TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                                                  47’nci Birleşim

                                                                                         4 Ocak 2012 Çarşamba

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                                               İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, Veremle Savaş Eğitimi Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin, basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sivil memurların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve  Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Madenci Yürüyüşü’nün 21’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, Haydarpaşa-Kocaeli arasındaki tren hattının kapanacak olmasına ilişkin açıklaması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 20 milletvekilinin, çocuk ve gençlerde madde bağımlılığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/89)

2.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 20 milletvekilinin, 1930 yılında Van’ın Erciş ilçesindeki Zilan bölgesinde yaşanan olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)

3.- Adana Milletvekili Ali Halaman ve 22 milletvekilinin, narenciye üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)

B) Tezkereler

1.- TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Gürcistan Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Akaki Minashvili'nin vaki davetine icabetle Gürcistan'a resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/720)

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/446) (S. Sayısı: 26)

3.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112)

VIII.- OYLAMALAR

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Orta Asya ve Arap ülkelerine yapılan ihracatın teşvik edilmesi ve öğrenci değişimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/1298) (Ek cevap)

2.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Akhisar Sigara Fabrikasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/1519)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, 657 ve 662 sayılı KHK’lar ile yapılan bazı düzenlemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1573)

4.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir köy camisinin onarımına ve cami lojmanı yapılmasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1689)

5.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1763)

6.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, yurt dışı seyahatlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1801)

7.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın, Cumhurbaşkanının görev süresine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1912)

8.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Akkuyu Nükleer Güç Santrali için alınan izinlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/1936)

9.- Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt’un, 2010 yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısında uygunlk bildirimi verilmeyen bazı merkezî yönetim hesaplara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/1976)

10.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, KHK’lar ile bazı üst düzey yöneticilerin görevden alınmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/1986)

11.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, Akkuyu Nükleer Güç Santraline ve olası zararlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/2036)

 

4 Ocak 2012 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

_____ 0 _____

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri beşer dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükûmetin cevap süresi yirmi dakikadır.

Gündem dışı ilk söz, Verem Savaş Haftası münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Türkan Dağoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Dağoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, Veremle Savaş Eğitimi Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

 

TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Veremle Savaş ve Eğitimi Haftası nedeniyle gündem dışı konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Verem, dünyada çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Her yıl yaklaşık 9 milyon kişi verem hastalığına yakalanmaktadır, ayrıca dünya nüfusunun üçte 1’i de tüberküloz mikrobuyla enfekte durumdadır.

Ülkemizde tüberküloz 1940 ve 50’lerde birinci sırada ölüm nedeniydi; 1953 ve 70 yılları arasında başarılı çalışmalar yapılmış, hastalık kontrol altına alınmış ancak bu açıklandıktan sonra çalışmalar gevşetilmiştir ve bu nedenle 1977’den itibaren hastalık tekrar artmaya başlamıştır.

Dünya Sağlık Örgütü, 1993 yılında, hükûmetlerin tüberküloz kontrol programlarının zayıflaması ve süratle artan vakalar nedeniyle tüberküloz için acil durum ilan etmiştir.

Ülkemizde, 2003 yılından bu yana, Dünya Sağlık Örgütü tarafından uygulanan Küresel Kontrol Programı’yla aynı standartta Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde Ulusal Tüberküloz Kontrol Programı uygulanmaktadır. Bu program üç basamaktan oluşmaktadır.

İlki: Verem Savaş Dairesi Başkanlığında verem savaş dispanserleri, aile sağlığı merkezleri, toplum sağlığı merkezleri ve tüm sağlık kurum ve kuruluşları tüberkülozun kontrolü çalışmalarını planlamakta, yürütmekte ve izlemektedir.

İkinci olarak: 2003 yılından itibaren Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği doğrudan gözetimli tedavi stratejisi uygulanmaktadır. Bu nedir? Doğrudan tedavi stratejisi, hastanın ilaçlarını tüm tedavi süresince bilgilendirilmiş ve yetkilendirilmiş bir görevlinin gözetiminde içmesi ve bu durumun kayıt altına alınmasıdır.

Üçüncü olarak: 2010 yılından itibaren tüberküloz ilaçlarının dağılımı herhangi bir sosyal güvencesi olmasa da birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmeti veren kurumlardan hastalara ücretsiz olarak temin edilmektedir ve bu, Verem Savaşı Dairesi Başkanlığınca temin edilip dağıtılmaya başlanmıştır.

Sonuçta, Tüberküloz Kontrol Programı kapsamında hizmete erişim kolaylaşmış, doğrudan gözetimli tedavi stratejisi uygulanmış, riskli gruplar belirlenmiş, hastalık ve hasta hakları konusunda toplum bilgilendirilmiş ve topluma tüm sağlık-bakım hizmeti veren tarafların veremle mücadeleye katılmaları sağlanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütünün tüberkülozun yayılmasıyla ilgili hedefi 2015 yılına kadar 1990 yılına kıyasla yarıya düşürmektir. Türkiye’de 1990 yılında bu oran yüz binde 52 iken 2010 yılında yüz binde 24’e indirilebilmiştir yani öngörülenden beş yıl önce hedefe ulaşılmıştır. Türkiye,  2010 yılı yeni yayma pozitif olgularda tedavi başarısı konusunda Dünya Sağlık Örgütü Avrupa bölgesinde yer alan 53 ülke arasında başarı sıralamasında 3’üncü sırada yer almaktadır. Alınan sonuçlar göstermiştir ki ulusal bazda Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında bu konu da başarıyla uygulanmaktadır ve başarıya da ulaşılmıştır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağoğlu.

Gündem dışı ikinci söz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve kamuoyunun dikkatini çekmek için medyayla ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Oktay Ekşi’de.

Buyurun Sayın Ekşi. (CHP sıralarından alkışlar)

 

2.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin, basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

OSMAN OKTAY EKŞİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurunuza, uzun süredir kanayan ama sizin, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekillerimizin görmezden geldikleri bir yaraya dikkatinizi bir kere de ben çekeyim diye çıktım. İtiraf edeyim ki, vicdanlarınızı harekete geçirebileceğim konusunda fazla iyimser değilim ama yine de umutsuz olmak istemiyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlar; siz, 2001 yılının ağustos ayında kurduğunuz partiyle kamuoyunun karşısına çıktınız. Bu ülkeye daha önce görmediğimiz kadar özgürlük vaddettiniz. Daha öncekilerden çok daha iyi bir demokrasi ve daha öncekilerden çok daha ciddi bir hukuk devleti inşa etmek vaadiyle iktidara geldiniz. Bugün, yani iktidarınızın dokuzuncu yılını da geride bıraktığımız tarihte Türkiye'nin adı “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi”ne döndü. Artık sokaktaki adamın bile bildiğini tekrarlayacak, yani Türk gazetecilerinin daha üç kuşak öncesine kadar içinde yamyamların yaşadığı ülkelerdeki meslektaşlarının özgürlüğüne gıptayla baktığından söz edecek değilim. Arzu ederseniz bu ülkelerin listesini hemen takdim edebilirim. Genel kabul görmüş uluslararası ölçümler Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sayesinde bir Türk gazetecisinin Moğolistan’daki, Tacikistan’daki ve Bangladeş’teki meslektaşı kadar bile özgür olmadığını söylüyor. Çok merak ediyorum, siz bu gerçekleri görmüyor musunuz? Görüyorsanız vicdanınızın sesini nasıl bastırabiliyorsunuz? Bakıyorum, sözcüleriniz Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında demokrasimizin çok geliştiğini söylüyor, “Daha önce tabu olan birçok konu, şimdi rahatça ele alınabiliyor, yazılabiliyor.” diyorlar. Bir bakıma doğru tespitler bunlar. Gerçekten, önceki yıllarda üstüne gidilemeyen, âdeta dokunulmazlık imtiyazı yaşayan silahlı kuvvetlerimize, şimdi, herkes ağzına gelen her şeyi söylüyor çünkü silahlı kuvvetler bir iktidar odağı olmaktan çıktı.

Peki, madem herkes çok özgür, bana lütfen söyler misiniz, bugün Türkiye’de, Sayın Başbakanı kızdırması ihtimali olan herhangi bir şey yazabilen var mı? Bırakın başkasını, aranızda, Başbakanı kızdırmış olabileceğini fark edince etkin pişmanlık yoluyla af dilemeyen kaldı mı?

Açık konuşalım dostlarım, özgürlük, düşüncelerinizi, eleştirilerinizi, iktidar sahibinin yüzüne karşı güvenle ifade ettiğiniz zaman var demektir.

Sadece Başbakanı değil, bugün iktidarınızın gizli ortağı olduğunu herkesin bildiği bir cemaati de kimse yazamıyor, hatta o cemaatten artık siz de korkuyorsunuz çünkü Ahmet Şık’ın ifadesiyle “Dokunan yanıyor.” Örnek isterseniz, Silivri’ye kimler atılmış, Oda TV davasının sanıkları kimlermiş, neden tutuklanmışlar, lütfen bakınız.

Değerli milletvekilleri, özellikle siz Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar, bakınız, artık, demokrasiye bağlı olduğunuza inanan kalmadı. Türkiye’deki ifade özgürlüğünden söz edip de hakkınızda olumlu söz söyleyen bir tek resmî rapor, bir tek saygın meslek kuruluşu yok. Avrupa Birliğinin, Avrupa Konseyinin, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütünün bu konudaki söyledikleri, kavgada söylenmeyecek kadar ağır şeyler.

Dostça söylüyorum arkadaşlar, adınız “zalim”e çıktı. Nitekim, iktidarınızın tavsiyesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına getirilen Profesör Doktor Işıl Karakaş bile en sonunda “Türkiye, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda en kötü durumdaki devlet diyebilirim.” diyerek isyanını dile getirdi.

Ben tekrar vicdanlarınıza hitap ederek soruyorum: Bize ve daha doğrusu Türk insanına vadettiğiniz Türkiye bu muydu? Bu soruya dürüstçe “Evet, buydu, diyenler ellerini kaldırsınlar.” desem kaçınız elinizi kaldırabileceksiniz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN OKTAY EKŞİ (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ekşi.

Gündem dışı üçüncü söz, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sivil memurların durumu hakkında söz isteyen Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’a aittir.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

 

3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sivil memurların durumuna ilişkin gündem dışı konuşması ve  Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevabı

 

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği için fedakârca görev yapan, terörle mücadelede şehitler veren gazi ordumuzun erinden komutanlarına, asker-sivil tüm personeline en derin şükranlarımı, sevgilerimi sunuyorum.

Hakikaten, “Pardon”u olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz değerli arkadaşlar. Tutunamamış kavimlerin bir bir yok olduğu coğrafyanın, toprakların adıdır Anadolu. Bu coğrafyadaki en büyük gücümüz, dayanağımız ordumuz. Ordu üzerinden politika yapmamak, istismara tevessül etmemek herkesin kırmızı çizgisi olmalıdır diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, bir süreden beri seslerini Meclisimize duyurmak için gayret gösteren Silahlı Kuvvetler içerisindeki sivil memurlar, onurlu, medeni bir çalışma ortamında askerî personel ile birlikte çalışmak ve hak ettikleri düzeyli yaşamı sağlayan özlük haklarına kavuşmak istemektedirler.

Önce, statülerinin doğru tanımlanmasını arzu ediyorlar değerli milletvekilleri. Bu arkadaşlarımız asker mi, sivil mi? Şayet askerî statüde iseler tüm askerî personelin sahip olduğu nimete de, külfete de ortak edeceksiniz. Yok, sivil ise statüleri -zaten bunun arkasına gizlenip birtakım özlük haklarını vermiyorsunuz- o zaman külfet de -kusura bakmayın- kaderleri, yazgıları olmamalı.

“Sivil” diye hem yeterli ücret vermeyeceksin hem terfi imkânlarını ortadan kaldırıp iş tatminini asgari düzeye indireceksin hem aynı kurumda sanki hizmet bir bütün değilmiş gibi onları asli unsur görmeyeceksin, üstüne üstlük de askermiş gibi 926 sayılı askerî kanuna tabi kılıp cezalandıracaksın. Bunun bu çağda kabul edilmesi mümkün değil. Kurumdaki ilişkilerin medeni bir çizgiye çekilmesi, çalışma şartlarının ve ücretlerinin iyileştirilmesi eminim sadece sivil memurların değil, tüm kurumun motivasyonunu artıracak, iş verimini yükseltecektir. Bunu sanıyorum en iyi bilenler uzmanlık alanları motivasyon, sevk ve idare olan komutanlarımız olsa gerek.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri esnasında Sayın Bakana sorduğum sualler maalesef cevapsız kalmıştır. Bu sualleri tekrarlayıp cevaplarını Sayın Bakandan istirham ettiğimi belirtmek istiyorum:

1) Sivil personel tıpkı askerî personel gibi fiilî hizmet hakkından, mesai ücreti uygulamasından faydalanmak istiyor. Hükûmetiniz bu konuda ne düşünüyor? Bu hakları vermek için Bakanlığınızda herhangi bir çalışma yürütülüyor mu?

2) Aynı ortamda iş yapan askerî ve sivil memurlar var; “eşit işe eşit ücret” diyordunuz ya, farklı özlük haklarına sahipler. Bu ücretleri eşitlemek üzere bir çalışmanız var mı? Yok ise neden nimeti değil de sadece külfeti paylaştırıyorsunuz? Bu personel asker olmadığı hâlde neden 926 sayılı Kanun’a ve bir türlü netice alamadıkları askerî yargıya tabi? Hatta bazı birliklerde uygulamalar o kadar kişiselleşmiş ki askerlerle birlikte içtimaya çıkarma uygulamasına bile başvurulmaktadır; neden?

3) Lojmanların sadece yüzde 5’i sivil memurlara tahsisli. Bunu önemli-önemsiz personel ayrımı diye de açıklayamazsınız. Bakın, öyle sivil memurlar var ki son derece stratejik yerlerde ve hayati tehdit altında görev yapıyorlar. Bu lojmanların bir kısmının daha sivil memurlara verilmesi için bir çalışmanız var mı? Servis araçlarında karşılaştıkları haksızlıklara, sosyal tesisler ve kampların kullanımında konulan engellere, hatta kanunun belirlediği mesai saatlerini, dinlenme sürelerini ve tatillerini şahısların insafına terk etmek keyfîliğine ne zaman bir son vereceksiniz?

4) Çalışırken sınavlarla kazandıkları kadroların emeklilikte hiçbir karşılığı yoktur, düz memur gibi emekli olurlar. Ayrıca, kadro tahsisi yapılmadığı için görevde yükselme şansları da bulunmamaktadır. Bir başka kuruma geçiş imkânı muvafakatname verilmediği için âdeta imkânsızdır. Bu sıkıntıları ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışmanız var mı?

5) Bu memurların örgütlenme özgürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz? Sivil personel Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç işleyişi ve disiplinini bozacak bir şey istemiyor. Kendi mesleki gelişimlerine katkı sunmak ve birtakım platformlarda da kendilerinin temsil edilmesi amacıyla örgütlenme özgürlüğü istiyorlar. Hani siz diyordunuz ya “ileri demokrasi” diye, işte, imtihan saati. Ne kadar samimisiniz, bir görelim bakalım.

6) 2009-2010 yıllarında uzmanlık sınavını kazanan ve sayıları 350’yi bulan sivil memurların uzman olarak atanması ne zaman gerçekleştirilecektir?

Bu soruların cevabının 52 bin sivil memur, 250 bin ailesiyle birlikte beklendiğini ve çözüm için Hükûmetin getireceği öneriye de Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek vereceğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.

Evet, Millî Savunma Bakanımız…

Buyurun Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gündem dışı söz hakkında açıklama yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Süleyman Nevzat Korkmaz Beyefendi’nin, Sayın Milletvekilimizin sivil memurlarla ilgili açıklamaları vardı. Süremiz elverdiği ölçüde bunlara cevap vermeye çalışacağım.

Öncelikle -adı üstünde- bunların statüsü nedir? Sivil memur. Askerî memur değil, sivil memur. Dolayısıyla da sivil memurun girerken koşulu da belli, statüleri de belli. Kişi o statüyü bilerek o kuruma giriyor. Dolayısıyla, girdikten sonra “Bu statü bana uymuyor.” diyebilmesi… Muhakkak denir. O da demokrasinin bir gereğidir ancak girerken bildiği hukuki şartlar var. Bunları daha iyileştirmek gerekir mi? Kesinlikle daha iyileştirmek gerekir. Biz de bunun için çalışıyoruz.

Asli unsuru mudur? Silahlı kuvvetlerimizin erinden, sivil memurundan en üst, Genelkurmay Başkanımıza kadar herkes silahlı kuvvetlerimizin asli unsurudur. Hiç kimseyi bir tali unsur olarak nitelendirmiyoruz.

Yine, “Bir başka kuruma geçiş imkânı yok.” diye bir açıklama vardı. Daha önceki uygulamalarda, bunlar yetişmiş, nitelikli personel, dolayısıyla izin verirsek bizim kadrolarımızda aksama olur, hizmetlerimizde aksama olur, diye izin verilmiyordu ancak bu dönemde herkesin alternatifi vardır; dolayısıyla, kendisi, gönül rahatlığıyla, bir başka kurumda çalışmak istiyorsa, orayı da bulmuşsa, biz, bundan sonra gitmek isteyen arkadaşlarımıza -ancak bazı yerlerde tek bir memurumuz oluyor, o giderse iş kalıyor, dolayısıyla yerine bir alternatifini bulmak kaydıyla da-kurumumuzdan ayrılmak isteyenlere muvafakat vereceğiz.

“Örgütlenme özgürlüğü yok.” deniliyor. Sonuçta biz, silahlı kuvvetlerin içerisinde, silahlı kuvvetlerin ailesi içerisinde bir hizmet görüyoruz ve bunların da sivil toplum örgütleri var, dernekleri var, ziyaret ettiler. Kendileriyle ilgili ne gibi yasal düzenlemeler veya hangi düzenlemeler yapılırsa daha iyi bir duruma gelir? Dolayısıyla, bir bilgi alışverişimiz de var, inşallah onu da gerçekleştireceğiz.

Bir başka, lojman… Doğrudur. Bizim henüz daha asker olarak görev yapan personelimize dahi yeterli lojman yok. Dolayısıyla da herkesin bir kıdemi, herkesin bir derecesi var. Bu dereceye, bu kıdeme göre bir lojman tahsis etmeye çalışıyoruz. İnşallah, Türkiye’nin bugünü dünden çok daha iyi. Türkiye’nin yarını da bugünden daha iyi olacaktır. Bundan hiç şüphe yok. Dolayısıyla, Türkiye’nin imkânları iyi oldukça, inşallah, biz, hem sivil memurlarımıza hem de asker olan personelimize de lojmanları sağlayacağız.

Biz hep şunu söylüyoruz: “Nimet-külfet dengesini sağlayacağız.” diyoruz. İnşallah, geçmişe bakılınca, enflasyona bakın, 2002 yılından bu zamana kadar enflasyon oranına bakın, hangi oran olursa olsun, buna emekli memurlar dâhil, BAĞ-KUR memurları dâhil, SSK memurları dâhil, her türlü emekliye bakın, herkese şu sözümüz vardı: “Hiçbir vatandaşımızı, hiçbir kamu görevlisini enflasyona ezdirmeyeceğiz.” diye. Dolayısıyla biz, bu zamana kadar enflasyona ezdirmedik. Refah payından, Türkiye kalkındı, gelişti, dolayısıyla da bu refah payından da inşallah bu insanlarımıza cevap, karşılık vereceğiz. Mevcut statülerini de, özlük haklarını da daha da iyileştireceğiz diyoruz.

Yine bir başka sayın milletvekilimiz “Uzman memurlar sınava girdiler, atamaları ne zaman yapılacak?” diyordu. 2012 yılında bu atamaların hepsini gerçekleştireceğiz. Dolayısıyla, bir kazanılmış hakkın zayi olması söz konusu olmaz.

Şunu söyleyebilirim ki: Türkiye'nin ekonomisi, demokrasi standartları geçmişe kıyasla kesinlikle çok daha iyi bir durumdadır. Şüpheniz olmasın ki bundan sonra da gerek ekonomik durumda gerekse demokratik kriterleri sağlama konusunda Türkiye'nin yarını da bugünden daha iyi olacaktır.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Sayın Ali İhsan Köktürk, Zonguldak Madenci Yürüyüşü’nün yıl dönümü dolayısıyla yerinizden bir dakika buyurun lütfen.

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Madenci Yürüyüşü’nün 21’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

 

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Zonguldak Madenci Yürüyüşü’nün 21’inci yıl dönümü nedeniyle söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 12 Eylül darbesinden sonra neoliberal politikalar ağırlığını tüm ülkemizde olduğu gibi Türkiye Taşkömürü Kurumunda da hissettirmiş, maden emekçilerimizin en haklı talepleri göz ardı edilmiş, dönemin siyasal liderinin emeği dışlayan söylem ve eylemleri, madencisiyle bütünleşen bütün bir kentin haklı ve zorlu direnişinin, bütün bir Zonguldak’ın haklı ve zorlu direnişinin yaşama geçmesine neden olmuştu. Yüz binlerin Ankara yollarına doğru yola çıktığı bu kararlı yürüyüş ve hak arama mücadelesi Türk ve dünya emek mücadelesinin müstesna sayfasında yerini almış, Zonguldaklının madencisiyle, esnafıyla, köylüsüyle, kadınıyla erkeğiyle onurlu mücadelesini tarihe kazımıştı.

Bugün bu şanlı yürüyüşün 21’inci yıl dönümünde, eylemin büyük sendika lideri Şemsi Denizer başta olmak üzere yerin yüzlerce metre altında iş kazalarında, grizularda yaşamını yitiren tüm maden şehitlerimizi ve hayatta bulunan tüm maden emekçilerimizi büyük bir saygıyla anıyorum.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köktürk.

İstanbul Milletvekili Sayın Öğüt sisteme girmiş.

Konunuz neydi efendim?

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Haydarpaşa-Kocaeli arasındaki tren hattının kapatılmasıyla ilgili konuşacaktım.

BAŞKAN – Peki, bir dakika yerinizden…

 

2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, Haydarpaşa-Kocaeli arasındaki tren hattının kapanacak olmasına ilişkin açıklaması

 

KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, sayın milletvekillerim; Haydarpaşa-Kocaeli tren yolunun kapanacak olması İstanbul ile Anadolu bağlantısını kesecektir. Bu bölgede ucuz ve güvenli yolu seçen işçilere, memurlara, öğrencilere nasıl bir çözüm yolu önerilmektedir? Anadolu’ya gidecek dar gelirlilere nasıl bir çözüm yolu önerilmektedir?

Biliyorsunuz, Haydarpaşa bütün Anadolu’nun en ücra köşesini tren hatlarıyla bağlayan bir merkezdir. Haydarpaşa’yı işlevsiz bırakarak, halkın dikkatini dağıtarak yeni bir imar operasyonu yapmak istiyorsanız, böyle bir amacınız varsa şunu biliniz ki, böyle bir amaca İstanbullular kesinlikle engel olacaktır, buna izin vermeyecektir.

Bu anlamda, Hükûmetin bir an önce bu yolu açması için bir çözüm yolu bulmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öğüt.

Kütahya Milletvekilimiz Sayın Işık sisteme girmişler, buyurun efendim.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Van depreminde hafif hasarlı binalara 1.250 TL verilirken Simav depreminde 750 TL verilmiştir, o konuda bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Bunun aciliyeti ne şu anda?

ALİM IŞIK (Kütahya) – Acil efendim.

BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Efendim, kısa bir açıklamada bulunacağım. Simavlı depremzedeler 500 lira zarar görmüştür. Bu çok acil.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ olun, çok teşekkür ederim.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır, başlatıyorum.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç ayrı önerge vardır, bilgilerinize sunmak üzere okutuyorum:

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 20 milletvekilinin, çocuk ve gençlerde madde bağımlılığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/89)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde çocuklarda ve genç nüfusta madde bağımlılığı giderek artmaktadır. Başta Van olmak üzere ülke genelinde ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinde, başta çocuklar olmak üzere genç nüfusta bağımlılık yapan madde kullanımının araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederim.

Gerekçe:

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de uyuşturucu madde kullanım yaşı gittikçe düşmektedir. EGM KOM Daire Başkanlığına bağlı Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) verilerine göre en fazla kullanıcının bulunduğu yaş aralığının 15-24 yaş arası olduğu görülmektedir. 2007 yılında yapılan bir çalışmada ülkemiz genelinde genç nüfusta herhangi bir madde kullanım oranı %2,9 olarak tespit edilmiştir.

Çocuklarda ve gençlerde madde kullanımını tetikleyen bir çok neden bulunmaktadır, madde kullanımını tetikleyen nedenler arasında; merak ve arkadaş etkisi ilk iki sırayı almaktadır. Bunun yanında gençlerin ergenlik döneminde, rol-model arayışları da madde kullanımında diğer bir önemli etkendir. Bu önemli etmenlerin tamamının toplu olarak sergilendiği mecralardan en önemlisi de hiç şüphesiz televizyondur. Madde kullanımı açısından risk grubu içindeki okul çağındaki çocuklarda dizi izleme oranı da %70 olarak tespit edilmiştir. Okul çağı gençlerde dizi film izleme oranı da dizilerin kahramanları ve işlenen konular bakımından bir kat daha önem kazanmaktadır. Diğer bir önemli nedende öğretmenlerin tükenmişliği ve öğrenci için güçlü bir model olamayışıdır. Günümüzde ilköğretim başlarında çocuk için en güçlü model olan öğretmenin yerini arkadaş almıştır.

Son 12 aylık dönemde kullanıldığı bildirilen maddeler içinde, öğrencilerin yüzde 3'ünden fazlası esrar, yüzde 2'den fazlası da uçucu madde kullandığını ifade edilmektedir. Kullananlar arasında ilk kullanılan maddeler esrar, sakinleştirici ya da sedatifler ve ectasydir. Gençlerde madde kullanımı ile mücadelede başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere birçok kuruma çok ciddi görevler düşmektedir. Fakat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen programların pek çoğunda temel sorumluluk rehberlik öğretmenlerinde olup psikolojik danışmanlık ve rehberlik öğretmenleri sayıca yetersizdir. Okullarda sosyal ve psikolojik olarak destek programlarının temel sorumlusu olan psikolojik danışmanlık ve rehberlik öğretmenlerinin kadrolarının artırılması sağlanmalıdır. Ayrıca, öğretmenlerin rehberlik ve psikolojik danışmanlık kapasitesinin geliştirilmesine yönelik hizmet içi eğitim programları düzenlenmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çocuklara yönelik programlar sırasında aileler ile görüşmeler yapılması gerekmektedir. Ancak, ailelerin çalışma temposunun yoğunluğu nedeniyle bu iletişim kurulamamaktadır. Bu konuda okul aile birlikleri de yetersiz kalmaktadır. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından ülke çapında gençlerin gelişmesine yönelik olarak, gençlik kampları, gençlik kulüpleri, gençlik merkezlerinde spor etkinliklerine katılması sağlanmaktadır. Ancak, hedef grubuna göre çok az sayıda genç bu kuruluşlardan yararlanabilmektedir. Bu kulüplere devlet tarafından yapılan ödemeler son derece sınırlıdır. Kamplara alınacak öğrencilerin başarılı olanlardan seçilmesi, eğitimde ödüllendirme kuramı ile uygun olmasına karşılık; özellikle madde kullanan veya kullanma eğilimi olup risk grubunu oluşturan gençlerin ders başarısının çok düşük olduğu belirlenmiştir.

Madde bağımlılığı ile mücadelede diğer önemli bir görevde madde bağımlısı olan gençlerin bu bağımlılıktan kurtulmasında Sağlık Bakanlığına düşmektedir. Fakat ülkemizde madde bağımlılarının tedavisi için gerekli olan merkezlerin sayısı oldukça sınırlıdır. Madde bağımlılığı konusunda toplam 20 tedavi merkezi bulunmaktadır. Tedavi merkezlerindeki yatak sayısı 495’tir. Bu sayıyı artırması gerekirken İzmir'de 18 yaş altındaki madde ve alkol bağımlısı çocuk ve ergenlerin ayaktan ve yatılı tedavi gördüğü Ege Üniversitesi Çocuk ve Ergen Alkol, Madde Bağımlılığı Araştırma ve Uygulama Merkezi (EGEBAM) yatılı bölümü, güvenlik ve temizlik personeli krizi nedeniyle kapanmıştır.

Ülkemizde madde bağımlılığından kaynaklı ölümlerin 2002 yılından 2008 yılına kadar 17 kat artmış olması (2002:9, 2003:6, 2004:29, 2005:26, 2006:51, 2007:147, 2008:159, ölüm sayısı 2002'den 2008'e kadar %1.766 artmıştır), ilköğretime kadar başta esrar ve diğer maddelerin kullanımının yaygınlaştığı göz önüne alındığında gençlerde madde kullanımına ilişkin önlemlerin acilen alınması gerekmektedir.

Özellikle Van ilinde madde kullanımı 10 yaşına kadar düştüğü ve öğrenciler arasında esrar, bali, tiner vb. maddelerin kullanımı son derece yaygınlaşmış durumdadır. Özellikle Van'da güvenlik güçlerinin ve okul idarecilerinin duyarsız kaldığı dile getirilmektedir. “Uyuşturucu uyutur, herkes uyursa asayiş berkemaldır.” mantığı ile yaklaşıldığı belirtilmektedir. Hatta resmi yetkililerin, gençlerin ve çocukların madde bağımlısı olmasına göz yumdukları iddia edilmektedir.

Anayasa'nın 58'inci maddesinde "... Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır." hükmü ile devletin bu konudaki sorumluluğu ve ödevi belirtilmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar gerekçesinde, ülkemizde genç nüfusta madde bağımlılığına ilişkin kapsamlı bir çalışmanın ve kurumlar arası ortak bir stratejinin olmamasını da göz önünde bulundurularak başta Van olmak üzere ülke genelinde ilköğretim ve ortaöğretimde öğrenciler ve genç nüfusun bağımlılık yapan madde kullanımı hakkında kapsamlı bir araştırma yapılması büyük önem arz etmektedir.

1) Özdal Üçer                                                (Van)

2) Pervin Buldan                                           (Iğdır)

3) Hasip Kaplan                                            (Şırnak)

4) Sırrı Sakık                                                 (Muş)

5) Murat Bozlak                                             (Adana)

6) Halil Aksoy                                               (Ağrı)

7) Ayla Akat Ata                                            (Batman)

8) İdris Baluken                                             (Bingöl)

9) Hüsamettin Zenderlioğlu                            (Bitlis)

10) Emine Ayna                                             (Diyarbakır)

11) Nursel Aydoğan                                       (Diyarbakır)

12) Altan Tan                                                (Diyarbakır)

13) Adil Kurt                                                 (Hakkâri)

14) Esat Canan                                             (Hakkâri)

15) Sırrı Süreyya Önder                                 (İstanbul)

16) Sebahat Tuncel                                       (İstanbul)

17) Mülkiye Birtane                                       (Kars)

18) Erol Dora                                                (Mardin)

19) Ertuğrul Kürkcü                                       (Mersin)

20) Nazmi Gür                                               (Van)

21) İbrahim Binici                                          (Şanlıurfa)

 

2.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 20 milletvekilinin, 1930 yılında Van’ın Erciş ilçesindeki Zilan bölgesinde yaşanan olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Van’ın Erciş İlçesinde 1930 yılında yaşanan Zilan Katliamı araştırılıp, isyan dönemi yaşanan olayların aydınlatılması amacıyla Anayasanın 98’inci, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

Gerekçe:

1930 yılında Ağrı ili ve civarında Ağrı İsyanı adıyla anılan bir isyan gerçekleşmiş; isyanın bastırılmasından sonra ise isyana katılan-katılmayan birçok insan Van ili Erciş ilçesi sınırları içerisindeki Zilan Deresi'ndeki köylere sığınmıştır. Temmuz 1930 tarihinde ordu güçleri tarafından Zilan Deresi'ne bir operasyon düzenlenmiş, köylerin büyük bir kısmı yakılarak boşaltılmış ve isyana katılıp katılmadığına bakılmaksızın binlerce sivil vatandaş katledilmiştir. Bu operasyonda; Hasanabdal, Aks, Şahbazar, Doğancı, Tendurek, Çakırbey, Yılanlık, Harhus, Babazeng, Kömür, Şor, Şorik, Mürşit, Mescitli, Karakilis, Kündük, Zorava, Aryutin, Hallacköy, Koşköprü, Kuruçem, Mülk, Yekmal, Kilise, Gosk, A.Partaş, Y.Partaş, Binesi, Bunizi, Pelexlu, Kerx, Söğütlü, Mığare, Kardoğan, Kelle, Hostekar, Süvarköy, Kızılkılise, Ziyaret, Hiraşen, Komik, Şeytanava, Birhan ve Yukarı Koçköprü Köyü ateşe verilerek yakılmıştır. Operasyon sonrası sivil ve silahsız olan 15.000'e yakın kişi öldürülmüştür.

13 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesi operasyonu, "Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1.500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekâtında imha edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur... Bu hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekâtına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı'da tarama harekâtına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkânı tasavvur edilemez." şeklinde haber yapmıştır.

1930 tarihindeki sayısında Cumhuriyet Gazetesi Zilan Deresi'ndeki toplu katliamı şöyle vermiştir: "Karaköse, 14 (Özel muhabirimiz bildiriyor) - Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş'e sevk ve orda iskan olunmuştur. Zilan harekâtında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Yalnız, bir müfreze önünde düşüp ölenler bin kişi olduğu tahmin ediliyor. Zilan Deresi'ne sıvışan 5 şaki teslim olmuştur. Buradaki harp, pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir. Zilan Deresi, lebalep cesetlerle dolmuştur."

Dönemin iktidarlarına göre ise; "İsyan mıntıkasında işlenen fiiller suç sayılmaz"dı. Bölge, "serbest atış alanı”ydı. 20 Temmuz 1931 tarih ve 1850 Sayılı Kanunla bu teyid edilmiştir.

Madde 1: Erciş, Zilan, Ağrı dağ havalisinde vuku bulan isyanda, bunu müteakip Birinci Umumi Müfettişlik mıntıkası ve Erzincan Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve te'dip hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930'dan 1 Kanun-ı Evvel 1930 tarihine kadar askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlar ile birlikte hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar vak'aların tenkili emrinde gerek müstakilen ve gerekse müştereken işlenmiş ef’al ve hareket suç sayılamaz.

Madde 3: Bu kanunun icrasına Adliye ve Dahiliye vekilleri memurdur.

Katliam sonrası binlerce insan köylerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Boşaltılan köyler 1980 yılına kadar boş bırakılmış, bu yıldan sonra ise köylere Afganlar yerleştirilmiştir.

1930 yılında yaşanan Zilan Katliamı ile ilgili olarak gerekli araştırmaların yapılması ve dönemin mağdurlarının ve vârislerinin mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik çalışmalar bir an önce yapılmalıdır.

 

1) Özdal Üçer                                 (Van)

2) Pervin Buldan                            (Iğdır)

3) Hasip Kaplan                             (Şırnak)

4) Sırrı Sakık                                 (Muş)

5) Murat Bozlak                              (Adana)

6) Halil Aksoy                                (Ağrı)

7) Ayla Akat Ata                             (Batman)

8) İdris Baluken                             (Bingöl)

9) Hüsamettin Zenderlioğlu             (Bitlis)

10) Emine Ayna                              (Diyarbakır)

11) Nursel Aydoğan                        (Diyarbakır)

12) Altan Tan                                 (Diyarbakır)

13) Adil Kurt                                  (Hakkâri)

14) Esat Canan                              (Hakkâri)

15) Sırrı Süreyya Önder                  (İstanbul)

16) Sebahat Tuncel                        (İstanbul)

17) Mülkiye Birtane                        (Kars)

18) Erol Dora                                 (Mardin)

19) Ertuğrul Kürkcü                        (Mersin)

20) Nazmi Gür                                (Van)

21) İbrahim Binici                          (Şanlıurfa)

 

3.- Adana Milletvekili Ali Halaman ve 22 milletvekilinin, narenciye üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)

 

                          Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Narenciye üreticilerimizin piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve narenciye ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

Gerekçe:

Türkiye yıllık 3,5 milyon ton civarında üretim ile dünya narenciye üretiminde ilk on ülke arasında yer almaktadır. Bu üretim miktarının ancak üçte biri ihraç edilebilmekte kalan kısmı iç piyasaya sunulmaktadır.

Ülkemizin narenciye ihracatında diğer ülkelerle rekabet edebilirliğinin artırılması için ton başına verilen teşviklerin üreticiler açısından yeterli bir noktaya getirilmesi gerekmektedir. Öte yandan iç piyasada fiyat istikrarının sağlanması, ürünün bahçe fiyatı ile market fiyatı arasındaki uçurumun kapanması, narenciye ürünleri için tanıtım grupları oluşturulması son derece önemlidir.

İhracat yapılan ülkelerin sayısının artırılması ve yapılan ihracat miktarının yükseltilmesi gereği vardır. İhracatı olumsuz etkileyen faktörlerin başında gelen zirai ilaç kalıntısı konusunda üreticilerin eğitilmesi ve denetim mekanizmalarının işletilmesi zorunludur. İhracatın artırılması için etkin ve iyi işleyen bir pazarlama organizasyonuna ihtiyaç olduğu açıktır. Bunu gerçekleştirmek için Devlet kurumları öncü rol üstlenmelidir.

