TÜRKÝYE BÜYÜK MÝLLET MECLÝSÝ
YASAMA DÖNEMİ CİLT YASAMA
YILI
24 24 2
TUTANAK
DERGİSİ
122’nci
BİRLEŞİM
20 Haziran 2012 Çarşamba
DÖNEM: 24 CİLT: 24 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
122’nci Birleşim
20 Haziran 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed
Murtaza Yetiş’in, Dünya Mülteciler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün,
sınır ili Ardahan’ın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat
Korkmaz’ın, itfaiye çalışanlarının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut ve 20 milletvekilinin, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde görev yapan
öğretmenlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/322)
2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri
ve 19 milletvekilinin, Ankara tavşanının tekrar ülkemize kazandırılması,
yaygınlaştırılması, ekonomiye katkı sağlaması, türünün devamı ve üretiminin
arttırılması için uygun yöntemlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/323)
3.- Batman Milletvekili Ayla Akat ve 21
milletvekilinin, devletin yasalardan ve uluslararası sözleşmelerden doğan
yükümlülükleri doğrultusunda taahhüt altına alınan kadın istihdamında yaşanan
gerilemenin nedenleri ve kadınların istihdama katılımının önündeki engellerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/324)
VI.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- CHP Grubunun, 15/6/2012
tarihinde İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşlarının iş kollarının
belirlenmesi sürecini sürüncemede bırakarak toplu sözleşme hakkının fiilen
kullanılmasını engelleyenlerin ortaya çıkarılması ile bu süreçte işçiler ve
aileleri açısından ortaya çıkan mağduriyetlerin belirlenmesi ile alınması
gereken önlemlerin tespiti amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması
önergesinin Genel Kurulun 20/6/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
VIII.-
USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Başkanlığın, görüşülmekte olan
kanun tasarısıyla ilgili kişisel söz taleplerini, usulüne ve İç Tüzük
hükümlerine uygun olarak yapmadığı gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalay’ın, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
X.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba’nın, Okul Sütü Projesi kapsamında dağıtılan sütten etkilenen
öğrencilerle ilgili valilerin yaptıkları açıklamalara ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı (7/7484)
ı.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.04’te açılarak yedi oturum yaptı.
Muğla Milletvekili Ali Boğa, 10 Haziran 2012 tarihinde Muğla
Fethiye’de meydana gelen depreme,
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat, yurt dışında yaşayan
vatandaşların oy kullanmasına,
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, Kahramanmaraş’ın
ormanlarına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut, Hakkâri’de 8
askerin şehit olmasına ve 16 askerin yaralanmasına ilişkin bir konuşma yaptı.
İzmir Milletvekili Oktay Vural, Hakkâri’nin Dağlıca bölgesinde 8
askerin, Hatay Belen’de 1 askerin şehit olmasına, Hükûmetin sınır ötesi
operasyon yetkisini etkinlikle kullanması gerektiğine ve ülkücü ve
milliyetçilerin imanını sorgulayan anlayışı kınadığına,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Hakkâri’nin Dağlıca bölgesinde
8 askerin terör örgütü tarafından şehit edilmesine ve terörle özgürlüklerin
inşa edilemeyeceğine,
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Hatay’da, Hakkâri’nin Dağlıca
bölgesinde ve Şanlıurfa Cezaevinde hayatını kaybedenlere ve Hükûmetin silahlı
çatışmayı sonlandıracak tedbirleri birinci sırada gündeme alması gerektiğine,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Yüksekova Yeşiltaş Karakoluna
PKK terör örgütü tarafından saldırı girişiminde bulunulması sonucu çıkan
çatışmada 8 askerin şehit olmasına ve 19 askerin yaralanmasına, terörün son
bulması için her türlü tedbirin alınacağına,
İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel, Hakkâri’de ölenlere,
Hükûmet ve Meclis olarak çatışmaya son verecek adımlar atmak gerektiğine ve son
günlerde cezaevlerinde yaşanan olaylara,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
BDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın, Dersim olaylarının (10/319),
BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan’ın;
Kadına yönelik fiziksel, ekonomik, siyasal ve benzeri her türlü
şiddetin kadın sağlığı üzerinde yarattığı etkilerin (10/320),
Ülkemizde yaşanan kadınlara yönelik cinayetlerin nedenlerinin
(10/321),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Danışma Kurulunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin
yeniden düzenlenmesine; 287 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz saat
geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının 4’üncü sırasına, yine bu kısımda bulunan 279, 274, 275 ve 280
sıra sayılı kanun tasarılarının 3, 5, 6 ve 7’nci sıralara alınması ve diğer
işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 26 Haziran 2012 Salı günkü
birleşimde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer
alan işlerin görüşülmesine; 27 Haziran 2012 Çarşamba günkü birleşimde de sözlü
soruların görüşülmemesine; 279, 287 ve 280 sıra sayılı kanun tasarılarının İç
Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin
önerisi kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, (2/458) esas numaralı Şehit
Yakınları ile Gazilerin Toplumsal ve Ekonomik Durumlarının İyileştirilmesi ile
Bazı Kanun ve KHK’lerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi yapılan görüşmelerden sonra kabul
edilmedi.
Sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/49,
113, 118, 252, 253, 254, 255, 256, 257 ve 258) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu üyeliklerine siyasi parti gruplarınca aday gösterilen milletvekilleri
seçildiler.
Başkanlıkça, komisyonun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip
seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, yer ve saate ilişkin duyuruda
bulunuldu.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156) görüşmeleri, Komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, İş Sağlığı
ve Güvenliği Kanunu Tasarısı ile Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın; Meslek
Hastalıkları ve İşçi Sağlığı Kanun Teklifi ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporlarının (1/605, 2/490) (S.
Sayısı: 277) görüşmeleri tamamlanarak yapılan açık oylamadan sonra kabul
edildi.
Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, Süleyman Çelebi
ve 6 milletvekilinin tasarının başlığının değiştirilmesine ve bu doğrultuda
tasarı metninde geçen bir ibarenin tüm metinde değiştirilmesine yönelik
önergelerini İç Tüzük’ün 87’nci maddesine uygun bulmadığından işleme almaması
gerekçesiyle usul görüşmesi yapıldı. Başkanlığın tutumunda bir değişiklik
olmadığı, önergenin işleme alınmasının mümkün olmadığı açıklandı.
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görev yapanların gece çalışmaları nedeniyle izinli sayılmalarına
ilişkin bir açıklamada bulundu.
Alınan karar gereğince, 20 Haziran 2012 Çarşamba günü saat
14.00’te toplanmak üzere 03.48’de birleşime son verildi.
Sadık
YAKUT
Başkan
Vekili
Fatih ŞAHİN Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Özlem YEMİŞÇİ
Ankara Bartın Tekirdağ
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
171
20 Haziran 2012 Çarşamba
Tasarılar
1.- Yükseköğretim Kurumları Öğretim
Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/640) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.06.2012)
2.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/641)
(İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
18.06.2012)
3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/642) (Plan ve Bütçe ile
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
18.06.2012)
Teklifler
1.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgün'ün;
Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/699) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; İçişleri ile
Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.06.2012)
2.- Ankara Milletvekili Cevdet
Erdöl'ün; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/700)
(Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor; Plan ve Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.06.2012)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut ve 20 Milletvekilinin, öğretmenlerin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/322) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/11/2011)
2.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri
ve 19 Milletvekilinin, Ankara tavşanının türünün devamı ve üretiminin
arttırılması için uygun yöntemlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/323) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/11/2011)
3.- Batman Milletvekili Ayla Akat ve 21
Milletvekilinin, kadın istihdamındaki engellerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/324) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/11/2011)
Süresi
İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Erzurum Milletvekili Oktay
Öztürk’ün, Erzurum-Aşkale’deki HES’te yaşanan kazaya ve acil kurtarma
helikopteri ihtiyacına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6204)
20 Haziran 2012 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.03
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 122’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Dünya Mülteciler
Günü münasebetiyle söz isteyen Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’e
aittir.
Buyurun Sayın Yetiş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in, Dünya Mülteciler Günü’ne
ilişkin gündem dışı konuşması
MUHAMMED MURTAZA YETİŞ (Adıyaman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarih boyunca insanlığın en büyük
problemlerinden biri, insanların çeşitli nedenlerle, doğdukları, büyüdükleri,
emek verdikleri topraklarından çıkmak, vatanlarını terk etmek zorunda
kalmalarıdır. Savaşlar, kıtlıklar, afetler, zulümler, baskıcı rejimler yüzünden
insanların özgürlüklerinin kısıtlanması nedeniyle barış ve güvenlik içinde
olabilecekleri yeni yurt arama ümidi her zaman olagelmiştir. Özellikle devletler arası savaş mülteciliğin daha da yoğunlaşmasına
neden olmaktadır. Bunun dışında, etnik çatışmalar, baskıcı ve otoriter
rejimler, doğal afetler ve çevresel sorunlar mülteci akınlarını her geçen gün
daha da hızlandırıyor. Yaşadığı toprağı terk eden insanların çoğu, yeryüzünde
artık yaşanılamayacak boyuta gelen yaşamları için bu yolu tercih ediyorlar.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliğine göre, dünyada yerlerinden zorla uzaklaştırılmış 42 milyon insan
yaşamaktadır. 2050’ye kadar 200 milyon civarında insanın mülteci olacağı
öngörülmekte. Öyle ki artık adı mültecilikle özdeşleşen halklar oluştu;
Filistin, Somali, Afganistan, Afrika halkları gibi.
Değerli arkadaşlar, dünyada keyfî
uygulamalar mültecilik sorununun daha da derinleşmesine yol açıyor. Örneğin,
Uluslararası Af Örgütünün 2012 raporuna göre İsrail yetkilileri Eritreli ve
Sudanlı sığınmacıların mülteci belirleme mekanizmalarına ulaşımlarını
engelliyor. Bu engelleme resmî bir yasayla da Meclisten geçiyor ve şu anda,
mülteci olabilen bütün insanlar üç yıl hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Yani
yaşamak için cezaevini seçmek zorundalar.
Yine aynı rapora göre, Kuzey Afrika ve
Orta Doğu’daki siyasi karışıklıklardan dolayı binlerce mülteci, güvenlikleri ve
gelecekleri adına, güvenli olmayan botlarla, ciddi boyutlarda tehlikeli deniz
yolculuğu yaparak Avrupa’ya geçiş yolunu deniyor. Aralarında hamile kadınların
ve çocukların da bulunduğu en az 1.500 kişi sadece 2012 yılında bu
yolculuklarda boğularak hayatını kaybetti. Avrupa Birliğinin tepkisi arama
kurtarma çalışmalarını arttırarak denizde güvenliği almak yerine, Avrupa Dış
Sınırlar Ajansı Frontex’in yetkilerini artırmak ve mültecilerin maruz kaldığı
ayrımcılığın daha da artmasına yol açmak oldu. Ülkeler ekonomik gerekçelerle
mültecileri ülkelerinden kovmakta.
Değerli arkadaşlar, Mülteciler Günü
vesilesiyle değinmeden geçemeyeceğim bir mazlum millet daha var. Şu anda
Türkiye’de 1.500’e yakın Kafkas, Çeçen mülteci bulunuyor. Bunların birçoğu
maalesef çok zor şartlar altında Ümraniye, Beykoz, Fenerbahçe ve Yalova
kamplarının yanı sıra İstanbul'un değişik semtlerinde yaşamlarını
sürdürüyorlar. İçişleri Bakanlığımızca yayınlanan genelgelerle bazı
yerleştirmeler sağlandı. Şu günlerde de komisyonda bu hususta çeşitli çalışmalar
ve yasal düzenlemeler yapılıyor.
Esad zulmünden kaçarak ülkemize sığınan
Suriyeli mültecilere gösterdiğimiz misafirperverliği bu yasal düzenlemeden
sonra diğer mülteciler için de göstereceğiz.
Yıllardır yaşadığı topraktan sökülen
bir ağacın başka bir coğrafyada, bambaşka bir iklimde ve alışık olmadığı bir
ormanda yeniden dikilerek yaşamak zorunda kalmasına benzetebileceğimiz
mültecilik, bir insanın, bir toplumun karşılaşabileceği en trajik durumlardan
biridir. Göç edenlere yardım eli uzatılmaması ise tüm insanlığın trajedisi
olarak karşımızda duruyor. Gelin, ortak bir gelecek adına insanlığın yetimleri
olan mültecilere, bu sürgün yüreklere yardım elimizi esirgemeyelim.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı ikinci söz, sınır ilimiz
Ardahan’ın sorunları hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’e
aittir.
Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.-
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sınır ili Ardahan’ın sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkanım,
teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, sınır ilimiz
Ardahan’ın gündemine başlamadan önce bugün toprağa vereceğimiz şehitlere
Allah’tan rahmet diliyor, tekrar olmamasını diliyorum. Milletimizin başı sağ
olsun.
Değerli arkadaşlar, sınır ilimiz
Ardahan, Kars’ta 8 tane adliye kapatıldı. Ardahan’da 2004 yılında Damal
ilçesinin adliyesi kapatıldı, burası Gürcistan’a sınır. Şimdi ise Posof
ilçesinin adliyesi kapatıldı, Türkgözü Kapısı’na sınır ve gümrük kapısı. Çıldır
Adliyesi kapandı, Çıldır da, o da Gürcistan’a sınır, Çıldır Aktaş Kapısı ve
Kars-Tiflis demir yolunun geçtiği yer. Onun dışında, Kars’ta Susuz ilçemizin
adliyesi kapatıldı, Selim ilçemizin adliyesi kapatıldı, Digor ilçemizin adliyesi
kapatıldı, Akyaka ilçemizin adliyesi kapatıldı.
Değerli arkadaşlar, Akyaka, Kars’ın tam
Ermenistan sınırında, 57 kilometre Kars’a. Posof, tam Gürcistan’la sınır,
Ardahan’a 80 kilometre. Çıldır, hem Ermenistan hem Gürcistan’a sınır, 42
kilometre. Bir de buradaki ağır kış şartlarını göz önünde tuttuğunuz zaman…
Hele Posof’tan gelirken ve giderken 2.540 rakımlı Ilgar Dağı’ndan geçmek mümkün
değil. Siz “adalet” ismini taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisisiniz, adaleti
sağlamak için Ilgar Dağı’ndan bu insanlar nasıl geçecek, bunu bir düşünmenizi
istiyorum.
Ve hem Posof’un hem Çıldır’ın hem
Damal’ın adliyelerinin yeniden açılmasını istiyoruz. Artı, onun yanı sıra,
Susuz, Selim, Digor ve Akyaka… Digor’un nüfusu bütün ilçelerden daha fazla,
daha çok göç alıyor. Yani Digor’un en ucundaki köyden Kars’a bir gidip gelme
olsa, keşif olsa bir saatte gidip gelinmez arkadaşlar. Yani bu hangi tasarrufa
göre yapıldı bunu anlamak mümkün değil.
