeklerle beraber analık duygusunun da vermiş olduğu güçle nasıl kahramanlık gösterdiği bilinen bir gerçekken kendilerine yapılan zulmü anlamak mümkün değildir. Özellikle kadınlar başta olmak üzere yaygınlaşan şiddet olaylarının boyutları küçümsenemeyecek boyutlardadır. Gerek yazılı gerekse görsel medyada sık sık gördüğümüz dayak, işkence ve öldürme olayları konunun ne kadar vahim olduğunun önemli bir göstergesidir. Elbette ki bu eylemlerin ekonomik, toplumsal, kültürel, psikolojik ve birçok nedeni bulunmaktadır. Aile ve toplum bu tür davranış biçimlerinden fevkalade olumsuz şekilde etkilenmektedir. Ayrıca töre cinayetleri de kabul edilemez feodal bir anlayışın ürünüdür.

Şiddetin azaltılmasının, hatta yok edilmesinin en önemli güvencelerinden birisi de eğitimdir. Uygulamaya koyduğumuz “Haydi Kızlar Okula”, “Baba Beni Okula Gönder”, “Ana-Kız Okuldayız” kampanyalarıyla kazanılan ilerleme ve ülke genelinde başlatılan eğitim seferberliği bu tip anlamsız ve çağ dışı alışkanlık ve gelenekleri yok edecek ve daha çağdaş, daha eğitimli bir toplumu kazanmamızda önemli bir aşama olacaktır. Ne var ki daha çağdaş, daha insancıl değerleri kazanmamızda eğitimin yanı sıra ilgili kurum ve kuruluşlara, basına, sivil toplum örgütlerine ve tüm toplum kesimlerine büyük görevler düşmektedir. Herkes üzerine düşen görev ve sorumlulukları layıkıyla yerine getirirse eminim ki çok önemli mesafeler katedebileceğiz.

Kişinin fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini; fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı ifade eden, şiddeti önlemeye yönelik hazırlanan kanun tasarısı çok önemli bir gelişmedir. Bu kanunla birlikte şiddetin önleneceğine inancımla, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair yapılan bu düzenlemenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şanlı.

Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, on beş dakika süreyle soru-cevap kısmına geçiyoruz. Sisteme giren arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.

Sayın Belen…

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, özel bir TV kanalında yayınlanmakta olan polisiye bir dizi var, adı da “Behzat Ç.” Bu dizide Türk ailesinin temeline dinamit konuluyor. Bir savcı, üstelik kamu görevlileri; birisi savcı, diğeri emniyet görevlisi; evlenmeden, nikâhsız bir şekilde birlikte yaşıyorlar ve emniyet görevlisi, savcı rolündeki bayana karşı rolü gereği çok sert davranıyor, kadını aşağılayıcı sözler ve davranışlarda bulunuyor. Bu konuda Bakanlığınız herhangi bir girişimde bulunmuş mudur? RTÜK’ten veya ilgili bakanlıktan bu dizideki bu tür sahnelerin çıkartılmasını isteyecek misiniz? Bunun örneği daha birçok dizide var. Birçok dizide maço erkekler kadına karşı şiddet uygulamaktadır. Bu konuda bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ata…

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkanım, teşekkürler.

Aracılığınızla, Sayın Bakanıma sorumu yöneltiyorum:

Sayın Bakanım, maddi ve manevi kayıpları tartışmasız olan; henüz savaş mı, çatışma mı, şiddet mi tartışmalarını bile tüketemediğimiz Türkiye gerçeğinin demokratik, barışçıl bir temelde çözümü noktasında ne yazık ki Parlamento rolünü oynamamaktadır. Aile ve sosyal politikalardan sorumlu Bakan olarak, yaşanan büyük acılar düşünüldüğünde, en çok ailenin etkilendiği gerçeğiyle ortak bir barış dili ve yaklaşımının açığa çıkması için yürüttüğünüz bir çalışma var mıdır? Eğer yoksa bu konuda herhangi bir planlamanız mevcut mudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tuncel…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biraz önce, Sayın Bakana iki sorumun cevabını alamadım. Bir soruma ek yapıyorum. Cezaevindeki milletvekillerini ziyaret etmeyi düşünüyor musunuz diye, buna belediye başkanlarımızı da ekliyorum. Sayın Bakanımız belediye başkanlarımızı ve milletvekillerimizi ziyaret etmeyi düşünüyor mu? Bu konuda eğer bir heyet oluşturursa bu heyette biz de yer almak isteriz tabii.

İkincisi, bu kanun tasarısında, şiddeti önleme merkezleri var ancak kadınların birçoğu cinsel şiddete maruz kalıyorlar ve bunu ifade edecekleri mekanizmalar yok. Kadın örgütleri ısrarla bunu çok istediler. Cinsel şiddeti izleme ve önleme merkezleri kurmayı düşünüyor musunuz? Bu kanun kapsamında bu olmadı ama bu çok ciddi bir sorun.

Üçüncüsü yine, biz çok uğraştık ama kanunda yer almadı, bu eşcinsellere yönelik, LGBT bireylerine yönelik herhangi düzenleme yok ve bunlar en çok şiddete maruz kalanlar. Özellikle trans bireyler çok yoğun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - …şiddete maruz kalıyorlar. Bu konuda herhangi bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Son yıllarda, çeşitli sebeplere bağlı olarak boşanmalar artmış, aileler dağılmaktadır. Bundan da en çok çocuklar zarar görmektedir. 2011 yılında kaç aile boşanmıştır? Ayrılan ailelerin çocuklarına ve eşlere psikolojik destek verilmesi düşünülüyor mu? Ayrıca, 2011’de boşanma sebepleri nelerdir? Bunları öğrenmek istiyorum.

Bir diğer soru da eşi vefat eden kadınlara maaş bağlanacağı ifade edildi. Aynı durumda olan erkeklere de maaş bağlanamaz mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Alim Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, özellikle son dört yıldır Hükûmetin değişik bakanları ve Sayın Başbakan tarafından şehit ve gazi ailelerine ikinci bir iş istihdamı konusunda verilen sözler ne aşamadadır? Şu anda Bakanlık olarak sizin de kamuoyuna yaptığınız açıklamalar doğrultusunda iş bekleyen şehit ve gazi ailelerine nasıl bir müjde vermeyi düşünüyorsunuz?

İkinci sorum: Pozantı Çocuk Cezaevinde meydana gelen insanlık dışı olaylar hakkında Bakanlığınızın nasıl bir müdahalesi olmuştur? Altı yedi aydır kamuoyundan gizlendiği iddia edilen bu konuyla ilgili açıklamanız nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tan…

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Bakan, iki sorum var. Bunlardan birincisi Pozantı’da yaşanan rezaletle alakalı. Bu çocukların uğradıkları bu mağduriyetle ilgili şu ana kadar neler yapıldı? Ciddi bir yaptırım var mı?

İkincisi: Şırnak’ın Uludere ilçesinde 34 vatandaşımızın katledildiği olayda katledilenlerin büyük bir çoğunluğu çocuk yaştaki vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Bunların aileleriyle bir irtibat kurdunuz mu? Geride kalanlarla ilgili bir rehabilitasyon çalışması yaptınız mı? Ve bu çocukların mağduriyetlerinin giderilmesi, katillerinin bulunması için neler yaptınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Sakık… Yok.

Sayın Tüzel…

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Bakan, Anadolu Ajansında çalışan kadın basın emekçileriyle ilgili son zamandaki gelişmeleri sizle paylaşmak istiyorum. Bugün Başbakanın konuşmasında da Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gazetecilere Özgürlük Platformu ve tutuklu gazetecilerden bahsedilmiştir bu konuyla ilgili. Bir zamandır Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bağlı Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk’ün sürdürdüğü âdeta bir operasyon söz konusudur. Özellikle sendikanın bu faaliyetlerinden ötürü Genel Başkan Ercan İpekçi’yi hedef alır şekilde, sendikayı suçlayan bir metne imza toplanmakta ve bu metni imzalamayan Anadolu Ajansı çalışanları “Haritadan yer seçin.” diyerek tehdit edilmekte. Bir zamandır toplu emekliliğe, sürgüne ve sendikadan istifaya zorlanan Anadolu Ajansı emekçileri üzerindeki bu baskı sendikal hak ve özgürlükler açısından son derece tehlikelidir. Halkın doğru haber alma hakkı, gerçekleri öğrenme açısından… 

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) 

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…

Yok mu efendim?

Sayın Yılmaz…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Bakanım, ben size şu konuyu sormak istiyorum, daha önce Çalışma Bakanımıza da sormuştum: Şimdi, sigortalı kadınlar için doğum borçlanması var, iki doğum için borçlanabiliyorlar ama BAĞ-KUR’lu kadınlar için ve Emekli Sandığına tabi kadınlar için geriye doğru doğum borçlanması yok, çocuklarının doğumu nedeniyle. Aslında bu çok ciddi bir dengesizlik ve eşitsizlik.

Sayın Bakana da biz daha önce söylemiştik ama Sayın Bakan bu konuda çok fazla ilgili olmadı. Ben, sizin de kadınlar adına yani aynen işçi kadınlar gibi, esnaf kadınların, tarım işçisi olarak çalışan kadınların, BAĞ-KUR’lu kadınların ve Emekli Sandığındaki kadınların askerlik borçlandırılmasındaki gibi geriye doğru bir borçlanma yapabilmesi konusunda desteğinizi istiyorum. Bu konuda yakın bir zamanda bir yasa teklifi vereceğiz. Bütün kadınlar bunu bekliyorlar. Bu, devlete hiçbir yük de getirmeyecek aslında borçlanma için bedelini ödeyecekleri için yani ödenen bir bedel olacak. Buna devletin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Buldan…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim. 

Sayın Bakana sormak istiyorum: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün resmî tatil edilmesi konusunda kadın örgütlerinin yoğun talepleri var. Bu konuda biz de Barış ve Demokrasi Partisi olarak 8 Martın resmî tatil olması konusunda kanun teklifi hazırladık. Bakanlığınızın bu konuda herhangi bir girişimi var mı? Yani 8 Martı resmî tatil günü ilan edecek misiniz diye sormak isterim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan buyurun.

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Belen’in dizilerle ilgili genel olarak -Behzat üzerinde sordu ama- baktığımız zaman -bizim son yaptığımız araştırmada, genel olarak medya üzerinde yapılan araştırmalarda- Türk toplumunun kadını ikincilleştiren, şiddeti artıran, kadının cinselliğini öne çıkaran dizilerle ilgili genel manada yüksek oranda şikâyeti olduğunu çıkan araştırmalar da gösteriyor, ben de 2 çocuk annesi olarak da hakikaten bu dizilerden, kadını ikincilleştiren  ve şiddeti artıran dizilerden şahsi olarak da rahatsız olduğumu ifade etmek istiyorum fakat şimdi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu’na ve Basın Kanunu’na göre şikâyete bağlı bir süreç çalışıyor. Toplum hem şikâyet ediyor hem izliyor. Ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Medya okuryazarlığı dediğimiz şey de eğer rating’le ilgili bir süreç çalışıyorsa, eğer reklamlar ve rating ticari ve mali kaygıyla çalışıyorsa, bizim, farkındalığı artırarak, bilinci yükselterek şunu başarmamız gerekiyor: Ya seyretmeyeceğiz ya da şikâyet mekanizmasını güçlendireceğiz. Bir gerçekle daha karşı karşıyayız; şikâyet edilen oran yüzde 2,5. Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla görüştüğümüz zaman onlar da diyorlar ki: “Biz gelen şikâyetler üzerine hukuki süreci başlatıyoruz. Dolayısıyla bize bu konuda eğer hakikaten ciddi bir şikâyet alanı varsa şikâyet edecek mekanizmanın güçlendirilmesi gerekiyor.” Bizim burada sivil inisiyatifi geliştirerek, toplumsal duyarlılığı artırarak ve özellikle Amerika merkezli, Amerika’da reklamlar üzerinde yapılan bir sivil inisiyatif var, güçlü bir etik kurulu var. Eğer toplumun yapısını bozuyorsa, aile değerlerini yıpratıyorsa ki güçlü bir sivil inisiyatif reklamlar üzerinden o dizilerin ve o yayınların toplumsal baskı üzerinden kaldırılmasını sağlıyor. Bunu da güçlendirmemiz gerekiyor. Bu konuda biz de halkımızın duyarlılığını artıracak çalışmaları önemsiyoruz ayrıca Radyo ve Televizyon Üst Kurulu sisteminin daha aktif hâle getirilmesi gerekiyor, kamu spotlarıyla da bunun duyurulmasını önemsiyoruz. Çünkü halkımız çok az okuyor, en fazla televizyon seyrederek ve görsel olarak bilgi sahibi olduğu için, bizim bu alanlarda daha toplumsal duyarlılığı artıracak çalışmaların güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sizinle bu konuda da aynı fikirde olduğumu belirtmek istiyorum.

Sayın Akat’ın… Şimdi, tabii, özellikle Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’yle ilgili başlattığımız süreçte -Ayla Hanım’ın hassasiyeti üzerinde başlamış bir süreçtir- biz burada bölgesi, mezhebi, dili, dini ne olursa olsun herkesin birinci sınıf vatandaş olduğu ve herkesin onurluca bir yaşam mücadelesi sürmesi gerektiğine inandığımız için demokratik açılımı önemsedik ve temel hak ve özgürlüklerde, hukuk devleti olma noktasında, ileri demokrasiye gitme noktasında bölgeden gelen birisi olarak da bu hassasiyetlerinizi paylaşıyorum. Bunun hem ekonomik kalkınmayla hem de temel hak ve özgürlükleri artırarak, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi’nde sizlerin de desteğiyle bu süreci tamamlamamız gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca biz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak da ASDEP dediğimiz önemli bir projeyi hayata geçiriyoruz, çalışma modelimizi oluşturduk. ASDEP dediğimiz proje, aile sosyal destek uzmanlığı yani nasıl her ailenin bir aile hekimliği varsa onların bir sosyal hizmet uzmanı olacak. Koruyucu ve önleyici tedbirler dediğimiz, şiddetle mücadelede de, toplumun bugün yaşadığı birçok sorunda da kadının, çocuğun hakkının, hukukunun korunmasında da bu uzmanlarımızın tespitlerine göre hızlı bir şekilde çözüm bulacakları, her aile bazlı, her birey bazlı, onların yaptığı araştırmalara dönük bir çalışma sistemini önemsiyoruz. İki ilde şu an pilot çalışma olarak başlatacağız bu ay itibarıyla, Kırıkkale ve Karabük’te. Arkasından iki ayrı modeli çalışacağız. Hangi model üzerinde karar verirsek de daha geniş bir pilot çalışmayla, özellikle göç alan şehirler ve güneydoğudaki iller başta olmak üzere bunu önemsiyoruz. Eğer bu sosyal destek sistemini hayata geçirebilirsek, sosyopsikolojik desteği uzmanlarımız aracılığıyla güçlendirebilirsek bugün sizin söylemiş olduğunuz birçok alanda da koruyucu ve önleyici tedbir alabileceğimizi düşünüyoruz ve bunun da takipçisi olduğumu ifade etmek istiyorum.

Boşanma oranlarıyla ilgili olan bir soru var. Şimdi, özellikle açık topluma gittiğimiz, temel hak ve özgürlüklerin arttığı, kadının birey olarak güçlendiği noktada bu kadar sosyolojik olarak yaşanan boşanma oranlarının artması bir sosyolojik vaka olarak karşımızda duruyor. “Biz burada hangi aşamadayız, dünyadaki durum nedir?” diyecek olursanız, son on beş yılda binde 2’lik bir artış gözüküyor. Yani binde 14’ten binde 16’ya yükselmiş gözüküyoruz ama dünya ortalamalarına baktığınız zaman burada binde 25 ile binde 50 arası, şu andaki Türkiye’deki boşanma oranlarının 4 katı dünya ortalamalarının olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, aile, şu anda bizim toplumumuzun en önemli temeli olarak duruyor ve bu bizim açımızdan, özellikle toplumsal sorunlarda parçalanmış ailelerde daha çok sorun yaşandığından dolayı sevindirici bir noktadır. Biz de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak hem evlilik öncesi destek mekanizmalarını güçlendirecek evlilik öncesi eğitim programlarını hem de evlilik sonrası bir danışma sistemini, danışmanlık mekanizmasını güçlendirecek şekilde ailelerimizin yanında olmayı, ailelerin sorun çözme kapasitesini artırıp kadınıyla erkeğiyle onların yanında olacağı, iletişim mekanizmalarını güçlendireceği bir politikayı da hayata geçirmek için büyük bir gayret içerisinde çalışıyoruz.

Sayın Tüzel’in sendikayla ilgili, Anadolu Ajansındaki sendikayla ilgili sorduğu soruyla ilgili detayları bilmiyorum. Bunu hem Sayın Başkanla hem de Sendika Başkanıyla görüşeceğim, bize düşen bir şey varsa da bunu sizinle de konuşup takipçisi olacağımızı ifade etmek istiyorum.

