TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                53’üncü Birleşim

                                                                                        18 Ocak 2012 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel’in, Denizli ilinde 7 Ocakta meydana gelen sel felaketine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, 2011 yılında Afşin-Elbistan Çöllolar kömür havzasında meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan 9 vatandaşımıza ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, dış politikadaki son gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın, Denizli ilinde meydana gelen sel felaketinde zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin açıklaması

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Afşin-Elbistan Termik Santralinde meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan ve mezarları belirlenemeyen 9 vatandaşımız için anıt bir mezar dikilmesine ilişkin açıklaması

3.- Adana Milletvekili Ali Halaman, 17/1/2012 tarihli 52’nci Birleşimdeki “23/12/2011 Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un oylanmasında sehven “kabul” oyu kullandığına ve oyunu “red” olarak tashih ettiğine ilişkin  açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin açıklaması

5.- Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri atfetmesine ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Genel Bilgi Toplama (GBT) işlemlerinin uygulama ve mevzuatının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/106)

2.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, kömür üretimi ve ticaretindeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/107)

3.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, telif hakları konusunda yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/108)

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138)

 

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, Televizyon Müdürlüğünün personel yapısına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/1452)

2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, THY’nin Ankara-Düsseldorf arasında doğrudan uçuşları başlatıp başlatmayacağına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanından sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/1684)

3.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel’in, Eskişehir’de bulunan kilise ve sinagoglara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/1945)

4.- Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu’nun, TSK’dan ilişiği kesilenlerden bazılarının başvurularının kabul edilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı  (7/1973)

5.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığın başta İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1999)

6.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, imam-hatip ve müezzinlerin cami ve çevresinin bakım ve temizliği görevini üstlenmelerine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/2001)

7.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, tutuklu milletvekilleriyle ilgili bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/2159)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

18 Ocak 2012 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mustafa HAMARAT (Ordu)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Denizli ilinde meydana gelen sel felaketi hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel’e aittir.

Buyurun Sayın Yüksel.

 

IV.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel’in, Denizli ilinde 7 Ocakta meydana gelen sel felaketine ilişkin gündem dışı konuşması

 

MEHMET YÜKSEL (Denizli) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Denizli ilinde 7 Ocakta meydana gelen sel felaketiyle ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Denizli ilimizin bazı ilçeleri ve yerleşim yerlerinde 7 Ocak 2012 tarihinde meydana gelen aşırı ve şiddetli yağışlardan oluşan sel felaketinde, ulaşımda, ekili ve dikili alanlarda olumsuz yönde etkilemeler olmuş; başta Sayın Valimiz olmak üzere, tarım teşkilatımız, İl Özel İdaresi, Karayolları, DSİ, Tarım Reformu gibi ilgili kurum ve kuruluşlar acilen mahalline intikal ederek gerekli çalışma ve önlemlerde bulunmuşlardır. Bizler de milletvekili arkadaşlarımızla birlikte ilgili kurum ve kuruluşlarla temaslarımıza ve ilçelerimizle temaslarımıza devam ettik.

Tabii burada önemli olan şey şu: Bakın, 7 Ocak tarihinde meydana gelen sel olayından sonra günümüzde de şu anda ülkemizin büyük bir kesimi kar yağışıyla karşı karşıya. Kar yağışının arkasından da eksi 28-30 dereceleri bulan iklim sebebiyle dona dönüşmüştür. Bu sebeple gerek hayvanları dağda mahsur kalan vatandaşlarımız gerekse ürünleri donarak zarar gören vatandaşlarımız vardır.

Buradan ben özellikle şu noktayı vurgulamak istiyorum değerli kardeşlerim: Yıllardan beri hükûmetler çiftçilerimizin zararlarını karşılayacak kanunlar çıkarmışlar, 1948’lerden itibaren başlayan bu yasalar günümüze kadar devam etmiş ama bakıldığında bunların yeterli olmadığı, yeterli şekilde ihtiyacı karşılamadığı görülmüş, daha sonra da Bakanlığımızın ve Hükûmetimizin teklifiyle, Büyük Millet Meclisimizin kabulüyle cumhuriyet tarihimizde çiftçilerimiz açısından devrim olarak nitelendirebileceğimiz 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu 21 Haziran 2005 tarihinde çıkarılmış ve 1 Haziran 2006 tarihinde de ilk poliçe kesilmiştir. Bu Kanun’la birlikte ürününü veya hayvanını sigorta ettiren çiftçilerimiz, poliçe bedelinin yüzde 50’sini devlet karşılamak kaydıyla, ürünlerini kurtarabilmişlerdir.

Burada “doğal afet”in tanımına baktığımız zaman, doğal afet, “İnsan faktörünün etkisi olmadan üretimi olumsuz etkileyen dolu, su baskını, heyelan, toprak kayması, olağanüstü sıcaklık değişimleri, kuraklık, çığ, fırtına, yıldırım ve benzeri yer ve hava hareketleri.” olarak tanımlanmaktadır.

Buradan da görülmektedir çok değerli kardeşlerim, çiftçilerimiz, hayvancılık yapan vatandaşlarımız her türlü yatırımı yapıyorlar, ancak tarım sigortası konusunda ne hikmetse yeterli ilgi ve alakayı göstermiyorlar, çıkarılan kanunlar gereği de sigorta kapsamına alınan ürünler yaşanan afetlerden dolayı eğer sigortalı değilse destek alamıyorlar. Bununla ilgili ilimizde de ülkemizde de çoğu zaman yaşanan sel afetlerinde, don olaylarında, sigorta kapsamında olduğu için, eğer vatandaşımız sigorta yaptırmadıysa bunlardan yararlanamıyorlar ve büyük zararlar görüyorlar. Şu anda bilhassa seracılıkta yeni ürünü çıkmaya başlayan vatandaşlarımız, dona dönüştüğü için, eğer sigorta yaptırmadılarsa bunlardan büyük zarar görecekler.

TARSİM’in çıkardığı tarım sigortasıyla özellikle ürünün sigorta bedelinin yüzde 50’sinin devlet tarafından karşılanıyor olması artı hemen bedelinin prim bedelinin ödenmiyor olması… Prim bedeli hasat kaldırıldıktan sonra bir ay içerisinde ödeniyor. Dolayısıyla, böyle kolaylıklar sağlandığı hâlde hâlâ çiftçilerimiz, tarım kesiminde uğraşan vatandaşlarımız, hayvancılık yapan vatandaşlarımız tarım sigortasına yanaşmamakta veya bunu pek dikkate almamaktadırlar. Sonra da hep birlikte sıkıntı, hep birlikte zarar görmekteyiz.

Ben buradan tekrar duyurmak istiyorum önce kendi ilim Denizli’ye, tüm Türkiye’ye, tüm milletvekili arkadaşlarımıza, tüm çiftçilerimize: Ürün sahibi vatandaşlarımız mutlaka tarım sigortası yaptırsınlar. Sonra yaşanan bu doğal afetlerden, yani elimizde olmadan yaşanan bu doğal afetlerden görecekleri zararlardan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yüksel.

MEHMET YÜKSEL (Devamla) – Çok teşekkür ederim, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ayhan.

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın, Denizli ilinde meydana gelen sel felaketinde zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin açıklaması

 

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ben de sel felaketinde zarara uğrayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Onların sel felaketinde uğradıkları zararların da tamamen giderilmesini Hükûmetten talep ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz Kahramanmaraş’ta göçük altında kalan 9 vatandaşımız hakkında söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’a aittir.

Buyurun Sayın Özbolat. (CHP sıralarından alkışlar)

 

 

 

IV.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, 2011 yılında Afşin-Elbistan Çöllolar kömür havzasında meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan 9 vatandaşımıza ilişkin gündem dışı konuşması

 

DURDU ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afşin-Elbistan Çöllolar kömür havzasında meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan 9 vatandaşımızla ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikle sizi bir sene öncesine götürmek ve bugüne gelene kadar gelişen olaylar hakkında bilgilendirmek istiyorum. Afşin-Elbistan Çöllolar kömür havzasındaki ilk göçük 6 Şubat 2011 Pazar günü saat dört sıralarında meydana gelmiş, bu olayda elli bir yaşındaki Yaşar Alkaya hayatını kaybetmişti. Bu olaydan dört gün sonra, 10 Şubat 2011 Perşembe günü saat on sıralarında ikinci göçük meydana gelmiş, Ruşen Demir isimli işçi hayatını kaybetmiş, jeoloji mühendisi Halil Tatlı, maden mühendisi Nail Yılmaz, işçiler Hacı Mehmet İpek, Muhsin Koşan, Kemal Elmas, Adnan Demir, Turan Gökhan, Aydoğan Polat ve Cuma Yıldırım toprak altında kalmıştı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir bölge milletvekili olarak, hemen olay yerine, incelemelerde bulunmak için Kahramanmaraş’a gittim. Maalesef karşılaştığım manzara içler acısıydı; 150 bin metrekare alan içerisinde 100 milyon metreküp toprak ve kömür bir anda 40 metre yüksekliğinde bir alanı doldurmuştu. Olayın hemen ardından ortaya birçok iddia atıldı; mühendislerin gerekli fizibilite çalışmalarını yapmadığından tutun da madende birtakım çatlamalar olduğu ve bu kamyonların çatlakları doldurabilmek için taşları getirip o çatlakları doldurup üzerinden öyle geçmeye çalıştıkları gibi birtakım şeyler söylendi. Bu iddiaların en vahimi ve üzerinde en çok durulması gerekeni ise şuydu: A Termik Santraline kömür çıkarılan madende, kömür 190 metreden çıkarılıyordu ve sondaj kuyusunun derinliği en az 190 metreye kadar iniyordu. Buraya dikkat edin değerli milletvekilleri, “en az 190 metre” diyorum çünkü olması gereken derinlik zaten budur. Toprağı kazarsınız ve bu kömürle beraber yer altı suları karşınıza çıkar, bunları dışarıya çıkarmak için de sondaj kuyusundan faydalanırsınız. B Termik Santralinde ise kömür 150-160 metre mesafeden çıkarılıyordu ve ne hikmetse, sondaj kuyuları 90 metre mesafede kalmıştı yani arada bir   60-70 metrelik çok büyük bir mesafe var ki bunun neden böyle yapıldığını anlamak mümkün değil.

Bununla beraber, bölgenin çok yakınından geçen Hurman Çayı’nın sularını da hesaba katarsak facianın adım adım geldiğini anlamak zor değil. Madene o kadar yakın olan bölgedeki Hurman Çayı’nın zaten beton kanalların içine alınması ve suların kömür madenine karışmasının engellenmesi gerekiyordu. Peki, bu kadar hata üst üste nasıl yapıldı sayın milletvekilleri?

Gene iddialara göre, devlet belli bir tarihe kadar Çöllolar B Termik Santraline kömür veren özel sektör firmasına yüzde 50’lik bonus uygulamasına geçmişti. Yani 10 liralık kömür getirene 15 lira fiyat veriliyordu. Yani bonus kazanmak isteyen firma güvenliği hiçe saymış ve ihlal etmiş oluyordu.

Değerli milletvekilleri, olayın ardından, bir milletvekili olarak Meclisimizin yasama kanallarını çalıştırmaya çalıştım, yazılı soru önergesiyle işe başladım ve tatmin edici bir cevap alamadım. Daha sonra ise Meclis araştırması açılması için önerge verdim, her zamanki gibi kadük oldu.

12 Ekim 2011 tarihinde tekrar bir önergeyle, toprak altında kalan vatandaşlarımızın çıkartılmasıyla ilgili herhangi bir çalışma olup olmadığını sordum, cevap geldi: “Heyelan bölgesine su girişinin önlenmesi, sahanın stabilitesinin takibi, yer altı ve yer üstü drenaj çalışmaları…” şeklinde kocaman bir hiç.

Zaten anladığım kadarıyla, firma yetkilileri bölgeye bir anıt mezar yapmak için toprak altında kalan vatandaşlarımızın ailelerinden ve yakınlarından imza toplamaya çalışıyor. Yani bunun Türkçesi, artık bölgede herhangi bir şekilde arama kurtarma faaliyeti olmayacağıdır. Toprak altında kalanların yakınlarına, ailelerine Allah’tan sabır diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; denetimsiz ve kuralsız çalışan kaza riskine açık madenciliğin önüne geçilmelidir. Özelleştirmelere, taşeronlaştırmalara derhâl son verilmelidir. İnsanı merkezine almayan, en kısa sürede en fazla kârı hedefleyen, günlük çalışma süresi uzun, ücreti düşük güvencesiz çalışma ortadan kaldırılmalıdır.

Özellikle maden işletmelerinde maliyet unsuru olarak görülüp uygulanmayan işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri tam olarak uygulanmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DURDU ÖZBOLAT (Devamla) – Başkanım, sözümü tamamlayayım.

BAŞKAN – Uzatmıyoruz Sayın Özbolat.

Teşekkür ediyorum.

DURDU ÖZBOLAT (Devamla) – Peki.

Bana böyle bir fırsatı verdiğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Dedeoğlu, bir söz talebiniz var.

Buyurun.

 

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, Afşin-Elbistan Termik Santralinde meydana gelen göçük nedeniyle toprak altında kalan ve mezarları belirlenemeyen 9 vatandaşımız için anıt bir mezar dikilmesine ilişkin açıklaması

 

MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Afşin-Elbistan Termik Santralinde görev şehidimiz 9 vatandaşımızın mezarlarının bir an önce belirlenmesi veyahut eğer toprak altından çıkartılamıyorsa anıt mezar dikilmesi konusunda Hükûmetin bir açıklama yapmasını talep ediyorum. Tekrar, 9 şehidimizin ailelerine, Afşin-Elbistan’a başsağlığı diliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz dış politikadaki son gelişmeler hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’ye aittir.

Buyurun Sayın Yeniçeri.

 

 

IV.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, dış politikadaki son gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması

 

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış politikadaki son gelişmeler hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin jeopolitiğinde çok ciddi ve tehlikeli gelişmeler yaşanıyor. İran kendisine uygulanan ekonomik ambargoya karşı “Hürmüz Boğazı’nı kapatırım.” tehdidi çekmiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere donanmaları bölgede hareket hâlinde. Karşılıklı tatbikat girişimleri var. Irak’ta Şii-Sünni çatışması için bütün şartlar oluşmuştur. Suriye ise kaynayan bir kazandır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kendi başına Doğu Akdeniz’de egemenlik alametleri sergiliyor. İsrail pusuda bekliyor. Bir kıvılcım bölgede her şeyi bir anda altüst edebilir. Türkiye olaylara hep hazırlıksız yakalanmaya alıştığı için bu defa da gelişmeleri aynı lakayıt tavır içerisinde izliyor. Dış politikada propaganda edilenin aksine Türkiye giderek yalnızlaşıyor ve coğrafyasında bloke edilir bir ülke hâline geliyor. Bugün Türkiye dış politikada komşusuna düşman, düşmanına komşu bir strateji izliyor. Bundan daha elim ve daha vahim olanı ise Türkiye’nin bölgedeki dış politikasının bir sarkaca dönüşmüş olmasıdır. Bu, ifrattan tefrite, aşktan nefrete gidip gelen bir sarkaçtır.

Bir yıl önce yüzde yüz dost ve kardeş ilan edilen ülkelerle Türkiye’nin ilişkileri bir yıl sonra katil, kalleş, düşman ilişkiler biçimine dönüşmüş durumdadır. Dış politikanın bu tanımsız ve tarifsiz gelgitlerini tarih ve yüce Meclisin huzurunda dile getirmek istiyorum. Türkiye’nin bir yıl içindeki politik değişikliklerini dikkatinize sunmak istiyorum.

Yıl 2010, Türkiye’nin Libya’yla 30 milyar dolar hacmine ulaşan müteahhitlik hizmetleri var. Libya lideri Kaddafi’nin elinden Sayın Başbakan ödül almak üzere Libya’ya gidiyor. Yıl 2011, Libya’nın bombalanmasına katkı sağlamak için Türkiye donanmasını bölgeye gönderiyor.

Yıl 2010, Suriye’yle ilişkilerde Orta Doğu ve İslam ülkelerine açılmakta tarihî olarak nitelendirilecek gelişmeler yaşanıyor. Türkiye ile Suriye arasında tarihin koyduğu soğuk duvarları kaldırmak için adım atılıyor. İki ülke arasında mayın tarlalarının yok edilmesi için karar alınıyor. Türkiye ile Suriye “İki millet, bir devlet” gibi hareket eder hâle geliyor. Yıl 2011, Suriye’den Türkiye’ye Scout füzeleri, Türkiye’den Suriye’ye ise Hawk füzelerinin çevrildiği yıl oluyor. 

Yıl 2010, Türkiye ile İran arasında sıcak ilişkiler yaşanıyor. 14 Nisan 2010 tarihinde Brezilya Başbakanı Lula ile Başbakan Erdoğan Washington’da buluşuyor, bir ay sonra nükleer takas anlaşması Tahran’da imzalanıyor. Yıl 2011, Türkiye önce Amerika, sonra NATO ile vardığı mutabakat sonucunda İran’a karşı Malatya Kürecik’e Amerika füze kalkanını yerleştirme kararı alıyor. Böylece, 2010’daki nükleer takas ilişkisi 2011’de İran ile nükleer tehdit ilişkisine dönüşüyor.

Yıl 2010, Irak’ta Maliki Hükûmeti ile Türkiye arasında ilişkiler mükemmel ötesi iyi. Yıl 2011, Türkiye komşusu Irak’taki hükûmetin mezhep çatışmalarını büyütmemesi için Amerika’ya Irak Başbakanı Maliki’yi daha fazla şımartmaması için çağrıda bulunuyor, Amerikalı yetkililer buna “Maliki’nin alternatifi yok.” cevabını veriyor. Türkiye Irak Başbakanı Maliki ile Amerika üzerinden konuşuyor ve Irak Başbakanı Maliki Türkiye’nin Irak’ın iç işlerine müdahale ettiğini iddia ederek bundan Türkiye’nin zararlı çıkacağı türünden küstah tehditler içeren cevaplar veriyor. “Suriye, Türkiye’nin iç işidir.” sözü de Türkiye’nin Başbakanına ait bir söz olarak kayıtlara geçiyor.

Şimdi bir düşünün, bir yıl içinde ne oldu da Türkiye bütün komşularla ilişkileri sıfırlayarak tersinden dönen bir hâle getirdi? Uluslararası ilişkiler koy-kaldır, dene-yanıl, yap-boz ilişkisi değildir, aksine uluslararası ilişkiler bir çıkar sorunu olduğu kadar aynı zamanda bir tutarlılık sorunudur da. Türkiye’deki iktidar bir yıl içinde neredeyse bütün dostlarını düşmana, düşmanlarını da dosta çevirmenin maharetini göstermiş bulunmaktadır.

İktidarı, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin ekonomik krizden çıkışın şartı olarak gördüğü bölgeye müdahale planlarına alet olmamaya, komşularıyla bir an önce ilişkilerini onarmaya, mezhep ya da etnik çatışmaların tarafı olmamaya çağırıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yeniçeri.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç adet önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Genel Bilgi Toplama (GBT) işlemlerinin uygulama ve mevzuatının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/106)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Genel Bilgi Toplama (GBT) işlemlerinin uygulama ve mevzuatı hakkında Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

                                                                                                                                   Hasip Kaplan

                                                                                                                              Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

GBT, Genel Bilgi Toplama kelimelerinin baş harfleri. Fişleme olarak bilinen ve uygulaması 12 Eylül Darbesi öncesine kadar giden GBT nedeniyle özellikle Jandarmanın yol aramalarında keyfi olarak seçim konvoylarını durdurması, araması, milletvekillerinin de aralarında bulunduğu DTP konvoylarını engellemesi ile son günlerde sıkça, son olarak havaalanlarında GBT araştırması yapılacak, diye bir haberle gündeme geldi.

Uçuş güvenliği söz konusu olunca GBT'ye sorulacak. GBT, kuralları nedir, kim kayıtları tutar, Fişleme kaldırıldıysa, yeni fişleme nedir, kim neye istinaden yazar? Kırmızı, turuncu ve yeşil gibi renkleri hangi ölçütlere göre vardır? varsa ne anlama gelir? Bir vatandaş ilgili makama başvurup, fişinin fotokopisini alabilir mi? Maalesef 'Fişlenme' Türkiye'de neredeyse kanıksanma noktasına gelmiş çok tehlikeli bir olgu.

Sadece 1988 tarihi itibarıyla ‘GBT/Genel Bilgi Toplama vb' yöntemlerle fişlenen vatandaş sayısının 4.800.000 kişi olduğu tahmin edilmekte ve bu fişleme bilgilerine göre; 1 milyon 700 bin kişinin güvenlik soruşturmalarında hayatlarının etkilendiği tahmin edilmektedir.

Kamu kurumları, 'sözde' kamusal yetkilerden yola çıkarak kendi vatandaşlarını fişliyor. İşte GBT bu fişleme yöntemlerinden sadece birisi. Güya yasal olanı... Bunun dışında başka kurumların da yasal olduğunu iddia ettiği fişlemeleri var. Bir de tartışmasız yasa dışı fişleme örnekleri var. Batı Çalışma Grubu fişleri, 1. Ordu Fişleri. Jitem fişleri, MİT fişleri, Genelkurmay istihbarat fişleri gibi.

Demokratik bir toplumda, devlet vatandaşını fişler mi? Bu fişler ne işe yarar? Bu fişleri, kim, nasıl kullanır? Türkiye'de bu GBT fişlemesi bir 'yönerge'yle yapılıyor. Adı, KİHBİ (Kaçakçılık İstihbarat, Harekât, Bilgi Toplama) Bilgi Toplama Yönergesi. KİHBİ Bilgi Toplama Yönergesi ise yayınlanmamıştır. Vatandaş, ülkesinde geçerli 'düzenleyici bir idari' işleme/dokümana ulaşamıyor. AB müzakere süreci reformları da etkili olamıyor. Devlet bazı şeyleri gizli yapıyor, vatandaşa hesap ve bilgi vermiyor.

Vatandaşın kaderi kolluğun algılama dünyasına bağlı kılınamaz. Aranan kişilerle, araçlarla ilgili bilgiler KİHBİ/GBT kartotekslerine/veritabanlarına kaydediliyor. Ayrıca kişilerle ilgili polisin hiçbir hukuki değer taşımayan çoğu zaman sübjektif notları da işleniyor. Örneğin bir kişi, bir siyasi suçtan dolayı aklanmış olsa bile o kişinin bilgileri KİHBİ/GBT de tutulmaya devam ediliyor. Hatta haklarında hiçbir suç soruşturması olmamış, dava açılmamış vatandaşlarla ilgili bile "..örgütünün/örgütlerinin üyesidir, o görüşleri benimsemektedir..." türünden bilgiler bu kayıtlara işlenmektedir. Arama kayıtları ortadan kalkmasına, beraat ve takipsizlik kararlarına rağmen düşüm yapılmadığı için, binlerce vatandaş haksız olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmaktadır.

2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni CMK'nun 90-99 maddeleri kolluğa yetki vermiyor. Bu yetki 'cumhuriyet savcılarına' aittir. Adli bilgilerle ilgili veritabanları ancak adli kurumlar tarafından tutulabilir. Üstelik Türkiye Devleti, UYAP adı altında dev bir yargı otomasyon projesine başlamıştır. Halen tüm yargı bilgilerinin tutulmaya başlandığı bu sistem Adalet Bakanlığı/İdarenin kontrolünde ve yasadan yoksundur. UYAP'ın bağımsızlığa kavuşması yargıya bağlanması, yasal düzenleme yapılması sorunu var. Adalet Bakanlığı bu sistemin amaçlarından birisi de polisin tüm adli bilgilere bir 'tuşa' basarak ulaşmasıdır, derken kolluğun adli bilgilerle ilgili 'ayrı bir veritabanı’ tutmasına gerek yoktur. Uygulamanın, uluslararası hak ve özgürlükler müktesebatı ile veri kaydı/işlenmesi müktesebatına aykırı olması da ayrı bir konudur.

Açıkladığımız nedenlerle vatandaşın en temel hak ve özgürlüklerinin ihlaline yol açan, keyfi takdiri uygulamalara kapı aralayan GBT/fişlenme konusunda bir meclis araştırması açılması ve komisyon kurulması yarar bulunmaktadır.

 

2.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, kömür üretimi ve ticaretindeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/107)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizin önemli doğal zenginliklerinden biri olan kömür üretim ve ticaretinde meydana gelen usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların saptanması, kömürle ilgili mevzuata uygun olmayan davranışların etkilerinin belirlenmesi, bunun ekonomimiz üzerindeki etkilerinin saptanması ve alınacak sürdürülebilir önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

                                                                                                                                    Hasip Kaplan

                                                                                                                               Grup Başkan Vekili

Gerekçe

Avrupa Konseyi tarafından 4 Kasım 1999 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına 27 Eylül 2001 tarihinde Strazburg'da imzalanan "Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi'ne" imza atan Avrupa Konseyi üyesi Devletler, yolsuzluğa karşı mücadelede uluslararası işbirliğinin öneminin bilincinde, yolsuzluk olgusunun, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları, hakkaniyet ve sosyal adalet için ciddi bir tehdit oluşturduğunun, ekonomik gelişmeyi engellediğinin ve piyasa ekonomilerinin düzgün ve dürüst işlemelerini tehlikeye koyduğunun altı çizmiş, yolsuzluğun bireyler, Devlet kurumları, Uluslararası kuruluşlar ve şirketler için menfi sonuçları teyit edilmiştir.

Türkiye kömür kaynakları açısından oldukça zengin bir ülke olmasına rağmen, kendi kaynaklarını kullanamamaktadır. Şırnak ilimizde milyonlarca rezerv kömür bulunmasına rağmen, halkın çıkarına kullanılmamaktadır. TKİ kapatılarak, ihale yoluyla kişilerin çıkarına kullanılmaktadır. Bu durum kömüre dayalı çevre felaketine yol açacak kömür termik santral ihalelerini gündeme getirmiştir. 22 Temmuz 2007 ile 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde kömür bir seçim propaganda aracı olarak kullanılmış, dağıtılan kömürün menşei ve kalitesi sorunlu çıkmış, yapılan ödemelerde şeffaf davranılmamıştır.

Meskenlerde Kullanılmak Kayıt Şartlı Isınma Amaçlı Kömür İthalatı ve Sanayi'de Kullanılmak Kayıt Şartlı 'Sanayi Kömürü İthalatı' şeklinde iki ayrı ithalat izni kapsamında yapılacağı, bu her iki ayrı ithalata konu Kömür Kalite Değerleri’nin ilgili laboratuvar kontrolleri yapılarak Çevre Bakanlığı'nca belirtilen parametrelere uygun olup olmadığının araştırılacağı düzenlenmesine rağmen, yerli yabancı ithalatçı-ihracatçı firmalarla, organize şirketlerin yasalara aykırı olarak işlem yaptığı görülmektedir. 2002-2007 yılları arası müfettiş incelemelerinde milyarlarca idari para cezası tahsil edilememiştir.

Gümrük Başmüfettişlikleri eli altında Yargıya sevk edilen suç fezlekeleri hakkında yürütülen yasal işlemlere rağmen, ithalatçı firma depolarında duran ve satılmayı bekleyen standart dışı kömürlere ve diğer varlıklarına, Sahte Kargo Manifestosu türeterek, bu işte aktif yardım ve yatakçılık yapan taşıyıcı firma, gemi ve araçlarına el konulmamakta, el konan varlıklar var ise de bu varlıklar satılmamakta, ithalatçı firmalara kömür ithalat yasağı ile Firma Sahip ve Yöneticileri'ne yurt dışına çıkma yasağı getirilmemektedir.Türkiye'deki tüm Kömür İthalat Limanları'ndan yasalara aykırı olarak sahte belgelerle gerçekleştirilen Gümrük Kaçakçılığı karşısında etkili ve caydırıcı bir işlem yapılmamaktadır. lsınma Amaçlı Kömür niteliği taşımayan standart dışı bu tür kömürlerin çok fahiş, misli misli fiyatlarla Kamu Kurum ve Kuruluşları yanı sıra Özel Sektör'e satılarak, bu tür kömürler üzerlerinden sistemli bir biçimde ve her yıl gerçekleştirilen milyarlarca dolar tutarlı yolsuzluk vurgunu yapıldığı basına yansımaktadır.

Kömür numunesi ile dolu kömür torbalarının ithalatçı firmaca analizi yapan kuruma getirilip götürülerek analiz ettirilmeleri neticesinde ele geçirilen "Kaliteli Kömür Analiz Raporları'na " Gümrük İdarelerinde dayatma yapılarak ithal edilen Rusya ve Ukrayna menşeli, Türkiye Devleti Isınma Amaçlı Kömür Standartlarına aykırı standart dışı kömürlerin yurda ithal edilmesi hangi menfaat karşılığında sağlandığı araştırılması gereken bir konudur. Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başmüfettişliğince sürdürülen inceleme ve soruşturmalar neticesinde sayısı binlerle ifade edilen usulsüz kömür ithalat dosyaları hakkında hazırlanan Soruşturma Raporları olduğu, gereği yapılmak üzere İlgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına sevk edildiği bilinmektedir.

Son 7 yılda yasadışı işlemlerle usulsüz yollardan yurda sokulup Isınma Amaçlı Kömürler yerine Kamu Kurum ve Kuruluşları yanı sıra Özel Sektöre satılarak yurda sokulan ortalama 50 Milyon Tonu aşkın standart dışı Sanayi Kömürleri üzerinden gerçekleştirilen ve toplamı milyarlarca doları bulan ithal kömürlerle ilgili kaçakçılık yapıldığı, 2007 yılı ve sonrası sahtecilikle, sahte kömür analiz raporu, sahte kömür kalite sertifikası, sahte CIF. kömür maliyet faturası gibi işlemlerle devletin milyarlarca zarara uğratıldığı görülmektedir. Yurda sokulan tüm bu kömürlerin Kamu Kurum ve Kuruluşlarına normaldeki toptan satış değerlerinin üzerinde fiyatlarla satılarak son yedi yılda devletin milyarlarca dolar zarara uğratıldığı iddia edilmektedir.

Bu nedenlerle bir meclis araştırması açılması ve araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.

 

3.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, telif hakları konusunda yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/108)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde sık sık tartışılan, "Telif Hakları" konusunda, müzik, sinema, tiyatro, edebiyat, bilim, kültür ve sanat alanında yaşanan sorunların araştırılması ve bu konuda gerekli çalışmaların yapılması için Anayasanın 98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

                                                                       Hasip Kaplan

Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Müzik, sinema, tiyatro, edebiyat, bilim, kültür, sanat alanında telif haklarından, fikri sınai mülkiyet haklarına, patent, ticari marka ve ticari sırlar rejimi dâhil her alanda eser sahiplerinin hakları ihlal ediliyor.

Teknik ve bilişim alanındaki gelişmeler sonucu, dijital ortamdaki eserler olduğu gibi istenilen sayıda kopya edilebiliyor. Kopyadan kopya kolay çoğaltılmakta, dağıtılmakta, dijital medyada iletilmekte, elektronik posta ile artık milyonlarca cep telefonu ile telif hakkına konu olan bir eser postalanmakta, web aracılığı ile milyonlara ulaştırılmaktadır. Başta müzik endüstrisi olmakla eser sahipleri zarar görmekte, artık yapımcılar albüm yapamaz duruma düşmektedir.

Yaşar Kemal'in, Orhan Pamuk'un, Elif Şafak'ın eserleri korsan olarak ertesi gün her yerde satılabiliyor. Sinema alanında bin bir emek ve büyük maliyetlerle çekilen filmler, Yılmaz Güney'in "Yol” filmi, ekranların sevilen dizileri CD/DVD'lerle anında tezgâhlarda. Sezen Aksu'nun "Gülümse", Tarkan'ın "Şıkıdım" Şıwan Perwer'in "Xalepce", Zülfü Livaneli'nin "Özgürlük", Ahmet Kaya'nın "Diyarbakır Türküsü" gibi binlerce eser MP3'lerde.

Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle beraber telif hakları İnternete taşınmıştır. İnternet üzerindeki elektronik kaynak kullanımının son zamanlarda artması, bunların kontrolünü gerektirmiştir. Bu kontrol özellikle eser sahiplerinin hem maddi hem de manevi haklarını koruyacak şekilde sağlanmalıdır.

Sayısal filigran ve şifreleme ile haksız kullanımları kovuşturmaya ve bunlara karşı etkin bir koruma sağlamaya ilişkin çalışmalar engelleniyor. Fikri haklar yönünden yeni teknolojiler sayesinde geliştirilen dezavantajlar, bu teknolojilerden istifade edenler için bir avantaj oluşturmuştur.

Telif hakları, yazar ve sanatçıların kendi eserlerine sahip olma haklarının kanunda ifade edilmesidir. Telif hakları kanunları ülkeden ülkeye değişir. Türkiye'de telif halkları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ile korunur. Bu kanun, ilim ve edebiyat eserleri (bilgisayar programları dâhil), musiki eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserlerini konu almaktadır.

Dijital ortamdaki eserlerin telif haklarının korunması problemine, şifreleme (encyription), "metering" ve dijital imza gibi metotlarla teknoloji kendi çözümünü getirirken, İnternetin yaygın ve yoğun kullanıldığı gelişmiş ülkelerde hukuki zeminde bu metotlara destek olan yeni düzenlemelere gidilmekte veya bu yönde çalışmalar yapılmaktadır. İnternetin gelişmesi bütün dünyada büyük bir hızla devam ederken sorunlar çözülmedi.

Yazarların, sanatçıların, yazılım tasarımcılarının, ilgili kuruluşların, Kültür ve Turizm Bakanlığının çabaları da soruna çözüm getirmedi. Şifre, parola gibi izinsiz erişimi engelleyen tedbirleri aşmaya yarayan teknolojinin yasaklanması. İnternet üzerindeki eserlerin telif hakkı sahipleri, eserlerine izinsiz erişimi, şifreleme (encryrption), parola vs. gibi tekniklerle engelleyebilirler. Bu koruma engellerini aşmak, telif hakkının ihlalidir. Böyle bir ihlalde kullanılabilecek her türlü aracın üretimi, ithali ve dağıtımı yasaklanabilir, yeni düzenlemelere gidilebilir. Servis sağlayıcıların potansiyel sorumluluğu var. Kullanıcılara ücret karşılığında İnternet erişimi sağlayan şirketlere İnternet servis sağlayıcıları olan (ISS)'lere sorumluluk getirilebilir. Telif hakları sorunu küresel olup, Türkiye’nin bu konuda ev sahipliği yapacağı, dünyanın tanınmış sanatçılarının, uzmanların, kuruluşların, bileşim dünyasının da katılacağı uluslararası bir konferans ile çözümü tartışabilir.

Bu nedenle bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerekir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın Halaman, söz talebiniz var; zaten, dilekçeniz geldi ve işleme konuldu.

Buyurun.

 

 

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Adana Milletvekili Ali Halaman, 17/1/2012 tarihli 52’nci Birleşimdeki “23/12/2011 Tarihli ve 6262 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un oylanmasında sehven “kabul” oyu kullandığına ve oyunu “red” olarak tashih ettiğine ilişkin  açıklaması

 

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum ben.

Dün, MHP Grubu olarak, Genel Kurul görüşmelerinde ben intibak yasasının gelmesiyle ilgili kabul oyu vermiştim; o, sehven olmuş, benim oyum reddi. Bunu Genel Kurula sunmakta fayda gördüm.

Ben teşekkür ediyorum sizlere, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)

 

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

 

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138)(x)

 

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon Raporu, 138 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Başkanım, geliyor.

BAŞKAN – Sayın Kurt yok.

Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Faruk Bal, Konya Milletvekili.

Buyurun Sayın Bal.

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı üzerinde görüşlerimizi açıklamak üzere huzurunuzdayız. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1961 Anayasası bir tepki anayasasıydı. Bu tepkinin ortaya koyduğu badire; 61 Anayasası millete bol geldi, netice itibarıyla ikinci bir ihtilale kaynak teşkil etti. 1982 Anayasası da bir tepki anayasasıydı. Bu Anayasa da dar geldi dolayısıyla vatandaşın eli kolu devlete karşı bağlandı, özgürlük alanları daraltıldı ve güçlü bir iktidar yaratıldı.

Şimdi, bu etki ve tepki meselesi fizikte bir kuraldır. Bu fizik kuralı fizik disiplini içerisinde bir anlam ifade eder ancak sosyal olaylarda ve hukuki olaylarda etki ile tepki fiziksel bir formülün gerektirdiği kurallar dâhilinde çözümlenemez. Onun yerine sosyal olaylarda ve hukuki olaylarda ortak aklın uzlaşma, sağduyu dediğimiz ana kurallar dikkate alınmak suretiyle kendi disiplini içerisinde, ortaya çıkan sorunlara çözüm araması gerekirdi. Gerçek bu iken huzurumuzda bulunan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin kanunun temelini teşkil eden Anayasa değişikliği de bir tepki anayasa değişikliydi. Bu, 367 kararı olarak bilinen Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili Meclis kararının iptaline ilişkin karara karşılık tepkiydi. Bu, aynı zamanda e-muhtıraya karşılık tepkiydi. Dolayısıyla, ortaya çıkan sonuç, nasıl 1961 Anayasası badire olarak ikinci bir ihtilale kaynak teşkil edecek, yönetilemez bir Türkiye yaratmış ise; nasıl 1982 Anayasası’nın tepki anayasası olarak vatandaşın temel özgürlük alanlarını daraltan ve onun yerine güçlü bir iktidar yaratan, güçlü bir yürütme organı yaratan nakisası var ise bu Anayasa değişikliğinin de doğal olarak bir nakisası oluştu ve bu nakisa sanıyorum 1961 ve 1982 anayasaları kadar vahim bir noktaya ulaştı.

Değerli arkadaşlarım, 1982 Anayasası’nda Cumhurbaşkanı, müstakbel Cumhurbaşkanı olacak Kenan Evren’e göre tanzim edilmiştir, 12 Eylül darbe mantığının ürünü olarak da güçlü bir Cumhurbaşkanı yaratmak istemiştir. Dolayısıyla da çok aşırı yetkiler Cumhurbaşkanına verilmiştir. Bu, parlamenter demokratik düzenin denge ve denetim mekanizmalarını bozmasına ve parlamenter demokrasi içerisinde önemli bir nakisa olmasına rağmen, Meclis tarafından Cumhurbaşkanının seçilmesi en azından bu nakisayı çok fazla olumsuz kılacak bir noktaya götürmeyi engelliyordu. Şimdi, bu kadar aşırı yetkilerle donatılmış olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi Cumhurbaşkanlığı makamına aynı zamanda bir meşruiyet ve halk desteğiyle de bir güç kazandıracaktır.

İşte, halk desteğiyle elde edilen meşruiyet ve güç, Cumhurbaşkanının mevcut yetkileri ile birlikte değerlendirildiği zaman karşımıza iki tane temel sorun çıkıyor. Bunlardan bir tanesi çatışma olacaktır. Çatışma, parlamenter demokraside halka ve hukuka karşı sorumlu olan iktidar partisinin genel başkanı ve aynı zamanda Başbakan olan kişi ile Cumhurbaşkanı seçilecek kişi arasında yaşanacaktır. Bu çatışma, elimizdeki Anayasa’ya göre hiçbir sorumluluğu bulunmayan, sadece vatana ihanetten dolayı hesap verebilecek olan, halka hesap verme sorumluluğu bulunmayan, hukuka hesap verme sorumluluğu bulunmayan, iş ve işlemleri yargı denetiminde bulunmayan Cumhurbaşkanı ile halka doğrudan hesap vermek zorunda olan ve aynı zamanda iş ve işlemleri itibarıyla hukuka karşı da sorumlu olan Başbakan arasında yaşanacaktır. Yaşanacak bu çatışmanın da doğal olarak                -silahlardaki eşitsizlik gereği- galibi Cumhurbaşkanı olacaktır. Galibin Cumhurbaşkanı olmasının anlamı, yürütme organının başındaki kişi sorumsuz olmasına rağmen, aşırı yetkiyle donatılmış Cumhurbaşkanı olacaktır. Bunun doğal sonucu olarak da yetkili fakat sorumsuz kişinin sosyolojide, hukuktaki adı diktatörlüktür. Yani bu anayasa değişikliği ile netice itibarıyla yetkili ama sorumsuz bir Cumhurbaşkanlığı yaratılmış, yani diktanın, yani diktatörlüğün adı, kapısı açılmış oldu.