Özellikle 2010-2011 sezonunda narenciye ürünleri maliyetinin altında fiyata alıcı bulduğundan dalında kalmıştır. Mazot, gübre, sulama ve işçilik maliyetlerinin sürekli yükselmesine rağmen 2011-2012 yılı narenciye fiyatları önceki yılların altına inmesi dolayısıyla, üretici bu sezonu da zararla kapatmak zorunda kalacaktır. Narenciye üreticisi açısından bir sahipsizlik söz konusudur. Üreticinin hak ettiği geliri elde edebilmesi bakımından girdi fiyatlarının aşağı çekilmesi büyük rol oynayacaktır. Narenciye üretiminde bahçe oluşturma ve bakım masrafları yüksektir. Öte yandan yeni dikilen narenciye ağaçlarının meyve vermesi beş altı yıl almakta büyük ölçüde yatırım yapıldığından ürün profili kısa dönemde değiştirilememektedir.

Üretilen narenciyenin üçte ikilik kısmının iç pazarda tüketildiği göz önüne alınarak iç pazara yönelik stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için üretici örgütlerinin temel beklentisi narenciyenin Hal Yasası kapsamı dışına çıkarılmasıdır. Üreticiden tüketiciye kadarki süreçte aracıların yüksek kâr elde ettiği bilinmektedir. Narenciye ürünleri Hal Yasası kapsamı dışına çıkarılırsa pazar fiyatını aşağı çekmek ve talebi artırmak mümkün olabilecektir.

Narenciye sektöründe üreticiler lehine sürdürülebilirliğin sağlanması için temel girdiler konusunda destek sağlanması gereği vardır. Bu önleme paralel olarak kooperatifler ve üretici birlikleri Devletçe desteklenmeli ve özendirilmelidir. Yurtiçi talebi artırmak için tanıtım ve reklam kampanyaları düzenlenmelidir.

İşleme sanayi yatırımları desteklenmelidir. Hastalık ve zararlılarla mücadelede dış pazarların karantina uygulamaları ve üst kalıntı sınırları göz önünde bulundurulmalıdır.

Yukarıda sayılan gerekçelerle narenciye üreticilerinin yaşadıkları sorunların ve bu ürünlerin ihracat politikasında var olan eksikliklerin saptanması ve alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde olacağı kanısını taşımaktayız.

1) Ali Halaman                                  (Adana)

2) Mehmet Şandır                              (Mersin)

3) Oktay Vural                                   (İzmir)

4) Kemalettin Yılmaz                          (Afyonkarahisar)

5) Sadir Durmaz                                (Yozgat)

6) Oktay Öztürk                                  (Erzurum)

7) Ahmet Kenan Tanrıkulu                  (İzmir)

8) Tunca Toskay                                (Antalya)

9) D. Ali Torlak                                  (İstanbul)

10) Emin Haluk Ayhan                        (Denizli)

11) Mesut Dedeoğlu                           (Kahramanmaraş)

12) Ruhsar Demirel                            (Eskişehir)

13) Mehmet Günal                             (Antalya)

14) Emin Çınar                                  (Kastamonu)

15) Mustafa Kalaycı                           (Konya)

16) Enver Erdem                                (Elâzığ)

17) Erkan Akçay                                (Manisa)

18) Mehmet Erdoğan                          (Muğla)

19) Hasan Hüseyin Türkoğlu               (Osmaniye)

20) Muharrem Varlı                            (Adana)

21) Mustafa Erdem                            (Ankara)

22) Reşat Doğru                                (Tokat)

23) Sümer Oral                                  (Manisa)

BAŞKAN – Meclis araştırması açılmasına dair önergeler bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

 

B) Tezkereler

1.- TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Gürcistan Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Akaki Minashvili'nin vaki davetine icabetle Gürcistan'a resmî ziyarette bulunmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/720)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter heyetin, Gürcistan Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Akaki Minashvili'nin vaki davetine icabetle Gürcistan'a resmî bir ziyaret gerçekleştirmesi öngörülmektedir.

Söz konusu parlamenter heyetin Gürcistan'ı ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun'un 6. Maddesi uyarınca Genel Kurul'un tasviplerine sunulur.

 

                                                                          Cemil Çiçek

                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                             Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 04.01.2012 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

 

                                                                              Ahmet Aydın

                                                                                Adıyaman

                                                                 AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmında yer alan 112 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına, 15 sıra sayılı kanun tasarısının ise bu kısmın son sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun;

10, 17, 24, 31 Ocak 2012 ile 07 Şubat 2012 Salı günkü birleşimlerinde 1 saat süre ile sözlü soruların görüşülmesini müteakip diğer denetim konularının görüşülmeyerek, gündemin kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

11, 18, 25 Ocak 2012 ile 01, 08 Şubat 2012 Çarşamba günkü birleşimlerinde ise Sözlü Soruların görüşülmemesi,

4 Ocak 2012 Çarşamba günkü birleşiminde saat 20:00'ye kadar,

10, 17, 24, 31 Ocak 2012 ile 7 Şubat 2012 Salı günkü birleşimlerinde 15:00-20:00 saatleri arasında çalışması,

5, 11, 12, 18, 19, 25, 26 Ocak 2012 ile 01, 02, 08, 09 Şubat 2012 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde ise 13:00-20:00 saatleri arasında çalışması,

Önerilmiştir.

                                                                                          

BAŞKAN –  Önerinin lehinde, Ankara Milletvekili Sayın Nurdan Şanlı.

Buyurun Sayın Şanlı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NURDAN ŞANLI (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danışma Kurulu bugün toplanamadığından İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 112 sayılı Kanun Teklifi’nin 3’üncü sıraya alınmasıyla ilgili olarak, Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot, uçuş ve görev ekibine ödenen tazminat oranlarının yeniden belirlenmesi ile 2629 sayılı Kanun’un 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değiştirilen hükümlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan denizaltıcı uzman erbaşlara hâlen ödenmekte olan tazminata ilişkin sehven yer verilmeyen düzenlemeler görüşüleceğinden, grup önerimizin lehinde olduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN –  Teşekkür ederim Sayın Şanlı.

Önerinin aleyhinde, Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Buyurun Sayın Kaplan.

Süreniz on dakika.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün de işte geldik yeni yılın ilk haftası, AKP’nin bir klasiğiyle karşı karşıyayız.

Her hafta bir önerge getirir, her hafta gündemi değiştirir, her hafta kendi istediği gibi bu Meclisi yönetir, bu Meclisin içinde üç tane parti grubu yokmuş gibi davranır; ülkenin gerçek gündemlerini konuşmak yerine kendi gündemini, kendi çıkarlarını, ülkenin gündeminin önüne, ülkenin çıkarlarının önüne, toplumun çıkarlarının önüne koyar.

Aralıktan bu yana her hafta, her gün Meclisin toplantıları düzenleniyor. Burada, dikkat edin, ocak ayının sonuna kadar çalışma saatlerinin ve görüşülecek konuların tespiti var. Sizinle burada iddiaya girerim ki bu ayın sonuna kadar, verdiğiniz bu önergeyi yine en az iki üç önergeyle değiştireceksiniz çünkü bu Meclis kendi iradesiyle çalışmıyor. Meclisin çoğunluğunu oluşturan AK PARTİ de kendi gündemini merkezinden, başka yerlerden aldığı talimatlar doğrultusunda grup başkan vekillerinin önergeleriyle burada belirliyor.

Şimdi soruyorum size: Türkiye'nin gerçek gündemi nedir? Türkiye'nin gerçek gündemi Uludere’de 35 insanımızın savaş uçaklarımız tarafından bombalanıp hunharca katledilmesi, insanlığa karşı işlenen suç, soykırım suçunun gerçek faillerinin ortaya çıkarılması değil midir? Türkiye Meclisi, bunu araştırmadan, bunu konuşmadan, bununla ilgili komisyon kurmadan, bununla ilgili genel görüşme açmadan, bununla ilgili araştırma komisyonları kurmadan, bu katliamın, insanlık suçunun ayıbının hepsini açıklığa, aydınlığa kavuşturmadan TOKİ yasalarını getirmesi, 35 insanımızı cayır cayır bombalarla yakıp paramparça eden zihniyetin ne amacı olabilir?

Eğer bu Meclis sizin çiftliğinizse, eğer milletin iradesi söz konusu değilse, eğer üç parti grubunun çalışma isteği ve planlaması hiç önemli değilse, eğer Mecliste konuşulacak konulardan önceden haberdar değilse, eğer Meclis üyeleri hazırlanmadan, çalışamadan geliyorsa ve eğer siz de bunun üzerine 2 Kasımda çıkardığınız bir kanun hükmünde kararnameyi yirmi bir gün sonra düzeltmeye kalkarsanız, bir taraftan Hükûmet ve Meclisi baypas edip 2 Kasımda kararname çıkarıp arkasından bununla, bir kanunla bunu baypas etmeye çalışırsanız bu, milletin iradesiyle dalga geçmektir, ti geçmektir, aşağılamaktır milletin iradesini, milletin çıkarını, gündemini görmemezliktir; bu, milletle dalga geçmektir; bu, milletin en başta gelen, en temel hakkı olan yaşam hakkı konusunda, insanlığa karşı suç konusunda aymazlıktır.

Arkadaşlar, bu Meclis bunu hak etmiyor, milletin iradesi bunu hak etmiyor. Yoksulluk içinde geçim derdiyle uğraşan, her gün zamlarla perişan duruma gelen halkın  sorunlarını da konuşamıyoruz burada. Önümüzde raporlar var. Bakın, İnsan Hakları Derneği, MAZLUMDER, KESK, Türk Tabipleri Birliği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Türkiye Barış Meclisi, DİSK, Genel İş Sendikası gibi onlarca emek ve meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşu Uludere’ye gidiyor, Roboski katliamının raporlarını hazırlıyor. Bu Meclisi uyarıyorum, bakın, uyarıyorum: Bu insanlık ayıbı şu turuncu koltuklarda oturanların hiç sorunu değilse, eğer onu konuşmayacaksa bu Meclis, eğer bunu çözmeyecekseniz, eğer bunu biz Lahey Adalet Divanına, Uluslararası Ceza Mahkemesine, Cenevre savaş hukukuna, bütün dünyaya taşımazsak da biz de siyaset yapmıyoruz demektir. Bu meydanı size boş bırakırsak…

Burada insanlığa karşı suç bizim de yasalarımızda suçtur, dikkatinizi çekmek istiyorum. Türk Ceza Kanunu’nun 76’ncı maddesi soykırım suçlarında bir planın icrası suretiyle millî, etnik, ırkî veya bir grubun tamamen ve kısmen yok edilmesinin suçlarının cezasının ağır müebbet olduğunu söylüyor ve burada “zaman aşımı yoktur” hükmü var. Bakın, Türk Ceza Kanunu’nun 27’nci maddesi “İnsanlığa karşı suç” başlığı altında toplu kırımları, jenositleri, “…”(C) insanlık suçu sayıyor ve onun altındaki maddede de “bu maddede zaman aşımı yoktur” yazıyor. Kendi yasamızı uygulamıyoruz. Taraf olduğumuz Birleşmiş Milletlerin yasalarını uygulamıyoruz. İnsanlığa karşı suç oluşturan Birleşmiş Milletler Şartı’nı dikkate almıyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrası Nürnberg mahkemelerinde yargılanan savaş suçlularının nasıl yargılandığını hesaba katmıyoruz. Bırakın uzağa gitmeyi, yakın tarihimize gelelim. Avrupa’nın göbeğinde, Bosna-Hersek’te işlenen katliamların yargılandığı Bosna-Hersek ATOK İnsan Hakları Uluslararası Mahkemesinin, bunun da akıbetinden ders almıyoruz. Bırakın onu, Ruanda’da kurulan ATOK Uluslararası Mahkemede, katliam suçu işleyenlerin nasıl yargılandığını ve zaman aşımına tabi olmadan yargılandığını da dikkate almıyoruz. Bu ayıp burada temizlenmediği sürece bütün bu kurumların içinden geçecek ve savaş suçu işleyenler, El Beşir gibi, uluslararası ceza mahkemelerinin imzacısı olmasa, tarafı olmasa da uluslararası yargı önünde tutuklanacak, haklarında tutuklama kararları çıkacak ve ülkeler arasında dolaşamaz bir duruma geleceklerdir.

Şimdi Türkiye’nin gerçek gündemi bu iken, TOKİ yasalarıyla bu memleketi, bu milleti oyalamak bu millete zulümdür, bu millete hakarettir. Bu şımarmış bir iktidarın, arsız bir iktidarın, ne yaptığını bilmez bir iktidarın, bu ülkede ağzından çıkanı duymayan bir iktidarın yaptığı saçmalıkları milletin iradesinde, Meclisinde taşımak zorunda değiliz.

Bugün Hüseyin Çelik, gazete yönetmenleriyle kahvaltı yapıyor ve diyor ki: “Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na biz helikopter vermedik, verseydik Selahattin Demirtaş’a, Devlet Bahçeli’ye de vermek zorundaydık.” Peki, o helikopterler… AKP tur, turizm midir arkadaşlar? AKP’nin turu, turizmi midir, şirketi midir, malınız mıdır, varlığınız mıdır? Bunun parası hazineden çıkmıyor, bunun parası vatandaştan çıkmıyor yani devletin olanakları, devletin uçakları, devletin şirketleri, hepsi sizin babanızın malı mıdır? Sizin ayrıcalığınız ne, özelliğiniz ne? Bu ülkeye bu ayrımı, bu ayrıcalığı, bu zulmü, bu utanası insanlık suçunu, bunu işleyenleri korumayı, bunları koruyup da arkasından memleketin gözüne, dünyanın gözüne bakarak kaza süsü verip kan parasıyla bu işi kapatma gayretlerinin içinde olmayı bu milletin iradesi bu Mecliste konuşamıyorsa, hâlâ TOKİ’yi konuşmayı öne alıyorsanız, bu insanlık ayıbı, bu insanlık suçu, bu suçu işleyenleri, zaman aşımı olmaksızın tarih önünde bunun hesabını verdirecektir. İstediğiniz kadar yönlendirilmiş medya, psikolojik savaş tarzlarıyla bu katliamı örtmeye çalışın, örtbas etmeye çalışın, 35 genç fidanı toprağa verdiğimiz Roboski’de, onların yattığı mezarlıkta dikilecek anıttaki soykırım suçunun üzerinde bu dönemin iktidarının, bu dönemin sorumlularının, bu dönemin aymazlığının, bu dönemin sorumsuzluklarının, bu dönemin pişkinliğinin, bu dönemin işlediği insanlık suçunun, abidesinin destanı yazılacaktır. Bu destanda hak, hukuk, adalet, eşitlik varsa, vatandaşlık varsa, temel hak ve hürriyetler varsa, yaşama hakkı varsa, bu hak, bu hukuk da bu Mecliste sorulacaktır.

Şimdi böyle bir gündemi bırakacaksınız, böyle gerçekleri bırakacaksınız bu Meclisi TOKİ’lerle meşgul edeceksiniz. Biz buna onay vermeyeceğiz. Bu zulmünüze, bu çoğunluk diktanıza, bu anlayışınıza, bu insanlığa karşı suçları koruma, kollama anlayışınıza prim vermeyeceğiz, buna karşıyız. Buna karşı olmak bir insanlık borcudur, milletin iradesinin gereğidir, saygının gereğidir.

Bu Meclisi cumhuriyet tarihinin tek parti dönemlerinde, tek lider dönemlerinde dahi böylesine hoyratça, böylesine acımasızca, böylesine diktatörce hiçbir iktidar, hiçbir zaman kullanmadı ama bu dönem bunun kullanıldığını görüyoruz. Bu Meclis diktaların at koşturduğu, çiftliğe çevirdiği bu Meclis, kimsenin malı mülkü değildir, kimsenin de çoğunluğunun emrinde olmayacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önerinin lehinde Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Her defasında olduğu gibi, tekraren ifade ediyorum: Meclisimizin gündemini belirlemek yetkisi Hükûmete aittir çünkü ülkeyi millet adına yönetmek sorumluluğu siyasi iktidarındır. Öyle olunca toplumun sorunlarının çözümü için gerekli hukuki düzenlemenin öncelik sıralamasını siyasi iktidar, Hükûmet ve onun Meclis grubu belirleyecektir. Arzu edilen husus bunun muhalefet partileriyle uzlaşarak birlikte yapılması çünkü yaptığınız programla bu Meclis çalışmaktadır. Çalışma süresiyle ve çalışacağı konuların sıralamasıyla hepimizi yakından ilgilendirdiği için olması gereken Meclis Genel Kurulunun gündeminin Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilerle birlikte tanzim edilmesidir. Bu yönde birçok defa birlikte, ortak Danışma Kurulu kararları getirilebilmiştir ama bazen de uzlaşma temin edilemediği zamanlarda grup önerisiyle buraya teklifler getirilir, bu teklifler Genel Kurulun bilgisine ve onayına sunularak Meclisimizin çalışma saatleri ve çalışma konuları şekillenmiş olur.

Bugün de böyle bir olayla karşı karşıyayız. AKP Grubu bugün, hatta 9 Şubata kadar Genel Kurulun çalışma süresini belirliyor ve bu hafta için mevcut gündem sıralamasına arka sıralardaki, komisyondan yeni çıkmış bir kanun tasarısını, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin görüşülmesini getiriyor. Demin de arz ettiğim gibi bu kendi takdirleridir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu takdire, bu teklif doğrultusunda hazırlığımızı yaptık, muhalefet görevimizi, muhalefet düşüncelerimizi de ifade ederek katkı vereceğiz.

Değerli arkadaşlar, tabii ki şunu da söylemek gerekir: Burada hukuk kuruyoruz, kurduğumuz hukukla toplumun sorunlarına çözüm üretiyoruz. Kendi yaptığımız kanunlarda sürekli olarak değişiklik yaparak kendimizin sebep olduğu birtakım sorunların çözümüne imkân veriyoruz.

Bu noktada sorumluluğumuz ağırdır çünkü burada kurduğumuz hukukla toplumun bir kısmı, bir kesimi büyük problemler yaşıyor. Bu problemler, eğer örgütlü bir güç varsa buralara duyuruluyor ve tekrar düzeltiyoruz ama eğer buralara getirilemiyorsa bu sorunların çözümü, o toplum kesimi kendi sorunlarıyla boğuşup duruyor.

Bu kapsamda, bu anlamda, mesela yine toplumun bir sosyal sorunu hâline gelen bu çek meselesi, çek mağdurları meselesi iki yönlü bir hadise. Çek sahibi ve çek veren her iki kesim mağdur ama sorunun çözümü bugün ortadaki hukukla temin edilemiyor. Buna bir çözüm üretmek mecburiyetindeyiz. Bu konuda Hükûmetin bir hazırlığı olduğu sözü duyuluyor, ama bugüne kadar buraya gelmedi, ama “çek mağdurları” diye tanımladığımız, çekini karşılayamadığı için çalışma özgürlüğünü kaybeden, yani kaçak duruma düşen veya tutuklu olan insanların feryatları her gün sizlere de ulaşıyor, hepimize ulaşıyor. Bu sorunu yok sayamayız. Her yönüyle -çek mağdurları- ikili bu mağduriyete zemin teşkil eden hukuk düzeltilmeli, bu konuda sorumluluk yüklenmesi gereken bazı kurumlar da sorumluluk yüklenmeli, bu sorun çözülmeli.

Bir başka husus: Bu İcra İflas Kanunu’nda bir değişiklik kanun teklifi vermiştik Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, özellikle ev eşyalarının haczedilememesi ve üretim araçlarının haczedilememesi, yani takım tezgâhlarının haczedilememesi yönünde bir kanun teklifi vermiştik İcra İflas Kanunu’nun ilgili maddelerinde değişiklik yapılması yönünde. Bu, Meclisin ilgili komisyonunda beklemektedir. Bu yönde Hükûmetin de bir çalışması olduğu söyleniyor ama bunlar geciktirilmeden buraya getirilmeli, bu yöndeki düzenlemeler yapılmalı ve sonuç itibarıyla, toplumun bir kesimini çok yakından ilgilendiren bu sorunların çözümüne hukuk oluşturmalıyız.

Bir başka şey, yargılamanın hızlandırılması, tutukluluk sürelerinin kısaltılmasıyla ilgili gerçekten bugün Türkiye’ye yakışmayan, hukuk devleti olma özelliğine uygun düşmeyen uygulamaların ortadan kaldırılabilmesi için yeni bir hukuk kurulması gerekiyor. Bu yönde de bir düzenlemenin yapılmasını biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak talep ediyoruz. Bu konuda, özellikle, bugün, hâlâ milletin oylarıyla seçilmiş milletvekillerinin tutukluluk sürelerinin devam ettirilmiş olmasını kabul edebilmek mümkün değil. Bunda da bir düzenleme olmasını talep ediyoruz ve AKP Grubundan, İktidar Grubundan bu yönde Meclis Genel Kurulunun önceliklerini belirlerken bu hususları da dikkate almalarını talep ediyoruz. 

Değerli arkadaşlar, son günlerde yaşadığımız birtakım hadiseler maalesef Türkiye’yi ve Meclisimizi germiş bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, öyle zamanlar vardır ki, öyle zor zamanlar vardır ki bu zor zamanların acısıyla hepimiz birden ayağa kalkar, sesimizin en yüksek perdesinden birbirimize bağırır çağırırsak bu topluma, bu ülkeye haksızlık yapmış oluruz.

Sebebi bir an önce araştırılıp, gerçeklerin ortaya çıkartılıp milletin bilgilendirilmesini talep ettiğimiz bu son hadisenin üzerine siyaset bina ederek ülkeye ve millete zarar vermenin kimseye bir faydası yoktur. Israrla, Milliyetçi Hareket Partisi olarak herkesi böyle zor zamanlarda, dar zamanlarda sağduyulu olmaya, sorumluluk anlayışıyla hareket etmeye davet ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, ortak sorumluluğumuz olarak bu ülkenin birliği, bu milletin birliği hepimizin ortak paydası, en önemli değeri. Bunu yaralayacak, bunu bozacak hiçbir girişim haklı olamaz. Hele özellikle birtakım acıları kullanarak devleti ve milleti suçlamak hiç kimsenin haddi değil, hiç kimsenin de hakkı değil. Devlet olmazsa burada bulunamazsınız.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bombalayanları ne yapalım Şandır? Bombalayanları ne yapalım, söyle. Katliam yapanları ne yapalım? Biraz bu vicdanınızı çalıştırın ya!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Kaplan…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Hasip Kaplan, rüzgâr eken fırtına biçer.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Ama bizi suçluyorsun. Katliamcıları bırakıyorsunuz, bizi suçluyorsunuz. Yapmayın!..

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Rüzgâr eken fırtına biçer. Sen ne söylendiğini  bile anlamayacak kadar…

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Ama “Biraz adalet, biraz vicdan.” diyorum.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen… Sizi sükûnetle dinlediler. Lütfen Sayın Kaplan…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Siz ne söylendiğini, söylenileni anlamayacak kadar öfke dolu ve karşınızdakini dinlemeyen…

HASİP KAPLAN (Şırnak) -  Öyle değil, anlamıyorsunuz. Bu olayın başından beri Hükûmeti destekliyorsunuz. Böyle bir yanlış yapmayın. Yani samimi söylüyorum. 

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – …söylediklerinizle de Türkiye’ye zarar veren bir yapı içerisindesiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu milleti, bu ülkeyi soykırım yapmakla suçlayan Ermenilerdir, Fransızlardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Al işte, alkışları alıyorsunuz.  Katliam yapanları savunursanız elbet alırsınız.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) -  Ama siz kalkıp bu milletin kürsüsünden bu ülkeyi soykırım yapmakla suçluyorsunuz.  Böyle bir şeyin kime faydası var?

HASİP KAPLAN (Şırnak) -  Katliamdır, toplu katliamdır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla)-  Tekrar ediyorum Sayın Kaplan, tekrar ediyorum: Herkes bu dönemlerde sağduyulu olmak ve sorumlulukla hareket etmek mecburiyetinde.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sağduyu, sorumluları çıkarmakla olur. Yapmayın!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu ülkenin bölündüğünü ifade ederek burada siyaset yapılmaz. Eğer maksadımız bu ülkeyi bölmek değilse bölündüğünü ifade ederek hiçbir soruna çözüm üretemezsiniz.

Değerli arkadaşlar, tekrar ediyorum: Bu ülke bizim. Bu ülke kolay kurulmadı. Bedeli kanla ödenerek vatanlaştırıldı ve bu ülkenin milletine “Türk milleti” denildi. Farklılıklarımızı kimlikleştirerek ayrıştırmak nasıl akıllılık olabilir? Biz, ortak paydalarımızı öne çıkartıp onu güçlendirerek, birlikte yaşama iradesini sahiplenerek, yanlışın üzerine birlikte giderek ancak çözüm üretebiliriz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – O da katilleri ortaya çıkarmakla olur.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Şimdi böyle olunca, böyle olunca ben tekrar söylüyorum:

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Katiller ortaya çıkarılır, öğrenilir bu.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen dinler misiniz. Lütfen rica ediyorum.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk milleti adına sorunlara çözüm üretmek yeri ise bu yaklaşımla çözüm üretemezsiniz, bu öfkeyle çözüm üretemezsiniz.

Tekrar söylüyorum: Herkes sağduyulu ve sorumlu davranmak mecburiyetindedir. Böyle davranmadığımız takdirde bu millete ve bu ülkeye haksızlık yaparız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Önerinin aleyhinde Aydın Milletvekili Sayın Bülent Tezcan.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

 

BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizin yeni yılını kutluyorum, tüm milletimizin yeni yılını kutluyorum. Yeni yılın, kapanan yılda olduğu gibi acıları getirmemesini diliyorum. Mutlu, huzurlu bir yıl diliyorum.

Bu arada, tartışmalara konu olan, günlerden bu yana da Türkiye gündemini işgal eden, Uludere’de 35 vatandaşımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olay nedeniyle de üzüntülerimi paylaşmak istiyorum. Ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum ve devlet sorumluluğuyla bir an önce bu yaraların sarılması için gerekli ciddi adımların atılması gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından getirilen grup önerisiyle ilgili konuşuyoruz. Burada, iktidar partisi, Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran iktidar partisi, iki ayrı temel noktada bir önerge getirmiş. Birincisinde 112 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin öne alınması talep ediliyor, diğerinde de çalışma sürelerine ilişkin bir talep var, önümüzdeki dönemde çalışma sürelerinin nasıl düzenleneceği konusunda.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar, bakın, 112 sıra sayılı Kanun Teklifi, daha önce çıkarılan bir kanun hükmünde kararnamede yapılan hatayı düzeltmek üzere getiriliyor. Dikkat edin, bu kanun teklifi, bir kanun hükmünde kararnameyle yapılan hatayı düzeltmek için, bir an önce, öncelikle görüşelim diye getirilen bir teklif.

Değerli arkadaşlar, bu Meclisin kürsüsünde bugüne kadar defalarca söyledik. Yasama yetkisi ve görevi Türkiye Büyük Millet Meclisinin asli görevi ve yetkisidir. Kanun hükmünde kararname çıkarma istisnai bir görevdir ve yasama meclisi tarafından devredilir. Bakın, bu istisnai kuralı, istisnai uygulamayı kural hâline getirirseniz, yanlış yapmaya her zaman hazırsınız demektir.

Değerli arkadaşlar, geçen yasama dönemi sonunda otuz beş ayrı kanun hükmünde kararnameyle bu Meclisten doğrudan doğruya devlet düzenini, idari yapıyı değiştiren düzenlemeler kaçırıldı, doğrudan Hükûmet tarafından yukarıdan aşağıya bir devlet düzeni sanki yeniden düzenlendi, değiştirildi. Bakanlıklar kuruldu, bakanlıklar bozuldu, şube müdürleri atandı, görevden alındı, yargının arkasından dolanmak için uygulamalar yapıldı, ücrete ilişkin düzenlemeler yapıldı. Kanun hükmünde kararnameyle otuz beş ayrı alanda ciddi düzenlemeler yapıldı, Meclisten kaçırılarak yapıldı.

Değerli arkadaşlar, onları burada tartışsaydık bugün belki de bu değişiklik önergesini verme ihtiyacı ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bir şeyi merak ediyorum: 112 sıra sayılı Kanun Teklifi’ni öne almaya çalışıyoruz. Peki, doğrudan doğruya bakanlıkların yapısını değiştiren, kadrolar ihdas eden, kadroları kaldıran, yetkileri paylaştıran otuz beş ayrı kanun hükmünde kararname Meclise niye gelmiyor, neden gelmiyor, burada niye tartışmıyoruz onları? Onları da alelacele bir uygulamada hatayı gördüğümüz zaman yine böyle bir önergeyle öne çekip mi görüşeceğiz?

Değerli arkadaşlar, sayın milletvekilleri, sayın iktidar çoğunluğu, sayın Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri; Meclis çalışmasında Meclisin en önemli görevi olan yasama yetkisini bu şekliyle ihlal edecek, ortadan kaldıracak uygulamalara artık mahal vermeyin.

Değerli arkadaşlar, bu nedenle, otuz beş ayrı düzenlemeyi içeren kanun hükmünde kararnameler dâhil olmak üzere bir an önce Meclis gündemine getirilip görüşülmesini talep ediyoruz. Ayrıca, bundan sonra da kanun hükmünde kararnamelerle bu ülkeyi yönetme alışkanlığını lütfen terk ediniz.

Değerli arkadaşlar, yine ikinci konu: Burada çalışma saatlerine ilişkin bir düzenleme yapılıyor. İç Tüzük’ün 54’üncü maddesi açıklamış, “Aksi kararlaştırılmağı sürece salı, çarşamba, perşembe günleri Meclis Genel Kurulu saat 15.00’ten 19.00’a kadara çalışır.” diyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, daha önce burada bu tip önerilerle “Sürenin bitimine kadar çalıştıralım.” Dendi, bu tip önerilerle “Aman şunun yetişmesi gerekir.” deyip arka planda verilen talimatlar gereği, bütün bu verdiğiniz önergelerin aksine, İç Tüzük hükümlerinin aksine, burada yapılan düzenlemelerin, daha önce Danışma Kurulu tarafından alınan kararların da aksine Meclisi sabahlara kadar çalıştıracak -bütçe görüşmelerini hariç tutuyorum, onun dışında- düzenlemeler yapıldı.

Değerli arkadaşlar, şunu soruyorum: Yarın Sayın Başbakan bir talimat verip “Sabaha kadar çalışacaksınız.” dediğinde bu getirdiğiniz öneri ne olacak, bugün burada yapılan oylama sonucu getirdiğiniz çalışma düzeni ne olacak? Anlaşılan o ki siz bugün buraya neyi getirirseniz getirin, bir akşamüzeri talimatıyla ya da bir sabaha karşı talimatıyla Meclisin çalışma düzenini yeniden değiştireceksiniz. Böyle bir ciddiyetsiz çalışma düzeni Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışmıyor değerli milletvekilleri, yakışmıyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, duyuyoruz, basına da yansıdı, yeni İç Tüzük düzenlemeleri yapılmak isteniyormuş. Yeni İç Tüzük çalışması sırasında AKP iktidar çoğunluğu, muhalefetin zaten mevcut İç Tüzük’e göre muhalefet yapma hakkının sınırlı olduğu böyle bir süreçte, uygulamada, Parlamentoda muhalefet yapma hakkının yeterince hayata geçirilemediği bir Parlamento pratiğinde, şimdi önergeleri sınırlamaya çalışıyor. Yeni İç Tüzük çalışmasıyla konuşma sürelerini kısaltmaya çalışıyorsunuz, konuşma sayısını azaltmaya çalışıyorsunuz. “Muhalefetin sesini -mevcut hâlinde dahi tahammül etmeyerek, edemeyerek- daha fazla nasıl kısarız?”ın hesabı içindesiniz.

Değerli arkadaşlar, tabii şunu anlıyorum: AKP’nin mantığının, mantalitesinin nasıl çalıştığını biliyorum. Her şeye şöyle bakıyorsunuz: “Biz seçimlerde yüzde 49,9 oy aldık, her istediğimizi yaparız. Parlamentoda parmak çoğunluğumuz müsaade ediyor, her istediğimizi yaparız.” diyorsunuz. Bunu siz diyorsunuz ama yapamazsınız, yapamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü demokrasi size bunu yapma izni vermez.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi, ana muhalefet partisi olarak size oy vermeyen yüzde 50,01’i değil sadece, sadece size oy vermeyen yüzde 50,01’i değil, size oy veren yüzde 49,9’u da iktidarın şerrinden korumak göreviyle, sorumluluğuyla donatılmıştır. Bizim görevimiz size oy veren vatandaşı da sizden korumaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Demokrasilerde muhalefetin görevi budur. Başka uygulamalarla, yeni uygulamalarla muhalefetin sesini kısmaya dönük çalışmanız, aslında sizlere oy veren vatandaşların da hakkını, hukukunu gasbetmeye dönük adımdan başka bir şey değildir.

RIFAT SAİT (İzmir) – Siz kendi seçmeninizi koruyun.

BÜLENT TEZCAN (Devamla) – Biz hepsini koruruz. Biz hepsini koruruz.

En büyük tehlike, iktidara güven duyanların iktidarın şerrine maruz kalmasıdır. Bir ülkede en büyük tehlike, iktidarın kendi gücünü kontrolsüz sanmasıyla başlar.

Değerli arkadaşlar, bakın, başka bir şey daha yaptınız: Saat yediden sonra bu konuşmalar televizyondan yayınlanmıyor. Vatandaş muhalefetin ne dediğini duymuyor. Vatandaş, hangi kapıların ardında gizli kapaklı nelerin döndüğünün merakı içerisinde.

Değerli arkadaşlar, TRT’nin gelirleri, hem de vatandaşın ödediği vergilerden aldığı gelirler 2010 yılında 551 milyon lira, BBC’den yüksek. BBC’nin, dünyanın en büyük yayın kuruluşu BBC’nin dahi böyle bir bütçesi yok. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin Meclisi, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu milletin televizyonu, gelirleri milletin vergileriyle elde ettiği gelirler ve dünyanın en fazla geliri olan yayın kuruluşu, milletin Meclisinin sesini milletin televizyonu vermiyor.

Son olarak şunu söylüyorum: Ne yaparsanız yapın, Parlamentodaki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT TEZCAN (Devamla) - …sesimizi vatandaşa ulaştırmayacaksanız, vatandaşın ayağına gideceğiz ve orada vatandaşa sesimizi duyuracağız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tezcan.

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş olan önerisi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi öneriyi oylarınıza sunacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak  Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

 

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/446) (S. Sayısı: 26)(x)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon Raporu 26 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde görüşmelere başlıyoruz.

Birinci konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, önce muhalefetin sesini kısmak için Meclis Televizyonunun yayınlarını azalttınız. Kalan kısıtlı süreyi de iktidar partisine kullandırmak adına bazı Meclis başkanlarının da azami çaba gösterdiği gözlerimizden kaçmıyor. Dün de bunun bir örneğini yaşadık. Meclis Televizyonu açık olduğu sürede Sayın Bakanın konuşması burada uzatıldı, uzatıldı, uzatıldı, saat yediyi birkaç dakika geçe de ara verildi, muhalefetin konuşmaları da Meclis Televizyonundan yayınlanmadı ve halkımız da bizim fikirlerimizden mahrum olmuş oldu. Ne yaparsanız yapın, hangi yola başvurursanız başvurun, hiçbir şekilde, hiçbir zaman bizim sesimizi kısamayacaksınız, asla bunu başaramayacaksınız.

Şimdi, dünkü konuşmamdan bazı alıntılar yapacağım, siz de bunları tekraren dinlemek durumunda kalacaksınız çünkü halkımızın da bazı gerçekleri görmesi, duyması, hissetmesi, Cumhuriyet Halk Partisi gözüyle de görmesi gerekiyor.

Şimdi, dün konuşmama başlarken “Öncelikle Şırnak Uludere’de öldürülen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.” demiştim ve yakınlarına da başsağlığı dilemiştim. O konuşmamın en can alıcı noktası şuydu: “Siz Hükûmet olarak bu olayı basit bir hata olarak gösteremezsiniz.” demiştim, “Bunu basit bir hata olarak göstermek elbette ki AKP Hükûmetine yakışır.” demiştim. Hükûmet, her zamanki gibi “İyi şeyleri ben yaptım.” hatta muhalefetin önerdiği noktaları da alıp içini boşaltsa bile “Ben getirdim.” deme alışkanlığına sahipken kötü şeyleri de “Vallahi ben yapmadım, onlar yaptı.” deme alışkanlığına artık iyice sarılmış durumdadır. “Onlar.” dediği kim? Hükûmet dışında herkes. “Onlar.” dediği kim? Asker olabilir, yargı olabilir, bazen devlet olabilir. “Vallahi ben görüşmedim, devlet görüştü.” diyecek kadar bu Hükûmet ileri gitmiştir. Bu “başka”larının listesini de uzatmak, uzatmak mümkündür.