Değerli arkadaşlar, bakın, Çıldır Aktaş
Kapısı açılmak üzere. TOBB’la, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğiyle Gümrük ve
Ticaret Bakanlığı sözleşme yaptı. Şimdi, Türk cumhuriyetlerine açılan bir kapı.
Artı, Kars-Tiflis demir yolu önümüzdeki yıl açılıyor. Yani buraya daha çok
hizmet gelecek, daha çok yoğunluk olacak. Bu yoğunluğu
görerek sınır illerinde olan bu ilçelerimizin mutlak surette adliyelerinin geri
verilmesi lazım. Yani Akyaka Ermenistan sınırında tüfek omuzda nöbet
tutacak, Türkiye'yi bekleyecek, siz burada kardeşim, masanın başında “Ben
Akyaka’nın adliyesini kapattım.” diyeceksiniz. Böyle bir adalet olabilir mi?
Adalet olmadığı gibi, kalkınma da olmaz. Sizden istirham ediyorum, bunu yeniden
düşünün, yeniden değerlendirin.
Değerli arkadaşlarım, burada siyasi
parti polemiği yok, burada bir gerçek var. Tamam İç Anadolu’da bazı beldeler kapatıldı, adliyeler
kapatıldı, buna saygı duyuyorum ama sınırdan bahsediyorum. Biz kırk üç yıl,
Kars, Ardahan, Iğdır, o bölge kırk üç yıl Rus işgali altında kaldık. Rus işgali
altında kalmamıza rağmen, Rus’a boyun eğmedik. Yani oradaki bizim halk ozanımız
Aşık Şenlik sazını eline alarak “Can sağken yurt
vermeyiz düşmana.” deyip halkı örgütledi, bağımsızlığımızı kazandık. Yani biz
Ruslara teslim olmadık, şimdi burada geldik… Yani ne yaptığınızı bilmiyoruz.
Yani yüce Meclisten ben rica ediyorum
ve istirham ediyorum… Bu adliyeleri ne gerekçeyle kapattınız kardeşim? Başka
yerleri kapatabilirsiniz ama sınır illerindeki adliyeleri kapatmak stratejik
anlamda doğru değil. Yani şimdi insanlar oradan göç etti. Ardahan’ın 1992’de
170 bin nüfusu vardı, şimdi 105 bine düşmüş, hatta 98 bine düşmüş.
Değerli arkadaşlar, yani Posof’ta nüfus
iyice azalmış, senede 100 çocuk ya doğuyor ya doğmuyor. Yani bari hiç olmazsa
Ahıska Türklerinin Posof ve Ardahan’a yerleşmesini yapalım da Ardahan’da nüfus
artsın. Aksi takdirde, inanın, on sene sonra veya cumhuriyetin 100’üncü kuruluş
yıl dönümünde Ardahan bir ilçeye dönecek, bu da hoş olmayacak.
Ben bunu istirham ediyorum, yeniden
değerlendirilerek bu adliyelerimizin açılmasını bekliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı üçüncü söz, itfaiye
çalışanlarının sorunları hakkında söz isteyen Isparta Milletvekili Nevzat
Korkmaz’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
3.-
Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, itfaiye çalışanlarının sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; itfaiye teşkilatı hakkında konuşmak üzere söz
aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
İtfaiye erliği gerçekten çok riskli bir
meslek ve bir o kadar da önemli bir iştir, ancak ne yazık ki mevzuatımızda ne
böyle bir meslek sınıfı vardır ne de yeteri kadar önemsenen bir teşkilat. Daha önce de bu kardeşlerimizin sorunlarını Meclis kürsüsünden dile
getirmiş ve sizlerden toplum sağlığı ve güvenliği açısından bu meslek
mensuplarına destek ve güç verilmesini, sahip çıkılmasını istemiştim ve bu
konuşmamın akabinde de parti grup temsilcilerinin katıldığı bir araştırma
komisyonu kurularak “İtfaiye teşkilatı ve mensupları hakkında yasama organı
olarak ne yapabiliriz?”in araştırılması girişiminde bulunmuştum. Daha
sonra, İskitler’deki itfaiye birimini ziyaret ederek orada hazır bulunan 30
kadar itfaiye eriyle konuşma imkânı buldum. Onların da dile getirdiği hususları
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle belirtmek isterim ki itfaiye
erlerimizin en önemli ihtiyacı, yaptıkları işin önemi kadar önemsenmeleri,
itibar görmeleridir. Çünkü, arkadaşlar, hepinizin de
takdir edeceği üzere, yüksek bir yaşam riski var, ücretler çok düşük. Onları
motive eden ruh, topluma hizmet etme ve kahramanlık ruhudur. Öyle ya, bu
arkadaşlar, herkesin çoluk çocuğundan vazgeçip can derdine düştüğü bir anda
alevlerin arasına dalıyorlar. Ölüm ve yaşamın kan kardeşi olduğu, ciğerlerinin
kül ve karbondioksit, hatta kimyevi zehir soludukları bir ortamda saatlerce
kalıyorlar. Belediyeler, maalesef, şehre yaptıkları makyaj ve cilayı daha çok
önemsiyorlar. Yangına müdahale için elzem olan özel kıyafetler, gerekli araç ve
gereç ile eğitim masrafları için kaynak ayırmakta gönülsüzce davranıyorlar.
Dolayısıyla, birçok çalışan yangına müdahaleye gönderilirken, yüksek ısıya,
kimyasal reaksiyonlara dirençli kıyafetler yerine günlük kıyafetlerle gidiyor,
korumasız, savunmasız, Allah’a emanet şekilde. Kimi zaman itfaiye erleri taşeron
firmaların personelleri arasından görevlendiriliyor ki, hiçbir eğitim
tatbikatına tabi tutulmadan.
Değerli milletvekilleri, itfaiye
teşkilatı mensupları, tıpkı askerler, polisler gibi bir meslek sınıfı olmak
istiyorlar. Sorunlarının büyük bir kısmının bir meslek sınıfı olarak kabul
edilmemekten kaynaklandığını düşünüyorlar. Belediyelerdeki siyasi iş ve
işlemler arasında sıkışıp kaldıklarını, bu nedenle belediye dışında bir
örgütlenmenin çalışma şartlarını rahatlatacağını söylüyorlar. Mesai ücretlerinin
pek çok belediyelerde, mevzuattaki yazılı şekliyle değil de keyfî belirlemelere
göre ödenmesinden şikâyetçiler. Yıpranma payları, sadece yangına müdahale
süresi dikkate alınarak hesap ediliyor, eğitim ve tatbikatlar dikkate
alınmıyor. Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılan fiilî hizmet paralarının bir
aylığını alamamaktan şikâyet ediyorlar. SGK’nın neye dayanarak bu parayı
ödemediğini soruyorlar. Ülkemizdeki 1 itfaiyeci Avrupa’daki 4 itfaiyecinin
işini yapıyor. 40 bin itfaiyeci eksiği var ülkemizin ancak asıl işleri dışında,
temizlik işleri, çay, getir-götür işlerinde dahi kullanılıyorlar. Maaşları, yaptıkları işin riskleri ve ağırlığı dikkate alındığında
son derece düşük. Kafaları geçim sıkıntısına takılmış durumda. Bu
şartlarda afetlere nasıl müdahale edebilecekler, bu meseleye maalesef kafa
yoran yok.
Süre az olduğu için ancak önemli birkaç
sorunu sizlerle paylaşma imkânı bulabildim. Söylenecek çok söz var değerli
arkadaşlar, çözülmesi gereken birçok sorun. Milliyetçi Hareket Partisi olarak
20 milletvekili ile imzaladığımız Meclis araştırması önergesine destek olmanızı
bekliyorum.
Bu vesileyle, şehadet şerbetini içmiş
tüm itfaiyeci kardeşlerimizi de rahmetle anıyorum, mekânları cennet olsun.
Hayatta olan tüm itfaiyeci kardeşlerime de sağlık, mutluluk ve başarılar
diliyorum.
Sözlerimin sonunda… Bugün yurdun dört
bir tarafında son derece hepimizi de üzen cenaze merasimleri, şehit cenazesi
merasimleri olacak. Ben, bu vesileyle, toprağa düşmüş, bayraklaşmış,
vatanlaşmış bu şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Aileleri başta olmak
üzere aziz milletimize sabırlar temenni ediyorum ve yine bu vesileyle, dünyanın
görmüş olduğu en kanlı terör örgütü, en iğrenç terör örgütü olan PKK’yı, ona
yardım ve yataklık edenleri, sözleriyle, iş ve işlemleriyle PKK’nın önünü açan
siyasal yahut apolitik bütün teşekkülleri kınadığımı ifade ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
üç önerge vardır, okutuyorum:
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 20 milletvekilinin, Millî Eğitim
Bakanlığı bünyesinde görev yapan öğretmenlerin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/322)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde görev
yapan öğretmenlerin sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının belirlenmesi
amacıyla Anayasamızın 98'inci maddesi, İç Tüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri
gereğince ekte yer alan gerekçe doğrultusunda Meclis araştırması açılmasını arz
ederiz.
1)
Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
2)
Mehmet Şandır (Mersin)
3)
Oktay Vural (İzmir)
4)
Faruk Bal (Konya)
5)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
6)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
7)
Necati Özensoy (Bursa)
8)
Ali Öz (Mersin)
9)
Alim Işık (Kütahya)
10)
Lütfü Türkkan (Kocaeli)
11)
Koray Aydın (Trabzon)
12)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
13)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
14)
Muharrem Varlı (Adana)
15)
Bülent Belen (Tekirdağ)
16)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
17)
Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
18)
Ruhsar Demirel (Eskişehir)
19)
Ali Halaman (Adana)
20)
Celal Adan (İstanbul)
21)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
Gerekçe:
Öğretmen sorunları, eğitim
sorunlarımızın en önemli boyutlarından birisidir. Öğretmenler kamu kesiminin en
dar gelirlileri arasında yer almaktadırlar. Öğretmenlerimiz özveriyle
çalışmalarına rağmen, maaşları yıldan yıla erimektedir. Türkiye eğitim
çalışanlarının maaşları açısından OECD ülkelerinin oldukça gerisindedir. AB'yi
hedefleyen bir ülkenin kendi eğitimcisine düşük maaş vermesi şaşırtıcıdır. OECD Bir Bakışta Eğitim 2010 yılı raporuna göre Lüksemburg'da
ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yıllık brüt 48 bin 793, en
yüksek derecedeki bir öğretmen yıllık brüt 101 bin 163 dolar, Almanya'da
ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yıllık brüt 43 bin 524 dolar, en
yüksek derecedeki bir öğretmen yıllık brüt 58 bin 510 dolar, Kore'de
ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen yıllık brüt 31 bin 532 dolar, en
yüksek derecedeki bir öğretmen yıllık brüt 87 bin 452 dolar kazanırken, OECD
2009 yılı raporuna göre Türkiye'de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık
brüt 14 bin 63 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmenin de yıllık brüt 17 bin
515 dolar kazanmaktadır. Hükümetin verdiği çok düşük zamla geçimlerini
sağlamaya çalışan eğitim çalışanları yoksullukla mücadele etmektedirler.
Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen açığına
bir türlü çözüm üretememiştir. Yıllar geçmesine rağmen hala rafta duran bu
sorun, eğitimin bitmeyen çilesidir. Bugün öğretmen açığı 150 bin kişidir. Atama
bekleyen öğretmen sayısı ise yıldan yıla artmaktadır. Yaklaşık olarak 350 bin
öğretmenimiz atama beklemektedir. Eğitim fakültelerinden mezun olan binlerce
öğretmen adayımız işsizlik gerçeğiyle yüzleşmektedirler. Büyük bir şevkle,
heyecanla görevlerini yapmayı bekleyen gençlerimiz ya öğretmen diplomasıyla
işsiz olarak sokaklarda gezmekte, ya kendi mesleği dışındaki işlerde
çalışmakta, ya da özel okullarda, dershanelerde olumsuz çalışma şartları, düşük
ücretlerle sosyal güvenceleri olmadan çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu
istihdam modeli gençlerimizin çaresizliğinden faydalanma anlamına gelmektedir.
Her yıl 80 bin civarında ücretli öğretmen görevlendirilmektedir. Milli Eğitim
Bakanlığının öğretmen açığını gidermek için kadrolu öğretmen atamak yerine,
mevsimlik işçi gibi ücretli öğretmenler çalıştırması sömürü çarkının devlet
eliyle döndüğünü göstermektedir.
Parçalanmış öğretmen aileleri Bakanlık
tarafından çıkartılan kanun hükmünde kararname ile daha da artmış, aileler
parçalanmıştır.
Gelecek nesillerimizi yetiştiren
öğretmenlerimizin ve öğretmen adaylarımızın gelecek kaygısı taşımadan aile bütünlüğü
içerisinde görevlerini ifa etmeleri en doğal haklarıdır.
2.-
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri ve 19 milletvekilinin, Ankara tavşanının
tekrar ülkemize kazandırılması, yaygınlaştırılması, ekonomiye katkı sağlaması,
türünün devamı ve üretiminin arttırılması için uygun yöntemlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/323)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Anadolu'nun öz varlığı olan, Ankara
tavşanının tekrar ülkemize kazandırılması, yaygınlaştırılması, yeni iş
olanakları oluşturularak ekonomiye katkı sağlaması, ırkının yaşatılması,
türünün devamı ve üretiminin artırılması için gerekli önlemlerin alınması
amacıyla Anayasa'nın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104 ve
105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederiz.
1)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
2)
Mehmet Şandır (Mersin)
3)
Oktay Vural (İzmir)
4)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
5)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
6)
Bülent Belen (Tekirdağ)
7)
Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
8)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
9)
Mehmet Günal (Antalya)
10)
Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
11)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
12)
Necati Özensoy (Bursa)
13)
Ruhsar Demirel (Eskişehir)
14)
Alim Işık (Kütahya)
15)
Muharrem Varlı (Adana)
16)
Ali Halaman (Adana)
17)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
18)
Celal Adan (İstanbul)
19)
Emin Haluk Ayhan (Denizli)
20)
Ali Öz (Mersin)
Genel Gerekçe:
Ankara tavşanı, diğer adıyla Angora
tavşanı uzun ve yumuşak tüyleriyle tanınır. Ankara keçisi ve kedisi gibi safkan
tavşanlar, Ankara ilinden tüm Dünya'ya yayılmışlardır. Anadolu'nun öz varlığı
olan Ankara tavşanının Anavatanı Türkiye-Ankara olduğu bilinmektedir. Değişik
kaynaklara göre, 1700’lü yıllarda Fransa Kraliçesine hediye olarak gönderildiği,
Nachtsheim'e göre ise 1723 yılında Karadeniz kıyısından Fransa ve oradan da
İngiltere' ye götürülerek ıslah edildiği belirtilmektedir.