Değerli arkadaşlarım, halka karşı sorumsuz, hukuka karşı sorumsuz olan Cumhurbaşkanı mevcut Anayasa’mıza göre yargı üzerinde vesayet sahibidir, bürokrasi üzerinde vesayet sahibidir, siyaset üzerinde vesayet sahibidir, yasama üzerinde vesayet sahibidir ve yürütme organı üzerinde vesayet sahibidir. Bu vesayetlerini sorumsuzluk alanı dikkate alındığında, aşırı olarak yetkilendirilmiş makamının gereği olarak kullandığı takdirde, yani gidip Bakanlar Kuruluna başkanlık etmeye kalkıştığı takdirde, bunun tam anlamı, kesin ve net bir ifadeyle diktatörlük olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu parlamenter demokrasinin genetiğini bozacak, parlamenter demokrasiden bizi ucube bir Cumhurbaşkanlığı sistemine taşıyacak, parlamenter demokrasideki denge ve denetim mekanizmalarını bozacak ve tek kişi hâkimiyetine doğru götürecek olan, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliği, sadece parlamenter demokrasiyle ilgili garabetleri yoktur, aynı zamanda başka garip ve garabet olarak tanımlanabilecek hususları da karşımıza çıkarmaktadır. İşte, bunlardan bir tanesi de Anayasa’yı biz halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilsin diye Meclis olarak –biz değil de o zamanın Meclisi olarak- değiştirdik. Bu değişikliğe göre, bu değişikliğin başlangıcı, Sayın Gül Cumhurbaşkanı adayı iken 22’nci Dönemde bu Mecliste yapılan oylamalarda 367 noktasında toplanma yeter sayısı bulunmadığı için, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Arkasından e-muhtıra verilmişti ve bu iki olaya karşı da tepki olarak “Madem bu Mecliste seçtirmiyorsunuz, o zaman ben de halka gider seçilir gelirim.” denilmişti yani Sayın Gül, bu Anayasa değişikliği yapıldığı takdirde bunun kendisi için yapıldığını biliyordu yani kişiye yönelik bir Anayasa değişikliği yapıldığını biliyordu. Sayın Gül, aynı zamanda, bu Anayasa değişikliğiyle ilgili olmak üzere Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıldan beş yıla indirildiğini biliyordu ve yine, ikinci defa seçilme hakkının bulunduğunu biliyordu.

Süreç böyle devam etmekte iken ve garip bir şekilde o Anayasa değişikliğine 11’inci Cumhurbaşkanının nasıl seçileceğine dair hükümler de yazılmış olmasına rağmen yanlış hesaptı, Bağdat’tan döndü, Cumhurbaşkanı bunu veto edince milletvekili genel seçimiyle birlikte Anayasa referanduma sunulamadı, dolayısıyla da yeni teşekkül eden, 2007 seçimlerinden sonra teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, önündeki İç Tüzük ve Anayasa gereği Mecliste Sayın Gül’ü seçti, arkasından da Anayasa değişikliği referandumu gerçekleşti.

Şimdi, karşımızdaki garabet şudur ki Anayasa değişikliği gerçekleştikten sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin yetkili, etkili bütün şahsiyetleri “Artık demokratik bir Anayasa’ya kavuştuk, Cumhurbaşkanımız da halk tarafından seçilecektir, üstelik yedi yıllık süre de beş yıla inmiştir.” demiş iken bir müddet sonra bunun uyum kanunu olarak Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin kanun düzenlendi. O kanunda da Cumhurbaşkanının süresinin Anayasa’da belirli olduğu şekilde “beş artı beş” olduğu kabul edilmek suretiyle, herhangi bir düzenleme yok iken bu kanun Anayasa Komisyonunda görüşülürken geçici bir madde ortaya atıldı. Bu geçici madde ile… Cumhurbaşkanının görev süresinin -mevcut Cumhurbaşkanımızın görev süresinin- yedi yıl olacağına dair bir geçici madde konuldu.

İşin garabeti şurada: Anayasa Komisyonunda bu görüşüldü, hukuki, ahlaki bütün değerler ile burada olmaması gerektiği noktasında görüşler ifade edildi fakat parmak üstünlüğü ortaya çıkarak bu geçici madde kabul edildi. Bunun kabul edilmesiyle birlikte parmakmatik demokrasi bakın ne hâle geldi: Anayasa ile belirlenmiş Cumhurbaşkanlığının beş artı beş yıllık süresini kanun ile yedi yıla çıkarmak gibi, yani Anayasa’yı kanunla değiştirmek gibi bir garip durum ortaya çıktı. Üstelik, bu sadece Anayasa’nın değiştirilmesi değil, aynı zamanda da halkın iradesinin kanunla değiştirilmesi anlamına gelmektedir çünkü değiştirilen Anayasa, netice itibarıyla, bir halkoyuna sunulmuş ve halkın iradesi de yüzde 58 itibarıyla, Anayasa değişikliği sebebiyle Cumhurbaşkanının görev süresini beş artı beş olarak kabul etmiştir.

Şimdi, halkın iradesini, Anayasa’yı kanun ile değiştirmeye kalkmanın demokrasinin neresinde ne gibi bir anlamı olabilir? Bu anlamı hukukçular değerlendiriyor. Yapılan değerlendirmelere göre elbette ki birtakım bilim adamları “müktesep hak” gibi söylemlerle “Cumhurbaşkanının görev süresi sonradan referandum gerçekleştiği için yedi yıldır.” diyenler vardır. Ama aksine bunun hukuki ve bilimsel temelleri üzerinde tartışmalar yapan, Sayın Hikmet Sami Türk, Sayın Ergun Özbudun, Sayın Yılmaz Aliefendioğlu, Sayın Şeref İba, Sayın Kemal Gözler ve Sayın Sami Selçuk gibi bilim adamları, bu işin uzmanı kişiler, yapılan işin garipliğini ortaya koymakta ve netice itibarıyla bu kanunun Anayasa’ya aykırı olduğunu, sadece Anayasa’ya aykırı olmakla kalmayıp siyasi etiğe aykırı olduğunu, siyaset ahlakına aykırı olduğunu da ifade etmektedirler.

Değerli arkadaşlarım, bir başka garip husus da -ki ileride daha tehlikeli noktalara gelebileceğini tahmin ettiğim için değinmek istiyorum- aşırı yetkili ve sorumsuz olan Cumhurbaşkanına bu kanun ile bir açıdan yardıma ve bağışa muhtaç kişi gibi bakılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin başını temsil edecek olan, devlet organları arasında uyumu gözetecek olan en yüksek devlet temsilcisi durumundaki Cumhurbaşkanını ve aynı zamanda milletin birliğini temsil eden en yüksek noktada milletin temsil makamında bulunacak Cumhurbaşkanını yardıma ve bağışa muhtaç kişi hâline getirmekte, diğer taraftan ise Cumhurbaşkanına yardım edecek veya etmeyecek kişiler arasında bir kutuplaşma ve inatlaşma yaratmaktadır. Bu kutuplaşma ve inatlaşmada Cumhurbaşkanı seçilecek kişiye yardım etmeyen kişilerin, bağışta bulunmayan kişilerin, Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde o Cumhurbaşkanına karşı bakışı, hâletiruhiyesi ne  olacaktır? Bu, onun da Cumhurbaşkanı olarak kabul edilebilecek midir ya da kendisinin yardım etmediği, rakibinin yardım etmediği, rakibinin yardım ettiği kişilerin Cumhurbaşkanı olarak aşırı yetkilerini kullanırken kendisine, kendi sosyal kesimine, kendi sosyal düşüncesine, kendi siyasi düşüncesine karşı bu aşırı yetkilerin kullanılacağı kaygısını nereye koyacağız demokratik parlamenter düzende?

Değerli arkadaşlarım, bunun tabii konulacak herhangi bir tarafı yoktur. Bunun bir tek adı vardır, o da Cumhurbaşkanlığı seçimine böyle seçim yapılacak adayın yardım ve bağış toplaması gibi masum gibi görünen bir düzenlemeyi Amerikanvari bir başkanlık sistemine ya da Fransavari bir yarı başkanlık sistemine geçiş için bir açılan kapı olarak değerlendirmekteyiz. 

Değerli arkadaşlarım, bu kanun sadece garabetle iştigal eden bir kanun değildir; Anayasa’ya aykırı, sosyal bilim dallarına aykırı, halkın iradesine aykırı bir kanun tasarısı olarak karşımıza çıkan, garabet ürünü hükümler taşımasının yanı sıra abesle de iştigal eden hükümler taşımaktadır.

Değerli arkadaşlarım, kanunun dörtte 3’ünden fazlası, bilinen Anayasa hükümlerinin tekrarı ve seçim kanunlarındaki değişik maddelerin oradan buradan devşirme suretiyle bu kanuna yerleştirilmesinden ibarettir. Meclis, abesle iştigal etmez. Meclis, kanun yaparken suskun kaldığı bir alan varsa o alanda bilerek suskun kalmıştır. Meclis, kanun yaparken bir hükmü tekrar ediyorsa bilerek tekrar ediyordur. Meclis, kanun yaparken noktayı bir yere, virgülü bir yere koyuyorsa bunu bilerek, isteyerek ve buna bir anlam yükleyerek bu işlemi yerine getiriyor demektir.

Şimdi, bizim mevzuatımızda seçimlerin temeliyle ilgili hükümler vardır. Bu hükümler nedir? Bu hükümler: Seçmen oyunu kendisi kullanır. Bu bilinen bir gerçektir, bu demokrasinin gereğidir ve seçim mevzuatında vardır. Seçmenin oyunu kendisinin kullanmasının burada tekrar edilmesinin abesle iştigal dışında bir anlamı var mıdır? Seçmen oyunu gizli kullanır. Bu, demokrasinin gereğidir, Anayasa hükmüdür, seçim kanunlarımızın hepsinde vardır. Seçmenin oyunu gizli olarak kullanacağının bu kanuna yazılmasının abesle iştigal dışında başka bir anlamı var mıdır? Seçmenin kullandığı oylar açık olarak sayılır. Bu, demokrasinin bir gereğidir ve bütün seçim kanunlarımızda Anayasa’mızda vardır. Meclis abesle iştigal etmeyeceğine göre bu da abesle iştigal değil ise bu kanuna yazılmasının amacı nedir?

Değerli arkadaşlarım, bunun gibi pek çok hüküm Anayasa’nın aynı cümleleri, seçim kanunlarının aynı cümleleri tekrar edilmek suretiyle, üstüne üstlük değişik seçim kanunlarıyla ilgili atıflar yapılmasına rağmen, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Milletvekili Seçimi Kanunu, Siyasi Partiler Seçimi Kanunu, Mahalli İdareler Seçimi Kanunu gibi kanunlar sayılarak bu kanunlara atıf yapılmasına rağmen böyle abesle iştigal edecek hükümler garabetin yanında da mevcut bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi bu kadar garip, bu kadar Anayasa’ya, bu kadar halkın iradesine ve bu kadar siyasi ahlaka aykırı bu kanunun görüşülmeleri sırasında bunları daha teferruatlı bir şekilde Anayasa Komisyonunda izah ettik ancak Anayasa Komisyonunda bu görüşlerimiz reddedilmek suretiyle görüşlerin hukukiliği, ahlakiliği ve anayasal açıdan değerlendirilmesi yerine parmakların üstünlüğü esası kabul edilerek reddedildi yani Türkiye’de artık demokratik bir yasama süreci değil parmakmatik demokrasinin hükümleri yürürlüğe girmektedir. İşte burada bir değerli Meclisimizin üyesi Sayın İyimaya’nın sözleri aklıma gelmektedir. Sayın İyimaya çok veciz bir şekilde ifade buyurmaktadır ki: “Eğer parmakların aklı olsaydı demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmazdı.” Evet, Sayın İyimaya çok doğru söylemiş. Parmakların aklı olsaydı, demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmayacaktı.

Eğer bu kanunlar görüşülürken parmaklara akıl izafe edecek isek -özellikle iktidar partisi sıralarında oturan arkadaşlarıma ifade etmek istiyorum- eğer bu tasarıyı görüşürken parmaklara akıl izafe edecek olur isek, bu tasarının akla, mantığa, hukuka, siyasi ahlaka ve Anayasa’ya uyan hiçbir tarafı bulunmadığı gibi, aynı zamanda halkın iradesiyle ortaya konulmuş olan Anayasa değişikliğiyle halkın iradesini de parmaklarla değiştirmeye yönelik bir durumu da ortadan kaldırmış oluruz.

Ben aklıselimin hâkim olacağını, gelecekte ucube bir Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Türkiye’yi diktaya götürecek, gelecekte çocuklarımızı Cumhurbaşkanına oy veren-oy vermeyen, Cumhurbaşkanı seçimine yardım eden-etmeyen şeklinde kutuplaştıran bir sürece sokmamak ve Türkiye’yi gerçekten güçlerin dengelenebildiği, denetlenebildiği, halka karşı hesap verilebilir…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) – Sayın Başkan, ek süre verebilir misiniz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, yok, vermiyoruz Sayın Bal.

FARUK BAL (Devamla) – Bu görüşlerimi yüce Kurulun takdirlerine sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Tümü üzerinde, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Adil Kurt, Konya Milletvekili…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Hakkâri, Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hakkâri Milletvekili, düzeltiyorum.

ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, Allah söyletiyor, bir dahaki sefere Konya’dan seçiliriz.

BAŞKAN – Sayın Kurt, biraz önce yoktunuz burada, onun için…

Buyurun.

BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, 31 Mayıs 2007 tarihinde Türkiye’de yapılan bir kanun değişikliğiyle Cumhurbaşkanlığının görev süresi beş yılla sınırlandırıldı. Mevcutta görev yapan Cumhurbaşkanının artı beş yıl daha, seçime girip artı beş yıl daha görev yapmasının önü açıldı. Bu kanun o dönem çıkarılırken aslında bu kanunun mevcutta görev yapan Cumhurbaşkanını da kapsadığı biliniyordu, açık mesaj da bu yönlüydü. O kanun çıkarıldığında Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün beş yıl sonra, bu defa halkın önüne konulacak sandıkla yeniden, ikinci bir beş yıl için Cumhurbaşkanı olup olamayacağına halk karar verecekti. Bundan hareketle Sayın Gül’ün de dâhil olduğu genel seçimlerde seçilen milletvekillerinin görev süreleri de -ki bu kanun kapsamında belirlendi- beş yıl değil, dört yılla sınırlandı. Dört yıl sonra Türkiye’de halkın önüne sandık konuldu ve denildi ki: ”Biz dört yıl sonra seçim yapıyoruz, milletvekili seçim süresi, görev süresi dört yıldır.”

Milletvekiline uygulanan bu müeyyidenin, bu uygulamanın aynı yasayla Cumhurbaşkanına da uygulanması gerekir, mantıklı olanı budur. Ama, biz mantıklı olanı konuşmayı bir tarafa koyarsak… Çünkü mantıkla AKP yan yana gelmiyor, çıkarla AKP yan yana geliyor, dönemsel dengelerle AKP yan yana geliyor çünkü AKP kuantumist bir mantıkla olaylara, olgulara yaklaşıyor; değerlendirmelerini yaparken konjonktürel denge, durum neye tekabül ediyor, ona göre bir karar alıyor, ona göre yaklaşım belirliyor.

Bugün tartışmakta olduğumuz ya da üzerinde konuşmakta olduğumuz bu kanun tasarısı böylesi kuantumist bir mantığın, olasılıkçı bir mantığın ortaya çıkardığı bir üründür. Bu ürün iyi bir ürün müdür? Hayır. Bu ürün defolu bir üründür. Bu kanunu, bu kanun tasarısını bizim. BDP Grubu olarak, BDP blok grubu olarak tasvip etmemiz, onaylamamız mümkün değildir. Her aşamada, biz, bu uygulamanın, 2007 yılında çıkan Kanun’a göre, Yasa’ya göre bu uygulamanın Sayın Gül için de geçerli olması gerektiğini ifade ediyoruz. Aslında Hükûmet de 2009 yılı sonuna kadar böyle düşünüyordu. AKP Hükûmeti de 10 Aralık 2009 tarihine kadar bu görüşe sahiptir çünkü o dönemde çıkardığı, hazırladığı bir kanun tasarısı var. O kanun tasarısında Cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğu bellidir ama şimdi geçici bir madde eklemek suretiyle bir değişime gidiyor: Sayın Gül’ün görev süresini yedi yıla çıkarma gayreti. Hukuki midir, yasaya uygun mudur? Elbette ki değildir. En azından geçmiş dönemde bu Parlamentoda görev yapmış 550 milletvekilinin bir yıllık hak gasbı anlamına geliyor. Eğer milletvekillerinin görev sürelerini dört yılla sınırlandırmışsanız, yasayı milletvekillerine bu şekilde uygulamışsanız, Cumhurbaşkanına da aynı şekilde uygulamak durumundasınız. Bu şekilde uygulamazsanız geçmiş dönem görev yapan milletvekillerinin bir yıllık hak gasbını sağlamış olursunuz.

Dolayısıyla, bu geçici maddenin mantığını biraz daha derinden anlamak gerekiyor. Niye böyle bir madde şu anda Parlamentonun önüne getiriliyor? Niye Sayın Gül’ün görev süresi beş yıl değil, beş artı beş değil de yedi yıla çıkartılıyor? AKP’nin dönemsel, konjonktürel yaklaşımına, perspektifine bakarak anlamak mümkündür. AKP şunu düşünüyor: Kendine göre stratejik hedefler belirledi, 2023 vizyonu koydu, ki Allah onlara nasip etmez, 2023’te Türkiye’de gerçek demokrasiyi savunanlar iktidarda olacak. Türkiye 2023’te gerçek demokratların, gerçekten bu ülkenin geleceğini düşünenlerin iktidarını mutlaka haiz olacak. O nedenle, vizyon 2023, Türkiye’de demokrasinin vizyon 2023’ü olacak ondan eminiz ama buradaki konjonktürel yaklaşımı, buradaki tüccar yaklaşımını şu şekilde okumak mümkündür: Şimdi, devlet içerisinde kendini kalıcılaştırma politikasını bu dönemde biraz daha ivme kazandırarak, devletin girilemediği alanlarına da biraz daha nüfuz ederek, biraz daha tekeline alarak, biraz daha kendi güdümüne, biraz daha cemaatçi yaklaşımların örgütlenmesine açık hâle getirmek için böyle bir süreye ihtiyaç vardır. Ama bu süreci idare etmek için de AKP’nin mevcut durumda Erdoğan olmadan yürüme şansı yok, burası çok açık ve net, bunu biliyorlar. Sayın Erdoğan’ın on günlük hastalık sürecinde aslında AKP’nin parti olmadığını biz gördük. Çatırdama başladı, çok başlılık başladı, AKP içerisinde “Biz hiç kimseye biat etmiyoruz.” diyenler çıkmaya başladı, üst üste demeçler gelmeye başladı. Şimdi, bir çatırdamayı önleme projesidir bu önümüzdeki geçici madde. Nasıl önleyecekler?

Esasında hedef şudur, Adalet ve Kalkınma Partisinin bugün Meclis gündemine getirdiği bu madde değişikliğiyle ilgili murat şudur, diyorlar ki: “Biz Sayın Gül’ün görev süresini yaz 2014’e kadar uzatalım -planın bir parçası bu- Sayın Gül Ağustos 2014’e kadar mevcutta Cumhurbaşkanlığını devam ettirsin.” Ama bahar 2014’te yerel seçimler var Türkiye’de. AKP’nin ikinci hedefi şu: Mart ya da Nisan 2014’te halkın önüne çifte sandık koymayı hedefliyor. Yerel seçimler ile genel seçimleri birlikte Sayın Erdoğan’ın şefliğinde kotarma gayreti içindedir. Bir, bu planı devreye sokuyorlar. Mart 2014’te ya da Nisan 2014’te hedeflenen genel ve yerel seçimleri ya da erken seçimi şunun için planlıyor: Erdoğan’sız bir seçimi kotarma şanslarının olmadığını düşünüyorlar, kendi içlerindeki konjonktürel hesap bu. Birlikte bu seçime gidelim, 2014’te baharda yapılacak genel ve yerel seçimlerden sonra, Sayın Erdoğan bu defa Cumhurbaşkanlığına aday olsun. Bununla iki kuşu aynı taşla vurma gayreti içindeler.

Şu, AKP içerisinde mevcutta başlayan bir çift başlılık var, hatta çok başlılık var. Kendi içinde çatırdamanın seslerini kendileri hissediyorlar, gruplaşmalarını görüyorlar. Bu çok başlılığın önüne geçmek için bu kurbanlar gereklidir. Birinci kurban Sayın Gül, bir daha siyasete dönmesin. Şike Yasası’nda biz bunu çok açık ve net gördük. Şike Yasası’nın veto edilmesi kendi güç sınamasının ötesinde hiçbir şey değildi. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde gruplar kendi güçlerini Şike Yasası’nın vetosuyla ölçme gayreti içinde oldular. Bir mesaj buraya, Sayın Gül’ü Adalet ve Kalkınma Partisi şimdiden tasfiye planını hazırladı. Bugüne kadar muhalefete karşı uyguladıkları Ali Cengiz oyunlarını, AKP artık kendisine uygulama devresine girmiştir. Ustalık döneminin en önemli argümanlarından bir tanesi de budur. Artık bu Ali Cengiz oyunlarını kendisine uygulayan bir Adalet ve Kalkınma Partisiyle karşı karşıyayız.

Halk arasında bir deyim vardır, burada kullanmak istemiyorum ama, biz buna uzlaşıcı bir gözle yaklaşmayacağız elbette ki. Bu çatırdamanın, bu şirket koalisyonunun daha uzun sürme şansının olmadığını defalarca, defaatle söyledik, tekrar etmeye gerek yok. Bu çatırdama bu şekilde ama, kendi içinde kendisine Ali Cengiz oyunu uygulama gayreti içerisinde olan bir AKP’yi, doğrusu bu kadar erken Türkiye halkı beklemiyordu diye düşünüyorum.

Şimdi, biz, bu Cumhurbaşkanlığı Seçimi Yasa Tasarısı’nı onaylarken, aslında Türkiye'nin demokratik anayasa vizyonuna da bir bakışta kendi vizyonumuzu koymuş oluyoruz, kendi yaklaşımımızı belirlemiş oluyoruz.

Şimdi, eğer üç yıl önce hazırladığınız bir yasanın, üç yıl önce bu Meclisten çıkardığınız bir yasanın üç yıl sonra yok hükmünde olabileceği bir uygulama içerisine girerseniz, bu, sizin bundan sonra çıkaracağınız yasalara karşı samimiyetinizin de bir göstergesi olacaktır. Kişiye dönük, kişiye endeksli yasaları Hükûmet yetkilileri de çok defa burada tasvip etmediklerini, böyle bir yaklaşım içerisinde olmadıklarını gösterdiler ama bu yasa bal gibi de kişiye dönük, kişiye özeldir.

Bu, Adalet ve Kalkınma Partisinin önümüzdeki dönemde demokratik bir anayasa çıkarma vizyonundan da geri adım attığının göstergesidir, demokratik bir anayasa istemediğinin, yapmayacağının bir ön adımıdır, mesajıdır. Nasıl algılamak mümkün? Şunu söylüyor çok açık, net: Bu dönemi zaten ikide bir tırmandırıyor, şiddet politikalarıyla, kanunsuzlukla, hukuksuzlukla tırmandırarak, toplumu, halkı, halkları birbirine karşı gerdirme politikasını, birbirinden uzaklaştırma, birbirine karşı izolasyon politikalarını uygulayarak bu süreci giderek çıkmaz bir yola sürüklüyor AKP Hükûmeti ama bu dönemde Meclis hamleleriyle de birilerinin bu sürecin günah keçisi olmasını arzuluyor. AKP, bunun kendi boynunda kalmasını istemiyor. Çok açık ve net söylüyoruz.

Biz, Türkiye'nin demokratik anayasa vizyonunun Türkiye halkları açısından ekmek ve su kadar elzem olduğunu ve bu ihtiyacı karşılamak için olanaklarımızı, imkânlarımızı sonuna kadar zorlayacağımızı ve sonuna kadar bu süreci götüreceğimizi ifade etmek istiyoruz ama mevcutta önümüze konulan bu tablo, bu Kanun Tasarısı’yla, AKP Hükûmetinin üçlü beklenti, üçlü sacayağı beklentilerinden bir tanesi de anayasa, demokratik anayasa vizyonundan geri adım attırmaktır, geri adım atmaktır. Bunu yapmayacağının işaretlerini vermeye çalışıyor. Çünkü bütün gayret şunun üzerine: Bütün gayret, AKP Hükûmetinin, AKP koalisyonunun, AKP ortaklığının bir müddet daha, bir dönem daha devam ettirilmesine dönüktür. “Bu şirket koalisyonunu bir dönem daha nasıl devam ettiririz?”in üzerinde hesaplar yapıyor. O yüzden başta da söyledim, kuantumist bir yaklaşımla, çıkarcı bir yaklaşımla sürece ve kanunların, kanunlar yaparken bu eksende bakıyor olaya. Tüm olaylara bakış açısı bu eksendedir. Çıkardığı, Meclisin önüne getirdiği bütün yasa tasarıları, Meclisin önüne getirdiği tüm gündemlerde öncelik, AKP’nin önceliği, kendisidir. Kendisini bir dönem daha nasıl yaşatırım? Kendi varlığımı -Bu çatırdamayı bir süre daha nasıl gizlerim?- nasıl bir süre daha korurum? Bunun hesabı ve gayreti içerisindedir.

Bu nedenle de bugüne kadar muhalefet partilerine, muhalefet güçlerine karşı uyguladıkları türlü Ali Cengiz oyunlarını bu dönem kendi içinde, kendisine karşı uygulama gayreti içerisine girmiştir. Artık, kendisiyle uğraşan bir Adalet ve Kalkınma Partisi vardır. Kendi içindeki muhalefetle ya da farklı görüşlerle, farklı yaklaşımlarla didişen bir Adalet ve Kalkınma Partisi… Dolayısıyla bu Hükûmetin mevcut durumda Türkiye’nin çözümlerine, Türkiye’nin sorunlarına demokratik, kalıcı çözüm sağlama gibi bir vizyonu artık olmadığını burada görüyoruz. Tek gaye, tek gayret “Sayın Erdoğan’ı nasıl bir dönem daha Başbakanlıkta tutup, daha sonra Cumhurbaşkanlığına taşıyabiliriz?”in hesabı kitabı yapılıyor burada. Bu hesap kitap da son bir yıl içerisindeki gelişmeleri okuduğumuz zaman ortaya çıkıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, aslında 2010’un başına kadar, Cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğuna kaniydi, bu şekilde uygulanacağını ifade ediyordu ama bugün, konjonktür değişti, dönem değişti, halkın beklentileri, talepleri farklılaştı, bu defa, buradan geri adım atma, bunu farklılaştırma gayreti içerisine girdi.

Unutmayınız ki, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin yasa düzenlemesi yapılırken onun bir ay öncesine, bir buçuk ay öncesine de gitmeniz gerekir. 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe Sarayı’nda görüşülenler aslında bugünkü planın bir parçasıydı. Erdoğan-Büyükanıt görüşmesinin, o günkü görüşmesinin, Dolmabahçe Sarayı görüşmesinin bir ürününü bugün önümüze koymuş bulunuyorsunuz. O ürünü tartışıyorsunuz. O defolu ürünü tartışıyorsunuz. Bu defolu yaklaşım, Türkiye’de demokrasiye kaybettirir, Türkiye’de halkların geleceğini kaybettirir. Bu oyundan, bu Ali Cengiz oyunundan vazgeçmek gerekiyor. Eğer gerçekten diliyorsanız, Sayın Başbakan gerçekten bu kadar Cumhurbaşkanlığı arzusu içerisinde ise, koyun, ağustos ayında ya da eylül ayında sandığı halkın önüne koyun, seçime girsin, Cumhurbaşkanı olsun. Kimsenin buna itirazı yok. Girsin seçimlere, kazansın. Abdullah Gül’ü bu şekilde tasfiye etmenize gerek yok ya da kendi içinizdeki muhalefet didişmesini Türkiye'nin bu kadar gündemi durumuna getirmeye hakkınız yok. Kendinizle uğraşıyorsanız, zaten, kulisleriniz vardır, geniştir ve ferahtır, bayağı konforlu kulisleriniz vardır. Oturun orada, birbirinizle istediğiniz kadar uğraşın, hiçbirimiz de gelip size “Aman birbirinizle uğraşmayın.” demeyiz ama kendi içinizdeki iç hesaplaşmaları, bu çatırdamayı, Türkiye'nin gündemi hâline getirmeyin. Bu çok başlılığı Türkiye'nin gündemi hâline getirmeyin, Türkiye’ye yazık etmiş olursunuz.

Biz parti olarak Cumhurbaşkanının görev süresinin, geçmiş dönemde bu Parlamentonun onayladığı yasayla beş yıl olduğunu düşünüyoruz. Sayın Gül’ün görev süresi Ağustos 2012’de bitiyor ve Sayın Gül’ün Ağustos 2012’den sonra yeniden seçilmek için aday olma hakkının olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bugün önümüze koyduğunuz bu tasarıyı bu çerçeveden değerlendiriyor ve bu çerçeveden baktığımız zaman da ret oyu vereceğiz, kabul etmeyeceğiz bu tasarıyı ve Türkiye'nin gündeminin bu olmaması gerektiğini de bir kez daha söylüyoruz. Bir yıl boyunca Türkiye'nin gündemini Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, Cumhurbaşkanının görev süresiyle meşgul etmeye hakkınız yok, Türkiye'nin daha acil gündemleri vardır, Türkiye'nin daha acil sorunları vardır, o sorunları bu Parlamentonun konuşması gerekiyor. Ama siz,

1) Kendi iç hesaplaşmanızı,

2) Demokratik Anayasa vizyonundan vazgeçmeyi,

3) Kendi iç hesaplaşmanızdan kaynaklı olarak tasfiye politikalarınızı, Ali Cengiz oyunlarınızı burada, Meclisin önünde, halkın önüne getirip bu şekilde birbirinizle hesaplaşmayı bu Parlamentoda gündem hâline getirirseniz Türkiye’ye, Türkiye’de yaşayan halklara, Türkiye’de yaşayan demokratik dinamiklere haksızlık etmiş olursunuz. Dolayısıyla bu yasa tasarısının, en azından geçici maddenin hukuka uygun olmadığını, bu maddenin bu hâliyle onaylanıp Cumhurbaşkanının önüne onay için gönderilmesi en basit tabirle züldür. Cumhurbaşkanının kendi görev süresiyle ilgili bir yasayı, bu şekilde kendisine yapılmış bir haksızlığı, bu şekilde gayriahlaki bir yöntemle onaylamaya zorlamak bu Parlamentonun tercih edeceği bir yol ve yöntem olmamalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL KURT (Devamla) – Biz, tekrar ifade ettiğimiz bu yasa tasarısına ret oyu vereceğiniz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Konya Milletvekili Atilla Kart.

Buyurun Sayın Kart. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 138 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yeni Kenan Evrenleri ve Orta Asya tipi demokrasiyi inşa edecek bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bu konudaki kaygılarımızı, eleştirilerimizi sizlerle somut olarak paylaşmak istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1924 tarihli Anayasa’dan başlayarak Cumhurbaşkanlığı görev süresi, hep anayasalarda somut olarak, net olarak, tereddüde yer vermeyecek bir şekilde açıklık kazandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten iradeler, devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığının görev süresinin Anayasada belirlenmesini esas aldılar. Bakıyoruz, aynı yaklaşımı 22’nci Yasama Döneminde bu Meclis de göstermiş. 22’nci Yasama Döneminde 31/05/2007 tarihinde 5678 sayılı Kanun’da da yine Cumhurbaşkanının beş yıllığına ve en fazla 2 kez seçilmesine dair anayasal bir hüküm getirilmiş. Yetinilmemiş, bu Kanun’un, 5678 sayılı Kanun’un çerçeve 6’ncı maddesinin geçici 18 ve 19’uncu maddelerinde “11’inci Cumhurbaşkanı” vurgusu yapılarak bu konu daha da somutlaştırılmış. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve komisyon üyelerinin referandum takvimi ve uygulama zorunluluğu sebebiyle “11’inci Cumhurbaşkanı” ifadesinin konulmaması yönündeki uyarılarına rağmen, 4 Mayıs 2007 tarihli tutanaklardaki uyarılarına rağmen, o dönem egemen olan siyasi irade bu görüşünde ısrar ediyor. Bu arada ne oluyor? 28 Ağustos 2007 tarihinde 11’inci Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçiliyor. Bunun devamında da ne oluyor? 5697 sayılı Kanun’la, biraz evvel sözünü ettiğimiz 31/05/2007 tarihli Kanun’un çerçeve 6’ncı maddesindeki 18 ve 19’uncu maddeler madde metninden çıkarılıyor. Ancak, madde metninden çıkarılırken, burada, Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanının görev süresine yönelik olarak iradesinin değiştiğine dair, yani yedi yılın devam ettiğine dair bir iradeyi ortaya koymuyor, bu konuda hiçbir açıklama yapmıyor.

Bakıyoruz, biraz evvelki söylemlerimizi yine doğrular şekilde, Anayasa’da, biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görev süresine yönelik değişiklikler yapıldı, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerine yönelik değişiklikler yapıldı, düzenlemeler yapıldı, geçiş dönemini düzenleyen hükümler getirildi. Bunların her ikisinde de yine bakıyoruz -yakın tarihte, uzak tarihten söz etmiyorum, 22’nci dönemden, 23’üncü dönemden söz ediyorum- Anayasa’nın 94/3’üncü maddesinde ve yine Anayasa’nın 147/1’inci maddesinde Anayasal düzenlemeyle bu hükümlerin düzenlendiğini görüyoruz.

Peki, daha bir yıl evvel yapılan Anayasa düzenlemelerinde Anayasa hukukunun bu temel ilkelerinin gereğini yapan Parlamento ya da bu yönde iradesini ortaya koyan siyasi iktidar grubu bu nitelikteki bir düzenlemeye bugün neden gerek görmüyor, bunu sorgulamamız gerekiyor, bunu değerlendirmemiz gerekiyor. Bu, aslında, siyasi iktidarın, Türkiye’yi yöneten, Türkiye’nin yönetiminde egemen olan siyasi iktidarın, hukuk, demokrasi ve millî irade konularındaki keyfîliğini ve sorumsuzluğunu gösteren çok somut bir gelişmedir. Bu sebeple şunu önemle ifade ediyoruz: Bu yönde bir irade değişikliğine dair herhangi bir irade beyanı mevcut olmadığından, Anayasa Komisyonunda kabul edilen geçici 1’inci maddenin, Cumhurbaşkanının görev süresini düzenleyen geçici 1’inci maddenin Anayasal dayanağı yoktur değerli milletvekilleri. Bu safahat karşısında şu çok açık olarak ortaya çıkıyor; cumhuriyet tarihi boyunca yapılan uygulama ve mevcut meri mevzuat karşısında normatif olarak anayasal düzenlemeyle yapılması gereken bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuz hâlde bunun gereği yapılmamaktadır. Siyasi iktidarın Parlamento aritmetiğindeki kritik eşik sebebiyle bu yöne başvurmadığı gelişmelerden anlaşılıyor, ortaya çıkıyor. Anayasa ve demokrasinin bu temel ve vazgeçilmez ilkeleri karşısında bu ilkelere aykırı olarak bir anlayış ve uygulama içine girilmesinin ve bunda ısrar edilmesinin “demokrasi” kavramıyla bağdaşması, “millî irade” kavramıyla bağdaşması söz konusu olamaz.

Siyasi iktidar, Makyavelist yöntemlerle, Makyavelist yaklaşımlarla ve dayatmacı anlayışıyla anayasal sistemi sabote etmektedir değerli milletvekilleri. Bu anlatımlarımız çerçevesinde mevcut Cumhurbaşkanının, Sayın Abdullah Gül’ün 28 Ağustos 2012 tarihinden sonra tesis edeceği tüm işlemlerin anayasal dayanağı söz konusu olamayacağından anayasal sistemde bu anlamda da kaotik bir dönemin başlayacağını şimdiden ifade ediyoruz. Cumhurbaşkanının bu tarihten sonra tesis edeceği tüm işlemler hem siyaseten ve hem de anayasal olarak tartışılır hâle gelecektir. Bu durum toplumda mevcut olan ayrışma ve kutuplaşma sürecinin daha da ileri boyutlara ulaşmasına yol açacaktır. Cumhurbaşkanlığı makamının meşruiyeti tartışmaları ülkemiz gündemini bundan böyle de yine meşgul edecektir, daha da önemlisi değerli milletvekilleri -konuşmamın başında ifade etmiştim- getirilen düzenlemeyle yeni Kenan Evrenlerin önü açılmakta, 1982 Anayasası’ndaki otoriter yapı Orta Asya tipi demokrasiye dönüştürülmektedir. Mevcut anayasal sistem teknik anlamda da anayasa sistematiği anlamında da ucubeleştirilmiştir değerli milletvekilleri. Bu takdirde yapılacak…

Şunu yapabilirsiniz değerli milletvekilleri: Siyasi iktidar olarak anayasal sistemde başkanlık sistemini tercih edebilirsiniz, yarı başkanlığı tercih edebilirsiniz. Bunun elbette Anayasa zemini içinde tartışması, değerlendirmesi ayrıca yapılır. Ama getirilen bu düzenlemeyle bunu yaparken ne yapmak gerekiyor? Parlamenter sistemle bağlantılı olarak Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında yetki, görev ve sorumluluk dengesini inşa etmek gerekiyor. Peki, bu getirilen düzenlemede bu yönde bir düzenleme var mı, bir değişiklik var mı? Hayır, böyle bir düzenlemenin olmadığını görüyoruz. Bu sebeple, getirilen bu düzenleme, çağdaş demokrasilerde mevcut olan başkanlık sistemine de uymuyor, yarı başkanlık sistemine de uymuyor, parlamenter sisteme de uymuyor. Anayasa Komisyonu Başkanının kabul ve itiraf ettiği gibi -tutanaklara geçen ifadesiyle söylüyorum- ucube bir sistemle, ucube bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.

Bu sistemin demokrasilerde örneği yoktur, bu ucube sistemin demokrasilerde örneği yoktur. Sayın Bakanın Komisyon görüşmelerinde sözünü ettiği Avusturya ve Finlandiya gibi ülkelerdeki düzenlemelerin de emsal teşkil etme niteliği yoktur değerli arkadaşlarım. Çünkü o ülkelerde, evet, bazı ülkelerde, son derece sınırlı ülkelerde cumhurbaşkanı halk tarafından seçilebiliyor başbakanla birlikte ama ne yapılıyor? Cumhurbaşkanının sorumluluğunu düzenleyen anayasal düzenlemeler getiriliyor. Ee ne yapıyoruz? Halkoyuyla gelen bir cumhurbaşkanı ama halka hesap vermeyen bir cumhurbaşkanı, anayasal anlamda hiçbir denetim mekanizmasının söz konusu olmadığı bir cumhurbaşkanlığı makamı.  Bunun demokrasilerde yeri yoktur, bunun hukuk devletlerinde yeri yoktur değerli arkadaşlarım.

Burada şunu ifade etmek istiyorum geldiğimiz noktada: Biliyorsunuz Anayasa’nın 104’üncü maddesi Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenliyor. 12 Eylülü yapan 5 kişilik ihtilal komitesi bu düzenlemeyi yaparken, 104’üncü maddeyi düzenlerken aslında 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i esas almıştı, onu korumayı amaçlamıştı. Buradaki temel amaç şuydu: Bir taraftan 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i geniş yetkilerle donatıp diğer yönden ise hiçbir yasal ve anayasal denetime tabi tutmamak, bu yolla 12 Eylülün o antidemokratik yapısını olabildiğince uzatabilmek, onun egemen olmasını sağlamak idi; oradaki düzenlemenin temel amacı buydu.

Getirilen bu düzenlemeyle ne yapıyoruz? Komisyon raporu düzenlemesiyle ihtilal mantığı ve kurgusu içinde Kenan Evrenleri korumaya yönelik bu düzenlemeyi daha ileri boyutlara taşıyoruz. Bilim adamı misyonuna sahip olan tüm akademisyenler, bu tür bir düzenlemenin demokrasiyle bağdaşmadığını, yetkiyle birlikte paralel olarak sorumluluklarının ve denetim yollarının da belirlenmesi gerektiğini hep ifade etmişlerdir.

Gerek sağ gerek sol ideolojiye mensup olan, aydın namusuna ve tutarlılığına sahip olan tüm bilim adamları, 12 Eylül 1980’den bu yana, bu Anayasa gerçeğini hep dile getirmişlerdir. Aslında bu vakıa bile başlı başına, siyasi iktidarın demokrasi ayıbı ve sakatlığını somut olarak ortaya koymaktadır.

Bu kronoloji içinde getirilen bu düzenlemeyle 12 Eylül ihtilalinin yarattığı bu antidemokratik yapı, tam anlamıyla ve tüm kurumlarıyla ihtilal hukuku boyutlarına ulaştırılmış olmaktadır.

12 Eylül 1980-6 Aralık 1983 dönemindeki yüz beş civarındaki temel kanunun değiştirilmesine yanaşmayan AKP İktidarının, bunları muhafaza etmek isteyen AKP İktidarının, demokrasi ve millî iradeyle ilgisinin olmadığı, demokrasiyi antidemokratik amaçları için araç olarak kullandığı, bu tasarıyla bir kez daha doğrulanmış olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu söylediklerimizin bir kulağınızdan girip bir kulağınızdan çıkacağını çok iyi biliyoruz çünkü aradan geçen on yıl bize maalesef bunu gösterdi ama gelecek nesillere ışık tutmak amacıyla, tarihe ışık tutmak amacıyla, tarihe not düşmek amacıyla bunları ifade etmek gereğini duyuyoruz.