Şehit yakınları ve gazilerle ilgili gelen bir sorumuz vardı. Burada şehit yakınlarıyla ilgili, Başbakan Yardımcımızın Başkanlığında beş bakanlığımız beraber bir çalışma yaptık. Özellikle şehit yakınları ve derneklerle, vakıflarla yaptığımız çalışmada onların talepleri doğrultusunda birçok düzenlemeyi hayata geçirecek bir taslağı oluşturduk. İkinci istihdamın da içinde olduğu, birçok sağlık hizmetlerinin güçlendirildiği, ulaşılabilirlikle ilgili sorunların çözüldüğü, muhtaçlık belgesinin aranmadığı, birçok sorunun çözüldüğü bir taslak şu anda çalışıldı. Sayın Başbakanımıza şu anda taslağı anlatacak aşamaya geldik, ona vereceğimiz bilgiler doğrultusunda Sayın Başbakanımızın bunu halkımıza anlatacağı şekilde, hızlı bir şekilde, bir on beş-yirmi gün içerisinde süreci tamamlayacağımızı da ifade etmek istiyorum.

Pozantı’yla ilgili...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi oturuma on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.24

 

 İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.42

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)

---0---

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

181 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon yerinde.

Hükûmet yerinde.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

1’inci madde üzerinde tasarının başlığını da kapsayan iki önerge vardır, okutuyorum:

 

TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının isminin "Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı" olarak değiştirilmesini teklif ediyoruz.

                    Ayla Akat                                  Sırrı Süreyya Önder                             Sebahat Tuncel

                      Batman                                            İstanbul                                            İstanbul

 

                    Erol Dora                                       Levent Tüzel                                   Ertuğrul Kürkcü

                      Mardin                                             İstanbul                                             Mersin

 

                 Hasip Kaplan

                       Şırnak

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının isminin "Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı" olarak değiştirilmesini ve 1. maddesinin 1. fıkrasına "ısrarlı takip mağduru” ibaresinden sonra gelmek üzere "ve cinsel tercih farklılığı" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                 Nedret Akova                              Dilek Akagün Yılmaz                               Sena Kaleli

                     Balıkesir                                              Uşak                                                 Bursa

                    Sakine Öz                                       Sedef Küçük                                              

                      Manisa                                             İstanbul

 BAŞKAN – Okunan son önergeye Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge sahibi, İstanbul Milletvekili Sedef Küçük.

Buyurun Sayın Küçük.

Süreniz beş dakika.

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 25 Kasımda büyük bir mutabakatla Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni Meclisimizden geçirdik. Aradan yaklaşık yüz gün geçti, o günden bu yana onlarca kadın daha öldürüldü. Her geçen gün kadınlarımızı böylesi kör bir şiddete kurban vermeye devam ettik. Umudumuz yeni hazırlanan tasarıdaydı. Bakanlığın bu konuda caydırıcı olabilecek bir tasarı ortaya koyacağını, Meclisimizin tüm partileriyle uzlaşma içinde, 25 Kasımda yaptığı gibi büyük bir mutabakat göstereceğini ve hep beraber bu sorunun çözümü konusunda olumlu bir adım atmış olacağımızı umuyorduk ama gördük ki, ortaya vadedilen tasarının silik bir gölgesi çıkmış.

Bu, yalnızca bizce böyle algılanmadı. Bu tasarıya katkı veren 200’ü aşkın sivil toplum örgütü de aynı hayal kırıklığını yaşadı. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bu tasarıyı görüşürken, toplantıya katılan kadın örgütleri temsilcileri, yetersiz bir kanunun çıkmasındansa sorunun acil çözüm bekliyor olmasına rağmen beklenebileceğini, “8 Marta yetiştireceğiz.” diye eksik ve yetersiz bir kanun çıkarmanın yanlış olacağını ifade etmişlerdir. Bu doğru bir yaklaşımdır. Elbette böyle bir kanunun 8 Marta yetiştirilmesinin büyük bir sembolik değeri vardır ama sembolik olmasından daha değerli olan, bu kanunun çözüm üretmesidir. Kanunlar çözüm ürettiği sürece anlamlıdır.

Sayın Bakanın bunu gerçekleştirebilmek için gösterdiği çabanın hepimiz farkındayız. Kimsenin iyi niyetinden kuşkumuz da yoktur. Ancak, iyi niyet, tarihin hiçbir döneminde sorunların çözümü için yeterli olmamıştır. Tarih, niyetleri değil, yapılanları yazar, hangi hakları verdiğinizi, eşitliği nasıl sağladığınızı yazar.

Değerli milletvekilleri, yapılan kanunları hayata geçirebilmek kanunları yapmak kadar önemlidir, hatta, belki de daha önemlidir. Bunun için size bir örnek vermek istiyorum: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye aleyhine verdiği bir kararda bakınız ne diyor: “Türkiye’de gerçekleştirilen tüm yasal reformlar kadın-erkek eşitliğinin gerçekleştirilmesinde yetersiz kalmıştır. Türkiye’de siyasi irade, fiilen kadın-erkek eşitliğini sağlamakta isteksiz, kararsız ve duyarsız bir görünüm sergilemektedir. Bu da yasalardaki olumlu düzenlemelerin uygulamaya geçmesini, çoğu kez kamu görevlilerinin keyfî uygulamalarına bırakılmasına neden olmaktadır.” Bu tasarıda söz konusu eleştirileri ve saptamaları ortadan kaldıracak bir düzenleme var mıdır? Kamu görevlilerinin keyfî uygulamalarını engelleyecek tek bir satır var mıdır? “Seviyordum öldürdüm.”, “Namusumu kirletti, öldürdüm.” diye savunma verene haksız tahrik indirimi yapan hâkime karşı bir yaptırım var mıdır? “O zaten konsomatristi, öyleyse karakolda yediği dayağı hak etmiştir.” diyen kamu görevlisine karşı herhangi bir düzenleme var mıdır? Oysa kamu görevlilerinin alışkanlıklarını değiştirmeleri için zorlayıcı tedbirler konulması gereği açık bir şekilde önümüzde durmaktadır.

Kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucudur. Bu, altında imzamız olan bütün sözleşmelerde yazıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin, bunu sağlayacak mekanizmalara ilişkin yirmi beş maddelik kanunda tek bir kelime var mıdır?

Değerli milletvekilleri, “toplumsal cinsiyet eşitliği” yalnızca bu kanun tasarısıyla sınırlı kalmaksızın yaşamın her alanında vurgu yapılması gereken bir kavramdır. Kadına yönelik şiddetin azaltılmasının ancak ve ancak toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanarak aşılabileceği görülmektedir. Buna değinmeyen bir kanun, kadın ve erkeğin her koşulda eşitliğini amaçlayan mekanizmaları kurmayan bir kanun eksik kalmaya mahkûm bir kanundur. Bu nedenle, bu düzenlemenin de yetersiz kalacağı kaygısını taşımaktayım. Bu kaygının yalnızca benim kaygım olmadığını, sivil toplum örgütlerinin de aynı kaygıyı paylaştığını belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Küçük.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Bir önceki önergeyi okutuyorum:

 

TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının isminin "Kadına Yönelik Her Türlü Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı" olarak değiştirilmesini teklif ediyoruz.

                                               Ayla Akat Ata (Batman) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçe mi? Kim konuşacak?

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Levent Tüzel konuşacak.

BAŞKAN – Sayın Tüzel, İstanbul Milletvekili.

Buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

"Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır.

Acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan

Karabasanlar gibi çizer kadınların yüzünü."

Nâzım Hikmet’in dizeleriyle bu yasa tasarısı üzerine görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, Hükûmetteki tek kadın Bakanı, Meclisimizin kadın milletvekillerini ve Komisyon üyelerini selamlıyorum. Aynı şekilde, bu tasarıya emek eden ama karşılığını bulamayan iki yüz altmış yedi kadın örgütünün çatısı Şiddete Son Platformu’nda buluşan kadın örgütlerinin yöneticilerini selamlıyorum. Keza, ülkemizde iş cinayetlerinde hayatını kaybeden, işten atılmalarla karşı karşıya kalan, cinsel şiddet altında emeği sömürülen, evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini bir bombalanma sonucu kaybeden Roboski’deki Kürt kadınlarını, keza düşünceleri, özgürlükleri, gelecekleri için cezaevinde yatan bütün kadınları, ülkemizin kadınlarını selamlıyorum.

Önce Hükûmetin bu yasa tasarısını hazırlarken yaklaşımına değinmek istiyorum. Âdeta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne dönük, birkaç gün kala bu yasa tasarısı bir hediye ve bir prestij yapmak adına, Hükûmetin prestijini yapmak adına hazırlanıyor ama gördüğümüz kadarıyla uygulamalar ve politikalarıyla Hükûmet yine kadına dönük şiddeti bünyesinde barındırıyor.

 İşte, 4 Mart günü Hatay Antakya’da Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlayan kadınların üzerine polis copla, gazla saldırmıştır. Keza “Üç çocuk” söylemi arkasında sosyal güvencesiz, işsiz, son 4+4+4 eğitim yasa tasarısıyla eğitimsiz bırakılmaya hazırlanan, eve tıkılan kadınlar, yine aynı şekilde giyimi kuşamı, yaşam biçimi sorgulanarak “Fiş ile priz” benzetmeleriyle, “Perdesiz ev” söylemleriyle âdeta şiddete davet çıkaran bir devlet bürokrasisi karşısında elbette bütün bu söylenenler, kadını koruma, aileyi koruma, şiddete karşı bir yasa çalışması gerçekten sözde kalmaktadır.

“Korunan ailenin durumu nedir?” dersek, Dünya Ekonomik Forumu’nda “Cinsiyet Eşitsizliği Raporu”nda ülkemiz kadınları 135’inci sırada yani sondan 9’uncudur. Kadının ekonomideki payı yüzde 29 olarak belirtilmektedir. On beş yaş üstü 20 milyon kadın, ülkemiz kadını evinde oturmaktadır. Küçük fabrikalara dönen evlerde çocuk, hasta, yaşlılarıyla üç kuruş karşılığında parça başı işlerle aileyi korumaya çalışan, emek eden kadınlar ülkemiz kadınlarıdır. İşsizlik korkusuyla hakarete, tacize sessizlikle boyun eğmeye zorlanan kadınlar, yine işe girerken hamile kalmayacağına dair söz veren kadınlar bizim gerçekliğimizdir.

100 kadından fazla işçinin bulunduğu iş yerlerinde kreş hakkı yasalarda yazar ama uygulanmaz. Yine aynı şekilde, Başbakanlık genelgesiyle iş yeri denetiminde cinsiyet eşitliğine uyulup uyulmadığı denetlenecektir ama denetlenmez.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün kutlandığı yüz elli beş yıldır, işte sekiz saat çalışma hakkı için fabrikasında yanarak can veren kadınlardan sonra, bugün ülkemiz kadınları on iki, on dört saat çalışmaktadır. Zorunlu mesailer, düşük ücret, performans uygulaması, kuralsız esnek çalışma yine ülkemiz kadınlarının gerçekliğidir. Çocuk yaşta evlendirilen kadınlar, savaşın mağdur ettiği, parçaladığı, dağıttığı aileler…

Ülkemizde kadınları korumak adına sığınma evi oluşturulmuştur ama bunların sayısı 78’dir. Yine, Bakanlığın bu yasa tasarısıyla oluşturduğu personel sayısı 320’dir ama istenen 5.577’dir. Şimdi, bununla yapılmak istenen, eğitimsiz personelle, âdeta onları angarya olarak değerlendirmektir.

İnsanca iş, gerçek eşitlik ve özgürlük, barışın sağlandığı bir düzen ancak şiddeti ortadan kaldıracaktır. Böyle bir düzeni sağlamak için bütün ülkemiz kadınlarını el ele vermeye çağırıyorum.

Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Tüzel.

Sayın Tüzel ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 2-

BAŞKAN –  2’nci madde üzerinde üç önergemiz var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 2. Maddesine h) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ı) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Nedret Akova                              Sakine Öz                    Hülya Güven

   Balıkesir                                   Manisa                           İzmir

 

 Aylin Nazlıaka              Dilek Akagün Yılmaz      Sedef Küçük

      Ankara                                  Uşak                      İstanbul

“ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları ifade eder.”

 

                                          TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 2. maddesinin "şiddet mağduru" tanımının sonuna "trans kadınlar, lezbiyen, gay ve eşcinseller" ibaresinin eklenmesini,

h) bendinden sonra gelmek üzere; ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları" bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.

                 Ayla Akat Ata                              Sırrı Süreyya Önder                             Sebahat Tuncel

                      Batman                                            İstanbul                                            İstanbul

                 Hasip Kaplan                                    Levent Tüzel                                       Erol Dora

                       Şırnak                                             İstanbul                                             Mardin

                                                                        Ertuğrul Kürkcü

                                                                               Mersin

 

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesinin birinci fıkrasının b) bendinin madde metninden çıkartılmasını ve diğer bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

                  Ahmet Aydın                             Mehmet Doğan Kubat                            A. Sibel Gönül

                    Adıyaman                                           İstanbul                                             Kocaeli

                Mustafa Elitaş                                   Sermin Balık                                    Nurdan Şanlı

                      Kayseri                                              Elâzığ                                               Ankara

          Zeynep Karahan Uslu                               Oya Eronat

                    Şanlıurfa                                         Diyarbakır

BAŞKAN – Son okunan önergeye Sayın Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Başkan…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçe.

BAŞKAN – Gerekçe…

Gerekçe:

Bakanlık il ve ilçe müdürlüklerine bu Kanun hükümleri çerçevesinde atfedilen görevler geçici madde 1 ile düzenlenmiş olduğundan, uygulamada karışıklığa meydan vermemek üzere Bakanlık il ve ilçe müdürlüklerinin tanımının madde metninden çıkarılması için bu önerge verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

                                          TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 2. maddesinin "şiddet mağduru" tanımının sonuna "trans kadınlar, lezbiyen, gay ve eşcinseller" ibaresinin eklenmesini,

h) bendinden sonra gelmek üzere; ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları" bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.

                                                                                                               Ayla Akat Ata (Batman) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

AYLA AKAT ATA (Batman) – Ben konuşacağım.

BAŞKAN - Sayın Ata, buyurun.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülen yasanın 2’nci maddesi üzerine vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine konuşmak üzere söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, önergemizde öncelikle toplumsal cinsiyet tanımı bir maddede atıfta bulunulmuş olmakla beraber ne yazık ki tanımlar içerisinde yer almıyor. Toplumsal cinsiyetin de tanımının yapılması gerektiğini düşünüyoruz 2’nci madde içerisinde.

Ve yine, şiddet mağduru kadınların dışında aynı zamanda “trans kadınlar, lezbiyen, gay ve eş cinseller” ibaresinin de eklenmesini istiyoruz. Biz ne kadar yok sayarsak sayalım toplumumuzun bir gerçekliğidir ve herkesin… Biz eğer cinsiyet eşitliği politikalarını hayata geçireceksek, ki biz burada ifade ediyoruz, kadın olarak ikinci cins olarak adlandırılıyoruz ama onlara üçüncü cins olarak bile bir değer verilmiyor, var sayılmıyorlar, hakları korunmuyor ve bu çerçevede de her gün şiddet mağduru oluyorlar. Bu konuda öncelikli olarak biz nefret suçlarıyla ilgili değişik yasa tasarıları, teklifleri hazırladık, değişiklik önergeleri ama bu nefret suçlarının da en büyük mağduru olanlar yine trans kadınlar, lezbiyenler, gay ve eş cinseller. Bu tanımın da mutlaka yasa içerisinde yer alması gerektiğine inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, “Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları” bendinin eklenmesi şeklinde ifade ettik. Şöyle ki: Ne yazık ki bizlerin cinsiyet eşitliği politikalarını hayata geçirme mücadelemiz yanında yine toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması noktasında da bir mücadele içerisinde görüyoruz kendimizi. Bizim mücadele etmemiz toplumumuzun bu konudaki, esasında, gerçeğini açığa çıkartır ki bu noktada da Parlamentonun bu konu üzerinde çıkarılan yasa gerekçe görülerek bir düzenleme yapması gerekiyor, bu tanımlara mutlaka yer verilmesi gerekiyor.

Bunun dışında değerli milletvekilleri, Türkiye’de en çabuk olabildiğiniz şey terörist ki bugün özellikle Barış ve Demokrasi Partisi üzerinde yürütülen bir şiddet söz konusu ki bunda en büyük mağduriyeti yine kadın siyasetçilerimiz ve seçilmişlerimiz yaşıyor. “KCK” adı altında yürütülen soruşturmalar vesilesiyle toplumda ötekileştirme mantığının en somut örneğiyle karşılaşıyor kadınlar. Bizler cinsiyet kotası noktasında yürütmüş olduğumuz mücadeleyi kendi siyasi partimiz içerisinde, yine temsiliyetini şahsımızda gördüğümüz tabanımız için yürütüyoruz. Ama şu bir gerçek, hem parti içerisinde hem de topluma karşı verilen bu mücadele karşısında zaten kadın yalnız iken bunun yasalarla da korunmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ama buna rağmen bir de yargıyla bastırılma sürecini yaşıyoruz.