Bütün değerlerin için boşaltıyorsunuz; bizim önem verdiğimiz, toplumumuzun, ulusumuzun önem verdiği değerlerin içini boşaltıyor, süslü püslü laflarla vatandaşlarımıza anlatıyorsunuz ama artık vatandaşlarımız uyandı. Artık, vatandaşlarımız sizin söylediklerinizi dinlerken 1 kere değil, 2 kere değil, 3 kere düşünüyor, diyor ki: “Bunlar konuşuyorsa bunun altında bir çapanoğlu var, daha dikkatli dinleyeyim.” O zaman, siz de artık bunun hesabını vermek durumundasınız, zamanı geldiğinde de bunun hesabını vereceksiniz.

Her ne kadar, sizler kendinizi aklamaya çalıştıysanız da halkımız, Uludere’de yaptıklarınızı hiçbir zaman ama hiçbir zaman unutmayacaktır.

Demiştim ki dün size: “Van depreminde nasıl Hükûmet enkaz altında kaldıysa Uludere’de de bombalar altında kalmıştır.” Bir küçük fark var: Van’da deprem doğal afetti, doğal afet oldu, siz yaptığınız yanlışlarla bunun altında kaldınız ama Uludere’yi bombalayan da sizdiniz, Uludere’de bombalar altında kalan da siz oldunuz. Bunu da hiç kimse unutmasın.

Dün, konuşmamın bir kısmını da Mersin’in kurtuluşuna ayırmıştım. Mersin’in kurtuluşu, tıpkı diğer illerin kurtuluşu gibi bizim için çok önemliydi çünkü Mersin düşman işgalinden kurtulmuştu, anlı şanlı bir mücadele vermiş ve doksan yıl önce düşmanlardan kurtulmuştu. Demiştim ki: “Biz, bu olayı her şeye rağmen kutlamaya çalıştık.” “Çalıştık.” demiştim çünkü “Mersin’de, ulusal günlerimizdeki coşkuyu azaltmaya çalışan, kendini akıllı zanneden ve ağabeylerinden çok iyi talimat alan bazı yöneticiler var.” demiştim, “Buradan o yöneticilere de sesleniyorum: Mersin’de değil, Türkiye'nin neresinde olursa olsun, millî coşkularımızı, millî duygularımızı asla köreltemeyeceksiniz. Ne yaparsanız yapın, Mersin halkı kurtuluşunu da çok iyi bir şekilde kutlayacak, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e yakışır bir şekilde davranmaya devam edecektir çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün bize bir vaziyeti var.” demiştim. Demiştim ki: “Mustafa Kemal Atatürk ‘Mersinliler, Mersin’e sahip çıkın.’ demişlerdi.” Ben de buradan “Sevgili Atam, hiç kuşkunuz olmasın, Mersinliler Mersin’e sahip çıkıyorlar.” demiştim, bu vesileyle de Kurtuluş Savaşı’nda canını feda eden şehitlerimize, savaşan gazilerimize hürmetlerimi, saygılarımı sunmuş idim.

Bir de demiştim ki: “Mersin’de yeni işgalciler var, yeni türden işgalciler var, bu işgalciler işsizlik.” demiştim, “Bu işgalciler ekonomik sorunlar.” demiştim, “Bu işgalciler nükleer santrali kurmaya çalışan aymazlar.” demiştim.

Hiç merak etmeyin, Mersin, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda Fransızlardan kurtulduğu gibi bugün bu yeni işgalcilerden de kurtulacaktır.

Değerli milletvekilleri, konumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne içme ve kullanma suyu sağlanmasıyla ilgili bir anlaşma. Elbette ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne içme, kullanma ve sulama amacıyla kullanılmak üzere ülkemizden su sağlanması son derece insani bir olaydır. Cumhuriyet Halk Partisinin buna karşı çıkacağı elbette düşünülemez. Orada yaşayan soydaşlarımıza böyle bir yardımı yapmak hepimize onur verir. Bununla birlikte, böyle bir yardım yaparken kendi vatandaşlarımızın da mağdur edilmesi asla kabul edilemez. Yani bu projeyi uygulayanlar kaş yapayım derken göz çıkarmamalılar. Buna da asla izin vermeyeceğiz.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne su sağlamak amacıyla yapımına başlanan Alaköprü Barajı güzel bir öyküye sahip. Öykü kısaca şöyle: Alaköprü Barajı Mersin’in Anamur ilçesinde yapılacaktır. Muhtemelen içinizde Anamur’u giden, görenler vardır. Anamur Türkiye’nin en güzel, en nadide cennet köşelerinden bir tanesidir. Barajın yapılmasıyla son derece önemli özelliklere, tarihî özelliklere sahip Akine, Ormancık, Sarıağaç ve Çaltıbükü köyleri sular altında kalacaktır. Hadi diyelim ki tamam, böyle önemli bir iş yapıyorsunuz, bazı köyleri sular altında bırakıyorsunuz. Hadi bu kabul edilebilir. Bu köylerin boşaltılması ve bu arazilerin de istimlak edilmesi gerekir.

Tam da işte öykü burada başlıyor, bu Alaköprü Barajı’nın hazin öyküsü, Anamurluların, Akine köylülerinin, orman köylülerinin hazin öyküsü de işte burada başlıyor. Nedir bu hazin öykü? Bu hazin öyküyü size sorunlarıyla anlatacağım ama her zaman yaptığımız gibi sadece sorunları söylemeyeceğim, beraberinde çözüm önerilerini de getireceğim. Yani sizin ağzınıza sakız yaptığınız gibi “Gelip gelip burada konuşup gidiyorsunuz. İyi şeyler söyleyin biz de yararlanalım.” diyorsunuz ya, işte, şimdi size, sizin Mersin’de, Anamur’da yarattığınız sorunları da söyleyeceğim, arkasından çözüm önerilerini de söyleyeceğim. Bakalım ne kadar yararlanıyorsunuz, zaman içerisinde göreceğiz.

Birinci sorun şu değerli milletvekilleri: İstimlak edilen arazilere… Herkes ne bekler bir araziyi istimlak ediyorsanız? Onun gerçek bedelinden bir ödeme yapmanızı bekler. Ama sizler geldiniz buraya, gerçek bedellerin çok çok altında ödemeler yaptınız, yine ikiyüzlü tavrınızı burada da sürdürdünüz. 2/B orman arazilerini -seçim bildirgelerinizi hatırlayın- insanlara biz anlatırken “Hayır, oraları biz rayiç bedel üzerinden vereceğiz.” derken kalktınız, geldiniz Anamur’a, istimlak ettiğiniz yerlerde rayiç bedelin çok çok altında paralar ödemeye başladınız ya da başlayacaksınız. Bu düşük istimlak bedelleri nedeniyle anlaşmayan köylülere de ceza verdiniz. Bu köylüleri mahkeme kararıyla mahkûm ettiniz. Dediniz ki: “Biz sizin arazinizi kamulaştırdık.” ve zor kullanarak köylüleri evinden, tarlasından atmak istediniz. Bu da, köylülerde, bir yardım duygusuyla başlayan bu iş, büyük bir yıkım etkisi yarattı.

Çözüm önerimiz şudur: İstimlak edilen yerlere gerçek değerlerini ödeyiniz.

Bakınız, ne Cumhuriyet Halk Partisi ne de Mersin halkı ne de Anamur köylüleri buraya baraj yapılmasına karşı değildir. Buraya yapılan baraj ile soydaşlarımıza su gönderilmesine hiçbir şekilde karşı değildir. Sadece ve sadece istimlak ettiğiniz arazilerin parasını düzgün bir şekilde ödeyin. Bu da, eğer “kul hakkı yemek” diye bir şey varsa, siz de bunu ödemezseniz, bunun adına “kul hakkı yemek” denir.

İkinci sorun şu: Akine, Ormancık, Sarıağaç ve Çaltıbükü köyleri orman köyleridir. Ben bu köylerin hepsini tek tek gezdim. Âdeta bir cennet içerisinde yer alır. Oradan akan suları görseniz, oradaki yeşillikleri, envaitürlü bitkileri görseniz, acırsınız oraya baraj yapmaya ama “Gerekiyorsa yapalım.” dediniz. Peki, yapalım.

Peki, burada yaşayan insanlar, yıllardır burada orman köylüsü kültürüne sahip olmuşlardır. Bu vatandaşlarımıza hâlâ bir yaşam alanı göstermediniz. Oysa, buraları istimlak edilirken dönemin valisi oraya gelmişti ve demişti ki köylülere: “Arkadaşlar, biz size yeni yaşam alanları da göstereceğiz. Ne olur soydaşlarımıza su gönderelim.” O zaman da vatandaşlar “Peki sayın valim, devlet böyle diyorsa boynumuz kıldan ince.” diyerek pılıyı pırtıyı toplamaya hazır hâle gelmişti. Hatta, o dönemde köylülerden “Kardeşim, nereye gitmek istiyorsunuz, sizi nereye yerleştirelim?” diye o dönemin valisi sorular da sormuştu. Hatta harita üzerinde de köylüler gitmek istedikleri orman köylerini göstermişlerdi. Ama ne oldu? Onlara bir yerleşim alanı hâlâ gösterilmedi.

Değerli arkadaşlar, siz orman köylülerini TOKİ’lere sıkıştıramazsınız. Onları TOKİ’lere sıkıştırdığınız zaman onların ölüm fermanını imzalamış olursunuz. Orman köylüsü nerede yaşamak istiyorsa, orman kültürünü eğer devam ettirmek istiyorsa, siz de nasıl oraları istimlak ettiyseniz bu insanların da hakkını vermek zorundasınız.

Çözüm önerimiz nedir bu sorunla ilgili? Şudur: Bu vatandaşlarımıza, mutlu, huzurlu, üretken bir yaşam sürdürebilmeleri için, mutlaka, şimdiki ortamlarına benzer bir ortamı acilen sağlamak zorundasınız. Bunu da yapmak çok zor değil. Yeni bir kanuna gerek yok, yeni bir düzenlemeye gerek yok. Sadece ve de sadece 5543 sayılı İskân Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği’ne eklenmiş olunan geçici 5’inci maddeyi işletmeniz yeter. Bakın, her şey hazır, her şey var ama siz bu uygulamayı yapmıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, üçüncü sorun şu: Burada yaşayan halk çok çalışkan ve üretkendir. Türkiye’nin, hatta iddia ediyorum, dünyanın en güzel çileği ve muzu burada yetişir, Anamur’da yetişir, dünyaca meşhurdur. Bu bölgede yetişen bu ürünleri buradaki çalışkan halk üretir. Bu vatandaşlarımız, tamamen kendi imkânlarıyla, devletten hiçbir yardım almadan, imece usulüyle bir sulama kanalı yapmışlardır ve doğal suları almışlar, ücretsiz olarak bu arsalarını sulayarak bu ürünleri yetiştiriyorlar. Yeni yaşam alanlarında, sizin önerdiğiniz yaşam alanlarında böyle bir imkânı bunlara sağlamadınız ve bunları, kendi paralarıyla, elektrik parası ve su parası vererek su kullanmaya mahkûm ettiniz. Çözüm önerimiz de derhâl bu yeni yerleşim alanlarına bu köylülerin daha önceden sahip oldukları sulama kanalının ücretsiz olarak verilmesi.

Bir önemli konu daha var, bakın, burası çok önemli; bu, Anamur’un geleceğini ilgilendiriyor: Alaköprü’ye bir baraj yapacaksınız. Alaköprü’ye yapacağınız barajda sular toplanacak, topladığınız suları alacaksınız, Kıbrıs’a göndereceksiniz. Güzel, her şey iyi görünüyor ama bilim adamları böyle demiyor. Bilim adamları diyor ki: “Siz, bu suyu buradan alıp Kıbrıs’a gönderirseniz, bu durumda Anamur’un yer altı sularının bileşimi değişecek, kompozisyonu değişecek, tuz oranları artacak.” Biz artık burada ne çilek yetiştirebiliriz ne de muz yetiştirebiliriz. Peki, ne yapacağız? Yapılacak olan şey şudur arkadaşlar: 55 bin dekar alanda örtü altı muz, çilek ve sebze yetiştiriciliği yaparak ülke ekonomisine büyük katkı sağlayan Anamurlu çiftçinin baraj yapımından dolayı uğrayacağı bu zarar fizibilite çalışmaları yapılarak önlenmeli. Çok basit. Ben tarımdan çok anlamam ama şunu bilirim: Eğer toprağın, suyun kompozisyonu değişirse bitkinin de hayatı değişir. O hâlde, yapılacak olan bu barajdan Anamur’un toprağının kompozisyonu değişmeyecek şekilde bir miktar suyu da o topraklara iade etmeniz gerekir yani yer altı sularının iyi bir şekilde kompozisyonunun sağlanması gerekir.

Bakın, köylüler o kadar çalışken ki, sadece sulama kanalı değil, kendi olanaklarıyla, hiçbir devlet katkısı olmaksızın imece usulüyle buraya, kendi köylerine okul, cami, köy konağı gibi tesisler yaptırmışlardır. Yeni yerleşim alanlarında bunların yapılmayacağı söyleniyor.

Çözüm: Devlet olarak büyüklüğümüze yakışır bir şekilde, siz de Hükûmet olarak devleti yönettiğinize göre size yakışır bir şekilde buranın köylülerine verdiğiniz sözleri tutmalısınız. Yani, bakın, bunu muhalefet olsun diye söylemiyorum. Gitmişsiniz, valimiz, devletimiz, köylüye söz vermiş; e, şimdi zaman geçmiş, sözünüzü tutmuyorsunuz. Allah aşkına, bu yakışır mı? Koskoca bir devleti yönetiyorsunuz, koskoca bir Hükûmetsiniz; Allah’ın gariban köylüsüne söz verdiniz, şimdi sözünüzü tutmuyorsunuz. Ne olur kendinize, size yakışanı yapın.

Şimdi, olayın bir de psikolojik boyutu var. Olayın psikolojik boyutu da şu: Eski yaşam alanları. Herkes bir düşünsün, herkes öldüğü zaman nereye gömüleceğini şöyle bir düşünsün. Dünyanın neresinde olursa olsun “Beni köyüme götürün, oraya gömün.” diyen içinizde kaç tane milletvekili vardır? Aynen bu düşünceyle buradaki insanlar da atalarını bu topraklara gömdüler. Şimdi bunların hepsi sular altında kalacak. Bunlar önemli bir psikolojik travma yaratır, toplumsal travma yaratır. Toplum bilimciler, sosyologlar bu konuya derhâl müdahale edilmesi gerektiğini söylüyorlar ve sizin de -çözüm önerimiz olarak da- köylülere psikolojik destek sağlamanız gerekiyor.

Köylülerin haklı isteklerini dikkate almadan Devlet Su İşlerinin bir yıldır baraj yapım çalışmalarını sürdürmesi artık köylüleri rahatsız ediyor. Verilen sözlerin tutulmasını çok net bir şekilde istiyorlar. Devletini seven, devletine bağlı olan, devletini önemseyen, soydaşlarını önemseyen, onlara su verilmesi için çaba gösteren ve bunun için maddi-manevi birçok probleme “evet” demiş olan bu halk artık devlete karşı, dolayısıyla Hükûmete karşı, dolayısıyla devlete karşı ateş püskürür bir duruma gelmiştir. Bunu yapmaya hakkınız yok, yani vatandaşlarımızı devlete karşı ateş püskürtmeye hakkınız yok. Zaten gidiyorsunuz, geçicisiniz, gideceksiniz, yerinize başka bir hükûmet geldiği zaman tekrardan bu güveni sağlaması gerçekten çok zor olacak.

TEMEL COŞKUN (Yalova) – Nereye?

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Nereye gideceğinizi hepimiz çok iyi biliyoruz.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gönderilen bu su iyi. Keşke suyumuz çok bol olsa da dünyanın her tarafına göndersek. Bu, insani bir olaydır. Fakat burada yaşayan insanlar her nereden duydularsa, her nasıl değerlendirdilerse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inden İsrail’e su gönderileceği konusunda ciddi endişe taşımaktadırlar. Ben böyle yapacaksınız demiyorum.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Yok öyle bir şey.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Yok öyle bir şey Sayın Bakan, tamam, yok öyle bir şey. Çıkarsınız, buradan çok güzel bir şekilde söylersiniz, bizim halkımız da ikna olur. Ben size, o bölgenin bir milletvekili olarak duyduklarımı söylüyorum.

BAŞKAN – Sayın Atıcı, Meclise hitap edin lütfen, Genel Kurula.

MUHARREM İNCE (Yalova) – O da Meclisin bir parçası. Bakan da Meclisin bir parçası.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Hiçbir şeyi kaçırmıyorsunuz Sayın Başkan!

BAŞKAN – Kaçırmıyorum.

AYTUĞ ATICI (Devamla) – Vallahi iyi, çok iyi!

Siz de çıkarsınız, buradan “Hayır, biz bu suyu sadece ve de sadece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne vereceğiz.” dersiniz, bizler de buna inanırız, devletimize güvenmeye devam ederiz. Siz de bu güvenlerimizi lütfen boşa çıkarmayın. Buradaki halka verdiğiniz sözü tutun, size yakışır bir şekilde davranın.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Atıcı.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri.

Buyurun Sayın Yeniçeri. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle grubumuz ve şahsım adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuya geçmeden önce önemli bir hususun altını çizmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin kalbidir. Burası esip gürlemek, saçıp savurmak için uygun bir yer değildir. Herkesin her düşüncesini özgürce dile getirebildiği bir yerde gerilim gereksiz bir metadır. Eskilerin “Muktezayı hâle mutabakat sağlamak.” dedikleri bir üslup vardır. Bu kürsüye o üslup yakışır. Bu kürsü ucuz kahramanlık, meydan okuma, tehdit, şantaj kürsüsü değil, milletin sorunlarına çözüm bulma kürsüsüdür. Siyaset ile ahlak iki ayrı kavramdır ama bu iki kavram da birbiriyle bütünüyle ilgisiz değildir. İdeal olanı siyaseti ahlakileştirmektir. Unutulmamalıdır ki siyaseti ahlakileştiremeyenler sonunda ahlakını siyasallaştırmak zorunda kalırlar. İktidar hiçbir eleştiriyi kabul etmemek, muhalefet her şeyi eleştirmek değildir elbet. Türkiye Büyük Millet Meclisi de söz yemek, söz yedirmek ya da söz gezdirmek yeri hiç değildir. Hepimiz büyük Türk milletine karşı sorumlulukları olan insanlarız. İktidarı ve muhalefetiyle halkın karşı karşıya olduğu yoksulluğu, haksızlığı, hastalığı, işsizliği, çaresizliği gömmek için el birliği, fikir birliği ve güç birliği etmemiz gerekir. Büyük bir kültürün evladı olmanın zorunlu sonucudur bu. Alkış şaşırtır, övgü unutturur, kutsamak mahveder. Üçünden de kaçınmak gerekir. Asıl olan birliktir, beraberliktir, el birliğidir, güç birliği yapmaktır, afra tafra yapıp saçıp savurmak değildir.

Değerli milletvekilleri, unutmayalım ki, yalnız milletin değil, tarihin de gözleri bu yüce Meclisin üstündedir. Sorumluluğumuz büyük, sorunlarımız da zorludur. Bu vesileyle, bu kürsüden Türk milletini küçümseyen, “Siz kimsiniz?” gibi haddini aşan sözler edilmektedir. Bu sözleri söyleyenlerin hem varlıklarını hem de bu sözleri söyleyebilme özgürlüklerini borçlu oldukları Türk milletini ve “Türk” kavramını bu vesileyle açıklamak istiyorum: Türk, Ötüken’de Kültigin Anıtı, Edirne’de Selimiye mabedi, Konya’da Mevlânâ Mesnevi’si, Türkistan’da Yesevi’nin Hikmet’i, Balasagunlu Yusuf’ta Kutadgubilig, Altay’da yere çakılmış balbal, Uluğ Bey’de uzaya gözünü dikmiş rasathane, Kaşgar’da Mahmut’un yazdığı lügattir. Türk, Malazgirt’te Alparslan’ın giydiği kıyamet gömleği, Eskişehir’de Yunus’un söylediği ilahi, Siriderya kenarında Korkut Ata’nın çaldığı kopuz, Bayburt’ta Genç Osman’ın, Viyana’da Kara Mustafa Paşa’nın duyduğu hırstır. Türk, İstanbul’un burçlarında dalgalanan Ulubatlı Hasan ihtirası, Diyarbakır’da ise Ziya Gökalp’tır. Hülasa Türk, Karaman’da Mehmet Bey’in yayınladığı “Türkçe konuş!” fermanı, Haliç önlerinde “Ya o beni, ya ben onu alacağım.” diyen Sultan Mehmet kararlılığı, Sarıkamış’ta donan 90 bin şehit, Maraş’ta Sütçü İmam’ın namusu, Antep’te Şahin Bey’in “Cesedimi çiğnetmeden Antep’i çiğnetmem!” andı, Erzurum’da Nene Hatun’un cüreti, İzmir’de düşmana Hasan Tahsin’in sıktığı kurşun, Çanakkale’de Atatürk’ün “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!”, Kocatepe’de ise “İlk hedefiniz Akdeniz’dir.” emrini veren iradenin adıdır ve Türk, nerede ezilen, itilen, örselenen, hırpalanan, horlanan halk varsa, ona kucağını açan ve bağrına basan bir milletin de adıdır. Daha öz bir deyişle, Türk milleti Anadolu’ya kovulan, sürülen ve saldırıya uğrayan halklar için Anadolu’yu ana rahmine çeviren bir kültürün adıdır. Bu milletin merhametini kimse zaaf olarak görmesin, ağır başlılığını da hantallık zannetmesin.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bütün ülkeler gibi kendi fırsat, imkân, tehdit ve risk eksenine oturmuş, özgün, istikrarlı, ısrarlı ve tutarlı bir stratejisinin olması gerekir. Millete ve çıkarlarına özgü tehdit ve fırsat algılamaları ancak millî stratejiler ekseninde düşünülebilir. Eğer bir ülkenin millî stratejisinin ne olduğu belli değilse millî çıkarlarının ne olduğu da belli değildir.

Kıbrıs, Türkiye'nin millî, siyasi, stratejik konseptinin mihverinde olan bir coğrafyayı temsil etmektedir. Kıbrıs, Türk dış politikasının en stratejik ve en hassas yanıdır. Kıbrıs, Türkiye açısından orada yaşayan 250 bin Türk’ün varlığının korunması, Türkiye'nin güneyden kuşatılmaması, Kazakistan, Hazar, Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak petrollerinin İskenderun Körfezi çıkışını kapatarak tehdit etmemesi ve Yunan Megalo İdeası’nın durdurulması gibi bir yığın ilave sebepten dolayı hayati bir öneme sahiptir. Kıbrıs, Türk milletinin uzun yıllardır süren içe büzülme, manevi ve tarihî olarak geri çekilme duygusuna karşı çıkışın simgesel de adıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle Türkiye arasında anlaşmayı bu bağlamda irdelemek ve ele almak gerekir. Diğer yandan, Kıbrıs, yalnız Türkiye için değil İsrail ve diğer Orta Doğu ülkeleri için de hayati önemi haiz bir coğrafyadır.

Bu bağlamda, Kıbrıs’ın stratejik önemini vurgulayan tarihî bir olayı burada hatırlatmak yararlı olacaktır. Zamanın İngiltere Başbakanı Anthony Eden, 1956 Süveyş operasyonunda İngiltere’nin başarısız olma nedenlerinden birisini, Kıbrıs yerine Süveyş’e bin mil uzaklıktaki Malta’dan deniz desteği sağlamak zorunda kalınması olarak ifade etmiş ve açıklamıştır. Küresel güçler için Orta Doğu’ya etkinlik ve nüfuz aktarmanın önemli bir merkezidir Kıbrıs. Enerji yollarının güvenliği, Orta Doğu petrolünün dünya üzerinde düzenli akışı Kıbrıs’la yakından alakalıdır. Kıbrıs Türkiye açısından bir güvenlik sorunu olmanın da ötesinde, aynı zamanda stratejik ve jeopolitik bir sorundur. Kıbrıs’tan bahsederken bir yandan Doğu Akdeniz’den, diğer yandan Orta Doğu ve öbür yandan da Türkiye-AB ve Yunanistan ilişkilerinden de bahsediyoruz demektir. Orta Doğu’da potansiyel olarak tek bir jeostratejik kuşağın parçası olan Kıbrıs, Arap-Müslüman bölgesinin de hemen yanı başında, stratejik anlamda ileri karakol olarak dünyanın ana karasının merkezinde bir uçak gemisi niteliğindedir. Kıbrıs’ı kontrol eden güç, Türkiye’den Mısır’a, Suriye’den İran’a uzanan bölgeyi kontrol edecek imkâna sahip demektir. Kıbrıs Türkiye’ye 65 kilometre, İsrail’e 267 kilometre, Yunanistan’a 965 kilometre mesafededir. Kendisine 965 kilometre uzaklıkta olan bir adaya Yunanistan’ın gösterdiği ilgi bu bağlamda dikkate değerdir. Bunun nedeni olarak, Yunanistan’ın tarihî hedef ve yönelişlerine bir göz atmak zaruri oluyor. Bilindiği gibi, Yunanistan Megalo İdea’sını gerçekleştirmek için geçmişte Kırım Savaşı’ndan, Balkan Savaşı’ndan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan yararlanmıştır. Bugün de sık sık Yunanlı liderler Kıbrıs’ı “Yunan adası” Ege’yi de “Yunan gölü” olarak niteleyen konuşma ve değerlendirmeler yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1974 yılına gelinceye kadar, Yunanistan Türkiye ile çıkardığı her ihtilaftan kazançlı çıkmıştır. Yunanistan Türkiye’ye karşı ne kadar uzlaşmaz, anlaşmaz, hırçın, asi ve saldırgan olmuşsa o ölçüde Batılılar tarafından değerlendirilmiş ve ödüllendirilmiştir. Bu nedenle, Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesi tarihî bir milattır. Anlaşmazlıkların derinliğinde de biraz bu olgu vardır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti genç bir devlettir. Kıbrıs Rumlarının ortak devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş sözleşmesine uygun davranmamaları sonrasında, Türkiye'nin uluslararası anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanmasının sonucunda bu devlet ilan edilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildikten sonra, Rumlar Kıbrıs’ın tek yasal devleti olarak kendilerini Avrupa Birliğine ve dünya kamuoyuna kabul ettirmişlerdir. Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum yönetimini her şeye rağmen tam üye olarak almış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne de yasa dışı bir oluşum muamelesi yapmıştır ve yapmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uzun yıllardır Rum ve müttefikleri tarafından haksız ve insafsız bir ambargo altında tutulmuş ve hâlâ tutulmakta, ekonomik, ticari, siyasi ve sosyal baskıya muhatap kılınmaktadır.

Türkiye kaynak yönünden Yunanistan’dan 6 defa daha büyük, ekonomik ve askerî güç olarak da yaklaşık Yunanistan’ın 2,5 katıdır. Yunanistan coğrafi bakımdan dağınık olmasına karşın Türkiye coğrafi bakımdan da derli topludur. Yunanistan bugün ekonomik yönden kriz ve sosyal yönden de kaos içinde bulunmaktadır. Buna rağmen Kıbrıslı Rumlar Yunanistan ile iş birliği yaparak, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle gerilim içinde bulunmasından yararlanarak, Kıbrıs’ın güneyinde doğal gaz arama ve çıkarma faaliyetlerine başlamışlardır. Kıbrıs Türk tarafı da karşılıklılık temelinde ana vatan Türkiye ile benzer bir anlaşma yapmıştır. Rum yönetimi tarafından atılan adımları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türkiye’yle birlikte eşdeğer adımlar atarak cevaplandırmak durumunda kalmıştır. Piri Reis ve ardından da diğer bazı Türk gemilerinin bölgede sismik araştırmaları simgesel de olsa bir biçimde devam ediyor. Rumların tek yanlı provokasyonları bölgede alabildiğine sürmektedir. Bu arada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Güney Kıbrıs Rum Lideri arasında Kıbrıs sorununun çözümü için sonu gelmez görüşmeler de sürüyor.

Değerli milletvekilleri, Türk dış politikasında Kıbrıs, turnusol kâğıdı rolü oynayan bir kavramdır. Bir zamanlar Londra ve Zürih anlaşmalarıyla garantör ülke Türkiye’ydi. Bu anlaşmalara göre, Türkiye'nin onayı olmadan Kıbrıs uluslararası bir kuruluşa üye olamazdı. Bugün, Kıbrıs Rum kesiminin onayı olmadan Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği söz konusu olamıyor. Rumlar bugün Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini veto eder, bloke eder hâle gelmiştir. Millî bir dava olan Kıbrıs konusunda izlenen yanlış politikanın bundan daha açık bir göstergesi olamaz. Bu aşamaya nasıl gelindiği de üzerinde durulması gereken bir husustur.

Bilindiği gibi, Kıbrıs’ın kendisi ilgili taraflar arasında başlı başına bir sorundur. Böyle bir sorunun Türkiye’yle Yunanistan ilişkilerinin, Türkiye-AB ilişkilerinin, gümrük birliği anlaşmalarının, Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edilmesinin ya da Türkiye'nin AB’yle imzaladığı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin aracı olmaması gerekirdi. Bilindiği gibi, Zürih ve Londra anlaşmalarında Kıbrıs’ta üç garantör ülke vardı; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan. Avrupa Birliği, sorunun çözümlenmesi süreci bağlamında aşama aşama konuya müdahale ederek âdeta dördüncü garantör ülke konumuna gelmiştir. 1995 yılında Türkiye’yle Avrupa Birliği arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması da bu anlaşmalardan birisidir. Nitekim zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Cook “Türkiye Kıbrıs ile müzakerelerin açılmasını 1995’te kabullendi, Gümrük Birliği de bu bağlamda gerçekleşti.” demiş idi.

2000'li yıllarda Türkiye ile AB arasında imzalanan Katılım Ortaklığı Belgesi’yle Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye'nin AB üyeliği için kısa vadede siyasi kriter olduğu ilan edildi. Zamanın Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu, "Helsinki kararlarıyla Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunları Avrupa Birliğinin sorunu olmuştur." şeklinde bir de talihsiz açıklama yaptı.

Kıbrıs meselesi AKP İktidarının iş başına gelmesiyle ilginç bir seyir izlemiştir. Başbakan Erdoğan Kıbrıs meselesini "Kırk yıldır çözülmeyen sorun" olarak değerlendirmiştir. Kıbrıs sorununu, Denktaş'ın uzlaşmaz tutumu ve çözümsüzlüğü çözüm olarak görmesinin sonucu olduğu iktidar yetkilileri tarafından sık sık iddia edilmiştir. AKP İktidarı Kıbrıs sorununu “Denktaş sorunu” olarak ele almıştır. Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş'ın görevden ayrılmasından sonra yerine Kıbrıs'ta "yes be annem"ci Mehmet Ali Talat getirilmiştir.

Bu dönemde AKP'nin Kıbrıs politikası dört sloganla ifade edilir hâle gelmiştir: “Komşularla sıfır sorun”, “kazan-kazan modeli”, “bir adım önde olmak”, "Yes be annem!"

İlk aşamada, AB’nin yoğun baskısı altında, Annan Planı’nı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye’nin etki ve telkinleriyle, “Yes be annem!” yaygaraları altında kabul etmiştir. Kıbrıs Türk tarafının kabulüne karşılık, Rum tarafı bu planı reddetmiştir. Rumlar, bu tavrıyla, Türklerle bir arada yaşamak istemediklerini bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Buna rağmen, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bütün Kıbrıs’ın tamamını temsil etmesini doğal ve meşru ilan etmiştir. Avrupa Birliği, tek başına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tam üye olarak bütün Kıbrıs’ı temsil edecek bir statüyle üyeliğe alması yetmiyormuş gibi, bu defa da Türkiye’ye “AB üyesi bir ülkeye limanlarını aç.” baskısını yapmaya başlamıştır. Bütün bunlara karşın, Mehmet Ali Talat’ın yönetiminde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir yandan Rumlara jest yapıp kapı açarken, sürekli barış talep eden taraf görüntüsü içerisinde inatla da görüşmeleri sürdürmüş ve bugün gelinen noktada, orta yerde, öylesine durmaktadır.

İdealizm, ahlak ya da felsefeden entelektüeller etkilenir ancak diplomatlar, tartışılır konu olarak gerçekleri, sürdürülebilir olguları ve mümkün olabilenleri irdelerler. Masada oturan diplomatlar, tumturaklı cümlelerden daha çok, masaya düşen güç ya da güçlerin gölgesiyle ilgilenirler. “Ya AB’ye üyelik ya Kıbrıs”, “Ya gümrük birliği ya Kıbrıs”, “Ya taviz ya ambargo” denklemlerini kuranlar, Türkiye çıkarını esas alan yaklaşım içinde olmamışlardır.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, nesillere bilinç, ruh ve mana veren davalar vardır. Bu davalar halkları millet yapar, bir arada tutar, ideal kazandırır ve onları bir anlam sahibi eder; nesillere ruh, yurttaşlara da istikamet gösterir. Kıbrıs böyle bir davadır; Kıbrıs, Türkiye için aynı zamanda millî, dinî, insani ve ahlaki bir davadır; Kıbrıs, fiyatı olmayan, maliyeti hesaplanamayacak kadar büyük olan bir davadır. Hiçbir maliyet-fayda analizinin Kıbrıs için anlamı yoktur. Kıbrıs, Türkiye açısından, tarih bakımından zorunlu, jeopolitik bakımdan olmazsa olmaz, siyasi anlamda da tartışmasız bir coğrafyadır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni stratejik olarak güçlendirmenin yolu stratejik unsurlar yönünden Kuzey Kıbrıs’ı güçlendirmekten geçmektedir. Kıbrıs için stratejik iki unsur vardır: Bunlardan birisi enerji ise diğeri de sudur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yarı kurak iklime sahiptir. KKTC için suyun önemi hayatidir. KKTC'de içme ve kullanma suyunun tamamı yer altı su kaynaklarından sağlanmaktadır. Yer altı suları da hızla tuzlanmaktadır. Bu yüzden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin su sorunu her şeyden daha öncelikli bir konuma gelmiştir.

Bir süre önce Rumların Evangelos Florakis donanma üssünde meydana gelen patlama, Güney Kıbrıs'ın elektrik ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan Vasiliko elektrik santralini devre dışı bırakmıştı. Güneyin genelinde elektrik kesintisi yaşanması nedeniyle Rum yönetimi, elektrik enerjisi açığının bir kısmını Türk tarafından karşılamak zorunda kalmıştır. Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne her anlamda ciddi bir prestij sağlamıştır.

Kıbrıs Barış Suyu Projesi’nin hayata geçirilmesi için düğmeye basılması ve anlaşma yapılması Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin elini daha da güçlendirmiştir. Zira yarı kurak ikliminden dolayı nehir ve dere gibi doğal su kaynaklarına sahip olmayan Ada, boru hatları ile taşınacak suya can suyu kadar önem vermekte ve ihtiyaç duymaktadır. 

KKTC'nin ekonomik alanda atacağı adımlarla uluslararası kamuoyu nezdinde farklı bir Kuzey Kıbrıs imajı oluşturabilecektir. Ada’daki asimetrinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti lehine bozulması, Birleşmiş Milletlerin temel parametreleri çerçevesindeki kalıcı bir çözüm için de gerekli unsurlar arasındadır.

Bu anlaşmayla hem Türkiye Cumhuriyeti tarafından hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından kara yapıları ve boru hattı vasıtasıyla gerçekleştirilecek deniz geçişinin inşası Türkiye tarafından yapılacaktır. Kara yapıları ile deniz geçişli boru hattının ve proje kapsamında inşa edilen tüm tesislerin mülkiyeti, inşanın başlandığı andan itibaren Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olacaktır.

Her anlamda yararlı ve stratejik bir anlaşmadır. Her iki ülkeye de hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN –  Teşekkür ederim Sayın Yeniçeri.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder.

Buyurun Sayın Önder.

Süreniz yirmi dakika.

BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; iki arkadaş yola gidiyorlarmış, yolun yarısında bir yağmur başlamış, tedbirli olan birisi çıkarmış abasını diğerine vermiş. Adam, ıslanmadan, bu yolculuk, yağmur faslını atlatmış. Yağmur dinince abayı veren söylenmeye başlamış “Yahu, iyi ki benim yanımda bu aba vardı, bak yoksa sırılsıklam olacaktın.” demiş. Diğeri “He kardaş, Allah razı olsun.” demiş. Biraz daha gitmişler “Yahu bir düşünsene ben sana bunu vermeseydim ne hâle gelirdin falan.” demiş. Bir, üç, beş, en son, öbürü, bir dere kenarına geldiğinde kendini kaldırmış dereden aşağı atmış “La, bilmem ne, bundan da fazla ıslanmazdım ya!” demiş.

Bu meseldeki gibi bizim Kıbrıs’la ilişkimiz. Sürekli bir başlarına kalkma görgüsüzlüğü, sürekli bir minnete sokma görgüsüzlüğü, herhangi bir doğrultu içermeyen, tutarlılık gibi bir derdi olmayan, evrensel insan haklarıyla kendini bağlı saymayan, dün şöyle, bugün böyle, konjonktüre göre dalgalanan bir ilişkimiz var ama esas olarak bu başlarına kalkma görgüsüzlüğü bu adanın otuz küsur yıllık makûs talihi.