Bakın, ne yapıyorsunuz bu düzenlemeyle: On yılı bulan AKP İktidarıyla birlikte kamu bürokrasisinde oluşturulan parti devleti ve polis devleti yapılanmasının yanına bu suretle anayasal hiyerarşi yapılanması da eklenmek suretiyle fiilî Başkanlık sistemi ihdas edilerek Orta Asya tipi bir demokrasiyi inşa etmiş olacaksınız. Böylece, bir taraftan halk oyuyla ve seçimle gelen, anayasal sistemde çok geniş yetkilere sahip olan ancak halk oyuyla gelmesine rağmen hiçbir anayasal denetime tabi olmayan, âdeta bir kral gibi ülkeyi yöneten bir Cumhurbaşkanı, diğer taraftan ise seçimle gelen ve en üst düzeyde görev yapan ve anayasal yetkileri birbirinin içine giren Başbakanlık makamıyla yetki kavgası kaçınılmaz olan bir süreci yaratmış oluyorsunuz, bir fetret yapılanmasını yaratmış oluyorsunuz değerli milletvekilleri.

Aslında bu süreç tabii şunun sonucu: Kifayetsiz, muhteris ve öngörüden uzak bir siyaset anlayışının Türkiye’ye getirdiği sorumsuz ve maceracı ve öngörüden uzak, tamamen kişisel ve siyasi konjonktüre ve hesaplara göre yapılmak istenilen düzenlemelerin, yapılmak istenilen, uygulanmak istenilen yönetim anlayışlarının kaçınılmaz bir sonucunu, bir tablosunu yaratmış oluyorsunuz değerli milletvekilleri. Bunları ısrarla anlatıyoruz, anlatmaya devam edeceğiz.

Bakın, bu genel değerlendirmelerin yanında, aslında, komisyon raporunun 11, 13 ve 14’üncü maddelerindeki düzenlemelerin de Anayasa hukuku sistematiği yanında hukukun genel ilkelerine aykırı olduğunu yine yeri gelmişken ifade etmek istiyorum. Bu düzenlemeyle, kişiye özgü düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz. Hukuk tekniğine göre genel, soyut ve kapsayıcı nitelikte olması gereken bu düzenlemelerin adrese teslim birtakım düzenlemeleri getirdiğini görüyoruz.

11’inci maddede kamu görevlilerinin aday olması hâlinde istifa etmeleri esasını getiriyoruz. Tamam, doğru bir düzenleme. E, peki, bu kamu görevlileri yanına Başbakanı niye eklemiyoruz, Cumhurbaşkanını niye eklemiyoruz, Meclis Başkanını niye eklemiyoruz, bakanları niye eklemiyoruz? Başbakan, bakan ya da Meclis Başkanı, onların aday olmaları hâlinde, o olağanüstü devlet gücüyle birlikte, bir, girecekleri yarışta gerçekten sağlıklı, demokratik bir yarışın olması söz konusu olabilir mi? O devlet nüfuzunun kullanılması, başlı başına o kişiler lehine nüfuz suistimali yoluyla haksız kazanımlar sağlamaz mı? Devlet imkânlarının propaganda aracı olarak kullanılmasının yolunu açmaz mı değerli arkadaşlarım? Neden serbest bir yarışın olmasından korkuyorsunuz? Neden bunu engellemek istiyorsunuz? Bunları sorgulamak gerekiyor, bunları değerlendirmek gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Bir diğer husus şu: Kaynağı belirsiz sermaye grupları tarafından oluşturulacak fonlar üzerinden yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin anayasal sistemde yaratacağı tahribatlar başlı başına bir sorun olarak karşımıza gelecektir. Seçimler öncesinde, propaganda döneminde o finansmanların denetimi yapılmıyor. Önemli olan o dönemde bu denetimi yapmak. Seçimler yapıldıktan sonra, seçimlerin sonuçları ortaya çıktıktan sonra yapılacak denetimlerin hiçbir pratik değerinin olmadığını yine yeri gelmişken ifade etmek istiyoruz. Çünkü bu yolla, seçimlerden evvel bu denetim yapılmadığı takdirde, orada Cumhurbaşkanı seçiminin propagandasına yönelik olarak, finansman yapısına yönelik olarak kayıt dışı bir yapının doğacağının endişesini taşıyoruz. Bu, maalesef bir Türkiye gerçeği olarak karşımıza gelecektir değerli arkadaşlarım.

Değerli milletvekilleri, açıkladığımız sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonlarının müktesebatıyla, ciddiyetiyle, sorumluluk anlayışıyla bağdaşmayan bir komisyon raporu ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin yakın geleceğinde fetret yapılanmasını yaratması kaçınılmaz olan böyle bir düzenlemenin tarihî sorumluluğuna ve vebaline ortak olmak istemiyoruz. Tarih önünde siyasi iktidarı uyarmak ve kamuoyunu da bu anlamda doğru bilgilendirmek sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

22’nci Yasama Döneminde birçok zeminde ve 4 Mayıs 2007 tarihli Anayasa Komisyonu toplantılarında dile getirdiğimiz eleştiri ve kaygılar, maalesef, AKP iktidarlarının hukuk ve kural tanımaz uygulamalarıyla büyük ölçüde hayata geçmiştir. Demokrasi ve hukukun nispi kırıntıları bu tasarıyla tümden yok edilmektedir. Siyasi iktidar bu tasarıyla siyaseten ve anayasal olarak vermesi gereken hesap verme mekanizmalarını tümden ortadan kaldırmaktadır. Demokrasi ve hukukun içi boşaltılmaktadır. Bu ve benzeri düzenlemelerle cumhuriyetin değer ve kazanımlarını etkisiz kılmaya yönelik ideolojik saldırılar en üst düzeyde himaye altına alınmaktadır. Anayasa yaparken bile toplumu ayrıştıran bir siyaset anlayışına sahip olan siyasi iktidar, biraz evvel de ifade ettim, bu tasarıyla bir taraftan yeni Kenan Evrenleri yaratmakta, bir taraftan da Orta Asya tipi demokrasi inşa etmektedir. Yakın siyasi tarihin demokrasilerin akıbeti konusunda ortaya koyduğu bir gerçek vardır. Fransız kamu hukukçusu Vedel’in deyimiyle ifade ediyorum: “Demokrasi siyasi partiler olmaksızın yaşayamaz ancak siyasi partiler yüzünden son bulabilir.”

Cumhuriyet Halk Partisi, parti devleti ve cemaat yapılanmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin değer ve kazanımlarının yok edilmesine, Türkiye’de faşizmin en üst düzeyde kurumsallaşmasına fırsat vermeyecektir. Cumhuriyetin değer ve kazanımlarının demokrasiyle taçlandırılması konusunda da yine tarihî misyonunu yapacaktır, bunun gereğini yapacaktır. Bu kararlılığı burada bir kez daha ifade ediyoruz.

Sizleri, yeni Kenan Evrenleri yaratmamak ve Orta Asya tipi demokrasi inşa etmemek noktasında bir kez daha uyarıyor ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kart.

Tasarının tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Şentop, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Şentop. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, kişisel söz isteyenleri bir okur musun? İç Tüzük öyle. İç Tüzük’ün bir defa uygulamasını öğren.

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değerli Başkan, Meclisimizin değerli üyeleri; Cumhurbaşkanı seçimi kanunu hakkında AK PARTİ grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, buradan, neyi görüştüğümüzü bir kere daha hatırlatmak isterim. Cumhurbaşkanı seçimi kanununu görüşüyoruz. Peki, bu kanun niçin hazırlanmıştı, niçin önümüze geldi, gündemimize geldi? Anayasa’da daha önce yapılan bir değişiklikle 102’nci maddenin son fıkrası -müsait olanlar bakabilir- “Cumhurbaşkanının seçimi, usul ve esasları kanunla düzenlenir.” diyor. Yani Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrasının gereğini yerine getirmek üzere hazırlanmış bir kanunla karşı karşıyayız.

Arkadaşlarımız konuştular. Burada, tabii, çok büyük laflar edildi. Orta Asya tipi demokrasiden, tarihî sorumluluklardan, işte faşizmden -Herhâlde bu dönemin en çok kullanılan kelimelerinden birisi oldu faşizm.- bahsedildi. Peki, ne yapıyoruz biz? Parlamenter sistemin değiştiğinden falan… Anayasa değişikliğiyle zaten Anayasa’nın 101’inci ve 102’nci maddeleri 31 Ekim 2007 tarihinden itibaren yürürlüğe giren bu değişiklikle değişti. Yeni mi bunu fark ediyoruz? Yeni mi Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceğinin farkına varıyoruz? Yok, hayır, buna taraftar değilseniz, bu kanunla mı bunun, bu sistemin yeniden değiştirilebileceğini düşünüyorsunuz?

O bakımdan buradaki tartışmalar aslında genel, her zaman, her yerde söylenebilecek sözlerden ibaret. Kanunun içeriğiyle ilgili, yapılmak istenenle ilgili detaylı ve hukuki bilgiler burada verilmedi, dikkate sunulmadı.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, siyasi bir tartışmadan bahsediliyor, siyasi projeden bahsediliyor. Bazı arkadaşlarımız burada dile getirdi, komisyonda bu daha açık olarak konuşuldu. Bakın, Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili, 11’inci Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili tartışmalar sadece siyasetçiler arasında yapılmıyor, akademisyenler arasında da bu tür tartışmalar var. Bu bakımdan sadece siyasetçiler arasında günlük siyasetin rutini içerisinde bir tartışma olduğu varsayımıyla hareket edemeyiz. Bu konuda akademisyenler arasında da Anayasa hukukçuları arasında da tam ortadan ikiye bölünme söz konusu.

Bir başka arkadaşımız, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle ilgili düzenlemenin bir tepkisel düzenleme olduğunu ifade etti. Bu konuda biraz hatırlatma kabilinden detaylara girmekte fayda var.

Arkadaşlar, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, Türkiye’de muhtelif zamanlarda konuşulmuştur, tartışılmıştır fakat teorik bir tartışma düzeyinde kalmıştır. 2000’lerin başında bu konu tekrar gündeme getirilmiştir fakat realize edilememiştir.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair anayasa değişikliği, biraz öncesinde ortaya çıkan Anayasa Mahkemesinin 367 kararıyla ilişkilidir. Biliyorsunuz, 10’uncu Cumhurbaşkanının görev süresi sona ereceği zaman, Anayasa’nın, 82 Anayasası’nın 101’inci ve 102’nci maddelerindeki düzenlemelere göre Cumhurbaşkanı seçimi süreci başlatılmıştır. Parlamento, Cumhurbaşkanını seçmek üzere harekete geçmiş, adaylar belirlenmiş ve ilk toplantısını da yapmıştır fakat bunun üzerine, biliyorsunuz, o günlerde Genelkurmayın web sayfasında yayınlanan bir bildiri var, onun akabinde Anayasa Mahkemesine götürülen seçim süreci var. Anayasa Mahkemesi, sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde ve anayasa literatüründe olmayan bir kavramı da literatüre sokarak nitelikli toplantı yeter sayısını esas alan bir karar verdi. “Nitelikli toplantı yeter sayısı” literatürde olmayan bir kavram. Anayasa Mahkemesi 367’nin bulunmasını zorunlu gördü Cumhurbaşkanı seçiminin yapılabilmesi için. Bu detay, tartışmaya girmek istemiyorum fakat bu kararla beraber Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçemeyeceği, hatta seçmesinin imkânsıza yakın hâle geldiği anlaşılmıştır. Bunun üzerine, zaten Parlamento seçimlerin yenilenmesi kararı almış ve seçimlere gitmektedir. Eğer, Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili başka bir sistem benimsenmediği takdirde yeni oluşacak, seçim sonrası oluşacak Parlamentonun da Cumhurbaşkanını seçememe, dolayısıyla seçime gitme ihtimali ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesinin yorumuyla beraber, 367 yorumuyla beraber Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçme ihtimali ortadan kalktığına göre farklı bir yol benimsenmesi gerekiyordu. Bu bir tepkisel düzenleme değil, pratik bir zarurettir. Bu bakımdan, yapılan Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi benimsenmiştir. Bu bir tepkisel düzenleme değil, birincisi bu.

İkincisi: Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bizim tarihimiz bakımından da önemlidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, siyasi tarihimizde hep tartışmalı seçimler olmuştur. Özellikle 27 Mayıs 1960’tan sonra 61 Anayasası’nın ilk Cumhurbaşkanı seçilirken yaşanan tartışmaları hatırlayanlarınız vardır. Merhum Ordinaryüs Profesör Doktor Ali Fuat Başgil Cumhurbaşkanlığına aday olmuştur ve kendisi bizzat muvazzafların tehdidiyle, sadece ölüm tehdidi değil, aynı zamanda yeni bir darbe, müdahale tehdidiyle Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçirtilmiştir, senatörlükten istifa etmiş, adaylığı da bu bakımdan düşmüştür. Arkasından seçilen cumhurbaşkanlarına bakın. 12 Eylül 1980 darbesinin önemli gerekçelerinden birisi de Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçememesiydi. Sonra, arkadaşlarımız ifade ettiler, ona katılıyorum: 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası hazırlanan mevzuat ve özelikle Anayasa, Cumhurbaşkanlığını başlangıçta Kenan Evren için hazırlamıştır fakat Cumhurbaşkanlığı makamının bürokratik oligarşinin bağlantılı bir makamı olarak oluşmasını düşündüğü için, tasavvur ettiği için bunu hazırlamıştır. Nitekim Anayasa’yı tanıtım konuşmalarında dönemin devlet başkanı demiştir ki: Daha önceki Anayasa’nın temel problemi, yürütmenin zayıf olmasıdır. Biz yürütmeyi güçlendiriyoruz. Ama yürütmenin iki kanadı vardır parlamenter sistemde: Bir Hükûmet -seçilmiş- bir de Cumhurbaşkanlığı makamı. Biz seçilmişleri, Hükûmeti güçlendirmiyoruz çünkü bunlar siyasetçiler, zaten memleketi bunlar 12 Eylüle getirdiler. Biz Cumhurbaşkanlığı makamını güçlendiriyoruz. Niye? Çünkü siyasetle, seçilmişlikle alakası yok, bürokratik oligarşinin içinden, asker veya sivil gelecek diye. Bu kurgu, bu paradigma rahmetli Özal hamlesiyle bir ölçüde örselenmiştir, fakat daha sonra yine paradigma varlığını sürdürmüş. Ama ne zaman ki, Nisan 2007’de, yeni Cumhurbaşkanını dönemin Parlamentosu seçecek ve Parlamento çoğunluğu Cumhurbaşkanını belirleyecek hâle gelmiş, o zaman bu paradigmanın çökmesi noktasına varılmıştır. Onun için, statükonun, müesses nizamın bütün unsurları devreye girmiş ve bu seçimi imkânsızlaştırmak istemişlerdir. Tabii halk tarafından Cumhurbaşkanının seçilmesi süreci, bahsettiğim pratik zarurete ilaveten bir de bu teorik mesele olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, sivilleşme bakımından, demokratik sistemin yerleşmesi bakımından atılmış çok önemli bir adımdır, çok büyük bir kazanımdır. Bundan geriye Türkiye'nin dönmesi mümkün değil.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair Anayasa düzenlemesi yapılırken, değişikliği yapılırken 11’inci Cumhurbaşkanının da Parlamento tarafından seçilemeyeceği bilindiği için, düşünüldüğü için Anayasa Mahkemesi kararından sonra, 11’inci Cumhurbaşkanının da halk tarafından seçileceği varsayılmıştır. Fakat 22 Temmuz 2007 seçimleriyle beraber aziz milletimiz doğrudan siyasete vaziyet ettiği için, el koyduğu için öyle bir Parlamento yapısı oluşturmuştur ki, bu Parlamento yapısı Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından seçileceğini göstermiştir.

Burada Milliyetçi Hareket Partisinin doğru bulduğum tutumunu da bir kere daha -komisyonda da zikrettim- takdirle anmaktan memnuniyet duyuyorum.

Parlamento Cumhurbaşkanını seçmiştir, fakat Anayasa değişikliği yapıldıktan sonra -detaya girmiyorum- Anayasa değişikliğinin referanduma sunulması durumu ortaya çıkıyor. Referandum ise 21 Ekimde yapılacak. Dolayısıyla, Anayasa değişikliğinin Parlamentodan geçmiş olmasına rağmen yürürlüğe girmesi için referandum sonucunun ortaya çıkması gerekiyordu. Dolayısıyla, 11’inci Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliği öncesi hükümlere göre seçilmiştir, Parlamento tarafından seçilmiştir. Cumhurbaşkanının seçiminden yaklaşık iki ay kadar sonraysa yeni değişiklik referandum sonucu yürürlüğe girmiştir. Bu süreci hatırlatmakta fayda var çünkü “Anayasa’ya bakıyoruz, Anayasa’da Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır, dolayısıyla bunu niye tartışıyoruz? Getirilen geçici madde, bu Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nda getirilen geçici madde hükmü işte Anayasa’ya aykırıdır.” gibi birtakım değerlendirmeler yapıyor arkadaşlar. Tabii, götürü, toptancı bir gözle bakarsanız konu böyledir ama detaylara girdiğiniz zaman böyle değil. Cumhurbaşkanı 28 Ağustos 2007’de seçilmiştir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği ise 31 Ekim 2007’de yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla burada bir hükmün, hukuk kuralının kendisinden önceki bir olaya uygulanması mevzu bahistir. Bu detaylara biraz sonra gireceğim. Burada geçici madde neden konulmamıştır, onu ifade ediyorum.

Şimdi, Cumhurbaşkanının, 11’inci Cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesi var sayıldığı için, seçileceği var sayıldığı için bu bakımdan bir geçiş hükmüne ihtiyaç olmadığı düşünülmüştür başlangıçta.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Süre, süre, geçici madde süreyle ilgili! Onları doğru anlat da…

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Anlayacaksın, bir dakika…

Fakat Parlamento Cumhurbaşkanını seçtikten sonra ise 11’inci Cumhurbaşkanının seçimini düzenleyen geçici 18’inci ve 19’uncu maddeler uygulanma kabiliyetini kaybettiğinden, bunların referanduma giden Anayasa metninden çıkartılması söz konusuydu.

ATİLLA KART (Konya) – Bunu Anayasa’yla düzenleyin. Niye anayasal düzenleme yapmıyorsunuz?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Şimdi, burada, değerli arkadaşlar, geleceğim, yani geçiş hükmünün, intikal hükmünün Anayasa’yla düzenlenmesi gerekir mi gerekmez mi oraya geleceğim.

Şimdi, bu bakımdan konuyla ilgili…

ATİLLA KART (Konya) – Anlatın da öğrenelim yani biz bilemiyoruz, anlayamıyoruz.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Atilla Bey, gel sen konuş o zaman istersen. Müsaade et yani seni dinledik, bitirdin, değil mi?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Doğruları söylüyor canım, niye kızıyorsunuz?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, bu değerlendirmeler hem hukuki sürecin kronolojisini bilmeden hem de yapılan değişikliğin anlamını tam olarak kavramadan yapılan değerlendirmeler.

ATİLLA KART (Konya) – İşte, bizim kavramamızı sağlayın!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdiye kadar Anayasa’nın açık hükmü…

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Şimdi, bizim getirdiğimiz Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı komisyonda görüşüldü.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Süre beş mi değil mi?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Kanunun birçok maddesi var. Bunların elbette bir kısmı Anayasa’da düzenlenmiş, 101’inci ve 102’inci maddelerde düzenlenmiş hususlar. E, bu da gayet tabiidir, Anayasa temel esasları getirir, kanunda detaylar, ayrıntılar vardır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Süre detay mı?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Ülke, memleket anayasayla yönetilmez, kanunlarla yönetilir. Kanunlar anayasadaki temel esasları açan ve uygulanmasını gösteren metinler. Bu bakımdan anayasada yer alan bazı esasların kanunda yer almasını bir nakisa gibi göstermek yanlıştır. Birçok kanuna baktığımızda bunu görebiliriz.

Şimdi, burada birçok husus var, detayları üzerinde görüşülecek, ben geneli üzerinde konuşuyorum.

ATİLLA KART (Konya) – Süre konusu Anayasa’da düzenleniyor Sayın Şentop.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Burada konuşulan konu geçici maddeyle ilgili konu, 11’inci Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili konu, buna dair birkaç hususa değinmek istiyorum.

ATİLLA KART (Konya) – Sorularımıza cevap vermediniz Sayın Şentop.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Bakın, öncelikle bu konu akademisyenler arasında tartışmalı bir konu; “yedi” diyenler var, “beş” diyenler var; bir zamanlar “yedi” diyenler var, şimdi “beş” diyenler var; bir zamanlar “beş” deyip de şimdi “yedi” diyenler de var. Bunların hepsini kötü niyetli olarak görmemek lazım, hukuk böyledir. “Bir yerde iki hukukçu varsa üç farklı görüş çıkar.” diye bir söz vardır, ikisinin farklı görüşleri, üçüncünün de onları telif eden görüşü şeklinde üç farklı görüş olabilir.

ATİLLA KART (Konya) – Ondan söz etmiyoruz.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Önemli olan buradaki görüşlerin hukuki bakış açısıyla, hukuk ve mantık kurallarına uygun olarak ortaya konulmuş olmasıdır.

Şimdi, bakınız, 11’inci Cumhurbaşkanıyla ilgili, mevcut Cumhurbaşkanıyla ilgili Anayasa’da bir hüküm var mıdır, yok mudur? Anayasa’da genel olarak Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili bir hüküm var. Ne zaman yürürlüğe girmiş bir hüküm bu? 31 Ekim 2007’de yürürlüğe girmiş bir hüküm. Hâlbuki mevcut Cumhurbaşkanı, 11’inci Cumhurbaşkanı 28 Ağustosta seçilmiş yani yürürlük tarihinden önce seçilmiş, önceki bir olay.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kanun önce çıktı.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Bu bakımdan mevcut Cumhurbaşkanının durumunu düzenleyen bir açık hüküm, genel hüküm olmadığı gibi bir geçici madde şeklinde bir geçiş hükmü de yok.

ATİLLA KART (Konya) – Anladım da anayasal düzenlemede tartışalım, yasal düzenlemede değil. Anayasal düzenlemede tartışalım bunları.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Cumhurbaşkanının süresi beş midir yedi midir, onu söyleyin?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Atilla Bey, bitireyim müsaade edersen, değil mi?

ATİLLA KART (Konya) – Devam edin canım, size konuşmayın diyen mi var!

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Arkadaki arkadaşa bir şey demiyorum, o zaten âdetini yapıyor da…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Zaten alışkanlık hâline getirdi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Beş mi yedi mi, onu söyleyin?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Ayıp ediyorsunuz yani! Size mi cevap vereyim, konuşmamı mı tamamlayayım? Sizi itidale davet ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hocam, millet dinliyor sizi! Millet onları dinlemiyor, bizi dinliyor!

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Arkadaşlar, şimdi, mevcut Cumhurbaşkanının, 11’inci Cumhurbaşkanının süresiyle ilgili bir düzenleme yok, genel bir düzenleme var bir kere.

Parlamentonun iradesinden bahsedildi. Komisyonda da çok konuşulan bir konu bu. Parlamentonun, arkadaşlar, bir iradesi var, Mayıs ayında ortaya konulmuş. Fakat Parlamento daha sonra iki kez iradesini değiştirmiş: Bir; 11’inci Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair iradesini Mayıs 2007’de ortaya koymuş, fakat daha sonra 28 Ağustosta Cumhurbaşkanını Parlamento kendisi seçerek bu iradesini kendisi değiştirmiş. Yine 14 Ekimde yaptığı bir değişiklikle bu sefer geçici 18 ve 19’uncu maddeleri metinden çıkararak iradesini bir kere daha değiştirmiş. Dolayısıyla, Parlamentonun iradesini bir kere ortaya konulmuş bir irade olarak görmek de yanlış bu konuda. Dolayısıyla, mevcut Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili bir açık hüküm Anayasa’da yok, pozitif hukuk kuralı olarak yok.

İkincisi; peki, burada bu kuralı belirleyecek olan kimdir? Yani mevcut Cumhurbaşkanının görev süresi konusunda madem Anayasa’da açık bir hüküm yok, bu hükmü açıklığa kavuşturacak kimdir? Parlamento mu, başka bir kurum mu? Bazı arkadaşlar “YSK bu konuda karar versin.” dediler, Anayasa’ya baktığımızda, YSK’nın yetkilerine baktığımızda YSK, sadece karar verilmiş bir seçimin yürütülmesinden ve denetiminden sorumludur. Dolayısıyla, YSK’nın bir seçimin başlangıç tarihine karar verebilmesi mümkün değil, bu konuda yetkili merci Parlamentodur. Peki Parlamento bunu nasıl belirleyecek? Nasıl bir düzenlemeyle, kararla belirleyecek? Bir kanun mu, anayasa değişikliği mi söz konusu? Bu, Parlamentonun karar vereceği bir husustur. Burada geçiş hükümlerinin Anayasa’yla düzenlenmesine dair ne uygulamamızda ne de mevzuatımızda bir hüküm yok.

Ben süreyle ilgili kendi görüşlerimi de ifade edip huzurunuzdan ayrılmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bir kere, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır. Anayasa’nın hükümlerini, değişiklik öncesi ve değişiklik sonrası hükümlerini birlikte mütalaa ettiğimizde bu sonuca gayet kolay varabiliyoruz. Önce, bakın, dikkatinizi çekerim, 101’inci maddede süreyle ilgili hükmün ifadesi farklıydı. 101’inci maddenin değişiklik öncesi hâlinde Cumhurbaşkanının yedi yıl görev yapacağı veya görev süresinin yedi yıl olacağı yazmıyordu, “Yedi yıllık bir süre için seçilir yazıyordu.”, hâlbuki yeni düzenlemede “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır.” diye yazıyor. Dolayısıyla, burada bir ifade farklılığı var. Anayasa koyucunun abesle iştigal etmeyeceğini varsayarak bunu söyleyebiliriz. Diyorum ki bu ifade farklılığı ortaya farklı bir hukuki sonuç çıkartıyor. Bir genel ifade “Görev süresi beş yıldır.” ifadesi. Eğer ifade “Görev süresi yedi yıldır.” olsaydı bu tartışmaları gayet rahat yapabilirdik ama lafzi yorumdan, seçildiği an itibarıyla Cumhurbaşkanının görev süresini onun şahsında özelleştiren bir ifade var, “Yedi yıllık bir süre için seçilir.” ifadesi, böyle bir ifade.

ATİLLA KART (Konya) – Yasada değil Anayasa’da tartışalım bunları.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Öncelikle, bu lafzi yoruma dikkatinizi çekiyorum, bu bir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasa Mahkemesine başvursun Cumhurbaşkanı, başvurabilir.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) – Bir dakika…

İkincisi, normun bütünlüğü ilkesi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hocam, niye 2’nci defa seçilmesini engelliyorsunuz Cumhurbaşkanının? Siz oy vermediniz, ondan dolayı mı?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Arkadaşlar, Anayasa değişikliği sadece Cumhurbaşkanının süresini değiştiren bir değişiklik yapmamıştır; Anayasa değişikliğiyle yapılan bir paket hâlinde, bir sistem değişikliğidir. Bunu ifade etti bazı arkadaşlar. Nedir? Parlamento tarafından seçiliyor, yedi yıllık süre için seçiliyor ve 1 kez seçiliyor; bu bir paket. İkinci paket ise halk tarafından seçilme, beş yıllık bir süre için seçilme ve tekrar seçilebilme imkânı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Halk seçtiğine göre beş yılda bir seçecek halk da.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Normun bütünlüğü ilkesi çerçevesinde bu sadece süre bakımından bir değişiklik olmadığı için eski sistemin uygulanması gerektiği konusunda bir tereddüt var.

Bakın, burada bir başka husus kanunların geriye yürümezliği, buna temas ettim az önce. Bir hukuk kuralı yürürlüğe girdiği tarihten önceki hükümlere uygulanır mı, uygulanmaz mı? Bu, hukuk güvenliğiyle ilgili bir husus. Belki bunu daha sonra arkadaşlar detaylandırabilir.

Bir başka önemli husus var, bu çok önemli, buna değinmek zorundayım. Arkadaşlar, parlamenter sistemde Cumhurbaşkanın görevden nasıl ayrılacağı, görev süresinin nasıl sona ereceği bellidir. Sürenin dolmasıyla olabilir, ölüm hâlinde olabilir, istifa hâlinde olabilir, görevini yapamayacak derecede bir hastalık hâli olabilir. Parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanının azliyle ilgili bir düzenleme yoktur. Parlamentolara Cumhurbaşkanını azletme imkânı verilmemiştir Yüce Divan meselesi hariç olmak üzere.

Şimdi, burada Cumhurbaşkanının görev süresinin, seçilmiş bir Cumhurbaşkanının görev süresinin daha sonra yapılan bir hukuki düzenlemeyle değiştirileceğini kabul etmek Cumhurbaşkanının dolaylı olarak Parlamento tarafından azledilebileceğini benimsemek demektir.

Bakınız, Cumhurbaşkanı yedi yıl için seçilmiş -bazı arkadaşlar süre kısa olduğu için bunu bir bütün anlayabilir, ben zihinlerinin alacağı bir şekilde de anlatabilirim bunu- beş yıla indiriyoruz. Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa sahip bir iktidar Parlamentoda, eğer bir Cumhurbaşkanından rahatsızlık duyuyorsa bunun beş yıllık süresini üç yıla indirebilir, dolaylı olarak onu azletmiş olur, başka bir Cumhurbaşkanı seçtikten sonra da bu sefer beş yıla tekrar çıkartabilir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasa’yla yapabilirsiniz. Niye yapmıyorsunuz?

ATİLLA KART (Konya) – Anayasa’yla yapacaksınız onu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasal bir engel mi var? Seçilme hakkını gasbediyor o zaten.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Eğer biz, hukuki düzenlemelerin, Anayasa değişikliklerinin geriye yürüyeceğini kabul edersek Cumhurbaşkanının dolaylı olarak azledilmesi yolunu açmış oluruz. Bu bakımdan da çok önemlidir bu yedi yıllık süre meselesi.

Arkadaşlar, detayları belki maddelerde tartışacağız. Ben, grubum ve şahsım adına hepinizi hürmetle tekrar selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şentop.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati: 14.58

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.11

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mustafa HAMARAT (Ordu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun tümü üzerinde gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi şahıslar adına ilk söz İstanbul Milletvekili Ercan Cengiz’e aittir.

Sayın Cengiz, buyurun.

ERCAN CENGİZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

5678 sayılı Anayasa düzenlemesiyle, Cumhurbaşkanının niteliklerini düzenleyen Anayasa’nın 101’inci maddesi ve seçimini düzenleyen 102’nci maddeleri değiştirilerek Cumhurbaşkanının beş yıllık süre için halkoyuyla seçilmesinin yolu açılmıştır.

Değerli arkadaşlar, öncelikle ifade etmek gerekir ki Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçimi mevcut Anayasa’da eğreti durmaktadır. Temsil görevi dışında icrai bir gücü ve görevi bulunmayan, bütün yaptığı iş, kanunları, kararnameleri ve Bakanlar Kurulu kararlarını imzalamak, bazı kamu görevlilerinin atamalarını doğrudan yapmak, bazı atamaları da onaylamak olan bir Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi, bazı siyasi nedenlerle icat edilerek Anayasa’ya monte edilmiş garip bir olaydır. Bir defa, garip durumlar seçim sırasında başlayacaktır. Adaylar seçim propagandalarını nasıl yapacaklar, halka ne vaat ederek oy isteyeceklerdir? “Ben devleti daha iyi temsil ederim, şu şu görevlere daha iyi adamları bulup atarım.” ya da “Çok iyi imza atarım.” mı diyecekler? Bir dönemki siyasi atmosferde kızgınlıkla arkası önü iyi hesap edilmeden yapılmış, Anayasa’nın konseptine uymayan, sırıtan bir düzenlemedir.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi tabii ki olabilir. Bunun için parlamenter sistemden vazgeçer, yarı başkanlık ya da başkanlık sistemlerinden birini kabul eder, ona göre görev ve yetkileri düzenleyerek birbirine uyumlu yasama, yürütme ve yargı organlarının görev ve yetkilerini de belirleyerek Cumhurbaşkanı halkoyuyla seçilebilir. Bu konular bütünlük içinde düşünülmeli ve yapılmalıdır.

Mevcut durum, farklı siyasi düşüncelere sahip bir Cumhurbaşkanı ile hükûmetler arasında çatışmaya yol açabilecek özellik taşımaktadır. Gücünü doğrudan halktan alan yetkili ve sorumsuz bir Cumhurbaşkanı ile aynı şekilde Parlamento ve hükûmet arasında çekişme ve çatışma çıkması kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza çıkacaktır. Parlamenter sistemimize de zarar verecektir. Neyse ki yeni bir anayasa yapım süreci başlamış durumda ve bu görünen sakıncalar telafi edilebilecek durumdadır.

Değerli arkadaşlar, burada, Cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen yasada önümüze çıkan mesele, mevcut Cumhurbaşkanının görev süresinin beş mi, yoksa yedi yıl mı olduğu hususudur. Öncelikle ifade etmek isterim ki mensup olduğum Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve hem de benim kişisel görüşüm, mevcut Cumhurbaşkanının görev süresinin, Anayasa’ya uyumlu bir şekilde, beş yıl olduğu yönündedir. Neden beş yıl? Bir defa, Anayasa süreyi beş yıl ile sınırlamış durumdadır. “Değiştirilen Anayasa maddesinde süre yedi yıl olarak belirlenmişti, Sayın Cumhurbaşkanı da o hükümlere göre -yedi yıl için- seçildi, mevcut Cumhurbaşkanını bağlamaz.” diyerek geçiştirilemez. Böyle bir düşünce siyasi yaklaşım olur, “Efendim, biz böyle istiyoruz.” demek olur ki bu aynı zamanda konuya keyfî bir yaklaşım da olur. Siyasi niteliği olan görevler için “kazanılmış hak” kriteri söz konusu olmaz. Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği, bakanlık gibi görevler, kişiler için kazanılmış hak gibi gösterilebilecek görevler değildir. Siz seçilir ve o görevi yaparsınız. Seçildiğiniz siyasi görev, şahsınıza bağlı, kazanılmış bir hak değildir.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı süresiyle ilgili değişiklik kamu hukuku ve usul hukukuyla ilgili bir değişikliktir. Kamu hukuku ve usul hukukuyla ilgili konularda kazanılmış bir hak söz konusu olamaz. Cumhurbaşkanlığı süresi kamu hukukuyla ilgilidir ve Cumhurbaşkanlığı hiç kimse için bir hak değildir. Cumhurbaşkanlığı, aynı zamanda, yetkili bir mercinin seçimiyle yapılan siyasi nitelikli bir görevdir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıla indirilmiştir. Halkın vekilleri, yetkinin doğrudan sahibi olan halkın iradesini hiçe sayarak süreyi yedi yıla çıkaramaz. Bu aynı zamanda yetki aşımı olur.

Hukukta kazanılmış haklar kişiye hak olarak verilen şeyler için söz konusu olabilir ve özel hukukun konusudur. Cumhurbaşkanlığı kişiye hak olarak verilmiş bir şey midir? Milletvekilliği için de öyle değil mi? Sormak lazım: Bugün Anayasa’yı değiştirerek milletvekilliği süresini üç yıla düşürsek mevcut Parlamento dört yıl görev yapabilir mi? İşin bir de ahlaki bölümünü hesap etmeliyiz.

Cumhurbaşkanlığı süresini yürürlükten kaldırılan eski Anayasa maddesine bağlamak siyasi ahlaka da uygun değildir.  O zaman bütün bu değişiklikler ne için yapıldı? O zaman Parlamento iradesi neden süreyi beş yıl ile sınırladı? Süre yedi yılda tutulabilirdi pekâlâ.

Yasayı yapan o iradeyi yok sayarsak demokrasi de hukuk da yara alır. Parlamentoda grubu bulunan AKP dışında bütün siyasi partiler beş yılda birleşmiş durumdadır. Bu husus da mutlaka dikkate alınması gereken bir husustur. 

Sayın Cumhurbaşkanı esasen bu konudaki görüşünü açıklamayarak görev süresinin yedi yıl olduğunu işaret etmiş durumdadır. Bu ısrar sürerse Cumhurbaşkanlığı makamı tartışmalı hâle gelecektir. Kaldı ki Anayasa’da mevcut Cumhurbaşkanlığının süresinin yedi yıl olduğu öngörülseydi bu konuda geçici bir düzenlemeye yer verilirdi. Bunun yapılmayarak net beş yıllık bir süre konulmuş olması Anayasa’nın mevcut ve gelecek Cumhurbaşkanları için kesin düzenleyici bir emridir.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı görev süresi, cumhuriyet tarihi boyunca yapılan uygulama ve mevcut meri mevzuat karşısında normatif olarak anayasal düzenleme ile yapılmalıdır. Süreyi etkileyecek ya da iddiaya göre belirsizlik yaratan bir durum söz konusu ise bu belirsizliği giderecek düzenlemenin de anayasal düzeyde yapılması zorunluluğu vardır.

Diğer bir husus: Hukuk devletlerinde mevcut normatif bir düzenlemede değişiklik yapılmak isteniliyor ise yine eş değer düzeyde bu iradenin ortaya konulması zarurettir. Hukuki teminat ve istikrara müdahale edilmemesi, keyfiliklerin önlenmesi için idare hukukunda kabul edilen “paralellik ilkesinin” gereği olarak da bu anayasal kültüre uymak gerekmektedir.

Siyasi iktidarın, Parlamento aritmetiğindeki kritik eşik sebebiyle, anayasal düzenlemede sıkıntı yaşayabileceği endişesiyle yasal düzenleme yolunu seçtiği anlaşılıyor.

Değerli arkadaşlar, Anayasa’da Cumhurbaşkanlığı için beş yıldan başka bir süre bulunmuyor. Bu kanun ile yedi yılı önermek Anayasa’ya aykırıdır. Mevcut süreye karşın “kazanılmış hak” bahanesiyle daha uzun bir süre önermek siyasi bir tavırdır, konuyu kişiselleştirmektir. Tekrar vurgulamak gerekiyor, Cumhurbaşkanlığı siyasi bir kamu görevidir. Kamu hukukunda ve usul hukukunda “kazanılmış hak”” diye bir şey olamaz.

Bilindiği gibi aynı Anayasa değişikliğiyle milletvekilliği genel seçiminin beş yılda bir değil dört yılda bir yapılması hükme bağlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi 2007’deki seçimden dört yıl sonra seçime gitme kararı almıştır. Alınan bu karar, erken seçim kararı niteliği de taşımamıştır. Bu konu da emsal niteliğinde örnek bir uygulamadır.

Türkiye, son yıllarda öyle bir hâle geldi ki her şey tartışılıyor; yerleşmiş, oturmuş hiçbir kuralı bulunmayan, henüz yeni hukuk devleti olmuş, demokrasisini inşa etmeye çalışan bir ülke görüntüsü veriyor. Siyasette de, hukukta da hiçbir kuralı olmayan âdeta bir kabile devleti görüntüsü veriyoruz. Dünyada A’dan Z’ye her şeyi tartışma konusu olan başka bir ülke var mı? Zannetmiyorum, kabilelerin bile kendi örflerine oturmuş bir hukuki düzenleri var. Ama bugün neredeyse bin yıllık bir devlet geleneği ve yüzyıllık bir demokrasi geleneği olan ülkemizde hiçbir kural yok, her şey tartışmalı. Bu nedir biliyor musunuz? Bir kişinin isteklerine göre dizayn edilen bir devlet yönetimi anlayışı. Devletin başında bulunan kişi her şeyi düşünüyor ve karar veriyor. Geriye kalan devlet mekanizmasının görevi ise en yüksek karar vericinin isteklerini yerine getirmek. Bugünkü yaşadığımız hukuk kaosunun bütün nedeni bu. Siyasi görüşlere göre hukuk yorumları yapılıyor. Eğer o kişi beş yılı işaret etseydi eminim ki bugün “Yedi yıl” diyenler beş yılı savunuyor olacaklardı.

Önümüzde bulunan Cumhurbaşkanlığı meselesi de öyle. O kişi kendisinin ne zaman Cumhurbaşkanı olacağına karar vermiş, buna göre zamanlamış, ayarlamış, isteklerini iletmiş. Önümüze gelen yasa işte böyle bir şey, beklenen metinden başka bir şey değil.

Bu sebeplerle bu düzenlemenin Anayasa’ya, ahlaka, demokratik kurallara aykırı olduğunu işaret ediyor ve karşı olduğumuzu beyan ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cengiz.

Şimdi söz sırası Adalet Bakanı Sadullah Ergin’de.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Cumhurbaşkanı Seçimi Yasası üzerinde Hükûmetimizin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Malumunuz bu düzenleme, Anayasa’mızın 102’nci maddesinin son fıkrasında öngörülen emredici hükmün gereği yapılan bir düzenlemedir. Bunu benden önceki değerli konuşmacılar da dile getirdiler.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 6’ncı maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu vurgulayan düzenleme var. Yine 8’inci maddesinde ise yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği hüküm altına alınmıştır. Anayasa’mızın 104’üncü maddesinde de Cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiği, Anayasa’nın uygulanmasını ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceği hükme bağlanmış, aynı maddede Cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargı organlarıyla ilgili önemli görev ve yetkiler verilmiştir. 105’inci maddede ise Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu düzenlenmiştir.