Ankara tavşanının kökeni Türkiye-Ankara
olmasına karşın Türkiye'de nesli tükenmiştir. Buna karşın dünyada Ankara tavşanı
yetiştiriciliği uzun yıllardır yaygın olarak yapılmaktadır. Avustralya, Fransa
ve Çin'e kadar birçok ülkede yetiştirilen ve sayıları milyonlarla ifade edilen
Ankara tavşanı, anayurdundaki birkaç çiftlikte bine yakın bulunmaktadır.
Ankara tavşanının yetiştirilmesinin ilk
amacı yün üretimidir. Ankara tavşanı dünyada beyazlık, parlaklık ve kadife gibi
yumuşaklık açısından yün veren tek hayvandır. Ankara tavşanları ilk olarak 2
aylık olgunluğa eriştiğinde kırkılmaya başlanır. Sonra her 3 ayda bir kırkılarak,
yıllık 4 kırkım sonucu bir hayvandan ortalama 1 kg kadar yün elde edilir.
Ankara tavşanından elde edilen Angora
yünü, koyun yününe göre sekiz kat fazla ısı vermekte
ve alerjiye de yol açmamaktadır. Ankara tavşanı yününden iplik elde edilen tek
tavşan varyantıdır. Ankara tavşanının yününden yapılan korse, dizlik, iç
çamaşırı, fizik tedavi ve nevraljide kullanılan termal giysilerin, dolaşım
bozukluğu ve romatizma başta olmak üzere birçok hastalığa iyi geldiği
bilinmekte olup, hafif ve yüksek ısı tutması, elektromanyetik etkisi ve
alerjiye yol açmaması nedeniyle Ankara tavşanının yünü altın değerindedir.
Ankara tavşanı yetiştiriciliği
konusunda üreticilerden gelen yoğun talep, bu hayvanın gen kaynağı olarak
üretimini ve yetiştiriciliğinin ülke bazında sağlanmasını gerektirmiştir.
Ankara tavşanının öncelikli verimi yünü (Angora)'dür, ikinci derecede et,
üçüncü derecede kürk/deri, dördüncü derecedeki verimi gübre ve mezbaha
artıklarıdır.
Dünyada Ankara tavşanı yetiştiriciliği
uzun yıllardır yaygın olarak yapılmaktadır. Ankara tavşanı İngiliz denizcileri
tarafından 1723 yılında Anadolu'dan Fransa ve İngiltere'ye götürülmüştür.
Almanya'da ise ilk olarak 1777 yılında Ankara tavşanı yetiştirilmeye
başlanmıştır. Günümüzde Çin, Fransa, Macaristan, Çekoslovakya, Arjantin, Şili,
Almanya, Brezilya tavşan yünü üreten başlıca ülkelerdir. Tavşan yününü işleyen
en önemli ülkeler ise İtalya, Japonya, Almanya, Fransa, Hindistan ve Şili'dir.
Dünya'da Ankara tavşanı yünü üretiminin 8-12 bin ton arasında olduğu tahmin
edilmektedir. Üretimin %90'ı Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yapılmaktadır.
Tekstil sanayinde değerli olan Angora yününün fiyatı tüyün uzunluğuna,
inceliğine, yumuşaklığına, temizliğine göre değişmektedir. Türkiye'de tekstil
endüstrisinde hammadde olarak kullanılan Ankara tavşanı yünü maalesef dış
alımla karşılanmaktadır.
Anadolu'nun öz varlığı olan Ankara
tavşanını tekrar ülkemize kazandırmak, yaygınlaştırmak ve yeni iş alanları
oluşturarak ekonomiye katkı sağlamak amacıyla yukarıda belirtilen sorunların
çözümü ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi ve araştırılması amacıyla bir
Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.
3.-
Batman Milletvekili Ayla Akat ve 21 milletvekilinin, devletin yasalardan ve
uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükleri doğrultusunda taahhüt altına
alınan kadın istihdamında yaşanan gerilemenin nedenleri ve kadınların istihdama
katılımının önündeki engellerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/324)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na
Devletin yasalardan ve uluslararası
sözleşmelerden doğan yükümlülükleri doğrultusunda taahhüt altına alınan kadın
istihdamında yaşanan gerilemenin nedenleri ve kadınların istihdama katılımının
önündeki engellerin tespiti amacıyla Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105'inci
Maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1)
Ayla Akat (Batman)
2)
Pervin Buldan (Iğdır)
3)
Hasip Kaplan (Şırnak)
4)
Sırrı Sakık (Muş)
5)
Murat Bozlak (Adana)
6)
Halil Aksoy (Ağrı)
7)
İdris Baluken (Bingöl)
8)
Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9)
Emine Ayna (Diyarbakır)
10)
Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11)
Altan Tan (Diyarbakır)
12)
Adil Kurt (Hakkâri)
13)
Esat Canan (Hakkâri)
14)
Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15)
Sebahat Tuncel (İstanbul)
16)
Mülkiye Birtane (Kars)
17)
Erol Dora (Mardin)
18)
Ertuğrul Kürkçü (Mersin)
19)
Demir Çelik (Muş)
20)
İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21)
Nazmi Gür (Van)
22)
Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirleyen
kişi başına düşen milli gelir, sanayileşme, okuryazarlık oranı gibi etkenlerin
yanında kadınların istihdama katılım oranıdır. Ancak gelişmiş ülkelerde
kadınların işgücüne katılım ve istihdam oranları artarken, gelişmekte olan
ülkelerde ve Türkiye'de kadının işgücüne katılımında benzer bir artış
yaşanmamıştır.
Nitekim Dünya Ekonomik Forumu'nun
hazırladığı “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi”ne göre 2010 itibarıyla
kadının ekonomiye katılımı ve fırsat eşitliğinde Türkiye 134 ülke arasında 131.
sırada yer almaktadır.
Türkiye
tarafından 1985 yılında onaylanan Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, ILO, OECD, AGİK gibi
kuruluşların sözleşme, karar ve tavsiyelerinin Kahire Dünya Nüfus ve Kalkınma
Konferansı Eylem Planının, 4. Dünya Kadın Konferansı Eylem Planı ve Pekin
Deklarasyonu ile kadına yönelik her türlü ayrımcılıkla mücadele taahhüt altına
alınmıştır. Anayasanın 90'ıncı Maddesi ile de taraf
olduğu uluslararası sözleşmeleri ulusal düzenlemeler karşında etkili hâle
getirmiştir. Yine Anayasa'nın 10'uncu, 49'uncu Maddeleriyle devlet, kadın ve
erkek eşitliğinin yaşama geçmesini sağlamayı ve kadının gelir kazanacağı bir
işte çalışmasını güvence altına almıştır.
Böylece gerek kendi yasalarında gerekse
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliğinin kadın erkek eşitliğini hedefleyen
sözleşme ve düzenlemelerine taraf olarak kadının gelir kazanacağı bir işte
çalışmasını, kadının insan haklarından biri olarak kabul etmiştir.
Üyelik müzakerelerinin sürdüğü Avrupa
Birliği üyesi ülkelerle kıyaslandığı zaman Türkiye'de kadınların istihdam
oranlarının düşük olduğu görülmektedir. Ne yazık ki Türkiye, toplumsal cinsiyet
eşitliğini bütün politika ve programlarına yansıtmayı taahhüt etmiş olmasına
karşın bunu yerine getirme konusunda yeterince ilerleme gösteremediği, yıllara
göre kadınların işgücüne katılım oranları göstermektedir. Kadınların işgücüne
katılma oranı, %51,6'lık dünya ortalamasıyla kıyaslandığında oldukça düşüktür
ve 2010 Eylül dönemi itibarıyla %27,9'dur.
Lizbon Stratejisi ile belirlenen AB
hedefleri doğrultusunda, 2010 yılı itibarıyla Türkiye'de kadın istihdam
oranının yüzde 60 olması gerekirken, 2008 itibarıyla toplam istihdam içinde
kadınların istihdam oranı AB ve bütün OECD ülkelerindeki yüzde 50'nin üzerindeki
oranının çok gerisinde yer almaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK)
Hanehalkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre, 2009 yılı rakamlarıyla çalışan kadın
oranı sadece % 26 iken, AB'de çalışan kadın oranı yüzde 63.9'dur.
Türkiye kadın istihdamında bu rakamlarla daha çok Ortadoğu ve Afrika ülkelerine
yakın durmaktadır.
Son yıllarda kadınların işsizlik oranı
erkeklerinkinden daha hızla yükselmektedir. Aslında bu durum sadece Türkiye'ye
özgü değil. Kadınların işsizlik oranı genel olarak erkeklerden yüksektir. ILO
verilerine göre dünya genelinde erkeklerin işsizlik oranı yüzde 5.6 iken kadınların işsizlik oranı % 6,1'dir. Ortadoğu,
Kuzey Afrika gibi bölgelerde bu oran % 14'e kadar yükselmektedir. Türkiye'de de
özellikle kentlerde kadın işsizlik oranı oldukça yüksektir. 2009'da ülke
genelinde resmî işsizlik oranı 11,3 iken kadınların işsizlik oranı % 14,3'tür.
Yine Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Prof. Dr. Gülay
Toksöz'ün hazırladığı "Türkiye'de Kadın İstihdamı Durum Raporu"na
göre, şu an her dört kadından yalnızca biri çalışıyor ve çalışanların dörtte
birini kadınlar oluşturmaktadır.
Bütün bu çalışmalar da göstermektedir
ki, kadına karşı ayrımcılığın en yaygın olduğu alanlardan birini de kadın emeği
ve istihdamı alanı oluşturmaktadır. Toplumsal yaşamda süregelen cinsiyete ve
çalışma yaşamına dayalı ayrımcılığın en önemli göstergesi ise, erkeklerin
kazancının çalışma yaşamında birincil, kadınların kazancının ise ikincil olarak
görülmesidir. Kadınların iş gücüne katılımındaki düşüklük, kadın-erkek
eşitliğinin sağlanması ve sosyo-ekonomik kalkınmanın önündeki engellerden
biridir.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VI.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
CHP Grubunun, 15/6/2012 tarihinde İstanbul
Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşlarının iş kollarının belirlenmesi
sürecini sürüncemede bırakarak toplu sözleşme hakkının fiilen kullanılmasını
engelleyenlerin ortaya çıkarılması ile bu süreçte işçiler ve aileleri açısından
ortaya çıkan mağduriyetlerin belirlenmesi ile alınması gereken önlemlerin
tespiti amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun
20/6/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
20.06.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 20.06.2012 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
İstanbul
Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından, 15.06.2012 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "İşkollarının belirlenmesi
sürecini sürüncemede bırakarak toplu sözleşme hakkının fiilen kullanılmasını
engelleyenlerin ortaya çıkarılması ile bu süreçte işçiler ve aileleri açısından
ortaya çıkan mağduriyetlerin belirlenmesi ile alınması gereken önlemlerin
tespiti" amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, (467 sıra
nolu) Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 20.06.2012 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Süleyman Çelebi,
İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin, iş
kollarının belirlenmesi sürecine ilişkin -arkadaşlarım tarafından- verilen
önergesi hakkında görüşlerimi paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce
Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, yaklaşık bundan tam
bir yıl önce 15/7/2011 tarihindeki oturumda, bu
Mecliste, Meclis tatile çıkmadan bir yasa teklifi görüştük ve bu yasa
teklifinde bir kez daha uzatmak üzere yani geçen 12’nci ayın sonunda bitmek
üzere istatistiklerin yayınlanmasını uzatmıştık ve orada yine bu mikrofonda
konuşanlar, yine o zaman şehitler vardı, ilk önce o şehitlerin ölümünden
duydukları üzüntüyü belirttikten sonra bu yasa üzerindeki görüşlerini
açıklamışlardı. Bugün yine aynı şeyleri konuşuyoruz, yine bugün şehitlerimiz
var ve yine Türkiye’de şiddetin, terörün devam ettiği bir süreçte böyle önemli
bir konuyu konuşuyoruz.
Şimdi, sorun şu değerli arkadaşlar:
Yaklaşık yedi aydan bu yana 900 iş yeri ve 200 bin kişiyi ilgilendiren, aslında
aileleriyle beraber 800 bin kişiyi ilgilendiren bir toplu sözleşme düzeninden çalışanlar
mahrum bırakılmıştır. Yani yasa dışı bir uygulamaya çalışanlar maruz
kalmaktadır çünkü yasanın 12’nci maddesi çok açıkça “Altı ayda bir
istatistikler yayınlanır, yayınlanan istatistiklere göre de sendikalara tespit
yazısını Çalışma Bakanı verir.” diyor ama bu yasa hükmü şu anda Türkiye’de uygulanmıyor. En
son uzatılan süre ise on ikinci ayın sonuna kadar. Yani 1/1/2012’den
itibaren yeni istatistik sürece girileceğini, o yasanın da o tarihe kadar
çıkartılacağını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bu kürsüden ilan ve ifade
etti, aynen kendi cümlesiyle okumak istiyorum; Sayın Bakan diyor ki: “Bugün
huzurunuza getirdiğimiz bu düzenlemeyle, yine Üçlü Danışma Kurulunda bulunan
konfederasyonlarla birlikte aldığımız bir karar neticesinde karar tek yönlü değildir.
Yani şöyle bir kararı sizin huzurlarınıza getirmiyoruz: ‘Altı aylık bir öteleme
yapalım, altı ay sonra yeniden bir ötelemeyle sizin huzurunuza gelelim.’ diye
değil. Açıkça, oturduk konuştuk, dedik ki: ‘Ağustos ayında Üçlü Danışma
Kurulunu 2 kez, eylül ayında da 1 kez olmak üzere 3 kez bir araya getirelim,
2822, 2821 sayılı yasaların, 12 Eylül ihtilalinden kalma bu yasaların
değiştirilmesi konusunda bir mutabakat sağladık. Bu çalışmaları ağustos ayında
bitireceğiz. -yani geçen ağustos ayında bitireceğiz- Türkiye Büyük Millet
Meclisine bunların değiştirilmesiyle ilgili teklifimizi, kanun tasarımızı
göndereceğiz ve yeniden bir uzatmaya fırsat vermeden bu sorunu çözme imkânını
elde etmiş olacağız.’” Yani “Altı aylık bir uzatma ve bir daha huzurunuza bir uzatma
talebiyle gelmeyeceğiz ve 12 Eylülden kalma yasaları, Sendikalar Yasası’nı
değiştireceğiz ve bir daha böyle bir taleple Meclisin önüne gelmeyeceğiz.”
dedi.