Şu an Diyarbakır’da görülmekte olan KCK ana davasında yargılanan kadın arkadaşlarımızın iddianamesinde şu ifade yer alıyor: “Sadece cinsiyet kotasını savunmadılar, bir de seçilebilecek yerlerde kadınlara yer vererek ve kadınları seçtirerek bunu başardılar.” Bu, hepimiz için bir ayıptır ve bunu savunmak eğer KCK’li olmaksa, cinsiyet eşitliği politikaları noktasında mücadele etmek eğer KCK’li olarak sayılmaksa, evet, biz bu suçu işlemeye devam edeceğiz; cinsiyet kotasını savunacağız, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için politikaları ortaya koyacağız ki bu amaçla attığımız bazı adımlar ve yürüttüğümüz bazı çalışmalar var. Bunların en çok görünür olanı, eş başkanlık sistemimiz, yine parti içerisinde oluşturduğumuz cinsiyet kotası, tüzüğümüze aldığımız cinsiyet kotasıyla ilgili düzenleme ve yine iktidarda olduğumuz illerde yerel yönetimlerimizde oluşturduğumuz, işçiyle kurmuş olduğumuz hizmet akitlerinde kadını koruyan hükümlerle bunu görünür kılmaya çalışıyoruz.

Kadına şiddet uygulayan ve yine bu şiddetin meşru görülebilmesi koşullarını yaratmaya çalışan erkek arkadaşlarımız için bu sözleşmelerde ortaya konulan hükümlere uyma zorunluluğunu, eğer şiddet uygularsa öncelikle maaşının kesilmesi, daha sonrasında gerekirse kendisi işten çıkarılarak eşinin alınması noktasına varan düzenlemelere yer veriyoruz.

Ve yine şunu belirtmek istiyoruz: Bu verilen mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliği noktasında verilen mücadele toplumun çok çabuk kabul edebileceği bir mücadele değil çünkü verilen roller ve statüler var ve bu statüleri değiştirme noktasında ne yazık ki azim ve kararlılık gerekiyor ve yine destek gerekiyor. Sadece kadının bu noktada yaşadığı toplumsal konumu doğru tahlil edebilmesi yeterli değil, aynı zamanda erkeğin de beş bin yıllık egemenlikten kaynaklı feodalizmiyle buluşması gerekiyor, bunu tanımlayabilmesi gerekiyor ki ortak mücadelenin sonucu olan eşitliğin sağlandığı bir toplumsal süreç de yaşanılır olabilsin.

Ben yine saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ata.

Sayın Ata ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir sonraki önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 2. Maddesine h) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ı) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                     Ayşe Nedret Akova (Balıkesir) ve arkadaşları

“ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışları ifade eder.”

 

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sedef Küçük, İstanbul.

Buyurun Sayın Küçük.

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerine söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bütün çağdaş ülkeler toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için kadın odaklı bir yaklaşım benimsemektedir. Biz ise hâlâ aile odaklı bir yaklaşım benimseyerek kadına yönelik şiddetin önlenmesinde eksik bir çerçeveden bakmaktayız. Elbette aile çok önemlidir ama unutulmamalıdır, Türkiye’de kadınlar aile bireyi olsun ya da olmasınlar kadın oldukları için şiddet görmektedir. Kadının varlık nedenini yalnızca eş ve anne rolüne indirgemek, yalnızca bu iki role sıkıştırmak rahatsız edici olduğu kadar olumsuz sonuçlara da yol açmaktadır.

Bu anlayış, kadını yaşamın dışına itmektedir, eğitimin dışına itmektedir, çalışma hayatının dışına itmektedir. Bu anlayış, kadınlarımızı kurban vermektedir. Geçtiğimiz yıl 232 kadının canına kıyılmıştır. 600 kadın tacize, 180 kadın tecavüze uğramıştır. Bunlar yalnızca basına yansıyanlar, buz dağının görünen yüzü. Ne üzücü ki bu konuda herhangi bir veri tabanımız bile yoktur. Hepimiz, ancak bunları basına yansıdığı kadar ve basının yansıttığı kadar öğrenebiliyoruz. Bu ülkenin insanları böyle bir ülkeyi değil, kadınların payına, şiddetin ve ölümün düştüğü bir Türkiye’yi değil, eşit hakların, eşit koşulların, eşit paylaşımın olduğu bir Türkiye’yi hak ediyorlar.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet ilan edileli seksen dokuz yıl, Medeni Kanun kabul edileli seksen altı yıl, kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkının verilmesinin üzerinden yetmiş sekiz yıl geçmiştir. Bugün, kadın-erkek eşitliğinin neresinde olduğumuza bakılınca görünen durum hiç de iç açıcı değildir. Nerede durduğumuzu anlamak için, bir hayli olumsuz olan uluslararası performansımızdan bahsetmeyeceğim bile. Çalışma yaşamındaki kadınların oranına, şiddet karşısında polisinden bakanına kadar gösterilen tavra, kadının görünürlüğü meselesine, hatta gazetelerin 3’üncü sayfasına bakmak bile ne hâlde olduğumuz hakkında net bir fikir vermektedir. Ne yazık ki kadınla erkeğin eşit olmadığı ve olamayacağı gibi bir anlayış, kadınların yaşadıkları sorunların çözümü konusunda ilerleme sağlayamamaktadır.

Kadınlar ve eşitlik konusunda toplumun büyük çoğunluğuna hâkim olan ön yargılar, düşünce biçimleri ne yazık ki yönetime de hâkimdir. Kadın-erkek eşitliği konusunda kaydedilen bütün mesafe, bir karakolda kadının gördüğü şiddet ve idarecilerin buna karşı aldığı tavırla altüst olabiliyor. Birtakım gelişmeler var mıdır? Elbette vardır. Avrupa Konseyi sözleşmesine imza attık, Meclisimizde onayladık. Daha önce Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ni imzaladık. Bugün tüm eksiklerine rağmen bu tasarı kanunlaşacak. Bunlar gelişmedir. Ancak uygulamaya gelince işin rengi değişmektedir. Ben, tüm idare kötü niyetlidir demiyorum ama uygulama konusunda yıllardır aksaklıkların sürdüğü ve bunun önlenemediği de aşikârdır. Anlaşılan kadınların sorunlarını çözmeden hiçbir sorunun çözülemeyeceğine önce idarenin ikna olması gerekmektedir. Bu ön yargılar ve duyarsızlıklar bizlerin kadınsız bir demokrasi ve uygarlık kurulamayacağını anlatmak konusunda hayli mesafe kaydetmemiz gerektiğini de ortaya koymaktadır.

Kadınsız bir demokrasi ve uygarlık olamayacağının altını bir kez daha çizmek istiyorum. Kadınsız bir barış da mümkün değildir. Bakın, Bosna eski Başbakanı Haris Silajdzic ne diyor: “Masanın etrafında kadınlar oturuyor olsaydı savaş olmazdı. Kadınlar evlatlarını diğerlerinin evlatlarını öldürmesi için göndermeden önce uzunca düşünür.” Kadının ikinci sınıf görüldüğü bir yerde ne barıştan ne demokrasiden ne de özgürlükten söz edilebilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yarın 8 Mart. Bütün kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Her şeye rağmen, daha eşit bir dünya için hiçbir kadının umudunu yitirmemesi gerektiğini düşünüyorum çünkü haklıyız ve biz kazanacağız; biz kazandığımızda Türkiye kazanacak.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Küçük.

Sayın milletvekilleri, Sayın Küçük ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. 

2’nci maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 

3’üncü madde üzerinde üç önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı"nın 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                 Sermin Balık                                     Ahmet Aydın                              Mehmet Doğan Kubat

                       Elâzığ                                            Adıyaman                                           İstanbul

                Mustafa Elitaş                                  A. Sibel Gönül                                   Nurdan Şanlı

                      Kayseri                                             Kocaeli                                              Ankara

                                           Oya Eronat                                 Zeynep Karahan Uslu

                                           Diyarbakır                                            Şanlıurfa

“d) Gerekli olması halinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması halinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkanının sağlanması."                                               

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 3.maddesinin ç) bendinin "ilgilinin talebi üzerine veya resen" ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

''kendisinin,çocuklarının ve yakınlarının "

                 Nedret Akova                                      Sakine Öz                                     Aylin Nazlıaka

                     Balıkesir                                            Manisa                                              Ankara

           Dilek Akagün Yılmaz                               Sena Kaleli                                      Sedef Küçük

                        Uşak                                                Bursa                                              İstanbul

           Ayşe Eser Danışoğlu                              Hülya Güven

                     İstanbul                                              İzmir

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 3. maddesinin 1 inci fıkrasında geçen ""veya uygun görülecek benzer tedbirlere" ibaresinin çıkarılmasını,

1 inci fıkranın ç bendinde "hayati tehlikesi bulunması halinde" ibaresinden sonra “ihbar" kelimesinin eklenmesini,

1 inci fıkranın d bendinde bulunan "çalışması durumunda varsa çocukları için tedbir kararı sürecince, çalışma yaşamına katılımını  desteklemek üzere  varsa" ibaresinin çıkarılmasını,

2 inci fıkrası çıkarılarak "(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince alınır. Bu işlem tatil günleri hariç olmak üzere, en geç kırk sekiz saat içinde mülki amirin onayına sunulur. Mülki amir tarafından kırk sekiz saat içinde onaylanmayan işlemlerin uygulanmasına son verilir." ibaresi ile değiştirilmiştir.

                    Ayla Akat                                  Sırrı Süreyya Önder                             Ertuğrul Kürkcü

                      Batman                                            İstanbul                                             Mersin

                Pervin Buldan                                 Sebahat Tuncel                                    Sırrı Sakık

                        Iğdır                                               İstanbul                                               Muş

BAŞKAN – Son önergeye Sayın Komisyon katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Pervin Buldan, buyurun.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vermiş olduğumuz 3’üncü madde değişikliği dolayısıyla söz aldım, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Aynı zamanda, yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, bu vesileyle, bütün kadınlarımızın 8 Martını kutluyorum.

Evet, kadına yönelik şiddetle mücadelede hukuksal gelişmeler oldukça önemlidir. Kadın hareketinin yoğun ve uzun çabaları ve Avrupa Birliğinin olumlu baskılarıyla Medeni Kanun ve Ceza Kanunu kadınlara karşı ayrımcılık içeren maddelerinden arındırılarak yeniden kabul edilmiştir. Birçok uluslararası anlaşmalar da yine bu dönemde imzalanmıştır. Gelişen süreçte bu yasal düzenlemeler kadına yönelik şiddeti sona erdirmemiş, şiddete uğrayan kadın sayısı gittikçe artış göstermiştir. Bu can yakıcı sorunu bir nebze de olsa çözeceği umuduyla beklediğimiz, bugün gündemimizdeki, adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olan yasa ne yazık ki beklentileri tam olarak karşılayacak nitelikte değildir. Yasayı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde yasalaştırarak kadınlara bir hediye vermek niyetinde olan Hükûmet ve Bakanlık, tasarıyı yasalaştırmak için gereksiz bir acelecilik içindedir. Zira, Bakanlık, söz konusu kanun tasarısı çalışmalarında bu tasarının belki de en önünde yer alması gereken kadın hareketlerini, onların talep ve itirazlarını gereği gibi dikkate almamıştır.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın hareketlerinin yeri büyüktür. Şiddetin ekonomik, psikolojik veya fiziksel, çok çeşitli boyutlarının sıradanlaştığı Türkiye'de, kadın hareketi kadına karşı şiddete bir başkaldırı olarak gelişmiştir.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet, Avrupa Konseyinin “kadına yönelik şiddet” konulu İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacıları arasında olduğunu dile getirmekte, bununla sürekli övünmekte, fakat Bakanlık ve Hükûmet yetkilileri tarafından kamuoyuna açıklanan pek çok olumlu düzenleme, kanun tasarısında yer almamaktadır. Hükûmet, kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye dair kadınlara ve kadın hareketlerine verdiği sözleri tutmamıştır. Bu tasarı bu nedenle kadın örgütlerinin taleplerini ve beklentilerini karşılamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, kanunun adı “Ailenin Korunması” ile başlamakta, kanunun amacı olan “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” ise daha sonra gelmektedir. Kanunun adı ile bile, kadını aileden sonra gören ve bu hâliyle korumak isteyen ya da aile içinde görmek isteyen bir yaklaşım hissedilmektedir. Ayrımcı ve ataerkil bir zihniyetin devamı niteliğindeki bu bakış açısı ile bu kanun tasarısı şu an yürürlükteki Ailenin Korunması Kanunu'ndan farklı olmayacağı endişesini doğurmaktadır.

Yasa tasarısının 3’üncü maddesinde koruyucu tedbir kararlarına mülki amir tarafından karar verileceği düzenlenmiştir. Yürürlükte bulunan yasa ve diğer yasalarda şiddetin önlenmesi için gerekli tedbirler hâkim tarafından verilmekte idi. Yasada mülki amire de tanınan bu yetkinin etkin bir biçimde yerine getirileceği tartışmalıdır. Bu konuda yeterli donanıma ve tecrübeye sahip olunmaması ayrı bir sorundur. Bu nedenle bu kişilerin, kadın hakları ve şiddet konusunda eğitimden geçmeleri gerekmektedir. Yasa tasarısının aynı maddesinde “Mülki amir tarafından 48 saat içinde onaylanmayan işlemlerin uygulanmasına son verilir.” hükmü ile iş yoğunluğu nedeniyle bu sürenin aşılması durumunda kadın yine şiddet uygulayanın kollarına terk edilmektedir.

Bu vesileyle değişiklik önergemizin kabul edilmesini arzu ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Buldan.

Sayın Buldan ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir sonraki önergeyi okutuyorum:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 3. maddesinin ç) bendinin "ilgilinin talebi üzerine veya resen" ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 Aylin Nazlıaka (Ankara) ve arkadaşları

 ''kendisinin, çocuklarının ve yakınlarının "

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Nazlıaka, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, kadına karşı şiddet bir insanlık suçudur. Kadın örgütlerinin aylardır üzerinde çalıştığı tasarı maalesef Bakanlar Kurulundan Meclise değişerek, dönüşerek ve eksilerek gelmiştir. Aslında bu yasa tasarısında kadını göz ardı eden zihniyet 12 Hazirandan bu yana kendini göstermektedir. İlk olarak Bakanlığın isminden “kadın”ın adı çıkartılmıştır, daha sonrasında Bakanlar Kurulunda maalesef sadece tek bir kadın temsilci bulundurulmuştur. Bu anlamda 96 ülke içerisinde kabinede kadın temsili açısından maalesef Türkiye 90’ıncı sırada yer almaktadır.

Daha sonra öğrencilerimizin eğitim hayatına yönelik de birtakım değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. Örneğin, vatandaşlık ve demokrasi dersinin içerisinden CEDAW, yani Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’yle ilgili bölüm çıkartılmıştır. Yine, aynı dersin içeriğinden “Haydi Kızlar Okula” kampanyasıyla ilgili bölüm de çıkartılmıştır. Şimdi -ben o dönem de Sayın Bakana, Millî Eğitim Bakanına bunu bir soru önergesi olarak yöneltmiştim- anlıyorum ki aslında bu kampanya artık devam etmeyecek, artık, kampanyanın adı 4+4+4 eğitim tasarısından sonra “Haydi Kızlar Okula” değil, “Haydi Kızlar Kocaya” şeklinde değişecek, öyle görünüyor.

Yasa taslağında öncelikle isimden başlayarak itiraz ettiğimiz birtakım unsurlar var bildiğiniz gibi. “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nın ismi neden sizi rahatsız etmiştir, bunu merak ediyorum. İstanbul Anlaşmasını ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmakla gururlanan AKP Hükûmeti, Meclise gönderdiği yasa taslağında İstanbul Sözleşmesi’ne ve diğer uluslararası hiçbir sözleşmeye yer vermemiştir. Adalet Komisyonuna gelen yasa taslağının üzerinden önergelerle tekrar uluslararası sözleşmeler yasa metnine eklenmiştir. Şimdi anlamakta zorluk çektiğim konulardan bir tanesi de kadın örgütlerinin aylarca uğraşarak hazırladığı bu yasa taslağı neden böylesine eksiltilerek, dönüştürülerek Meclise gönderilmiştir.

Yasanın bir önemli eksiğini daha vurgulamak isterim. Yasa tasarısında trans kadınlardan bahsedilmemektedir. 2011 yılında 9 trans kadın öldürülmüştür. Tabii, bu sayı, LGBT örgütleri tarafından iletilen bir sayıdır, resmî rakamın ne olduğunu maalesef bilmiyoruz ama çok daha yüksek olduğunu tahmin ediyoruz. Ve bu yasa trans kadınları yok sayarken trans kadın cinayetlerini nasıl engelleyecektir? Cinsiyet kimliği, cinsel yönelim kavramları, bir kez daha mı yok sayılacaktır?

Yasa tasarısının 3’üncü maddesinde, mülki amirlere verilen yetkilerin hâkimlere verilmemesi, ciddi sorunlara ve şiddet mağdurlarının korunmasının gecikmesine, koruma tedbirlerinin yetersizliğine neden olacağı için, alt komisyonda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak verdiğimiz önergeyle, hâkimlere de mülki amirlere verilen yetki verilmiştir.