 Cumhurbaşkanlığı seçimine gelince, hem 1961 Anayasası hem de 1982 Anayasasında cumhurbaşkanlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi düzenlemesi vardır. Bu seçim sistemi cumhurbaşkanlarının seçimlerinde çok derin siyasal krizler ve kilitlenmeler yaşanmasına yol açmıştı geçmişte. Örneğin Parlamento 1980 yılı Nisan ayından itibaren Eylül ayına  kadar geçen süreçte Cumhurbaşkanı seçimini tamamlayamamıştı. Bu siyasi kilitlenme istenmeyen olayların yaşanmasına ve 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasına en büyük gerekçe olarak tarihte gösterilmiş durumda. Hatta benzer sorunlar 1961 Anayasası döneminde de yaşanmıştı. 15 Ekim 1961 tarihinde yenilenen Parlamento ve Senato seçimlerinden sonra Cumhuriyet Halk Partisi 173 milletvekili ve 36 senatörle Parlamento ve Senatoda temsil edilmiş ancak çoğunluk darbe ile devrilen Demokrat Partinin devamı niteliğindeki partilerin eline geçmişti. Darbeden bir buçuk yıl sonra Mecliste Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ancak söz konusu seçim yapılmadan önce askerin tek adayı Cemal Gürsel olarak temayüz etti. Buna karşılık, Adalet Partisi listesinden bağımsız senatör seçilen Profesör Ali Fuat Başgil de adaylığını ilan etti. Bu gelişme cunta tarafından istenmeyen bir durumdu. Oluşan yeni Meclis yapısı karşısında Cemal Gürsel’in seçilmesi zora girmişti. Bunun üzerine cunta devreye girerek 2 general vasıtasıyla, Başgil’in başına silah dayanmak suretiyle adaylıktan vazgeçirilmesi sağlanmıştı.

1980 yılından önce yaşanan sıkıntıların benzerlerinin yaşanacağı endişesiyle, 1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili 102’nci maddesi müzakereleri sırasında bu sıkıntılar değerlendirilerek Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yönünde görüşler dile getirilmiştir. Ancak Cumhurbaşkanının halk tarafından seçimine ilişkin bu önergeler, yerleşmiş siyasi gelenekler gerekçe gösterilerek o dönemde kabul edilmemiş idi. Yine cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçilmesi tartışmaları 1946 yılında da yapılmış, ancak o dönemde de bu yönde bir sonuç elde edilememiş idi.

Bu tartışmaların yeni olmadığını, 1946 yılından beri siyasi yaşamımızda sıkça bu tartışmaların yapıldığını ifade etmek üzere bu örnekleri sizlerle paylaştım.

1980 öncesi yaşanan sıkıntıların aynısı olmamakla birlikte benzeri sorunlar önceki Cumhurbaşkanlarımız merhum Özal ve Sayın Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı olarak seçilmelerinde de yaşanmış idi.

2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşananlar ise hepimizin hafızasında hâlâ canlı olarak duruyor. Detaylarına girmek istemiyorum 2007’nin çünkü çok yenidir ve henüz hafızalarda tazeliğini koruyor.

2007 yılında yaşanan bu kilitlenme, söz konusu soruna köklü ve kalıcı bir çözüm getirilmesini zorunlu kılmıştır. 31 Mayıs 2007 tarihli ve 5678 sayılı Kanun’un halk oylaması sonucunda, halkımız yüzde 69 kabul oyuyla Anayasa’nın 101 ve 102’nci maddelerini değiştirmiştir. Yapılan bu değişiklikle, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük temsil makamı olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kabul edilmiştir.

Bu süreçte, parlamenter sistemde Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yöntemine birtakım eleştiriler getirilmiştir, bugün de bu eleştiriler getirilmeye devam edilmektedir. İlk eleştiri olarak Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin parlamenter sistemle uyuşmayacağı dile getirilmiştir, ancak parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bilinmeyen bir yöntem, yabancı bir yöntem değildir. Bu sistemle yönetilen ve parlamenter sisteme sahip olduklarından kuşku duyulamayacak olan Avusturya, İzlanda, İrlanda ve Finlandiya gibi bazı Avrupa ülkelerinde devlet başkanlarının seçimle iş başına geldikleri bilinen bir gerçektir.

Öte yandan, Cumhurbaşkanının yetkilerinin çok fazla olduğu eleştirisi de yapılmaktadır “Sorumsuz bir Cumhurbaşkanı bu kadar yetki kullanıyor.” Bu eleştiriler aslında 82 Anayasası’ndaki Cumhurbaşkanı için yapılabilecek doğru eleştirilerdir.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – O zaman niye değiştirmiyorsunuz?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Ancak 2007’de yapılan Anayasa değişikliğiyle bundan sonra cumhurbaşkanları halk tarafından seçileceğinden, halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı için bu yetkilerin fazla olduğunu ileri sürmek doğru olmayacaktır. Ancak burada da dile getirilen bir husus vardır, o da “Bu kadar yetki kullanan Cumhurbaşkanının sorumluluğu konusu nasıl olacaktır?” Anayasa’mızın 105’inci maddesinde Cumhurbaşkanımızın sorumsuzluğu düzenlenmiştir.

Değerli arkadaşlar, tabii 2007 şartlarında yapılan, o gün Parlamentoya yapılan dayatmalara karşı Parlamentonun bir refleksi olarak ortaya çıkan gelişmeler idi. Bu aslında eleştiri olarak doğru bir eleştiridir, yetkili olan bir Cumhurbaşkanının bir şekilde hesap verme durumunun da düzenlenebilmesi lazım, ancak şu anda Parlamentomuzda çalışan Anayasa Uzlaşma Komisyonunun yapacağı bir büyük çalışma, bütün çalışma içerisinde bu hususun da değerlendirilmesinde fayda olacağını ben de mütalaa etmekteyim.

ATİLLA KART (Konya) – İnandırıcı değil Sayın Bakan, gerekçeniz inandırıcı değil. Yıllardır bunu söylüyoruz, bugün söylemiyoruz.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, diğer taraftan Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, yani seçim tabanının genişletilmesi demokratik katılımın sağlanması bakımından da çok olumlu, ileri ve yerinde bir adımdır. Aslında bu tartışmaları biz 2007’de Parlamentoda yapılan düzenlemeler esnasında çokça yaptık, dolayısıyla bugün tekrar bu kürsüden dile getirildiği için bunları yinelemek ve bu eleştirilere bir miktar değinmek zorunda hissediyorum kendimi.

Ayrıca, Cumhurbaşkanının daha etkin temsilî bir karaktere sahip olmasının yolu açılmaktadır. Cumhurbaşkanını halkımızın seçmesi toplum tarafından Cumhurbaşkanlığı makamının meşruiyetine olan inancı güçlendirecek, herkesin temsiline imkân sağlayacak, millet nezdinde bir psikolojik güven ve rahatlık temin edecektir. Cumhurbaşkanı, halktan aldığı güç ve yetkiyle sistemin işleyişinde gerektiğinde inisiyatif alabilecek, kriz çözücü bir pozisyona sahip olabilecektir. Bunun bir sonucu olarak Cumhurbaşkanı, siyasal hayatımızda denge ve istikrar unsuru olabilecek makam sahibi olarak yerini alacaktır.

Bu noktada, sistemdeki siyasal krize ve kilitlenmelere yol açma potansiyellerinin ortadan kaldırılması da son derece önemlidir. Bu nedenle, söz konusu makamın geniş katılım ve doğrudan temsil esasına dayanan serbest seçimle belirlenecek bir kişi tarafından doldurulması sorunların bir çoğunun ortaya çıkmasını önleyecektir.

Anayasa’mızın 102’nci maddesinin son fıkrasında Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esasların yasayla düzenleneceği hükmüne yer verildiğini belirtmiştim. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı da bu emredici hükmün gereğini yerine getirmekten ibarettir aslında.

Değerli arkadaşlar, seçildiği dönemde yürürlükte bulunan Anayasa hükmü uyarınca seçilip göreve başladıktan sonra, 5678 sayılı Kanun’un halk oylamasında kabul edilerek yürürlüğe girmesi üzerine, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili değişik görüşler ortaya çıkmış ve tartışılmaya başlanmıştır.

5678 sayılı Anayasa Değişikliğine İlişkin Kanun, kabul edildiği dönemde yaşanan süreç sebebiyle 11’inci Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği düşüncesinden hareketle kaleme alınmış ve hatta 11’inci Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilebilmesine imkân sağlayan seçim usulü hükümlerine ilişkin geçici 18 ve 19’uncu maddeleri de bu Kanun kapsamında düzenlenmiş idi. Dolayısıyla, bu yasama faaliyetleri kapsamında, 5678 sayılı Kanun’a Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin olarak herhangi bir geçiş hükmü öngörülmesi söz konusu olmamış, böyle bir ihtiyaç da bulunmamıştı, yoktu o dönemde. Ancak 11’inci Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi üzerine 5678 sayılı Kanun’un geçici 18 ve 19’uncu maddeleri 16 Ekim 2007 tarihli ve 5697 sayılı Kanun’la Anayasa metnimizden çıkartılmıştır. Bu yasama faaliyeti Anayasa Mahkemesine götürülmüş ve Anayasa Mahkemesi bu Kanun’un Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiştir.

11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin olayı yöneten hukukta öngörülen süre olduğu konusunda geçiş hukuku ilkeleri bakımından bir duraksama yoktur. Esasen Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal yapısı da aynı sonucu zorunlu kılmaktadır. Aksine durum, kurucu iktidarın ya da yasama organının görev süresine müdahale etme suretiyle bu makamın istikrarsızlaştırılmasının teamülü yolu açılmış olur. Oysa Anayasa’mız, 105’inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü dışında, yasama organının görevdeki Cumhurbaşkanının görev süresini etkileyebilecek girişimleri önleyici niteliktedir.

Mevcut Cumhurbaşkanının görev süresi konusunda hukuk bilimi bakımından bir tereddüt yok ise de konjonktürel olarak dile getirilen kimi duraksamaların yasama iradesiyle kesin biçimde giderilebilmesi anayasal imkân dâhilindedir. Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrasında yer alan “Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” hükmü de bunu açıkça işaret etmektedir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Usule, esasa girmiyor; öze giriyor, öze.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bu çerçevede tasarıya Anayasa Komisyonu görüşmeleri esnasında eklenen geçici maddeyle hukuk bilimi ve hukuk devleti ilkesi bakımından açık olan bir konuda normatif kesinlik sağlamak amacıyla 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğuna dair hüküm konulmuştur.

Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin bu yasaya ilişkin yapılan eleştirilerden bir tanesi de -tasarının komisyonlarda görüşmeleri sırasında da dile getirildi, bu kürsüde de dile getirildi- aday olacak Başbakan ve bakanların görevlerine devam etmesi noktasındaki eleştirilerdir. Bildiğiniz gibi, bugün itibarıyla da 3 bakan hariç, seçimlerin yenilenmesi hâlinde Bakanlar Kurulu, Başbakan görevinin başındadır ve görev yapan bakanlar ve Başbakanın seçimde bu konumunu kullanmaması adına seçim yasalarında bunu önleyici hükümler düzenlenmiştir, o önleyici düzenlemelere bu yasada da atıf yapılmıştır. Dolayısıyla, söz konusu endişeye mahal bırakacak bir hâl kalmamıştır, yasada bununla ilgili önlemler de alınmış durumdadır.

Değerli milletvekilleri, aslında konu yeterince tartışıldığından ben çok fazla detaylara girmeyeceğim, yalnız bu kürsüde yapılan bir iki değerlendirmeye ilişkin birkaç cümle ifade etmek istiyorum.

Konuşma yapan bir değerli milletvekilimiz, Anayasa’da yapılan düzenlemenin bu yasa metninde de tekrarlandığını, yasa koyucunun abesle iştigal etmeyeceğini dile getirdi. Anayasa’da düzenlenen 102’nci maddedeki hususların Cumhurbaşkanlığı Seçim Yasa Tasarısı’nda da önemli ölçüde tekraren metne konulduğunu ifade ederek bu hususu eleştirmiştir.

Aslında normal hiyerarşisinde, alt norm üst normdaki hükümleri ihtiva eder. Kanun, anayasadaki çerçeveleri kendi içerisinde, metninde barındırır; yönetmelik, kanunda belirlenen hususları metni içerisinde barındırır; genelgeler de yönetmeliklerdeki hükümleri kendi içerisinde barındırırlar.

Bu anlamda mevcut yasalarımızda çok sayıda bunun örneği de vardır. Baktığınızda, Anayasa’mızın 68’inci maddesinde seçim kanunlarına ilişkin, seçimin temel esaslarına ilişkin önemli düzenlemeler vardır. Siyasi Partiler Yasası’nın 11’inci maddesine baktığınızda, Anayasa’daki hükümler aynen seçim yasalarına, siyasi partiler yasalarına bire bir olarak alınmıştır. Yine aynı örnekleri Danıştay Yasası’nda görebilirsiniz. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Bu, Türk hukuk sisteminde, mevzuat yapım tekniğinde öteden beri uygulanagelen bir husustur.

Değerli milletvekilleri, ben bu aşamada daha fazla sözlerimi uzatmayacağım. Hem Komisyon aşamasında hem geçen yasama döneminde anayasa yapım sürecinde bu konu çokça tartışıldı; Anayasa Komisyonunda tartışıldı, Genel Kurulda tartışıldı, kamuoyunda tartışıldı. Bu dönem yasanın yenilenmesi amacıyla yapılan çalışmalarda tekrar Anayasa Komisyonumuzda, hem üst komisyonda hem alt komisyonda çokça tartışmalar yapıldı, bugün Genel Kurulda tekrar konuşuyoruz. Dolayısıyla, maksadın hasıl olduğunu düşünüyorum.

Bu yasa çalışmasının ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahsı adına söz isteyen İdris Şahin, Çankırı Milletvekili.

Buyurun Sayın Şahin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce milletimizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın “Başlangıç” bölümünde, kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu vurgulanmıştır. Anayasa’nın 6’ncı maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu da vurgulanmıştır. Anayasa’nın 104’üncü maddesinde ise, Cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil ettiğini, Anayasa’nın uygulanmasını ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceğini belirtmiştir.

31/5/2007 tarih 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük temsil makamı olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi suretiyle seçim tabanının genişletilmesi ve demokratik katılımın daha çok sağlanması yöntemleri belirleme sürecine milletin etkin katılımının temini, halkın seçtiği Cumhurbaşkanının tarafsız, partiler üstü tutum sergilemesi amaçlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 101’inci ve 102’nci maddelerinde değişiklikler yapılmıştır. 102’nci maddenin son fıkrasında ise “Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrası gereğince, cumhurbaşkanı seçimine ilişkin usul ve esaslar Anayasa Komisyonunca tasarıda yapılan değişiklikler ve ilave edilen geçici maddeyle huzurunuza çıkarılmıştır. 138 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın titiz bir çalışma sonucu huzurunuza geldiğini özellikle belirtmek isterim.

Tasarı ve Komisyon Raporu ile cumhurbaşkanı seçimi, adaylarda aranacak nitelikler, adaylara yardım konusu; seçim öncesi, seçim günü ve seçim sonrası yapılması gereken işlemlere ilişkin usul ve esaslar düzenlenmektedir.

Anayasa’nın 101’inci maddesinin birinci fıkrasında Cumhurbaşkanın halk tarafından seçileceği belirtilmiştir. Halkın seçimi Cumhurbaşkanının icraatlarına meşruluk kazandıracaktır. Doğrudan demokrasinin yansıması olacak halktan gelen güçle Cumhurbaşkanı inisiyatif kullanan, kriz çözen, denge ve istikrar unsuru hâline gelecektir. Bu düzenlemeyle Cumhurbaşkanı partiler üstü bir konum kazanacaktır.

101’inci maddeyle Cumhurbaşkanının seçimindeki sistem tamamen değişmiştir. Değişiklik öncesi Cumhurbaşkanı bir sefere mahsus yedi yıllık süre için Parlamento tarafından seçilir iken, sonrasında halk tarafından seçileceği, görev süresinin beş yıl olduğu ve bir kimsenin en fazla iki defa seçilebileceği düzenlenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki Kanun Tasarısı Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrası gereği huzurunuza getirilmiştir. Öncelikle bu yasanın bir temel yasa olduğu unutulmamalıdır. Yasanın tümü üzerindeki tartışmalar geçici maddede belirtilen Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin düzenleme ve tartışmalarının gölgesinde kalmakla birlikte, özellikle Komisyonda 5’inci maddede “Seçimin geri bırakılması”, 11’nci maddede “Adayların görevden ayrılması ve göreve dönmesi”, 13’üncü maddede “Propaganda”, 14’üncü maddede “Adaylara yardım” maddeleri üzerinde uzunca tartışılmıştır. Geçici 1’inci maddeyle, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğu, “31/5/2007 tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce seçilen Cumhurbaşkanları, iki defa seçilememeleri kuralı dâhil, Anayasa’nın değişiklik öncesi hükümlerine tabidir.” hükmü getirilmiştir. Öncelikle, böyle bir hükme ihtiyaç olup olmadığı tartışmalıdır. Sorunun, idari işlem kuramına uygun biçimde ve idare hukuku ilkeleri gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir.

Mevcut Cumhurbaşkanının seçilme yöntemine ve kaç yıl için seçildiğine ilişkin Anayasa maddesi 2007 yılının onuncu ayında değiştirilmiştir. Yani, Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır ve bir kişi en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak, değişik maddesinde sadece görev süresiyle ya da tekrar seçilmeyle ilgili olmayan çok önemli bir değişiklik daha vardır ki, o da Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği düzenlemesidir. Oysa değişiklikten önce, Cumhurbaşkanının, Meclis tarafından, yedi yıllığına ve yalnızca 1 kez seçilebileceği yönündedir. Görüldüğü üzere, yeni Anayasa’da Cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğu kabul edilmiş olmakla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının seçildiği sıradaki norma göre, Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır.

Peki, Cumhurbaşkanı yedi yıl mı, yoksa beş yıl mı görev yapacaktır? Bu sorun nasıl çözülecektir? Bu noktada, konuya idare hukuku ilkeleri üzerinden bakmak gerekmektedir. Öncelikle, idare hukukunda kuralsallık ilkesi geçerlidir. Bu ilke uyarınca, idare hukukunda, hukuki durumların içerikleri önceden belirlenmiştir. Yani, kişi bir statüye girerken statünün içeriği hazırdır ve kişiye göre belirlenmez. Konumuz açısından da kuralsallık ilkesi gereğince, Cumhurbaşkanının, Cumhurbaşkanı seçilmesinden önce belirlenmiş kurallara göre seçilmesi ve bu kuralların belirlediği statüye uygun bir görev tanımına sahip olması gerekmektedir. Üzerinde durulması gereken diğer ilke ise, kanunların geçmişe yürümezliği ilkesidir. Bu ilkeye göre bir kural ya da soyut norm, ancak bu kural ya da soyut norm yürürlüğe girdikten sonraki durumlar için kullanılabilir. Bu, hukuk devleti ilkesinin çok önemli bir gereği ve alt ilkesidir. Bu ilke hukuksal güvenliği, hukuksal öngörebilirliği sağlar. Yine idare hukukunda “müesses durum” denilen bir statü vardır. Konumuz bakımından müesses duruma bakarsak, mevcut Cumhurbaşkanı 2007 yılının 10’uncu ayından önceki anayasal duruma göre, anayasal kurala göre seçilmiştir yani yedi yıl görev yapmak üzere seçilmiştir, bu seçime ilişkin tüm aşamalar tamamlanmış ve seçime ilişkin Parlamento kararı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Tüm bu aşamalar tamamlanarak yedi yıllığına seçilmiş bir Cumhurbaşkanı seçiminden sonraki Anayasa değişikliğiyle görev süresinin beş yıla indirileceğini söylemek müesses durum ilkesine aykırı olup adalet duygusuna uygun değildir. Dolayısıyla sonraki kuralın önceki kuralın yarattığı statüyü sınırlandırabileceğini ya da ortadan kaldırabileceğini kolaylıkla söylemek mümkün değildir, aksine görüş önemli hukuksal ve siyasal tehlikeleri de beraberinde getirir. Unutulmamalıdır ki parlamenter rejimin güçler ayrılığı ya da güçler dengesi ilkesinden yoksun bırakılması düşünülemez. Cumhurbaşkanı ile Parlamentonun karşılıklı olarak donanmış oldukları hak ve yetkilerin Parlamentonun dilediği gibi davranmak suretiyle karşı güç hâline bozulabileceği söylenemez. Kısacası, muhtemel bir çekişme Cumhurbaşkanının görev süresinin kısaltılması suretiyle devlet başkanlığından uzaklaştırılabileceği sonucunu doğurabilecek bir değerlendirme yapılamaz. Bu durumda, mevcut Cumhurbaşkanının statüsü konusunda herhangi bir istisna düzenlemesi getirmeyen Anayasa kuralının mevcut Cumhurbaşkanının seçildiği andaki statüsünü sürdürmesi yönünde içeriğe sahip olduğu açıktır, aksi bir yorum Anayasa’nın üstünlüğü ilkesine aykırı olacaktır. Değinilen idare ve Anayasa hukuku ilkeleri ışığında varılacak sonuç, Cumhurbaşkanının görev süresinin seçildiği sıradaki yürürlükte olan Anayasa’da yazmakta olan yedi yıl olduğudur. Yeni anayasal düzenlemedeki beş yıllık görev süresi ise bu yeni anayasaya göre seçilecek Cumhurbaşkanı için geçerli olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi burada iradesini ortaya koymak suretiyle Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’na geçici bir madde koyarak belirsizliği ortadan kaldırmış ve Yüksek Seçim Kuruluna, sadece Meclis tarafından belirlenecek tarihe göre seçim takvimi düzenleme görevi kalmıştır. Demokrasi ile idare edilen rejimlerde son söz daima Meclisin olmalıdır. Bu düzenleme ile de Meclis bu yetkisini kullanmıştır. Uzunca bir süre milletimizin gündemini meşgul edecek bu konunun görüşülmekte olan yasayla çözümleneceğini umuyorum.

Ayrıca huzurunuzdan ayrılmadan önce, Çankırı Milletvekili olarak güzel bir güne Çankırı’da tanıklık edemediğimi üzülerek belirtmek istiyorum. Çankırı Belediyemiz, on sekiz ayda on sekiz yeni projenin bugün itibarıyla startını veriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS ŞAHİN (Devamla) – Başkanımızı buradan tebrik ediyor, projelerin Çankırı’mıza ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şahin.

İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşmelere devam edilmesini talep eden bir önerge vardır, okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

138 s.sayılı kanun tasarısının tümünün görüşmelerinin İçtüzük 72’ye göre devam etmesini arz ederim.

                  Oktay Vural                                   Mustafa Kalaycı                                   Sümer Oral

                        İzmir                                                Konya                                              Manisa

                                            Muharrem Varlı                                   Reşat Doğru

                                                   Adana                                               Tokat

Gerekçe:

Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir makamın seçimine ilişkin bir düzenleme hakkında milletvekillerinin daha fazla bilgi edinmesini temin etmek için görüşmeler devam etmelidir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza…

 

III- Y O K L A M A

 

(MHP ve CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

OKTAY VURAL (İzmir) – Toplantı yeter sayısı…

BAŞKAN – Sayın Vural, Sayın Akşener, Sayın Bal, Sayın Oral, Sayın Korkmaz, Sayın Öztürk, Sayın Varlı, Sayın Işık, Sayın Doğru, Sayın Türkoğlu, Sayın Halaçoğlu, Sayın Aslanoğlu, Sayın Genç, Sayın Akar, Sayın Öztürk, Sayın Ağbaba, Sayın Tanal, Sayın Özel, Sayın Soydan, Sayın Bayraktutan.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)

 

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Işık, Sayın Doğru, Sayın Türkoğlu, Sayın Erdem, Sayın Halaçoğlu, Sayın Varlı, Sayın Tüzel ve Sayın Erdoğan sisteme girmişlerdir. Yeniden girmelerini talep ediyorum lütfen.

Sayın Işık, buyurun.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bilindiği gibi, 2007 yılında yapılan Anayasa referandumuyla Cumhurbaşkanlığının görev süresi beş artı beş olmak üzere değiştirilmiştir. Şimdi Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı adayı olması için önünde herhangi bir yasal engel var mıdır? Sayın Gül’ün tekrar aday olması hâlinde beş artı beş olmak üzere on yıllık görev süresi Adalet ve Kalkınma Partisi için çok mu uzun gelmektedir? Açıklarsanız memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Daha önce Cumhurbaşkanlığı görevi yapmış olanlar önümüzdeki seçimlerde tekrar Cumhurbaşkanı adayı olacaklar mıdır, olabilirler mi? Seçimlere giremezlerse bunun sebebi nedir? İnsan haklarına aykırı olmaz mı?

İkinci sorum da, ülkemizde 1,5 milyon civarında kredi kartı borcunu ödeyemeyen ve icra takibine uğramış olan insanlar vardır. Kredi kartı borçlularının durumlarının yeniden tanzim edilebilmesi ve yeniden borçlandırılabilmesiyle ilgili olarak herhangi bir kanuni düzenleme Hükûmet tarafından yapılmakta mıdır? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Türkoğlu…

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, üniversiteye siyasal bilgiler fakültesinde başladığımızda bizlere devlet sistemleri anlatıldı. Bu çerçevede parlamenter sistem, başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi gibi devlet yönetim şekillerini öğrendik. Bizim cumhuriyet dönemi boyunca uyguladığımız sistem parlamenter sistemdi. Bu sistemde, Meclis kendi içinden bir hükûmet çıkarmakta ve Cumhurbaşkanını da seçmektedir.

Şimdi, bu tasarıyla Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Sizi de hukuk fakültesinden mezun eden hocaların da merakını gidermek için soruyorum: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği bu sistemin adı nedir? Bize öğretilen yönetim şekillerinden hangisine girmektedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Erdem…

ENVER ERDEM (Elâzığ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’na konulan bu geçici maddeyle 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olarak kabul edilmesi ve yeniden aday olamaması ile ilgili düzenleme, Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanlığı veya düşünüldüğü şekliyle başkanlık sistemine giden yolda önündeki engellerin kaldırılmaya yönelik tedbirler midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Varlı…

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 2007 seçimlerinde 23’üncü Dönem milletvekilleri beş yıllığına seçilmişti ancak referandumdan sonra yaptığınız açıklamada -gerek sizin siyasi partinizden gerekse hukukçuların- dört yıl olduğu... Ve dört yıl sonucunda da seçime gidildi. Netice itibarıyla “Cumhurbaşkanı da yedi yıllığına seçildi.” diyorsunuz ve “Onun için bu düzenlemeyi yapıyoruz.” diyorsunuz. Cumhurbaşkanının süresi de beş yıla düşmüş olmuyor mu? Bu bir.

İkincisi; “Tekrar seçilemez.” maddesini koyarak, Cumhurbaşkanının tekrar seçilmesini, demokratik hakkını elinden almış olmuyor musunuz? 23’üncü Dönem milletvekillerinin bir yıllık seçilmiş olan haklarını gasbetmiş olmuyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tüzel…

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, bu Cumhurbaşkanı görev süresindeki çelişkiyi gidermek üzere Parlamentoda bir yasa hazırlığı yapıldığı anlaşılıyor. Şimdi “Halk seçecektir.” deniyor ancak yine buradaki hazırlanan yasa tasarısında, Meclisin gösterdiği adaylar halka oylatılması düşünülüyor. Şimdi, bunun adı demokrasi mi olacaktır?

Sonuç itibarıyla herkesin aday olabilmesi gerekirken, yükseköğrenim şartı, Türk vatandaşlığı gibi yine Türk milletine çağrı yapan bir yaklaşım ne kadar demokrasiyle bağdaşmaktadır?

Meclis çoğunluğuyla istediği gibi bir yönetme, Hükûmetin bugün gözettiği tek yönetim biçimi. Biraz daha iktidarda kalmak için yapıldığı çok anlaşılır bir şekilde ama aynı zamanda da kendi Hükûmet partisi içindeki çelişkileri gidermeye dönük de bir hazırlık olduğu anlaşılıyor. Bunu demokratik bir düzenleme olarak kabul etmek mümkün değildir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Erdoğan…

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, atanamayan öğretmenler, 606 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle mağdur edilen bir sürü kamu yöneticisinin sorunları varken şu anda Anayasa’mızda açıkça belirtilen konularla ilgili olarak Anayasa’ya aykırı bir şekilde kanunla düzenleme yapmak için Meclisin zamanını harcamamıza neden gerek duyuldu? Bunu öğrenmek istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Kuşoğlu…

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, tüm milletvekilleri gibi tutuklu milletvekillerinin de Cumhurbaşkanı adayı olmaları mümkün. Böyle bir durumda kampanyalarını nasıl yürütecekler ya da seçildiklerinde ne olabilecek? Bunlarla ilgili bir fikrinizi almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Türkkan…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Benim sorum Sayın Millî Eğitim Bakanına olacak.

Sayın Bakan, Ankara eğitim…

BAŞKAN – Sayın Türkkan, konuyla ilgili, Hükûmeti şu anda temsil eden Sayın Adalet Bakanına soru sorabilirsiniz.

Buyurun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Efendim, bugün basında da çok bahsedilen bir konu. Sayın Bakanı görmüşken müsaade ederseniz aksettirmek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ankara’da Eğitim-Bir-Sen Ankara 1 Numaralı Şubede sekreter olarak görev yapan Sayın Avni Zengin’i, on bir yıllık eğitimci olmasına rağmen şube müdürlüğüne atamışsınız. Sizin öngördüğünüz zorunlu eğitimden, on üç yıldan iki yıl eksik. Bu normal bir atama mıdır yoksa kadrolaşmaya yönelik bir atama mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Işık’ın sorusuyla başlıyorum. “2007 yılındaki Anayasa değişikliği beş artı beş olarak Cumhurbaşkanımızın görev süresini düzenlemiştir. Şimdi yapılan bu değişiklikle, geçici madde eklenmesiyle Sayın Başbakanın önünü açmak için mi böyle bir düzenleme yapılmaktadır?” diye bir soru sordu.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Önünde bir engel var mıdır? Zaten önü açık Sayın Bakan, yanlış olmasın.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Işık, bu yapılan düzenleme spesifik olarak bir somut olaya özgü bir düzenleme değildir. Biraz önce kürsüden de ifade etmeye çalıştım. 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği sırasında Cumhurbaşkanını genel seçimlerden sonra halkın seçeceği öngörüsüyle hazırlanmış bir Anayasa metni vardı önümüzde ve fakat yeni oluşan Parlamento 367 garabetini aşarak Cumhurbaşkanı seçebildiği için geçici 18 ve 19’uncu maddeler boşa düştü. O yüzden Parlamentomuz referanduma giden metinden geçici 18 ve 19’u çıkarttı.

MUHARREM VARLI (Adana) -  Sizin yaptığınızın ne farkı var 360 garabetinden?  

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) –  Dolayısıyla, yapıldığı dönemde böyle bir intikal hükmüne ihtiyaç göstermeyen o paket, bu gelişmeler üzerine bir intikal hükmüne ihtiyaç duyar hâle geldi. Aslında, statü hukuku açısından Parlamentonun yedi yıllık bir süre için seçmiş olduğu bir Cumhurbaşkanımız var, bu tartışmasız fakat siz bunu…

MUHARREM VARLI (Adana) – Milletvekillerine ne oldu peki? Bizim hakkımızı niye aldınız?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Oraya geleceğim, o soruya sıra geldiğinde geleceğim.

Şimdi, Parlamento yedi yıllığına  ve bir kez için seçmiştir Sayın Gül’ü. Kendi seçildiği dönemdeki statü içerisinde değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Statü, yetkileriyle birlikte olur.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Anayasa Mahkemesinin bu noktada verilmiş kararları vardır. Danıştayın bu konuda vermiş olduğu örnek kararlar vardır. Dolayısıyla, burada, falanca kişinin, Sayın Başbakanın, filancanın şuraya gelebilmesi için yapılan bir düzenleme söz konusu değildir. Bugün karşı karşıya kaldığımız konumda normal şartlarda yedi yıl olması gereken süre tartışılmaktadır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tasarıya niye koymadınız Sayın Bakan imzalarken?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bu tartışmaları Yüksek Seçim Kurulunun  ya da başka birtakım kesimlerin sonuçlandırması doğru bir şey değildir. Parlamenter sistemlerde Parlamentonun kendi iradesiyle bu konuda son sözü söylemesi demokratik açıdan da  en uygun olanıdır diye düşünüldü.

OKTAY VURAL (İzmir) – Siz niye tasarıya koymadınız o zaman?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – O açıdan böyle bir düzenleme getirilmiştir.

Sayın Gül’ün on yıl görev yapmasıyla ilgili Sayın Işık’ın sorusunun ikinci bir bölümü var. Bununla ilgili herhangi bir kimsenin çekincesi, sıkıntısı olmaz, olamaz ama biraz önce de ifade ettim, Parlamentonun Cumhurbaşkanını seçtiği dönemdeki statü hukuku gereğince yedi yıllığına ve 1 kez seçilmiştir. Dolayısıyla bunun gereği olarak 1 kez aday olabilmesi söz konusudur.

Sayın Doğru’nun, “Tekrar aday olabilecekler mi önceki cumhurbaşkanları?” diye bir sorusu var. Ayrıca kredi kartlarına dönük bir sorusu var ama o benim konum olmadığı için, doğrusunu bilmediğim, detayına vâkıf olmadığım bir konuda görüş ifade etmek istemem. Ama geçici maddeyle zaten öyle olması gerekirken vuzuha kavuşturulan önceki cumhurbaşkanlarının aday olamayacağı hususu tasarı içerisinde düzenlenmiştir Sayın Doğru.

Sayın Türkoğlu, “Parlamenter sistem de kendi içinde bir aday çıkarıp cumhurbaşkanı yapıyor idi. Bize kuvvetler ayrılığı ilkesinde öğretilen, fakültelerde de, budur.” şeklinde bir değerlendirme yaptı. Ben kürsüdeki konuşmamda da ifade ettim, bu düzenleme, yani cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçildiği ülke bir tek Türkiye olmayacak. Bunun örneklerini kürsüde saydım, tekrarına girmek istemiyorum. Parlamenter rejimle yönetilen ve cumhurbaşkanı halk tarafından seçilen çok sayıda ülke vardır Sayın Türkoğlu.

Sayın Erdem, “Yedi yıl ve tekrar aday olamama düzenlemesi Sayın Başbakanın seçilmesi ve başkanlık sistemine geçiş için mi düzenlenmiştir?” dedi. Buna cevap verdiğimi düşünüyorum. Getirmiş olduğumuz kanun tasarısı, 102’nci maddenin son fıkrasının emredici hükmü gereğidir ve buradaki düzenlemelerin tamamı soyut norm şeklindedir. Hiçbir kimseye özgü, özel düzenleme değildir.

Sayın Varlı, “2007 seçimlerinde milletvekilleri beş yıllığına seçildi.” dedi. “Ancak, dört yıl dolmakla 2011 yılında seçimleri yeniledik. Dolayısıyla milletvekilleri için dört yıla düşen süre Cumhurbaşkanı için niçin beş yıla düşmüyor?” şeklinde bir soru sordu.

MUHARREM VARLI (Adana) – Hayır, beş yıl olduğunu söylediniz Sayın Bakan o zaman.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli milletvekillerimiz, 2007 yılında yapılan düzenlemeden sonra 2011 yılında yapılan seçimler Yüksek Seçim Kurulunun seçim takvimi açıklamasıyla yapılmış bir seçim değildir. Bu Parlamento, bugün de dâhil olmak üzere, her an erken seçim kararı alabilir. 2011 yılında yapılan 12 Haziran seçimleri de bu Parlamentonun almış olduğu erken seçim kararına dayalı olarak yapılmıştır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının süresine bunu emsal göstermemiz mümkün değildir.

“23’üncü Dönemdekilerin bir yıllık süresini gasbetmiş olmuyor muyuz?” diye bir ikinci boyutu var sorunun.  Parlamento kararıyla, bugün dahi  üç yıldan fazla süremiz olmasına rağmen, bu Parlamento seçimlerin yenilenmesi kararını gündeme getirebilir Anayasa’daki sınırlamalara bağlı kalmak kaydıyla.

OKTAY VURAL (İzmir) – Size göre beş yıl mıydı süre?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli milletvekilleri, Sayın Tüzel’in bir sorusu var: “Meclisin gösterdiği adaylar halkın önüne gidecek. Ne ölçüde demokratiktir bu? Halk kendi adayını gösteremiyor.” anlamına gelen bir soruydu yanılmıyorsam.

Tabii, Anayasa değişikliği yapıldığında, Parlamentoda bulunan 20 milletvekilinin bir araya gelerek aday göstermesi esası öngörülmüş idi. Ayrıca, “Son genel seçimlerde almış oldukları oy toplamı yüzde 10’u bulan partiler de müştereken aday gösterebilir.” diye, Parlamentoda temsil edilen küçük partilerin de, az sayıda milletvekiliyle temsil edilen grupların da bu seçimde inisiyatif alabilmesi, aday gösterebilmesi öngörülmüştür. Bu düzenleme Anayasa’mızda var olan bir düzenlemedir, bu yasanın tartışma konusu değildir.

Sayın Erdoğan “Atanamayan öğretmenlerin sorunu ortada duruyor iken Anayasa’ya aykırı bu düzenleme ile niçin vakit harcıyoruz?” diye bir değerlendirme yaptı.

Tabii, herkesin görüşü kendisi için saygıdeğerdir. Anayasa’ya aykırı olduğuna dair, bu düzenlemenin, Sayın Erdoğan’ın görüşü var, o kendi görüşüdür, saygı duyarız ama Anayasa, 102’nci maddesi son fıkrasında, Parlamentoya bu seçimlerin nasıl yapılacağına dair düzenlemeleri yapma yetkisi vermiştir. Esas itibarıyla, bu düzenlemeyi Seçim Yasası’nda geçici maddeyle yapmak Parlamentonun hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunu değerlendirecek olan halkın temsil edildiği, görüşünün yansıtıldığı bu Parlamentodur. Burada bir Anayasa’ya aykırılık olduğu düşüncesinde değiliz Sayın Erdoğan.

Sayın Kuşoğlu, tutuklu milletvekilleri de aday olabilir  aday gösterilirlerse. “Kampanyayı nasıl yapacaklardır?”

Tabii, burada milletvekili adayı gösterildiklerinde de bu arkadaşlar tutuklu idiler ve kampanyaya bulundukları mekândan katılmış oldular. Bu noktada aday gösterilmelerinin nasıl bir sonuç doğuracağına burada biz değil, şu anda devam etmekte olan yargılamalardaki yargılamayı yapan hâkimler karar verecektir.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın Varlı, buyurun.

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanın bizim sorumuza vermiş olduğu cevap bir defa uymadı çünkü o zaman Sayın Toptan Meclis Başkanı idi, kendisi de bir hukukçudur, referandumdan sonra milletvekilleri seçiminin dört yıla düştüğünü, cumhurbaşkanlığı seçiminin de beş yılda bir olması gerektiğini söyledi. Şimdi, bu bir.

İkincisi, acaba birileri yarın çıksa “Bir defa seçilen milletvekili bir daha seçilemez.” diye bir yasa çıkarsa, “Bir seçilen belediye başkanı bir daha seçilemez.” diye bir yasa çıkarsa ne kadar demokratik olur? Acaba sizin ileri demokrasi anlayışınız bu mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, Sayın Bakanın imzaladığı 2009 yılındaki kanun tasarısında bugün bahsettiğiniz yedi yılla ilgili bir değerlendirme yok. Yani 2009’dan bu yana ne değişti? Yani ne oldu? Niye birdenbire ”yedi yıl” dediniz? O zamana kadar beş yıldı. 2009’da imzaladınız, 21 Ekimde yenilediniz, beş yıl. Şimdi “yedi yıl” diyorsunuz. Eğer bu doğru idiyse niye Bakanlar Kurulunda böyle bir tasarı getirmediniz?

Şimdi, herkesin seçme ve seçilme hakkı var. Yani birilerine yasak getiriyorsunuz. Bu yasakçı zihniyetiniz sonuçta nereye kadar varacak, onu öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Gök…

LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, Millî Eğitim Bakanımız buradayken bir soru yöneltmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Gök, lütfen, konuyla ilgili Sayın Adalet Bakanına soracaksınız.

LEVENT GÖK (Ankara) – Ama az önce de soruldu o yüzden.

BAŞKAN – Aynı hatırlatmayı yaptım.

Buyurun sorun Sayın Adalet Bakanına.

LEVENT GÖK (Ankara) – Peki, o zaman Sayın Bakanımız bu bilgiyi alma şansına sahiptir.