Oysa o uygulama, o tarih süreci
bittikten bugüne kadar. Şimdi, sendikalar toplu iş sözleşmesi çağrısında
bulunuyor, Bakan da benim yazdığım soru önergesine şu cevabı veriyor: “Yasa,
toplu iş ilişkileri kanunu Meclise gönderilmiştir ve bu toplu iş ilişkileri
kanunu Meclistedir. Tabii ki bugüne göre, bir istatistik uygulamasına göre de
sendikalara yetki veremeyeceğimiz için top Meclistedir.” diyor. Ben onun için,
Meclise görev düştüğünü, Meclisin bu sorunu çözmesi gerektiğini… Çünkü
insanların kaderiyle oynanıyor. Bir yandan ileri demokrasi, bir yandan sendikal
haklar, bir yandan 12 Eylül darbesi döneminin ürünlerini temizleyeceğiz derken
tam da 12 Eylül darbesinin ürünleriyle bu Meclis karşı karşıya kalmaktadır ve
uygulamada hâlen bu 12 Eylül yasaları devam etmektedir.
Bir taraftan, ileri demokrasi ve
sendikal hak ve özgürlüklerin bu yasayla değiştirileceği ifade ediliyor… Toplu
iş ilişkileri kanunu komisyonda görüşüldü, alt komisyonda görüşüldü, Meclis
gündemine geldi ama ne zaman bu yasa çıkacak? Bu yasa çıkana kadar bu
insanların, bu sendikaların, bu işçilerin mağduriyetleri nasıl giderilecek? Bir
yıla yakın bir süredir toplu iş sözleşmesi yapamayan bu insanların hak gasbına
kim çözüm üretecek? Elbette bu Meclis üretmek zorunda,
elbette ilgili Bakanlık, elbette burada çoğunluğu olan iktidar partisi bunu
yapmak zorunda. Bir yandan, grev önündeki engelleri kaldıracağız diye
referandumda her yerde, billboardlarda ilanlar
verildi, diğer taraftan bu ilanların yerine, işte, bir korsan yasayla, korsan
bir taksici yasasının içerisine grev yasaklarının da konulduğu, Hava-İş kolunda
grevlerin yasaklandığı bir süreci bu Meclis yaşadı ve AKP oylarıyla bu yasa bu
Meclisten geçti ve 305 kişi sokakta. İşten atıldılar. Niye atıldılar? Temel
haklarını kullanmak, toplu iş sözleşmesi hakkını kullanmak, toplu iş sözleşmesi
hakkını elde etmek için ortaya koydukları bir eylemliliği, bir mücadeleyi,
Anayasa’dan kaynaklanan, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinden kaynaklanan hakkı
kullandıkları için 305 kişi sokakta. Bakanın girişimleri var. Ama Bakanın
girişimlerine karşılık ilgili genel müdürlük, ilgili Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu
Başkanı “Siz işinize bakın. Bizim işimize karışmayın. Biz attığımızı atarız,
sattığımızı satarız. Siz bizim istediğimizi yaptınız ya siz çok yaşayın,
gerisini bize bırakın.” diyor. Dolayısıyla, işte elinden grev hakkı, yasal grev
hakkı alınan işçiler orada sokakta ve yaşamları kadar kutsal olan çalışma
hakları ellerinden alınmış durumda.
Bugün bu yasa eğer Mecliste bir an önce
çözüme ulaştırılmazsa… Bu önergeyi vermemizin nedeni de bu, bu yasanın
akıbetinin bir an önce araştırılarak Meclis gündemine getirilmesine yönelik
talebimizdir. Yoksa, yine bu Meclis görevini yapmamış
olacak. Daha önce burada yasalaştırdığı yasanın gereğini yapmamış olacak ve
gene işçilerin mağdur edilmesine seyirci kalmış olacak.
Dolayısıyla bu mağduriyetin giderilmesi
gerekiyor. Bu mağduriyetin giderilmesi için ivedilikle ya yeniden bir uzatma
eğer bu yasayı çıkartamıyorsa… Bu doğru değil. O gün de söz aldığımızda “Bu bir
çare üretmeyecek.” demiştim, bu kürsüden konuştum; “Bu verilen sözler
tutulmayacaktır.” demiştim, bu kürsüden konuştum. Bu kürsüden bir kez daha
haklı olduğumuz ortaya çıktı. Biz haklı olmak için bunları söylemiyoruz. Keşke
haksız olsaydık, keşke o 200 bin kişi bugün sözleşmesiz kalmamış olsaydı, 900
iş yerinde yetkiler verilmiş olsaydı. Ama en azından şimdi yetkiler verilsin.
Bir ay mı süre istiyorlar, iki ay mı süre istiyorlar neyse, en azından yetkiler
verilsin, işçiler mağdur olmasın. Bu yasayı da ivedilikle görüşelim diyorum.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grup önerisi aleyhinde söz isteyen Demir Çelik, Muş Milletvekili.
DEMİR ÇELİK (Muş) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin çalışanların toplu
sözleşme ve grev hakkına ilişkin araştırma önergesi aleyhine söz aldıysam da
lehine ifadelerimi dile getirmek üzere huzurlarınızdayım. Saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ister özel ister tüzel konumda olsun sermayeyi elinde biriktirenin, sermaye
birikimine dayalı iktidarı elinde tutanın egemenlikçi ve hükümranlık ilişkisine
bağlı olarak halkı, toplumu ezen, mahkûm eden, onun insani, vicdani, sosyal ve
siyasal haklarını gasbeden konumda olması kabul edilebilir bir durum değildir. Kaldı ki, günümüz dünyasının, hukuk devletine dayalı, insan hak ve
özgürlüklerine dayalı bir hukuk devletini işaret ettiği, buna dair önemli ve
ciddi düzeyde değişmelerin ve gelişmelerin yaşandığı günümüz dünyasında
Türkiye'nin de değişmek durumunda olduğu, dolayısıyla da 1960 Anayasası’nı da, 1982
Anayasası’nı da aşan niteliksel bir kısım değişimlere öncülük etmesi de açık
olan bir realitedir. Ama ne yazık ki son dönemlerde ve zamanlarda
yaşadığımız, gözlemlediğimiz, bu, böylesi bir süreçte kendisine dair olumlu
noktada beklenen değişimin aksine, gerici, tutucu, muhafazakâr, toplumun temel
çıkar ve menfaatini gözetmeyen, erkin, iktidarın ve devletin kutsanmışlığına
dayalı olarak kendisini topluma dayatan bir zihniyet de gözlemlenmekte,
tarafımızdan izlenmektedir.
Yakın
zamanda Türk Hava Yollarında çalışanların toplu sözleşme ve grev hakkı yerine
getirilmediği hâlde, bunu kullanmak isteyen insanların mağduriyeti orta
yerdeyken, 305 çalışanın işine keyfî bir noktada son verilmişken, bu keyfiyeti
hukuk devletinde bulmamızın mümkün olmadığı -buna dair bir kısım yasal
yaptırımların beklentisi içerisinde toplumun temel talebini karşılamak varken-
yine aylardır toplu sözleşmeyi bekleyen çalışanların, emekçilerin, kamu
emekçilerinin beklentilerinin yerine getirilmediği, onların insani koşullara
kavuşturulması yönlü bir duyarlılığın iktidar tarafından yerine getirilmediği
bir gerçek olmaya da devam ediyor.
İster devlet olsun ister özel kurum ve
kuruluş olsun, emeğiyle geçinmek zorunda olan kişinin yasal güvencesi olan grev
ve toplu sözleşme sosyal ve siyasal bir haktır, sosyal ve siyasal hak olan bu
hakkın yerine getirilmesi onun insani sorumluluğunun gereğidir. Hâl böyle iken,
insanların insani yaşam koşullarına ulaştırılması, insani yaşam koşullarının
sağlanması da hukuk devletinin göreviyken, bundan kaçınmak, bu görevi ifa
etmemek, aksine hak gasbına yönelmek de hukuk devletinin işi değil.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
düşününüz ki Türkiye’de 25 milyon civarında vatandaşımız yoksulluk sınırıyla
karşı karşıya. Yoksulluk sınırının 2.800 lira civarında olduğu ülkemizde birçok
çalışanımız hâlâ asgari ücretten, asgari ücrete yakın bir seviyede yani açlık
sınırının da altında bir maaşla çalışmak ve çalıştırılmak durumunda.
Emeklilerimizin, BAĞ-KUR, SSK emeklisinin 700-800 lira aldığı, memurlarımızın
1.500-2 bin lira civarında bir maaşa tabi tutulduğu, özlük haklarının her geçen
gün elinden alınarak yoksullaştırıldığı bir Türkiye’de devlete düşen, toplumu
mutlu kılmaktır, özgür kılmaktır. Hele hele devlet, her seferinde dünyanın
gelişmiş 16’ncı ekonomik gücü olduğu iddiasıyla övünürken, bu gelişmiş ekonomik
düzeyini toplumla paylaşamıyorsa, adilane bölüştüremiyorsa, adil ve sosyal
devlet olmanın gereği olarak onlara eşit mesafede duramıyorsa elbette ki burada
bir kaos vardır, çelişki vardır, buradan da çatışmanın,
çelişkilerin, huzursuzluğun ortaya çıkması muhtemeldir.
İşte, adaletsizliği gidermek, toplumu
huzura kavuşturacak bir kısım sosyal ve siyasal tedbirleri devreye koymak da
devletin bizatihi görevi olduğu gibi, onun yanında bu işi yürüten yasama organının
da görevidir. Yasama organı yani Millet Meclisi her türlü hukuksuzluğun,
adaletsizliğin ve eşitsizliğin olduğu yerde toplum lehine, birey lehine, insan
lehine çözümleri öngören, ona dair araştırma önergeleri, yasal değişiklik
teklifleri, kanun değişiklikleri teklifleri ve ilgili yasal, anayasal
düzenlemeleri yapmak ve denetlemekle mükelleftir. Çalışanlarımızın
milyonlarcasının yoksulluk sınırının altında bir gelire sahip olması, onların
toplu sözleşme ve grev hakkından yoksun bırakılması, nasıl ki bir hukuk
devletinin görevi değilse, aynı zamanda insanın da, insan dediğimiz sosyal
varlığın da bizatihi sorumluluğu dâhilinde yerine getirmesi gereken bir
koşuldur.
Biz en nihayetinde emekçinin ve
ezilenin hem psikolojik hem sosyal varlık olmaktan ileri gelen temel
ihtiyaçlarını karşılamadığımızda, hem onu üretimden ve üretimdeki
aktivitesinden almış hem de toplumsal dayanışma, toplumsal etkinlik ve
verimlilikten de alıkoymuş oluruz.
Günümüz dünyasının iyi yönetişimden
anladığı sürdürülebilir, etkin, verimli, şeffaf ve adilane bir yönetişimse, bu
herkesten çok toplumun hak ettiği, toplumda da ezilenin, emekçinin, yoksulun
hak ettiği bir gerçektir. Bunu toplumdan esirgeyemeyiz, bunu halktan,
ezilenlerden, emekçilerden esirgeyemeyiz, onların hakkı olanı gasbederek
sermaye birikimine, iktidar birikimine yol açacak bir kısım yasal
düzenlemelerden kendimizi uzak tutamayız. O anlamıyla, toplumu esas alan,
devlete karşı, sermayeye karşı, iktidar odaklarına karşı tek ve meşru hakkı
olan grev hakkını, toplu sözleşme hakkını emekçiden esirgeyemeyiz. Emekçinin ve
ezilenin insani olan bu hakkını yerine getirme noktasındaki duyarlılık bu
açıdan da herkesten çok Meclisindir, Meclisin içinden
çıkan yürütme organınındır ve ilgili bakanlıklarınındır.
Bakanlıkların ve iktidar partisinin
Meclisin bu ve benzeri hukuksuzlukları araştırmasına fırsat veren, onu
kolaylayan bir duyarlılık içerisinde olması da elbette ki yapılması gerekendir.
Hele hele 2012’nin kamu emekçileriyle ilgili toplu sözleşmelerinin, altı ay
sonrasına ötelenmiş olmasına rağmen, onları insani koşullara kavuşturacak
nitelikte ve içerikte olmayışı, yüzde 4+4 şeklinde, âdeta onların var olan
sorunlarını hiçe sayan, dalga geçer bir yaklaşımla onları memnuniyetsizliğe
sevk eden bir anlayış da yine bizim olmamalıydı.
Ne
yazık ki bütün bu adaletsizliklerin, hukuksuzlukların diz boyu olduğu
ülkemizde, on yıllık AKP İktidarıyla yapılmak istenenin çok da demokratik,
meşru olmadığı, antidemokratik uygulamalarıyla toplumun temel taleplerini
ortadan kaldıran, onları yok sayan, esasına almayan bir anlayış, giderek toplum
dinamiklerini ötekileştirmiştir; Kürtlerin, Alevilerin, emekçilerin,
yoksulların, kadınların ve çocukların ve en nihayetinde cezaevindeki
mahkûmların isyanına neden olacak, onların artık bedenini yakmaktan başka bir
çaresi olmadığı durum ve gerçeklikle karşı karşıya bırakmıştır.
Bu yönüyle de yapılması gereken
ertelenmeden her türlü araştırmanın açığa çıkarılması yönlü önergenin dikkate
alınması gerektiğini belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ali Öz, Mersin Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çalışma
yaşamımızı düzenleyen 2821 ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt
Kanunu ile de bu hakkın kullanılmasının usul ve esasları aslında saptanmıştır.
Uzun zaman önce Komisyonda, 12 Eylül darbe döneminin kalıntısı olduğunu ifade
ettiğimiz, antidemokratik olarak bulduğumuz, emeğin ve işçinin yanında olan
yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğine inandığımız bu yasanın komisyon
çalışmalarını tamamlamış olmamıza rağmen, gerek ve usulleri tamamen tespit
edilmiş olmasına rağmen henüz Meclisin raflı dolaplarında hâlâ beklediğini
görüyoruz.
Bu yetki belirlemesinin belirsizliği
toplu sözleşme yapılamaması ile işçilerin demokratik haklarını kullanamadığını
görmekteyiz. 31 Ocak 2012 tarihinden itibaren demokrasinin vazgeçilmezi olarak
kabul ettiğinizi ifade ettiğiniz örgütlenme hakkını bu insanlara vermemekte
ısrarınızın nedenini gerçekten anlamak mümkün değildir. Toplu iş sözleşmesi
yapmak isteyen sendikaların iş yerlerine yetkili olduklarına dair başvuruları
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına yanıtlanmak üzere bildirilmiş ancak
henüz bugüne kadar bir cevap alamamışlardır.
Benden
önceki hatiplerin de ifade ettiği gibi, iş hayatını, özellikle çalışanlarını,
900 iş kolunu ve 200 binden fazla insanı ailesiyle birlikte ilgilendiren bu
sorunun bugüne kadar Meclis gündemine alınamayıp çözülmemesinde mutlaka bir
sorumlu olması gerekmektedir ve dolayısıyla, sorumluların bunu mutlaka ifade
edip, sorunu çözme yolunda adım atmasını, hem Meclisten hem de muhalefet olarak
sizlerden bekliyoruz.