Kadının siyasette temsil oranında 143 ülke arasında 88’inci sırada olduğumuz, kadın istihdamında OECD ülkeleri içerisinde en alt sırada yer aldığımız, devletten koruma isteyen kadınların yüzde 73’ünü koruyamadığımız, son on yılında kadına yönelik şiddetin yüzde 1.400 arttığı, kamuda ve siyasette kadının varlığının yok sayıldığı ülkemizde, kadın sorunu partiler üstüdür.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadınların tırnaklarıyla kazıyarak, canlarıyla bedel ödeyerek elde ettikleri hakları hatırlatan gündür. Kadınlara yönelik şiddetle mücadele ediyormuş gibi davranarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlamamalıyız diye düşünüyorum.

Bu ülkenin kadınları, Erzurum’da Nene Hatun’dur, Sultanahmet Meydanı’nda “Ey özgürlük!” diye bağıran Halide Onbaşı’dır, kadının Meclisteki ilk temsilcilerinden Ankaralı Satı Kadın’dır, devrimci Behice Boran’dır, ömrünü kız çocuklarının eğitimine ayıran Türkan Saylan’dır, bilimin aydınlık yüzü Bahriye Üçok’tur, töre bahanesiyle öldürülen Güldünya’dır, eşinden ayrıldığı için koruyamadığımız Ayşe Paşalı’dır.

Ülkemin tüm emekçi kadınlarını saygıyla selamlıyorum ve yüce Meclisin huzurunda, ülkemin tüm kadınlarından, böylesine eksik bir tasarının…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYLİN NAZLIAKA (Devamla) - …yasalaştırılarak çıkartılacak olması nedeniyle özür diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nazlıaka.

Sayın Nazlıaka ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir sonraki önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı"nın 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                                              Mustafa Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları

“d) Gerekli olması halinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması halinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkanının sağlanması."                                               

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) –  Katılıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu önergede bu “tedbir kararı süresince” çıkarılmış. Yani hangi süre için ödenecek? Tedbir kararı süresince mi yoksa sadece dört ay mı? Yani süre, ne olursa olsun dört ay mıdır, iki ay mıdır, yıllık mıdır?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Önergedeki gibi Sayın Başkan, dört ay ve iki ay.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Önergedeki gibi, dört ay ve iki ay.

OKTAY VURAL (İzmir) – Dört ay ve iki ay, tamam da tedbir kararı süresince mi?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, hayır; dört ay ve iki ay.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani dört aydan fazla verilmeyecek anlamı…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Evet.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sadece dört ay verilecek.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Evet.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ondan sonra ihtiyaç olursa…

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – İş imkânı bulana kadar yardımcı destek veriyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ondan sonra yardımcı destek ama sadece dört aylığına veriyorsunuz, anlıyorum, bir defalığına dört ay.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Maddede korunan kişiye kreş imkânının sağlanması ve verilecek koruyucu tedbir kararının açık ve net bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla bu önerge verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü madde üzerinde dört önerge vardır, önergeleri sırasıyla okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 181 sıra sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı"nın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan "3 üncü maddede öngörülenlerin yanı sıra" ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                A. Sibel Gönül                                   Ahmet Aydın                                    Mustafa Elitaş

                      Kocaeli                                           Adıyaman                                           Kayseri

                 Sermin Balık                             Mehmet Doğan Kubat                             Nurdan Şanlı

                       Elâzığ                                              İstanbul                                             Ankara

                   Oya Eronat

                   Diyarbakır

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 4. maddesinin 1.fıkrasının ç) bendine "tanık koruma kanunu hükümlerine göre" ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıda belirtilen ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                 Nedret Akova                              Dilek Akagün Yılmaz                              Hülya Güven

                     Balıkesir                                              Uşak                                                 İzmir

                Aylin Nazlıaka                                     Sakine Öz                                        Sena Kaleli

                      Ankara                                             Manisa                                               Bursa

                  Sedef Küçük

                     İstanbul

"ve bu kanunda  öngörülen makam ve merciler tarafından uygulanmak üzere kendisinin, çocuklarının ve yakınlarının"

 

TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 4. maddesinin ç bendinden sonra gelmek üzere “d) Şiddet mağdurunun çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması" bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.

               Sebahat Tuncel                                  Hasip Kaplan                              Sırrı Süreyya Önder

                     İstanbul                                             Şırnak                                             İstanbul

               Ertuğrul Kürkcü                                     Ayla Akat                                          Erol Dora

                      Mersin                                             Batman                                             Mardin

                 Levent Tüzel

                     İstanbul

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 181 sıra sayılı kanun tasarısının 4. maddesinin (1) fıkrasında geçen “yanı sıra” ibaresinden sonra gelmek üzere “ilgilinin bilgilendirildikten sonra alınmış rızasına dayalı olarak” ibaresinin ve (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (d) bendinin eklenmesini arz ederiz.

d) Hakim tarafından verilmiş veya verilecek kişisel ilişki kararlarında, tarafların ortak tanıdıkları veya Bakanlığın belirleyeceği ve giderleri Bakanlık tarafından karşılanan uzman görevliler refakatinde çocuk teslimlerinin gerçekleştirilmesi.

                  Oktay Vural                                         Alim Işık                                     Mehmet Erdoğan

                        İzmir                                              Kütahya                                              Muğla

                  Reşat Doğru                                     Enver Erdem                                  Mustafa Kalaycı

                       Tokat                                               Elâzığ                                               Konya

               Ruhsar Demirel                               Seyfettin Yılmaz

                    Eskişehir                                            Adana

BAŞKAN – Sayın Komisyon, son önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Katılmıyorsunuz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Alim Işık konuşacak.

BAŞKAN – Alim Işık.

Sayın Işık, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi hakkında vermiş olduğumuz önerge üzerine söz aldım, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

8 Mart Dünya Kadınlar Gününden bir gün önce o güne yetiştirilmek üzere başladığımız kanun görüşmelerinin her şeye rağmen kadınlarımıza hayırlı olmasını diliyorum. Eksiği de olsa Türk aile yapısında ve Türk kültüründe kadının yerinin hepimiz tarafından iyi bilindiği düşüncesindeyim.

Bu önergeyle ailenin en önemli ürünü ve varlığı olan çocukların anne ve babadan ayrı kalmaları hâlinde bunların en azından istedikleri zaman bireylerin çocuklarını görmesi, istedikleri zaman da çocukların anne ve babalarına rahat kavuşabilmesini sağlayacak bir düzenlemeyi öngördük. Sayın Bakanın ve Komisyonun katılmamasına şaşırmadım ama Allah kimsenin başına vermesin, bir ailede böyle bir durumun yaşanması hâlinde önergemizde yer alan ek bendin ne kadar önemli olduğunu umarım siz değerli milletvekilleri daha iyi anlarsınız.

Buradaki amaç şudur değerli milletvekilleri: Bugün yürürlükte olan mevzuata göre tedbir kararıyla uzaklaştırma kararı verilen birey bir anne veya baba ise çocuklarıyla da hâkim tarafından verilmiş bir kişisel ilişki kararı varsa çocukla uzaklaştırılan birey arasında kişisel ilişki icra müdürlüğü aracılığıyla tesis ettirilmektedir. Bu amaçla birey yani anne veya baba eğer çocuğunu görmek isterse bir günlüğüne teslim almak için gidecek ilgili icra memuruna önce 50+50=100 TL, daha sonra sosyal hizmet uzmanına 100+100=200 TL, toplamda da 100+200=300 TL para yatıracak ve hâkim kararı doğrultusunda çocuğunu bir gün görebilecek.

Önergedeki bentte, söz konusu ödemenin, ödeme gücü olmayan bireylere,  Bakanlık tarafından karşılanmak kaydıyla hiç olmazsa hafifletilmesi amaçlanıyor ve söz konusu hâkim kararı doğrultusunda çocuğun geleceği ve ailenin dağılmış yapısının birleşmeye yönelik bütünlüğünü öngören düzenleme garanti altına alınmak isteniyor. Fakat tabii ki bugün aile bireylerinden, özellikle nafakayı sağlamak durumunda olan erkek, bir taraftan kira, bir taraftan çocuğun nafakası, bir taraftan hanımına ödenecek nafakayı karşılamanın yanında, dışarıda -kendisi kirada- lokantada karnını doyuracak, para artırırsa da bahsettiğim bir günlük görüşme için 300 TL yatırıp çocuğunu görebilecek.

Bu düzenlemenin önemli olduğunu düşünüyoruz ancak takdir tabii ki yüce Kurulumuzun. Bu vesileyle, bu konuyu sizlerle paylaşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum.

Diğer taraftan, söz konusu düzenlemeyle Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler yanında Medeni Kanun’daki hükümlere de uyulmuş olacağını düşünüyor, önergeye desteğinizi bekliyor, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir önceki önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 4. maddesinin ç bendinden sonra gelmek üzere “d) Şiddet mağdurunun çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması" bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.

Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Altan Tan konuşacak.

BAŞKAN – Altan Tan, buyurun.

Sayın Tan, imzanız var mıydı burada? Galiba yok, bir imza atarsanız…

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şimdi mi atıyorum Sayın Başkanım?

BAŞKAN – Evet.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Tan.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; “Şiddet mağduru kadınların çalışma yaşamına katılımlarını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması” bendinin yasaya eklenmesini teklif ediyoruz.

Malumunuz, şiddet mağduru kadınlar toplumumuzun büyük bir yarası ve bu kadınlarımızın sürekli olarak bu şiddete maruz kalmalarının belki de en önemli sebebi ekonomik özgürlüklerine sahip olmamaları çünkü ekonomik özgürlüğü olan bir kadının uzunca bir müddet böyle bir baskıyı, şiddeti ve kötü muameleyi kabul etmesi mümkün değil, bir şekilde kendi yaşantısını eşinden veya beraber yaşadığı insandan ayırarak yoluna devam etme imkânı var.

Bugün Türkiye’de şiddet mağduru kadınların barınabilmeleri için, korunabilmeleri için yetersiz de olsa bazı çalışmalar var ve bu konuyla ilgili kullanılan mekânlar da var, kadın sığınma evleri gibi. Ancak, tabii ki sizin de takdir ettiğiniz gibi, konu bu şekilde bitmiş olmuyor, kadının sığınmasından sonra bir de yaşamını sürdürebilmesi lazım, yaşamını sürdürebilmesi için de mutlaka çalışması lazım. Bu çalışmada da yine çoğu çocuklu olan kadınlarımızın en büyük engelleri çocuklarına bakacak kimselerinin olmaması. Zaten kadın sığınma evine sığınan veya bir şekilde dışlanmış olan kadınların kendi aileleriyle de irtibatları önemli oranda kopmuş bulunuyor.

Bizim teklifimiz, bu durumdaki kadınlarımızın insanca bir yaşam şartına sahip olabilmeleri için, barınma ve iş imkânlarının yanında çocuklarının da bakımlarının sağlanması. Gayet insani ve vicdani bir teklif ama  her ne hikmetse, bu Meclis Genel Kuruluna muhalefetin getirdiği hiçbir öneriyi, hiçbir teklifi maalesef iktidar partisi kabul etmiyor, “Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.” denilip gidiliyor. Gönül ister ki arkadaşlar, bu maddeleri eğer bizim getirmemiz sorun ise siz getirin, bizler “Evet.” diyelim ama burada belli müzakerelerle doğruyu bulmaya çalışalım. Yoksa böyle sürekli olarak, karşılıklı olarak getirdiklerimizi reddedersek bir yere varmamız mümkün değil.

Aynı şekilde, bunun bir örneği: Parlamento çalışmaları bu sene 1 Ekimde başladıktan hemen sonra grubumuza mensup olan bazı arkadaşlar, benim de içinde, dâhil olduğum kişiler bir kanun teklifi verdi. Burada hem pantolon giyilmesinin yani bayan milletvekillerinin, kadın milletvekillerinin pantolon giymesinin önü açılıyordu bununla hem de başörtülü olarak, inancından dolayı baş örtüsü örten kadın milletvekillerinin baş örtüsüyle Meclise girebilmelerinin önü açılıyordu, bir de kravat takma mecburiyeti kaldırılıyordu. Ancak yine her zamanki gibi, başta iktidar partisi milletvekillerince bu önerimiz de reddedildi; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamakta olduğumuz bugünlerde -ki yarın; bütün kadınlarımızın 8 Mart Kadınlar Günü’nü, emekçi kadınlarımızın Kadınlar Günü’nü kutluyorum- bu da reddedildi.

Siyaset tarihinde başörtülü kadınlar kadar istismar edilen başka bir zümre olmadı ve bugün, iktidar partisi de dâhil olmak üzere, bundan önceki birçok parti en az yedi sekiz seçimi bu istismarla kazanma yoluna gittiler. En büyük emeği, kapı kapı gezen, mahalle mahalle dolaşan, yazısıyla, oyuyla, her türlü desteğiyle, sandık başından tutun, entelektüel katkısına kadar sunmuş olan başörtülü kadınlar maalesef Mecliste temsil edilemedi ve bu mağduriyet hâlen de devam ediyor. 2002 seçimlerinde duayen bir politikacımız Maraş Meydanı’nda “Baş örtüsü sorunu bizim namus borcumuzdur.” dedi, ondan sonra da beş yıl Meclis Başkanlığı yaptı, bu borç hâlâ Maraş Meydanı’nda duruyor.

Sevgili arkadaşlar, kılık kıyafet, işte, kravatın mecburi olmaması, bunun da şöyle bir gerekçesi vardır: Dünyada kendi millî kıyafetiyle kendi millî Meclisine giremeyen ender milletlerden birisiyiz. İsrail Meclisinde Başbakan kafasına kipasını, takkesini takıp, gidiyor; Araplar, Hindistanlılar, Pakistanlılar kendi millî kıyafetleriyle giriyor; İngiliz lortları peruklarıyla katılıyor toplantıya. Bunu da dikkatlerinize sunuyorum.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir önceki önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 4. maddesinin 1. fıkrasının ç) bendine “tanık koruma kanunu hükümlerine göre” ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                        Hülya Güven (İzmir) ve arkadaşları

“ve bu kanunda öngörülen makam ve merciler tarafından uygulanmak üzere kendisinin, çocuklarının ve yakınlarının”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

Hülya Güven, buyurun efendim.

Süreniz beş dakika.

HÜLYA GÜVEN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi birinci fıkrası (ç) bendi için verdiğimiz önerge hakkında görüş belirtmek üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, teklif edilen kanun tasarısı hakkındaki gerekçeleri okuyacak olursak, bugüne kadar sivil toplum kuruluşları “Kadına şiddetin önlenmesi gerekiyor, şiddet artıyor.” diye çırpındıkları hâlde mevcut iktidarın bugüne kadar yine önlem almadığını itiraf ettiğini görüyoruz.

Kanun tasarısının gerekçesi aynen şöyle diyor: “Son yıllarda başta kadınlar olmak üzere kişilere karşı işlenen şiddet olayları toplumumuzu sarsan boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir. Bu olaylara daha çok kadınlar ve çocuklar maruz kalmaktadırlar.” deniyor, bu devam ediyor. Bunun sebebi olarak da 1998 tarihli Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un içerik olarak zayıf olduğunu ve onun için yenilendiğini bu sene, bu yıl yenilendiğini söylüyoruz. Hâlbuki 2007 yılında da Kanun’da düzenlemeler yapılmıştı, unutuldu herhâlde.

Sivil toplum örgütlerinin yasalarımızda olduğu hâlde, istedikleri ama yapılamayan neler var?

Bu istekleri gözden geçirecek olursak, birinci istekleri, şiddete uğrayan kadınlar için başvuru ve sığınma evlerinin sayılarının artırılması. Bunda bir yasal engel var mı? Yok. Bugüne kadar pekâlâ yapılabilirdi.

Bir diğeri, şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık, psikolojik ve tıbbi destek, yasal yardım yapılması. On yıldan beri yapılması gereken ama yapılamayan, yeterli eleman yetiştirilmeyen bir süreç geçti.

Bir üçüncü olarak da cinsiyet ayrımcı politikalar Yasalar ve uygulamaların kaldırılması, eylem ve eğitim projelerinin kadın örgütleriyle birlikte yapılmasını istiyorlar. Biz ise iktidarın, kadın örgütleriyle birlikte çalışmak yerine, onların hazırladığı önerileri bir çırpıda yok etme çabasını gösteriyoruz, gösterdik.

Kadınların ekonomik özgürlüğü için, çalışmasının önündeki engellerin kaldırılmasını istiyor sivil toplum kuruluşları. Kadın çalışması, her ne kadar “Biz teşvik ediyoruz.” deniliyorsa da aslında teşvik edilmemekte, aksine, engellenmektedir. Genellikle kadınlar alt düzeyde ve düşük ücretli işlerde çalıştırılmaktadırlar. Yönetici kadın sayısı ise parmakla sayılacak kadar çok azdır.