Konya İl Millî Eğitim Müdürlüğünde İlköğretim Müfettişi olan Ethem Gürsu Atatürk’e hakaret suçundan yargılanmış ve mahkûm olmuştur. Bu kişi daha sonra Afyon İl Millî Eğitim Müdürlüğüne Teftiş Daire Kurulu Başkanlığına atanmıştır. Atatürk’e hakaretten dolayı mahkûm olan bir kişinin bu makama atanmasını uygun buluyor musunuz? Eğer şu anda duyduysanız herhangi bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Evet, Sayın Varlı’nın ikinci defa sorduğu konu, Sayın Toptan’ı gerekçe göstererek, kaynak göstererek dört yıl ve beş yıl değerlendirmesi yaptı.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili çok değişik değerlendirmeler yapılmıştır, doğrudur. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda da süre yedi yıldır deyip değerlendirme yapan arkadaşlarımız da var, farklı değerlendirmeler yapanlar var. Şimdi, zaten bizim kanaatimiz şudur: Bu yasa tasarısına böyle bir düzenleme girmesine aslında gerek yoktur çünkü statü hukuku açısından da bu böyledir, dünyadaki örnekleri açısından da böyledir. Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu içtihatlar ortadadır. Danıştayın vermiş olduğu bu konuya ilişkin kararlar ortadadır. Fransa’daki örnek uygulama ortadadır ama değil mi ki Cumhurbaşkanlığı makamı gibi bir makamın seçimi öncesinde bu kadar çok spekülasyon yapılıyor, bu spekülasyonları ortadan kaldırmak açısından ve Parlamentonun sahibi olduğu bir konu var ortada. Buna Yüksek Seçim Kurulunun ya da bir başka organın belirleyici bir karar alması yakışık almaz parlamenter demokrasilerde. O açıdan Seçim Yasası’na böyle bir geçici hüküm koyma ihtiyacı doğmuştur.

Burada Sayın Vural’ın sorusuna da geliyorum, “2009’da altında imzanızın bulunduğu tasarıda böyle bir ‘yedi yıldır’ diye bir süre yazmamıştınız…” Sayın Vural, orada beş yıl olarak da bir süre yazmadık biz.

OKTAY VURAL (İzmir) – “Beş yıl” diyor.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Anayasa’nın 102’nci maddesindeki yeni anayasaya ait sürelerdir onlar. Oysa Parlamentonun yedi yıllık süre için seçtiği bir Cumhurbaşkanının süresinin beş yıl olacağına dair bir öngörü yoktur orada, bir değerlendirme yoktur.

OKTAY VURAL (İzmir) – O zaman 2009 yılında niye bunu imzalarken…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Böyle bir tartışmaya gerek yoktu ve bu tartışılmadı.

OKTAY VURAL (İzmir) – Şike yasasından sonra oldu bu, vetodan sonra oldu.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Ama şimdi, biraz önce ifade ettim, bu kadar yoğun tartışmalar yapılması üzerine, bu konunun, gene konunun sahibi olan Parlamento tarafından vuzuha kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum. O açıdan Komisyonda yapılan ilavenin yerinde olduğu yönünde görüşümü de beyan ettim.

Biraz önce sorulan soruya ilişkin, bir önceki Millî Eğitim Bakanlığına dönük soruya, Sayın Bakan yazılı bir not gönderdi: “Şube müdürlüğü görevde yükselme sınavına göre yapılır. Bu sınav merkezî bir sınavdır. Kazanamayan atanamaz. Ayrıca, bu sınava girmemişse, vekâleten veya görevlendirme yoluyla yapılır. Bu görevlendirmeyi de Bakan yapmaz.” diye bir not geldi.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

LEVENT GÖK (Ankara) – Bizim sorumuza cevap olmadı.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Son soru, Sayın Doğru…

Buyurun Sayın Doğru.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Benim sorum: Seçim kampanyalarında cumhurbaşkanı adaylarına da kademeli olarak hazine yardımı yapılması düşünülmekte midir? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Başkanım, bu husus özellikle geçen yasama döneminde Komisyon görüşmeleri sırasında çokça tartışılan bir konudur. “Hazine yardımı yapılsın-yapılmasın” bunun aslında birtakım tartışmaları yapıldı. En nihayetinde hazine yardımı yapılmaması ve gerçek kişilerin yapacağı yardımlarla bu kampanyanın yürütülmesi konusunda bir kanaate vardı Komisyonumuz. Hâlen bugün de Komisyonumuz aynı kanaatini devam ettirmiştir. O da öngörülebilir, o da bir yöntemdir ama değil mi ki Komisyonumuz geçen dönem böyle bir kanaate varmıştır, yasa yenilenirken de aynı metin üzerinden yenilenmiştir.

Arz ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru-cevap işlemi de tamamlanmıştır.

Böylece tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 

Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 14’üncü maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili.

Buyurun Sayın Öztürk. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının maddeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının kerameti kendinden menkul icraatlarının orijinal örneklerinden birisidir. Çünkü görüşülmekte olan kanun tasarısı heyetimizi beyhude işlerle uğraştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacak, âdeta yok hükmünde bir icraattır. Şöyle ki: Cumhurbaşkanının görev süresini düzenleyen Anayasa’mızın 101’inci maddesi, 21 Ekim 2007 tarihli halk oylamasıyla onaylanan 31 Mayıs 2007 tarih ve 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu’yla değiştirilmiş ve söz konusu süre yedi yıldan beş yıla indirilmiştir.

Bu değişiklikle Anayasa’nın 101’inci maddesinin ikinci fıkrası şu şekilde düzenlenmiştir: “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.”

5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu’nun son maddesinde de aynen şöyle denilmektedir: “Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.”

Zira, 5678 sayılı Kanun 21 Ekim 2007 tarihinde halk oylamasına sunulmuş ve halk oylaması kesin sonuçları ise Yüksek Seçim Kurulu tarafından 31 Ekim 2007 tarih ve 26686 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Dolayısıyla, 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu 31 Ekim 2007 günü yürürlüğe girmiştir. 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu’nda, 28 Ağustos 2007 tarihinden yani 5678 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden yaklaşık iki ay önce Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş ve görevde bulunan Cumhurbaşkanıyla ilgili ne bir geçici hükme ne de özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Sayın Bakan Fransa’ya atıfta bulundu ya şimdi, biraz sonra göreceğiz. Oturduğunuz makam çok önemli bir makam Sayın Bakan, burada insanları doğru bilgilendirmek mecburiyetindesiniz.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Bakan doğru söylüyor.

OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Göreceğiz şimdi doğruyu.

Değişiklik yayımı tarihinde yürürlüğe girdiğine göre, açıkça, Cumhurbaşkanının görev süresi 31 Ekim 2007 günü yedi yıldan beş yıla inmiştir. Bilindiği gibi, kanun koyucu yapacağı kanunun yayımlandığı gün değil, daha sonra yürürlüğe girmesini arzu ediyor veya istisnai bir düzenleme getiriyorsa bunu söz konusu kanunda ayrıca ve açıkça belirtmek zorundadır. Zira, yorum yoluyla istisna üretilemez yani istisna, yorumcu veya uygulayıcı tarafından değil, bizzat kanun koyucu tarafından getirilmelidir. Keza ortada kanun koyucu tarafından getirilmiş bir istisna olmakla birlikte, bu istisnanın kapsamı konusunda tereddüt hasıl olmuş ise bu tereddüt dar yoruma tabi tutularak giderilmelidir çünkü hukukta istisnalar kural olarak dar yorumlanırlar. Dolayısıyla, 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili bir istisna getirmediğine göre, beş yıllık süre kuralı bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte görevde olan veya göreve gelecek olan bütün cumhurbaşkanlarına uygulanmak durumundadır. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün 28 Ağustos 2007 tarihinde yani 5678 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce seçilmiş olmasının değiştireceği bir şey yoktur. O da mutlak ve genel bir kural olan beş yıllık süre kuralına tabi olmak mecburiyetindedir.

Bu konuda sıkça dile getirilen Fransa örneği var. Biraz önce Sayın Bakan da oraya atıfta bulundu. Bunun bizdeki durumla hiçbir ilgisi yoktur. Zira, Fransa’da Cumhurbaşkanının görev süresinin kısaltılmasıyla ilgili anayasal değişiklik yapılırken taraflar, yapılacak değişikliğin görevdeki Cumhurbaşkanına uygulanmayacağı konusunda mutabık kalmışlardır ve anlaşmışlardır. Bu nedenle Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldan beş yıla indirilmesine rağmen, anılan mutabakat nedeniyle Cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren Chirac yedi yıllık görev süresini tamamlamıştır, hatta yeni düzenlemeye göre tekrar aday olarak beş yıl daha Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenebilmiştir. Hani siyasi iktidar bu örneğe dayanıyor ya!

5678 sayılı Kanun’dan önce Cumhurbaşkanlığı yapmış olanların taslakla ikinci defa seçilmesine engel olunmasına anlam vermek mümkün değil. Diğer deyişle, siyasi iktidarın nalıncı keseri misali her şeyi kendine yontma alışkanlığını bu örnekte de net olarak görmekteyiz. Açıkçası, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu orijinal hak ve adalet anlayışını takdir etmemek de elde değil!

Eğer tali kurucu iktidar cumhurbaşkanlığı görev süresinin beş yıla indirilmesi yolundaki hükmün görevdeki Cumhurbaşkanına uygulanmamasını istiyor olsaydı 5678 sayılı Kanun’a bir geçici madde ekleyerek, beş yıllık süre kuralının görevdeki Cumhurbaşkanına uygulanmayacağını açıkça belirleyebilirdi. Nitekim hukukumuzda bunun örnekleri de var. 12 Eylül 2010 tarihli halk oylamasıyla onaylanan 7 Mayıs 2010 tarih ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 17’nci maddesiyle Anayasa’nın 147’nci maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi on iki yıla indirilmiştir ama Anayasa Mahkemesinin görevde olan ve değişiklik olmasaydı altmış beş yaşını dolduruncaya kadar görevde kalması gereken üyelerinin bu değişiklikten etkilenmemesi için adı geçen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 25’inci maddesinde “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.” şeklinde bir hüküm getirildi. Şayet 2007 Anayasa değişikliğinde de “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren kişinin görev süresi 101’inci maddenin değişiklikten önceki metnine tabidir.” şeklinde benzer bir kural yer almış olsaydı Sayın Gül’ün görev süresi yedi yıl olurdu.

Görüşülmekte olan taslakta Anayasa hükmü ile öngörülen sürenin kanun hükmüyle kısaltılması gibi hiçbir hukuk mantığına sığmayacak bir uygulamayla karşı karşıyayız. Yukarıda açıkladığımız gibi, Anayasa’mızın 101’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Yine yukarıda açıkladığımız gibi, bu hüküm 31 Ekim 2007 günü yürürlüğe girmiştir. Bu hükme istisna getirilmek isteniyor ise, yapılması gereken şey, anayasa değişikliği yapmaktan ibarettir. Anayasa’nın bir hükmüne anayasa değişikliği yoluyla istisna getirilebilir ancak, kanunla bir anayasa kuralına istisna getirilemez. Böyle bir kanun, açıkça Anayasa’ya aykırı olur. Eğer bir anayasa hükmü kanunla değiştirilebilirse anayasanın üstünlüğünün ne anlamı var o zaman? Eğer bir anayasa hükmü anayasa değişikliği yoluyla değil, kanun değişikliği yoluyla aşılabiliyorsa anayasanın bağlayıcılığının ve nihai tahlilde hukuk devleti ilkesinin ne anlamı kalır? Açıkça, siyasi iktidar  dünya hukuk literatürüne yepyeni bir normlar hiyerarşisi teorisi kazandırmaktadır. Anayasa hukuku okumuş her insan bilir ki, ülkenin hukuk kuralları belirli bir hiyerarşi içinde yürürlük kazanır ve en üstte de anayasa yer alır. Buna anayasanın üstünlüğü de denilmektedir. Bu kurala göre de kanunlar anayasaya uygun olmak zorundadır, anayasalar kanuna değil. Sanırım, Sayın Anayasa Komisyonu Başkanı da bu konuları öğrencilerine böyle anlatmıştır. Zira, yapılması istenilen değişiklik, bir kanunla değil de bir anayasa değişikliği yoluyla yapılsaydı, söyleyecek sözümüz de olmayacaktı.

Görüşülmekte olan taslak Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu Tasarısı’dır Bir başka garabet de Anayasa’nın 67’nci maddesinin son fıkrası hükmü dolayısıyla karşımıza çıkmaktadır. Acaba böyle bir kanun yürürlüğe girse dahi bu yılın Ağustos ayında yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde uygulanabilir mi?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Ben teşekkür ediyorum, sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Bölüm üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Doğan Kubat, İstanbul milletvekili.

Buyurun Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; temel kanun olarak görüşülmekte olan 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümünü kapsayan 1’le 14’üncü maddeleri üzerinde AK PARTİ Grubu adına görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, demokratik bir yönetimin olmazsa olmaz koşulları olan seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları Anayasa’mızın 67’nci maddesinde düzenlenmiştir. 67’nci madde bütün seçimlerde uygulanması zorunlu temel ilkeleri açıklıkla hükme bağlamıştır. Buna göre, seçimler serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.

Yine, Anayasa, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleriyle ilgili bir kısım maddeleri kendisi özel olarak düzenlemiş, bazı hükümleri de yasa koyucuya bırakmış ve bunlar kanunla düzenlenmiştir. Mahallî idareler seçimleri bakımından da aynı şekilde bir kısım hükümlere Anayasa’da yer verilmiş, diğer bazı uygulamaya dönük hükümler ise kanunlarla düzenlenmiştir.

Bugün görüşmekte olduğumuz tasarı, Anayasa’nın 102’nci maddesinde öngörülen amir hüküm gereği Cumhurbaşkanlığı seçiminin usul ve esaslarını düzenleyen kanun tasarısıdır. Kanun tasarısının 1’inci maddesinde kanunun amacı ve kapsamı belirlenmiş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçim öncesi, seçim günü ve seçim sonrasına ait usul ve esasların bu kanunun düzenleme amacını oluşturduğu hükme bağlanmıştır. 2’nci maddesinde seçimde uygulanacak olan genel ilkeler belirtilmiştir. Buna göre, Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Seçimler -biraz önce saydığım 67’nci maddedeki temel ilkelere uygun olarak- genel, eşit ve gizli oyla, tek dereceli olarak bütün yurtta aynı günde, yargı denetim ve gözetimi altında yapılacaktır ve seçmen oyunu tam bir serbestlikle kullanacaktır. Bu kanun, özel bir kanun olması itibarıyla düzenlediği alanlar tıpkı 2972 sayılı Mahallî İdareler Seçimi Kanunu ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nda olduğu gibi, kendi düzenlediği alandaki bazı esasları belirlemiş ve onun dışındaki bazı hükümlerde, usul hükümleri özellikle, 298 sayılı Kanun’a yani Seçim Usul Kanunu’na atıf yapılmıştır. Dolayısıyla burada da, Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nda düzenlenmeyen hususta işte bu saydığımız bir kısım kanunlara atıf yapılmak suretiyle doğabilecek boşlukların önlenmesi amaçlanmıştır.

Yine Yüksek Seçim Kurulunun Anayasa’nın 79’uncu maddesinden kaynaklanan seçimlerin başlangıcından bitimine kadar bütün dürüstlüğüyle ilgili işlemleri yaptırma, bütün itiraz ve şikâyetleri seçim öncesi ve seçim sonrası kesin karara bağlama yetkisinin bir sonucu olarak burada da, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak da Yüksek Seçim Kurulunun bu yetkisi Anayasa’ya uygun biçimde düzenlenmiştir.

Kanunun 3’üncü maddesi, Cumhurbaşkanlığı seçiminin seçim dönemini, seçimin başlangıç tarihini düzenlemektedir. Seçim dönemi 101 ve 102’nci maddeye uygun olarak beş yılda bir yapılacaktır ve bir kimse en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı seçilebilecektir. Bu hükümler Anayasa’da da düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanı seçiminin başlangıç tarihi ikinci fıkrada belirlenmiştir. Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde bu seçim tamamlanacaktır. Bu altmış gün, önceki altmış gün, aynı zamanda bütün seçim iş ve işlemlerinin başlangıç tarihi olarak kabul edilecek ve YSK bu tarihten itibaren seçmen kütüklerinin güncelleştirilmesi vesaire bütün seçimle ilgili usuli prosedürü bir seçim takvimine bağlamak suretiyle uygulamaya koyacaktır. Cumhurbaşkanlığı makamının ölüm, istifa gibi olağandışı yollarla boşalması durumunda ise bu boşalmayı takip eden sonraki gün seçimin başlangıç tarihi olarak kabul edilecektir.

Kanunun 4’üncü maddesinde seçim sistemi ve uygulaması gösterilmiştir. Değerli milletvekilleri, milletvekili ve mahallî idareler seçimlerinde Anayasa özel bir seçim sistemi öngörmemiş, bunun takdirini yasa koyucuya bırakmıştır ama Cumhurbaşkanlığı seçiminde çoğunluk sistemine bizzat anayasa koyucu Anayasa’da yer vermiştir. Seçim iki turlu çoğunluk sistemine göre yapılacaktır. İlk turda seçime katılan adaylardan salt çoğunluğu alan aday seçilmiş olacaktır. Salt çoğunluğun sağlanamaması hâlinde 2’nci tura 2 adayla devam edilecektir ve bu 2 adaydan en çok oy alan -yine burada da esasen çoğunluk, nispi bir çoğunluk gibi algılanmakla birlikte salt çoğunluktur, yüzde 50 artı 1’i alan- aday 2’nci turda seçilecektir. 2’nci oylamaya tek aday kalması hâlinde oylama referandum şeklinde yapılacak ve referandumda kullanılan geçerli “Evet” oyları çoğunlukta ise aday, Cumhurbaşkanlığına seçilmiş olacaktır.

4’üncü maddenin son fıkrasında da Cumhurbaşkanlığının, yeni seçilen Cumhurbaşkanının göreve başlayıncaya kadarki Cumhurbaşkanlığı görevinin ne şekilde ifa edileceği hükme bağlanmıştır. Cumhurbaşkanı, yeni, seçilinceye kadar eskisinin görevi devam edecektir ancak ölüm ve istifa hâlinde Meclis Başkanı bu vekâleti üstlenecektir.

Cumhurbaşkanı seçilen kimsenin partisiyle ilişkisi varsa seçildikten itibaren kesilecek ve Millet Meclisinde görevi varsa yani milletvekili sıfatı sona erecektir. Dolayısıyla, biraz sonra göreceğiz, örneğin, Meclis dışındaki siyasi partilerin birleşerek bir siyasi partinin genel başkanını aday göstermesi hâlinde veya Meclisin içinden bir milletvekili arkadaşımızın Cumhurbaşkanlığı makamına aday gösterilmesi durumunda, bunlar seçilme durumunda bu sıfatları, partiyle olan ilişkileri kesilecek ve milletvekilliği sıfatı da sona ermiş olacaktır.

Kanunun 6’ncı maddesinde Cumhurbaşkanı seçilme yeterliliği düzenlenmiştir. Kırk yaşını doldurma, yükseköğrenim yapmış olma şartının dışında, Anayasa’nın 76’ncı maddesinde öngörülen milletvekili seçilme şartları Cumhurbaşkanı için de aranacaktır.

Aday gösterme ile ilgili olarak da milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden veya dışından, 20 milletvekilinin yazılı teklifiyle Cumhurbaşkanlığına aday gösterilebilecektir ancak Meclisin dışında kalan ve toplam oy sayıları, en son milletvekili seçiminde almış olduğu geçerli oy sayıları toplamı yüzde 10’u aşan, mesela, üç dört tane siyasi partinin bir araya gelmek suretiyle aday göstermesi de mümkün olacaktır. Aday gösterilen kişinin yazılı muvafakati şarttır. Aday başvuruları, burada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Yüksek Seçim Kuruluna doğrudan yapılabilecektir.

8’inci ve devamı maddelerinde de aday başvurularında çıkabilecek bir kısım problemlerin çözümü düzenlenmiştir. Buna göre, adaylarla ilgili seçilme şartları Yüksek Seçim Kurulu tarafından incelenecek, incelenen adaylar geçici askıya çıkarılacak, bu geçici askıya çıkarılan adaylara karşı itirazlar iki gün içerisinde yapılıp üç gün içerisinde Yüksek Seçim Kurulu tarafından kesin surette karara bağlanacak ve böylece aday listeleri kesinleştirilmiş olacaktır. Milletvekili Seçimi Kanunu’nda olduğu gibi burada da yine Yüksek Seçim Kurulu süre kısaltma noktasında yetkili kılınmıştır.

Kamu görevlileri ile siyasi parti ve bir kısım sendika, kamu bankaları, vesaire üst birliklerin yönetim, denetim kurulu üyelerinin adaylığıyla ilgili de 11’inci maddede özel bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme, esasen Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 18’inci maddesindeki görevden çekilmeyle aynı bir düzenlemedir. Burada bir fark, bunların aday gösterilmesi için önceden istifa şartı aranmamakta, adaylıkları kesinleşirse bunların görevleriyle ilişiğinin kesileceği düzenleme altına alınmıştır.

Yine, 12’nci maddede de aday listeleri kesinleştikten sonra seçimin sonucuna kadar istifaların, listede meydana gelecek boşalmaların dikkate alınmayacağı yani bir istifa olması durumunda bunun dikkate alınmayacağı hükme bağlanmıştır.

13’üncü madde propagandayı düzenlemekte ve 298 sayılı Kanun’a atıf yapmaktadır.

Adaylara yardım noktasında da önemli düzenlemeler getirilmiştir. Bir adaya ancak Türk uyrukluğundaki gerçek kişiler, en yüksek devlet memurunun brüt aylığı kadar yardımda bulunabilecek. Bu yardımlar da Yüksek Seçimi Kurulu tarafından belirlenen esaslar çerçevesinde tamamen denetim altında olacaktır. Bu da şeffaflık açısından oldukça önemlidir.

Kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kubat.

Şimdi Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Sırrı Sakık, Muş Milletvekili.

Buyurun Sayın Sakık.

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de Barış ve Demokrasi Partisi adına, grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2010 yılı referandumunda halktan bir karar çıktı “beş artı beş” diye. 12 Eylülde sandık başına gidildi ve halkın büyük bir çoğunluğu bu kararı onayladı. Halkın kararını, onayladığı ve adına “referandum” dediğimiz şeyi bugün neden buraya getirip tartışıyoruz, gerçekten onu anlamakta zorlanıyoruz. Biz parti olarak, grup olarak, halkın iradesine saygı duyulması gerektiğini, beş artı beş formülünün devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Diğer muhalefet partileri de aynı noktada ama siz siyaseti kendinize göre dizayn etmeye çalışıyorsunuz.

Şimdi, 2007 seçimleri öncesi bu Parlamento bir Cumhurbaşkanı seçti ama “376 garabeti” denilen bir şey halkın iradesini yok sayarak Cumhurbaşkanlığı yok hükmünde sayılmıştı. Ama 2007 seçimlerinden sonra -biz o dönem hemen, seçimlerde seçim bölgelerimizdeydik- halkta şöyle bir şey vardı, halk diyordu ki: “Bu Cumhurbaşkanı Müslüman olduğu için bunu seçtirtmediler.” Ve gittiğimiz köylerde, eğer on oyu varsa, aynen şöyle diyorlardı: “Sizden rica ediyoruz, on oyumuz da Demokratik Toplum Partisinin oyudur ama müsaadeniz olursa iki oyumuzu da Abdullah Gül’e vermek istiyoruz. Haksızlığa uğradı, haksızlığa uğrayan bir Cumhurbaşkanı bizim hâlimizden anlar, biz iki oyumuzu ona vereceğiz.”  Ve bize dönüp diyordular ki: “Sayın milletvekilleri, siz Parlamentoya gittiğinizde o 367’ye karşı bir duruş sergileyin.” Ve biz de halkımıza söz verdik, geldik hep birlikte burada halkımızın talepleri doğrultusunda bir duruş sergiledik, Sayın Gül’ü hep birlikte seçtik ve destek de sunduk. Umudun ayak izlerinde yürüdük. Bir Cumhurbaşkanı mağdur olmuştur ama bu ülkede de mağduriyetler vardır, bu mağduriyetlere öncülük edebilir, bu sorunu çözebilir diye biz böyle baktık.

Beş artı yedi, yedi artı beş formülü bizim açımızdan çok önemli değil ama biz halkın iradesine saygı duyuyoruz çünkü şunu çok iyi biliyoruz, beş artı beş de olsa, yedi artı beş de olsa yani muhaliflerden, Kürtlerden, sosyalistlerden, Alevilerden, Ermenilerden, Rumlardan, Süryanilerden  bir cumhurbaşkanının çıkmayacağını biliyoruz. Aranan vasıf nedir? Türk olacak, Sünni olacak, bu da başımızın üzerinde ama adil olacak, adaletli olacak yani geldiği ideolojinin emrinde olmayacak, bütün halkı kucaklayacak ama ne yazık ki bugün geldiğimiz bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı o dönemde mağdurların desteğine öncülük edememiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, aslında bugün bu yasa onun önüne giderse yapabileceği tek şey vardır, veto etmelidir ve dik durmalıdır ve çıkıp 2012 Ağustosunda da “Benim halkımın bana verdiği görev budur, beş yıllık görevdir.” ve istifa edip ayrılmalıdır, Cumhurbaşkanına düşen görev budur. Ama Cumhurbaşkanlığına seçilecek her cumhurbaşkanı gerçekten Parlamento üstü bir duruş sergilemelidir, geldiği ideolojiden kendisini arındırmalıdır, geldiği alanlardan, cemaatlerden, nereden geliyorsa çünkü geçmişten bugüne kadar rahmetli Özal’ın dışında bu duruşu sergileyen tek cumhurbaşkanı olmadı. Gelen her cumhurbaşkanı kendi ideolojisinin militanlığını yaptı, burada diğer halkları yok hükmünde saydı, diğer halklara karşı militan demokrasiyi savundu, onun arkasında durdu.

Şimdi, bizim için önemli olan, 2012’de eğer gerçekten halkın iradesini dikkate alacaksak, bu ülkede halkın farklılıklarına kulak veren ve bu farklılıklara, hayatın her alanında bunlara öncülük edecek bir Cumhurbaşkanına ihtiyaç vardır. Bunun adı ne olursa olsun bu farklılıklara öncülük etmelidir ama ne yazık ki bu konuda geçmişten bugüne kadar yaptığımız bütün muhasebelerde böyle bir cumhurbaşkanının olmadığını görüyoruz.

Şimdi, şuradan açıkça şunu söyleyeyim: Bakın, Sayın Gül burada, bu kürsüde şunu söylüyordu “Güzel şeyler olacak, farklı şeyler olacak.” diyordu ama “Güzel şeyler oluyor.” dediği Sayın Cumhurbaşkanının ülkesinde halkın oylarıyla seçilmiş Demokratik Toplum Partisi kapatılmıştır, 2 milletvekilinin milletvekilliği düşürülmüştür. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan yüzde 10’luk baraj Sayın Abdullah Gül’ün ülkesinde hâlâ devam etmektedir. Demokrasiden bahsedenler, 12 Eylülden, 12 Eylül Anayasası’ndan hesap soracağını söyleyenler, ama 12 Eylülün ürünü olan Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu’ndan nemalanarak iktidarlar yaratmaya çalışıyorlar ve Sayın Gül burada bir nebze de olsa değindi, adil yargılanmadan bahsetti ama nasıl adaletsiz bir yargılanmanın devam ettiğini hep birlikte de gördük.

Şimdi, hani hep diyorum ya biz muhaliflere ne düşüyor? Muhaliflere düşen, bu ülkede sadece ölümdür, sadece tutuklamadır, sadece yok hükmünde sayılmadır. Dün Hrant’ın mahkemesinin son günüydü, karar günüydü ve Hrant bir daha katledildi, 17 Ocakta bir daha katledildi çünkü Hrant, bu ülkenin farklı bir rengiydi ama mahkemenin kararı, daha da çok, Hrant’ı birkaç kez öldüren bir karardı. Ne diyor? “Örgüt yok.” Peki “Adli bir vakadır.” diyor. Hrant, Allah aşkına bir kestane tüccarı mıydı, Hrant bir kereste tüccarı mıydı, bir müteahhit miydi ki 3 tane katil gelip Hrant’ı ensesinden üç kurşun sıkarak öldürüyorlar. Bu üç kurşunun adresi de aslında belliydi, mesajı da belliydi çünkü Talat’a üç kurşun sıkılmıştı, Hrant’a aynı kurşunlar sıkıldı ve Hrant’ın dedeleri de o şekilde katledildi ve Hrant… Bu olayın örgütlü bir olay olmadığı mahkeme kararıyla dün kamuoyuna sunuldu.

Şimdi buradan sormak istiyorum: Bakın içinde Valisi var, içinde Emniyet Müdürü var, içinde MİT’i var, içinde Jandarma Alay Komutanı var, içinde polisi var, polis şefi var ve devletin örgütlediği bir cinayet şebekesi var ve hâlâ mahkemeler çıkıp diyor ki: “Burada adli bir vaka vardır.” İşte bu ülkede muhaliflere düşen görev bu. Muhalifler ya sokak ortasında infaz edilir ya da ellerine kelepçe vurulur. İşte 2 tane muhalif. Bunlardan biri Hrant Dink biri de Uğur Kaymaz. Hrant Dink İstanbul’un göbeğinde kurşunlanarak öldürüldü ve bu kurşunun arkasında devletin ayak izi var ve tetikte parmak izleri vardır. Bu da Kızıltepe’de Uğur Kaymaz, bedenine on üç kurşun sıkılarak öldürülen on üç yaşındaki bir çocuk. Bu sizin, adalet dediğiniz o adalet var ya, o yargı, bu katil, bunun katillerini de akladı, bir tek gün ceza almadılar. İşte onlarcasını, yüzlercesini size sayabiliriz. Adaletin ve hukukun olmadığı ülkede iç barışınızı sağlayamazsınız. Siz muhaliflerinize karşı acımasızsınız. Dün de söyledim bugün de söylüyorum, siz dünün mağdurlarıydınız ama bugün farklılıklar için, bugün diğer mağdurlar için her biriniz kurumlarınızla, Parlamentonuzdan birer zalime dönüştünüz. Biraz muhasebe yapın ve bu mağdurların yanında yer alın.

Hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rıza Mahmut Türmen, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Türmen, sürenizi birleştiriyoruz. Şahsınız adına da söz talebi var, dolayısıyla on beş dakika.

Buyurun Sayın Türmen.

CHP GRUBU ADINA RIZA TÜRMEN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yaptığımız görüşmenin, buradaki toplantının ne kadar tuhaf bir toplantı, ne kadar tuhaf bir görüşme olduğu elbette dikkatinizden kaçmamıştır.

Bir Cumhurbaşkanımız var, süresinin ne olduğunu kimse bilmiyor; ne kendisi biliyor ne halk biliyor. Bunu Türkiye dışında birine söyleseniz çok şaşırır çünkü süresi belli olmayan krallardır, cumhurbaşkanları değil ve o kişi, hukuktan anlayan biraz, yabancı bir gözlemci “Peki, ne diye Cumhurbaşkanı seçilirken bu problemi, bu meseleyi halletmediniz?” diye şaşkınlıkla sorar. Bunun cevabını bilmiyorum ama tuhaflıklar burada bitmiyor. Bu Cumhurbaşkanlığı konusu böyle bir dizi gariplikler içeriyor. Bu gariplikleri “hukuka uygun olmayan davranışlar” şeklinde de söyleyebilirsiniz. Bu gariplikler, bu hukuki gariplikler… Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarım elbette Anayasa Mahkemesinin 367 kararıyla başlatacaklar. Peki, ama bu, ondan sonraki gariplikleri, hukuk garipliklerini tabii haklı göstermiyor.

Ondan sonra ne oldu? Ondan sonra şunlar oldu: Bu 31 Mayıs 2007 tarihli, 5678 sayılı Kanun’da 11’inci Cumhurbaşkanına ilişkin hükümler vardı. 16 Ekim 2007’de Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkardığı bir kanunla bu, 11’inci Cumhurbaşkanına ilişkin hükümleri, yani geçici 18, 19’uncu maddeleri ayıkladı, kaldırdı fakat bunu yaptığı zaman, bu kararı aldığı zaman gümrük kapılarında oylama işlemi çoktan başlamıştı. Yani, ne oldu? Gümrük kapılarında oy veren vatandaşlar bir metne oy verdiler, gümrük kapılarında oy vermeyen vatandaşlar başka bir metne oy verdiler. Şimdi böyle bir hukuki gariplik gördünüz mü? Yurt dışındaki o üçüncü kişiye bunu anlatsanız o çok şaşırır herhâlde buna, “Bu nasıl oluyor?” diye sorar.

Bununla da yetinilmedi, ondan sonra 21 Ekim referandumu geldi. Oysa 16 Ekim değişikliği halk oylamasına sunulmadan yürürlüğe girmişti. Yani, bu değişiklik, 16 Ekim değişikliği, yani bu, Cumhurbaşkanına ilişkin hükümleri, 11’inci Cumhurbaşkanına ilişkin hükümleri ayıklayan değişiklik dayanağını aldığı anayasal metin onaylanmadığı hâlde kesinleşti, yürürlüğe girdi, bu da başka bir gariplik ortaya çıkardı.

Şimdi bu hukuki gariplikler serisine devam ediyoruz. Burada iki tane gariplik var, hukukla ilgili iki problem var. Bir tanesi, bu yapılmak istenen düzenleme Anayasa’yla mı yapılmalı, yoksa yasayla mı yapılmalı? Birinci problem bu.

Sayın Bakanın konuşmasını dikkatle dinledim, Sayın Bakan sanki hep öyle bir izlenim verdi ki biz Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşıyız, bunda bir tereddüt konusu var gibi. Bu değil bizim meselemiz. Bizim meselemiz bu değil, bizim meselemiz nasıl olacak bu düzenleme. Birinci mesele bu.

Şimdi, Cumhurbaşkanıyla ilgili yapılan bütün düzenlemeler, ama bütün düzenlemeler hepsi Anayasa’yla yapıldı, Anayasa değişikliğiyle yapıldı. Şimdi kanunla yapmak istiyoruz bunu. Bu bir kere bir problem yaratıyor. Yani, 2007’de yapılan değişiklikler de, ondan sonraki değişiklikler de hepsi efendim, Anayasa’yla yapıldı. Şimdi Cumhurbaşkanıyla ilgili kanunla yapılan bir düzenleme getirmek istiyoruz. Oysa Cumhurbaşkanıyla ilgili, düzenlemelerin Anayasa’yla olması Cumhurbaşkanlığı makamı bakımından önem taşıyor.

Sonra, deniyor ki, Sayın Bakanın konuşmasında bu da vardı: “Bir belirsizlik var.” Aslında belirsizlik filan yok, yani her şey çok belirli ama “Bir belirsizlik var.” deniyor. “O belirsizliği ortadan kaldırmak için bu düzenlemeyi yapıyoruz.” Peki ama belirsizlik nereden kaynaklanıyor? Belirsizlik Anayasa’dan kaynaklanıyor. Şimdi Anayasa’dan kaynaklanan bir belirsizliği ortadan kaldırmak için kanun çıkarıyoruz, bu da başka bir gariplik.

Bununla da bitmiyor tabii, bir 102’nci madde var. Sayın Bakan dedi ki: “102’nci maddenin son fıkrasındaki ‘Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.’ Bu son fıkraya dayanarak bu kanunu çıkartıyoruz.” Şimdi bakıyorsunuz, 102’nci madde, münhasıran seçimle ilgili bir madde, başka hiçbir şeyle ilgili değil. Yani 102’nci maddeyi okuduğunuz zaman görüyorsunuz ki Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl yapılacak, seçimden önce ne yapılacak, seçim sırasında ne yapılacak, seçimden sonra ne yapılacak, bunları düzenliyor. Ama Cumhurbaşkanlığının süresi 102’nci maddede düzenlenmiyor, o başka bir mesele. “Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” diyor. Şimdi buna dayanarak Cumhurbaşkanlığının süresinin düzenlenmesi aslında bu Anayasa’da öngörülmeyen, bu 102’nci maddeye taşan, buraya sığmayan bir şey, buraya uygun olmayan bir şey. Bir de tabii, burada bir problem var. Eğer denseydi ki: Biz kanunla değil, bunu işte Anayasa’yla yapıyoruz. O zaman hiç olmazsa usul bakımından bu düzgün bir düzenleme olurdu ama bu denmiyor.

Şimdi, buradaki konu, Cumhurbaşkanı, tabii ki seçildiği zaman daha önceki düzenlemeye, Anayasa’da mevcut düzenlemeye göre seçildi yani yedi yıl için seçildi fakat bütün mesele referandum yapıldıktan sonra ve referandumda beş artı beş esası kabul edildikten sonra bu düzenleme ortadan kalktı tabii, o referandumda kabul edilen beş artı beş düzenlemesi onun yerine geçti ve Cumhurbaşkanı için geçerli oldu. Bunda hiçbir tereddüt olmaması gerekir, bunda niye tereddüt var, bunu pek anlayabilmiş değilim. Nereden kaynaklanıyor bu? Bu, birçok yerden kaynaklanıyor.

Bir kere, kamu hukuku dalında yani Anayasa değişikliklerinde bütün Anayasa değişiklikleri derhâl uygulama ilkesine uyar. Yani Anayasa değişikliği yapıldığı zaman o statü neyse o statüyü değiştirir, onun yerine Anayasa’yla yapılan, getirilen yeni statü yürürlüğe girer. Burada da yapılan şey budur. Yani Cumhurbaşkanının seçildiği zamanki statü ortadan kaldırıldı, onun yerine referandumla kabul edilen yeni statü yürürlüğe girdi ve tabii ki Cumhurbaşkanı için de geçerli oldu. Çünkü bu gibi anayasa değişikliklerinde kazanılmış haktan da söz etmek mümkün değildir. Yani kazanılmış hak, Cumhurbaşkanı için, ne olabilir? Yani Cumhurbaşkanlığı yapmak gibi böyle bir kazanılmış hak olamaz tabii. Cumhurbaşkanlığı için kazanılmış hak deyince, işte, çalışma hakkı olabilir örneğin ya da kişisel haklar olabilir ama burada bizim “kazanılmış hak”tan sözünü ettiğimiz şey Cumhurbaşkanı olma, Cumhurbaşkanlığı statüsü, bu kazanılmış bir hak olamaz elbette.

Tabii, bir başka şey daha var.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Bir seneye indirsek ne olur?

RIZA TÜRMEN (Devamla) – Bir seneye indirsek...

Şimdi, referandum, tabii, referandum yapalım. Anayasa değişikliği yapılsa yeni bir referandumla yeni bir statü koyarsanız o zaman o statü geçerli olur.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Buradan bunu çıkarttık, Anayasa’yı değiştirdik, bir yıla indirdik…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Gel, burada konuş!

RIZA TÜRMEN (Devamla) – Şimdi, efendim, başka meseleler daha var. 31/5/2007 ve 5678 sayılı Kanun’la siyasi iktidar bir irade beyanında bulundu. Bu irade beyanında dedi ki: “Benim getirdiğim bu beş artı beş ve seçimle Cumhurbaşkanlığı seçilmesi 11’inci Cumhurbaşkanı içindir.” Bunu açıkça söyledi siyasi iktidar “11’inci Cumhurbaşkanı içindir.” dedi.

Şimdi, deniyor ki: “Efendim, ondan sonra bu ortadan kaldırıldı, ayıklandı, iptal edildi bu hüküm.” İptal edildi ama, onun yerine başka bir irade getirilmedi ki. Ondan sonraki referandumda yine beş artı beş, seçimle Cumhurbaşkanının işbaşına gelmesi esası kabul edildi. Yani bu 5678 sayılı Kanun’daki siyasi iktidarın beyanı geçerli kaldı. Ha, bugün hâlâ geçerlidir bu irade beyanı.

Bu tıpkı şuna benzer: Bir uluslararası anlaşmayı imzalarsınız ama taraf olmazsınız, taraf olmadığınız hâlde o imzanın, o irade beyanının bir hukuki sonucu vardır. Nedir o hukuki sonuç? O irade beyanına aykırı davranmamakla yükümlüdür o devlet, yani yürürlüğe girmemiş olsa bile anlaşma.

Tabii, şu soru da akla geliyor: Parlamento seçimi için de beş yılken dört yıla indirildi referandumla ve dört yıl sonra da seçim yapıldı. Peki, Cumhurbaşkanını bundan niye ayırıyoruz, Cumhurbaşkanını bundan ayırmak için hukuki neden nedir? Bu da sorulması gereken bir soru.

E, bütün bunları topladığınız zaman, çok açıktır ki bugünkü Cumhurbaşkanının süresi beş artı beştir. Yani bunu başka türlü söylemek mümkün tabii, başka türlü kanunlar çıkarmak da mümkün, ama bu Galile’nin dediği gibi, işte, Cumhurbaşkanının süresinin beş artı beş olduğu gerçeğini, hukuki gerçeğini pek değiştiremiyor.

Efendim, bir eleştiri, deniliyor ki: “Biz bunu böyle yaparsak, o zaman tabii, Cumhurbaşkanını azletmek anlamına gelir, Meclis başka türlü kanunlar çıkarır, süresini yeniden azaltır ve Cumhurbaşkanı üzerinde böyle bir Meclis baskısı doğar.”

Bu böyle değil tabii, yani bütün cumhurbaşkanları için ne olacak, bunu burada konuşmuyoruz. Burada konuştuğumuz gayet spesifik bir konu var, gayet belirli bir konu var. Yapılan bir anayasa değişikliği vardır, bir referandum vardır. Bu anayasa referandumu ne zaman yürürlüğe girmiştir? Ne zaman hüküm doğurmuştur? Bu konu, konuştuğumuz konu sadece budur yoksa Meclis Cumhurbaşkanı üzerinde baskı kurar, onu azleder… Cumhurbaşkanının ne zaman yargılanacağı, ne zaman görevine son verileceği Anayasa’da yazılı tabii, onların dışında böyle bir şey söz konusu değil.