Biraz tarihten bakmak lazım, nasıl oldu, bu işler buraya nasıl geldi, niye bir türlü çözülemiyor? Türkiye, bu konuda acayip bir ülke. Bu Kıbrıs harekâtı yapıldığında dünyada buna koltuk çıkan bir tek ülke vardı, onun liderini de paramparça ettirtmek için bu ülkenin toprakları üs olarak kullanıldı. Libya Lideri rahmetli Kaddafi’den başka bu işe koltuk çıkan yoktu. Bizim ülkemiz de onun paramparça edilmesi için ne gerekiyorsa onu yaptı.

Şimdi, ondan sonra yaklaşık işte yirmi dokuz, otuz yıl önce oradaki o faşist darbeyi önlemek amaçlı yapılan müdahale giderek bizim oraya kök salmamız, orada oturup kalmamız yolunda bir politikaya dönüştü. Bunu başımıza 2’nci kez bela eden Kenan Evren’dir. Tuttu bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini ilan etti. En az 12 Eylül iddianamesi kadar ağır bir suçla bu meseleden dolayı yargılanması gerekir.

Şimdi zaman zaman burada milletvekilleri çıkıyorlar yaygın bir kullanım, her bu ülkenin resmî politikasının dışındaki her söylemi “sözde” diye sözde Kürt devleti, sözde Ermeni devleti, sözde şu bu diye söylüyorlar ya. Bu tanıma uyan tek yer aslında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir çünkü bizden başka uluslararası toplumda buna “devlet” diyen bir tek Allah’ın kulu yoktur, dost düşman buna dahildir. Biz kalkıyoruz bunun devlet olduğu yalanını otuz küsur yıldır bu halka riyakârca söylemeye devam ediyoruz. Yakın dönem cumhuriyet tarihinde bu kadar veballi ve bu kadar sık söylenen başka bir yalan yoktur. Devlet değil, niye yalan söylüyorsunuz bu halka? Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz. Bu ülkenin seksen ikinci vilayeti yapmaya çalışıyorsunuz ama boyunuzu ve haddinizi aşan bir yeri var.

Buraya su götürülmesi meselesi doğrudur çünkü bu ülkenin kalın bağırsağı durumuna getirdiniz orayı. Bu kalın bağırsağı temizlemek için çok su götürmeniz lazım. Bakın bu ülkede kontrgerilla örgütlenmesi, bakın bu ülkede Amerika tarafından kurdurulan hükûmetler; onların kocaları, onların hısımları, akrabaları, ondan önceki hükûmetin bakanları, hepsinin Kıbrıs’ta mezbelelik hâline getirdikleri ya bir bankaları ya çat pat fiktif firmaları ya da hükûmetleri olmuş. Şimdi, siz, bu ülkenin bütün safrasını orada temizleyeceksiniz diye hem Ada halkına hem Türkiye halklarına yıllardır Kıbrıs’ın bir devlet olduğu yalanını söyleyip duruyorsunuz. Meseleye buradan bakmayan her türlü değerlendirme eksiktir, sonuca hizmet etmez, bir yalanı çok fazla söylemekle hakikate inkılap etmez.

Şimdi bakıyoruz, bu ülkede bizim öyle tutarsız bir yaklaşımımız var ki Annan Planı’yla kendinizi bağlamışsınız. Karşı taraf nasıl davranmış olursa olsun şimdi gelinen noktada bunun tam tersi -eskiler “değnek atma” derlerdi, mütegallibenin toprak edinme biçimiydi- uçaktan seyrederek “Ya, şurası da güzelmiş, burayı vermeyelim.” diyorsunuz. Bu Hükûmetin genel pervasızlığının tavan yapmış hâlidir aynı zamanda Kıbrıs.

Önce şu gerçekleri bilmek lazım: Buranın nüfus artışında bu kolonizasyonun -kolonize bir ülkedir- rolünü bir hatırlamamız gerekiyor. Adalı olan nüfus, hâlihazır nüfusun beşte 1’i, siz buraya 5 katı kadar, o ülkenin yerli halkının 5 katı kadar adam ithal edeceksiniz, nüfus ithal edeceksiniz, ondan sonra yaptığınız bütün düzenlemeler sizin oraya ithal ettiğiniz nüfusun iaşesini, ianesini sağlamaya dönük; oraya göndermişsiniz, orayı kolonize etmişsiniz, bunu besleyeceksiniz, bunun da böyle bir şeyi var. Ondan sonra kalkıp diyeceksiniz ki: Besleme. Ondan sonra kalkıp her türlü insani, evrensel ve hukuksal talepleri karşısında biz, sizin için –baştaki fıkrada da anlattığım gibi- şöyle, şöyle, şöyle şeyler yapmıştık. Yani ebet müddet siz bize muhtaçsınız, ne dersek onu yapacaksınız; her türlü pisliğimizi burada arıtmaya devam edeceksiniz, diyeceksiniz. Böyle bir şey hiçbir ahlaki norma sığmaz. Aynı görgüsüzlük başka bir ülkeyle de söz konusu. Yani bu, Hükûmette temel bir refleks hâline gelmiş.

Kore’ye Meclisten karar çıkarmadan, sırf “NATO’ya bizi alsınlar.” diye bu ülkenin evlatları apar topar gönderildi. Öyle talihsiz bir şey ki, öyle talihsiz bir süreci başlattı ki Kore’ye müdahale, Kenan Evren de sırf Kore kıdemi yüzünden Genelkurmay Başkanı oldu -gerçi al birini vur ötekine, o olmasa Nurettin Ersin olacaktı ama- böyle de bir şeyi var.

Bugün Anadolu’da “Topal” lakaplı anılan herkesin Kore’de topuğundan vurulduğu söylenir. Sanayi Bakanı kalktı, mütekabiliyet isteyen Korelilere “Biz sizin için orada o kadar şehit verdik.” dedi. Yani insanın, neuzübillah... Bu şehitlik meselesi dönüp dolaşıp hep benim önüme geliyor. Sen, bir Korelinin yanında durup kendi kardeşi için ötekiyle savaşmaya Meclisten karar çıkarmadan bu ülkenin evlatlarını gönderip orada kırdırtacaksın Amerikan çıkarları için, ondan sonra da adam, ticaretini gözettiğinde, ki bu ticaret meselesi bu Hükûmetin olmazsa olmazlarından birisi… Aynı, Bakan Sayın Çağlayan bu, Fransa’daki Ermeni tasarısı meselesinde kıyamet koptuğu zaman, buradaki en büyük Fransız firması, yıllarca bu ülkeye orduyla ortaklık kurup tapon mal satan firmaya dönük bir şey yapılacağı zaman “Onlar Türk oğlu Türk’tür.” dedi. Böyle bir Türklük dağıtma ruhsatını inhisarında görüyorlar, bir Türklük bahşediyorlar. Yani tercümesini ben yapayım: Yahu gardaş, para getirsinler de ne ederlerse etsinler anlayışı var. Bu Bakan, Korelilere aynı bu görgüsüzlüğü yapmıştı, dedi ki: “Biz sizin için o kadar şehit verdik.” Ee? O zaman gelip ticari olarak burada her türlü madrabazlığı yapma hakkımız var. “Madrabazlık” lafı bana aittir, Sayın Bakana ait değil.

Şimdi, bu anlayış Kıbrıs’ta da bu şekilde tezahür ediyor. Hiç kimse kalkıp da “Yahu, bu adanın gerçek sahipleri vardı kardeşim, bunlar ne düşünüyorlar?” demiyor. Milliyetçi, hamasi söylemlerde bulunan sayın vekiller şu gerçeği niyeyse hep göz ardı ediyorlar: Tarihi en az biz de sizler kadar biliyoruz, tarihini de sizler kadar biliyoruz ki o tarihi de… Çok sahih ve salih amellerle fethedilmiş bir ada değil. Rivayet ederler, Sultan Selim şarabı çok güzel diye burayı fethettirtmiş yani öyle çok bir Türk obası değil. Ama şu, o tarihine bakarak söyledikleri şeyleri, bu ülkenin, dört tarafı dertle çevrili bu adanın bugün nasıl bir fuhuş, nasıl bir kumarhane, nasıl bir mafya cennetine dönüştürüldüğünden hiç bahsetmiyorlar. Bu adadaki bütün milliyetçi söylem, işte, bu saydığım sektörlerin finansmanıyla neşvünema buluyor. Kim ki bu lafları ediyor -Meclistekileri kastetmiyorum- Kıbrıs’ta kim ki bunun bayraktarlığını yapıyor, bakıyorsunuz ki arkasında fuhuş baronları, bakıyorsunuz insan etini pazarlayan bir mantık, bakıyorsunuz kumarhane turizmi, bakıyorsunuz envaiçeşit rezillik.

Kalın bağırsağı derken hiç kimseyi tahfif, tahkir etmek gibi bir niyetimiz yok. Bunları çektiğiniz zaman bu ülkede hayatı duracak duruma getirmişsiniz. Neo liberal sistem böyle bir şeydir. Önce kendi çarşısını bu şekil bina eder, ondan sonra bunu savunacak dangalak zihniyetler bol miktarda zuhur eder, artık başkasını yapmaya kalktıklarında sizin bir şey yapmanıza gerek kalmaz, onlar sizin yerinize yeterince direnirler.

Hatırlayalım, Rumlar doğal gaz aramaya başladıklarında biz bunu savaş sebebi saymıştık. Yahu, ülke dediğin, ağızla başka organı birbirinden ayıran belli ölçüler vardır. Ülke yönetmek ağzından çıkan lafı kırk kantarda tartmak demektir. Savaş sebebiydi, bir tane “…” (X) gemi gönderdiniz, canını o gemi zor geri Türkiye topraklarına attı. Bugün orada doğal gaz kaynakları bulunuyor, bugün orada petrol çıkarıyor bir Rus firması Rumlar adına. Buna karşılık siz ne yapıyorsunuz? Gidiyorsunuz Shell’le anlaşıyorsunuz, o da orada petrol arayacak.

Noble firmasının da, Shell firmasının da insanlık vicdanında çok kötü sabıkaları vardır. Nijerya’daki faşist yönetimi finanse edip ülkeyi bir kan gölüne çevirmiş ve orada bütün yer altı, yer üstü kaynaklarını talan ettirtmiş bir firmaya siz gidip o ülkedeki geleceğinizi teslim ediyorsunuz. Bütün bunların üzerine örtülecek en etkili şal milliyetçi söylemdir, milliyetçiliğin kendisi de değil, milliyetçi söylem. Buraya gelirsiniz “vatan” dersiniz “millet” dersiniz “bizim gözbebeğimiz” dersiniz, çok kafanızı bozarsa “beslememiz” dersiniz, ağanın azaba yaptığından daha zalimce, daha pervasızca davranır gidersiniz. Olan biten budur.

Ne oldu sizin savaş sebebi saymanıza? “Donanmamız da nihayet devreye girdi, kendine geldi.” diye yazı yazan -şimdi bir şey söyleyeceğim, kendime hâkim olayım- düzenbazlar oldu bu memlekette. Ne oldu? Hiç mi fikri takip yok? Hiç mi fikrinizin haysiyeti yok? Olan ne oluyor? Bu ülkenin genç dimağlarını kodluyorsunuz, olacaksa biz çözüm, siz böyle okside ettiğiniz için zihinleri, onlara düşmanlık, nefret söylemi, karşıdaki halkı aşağılayan, yok sayan, her türlü aşağılamanın önüne bir takı olarak kullanılmasını sağlayan bir söylem enjekte ettiğiniz için bu çözüm çözümsüzlüğe doğru hızla gidiyor.

Şimdi bir de adını değiştiriyorlar bu ülkenin. Dün biz söylesek kıyameti koparırlardı. Dün bu adın kutsallığı, bu bayrağın kutsallığı üzerine elli bin türlü ideoloji inşa etmiştiniz, adını değiştiriyorsunuz. Ne Türkiye’de ne Kıbrıs’ta, ne Eroğlu ne Sayın Erdoğan çıkıp… Ne oldu da bu isim değişikliğine gidiliyor hatta bir anayasa değişikliğinden söz ediliyor? Buna dair Kıbrıs halkının, Türkiye halklarının bildiği bir tek cümle yoktur. Varsa burada sayın bakanlardan bu konuda bir şey söyleyecek olan, mutlu oluruz. Niye adını değiştiriyorsunuz? Ne gullep dönüyor orada? Neyin peşindesiniz?

Şimdi, hâl böyle olunca, sizin bir lütuf gibi gördüğünüz şeyi, sizin boynunuzun borcu, bir nevi yarattığınız pisliği temizlemek olarak göreceksiniz. Ama dönüyoruz, bir yeri abat ederken bir yeri harap etmek yeryüzünde en çok bu millete mahsus; artık, bunu bu duruma getirdiniz.

Dönüyorsunuz, Anamur’da yapılacak olan baraj için oradaki köylüye, oradaki yerli halka hiçbir şey sormadan, neredeyse bir tarım cenneti olan bölgede binbir türlü tahribat yapıyorsunuz. Su, bir insanlık hakkıdır. Bugün şişeleyip satıyorsunuz, uğruna savaşlar sürdürülüyor ama unuttuğunuz bir gerçek vardır: Tıpkı hava gibi bir insanlık hakkıdır ve yeryüzündeki tüm yaratılmışların ortak mülkiyetidir. Onun için, yani bunu Cenabıhak böyle tanzim etmişken sizin başka türlü nizamat vermeye çalışmanız, bunu bir meta hâline getirmeniz, alınır satılır bir nesne hatta bırakın alınır satılır bir nesne, bir savaş, bir diz çöktürtme, bir mecbur bırakma, bir tehdit, bir şantaj aracı olarak kullanmak yine neo liberal sisteme mahsus bir şeydir. En büyük temsilcisi, en yılmaz savunucusu da mevcut Hükûmettir.

Sayın Kürkcü, Milletvekilimiz Sayın Kürkcü “Kıbrıs işgal altındadır.” dediği zaman kıyameti kopardınız. Kıbrıs işgal altındadır. İşgal eden zihniyet de bu neo liberal, bu, orayı fuhuş, kumar ve binbir türlü mafya pisliğiyle yönetmeye çalışan zihniyettir. Hangi ülkenin bayrağını taşıdığının hiçbir önemi yoktur. Kapitalizmin, paranın dini, imanı, ulusu, aidiyeti olmaz.

Son olarak, sözlerimi bağlarken, biraz da bu adanın gerçek halkı, gerçek sahibi, oraya taşımayla götürülmeyen, ithal edilmeyen halkı ne düşünüyor, bir parça bunun üzerinde düşünmenizi diliyorum.

Saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Önder.

Şimdi AK PARTİ Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Volkan Bozkır.

Buyurun Sayın Bozkır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA VOLKAN BOZKIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle imzalanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşması’nın onayı vesilesiyle AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum ve yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.

Kıbrıs Türk’ü, mücahitlerimizden devraldığı kararlılıkla, hür yaşama iradesini ortaya koyarak insan hakları, hukukun üstünlüğü ve bunun gibi evrensel değerler üzerinde yükselerek dünya sahnesindeki onurlu yerini almıştır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise, siyasi ve ekonomik alanlarda bugüne kadar katettiği mesafeyi misliyle aşabilecek birikimi ve donanımıyla bizim için iftihar kaynağı olmaktadır.

Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki ilişkiyi güçlendirmek, birlikte hareket etmek ve bu, hem Türkiye'nin hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin vardığı noktayla iftihar etmek yerine, bundan rahatsızlık duymak ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ve Türkiye’yi rahatsız edecek ifadeler kullanmak, Türkiye’yi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde işgalci olarak göstermek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nüfusunu da âdeta Türkiye’den tamamen götürülmüş insanlar hâlinde düşünmek, bence hem vicdana sığmaz hem akla sığmaz hem de bu kadar yıldır çekilen sıkıntılara da karşılık olmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türkleri, Birleşmiş Milletler çevresinde yürütülen müzakereler yoluyla Ada’da kalıcı ve kapsamlı çözüme ulaşılması amacıyla çaba sarf etmektedir. Hedef, 2012 yılının ikinci yarısında kapsamlı çözüme ulaşmaktır. Biz bu hedefin gerçekleşmesi için, Türkiye olarak elimizden gelen tüm imkânları kullanmaktayız, siyasi olarak, ekonomik olarak uluslararası platformda sahip olduğumuz güçten yararlanarak da bu hedefe ulaşılması için gerçekten önemli mesafe katettiğimizi düşünüyoruz. Ancak Kuzey Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs sorununun çözümü Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesindeki güven, istikrar ve iş birliğine de katkıda bulunacak olmasına rağmen, Kıbrıs sorunu tek başına Türkiye'nin veyahut Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin çözebileceği bir sorun ve konu değildir. Dolayısıyla, Rum tarafınca da gerekli siyasi iradenin ve kararlılığın ortaya konulması ve önümüzdeki son fırsatın iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Rum tarafı gerçekten dünyada çok az sayıda kalmış, şımartılmış çocuk karakterinde hareket etmekte olan bir camiadır. Bu şımartılmış Kıbrıs Rum toplumunun ve devletinin gerçekten artık uluslararası toplum tarafından ve dünyada bölgede çıkarı olan, bölgede nüfuzu olan, bölgede bu kadar zamandır bulunmuş ülkeler tarafından doğru yola sevk edilmesi ve üzerlerinde baskı kurulması zamanı gelmiştir. Kıbrıs Türk tarafının çözüm yönündeki iradesini kararlılıkla ortaya koymuş olmasına rağmen, maruz bırakıldığı insanlık dışı kısıtlamaların hiçbir makul bir izahı bulunmadığı da açıktır. Ancak 2004 yılında olduğu gibi mevcut sürecin de sonuçsuz bırakılması hâlinde bunun bedelinin Türk tarafına ödettirilmeye devam edilemeyeceğinin, Kıbrıs Türk halkına başkasının uzlaşmazlığının ceremesini yüklenemeyeceğinin bilinmesi de gerekmektedir. Kıbrıslı Türklere uygulanan kısıtlamaların artık kaldırılması gerekmektedir. Dünyada mevcut bütün duvarlar yıkılmış iken Kuzey Kıbrıs’ta bir duvarın mevcut olduğunu görmek hepimizin yüreğini sızlatmaktadır ancak bütün dünyanın da artık bu sorunun çözümü için, bu duvarın da yıkılması için gayret sarf etmesi zamanı gelmiş ve geçmiştir. Kıbrıs Türk’ü refahını yükseltecek ve layık olduğu yaşam kalitesine kavuşacak değerlere ve beceriye sahiptir. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu yolda da her zaman olduğu gibi gelecekte de yanında olacaktır. Türk Hükûmeti, Kıbrıs Türk’ünün girişimciliğinin ve başarma arzusunun ekonomik kalkınma alanında da daha fazla hayata geçirilmesine büyük önem atfetmektedir ve bu yönde de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükûmeti ile birlikte çalışmaktadır. Bir yandan kısa sürede çözüme ulaşılacak gibi bir uzlaşma için çaba sarf ederken, diğer yandan Türkiye ile KKTC arasındaki bağların güçlendirilmesine, her alanda ikili iş birliği mekanizmalarının hayata geçirilmesine, bu yönde girişimlerde bulunmaya devam ediyoruz. Bunun, çözüm çabalarımıza da katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Kıbrıs Türk halkının refahı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomik alandaki başarısı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kendi ayakları üzerinde güvenle durabilmesi, kalkınması ve gelişmesi öncelikli hedefimizdir. Birlikte hareket ederek, süratle KKTC’yi ekonomik olarak çok daha sağlam, müreffeh ve rekabet edebilir bir yapıya kavuşturabileceğimize inanıyoruz.

Son dönemde, bu bağlamda ısrarlı ve kararlı bir politika uygulanmıştır ve önemli gelişmeler sağlanmıştır. Çalışmaların meyvesini vermekte olduğunu, ekonominin güçlendiğini ve refahın giderek arttığını memnuniyetle müşahede ediyoruz. Birçok AB ülkesinde ve dünya genelinde ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir dönemde Türkiye'nin yakaladığı başarıdan Kuzey Kıbrıs da mutlaka yararlanacaktır. Bu çerçevede, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sağlanan hibe, teşvik ve krediler artmakta olup, 2011 yılı itibarıyla bu ülkeye desteğimiz 1 milyar Türk lirasına yaklaşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, KKTC’nin her alanda desteklenmesi politikamız çerçevesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin verimli topraklarına Türkiye’den hayat suyu getirilmesini sağlayacak, ana vatan ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki sarsılmaz birlik ve dayanışmayı pekiştirecek büyük bir projenin temelleri atılmıştır. Bu çerçevede inşa edilecek denizaltı boru hattı projesinin üç yılda tamamlanması ve 440 milyon ABD dolarına mal olması öngörülmektedir.

Bu boruyla su taşınması projesinin dört ana unsuru vardır:

Birincisi: 2011 Mart ayında temeli atılan ve inşaatına başlanan Alaköprü Barajı’dır. Dragon Çayı üzerinde inşa edilecek Alaköprü Barajı’nın ihalesi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından sonuçlandırılmıştır ve barajın temel atma töreni de 7 Mart 2011 günü Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ve KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu ve KKTC Başbakanı Sayın İrsen Küçük’ün katılımlarıyla gerçekleştirilmiştir.

İkincisi: Anamur’dan çıkıp Akdeniz’den su altından geçerek Girne Karşıyaka’ya ulaşacak bir boru hattıdır. Projenin ikinci bölümü olan boru hattının yapımının iki yıl içinde bitmesi öngörülmektedir.

Üçüncüsü: Kıbrıs’a ulaşan bu suyun depolanıp dağıtımının yapılacağı Geçitköy Barajı’nın kapasitesinin 1 milyon metreküpten 25 milyon metreküpe ulaşması için yapılacak mevcut barajı büyütme çabasıdır.

Dördüncüsü ise: Söz konusu barajdan, Geçitköy Barajı’nda depolanan suyun tüm Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sathından ilgili bölgelere dağıtımının yapılacağı boru hattının döşenmesidir.

Toplam 500 kilometre uzunluğundaki boru ağının tüm KKTC’ye erişmesi planlanmaktadır. Projenin bitiminin 7 Mart 2014 tarihinde tamamlanması Sayın Başbakanımız tarafından müteaddit kereler açıklanmıştır.

Değerli milletvekilleri, anılan proje çerçevesinde getirilecek suyun Rum tarafına doğrudan satış olanağı da olabilecektir. Ayrıca bunun arazi değerinde artışa neden olacağı da açıktır. Bu iki unsurun, olası bir kapsamlı çözüm çerçevesinde mülkiyet meselesinin Türk tarafının daha lehine koşullarla çözülmesi ve olası bir toprak transferinin asgaride tutulmasına yardımcı olacağı da açıktır. Türk tarafının müzakerelerde elini güçlendirebilecek bir unsura dönüştürülmesi imkânı bu projeyle mümkün hâle gelebilmektedir.

Kıbrıs sorunu bir çözüme ulaşsın ya da ulaşmasın, sağlıklı, sürdürülebilir ve üretkenliğiyle, rekabet edilebilirliği devamlı olarak artan bir ekonomik yapı Kıbrıs Türk halkının geleceğinin en önemli teminatı olacaktır. Kıbrıs Türk halkı, ekonomide de değişim dinamiğini gösterecek güce sahip olduğunu defalarca kanıtlamıştır. KKTC Hükûmetinin bu amaca yönelik yapmakta olduğu cesur adımlara desteğimiz tamdır. Tüm engelleri birlikte aşacağımızdan, Kıbrıs Türk halkını daha güçlü kılacağımızdan, daha mutlu bir müreffeh bir geleceği birlikte kazanacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye, Kıbrıs Türk’ünün yanındadır, daima yanında olacaktır, garantör ve ana vatan sorumluluklarını yerine getirmeye devam edecektir, hiçbir suretle bundan ödün vermeyecektir ve millî davamızda ancak birlik, beraberliğimizi hassasiyetle muhafaza ederek hakça bir sonuca ulaşabileceğimiz açık iken, bu kürsüden bu Türkiye ile KKTC arasındaki gerçekten çok önemli bağı zedeleyecek açıklamalar yapılmasını da burada şiddetle kınıyorum. Gücümüzün asli kaynağı olan birlik ve beraberliğimiz bugün her şeyden daha önemlidir ve her zamankinden daha sağlam olması gereken bu noktada da bu tür söylemlerle bunu zafiyete uğratmanın bir anlamı yoktur. Kıbrıs Türk halkının her  türlü engel ve kısıtlamalara rağmen geldiği bu noktadan dolayı gerçekten haklı bir kıvanç duyuyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk halkının hem bugününün teminatı hem de geleceğini kurarken en sağlam dayanağı olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozkır.

Şimdi, 81’inci maddeye göre soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Alim Işık, Milliyetçi Hareket Partisi Kütahya Milletvekili.

Buyurun Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bilindiği gibi kısa süre önce Kıbrıs’ın da içinde bulunduğu Doğu Akdeniz Bölgesi’ne Rum ve İsrail ortaklığı petrol arama platformu kuruldu ve bunun üzerine de Türkiye “Piri Reis” isimli gemiyi gönderdi. Bu bölgede olup bitenler ne aşamadadır? Bu platformda petrol bulunmuş mudur? Bulunduysa Kıbrıs’ın ve Türkiye'nin hakkı ne olacaktır? Bizim Piri Reis gemisi ve diğer çalışmalarımız ne aşamadadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Işık.

Başka sisteme giren arkadaşımız yok.

Sayın Bakan, buyurun.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Evet, teşekkür ediyorum.

Ben, müsaade ederseniz özellikle Alaköprü Barajı altında, göl alanında kalacak dört köyle ilgili sayın milletvekilleri konuşma yaparken bazı sorular sormuştu, onları da cevaplandırayım. Efendim, bir kere Alaköprü Barajı sadece Kıbrıs’a yılda 75 milyon metreküp su vermekle kalmayacak, aynı zamanda bilhassa Anamur’daki mümbit toprakları da sulayacak olan çok maksatlı bir barajdır. Yani maksat sadece Kıbrıs’a su vermek değil. Orada zaten bir ihtiyaçtı. Yaklaşık 3.300 hektarlık bir alanı sulayacak, ayrıca hidroelektrik enerjiyle o bölgedeki elektrik ihtiyacını da karşılayacaktır. Bunu bir kere dikkatlerinize arz ediyorum.

Ayrıca, özellikle oradaki dört köyle alakalı, malum olduğu üzere, geçen dönem bir kanun tasarısıyla bu dört köyün haklarının korunması konusunda bir kanun çıkarılmıştı. Bu konuda Bakanlar Kurulu kararı da alındı. Hatta şu ana kadar da 25 milyon 556 bin 370 TL’lik bir kamulaştırma ödemesi de yapıldı. Bunun dışında Ormancık köyündeki otuz adet konutun ivedilikle yeni bir alana taşınması işlemleri de yapılıyor. Bununla ilgili ihale de 27/10/2011 tarihinde gerçekleşti. Yani buradaki vatandaşları mağdur etmek gibi bir durum asla söz konusu değildir. Onu özellikle vurgulamak istiyorum.

Bunun dışında, tabii ki, Doğu Akdeniz’de Rum tarafı doğal gaz ve petrol arama çalışmalarına başladı. Tabii, Türkiye, bildiğiniz gibi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle hemen bir anlaşma yaparak kendi hükümranlık alanında bu çalışmalara şu anda devam ediyor. Ve bir de Türkiye Cumhuriyeti olarak şunu ilan ettik: “Rum tarafı petrol ve doğal gaz çıkardığı zaman bunu mutlaka kendi menfaatleri için, tek taraflı olarak kullanamayacak.” Zaten kendileri de ilan ettiler. Bunun Kıbrıs’ın tamamının menfaatleri için kullanılacağı da ilan edildi. Şu anda Hükûmetimiz konuyu çok dikkatli şekilde takip ediyor.

Bilgilerinize arz ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – İsrail’e değinmediniz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bu konuda zamanımız var efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hocam, teşekkür ederim.

Gerçekten, bu görüşmeleri Anamur köylüleri izlemektedir. İzlendiğimizi bilerek, bilgi vermek amacıyla biraz daha geniş konuşmanızı istirham ediyorum.

Burada, biliyorsunuz, Akine köyünün tamamı boşaltılacak. Bunların 5 bin dönüm arazileri var, su altında kalıyor; 2 bin dönüm de 2/B kapsamında kullandıkları arazi var, bu da su altında kalıyor. Bu köy nereye taşınacak? Ne zaman taşınacak? 25 milyon kamulaştırma bedeli ödediniz ama evlerini ve tarlalarını vermediğiniz için bu köylüler şehre göçtüler. Halbuki, bu köylüler tarım yapmalılar, üretim yapmalılar; bunlara yetecek kadar araziyi vermemiz gerekiyor.

Biraz sonra konuşmada arz edeceğim ama zamanınız olduğu için, bir de köylülerimiz, muhtarlarımız sizi dinliyorlar, bilgi verirseniz, ne zaman yapılacak? Bunları TOKİ evlerine taşımanız olmaz; bunlara, yine hayat alanları bulacakları, tarım yapabilecekleri, hayvanlarını besleyebilecekleri köy evi yapılması lazım. Bu konuda Hükûmetin neler yaptığını, köylüye bilgi vermek anlamında açarsanız memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şandır.

Buyurun Sayın Bakanım.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; özellikle şunu ifade edeyim: Tabii, orada, bir, baraj aksının yapıldığı alanda Ormancık köyü var. Burası çok acil olduğu için, onlar için -otuz hane vardı- otuz tane evin hızlı şekilde yapımı kararını aldık.

Diğer alanların ise baraj göl alanında olması zaten zaman alacak, çünkü daha barajın inşaatı ve aynı zamanda su tutulması işlemleri var. Barajın tamamlanmasını da biz 7 Mart 2014 saat 13.00 olarak planladık şu anda, dolayısıyla o zamana kadar zaten süremiz var. Vatandaşlar zaten şu anda kullanıyor. Bizim şu anda çözdüğümüz, sadece baraj inşaatının yapıldığı, aksının yani gövdenin inşaatının yapıldığı alandaki Ormancık köyünün problemini çözmek.

Diğerleriyle ilgili, şu anda hem Orman Genel Müdürlüğümüz hem Orman ve Su İşleri Bakanlığının DSİ Genel Müdürlüğü hem de Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız oradaki vatandaşlarla görüşerek -vilayeti de işin içine soktuk- en uygun şekilde, vatandaşları mağdur etmeden, hatta onlar için de yeni imkânlar sağlayacak şekilde birtakım çözümler buluyoruz. Hatta şunu da ifade edeyim: Oradaki vatandaşların mağdur olmaması için, bozuk orman alanlarının onlara gelir getirici birtakım özel ağaçlandırma şeklinde verilmesi talimatını da verdim.

Dolayısıyla, bundan asla mağdur olmayacaklardır, onu özellikle belirteyim ama çalışmalar devam ediyor şu anda çünkü belli bir göl alanıyla ilgili kamulaştırma için belli bir süre var.

Ayrıca, kamulaştırma bedellerinin ödenmesinde asla onları mağdur etmiyoruz. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Bir diğer husus da “Buradaki 75 milyon metreküp sudan İsrail’e su verilecek mi?” diye bir soru sorulmuştu kürsüde bir sayın milletvekili tarafından.

Şunu ifade edeyim: Buradaki su tamamen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne iletilecektir. Oradaki gerek sulama gerek içme, kullanma, sanayi suyu ihtiyacını karşılamak içindir. Yoksa oradan başka bir ülkeye herhangi bir şekilde su iletilmesi veya satılması asla söz konusu değil, böyle bir planlamamız yok. Bunu da sırası gelmişken dikkatlerinize arz etmek istiyorum efendim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sisteme girmiş olan Sayın Kuşoğlu…

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sorum Sayın Bakanla doğrudan ilgili değil ama Dışişleri Komisyonu ve Dışişleri bürokratları da buradayken son günlerde basında yer alan bir konuyu müsaadenizle sormak istiyorum.

Hatay üzerinde İsrail’le ilgili insansız hava araçlarının uzun süre kaldığı ve bizim savaş uçaklarımızın da bölgeye gidip durum değerlendirmesi yaptığı, herhangi bir çatışmanın olmadığı, bunun zaman zaman Kıbrıs’la ilgili de olabildiğiyle ilgili haberler yer aldı. Bunların ne derece doğru olduğunu, amacının ne olduğunu, net nasıl sonuçlandığını sormak istiyorum.

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Atıcı, Mersin Milletvekili.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu kadar önemli bir konuyu iki dakikada geçiştirmenizi doğrusu yadırgadım Sayın Bakan. Orada insanlar kan ağlıyorlar. Gerçekten hakları yeniyor. Vazgeçtim uzun konuşmanızdan bana şunu söyleyin: Oradaki köylülere gidip de verdiğiniz sözleri tutacak mısınız, tutmayacak mısınız? Çünkü bütün Anamur şu an sizi izliyor. Çıkın deyin ki: “Ne söz verirsek tutacağız.” Başka bir şey istemiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Atıcı.

Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, benim bu konuda değil de, gündemde Kırklareli’yle ilgili bir sorunumuz var. Kofçaz ilçemiz var bizim sınırda, Bulgaristan sınırında Kırklareli’nin Kofçaz ilçesi. Bu ilçemizin kadastro çalışmaları bitti de bu 2/B’yle ilgili çalışmalar bir türlü yapılmadı bu Kofçaz ilçesinin köylerinde. Şimdi, oradaki vatandaşlarımız, özellikle küçükbaş hayvancılık yapan vatandaşlarımızın bu hayvan barınakları yıllardan bu yana, kırk yıldır o alanların içerisinde. Bunlarla ilgili olarak mühürleme çalışmaları yapılıyor. Savcılığa başvuruyorlar, savcılık orman işletmesine talimat veriyor ve mühürleniyor. Vatandaşlar bu hayvanlarını sokacakları yer bulamıyorlar. Ben sordum ilgili işletmeye de: “Niçin 2/B çalışmaları yapılmıyor?” diye. Çok küçük bir ilçemiz, 4 bin kişi yaşıyor köyleriyle beraber. Zannediyorum ihmal ediliyor. Yani bir an evvel oradaki 2/B çalışmaları, kadastro çalışmaları biterse zannediyorum… Zaten bu yerler, tamamı 2/B kapsamında orman dışında olan yerler ama şu anda mühürlü ve vatandaşlar kış şartlarında bu hayvanlarına orada, maalesef şu anda bakamıyorlar.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dibek.

Sayın Bakan…

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; özellikle, tabii ki, insansız hava araçlarıyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığımız yazılı olarak cevap verecek çünkü bu hassas bir konu. Ona müsaade ederseniz yazılı cevap verelim.

Sayın Atıcı’yla ilgili bir hususu söylüyorum: Ben yeteri kadar açıkladım ama şunu ifade edeyim: Şimdiye kadar biz Hükûmet olarak ne söz vermişsek -ben de şahsen eskiden Çevre ve Orman Bakanı ve şu anda Orman ve Su İşleri Bakanı olarak- sözümüzün kesinlikle arkasındayız, bunun da takipçiyiz onu merek etmeyin. Ben yeteri kadar açıkladığımı ifade ediyorum. Hatta onlara şunu ifade edeyim: Oradaki vatandaşlara bozuk orman alanlarından orada gelir getirici bazı çalışmalar da yapıyoruz, onları mağdur etmeyeceğiz. Daha ne söyleyelim bilemiyorum.

Bunun dışında, bir de Sayın Vekilimiz 2/B alanlarıyla ilgili… Tabii, öncelikle 2/B alanlarını, biz, bilhassa yerleşim alanlarının da gelir getireceği, problemleri kesif bir şekilde olan alanları seçtik. Şu anda İç Anadolu’da olsun, Trakya’da olsun bazı yerlerde eksikler var ama onları da tamamlayacağız. Ben not aldım. İnşallah, onu da kısa zamanda tamamlayalım. Bu problemi çözeceğiz.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Bir tek burası kalmış Sayın Bakanım, Kofçaz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Tamam. Ben sizden mevkiyi de alayım Sayın Vekilim, onu bizzat kendim takip edeyim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN -  Ben teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, tasarının 1’inci maddesini okutuyorum:

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİNİN SU İHTİYACININ KARŞILANMASINA İLİŞKİN HÜKÜMETLERARASI ÇERÇEVE ANDLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 19 Temmuz 2010 tarihinde Lefkoşe’de imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

 

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İlhan Demiröz, Bursa Milletvekili.

Sayın Demiröz, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

2012 yılının barış, sevgi, mutluluk, sağlık getirmesini diliyorum.

Şırnak Uludere’de hayatını kaybeden 35 vatandaşımıza Tanrı’dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, sıra sayısı 26 olan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetler Arası Çerçeve Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi hakkında söz almış bulunuyorum.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 9.251 kilometrekare olan Kıbrıs Adası’nın 3.355 kilometrekare alanı ile yaklaşık üçte 1’ini teşkil etmektedir. Bu alanın 1.870 kilometrekaresi, yüzde 57’si tarım alanı niteliğindedir ancak sulanabilir arazi miktarı çok düşük olup 87 kilometrekare civarındadır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, yarı kurak iklim kuşağında yer alması ve kısıtlı doğal kaynaklara sahip olmasından dolayı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için içme suyunun ve sulama suyunun, başka bir ifadeyle suyun varlığının büyük önem taşıdığını biliyorum. Bu bakımdan kanun tasarısının önemli ve yerinde olduğunu da ifade etmek isterim.