Evde, sokakta, iş yerinde, gözaltında, cezaevinde yaşanan kadına ve çocuklara yönelik şiddetin sorumlularının yargılanmasını ve caydırıcı yasal tedbirler alınmasını istiyorlardı. Bugün, saçını kesti diye üniversite öğrencilerimiz cezalandırılırken, karakolda kadına dayak atan görevlilere gereğinin yapılmadığını yaşıyoruz. Tüm bu isteklerin karşılığı mevcut yasalarımızda varken uygulamada yetersiz kalındığı görülmektedir.

Sığınma evleri yetersiz. Bugüne kadar çoğalamaz mıydı?

Kadınların iş gücüne katılma oranı düşük. 181 sıra sayılı Kanun Tasarısı bile bir yıldır çıkarılamadı; son iki gün içinde, yeterince tartışılmadan çıkarılmaya çalışılıyor.

Sağlık hakkı için… Biliyoruz ki artık sağlık paralı oldu, geliri olmayan yurttaşlarımız bile giderek artan katkı paylarıyla karşı karşıyalar.

Tüm bu nedenlerle, kanunun her maddesinin yanlış yorumlanmaması ve daha geniş olarak uygulanabilmesi için, 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (ç) bendinin önerdiğimiz şekilde düzenlenmesini öneriyoruz.

Bu vesileyle tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyor, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güven.

Sayın Güven ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Bir önceki önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 181 sıra sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı"nın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan "3 üncü maddede öngörülenlerin yanı sıra" ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                        Oya Eronat (Diyarbakır) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Maddede belirtilen koruyucu tedbirlerin birine, birkaçına veya uygun görülecek tedbirlere hâkim tarafından karar verilebileceği belirtilmek suretiyle, sayılan tedbirlerin tahdidi olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, "3 üncü maddede öngörülenlerin yanı sıra" ibaresine ihtiyaç bulunmamaktadır. Ayrıca, 3 üncü maddede belirtilen ve mülki amirce verilecek bu tedbirlerin, uygulamada, bu kararların mutlaka hâkim tarafından verilmesi gerektiği şeklinde yanlış yoruma neden olmaması ve böylece tedbirlerin hızlı ve etkin bir şekilde alınmasının sağlanması amacıyla bu önerge verilmiştir.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…  Kabul edilmiştir.

5’inci madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 5. maddesinin 1. fıkrasının “Şiddet uygulayanlarla” ibaresinden sonra “, şiddet uygulama ihtimali bulunan ve şiddet uygulayanlara yardımcı olanlarla” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

             Ayşe Nedret Akova                               Hülya Güven                              Dilek Akagün Yılmaz

                     Balıkesir                                              İzmir                                                 Uşak

                    Sakine Öz                                     Aylin Nazlıaka                             Ayşe Eser Danışoğlu

                      Manisa                                              Ankara                                             İstanbul

                  Sedef Küçük

                     İstanbul

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 5. maddesinin 1. fıkrasında “Şiddet uygulayanlarla” ibaresinden sonra “veya uygulama ihtimali bulunan bireylerle” ibaresinin eklenmesini,

ç bendinden sonra gelmek üzere “d) Şiddet mağdurunun çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere varsa çocukları için gerektiğinde ücreti bu Kanun kapsamında karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması” bendinin eklenmesini teklif ediyoruz.

                    Ayla Akat                                  Sırrı Süreyya Önder                             Ertuğrul Kürkcü

                      Batman                                            İstanbul                                             Mersin

                   Sırrı Sakık                                    Sebahat Tuncel                                            

                        Muş                                               İstanbul                                                  

BAŞKAN – Son okunan önergeye Sayın Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) –  Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sebahat Tuncel.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; madde üzerinde verdiğimiz değişiklik üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, bu yasa tasarısı tartışılırken bu kadar az milletvekillinin olması -hem aslında iktidardan hem muhalefetten- Türkiye’de kadın-erkek eşitliğine, kadın politikalarına ne kadar önem verdiğimizin de göstergesi. Hâlâ bu konuda çok yol almamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Başka konularda milletvekilleri burada daha heyecanlı oluyor, oysa bu, bizim yaşamımızı etkileyen bir nokta.

Şimdi, genel olarak şöyle bir şey ifade edildi: “Bu kanun tasarısı da kadınlara hayırlı olsun.” deniliyor. Oysa erkekler de bundan etkilenecek yani bir bütün yaşamı değiştirecek bir nokta.

Şimdi, genel olarak burada ailenin korunması meselesine karşı olduğumuz yaklaşımı bazı eleştirilere neden oluyor neden aileyi korumak gerektiği üzerinden. Oysa, aileyi koruyalım, evet, ama hangi aileyi koruyacağız? Bu önemli bir nokta. Yani demokratik bir aileyi mi? Aile bireylerine şiddet uygulamayan bir aileyi mi? Gerçekten geleceğimizi ifade edecek bir aileyi mi, yoksa geleneksel aileyi mi?

Sayın milletvekilleri, unutmayın ki erkek egemen sistem, binlerce yıldır -beş bin yıllık bir geleneği var- bütün yaşamımızı, siyaseti, ekonomiyi, politikayı, kültürü, dilimizi buna göre şekillendirmiş durumda yani beş bin yıllık gelenekçi bir yaklaşım, aile modeli bugün 21’inci yüzyılda insanlığın sorunlarına çözüm olmamaktadır. Onun ürettiği geleneksel, öğretilen erkeklik ve kadınlık rolleri, aslında bugün karşı karşıya olduğumuz tablonun sorumlusudur. Bu değişmediği sürece, siz geleneksel aile yapısını korumaya çalıştığınız sürece, ne yazık ki şiddet devam edecektir. Şiddetin kaynağında tahakküm vardır, iktidar vardır, gasp vardır. Şimdi, mevcut durumda, aile kurumu içerisinde tam da bu vardır. Bu değiştirilecek ilişkiler iktidar ilişkisidir; eşitsizlik yok bu temel içerisinde.

Diyelim ki kadın ve erkeğin eşit olmadığı bir ailede çocuklar, yetiştirilen aile bireyleri de eşit olarak yetiştirilmiyor. O açıdan, bu aile kurumunu reddetmek, yeni demokratik, eşitlikçi, aile bireylerinin birbirine tahakküm uygulamadığı, birbirini ezmediği, ne yaş hiyerarşisi ne de kadın-erkek ilişkisini, eşitsizliğini koruyan bir noktada olmadığı bir aile modeli. Evet, bu aileyi koruyalım, destekleyelim ama buradaki korunmak istenen mesele bu değil.

Diğer bir nokta: Özellikle feminizm mücadelesi tam da bu noktanın görünür kılınması açısından önemli bir noktadır. Şimdiye kadar, erkek egemen sistem ve zihniyet, feminizmi hep “erkek düşmanlığı” olarak anlattı. Oysa feminizm, kadın kurtuluş ideolojisidir, kadın perspektifinden bakmaktır topluma. Erkeklerin de bu konuda, kadın bakış açısına göre yeniden sistemi yorumlaması gerekir, aksi takdirde bir değişimden bahsetmek mümkün değildir. O açıdan, aile kurumunu yeniden ele alacağız. Diyelim ki demokratik ailenin gelişimi konusunda birlikte mücadele edeceğiz. Ama geleneksel olarak bize öğretilen kadınlık ve erkeklik rollerini reddederek, kadın ve erkeklik rollerini yeniden tanımlayarak, yeni bir dil oluşturarak, beş bin yıldır bize öğretilen dili, kültürü, kimliği, zihniyeti değiştirerek ancak yeni bir toplum yaratabiliriz; o zaman bu kanunun bir anlamı olacak.

Şimdi kanun çıkıyor; yakında göreceğiz, pratikte hiçbir sonucu olmayacak çünkü bunu uygulayanlar hâlâ erkek zihniyetine göre devam edecek. Hatta birçok kadın bu zihniyeti devam ettiren konumda ne yazık ki.

O açıdan, sayın milletvekilleri, sadece kanun çıkarmak yetmez. “Farkındalık” denildi, evet, farkındalık yaratalım, farkındalık yaratarak toplumsal değişimi, dönüşümü sağlayalım; toplumdaki bireylerin değişimini, dönüşümünü sağlayalım ki bu çıkarttığımız kanunlar, yasalar bir anlam bulsun. O açıdan, işte Adana’dan örnek verildi, kadın 8 defa başvuruyor ama 8 defa da evine gönderiliyor işte aile bireyini korumak adına. Çoğu zaman işte namus adına, çoğu zaman dedikodu çıkmasın diye, çoğu zaman “Aman, nasıl benim kızım böyle olur?” yaklaşımıyla kaç tane kadın öldürülüyor, farkında mısınız? Yani bugün bu zihniyet değil midir namus adına, töre adına, sevgili adına kadınları öldüren ve hepsine de bir gerekçe bulan, kadını suçlayan üstelik? Erkeği hiçbir zaman suçlamıyor. Namus meselesi gelince ilk kadın akla geliyor, hiçbir zaman erkek gelmiyor. Dolayısıyla, bu yaklaşım değişmediği sürece, biz istediğimiz kadar yasal değişiklik yapalım hiçbir anlamı yok.

O açıdan, iktidar milletvekilleri başta olmak üzere bu Parlamentoda bulunan herkese, özellikle erkeklere, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadan yeni bir değişim olmaz, şiddet de ne yazık ki ortadan kalkmaz diyorum, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.

Sayın Tuncel ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir sonraki önergeyi okutuyorum:

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 5. maddesinin 1. fıkrasının “Şiddet uygulayanlarla” ibaresinden sonra “, şiddet uygulama ihtimali bulunan ve şiddet uygulayanlara yardımcı olanlarla” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                                                  Hülya Güven (İzmir) ve arkadaşları

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet, önergeye katılıyor musunuz?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hülya Güven, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜLYA GÜVEN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesinin birinci fıkrası için verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında söz almış bulunuyorum.

Sayın milletvekilleri, araştırmalara göre, Türkiye’de kadınların en az yüzde 40’ının yaşamlarının en az bir döneminde eş şiddetine uğradığını göstermiştir. Tasarının gerekçelerinde de belirtildiği gibi, iktidarın son on yılda gösterdiği içten olmayan tutum ve davranış nedeniyle de şiddetin hızla arttığını görüyoruz. Aslında, hazırlanan kanunun hedefi öncelikle bir insan hakları olan kadının ve çocukların şiddetten korunması yani can güvenliğini korumak olduğuna göre, kadını ve çocukları şiddetten korumak için alınması gereken önlemlerin içinde şiddetin uygulanması sırasında şiddete karışan diğer yakınlarının da kanun kapsamına alınması gerekmektedir. Bunun için çok çeşitli örnekler verebiliriz yaşantımızda, gazetelerden, birçok duyumlar ve görsel basında görüyoruz. Örneğin, bir kuma olayı. Bu bir şiddet değil de nedir? Buna göz yuman, teşvik eden kişiler de şiddete ortaktırlar. Gazetelerimiz yakın zamanda Urfa’da kuma nedeniyle intihar eden kadınlardan bahsetmektedir. Bir başka örnek, çocuk çırak ve çocuk gelinler. Eğitimde 4+4+4 uygulamasıyla çocuk gelinleri, çocuk çırakları teşvik etmekteyiz. Eğitimlerini daha baştan bırakan çocuklar büyüdükleri zaman aynı şiddeti kendi çocuklarına ve eşlerine uygulayacaklardır. Böylece eğitimsiz, şiddet uyguladığını bile bilmeyen bir kitle yetişecek ve ülkemiz ileriye değil geriye gidecektir bu koşullarda.

Bugün, yine, son dönemlerde giderek artan çocuk gelinlerden bahsetmek istiyorum. Aileler bilerek ya da bilmeden, zorunluluktan, çocuklarını küçük yaşta evlendiriyorlar. Hamile kalarak çocukken çocuk doğuran anneler yaş uygun olmadığı için bebeklerini bile kucaklayamıyorlar, çocuğumuz diyemiyorlar, kayınvalidenin üstüne kayıt oluyor ve bu çocuklar henüz oyuncak bebeklerle oynayacaklarına sahici bebek ile karşı karşıya kalıyorlar. Kendisinin ve bebeğinin sağlıkları ise bu arada yok oluyor tabii ki.

Kız çocuklarının erken evlendirilmelerinin başta gelen nedenleri yoksulluk yani geçim sıkıntısı, yine geleneksel olarak da kocaya itaatin erken yaşta öğretileceği bilgisidir. Bugün Türkiye’de her 3 kadından 1’inin çocuk evliliği yaptığı ortaya çıkmış ve bugün çocuklar kırk yaşında, elli yaşında, altmış yaşında, hatta yetmiş yaşındaki erkeklerle para karşılığı evlendirilmektedirler. Annelerle konuştuğumuz zaman, küçük yaşta evlenen anneler, kızlarının erken yaşta evlenmesini kesinlikle istemediklerini söylüyorlar. Ancak geçim sıkıntısı çektiklerini ve işsizlik söz konusu olduğu için başka çare bulamadıklarını, bu nedenle de çocuklarını, kız çocuklarını evlendirdiklerini söylemektedirler.

Yine, biliyoruz ki ülkemizde kadınlar yaşamın her alanında çeşitli biçimlerde başka çeşitli şiddetlere de maruz kalıyorlar. Hâlâ ülkemizde taşlanarak öldürülen, namus cinayetlerine kurban giden, topluca tecavüze uğrayan, nedeni belirsiz bir biçimde intihar eden kadınlara ilişkin haberler de giderek artıyor.

Kadına yönelik şiddetin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasının, öncelikle devletin ve siyasal iktidarların sorumluluk duyarak, hukuki ve sosyal politikaların yaşama geçirilmesiyle mümkün olacağı açıktır. Bu nedenle, kanun tasarısının 5’inci maddesinin birinci fıkrasına “şiddet uygulayanlarla” ibaresinden sonra “şiddet uygulama ihtimali bulunan ve şiddeti uygulayanlara yardımcı olanlara” ibaresinin de eklenmesi gerekmektedir.

Teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Güven.

Sayın Güven ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.

6’ncı madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 6. maddesinin 1. Fıkrasının b) bendinin son ibaresi olan “saklıdır” ibaresinin kaldırılarak aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

             Ayşe Nedret Akova                         Dilek Akagün Yılmaz                              Hülya Güven

                     Balıkesir                                              Uşak                                                 İzmir

                    Sakine Öz                                     Aylin Nazlıaka                                    Sena Kaleli

                      Manisa                                              Ankara                                               Bursa

                  Sedef Küçük

                     İstanbul

 “uygulanmaz.

Bu kanuna ilişkin koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında şiddet uygulayanlar tarafından işlenen suçlarda erteleme, paraya çevirme, hükmün açıklanmasının ertelenmesi hükümleri uygulanmaz.”

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, buyurun.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, burada, biraz önce oylanan maddeyle ilgili üzüntüleri bildirmek istiyorum çünkü biz 4’üncü maddede hep beraber Adalet Komisyonunda konuşmuş ve şöyle bir karar vermiştik: 3’üncü madde mülki amirlerin yetkilerini ve alabilecekleri tedbir kararlarını belirtiyordu, 4’üncü maddede de hâkim tarafından verilebilecek tedbir kararlarından bahsediliyordu. Biz mülki amire verilen yetkilerin aynı şekilde hâkime de verilmesi gerektiğini düşünerek, çünkü hâkimin bu konuda daha geniş yetkileri olması gerektiğini düşünerek, 3’üncü maddedeki yetkilerin hâkime de verildiğine dair “3’üncü maddedeki öngörülenlerin yanı sıra” diye bir madde eklenmiştik Adalet Komisyonu görüşmeleri sırasında ama ne yazık ki biraz önce arkadaşlarımızın bir grubu -AKP Grubundan- bu şekilde, sonradan eklenen maddenin çıkartılmasına ilişkin bir önerge verdiler ve bu önerge kabul edildi. Bence bu, çok ciddi bir hata durumundadır yani siz mülki amire verdiğiniz bir yetkiyi, örneğin barınma hakkının sağlanması, örneğin maddi yardım sağlanması gibi konuları hâkime vermezseniz bu konuda uygulamada o kadar ciddi sorunlar çıkartırsınız ki. Yani mülki amir bunu reddettiğinde, itiraz üzerine ancak aile mahkemesi hâkimine gidilebilecektir, aile mahkemesi hâkimi de uygun olduğu zamanda verecektir; işte o zaman acil olarak kullanılması gereken bu yetkiler kullanılamayacak ve insanlar, şiddete maruz kalmaları nedeniyle şiddet eylemlerinden korunamayacak duruma geleceklerdir. Bu nedenle de, ben, burada bunun çıkartılmasının hiç uygun olmadığını ve bu yapılanı, Adalet Komisyonunda hep beraber görüşmüş, konuşmuşken ve karar vermişken bu şekilde bir maddenin çıkartılmasını, bir ibarenin çıkartılmasını hiç hoş görmediğimi ve şiddetle protesto ettiğimi söylemek isterim, bu yasanın amacına uygun değil çünkü.