Toplu iş sözleşmesi için yetki bekleyen
başvurunun 631’den 900’e çıktığını ve hatta aştığını biliyoruz, bu yasal hakkın
kullanılmasının önündeki engelin de ne olduğunu mutlaka ortaya çıkartmak
gerekiyor.
Genel Kurula getiremediğimiz, komisyon
çalışmalarını tamamladığımız Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 12’nci maddesinin
üçüncü fıkrasında “Bir işkolunda çalışanların yüzde 10’unun tespitinde Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca her yıl ocak ve temmuz aylarında yayınlanacak
istatistikler esas alınır.” Bu istatistiklerde belirtilecek işkolundaki bütün
işçi sayısı ile bu işkolundaki sendikalara mensup üye sayısı toplu sözleşme ve
diğer işlemler için istatistik yayımlanıncaya kadar geçerlidir. “Yetki belgesi
almak üzere müracaat eden veya yetki belgesi alan işçi sendikasının yetkisini
daha sonra yayımlanacak istatistikler etkilemez.” denmektedir.
Yine, eski yasaya göre, Bakanlığın
sendikaya altı iş günü içerisinde yetki başvurusuna ilişkin müspet veya menfi
cevap verme zorunluluğu bulunduğu ifade edilmektedir.
Komisyon çalışmalarımız esnasında, bu
kanunun acilen iş hayatındaki çoğu engeli düzenleyeceği gerekçesiyle
çalışmalarımız tamamlanmıştı. Tabii ki çok kolay bir yasadan bahsetmiyoruz. Özellikle tarafları, sosyal tarafı fazla olan, emeği ilgilendiren,
bir tarafta da sermayeyle beraber dengeli bir şekilde götürülmesi gereken bir
yasanın düzenlenmesinden bahsediyoruz ancak her ne olursa olsun gerek grev ve
lokavt yasaklarının kaldırılması -komisyon çalışmalarında da ifade ettiğimiz
gibi- 12 Eylül darbe yasasının tam aksine, engelleri kaldıracağımızı ifade
ettiğimiz, işçilerden yana olacağımızı ifade ettiğimiz, işçilerin, özellikle
demokrasinin yerleşmesi anlamında örgütlenme haklarına engel olunmayacağını
ifade ettiğimiz bu yasanın bir an önce Meclis Genel Kurulunda tartışılarak,
mağdur olan 200 bin işçinin ve diğer toplu iş sözleşmesi noktasında beklentisi
olan tüm iş dünyasının sorunlarını çözmesi adına, kimler engel oluyorsa onların
mutlaka ortaya çıkartılıp, engellerden çekinmeden Meclis çatısı altında
görüşülerek özellikle bu yeni oluşturulan kanunun Meclis Genel Kurulunda
görüşülüp kanunlaşmasını ümit ediyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
aleyhinde söz isteyen Mahmut Kaçar, Şanlıurfa Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MAHMUT KAÇAR (Şanlıurfa) - Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
aleyhine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 2821 ve 2822 sayılı
Yasa’nın darbe ürünü bir yasa olduğu, çalışma hayatının demokratikleşmesi
önündeki en büyük engel olduğu ilgili bütün sosyal tarafların üzerinde
mutabakata vardığı bir husus çünkü Türkiye'nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler,
Avrupa Birliği Sosyal Şartı ve kriterlerini de
incelediğinizde, bu yasanın bir an önce değiştirilmesi gerektiği, Türkiye'nin
normalleşmesine ve demokratikleşmesine paralel olarak çalışma hayatının
demokratikleşmesi açısından da bu yasanın bir an önce yürürlüğe girmesi
gerektiği hepimizin ortak mutabakatı.
Bir yıl önce bu istatistiklerin
yayımlanmasının son kez ertelenmesiyle ilgili tek maddelik bir yasayı görüştük
ve bu yasayı görüşürken de bu ertelemenin son kez olduğunu ve bununla ilgili
yasa çalışmalarının bir an önce tamamlanacağını ifade ettik. Son bir yıldır bu
bağlamda çok önemli adımlar atıldı, mesafeler alındı. 2821 ve 2822 sayılı Yasa
yerine Toplu İş İlişkileri Kanunu adı altında yasa tasarısı Meclise sevk
edildi. Bu yasanın ilgili bütün sosyal tarafları katkılarını almak üzere
çağrılarak dinlendi, bununla ilgili alt komisyon oluşturuldu ve nihai olarak da
üst komisyonda görüşmeleri tamamlanarak Meclis Genel Kurul gündemi aşamasına
getirildi.
Şimdi, önümüzde iki alternatif var
değerli arkadaşlar: Ya istatistikleri açıklayacağız veya yasayı bir an önce
çıkaracağız. İstatistikleri açıklamanın ne türlü sakıncaları olduğunu çalışma
hayatından gelen arkadaşlarımız çok iyi bilirler. Mevcut olan Sosyal Güvenlik
Kurumundaki verileri esas aldığınız zaman, mevcut verilere göre, şu andaki
yetki alan sendikaların 10 tanesi dışında çok önemli bir kısmının kapanmayla
karşı karşıya kalacağı bir gerçek.
Yasanın çıkarılması noktasında önemli
mesafeler alındı ve en son pazartesi günü Çalışma Bakanımızın öncülüğünde bütün
sosyal tarafların da iştirakiyle yasanın bir an önce çıkarılması noktasında bir
mutabakata varıldı.
Değerli arkadaşlar, bu komisyon
çalışmaları tamamlanmış olan yasada, gerçekten hepimizin yıllarca beklediği
çalışma hayatının demokratikleşmesi, çalışanların örgütlenme özgürlüğü ve toplu
pazarlık hakkının önündeki engelleri kaldıran çok önemli düzenlemeler alt
komisyonda ve komisyonda kabul edildi.
Biliyorsunuz, özellikle işçi
sendikacılığında yetki itirazlarından dolayı uzun süren mahkemeler ve bunun
sonrasında da çalışanların mağdur edildiği süreci bertaraf etme adına yetki
itirazlarında iş kolu tespit talepleri bekletici mesele olmaktan çıkarıldı.
Sendikal üyelikte ve üyelikten çekilmede notere başvurma şartı kaldırıldı. İş
kolunda ve aynı zamanda farklı iş yerlerinde çalışan işçilerin birden çok
sendikaya üye olabilmelerine imkân sağlandı. Sendikal nedenlerle ayrım ve
sendikal nedenlerle feshi hâlinde işçinin hukuki hakları güçlendirildi.
Yöneticilerin bireysel olarak işledikleri suçlar nedeniyle sendikanın
kapatılması yerine yöneticinin cezalandırılması ve görevlerine son verilmesi
kabul edildi. Yetki sorunlarına neden olmaması için tüm kayıtların elektronik
ortamda tutulması konusu kabul edildi.
Yine çerçeve sözleşmeler… Sendikaların
toplu sözleşme yapabilmeleri için getirilen yüzde 10’luk iş kolu barajı
düşürüldü. İşletme toplu iş sözleşmelerinde yarıdan fazla çoğunluk yerine yüzde
40 çoğunluk getirildi ve anayasa değişikliğine paralel olarak, grevde bireysel
eylemlerden kaynaklanan iş yeri zararlarının sorumluluğu sendikaların üzerinden
alındı. Yani “Son bir yılda hiçbir şey yapılmamış.” gibi bir yaklaşımın ben
doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Son bir yılda -bu yasa tasarısının-
gerçekten, çalışma hayatının taleplerini karşılayacak, çalışanların,
Türkiye'nin demokratikleşmesine paralel olarak çalışma hayatının
demokratikleşmesi ve önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik olarak son
derece önemli adımlar attık. Ben inanıyorum bu pazartesi günü, gerek işveren
temsilcilerinin gerekse de işçi, çalışan temsilcilerinin de iştirak ettiği bu
toplantıda varılan mutabakat ve çizilen yol haritası son derece önemli.
Ben, son bir yıldır, milletvekilleri
olarak son derece önem verdiğimiz, son derece emek verdiğimiz bu yasanın da
Meclis tatile girmeden önce yasalaşacağına olan inancımı burada tekrardan ifade
ediyorum ve bu verilen önergenin aleyhinde olduğumu ifade ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.11
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 15.26
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince sözlü soru
önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
1'inci
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci sırada yer alan, Türkiye İnsan
Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.
2.-
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 279 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak
görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp
maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve
bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Yusuf Halaçoğlu, Kayseri Milletvekili.
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) – Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; 279 sıra sayılı Türkiye
İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(x) 279 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Tarih boyunca insan ve insani değerlere
önem veren milletler dünyada büyük devletler kurmuştur. Türk milleti bu
değerlere tarihi boyunca saygı göstermiş ve uygulamış bir millettir. Bu
sebeple, on sekiz büyük devlet kurmuştur ki bunların hepsi “imparatorluk”
denilen devletlerdir. Şurası da unutulmamalıdır ki imparatorluk kuran milletler
asla ırkçı olamazlar; zira, ırkçı olanlar zaten
imparatorluk kuramaz. Hâlbuki, milletlerin daha geniş
topraklara hükmetme, daha nüfuzlu ve daha zengin bir toplum olma hırsı insanı
ve insani değerleri geri plana iten bir anlayışı doğurmuştur. Hâlbuki, hemen bütün dinlerin temel felsefesinde yer alan en
önemli ilkelerden biri, canlının Yaradan’la ilişkilendirilen kutsallığı ve
canlılar içinde en muteber addedilen insana olan saygıdır.
Değerli milletvekilleri, Orta Çağ
Avrupası’nda Amerika kıtasının keşfinden sonra burada yaşayan Aztek ve İnka
toplulukları ile kıta Kızılderilileri büyük bir kıyıma uğramıştır. Bu kıtadan
Avrupa’ya büyük miktarda kıymetli maden akmıştır. 1660 yılına kadar sadece
İspanya’ya giren altın ve gümüş miktarı 218 tondur. Unutulmasın ki bu miktar
1492 yılına göre Avrupa’daki kıymetli madenin 4-5 katıdır. Kıtada ihtiyaç
duyulan nüfus ise Afrika yerlilerinden sağlanmış, bunun ticaretini Katolik
kilisesi üstlenmiştir. “Siyah abanoz ticareti” olarak adlandırılan zenci
ticareti birçok kişinin büyük servetler edinmesine yol açmıştır. Bu arada
Avrupa ülkeleri Orta Doğu’da, Afrika’da ve Amerika’da sömürgeler edinmiştir.
Neticede Batı dünyasının insanlar arasında meydana getirdiği bu sınıf farkları
ve insanlar üzerindeki hak ve hukuka aykırı davranışları 10 Aralık 1948
tarihinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yayınlanması ihtiyacını
doğurmuştur. Bu bildirgeye göre “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım
gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunma hakkı vardır. Herkes bu bildirgeye
aykırı herhangi bir ayrımcılığa, ayrımcı kışkırtmalara karşı eşit koruma hakkına
sahiptir.” denildi. Mamafih bu bildirgeden sonra da Fransa ve İngiltere gibi
bazı devletler sömürge sistemini devam ettirdiler ve mesela Cezayir, Ruanda
gibi ülkelerde soykırım suçu işlediler.
Değerli milletvekilleri, bu girişi
neden yaptım? Dünyanın başka bölgesinde yukarıda söylediğim uygulamaların
tamamen dışında bir dünya daha vardı, Türk dünyası. Amerika’nın 1492 yılında
keşfedilmesinden sonra, başta İspanyollar olmak üzere, hemen bütün Avrupa
devletleri Amerika Kıtası’nı âdeta yağmaladılar ve az önce söylediğim büyük bir
kıyım yaptılar. Hâlbuki bu
tarihten altı yüz elli yıl önce Göktürk İmparatorluğu’nun büyük
hakanı Bilge Kağan Orhun Yazıtları’nda şöyle diyordu: “Yukarıda mavi gök,
aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında kişi oğlu oldu.” Yani “İnsan
yaratıldı.” diyordu. Bu anlayışın sonraki Türk devletlerinde de devam ettiğini
görüyoruz. Keza Kaşgarlı Mahmut’ta olduğu gibi Selçuklu Veziri Nizamülmülk de
siyasetnamesinde devlet adamlarının nasıl olmaları gerektiğini ve halkla
ilişkilerini anlatıyor. Buna bağlı olarak insana verilen değerin bir nişanesi
olarak da sadece insanlar için değil, hayvanlar için bile vakıflar
oluşturulduğu gibi, aşhaneler, darüşşifalar, çeşmeler, hamamlar, köprüler gibi
kamu yararına eserlerle ülke imar ediliyordu. İnsana bakış Osmanlılarda da aynı
şekilde devam etmiştir.
Her ne kadar Sayın Başbakan MHP’lilerin
tarih bilgisinin olmadığını söylemekte ise de kendisinin hangi tarih
kitaplarını okuduğunu bilmem ancak ona okuduğumuz kitapların bir listesini
verecek olursam hayatı boyunca bu kitapları okumakla uğraşsa bitiremeyeceğini
biliyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Özet okuyor!
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Öte yandan,
insanın okuduklarını da doğru anlaması ve doğru nakletmesi önemlidir. Mesela
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğüdü olarak bilinen “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.” sözünün gerçeği, “İnsana değer ver ki devlet yücelsin.” şeklindedir.
Zira insanı yaşatmakla, insana değer vermek farklı şeylerdir. Nitekim, aynı felsefe Fatih Sultan Mehmet tarafından da
devam ettirilmiştir. Fatih, bugün -her nedense ve kime dokunmuşsa- sur önünde
törenlerin yasaklandığı İstanbul’u fethedince doğru Ayasofya’ya yönelmiş ve bu
ulu mabedi camiye çevirmiştir. Bu caminin yaşaması için de bir vakıf kurmuştur.
Bu vakfın ilk cümlesi “Kainatın özü insandır, bu
vakfım insanlar içindir.” şeklinde başlamaktadır. Yani yine özde insan vardır.
Bu anlayış gayrimüslimlerin yaşadıkları toprakların fethinden sonra buralarda
yaşayan Hristiyan halk için neşredilen adaletnamelerle, “Onların can ve mal emniyetinin
bizzat padişahın güvencesi altına alınması.” şeklinde tezahür etmiştir.
Keza Fatih, devlet hizmetinde
çalışanlara yapılacak bir haksızlığı önlemek için de bir de teşrifat kanunu
çıkarmıştır. Bu kanunda kimlerin hangi görevlere hangi görevlerden getirileceği
yer almaktadır. Böylece, günümüzde siyasi mülahazalarla kıyıma uğrayan
bürokratların aksine, liyakat sahibi kimselerin layık oldukları yerde görev
yapmaları gibi ibretlik bir uygulamanın örneği verilmiştir.
Osmanlı mahkemelerinde ise mahkemenin
nasıl işlediğine dair, doğru işleyip işlemediğine dair “şühûdü’l-hâl” adı
altında bir gözlemci heyeti oluşturulmuş, bununla mahkemelerde adil karar
verilmesinin sağlanmasına çalışılmıştır.