Burada, bir de onu unutmamak lazım, bir halk iradesi var burada. Halk iradesiyle kabul edilmiş bir referandum, bir Anayasa metni var. Şimdi, bu halk iradesiyle kabul edilmiş Anayasa metnini yasayla değiştirmek çok vahim sonuçlar doğuracaktır yani benim en büyük endişem şudur: Cumhurbaşkanı şimdiye kadar kaynağını Anayasa’dan aldığı bir yetkiyle görevini sürdürmüştür ama bundan sonra, önümüzdeki iki yıl içinde -yani yedi yıl kabul edilirse- Cumhurbaşkanı kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkiyle görevini sürdürecektir. O zaman, tabii Cumhurbaşkanlığı makamının üstüne bir gölge düşmüş olacaktır. Niçin bu gölgeyi düşürelim?  Cumhurbaşkanlığı çok önemli bir yer, devletin en önemli makamı belki. Bu gölgeyi niçin düşürelim? Bunu da anlamış değilim doğrusu. Yani Cumhurbaşkanını iki yıl için orada bir topal ördek olarak tutmanın doğru olduğuna inanmıyorum doğrusu ve Cumhurbaşkanlığı makamı için bunu çok tehlikeli, çok zararlı görüyorum. Bu makamı zedelemiş oluyoruz ve bundan belki kaçınmak daha doğru. O makama daha saygılı davranmak gerekir diye düşünüyorum.

Bütün bunlar eğer böyle belirli bir kişiyi Cumhurbaşkanı yapmak için yapılıyorsa tabii o da çok yanlış bir şey. O zaman, onu açıkça söylemek lazım belki. Bu hukuki koridorlara da sapmadan, hukuki zorlamalara sapmadan asıl niyeti belki açıkça beyan etmek daha doğru olur diye düşünüyorum.

Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türmen.

Sayın Komisyonun bir talebi var galiba?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Kısa bir açıklama.

BAŞKAN -  Buyurun Sayın Başkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; aslında bence konu çok net, çok berrak ama yine de Sayın Türmen’in konuşmasından sonra birkaç kelam etmek için huzurunuza çıkmış bulunuyorum.

2007’ye döndüğümüz zaman, Türkiye’nin o günkü 367 kararı çerçevesindeki tabloyu en yakın bilenlerden biri benim. O zaman da Anayasa Komisyonu Başkanlığını yürütüyordum ve 2007’de Cumhurbaşkanını halka seçtirme konusu durup dururken Türkiye’nin gündemine gelmedi. Yani sanki işte, çok böyle güzel giderken, oturduk sağ selim hepimiz düşündük, tartıştık, efendim birçok yerlerle konuşuldu filan. Türkiye’de siyaset böyle gitmiyor. Bunu en iyi muhalefet bilir.

Dolayısıyla, o günün şartlarında böyle bir değişiklik düşünüldü. Sebebi de net: Şu gördüğünüz salon tıkandı. Buraya AK PARTİ dışında kimse gelmedi. O gün,  bakın, burada resimleri falan var. Tabii 367 sayısı da sayı olarak bizde olmayınca toplantı yapılamamış oldu. Anayasa Mahkememiz de böyle bir yanlış karara imza attı ve bu konu tıkanmış oldu. Onun üzerine yapılan “Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir.” değişikliği, seçilmesi meselesi o günkü şartlarda bulunan bir durum. Elbette ki bu, düşünülmeli, tartışılmalı, yarı başkanlık mıdır, benim candan sevdiğim başkanlık mıdır, hangi model gelecek bunlar konuşulmalı idi. Bütün bunları kabul ediyoruz. Ama söylediğim gibi, yani süreç, Türkiye’de siyaset çok mu böyle rayında gidiyor da yapılanlardaki bazı aceleci durumlar burada masaya yatırılıyor? Bir de olayın bu tarafını görmek lazım. Neyse, biz karar verdik. Mademki öyle, asli sahip, asli unsur halk seçsin Cumhurbaşkanını. Halka gitmekten başka çare kalmadı. Tam bu hazırlıklar yapıldı ve referandum süresi de yüz yirmi günden aşağıya çekildi. İkisi için, “Beraber olsun, efendim, referandumla genel seçim beraber olsun.” filan dendi ama olmadı. Niye olmadı? Sayın Sezer yasayı geri çevirince, yüz yirmi günlük süre aynen uygulanmak durumunda kaldı ve böylece de bizim seçim yani Meclisin seçimi öne gelmiş oldu, Cumhurbaşkanı seçimi de sona kalmış oldu. Hâlbuki hesap neydi? Evvela Cumhurbaşkanını halka seçtirmekti, hesap oydu; paket yola gitti, öyle çıktı, kargoya verildi!

Şimdi, elimde, o günkü metin var. Şu gördüğünüz metin, Cumhurbaşkanını halka seçtiren Anayasa değişikliğini getiren metin. Geçici 18, 19’da dedik ki: “11’inci Cumhurbaşkanı seçiminin ilk tur oylaması, bu Kanunun Resmî Gazetede yayımını takip eden kırkıncı günden sonraki ilk Pazar günü, ikinci tur oylaması ise ilk tur oylamayı takip eden ikinci Pazar günü yapılır.” dendi. Tam bu söylendi ama dediğim gibi, bizim seçim önce olup da Cumhurbaşkanını bu Parlamento seçince bu hükmün bir anlamı kalmadı çünkü bunun bir karşılığı kalmadı, bu artık kadük oldu, karşılığı olmayan bir hüküm oldu ve seçimden sonra, Milliyetçi Hareket Partisiyle beraber -o gün hatırlarsanız, buradaydı arkadaşlarımız, önemli bir bölümü- bu, anlamı kalmayan 19’uncu maddeyi, 18’le beraber, paketten çıkarmış olduk.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – CHP neredeydi?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Burada Bülent, burada, burada…

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Şimdi, bu, paketten çıkarma meselesi…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Çok merak ediyorsan, burada…

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen…

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Evet, paketten çıkarma meselesi gerçekleşince 18, 19 yani 11 no.lu Cumhurbaşkanını halk değil, biz seçmiş olduk ve böylece artık, yeni seçilen Cumhurbaşkanıyla alakalı kuralların mevcut Anayasa’ya göre işlemesi gerekir, bu kadar nettir konu. Niye? Çünkü diyor ki bu Anayasa, 82 Anayasası, o günkü metinde, seçildiği metinde “Yedi yıllığına seçilmiştir.” diyor, yedi yıllığına, yedi yıl için. Dolayısıyla da yorum yapacaksak bu bağlamda yapmamız lazım, kuralı koyacaksak bu bağlamda koymak lazım.

Şimdi, bize diyorlar ki: “Geçici madde koysaydınız.” Geçici madde koyduk, söylediğim şekilde geçici madde yazıldı. Ama, niçin yazıldı? Halk tarafından seçilmek üzere yazıldı ama “takdim tehir” dediğimiz hukukta, öncelik sonralık gerçekleşince o normal süre işlemedi. Siyaset normal işlemediği için bugünkü tablo buradan kaynaklandı, evvela arkadaşlarımızın bunu çok iyi görmesi lazım yani bu Komisyonumuzda unutulmuş bir mesele değil.

Şimdi, böyle olunca yorum konusuna geliniyor. Geçici madde konabilir miydi Anayasa’ya? Dediğim gibi o gün konamıyor ama diyelim ki 2010 yılında Anayasa yazıldığı zaman, daha doğrusu yeni…

ATİLLA KART (Konya) – 5697’ye konabilirdi Sayın Kuzu.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Anlamadım.

ATİLLA KART (Konya) – 5697’ye konabilirdi geçici madde.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Nasıl koyacaksınız? Siz oradaydınız.

ATİLLA KART (Konya) – 21 Ekim referandumunda geçici maddeyi koyabilirdiniz.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Yani bu 2010’dakini mi diyorsunuz?

ATİLLA KART (Konya) – Evet.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Tamam, işte onu söylüyorum ben de, ben de tam onu anlatmaya çalışıyorum.

ATİLLA KART (Konya) – 2007’dekini diyorum, 21 Ekim referandumunu diyorum.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi müsaade buyurun.

ATİLLA KART (Konya) – O yönde bir iradeniz oluşmadı çünkü.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Biz kadük kalmış bir maddeyi çıkardık. Cumhuriyet Halk Partisi bunu Anayasa Mahkemesine götürdü. Anayasa Mahkemesi de dedi ki: “Yaptığınız doğrudur. Parti olarak burada Meclisin çıkardığı bu kadük kalmış metni çıkarmak doğrudur.” Ancak paket yola çıkmış ve kargoda, bizim oraya yeni bir geçici madde koyma şansımız hukuken sıfır bana sorarsanız. Olmayan bir şey talep ediyor Sayın Kart, olmayacak bir şeyi söylüyor.

ATİLLA KART (Konya) – Maddeleri çıkardığınıza göre geçici madde de koyabilirdiniz.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Hayır, mümkün değil o, o olacak bir şey değil. Öbürünün nedeni kadük kaldı, çünkü o bitti, onu koysan da anlamı yok; ölü, ölmüş bir hüküm o, öyle duruyor orada, kuru bir ağaç.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Peki, çıkardığınız ne?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Onu öyle çıkardık işte. Anayasa Mahkemesi “Doğru yaptınız.” dedi, “Yapılanlarda bir aksaklık görmüyorum.” dedi.

ATİLLA KART (Konya) – Sizin o yönde bir iradeniz yoktu.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Şimdi, oraya konamazdı. Paket yolda, kargoya gitmiş, geri dönüşü yok. Şimdi gelelim…

ATİLLA KART (Konya) – O gün hesaplarınız farklıydı.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Ha, şunu desen olur: “2010’da konsaydı bu, 12 Eylül referandumunda.” o başka, onu konuşalım. Eğer konuşacaksanız, mantıklı bir şey söyleyecekseniz gelin bunu konuşalım. Oraya da gerek kalmadı, çünkü biz söylediğimiz gibi “Cumhurbaşkanını mevcut Meclis seçtiği için, yedi yıllığına seçtiği için bu kurallar geçerli.” dedik. Anayasa Mahkememizin kararları, Danıştayın kararı bunu doğruluyor, hukuku, güvenirliği, statünün korunması. Elbette, Anayasa’ya bir geçici madde bugün yazılabilir. Ne denebilir? Filan tarihte yapılan değişiklik mevcut Cumhurbaşkanının süresini kapsar. Olur o zaman beş. Bunu kanunla getiremezsiniz değerli arkadaşlar. Kanuna yazarak yedi yılı beşe indiremezsiniz, yedi yıl orada neyse… Bu kanun uyum yasası sadece, oradaki yediyi buraya yazıyoruz sadece o kadar. Yaptığı bir uyumdur. Yoksa “Efendim, beşti de yediye çıkardık.” Böyle bir şey yok, hiç böyle bir şey yok.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Geçen dönem biz beş yıllığına seçilmedik mi Hocam?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Evet, beşe seçildik.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ee, niye dört yıl yaptınız?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Tamam, dörde indirme şeklindeki duruma biz erken seçim kararı alarak gittik. Yoksa bakın zabıtlarda bunlar var.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hocam, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerini niye düşürdünüz?

ATİLLA KART (Konya) – Anayasa Mahkemesi üyelerini ne yaptık Sayın Başkan?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – O günkü zabıtlara bakın. Beş yıllık süreyi biz dört yıl uygularken tamamıyla bunları biz öne aldık. İstersek üç ay sonra da gidebiliriz. Hazırsanız altı ay sonra, üç beş ay sonra gidelim; isterseniz, yani bu kadar meraklıysanız. Çünkü bu bizim elimizde olan bir şey.

ATİLLA KART (Konya) – Anayasa Mahkemesi üyelerini ne yaptık?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Bu bizim elimizde olan bir şeydir, öbürü bizim elimizde değildi. Mahallî seçimi kısamazsın, Cumhurbaşkanlığı seçimini kısamazsın; böyle bir yetkin yok. Öbürü bizim elimizde olan bir şey. Kendimize kıydık, başkasına kıyamıyoruz. Sorun bu kadar basittir.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 2 kereyle sınırlandırmayı getiriyorsunuz ama.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Dolayısıyla, beş artı beş formülü halk tarafından seçilen ve bundan sonra uygulanacak olan bir formüldür. Konuyu böyle görmemiz lazım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Halk seçsin Hocam, niye iki yıl geciktiriyorsunuz?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Cumhurbaşkanını halk seçer, Meclis seçer… “Efendim, parlamenter rejimden uzaklaşılır mı?” Ee, biz de uzaklaşalım azıcık canım. Zaten parlamenter rejim hangi memlekete ne hayır getirmiştir bu dünyada? Çok çeşitli tipleri vardır ve çok da enteresan bir modeldir.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Kuzu, bu, sistemin adı.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Yani Avrupa’ya da bir fayda getirmemiştir. Fransa yıllarca çileden çıktı, en sonunda yarı başkanlığa geçti, azıcık nefes aldı. Gelin, tam Başkanlık modeline geçelim. Yeni bir anayasa yapıyoruz, madem bir iş yapacaksak hiç olmazsa kalıcı bir şey olsun.

Değerli arkadaşlar, “parlamenter rejim” dediğiniz model bu söylediğimiz bağlamda Balkanlarda da var. İşte Balkanlarda 16 ülkede, dünyada 25 ülkede şu: Yani parlamenter model var, ama cumhurbaşkanını halka seçtiriyor. Doğru mu? Doğru, yanlış; ama böyle bir yaygın uygulama başlamış dünyada, gidiyor. Dolayısıyla, bu akıntıya biz de uymuş olduk. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinde… Belki yeni anayasada zaten yetkileri bu bağlamda dikkate alınabilir. O başka bir mesele, yani o ayrı bir tartışma konusu.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Kişiye özel kanun yapıyorsunuz, kişiye özel.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Ama Cumhurbaşkanını salt halkın seçmesi, parlamenter rejim olmaktan tek başına çıkarmaz.

OKTAY VURAL (İzmir) – İnşallah, Cumhurbaşkanı veto eder.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Zaman içerisinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan çatışır mı, tartışır mı? Olabilir. Ee, Demirel kimlerle tartışmadı, Özal kimlerle kapışmadı? Ee onlar da kendi partisinin adamlarıydı. Yani dolayısıyla kendileri seçmişlerdi, kendilerinin yanında beraber politika yapmışlardı, hem de parlamenter rejimdeydi. Kavga çıkarsa nerede çıkar? Kavganın parlamenter rejimi, başkanlığı olmaz ki, yeter ki kavga çıkarmak iste yani, istedikten sonra bir kavga çıkarırsın bir yerden!

Bu şartlarda değerli arkadaşlar, bir de şunu söyleyeyim: Geçen dönem, Sayın Kart sizin de bulunduğunuz alt komisyona verilen muhalefet şerhinizde, sizin de imzanız burada…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Başkan teşekkür ediyorum.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Yok öyle bir uygulamam Sayın Başkan.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (Devamla) – Peki.

Teşekkür ediyorum, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Fatoş Gürkan, Adana Milletvekili.

Buyurun Sayın Gürkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FATOŞ GÜRKAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Seçimi Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde şahsi kanaatlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve bizi izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Siyasi tarihimizde Cumhurbaşkanı seçimleri çoğu zaman siyasi bunalımlara ve sorunlara yol açmıştır. Cumhurbaşkanlarının seçilme şekli sebebiyle tarafsızlıklarının tartışıldığı gözlenmiştir. Yine 2007 yılında yapılan en son Cumhurbaşkanı seçiminde yaşanılan sıkıntılar nedeniyle konuya köklü bir çözüm getirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Ülkemizin birçok kronikleşmiş sorununa çare olan AK PARTİ İktidarı, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili kanunu da çıkararak bu tartışmaların bir an önce bitmesiyle ilgili bir çalışma yapmıştır. Bu amaçla, 31 Mayıs 2007 tarihli ve 5678 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’la, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük temsil makamı olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi suretiyle seçim tabanının genişletilmesi ve demokratik katılımın daha çok sağlanması, yönetenleri belirleme sürecinde milletin etkin katılımının temini, halkın seçtiği Cumhurbaşkanının tarafsız, partiler üstü bir tutum sergilemesinin mümkün kılınması amaçlanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 101’inci ve 102’nci maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Söz konusu değişiklik 21/10/2007 tarihinde, herkesin de bildiği üzere, halk oylamasından da geçerek yürürlüğe girmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda Cumhurbaşkanının halk tarafından beş yıl için seçilmesi ve bir kimsenin en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı seçilebilmesinin yolu açılmıştır.

Yapılan bu değişiklikler çerçevesinde 102’nci maddenin son fıkrasında Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esasların kanunla da düzenleneceği belirtilmiştir. Bu tasarı ve komisyon metni Anayasa’nın 102’nci maddesinin son fıkrasında yer alan söz konusu hüküm gereğince Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi amacıyla hazırlanmıştır. 23’ncü Yasama Döneminde Anayasa Komisyonunda ve yine bu Seçim Kanunu’yla ilgili alt komisyonda da bulunmam nedeniyle bir metin hazırlanmıştı Komisyonda, ancak kadük hâline gelince 24’üncü Dönemde tekrar Anayasa Komisyonumuza geldi ve Anayasa Komisyonunda yine alt komisyona havale edilerek tarafımızdan tüm Komisyon arkadaşlarımızla birlikte bir metin hazırlandı, ana Komisyondan da geçti, tasarıyla birlikte Meclisimizin huzurlarına geldi.

Şimdi, tabii, burada en önemli tartışılan konu bu saate kadar detaylı olarak açıklanan, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin ne kadar olduğuyla ilgili. Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresi -11’inci Cumhurbaşkanımızın- 5678 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce yedi yıl olarak belirlenmiş, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin seçildiği tarihteki hükümlere tabi olması kanunların geriye yürümezliği ve hukuki güvenlik ilkelerinin gereğidir. Hukuki güvenlik kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Kişilerin koşulları kanunla belirlenmiş bir statüye, devlete ve hukuki istikrara güvenerek görev aldıktan sonra bu statüde kanunla makul nedeni olmayan ölçüsüz ve geriye dönük biçimde hakları kısıtlayıcı değişiklikler yapılması kazanılmış haklara ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesine de aykırı düşecektir. Bu nedenle, esasında Sayın 11’inci Cumhurbaşkanımızın görev süresinin yedi yıl olduğuyla ilgili bir netlik vardır ama maalesef kamuoyunda birileri tarafından bu konu sürekli gündeme getirilerek vatandaşımızın kafası karıştırılmaktadır. Komisyonumuzda da bu konunun netlik kazanması amacıyla bir çalışma yapılmış ve geçici bir madde eklenmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ve ondan önceki cumhurbaşkanlarımızın da görev süresinin yedi yıl olduğu ve bundan sonra da tekrar seçilemeyeceği yönünde bir geçici madde eklenmiştir.

Tabii ki amacımız bundan sonraki seçimlerde cumhurbaşkanlarının seçiminin tartışılmaya konu olmamasıdır. Dolayısıyla, bu kanunun kabulüyle bu da sağlanmış olacaktır.

Ben bu tasarının ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi ve bizi izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gürkan.

Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

                                                           Kapanma Saati: 17.19

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.38

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mustafa HAMARAT (Ordu)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun birinci bölümü üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, on beş dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Doğru, Sayın Erdoğan, Sayın Dinçer, Sayın Tanal, Sayın Aslanoğlu, Sayın Işık, Sayın Canalioğlu, Sayın Bayraktutan, Sayın Kuşoğlu sisteme girmişlerdir.

Sayın Doğru, buyurun.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle beraber, Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin azaltılması yahut da başkanlık sistemine geçiş ile ilgili, yetki artırımıyla ilgili bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Ayrıca ikinci sorum olarak, 2011 yılı sonu itibarıyla ülkemizde cezaevinde yatan tutuklu ve hükümlü sayısı ne kadardır? Bunların suçlarıyla ilgili olarak oranları nedir, sayıları nedir? Cezaevlerinde çalışan ceza infaz memurlarının özlük haklarıyla ilgili bir çalışma yapma düşünülüyor mu Bakanlığınızda? Öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Erdoğan…

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, “11’inci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır.” hükmünü içeren geçici madde Anayasa'ya aykırıdır; bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz. Bu düzenlemeden maksadınız belirsizliği ortadan kaldırmak mıdır? Gündem değiştirmek midir? Bu düzenlemeden gerçek maksadınız nedir? Birinci sorum bu.

İkinci sorum da şudur: Eğer 11’inci Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Cumhurbaşkanının yetkilerini artıran bir kanun çıksaydı, Sayın Cumhurbaşkanı “Ben seçildiğimde bu yetkiler yoktu, ben bunu kullanmayım.” mı diyecekti? Bunu da merak ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Dinçer?.. Yok.

Sayın Tanal…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Değerli Başkan.

Değerli milletvekilleri, 12 Haziran 2011 seçimlerinde, Şanlıurfa ili Siverek ilçesine bağlı kırk tane köyde AKP’ye oy çıkmadığı için bu köylerin yol ve suyu verilmemektedir, yapılmamaktadır. AKP, acaba ne zaman bu partizanca davranışlarına son verecektir?

Soru iki: Silivri Cezaevi ile Silivri Devlet Hastanesi arası 7 kilometredir. Buradaki, vasıtayla, hastaların, tutukluların devlet hastanesine götürülme süresi en fazla on veya on beş dakikayı alabilmektedir ancak Silivri Cezaevindeki revirde alet edevat olmadığı gibi nöbetçi doktor olarak -orada tutuklu kadın cezaevi yoktur ancak- oraya sırasıyla kadın doğum uzmanı gönderilmektedir. Bu ne zaman düzeltilecektir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Aslanoğlu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, burada Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a haksızlık yapmıyor musunuz? Bir defa yedi yıl yapıyorsunuz; beş, beş olsaydı 2 defa seçilebilecekti. Bunda vicdanınız rahat mı?

İki: Aynı kanunda benim milletvekilliğimi geçen dönem dört yıla indirdiniz. Bu hak mıdır hukuk mudur? 23’üncü Dönem milletvekillerinin burada bir hakkı yenmemiş midir? Bu arkadaşlarımız da madem aynı kanunda, aynı adla, aynı süreyle yapılmıştır, o zaman bizim hakkımız neden yenilmiştir diyorum?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Anayasa’nın 101’inci maddesinin ikinci fıkrası “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” demektedir.

Halkın iradesiyle, halk oylamasıyla kabul edilmiş bu maddeyi şimdi mevcut Cumhurbaşkanının süresini yedi yıla çıkararak Sayın Abdullah Gül’e bir haksızlık yapmış olmuyor musunuz?

Şu anda Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olmasının önünde bir engel var mıdır? Bu değişikliğe neden ihtiyaç duydunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Canalioğlu…

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, taahhüdü ihlalden dolayı hapis cezası almış olanların “Ekonomik suça ekonomik ceza” prensibine dayanılarak düzenlenmesi düşünülmekte midir?

İki: Çek Yasası’nda hapis cezasının kaldırılmasıyla çek alacaklılarının durumu nasıl olacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bayraktutan…

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakana soruyorum: Anayasa Mahkemesindeki hâlen üyelerle alakalı on iki yıllık süre var biliyorsunuz. Bunlarla alakalı 18’inci maddede -intikal maddesinde- bir geçici madde getirildi ve mevcut Anayasa Mahkemesi üyelerinin altmış beş yaş sınırına kadar görev yapacağını, eski üyelerin… Bu madde, bu 18, intikal maddesi Sayın Bakan sizce gereksiz midir? Yanlış bir madde midir? Eğer, kanun koyucu, bu konuda Cumhurbaşkanıyla alakalı aynı düşünce içerisinde olsaydı bir intikal maddesiyle bunu düzenler miydi?

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum.

Sayın Kuşoğlu…

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce sorduğum tutuklu milletvekilleriyle ilgili soruya “Hâkimler karar verecek kampanyaları nasıl yürüteceğine.” dediniz. Peki, seçilmeleri hâlinde -yüzde 51’le en azından, ortalama olarak da yüzde 61 oyla seçilecekler- o durumda yine hâkimler mi karar verecek? Halkın yüzde 60’ının seçtiği, en az yüzde 51’inin seçtiği bir Cumhurbaşkanıyla ilgili böyle bir karar geçerli olabilecek mi? Bu, teorik gibi görünebilir ama bu aşamada zaten kanun hazırlığı yapıyoruz, teorik olmak zorunda.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Sakık…

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Tabii, “KCK operasyonu” adı altında uzun süredir operasyonlar yapılıyor. Bizim iddiamıza göre 5 bine yakın insan tutuklandı ama Hükûmetin yetkili kurumları zaman zaman çıkıp “Hayır, böyle bir rakam yok…” Ben de Sayın Bakandan rica ediyorum, yani bu işi en iyi bilen sizsiniz, yani rakamların ne kadar olduğu konusunda bir, kamuoyunu bilgilendirirseniz sevinirim.

İkincisi: Birkaç gündür sekiz, dokuz tane cezaevi dolaştık ve bu cezaevlerinde ciddi sıkıntılar var Sayın Bakanım. Yani, bizim Şırnak Milletvekilimiz Selma Irmak’ın kaldığı Diyarbakır E Tipi Cezaevinde 8 kişilik yerde 20’nin üzerinde bayan arkadaşların kaldığını biliyoruz ve hatta, mutfakta insanlar geceleyin konaklıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yeni bir paket sunuyorsunuz ama bu pakette yeni cezaevleri mi, yoksa Terörle Mücadele Yasası’nda da bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Türkoğlu…

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Demin, bu parlamenter sistemin değiştiğini, buna parlamenter sistem denilemeyeceğini söyledim. Sayın Bakan buna benzer dünyada örneklerinin de olduğunu söyledi. Kendisinden sonra söz alan hatip de bunun bir martaval olduğunu, böyle bir tartışmanın martaval olduğundan falan bahsetti. O hatibi de, Sayın Bakanı da akademik dünyaya havale ediyorum. Ama sormak istediğim şey şu: Bu “Adaylara yardım” başlıklı 14’üncü maddede gerçek kişilerden yardım alınması imkânı getirilmiş, böyle bir düzenleme var. Bizde bir söz var: “Yiyen ağız utanır.” diye. Şimdi, gerçek kişilerden yardım almış bir Cumhurbaşkanının yarın bu kişilerle ilgili tasarruflarda herhangi bir adaletsizliğe sebebiyet verecek şekilde davranacağına ilişkin hiç aklınıza bir ihtimal gelmiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Son soru, Sayın Türkkan…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakanım, mevcut Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül yedi yılını doldurmadan beş yıl Cumhurbaşkanlığı yaptığı bu sürede istifa ederse bir daha, bu yeni yapılan yasaya göre tekrar aday olabilir mi? Beş artı beş olmuş olacak o zaman.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türkkan.

Sayın Sakık, buyurun.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, tabii KCK operasyonu bizim kanayan yaramız. Üç yıla yakındır bu arkadaşlarımız ana dilde savunma yapmak istedikleri için, bir türlü, mahkemede hâlen… Mahkemelerde bu ana dilde… Bunun için tutukludurlar, bunun için bedel ödüyorlar ve ana dillerinde savunma yapamıyorlar. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz Sayın Bakanım? Yeni bir çalışmanızın olduğunu da duyduk. Acaba buradan bir ara formül bulunabilinir mi? Ana dilde bir savunma hakkı sağlanabilinir mi?

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Doğru’nun sorusuyla başlıyorum. “Cumhurbaşkanımızın yetkilerinin azaltılması ya da arttırılmasını düşünüyor musunuz?” diye bir soru sordu. Bunu iktidar grubu olarak bizim düşünmemizin çok fazla bir anlamı yok. Malumunuz bu yetkiler Anayasa’mızda düzenlenen yetkilerdir. Dolayısıyla böyle bir düşünce olacaksa, arttırma ya da azaltma yönünde, Mecliste şu anda çalışmakta olan Uzlaşma Komisyonunun bu konuda bir noktaya gelmesi gerekir. Bizim tek başımıza düşüncemizin pratik bir faydası olmaz.

Cezaevinde bulunan hükümlü, tutuklu sayısı şu anda 130 bin rakamını bulmuştur. Bunun yüzde 28 civarında olanı tutuklu, yüzde 72 miktarında da hükümlü var. Bu oran, bizim son otuz yılın en iyi oranı tutukluların az olması açısından. Tutuklu sayısı artıyor ama hükümlü ile tutuklunun oranını beraber ölçtüğünüzde Türkiye’de tutuklu oranları düşmektedir cezaevinde bulunanlar açısından. Tabii, onların hangi suçlardan olduğuna dair dökümü ancak yazılı verebilirim Sayın Vekilim.

“Ceza  tevkifevlerinde  infaz  koruma  memurları  için  bir  düzenleme -özlük haklarında- var mı?” diye… Cezaevlerinin dış güvenliğinin jandarmadan alınarak Adalet Bakanlığına bağlı ceza infaz koruma memurları tarafından yapılmasını içeren bir tasarımız Bakanlar Kuruluna sevk edildi. Bu tasarı, umuyorum, bir sonraki Bakanlar Kurulunda görüşülecek ve kısa sürede de Parlamentoya gelecek. O paket içerisinde görev ve sorumlulukları değiştiği için de ceza infaz memurlarında bir düzenleme düşünüyoruz. Tabii, bunun Hükûmetten ve Maliyeden geçmesi gerekiyor.

Sayın Tanal “Şanlıurfa’nın bir köyü.” dedi ama şu anda bunu bilmem ve buna bir cevap vermem mümkün değil.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bir değil dört tane.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Bununla ilgili olarak araştırırız, ilgili arkadaşlardan sorarız Sayın Tanal. Şu anda afaki bir cevap vermek istemiyorum buna.

Onun dışında “Silivri Cezaevi ile Silivri Devlet Hastanesi arasında mesafe yakın.” diyor. Evet, doğru ama gündüz ile akşam saatleri arasında ulaşım açısından çok fark var. Gündüz trafiğinde zaman uzayabiliyor. Bu açıdan çevre yolundan bir ulaşım imkânı zorlanıyor. Ancak “Revirdeki imkânlar.” dediniz. Zannediyorum, kurumun içerisinde, cezaevi kampüsü içerisinde olan sağlık ünitesinden değil F tipi cezaevlerinde bulunan revirler var, ilk müdahale noktası. Orada, dediğiniz gibi, imkânlar çok geniş değil ama hemen 8-9 tane cezaevinin oluşturduğu kampüsün içinde bir sağlık birimi var. O sağlık birimimizde gerekli donanımlar var. Orada uzmanlar nöbetçi olarak çalışıyor. Dahiliyeci ayrı, işte, hariciyeci ayrı ya da farklı uzmanlık alanlarında haftanın belli günlerinde uzmanlar geliyor ve cezaevinden ihtiyacı olanların tedavileri yapılıyor. Ancak zaten acil olanlar için sürekli devlet hastanesine ve daha üst sağlık birimlerine gitme imkânımız açık.

Sayın Aslanoğlu “Beş artı beş haksızlık değil mi?” diye sordular.

Değerli arkadaşlar, biz burada yapmış olduğumuz düzenlemede bir hak dağıtma noktasında değiliz. 2007’de bir anayasa değişikliği oldu ve şimdi bu anayasa değişikliğinin uygulamasına dönük olarak birtakım tereddütler, birtakım spekülasyonlar yapıldığında bu yasama faaliyetini yapan Parlamento konuya ilişkin iradesini ortaya koymaktadır. Bize göre olması gereken şeydir bu, yoksa burada hak alıp hak dağıtma faaliyeti içerisinde değiliz şu anda.

“Milletvekili olarak biz dört yıl vekillik yaptık geçen dönem. Bu bizim bir yılımıza yazık olmadı mı?” diyor. Yanılmıyorsam seçim kararını burada gruplarla beraber aldığımızı düşünüyorum 2011’de yapılan seçimlerde. Buna muhalefet eden bir siyasi partimiz de olmadı. Dolayısıyla 2011’de yapılan seçimler -tekrar ifade ediyorum ve altını çiziyorum- Yüksek Seçim Kurulunun resen oluşturduğu takvime göre yapılmamıştır 2011 seçimleri. Türkiye Büyük Millet Meclisi Parlamentoda seçim kararı almıştır 12 Haziran için, onun üzerine Yüksek Seçim Kurulu 12 Haziranda seçim yapılmak üzere seçim takvimi hazırlamıştır. İkisi arasında çok fark vardır. Bu, Cumhurbaşkanlığı açısından da emsal teşkil etmeyecektir bu yüzden.

Onun dışında, Sayın Alim Işık “Cumhurbaşkanımızın görev süresi beş yıldır. En fazla iki defa seçilebilir. Şimdi yapılan Sayın Gül’e bir haksızlık olmuyor mu?” Biraz önce onu cevaplamaya çalıştım. Burada yaptığımız şunu beş artı beş yapalım, bunu yedi yıl yapalım gibi bir çalışma değil, bir soyut norm çalışmasıdır. 2007’de yapılan çalışmanın tereddütler üzerine tavzihi mahiyetinde bir çalışmadır. Onun dışında hiç kimseye özel bir avantaj temin etmek üzere yapılmış bir çalışma da değildir.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Cumhurbaşkanının aday olmasını engelliyorsunuz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Niye engelliyorsunuz? Niye yasak getiriyorsunuz?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Değerli milletvekilleri, Sayın Bayraktutan’ın bir sorusu var, “Anayasa’da mevcut üyelerin altmış beş yaşına kadar görev yapacağına dair bir istisna hükmü koydunuz.” diyor. Doğrudur. Bu intikal hükmü konulmuştur ama bu intikal hükmünün konulmadığı örnekler de vardır. Kültür tabiat varlıklarını koruma kurullarında görev süresi indirilmiştir. İndirilen süreye göre Kültür Bakanlığı bunların görevine son vermiştir. Bu üyeler idari yargıya gitmişlerdir, en neticede konu Danıştaya intikal etmiştir. Danıştayın yapmış olduğu değerlendirmede, bu düzenlemenin mevcut görevde olanların süresini de kısalttığına dair özel bir hüküm olmadığı için önceki seçildikleri süreyi tamamlamaları gerektiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesinin de benzer şekilde içtihatları vardır.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Aksine hüküm var.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Cevaplayamadığım sorulara da yazılı olarak cevap vereceğim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hep yanlış bilgi veriyor. Bu nasıl Bakan?

OKTAY VURAL (İzmir) – Beş yılda istifa ederse. Ona bir cevap verin yani bu sonradan cevaplandırılacak bir konu değil ki.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Hiç aklınıza gelmedi, onun için cevap veremiyorsunuz.

BAŞKAN – Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Şimdi…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başkanım, özür dilerim.

Bakanın verdiği bilgi doğru değil. Ben izin verirseniz hemen…

BAŞKAN – Lütfen Sayın Tanal… Lütfen...

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Mahkeme kararı elimde benim. Doğru bilgisi burada.

BAŞKAN – Şimdi birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

1’inci madde üzerinde üç adet önerge var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanun Tasarısı’nın 1. Maddesinde yer alan “Bu kanunun amacı” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve kapsamı” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                 Enver Erdem                                       Faruk Bal                                    Nevzat Korkmaz

                       Elazığ                                               Konya                                               Isparta

        Hasan Hüseyin Türkoğlu                          Lütfü Türkkan                                             

                    Osmaniye                                           Kocaeli

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 1 nci maddesindeki “niteliklere” ibaresinden sonra gelmek üzere “hazine yardımı” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

                 Hasip Kaplan                                      Sırrı Sakık                                     A. Levent Tüzel

                       Şırnak                                                Muş                                                İstanbul

                Pervin Buldan                                    Demir Çelik

                        Iğdır                                                  Muş

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 1. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve talep ederiz.

               Uğur Bayraktutan                                   Ali Serindağ                                         Atilla Kart

                       Artvin                                             Gaziantep                                              Konya

                  Ercan Cengiz                                Mehmet Hilal Kaplan                                   Sakine Öz

                      İstanbul                                              Kocaeli                                               Manisa

                    Musa Çam                              Mehmet Volkan Canalioğlu                     Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                        İzmir                                               Trabzon                                              İstanbul

                                                                          Namık Havutça

                                                                              Balıkesir

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Namık Havutça, Balıkesir Milletvekili.

Buyurun Sayın Havutça.

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge üzerinde grubum adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’miz daha bundan bir yıl önce çok önemli bir Anayasa referandumuna gitti ve halkımızın milyonlarca paraları sokaklarda harcandı. Ve gelinen noktada, bakın, Türkiye'nin gündeminde şu anda Cumhurbaşkanlığı seçiminin beş yıl mı yedi yıl mı olmasını konuşuyoruz. Buradan ben Türk halkına sormak istiyorum: Bir yıl önce Sayın Başbakan ve AKP’li sayın hukukçular bu konunun bugün bir sorun olacağını öngörmüyorlar mıydı? Yani ne oldu da bir yılda, 2007’de bir Anayasa değişikliği oldu, 2010’da yine oldu ve Cumhurbaşkanımız zaten görev başındaydı ve seçim meydanlarında bu belirsizliği gidermek adına ve bugün yüzde 49 oy aldığını iddia eden sayın siyasi iktidar, Türkiye'de istikrar olsun diye Türk halkından oy isteyen iktidar niçin bu konuyu öngörmedi? Bunu garip bir çelişki olarak burada ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Sayın Hocam anayasa hukukçusu, biz de hasbelkader İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdik. Bize öğretilen, Türkiye'de insanlarla insanlar arasında sorunlar olduğunda bunlar mahkemelere gider, insanlarla devlet arasında sorun olduğunda idare mahkemelerine gider, devletle arasında bir sorun olduğunda bu da Anayasa Mahkemesine gider ve sorun -o günkü örneğin özel hukuka tabiyse- hâkimin önüne giden mesele o günkü pozitif mevzuata göre çözümlenir, meri hukuka göre çözümlenir.

Şimdi bakın, Türkiye’de bir anayasal sorun var, bu sorun nasıl çözülecek? Uluslararası hukuk, Anayasa’mız ve bugünkü geçerli mevzuata göre çözümlenecektir ve açıkça, Anayasa’mızın 101’inci maddesinin ikinci fıkrası cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğunu düzenlemektedir.

Şimdi, Anayasa açık. Yeniden bir kanunla şu anda gelerek -bu düzenlemenin kanunla, geçici bir maddeyle- cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğu iddia edilmekte ve önerilmektedir. Bu geçtiğinde bunun Anayasa Mahkemesine gideceği açıktır, çünkü Anayasa’nın amir hükmüyle düzenlenmiş beş yıllık düzenlemeyi bu şekilde bir kanunla düzenlemek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanımız az önce buradaydı. Daha önce kanun hükmünde kararnameyle, aldığınız yetkiyle, Hükûmetin aldığı ve Türk idari yapısında çok önemli değişiklikler yaratan sağlık alanında, millî eğitim alanında görev ve teşkilatlarını değiştirdi kanunun 2’nci maddesinde. Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığının Görev ve Teşkilatları Hakkında Kanun’un 2’nci maddesinde, Atatürk ilke ve devrimleri ve Atatürk milliyetçiliği sanki Türkiye'nin demokratik, laik ve çağdaş uygarlığa gitmesinde bir engel teşkil ediyormuş gibi, Millî Eğitim Bakanlığının görev ve teşkilatlarından çıkarıldı.

Bakıyoruz, acaba neden bu düzenleme yapıldı? Anayasa’mızın başlangıç hükmü, Anayasa’mızın 2’nci maddesi ortadayken ve emir verirken “Böyle olması gerekiyor.” diye, maalesef, Millî Eğitim Bakanlığının bu düzenlemesi Türk halkının önüne garip bir çelişki olarak gelmiştir.

Yine, son olarak da 12 Ocakta Sayın Millî Eğitim Bakanının, 19 Mayısların, çocukların üşüdüğü, eğitimin aksadığı gerekçeleriyle, sadece Ankara’da kutlanması gerektiği yolunda bir açıklaması oldu, bir genelgesi oldu.

Şimdi, ben buradan Türkiye’ye soruyorum, Türk halkına soruyorum: 19 Mayıs, bu ülkede, bu ülkenin ulusal devriminin, ulusal bağımsızlığının meşalesinin yakıldığı gündür, ulusumuzun gururla üzerinde durduğu bir gündür, bütün gençlerimizin stadyumlarda tek yumruk oldukları bir gündür. Bugünün hasletini ve güzelliğini yaşamak, stadyumlarda bir araya gelmek ulusumuzun en büyük hasletlerinden biridir. Şimdi durup dururken yok “Üşüyoruz.”, yok efendim “millî eğitim aksıyor.” gibi gerekçelerle Türk halkında ulusal birlik, beraberlik duygularımızı zedeleyecek bu adımın atılmasını biz kabul etmiyoruz.

O nedenle, Değerli Millî Eğitim Bakanı, derhâl bu yanlıştan, bu genelgeden dönülmelidir ve Türk halkının ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlayacak günlerin daha bir ihtimamla, coşkuyla, birlik, beraberlik içerisinde kutlanması gerektiğini ifade ediyor, hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 1 nci maddesindeki “niteliklere” ibaresinden sonra gelmek üzere “hazine yardımı” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – İstanbul Milletvekili Sayın Levent Tüzel konuşacak.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tüzel. (BDP sıralarından alkışlar)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı bir süredir devletteki düzenleme ve yapılanmada Hükûmetin yeni bir hamlesidir desek yanlış olmaz herhâlde. Ancak anlaşılan o ki bu son olmayacak çünkü ihtiyaç duydukça bu türden yeni düzenlemelere başvurulacağı görülüyor.