Onun dışında, şu anda 6’ncı madde için söz aldım sevgili arkadaşlar ve ben özellikle sevgili hanımlara sesleniyorum: Şimdi, burada koruyucu tedbirler sırasında eğer bir suç işlenirse, örneğin eve yaklaşmama kararı verildi ama o adam ya da baba ya da erkek kardeş ya da koca, geldi, evin kapısını, bacasını indirdi, dövdü, sövdü, her türlü şeyi yaptı, örneğin yaraladı oradaki insanı, kadını, çoluğu çocuğu, işte o zaman bu durumda verilecek cezalarda, koruma tedbirleri sırasında verilecek olan cezalarda paraya çevrilmeme, ertelenmeme ve hükmün açıklanmasının ertelenmesi yani CMK 231’in uygulanmaması yolunda önerilerimiz oldu çünkü koruma tedbiri veriyorsunuz siz. Nedir hâkimin verdiği ya da mülki idarenin verdiği koruma tedbirleri? “Siz oraya yaklaşmayacaksınız.”, “Eşinizin iş yerine gitmeyeceksiniz.”, “Çocuğunuzu okulda rahatsız etmeyeceksiniz.” diyorsunuz ancak ondan sonra bu ihlal edildiğinde ve özellikle saldırgan bir tutum içine girildiğinde, yaralama ya da öldürmeye kadar giden olaylar olduğunda da, hâkimler, bu sefer, denetimli serbestlik, paraya çevirme gibi bu türden cezaları bu şekilde azaltabilecekleri ya da paraya çevirebilecekleri, denetimli serbestliğe dönüştürebilecekleri için işte o zaman bu yasa amacına ulaşmamış oluyor.

Ben biraz önce geneli üzerine konuşurken bundan dolayı da bahsettim zaten, caydırıcılık konusu bu yasada yeterince öne çıkartılmamış durumda. Bu nedenle de bu konuya karşı çıktığımızı, bu önergemizin kabul edilmesi gerektiğini özellikle -belki tarihe not düşmek açısından- kadın arkadaşlarımızın bu önergeyi kabul etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir de arkadaşlar -bir daha söz alamayabilirim- şu konudan bahsetmek istiyorum: Bizim dayanak yaptığımız İstanbul Sözleşmesi’nde aynı zamanda sığınma evlerinin kurulması gerektiği, devlet tarafından da bu konuda gerekli yatırımların yapılması gerektiği söyleniyor ama ne yazık ki biz Adalet Komisyonunda tasarıya verdiğimiz önergelerde bunu kabul ettiremedik. Biraz sonra önergelerimiz gelecek. O konuda da ben bütün arkadaşlarımızın desteğini bekliyorum çünkü siz evden uzaklaştırıyorsunuz kadını, çocuğu ya da aile bireylerini, eğer yeterince barınma yerleri açmazsanız, güvenli bir şekilde o insanları orada bulunduramazsanız o zaman aldığınız tedbirlerin -hâkim tarafından olsun ya da mülki amir tarafından olsun- hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu koruma altına alınan kişilerin, kadınların, çocukların ve aile bireylerinin mutlaka güvenli bir şekilde sığınabilecekleri sığınma evlerinin olması gereklidir. Üstelik yapmış olduğumuz sözleşmeler, uluslararası anlaşmalar, Meclisten geçirdiğimiz uluslararası anlaşma, İstanbul Sözleşmesi bize bu konuda böylesine bir yükümlülük yüklerken bunu göz ardı etmemiz, bunu görmezden gelmemiz ve yasaya dercini yapmamamız çok ciddi bir hata olacaktır. Üstelik Sayın Başbakan bu söz konusu İstanbul Sözleşmesi’ni Meclise sevk ederken gerekçesinde aynen şunu söylüyor: “Kadınlar ve şiddet gören insanlar daha iyi korunacaklardır. Onlara verilen…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Sayın Yılmaz ve arkadaşlarının önergelerini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.

7’nci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 7. maddesinin 1. Fıkrasının “ihbar edebilir” ibaresinin kaldırılarak “ihbar eder” ibaresinin konulmasını arz ve teklif ederiz.

             Ayşe Nedret Akova                               Hülya Güven                                       Sakine Öz

                     Balıkesir                                              İzmir                                               Manisa

                Aylin Nazlıaka                                    Sena Kaleli                               Dilek Akagün Yılmaz

                      Ankara                                               Bursa                                                Uşak

                  Sedef Küçük

                     İstanbul

 

BAŞKAN – Sayın Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Yüceer, Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) – Sayın milletvekilleri, 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’i gayretli çalışmalarından ve diğer bakanlarla karşılaştırıldığında uzlaşmacı kişiliğinden dolayı kutluyorum ancak komisyonlardan geçerek Genel Kurula inen bu tasarının eksiklik içerdiğini de belirtmek zorundayım.

Tasarıda özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının insan hakları, kadın-erkek eşitliği kavramlarına yer verilmemiştir. Bir ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayamadan uygarlaşmadan, insan haklarından söz etmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Komisyonunda kıymetli milletvekili arkadaşımız Sayın Engin Özkoç tam on iki saat konuştu. Kendisini bu performansından dolayı bir kez daha yürekten kutluyorum. Diğer birçok milletvekili arkadaşım da bu toplantıya katılıp Komisyondan geçirerek Genel Kurula getirmeye çalıştığınız 4+4+4’ün baştan sona yanlışları üzerine konuştu. Kadın sorunu ve eğitim, bir ülkenin parti üstü, ideoloji üstü, yani siyaset üstü kavramlarıdır. Bu kavramlara Cumhuriyet Halk Partisinin bakışı budur ama maalesef, AKP’nin bakışı bu değil. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak haksıza “haksız” demeye, yanlışa “yanlış” demeye ve daha iyi yarınlar için direnmeye devam edeceğiz. Yanlış yaparak doğruya gitmeyeceğiz, yanlışa doğruyu öğreteceğiz. Evet, bunun için gerekirse yirmi dört saat de, kırk sekiz saat de konuşacağız.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin kuruluş dönemindeki kadın hakları alanındaki süratli reformlardan sonraki dönemlerde aynı gelişme çizgisi sağlanamamış olsa da kadına şiddetin önlenmesine ilişkin uluslararası sözleşmelerde yeterince imzamız, ülkemiz mevzuatında da yasal düzenlemelerimiz vardır. Kadına karşı şiddet en sık rastlanan insan hakları ihlalidir ancak en az cezalandırılanıdır. Bugünkü durumumuz ibret verici ve üzücüdür. İnsan hakları, demokrasi, kadın-erkek eşitliği, insani gelişmişlik, siyasette kadın konusu temsil olunca dünya ülkeleri arasında hemen son sıralarda yerimizi alıyoruz. Oysaki mevcut yasalarla yetinmeyip yeni düzenlemeler yapıyoruz bu tasarıda olduğu gibi. O zaman, bir türlü lehimize çeviremediğimiz bu rakamların, şiddetin, cinayetlerin sebebi ne? Bizim sorunumuz ne? Uygulanmayan, kâğıt üzerinde kalan sözleşmeler ve yasalar bu sorunun çözümünü sağlamıyor ve bu sorun, toplumsal kanayan bir yaraya dönüşüyor. Devlete düşen görev, kanunları iyileştirmek ve mevcut yasaları uygulamaktır. Aslında bütün sorunların temelinde kadın-erkek ayrımcılığı yatıyor. Kadınlar, kanunlardan çok, birtakım sosyal ve kültürel zorluklarla karşılaşıyor. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı yüzde 48,5. Kadın, yaşadığı şiddete bırakın “Yeter artık, dur!” demeyi, kadın bu şiddeti anlatamıyor bile, utanıyor, korkuyor.

Değerli milletvekilleri, bu utanç, demokrasiyi sindirememiş, sosyokültürel oluşumunu tamamlayamamış, fizik gücünü akıl gücünün önüne geçiren kişilerin ve bu toplumun yarısının haklarını, can güvenliğini, kötü muameleye maruz kalmamasını sağlayamayan devletin utancıdır. “Öpülesi ayakları olan analarımız.” deriz, “Ailenin direği kadınlardır.” deriz ancak aile içi şiddet korkutucu boyutlarda. “Kadın toplumun yapı taşıdır, kadın olmazsa olmaz.” deriz ama toplumsal alanlarda biz kadınlar var-yok arasındayız. Siyasi partiler, her fırsatta başarılarını gerek partide gerek sahalarda kadın kollarının, kadınların özverili çalışmalarına borçlu olduklarını söylerler ancak dönüp baktığınızda partilerin yönetiminde ve karar organlarında kadınlar yoktur. Bakanlar Kurulunda sadece 1 kadın Bakanımız var, onun da Bakanlığının adında “kadın” adı yok. Amacı kadına şiddeti önlemek, kadını korumak olan bu tasarının adı “Ailenin Korunması.” Ne önemi var diyebilirsiniz, diyorsunuz da zaten ancak bu, kadını sadece aile ve sosyal politikalar bünyesinde hapsetmek, aile yaşamı dışındaki sorunları yok saymaktır. Sadece aile içindeki kadını, aile içindeki sorunları meşru göstermektedir. Bu tasarının adı, asıl önceliğinin kadını korumak değil, aileyi korumak olduğunun ispatıdır. Kadına “Ne yaşarsan yaşa ama aileni koru.” denilmektedir. İşte, ülkemizdeki sorunun asıl çözümü, kadının adını ve “kadın” kelimesini kullanmaktan bile imtina eden bu zihniyetle mücadele ve toplumsal zihniyet dönüşümünü sağlamaktan geçer. Bundan dolayı, kadının adını, varlığını silmek yerine her alanda var olmasını sağlamak için geçerli adımlar atılmalıdır.

Ben bu anlamda, ayrımcılığın olmadığı, kadın erkek eşitliğinin her alanda olduğu bir Türkiye’de yaşamak umuduyla, başta fedakâr analarımız olmak üzere, tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yüceer, teşekkür ederim.

Sayın Yüceer ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

8’inci madde üzerinde üç önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na,

Görüşülmekte olan "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı"nın 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, dördüncü ve beşinci fıkralarının metinden çıkarılmasını ve fıkra numaralarının buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.”

                           

                Mustafa Elitaş                            Mehmet Doğan Kubat                             İlknur Denizli

                      Kayseri                                             İstanbul                                               İzmir

                A. Sibel Gönül                                   Sermin Balık

                      Kocaeli                                              Elâzığ

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 8. maddesinin 3. fıkrasının “delil ve belge aramaksızın” ibaresinden sonra gelmek üzere “derhal karar” ibaresinin eklenmesini ve ikinci fıkrasındaki “altı ay” ibaresinin “sekiz ay” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                           

             Ayşe Nedret Akova                               Hülya Güven                              Dilek Akagün Yılmaz

                     Balıkesir                                              İzmir                                                 Uşak

                    Sakine Öz                                     Aylin Nazlıaka                             Ayşe Eser Danışoğlu

                      Manisa                                              Ankara                                             İstanbul

                                                                          Sedef Küçük

                                                                              İstanbul

TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 8. maddesinin 1 inci fıkrasında "tedbir kararı" ibaresinden sonra gelmek üzere "ihbar" kelimesinin eklenmesini,

2 inci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

“Tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilir. Ancak şiddet ve şiddet uygulama tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hallerde, karar süresiz olarak da verilebilir. Süresiz verilen tedbir kararları, korunan bireyin ya da Bakanlık görevlilerinin talebi üzerine değiştirilebilir veya kaldırılabilir."

3 üncü fıkrasında "hakim tedbir kararı" ibaresinden sonra "derhal" kelimesinin eklenmesini,

4 üncü fıkranın çıkarılmasını teklif ediyoruz.

                    Ayla Akat                                         Sırrı Sakık                                 Sırrı Süreyya Önder

                      Batman                                               Muş                                               İstanbul

               Sebahat Tuncel                                Ertuğrul Kürkcü                                  Hasip Kaplan

                     İstanbul                                             Mersin                                               Şırnak

BAŞKAN – Sayın Komisyon, son önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR (Trabzon) -  Katılmıyoruz Sayın Başkan. 

BAŞKAN –Sayın Kaplan, buyurun

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Değerli milletvekilleri, bu önergemizle caydırıcı tedbirleri artırıyoruz. Takdir sizin ancak şunu ifade etmek istiyorum: Ailenin korunması denildiği zaman çocuklar başta gelir, kadınlar, tabii ki anneleri başta gelir ve en önemli sorunlardan birisi velayet ve çocuk kaçırma davaları. En çok baskı, en çok şiddetin uygulandığı alan bu. Bunu ben yirmi sene yaşadım ve kitabını sonunda yazdım, Anne Çığlığı, burada. Burada bir uluslararası sözleşmeye dikkat çektim, HUGE Sözleşmesi, şimdi Lahey Sözleşmesi olarak geçiyor ve kabul ettik. Üstelik bu davada Hükûmetin bir bakanıyla karşı karşıyaydık, ikimiz beraber “Evet.” oyu verdik. Bu kadar acıları yaşamak için çok uzun şeylere gerek yok.

Şuna dikkat çekmek istiyorum: Şiddet, şiddet, şiddet… Devletin şiddeti ne olacak? Siyasi temsiliyetin dibe vurduğu Türkiye’de, yüzde 14 olduğu Meclisinde, 500’ün üstünde kadın siyasi tutuklunun olduğu ülkemizde, devletin kapıları kırarak tek başına yaşayan belediye başkanlarının evlerini basarak aramasını, özel timlerin, kar maskeli görevlilerin terörü, şiddeti ne olacak, bunu sormak istiyorum?

Burada şunu açıklamak istiyorum: Bu yasanın bir ruhu eksik, bir eksik yanı var. Bu eksik yanı da devletin şiddetini kutsayan yaklaşımına hiç dokunulmamasıdır.  İlk şiddete uğrayanın gittiği yer polistir, karakoldur, jandarmadır. Buradaki önlemlerden başlayarak, uluslararası sözleşmenin Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre uygulanması gerekmiyor mu? Sayın Bakanım, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne konan çekincelerin hepsi birer şiddet değil, birer darbedir darbe. Nasıl bu Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki çekincelere tahammül ediliyor? Kendi kimliğini, kültürünü, dilini yaşamak isteyen çocuklara nasıl çekince konuluyor? Bu şiddet ve zorbalık değil midir? Bu şiddeti ve zorbalığı bu Meclisin kaldırması gerekiyor.

Yine, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne konan çekinceler şiddetin ta kendisidir. Bu sözleşmeler, bu hukuk maalesef bu yasada yok. Çocukları kaçırılanlarla ilgili bir koruma yok, velayetle ilgili yok. Görüşememenin müeyyidesi on beş gün ceza, bir ay ceza, altı ay ceza olduğu sürece kimse kimseye çocuğunu göstermiyor. Bunun önlemi yok. Bu çok önemli ve bu Lahey Sözleşmesi’nin önlenmesi elbette ki önemli.

Ben buradan devletin siyasal şiddeti nedeniyle cezaevinde olan Büşra Ersanlı’dan 8 Mart mesajını okumak istiyorum. “Bakırköy L tipi cezaevinde karşılıyorum.” diyor bir akademisyen. Bir öğretim üyesi siyaset akademisinde ders verdiği için, KADER’e kitap yazdığı için, eğitimi için, bilimi için, ilimi için, insanlığı için zindandaysa bunun ötesinde kadına şiddet uygulanabilir mi bir ülkede? Bakın, Fatma Kurtulan grup başkan vekiliydi, bir önceki dönem bu Meclisteydi. Ne diyor: “Benim için kadınların ortak coşkusu. 8 Mart, erkek egemen sisteme, haksızlığa, adaletsizliğe, yok sayılmaya, zulme, dilsiz, sözsüz bırakılmaya karşı başkaldırımızdır, direnişimizdir.” Evet, bu değil sadece, Sakine Güven, Hatice Vural, Lütfiye Gürbüz, Hediye Aksoy ve daha birçok kadın siyasi yönetici ve belediye başkanlarımızı… Ve yirminci gününde açlık grevinde olan Selma Irmak’a uygulanan devlet şiddeti değil midir? Bu Meclisin milletvekili hâlâ tutuklu. Milletin iradesiyle Gülser Yıldırım milletvekili değil midir? Açlık grevinde, bu Meclisin tutuklu, tutsak, esir milletvekilli; milletin iradesi kelepçeli.

Meydanlarda… Kürtçe bir atasözü var “… …”(x) Bunun çevirisini isteyenlere şunu söyleyeyim: “Aslan aslandır, ha kadın ha erkek.” diyor. İşte eşitlik burada yatar. Meydanlara bakın, şu yoksulluğun çemberindeki kadınlara. Meydanlar rengârenk, yüz otuz yerde miting yapılıyor, farkında mı Meclis? Renklere bakın… KESK üyeleri içeride, sahip çıkılıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) - İşte resimler, işte 8 Mart, işte istek, direniş, işte hayat. Doğru konuşmanın zamanıdır artık Mecliste. Öyle eksik kadın hakları olmaz, aile korunmaz, çocuk korunmaz. Gerisi hikâye… Biraz geniş düşünelim arkadaşlar.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, teşekkür ederim.