II. Bayezid döneminde Edirne'de
yaptırılan darüşşifada akıl hastalarının kuş, müzik ve su sesiyle tedavi
edildiğini görüyoruz. Keza Avrupa'da o tarihlerde ıssız adalara atılıp
toplumdan tecrit edilerek ölüme terk edilen cüzzamlılara karşılık, II. Murad
tarafından Edirne'nin fethinden hemen sonra burada bir cüzzamhane yaptırılmış
olması Türklerin insana bakış açısını yansıtan önemli bir örnektir. Yine,
Bursa’daki darüşşifada da cüzzamlıların tedavisi için cüzzamlılar kovuşu
oluşturulmuştur. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından
yaptırılan hastanede ise haftada bir gün fakirlere ücretsiz bakılmakta ve
ilaçları ücretsiz verilmektedir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan
hastanede de akıl hastaları için bir koğuş bulunmaktaydı. Askerî ve siyasi
başarılarından dolayı Batı kaynaklarında "Muhteşem, Büyük Türk"
lakabıyla şöhret kazanan, Osmanlılar tarafından ise "Kanuni" sıfatına
layık görülen Sultan Süleyman, bu sıfatına uygun icraatıyla hak ve adalet
mefhumlarını yerleştirmiştir. Nitekim tahta geçer geçmez babası tarafından Tebriz
ve Kahire'den İstanbul’a getirilen 500 kadar sanatçı, devlet adamı ve âlime
istedikleri yere gitme izni vermiş, İran ile yapılan ipek ticaretini serbest
bırakmış, yasak sırasında malları müsadere olunan tüccarın zararlarını
hazineden tazmin ettirmiştir. Ayrıca, halka zulmeden devlet adamları ile askerî
idarecileri cezalandırmıştır. Süleyman Sudi Efendi “Defter-i Muktesid” adlı
eserinde, bu tarihte bütçenin beşte 1’inin kâr u kisbden mahrum olanlarla,
kimsesiz, dul ve yetimlerin iaşe, ibate ve ilaç bedelleri için ayrıldığını
yazar. Yani o tarihlerde bir işi gücü olmayanlara işsizlik ödeneği verildiğini
belirtir. Kanunî'nin Budin Kalesi'nin fethinden sonra kale kapısına yazdırttığı
rivayet edilen şu şiiri pek meşhurdur ve devletin insana bakış açısını ortaya
koyar:
“Gaziler mekinnidir beyim bunda gayr
olmaz.
Burada zulm eyleyenin âkıbeti hayr
olmaz.”
Değerli milletvekilleri, geleneksel
anlayışını sürdürerek insanı her şeyin üstünde tuttuğu ve değer verdiği
dönemlerde Osmanlı Devleti büyük devlet olmuştur. Bu özelliğini kaybettiği
dönemlerden itibaren ise çöküş süreci başlamıştır. Her ne kadar Sultan II.
Abdülhamid devrinde din farkı gözetmeksizin bütün “aceze” denilen bakıma muhtaç
insanlar için darülaceze yapılmışsa da, bu yeterli olmamıştır. Yeri gelmişken
Osmanlı Devleti'nin bütün yazışmalarında Türkçe kullandığı, yabancı devletlerle
yapılan muahedenamelerinde Türkçe ve o ülkenin kendi diliyle yapıldığını da
belirteyim. Osmanlı arşivindeki 100 milyon belgede resmî yazışmaların tümü
Türkçedir.
İşte, bugün görüştüğümüz bu yasa,
insana ve insani değerlere karşı uygulamaları araştıracak ve bir teminat
niteliği taşıyacak bir kurumun kurulmasını sağlayacaktır. Ancak bu kurumun
gerçek işlevini yerine getirebilmesi için bağımsız nitelikte olması
gerekmektedir. Oysaki,
yasanın 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında "Bu kanunla ve diğer
mevzuatla verilen görev ve yetkilerini kendi sorumluluğu altında, bağımsız
olarak yerine getirir ve kullanır. Görev alanına giren konularla ilgili olarak
hiçbir organ, makam, merci veya kişi, kurula emir ve talimat veremez, tavsiye
ve telkinde bulunamaz." denmesine rağmen, üyelerin seçimindeki hatalı
uygulama sebebiyle bağımsız bir kurum niteliği taşımamaktadır. Hâlbuki, maddeye göre kurum bağımsız bir kurum olarak
gözükmektedir. Ancak kanunun 5’inci maddesini incelediğimizde bunun böyle
olmadığı ortaya çıkıyor.
Kanunun 5’inci maddesinde üye seçimleri
şu şekilde gösteriliyor: Üyelerden 2’si Cumhurbaşkanı, 1’i Yükseköğretim
Kurumu, 1’i baro başkanlığı ve 7’si ise Bakanlar Kurulu tarafından seçiliyor.
Yani çoğunluk Bakanlar Kurulunda.
Değerli milletvekilleri, şimdi
vicdanınıza ve aklınıza sesleniyorum. Dünyanın neresinde kendi icraatını
denetlemek üzere atanacak denetim kurulunu denetlenecekler seçer? Yani
yürütmenin kendini denetleyecek kişileri ataması ne kadar doğrudur ve adildir?
Hâliyle atanmış bu kişiler, kendilerini seçenleri ne kadar objektif
denetleyebilir? Siz istediğiniz kadar “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi
Kurula emir ve talimat veremez.” deyin. Evet, Kurula emir veremez ama Kuruma
veya onun başkanına verebilir.
Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi
İnsan Hakları İnceleme Komisyonunda gerekli uyarılarda bulunduk. Ama ne yazık
ki iktidar bildiğini okudu ve tasarının özünü değiştirmeden getirdi.
Bu Kurulun doğru çalışması için Kurul
üyelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesini önerdik. Tıpkı
Osmanlı Devleti’nde bu işi yapan kurulun doğrudan doğruya Divanı Hümayuna bağlı
olması gibi. Ama her yasada olduğu gibi iktidar, bu üçüncü ustalık döneminde,
kendisini koruma telaşına düşerek, denetçilerini de kendisi seçmeyi tercih
etti. Aslında bu davranışı iktidar için sonun başlangıcıdır. Kendisini koruma
telaşına düşmüştür. Tarih her zaman göstermiştir ki bir iktidar yasaları
kendini koruma düşüncesiyle çıkarıyorsa, çok zaman geçmeden iktidarı
kaybetmiştir.
Sayın milletvekilleri, düşünebiliyor
musunuz ki kanuna göre, seçilmek için gerekli şartları taşımayanların ve
seçilme şartlarını yitirenlerin de görevlerine Bakanlar Kurulu son vermektedir.
Yani atayan Bakanlar Kurulu, görevden alan Bakanlar Kurulu. Sözün doğrusu her
ikisinde de inisiyatif Başbakanda. Bu durumda Kurul
nasıl bağımsız ve baskı altında olmaksızın çalışacaktır? Tabii ki asıl kuruluş
amacına uygun çalışamayacaktır. Ama gerçekten ihtiyaç olan böyle bir kurumu
daha doğmadan öldürüyorsunuz. Dolayısıyla Hükûmet, kendi taraftarlarına 76
kadro sağlamaktan öte bir yararı olmayan yeni bir kurum oluşturmaktadır.
Nitekim,
atanacak uzman ve uzman yardımcılarının atanma şartlarına baktığımızda da durum
çok daha açık şekilde gözükmektedir. İnsan hakları uzmanı ve yardımcısı olarak
atanacaklara ne gariptir ki sadece lisans düzeyinde bir eğitim şartı
getirilmiştir. Hâlbuki, “Dış İlişkiler ve Proje
Birimi” gibi alt birimi bulunan, ayrıca yurt dışında iki şubesi açılacak böyle
bir kurumun, gerektiğinde bu uzmanlarının yurt dışında da görevlendirilecekleri
göz önüne alınarak hiç olmazsa lisansüstü programını bitirmeleri ve İngilizce
şartı getirilebilirdi.
Bu çerçevede değerlendirdiğimizde, on
beş sene bir kurumun yöneticiliğini yapmış biri olarak İnsan Hakları Kurumunun
verimli çalışamayacağını belirtmek istiyorum. Gerçekten de on beş senelik Türk
Tarih Kurumu Başkanlığımda, devletin denetiminde olan bir kurumun bilimsel
özerkliğe sahip bir araştırma yapmasını doğrudan doğruya beklemeniz hayal olur.
Dolayısıyla, kurumun hem mali özerkliğine sahip olması hem de çalışma
özerkliğine sahip olması gerekir ki bunun da en önemli dayanacağı nokta Türkiye
Büyük Millet Meclisidir ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumlu olmak
durumunda kalmasıdır. Aksi takdirde bu kurum daha doğmadan ölecektir.
Yukarıda belirttiğim hususların,
özellikle üye seçiminin ve uzmanların tespitinin ve yine, bağlı bulunacağı
kurumun değiştirilmesinin söz konusu olması hâlinde Kurum hem kanunda kendine
verilmiş amaç ve görevleri hakkıyla yapmasını sağlayacak hem de Mecliste yer
alan milletvekilleri olarak, Türk halkının bize verdiği sorumluluğu yerine
getirmiş olacağız.
Sözlerime son verirken, özellikle
Dağlıca’da şehit olmuş 8 askerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına
başsağlığı diliyorum, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum ve bu çerçevede,
tekrardan iktidarın oturup bir kere daha düşünmesini diliyorum.
Terörle mücadele oturarak, görüşerek,
tavizler vererek gerçekleşmez. Tarihin her döneminde olmuştur, Celali
isyanlarında olmuştur, leventlerde olmuştur; devlet her seferinde oturup
görüşmüştür ama her seferinde de terör devam etmiştir. 1550’lerde başlayan
terör hareketleri Osmanlı Devleti’nde ancak 1770’te tamamen bitirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, hepimizin
sorumluluğu terörün önlenmesidir. Terörün kimler tarafından çıkarıldığını,
destekçilerinin kimler olduğunu ve bunlarla ilgili çekinmeden, korkmadan terör
elemanlarının kimler tarafından oluşturulduğunu göz önüne almadan ve itiraf
etmeden terörü önleyemezsiniz.
Sözlerime son verirken yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Sezgin Tanrıkulu, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA SEZGİN
TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 279 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, pankartta ne
var bilmemiz gerekiyor, nedir?
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) –
Konuşmamda kullanacağım istatistikler, grafikler var.
BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) –
Sözlerime başlarken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Geçmişten bu yana insan hakları
ihlallerinin yoğun şekilde gerçekleştiği ve süreklilik arz ettiği Türkiye’de,
hayata geçirilecek etkin bir insan hakları kurumunun ülke gerçekleri karşısında
çok acil ve büyük bir ihtiyacın karşılığı olduğu aşikârdır. Bu gerçeklik ve
ihtiyaç karşısında ise bugün burada tartışmakta olduğumuz kanun tasarısının
olması üzüntü vericidir. Keşke bugün burada bütün Meclisin mutabık olduğu, halk
ve sivil toplum örgütlerinin düşüncelerini de yansıtan, en önemlisi,
Türkiye'nin ihtiyacını karşılayan bir insan hakları kurumunu konuşuyor
olabilseydik ama ne yazık ki iktidar partisi Türkiye İnsan Hakları Kurumu
Kanunu Tasarısı’yla gündemimize yeni bir sezaryen vakasını getirmiştir.
Sayın Başbakan sezaryene karşı olduğunu
söylüyor ama “demokratikleşme” adı altında hemen hemen tüm icraatlarını
sezaryenle dünyaya getiriyor! E, malum, sezaryen yeni doğumlara mâni olduğu
için de Adalet ve Kalkınma Partisi her gün daha da kısırlaşıyor. Bu
kısırlaşmanın öfkesini de halktan, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerden,
gösteri yapan memurdan, Metin Lokumcu gibi emekli öğretmenden, grev yapan Türk
Hava Yolları görevlilerinden, Pozantı’daki TMK mağduru çocuklardan, sınır
kaçakçılığı yapan gariban halkımızdan, kitap yazan gazeteciden, farklı cinsel
yönelimi olan insanlardan çıkarıyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin sezaryenle
aldığı her demokrasi bebeği ölü doğuyor. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun
Tasarısı da şimdiden ölü doğmaya mahkûmdur. Zira,
AKP’nin bu tasarıyı hazırlamaktaki amacı, insan haklarını takip etmek, takip
altına almak, ihlalleri ve sorunları belirlemeye çalışan bir kurum oluşturmak
değil; aksine, Avrupa Birliğinin ve Türkiye toplumunun gözünü boyamaktır.
Şahsen ben avukatlığımdan bugüne kadar
tüm ömrünü insan hakları mücadelesine adamış biri olarak insan hakları lehine
atılacak her adımı desteklemekten asla imtina etmem ancak önümüze sürülen İnsan
Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı öylesine garabetler içeriyor ki bu tasarının
bizzat kendisinin insan haklarını riske sokacağını daha baştan söyleyebiliriz.
Şöyle ki: Yasa tasarısının hazırlık sürecinde baroların, üniversitelerin, insan
hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin ve uzmanların görüşlerine
başvurulmamıştır.
Şimdi arkadaşlarımız da burada,
Komisyon Başkanımız da burada, Alt Komisyon Başkanımız da burada, diyebilirler
ki “geldiler.”
Öncesi var bunun, 2009 Mayısından beri
Türkiye’nin gündeminde, hatta 2004 yılından beri Türkiye’nin gündeminde. Mayıs
ayında Türkiye’nin gündemine geldi ama sivil toplum kuruluşlarının ancak Ocak
2010’da haberi oldu. 2011 yılının ocak ayında Anayasa Komisyonu kabul etti, kadük kaldı, şimdi aynı metin tekrar önümüze geldi sivil
toplum örgütlerine danışılmadan.
Değerli arkadaşlar, biz de biliyoruz ki
bu gereklilik, AB’ye olan yükümlülüklerimiz karşısında bir gereklilik ama biz de
biliyoruz ki bu şekilde önümüze gelmemesi lazım. Sizler majestelerinin insan
hakları kurumunu yapmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir insan hakları kurumu
anlayışı olmaz. Olmaz! Doğru yerden bilgi alacaksınız, sizi denetleyen
kurumların bağımsız olmasına, şeffaf olmasına, çoğulcu olmasına, katılımcı
olmasına özen göstereceksiniz. Bu başka bir daire değil, bayındırlık dairesi
değil. Türkiye’de yeni bir bayındırlık dairesi kurmuyoruz, sağlık genel
müdürlüğü kurmuyoruz, insan hakları ihlallerini denetleyecek, izleyecek,
araştıracak, ortaya çıkaracak, cezalandıracak bir kurumdan bahsediyoruz. Bu
ihlalleri kim yapar? Bu ihlalleri devlet yapar, hükûmet yapar. Hükûmetin
atadığı memurlardan oluşan bir kurum nasıl bağımsız olacak, nasıl şeffaf
olacak, nasıl katılımcı olacak, nasıl çoğulcu olacak, nasıl denetleyecek? Böyle
bir anlayışla İnsan Hakları Kurumu yapılamaz.