Cumhurbaşkanının görev süresindeki tartışmayı sonlandırmak adına görev Parlamentoya verilmiştir ama her zamanki gibi Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti Meclis çoğunluğuna dayanarak istediği gibi yönetme yetkisini kullanacaktır.

Bu düzenlemeyle neyin hesabı yapılmaktadır? AKP İktidarının ve fikrinin uzun yıllar sürdürülmesi ve mevcut Başbakanın geleceğinin planlanması hesabı yapılmaktadır ancak AKP yönetimi bu hesaplarını mevcut çoğunluğu koruyacağını düşünerek yapmakla yanılmaktadır.

Burada, bu görüşmelerde konuşan bir milletvekili arkadaşımız “Son söz Meclisindir.” derken, aslında halkı hesaba katmamaktadır. Her gün daha çok hak ve özgürlükleri gasp eden, geleceği karartan, ortak yaşamı ve barışı tahrip eden, gelir adaletsizliği uçurumuna yuvarlayan bir iktidarın ömrünü de elbette halk belirleyecektir yani son söz her zaman halkın olacaktır, bütün zorbalık ve baskı politikalarına rağmen böyle olacaktır.

“Cumhurbaşkanını halk seçer.” denilerek tarafsız ve psikolojik olarak halk desteği almış cumhurbaşkanının özgüveninden söz edilmekte. Halka seçtirmek bunu ne ölçüde sağlayacaktır? Mevcut Cumhurbaşkanı da halkın çoğunluğunun desteğini alarak seçilmiş bir partinin içinden çıkmış ancak bütün haksızlıklara, hak gasplarına, insan hakları ihlallerine ne yazık ki seyirci kalmıştır. Her gün işlenen nefret suçları, halkı kışkırtıcı psikolojik harekâtlar yürütülürken sessiz ve seyirci kalmak ne menem bir tarafsızlıktır? Savaş politikalarıyla halkın acısını büyüten bombardıman gibi kayıplar karşısında Sayın Cumhurbaşkanının tutumu nasıl olmuştur? Yasada halkın seçtiği Cumhurbaşkanı halkın içinden çıkmış bir aday olamamaktadır her nedense, seçilme yeterliliği herkesin seçme seçilme hakkına terstir. “Bunların anayasal hüküm gereği olduğunu.” söylemek yeni ve demokratik bir anayasa ihtiyacı karşısında yetersiz kalmaktadır.

Eğer demokrasi ve halk seçimiyse, yükseköğrenim ve benzeri şartlar aranmadan ve aidiyet bağı “Türk milleti” denilerek ifade edilmeden, örneğin “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları.” denilerek aday olabilmenin önü neden açılmamaktadır? Meclisin aday göstermesi anlamına gelecek “20 milletvekili veya partilerin ortak adayı” gibi düzenlemeler aslında halkın seçilme hakkının ihlali anlamındadır.

Esas olarak değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkemizdeki gidişatı konuşmamız gerekiyor. Nasıl bir gidişattadır? Herkesin kaygı duyması gereken bir gidişat değil midir yaşadıklarımız? Kimsenin yaşam güvencesi yok, özel yetkili, özel hukuk yürüten mahkemeler yürürlüktedir. Habire kararlar vermektedir. Kimsenin düşünce özgürlüğü yoktur. Halkın örgütlenmesi ve demokratik, meşru mücadelesi gizli örgüt muamelesi görmektedir.

İşte, Mecliste grubu bulunan Barış ve Demokrasi Partisinin yasal, seçilmiş, siyaset yapan yöneticileri: Binlercesi bugün tutuklanmış durumdadır. Binlerce insan tutuklanmış, cezaevlerine atılmıştır ama işte dün Hrant Dink gibi, verilen bir karar gösterdi ki, halkların barışından, ortak yaşamından, özgürlüklerinden yana bir gazeteci aydın katledildiğinde, her nasılsa, bu siyasi cinayette örgüt bulunmamaktadır! Peki, kimin eseridir bu siyasi cinayet? Hangi iktidar, hangi egemenlik anlayışı bebekten katil doğurmuştur? Biliyoruz ki, bu taammüden katlin arkasında büyük bir devlet organizasyonu ve bu organizasyonun koruduğu, kolladığı, göz yumduğu cinayet şebekeleri vardır. Bunlardan arınmayan bir devlet anlayışı, yönetimi halklarımızın eşit, ortak, barışa dayalı bir geleceğini inşa edemez. Asıl görmemiz gereken problemimiz, çözmemiz ve halkımızın takip etmesi gereken meselemiz de budur. Barıştır, demokrasidir.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel, yalnız, hatırlatmam gereken bir konu var ki, Türkiye’de herhangi bir savaş yok, terör var, terör örgütü var, onunla mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri var, emniyet var. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar, BDP sıralarından gürültüler)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Savaş uçakları…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Roboski’yi hatırlatırım Sayın Başkan, Roboski’yi unutmayın!

ADİL KURT (Hakkâri) – Genelkurmay Başkanı, “savaş” diyor!

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

NAZMİ GÜR (Van) – Yorum yapacak makamda değilsiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Yaparım. Devletle, milletle ilgili olduğu zaman yaparım.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanun Tasarısı’nın 1. Maddesinde yer alan “Bu kanunun amacı” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve kapsamı” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                     Enver Erdem (Elâzığ) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Enver Erdem, Elâzığ Milletvekili.

Buyurun Sayın Erdem. (MHP sıralarından alkışlar)

ENVER ERDEM (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 1’inci maddesi için verilen önerge üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, dün ebedî istirahatgâhına uğurladığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ı rahmetle anıyor, ailesinin ve milletimizin başı sağ olsun diyorum.

138 sıra sayılı bu Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi amaç ve kapsam maddesidir. Bu kanunun amacı Cumhurbaşkanı adaylarında aranacak nitelikleri, seçim öncesi, seçim günü, seçim sonrası yapılması gereken işlemlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Yirmi dört maddeden oluşan bu düzenlemenin yüzde 80’i Anayasa hükümlerinin ve bilinen kanunların tekrarı anlamındadır. Oy kullanırken uygulanacak genel ilkeleri yani serbestlik, eşitlik, gizlilik, genellik, yargı denetimi, oyların sayımı ve dökümü gibi düzenlemeleri bir kenara bırakacak olursak gerçek amacı ortaya çıkacaktır. O amaç da 11’nci Cumhurbaşkanının görev süresi ve tekrar aday olup olmayacağıyla ilgili hususlardır. Bu kanun tasarısının amaç ve kapsamını bu şekilde ortaya koyarak sorunun kolayca anlaşılmasını sağlayabiliriz.

Değerli milletvekilleri, yapılan bu düzenlemelerle, bir kez daha ülkemizde rejim sorunuyla karşı karşıya getirilmiş bulunmaktayız. Bu tasarıyla referandumdan geçmiş anayasal düzenlemeyi yasal bir düzenlemeyle değiştirme düşüncesi, rejim sorununa bir de ciddi bir hukuk sorunu eklenmesine neden olmuştur. Yapılmak istenen bu değişiklik hem usul ve şekil yönüyle hem de esas yönüyle ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Demokrasilerde yöntem sorunu en önemli sorunlardan birisidir. Hukukun ana prensiplerinden birisi olan işlemlerin paralelliği ya da tersine işlem teorisi bu düzenlemeyle ihlal edilmektedir. Yani normlar hiyerarşisi denilen çok basit bir kural vardır: Hiçbir hukuki düzenleme bir üstteki düzenlemeye aykırı olamaz. Yani tüzükler ve yönetmelikler yasalara, yasalar anayasalara aykırı olamazlar. Yapılan bu değişiklik ile normlar hiyerarşisi de ihlal edilmiş olacaktır. Yani Cumhurbaşkanının görev süresi Anayasa maddesiyle düzenlenmişse onunla ilgili değişiklikler de yine Anayasa’da yapılacak düzenlemelerle olmalıdır. 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldan beş yıla düşürülmüştür ve geçici, istisnai hiçbir düzenleme de yapılmamıştır. Yine aynı Anayasa değişikliği ile milletvekilliği süresinin beş yıldan dört yıla inmesi neticesinde 22 Temmuz 2007 yılında milletvekilliği genel seçimleri yapılmıştır. Şimdi soruyorum: Siz bu garabete nasıl müsaade edeceksiniz? Aynı düzenleme milletvekillerine geçerli, Cumhurbaşkanına geçerli değil mi diyeceksiniz? Peki, Anayasa’nın 104’üncü maddesinde değişiklik yapılıp Cumhurbaşkanı yetkileri sınırlandırılsaydı ne olacaktı? Yine eski yetkilerini mi kullansın diyecektiniz ya da Cumhurbaşkanı “Ben eski yetkilerimi kullanmak istiyorum.” mu diyecekti?

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili oluşturulan polemikler yapay bir durumdur. Her Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, bu defa da Sayın Cumhurbaşkanının görev yapacağı bu son iki yılın tartışmalı geçmesi amaçlanmaktadır. Anayasa’da belirtilen Cumhurbaşkanının görev süresinin Anayasa’da değil de yasayla değiştirilmesinin amacının yasanın Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesine götürülmesinin yolu açılmak ve Cumhurbaşkanlığı müessesesi sürekli tartışma konusu yapılmak istenmektedir. Yine Anayasa Mahkemesi bu yapılan düzenlemeyi iptal ederse ne olacak, daha sonra Yüksek Seçim Kurulu mu devreye sokulacak? Tarafsız ve tartışmasız olması  gereken Cumhurbaşkanlığı müessesesi neden sürekli tartışmaların tam ortasında tutulmak isteniyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENVER ERDEM (Devamla) - Bu probleme yasal açıdan bakıldığında ortada bir problemin olmadığı, illa “Bir problem var.” deniyorsa yasal veya anayasal çözümün de çok kolay olduğu bilinmektedir.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutup işleme alacağım.

 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesindeki 2 nci fıkranın "ve" ibaresinden sonra gelmek üzere "yurt içi ve yurt dışı" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                  Hasip Kaplan                                        Sırrı Sakık                                      A. Levent Tüzel

                       Şırnak                                                 Muş                                                İstanbul

                   Demir Çelik                                      Pervin Buldan

                         Muş                                                  Iğdır

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 2. Maddesinin 1. 2. 3. 4. ve 6. fıkralarının Tasarı metninden çıkarılmasını saygı ile arz ederiz.

                     Faruk Bal                                Hasan Hüseyin Türkoğlu                            Nevzat Korkmaz

                       Konya                                             Osmaniye                                             Isparta

                Yusuf Halaçoğlu                                Cemalettin Şimşek

                      Kayseri                                              Samsun

                                                        

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 2. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve talep ederiz.

               Uğur Bayraktutan                                   Ali Serindağ                                         Atilla Kart

                       Artvin                                             Gaziantep                                              Konya

                  Ercan Cengiz                                Mehmet Hilal Kaplan                                   Sakine Öz

                      İstanbul                                              Kocaeli                                               Manisa

        Mehmet Volkan Canalioğlu                              Musa Çam                                 Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                      Trabzon                                               İzmir                                                İstanbul

                                                                      Ayşe Nedret Akova

                                                                              Balıkesir

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Sayın Nedret Akova, Balıkesir Milletvekili, buyurun.

AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) – Saygıdeğer Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı 2’nci maddenin yasa teklifinden çıkartılması talebini içeren önerge üzerine lehte konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım.

Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’yla devletimizin en üst düzey yönetiminin nasıl belirleneceği netleştirilmek istenmesine rağmen sonuçları ileride görülecek, hukukun üstünlüğü kavramının içinin iyice boşaltıldığı, işine geldiği gibi kanun çıkarmalara bir örnek olarak tarihe geçecektir. Mecliste kanunlar kişisel çıkarlara göre değil halkın en iyi nasıl yönetileceğine yönelik çıkarılmalıdır. Geleceğimiz şekillendirilirken “Bundan en iyi nasıl güç elde ederim.” başlangıç düşüncesiyle hareket edilirse bunun hiç kimseye faydası olmayacağı açıktır. Hukuk boşluklarından faydalanılarak yapılan her türlü uygulamaların sonuçları felaketle sonuçlanmıştır. Hukuk ne zaman ayaklar altına alınsa sonuçlarını fazlasıyla halkımız ödemiştir.

Anayasa’ya aykırı olarak yapılmak istenen düzenlemeyle, tasarıyla devlet yönetiminin içine bir saatli bomba konulmaktadır. Bunun anayasal anlamdaki ağır sonuçlarını yakın zamanda hep birlikte göreceğiz. Cumhurbaşkanlığı anayasal bir kurumdur ve bugüne kadarki düzenlemelerin hepsi de Anayasa ile yapılmıştır. Referandumda kabul edilen değişikliğe göre Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Anayasa’da yer alan ve halkoyuyla kabul edilen düzenlemenin yasayla değiştirilmesi başka bir hukuksuzluk örneğidir. Anayasa’da yer alan ve görev süresine ilişkin olarak yapılan bir düzenlemenin yine Anayasa’yla değiştirilmesi ve düzenlenmesi zorunluluğunun sonucu olarak gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görev süresine ilişkin olarak 12/9/2010 tarihli referandum ile değiştirilen 94/üçüncü madde düzenlemesinde ve gerek Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresiyle ilgili geçiş düzenlemesi getiren, yine 12/9/2010 tarihli referandum ile değiştirilen 147/birinci maddelerinde bu düzenlemeler anayasal düzenlemeler yoluyla yapılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yönde iradesini açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Anayasa’nın 6’ncı maddesinde “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüne rağmen kaynağını Anayasa’dan almayan devlet yetkisi bugün kullanılmaktadır. Yasaların ve Anayasa değişikliklerinin yapıldığı yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının görev süresini beş yıla indirmiş, ikinci kez seçilmesine imkân vermiş ve doğrudan halk tarafından seçilmesini kabul etmiştir. Mevcut Cumhurbaşkanının bu değişikliğe tabi olacağını kendisiyle ilgili geçici bir düzenleme getirmeyerek göstermiştir. Bu değişiklik halk oylamasında da kabul görerek yasalaşmıştır. Mevcut Cumhurbaşkanına bir istisna öngörülmemiştir.

Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı değil, Başbakan Erdoğan’ı 2014’te Köşk’e çıkarma tasarısıdır. Şahsi bir düzenleme yapılarak kanunların genelliği ve objektifliği prensibine aykırı davranılmaktadır. 28 Ağustos 2012’den sonra gücünü Anayasa’dan almayan bir Cumhurbaşkanı olacağı gibi, yaptığı işlemlerin yok hükmünde olacağını ve yetki gasbının olacağını da düşünmekteyim. Anayasa Mahkemesine gidilmesi hâlinde de Anayasa Mahkemesi tarafından yasanın iptal edilme olasılığı kuvvetlidir.

Değerli milletvekilleri, demokrasilerde parlamentolar ya da siyasi iktidar grupları çoğunluklarına dayanarak istedikleri konularda yasal ya da anayasal düzenleme yapamazlar. Anayasal düzenlemelerin hangi şartlarda yapılabileceği ve hangi prosedüre tabi olduğu Anayasa’mızın 105’inci maddesinde amir ve açık bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple ve ayrıca Anayasa’nın maddesinde de yer alan yetkili organların yetkilerini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre kullanacakları yönündeki hüküm doğrultusunda anayasal düzenlemelerin usul ve esasları konusunda siyasi iktidar ve parlamentoların takdir yetkisi yoktur, Anayasa değişikliğine ilişkin hükümler herkes için amir nitelikte olup yine herkes için de bağlayıcıdır.

Anayasa ve demokrasinin temel ve vazgeçilmez ilkeleri karşısında bu ilkelere aykırı bir anlayış ve uygulama içine girilmesinin ve bunda ısrar edilmesinin demokrasi kavramıyla bağdaşmasının söz konusu olamayacağı açıktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYŞE NEDRET AKOVA (Devamla) – Siyasi iktidar dayatmacı anlayışıyla anayasal sistemi sabote etmektedir.  Bu nedenle de önerge lehinde kullanıyorum haklarımı.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN –  Teşekkür ediyorum Sayın Akova.

 

III.- YOKLAMA

 

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN –  Arayacağım Sayın Hamzaçebi.

Önergeyi oylarınıza sunacağım. Ancak yoklama talebi var yerine getireceğim.

Sayın Hamzaçebi, Sayın Kart, Sayın Tarhan, Sayın Aslanoğlu, Sayın Bayraktutan, Sayın Serindağ, Sayın Tayan, Sayın Kuşoğlu, Sayın Ekinci, Sayın Havutça, Sayın Kaplan, Sayın Genç, Sayın Akar, Sayın Türmen, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Özkes, Sayın Acar, Sayın Topal, Sayın Yıldız, Sayın Akova.

Evet, üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)

 

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 2. Maddesinin 1. 2. 3. 4. ve 6. fıkralarının Tasarı metninden çıkarılmasını saygı ile arz ederiz.

                                                   Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen, Hasan Hüseyin Türkoğlu Osmaniye Milletvekili.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 138 sıra sayılı, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 2’nci maddesinin bazı fıkralarını yürürlükten kaldırmak amacıyla, tasarı metninden çıkarılması amacıyla verilmiş olan önergemiz hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sözlerime başlarken, öncelikle Türk milliyetçiliğinin kilometre taşlarından biri olan, Kıbrıs Türk halkının ezelî ve ebedî lideri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a Cenabıallah’tan rahmet diliyorum. Haklı mücadelesini son dönemde Kıbrıs’ta ve Türkiye’de anlamayanları, anlamak istemeyenleri ve onu zamanında Anadolu’ya sığdırmayanları da şiddetle kınıyorum.

Diğer yandan, sahip olduğu alt kimliğiyle beraber Türk milletinin sevilen ve başarılı bir ferdî olmayı becermiş, Türk milletini futboluyla, millî futbolcu kimliğiyle sevindirmiş, zaferlere ulaştırmış, bugün bizi alt kimliklere ayrıştırmak isteyen gafillere, hainlere en güzel cevabı vermiş Lefter Küçükandonyadis’e de rahmet ve mağfiret diliyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu günden bu yana parlamenter sistemi tercih etmiştir. Bu sistemi, eski Türk devletlerinde bulunan kurultay, şûra geleneğinin bir devamı niteliğindedir. Bu çerçevede, 1920’den bu yana devletimiz, bazı kısa ve olağanüstü kesintiler dışında hep milletin temsilcilerinden oluşan meclisler tarafından yönetilmiştir. Millet vekillerini seçmekte, vekiller de yasal düzeni, hükûmeti ve Cumhurbaşkanını seçmektedir. Bu sistemi kabaca “parlamenter sistem” olarak adlandırmak mümkündür.

1924, 1961 ve 1982 anayasalarında öngörülen düzenlemelerle işleyen bu sistem, zaman içinde ortaya çıkardığı mahzurları yine kendi içinde yapılan değişikliklerle gidermiştir; ancak sistemin ana kurgusu, ruhu hep muhafaza edilmiştir.

Şimdi, 2007 yılında yaşanan, “367 krizi” diye bilinen olaylardan sonra AKP, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin önünü açan bir düzenleme yapmıştır. Anayasa’nın ilgili maddeleri değiştirilerek parlamentonun görev süresi dört yıla, Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıla ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve diğer hususlar getirilmiştir. 2002 yılından bu yana on yıldır iktidarda bulunan zihniyet “Ben yaptım oldu. Orada o zaman öyle söylemiş olabiliriz, burada şimdi şöyle söylüyorum.” anlayışıyla beslendiği kaosları, krizleri tetiklemeye ve büyütmeye devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılında, AKP, Cumhurbaşkanı kendisinin istediği gibi olmadığı, kendisi tarafından atanmadığı için yetkilerinin fazla olduğunu, Cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltması gerektiğini söylüyordu ama özel mahfillerde de “Yarın Cumhurbaşkanı bizden olabilir, dokunmayalım.” diyordu, yani AKP her alanda olduğu gibi dışı başka, içi başka siyasetler üretiyordu.

İnancımıza göre ahde vefa imandandır, yani insanın verdiği söze sadık kalması inancının sağlamlığına işarettir. AKP 2002 yılından bu yana ekonomide, iç ve dış politikada, terörle mücadelede, her alanda Türk milletini kandırmıştır. Şimdi, Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu Tasarısı ile parlamenter sistemin özünü bozmakta, sistemi bugüne kadar yaptığı gibi kaosa, anarşiye sürüklemektedir.

Mevcut sistemle Cumhurbaşkanı Anayasa’da sayılan yasama, yürütme ve yargı erklerinden biri olan yürütmenin başıdır, sorumsuz kanadıdır ve milletin vekilleri tarafından seçilmektedir. Bu hâliyle bile Cumhurbaşkanı ile Hükûmet arasında çeşitli anlaşmazlıklar olabilmektedir.

Bu tasarıyla Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi öngörülmektedir. Seçime katılanların yarıdan fazlası kimi isterse o Cumhurbaşkanı olacaktır. Anayasa’nın ruhunda bulunan parlamenter sistem tepetaklak edilmektedir. Hem Meclisin hem de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu sistemi ne olduğu bilinmeyen, anlaşılamayan bir hâle getirecektir, yani Nasrettin Hoca’nın gagasını, kanatlarını, ayaklarını kestiği ve “Şimdi kuşa benzedin.” dediği leyleğe benzetecektir.

Diğer yandan, halk tarafından seçilen Meclisin ortaya koyduğu Hükûmet bir yanda, milletin yarısından fazlasının oyuyla seçilmiş olan Cumhurbaşkanı diğer yanda; gücünü milletten, seçimden, oydan alan iki ayrı unsur. Ortaya çıkabilecek sorunları tahmin etmek çok kolay. Bugün aynı gömleği giymiş olma “Sayın Abdullah Gül kardeşimizi Cumhurbaşkanı yapacağız.” diyerek Sayın Başbakan tarafından topluma ilan edilmiş olmasına rağmen, bu iki makamı işgal eden kişiler arasındaki bazıları su yüzüne çıkmış sorunları düşündüğümüzde bu tasarı kanunlaştığında ve uygulama gerçekleştiğinde ortaya çıkacak sorunları lütfen tasavvur ediniz.

Bizim tavsiyemiz, 2002 yılından beri bu Mecliste...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  - Teşekkür ediyorum Sayın Türkoğlu.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) - ...Hükûmet uygulamalarında ele geçirdiği yargıda jakoben yaklaşımları, faşizan eğimleri ile burnundan kıl aldırmayan, tek adamın tek doğrusu yönünde farklı görüşlere yer vermeyen   Adalet ve Kalkınma Partisinin bu anlayış ve bu tasarı ile düştüğü yanlıştan  geri dönmesidir.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Türkoğlu...

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) – Bu çerçevede teklifimizin Yüce Meclis tarafından benimsenmesi dileğiyle Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesindeki 2 nci fıkranın "ve" ibaresinden sonra gelmek üzere "yurt içi ve yurt dışı" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Başkanım, yurt dışındaki seçmenlerimiz zaten oy kullanıyor bu yasaya göre, önergeyi anlamıyorum. Katılmıyorum, hiçbir manası yok çünkü önergenin.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Hasip Kaplan Şırnak Milletvekili.

Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun bu önergeyi anlamamasını anlıyorum. Siz de anlıyorsunuz değil mi arkadaşlar?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Verdiğiniz önerge külliyen yanlış.

HASİP KAPLAN (Devamla) – 12 Haziranda yurt dışı seçmenler kütük olmadığı için oy kullandı mı, kullanmadı mı? Kullanmadılar kardeşim. Yani sizin o yurt dışındakiler vatandaşınız değil mi? Seçmen olmayacak mı? Kütükler olmasın mı? “Anlamıyorum.” Anlamazsın, anlaman için daha çok profesör unvanı alman lazım kesin Sayın Kuzu.

Şimdi, bir şey daha söyleyeyim: Bakın, Cumhurbaşkanlığı seçimini konuşuyoruz. Bütün grupların bu söyleyeceğim sözleri çok dikkatle dinlemelerini istiyorum. Benim vicdanıma dokunan terimler var bunun içinde. Sizlere de anlatacağım, inanıyorum ki hepiniz hak vereceksiniz. “11’inci Cumhurbaşkanı” tabirini kullanıyorsunuz. “11’inci Cumhurbaşkanı” tabiri içinde 12 Eylül darbecisi Kenan Evren var. Bu Meclisi kapatmış 80’de ve devlet başkanlığı yapmış. Siz içinize sindiriyor musunuz arkadaşlar? Sindiriyor musunuz 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in… Görev tarihi 80-89. O, şimdi, sanık, 4 Nisanda yargılanacak, yurt dışı yasağı koymuşlar. Bilmem kaç cinayetten, 2 milyona yakın insanın fişlenmesinden, bilmem kaç bin kişinin kaybından, bilmem nelerden sorumlu birisi. Şimdi, soruyorum: Meclis Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı olarak kabul ediyor mu, etmiyor mu arkadaşlar? Etmiyorsak, gelin, dört parti grubu olarak bu unvanını silelim bugün. Bu seçimde yapacağımız en doğru çalışmalardan birisi, bu Meclise onur kazandıracak çalışmalardan birisi budur. Bir darbeciyi, Meclisi kapatmakla suçlanan bir darbeciyi Meclisin Cumhurbaşkanı olarak hâlâ tanıyor olmasına isyan ediyorum. Sizler isyan etmiyor musunuz? İsyan etmiyor musunuz arkadaşlar? O zaman, bunu düşürelim, bir Cumhurbaşkanımız eksik olsun. “10’uncu” deyin, “10’uncu” deyin arkadaşlar ama bunu hukuken bu Meclis yapsın çünkü bunu kapattılar.

Bakın, bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde dört hata yapıyorsunuz.

Sayın Bakan da gitmiş, Adalet Bakanı, ama olsun, Avrupa Birliğinden Sorumlu Bakan gelmiş, yakında dünyadan sorumlu bakan da olabiliriz artık.

Bir, usul hatası yapıyoruz. Nedir? Anayasa değişikliği yasayla değiştirilmez arkadaşlar. Bakın, Anayasa’yı geçici bir madde koymadığınız sürece usulle, usul hatasıyla, burada bir kanunla, Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanı seçimini yaptınız mı tartışmalı bir seçimin A’sını başlatmış olursunuz. Bizim sayımız yetmez ama ana muhalefetin sayısı yeter, Anayasa Mahkemesine gidecektir.

İkincisi: Esas hatası yapıyorsunuz. Esas hatası nedir? Mevcut Cumhurbaşkanına bir daha aday olmasının yolunu kapatıyorsunuz. Adaylara sınırlama getiriyorsunuz, “20 milletvekili aday göstersin.” diyorsunuz. Niye? 5 tane konfederasyon gösteremez mi? 5 tane parti, Parlamento dışı parti gösteremez mi? 500 bin kişi imza toplayıp bir kişiyi aday gösteremez mi? Yani halkın iradesinin önüne geçmenin ne gereği var? Esas hatasıdır bunlar.

Bakın, bir şey daha söyleyeyim, siyaset hatası yapıyorsunuz. Siyaset hatası nedir biliyor musunuz? Bu anayasa değişikliği referandumla geçti. Hani, hepimiz milletin iradesine saygı gösteriyoruz? Milletin iradesine saygıysa, beş artı beş, 2012’de seçim olacak arkadaşlar. Siyaset hatası yapıyoruz. Bu kanunla siyaset hatası yapıyorsunuz. Milletin iradesine, referandumda çıkan sonuca “Ben senin referandumunu, iradeni tanımıyorum.” diyorsunuz, üstelik bir kanunla.

Size bir önerim var, bakın çoğunluksunuz, Chavez gibi yapın, bir kanun çıkardı, “Ömür boyu devlet başkanı.” dedi. Çıkarın bir kanun, Recep Tayyip Erdoğan ömür boyu Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanıdır diye, hepimiz de bir defada rahatlayalım. Usul hatası, esas hatası, siyaset hatası yapıp Kenan Evren’e de “Cumhurbaşkanı” demeyin. Bunu yapmayın arkadaşlar.

Bakın, bu Meclisteki bütün milletvekilleri, 4 Nisanda, bu Meclis kapatıldığı için o duruşmada eğer müdahil olarak bulunduğu zaman bu Meclis iradesine sahip çıkar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre kısa bir söz talebim var efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

 

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin açıklaması

 

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Adalet Bakanı biraz önce sorulara cevap verirken, 2011 yılında milletvekili genel seçimlerinin yapılmasına ilişkin olarak, seçimin dört yılda yapılmış olması nedeniyle bunun Cumhurbaşkanlığı seçimine emsal olamayacağını ifade ettiler.

Cumhuriyet Halk Partisi, 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği çerçevesinde Cumhurbaşkanının görev süresinin beş artı beş olarak belirlenmesine paralel olarak, 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin de beş yıl olduğu görüşündedir. Bu görüşümüzün bir delili olarak, birçok hukuki argümanın yanında milletvekilliği görev süresinin beş yıldan dört yıla indirilmiş olması ve bu çerçevede 2011 yılında milletvekilliği genel seçiminin yapılmış olmasını da ortaya koymaktadır.

3 Mart 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde Sayın Bekir Bozdağ -zamanın Grup Başkan Vekili- Sayın Suat Kılıç yapmış oldukları açıklamalarda seçim kararı almak üzere toplanmış olan Genel Kurulun Anayasa değişikliği çerçevesinde seçimlerin beş yıl yerine dört yılda bir yapılacak olması nedeniyle toplandığını ve kararın bu çerçevede alındığını ifade etmişlerdir.

Sayın Bekir Bozdağ’ın cümlesini aynen tutanaklardan okuyorum, Sayın Bozdağ diyor ki: “O nedenle, biz 2007’de halk oylamasında milletimizin kabul ettiği irade dört yılda Parlamentonun yenilenmesi olduğu için milletimizin verdiği talimata uyuyoruz.” Sayın Suat Kılıç’ın cümlesini de çok kısaca ilgili bölümünü almak suretiyle okumak istiyorum, Sayın Kılıç da şöyle söylüyor: “21 Ekim 2007 tarihinde yapılan halk oylamasıyla Anayasa’mız değişime maruz kaldı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin görev süresi beş yıldan dört yıla inmiş oldu. Bu görev süresi doğrultusunda, madde çok açık ‘Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçimleri dört yılda bir yapılır.’ kaidesi gereğince seçim kararı almak üzere bugün toplanmış bulunuyoruz.” Yani, 2011’deki seçim kararı bir erken seçim değil, belki Sayın Bekir Bozdağ’ın yine tutanaklarda yer alan ifadesiyle, sadece otuz beş günlük bir erken seçimdir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimine emsal olacak bir karardır efendim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)

 

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, adımı zikrederek bana ait bir ifadeyi söylediler. Açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan, yerinizden lütfen.

 

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri atfetmesine ilişkin açıklaması

 

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçim kararı aldığı önergede benim de imzam var ve o zaman, Anayasa Komisyonunda da benim konuşmam var, Parlamentoda da benim konuşmam var ve her ikisinde de -Hocamın elinde şu an Anayasa Komisyonunda ve Parlamentoda yaptığım konuşmalar- ben şunu açıklıkla ifade ettim hem Anayasa Komisyonunda çok daha net söyledim. Bu Teklif, Millet Meclisi seçiminin dört yılda mı beş yılda mı yapılacağı tartışması bir yana, bizim 12 Eylül’de halkımıza verdiğimiz bir sözümüz var dört yılda yapılmasıyla ilgili. Parlamentodan Anayasa’nın 77’nci maddesine göre erken seçim kararı alma yetkisi de var. Dolayısıyla “Bu, erken bir seçimdir. Ama dört yılda bir yapılmasını biz milletimize taahhüt ettiğimiz için, dört yıl hesabı yaparsanız da otuz beş günlük bir zaman dilimi vardır.” diye ifade ettim ve bu tartışmalara ben konuşmamda “Parlamentonun görev süresi dört yıldır. O yüzden biz şimdi, dört yıl dolmak üzeredir, seçim yapıyoruz.” diye benim ne Genel Kurulda ne de Anayasa Komisyonunda açıklamam vardır. Aksine benim açıklamam tam bununla alakalıdır.

EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – “Otuz beş gün öne alıyoruz.” demişsiniz Sayın Bakan, otuz beş gün.

 OKTAY VURAL (İzmir) – Beş yıl için söz vermediniz mi yani?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Biz milletimize verdiğimiz sözün gereğini yerine getiriyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – “Cumhurbaşkanlığı beş yıl” diye söz vermediniz mi millete?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Parlamentonun erken seçim alma kararı var ama Cumhurbaşkanlığı için yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Yok mu? Ha, orayı yuttunuz. Bir bardak su mu içtiniz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben Sayın Bekir Bozdağ’a 3 Mart 2011 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul tutanağına bakmasını öneriyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Baktım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Öyle anlaşılıyor ki, aradan geçen zaman nedeniyle Sayın Bozdağ unutmuş.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi, konu anlaşılmıştır.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bir saniye… Bakın, aynen söylüyorum: “Otuz beş gün de olsa erkene alıyoruz.” diyor. Yani 22 Temmuz yerine 12 Hazirana alınan mini bir erken seçim vardır.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yukarıya bakarsanız, seni tekzip ediyor.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, teşekkür ediyorum. Konu anlaşıldı.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Tutanak buradadır Sayın Bozdağ, lütfen…

BAŞKAN – Tamam Sayın Hamzaçebi, teşekkür ediyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tutanaklara girmesi açısından… Sayın Bozdağ dedi ki: “Referandumda kabul edildi. Milletimize söz verdik; beş yıldan dört yıla onun için indirdik.” dediniz. Demek ki, Cumhurbaşkanlığı konusunda sözünüzü tutmamayı itiraf etmiş oluyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Cumhurbaşkanı seçimini Parlamentonun öne alma yetkisi yok.

OKTAY VURAL (İzmir) –  Bu sözünüzde durmaya davet ediyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sözümüzü tutuyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)

 

BAŞKAN – 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Millete verdiğiniz sözde durun!

EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Halkın iki yılını gasbediyorsunuz.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır; okutuyorum

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 3 ncü maddesindeki 1 nci fıkrasının “seçilebilir” ibaresinden sonra gelmek üzere “ilk seçim 2012 yılında yapılır” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                 Hasip Kaplan                                      Sırrı Sakık                                     A. Levent Tüzel

                       Şırnak                                                Muş                                                İstanbul

                  Demir Çelik                                    Pervin Buldan

                        Muş                                                  Iğdır

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım önergeler aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işlem alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 3. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını diğer maddelerin teselsül ettirilmesini saygı ile arz ederiz.

                    Faruk Bal                              Hasan Hüseyin Türkoğlu                        Nevzat Korkmaz

                       Konya                                            Osmaniye                                            Isparta

              Mehmet Erdoğan                              Yusuf Halaçoğlu                                Özcan Yeniçeri

                       Muğla                                              Kayseri                                              Ankara

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 Sıra Sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 3. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve talep ederiz.

              Uğur Bayraktutan                                 Ali Serindağ                                       Atilla Kart

                       Artvin                                            Gaziantep                                            Konya

                   Musa Çam                                      Ercan Cengiz                              Mehmet Hilal Kaplan

                        İzmir                                               İstanbul                                             Kocaeli

                    Sakine Öz                           Mehmet Volkan Canalioğlu                  Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                      Manisa                                             Trabzon                                            İstanbul

                Mahmut Tanal

    İstanbul

BAŞKAN – Sayın Komisyon, aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul)  - Katılmıyor Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?

Mahmut Tanal, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli Divan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, hukukta “Söz uçar, yazı kalır.” denilen bir ilke var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bunlara göre hepsi uçar!

MAHMUT TANAL (Devamla) – Olaya, kronolojik tarihle başlamak isterim. Yüksek Seçim Kurulunun, bu Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimlerle alakalı, ilgili olarak genel seçimler dört yılda mı yapılır, beş yılda mı yapılır, Cumhurbaşkanlığı seçimi beş yılda mı yapılır, yedi yılda mı yapılır… Genel seçimlerle ilgili, değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Anayasa değişikliği yapıldığında, beş yıldan dört yıla indirildiği zaman, normal koşullarda bunun 2012’de yapılması gerekir iken Yüksek Seçim Kurulunun 26 Şubat 2011 tarih 120 sayılı numarasıyla aynen şöyle der: 2011 yılı içinde yapılacak olan 24’üncü Dönem milletvekili seçimine esas olmak üzere yurt dışındaki vatandaşlarımızın oy kullanmasıyla ilgili bir düzenleme yapar. Yani bu ne zaman? Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 2011 tarihinde 73’üncü Birleşiminden önce aldığı bir karardır. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi sizin deyiminizle “erken seçim kararı” olsaydı… Anayasa hukuku Hocam Sayın Burhan Kuzu’ya        -saygı duyuyorum- şu sırada oturduğumda dedim ki: “Sayın Kuzu Hocam, burada, erken seçim tutanağında, tutanaklarda ‘erken seçim’ ibaresinin olması gerekir.” “Mahmutçuğum, ben de bir bakarım buna.” demiştiniz. Ben okudum, siz de okuduysanız orada “erken seçim kararı” ibaresi geçmiyor. Kaldı ki Meclis bu kararı almadan, zaten Yüksek Seçim Kurulunun 120 sayılı Kararı’yla 2011 yılında seçimin yapılacağı açık ve net belirli. Bu hususta, değerli arkadaşlarım, ne olur, yani tarihî tutanakları okuyun ve ona göre bu konuşmaları yaparsak daha iyi olur. Çünkü Anadolu halkının bir inancı var, önce Allah’a inanır, sonra devlete inanır. Devlette de kime inanır? Devlet adına yetkisini kullananlara inanır. Yani onun için bu şekilde hakikate aykırı beyanlarda bulunmak doğru bir hadise değil.

Konuya geldiğimizde, değerli arkadaşlar, şu anda yürürlükte olan ilgili Anayasa kuralları şöyledir. Anayasa madde 101: “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır.” Yani belirsizlik yoktur. Anayasa madde 11: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” Anayasa madde 6: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Peki, bu açık kurallar karşısında yedi yılı, bugün görüştüğümüz yasayı nereden çıkarıyorsunuz? Yedi yıllık süre Anayasa’nın 101’inci maddesinde bugün artık yürürlükte olmayan eski metinde yer almıştır. Ama bu kuralın yürürlükten kalkmış olduğu da tartışılmaz bir gerçektir. Peki, yürürlükte olmayan bir kural nasıl oluyor da yürürlükte olanın yetkisini alıp Gül’ün görev süresi yedi yıl belirleniyor? Anayasa devlet organlarını bağlıyor ve daha önemlisi bir devlet yetkisinin kullanılmasını sağlıyor. Bu sorulara tutarlı ve mantıklı cevap vermek mümkün değil. Hukuk devletinin özünü oluşturan, hukuka güven ve buna bağlı olarak hukuk kurallarının olası etkilerini önceden bilme ve kestirebilme ilkesidir.

Çarpıcı bir örnek olsun diye veriyorum: Anayasa’nın 104’üncü maddesini Sayın Gül seçildikten sonra kısmış olsaydınız Cumhurbaşkanı Gül diyebilecek miydi ki: “Ben Anayasa’nın 104’üncü maddesiyle şu kadar görevlerle seçildim ve seçildikten sonra siz benim bu görev süremi, buradaki yetkilerimi kısamazsınız, ben aynı yetkilerimi istiyorum.” deseydi ne yapacaktınız siz? Bunu yapamayacaktınız. Bu, Anayasa’nın evrensel ilkesi.

Asıl buradaki sorun, Erdoğan-Gül çatışması. Erdoğan ile Gül çatışmasını engelleyebilmek için böyle bir geçişi nasıl yapabiliriz? Burada ben Türkiye Cumhuriyeti’nin milletvekili olarak, aynı zamanda Gül’ün de hak savunucusu olarak sizin Gül’e yaptığınız bu haksızlığı Türk halkına şikâyet ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Siz, burada Gül’e haksızlık yapıyorsunuz. Gül de benim gibi bir vatandaştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT TANAL (Devamla) – Uluslararası sözleşmelere aykırılık yapıyorsunuz, eşitlik ilkesine aykırılık yapıyorsunuz, lütfen bu haksızlıktan vazgeçiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, aynı mahiyette önergeler, söz vereceğim, oylamaya sunmuyorum önergeleri. Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna soracağım, ondan sonra. 

Evet, aynı mahiyetteki önergede söz isteyen var mı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Mehmet Erdoğan.

BAŞKAN – Mehmet Erdoğan, Muğla Milletvekili.

Buyurun Sayın Erdoğan. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerindeki önergemizle ilgili grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Şu anda üzerinde konuştuğumuz madde kanun tasarısına gereksiz olarak ilave edilmiştir, çünkü bu konu Anayasa’mızda açıkça yer almaktadır. Yüce Mecliste bir hayli hukukçu arkadaşımız var, ayrıca Meclis çalışmalarını yakından takip eden hukukçular var; bizi dinleyen hukukçular ve aklıselim insanlar, görüştüğümüz konuyu inanıyorum ki tebessümle takip ediyorlar. Hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencilerinin bile tartışmayacağı açık hükümleri lüzumsuz yere burada tartışıyoruz. Aslında, temel problem bir sistem üzerinde konuşamamak. İktidar, bütün kanun tasarılarında yaptığı gibi, günlük gelişmelere tepki olarak düzenleme yapmayı alışkanlık hâline getirmiştir. Oysa, birilerine tepki duyularak ya da günlük siyasi hesaplara göre yapılan düzenlemeler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeni sıkıntıları ve tartışmaları beraberinde getirmektedir.