Değerli milletvekilleri, 2002 yılından önce yapılan işler hakkında bilgi verildiği zaman AKP yetkilileri alınıyor. Hatta her şeyi kendilerinin döneminde yaptıklarını ifade ediyorlar ama size Kıbrıs’la ilgili neler yapıldığını, 2002’den önce neler yapıldığını da ifade etmek istiyorum. O tarihlerde kapatılan TOPRAKSU ve Köy Hizmetleri müdürlükleri vasıtasıyla, 1989’dan itibaren Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 20’ye yakın sulama göleti yapılmıştır.

Değerli arkadaşlar, 1998 yılında Türkiye'den, 10 bin ve 40 bin metreküp hacimli, denizden çekilerek getirilen torbalarla beş yıl içerisinde toplam 4,1 milyon ton metreküp su taşınmıştır. Yine, 2000’li yıllar içerisinde deniz suyundan içme suyu elde edilme çalışmaları çerçevesinde bugün 2 bin metreküp/gün kapasiteye ulaşılmıştır. Yine, sizin iktidarınızdan önceki dönemlerde atık sulardan yararlanım çerçevesinde Lefkoşa atık suları (4 milyon metreküp/yıl) arıtılmakta ve bunlar mera alanlarının sulanmasında kullanılmaktadır. Bunları şunun için anlattım, ifade ettim: Evet, bu proje, bu sulama ve içme suyu projesi oldukça önemli ancak bu konuda suyun ne kadar önemli olduğunu da vurgulamak üzere ve daha önce de bu konuda yapılan çalışmaları belirtmek anlamında söyledim.

Bir başka konuyu da şöyle burada bitirmek istiyorum: Bir tek noktaya gelecek olan suyun 3.300 kilometrekarelik bir alanda dağılmasında da Türk Mimar Mühendis Odalar Birliğine bağlı mühendis arkadaşlarımızca en ekonomik ve en iyi şekilde yapacaklarına inancımızın tam olduğunu ifade etmek istiyorum.

Bu konulardan bahsettikten sonra ülkemizde de çok kısa arazi varlığıyla ve sulanabilen arazilere değinmek istiyorum. Ülkemizin arazi varlığı 78 milyon hektar. Rakamlara boğmamak anlamında… Sulanabilir arazi varlığı 25,8 milyon hektar ve ekonomik sulanabilir arazi varlığımız 8,5 milyon hektar. Değerli arkadaşlar, sulamaya açılan arazi varlığı ise 4,9 milyon hektar. Bu da bir kısım DSİ, TOPRAKSU, Köy Hizmetleri, vatandaş iş birliğiyle yapılmıştır.

Bu konuma tekrar döneceğim ancak dünyada suyla ilgili de size çok kısa bilgiler sunmak isterim. Dünyada su miktarı 1,4 milyar kilometreküp. Bunun yüzde 97,5’u tuzlu, yüzde 2,5’u tatlı. Biz bu yüzde 2,5 tatlı suyun binde 3’ünü göl, akarsu, baraj ve göletlerle sağlamaktayız.

Değerli milletvekilleri, suyla ilgili şu bilgileri de sizinle paylaşmak isterim. Şu anda dünyamızda 1,4 milyar insan yeterli içme suyuna erişemiyor, 2,3 milyar insan sağlıklı suya hasret, her gün 7 milyon kişi suyla ilgili hastalıkla ölmekte, kişi başına su tüketimi ortalama 800 metreküp. Ülkemizde ise rezervimiz, 110 milyar metreküp suyumuz var. Su zengini olabilmemiz için bazı kaynaklara göre 10 bin metreküpün üzerinde olması gerekir ki, ülkemizdeki 3.690 metreküp/yılla biz ne su zengini ne de su fakiriyiz. 

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de 8,5 milyon hektar ekonomik sulanabilir arazinin 4,9 milyon hektarının sulamaya açıldığını ifade etmiştim, bu konuya tekrar döneceğimi söylemiştim. Şunun için: Sulanabilir tarım arazilerinin sulanabilmesinin bu gidişatla veya bugünkü ayrılan ödenekle yıllar alacağını, elli yıllık bir dönemde dahi bunu bitiremeyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Neden? Şu anda, değerli milletvekilleri, sulamayla ilgili, sulama ana görevi olan bir kurum, kuruluş yok. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünü derseniz, barajlardan kalan ödenek varsa yapılabilir. Hâlbuki Köy Hizmetleri kapatılana kadar 500 litre/saniyeye kadar olan bütün projeleri, sulama hizmetleri, tarla içi hizmetleri, drenaj, tesviye, arazi toplulaştırması bu kurum tarafından yapılıyordu, diğer kısımlar ise Devlet Su İşleriyle ortak olarak yapılmaktaydı. Şimdi kim yapacak? İl özel idaresi mi? İl özel idarelerinin buna yetecek kaynağı var mı? Sulama konusunda, drenaj konusunda, arazi tesviyesi, toplulaştırma konularında yeterli teknik elemanları var mı? Hayır. Olmadığını şuradan biliyorum: İl özel idarelerine bir norm kadro getirildi. Çocuğunu evlendiren, o mesleğini burada tamamlayan, emekli olan, yıllarını bu teşkilata verenler şantiyelere gönderildi arkadaşlar ve şantiyelerde kalmaları da engellendi. Neden? Emekli olsunlar diye ve emekli işlemi yapıldı. Peki, il özel idaresinde bu emekli işlemlerinden sonra norm kadrolar yerinde oturtturuldu mu? Hayır. Neler yapıldı? Sözleşmeli personel devri başladı. Daha önceki dönemlerde, sizin iktidarınızdan önce mevsimlik işçi sorunları çözülmüştü ve kadroya alınmıştı ama gelin görün ki bu kadar sıkıntılı olan bu konuda bugün mevsimlik işçiler yine kadroya alınmakta, amca, dayı, yeğen konusunda hareketler devam etmektedir.

Bu olayları şunun için anlatıyorum: İl özel idareleri bütçeleriyle sulanabilir tarım alanlarının sulanmasını sağlamanın hayal olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Acaba daha önceki dönemlerde yapılan taklitlerle il özel idareleri zayıflatılarak il genel meclislerinin etkinlikleri mi ortadan kaldırılmak isteniyor? İstanbul ve Kocaeli gibi diğer illerde de büyükşehir statüsüyle il genel meclisleri mi devre dışı bırakılmak isteniyor?

İki yıl il genel meclisi grup başkan vekilliği yaptım. Bu parlamento yerel bir parlamento. Özveriyle çalışıyor arkadaşlarımız. Planlama yapılmasında etken oluyor, yöreleriyle ilgili önemli kararlar veriyorlar ancak sosyal hakları konusunda atılmış herhangi bir adım olmadığı gibi, protokolde bile yerleri yok.

O zaman ben şunu söylemek istiyorum: Sırasıyla, sıra il genel meclislerine mi geldi diye düşünüyorum ve hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demiröz.

Şimdi söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Yusuf Halaçoğlu’nda.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

Süreniz on dakika. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin su ihtiyacının karşılanması bizim için en önemli yapılması gereken bir görev olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak Kıbrıs’ta Kıbrıs meselesini Arestis ve Loizidu davaları gibi birinci derece siyasi olarak etkileyecek olan Kıbrıs vakıfları konusunda yüce Meclisi bilgilendirmek istiyorum. Bu konunun özellikle hem iktidar hem de muhalefet partileri için son derece iyi bir bilgilendirme olacağı düşüncesindeyim.

Değerli milletvekilleri, 1571’de Kıbrıs’ın fethiyle adada temeli atılan vakıflar, Kıbrıs Türk’ünün en eski, tarihî ve köklü vakıflarıdır. Fetihten itibaren Ada’da şu vakıflar oluşturulmuştur: Kıbrıs’ta 1571’den itibaren ahkâmü’l-evkaf ve mülhak vakıf olarak 700’den fazla vakıf kurulmuştur. Bu vakıfların en önemlisi Abdullah Paşa, Lala Mustafa Paşa, Cafer Paşa, Ferruhzade el-Hac İsmail Ağa bin el-Hac Ramazan Ağa, Derviş Efendizade Mustafa Nazif ve Gümrükçü Osman vakıfları gibi vakıflardır.

Bunlardan Abdullah Paşa Vakfı, 1761 yılında Halep Beylerbeyi iken ölen Abdullah Paşa tarafından kurulmuştur. Abdullah Paşa sahibi bulunduğu Maraş Magosa bölgesinde bulunan 60 bin dönüm araziyi vakfederek “Abdullah Paşa Vakfı” adıyla mülhak bir vakıf kurmuştur. Söz konusu vakfın vakfiyesi bizzat Abdullah Paşa’nın kendisinin hazır olduğu 24 Temmuz 1748 tarihinde Şeri Meclis’te yazılmış ve tescil edilmiştir. Bu vakfın en önemli birimlerinden biri de Kıbrıs’ın su kaynaklarıdır ki, şu anda bu su kaynakları Güney Kıbrıs  Rum Kesimi tarafından kullanılmaktadır ve bu vakfa aittir. Yani “Kuzey Kıbrıs’a su verelim.” Derken, Abdullah Paşa Vakfına ait olan suyun kullanımı konusunda bir girişim şu ana kadar söz konusu olmamıştır.

Lala Mustafa Paşa Vakfı ise 1571 yılında Kıbrıs’ı fetheden Osmanlı ordusunun başkomutanı olan Lala Mustafa Paşa tarafından kurulmuştur. Otağını Derinya civarında kuran Lala Mustafa Paşa’nın kurduğu vakfın sahip olduğu mülk, otağından Maraş’a kadar uzanmakta olup 30 bin dönümdür. Vakfa ait, sadece arazi olarak, Lefkoşa’da 6.775 dönüm arazi bulunmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Maraş bölgesinin yüzde 78’inin bu vakıfların gayrimenkullerinden oluştuğu görülmektedir.

Kıbrıs 1878 yılında İngilizlere emaneten verildiğinde yaklaşık 300 bin dönüm arazi vakıf arazisi olarak görülmektedir. Şu anda ise eldeki vakıf arazileri yaklaşık olarak 30 bin dönüm civarındadır. Bunlar çeşitli yollarla gerek İngilizler gerekse Rumlar tarafından bir şekilde el değiştirmiştir. Mesela, şu anda İngilizlerin üssü olan arazinin de vakıf arazisi olduğu belgelerde yer almaktadır. Bu durumda tüm adanın yaklaşık üçte 2’sinin vakıf mülkleri hükmünde olduğu görülüyor. 1974 Barış Harekâtı sonrasında vakıf mallarının adet itibarıyla yüzde 44’ü, gelir kaynakları itibarıyla da yüzde 63’ü Rum kesiminde kalmıştır. Uluslararası hukuk kurallarına göre vakıf malları devredilememekte ve zaman aşımına uğramamaktadır. Kaldı ki zikredilen Kıbrıs vakıfları 1878-1960 yılları İngiliz dönemi ve 1960-1974 ortak cumhuriyet döneminde de yasal ve anayasal düzeyde tanınmıştır.

4 Haziran 1878 tarihinde İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında yapılan ve Kıbrıs adasının İngiltere'ye kiralanmasını da içeren anlaşma ekindeki 1 Temmuz 1878 tarihli Protokol’ün 2’nci maddesi “Ahkâmül Evkaf”ı yürürlükte tutmaktadır. 1914'te İngilizler, Birinci Dünya Savaşı'nı bahane ederek Kıbrıs'ı ilhak ederken “Ahkâmül Evkaf”ı ilga eden bir düzenleme de yapmamışlardır. Tam tersine, 1915 Kıbrıs “Müslüman dinî taşınmaz mallar” adı altında İmparatorluk emirnamesi “ahkâmül evkaf”ın yürürlükte olduğunu teyit etmektedir.

Lozan Anlaşması’nın 20’nci maddesi ile Kıbrıs İngiltere'ye resmen devredilirken “Ahkâmül Evkaf” ile ilgili aksi bir düzenleme veya karar da bulunmamaktadır. Bugün bu vakıflar Kıbrıs Vakıflar İdaresinin yönetim ve denetimi altındadır.

1959 Londra ve Zürih anlaşmaları yapılırken ise eski Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, gasbedilen vakıf mallarıyla ilgili Kıbrıs Türk toplumunun haklarının saklı olduğuna ve söz konusu malların geri alınması ve tazmini için gerekli çarelere başvurulacağına dair anlaşma metin taslağına şerh koydurmuş bulunmaktadır.

Tüm bu hukuki çerçeveye rağmen, 1878’den ve özellikle de 1913’ten itibaren aşamalı olarak bu kurallar İngilizler ve Rumlar tarafından ihlal edilmiş ve vakıf emlakin önemli bir kısmı gasbedilmiştir. Yasa dışı yöntemlerle el konulan bu emlakin kaba bir hesaplamayla yalnızca arazi olarak değerinin 100 milyar doları aştığını ve vakıflar idaresinin yüz yıla yaklaşan sürede yoksun kaldığı mali gelirin 1 trilyon dolar civarında olduğunu söylemek olayın önemli ve mali boyutu hakkında bir fikir verecektir.

Bu arada, Gazi Magosa Kaza Mahkemesi Türk tarafı için önemli bir karar almıştır. Bu kararla izolasyonların kaldırılmaları karşılığında Maraş’ın Rumlara verileceği yönündeki demeçlere karşın, bölgenin vakıf olduğu Magosa Kaza Mahkemesince tescillenmiştir. Mahkemenin İngiliz yönetimi dönemindeki arazi devirlerinin yasalara aykırı olduğunu karara bağlamasıyla Türk tarafının eline ciddi bir koz geçmiş olmaktadır. Vakıf mallarının devredilememesi sebebiyle, Rumların yerleşimine açılması düşünülen kapalı Maraş ve Kıbrıs sorununda yeni bir sayfa açılabilir.

Maraş kime aittir? Aslında, sürem çok kısıtlı olduğu için kısa şekilde geçeceğim. Vakıf emlak yağmasının önemli bir bölümünü oluşturan ve 1913 yılında gasbedildiği tespit edilen kapalı Maraş bölgesindeki taşınmazlar Abdullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa vakıflarına aittir. Bununla ilgili belgeler, on sene önce Maraş bölgesinde bir otelin bodrum katında bulunmuştur. Dolayısıyla 1910 ile 1930 dönemine ait bu bulunan defterlerde tapu kayıtları mevcuttur. Yani bugün Kıbrıs’ta Rumların elinde bulunduğu söylenen emlakin Türk vakıflarına ait olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla, buna bağlı olarak, mülhak vakıf hükmünü taşıyan bu vakıfların hiçbir şekilde satılması mümkün olmadığı gibi herhangi bir şekilde başkasına devri veya takası söz konusu olamaz. Dolayısıyla, Türkiye'nin kapalı Maraş bölgesini Rumlara verme gibi bir düşüncesi tamamen uluslararası hukuka aykırıdır.

Öte yandan, ilk olarak Aralık 2003 yılında, AİHM tarafından, Loizidu isimli Rum kadına, Girne'de bıraktığı mülkünü 1974'ten beri kullanamadığı gerekçesiyle 1,1 milyon avro tazminat ödemeye Türkiye mahkûm edilmiştir. Ardından, Arestis adlı Rum kadının 1974 öncesinde kapalı bölge Maraş'ta bıraktığı mülkü için de 1998 yılında AİHM'de Türkiye aleyhine yaptığı kişisel başvuru, yine Kıbrıs'ta mülkiyet sorunu ve vakıf mallarının yağmalanması konusunda derinden Türkiye’yi etkileyecek yeni bir dava niteliği taşımaktadır. AİHM Türkiye’yi bu konuda 885 bin avro tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Oysaki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vakıf kayıtlarında, bu mülkün Abdullah Paşa Vakfına ait olduğu açıkça yer almaktadır. Arestis'in avukatının açıklamalarına göre, Maraş'ta benzer durumda olan 5 bin taşınmaz bulunmaktadır. Bu durum, işin vahametini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, işin diğer yönüne baktığımızda ki Arestis mülkünün asıl vakıf mallarına ait olduğu belgeleri elimizdeki belgelerdir. Dolayısıyla, bunun AİHM’e neden sunulmadığının sorgulanması gerekmektedir. Türkiye’yi yönetenler veya Kıbrıs, neden bunları AİHM’e sunmadılar?

Diğer taraftan, eğer biz bunları ciddi olarak ele alacak olursak Maraş’taki mülklerin “Ahkâmül Evkaf” prensipleri ihlal edilerek yasa dışı yöntemlerle Rumların isimlerine kaydedildiğini bu şekilde kanıtlayabileceğiz ve AİHM’de davacı değil, davalı taraf hâline getireceğiz Rumları.

Dolayısıyla, bu konuda gerekli çalışmaların yapılmasını Hükûmetten istiyoruz ve bu vesileyle hepinize saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.

Şimdi, 81’inci maddeye göre soru-cevap.

Sayın Halaman sisteme girmiş.

Sayın Halaman…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok efendim.

BAŞKAN – Yok.

O zaman 1’inci maddenin görüşmeleri tamamlanmıştır.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Sayın Şandır, Mersin Milletvekilimiz.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın milletvekilleri, öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tabii, işin esprisi ama söz konusu Kıbrıs ve Mersin olunca, sabrınıza da baştan teşekkür ederek birkaç cümle söylemek istiyorum.

Gerçekten, biraz önce soru kısmında da söylediğim gibi, bu konunun Anamur’un Dragon Çayı Vadisi’ndeki, o vadideki 5 tane köyle ilgili çok özel önemi vardır; Akine köyü, Ormancık köyü, Sarıağaç köyü, Kılıç köyü ve başka köylerin mahalleleriyle ilgili çok önemi vardır ve tüm köylüler dikkatlice bu görüşmeleri izlemektedirler. O sebeple, ben sözlerime Sayın Bakanın sözünü tekrarlayarak başlamak istiyorum. Sayın Orman ve Su İşleri Bakanı Profesör Doktor Veysel Eroğlu ”Bu köylere ne sözümüz varsa yerine getireceğiz…” “Zamanında yerine getireceğiz.”i de ben ilave edebilir miyim Hocam?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Öncelikli olarak…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – “…zamanında yerine getireceğiz.” dedi. Bunu önemsiyorum, bunu bir yere yazıyoruz.

Gerçekten, değerli arkadaşlar, Toros dağlarının yamaçlarında, vadilerinde dişiyle tırnağıyla, çoluk çocuğuyla rızkını kazanmaya çalışan o insanlara Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, Hükûmeti olarak, Parlamentosu olarak çok borcumuz bulunmaktadır. Onlara hizmetin en güzelini götürmek gibi bir mecburiyetimiz vardır. O insanlar ki o dağ başlarında kendi emekleriyle, onurlarıyla yaşamakta ısrar ve inat ediyorlarsa, devlet olarak bizim de onlara karşı görevimizi aksatmadan, ertelemeden, mazeret bulup geçiştirmeden yerine getirmemiz lazım. Bu konuşma dolayısıyla, bunu fırsat bilerek, o köylülere, sizler adına, Hükûmet adına, ben de oraların halkının oyuyla seçilmiş bir milletvekili olarak söz vermek durumundayız.

Değerli arkadaşlar, bu Alaköprü Barajı çok hayırlı bir yatırımdır; her anlamıyla, AKP iktidarlarının, hükûmetlerinin, bana göre, çok hayırlı bir yatırımı olmuştur. Özellikle Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın içme suyu ihtiyacını karşılayacak olması çok önemli bir hadise. Buna cüret göstermek, buna cesaret göstermek, bunun kararını vermek çok önemli, çok değerli; tebrik ediyor, teşekkür ediyorum; Kıbrıs halkı adına, Kıbrıs Türk halkı adına, Türk milleti adına çok teşekkür ediyorum. Ama bu konu Anamur için de çok önemli. Bu Alaköprü Barajı’nda birikecek suyun bir miktarı Kıbrıs’a taşınacak, ihtiyaçları olduğu kadarıyla. Ne kadar ihtiyaçları varsa o kadar verilecek ama geri kalan kısmı da Anamur köylülerinin sulamada kullanacakları su olarak değerlendirilecek. Onun için, bu baraj, hem Anamur halkı için hem Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımız için çok hayırlı bir yatırım olmuştur. İnşallah, Sayın Bakanın ifadesine göre, 7 Mart 2014 tarihinde bu baraj inşaatı bitecek ve bununla beraber sulama kanalları da bitecek inşallah Hocam. Bir açıklama yaparsınız ümit ederim.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – 10 katı kadar su var, 750 milyon metreküp su var, merak etmeyin.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Tamam Hocam, tamam.

Dolayısıyla, Anamur’un muhtelif ovalarında -oralar çok parçalı, vadi vadi parçalanmış- o vadilerde kendi cazibesiyle akan sulamayla sulama yapacak köylümüz açısından da bu baraj önemli bir barajdır. Sulama kanallarıyla, ümit ederim ki bu tarihe kadar bitirilmiş olur.

Ancak Hocam, bir şey söyleyeyim; tekrar dikkatinize sunmak adına söylüyorum: Bakınız, burada 25 milyon TL kamulaştırma bedeli ödediğinizi söylüyorsunuz, doğrudur ama bu insanlar çiftçilik yaparlar, bu insanlar ticaretle veya sanayicilikle uğraşmazlar. Bunlar tarımı bilir, üretmeyi bilir, toprağı bilir, hayvanı bilir. Dolayısıyla, bu insanlara bu işi yapabilecek zemini hazırlamanız lazım.

Bakın, henüz daha iskân edilecekleri yer belli değil. 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2’nci maddesinin (A) bendi size bu imkânı veriyor. Orman içi açıklıklarına, boşluklarına bu köylüleri taşıyabilir, yerleştirebilirsiniz.

Bakınız, bu Akine köyünün tamamını ve Ormancık köyünün bir mahallesini taşıyacaksınız. Nereye taşıyacaksınız? Belli değil. Bir defa bu köylünün her birine, hiç olmazsa hane başına onar dönüm arazi vermemiz lazım ve bunu sulamamız lazım, sulama imkânı da getirmemiz lazım. Bu insanlar yalnız ve yalnız tarım yaparlar. Dolayısıyla, bu insanlara bugün bildikleri, yaşadıkları ortamı hazırlayarak, şimdiden hazırlayarak geleceğe umut vermemiz lazım. Yani parayı verdiniz, bu para yarın biter, bu köylüler şehre taşınırlar. Zinhar şöyle bir şey doğru değil yani bunları TOKİ binalarına taşıyarak iskân etmeniz “Taşıdık” demeniz bunlara iyilik değil, geleceklerini karartmanız anlamı taşır. Dolayısıyla, biz ısrarla şunu söylüyoruz: Bakın, iskân edilecek yer buraya yakın olmalı, bu barajın suyundan bunlar da faydalanmalılar ve bunların geçimini temin edebilecek en az 8-10 dönüm arasında bir arazi tahsis etmek lazım ki burada serasını yapsın, burada sebzesini meyvesini yetiştirsin, kendi çoluk çocuğunun geçimini temin edebilsin.

Yine bir şey söylüyorum Değerli Hocam: Siz bunların arazilerine bir bedel ödüyorsunuz ama devlete yakışan ağalık bunlara vereceğiniz arazilerden bir bedel almamaktır. Ümit ederim ki bu noktada bir programınız vardır, bir planınız vardır, bunu da köylümüze bu vesileyle açıklarsınız diye ümit ediyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii söz konusu olan Orman Bakanı ve Su Bakanı olunca ve yine söz konusu olan Mersin olunca Göksu Vadisi’yle ilgili, Göksu Nehri’yle ilgili barajlardan da bahsetmek lazım.

Değerli milletvekilleri, inanınız ki devletin aldığı kararla vatandaşımız mağdur edilmektedir. Bahçesinin önünden çay akmaktadır, dere akmaktadır ama o dereden bir damla su alıp bostanını sulayamamaktadır. Devlet Su İşlerinin aldığı karar, tahsis kararı doğrultusunda yani köylü bakmakta, dere akmakta ama bostanlar da sulanamamaktadır. Bu anlamda Sayın Bakana birçok defa gelmişizdir, kendileri de ümit vermiştir ama Göksu Vadisi’nde yaşayan köylüler o bomboz toprakları sulayamadıkları takdirde ürün üretememektedirler, bunların kullanacağı suyu kendilerine tahsis etmek veya işte, yapılacak barajlardan tahsis etmek bir zorunluluktur. Ümit ediyorum ki bu noktada Hükûmetin ve Sayın Bakanın da bir gayreti, bir kararı, bir projesi bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, sözlerimin sonunda 3 Ocak gününü de hatırlatmak istiyorum. 3 Ocak Mersin’in Fransız işgalinden kurtulduğu gündür. Aslında bugünlere “kurtuluş günü” demek doğru değil, her şehrimiz için söylüyorum. Bazı arkadaşlarımız hatırlayacaktır, dadaş hatırlayacaktır, ben burada başka zamanlarda da söyledim, bu “kurtuluş günü” ifadesi yanlış, esareti kabul edip esaretten kurtulmayı kabul etmek anlamı taşır, “zafer günü” demek lazım. Atalarımız…

Öyle değil mi Sayın Valiler?

MUAMMER GÜLER (Mardin) – Evet.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Evet, zafer günü.

Yani Fransız niyet etmiştir; önce İngilizler, sonra Fransızlar Mersin’i işgale niyetlenmişlerdir; gemilerini getirmişlerdir, askerlerini getirmişlerdir ama işgalde başarılı olamamışlardır. Netice, 1921’in Aralığında verilen nota doğrultusunda çekip gitmişlerdir. Biz, bu günleri kurtuluş günü olarak kutlarsak kendimize haksızlık, atalarımıza haksızlık yapmış oluruz. Bunlar bizim zafer günlerimizdir. Mersin 3 Ocakta, Tarsus 27 Aralıkta böyle güzel günler yaşamıştır. Ben de onlara katıldım.

Bir başka şey daha söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, sorunlar bir bütünlük içindedir. Eğer Anamur’un bu sorunlarını çözmek istiyorsak benim sizden, sayın Hükûmetten, sayın bakanlardan istirhamım, Sayın AKP Grubundan istirhamım Anamur’u il ilan etmektir. Anamur Antalya’ya 250 kilometre, Mersin’e 250 kilometre, Konya’ya 250 kilometre uzaklıkta böyle denizin kenarında ama kenarda kalmış, unutulmuş bir yerleşim yeridir ancak burayı il yaptığımız takdirde sorunlarının çözümünde çok ciddi bir mesafe katetmek mümkündür. İnşallah, inanıyorum ki 2014 tarihine kadar, bu baraj yapılıncaya kadar Anamur’u il ilan ederiz. Anamur, kara yollarıyla, üniversitesiyle, vilayetiyle, valisiyle gerçekten bir cennet köşe; çok güzel bir geleceğe sahip olur diye ümit ediyor, bunları temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Madde üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri oylama sonucunu açıklıyorum:

 

“Kullanılan oy sayısı

:

280

 

 

Kabul

:

272

 

 

Ret

:

         7

 

  Çekimser      :            1    (x)

 

Kâtip Üye

Mine LÖK BEYAZ

Diyarbakır

Kâtip Üye

Muhammet Rıza YALÇINKAYA

Bartın”

 

Bu şekilde tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı uğurlu olsun.

Oturuma on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.22

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.41

BAŞKAN: Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

_____ 0 _____

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

3’üncü sıraya alınan, Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

 

3.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112)(x)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 112 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde gruplar adına söz isteyen, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Kürkcü.

BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu önümüze gelen 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin, aslında bu kanunun gündeme alınıp alınmaması konusunda daha önce yapılan görüşme sırasında grup başkan vekilimizin yaptığı açıklamada olduğu gibi, onu aynen tekrar ederek söylemek istiyorum ki Türkiye'nin şimdi içinde yaşadığı günler ve gündemle bütünüyle ilgisiz, kendi sırasında görüşülse ilzam ettiği kesimlerin herhangi bir hak kaybına yol açmayacak olan bu içeriğin bugün gündeme getirilmiş olmasının, herhangi bir biçimde Türkiye siyasetinin doğru rayda sürdürülmesiyle, yurttaşların hak ve çıkarlarının korunmasıyla bir ilgisi olmadığı kanaatindeyiz, çünkü, bir kere, her şeyden önce Türkiye'nin bugün karşı karşıya kaldığı temelli meseleler bakımından bu kanunun taşıdığı bir aciliyet yoktur.

İkincisi, bu, bir kanun hükmünde kararnamenin çıkartıldığı sırada, telaşla çıkartılırken unutulmuş, akla getirilmemiş ya da ihmal edilmiş kimi bölümlerini şimdi onarmak, gidermek, bunlara Hükûmetin ve onun arkasındaki parti çoğunluğunun çıkarları ya da gerekçeleri istikametinde yeni bir karakter kazandırmayı öngören bir değişiklik önergesi fakat asıl büyük problem olduğu yerde durmaya devam ediyor, bu da: Gerçekte bir kanun hükmünde kararnamenin şimdi bir kanunla değiştirilmek isteniyor olmasıdır. Buradaki garabete dikkatinizi çekmek isterim.

Hükûmet henüz bu kanun hükmünde kararnameyi onaylanmak ve yürürlüğe kanun olarak sokulmak üzere Meclise getirmiş değildir ama oradaki değişikliği bir kanunla yapmak azmindedir. Bunu açıklamak, gerçekten bir yasama tutarlılığı açısından asla mümkün değildir. Daha önce de çeşitli defalar söylemiştik, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihinde hiçbir zaman olmadığı şekilde yasama ile yürütme arasındaki bağların bir bütün olarak koptuğu, yürütmenin kendi başına buyruk bir biçimde hayatına devam ettiği, yasamanın yani buradaki vekillerin, halkın temsilcilerinin ise Meclis çoğunluğunun iradesi böyledir diye yürütmeyi herhangi bir biçimde denetleme kapasitesi gösteremediği, Türkiye'nin gündemini Meclise taşıyamadığı, önüne dizilmiş olan, Hükûmet için öncelikli meseleleri karara bağlayan bir noter konumundan uzaklaşarak, kendi iktidarına sahip, kendi gücüne sahip, kendi yönetme erkine sahip bir iktidar organı olarak asla hareket edememektedir. Ben, Meclisimizin bütün üyelerinin, hangi partiden olurlarsa olsunlar, milletin vekili olarak, bu Mecliste kendilerinin bir iktidar gücü olduğunu hatırlamaları gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Sizlersiniz, siz olmazsanız hükûmet olmaz. Millet bir hükûmet seçmiyor, millet bir Meclis seçiyor. Bu Meclis kendi işlerinin bazılarını görsün diye kendisine bir hükûmet tayin ediyor. Güya, kâğıt üzerinde, usulen böyle gibi ama hakikatte nasıl?

Hakikatte, işte hepimiz görüyoruz, usulen, başka türlü bu kanunlar görüşülemeyeceği için Hükûmet ya da ilgili komisyonlar buraya geliyor, onun dışında Mecliste asla görünmezler, yoklar, zaten Meclisin önüne getirdikleri meselelerin kendi çoğunlukları tarafından onaylanacağından emindirler. Bir tek gün olsun, çoğunluk partisinden bir üyenin de buraya gelen bir mesele hakkında aykırı bir görüş belirttiğine tanık olmayız. Böylelikle, otomatiğe bağlanmış bir biçimde hayat sürüp gider, biz de yasama görevimizi yaptığımızı düşünürüz. Hakikaten düşünüyor musunuz? Ben size sormak istiyorum. Kimileriniz dinleme zahmetinde bile değiller. Olur, dinlemeyin ama nihayet bu kayıtlar, bu zabıtlar bir gün yeniden gözden geçirilecek ve insanlar kendilerinin nasıl uyarılmış olduklarını, kendilerine bir ayna tutulduğunu görecekler.

Ben bu hâlde Türkiye’nin kaderi bakımından tayin edici bir rol oynayan bir organda çalıştığımızı kendi payıma hissedemiyorum. Hükûmetin hiçbir icraatını denetleyebilmek, Hükûmetin hiçbir icraatını onun istemediği tarzda dönüştürmek ve değiştirmek, Hükûmetin hesap verilebilirliğini sağlamak bakımından aslında etkisiz, yetkisiz, iktidarsız, güçsüz bir organ hâline gelmiştir Türkiye Büyük Millet Meclisi. Bence, her şeyden önce, bu yasa vesilesiyle bunu düşünmemiz yerli yerinde olur.

İkinci mesele: Meclisin gündemiyle memleketin gündemi arasında, eğer gündem dışı bir söz alınmazsa, hiçbir ilgi kurulamaması paradoksuyla karşı karşıyayız. Gerçekten burada söz alan bütün milletvekili arkadaşlarımız kaçınılmaz bir biçimde Meclisin gündemini Türkiye’nin gündemine yaklaştırmak için hileişeriyeye başvurmak zorundadırlar. Yani aslında yasanın aleyhinde söz alıp lehinde konuşmakta ya da lehinde söz alıp aleyhinde konuşmakta, yani bir etik kusur işlemeden siyasi bir doğru tavır ortaya koyamadıklarını görme çaresizliği içinde veya aslında gündem dışı konuşmalarla gündemi yakalamaya çalışmaktadırlar. Ne kadar tuhaf değil mi? Ne kadar paradoksal? Gündem dışı ile ancak gündem yakalanabiliyor ve Meclis, kendisi hakkında ve kendisine tevdi edilmiş Türkiye’yi yönetme görevi hakkında bazı sözler söyleyebiliyor eğer İktidarın yani Hükûmetin gücünü aşabilirse yani yürütmenin gücünü aşabilirse. Aslında öyle bir zaman hiç olmuyor.

Ben, o nedenle, bu kanun hükmündeki kararnamelerle Türkiye’yi yönetme alışkanlığına Hükûmetin, nasıl bir çare bulacağımızı hepinizin ve hepimizin düşünmesinin asıl mesele olduğu kanaatindeyim. Nasıl olabilir de nasıl yapabiliriz de halkın bize verdiği memleketi yönetme, onun adına bütün Türkiye’nin akıbeti hakkında karar verebilme ve bu kararı yürütmek için kimi insanları aramızdan görevlendirme işini layıkıyla yapabiliriz? Ben, muhalefet gruplarının, çoğu kez, büyük bir çaresizlik içinde kaldıklarını gözlüyorum çünkü ne yapsalar ne deseler, bir kulaktan girip öbüründen çıkıyor, bütün tasarılar geldiği gibi gidiyor; bir tek virgülü değişsin, göreyim. Bir tek konuda herhâlde bu oldu, emekli maaşlarına yüzde 40 değil de yüzde 60 oranının uygulanması bakımından. O zaman da zaten, muhalefet iktidar arasında bir fark da kalmamıştı, herkes iktidar gibi olmuştu. Hakikaten, o zaman, bir iktidar kullanmış olduk ama bunun da millet vicdanında bir karşılığı olmadığını hepimiz biliyoruz.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz de imzaladınız.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Efendim?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Sizin grup başkan vekilleriniz de imzaladı, idare amiriniz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bu bir şeyi değiştirmez. Şimdi ben onun aksine…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Aynı eleştirileri kendi idare amirinize de yapın o zaman.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şimdi ben onun aksine konuşuyorum, hiçbir şeyi değiştirmez.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Aynı eleştirileri idare amirinize söylerseniz daha samimi olursunuz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Aynı eleştirileri, sırası geldiğinde yaparız hanımefendi, niye dertleniyorsunuz?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tamam.

ERTUĞUL KÜRKCÜ (Devamla) – Onun da sırası gelir, onu da yaparız.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, lütfen uyarın. Laf atmasın Sayın Grup Başkan Vekili.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz cevap vermeyin, Başkan karar verir Sayın Önder.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Başkan bir türlü akıl edemiyor ama!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Evet.

Bunlar bir şeyi değiştirmez. Bunlar, yapılmış olan bir hatanın yapılmamış olduğu anlamına gelmez. Burada bir irade sahibi olmanız, hatada, onu hata olmaktan çıkartmaz. O nedenle, bunlar, benim söylediklerimi doğrulayan istisnalardır, bunun bir farkı yok.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, gelelim memleketin gündemine. Memleketin gündeminde çok temelli bir mesele var. Memleket, esasen, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı bir iç çatışma riskinin üstesinden nasıl gelebileceği hakkında düşünmeye çalışıyor. Türkiye’de fikir yapanlar, kanaat sahipleri, halk, çatışma bölgesinde yaşayanlar, siyasi parti temsilcileri, buradaki bütün partilerin bölgedeki temsilcileri, Türkiye'nin batısında yaşayan ve bu çatışmadan dolaylı olarak etkilenen herkesin gündeminde, aslında, Türkiye’de sürüp giden ve önlenemeyen, bir rotaya sokulamayan, bir çözüme kavuşturulamayan çatışma meselesi var ama bu çatışmanın nasıl çözümleneceğine dair, biz, karşımızda, bir Hükûmet önerisi, bugüne kadar göremedik, bir bastırma faaliyeti ötesinde.

Bir bastırma faaliyetinin sonuçlarının neye mal olabileceğini, çünkü sorun, aslında bastırmayla çözülemeyecek bir sorun olduğu için, sonuçlarının neye mal olabileceğini daha çok yakında gördük. Çok yakında hepimiz gözlerimizle gördük, kulaklarımızla duyduk ki bölgede yaşayan, kaçınılmaz bir biçimde başka hiçbir çareleri olmadığı ve hayatın doğal akışı öyle olduğu için, bölünmüş yurtlarının diğer tarafında kalan akrabaları, hemşehrileri, aşiret üyeleriyle alışveriş yapmak için katırlar üzerinde yolculuk yapan insanlar isyancı sanılarak bombalandılar, öldürüldüler ve bunun yarattığı vicdan yarası bugün Türkiye'nin tamamında gündem olarak konuşuluyor.