Sayın Bakan, bari gelin, bunu beraber,
doğru bir şekilde yapalım. Her şeyi yanlış yaptık bu Meclis çatısı altında ama
Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi bir kurumu kuruyoruz, gelin, bunu
beraber, gerçekten Paris İlkeleri’ne
uygun, BM ilkelerine uygun bir kurum hâlinde kuralım. Zorunluluk var biliyorum,
ekim ayında ilerleme raporu çıkacak. İlerleme raporunda “Biz bunu yaptık.”
demeniz için buraya getirmişsiniz ama hâlen elimizde fırsat var. Hâlen fırsat
var, bir çalıştay toplayalım, o çalıştayda sivil toplum örgütlerinin
görüşlerini alalım. Hep beraber bağımsızlığa…
HAMZA DAĞ (İzmir) – Yapılıyor.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) –
Nerede yaptınız? Nerede yaptınız? Yahu, nerede yaptığınız Hamza’cığım? Nerede
yaptınız Allah’ını seversen ya?
HAMZA DAĞ (İzmir) – Beş altı aydır
çalıştay yapılıyor.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) -
Böyle değil. Böyle olmadığını biliyorsunuz.
Bakın, top gelecek, elinizde yine patlayacak,
bu ateş topu. İlerleme raporunda beraber göreceğiz, ekim ayında, bu Hükûmeti
eleştiren, bu Meclisi eleştiren rapor çıkacak, o zaman da çıkıp böyle konuşacak
mısın? Buraya çıkacak mısın? İlerleme raporu sadece seni ilgilendirmiyor,
sadece bu Hükûmeti ilgilendirmiyor, ilerleme raporu bütün Türkiye’yi
ilgilendiriyor. O nedenle söylüyorum. Bizi dinleyin biraz.
HAMZA DAĞ (İzmir) – Dinledik, alt
komisyonda dinledik, üst komisyonda dinledik.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla)
- Doktora tezi yazmışım bu konuda,
istersen sana vereyim. Yazdım 2010 tarihinde, doktora tezi var. Belki, sana da
hediye etsem okursun. Yanlış yapıyorsunuz. Bu konuda yanlış yapmayalım.
HAMZA DAĞ (İzmir) – Yanlış değil,
yanlış değil.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) –
Kendinizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin kurumunu kurmuyorsunuz, Türkiye İnsan
Hakları Kurumunu kuruyorsunuz; Paris İlkeleri’ne uygun olması lazım,
atanmasından işleyişine kadar bağımsız olması lazım, şeffaf olması lazım,
katılımcı olması lazım, çoğulcu olması lazım ama hiçbirisi bu tasarıda maalesef
yok, hiçbirisi yok. Bari bunu düzgün yapsaydık.
Değerli arkadaşlar, bu tasarı birçok
yönden ama birçok yönden, yapılış şekli dâhil olmak üzere, ilkelere aykırı.
Dolayısıyla, gözden geçirme imkânımız var, hâlen var, geri çeker Hükûmet bu
tasarıyı, yeniden ele alırız, bu kurumu da yeniden barış içerisinde, uzlaşma
içerisinde, mutabakat içerisinde yaparız. Şimdi diyebilirsiniz “Evet, geldi,
dinledi alt komisyon.” Daha önce de dinlemişiz 16 kurumu Anayasa Komisyonunda.
Ama tek bir itirazları Anayasa Komisyonu metnine geçmedi. Alt komisyonda da
dinlendi, hiçbir kurumun itirazı alt komisyon metnine geçmedi, sadece 12’nci
maddede bir değişiklik yapıldı. Bunun dışında, bu kurumla ilgili olan, bu
kurumun yapısıyla ilgili olan hiçbir öneri geçmedi. Şimdi, MAZLUMDER’den gelen
birçok Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşımız var, onların önerisi
var. Şimdi hemen arkasına sığınıyorsunuz: “MAZLUMDER eski MAZLUMDER değil.” Siz
de eski Adalet ve Kalkınma Partisi değilsiniz, siz geldiğiniz yerleri inkâr
ediyorsunuz, yoksa arkadaşlarımız durdukları yerde baştan beri duruyorlar,
Türkiye'nin her yerinde insan hakları ihlallerine karşı çıkıyorlar diğer
kurumlarla beraber. Değişen sizsiniz, o kurumlar değil. O kurumların eleştirisine
bu nedenle kulak vereceksiniz, kulak vermelisiniz. Geldiğiniz yeri inkâr
etmeyeceksiniz.
Değerli arkadaşlar, şimdi, üyelerini
Bakanlar Kurulunun atadığı bir İnsan Hakları Kurumu olur mu? 7’sini Bakanlar
Kurulu atıyor, 7’sini! 2’sini Cumhurbaşkanı atıyor. Hadi Sayın Cumhurbaşkanını
bir tarafa bırakıyoruz. Çoğunluk, 11 kişiden 7 kişi! İnsan hakları ihlallerini
kim gerçekleştiriyor? Bu Hükûmete bağlı, hangi Hükûmet olursa olsun, ona bağlı
kurumlar gerçekleştiriyor. Sizin Hükûmetiniz döneminde veya başka bir Hükûmet
döneminde, bunun sonrası da var, atadığınız memurlar nasıl bir denetleme
yapacak? Niye bu Meclise güvenmiyorsunuz? Neden üçte 2 nitelikli çoğunlukla biz
bunları seçmiyoruz? Neden İnsan Hakları Komisyonuna, Meclis İnsan Hakları
Komisyonuna bu yasayla bir inisiyatif vermedik? Seçim
konusunda, atanma konusunda, kriterler konusunda neden
vermedik? Yok mu elimizde yetki? Vardı ama bu Meclise
bile insan hakları ihlallerini tespit konusunda güvenmiyorsunuz, bu Meclise
bile güvenmiyorsunuz, iyi seçim yapacağına güvenmiyorsunuz. Bu
milletvekillerine güvenmiyorsunuz, bir seçim yapmaları noktasında
güvenmiyorsunuz. O nedenle yetkiyi kendisinden almışsınız. 7 tane adam
atayacaksınız, bunlarla da “Biz İnsan Hakları Kurumu kurduk.” diyeceksiniz.
Değerli arkadaşlar, kusura bakmayın ama
bunu kimse yemez. Başta halkımız yemez, yurttaşlarımız yemez, sonra bizler
yemeyiz, sonra da dünya yemez. Karşınıza gelecek, göreceğiz.
Bakın, 17-21 Ocak 2011 tarihinde
ülkemizi ziyaret eden kurumun bununla ilgili verdiği rapor var. Kadük kalan
yasayla ilgili olarak da aynısını getirdiniz. Aynen şunu söylüyor: “Başta
bağımsız bir mekanizma öngörmemesi ve içerdiği diğer pek çok eksiklikler
nedeniyle yeni bir kanun tasarısı hazırlanması gerekli.” diyor. Gelmişler,
ziyaret etmişler, sizi ziyaret etmişler. O zaman bu Meclis yoktu ama bu
Hükûmetten önceki Hükûmet vardı, eleştirmiş. E şimdi, aynı eleştiriyi yeniden
almak, neye yarar bu? Aynı eleştiri, aynı bakanlar, aynı Hükûmet ama aynı
eleştiriyi alacaksınız bir daha, aynı heyetten alacaksınız. Dolayısıyla, bu
kadar çok ısrarla yanlış yapmanın bir anlamı yok. Aslında bizim bunları size
söylemememiz lazım. Niye söylüyoruz? İleride eleştiri imkânı olacak ama biz
Türkiye için, yurttaşlarımız için, insan hakları ihlalleri olmaması için bunları
söylüyoruz.
Hükûmetin sorumluluğu altında bir İnsan
Hakları Kurumu olmaz, dünyada örneği de yoktur. Ha vardır, başka demokrasilerde
vardır, adı demokrasi olmayan ülkelerde vardır. Hükûmetin denetimi altında
olmaz, Meclisin denetiminde olur, bağımsız olur, tarafsız olur, güvenceleri
olur ama bunda, getirdiğiniz bu tasarıda bunların hiçbirisi yok.
Değerli arkadaşlar, niye bunları
söylüyorum? Tasarının içeriği bakımından da, yetkiler bakımından da daha geniş
bazı yetkiler buna neden konulmadı? Bir engel mi vardı? Mesela kadına yönelik
şiddet dâhil olmak üzere kadın, insan hakları ve ayrımcılık, görev alanına
giremez miydi? Mesela düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı, giremez miydi?
Mesela ordu ve güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği ihlaller, giremez miydi?
Mesela mahpusların insan hakları ayrıca giremez miydi? Çocuk hakları, giremez
miydi? Azınlıkların ya da dezavantajlı grupların hakları, giremez miydi? Açık
açık sayılamaz mıydı bunlar? Irkçılık ve nefret suçlarına karşı mücadele açık
açık sayılamaz mıydı? Ama bunların hiçbirisi sayılmadı. Sayılmasında ne sakınca
var? Bunları yazsaydık. Hangi sakınca var?
Değerli arkadaşlar, yine, bu tasarıyla
getirmek istediğiniz önleme mekanizması da BM kriterlerine
uygun bir önleme mekanizması değil, maalesef değil. Bununla da yasayı arkadan
dolanmaya çalışıyorsunuz ama yine karşınıza çıkacak. BM’nin öngördüğü önleme
mekanizması, Seçmeli Protokol’ün öngördüğü mekanizma bu tasarıyla
gerçekleştirilebilecek nitelikte değil. Bu nedenle, bu nedenle de olsa bile,
Seçmeli Protokol’e imza atmış Hükûmet ve Meclis bakımından da bu tasarının geri
çekilmesi lazım.
Özetle, arkadaşlar, AKP’nin öngördüğü
İnsan Hakları Kurumu, ihlalleri ve sorunları ortaya çıkarmaya değil, gizlemeye
yarayacaktır. Bu tasarıdan hareket edersek, İnsan Hakları Kurumunun yürütmenin
güdümünde, göstermelik bir kurum olmaktan öteye gitmeyeceği açıktır.
Değerli milletvekilleri, Adalet ve
Kalkınma Partisinin, karakolları, cezaevlerini, sokakları karanlığa boğmaktan
başka bir iş yapmadığını biz biliyoruz, halkımız da artık yavaş yavaş anlıyor
ve görüyor. Her alanda temel insan hakları ihlalleri işleniyor. Şunları
rakamlarla vereceğim. AKP iktidarları döneminde gözaltında yaşamını
yitirenlerin sayısı 44’tür. Yetkililerin açıklamalarına göre bu 44 kişiden 23’ü
intihar etmiş, 5’i kalp krizi geçirmiş, diğerleri ise ya yere düşmüş ya
fenalaşmış veya güvenlik güçlerinin silahını almaya çalışırken ölmüş. Bu
olayların hemen hiçbiri hakkında ciddi bir soruşturma ve kovuşturma
gerçekleştirilmemiştir. Karakollardaki kameralar ise ölümlerin olduğu anlarda
nedense hep bozuk çıkmıştır.
AKP iktidarları döneminde -bu tabloda
var Sayın Başkan- 129 faili meçhul cinayet yaşanmıştır. Yine yargısız infaz,
dur ihtarı ve rastgele ateş sonucunda 426 kişi yaşamını yitirmiştir.
Cezaevlerinde ve gözaltında 322 kişi hayatını kaybetmiştir. Dikkatinizi çekerim
bu rakamlara 2012 dâhil değildir yani Şanlıurfa Cezaevinde daha geçen gün
meydana gelen ölüm olayları bu rakama dâhil değildir.
Yine, AKP döneminde kolluk güçlerinin
müdahalesi nedeniyle 47 kişi öldürülmüştür. Bunların bazıları artık halkın
yolcu uçağına bile almadığı İçişleri Bakanının "zararsızdır" dediği
biber gazıyla yaşamını yitirmiştir. AKP'ye göre iş kazası veya kader, bize göre
ise iş cinayeti olan vakalarda son on yılda tam 10.297 kişi yaşamını
yitirmiştir. İş göremez raporu alanların sayısı ise 16 bin. Sayın Başbakanın
kürtaja niye karşı çıktığını bu rakamlar daha iyi ortaya koymaktadır. On yılda
10 binin üzerinde işçisi ölen bir ülkenin başbakanı, elbette, iş sahasına
sürülsün diye nüfus artışı isteyecektir. Bakın, tersanelerde 1985 ile 2003
yılları arasında ölen işçi sayısı 39’dur. AKP döneminde bu sayı ise 4 katına
çıkmıştır yani 110 kişi olmuştur. Kadına yönelik şiddette ise binde 400’lük bir
artış vardır. İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre sadece 2010 yılında
güvenlik güçlerinin açtığı ateş veya mayın-sahipsiz patlayıcılardan dolayı 13
çocuk hayatını kaybetmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelişinden
2011 yılına kadar öldürülen çocuk sayısı ise 152’dir. Başka bir ülkeden değil
Türkiye’den bahsediyorum.
Pozantı Cezaevinde çocuklara
yapılanları tekrarlamama gerek yok. Uludere’yi hatırlatayım mı? Şanlıurfa'yı
unutmadık. Hrant Dink cinayeti ve davasını, Uğur Kaymaz'ı ve Adalet ve Kalkınma
Partisi hükûmetleri döneminde bu dava için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
sunduğu yüz kızartıcı savunmayı da unutmadık.
Sayın Başbakan Hitler'den çok sık
bahsediyor. Bir kere Türkiye'de Hitler'in “Kavgam” kitabı AKP İktidarı
döneminde rekor sayıda satış yaptı, onu söyleyeyim size.
İkincisi de Hitler veya Saddam neyle
anılıyor? Gazla. Emin olun ki AKP İktidarı da biber gazıyla anılacak gelecekte.
Bakın, 2003-2010 yılları arasında
işkence suçundan açılan dava sayısı 5.643, mahkûmiyet sayısı ise 2.858; bu
kolluk güçlerinin yargılandığı davalar. Peki, kolluk güçlerine karşı direnme
suçuna açılan dava sayısı ne kadar? 104 bin, mahkûmiyet sayısı ise 64 bin.
Bu rakamın meali şu değerli arkadaşlar:
AKP döneminde işkenceciye sınırsız tolerans, vatandaşa ise sıfır tolerans.
Gıkını çıkaran her vatandaş mahkemelik olmuş neredeyse.
AKP’nin insan hakları sicili
alabildiğine kabarık, dolayısıyla bu kırıklarla dolu karnenizle önce
hesaplaşın.