İktidara tavsiyemiz, rüzgâra göre hareket etmekten vazgeçip, ortak akla uygun bir çalışma ortamı oluşturmasıdır. Olmayan sorunları varmış gibi göstermek ya da var olan sorunları yokmuş gibi göstermek, yüce Meclisin ve milletimizin zamanını çalmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Anayasa ile düzenlenmesi gereken hususları kanunla düzenlemek, kanunla düzenlenmesi gereken hususları Parlamentonun yetkilerini gasp ederek kanun hükmünde kararnamelerle düzenlemek çözüm üretemedi bugüne kadar arkadaşlar, bundan sonra da üretemeyecektir.

Şimdiyse, 11’inci Cumhurbaşkanı seçildiği tarihte yürürlükte olan mevzuata göre sürenin yedi yıl olduğu, beş artı beş olmak üzere yeniden yapılan düzenlemenin 11’inci Cumhurbaşkanı için geçerli olamayacağını iddia etmektesiniz. Bu, tartışılamayacak kadar açık bir husustur. Eğer 11’inci Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olması öngörülseydi Anayasa değişikliği oylanırken bu hüküm altına alınabilirdi. Şimdiyse önemli bir yanlışta ısrar ediliyor, Cumhurbaşkanının görev süresiyle Cumhurbaşkanının seçimi birbirine karıştırılıyor. Bugün biz Cumhurbaşkanının görev süresini tartışabilecek pozisyonda değiliz. Eğer bunu tartışacak isek ortaya bir Anayasa değişikliğini getirmek, gündeme bir Anayasa değişikliğini getirmek durumundayız. Şimdi, Cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili usulü tartışacaksak da bu kanundan bu hükümleri çıkarmak durumundayız. Anayasa’da düzenlenmiş olan bir hususun kanunla düzenlenmeye kalkışılması Anayasa’ya açıkça aykırıdır, bunu tartışmak bütün hukukçular için abesle iştigaldir. Anayasa’da açık olarak düzenlenmiş olan hususların aynı ifadeyle şu andaki kanunda yeniden ifade edilmesi anlamsız ve gereksizdir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi demokratik parlamenter sistemin özüne aykırıdır. Anayasa’da, Anayasa değişikliğinde bizim üzerinde durmamız gereken en önemli konu bence budur.

Yine, yüce Mecliste Anayasa değişikliği için bütün grupların katılımıyla bir Uyum Komisyonu kurulmuş, bu Komisyon çalışmalarına devam etmekteyken, bu konudaki bu Komisyonun çalışma alanına müdahale niteliğindeki bu düzenlemelerin burada tekrar gündeme getirilmesi de anlamsız ve gereksizdir. Bu Cumhurbaşkanının görev süresi, Cumhurbaşkanının yetkileri, demokratik parlamenter sistemin yeni anayasada nasıl yer alacağının Uyum Komisyonunda yeterince üzerinde çalışılıp yeni anayasayla birlikte Parlamentoya getirilmesi gerekir. Bu sebeple bu kanuna eklenen hem 3’üncü madde hem de geçici maddenin bu kanundan çıkarılması gerekmektedir. Bu anlamsız maddelerin üzerinde burada zaman kaybetmeye gerek yoktur.

Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.

Önergelerin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi bu talebi yerine getireceğim.

 

III.- Y O K L A M A

 

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, Sayın Kart, Sayın Aslanoğlu, Sayın Tayan, Sayın Akar, Sayın Genç, Sayın Dibek, Sayın Aygün, Sayın Tanal, Sayın Toptaş, Sayın Bayraktutan, Sayın Köprülü, Sayın Özkes, Sayın Köse, Sayın Canalioğlu, Sayın Şafak, Sayın Kuşoğlu, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Ekinci, Sayın Sarı.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/487) (S. Sayısı: 138) (Devam)

 

BAŞKAN – Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 3 ncü maddesindeki 1 nci fıkrasının “seçilebilir” ibaresinden sonra gelmek üzere “ilk seçim 2012 yılında yapılır” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

                                                     Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) –Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Demir Çelik, Muş Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelik.

DEMİR ÇELİK (Muş) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’na ilişkin söz almış bulunmaktayım. Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplum canlıdır, dinamiktir. Canlı ve dinamik olan toplumun siyasal, ekonomik, tarihsel taleplerini karşılamak herkesten ve her kurumdan önce yüce Meclisin görevi olsa gerek.

Bu yönüyle Meclis soruna yaklaştığında, palyatif, geçici, günü kurtarmaya hizmet edecek bir kısım kanun değişiklikleri yerine, yüzyılımızı, yüzlerce sorunu ve problemi kapsayan, halkları otoriter zihniyetten kurtaran, özgürlükçü, hak dağıtıcı, adilane bir gelir dağılımını sağlayan, toplumun refahı ve mutluluğunu esas alan bir zihniyete evrili olması hepimizin görevi olsa gerek.

Biz, 23 Nisan 2012’de 92’nci yılını kutlayacağımız Türkiye Büyük Millet Meclisinin doksan iki yılında, 1921, 1924, 1960 ve en nihayetinde 1980’de olmak üzere 4 kez Anayasa değişikliğine, yüzlerce defa kanun ve yasa değişikliğine gitme ihtiyacını duyan bir gelenekten geliyoruz.

Ne olursunuz, artık kanunlarla, yasalarla oynamak yerine “Toplum kimdir, kimlerden oluşmaktadır, toplumun inançsal, dinsel, etnik ve kimliksel sorun ve problemleri nedir?” üzerine yoğunlaşıp çözüme kavuşturmamız gereken gün gelip geçmiştir. Bizi sorun ve sıkıntılarla karşılaştıran bu tarihsel süreçte buna dair bir yoğunlaşma, buna dair bir ilgi ve duyarlılık sağlamadığımızda her gün bunları tartışırız.

2007 Ekim ayının üzerinden henüz dört yıl geçmişken 12 Eylül 2010 referandumunun üzerinden henüz bir buçuk yılı geçmişken yeniden benzeri sorun ve problemleri tartışıyor olmamızın izahatı olamaz, halka izah edemeyiz. Biz, 12 Eylül 2010 referandumunda “Halk iradesinden daha büyük iradi güç yoktur, hiçbir vesayete razı gelemeyiz.” diyen Sayın Başbakana, onun Hükûmetine ve sayın iktidar partisine hatırlatmak isteriz ki yapılmak istenen tam da 2007 Ekiminde halk iradesine götürdüğümüzde halk iradesini hiçleştirmektir, hiçe saymaktır. Yine, kanun devletine, kişinin ikbaline, kişinin geleceğine, kendisine görev edinen bir kuruma dönüştürmüş olacağız. Hâlbuki, bura, kurum değil, devlet organı değil, devletler erkinin olmazsa olmazı pozisyonunda bulunan yasama organıdır. Bu yasama organı, üzerine hassasiyetle titremesi gereken bir işlevi, rolü herkesten öncelikle görmek, karşılamak durumundadır. Hele hele, günümüz dünyasının giderek merkezî devletlerden ya da devlet anlayışından uzaklaştığı, sürdürülebilir, hesap verebilir, verimliliğin esas olduğu bir noktada iken, yani ademimerkeziyetçi yapıların esas alındığı bir sürece evrilmişken, yetkileri sonsuz, inisiyatifi geniş bir Cumhurbaşkanlığını halk iradesinden alıp yeniden yedi yıllık bir süreye tabi tutarak kanunla onu taçlandırıp güçlü kılacak bir zihniyet tarihin ve sürecin ruhuna denk düşmüyor. Toplumumuzun yaşadığı sorun ve sıkıntılara cevap olunabilecek bir zihniyetten yoksundur.

Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, ötekilerin -yani kendisini Anayasada bulamayanların- bizatihi sorun ve problemlerini çözüp barış içerisinde halkların, kültürlerin, kimliklerin bir arada yaşayabildiği bir iradeyi var edebilirsek, o iradenin üzerinde bir Cumhurbaşkanlığı, halkın hesap verebilirliği ilkesine dönüştürebilirsek, gerçek demokrasiyi, halklar bahçesinin özgürlüğünü sağlamış oluruz.

Bu duyarlılıkla, bir kez daha hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak iyi akşamlar diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demir.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

                                                                               Kapanma Saati:19.07

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.13

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mustafa HAMARAT (Ordu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

4’üncü madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 4 ncü maddesindeki 1 nci fıkrasının “geçerli oylar” ibaresinin yerine “seçmen sayısının” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

                  Hasip Kaplan                                        Sırrı Sakık                                      A. Levent Tüzel

                       Şırnak                                                 Muş                                                İstanbul

 

 

                   Demir Çelik                                      Pervin Buldan                                       Özdal Üçer

                         Muş                                                  Iğdır                                                   Van

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım önergeler aynı mahiyette bulunduğundan önergeleri birlikte işleme alacağım. Talepleri hâlinde de önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.

Şimdi, aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 4. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını diğer maddelerin teselsül ettirilmesini saygı ile arz ederiz.

 

                     Faruk Bal                                         Reşat Doğru                                     Nevzat Korkmaz

                       Konya                                                Tokat                                                Isparta

 

 

                Yusuf Halaçoğlu                           Hasan Hüseyin Türkoğlu                             Özcan Yeniçeri

                      Kayseri                                            Osmaniye                                             Ankara

 

Diğer önergenin imza sahipleri:

 

               Uğur Bayraktutan                                   Ali Serindağ                                         Atilla Kart

                       Artvin                                             Gaziantep                                              Konya

 

 

             Mehmet Hilal Kaplan                                 Ercan Cengiz                            Mehmet Volkan Canalioğlu

                      Kocaeli                                              İstanbul                                              Trabzon

 

 

                    Sakine Öz                                          Musa Çam                                 Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                       Manisa                                                İzmir                                                İstanbul

 

 

                  Ahmet Toptaş

                 Afyonkarahisar

BAŞKAN – Sayın Komisyon?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Katılmıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde Reşat Doğru, Tokat Milletvekili.

Buyurun Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 4’üncü maddesinin tasarı metninden çıkarılması için verdiğimiz önerge üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle ilgili seçim dönemi, seçim döneminin başlangıcı ve seçimlerin tamamlanması Anayasa’nın değiştirilen 101 ve 102’nci maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasa’da ve seçim mevzuatında var olan hususların tekrar tasarıya yazılması gereksiz ve anlamsızdır. Bu sebeple, maddenin metinden çıkarılmasının uygun olduğunu düşünüyoruz.

Bilindiği üzere, kanun değişikliklerinin veya tümüyle mevzuat değişiklikleri toplumsal bir ihtiyacı karşılamak için yapılır. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili beş artı beşi içeren kanun değişikliği daha önce Mecliste yasalaşmış, halk oylamasıyla da kabul edilmiştir. O kanunla beraber milletvekilliği süresi de dört yıl olarak tespit edilmiştir. 23’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu dört yıllık süre uygulanmış ve kimse bu yönlü olarak da itirazda bulunmamıştır. Ancak aynı durum Cumhurbaşkanlığına gelince değişmekte, yeni bir düzenlemeyle karşılaşılmaktadır. Bu düzenlemeyi anlamak çok zordur. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği halk tarafından kabul edildiğine göre o zaman neyi bekliyoruz? Neden iki sene sonra bunu uyguluyoruz? Anlamak çok zordur. Bu durum halka güvensizlik durumunu gösteriyor. Ayrıca, halkın bizzat kendisi tarafından referandumda kabul edilmiş bir metnin vekilleri tarafından değiştirilmesi halkın iradesine karşı bir nezaketsizlik değil midir?

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Cumhurbaşkanlığı görev süresinin beş yıl olduğunu ve kendisi isterse ikinci kez aday olabileceğini ifade ediyoruz. Mevcut Anayasa’mızda da bu konunun bariz şekilde açık olduğunu düşünüyoruz. Çünkü milletimiz halk oylaması yapmış ve karar vermiştir. Referandum esnasında da halkımız mevcut Cumhurbaşkanımızın aynı süreye tabi olmasından dolayı oy vermiştir. Bunu değiştirmek millî iradeye emrivaki yapmak, halkı yanıltmaktır. Getirilen bu kanun tasarısı AKP içerisindeki çekişmelerden, hesaplardan dolayı Meclisimizin gündemine gelmiştir.

Halkımız şu anda Cumhurbaşkanlığı seçiminden ziyade esas kendi gündemiyle meşguldür. İnsanlarımız çok büyük ekonomik sıkıntılarla karşı karşıyadır. Memur, işçi, çiftçi, esnaf, emekli, iş adamı çok zorluklar içerisinde yaşam mücadelesi veriyorlar. Anadolu’da insanlar üretimden vazgeçiyorlar. İç Anadolu Bölgesi’ndeki birçok şehir ve kasaba çok büyük oranda göç veriyor. İnsanlar tarlasını, arazisini, evini barkını bırakıp büyük şehirlere göçüyorlar. Anadolu şehirlerinin büyük kısmında milletvekili sayısı devamlı olarak düşüyor. Nüfusun düşmesine bağlı olarak da Tokat ili gibi birçok ilde belediyelerin kapanma durumuyla karşı karşıyayız. Anadolu şehirlerindeki belediyeler kapanmamalıdır. Belediye başkanları Hükûmetin yanında, Cumhurbaşkanımızdan da bu konuyla ilgili konuya sahip çıkılmasını, belediyelerin kapanmamasını istiyorlar.

Belediye hizmetleri bir gelişme göstergesidir. Şayet devlet olarak büyük şehirlere yığılmayı, göçü engellemek istiyorsak geriye dönüşü yani geri göçü teşvik edici çalışmalar yapmalıyız. Büyük şehirlerin varoşları çok dolmuştur. Uyuşturucu başta olmak üzere birçok kanunsuzlukla karşı karşıyadırlar. Hayatlarını devam ettirmek için her türlü işi yapmaktadırlar ancak Anadolu’da da köyler boşalmakta, araziler boş kalmakta, üretim de gittikçe düşmektedir.

Üretim düşüklüğünün sıkıntısı başlamıştır. Bugün çeşitli sebzesinden tutun da meyvesine kadar ithal etmekteyiz. Hayvancılıkta da geriye dönüş başlamıştır. Küçükbaş, büyükbaş hayvan ve et, süt, şarküteri ürünlerini ithal eder konuma gelinmiştir.

Gelin, Cumhurbaşkanlığının kanununu görüşüyoruz ama yeni bir kanunla da belediyelerin kapanmasını da ortadan kaldırmalıyız. Belediye başkanlarımız başta olmak üzere, halkımız bunu beklemektedir. İnanıyorum ki bu tür çalışmalar o tür çalışmaları da beraberinde getirecektir diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.

Yine, önergeler üzerinde söz isteyen Ahmet Toptaş, Afyonkarahisar Milletvekili, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 138 sıra sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 4’üncü maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın en can alıcı noktalarından biri, 31/5/2007 tarihinde düzenlenen 5678 sayılı Anayasa değişikliğiyle ilgili, Cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıl olduğu ve bu en fazla iki kez seçilebileceği yönündeki hükmün bir yasayla ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemedir. Bu düzenleme açıkça Anayasa’ya aykırı olup bugüne kadar yüce Mecliste böyle bir düzenleme örneği görülmediği gibi, anayasa hukukunda da böyle bir uygulamaya onay veren görüş ve düşünceye ne evrensel hukuk uygulamalarında ne de doktrinde rastlamak mümkün değildir.

Anayasa değişiklikleri ve referandum yapılması dönemlerinde de Cumhuriyet Halk Partisi olarak sürekli vurguladığımız gibi, bu konuda yapılan düzenleme, özellikle yoruma ve çoğunluğun istediği gibi yönetmesine uygun muğlak bir düzenleme olarak yapılmıştır. AKP içindeki koalisyonlar arası çekişmelerin sonucu Sayın Gül’ün yeniden aday olmasının önüne geçilmesine gerek görüldüğü için yoruma açık bu Anayasa düzenlemesi ile yukarıda belirttiğimiz gibi yasa yaparak Anayasa hükmünün değiştirilmesi yolu açılmıştır. Bu işten vazgeçin. Ya Sayın Gül’ü ikna edin, yeniden aday olmasın ya da Sayın Başbakanın “Kardeşim Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayımdır.” diyerek Sayın Gül’ü nasıl Cumhurbaşkanı adayı yapmışsa Sayın Gül de “Ben aday değilim, bu dönem Kardeşim Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı adayımdır.” desin ve bu işi bitirin. Kendi partinizin iç çekişmelerine yüce Meclisi araç etmeyin lütfen.

Bir başka can alıcı nokta, değerli milletvekilleri, AKP’nin getirdiği bu tasarı ile yüksek yargı üyelerinden memurlara, partilerin ilçe yöneticilerinden belediye meclisi üyelerine kadar, aday olanların, aday listeleri kesinleştiği tarihte görevlerinden ayrılmış sayılacakları hükmü getirilmiştir. Bu hüküm getirilirken Başbakanın, bakanların aday olmaları hâlinde görevlerinden ayrılmamaları hakka, hukuka uygun mudur? Yani “Bir ilçe başkanı, bir sıradan kamu görevlisi, memur, bir astsubay aday olduğu ve adaylığı kesinleştiği zaman artık görevinden ayrılacak çünkü elinde bulunan küçük kamu yetkisini Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi amacına kullanacak.” diyeceksiniz, her türlü yetkiyi elinde tutan bakanı, Başbakanı bu hükümden ari tutacaksınız.

Biz bunun acı örneklerini geçmişte çok yaşadık. Genel seçimlerde de yerel seçimlerde de yaptığınız uygulamalar belli. Devletin bütün olanaklarını nasıl kullandığınızı, yarattığınız yandaş medya ve sahibinin sesi hâline getirdiğiniz televizyonları nasıl kullandığınızı gördük. Şimdi, bir de bu düzenlemeyle Cumhurbaşkanı adaylarına devlet yardımı vermeyeceksiniz, halkın, iş adamlarının ya da şahısların nakdî bağışlarıyla bu seçim kampanyasını yürüteceğini söyleyeceksiniz. Bunun da acı örneklerini gördük. Hangi iş adamına Sayın Başbakanın “Ya taraf olursunuz ya bertaraf olursunuz.” dediğini hatırlayın. Yarın, seçim kampanyalarında Başbakanın dışında aday olan herhangi bir kişiye bir iş adamı nakdî yardım yaptığında, bunun da banka hesabına yatırıldığında o iş adamının başına neler geleceğini o iş adamı şimdiden düşünecektir. Hangi iş adamı Sayın Başbakanın dışında herhangi bir başka adaya nakdî yardımda, seçim kampanyasında yardımda bulunabilir? Değerli arkadaşlar, bunların çok acı örneklerini hep beraber gördük. Bunu kabul etmeyebilirsiniz ama  kendi kendinize kaldığınızda vicdanınızda bunları değerlendirdiğinizi ben biliyorum.

Taşeron işçileri “Kadroya alacağız.” diye kandırdınız, emeklileri kandırdınız, Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan, elektriği olmayan insanlara buzdolabı dağıttınız, suyu olmayan yerlere çamaşır makinesi dağıttınız, sanayici ve iş adamlarına “Ya taraf ol ya bertaraf ol.” dediniz, insanları vergi kontrolüyle korkuttunuz. Elinde Başbakanlık yetkisi olan, yürütme yetkisi olan bir şahıs Başbakanlık görevini yürütürken Cumhurbaşkanı adayı olduğunda bu halkın karşısına hangi tehditlerle çıkacağını biz biliyoruz. Bunları yerel seçimlerde yaşadık, genel seçimlerde yaşadık. Bu seçimlerin adil bir Cumhurbaşkanı çıkarmayacağını biz de biliyoruz, siz de biliyorsunuz. Dolayısıyla lütfen vazgeçin bu tür ilişkilerden. Türkiye, demokratik, laik, hukuk devletine yakışır bir Cumhurbaşkanı seçsin kendisine ve buna destek olun.

Bu tür manipülasyonlarla seçilecek Cumhurbaşkanının da bu ülkede saygı görüp görmeyeceği konusunu yeniden değerlendirin diyorum.

İyi akşamlar.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Toptaş.

Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

OKTAY VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Başladık oylamaya Sayın Başkan.

BAŞKAN – Oylamaya sunulduktan sonra söylediniz Sayın Vural.

… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 4 ncü maddesindeki 1 nci fıkrasının “geçerli oylar” ibaresinin yerine “seçmen sayısının” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                    Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Özdal Üçer, Van Milletvekili, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Milletvekili olarak bu kürsüde söz aldığımızda Genel Kurulu selamlıyoruz. Ben de konuşmama Genel Kurulu selamlayarak başlamak istiyorum.

Milletin iradesiyle bu Meclise gelip de bizzat bu Meclis tarafından görevlendirilmiş Hükûmet yetkililerince tehdit edilmek ve onların emirleriyle görev yapan kamu görevlileri tarafından darp edilmek durumlarıyla çoğu defa yüz yüze kalmış bir vekil olarak halk iradesine gidilmesinin, halkın iradesinin önemsenmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak isterim.

Elbette temsilî demokratik sistemden doğrudan demokratik sisteme geçilmesi, temsilî Meclis aritmetiğiyle Cumhurbaşkanı seçilmesinden halk oylamasıyla Cumhurbaşkanının seçilmesi önemli. Cumhurbaşkanının adaylığının belirlenmesi de halk tarafından mümkün olsa bu daha demokratik olur.

Çoğu kanun tasarısında “demokratik” sözcüğünü kullanıyoruz ya, Türkiye’de Anayasa’nın 2’nci maddesi gereği de demokrasi ilkesini çok kez dile getiriyoruz ve Hükûmetin “ileri demokrasi modeli” diye belirttiği yapı içinde daha da ilerleyen bir demokratik işleyiş karşımıza geliyor. Aslında bunun bir demokratikleşme yasa çalışması olmayıp bir AKP siyasal projesi, birilerinin şahsı için belli makamları hazırlama projesi olduğunu artık halktan kime sorarsanız biliyor. Yani birinin Cumhurbaşkanlık koltuğunu sağlama almak için bir düzenleme olduğunu ve Meclis çalışmasının aslında çok daha nitelikli olması, halkın iradesini doğrudan temsil etmesi gereken Meclis çalışmasının aslında böylesine -biraz “düzmece” diyeceğim çünkü- Anayasa’yı ihlal eden… Yeri geldiğinde çokça “Anayasa’yı ihlal ediyorsunuz, Anayasa’yı ihlal ediyorsunuz.” diye bize bağırıp çağırmalar oluyor ama bu bize saldırma gerekçeniz olan Anayasa’yı çok defa ihlal ettiğiniz durumunu bugün de gerçekleştiriyorsunuz. Yani bunun bir tiyatro olduğunu, Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapabilmek için bir çalışma olduğunu herkes biliyor.

Ben bir birey olarak şunu söylüyorum: Bu on yıllık iktidarınız süresince Türkiye’de “ileri demokrasi” diye diye bütün halk kesimlerinin zararına her türlü çalışmaya imzasını atmış birine Cumhurbaşkanlık makamının zemininin hazırlanmasını içime sindirmiyorum. İçine sindirmeyen milyonlarca insanın var olduğunu biliyorum ve umuyorum ki kendisi için Cumhurbaşkanlık makamını görmek ensesini görmek kadar zor bir şey olur.

Ben her kürsüye çıkışımda Van depreminden bahsediyorum, bahsedeceğim. Yüz binlerce insan mağdur oldu, yüzlerce kişi… Her bakan sırasıyla kürsülerde söz alıp “Van depreminde gereken yapıldı.” dedi. Tabii, bunu halkın vicdanına havale ediyoruz ama Van’da çadır yangınları sonucu ölümler devam ediyor, açlık, sefalet sınırında yaşayan insanların sayısı gün geçtikçe artıyor, kendisine verilen vaatlerin gerçekleştirilmesini bekleyen esnaf kan ağlıyor, eğitim sorunları diz boyu, sağlık sorunları o kadar çoğalmış ki tarif etmek mümkün değil. Bizzat Valilik tarafından göç ettirilip değişik illere dağıtılan insanların Silifke’de, Aksaray’da, değişik illerde ırkçı saldırılara maruz kalması ve buna Hükûmet, devlet yetkililerinin sessiz kalması da ayrı bir sorun.

Deprem doğal bir afetti ama Van halkının başına gelen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Üçer.

Önergeyi oylarınıza sunacağım ancak karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Kâtip üyeler arasında uyuşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağım.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

5’inci madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanun Tasarısının 5. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını diğer maddelerin teselsül ettirilmesini saygı ile arz ederiz.

                     Faruk Bal                                Hasan Hüseyin Türkoğlu                            Nevzat Korkmaz

                       Konya                                             Osmaniye                                             Isparta

                 Özcan Yeniçeri                                  Yusuf Halaçoğlu

                       Ankara                                              Kayseri

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısının 5 inci maddesinin, Anayasanın ilgili maddeleri ile TBMM İçtüzüğünün 38 inci maddesine açıkça aykırılık taşıdığından tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

               Uğur Bayraktutan                                   Ali Serindağ                                         Atilla Kart

                       Artvin                                             Gaziantep                                              Konya

 

                  Ercan Cengiz                                        Musa Çam                                          Sakine Öz

                      İstanbul                                               İzmir                                                Manisa

        Mehmet Volkan Canalioğlu                     Ferit Mevlüt Aslanoğlu                                Kamer Genç

                      Trabzon                                             İstanbul                                              Tunceli

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 138 sıra sayılı yasa tasarısının 5 nci maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                  Hasip Kaplan                                        Sırrı Sakık                                      A. Levent Tüzel

                       Şırnak                                                 Muş                                                İstanbul

                    Özdal Üçer                                       Pervin Buldan                                      Demir Çelik

                         Van                                                  Iğdır                                                   Muş

BAŞKAN – Önergeler aynı mahiyette olduğu için birlikte işleme alacağım.

Sayın Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerine verdiğimiz önergede düşüncelerimizi açıklamak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, Kıbrıs Türklüğünün bozkurdu, yol göstericisi rahmetli Rauf Denktaş’ı saygıyla anıyorum, kendisine Cenabıallah’tan rahmet diliyorum, ailesine ve aziz milletimize de başsağlığı diliyorum.

Bu önergeyle 5’inci maddenin tasarı metninden çıkarılmasını teklif ediyoruz. Bu madde, siyasal sistemimiz açısından bazı riskleri, yozlaşma ihtimallerini ihtiva etmektedir. Küreselleşen dünyada NATO, AGİT gibi birlikler birtakım barış amaçlı askerî müdahalelere her zaman karar verebilir ve bu birliklerin içerisindeki devletimiz de bu kararlarla birlikte, bu kararlara ortak olabilir. Özellikle uzak coğrafyalarda bulunan ülkeler ile Türkiye böylece kolayca savaşın eşiğine gelebilir. Bu tür ihtimallerle gelecekte sık sık karşılaşabileceğimizi şimdiden söylemek mümkündür.

Anayasa’mızın 78’inci maddesinde Meclis seçimlerinin savaş sebebiyle geri bırakılması hususu düzenlenmiştir. Demokrasilerde millî iradenin sonlanması, ara verilmesi yahut millî iradenin tecelli ettiği yer olan parlamentoların askıya alınması gibi bir seçeneğe hiçbir zaman cevaz verilmediği için, daha doğrusu bu ihtimal hiçbir zaman bir seçenek olarak görülmediği için anayasalarda parlamentoların son derece istisnai bir hâlde -ki bu bizim sistemimizde savaş hâlidir- seçimlerin bir yıl süreyle ertelenebileceği yer almıştır. Bu hususta geniş yorum yapılmamalıdır, Anayasa’da böyle bir şey yoksa yasalarla düzenlemeye tevessül edilmemelidir. Millî iradenin tecellisine istisna getiren bu durumun yasalar ya da kanunlar hiyerarşisinde daha altta yer alan diğer düzenlemelere konu yapılmasının önü açıldığı takdirde, Anayasa’da yer alıp sadece Anayasa’da düzenlenmesi gereken ve böylece emredici niteliği olan birçok kabulün kolay değiştirilmesini de zımnen kabul etmiş olursunuz. Anayasaların toplumsal sözleşme ve kolayca değiştirilmemesi gereği ve hususiyetini muhafaza etmek gerekir. Açıkçası, 5’inci madde Anayasa’nın sadece Meclis için öngördüğü bir hâli kıyas yoluyla tasarıya taşımaktadır. Anayasa’da olmayan bir norm geniş yorum yapılarak yasayla doldurulmaya çalışılmaktadır ki bu durum açıkça Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.

Bu eleştirilerimizi Komisyonda dile getirdiğimizde, Hükûmet temsilcisi Sayın Bozdağ da eleştirileri haklı görmekle beraber zorunluluk doğabileceğini ve şu anda Anayasa’da bir boşluk olduğunu, bu istisnai durumun dahi öngörülerek düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz de bu tespite katılabiliriz ancak katılmadığımız, bu düzenlemenin yapılış şeklidir. 2010’daki Anayasa değişiklik tasarısında Hükûmet bu düzenlemeyi Meclisin ve halkın önüne getirmemiştir. Cumhurbaşkanının görev süresinin ne olduğu Hükûmet tarafından bugüne kadar ortada bırakılmıştır. Bugün bu düzenlemenin bir yasayla yapılmaya çalışılması tutarlılık arz etmemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu düzenlemenin Anayasa değişikliği ile yapılmasının hem hukukun genel prensiplerine, Anayasa’nın emredici niteliğine hem de siyasal anlayışımıza uygun olduğu kanaatindeyiz. Anayasa’yı değiştirme çalışmalarının yapıldığını, bunun için Uzlaşma Komisyonunun gayret gösterdiğini kamuoyu biliyor. Gelin, bu değişikliği, bu eksikliği Anayasa değişikliği tasarısında giderelim.

Bugün için stratejik bir eksiklik olduğunu da düşünmüyorum çünkü Anayasa’mızda Cumhurbaşkanlığına, görev süresi tamamlandığında, kimin vekâlet edeceği hususu açıktır. Bildiğiniz gibi, bu makam, Anayasa’mızın 106’ncı maddesine göre, Meclis Başkanıdır. Vekil, asilin tüm yetkilerini haizdir. Nitekim, Anayasa’mızda bu husus da açıkça belirtilmiştir diyor, birtakım hukuki değerleri çiğnememek adına, suistimallere kapı aralamak anlamına gelecek 5’nci maddenin tasarıdan çıkarılması önerimize desteklerinizi beklediğimi ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.

Önerge üzerinde söz isteyen Hüseyin Aygün, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Aygün. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Değerli arkadaşlar, iyi akşamlar; Genel Kurula saygılar.

Bu tasarı boyunca bütün partilerin, bütün muhalefet gruplarının ve burada söz alan bütün arkadaşların eleştirileri hemen hemen aynı. Genel Kurul, buradaki toplantı, millî iradeyi güya yansıtıyor ama iki yıl evvel yapılan referandum oylaması sonucu millî iradenin şekillendiği metin, bugün hiç de uygun olmayan usul ve yöntemlerle, bir yasa ile oldubittiye getirilerek her zamanki gibi değiştirilmeye çalışılıyor.

Söz aldığım maddeyle ilgili de ne yazık ki durum böyle. Anayasa’da 77 ve 78’inci maddelerde çok net vurgular olduğu hâlde bu konuda da Anayasa hiçe sayılarak bir değişiklik yapılmaya çalışılıyor. Bunu ben de benden önce söz alan arkadaşlar gibi eleştiriyorum. Bunu gerekli bulmuyoruz, öncelikle millî iradenin karşısında bir girişim olarak görüyoruz.

Millî irade derken tabii, bu konuda vesayeti yok ettiğini, yeni bir demokratik rejim kurduğunu on yıldır yüksek sesle söyleyen Hükûmet, 2010 referandumundan sonra bunu çok daha şiddetli bir şekilde, özellikle referandumun kendi lehine sonuçlanması için yürüttü ve başarılı oldu. Ancak bu arada çok ilginç şeyler oldu. Türkiye zaten o kadar tuhaf bir ülke ki aralarında çocukların da bulunduğu 34 kişinin katledildiği bir olay bugün artık ülkenin gündeminde konuşulmuyor bile. Dün, beş yıldır bu ülkenin gündeminde olan, herkesi meşgul eden Hrant Dink davası, örgüt olmadığı kararıyla sonuçlandı ve adi bir olay, adi bir cinayet olarak nitelendi. Yarın İstanbul’da onu protesto edeceğiz, bunun aslında devletin süjelerinin, kamu görevlilerinin, valilerin, emniyet müdürlerinin, il jandarma alay komutanlarının içinde bulunduğu planlı bir cinayet olduğunu sağır sultan bile duydu ama mahkeme ne yazık ki bunu duymadı ve verdiği kararla adalet isteyenleri bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Hatırlarsanız, Hrant öldürüldüğünde Ermeni diasporası şunu söylediler: “Bunu Türkiye’de bir mahkeme yargılayamaz, yargılasa da adil olarak bu olayın üzerine gidemez.” ve hepimiz haklı olarak tepki gösterdik, bizim yargımıza müdahale ediliyor ve saygısızlık söz konusu diye. Ama beş yıl sonra ortaya çıkan tabloya bakar mısınız arkadaşlar, olayda yer alan hiçbir kamu görevlisi soruşturulmadı, olayda jandarma ve emniyetin istihbaratçısı olduğunu beş yıldır mahkemede söyleyen Tuncel beraat etti, Hrant cinayetinden ceza almadı. Olayda beraat edenler ceza alanlardan daha fazla. Hatta, Ogün Samast’ın bile, bir yargı yorumuna göre, tahliye olma durumu var. Bu açıdan, hani, diasporanın o günkü sözlerine ne kadar kızdığımızı hatırlıyorum, bugün ortaya çıkan tablonun da hepimizi ne kadar hayal kırıklığına uğrattığını not etmek istiyorum.

Yine -son hafta çok garip- Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya, artık kendilerine serum bağlanırken dava açıldı darbe yapmaktan, 650 bin kişiye işkence etmek, 2 milyon kişiyi fişlemek, 30 bin kişiyi vatandaşlıktan atmak ve burada konuştuğumuz Parlamentoyu kapatmaktan. 4 Nisanda yargılanacaklar ama bu arada, tutuksuz yargılanan bu kudretli paşaların davasını büyük bir tepkisizlikle izleyen, hiçbir heyecan duymayan Türkiye toplumu, tam 350 tane askerin -aralarında eski Genelkurmay Başkanı da var- darbeye teşebbüsten tutuklu yargılanmalarını ibretle ve dehşetle izliyor. Bunu da Genel Kurulun takdirlerine sunmak istiyoruz.

Yine yargı kararı… Adalet Bakanımız buradaydı; keşke bulunsaydı ve dinleseydi. Roboski ve Bujeh’de meydana gelen olay için Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığı gizlilik verdi mesela. Değil Diyarbakır’daki vatandaşlar, yüreği yanık analar, biz bile o soruşturmanın nasıl yürütüldüğünü, kimlerin, nasıl öldürüldüğünü, bombardıman uçaklarının düğmeye hangi süreçlerden geçtikten sonra bastığını bilmiyoruz, zira dosya kapalı. Buna bizim bile müdahale etme yetkimiz bulunmuyor. O yüzden, “millî irade” derken, “halk egemenliği” derken sadece -lütfen- aldığınız oylara bakarak değerlendirme yapmayınız; bir soruşturmanın adil yürütülmesi, bir davanın tüm tarafları tatmin edici bir şekilde sonuçlanması da millî iradenin bir gereğidir. Ama ne yazık ki bunlar hiç olmuyor ve mahkeme kararları genelde bizim grup çıkarlarımıza aykırı olduğunda yerden yere vuruluyor. Bu bakımdan, bu girişimin de olumsuz bir girişim olduğunu söylemekle yetinmeliyim.

Denktaş ve Lefter’i saygıyla anmak isterim ve Lefter’in iki üç yıl evvel, seksen yedi yaşındayken şunu söylediğini Genel Kurula hatırlatmak istiyorum: 6-7 Eylül olayları olduğunda, kendisiyle ilgili yapılan bir mülakatta, konuşmak istemediğini, makine kapatılırsa konuşabileceğini söylemiş. Bunu da düşünmenizi diliyorum. Hrant olayından sonra da Türkiye Ermeni yurttaşlarının nasıl yaşadığını bir kez daha düşünmenizi rica ediyorum.

Çok teşekkürler dinlediğiniz için. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerge üzerinde söz isteyen Nazmi Gür, Van Milletvekili.

NAZMİ GÜR (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kurum, bu çatı altında Türkiye'nin geleceğini, halklarımızın geleceğini oluşturduğumuz hukukla, yaptığımız yasalarla oluşturmaya çalışıyoruz, yön vermeye çalışıyoruz. Tabii, hukuk herkes için gerekli. Tıpkı demokrasi gibi, tıpkı evrensel haklar ve özgürlükler gibi herkes için, hepiniz için bir gün hukuk lazım olacak. Hukukun kişiye, zümreye, partilere, sınıflara göre yapılmayacağını en iyi bilmesi gereken herhâlde bu Mecliste, bu çatı altında bulunan siz  değerli milletvekilleri olmalısınız. Bu nedenle, yapmaya çalıştığımız, çıkarmaya çalıştığımız bir yasayla Cumhurbaşkanının seçimi ve görev süresiyle ilgili olarak yaptığımız bu çalışmayla herhâlde bu çalışmanın, önümüze getirilen bu taslağın evrensel hukuka uygunluğunu, hele hele 12 Eylül Anayasası’na dahi aykırı olduğunu bütün kamuoyu, bütün dünya bizi izliyor.

Tabii, evrensel hukuktan söz etmişken evrensel hukukun sınırlarının da o ülkedeki demokrasinin sınırlarını çizdiğinin de hepimiz farkındayız. Nasıl ki Sayın Başbakan hep ileri demokrasiden söz ediyor. Eğer bir ülkede hukuk bu kadar çiğneniyorsa, eğer bir ülkede hukuk bu kadar yok sayılıyorsa o ülkede elbette demokrasiden, hele hele ileri demokrasiden söz edilemez. Söz edilse olsa olsa bir AKP sultanlığından, bir AKP sultasından, hatta hatta bir AKP faşizminden söz edilebilir.

Üç temel örnek var size göstereceğimiz. Çok sıcak yaşandı hem de son birkaç gün içinde yaşandı. Birincisi, Sevgili Hrant’ın davası. Tabii, mahkemeler -tırnak içinde- bağımsız yargı, bu davayı sonuçlandırmış gibi görünüyor ama avukatların da söylediği gibi, biz Hrant’ın dostları da söz veriyoruz Hrant’a, onun aziz hatırası önünde, bu dava burada bitmedi, bu dava sürecek. Bu dava elbette ki Strasbourg’tan da dönecek.

Değerli arkadaşlar, üçüncü örnek Roboski katliamı yani Uludere’deki Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu öldürülen 34 sivil. Ne diyordu Sayın Başbakan yirmi dört saat sonraki açıklamasında? Elde dört saatlik görüntüler varmış. Soruşturmayı sürdüren savcı -bugün sizler de okumuşsunuzdur, basına düştü- bu görüntüleri istiyor ve bu görüntülerin de kendilerine ne zaman ulaştırılacağını tahmin edemiyor, söyleyemiyor çünkü asla ulaşmayacağını da biliyor ve değerli arkadaşlar, Roboski katliamı ve bu katliamın  belki de naklen  görüntülerini alan, bu dört saatlik görüntüyü ne kamuoyu ne soruşturmayı sürdüren savcı ne de -bu olayı gerçekleştirenlerin arkasında olan güçler tabii ki biliyor da- dünya kamuoyu bilmiyor. Ancak şunu söylemekte fayda var: Roboski katliamı da bugün artık dünyanın gündeminde ve emin olun ki orada öldürülen 34 kişinin hesabı tek tek sorulacak ve Roboski’de emir verenler, Roboski’de tetiği çekenler, Roboski’de bu katliamı gerçekleştirenlerin tamamı bu hukuk önünde yargılanamasalar bile tarihin önünde ve  insanlık vicdanının önünde bu katliamı gerçekleştirenler, bu insanlık suçunu işleyenler elbette ki mahkûm olacaklardır.

Üçüncü önemli konu, değerli arkadaşlar, tabii umarım bir gün polis sizin de kapınızı çalmaz ama milletvekillerimizin, milletvekillerinin, bu Parlamentonun bir üyesinin evi basılıyor, bilgisayarına el konuluyor ve inşallah sizin de bir gün evinizin kapısı çalınmaz, bu polis korkusuyla, bu polis devleti korkusuyla yaşamazsınız. Hep mağduru oynadınız, şimdi de zalimi oynuyorsunuz ama bizler, bu zulmün karşısında asla diz çökmeyeceğimizi ve sizlere sonuna kadar direneceğimizi beyan ediyoruz, KCK tutuklamaları adı altında bizi asla sindirmeyeceğinizi söylüyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin tamamlanmış olması sebebiyle, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 19 Ocak 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                                                                            Kapanma Saati: 19.54



(x)  138 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.