Sayın Kaplan ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Bir sonraki önergeyi okutuyorum:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 8. maddesinin 3. fıkrasının “delil ve belge aramaksızın” ibaresinden sonra gelmek üzere “derhal karar” ibaresinin eklenmesini ve ikinci fıkrasındaki “altı ay” ibaresinin “sekiz ay” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ayşe Nedret Akova (Balıkesir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sakine Öz.

BAŞKAN – Sayın Öz, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

SAKİNE ÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi için söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kadına şiddet Türkiye'nin kanayan yaralarından biridir ama bu yara yaklaşık on yıldır, yani AKP döneminde çok daha fazla kanamıştır. Gün geçmiyor ki basında bir kadının öldürüldüğünü anlatan bir haber çıkmasın. İşte, kadına şiddetin önlenmesiyle ilgili tasarının böyle bir sıkıntıya çözüm olması gerekiyor ancak tasarıdaki maddeler üzerinde birtakım değişiklikler yapılmazsa bu çözüm mümkün olmayacaktır.

Hepinizin bildiği gibi, cinayete kurban giden kadınların bir bölümü “Can güvenliğim tehlikede.” diyerek devlete başvurmuşlardır, buna rağmen bu kadınlar korunamamış, canlarını devlete emanet ettikleri hâlde şiddetin önüne geçilememiştir. Bazı kadınlar ise tehdit altında olduklarını hissettikleri için koruma tedbirlerinin alınmasına dair başvuru bile yapamaz durumdadır ancak çoğu zaman komşuları, yakın çevresi, akrabaları şiddete uğradığını bilmektedir. Bunun için, bir önceki ihbar maddesiyle alınan tedbiri çok önemli bulmaktayım. Bu yöndeki bir düzenleme, göz göre göre yaşanan dramların, saldırıların ve ölümlerin önüne geçecektir.

Yine, tedbir kararlarının Adalet Komisyonunda altı ayla sınırlandırılmasına karşı çıkmış ve önerge vermiştik fakat bu önergemiz reddedilmişti. Şimdi bunun sekiz aya yükseltildiği bilgisini aldık ancak bunun da yeterli olmadığını düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, sürekli şiddet görme tehlikesi altında bulunan bir insanın her altı ya da sekiz ayda bir kararın uzatılmasını beklemesi, sürekli bu tedirginlikle yaşaması hangi vicdana sığar? Burada yapılması gereken, tedbir kararlarının gerekirse süresiz olarak verilmesini sağlamaktır. Bu süresiz verilen kararın daha sonra talep üzerine kaldırılması mümkündür. Ancak bu yapılmadı, bu noktada kadın örgütlerinin talepleri hiçe sayıldı.

Yine, maddede hâkimin tedbir kararını duruşma yapmaksızın, delil veya belge aramaksızın verebileceği hükmü var ama mağdur kadın canının korunması için zamanla yarışıyor olabilir, bu nedenle bu fıkraya “derhâl” ibaresinin eklenmesi yönündeki önergemize destek olmanız kadınlarımız açısından çok önemlidir. Hâkim bu kararı derhâl vermelidir ki mağdur kadın hemen korunmaya başlayabilsin. Bu insanın hayatından daha ivedi hiçbir şeyin olmayacağını herhâlde buradaki tüm milletvekilleri takdir eder.

Tasarının adıyla ilgili AKP’nin ısrarına anlamlı hiçbir gerekçe görmemekteyim. Düzenlemenin adının “Kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair kanun tasarısı” olması yönünde kamuoyundan yükselen ve partimizin de ısrarla dile getirdiği talep AKP tarafından reddedilmiştir. Böylece tasarıda kadın odak noktası olmaktan çıkarılmış, tasarının odağına aile konulmuştur.

Şimdi soracaksınız “Siz aileye karşı mısınız?” Elbette değiliz, ailenin kutsallığına elbette inanıyoruz, hepimizin aileleri var ama biz iktidara soruyoruz: Siz henüz bir aile kurmamış kadınlara şiddet uygulanmasına karşı değil misiniz? Karşıysanız kadınların kendini daha güvende hissetmesini sağlayacak bu kadar basit bir değişikliğe neden “Evet.” demediniz. Bir kadının şiddetten korunması için evli ya da bekâr olmasının ne gibi bir önemi var. Yarın gözünüzün önünde şiddete uğrayan bir kadına yardım etmek için nüfus cüzdanını mı soracaksınız?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasa tasarısı üzerinde gerekli düzenlemeler yapılmazsa 8 Martta kadınlara bir armağan vermeye çalışan Hükûmet boş yere uğraşıyor demektir. Bunun, bizlere, yani kadınlara parlak bir kâğıda sarılmış, kurdelesi takılmış ama içi bir boş bir hediye paketi verilmesinden farkı yoktur. Gelin, bu değişiklikleri yaparak kadınlara gerçek bir armağan verelim.

Bu tasarıda yer alan tedbirlerin alınması önemlidir ama elektronik kelepçelerden daha önemlisi zihinlerdeki kelepçeleri çıkarmaktır. Kadınlar için en iyi koruma, onları eve kapatmak yerine, hayatın içine katmak, ekonomik bağımsızlıklarını kazanacakları ortamı hazırlamak ve yaşamın her alanında erkeklerle omuz omuza çalışmalarına olanak sağlamakla olacaktır.

Böyle bir Türkiye’de yaşayacağımız 8 Martların bir an önce gelmesini diliyor, tüm emekçi kadınların Kadınlar Günü’nü kutluyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öz.

Sayın Öz ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı"nın 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, dördüncü ve beşinci fıkralarının metinden çıkarılmasını ve fıkra numaralarının buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

"(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.”

Mustafa Elitaş (Kayseri) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçe.

BAŞKAN – Gerekçe lütfen.

Gerekçe:

Şiddete maruz kalan veya maruz kalma tehlikesi altında bulunan kişi ile ilgili olarak koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, herhangi bir delil araştırması veya belge ibrazı aranmaması gerekir. Aksi yöndeki uygulamalar göstermiştir ki, koruyucu tedbir kararı verilmesi yönünde talepte bulunulmasına rağmen, bu yönde karar verilebilmesi için örneğin kişinin şiddete uğradığına dair bir sağlık kuruluşundan rapor alınmasının istenmesi, şiddetin devam etmesi sonucunu doğurmakta ve daha büyük mağduriyetlere sebebiyet vermektedir. Bu nedenle, ister hâkim, ister mülki amir ve hatta ister kolluk tarafından verilsin, delil araştırmasına veya belge ibrazına ihtiyaç olmadan, başvuru hâlinde derhal koruyucu tedbir kararının verilebilmesi gerekmektedir.

Buna karşılık, önleyici tedbir kararı verilebilmesi için, kişinin şiddet uyguladığı veya uygulama tehlikesinin bulunduğu hususunda olguların bulunması gerekmektedir. Aksi yöndeki uygulama, kötüye kullanmalara sebebiyet verebilir. Keza, önleyici tedbir kararları, kişi hak ve özgürlükleri bakımından önemli sınırlamalar doğurmaktadır. Ancak, önleyici tedbir kararının olgulara dayalı olarak verilebilmesi gerekliliği, bu kararın verilmesini geciktirmeye matuf bir sonuç doğurmamalıdır. Aksi takdirde, koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilmesine rağmen, bu Kanunla güdülen amaç gerçekleşmemiş olur.

Ayrıca, Tasarıda tedbir kararlarına karşı kanun yolu belirlenmiş olduğu için, korunan kişinin talebi olmaksızın tedbir kararı verilmesi hâlinde bu yola başvurulabileceği gibi, ayrıca korunan kişinin her durumda sahih rızasının tespitinin mümkün olamayacağı değerlendirilmiştir.

Belirtilen sakıncaları giderebilmek amacıyla işbu değişiklik önergesi verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 8’inci madde kabul edilmiştir.

9’uncu madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 9. maddesinin 3. Fıkrasının “itiraz” ibaresinden sonra gelmek üzere “edilen” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

             Ayşe Nedret Akova                               Hülya Güven                              Dilek Akagün Yılmaz

                     Balıkesir                                              İzmir                                                 Uşak

                    Sakine Öz                                     Aylin Nazlıaka                                    Sena Kaleli

                      Manisa                                              Ankara                                               Bursa

                  Sedef Küçük                              Ayşe Eser Danışoğlu

                     İstanbul                                            İstanbul

 

TBMM Başkanlığına

181 sıra sayılı kanun tasarısının 9. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının metinden çıkarılmasını aşağıdaki fıkraların eklenmesini teklif ediyoruz.

"Madde 9: Aleyhine tedbir kararı verilen, kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde, tedbir kararının kaldırılmasını veya değiştirilmesini kararı veren hâkimden isteyebilir. İtiraz  durumunda öncelikle hakkında koruma kararı verilmiş olan kişilerin beyanı alınır ve bu beyan aksi ispat edilip gerekçeli olarak kararda gösterilmediği sürece hükme esas alınır.

(2) Lehine tedbir kararı verilen kişi her zaman, verilen kararın eksikliği, yetersizliği, yeni ya da ek tedbirler alınmasını, kararı veren hâkimden talep edebilir.

(3) Hâkim, talep üzerine veya resen tedbirleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir ya da kişiyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir ya da itirazın niteliğine göre, itirazcı aleyhine yeni ek tedbirlere hükmedebilir.

(4) Tedbirin uygulanması, kararda öngörülen sürenin dolması veya altı aylık sürenin bitmesiyle kendiliğinden sona erer."

                    Ayla Akat                                  Sırrı Süreyya Önder                               Levent Tüzel

                      Batman                                            İstanbul                                            İstanbul

                 Hasip Kaplan                                       Altan Tan                                          Erol Dora

                       Şırnak                                           Diyarbakır                                           Mardin

               Sebahat Tuncel                                Ertuğrul Kürkcü

                     İstanbul                                             Mersin

BAŞKAN – Sayın Komisyon, son okunan önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?..

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ata.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülen yasanın 9’uncu maddesi üzerine vermiş olduğumuz değişiklik önergesi üzerine söz hakkı almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün bu salonda açığa çıkan tablo budur; siyasi iktidar, bazı maddeler için bazı düzenlemeler öngörmüştür, değişiklik önergeleri getirmiştir, o konudaki düzenlemeler geçmiştir ama bunun dışında, muhalefet partilerinin ortaya koyduğu hiçbir düzenleme, buraya sunduğu hiçbir düzenleme kabul edilmemiştir. Yani bu, bizde bir tabir var, diyor ki. “Ben bana hayran, ben bana kurban.” mesele bu yani en iyisini ben bilirim, en iyisini ben yaparım anlayışını ortaya koyuyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ben bana kurban, el bana kurban!

AYLA AKAT ATA (Devamla) -  Şimdi, birçok milletvekili arkadaşımız söz hakkı aldı ve şunu belirtti, dedi ki: Kadına şiddet konusunda yaklaşım siyaset üstü olmalıdır. “Partiler üstü, siyaset üstü” kavramlarını kullanıyoruz. Sayın İyimaya bu konuda itiraz ettiği için aklıma geldi. Kendisi, partiler üstü değil, siyaset üstü ele alınması gereken bir konu olduğunu düşünüyor. Bu temelde bir araya gelip, ortak üretebileceksek çözümü neden bu kadar bir direnç var ve çözümsüzlükte ısrar var?

Sayın Bakanım, siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz ve bu Parlamentoda oturan ve bu kadar ilgisiz davranan siyasi iktidarın saygıdeğer milletvekilleri de biliyor, Türkiye’de kadın katliamı bugün sırtımızı dönebileceğimiz bir gerçeklik değildir, çok açıktır. Bizim sizden alabildiğimiz tek sonuç şudur: 2002-2009 yılları arasındaki artış yılda yüzde 1.400 oranındadır. 2002 yılında 66 kadın katledilmiştir, 2009 yılında bu rakam 953’e çıkmıştır; artış yüzde 1.400.

Şimdi, daha önce bu kürsüden şunu ifade ettiniz: “Bizim dönemimizde kadına yönelik şiddet görünür oldu, bilinir oldu. O nedenle bu sayıdaki artış söz konusudur.” Böyle bir yorumu açıkçası ortaya koymuş olduğunuz samimiyete uygun görmüyorum. Niye? 1 kadın bile olsa bu bizim problemimiz, öldürülen 1 kadın bile olsa ki, doğrudur, kadına yönelik şiddeti görünür kılamıyoruz, bilinir kılamıyoruz. Bunun önünde toplumsal değer yargıları engeldir. Bunun içerisinde kadını eve hapseden politikalar engeldir. Bunu biliyoruz ama bunu kırmanın yöntemi de başta yasalarda düzenlemeler yapmaktır ki, kaldı ki, sadece yasalarda düzenleme yapmak yeterli değildir. Hepimiz biliyoruz ki burada 2005, 2006 yılında yapılan değişikliklerin toplumdaki yansıması istediğimiz gibi olmamıştır. “Artık, ailenin reisi erkek değildir.” dediğimizde, bu, aile içerisinde karşılığını bulmamıştır. Niye? Çünkü ortada bir geleneksel aile modeli var ve bunun değişebilmesi için önce bu sürecin farkında olan, eşitlik politikalarını hayata geçirebilecek bir siyasi iktidar ve Parlamento iradesiyle mümkün olabilir. Görünür, bilinir kılmamız gerekiyor. “Neden erkek değildir?”i eğitimle, her türlü materyali kullanarak, her türlü enstrümanı araç olarak kullanarak ortaya koyabilmeliyiz ama bundan çok uzak bir politika içerisindeyiz.

Şimdi, biz yarın bu yasayı çıkartacağız. Gönül rahatlığıyla çıkmayacak bu yasa. Ama nasıl? Buradaki hiçbir kadın milletvekili de bu yasanın çıkmasında “hayır” demeyecektir çünkü var olan duruma göre daha bir iyileştirme öngörüyor ama açıkçası bu yasayı çıkarırken de vicdanımız rahat değildir. Yarın gerçekleşecek aile bireyi olmayan bir kadının katliamı karşısında “Biz masumuz.” diyebilecek miyiz? Bunu yapabilecek miyiz? Hayır. Bu, bile bile lades olmaktır, bile bile “Bu sonucu kabul ediyorum.” demektir, “Kadın katliamına göz yumuyorum.” demektir. Bunlar yaşanmış, toplum tarafından görülmüş, hatta biz engel olamadığımız için bazı araçlar, bazı enstrümanlar kullanarak yaygınlaştırılmış ama buna karşı şimdi bir önlem alma durumumuz söz konusuyken, Parlamentoya yasa tasarısı gelmişken, biz bunu bilerek “hayır” diyeceğiz. Bu demektir ki: Biz yaşanan katliamlar karşısında sessiz kalmayı tercih ediyoruz. Esasında sorunun farkındayız, sorunun hangi toplumsal kaynaklarının olduğunun farkındayız, bunu değiştirebilmenin yöntemini biliyoruz. Zor olacaktır, bu bir gerçektir çünkü mevcut statüye karşı bir adım atıyoruz, zor olacağı kesindir. Tabii ki eleştirilecektir, birçok insan kalkıp birçok şey söyleyecektir ama bunu göze almamız lazım çünkü ortada, insan yaşamı söz konusudur çünkü ortada, karartılacak yaşamlar söz konusudur. Bizim tercihimiz, insan yaşamından, yaşama hakkından taraf olmalıdır, kim olursa olsun. Aksi hâlde, kadını katledip buna gerekçe bulan, kadını katledip “Hak etmişti.” diyenlerden farkımız kalmaz. Bugün, hepimiz biliyoruz ki kadın katliamlarında failler çoğu zaman toplum tarafından kahraman olarak gösteriliyor. Biz buna boyun mu eğeceğiz? Biz bunu kabul mü edeceğiz? Hayır.

Buradaki değişiklik önergelerine karşı biraz daha duyarlı olunmasını beklerdik ama hiçbir önerge kabul edilmedi. Bu önergemizde de bir hususun altını çiziyoruz. Yıllardır bunun mücadelesini verdik. Kadına yönelik şiddet vakalarında kadının beyanı esas alınmalıdır. Bu, soruşturma aşamasında, bu daha sonra, itirazın geliştiği, aleyhine tedbir uygulanan şahsın itirazının geliştiği aşamada da söz konusu olmalıdır. Kadının beyanı esas alınmalı hükmü esas olmalıdır.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ata, teşekkür ediyorum.

Sayın Ata ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 9. maddesinin 3. fıkrasının “itiraz” ibaresinden sonra gelmek üzere “edilen” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                     Ayşe Eser Danışoğlu (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon, okunan önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Danışoğlu…

BAŞKAN – Sayın Danışoğlu, buyurun lütfen. (CHP sıralarından alkışlar)

AYŞE ESER DANIŞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 1857 yılından bu yana kadınların eşitlik mücadelesinin bir simgesi hâline geldi. Günümüzde ise yalnızca eşitlik mücadelesinin değil, kadına karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması, kadınların karar mekanizmalarında yer alması ve kadına karşı şiddete son verilmesi konularının vurgulandığı bir gün olma özelliği taşıyor. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda onaylanmasının bu tarihe denk getirilmesi elbette ki tesadüf değil. Ancak, aynı şekilde, bu kanun tasarısının “kadına karşı şiddetin önlenmesi” adı altında duyurulmuş olmasına rağmen aileyi odak alması da tesadüf değil. Bu, kadını birey olarak kabul etmeyi içine sindiremeyen zihniyetin siyasi politikasının bir uzantısıdır.

Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere bağlı kalması gerekmektedir. Kadından ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığının kaldırılması ve yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulması kadın çalışmaları adına bir geriye gidişin ifadesidir. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve Avrupa Birliği müktesebatı Türkiye’yi kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı sona erdirmekle ve kadın-erkek eşitliğini güçlendirecek politikalar izlemekle yükümlü kılıyor.

İsminde “Kadın” ifadesi yer alan bir bakanlığın kaldırılarak Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlanmasıyla kadın-erkek eşitliğini sağlayacak mekanizma zayıflatıldı ve bu adımla kadın birey olarak değil, ailenin bir unsuru olarak konumlandırıldı.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin kadına karşı şiddeti önlemeye, kadının statüsünü güçlendirmeye yönelik çalışmalara ihtiyacı var ancak yasal düzenlemelerin kadınlara yönelik insan hakkı ihlallerini azaltmaya yetmediğini de biliyoruz. Uygulamadaki sıkıntıların giderilmesi için önemli olan, kadına karşı şiddetle mücadelenin bir devlet politikası olarak Hükûmet tarafından ana eksene konulmasıdır. Kadın-erkek eşitliğinin toplumun sosyokültürel yapısına yerleştirilmesi, önleme ve koruma mekanizmalarıyla gerçekleştirilebilir.

Çocuklarımızın “toplumsal cinsiyet”, “kadın-erkek eşitliği”, “kadının insan hakları” kavramlarıyla küçük yaşta tanışması, gelecek nesillerde, mevcut toplumsal zihniyetteki erkek egemen anlayışın ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Bu eğitimin öğretmenlerin algısı çerçevesiyle sınırlı olmaması, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler kapsamında gerçekleştirilmesi ise ayrıca önemlidir.

Bulguları bir gün önce yayımlanan bir araştırmaya göre kadınların yüzde 80’i şiddet karşısında adaletin yerine gelmediğini savunuyor. Evlilerde bu oran yüzde 78,6, bekârlarda ise yüzde 85,8. Şiddet gördüğünü söyleyen kadınların da yüzde 87,4’ü verilen cezaları yetersiz buluyor.

Adaletin sağlanması koruma tedbirlerinin sağlam temellere oturtulmasıyla gerçekleşebilir. Bunun için ise hâkimlerin, savcıların, kolluk görevlilerinin düzenli olarak ve sık sık eğitimlere tabi tutulması şarttır.

Değerli milletvekilleri, kadına karşı şiddetle mücadele etmek hem siyasi hem de insani görevimiz. Bu görevi layıkıyla yerine getirmemiz için öncelikle kadını “aile” kavramı içerisinden çıkarmalı ve kendisini birey olarak görmekten korkmamalıyız. Kadına karşı şiddetle mücadelenin olumlu sonuçlarını görebilmek adına toplumsal zihniyeti değiştirmek öncelikli hedefimiz olmalı. “Toplumsal cinsiyet”, “kadının insan hakları” ve “kadın-erkek eşitliği” kavramlarını benimsemek, çocuklarımızı bu doğrultuda eğitmek bu yolda atmamız gereken adımlardır. Bu kavramları içselleştiremediğimiz, uygulamadaki sorunları çözmediğimiz sürece kadınlarımızı da, çocuklarımızı da şiddetten koruyamayız.

Hepinize teşekkür eder, saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

9’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Dilek Akagün, oturduğu yerden bir dakikalık bir söz istedi.

Buyurun efendim.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, biraz önce de çıktığım konuşmamda söyledim. 4’üncü maddede hâkimin yetkilerini sınırladık. Aynı şekilde 8’inci maddede de, yine, korunan kişinin hâkimin dinlemesi sonucunda eğer hâkim uygun görürse, onun kabul beyanını aramaksızın tedbirlerin devamına ilişkin, biliyorsunuz uzun tartışmalar sonucunda bir karar vermiştik. İstanbul Sözleşmesi’nde çok açıkça diyor ki: “Şikâyete bağlı olmama ilkesi benimsenmelidir bu türden şiddet konularında.” Öte yandan, Opuz kararını ben size, bütün Komisyon üyelerine de anlatmıştım. Hâl böyleyken niye bu korunan kişinin onayına bırakılıyor, koruma kararı alınan kişinin onayına bırakılıyor, yeniden o madde çıkartılıyor? Yani ben gerçekten üzüntülerimi bildiriyorum. Her iki maddede de uzun tartışmaların sonucunda karar vermiştik, ben sizin o maddelere sahip çıkmanızı beklerdim.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun, siz de yerinizden lütfen kısa…

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Dilek Hanım’ın söylediği hassasiyetten dolayı zaten bu önergeyi verdik. “Kavram kargaşası olur, mülki amirler ve hâkimler birbirlerinin üzerine atar ve burada kadın mağdur olur.” anlayışından dolayı korumak için bunu yaptık. Biraz önce Ayla Hanım da konuşmasında söyledi ama biz, Komisyonda, Komisyon Başkanımız, Komisyondaki milletvekillerimizin hepsi şahit, sivil toplumumuzun ve muhalefetteki bütün milletvekili arkadaşlarımızın olumlu bütün görüşlerini alarak buraya getirdik. Dolayısıyla, buradaki, Dilek Hanım’ın söylediği şey de uygulamada zaten sorun yaşanmasını düzeltmek için bu önergeyi verdiğimizi ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Sayın Bakanım, 8’inci maddede de benzer bir şey yapıldı. 8’inci maddede de, benzer bir şekilde, 4’üncü, 5’inci maddede de çıkarılmış efendim.

BAŞKAN – 10’uncu madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 10. maddesinin 7. Fıkrasının "merci veya kişi tarafından" ibaresinden sonra "en geç bir ay içinde" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

             Ayşe Nedret Akova                               Hülya Güven                              Dilek Akagün Yılmaz

                     Balıkesir                                              İzmir                                                 Uşak

                    Sakine Öz                                       Sena Kaleli                               Ayşe Eser Danışoğlu

                      Manisa                                               Bursa                                              İstanbul

                  Sedef Küçük

                     İstanbul

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan "benzeri yerlerde" ibaresinden sonra gelmek üzere "geçici olarak" ifadesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                  Ahmet Aydın                             Mehmet Doğan Kubat                            A. Sibel Gönül

                    Adıyaman                                           İstanbul                                             Kocaeli

                Mustafa Elitaş                                   Sermin Balık                                    Nurdan Şanlı

                      Kayseri                                              Elâzığ                                               Ankara

                   Oya Eronat

                   Diyarbakır

BAŞKAN –  Sayın Komisyon, son okunan önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) –  Katılıyoruz Sayın Başkan.

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçe lütfen…

Gerekçe:

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis yurt ve benzeri yerlerde geçici olarak barındırılmasını temin için bu önerge verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 10. maddesinin 7. Fıkrasının "merci veya kişi tarafından" ibaresinden sonra "en geç bir ay içinde" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                  Ayşe Nedret Akova (Balıkesir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ayşe Eser Danışoğlu, buyurun.

AYŞE ESER DANIŞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısının 10’uncu maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi yeniden selamlıyorum.

Hepimiz biliyoruz, Türkiye’de eşlerinden şiddet görmüş ya da görmeye devam eden kadın sayısı çok ciddi rakamlara ulaşıyor. Özellikle, boşanmış ya da dul kadınlarda şiddet görme oranı çok daha yüksek. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun kadına ve aile bireylerine yönelik şiddetin incelenmesi amacıyla kurulan alt komisyon raporu verilerine göre, 81 ilde aile içi şiddet kapsamında yapılan başvurular 2011 yılında toplam 80.398’i buldu. Ulusal bir gazetenin yaptığı son bir araştırmaya göre ise Türkiye’de kadınların yüzde 41,5’i eşlerinden şiddet görüyor. Ev hanımı olan kadınlarda bu oran yüzde 71,4’e çıkıyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2011 raporuna göre, kadınların ekonomik hayata katılımı ve fırsat eşitliği konusunda Türkiye 135 ülke arasında ancak 132’nci sıraya yerleşebildi. Kadına karşı şiddetin büyük ölçüde kadın ve erkek arasındaki ekonomik ve sosyal dengesizlikten kaynaklandığını düşünürsek sıralamanın çok da yersiz olmadığını görüyoruz. Kadınların Türkiye’de istihdam içindeki payının düşüklüğü, uluslararası platformlarda, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler yetkilileri tarafından çeşitli raporlarda zaman zaman belirtiliyor. Peki, bu şartlar altında Avrupa Birliğine tam üye olmayı hedefleyen Türkiye, Avrupa Birliğinin kadın istihdamını yüzde 60’a çıkarma hedefine nasıl ulaşacak? 1990 yılında kadınların istihdama katılımı yüzde 34 oranıyla bu hedefe daha yakınken şu anda yüzde 30’u bile tutturamıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce belirttiğim gibi, ev hanımlarında şiddet görme oranı yüzde 71,4. Kadının yüksek eğitim görmesi, istihdama katılması ve ekonomik özgürlüğünü kazanması birey olarak güçlenmesine yardımcı olacak ve şiddet görme olasılığını düşürecektir. Maalesef, toplumumuzda kadınların bir kısmı kendilerini birey olarak görmemektedir. Bunun göze çarpan kanıtlarından biri, eşlerinden dayak yemeyi doğal kabul eden kadınların yüzde 20,3 gibi müthiş yüksek bir oranda olmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak sizlerle paylaşmak istediğim bir nokta daha var. Bildiğiniz üzere, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı, sivil toplum kuruluşlarının, kadın örgütlerinin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve mutabakata vardığı metinden yola çıkarak hazırlandı. Zaten katılımcı demokrasi, sivil toplum örgütlerinin yasama faaliyetlerine doğrudan katılması anlamını taşımaktadır. Ancak, Komisyon görüşmelerinde kanunun özünü etkileyecek değişiklikler yapılmış ve 237 kadın örgütünü temsil eden Şiddete Son Platformunun isyanını da beraberinde getirmiştir.

Bu çerçevede, tasarıda emeği bulunan sivil toplum örgütlerinin çekincelerini duyurabilmesi adına Şiddete Son Platformunun başlıca itirazlarını da sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum. Onların ifadesiyle: “Şiddete Son Platformu olarak, şu andaki hâliyle yasanın adının, kadın değil, aileyi korumak üzere düzenlenmiş olmasına; şiddete uğrayan kadınların yardım ve koruma alabileceği yedi gün yirmi dört saat ve ‘tek adım’ ilkesiyle çalışacak merkezlerin teşkilat, görev ve kadrolarının kadın örgütlerinin talepleri doğrultusunda düzenlenmemiş olmasına; yasada sığınaklar ve cinsel şiddet kriz merkezlerinin yer almamasına; kadın örgütlerinin şiddet ve cinayet davalarına müdahilliğinin kabul edilmemiş olmasına itiraz ediyoruz.”

Tüm kadınların Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Danışoğlu.

Sayın Danışoğlu ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 10’uncu madde kabul edilmiştir.

11’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmekte olduğumuz 181 sıra sayılı Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun tasarısının 11. maddesine aşağıda belirtilen 2. Fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

             Ayşe Nedret Akova                         Dilek Akagün Yılmaz                              Hülya Güven

                     Balıkesir                                              Uşak                                                 İzmir

                Aylin Nazlıaka                                     Sakine Öz                                Ayşe Eser Danışoğlu 

                      Ankara                                             Manisa                                             İstanbul

                  Sedef Küçük                                  Candan Yüceer

                     İstanbul                                           Tekirdağ

"(2) Kolluk birimleri içinde bu kanunda belirtilen hizmetlerin yürütülmesi için kadın ve çocuğu şiddetten koruma birimleri kurulur ve bu birimlerde yeteri kadar kadın personel istihdam edilir.”

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım. 

BAŞKAN – Hükûmet?

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANI FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Candan Yüceer…

BAŞKAN - Sayın Yüceer, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 181 sıra sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 11’inci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Kadına yönelik ayrımcılık hayatın her aşamasında kendini farklı boyutlarda gösteriyor. Kız çocukları doğduğu günden itibaren başlayan bu süreç, kadının yaşamı boyunca devam ediyor. Ataerkil bir aile ve toplum yapısına sahip ülkemizde gerek bu düşünce yapısıyla gerekse ekonomik güçlükler sebebiyle kız çocuklarının eğitimi ikinci plana atılıyor. Kız çocuklarımız daha ergenlik çağında kendilerinden yaşça çok büyük kişilerle zorla evlendirilebiliyor. Erkek kardeşleri kadar sevgi ve ilgi görmüyorlar ama aile bireylerinden baskı, şiddet hatta taciz görüyorlar. Doğduğu gün başlayan bu ayrımcılık hayatları boyunca sürüyor. Zaten eğitim olanaklarından erkeklerle eşit oranda yararlanamamış kadın iş yerinde de ayrımcılığa, tacize ve şiddete uğruyor. Kadın hem siyasette hem aile hem de toplum içinde kendine biçilen rolleri kabul ediyor, kabul etmek zorunda bırakılıyor. Hayatı boyunca bu kadar çok ayrımcılığa maruz kalan kadının çalışma hayatında başarılı olması, yönetim ve karar aşamalarında söz sahibi olabilmesi, aile yaşamında mutlu olabilmesi oldukça güçtür.

Ülkemizde kadınlar hâlâ eğitim hakkına ulaşmakta karar alma süreçlerinin dışında bırakılmakta, baskı, taciz, şiddete maruz kalmakta, “töre, namus” adı altında cinayetlere kurban gitmektedirler. Bugün, bilim ve teknoloji çağında kadın sığınma evi diye bir şey varsa, sığınma evleri şiddeti gören kadınlara yetmiyorsa, kadına uygulanan şiddetin, cinayetlerin durdurulması, kadının eğitimde yerinin artırılması için bu kadar çaba gösteriliyorsa bu bizim aslında insanlık, demokrasi, gelişmişlik adına ne kadar geride kaldığımızı gösteriyor. Diğer taraftan, kadın, erkeğin yanında ikinci sınıf olarak sayılıyor hatta bu, kadınlar tarafından bile yaygın  olarak doğal düzen, din, gelenek gereği olarak kabul görüyor. Kadın hakları konusunda istediğimiz hedeflere ulaşamamamızın en önemli nedenlerinden biri de kendi gücünün, kendi haklarının farkında olamaması kadınların maalesef çünkü bunu düşünecek, irdeleyecek, gerektiğinde karşı duracak eğitimden yoksun bırakılıyor, aile içine, dört duvar arasına hapsediliyor.

Değerli milletvekilleri, ailemiz bizim kutsalımız, önceliğimiz; ailemiz, yuvamız, yavrularımız bizim için her şeyin önünde. Söz konusu aile olunca akan sular durur bizim için. Özveriliyizdir, fedakârızdır ancak yıllardır yapıldığı ve bu yasa tasarısıyla yapılmaya çalışıldığı gibi ailenin tüm sorumluluğunu, manevi yükünü kadınların omzuna yüklemek, üzerine bir de baskı, şiddet, taciz uygulamak ve buna göz yummak; bu, aileyi korumak değildir; bu, sağlıklı bir yaklaşım da değildir. Bu ailede yetişen çocuklar sağlıklı yetişmez.

Değerli milletvekilleri, artık kadınların şu gerçeğin farkına varması lazım: Evet, ailemiz önceliğimiz ancak kadınlar, anneler, kızlarımız, bu toplumda hak ettiği yeri almadığı sürece, erkeklerle birlikte eşitlik ve özgürlük ilkesine dayalı bir yaşam paylaşmadığı sürece ne çocuklarımız ne de ailelerimiz rahat ve huzurlu bir ortam görecek. O yüzden, bizler, kadınlar, emeğimizin sömürülmesine, kadın haklarının göz ardı edilmesine, kadına şiddete, kadının dört duvar arasına hapsedilmesine, siyasi görüşümüz, mesleğimiz, eğitimimiz ne olursa olsun hep beraber karşı duracağız. Kadının sadece kaç çocuk doğuracağıyla ve sadece ailenin korunmasıyla ilgilenen zihniyetle de mücadeleye devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, 8 Mart kazandığımız hakların anlamı ve değerinin sadece bir sembolü. Bu alandaki eksikliklerimizi ve gerçekleştirmemiz gereken pek çok reformu düşünmemize, konuşmamıza, farkındalık yaratmamıza bir vesile olarak düşünüyorum. Umarım, 2012 yılında bu vesileyi en iyi şekilde hep beraber değerlendirebiliriz.

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yüceer.

Sayın milletvekilleri, Sayın Yüceer ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 11’inci madde kabul edilmiştir.

Çalışma süremizin sonuna geldiğimizden dolayı, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek üzere, 8 Mart 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.57



(x) 181 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

(x) Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.