Herkes “Bu meselenin içinden nasıl çıkarız? Bu çatışma derinleşmeden, bu çatışma herkesi her yerde yarmadan, herkes komşusunun aslını faslını araştırarak onunla ilişkisini, geleceğini tayin edecek duruma düşmeden, Türkiye bir dizi iç çatışma geçirmiş komşularına benzemeden bu badireden nasıl çıkabilir?” diye düşünüyor. Fakat biz burada öncelikli mesele olarak aslında gündemin sonundaki maddeleri, orada görüşülse olacağı hâlde, öne alarak bu meseleden kaçmaya çalışıyoruz. Tabii ki kaçamıyoruz, kaçamayız, hiçbirimiz karşı karşıya kaldığımız bu vahametten kaçamayız, Başbakanın yaptığı gibi hiç kaçamayız. Bu meseleyi erbabına teslim etmek, aslında gerçekleşmiş olanın ne olduğunu anlamak için Mecliste bir araştırma komisyonu kurmak, bağımsız bir araştırma kurulu görevlendirmek, bu araştırmanın sonuçlarına bağlı olarak bir yargıya varmak yerine, Hükûmet çoktan karar verdi: “Bir kasıt yok. Bir kasıt yok, bir suç da yok ama biz tazminat öderiz.” Bir kasıt olmadığını nereden biliyorsunuz, araştırdınız mı? Şimdi, mahkemeye sevk ettiğiniz dizi dizi albaylar, generaller, orgeneraller, onlar da bir kasıt olmadan bir şeyler yaptıklarını söylüyorlardı, şimdi onları suçluyorsunuz, suçlattırıyorsunuz “Kasıtları vardı, onu yapacaklardı, bunu yapacaklardı.” diye.

Peki, bir yargı süreci olmadan bu kastın olup olmadığını anlayabilir miydik? Hâlâ anlayabilmiş değiliz. Belki de var, belki de yok. Peki, bu olayda olmadığını nereden biliyoruz? Nereden biliyoruz, o köylülerin kasıtlı bir biçimde ortadan kaldırılmaları için bütün birimlerin sevk ve idare edilmediğini nereden biliyoruz? O kadar bilebilecek durumdaysak niçin oluyor? O nedenle, bir kere, Hükûmetin bu meseleyi ele alması, yürütmesi, yönlendirmesi bütünüyle ve bütünüyle kendi iktidarıyla ilgilidir. Asla ve asla oradaki yurttaşların baktığı yerden hayata bakmamaktadır. “Buradan bizim Hükûmetimize bir zayiat gelir mi, gelmez mi?” 35 tane insanın hayatını kaybettiği bir yerde bir hükûmet zayiata uğrasa ne olur, uğramasa ne olur? Kendi yurttaşlarının, kendi halkının, kendi insanlarının uğradığı felaket karşısında bu kadar kendine, bu kadar kendi emrindekilere sahip çıkmayı anlamak mümkün değil. Bunu çözmek zorundayız, bunu anlamak zorundayız.

Ve bunu anlamak için kafa yoranlar, sadece muhalefetin üyeleri, o sıralarda oturanlar değil; bu sıralarda, bu sıralarda oturanlar değil. Bugüne kadar Hükûmeti desteklemekte asla şaşmış olmayan pek çok kanaat önderinin, köşe yazarının neler yazdığını görmek için Hükûmeti bugüne kadar destekleyegelmiş özellikle gazetelerin köşe yazarlarının yazdıklarına bakınız; Yeni Şafak’a bakınız, Taraf’a bakınız, Zaman’a bakınız, diğer gazetelere bakınız. Düşünen insanlar her tarafta “Bu işteki bit yeniği nedir?” diye çözmekle meşguldürler ama Hükûmet bize parmağını uzatmakta ve “Bit yeniği yok. Problem sizsiniz, bütün bunları siz çıkardınız.” diyebilmektedir. Hakikaten içinizde buna inanan var mı? Hakikaten içinizde bizim iblis olduğumuz için bütün bunların ortaya çıkmış olduğunu düşünen var mı? Eğer varsa “iblisi evvel” kendisidir buna inananın. Yok, olamaz çünkü hakikat bu değil. O zaman bu hakikatten kaçmayın arkadaşlar. Gelin, bu işi çözmek için şiddetten başka bir çare bulalım, şiddetten başka bir çarenin nerede yattığına dair kafa yoranlara kulak kabartalım.

Kendi geleceğini, kendi istikbalini bir ayaklanmayı bastırma şerefinde gören zavallı güvenlik elemanlarının aklı bir hükûmetin aklı olabilir mi? Elindeki alet sadece çekiç olan, çekiçten başka hiçbir alet tanımayan gördüğü her sorunu çivi sanar ve onu çakarak çözebileceğini zanneder. Bir asker böyle düşünebilir, bir polis böyle düşünebilir, bir istihbaratçı böyle düşünebilir; peki, bir politik heyet, bir hükûmet, bir Meclis böyle düşünebilir mi, Meclis böyle bakabilir mi? Buradaki üyelerin buraya gelip gelmemelerini tayin eden, önlerine sandık koyduğunuz insanların davranışlarını çözebilmek bakımından, anlayabilmek bakımından onların kafasına çekiçle çivi çakma fikrini, onları bastırma, onları bastırarak yok etme fikrini, insanlara geleceklerini kurtarabilmeleri için oğulları ve kızlarını öldürmenin en iyi çare olduğunu anlatmanın yolunu arayanların aklı Hükûmet aklı olabilir mi? Ne yazık ki Başbakan ve onun yakın yardımcıları bir güvenlik kliğinin eline tutsak düşmüşlerdir. Onlarca yıl bunun karşısında söz söyleyip, bunun karşısında pozisyon almaya çalıştıktan sonra, şimdi nihayet bir güvenlik kliğinin elindedirler, onların gösterdiği yoldan ayrılamamaktadırlar. Genelkurmay Başkanını sorguya çekmek aklına gelmemektedir Başbakanın. Genelkurmay Başkanının yaptığı açıklamayı bize inandırmaya çalışmaktadır, inanmayana da hakaretin bini bir paradır. Bütün hakaretlerin hepsini iade ediyorum buradan, hepsini, hepsini, hepsini. (BDP sıralarından alkışlar) Biz hakaret edilecek hiçbir şey yapmadık, derdimizi edeplice söyledik. Yas içinde olan insanların dilini acılaştırmadan kullanmaya çalıştık, sorunu ortaya koymaya çalıştık ama karşı karşıya kaldığımız şey, ağzını açtığı zaman tuvaletten başlayan bir Başbakan suretidir. Buna layık mısınız arkadaşlar? Bu Meclis işini gördürmek için böyle bir heyet mi seçmiştir? Bu mudur Türkiye’ye layık olan? Bu mudur kendi geleceğimizi kurtaracağımız, kendi halkımıza hizmet edeceğimiz ekibin dili? Böyle mi konuşulacaktır, böyle mi dinleyecektir insanlar birbirlerini? Asıl meselemiz budur, yoksa TOKİ’nin şu yasası geçmiş, bu yasası geçmiş… Nasıl olsa geçer, nasıl olsa bunlar yapılır çünkü burası zaten hükûmetten gelen kanunların onaylandığı bir yer değil mi? Ama silkinip, kendimize gelip, bu memleketin geleceği bize emanet edildi, bize bırakıldı; bunun içerisinden çıkabilmek için bir anlaşma yolu, bir çözüm yolu bulabilir miyiz diye birbirimizi dinlemenin bir çaresi yok mu? Bunun yolu açılamaz mı? Partiler bu bakımdan birbirlerini dinleyemezler mi? Hakaret mi dinlemek zorundayız sabahtan akşama kadar ölen insanların hesabını sorduğumuz için sevgili arkadaşlar? 35 insan, asla orantılı olduğu söylenemeyecek bir biçimde… Bırakın köylü olmasını, kaçakçı olmasını ya da olmamasını, tutalım ki isyancı, tutalım ki gerilla, tutalım ki kalaşnikoflarıyla sınırı geçiyor, bunu yapmak için, onları önlemek için…

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – “Terörist” bile diyemiyorsun!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Ben “terörist” demiyorum,  demek zorunda da değilim. Mecbur muyum sizin dilinizle konuşmaya?

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – İşte, nereden emir, nereden talimat aldığın ortaya çıkıyor.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Ben senin dilini dinliyorum, sen de benim dilimi dinleyeceksin, burada herkes aynı lisanı konuşmayacak.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Tuvalet ağzını bırakın.

BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayalım. Lütfen…

Meclise hitap edin siz de.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Herkesin aynı lisanı konuştuğu yerde demokrasiden söz edemezsin. Benim dilimi de öğreneceksin. Ben “terörist” demiyorum…

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Senin dilini ne öğreneceğim ben!

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Sen öğreneceksin. Her şeyi öğreneceksiniz, herkes herkesten öğrenecek. Öğreneceksin.

BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayalım.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, müdahale etsenize.  

BAŞKAN – Ediyorum iki tarafa da, siz de susun, onlar da sussun lütfen.

Sayın Kürkcü, devam edin efendim.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bir şeyi anlamanın ilk yolu onu adlandırmaktır, nasıl adlandırırsan öyle anlarsın. “Terörist” dediğin için anlamıyorsun ne olduğunu, “isyancı” dediğin zaman ne olduğunu anlayabilirsin. (BDP sıralarından alkışlar) Türkiye’yi yönetenler, zamanında bu kadar güvenlik doktrinlerine saplanmadıkları zaman aslında bunun bir isyan olduğunu kaç kere söylediler. Ne oldu da, son beş yılda mı “terörizm” oldu bunun adı? Türkiye’de hepimizin anlayarak çözmek zorunda olduğumuz bir sosyal, iktisadi, kültürel, hatta diplomatik bir mesele var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kürkçü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Osmanlı topraklarında yaşarken kendi ülkelerinde bir arada yaşayan insanlar bir anda dörde bölününce şimdi kaçakçı oldular öyle mi? Onlar ne kaçakçı ne isyancı.

BAŞKAN – Sayın Kürkçü, teşekkür ederim. Süreniz doldu efendim.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Süremin dolduğunu biliyorum.

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Benim süremin laf atılarak çalındığını sizin görmeniz gerekirdi Başkan.

BAŞKAN – Karşılıklı oldu o.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Karşılıklı! Ben onun süresini mi çaldım?

Evet, arkadaşlar, sizleri düşünmeye davet ediyorum. Boş verin, bu yasada bir şey yok, onaylasanız da olur, onaylamasanız da. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şimdi, ikinci konuşmacı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mustafa Kalaycı, Konya Milletvekili

Buyurun lütfen. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 112 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu teklifle “eşit işe eşit ücret” diye adlandırılan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen düzenlemelerden Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve bu Başkanlığa ait unvanlar çıkarılmaktadır. Ayrıca, Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot, uçuş ve görev ekibine ödenen tazminat oranları yeniden belirlenmekte, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan denizaltıcı uzman erbaşlara hâlen ödenmekte olan tazminata ilişkin sehven verilmeyen düzenleme yapılmaktadır. AKP Hükûmetinin “eşit işe eşit ücret” adını verdiği düzenlemesi daha yürürlüğe girmeden delinmektedir. Yani dakika 1, gol 1! Hem de AKP’nin kendi kalesine attığı bir gol.

Bütçe görüşmeleri esnasında 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle ilgili yaptığım değerlendirmelerde yetki kanunu kapsamında mali hakların yer almadığı, bu düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçırılarak yapıldığı, ayrıca “eşit değerde işe eşit ücret” düzenlemesi niteliğini taşımadığı, dolayısıyla, kaçak yapılan ruhsatsız bir yapı gibi malzemesinin de çürük olmasından bahisle en ufak bir sarsıntıda bu yapının göçeceği benzetmesini yapmıştım.

Nitekim, görüşmekte olduğumuz bu kanun teklifi ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı kapsam dışına çıkarılmakta olup bu durum “eşit işe eşit ücret” sloganıyla yapılan düzenlemenin aslında “eşit işe eşit ücret” öngörmediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Teklifin gerekçesinde ve Komisyonda yapılan görüşmeler esnasında sunulan gerekçelerde, “eşit işe eşit ücret” adıyla yapılan düzenlemenin TOKİ çalışanlarının mağduriyetine yol açtığı, TOKİ’nin çok önemli bir kurumumuz olduğu, bu itibarla söz konusu düzenleme kapsamından çıkarılması gerekliliği ortaya konulmuştur.

Bu gerekçeler mutlaka doğrudur, TOKİ çalışanları mağdur olmaktadır ancak Toplu Konut İdaresi Başkanlığı çalışanları açısından ortaya çıkan mağduriyet, birçok bakanlık ve kurum personeli için de söz konusudur. Her bakanlığımız ve kurumumuz önemli hizmetler yürütmektedir. Sadece birini önemli görüp diğerlerini görmezden gelmek dürüst bir yaklaşım değildir. O nedenle, mağdur olan birçok bakanlık ve kurum personeli için de adaletsizlikleri giderecek düzenleme yapılması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, 2 Kasım 2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname de önceki örneklerinde olduğu gibi tek taraflı olarak, kapalı kapılar ardında, sosyal tarafların görüşleri alınmadan hazırlanmıştır. Bu noktada, gerek Anayasa gerekse kanunlarla belirtilmiş olmasına rağmen kamu görevlilerinin en temel mali ve sosyal haklarından biri olan ek ödeme ve “eşit işe eşit ücret” konusunun, toplu sözleşme sürecinden kaçırılarak tek taraflı bir düzenleme ile hatta Türkiye Büyük Millet Meclisinden, yasama denetiminden dahi kaçırılarak kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesinin yanlış olduğunu vurgulamakta fayda vardır.

Toplu sözleşme masasının konusunu teşkil etmesi gereken ek ödemenin kanun hükmünde kararnameyle düzenlenmesi, doğru bir yaklaşım olmamıştır.

666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, zaten bölük pörçük olan sistemi daha da karmaşıklaştıran, bazı memurların maaşlarındaki iyileştirmeler dışında ücret rejimine anlamlı bir katkı yapmayan, aksine personel rejimine yeni bir yama daha ekleyen gecekondu niteliğinde bir düzenlemedir.

Yapılan düzenlemeyle kamuda yaklaşık 405 bin çalışanın maaşında -oranları farklı olmakla birlikte- artış sağlanmıştır ancak çoğu memur için kararnameden beklenen umutlar hüsrana dönüşmüştür. Bir tarafta ücretlerinde hiç artış yapılmayan, hatta tazminatları azaltılan kamu görevlileri bulunurken diğer tarafta ücretleri yüksek oranlarda artacak kamu görevlilerinin varlığı çalışma barışının bozulmasına yol açabilecek bir olumsuzluk oluşturmuştur.

Farklı kurumlarda emsali bulunan unvanların ücretleri eşitlenmeye çalışılırken kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan öğretmen, din görevlisi, hekim dışı sağlık personeli, polis, subay, astsubay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi birçok kamu görevlisi görmezden gelinmiş ve bu personele herhangi bir artış yapılmamıştır.

666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’den öğretmenlerimiz maalesef yararlanamamıştır; öğretmenlerimiz yok sayılmıştır, akademik personelimiz yok sayılmıştır. Öğretmenlerimiz, hocalarımız gerçekten hayal kırıklığına uğramıştır. Acaba üniversite hocalarımızın, öğretmenlerimizin nasıl geçindiğinden haberiniz var mı?

Bu düzenlemede polislerimiz görmezden gelinmiştir. Madem polislerimizin ek ödemeleri artırılmadı, bari derece sorunları çözülmeliydi. Lisans ve yüksek lisans mezunu hatta doktora yapan polis memurları emeklilik müktesebi olarak 1’inci dereceyi alamıyorlar ama diğer memurlar alabiliyor.

Sayfa sayfa kararnameler yayınlandı. Nerede eşitlik? Neden böylesi bir eşitsizliği giderecek düzenleme yapmadınız? Polise bu haksızlığı neden reva görüyorsunuz?

KİT’lerde (I) sayılı cetvele tabi olarak çalışan personelden, bölge müdürü, başmüdür, fabrika müdürü, müessese müdürü, işletme müdürü, diğer müdürler ve yardımcıları ile savunma uzmanları ve sivil savunma uzmanlarının ek tazminat oranlarında azalma olmaktadır. Bu durum büyük bir adaletsizlik doğurmakta ve kazanılmış haklardan geriye gidiş anlamını taşımaktadır.

Maliye Bakanlığı ve Gelir İdaresinde çalışan şube müdürleri, müdürler, müdür yardımcıları ve birçok personel mağdur edilmiştir. Defterdarlık uzmanları ve gelir uzmanları merkez ve taşra ayrımı yapılarak yeni bir ayrımcılığa gidilmiştir.

Eşitlik olmadığı, adaletsizlikler yapıldığı öylesine açık ki Türkiye genelindeki vergi dairesi müdür ve müdür yardımcıları cumhuriyet tarihinde ilk kez Maliye Bakanlığı önünde eylem yapmıştır. Yapılan düzenleme ile Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu, Türkiye İş Kurumu, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı gibi daha birçok bakanlık ve kurumun çalışanları için haksızlık ve eşitsizlikler söz konusudur.

Kurumların teşkilat kanunlarında ve diğer farklı mevzuatlarda öngörülen ikramiye, maktu fazla çalışma ücreti gibi ödemeler 15 Ocak 2012 tarihi itibarıyla sona erdirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında bazı unvanların ek ödeme oranlarında çok yüksek artışlar yapılmış gibi görülürken aslında kesilen fazla mesai, ikramiye gibi ödemeler nedeniyle hak kaybı yaşanacak, bazılarında ücret artışı ya hiç olmayacak ya da sınırlı kalacaktır. Kamu personelinin yıllardır özlemle beklediği eşit işe eşit ücret talebinin gerçeğe dönüştürüldüğü söyleniyor. Nerede eşit işe eşit ücret? Bu kanun hükmünde kararnameyi kapalı kapılar ardında dizayn edenler acaba hangi adaleti sağlamışlardır?

Değerli milletvekilleri, Hükûmete altı ay süre ile kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren 6223 sayılı Kanun uyarınca, sürenin dolduğu 2 Kasım 2011 tarihine kadar toplam 35 adet kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Kararnamelerde, bakanlıklar ile bağlı ve ilgili kuruluşların teşkilat, kadro, görev ve yetkileri ile çalışanların mali ve özlük haklarına ilişkin kapsamlı düzenlemeler yapılmıştır.

Aslında, bu Yetki Kanunu ve gerekçesi, dokuz yıldır işbaşında olan AKP hükûmetlerinin kamu yönetimini, personel rejimini, emeklilik rejimini içinden çıkılmaz bir hâle getirdiğinin ikrarıdır. Bu kanunun gerekçesinde 58, 59 ve 60’ıncı AKP hükûmetleri döneminde yürürlüğe konulan düzenlemelerin kamu yönetimini hantal yapısından kurtarabilmek için yeterli olmadığı açıkça ikrar edilmektedir. Dokuz yıldır Anayasa’yı bile değiştirecek çoğunluğa sahip olan AKP’nin bunları söylüyor olması AKP adına utanılacak bir durumdur.

Çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle yapılan düzenlemelerin yetki kanununun kapsamına uygun olmaması, yapılan düzenlemelerin birbiriyle uyumlu ve tutarlı olmaması, kamu kurumları arasında görev ve yetki çakışmalarının artması, yapılan teşkilat düzenlemelerinin hizmet gereklerine bağlı olmaksızın personelle ilgili sebeplere dayanması, tüm yöneticiler başta olmak üzere mevcut personelin görevlerine son verilerek âdeta bankamatik memuru yapılmaları suretiyle çalışanların onurları ile oynanması, iptal edilen kadrolar yerine yeni kadrolar ihdas edilmesi sebebiyle yapılan düzenlemelerin hizmet icabından olmayıp kadrolaşmaya dönük olduğunun anlaşılması, memurların çalıştıkları yerler dışında merkez ve taşrada görevlendirilmeleri adı altında sürgünlerin yolunun açılması, bu şekilde çalışanlar arasında huzursuzluk ve keyfî uygulamalarla mağduriyetler yaratılması gibi sakıncalı hususlar yer almıştır.

Değerli milletvekilleri, yeni bir personel rejimi ve ücret rejiminin süratle hayata geçirileceğini taahhüt etmesine rağmen AKP Hükûmeti bu yönde dokuz yıldır bir adım atmamıştır. Tam aksine, AKP hükûmetleri döneminde ücretler arasında dengesizlik ve adaletsizlik artmıştır.

666 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenleme, aynı işi yapmalarına rağmen çalıştıkları kurum, bazen de statüleri gereği çok farklı ücret alan personelin farklı ödemelerini kaldırması, yaklaşık 400 bin memurun maaşında artış sağlaması, zaten zor durumda olan bu memurlarımızın refahına bir ölçüde de olsa katkıda bulunması sebepleriyle olumludur.

Ancak hazırlanışında sendikalar yoktur ve katılımcı, ortak aklı yansıtan bir kararname değildir. Düzenleme ile benzer unvanlarda olanların aynı ücreti almaları sağlanmış ancak eşit işe eşit ücret uygulamasına dair herhangi bir adım atılmamıştır.

İşlerin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışanların nitelikleri ve atanmalarını içeren işin değerine dayalı bir ücretlendirmeye gidilmediğinden kararname eşit işe eşit ücret getirmemektedir. Teknik açıdan ıslaha muhtaçtır. Tamamlayıcı birçok düzenleme gerektirmektedir.

Düzenleme yapılırken personelin, benzer nitelikte olmadıkları hâlde sadece benzer unvanlarda bulunmalarından dolayı aynı ücreti almasının yaratacağı motivasyon ve verimlilik düşüşü ile iş yükü farklı olan personelin aynı ücreti almasının yaratacağı olumsuzluklar göz ardı edilmiştir.

Eşit işe eşit ücretten sadece aynı unvana sahip olanlara aynı ücreti ödemenin anlaşılması ve düzenlemenin bu anlayışa göre şekillendirilmesi, işin tanımlanarak hangi işlerin birbirine eşit olduğuna ilişkin bir çalışmanın yapılmaması, ücret grupları belirlenirken işin mahiyeti, şümulü, görev, yetki ve sorumluluk açısından getirdiği yük ve risk ile görevlilerin niteliklerinin gözetilmemesi, işin değerinin belirlenmemiş olması sonucunda, iş yükü fazla kurumlardaki memurların, iş yükü az olan kurumlara geçme çabasına girmesine, özel nitelik gerektiren işler için nitelikli personelin genel ücret sistemi içinde tutulamayacak olmasına yol açacaktır.

Kamuda en önemli sorun olan verimliliğin göz ardı edilmesi, yapılan düzenleme ile binlerce bankamatik memuru oluşturularak bunların en verimli çağlarında hizmet üretmekten alıkonulmalarına neden olacaktır. Hâlen seksenin üzerinde ödeme unsuru içeren karmaşık maaş sisteminin sadeleştirildiği, anlaşılabilir, şeffaf, adil unsurları içeren, kabul edilebilir, sağlıklı bir ücret rejimi ancak kamu çalışanlarının tümünün hukuki ve mali statülerini birlikte esas alan ve ilgili tarafların etkin katılımıyla yapılan bütüncül bir çalışma ile mümkün olabilecektir. Düzenlemenin çok fazla sorunu barındırması nedeniyle, bugün olduğu gibi yakın zamandan başlayarak sık sık değişikliğe uğrayacağı ve ilk hâlinin birçok bakanlık ve kurum personeli için delinmesi anlamına gelebilecek düzenlemelere konu olacağı muhakkaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak personel rejiminin liyakati esas alan ve performansı değerlendiren bir çerçevede ele alınması, ücret adaletini sağlayarak görev, yetki ve sorumluluklarla birlikte başarının ödüllendirilmesi, eşit değerde işe eşit ücreti sağlayacak adil bir ücret rejiminin tesis edilmesi, ülkenin her yerinde hizmet ihtiyacı ile mütenasip nicelik ve nitelikte personel istihdamının sağlanmasını gerekli görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, kamu görevlilerine yapılan tüm ödemelerin emekliliğe sayılması ve bu şekilde, emekli olacak kamu görevlilerinin emekli maaşlarının son derece düşük kalmasının önüne geçilmesi konusunda bir çalışma yapılmamıştır. Bu noktada ek ödemelerden damga vergisi hariç hiçbir kesinti yapılmayacak olması bu ödemelerin hiçbir şekilde emekliliğe yansımayacağını ve kamu görevlilerimizin emekliliklerinde mağduriyet yaşayacağı anlamını taşımaktadır. Emeklilerimizin yıllarca hizmet verdikten sonra geçim kaygısı duymadan, onuruna yaraşır bir hayat sürmesini temin etmek devletimizin önemli ve öncelikli görevlerinden biridir. Ancak emeklilerin tamamına yakını açlık sınırının altında aylık almaktadır. Emeklilerin enflasyona ezdirilmediği söylense de halkın gerçek enflasyonunu yansıtan gıda, kira, ulaşım, su, elektrik ve gaz gibi kalemler açısından değerlendirme yapıldığında durumun söylendiği gibi olmadığı anlaşılacaktır.

AKP Hükûmeti son yıllarda emeklilere hep umut vermiş ancak emeklileri sürekli aldatmış ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Emekliler arasındaki maaş adaletsizliğini gidereceğini vaat etmesine karşın, daha da adaletsiz hâle getirmiştir. Emekli aylıklarının refah payını düşürmüştür. 2012 yılı bütçesi rakamları da emekli, dul ve yetim aylıklarında herhangi bir iyileşmeyi öngörmemektedir. Emekli aylıklarının önceki altı aylık enflasyona göre artırılması söz konusudur.

Değerli milletvekilleri, sadece memurlar ile emeklilerimiz değil, yaşlımız, muhtarlarımız, engellilerimiz, gazilerimiz ve köy korucularımız da çok yetersiz maaş almaktadır. Bugün itibarıyla altmış beş yaş aylığı 110 lira, bakıma muhtaç engelli aylığı 329 lira, diğer engelliler ile engelli yakını aylığı 219 lira, muhtar aylığı 384 lira, sosyal güvenliği olan harp gazilerinin aylığı 388 lira, on beş yıllık emekli geçici köy korucusunun aylığı 322 liradır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak muhtar aylığının, 65 yaş aylığının, engelli kardeşlerimizin maaşlarının artırılması, gazilerimiz ile şehitlerimizin yakınlarının haklarının genişletilmesi, iyileştirilmesi ve aralarındaki mevcut eşitsizliklerin giderilmesi için verdiğimiz kanun teklifleri Meclisin gündeminde beklemektedir. “Bu, Milliyetçi Hareket Partisinin teklifleri.” diyorsanız, biz diyoruz ki getirin tasarı ve teklifini, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak gerekli desteği vereceğiz.

Bu bütçe tasarısı ile de yaşlıya, engelliye yapılacak maaş artışı memur maaş katsayısıyla orantılı olduğundan, en fazla 5-6 lira, bilemedin 10 lira. Gerçekten yaşlılarımızı, engellilerimizi düşük maaşlardan, bu komik zamlardan kurtarmamız gerekmektedir. Türk vatanını bölmeye çalışanlara karşı, bayrağımızın yere düşmemesi için canını feda eden şehitlerimizin yakınları ile gazilerimizin geçim sıkıntısı içinde olmalarını inanıyorum ki hiç kimse kabul edemez, vicdanlarımız asla kabul edemez. Gaziler ile şehit yakınlarının sorunlarına çözüm getirmek hepimizin sorumlulukları arasında yer almaktadır.

Yine güvenlik güçleriyle birlikte zor şartlarda, terörle mücadelede görev yapan geçici köy korucularının çalışma şartlarının ve özlük haklarının iyileştirilmesi ve mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir. Köy ve mahalle muhtarlarına ödenen maaş da gerçekten çok yetersizdir. En azından asgari ücret düzeyinde olmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz teklif gündemde yer almaktadır.

Ben her şeye rağmen tasarının hayırlara vesile olmasını diliyor, tekrar hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

Tasarının tümü üzerinde üçüncü konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Musa Çam. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Çam, süreniz yirmi dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 112 sıra sayılı kanunla ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi ve ekranları başında bizi izlemekte olan değerli yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Aynı zamanda savaşsız ve sömürüsüz bir yıl dileğiyle hem siz değerleri parlamenterlerin hem de ekranları başında bizi izlemekte olan değerli yurttaşlarımızın yeni yıllarını kutluyorum. Yeni yılda savaşsız ve sömürüsüz bir dünya olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, 112 sıra sayılı kanunla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve bunları burada sizlere dile getirmek istiyorum ancak bundan önce özellikle belirtmek istediğim birkaç konu var. Bunlardan bir tanesi, geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşkilat Yasası’nı burada hep birlikte tartışarak kabul ettik. Geçtiğimiz günlerde yine Cumhuriyet Halk Partisi Manisa Milletvekilimiz Sayın Hasan Ören’in Meclis Başkanlığına vermiş olduğu bir soru önergesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki personel sayısıyla ilgili rakamlar kamuoyuyla paylaşıldı. Bununla 2002 yılında AKP’nin hükûmete geldiği dönemden bugüne kadar 2 bin küsurun üzerinde personelin Türkiye Büyük Millet Meclisi kadrolarına geçirildiğini hep birlikte öğrenmiş oluyoruz. Şimdi, yeni çıkarılan Teşkilat Yasası’yla birlikte önümüzdeki günlerde Divan toplanacak ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan arkadaşlarımız çıkarılan yasa gereği Başbakanlık havuzunda toplanarak -burada çalışan arkadaşlarımız- oraya gönderilecek. Şimdi, bu doğru bir düzenleme olmadı. Burada biz bunları dile getirdik ama ne yazık ki bütün uyarılarımıza rağmen, muhalefet partilerinin tüm uyarılarına rağmen iktidar partisinin çoğunluğuyla bu yasa buradan geçti ve şimdi uygulamaya başlanacak. Buradan özellikle uyarmak ve dikkatinizi çekmek isteriz: Burada uzun yıllar, yirmi yıl, yirmi beş yıl burada görev yapmış olan arkadaşlarımız emekliliğe zorlanmak, sıkıştırılmak ve buradan gönderilmek gibi bir durum ve pozisyonla karşı karşıya kaldıklarında burada da bir eylem, bir mücadele alanı olacağını dile getirmek isterim ve özellikle Sayın Başkan siz bunların sunumunda oradaydınız ve sizlere de bunu hatırlatmak isterim. Burada adaletli ve doğru bir düzenlemenin yapılmasından yanayız ve burada çalışan arkadaşlarımızın hiçbirisinin tehditle, şantajla emekliliğe zorlanmasına ve buradan gönderilmesine rıza göstermeyeceğimizi ve onlarla birlikte bir mücadele, dayanışma içerisine gireceğimizi bir kez daha belirtmek istiyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, geçtiğimiz günlerde, 29 Aralıkta ülkemizde yeni bir asgari ücret belirlemesi gerçekleşti. Bu asgari ücret yaklaşık olarak yılbaşından iki gün önce… Tabii ki beklentilerimiz… Türkiye’de yaklaşık 8 milyona yakın insan bu yeni asgari ücretle birlikte çalışanların, işçilerin, emekçilerin yüzünün güleceği ve en azından açlık sınırına yaklaşan, açlık sınırında bir asgari ücretin belirleneceğiyle ilgili bir beklenti içerisindeydi ama ne yazık ki yine Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplandı ve işçilerin, emekçilerin sevinçlerini ve muratlarını kursaklarında bıraktı. Bir defa burada daha önce dile getirmiştim. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun biçimi, şekli ve yapısı demokratik değildir. Türkiye’nin sadece en büyük konfederasyonun orada temsil edilmesi, diğer işçi konfederasyonlarının temsil edilmemesi hukuki ve doğru bir temsil oranı değildir ve bunun mutlaka değiştirilmesi için Hükümetin bu konuda bir çaba göstermesi ve burada herkesin temsil edileceği bir yapının oluşturulması gerekiyor.

İkinci konu: Asgari ücret tespiti yapılırken genel olarak sadece bir kişi baz alınarak yapılıyor. Oysa çalışan işçinin mutlaka bir eşinin, bakmak zorunda olduğu çocuklarının veyahut da bir ebeveyninin olduğu, en azından 4 kişilik bir ailenin, onların geçim endeksi hesaplanarak bir asgari ücretin belirlenmesi gerekirken sadece bir kişi baz alınarak hesaplanıyor ve böyle komik ücretler saptanıyor. Ocak ayından başlamak üzere bu yılın başında ilk yapılan zam 5,91 oranında, yani brüt 886,5, net 701 TL oldu; temmuz ayında, ikinci altı aylık dönemde de yüzde 6,09 zam ve brüt 940,50, neti de 739 lira yani brüt aylık zam 49 lira 47 kuruş oldu, net 34 lira 62 kuruş ücrete zam yapıldı. Şimdi, bunu günlüğe böldüğümüzde 1 lira 15 kuruş gibi her işçi için komik bir zam yapıldı arkadaşlar ve Sayın Çalışma Bakanı ve Hükümet sözcüleri, bunun bugüne kadar yapılan en büyük zam olduğunu ve bunun arkasında durduğunu da söyledi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, peki asgari ücret bizde bu kadar. Geçtiğimiz günlerde bütçe görüşmeleri yapılırken AKP sözcüsü, burada, 2002’den günümüze kadar olan süreç içerisinde çok büyük atılımlar gerçekleştiğini, yıldız bir ülke olduğunu söyledi ve değişik ülkelerden de burada örnekler verdi ama şunu vermeyi de unuttu: Almanya’da asgari ücret 1.300 Euro, İngiltere’de asgari ücret 1.086 Euro, Avusturya’da 1.400 Euro, İrlanda’da 1.462 euro, Fransa’da 1.365 euro, İspanya’da 748 euro, Yunanistan’da 877 euro, Portekiz’de 565 euro, İtalya’da bin euro ve kardeş ülke Kuzey Kıbrıs’ta 1.500 TL arkadaşlar, bizde ise demin söylediğim gibi 730 lira arkadaşlar.

Aynı zamanda, biz, en fazla çalışan ülkelerin başında geliyoruz arkadaşlar. Bakın, Almanya’da 37,6 saat arkadaşlar haftalık, Avusturya’da 38 saat, İrlanda’da 39 saat, Fransa’da 35 saat, İspanya’da 38,3 saat, Yunanistan’da 40 saat, Portekiz’de 38 saat, İtalya’da 38 saat ve Türkiye’de 45 saat ile 56 saat arasında değişen bir çalışma saati var ve belirlenen asgari ücret de 739 lira arkadaşlar ve sizler de bunun Türkiye koşullarında iyi bir asgari ücret olduğunu söylüyorsunuz ve bunun arkasında duruyorsunuz.

Bugün buraya getirilen 112 sıra sayılı tasarıyla beraber, bazı iş kollarında eşit işe eşit ücretle ilgili bir düzenlemeyi de karşımıza getiriyorsunuz. Bugüne kadar yaptıklarınız belli, işçiler için, emekçiler için yaptığınız ortada iken şimdi yeni bir düzenleme yapıyorsunuz. Bakın, arkadaşlar, 10 milyon emeklinin şu anda gözü kulağı Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve bunlar intibak yasasını bekliyorlar ve intibak yasasıyla birlikte refah payını alarak emekli maaşlarının iyileştirilmesini ve günün ekonomik koşullarında insanca yaşayacakları bir ücretin belirlenmesini istiyorlar ama bunu sizlere anlatmakta çok zorluk çekiyoruz ve çok güçlük çekiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, yine burada, Emekli Sandığında uzun yıllar hizmet vermiş ama bir şekilde ayrılmış, SSK’ya veyahut da BAĞ-KUR’a geçmiş olup oradan emekli olmuş insanların, geçmişte Emekli Sandığında on beş yıl, on yedi yıl emek vermiş olan bu insanların hesaplamalarının o günün değeriyle değil, bugünün değeriyle hesaplanarak bugünün katsayısıyla emekli ikramiyelerinin verilmesiyle ilgili Anayasa Mahkemesi iki defa karar vermiş olmasına rağmen, ısrarla ve inatla Anayasa Mahkemesi kararlarının baypas yapılmaması için öneride bulunduk, uyarıda bulunduk ama sizin kulaklarınız sağır, gözleriniz bizi görmez durumda olduğu için yine o kararları da reddettiniz ve yine bildiğiniz gibi bir kararı buradan geçirdiniz.

Şunu bilmelisiniz ki: Yine açılan 17 bin dava, 290 bin kişiyi ilgilendiren bu tasarı Anayasa Mahkemesine mutlaka gidecek ve yanlış oradan düzeltilecektir ama şöyle bir şey söyleyebilirsiniz, geçen sefer de söyledim, bir kez daha yeni yılda hatırlatmak isterim: “Anayasa Mahkemesinin yapısı değişti, eski yapı değil, artık biz orada istediğimiz kararları çıkartırız ve bu da orada reddedilecek.” deyip de Anayasa Mahkemesini arkadan dolanarak böyle bir işi düzenledinizse onu da sizin vicdanlarınıza sizi mahkûm ederek bırakıyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi getirilen TOKİ’deki düzenleme ve poliste ve askeriyede yapılacak olan düzenlemelerle ilgili birkaç şeyi de söylemek istiyorum. TOKİ’de yapılan düzenlemeyle ilgili diyor ki gerekçede: “TOKİ bugüne kadar, sağlıklı yurtlar, spor salonu, kütüphane inşaatları, engelli vatandaşlarımız için engelsiz yaşam merkezleri, sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret merkezi ile spor kompleksi, stadyumlar ve sınır karakol binaları yaptı.” Eyvallah. “TOKİ’nin doğal afetlerden etkilenen muhtelif ülkelerde konut ve sosyal donatı uygulamaları yaptığı, bu bağlamda TOKİ’ye yurt dışından özellikle Asya, Afrika, Ortadoğu ve Amerika ülkelerinden konut yapımıyla ilgili teklifler geldiği ve yaklaşık 50 ülkeyle görüşmelerin sürdürüldüğü…” diyor arkadaşlar.

Şimdi, TOKİ iyi niyetle bu ülkede evsiz barksız geçim sıkıntısı çeken insanlar için bir yapı oluşturulması için kurulmuş olan bir organizasyon iken bugün Türkiye'nin en büyük BİT’i, en büyük holdingi olmuş durumdadır arkadaşlar ve ne yazık ki bunu denetlemek de mümkün değildir ve şimdi burada, yapılan bu kanun hükmünde kararnameyle birlikte mağdur edilen insanların tekrar özlük haklarıyla ilgili yeni bir düzenleme yapılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bu Hükûmet döneminde 35’e yakın kanun hükmünde kararname çıkardınız. Bunların hiçbirisini bugüne kadar ne komisyonlara getirdiniz ne de Türkiye Büyük Millet Meclisine getirip bizimle beraber tartıştınız. Biz muhalefet partileriyiz ve sizin yeteri kadar çoğunluğunuz var, getirdiğiniz bütün kanunları burada tartışmasız bir şekilde geçirip götürüyorsunuz. Bu kanun hükmünde kararnameleri buraya getirip bizlerle beraber tartışıp yine kabul ettirebilirdiniz ama buradan, Parlamentodan kaçırdınız ve kendi başınıza kapalı kapılar arkasında bu kanun hükmünde kararnameleri yaptınız ama şimdi ayağınıza dolaşıyor, yanlışlar tek tek ortaya çıkıyor ve bu yanlışları düzeltebilmek için de palyatif tedbirler olarak böyle düzenlemeler getirerek bizim önümüze, Meclisin çalışmasını sekteye uğratır bir noktaya getiriyorsunuz. “Danışma Kurulunu toplayamadık, şunu yapamadık…” Bütün kanunların önüne getirerek bunları koyuyorsunuz arkadaşlar. Bu, Parlamentoya karşı yapılan bir saygısızlıktır, bize karşı yapılan bir saygısızlık, oy veren seçmenlerimize karşı yapılan bir saygısızlıktır; bunu şiddetle reddediyoruz arkadaşlar.

Bizi saymıyorsunuz ama sizler de iktidar partisinin milletvekillerisiniz, şunu düşünmüyor musunuz arkadaşlar ya: “Biz milletvekiliyiz, seçildik, geldik buraya. Şu kanunlar neden buradan geçirilmiyor? Neden biz tartışmıyoruz, niçin konuşmuyoruz da sadece kanun hükmündeki kararnamelerle bu ülkeyi yönetmeye kalkıyoruz?” diye acaba kendi kendinize sormuyor musunuz?

Değerli arkadaşlar, şimdi, polis ve Emniyet Genel Müdürlüğü, pilot, uçuş ekibine ödenen tazminatlarla ilgili bir itirazımız yok. Varsa bir mağduriyet, varsa bir eksiklik, Sayın Bakan, varsa bir yanlışlık burada onun düzeltilmesinden yanayız; hiçbir sorunumuz yok. Ama arkadaşlar bu çocuk oyuncağı gibi değil ki her seferinde böyle bir kanun getirip, bunları bir yerlere sokup böyle getirmek de arkadaşlar, bu doğru değil. Varsa eğer genel anlamda bir ücret politikası devletin, 4/B, 4/C, 657, sözleşmeli personel dâhil olmak üzere varsa ve düzenlenmesi gerekiyorsa bunlar açık ve net bir şekilde buraya getirilir, bunların hepsi tartışılır. Biz çalışan arkadaşlarımızın hiçbirinin mağdur edilmesini ve sıkıntı çekmesini istemeyiz. Ama parça parça getirilen bu düzenlemelerde, ayrıntılarda… Şeytan da ayrıntılarda gizlidir ve bunların doğru olmadığını söylemek istiyoruz.

Şimdi, polislerin sadece bu pilotların düzenlenmesi doğru değil. Polis teşkilatımızın hepsi on iki saat çalışıyor ve karakollarda ve toplumsal olaylarda güvenlik güçlerinde çalışan polislerimizin ne kadar düşük ücret aldığını ve hangi güç ve zor koşullar altında çalıştığını hepimiz biliyoruz. Eğer düzenleme yapılacaksa bunların tamamı için yapılması gerekiyor, sadece bunlar için değil. O nedenle, bunun doğru bir düzenleme olmadığını söylemek istiyorum.

Sayın Bakan, yine, muhtarlarımızla ilgili sorunlar var. Türkiye’de yaklaşık olarak 52 bin muhtar var. 52 bin muhtarımız şu anda büyük bir beklenti içerisinde. Bakın, arkadaşlar, aldığı ücret muhtarın 380 lira. Sigortasını kendisi yatırıyor, İnternet giderleri kendinden, telefon ücreti kendisinden, elektrik kendisinden, su kendisinden, kırtasiye giderleri kendisinden, bilgisayar kendisinden. Bütün giderlerin tamamını kendisi karşılıyor Sayın Valim; bunların hepsini kendisi karşılıyor, muhtar karşılıyor.

Şimdi, arkadaşlar, teklif getiriyoruz. Plan Bütçe Komisyonuna defalarca öneri getirdik. Plan Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri burada, hem de iktidar hem de muhalefet partisinin temsilcileri burada. Öneri getirdik, verdik, dedik ki: “Muhtarların ücretleri asgari ücrete çekilsin arkadaşlar ve bir sosyal güvence altına alınsın ve bunların sosyal güvenceleri de İçişleri Bakanlığı bütçesinden veya il özel idareleri bütçesinden karşılansın, muhtarlarımız sıkıntı çekmesinler.”

Şimdi, düşünün Sayın Başkan, Sayın Bakan, devletin, bürokrasinin bütün kademelerinde görev yaptınız, bir an için kendinizi -bir kademe düşürmek olarak değil- muhtar olarak düşünün, 380 lira para alıyorsunuz ve muhtarlığın bütün giderlerini de kendiniz karşılıyorsunuz. Bunu, vicdanınız kabul eder mi böyle bir şeyi? Türkiye’de 52 bin muhtar bütün bu giderleri kendi ceplerinden karşılar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden şimdi bir çözüm bekliyorlar arkadaşlar, diyorlar ki: “Bizler hem bir sosyal güvence altına alınmalıyız hem de ücretlerimiz asgari ücret düzeyine çekilmelidir.” Ama Sayın Bakan, inşallah, bunu duyduktan sonra, kendinizi de bir muhtar yerine koyduktan sonra, inanıyoruz ki en kısa zamanda muhtarlarımızın bu özlük haklarıyla ilgili bir düzenlemeyi yapacaksınız.

E, nüfus müdürlükleri şimdi ikametgâh da veriyor, nüfus kâğıdı da veriyor, her şeyi veriyor arkadaşlar. Muhtarlar sadece oralarda icralardan gelen mektupları tebliğ eden birer tebliğ memuru oldular arkadaşlar, nüfus müdürlüklerinin kapıcıları, bekçileri oldular. Halkın oyuyla seçilmiş olan muhtarları bizler kapıcılar hâline getirdik arkadaşlar. İçişleri Bakanlığı, maalesef, muhtarlarımızı bu hâle getirdi. Muhtarlar mademki halkın oy vererek seçmiş olduğu insanlar ise o zaman bunların düzeltilmesi gerekiyor.

Son olarak şunları söylemek istiyorum arkadaşlar, Sayın  Başkan: Türkiye’de 2.950 belediye var, bunun 2 bin tanesi AKP Hükûmetinin denetimi altında ve AKP’li belediye başkanları tarafından yönetilmektedir; 950’sinin de 534 tanesi Cumhuriyet Halk Partisi, 160 tanesi BDP, 250’si de MHP tarafından yönetilmektedir arkadaşlar. Kuşkusuz bütün belediyelerde eksiklikler, yanlışlıklar, olumsuzluklar, hatalar, yanlışlar olabilir ama bunların eşit bir şekilde İçişleri Bakanlığı tarafından denetlenmesi ve kontrol edilmesi, Sayıştay tarafından denetlenmesi gerekiyor ama sadece muhalefette bulunan partilerin iktidarda olduğu  belediyelerin kuşatılarak oraların çalıştırılamaz hâle gelmesi, Sayıştay denetçisi, Maliye denetçisi, mülkiye müfettişi denetçisi gönderilerek oraların çalıştırılamaz hâle getirilmesi ve itibarsızlaştırılmasını kabul etmek mümkün değildir. Bunlardan bir tanesi de İzmir Büyükşehir Belediyesidir ve İzmir’deki belediyelerdir, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu belediyelerdir.

Sayın Bakan, adaletli olmanızı istiyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu belediyelerde bunun yanlış olduğunu bir kez daha söylemek istiyorum.

Bakın arkadaşlar, bir gazeteci yazar bir kitap yazmış “Belediye İhale Dalavereleri” Harun Gürek diye bir gazeteci yazar  bir kitap yazmış. Geçtiğimiz hafta piyasaya çıktı -Kocaeli Belediye Başkanı bunu Kocaeli’de açmış olduğu bir dava sonucunda 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından- İstanbul, Kocaeli, Bursa, Ankara, Konya, Samsun büyükşehir belediyeleri ihalelerini araştıran ve yolsuzlukları içeren  bir kitap. Kars belediyesini almış ve kitapta sonunda yazar diyor ki: “Araştırmaların temel amaçlarından  biri ihalelerde hiç yolsuzluk olmamış olsa bile kaynak dağılımının nasıl yapıldığı, olduğudur.” Yani yolsuzluk da olmayabilir ama kaynak dağılımının özellikle trilyonlarca lira, katrilyonlarca liraya varan o yatırımların kimlere ve ne şekilde aktarıldığı, hangi yandaş şirketlere peşkeş çekildiği ve yandaş şirketlere aktarıldığının açık bir göstergesidir ve bu kitap şimdi Kocaeli Belediye Başkanının açmış olduğu dava sonucunda toplatılmaya başlandı arkadaşlar.

Bu mu demokrasi? Bu mu adalet? Bu mu eşitlik? Hani Türkiye çağ atlamıştı? Kitap yazıyoruz, kitap  toplatılıyor. Ahmet Şık kitabını yazıyor, henüz daha yayınlanmamış hâlde, tutuklanıyor, içeride yatıyor arkadaşlar! Hani demokrasi? Hani özgürlük? Hani eşitlik arkadaşlar?

Sayın Bakan, sizin bunlarda duyarlı olmanızı istiyoruz. Pazartesi günü İzmir Büyükşehir Belediye Başkanım da savcılığa çağrıldı, beş saat, beş buçuk saat ifade verdi. Ama bir şey daha yaptı Sayın Belediye Başkanı, ifade vermeye giderken makam arabasını kullanmadan son derece naif ve düzgün bir tavır sergileyerek bir taksiyi çağırarak, taksiye binerek adalete inandığı için gidiyor ve savcılıkta ifade veriyor. Bunu hangi başkan yapar arkadaşlar, hangi belediye başkanı yapar? Taksiyle gidiyor ve taksiden iniyor gidiyor ifade veriyor. Bu ancak bir Cumhuriyet Halk Partisi belediye başkanına yakışan bir tutum ve tavırdır ve kendisini de burada bir kez daha kutluyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: İktidar…

MEHMET METİNER (Adıyaman) – Bitir, bitir. Silivri’ye selam… 

MUSA ÇAM (Devamla) – Onu siz söylersiniz Sayın Metiner. Ama Silivri’deki insanların da Fransız düşünür Voltaire’in söylediği gibi “Düşüncelerinizden nefret ediyorum ama o düşüncelerinizi özgürce ifade edebilmeniz için gerekirse canımı vereyim.”

Son olarak yaşanan, 35 insanımızın hayatını kaybettiği olaydır arkadaşlar. Bu, Hükûmetin dokuz yıllık hükûmet döneminde yapmış olduğu en büyük cinayet, en büyük katliamdır arkadaşlar. Orada bir an için, bir an için diyelim ki bunların içerisinde 3-4 tane sızmış insan da olabilir, olabilir ama büyük bir devlet, büyük bir hükûmet, büyük bir ülke, oradaki 35 insanı imha etmez arkadaşlar. Onların takibini yapar, suç unsurlarıyla beraber yakalar ve etkisiz hâle getirir.

Bundan sonra da eğer bu imhalar, bu katliamlar olacaksa Türkiye’de barışın ve kardeşliğin büyük bir darbe yiyeceğini söylüyorum ve hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çam.

Gruplar adına dördüncü konuşmacı Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber.

Buyurun Sayın Berber. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütün muhalefet milletvekilleri gerçekten son dönemde, son günlerde, geçen yılın son gününde yaşadığımız elim olayı buradan eleştirerek, daha çok Hükûmeti eleştirerek söylediler. Ben de öncelikle hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına da başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

İşte, burada Millî Savunma Bakanımız ve İçişleri Bakanımız, başta Başbakanımız olmak üzere, bu olayın örtülmeyeceğini, sonuna kadar takip edileceğinin güvencesini vermişlerdir. Dolayısıyla, bu olayın sonunu beklemeden birtakım yargılarla, ön yargılarla hem Hükûmetimizi hem de iktidarımızı ve partimizi itham altına almak son derece yanlıştır, bu tespiti belirterek sözlerime başlamak istedim.

Değerli arkadaşlar, bu 112 sıra sayılı 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi Hakkında AK PARTİ Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım.

Bu kanun teklifinin maddelerine geçmeden önce TOKİ ve Emniyet teşkilatımızla ilgili bazı genel bilgiler vermek istiyorum.

Bilindiği üzere Toplu Konut İdaresi Başkanlığı 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’yla belirlenen görevler kapsamında yürütmekte olduğu faaliyetler ile ülkemizde konut ve kentleşmeye ilişkin sorunlara ulusal düzeyde çözüm üretmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevedeki politikaların üretilmesi ve uygulanması için yirmi yedi yılı aşkın bir süredir görev yapan TOKİ, ülkemizde sağlıklı ve yaşanabilir kentsel çevrelerde yeterli ve nitelikli konut inşa edilmesi yönünde faaliyet yürütmektedir. TOKİ’nin kurulduğu 1984 yılından 2003 yılına kadar on dokuz yılda Toplu Konut Fonu’nun da imkânlarıyla Emlak Bankasından devralınan 7.850 konut ile birlikte toplam 43.145 konut üretebilmişken, Hükûmetimizin Planlı Kentleşme ve Konut Üretimi Programı kapsamında başlatılan konut seferberliğiyle 2003 yılı başından itibaren konut yapımı ülke genelinde hızlandırılmış ve 81 ilimizin tamamında 800 ilçemizde toplam 2.206 şantiyede 518.178 konut rakamına ulaşılmıştır.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – 1 milyon kredi verdi, “Yapmadı.” deme.

RECAİ BERBER (Devamla) - Bu rakam 100 bin nüfuslu 20 şehir demektir. Üretilen konutların 1 milyon konut…

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – 1 milyon konuta kredi verdi. 40 binle 518’i karıştırıyorsunuz.

RECAİ BERBER (Devamla) – Evet, gerçekleşen konutlardan da biraz sonra bahsedeceğiz onlardan, ne kadar sürede tamamlandığına da bakacağız onların.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Zaten bu Yetki Kanunu’nda da senin ihmalin var.

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

RECAİ BERBER (Devamla) - Üretilen konutların 204.278’i dar ve orta gelir gruplarına, 141.500’ü alt gelir ve yoksullara yönelik, 63.352’si gecekondu dönüşümüne, 22.532’si afet konutuna, 4.241’i de tarımköy uygulamaları kapsamında olmak üzere toplam 435.903 konut sosyal konut niteliğindedir. 389 bin konut sosyal donatı alanları ve çevre düzenlemeleriyle birlikte tamamıyla bitirilmiştir.

Yerel yönetimlerle müştereken başlatılan büyük ve kapsamlı kentsel yenileme programı doğrultusunda 168 projede toplam 233 bin konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapılarak 134 bölgede 63.352 konutluk uygulama başlatılmıştır. Bunlardan 32 bin konut tamamlanmıştır.

Sosyal donatılar kapsamında…

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – TOKİ memurlarının hakkını kim yedi?

RECAİ BERBER (Devamla) – Dinleyin, dinleyin…

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Hangi kararnameyle yediniz?

BAŞKAN – Lütfen dinleyelim.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Başkan, bunun müsebbibi budur.

RECAİ BERBER (Devamla) - Bakın, 772 okul, 444 ticaret merkezi, 166 hastane, 90 sağlık ocağı, 389 cami, 87 yurt ve pansiyon, 24 sevgi evi, 19 engelsiz yaşam merkezi inşaatları başlatılmış, büyük kısmı tamamlanmıştır. Yatırım maliyeti yaklaşık 40 milyar Türk lirası olan 3.108 ayrı ihale gerçekleşmiştir.

Değerli arkadaşlar, bakın, deminden beri burada TOKİ’nin faaliyetleriyle ilgili birtakım şeyler söyleniyor. 40 milyar liralık yatırım yapacaksınız ve 3.108 ihale gerçekleştireceksiniz, bunlardan 1 tanesi bile yargıya gitmeyecek.

Toplam 20 milyarlık hak ediş ödemesi yapılmış değerli arkadaşlar. Satışa sunulan konutların da 404.223’ü satılmış. Bu projelerin finansmanı için de yapılan yeni bir yöntemle, hasılat paylaşım modeliyle 82.775 konuttan elde edilen 10,3 milyar liradan 5,6 milyar lirası tahsil edilmiştir.

Önümüzdeki dönemde belediyelerle iş birliği hâlinde, kentsel yenileme ve gecekondu dönüşüm projelerine, alt gelir gruplarına ve yoksullara yönelik sosyal konut projelerine, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır gibi büyükşehirlerimizde uydu kentlerin kurulmasına, orta ölçekli il ve ilçelerimizde örnek yerleşim alanlarının oluşturulmasına, tarihî doku ve yöresel mimarinin geliştirilmesi ve tarımköy uygulamalarına, eğitim tesisleri, sosyal donatı alanları, ağaçlandırma ve çevre düzenlemelerinin artırılmasına, özellikle de altyapılı arsa üretimine ağırlık verilecektir.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – TOKİ’deki bu çocukların hakkını kim yedi? Niye düzeltme getiriyorsun?

RECAİ BERBER (Devamla) – Düzeltiyoruz işte.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasen, TOKİ’nin özet olarak bahsettiğim icraatları, sadece geçmişte yapılamayan konut sektöründe devletin aktif bir aktör olarak yer alması ve büyük hedefler konulup bunların gerçekleştirilmesi olarak görülmemelidir. Yeni TOKİ’yle 2003 yılından itibaren konsept değişikliğine gidilmiştir. 17 Ağustos 99’da yaşanan Körfez depremi sonrasında Türkiye, bir gerçeği yine büyük acılarla ve büyük bedel ödeyerek öğrenmiştir. O da, konut sektöründe devletin gözetim ve denetiminin mutlaka sağlanması ve özellikle sosyal konutların, orta ve dar gelirli vatandaşlara uygun maliyetlerle ve ödeme koşullarıyla temin edilmesi gerekmektedir.

Esasen temel eğitim gibi, sağlık gibi, sosyal güvenlik gibi, Anayasa’nın devlete yüklediği görevlerden biri olan vatandaşların asgari şartlarda yaşama, insanca yaşamasını temin edecek barınma ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.

Öte yandan, yeni konseptte bu büyük görevi yerine getirmek için en önemli sorun olan kaynak sorunu da yepyeni ve özgün bir model geliştirilerek çözülmüştür. Bu da kamunun elinde atıl vaziyette duran arsa ve arazilerin TOKİ bünyesinde hasılat paylaşım modeliyle değerlendirilmesi ve bu arsaların doğrudan satışından sağlanabilecek gelirin belki de onlarca katı kaynak yaratılmasıyla olmuştur.

Aynı zamanda, TOKİ denetim ve güvencesiyle modern yerleşim alanları ve uydu kentler kurulmuştur. Bu sayede geçmişte sadece merkezî bütçeden sağlanan ödeneklerle iş yapmaya çalışan TOKİ’nin yerini kaynak yaratan ve bu kaynaklarla konut ve kentleşme alanında sosyal projeleri sübvanse edebilen bir idare ortaya çıkmıştır.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Kanun hükmündeki kararnameden bahset. O kadar iyi yaptı da niye hakkını yedin?

RECAİ BERBER (Devamla) – TOKİ bu dönemde hazineye yük olmaktan, hazineden kaynak almaktan ziyade kendi finansmanı ile bu projeleri gerçekleştirmiştir.

Yine, bu konsept kapsamında 2935 sayılı Toplu Konut Kanunu’na ilave olarak, son dokuz yılda kamu yönetiminde yapılan yasal ve idari düzenlemelerle TOKİ’ye ait, TOKİ’ye ek bazı yükümlülükler devredilmiştir. Bu yükümlülükler başta Emlak Bankasının bankacılık faaliyetleri dışında kalan bütün işleri, Konut Müsteşarlığının kapatılmasıyla bu Müsteşarlığın görevleri, Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün kapatılmasıyla bu kurumun görevleri, Göçmen Konutları Koordinatörlüğü ve Ahıska Türkleri İskân Koordinatörlüğünün görevleri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına Bağlı olarak faaliyet gösteren Mesken İşleri Daire Başkanlığının Toplu Konut İdaresi Başkanlığına bağlanmasıyla bu Dairenin görevleri ve son olarak Başbakanlık Proje Uygulama Biriminin kapatılmasıyla bu Birimin görevleri Toplu Konut İdaresi Başkanlığına devredilmiştir.

Sayın Başbakanımızın 61’inci Hükûmet Programı çerçevesinde TOKİ’ye 2023 yılına kadar 500 bin ilave konut talimatlarıyla birlikte TOKİ’nin konut hedefi 2023’te 1 milyon adede çıkmıştır.

Ülkemizde afet bölgelerinde kalıcı konut inşaatlarıyla birlikte mağdur vatandaşların acilen barınma sorunlarını gidermek için konteyner geçici konutları temin edilmektedir. Yakın zamanda Kütahya Simav’da meydana gelen deprem felaketi nedeniyle yapılan kalıcı konutlarla birlikte okul ve diğer sosyal donatılar altı ay gibi kısa bir sürede yapılarak mağdurlarına, mağdur vatandaşlarımıza teslim edilmiştir.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Ondan bu hâle geldiniz zaten.

RECAİ BERBER (Devamla) – Van depremi sırasında yine bölgedeki vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi bakımından 4 bin kalıcı konut inşaatına başlanmış, diğerlerinin de ihaleleri hızlı bir şekilde yapılmaktadır. Vatandaşlarımızın acil barınma ihtiyaçlarını karşılamak için de konteyner geçici konutlarının temin edilmesine hızla devam edilmektedir.

Ayrıca TOKİ ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılan protokoller kapsamında kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet binaları inşaatlarının yanı sıra 2011 yılı içinde üniversite öğrencileri için kaliteli ve sağlıklı yurtlarda barınma sorunu TOKİ ve YURTKUR iş birliğiyle çözüme kavuşturulmaktadır. Bu konuda TOKİ ile YURTKUR arasında yapılan protokolle ülke çapında yurtlar TOKİ eliyle inşa edilmektedir.

Sağlık Bakanlığına hastane, rehabilitasyon merkezleri, sağlık ocakları, üniversitelere kampüs binaları, Millî Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığına sınır karakol binaları, Millî Eğitim Bakanlığına okul, spor salonu, kütüphane inşaatları, özürlüler için engelsiz yaşam merkezleri, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna sevgi evleri inşaatlarıyla birlikte sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret merkezi ile spor kompleksleri inşaatları yapılmakta ve bu faaliyetlere her geçen gün yeni projeler ilave edilmektedir.

TOKİ, doğal afetlerden etkilenen, sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde, işte, geçtiğimiz yıllarda Endonezya, Sri Lanka, Pakistan ve Somali gibi muhtelif ülkelerde konut ve sosyal donatı uygulamalarını da yapmaktadır.

TOKİ’nin kazanmış olduğu bu marka hüviyeti ve edinmiş olduğu tecrübeler doğrultusunda, artık sadece Türkiye'de değil, Afrika’da, Orta Doğu, Orta Asya, Güney Amerika gibi toplu konut modeline ihtiyaç duyan dünyanın pek çok ülkesinde de TOKİ eliyle diğer ülkelerde konut üretimi görüşmeleri devam etmektedir.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Tasarı niye geldi, ondan bahset.

RECAİ BERBER (Devamla) – Bu sayede, dünyada şu anda müteahhitlik hizmetlerinde Çin’den sonra 2’nci sırada olan müteahhitlerimizin de bu alanda daha fazla önleri açılmış olacaktır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; 2/11/2011 tarih ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasıyla…

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Hukuki dayanağı yok onun.

RECAİ BERBER (Devamla) – Evet, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, TOKİ’nin istisnai memuriyet kadrolarında kadro karşılığı sözleşmeli personel çalıştırılma yetkisi kaldırılmıştır, bu kanun da zaten bunun için buradadır. Bu durum karşısında idarede nitelikli ve kalifiye mühendis çalıştırılması mümkün olamayacağı gibi, uzman kadrolarında görev yapan ve yapacak olan mühendislerin kamudan özel sektöre ve diğer kurumlara kaçışı söz konusu olabilecektir. Bu durumdan TOKİ faaliyetleri olumsuz etkilenebilecektir.

Ayrıca, hizmetin gereği olarak TOKİ’nin yönetim kadrolarında yapılacak görev değişikliklerinde idarede başka unvanlı kadro mevcut olmadığından, yönetici kadrolarından uzman kadrolarına atanacak personelle sözleşme yapılamayacağından, bu personelin ciddi ücret kayıpları olabilecektir.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Yetkiyi, bozalım diye mi aldınız?

RECAİ BERBER (Devamla) – Toplu Konut İdaresi Başkanlığının 2985 sayılı Kanun’la belirlenen görevleri ile bu görevlerine getirilen ilave görevlerle idarenin iş yükünde ciddi artış husule gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu itibarla bu kanun teklifiyle TOKİ Başkanlığı personeli için özlük ve mali haklarında yeni bir artış veya değişiklik getirilmemekte, yalnızca faaliyet alanıyla ilgili sektör içerisindeki konumu dikkate alınarak 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle değişmeden önceki mevzuat hükümlerinin aynen muhafaza edilmesi amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunla getirilen düzenlemelerin bir kısmı da Emniyet Genel Müdürlüğü personeliyle ilgilidir.

Türk polis teşkilatı ülkemizin her köşesinde vatandaşımızın huzur, güven ve özgürlük içinde yaşamasını sağlamak için gece gündüz demeden yirmi dört saat hizmet vererek çalışmalarını sürdürmektedir. Suçla mücadele politikasını önleyici polislik, vatandaşla iş birliği ve toplumun memnuniyeti üzerine kuran polis teşkilatı son yıllarda benimsediği proje ve çalışmalarına devam etmektedir.

Özellikle son yıllarda yaygınlaştırılan ve vatandaşlarımıza güven veren, suçların önlenmesinde caydırıcı etkisi de olan MOBESE kameralarının ülke genelinde yayılması amacıyla çalışmalar yapılmıştır.

Ayrıca, yine geçen yıl yapılan düzenlemelerle pasaport uygulamasında uluslararası pasaport standartlarının uygulamasına geçilmiş, ikinci el araç alımlarında, satımlarında -geçmişte, hatırlayanlar vardır, herhâlde bugünlerde belki notere bu nedenle yolu düşenler de görmüştür- vatandaşlar sadece notere gidip beş on dakika içerisinde ne vergi dairesine ne Emniyete, hiçbir yere gitmeden hem de 20 lira gibi çok düşük bir ücretle aracını devredebilmektedir. Milyonlarca araç, geçmiş yıllarda maalesef sahiplerinin üzerinde değilken bu sayede son dönemde herkes sahip olduğu aracı aynı zamanda tescil ettirmek suretiyle üzerine alabilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bütün bu kolaylıkların yanında, Emniyet Genel Müdürlüğümüz bünyesinde Havacılık Daire Başkanlığı, başta terörle mücadele olmak üzere asayiş, güvenlik, kaçakçılık ve istihbarat gibi polisiye görevlerin yanında, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, bakanlarımız ve üst düzey diğer devlet görevlilerinin havadan nakli için çok kritik uçuş görevleri üstlenen bir birimi vardır, Havacılık Daire Başkanlığı. Havacılık Daire Başkanlığınca yerine getirilen bu görevler; merkezde Daire Başkanlığı, taşrada Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Antalya ve Adana’da konuşlandırılmış olan havacılık şube müdürlükleri aracılığıyla yerine getirilmektedir.

Bunun yanında, Emniyet Genel Müdürlüğü Koruma Daire Başkanlığının da bünyesinde kuruluşu yapılmış olan Deniz Limanları Şube Müdürlüğü ve taşra teşkilatı olan sualtı grup amirlikleri de kurulmuş ve 16/11/2000 tarihinde Dalış Hizmetleri Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle, teşkilat içinde 110 personel seçilerek kurbağa adam hizmet branşında görev yapmaya başlamışlardır.

Bu kanun teklifiyle, burada görev yapan pek çok arkadaşımızın, görevlimizin, kamu görevlisinin, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle yapılan bazı düzenlemelerin kapsamı dışında kaldığı görülmüştür; böyle bir mağduriyeti gidermek adına bu düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur.

Değerli arkadaşlar, son olarak bu kanun neler getiriyor diye baktığımızda: Biraz önce söylediğim gibi, Emniyet Teşkilatı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat Kanunu’na göre tazminat alanlardan yönetici kadrolarına atanan personel ile kurumlarında aynı veya benzer kadro ve görevlerde bulunan personelin aynı düzeyde ücret almasını; Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve pilot adayları uçuş ekibi personeli ve kurbağa adam adayları arasında bunlarla ilgili tazminatların yüzde 4’ten yüzde 4,5’a yükseltilmesini sağlıyor.

Bunun yanında, yine Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde olağanüstü durumlarda teknik ve zorunluluk nedenlerinde uçuş sürelerinin ve eğitimlerinin azaltılması imkânını sağlıyor.

Değerli arkadaşlar, uçuş okulu görevlisi olan öğretmenlerin tazminatlarını olması gereken noktaya, binde 3’ten binde 6’ya çıkarıyor. Aynı şekilde, 2629 sayılı Kanun’un 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle değiştirilen hükmünde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan denizaltıcı uzman erbaşlara hâlen ödenmekte olan tazminata ilişkin düzenlemeye sehven yine yer verilmediği için burada da onlara yüzde 65 oranında aylık dalış tazminatı ödenmesi getiriliyor.

Yine, uzman erbaşlara da yıpranma tazminatı ödemesi imkânı sağlanıyor.

Değerli arkadaşlar, en önemlisi de Plan ve Bütçe Komisyonunda verilen değişiklik önergeleriyle, ilave olarak 3’üncü maddede yapılan değişikliklerle, 3160 sayılı Kanun’un yine 11’inci maddesi uyarınca yapılan ödemenin 2629 sayılı Kanun’daki düzenlemeye paralellik oluşturması amacıyla şehit olanların kanuni mirasçılarına kıstas aylığının 100 katı, yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz durumda olan maluller için kıstas aylığının 200 katı, diğerlerine ise vazife malulü olanlar hakkında esas alınan nizamnamede gösterilen sakatlık derecesine göre yüzde 25 ila 75 arasında değişen oranlarda maddi ve manevi tazminat ödenmesini temin eden bir madde, fıkra ilave edildi.

Değerli arkadaşlar, bu düzenlemeler… Esasen burada bu düzenlemelerin aleyhinde hiçbir konuşma yapılmadı, ben bunların neler olduğunu bütün yüce heyetimizin, Meclisimizin bilmesi açısından özet olarak belirttim. Bu düzenlemelerin hem bu kurumlarımıza hem de ülkemize ve çalışanlarımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Berber.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi şahısları adına Ağrı Milletvekili Sayın Ekrem Çelebi.

Buyurun Sayın Çelebi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2/11/2011 gün ve 28103 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 12’nci maddesinin üçüncü fıkrası ile kanunun değişikliğine ait teklifin gerekçeleri hakkında bilgi vermek istiyorum.

Bununla ilgili olarak TOKİ’ye biz neler verebiliriz, TOKİ’ye biz bunları vermesek neler kaybedebiliriz, o konu hakkında yüce Meclisi ben bilgilendirmek istiyorum.

15/1/2012 tarihinden itibaren ilk defa TOKİ’de uzman kadrolarında çalışacak teknik ve idari kariyerli personel hâlen çalışmakta olan uzmanlara göre daha düşük düzeyde özlük ve mali haklar alacaktır.

2) TOKİ’nin hâlen yönetim kadrolarında görev yapan personelin 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe gireceği 15/1/2012 tarihinden itibaren hizmetin gereği olarak yapılacak görev değişikliklerinde atanacakları uzman kadrolar ile sözleşme yapılamayacağından bu durumdaki personelin aylıklarında mevcut duruma göre önemli ölçüde düşüşler olacaktır. Hak kaybı idarenin yönetici kadrosuna yeni atanacakların görev değişikliği hâlinde de söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, idarenin yönetim kadrolarında görev yapan ve ilk defa yönetim kadrosunda görev alacak olan personelin motivasyonunu olumsuz yönde etkileyecek ve verimliliğinin düşmesine neden olacaktır.

3) 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe gireceği 15/1/2012 tarihinden sonra TOKİ’de uzman yardımcısı, uzman ve avukat kadrolarında işe alınacak mühendisler, avukatlar ve idari branşlardaki personelle sözleşme yapılamayacaktır. Bu durum TOKİ’de hâlen aynı kadrolarda sözleşmeli olarak istihdam edilen ve aynı işi ve görevi ifa eden personel arasında ücret farklılığı yaratacak ve personel arasında huzursuzluğa sebebiyet verecektir. Dolayısıyla, idarede uzman kadrolarında nitelikli ve kalifiye mühendis ve avukat çalıştırılması mümkün olamayacağı gibi, mevcut personelin de başka kamu kuruluşlarına veya dışarıdaki şirketlere gitme imkânı daha fazla olacaktır. Dolayısıyla, TOKİ aynı zamanda kalifiye personel istihdamı yönünde sıkıntıya girecektir.

Yine, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin yasalaşmasıyla TOKİ’de görev yapan uzmanların ve yönetim kademesindeki personelin mevcut haklarının aynen muhafaza edilmesi ve mevcut mevzuat hükümlerinin uygulanması amaçlanmaktadır. TOKİ’deki personel için yeni bir hak veya yeni bir ücret artışına buradan gidilmemektedir.

Diğer taraftan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile düzenleyici ve denetleyici kurumlar da 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamına alınmışlardır. Ancak, söz konusu kurumların 15/1/2012 tarihinde kadro ve pozisyonlarında bulunan tüm personel için söz konusu personel kurumunda istihdam edildiği sürece, kadro ve görevlerinde her türlü yatay veya dikey değişikliklerde hâlen uygulanmakta olan mevzuat hükümleri uygulanacaktır.

Yine, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri, bu kurumların kadro veya pozisyonlarına, 15/1/2012 tarihinden sonra dışarıdan ilk defa veya yeniden atanacak personel için uygulanacaktır.

Dolayısıyla, anılan kurumların kadro veya pozisyonlarında hâlen çalışmakta olan tüm personelin her türlü mali ve sosyal hakları emekli oluncaya kadar muhafaza edilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, şimdi eğer biz bunları vermezsek…

TOKİ’nin biraz da hizmetlerinden bahsetmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu çerçevede 2003 yılı başından itibaren konut yapımını ülke genelinde hızlandırmış, 81 ilimizin tamamında, 800 ilçemizde toplam 2.190 şantiyede 517 bin konut rakamına ulaşılmıştır; bu rakam, 100 bin nüfuslu 20 adet şehir demektir. Üretilen konutların 434 bin 761’i sosyal konut niteliğinde olup 388 bin konut sosyal donatıları ve çevre düzenlemeleri ile birlikte bitirilme aşamasına gelmiştir.

Yine, daha önce diğer kamu kuruluşlarında özellikle yani TOKİ’ye… TOKİ hazineye yük olmadan kendi finansmanını kendisi sağlamaktadır ama daha önce bazı kamu kuruluşlarında olup da yetkisi şimdi TOKİ’de olan ve bu anlamda hizmet verdiği bazı kurumları saymak istiyorum:

1) Emlak Bankası AŞ’nin bankacılık faaliyetleri dışında kalan bütün işler, şu anda bunları TOKİ yapmaktadır.

2) Konut Müsteşarlığının kapatılmasıyla bu müsteşarlığın görevleri yine TOKİ’ye devredildi.

3) Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün kapatılmasıyla bu kurumun görevleri.

4) Göçmen Konutları Koordinatörlüğü ve Ahıska Türkleri İskân Koordinatörlüğünün görevleri.

5) Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Mesken İşleri Dairesi Başkanlığının Toplu Konut İdaresi Başkanlığına bağlanmasıyla bu dairenin görevleri.

6) Başbakanlık Proje Uygulama Biriminin kapatılmasıyla bu birimin görevleri Toplu Konut İdaresi Başkanlığına devredilmiştir.

Yine, Sayın Başbakanımızın 61’inci Hükûmet Programı çerçevesinde, TOKİ’ye 2023 yılına kadar 500 bin ilave konut talimatlarıyla birlikte konut hedefi şu anda TOKİ'nin 1 milyon adede çıkmıştır.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; özellikle TOKİ'nin öncelik sıralamalarını biraz sizlere arz etmek istiyorum:

1) 2011 yılında meydana gelen Simav ve Van-Erciş depremleri göz önüne alındığında, TOKİ'nin yapmış olduğu kentsel dönüşüm projelerinin ülkemiz gerçeklerinde ne kadar önemli olduğunu göz önüne sermiştir.

2) Kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yerel yönetimlerle birlikte müştereken başlatılan 169 projede toplam 232.600 konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapılarak 134 bölgede 63.222 konutluk uygulama başlatıldı. Bunlardan 32 bini şu an itibarıyla bitirildi.

3) Yine, tarımköy konutları uygulamalarıyla birlikte kırdan kente göçün cazibesi azaltılarak aynı zamanda kırsal yerleşimlerin yaşanabilirliğinin arttırılması kapsamında 4.093 konutun yapımına başlanmış olup çoğu konutlarımız tamamlanmıştır.

4) TOKİ'nin toplam yapmış olduğu konutların yüzde 86’sı fakir, alt gelir, dar ve orta gelir grubu konutlarıdır. Bunların yüzde 14’ü ise gelir getirici projelerden oluşmaktadır.

TOKİ hazineden herhangi bir pay almadığı için kendi finansmanını kendisi sağlamaktadır. Bu konutların satışıyla, fakir kesimin aldığı konutlar desteklenmektedir.

5) 2003-2011 arasındaki toplam sosyal konut adedimiz 434.761, kaynak geliştirme kapsamında yapılan konut adedi ise 82.275 adettir. Toplamda ise 517 bin adede ulaşmaktadır.

6) Doğal afetler kapsamında bugüne kadar TOKİ tarafından 22 bin konut yapılmıştır.

Yine, yakın zamanda Kütahya Simav’da meydana gelen deprem felaketi nedeniyle yapılan 928 adet kalıcı konutlar, altı ay gibi kısa bir sürede okul ve diğer sosyal donatılarıyla birlikte mağdur vatandaşlarımıza teslim edilmiştir.

Yine, Van depremi sonrasında ise bölgedeki vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi bakımından 4 bin kalıcı konutun inşaatlarına başlanmış olup acil barınma ihtiyaçlarını karşılamak için de konteyner temin edilmesi AFAD ve Kızılay’la birlikte hızla devam etmektedir.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; devletin inşaat faaliyetlerinin tamamına yakın bir kısmı kara yolları ve hava limanları hariç TOKİ tarafından yapılmaktadır. Bunun neticesi olarak TOKİ ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılan protokoller kapsamında 2003-2011 yılları arasında, TOKİ ve YURTKUR arasında yapılan protokol ile üniversite ve öğrenciler için kaliteli ve sağlıklı yurtlar yapılmaktadır. Yine bu anlamda Sağlık Bakanlığına hastane, rehabilitasyon merkezleri ve sağlık ocakları, yine üniversitelere kampüs binaları, yine Millî Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığına sınır karakol binaları, bu meyanda Millî Eğitim Bakanlığına okul, spor salonu, kütüphane inşaatları, engelli vatandaşlarımız için ise engelsiz yaşam merkezleri, yine aynı şekilde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna sevgi evleri, sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret merkeziyle spor kompleksi ve stadyumlar, bunların arasında Arena 14, değişik illerde stadyum projeleri uygulanmaktadır.

Yine TOKİ doğal gaz… Afetlerden etkilenen muhtelif ülkelerde de konut, sosyal donatı uygulamaları yapılmaktadır. Bu anlamda bazı dış ülkeleri de saymak istiyorum: Güney Asya’da meydana gelen deprem ve tsunamide evlerini kaybedenler için Endonezya’da 1.050 konut, Sri Lanka’nın Matara Bölgesi’nde ibadethane, toplum merkezi ve spor sahası olmak üzere 500 konut, Pakistan’ın kuzeydoğusunda meydana gelen deprem sonrasından Muzafferabad bölgesinde, bir şehir merkezi kompleksi kapsamında 2 ilkokul, 2 yurt, hükûmet binaları, konut, cami, sosyal tesisler yapılmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelebi.

EKREM ÇELEBİ (Devamla) – Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şahısları adına ikinci konuşmacı Bursa Milletvekili Sayın Hüseyin Şahin.

Buyurun Sayın Şahin, süreniz on dakika. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, 2 Kasım 2011 tarihli ve 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle 2629 sayılı Kanun’da değişiklik yapılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde belirli görevleri ifa etmekte olan personelin tazminatlarında iyileştirmeler yapılmıştır. Anayasa’nın eşitlik ilkesinden hareketle eşit işe eşit ücret çalışmaları çerçevesinde Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışmakta bulunan uçuş ve dalış hizmetleri personelinin özlük haklarının benzer kurumlarda bulunan personel özlük haklarıyla denk hâle getirilmesi amacıyla bir hukuki  düzenleme zarureti ortaya çıkmıştır. 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan pilot ve uçuş ekibinin mali hakları günün şartlarına uygun hâle getirilmiş olmasına rağmen benzer iş konseptine sahip Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve uçuş ekibinin mali hakları konusunda gerekli düzenleme yapılmamıştır.

Bu amaçla, görüşmekte olduğumuz 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi içerisinde Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot, uçuş ekibi ve kurbağa adamlara ödenen tazminat oranlarının günün gelişen şartlarına göre yeniden belirlenerek Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan pilot ve uçuş ekibinin özlük haklarını düzenleyen 2629 sayılı Kanun’la paralellik oluşturması amaçlanmaktadır.

2629 sayılı Kanun’un 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle değiştirilen hükümlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan denizaltıcı uzman erbaşlara ödenmekte olan tazminata ilişkin düzenlemeye sehven yer verilmemesi nedeniyle, bu kanunun 6’ncı maddesinde yapılan düzenlemeyle söz konusu personele kıstas aylığının yüzde 65’i oranında aylık dalış tazminatı ödenmesi sağlanacaktır. Bu kanun teklifiyle Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve pilot adayları, uçuş ekibi personeli ile kurbağa adam ve kurbağa adam adaylarına yapılacak uçuş ve dalış tazminatı ödemelerinin belirlenmesinde kullanılan kıstas aylık oranlarında artış yapılması ve zorunlu uçuş saatinin üzerinde uçtukları uçuş hizmet yılının son ayındaki hizmet uçuş tazminatının yüzde 4’ü oranında yapılan toptan ödemenin oranının yüzde 5,5’a yükseltilmesi ve üzeri saatlerde ödeme yapılmayacak uçuş saati sınırının yüz yirmi saatten seksen saate düşürülmesi hedeflenmektedir.

Emniyet Genel Müdürlüğünce, İçişleri Bakanlığının onayı alınmak kaydıyla, yıllık zorunlu uçuş sürelerinin malzeme, araç ve teknik zorunluluk veya imkânsızlıklar nedeniyle veya olağanüstü durumlarda azaltılabilmesine imkân sağlanabilmesi hedeflenmektedir.

Ayrıca uçuş okulu ve kursu öğrencilerini, aynı hava vasıtasında fiilen uçurmak suretiyle yetiştiren kadrolu ve sözleşmeli uçuş öğretmenleri ile Emniyet Genel Müdürlüğü havacılık birimlerinde çift kumandalı hava vasıtalarında uçuş öğretmenliği yapanlara, öğretmenlik uçuş saati başına ödenen yetiştirme ikramiyesi oranının binde 3’ten binde 6’ya çıkarılması hedeflenmektedir.

Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan pilot ve pilot adaylarına kıstas aylığının uçuş hizmet yılı on beş yıl ve daha yukarı olanlar için yüzde 95'i, uçuş hizmet yılı on beş yıldan az olanlar için kıstas aylığının yüzde 83'ü, uçuş ekibi personeline kıstas aylığının yüzde 71'i, kurbağa adam ve kurbağa adam adaylarına kıstas aylığının yüzde 67'si üzerinden, bu kanuna ek cetvelde hizmet yılları karşılığında gösterilen nispette aylık uçuş veya dalış tazminatı ödenmesine karar verilecektir.

Görev ve hizmet ihtiyaçları nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenen ve İçişleri Bakanlığınca onaylanan bilfiil uçuş gerektirmeyen kadro görev yerlerine atanan veya bu kadro görev yerlerinde görevlendirilenlerden, 10'uncu uçuş hizmet yılını tamamlamış ve toplam uçuşu bin saatten fazla olan pilot ve uçuş ekibi personeline, zorunlu uçuş saatlerini tamamlamaları şartı ile seksen saatlik uçuş karşılığının yüzde 80'i yıllık uçuş tazminatı olarak ödenmesine karar verilecektir.

Ayrıca, şehit olanların kanuni mirasçılarına kıstas aylığın 100 katı, yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan âciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malul olanlara kıstas aylığın 200 katı, diğerlerine ise vazife malulü olanlar hakkında esas alınan 13 Temmuz 1953 tarihli ve 1053 sayılı Vazife Malullüklerinin Nevileri ve Dereceleri Hakkında Nizamname’de gösterilen sakatlık derecelerine göre belirlenen tutarın 1’inci dereceye yüzde 75’i, 2’nci dereceye yüzde 65’i, 3’üncü dereceye yüzde 55’i, 4’üncü dereceye yüzde 45’i, 5’inci dereceye yüzde 35’i, 6’ncı dereceye yüzde 25’i olacak şekilde düzenleme yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aynı şekilde 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile uzmanlık ve ihtisas kurumu olan TOKİ kariyer uzmanlıklar arasına dâhil edilmemiş, ek 12’inci maddesinin üçüncü fıkrası ile de 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklikle TOKİ’nin sözleşmeli personel çalıştırma yetkisi kaldırılmıştır. TOKİ’nin istisnai memuriyet kadrolarında kadro karşılığı sözleşmeli personel çalıştırma yetkisinin kaldırılmasıyla kurumda nitelikli ve kalifiye mühendis çalıştırılmasının mümkün olamayacağı gibi uzman kadrolarında görev yapan ve yapacak olan mühendislerin özel sektöre ve diğer kamu kuruluşlarına kaçışının söz konusu olacağı ve bu durumun TOKİ’nin personel istihdamında sorunlar yaşamasına neden olacağı kaçınılmazdır. TOKİ’de uzman kadrolarında çalışan teknik ve idari kariyerli personelin kariyer uzmanlığına dâhil edilmemesi nedeniyle emsal kamu kurum ve kuruluşlarına nazaran özlük ve mali haklarında hak kaybı olmuş, yönetim kadrolarında görev yapan personelin görev değişikliklerinde atanacakları uzman kadroları ile sözleşme yapılamayacağından bu durum hakkındaki personelin aylıklarında ciddi bir düşüş olacak ve hak kaybına sebebiyet verecektir. Hak kaybı, idarenin yönetici kadrosuna yeni atanacakların görev değişikliği hâlinde de söz konusu olacaktır. TOKİ’de uzman yardımcısı, uzman ve avukat kadrolarında işe alınacak mühendisler, avukatlar ve idari branşlardaki personel ile sözleşme yapılmayacak, dolayısıyla idarede uzman kadrolarında nitelikli ve kalifiye mühendis ve avukat çalıştırılması mümkün olamayacağı gibi, personelin özel sektöre ve diğer kamu kurumlarına yönelmesi söz konusu olacak, kalifiye personel istihdam etme yetkisi konusunda sıkıntı yaşanacaktır.

Bilindiği üzere, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile tariflenen görevleri kapsamında yürütmekte olduğu faaliyetleriyle, temel olarak, ülkemizde konut ve kentleşmeye ilişkin sorunlara ulusal düzeyde çözüm üretmeyi amaçlamaktadır. Yirmi yedi yılı aşkın bir süredir görev yapan TOKİ, ülkemizdeki sağlıklı ve yaşanabilir kentsel çevrelerde yeterli ve nitelikli konut üretiminin yapılması yönünde faaliyetlerini sürdürmektedir. Devletin inşa faaliyetlerinin tamamına yakını    -bunun içerisinde kara yolları hariç- büyük bir kısmı TOKİ tarafından yapılmaktadır. Bunun neticesi olarak, TOKİ’yle çeşitli kamu kurum, kuruluşları arasında yapılan protokoller kapsamında, 2003-2011 yılları arasında üniversitelere yerleşke binaları, kaliteli ve sağlıklı yurtlar, okul, spor salonu, kütüphane inşaatları, engelli vatandaşlarımız için engelsiz yaşam merkezleri, sosyal donatılar kapsamında cami, ticaret merkezi ile spor kompleksi, stadyumlar ve sınır karakol binaları inşa edilmiştir.

666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle yapılan düzenlemeler sonucunda istemeden TOKİ personelinin mağduriyetine yol açıldığı… 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, TOKİ’de görev yapan uzmanların ve yönetim kademesindeki personelin hak kayıplarının önlenmesine yöneliktir.

Teklifle, TOKİ personelinin mali haklarının korunması için mevcut mevzuat hükümlerinin muhafaza edilmesi ve ayrıca kurumlarında aynı veya benzer kadroyla görevlerde bulunan personelin aynı düzeyde ücret alması amaçlanmaktadır.

Söz konusu kanun teklifinin kabulüyle, ülkemiz adına hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Bu şekilde, teklifin tümü üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi İç Tüzük’ün 81’inci maddesine göre yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız. On dakika sorular için, on dakika da Sayın Bakanın cevaplandırması için olacak.

Sisteme giren arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.

Birinci sırada İstanbul Milletvekili Sayın Çelebi.

Buyursunlar efendim.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bakanlara şunu sormak istiyorum: 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi daha önce bir kararnameyle yürürlüğe girdi ve bugün bunu bir daha görüşüyoruz.

Bu maddeler dışında da özellikle TOKİ, Emniyet Müdürlüğü ve diğer alanlarda bugün görüşülmekte olan hak kayıpları diğer kurumlar için de var mıdır, araştırıldı mı, varsa hangileridir? Böyle bir hak kaybı, doğrudan düzenleme bu kanun hükmünde kararnamede oldu mu?

İkinci sorum da şu: Sayın bakanlar hatırlayacaklar, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu konuda hak kaybıyla ilgili önerilerimiz olduğunda reddedilmişti. Yani muhalefet olunca mı, muhalefetten bir öneri geldiğinde mi reddediliyor? Mutlaka iktidar partisi milletvekili mi olmak lazım bu tip haksızlığın giderilmesi için?

Bunları sormak istiyorum, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelebi.

İkinci sırada Şırnak Milletvekili Sayın Kaplan var.

Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Uludere Roboski’de 35 yurttaşımız F16 uçaklarının bombardımanı sonucu katledildi. Bunun istihbaratı insansız hava araçlarından sağlanıyor. Bu araçların yazılımı hangi ülkeye aittir, İsrail’e mi Amerika’ya mı? Bombalama emrini kim verdi? Hükûmetin bilgisi nedir? Olay anında ambulans uçak, helikopter gönderilmediği için 13 yaralı yurttaşımızın köylüler tarafından taşınırken öldüğü belirtiliyor. Katliamda hangi bombalar kullanıldı, ne tür bombalar? Çünkü insanlar yanıyor ve bu etkili bombalar sonucu tek bir canlı kalmamıştı ortada. 1999 yılından bu yana o bölgede çatışma yok. Bu bölgede çatışma olmazken, her gün kaçakçıların gidiş gelişini oradaki tümen komutanlığı bildiğine göre, bu olayda bunlardan bilgilenme oldu mu, yani saldırı düzenleyen uçaklarla hava komuta merkezi arasında? Bunları sormak istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

İstanbul Milletvekili Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, burada bir hak mağduriyeti, yani şöyle hak mağduriyeti: Kararnameyle bir yanlış yapmışsınız, çünkü kanun getirseydiniz yanlış olmazdı, kararname getirdiğiniz için yanlış oldu. Bir hak mağduriyeti doğmuş, düzeltmek güzel bir şey ama biz vefalı olmalıyız. Artık, ömrü tükenen köy ve mahalle muhtarlarımız var, hepsi 3 bin tane kaldı. Bunları emniyet hizmetleri sınıfına geçirdiniz fakat tek kuruş para almadılar, elbisesini dahi vermiyorsunuz. Bu insanlar artık son zamanında düğün bayram yaptılar, “Biz emniyet hizmetleri sınıfına geçtik.” ama tazminat ödenmiyor, niye geçirdiniz bu insanları? Bırakın öyle kalsalardı, isimleri “bekçi baba” olsaydı. Bunları düzeltecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aslanoğlu.

Mersin Milletvekili Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, arkadaşların da ifade ettiği gibi bu bir düzeltme kanun teklifi, yapılan bir düzenlemeyle oluşan yanlışlığı düzeltiyorsunuz ama bu düzeltmeyi diğer kurumların personeliyle ilgili de düşünüyor musunuz? Bir tespitiniz var mı, hangi kurumlarda? Mesela bu konuda kanun teklifi değil de kanun tasarısı yapıp tüm kurumlara sorsaydınız, bu anlamda tüm yanlışlar ortaya çıksaydı da toptan bir düzeltme yapsanız daha doğru olmaz mıydı? Birinci sorum bu.

İkincisi: Kamu görevi yapan seçilmişler var ve size bağlı: İl genel meclisi üyeleri, belediye meclisi üyeleri; bunların özlük hakları yok, kamu görevi yapıyorlar bunlar, kamu hizmeti yapıyorlar ama özlük hakları yok, düzenlemeyi düşünüyor musunuz?

Bir başka şey: Muhtarlar da kamu görevi yapıyor ama yaptıkları görevin maliyetini ceplerinden karşılıyorlar. Bunu adaletsiz buluyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

İstanbul Milletvekili Sayın Eyidoğan.

HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Simav depreminden sonra Simav’da TOKİ tarafından 8 kilometre kuzeye, şehir dışına inşa edilen 900 konuttan 700’üne yerleşen Simavlılardan kaç tanesi anahtarlarını geri vermiştir? Simav’da hak sahipliği edinmiş ancak TOKİ konutlarına gitmek istemeyen, kendi evini yapmak isteyen kişilerden işlemlerine mâni olunduğu konusunda duyumlar vardır. TOKİ’den ev almaya zorlandığı hususunda şikâyetler vardır, doğru mudur?

Gebze İnönü Mahallesi’nde deniz manzaralı kaç bin konut yapılacaktır? Bu projeyi TOKİ mi yapacaktır? Burada mevcut bin haneye ne olacaktır? Bu proje kâr paylaşımlı sisteme göre mi yapılacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim.

Bursa Milletvekili Sayın Demiröz.

İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Bursa Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği ile TOKİ arasında esnaf ve sanatkârlara iş yeri yapma protokolü yapılarak projeler hazırlandı ancak Bursa’da tüm meslek odaları ve akademik odalar projenin yerine karşı, konu yargıda. Yargıda olan bu yer için Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’a temel attırıldı ve daha sonra ilçemiz Kestel Belediyesi tarafından ruhsatsız diye bu inşaat durduruldu. Sayın Bakana soruyorum: Bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Denizli Milletvekili Sayın Ayhan.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenlemeler sonucunda istenmeden TOKİ personelinin mağdur edildiği ve bunun düzeltilmesi gerektiği tasarıda yer alıyor, raporda yer alıyor. Peki, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenlemede mağdur olan bakanlık ve kurum personelleri için de bir düzenleme yapılacak mı, yoksa onlar bilerek mi mağdur edilmişlerdir, yoksa onlar için ne zaman düzenleme yapılacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ayhan.

İstanbul Milletvekili Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.

Değerli milletvekilleri, kanun hükmünde kararnameyi Bakanlar Kurulu çıkardı ancak 6 Temmuz 2011 tarihli Cumhurbaşkanı işlemiyle oluşturulan Bakanlar Kurulunda bakan olmayan 4 kişi bulunmaktadır. Anayasa’nın 109’uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulu Başbakan ve bakanlardan kurulur. Buna göre, 6 Temmuz 2011 tarihinde yer alan ancak Bakanlar Kurulunda listesi olmayan Bursa Milletvekili Bülent Arınç, Ankara Milletvekili Ali Babacan, Kırıkkale Milletvekili Beşir Atalay, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ Başbakan Yardımcısıdır ancak Cumhurbaşkanı 6 Temmuz 2011 tarihli işlemiyle 21 bakanı atamış, bakan olmamalarına karşın 4 kişinin Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmesi onaylanmıştır. Bu 4 kişinin bakan olarak atanmasına ilişkin Cumhurbaşkanı işlemi ise bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı işleminin 2’nci maddesinde “Bakanlar Kurulunda yer alan bakanlıklara gösterilen kişiler atanmıştır.” denilmektedir. Söz konusu 4 kişinin atandığına ilişkin bir bakanlık işlemi bulunmamaktadır. Bunu ne zaman düzelteceksiniz?

BAŞKAN – İzmir Milletvekili Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Bakan, 100 bine yakın emekli astsubay var. Emekli astsubaylar dışarıdan -üniversite mezunu- bitirmiş olmalarına rağmen, birinci dereceye yükseltilememektedir. Bu 100 bin kişiyi kapsayan emekli astsubaylarla ilgili düzenlemeyi düşünüyor musunuz?

İkincisi İçişleri Bakanımıza: Polis memurlarıyla ilgili de böyle bir sorun var. İster meslek yüksekokulunu bitirsinler isterse üniversite mezunu olsunlar isterse master yahut da doktora yapsınlar bunlar da 1’inci dereceye yükseltilememektedir. Bununla ilgili düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Balıkesir Milletvekili Sayın Bulut.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, TOKİ vatandaşa sağlam ve ucuz ev yapmak maksadıyla kurulmuştur ancak Balıkesir merkezde ve Edremit’te TOKİ binaları tepede bir yere yapılmış vaziyette ve buraların yollarını yapmadan, korumasını, yolların çevresinin korumasını sağlamadan vatandaşa teslim etti; 3 oda, 1 salon 120 milyara vatandaşa mal oluyor. Oysaki Edremit’in merkezinde çok daha ucuza bu bina alınabiliyor. Bunu TOKİ’nin kuruluş amacıyla nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Kütahya Milletvekili Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, kanun hükmünde kararnamelerle yapıları değiştirilen birçok bakanlıktaki şube müdürü, müdürler ve bölge müdür yardımcıları, bilindiği gibi, araştırmacı kadrosuna atanmışlardır ve mağdur edilmişlerdir. Bu teklif içerisinde, bu tür mağdur edilenlerin de hakları geri iade edilebilecek midir?

İkincisi, Simav’da 2008’den beri devam eden ve deprem nedeniyle alelacele teslimleri yapılan 912 konutluk TOKİ konutlarının sahipleri mağdurdur. Bunların geri ödemesi depremzedelere sağlanan şartlara uydurulabilir mi?

Memnun olurum, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Bakanım…

İçişleri Bakanımız Sayın İdris Naim Şahin.

İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; sorulan sorulara kısa kısa cevap vermeye çalışacağım.

“Başka hak kaybı var mıdır?” sorusuna vereceğimiz cevap: Diğer kamu idarelerinde istihdam edilen yöneticiler 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli II sayılı cetvelde, kariyer personelse III sayılı cetvelde düzenlenmiştir. Dolayısıyla, bu idarelerde çalışan yani diğer kurumlarda çalışan personelin mali haklarında herhangi bir hak kaybı söz konusu değildir.

TOKİ’de çalışan uzmanlarsa ekli III sayılı cetvelde yer almadığından bir hak kaybı söz konusu oluştuğu için bugünkü yasa teklifiyle yasalaşma çalışmamızı yapmaktayız.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Bakan, başka hiçbir kurumda yok mu böyle bir problem?

İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) – Sayın Aslanoğlu’nun sorusu, köy ve mahalle bekçileriyle ilgili. Bunun köy tarafı yok, mahalle bekçileri, çarşı ve mahalle bekçileriyle ilgili. Emniyet hizmetlerine geçişi sağlandı, doğrudur, onlarla ilgili bir çalışmamız söz konusu. Tamamlandığında gündeme gelecektir.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakanım, iki yıl oldu, iki yıl.

İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) – Sayın Şandır’ın “Diğer kurumları da düzeltseydiniz.” sorusuna cevap verdik.

Seçilmiş kamu görevlilerinin özlük hakları, daha doğrusu onlar için öngörülen ödenekler konusu. Bu konuda, belediye meclisi ve il özel idare il genel meclisi üyeleriyle ilgili yerel yönetim kanunlarında çalışmamız var, iyileştirme gündemimizdedir.

Muhtarların konusu hem Sayın Şandır hem de başka arkadaşlarımız tarafından soruldu, mamafih kürsüde söz alan grup temsilcileri, sözcüleri tarafından da dile getirildi. Daha önce verdiğimiz cevapların aynısını söyleyelim: Köy Kanunu yeniden düzenlenmek durumunda. Bu yasama yılı bitmeden önce yüce Meclisin değerlendirmesine ve takdirine sunmak durumundayız. O bağlamda da muhtarların, muhtarlarımızın özlük haklarının makul seviyede düzenlenmesi söz konusu olacaktır.

Simav’daki deprem evleri konusuna yazılı cevap vereceğiz.

Yine, Bursa’daki Esnaf Sanatkârlar Kooperatifiyle ilgili konuya yazılı cevap vereceğiz.

“Başka mağdurlar var mı?” Sayın Ayhan’ın sorusu. Başka mağdurlar olmadığını söyledim. Bilerek mi mağdur edilmişlerdir? Bilerek kimse mağdur edilmemiştir. Bilerek mağdur edilmediğinin de bilgisi dâhilinde soru sormuş olmayı takdirlerinize bırakıyorum. Kimse kimseyi bilerek mağdur etmez.

Sayın Akçay’ın Anayasa’yla ilgili, Hükûmetin kuruluşuyla ilgili sorusu: Hükûmetin kuruluşuyla ilgili olarak kanun hükmünde kararnameler yürürlüktedir. O kararnameler çerçevesinde Hükûmetin hangi bakanlardan ve başbakan yardımcılarından oluşacağı, hangi sayıda olacağı bellidir. O kapsamda, Hükûmet 6 Temmuz 2011 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak kurulmuştur.

Emekli astsubaylar ve o konu Sayın Bakanla ilgilidir.

Birinci dereceye yükselemeyen yüksekokul mezunu polislerimizin durumu düzeltilmek üzere yüce Meclise sevk edilecektir önümüzdeki süreçte.

“TOKİ ödemelerine depremzedelere sağlanan ödeme kolaylığı sağlanabilir mi?” Yani depremzede ile depremzede olmayanı yan yana getiren bir sorunun mantığını anlamakta ve dolayısıyla cevaplandırmakta zorlanıyorum.

Balıkesir’de TOKİ’nin uygulamaları konusuna da yazılı cevap vereceğim.

Arz ederim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın İsmet Yılmaz, Millî Savunma Bakanımız.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Öncelikle, Irak’ta can veren 35 kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine sabırlar diliyorum. Sözler, acıyı, ailelerin yaşadıklarını, hissettiklerini ifadeye yetmez; hâl gerekir, anlamak gerekir. Anlamak için 74 milyonu kardeş bilmek gerekir. Van Erciş depreminde nasıl bir ve beraber olduysak, Irak’ta ölen kardeşlerimiz için de Türkiye bir ve beraber oldu, aynı acıyı hissetti. Bu kardeşliği bozmak isteyenler, depremi de, Irak’taki ölümleri de istismar için fırsat bildiler.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, size, bombayı kim attı, onu sordum.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Ancak milletimiz bunlara itibar etmedi, etmeyecek.

Erciş’e gittiğimde…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, bir soru sordum: İstihbaratı kim verdi? Hükûmetin bilgisi var mı?

BAŞKAN – Bekleyin.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Erciş’e gittiğimde…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bombaları kim attı?

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen bekleyin.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, usul hatası yapıyorsunuz.

BAŞKAN – Lütfen bekleyin, belki cevap verecek.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Erciş’e gittiğimde güzel bir pankart vardı, İstanbul Esenler’den gelenler yazmış: “Erciş depremi Esenler’de hissedildi.”

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, soruma cevap ver, uçakları soruyorum.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Irak’ta vuku bulan elim olay da hiç şüpheniz olmasın, tüm Türkiye’de hissedildi.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, size uçakları soruyorum. Yapmayın, yakışmıyor bu!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – 74 milyonu bir vücudun parçaları gibi görenler ve bilenler için bunun doğal olduğunu ifade etmeye gerek yok, bunu anlar ve hisseder. Düşünce dünyası bu ülkeye yabancı olanlar tarafından şekillenenler, 74 milyonun bir vücut olduğunu anlayamazlar.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – 74 milyon bir de Sayın Bakan, bombaları niye indirdiniz F-16’larla?

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Bir yanda köyüne gelen kaymakamı tekme tokat dövmeye çalışanlar…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ben sorumluları soruyorum: Bombalama emrini kim verdi?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – …vurmayı bırakın, bir de düştüğünde üzerine çullananlar, diğer yanda taziye için gelen misafirlerini korumak için kendilerini yumruklara siper eden insanlar…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, bombalama emrini kim verdi?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – …birincisi Kürt istismarcısı, diğeri örfü, âdeti, fedakârlığı, misafirlere emanet olarak bakan Kürtler. Bu ikisini birbirinden ayırmalıyız.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, sorumuzun cevabını verin, propaganda yapmayın.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Bu anlarda insani değerler de öne çıkarılmalı.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bombaları kardeşlerinin üzerine nasıl attılar?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Kültürümüzde acıyı paylaşmak vardır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bombaları kardeşlerinin üzerine nasıl attılar, bunu anlatın, hikâye anlatmayın. Hikâye anlatma zamanı değil.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Mehmet Âkif’in dediği gibi: “Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım / Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım.”

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hani kardeşlerinizdi? İnsan kardeşlerine bomba atar mı, söyle?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  Yine, Bedri Rahmi söyler: “Yar yüreğim yar, gör ki neler var. Bir insan tanımak oğul, bir cihan tanımaya bedel.”

HASİP KAPLAN (Şırnak) – İnsan kardeşine bomba atar mı Sayın Bakan?

BAŞKAN –  Sayın Kaplan lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) – Bizim kültürümüzde bir insanı kaybetmek bir âlemi kaybetmek gibidir. Olayda evladını kaybeden anneyi, babayı, kardeşi anlarım her ne dese haklıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ona karşı söz olmaz. Yangını var, ateş düştüğü yeri yakar.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, bombaları kardeşlerinize nasıl attınız? Onu anlat. Kardeş kardeşe bomba atar mı? Soruya cevap ver. Propaganda yapma.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  Evine hırsız girip de tüm eşyaları götürüldüğü hâlde uyanmayan ev sahibine “Nasıl bu kadar uyuyabildiniz?” diyen Hazreti Ömer’e, ev sahibi “Biz Hazreti Ömer’i uyanık biliyorduk.” diyen bir kültürden geliyoruz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeşlerinize nasıl bomba attınız onu anlat.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) – Ailelerin kaçakçı ile teröristi ayırabilmesini, devletinden de yurt içinde ayırt etmesi gibi yurt dışında da ayırt etmesi gerektiğini bilirim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, bombaları  kardeşlerinize nasıl attınız? Bomba atılır mı kardeşe?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  Biz de bir ölüm olursa mümkünse bu acıyı paylaşmak, dertleri azaltmak gerekir, insan olana bu yakışır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yapmayın ya, bu kadar vicdansızlık olmaz! “Hata yaptık.” deyin. Özür dileme erdemi yok mu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  Acı azalır mı bilinmez ama kültürümüzde bu doğrultuda hareket edilmesi gerekir.

HASİP KAPLAN (Şırnak) –  “Hata yaptık.” deyin, onu söyleyin!

BAŞKAN –  Lütfen… Lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  Bir yanda 35 insanımız üzerine istismarcılar var, bir tarafta çile çeken Kürt kardeşlerimiz var.

HASİP KAPLAN (Şırnak) –  “Hata yaptık” deyin, onu söyleyin.

Sayın Başkan, sorulara doğru dürüst cevap versin. Böyle bir şey olur mu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –   Bir yanda “Gelmelerini istemiyoruz. Bir provokasyon olursa artık gençleri biz değil hiç kimse durduramaz. Burada bu dağlarda herkeste silah var. Bugün buraya gelmeyin.” diyerek taziyeye gelecek olanları tehdit eden, halkı kışkırtanlar var.

HASİP KAPLAN (Şırnak) –  Kardeşlerinize bombayı nasıl attınız? İnsan kardeşine bomba atar mı? Bombaları anlat, uçakları anlat. Benim sorum ne…

BAŞKAN –  Lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) – Diğer yanda üzücü hava operasyonunda iki ay önce askerden gelen kardeşini kaybeden ve buna rağmen “Türk-Kürt kardeştir, biz Müslüman’ız…

HASİP KAPLAN (Şırnak) –  Sayın Bakan, soru sorduk soru, cevap verin, sorulara cevap verin.

BAŞKAN – Sayın Kaplan lütfen, gerekirse yazılı cevap verir, lütfen. Lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) – …katliamı gerçekleştirenleri Allah’a havale ediyoruz.” diyerek acısını iten bir abla var.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hikâye anlatmayın Sayın Bakan. Sayın Başkan, sorulara cevap vermiyor Sayın Bakan. Böyle bir usul var mı?

BAŞKAN –  Lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  O, dört bir yandan saçılmaya çalışılan nifak tohumlarına, fitneye karşı dirençle duran tam bir Türk kadını. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeşlerinize nasıl bomba attınız? Onu söyle.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –   Şimdi karşılaştırın…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeşlerinize bombayı nasıl attınız?

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) – Halkı taziyeye gelenlere karşı kışkırtanlarla acısına rağmen kardeşliği hatırlayıp dillendiren Kürt abla, bir yanda kameralar önünde “Üç gün yas ilan edilsin.” diyenler kameralar kapalıyken kahkahalar atan istismarcılar var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, var mı böyle bir usul?

BAŞKAN –  İstediği gibi cevap verebilir, lütfen… Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ  (Sivas) –  Bir tarafta Bingöl’de öldürülen 33 erimiz için, Çukurca’da öldürülen 24 Mehmetçiğimiz için “Türk katliamı.” diyemeyen ama ölen 35 kardeşimiz için “Tarih bu dağlarda bir Kürt katliamı yazdı.” diyenler var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeş kardeşe bomba atar mı? Hikâye anlatmayın. Kardeşlerinize bombayı nasıl attınız? Sayın Başkan böyle bir usul var mı?

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Bir yanda “Devlet halkını bombaladı.” diyenler var, bir tarafta ise “Sekiz yıldır çocuğumuz olmuyordu, iki aylık hamileyim, çocuğumu yetim bıraktılar, günah değil mi?” diyen var.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kim emir verdi? Kardeş kardeşi bombalar mı? Allah korkusu yok mu? Vicdan yok mu sizde?

BAŞKAN – Lütfen…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) –  Birisi Kürt, birisi Kürt istismarcısı.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Allah korkusu yok mu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – Allah korkusu olup olmadığı buradan belli.

Bir tarafta iki evladı ölen var…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Vicdan yok mu sizde?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) –“Çocuklarımızın hayatı bu kadar ucuz muydu?” diyen var, bir tarafta ise “Yapılan bu değil, her zaman yaptınız, hep istismarcılığını yaptınız, her zaman katil…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – 35 kişinin katilisiniz!

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) –  35 bin insanın eline silahı verip de dağa sürükleyenler katildir.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeş kardeşe bomba atar mı? 35 kişinin katilisiniz doğruyu konuşacaksınız! Katiller konuşamaz! 

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) – 35 bin insanın eline silahı verip de intihara sürükleyenler katillerdir.  (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeş kardeşi bombalar mı? Onu söyleyin. Doğru konuş, konuşacaksan doğru konuş. Sayın Başkan, katiller konuşamaz! Doğruyu konuşacaksınız.

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kardeş kardeşi bombalar mı? 

BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Soru soruyorum hikâye anlatıyor. İnsanlık suçu işlenmiştir, Allah’tan bulursunuz.

BAŞKAN – Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başkanım, özür diliyorum…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan, özür dilerim…

BAŞKAN – Kanun teklifiyle ilgili 1’inci madde üzerinde söz alanların konuşmasına yetecek kadar çalışma süremiz kalmadığından kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek üzere 5 Ocak 2012 Perşembe günü alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                                                                Kapanma Saati: 19.47

 

 



 

(x)  26 S. Sayılı Bazmayazı tutanağa eklidir.

(X) Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

(x) 112 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.