Karne demişken daha yakın zamanda,
Uludere’de karnelerin dağıtıldığı gün çocuklara karne nedeniyle sıkılan gazı da
unutmadık, ilkokul çocuklarına sıkılan gazı da unutmadık.
Peki, bu olaylar soruşturuluyor mu?
Hayır. Sıraladığım insan hakları ihlalleri konusunda elle tutulur hiçbir yargı
kararı da yok, zira yargı da Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin elinde.
Önceki iktidarlar döneminde kolluk
güçlerinin “Kahrolsun insan hakları.” diye slogan attığını da hiç unutmadık ama
şimdi, aynı uygulamadan daha beteri var.
12 Eylül referandumuyla “İşçinin
haklarını artıracağız.” dediniz, grevi yasakladınız. Sırf bu olay bile, Adalet
ve Kalkınma Partisinin her sloganının tam tersi icraatlara işaret ettiğini
göstermeye yeter.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara
geldiği günden bu yana, uygulamada önceki iktidarları aratmayacak düzeyde bir
performans ortaya koydu. Başta yaşam hakkı ihlalleri, işkence, ifade
özgürlüğünün kısıtlanması, çevre hakkı ihlalleri, LGBTT bireylerinin maruz
kaldığı ayrımcı uygulamalar, Kürt sorunu, Alevi sorunu, Roman yurttaşlarımızın
yaşadığı sorunlar, iş cinayetleri olmak üzere hemen her alanda ilkel devlet
anlayışını kurumsallaştırarak sürdürmekte.
Bu anlayışa karşı bağımsız, failleri
ortaya çıkarmak için etkin ve hızlı çalışacak bir İnsan Hakları Kurumuna
elbette ihtiyacımız var ama mevcut tasarıyla önümüze sürülen İnsan Hakları
Kurumuna sadece Adalet ve Kalkınma Partisinin ihtiyacı var. Biz de diyoruz ki:
İnsan haklarını devletler veya hükûmetler ihlal eder ve hiçbir devlet veya
hükûmet kendisine bağlı olan bir kuruma hesap vermez, veremez. Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, gelin bu tasarıyı geri çekin ve hep beraber oturup
konuşalım ve ideal bir İnsan Hakları Kurumunu sivil toplum örgütleriyle
beraber, halkımızla beraber yapalım.
Değerli arkadaşlar, nasıl ki, bir
Bakanlığın sıfatının önünde “adalet” olması o Bakanlığı adaletli kılmıyorsa, bir
kurumun başına da “insan hakları” demekle insan hakları savunulmuş olmuyor. Bu
tasarı geri çekilmelidir, yeniden, sivil toplum örgütleriyle beraber, Paris
İlkeleri’ne uygun, halkın görüşlerini aldığımız şeffaf bir süreçte, katılımcı,
demokratik, atanmışların güvencesi olan, bağımsız ve tarafsız bir kurumu
birlikte yaratmalıyız, buna hâlen imkân var, hâlen zamanımız var.
Eğer istenirse -Meclis kapanacak- ekim
ayına kadar bu çalışmayı birlikte yaparız, ekim ayında da açılacak Meclisin ilk
tasarısı bu olur. Birlikte bizi ziyaret eden bütün kurumlara ama bütün
kurumlara “Beraber en doğrusunu yapacağız.” deriz, bizi ziyaret edecek bütün
kurumlara. İlerleme raporunu yazacaklara da söyleriz “Güvencesi bizleriz,
muhalefet partileridir.” deriz. O yüzden endişelenmeyin, gelin beraber,
birlikte oturalım, ekim ayına kadar çalıştay toplayalım, sivil toplum
kurumlarının görüşlerini alalım. Katılımcı bir modelle, Meclisin etkin olduğu,
atamalarını Meclisin yaptığı, güvencesi Meclis olan yeni bir İnsan Hakları
Kurumu yaratalım. Aksi hâlde, getirdiğiniz tasarıyla Majestelerinin İnsan
Hakları Kurumunu kurmuş olacaksınız, bunun da adı “İnsan Hakları Kurumu”
olmayacak.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkanım, gösterdiğim tabloyu siz
görmediniz.
BAŞKAN – Önce göremedik tabii, teşekkür
ediyorum.
Tasarının tümü üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına, Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ
(Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; konuştuğumuz yasa tasarısının
kanunlaşması ya da kanunlaşmaması hâlinde memleket için, halkımız için, insan
hakları adına mücadele edenler için ne farkı olabileceğine dair bir örnekten
hareket etmek istiyorum.
Engin Çeber, 8 Ekim 2008’te Metris
Cezaevinde gardiyanların üzerine çullanarak kendisine günlerce uyguladıkları
işkenceler ve meydan dayağı sonucunda hayatını kaybetti. Engin Çeber, daha önce
de cezaevine konulmadan önce Sarıyer Karakolunda iki gün boyunca ağır
işkenceler görmüştü. Bugün, Adli Tıp raporuyla geçtiğimiz günlerde, 18
Haziranda Engin Çeber’in cezaevinde yediği meydan dayağı, beynine ve gövdesine
aldığı ağır darbeler sonucunda hayatını kaybettiğine dair raporla bu durum
kesinleşti.
Şimdi, bütün bunlar olurken Türkiye’de
bir İnsan Hakları Kurumu yoktu. Şimdi, biz bir İnsan Hakları Kurumu kuruyoruz
ve İnsan Hakları Kurumuna işkenceyle mücadele görevi vermişiz bu yasaya göre
ancak bu İnsan Hakları Kurumunun yetkisi şu: İhbar ve şikâyette bulunabilir
insan hakları konusunda. Bunun bu yasa çıkmadan önceki durum ile bu yasa
çıktıktan sonraki durum arasında mağdurlar bakımından hiçbir fark yaratmayacağı
ortadadır çünkü ihbar ve şikâyette her zaman bulunabilirsiniz ama proaktif bir
İnsan Hakları Kurumu, Paris İlkeleri’nde de açıkça belirtildiği gibi, uygun gördüğü
insan hakları ihlallerine el koyabilir olmalıydı. Eğer biz böyle bir yasa
çıkartmış olsaydık işkence duyumunu aldığı an İnsan Hakları Kurumu yöneticileri
ve görevlileriyle birlikte derhâl Sarıyer Karakolunun kapısından içeri girer ve
işkence gören mağduru o zalimlerin elinden alabilirdi. Bu duyumu aldığı an
cezaevine girebilir ve o gardiyanların elinden o insanı alabilirdi. Oysa, şimdi durum, yakınan bir insan hakları kurumu kurmakla
ilgilidir, bu kurum Hükûmetin bir organıdır, Hükûmetin bir organı olarak
Hükûmete karşı yakınacaktır, yani hiçbir zaman yakınmayacaktır da aslında,
çünkü Sezgin Tanrıkulu arkadaşımız da gayet güzel anlattı, ondan önce bütün
Türkiye'de var olan, mücadele eden, on yıllardır yoksulların, mazlumların,
mağdurların hakları için mücadele eden insan hakları kuruluşları, kendileri
bizzat insan hakları savunucuları olarak hakları defalarca, sonsuz kere
çiğnenen insanlar gelerek Komisyonumuza görüş bildirdiler. Dediler ki, hepimiz
de diyoruz ki, insan hakları, esasen devlet ile birey arasındaki çelişkinin
içinden türer, böyle bir kavramdır. İnsanın haklarının devlete karşı
savunulması gerekir, çünkü iktidar, erk, güç, adam öldürme tekeli devlettedir.
Buna karşı, bireyin haklarının savunulması için insan haklarına ihtiyaç vardır,
yani devlet iktidarını sınırlayan bir ilkeler manzumesi.
O nedenle, insan hakları dendiği zaman,
devletten uzak, kamunun malı olan ama devletin malı olmayan, kaynağını kamudan
alan ama devlete hizmet etmeyen, bütün topluma hizmet eden bir kurumdan söz
ediyoruz. Böyle bir kurum kurulmalıdır. Bunu biz kafamızdan icat etmedik. İnsan
hakları kavramını da ne biz ne Hükûmet icat etmişti, bu büyük Fransız
Devrimi’nden bu yana, İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin
yayımlanmasından, hatta ondan önce Amerikan Devrimi’nden beri bütün medeni
dünyanın temel yönetim düsturu. Biz bu düsturu kabul ediyoruz ve bunun
çağımızdaki ilerlemelerini de içermeye çalışıyoruz.
Bir insan hakları kurumu, ulusal bir
insan hakları kurumu ihtiyacı, esasen Birleşmiş Milletlerin 20 Aralık 1993’te
kabul etmiş olduğu bir genel kurul kararına dayanıyor. O nedenle, bize bu genel
kurul kararı yol gösteriyor ve göstermeli. Bu genel kurul kararının açık
prensipleri var. Eğer hakikaten, dünyanın önünde Türkiye’de insan haklarını
koruyan bir ulusal kurum var diyeceksek her şeyden önce bir bağımsız kurum
kurmamız gerekiyor.
Bu tartışma yapılırken, bu komisyonun
üyelerinden, İnsan Hakları Komisyonu üyelerinden Profesör Naci Bostancı,
hepimizle sanki alay edercesine, insan hakları kurumunun bağımsızlığının
aslında Marksizmde bile yeri olmadığını anlatmaya çalıştı. Bu, tıpkı Ali ile
Muaviye’nin savaşına benziyor. Muaviye’nin ordusu Ali’nin askerlerini şaşırtmak
için mızraklarının ucuna Kur'an yaprakları takmıştı, Ali’nin askerleri
şaşırmışlardı. Ama o savaşın üzerinden asırlar geçti, ne biz o saf askerleriz
ne de Naci Bey o kadar duruma vakıf.
Bizim burada sözünü ettiğimiz şey, eğer
bir bağımsızlıkla sadece bir göreli bağımsızlıktan söz ediyoruz yani bu, şu
demektir: Evet, bu devlet netice olarak yurttaşlarının idaresine hakimdir ama bu hakimiyete aşağıdan gelen bir direnç burada
bir dizi kuruma göreli bağımsızlık sağlar. Öyle olmasaydı yasama, yürütme ve
yargının birbirinden ayrılması, bunların bağımsızlığı söz konusu olmazdı.
Eğer Naci Bey’in dediğine inanacak
olursak, o zaman hakikaten en katı anlamda, en kaba anlamda zalim bir burjuva
idaresine, bu Hükûmete bu kurumu bağlamaktan söz ettiğini anlarız. Zaten bütün
mücadele de budur, biz de buraya bağlanmaması gerektiğini söylüyoruz ve bunun
için mücadele ediyoruz. O nedenle, bizi bütün bu kavramlarla kandırmak mümkün
değil. Biz, bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz, bu yasa çıksa da
edeceğiz, çıkmasa da edeceğiz ama yol yakınken, Sezgin Tanrıkulu Arkadaşımızın
dediği gibi, bunu geri almak, toparlamak mümkündür çünkü her yerde Türkiye’nin
yüzüne vurulacaktır. “Siz Hükûmete bağlı bir İnsan Hakları Kuruluşu kurdunuz.
Siz, Hükûmetin yürüttüğü bütün polisiye, askerî operasyonlardan mağdur olan
yurttaşların haklarını kendinize bağlı bir başka kurumla takip edeceğinizi
söylüyorsunuz. Biz buna inanmayız. Bize şuradan buradan örnek göstermeyin;
Türkiye’deki durumu biliyoruz. Türkiye’de insan hakları ihlallerinin kaynağının
ve merkezinin devletin bizatihi kendisi, kolluk güçleri olduğu açık ortadadır.”
diyeceklerdir.
Zaten aslında, devletin iyiliğini
isteyen bu kurumun bağımsız olmasını diler ki, devlet, ihlaller bakımından
dünyada şöhret sahibi olmasın, bu bağımsız kurumlar tarafından denetlensin ve
minimize olsun ihlaller. Ama ne yapıyorsunuz? Ben gerekçelendirilmesini de bu
kurumun dinledim. Gerekçeler arasında şunlar sayıldı: Mesela “Bakın, Anayasa
Mahkemesine Yargıtay kararlarını denetleme yetkisi verdik. Böylelikle AİHM’e
gidecek dava sayısı azalacak.” denildi. Yani siz şunu yaptınız: Aslında adil
olmayan bir yargı sisteminin sonuçlarının dünya önüne çıkmaması için bir filtre
daha koydunuz. Bu da tıpkı bunun gibi, yürütülen güvenlik siyasetlerinin yol
açtığı, terörle mücadele siyasetinin yol açtığı ihlaller doğrudan doğruya
bağımsız insan hakları kuruluşları tarafından ele alınmasın, bu kuruluşlar
tarafından uluslararası kamuoyunun ve Türkiye kamuoyunun önüne taşınmasın diye
Hükûmete bağlı bir insan hakları kuruluşu oluşturdunuz.
Ne olacak? Şimdi, şöyle denilecek
bundan sonra: “Bakın, Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde siz bizden bir
ulusal İnsan Hakları Kurumu istemiştiniz. İstememiş miydiniz? Buyurun, kurum
burada.” Bunun aslı faslı anlaşılıncaya kadar yıllar geçecek
ve bu arada dişleriyle tırnaklarıyla, şiddet ve zulüm altında yıllarca
çalışarak kendilerine Türkiye’de ve dünyada saygın bir yer edinmiş olan İnsan
Hakları Derneği gibi, İnsan Hakları Vakfı gibi, Mazlum-Der gibi pek çok insan
hakları kuruluşu bu sözüm ona ulusal kuruluşun gölgesi altında kalacak, onların
mücadeleleri görmezden gelinecek. Yani sadece bir şeyi yapmamış olmakla
kalmayacaksınız, başkalarının da yapmasının yolunu kesmiş olacaksınız.
Sezgin Tanrıkulu Arkadaşımızın dediği
gibi, diyoruz ki: Gelin, bunu yapmayın, yol yakınken buradan dönelim. Aslında
İnsan Hakları Komisyonundaki arkadaşlarımız, AKP’li arkadaşlarımız da
kalplerinden ve vicdanlarından, bizim gibi, biliyorlar ki bu tasarı aslında bu
bağlam itibarıyla kadüktür. Her birisiyle şahsen
konuştuğumuzda, konuşacak olduğumuzda, vicdanen, bu tasarının Paris İlkeleri’ne
uygun olmadığını kabul edeceklerdir. Sadece dünyadaki bazı olumsuz örnekleri
bize örnek göstererek “Bakın, ama orada da var, bakın, ama burada da var…”
Şimdi, o zaman, olumlu örnekler söz konusu olduğu zaman “Bakın, ama bizim
şartlarımız özel.” deniyor, bu durum söz konusu olduğunda da en olumsuz
örneklere sığınılıyor.
Şimdi, Hükûmetin bu tasarıyı geri
çekmesi, onun, hakikaten insan haklarının Türkiye’de iyileşmesi bakımından bir
arzu içerisinde olduğuna dair bir kanıt teşkil edebilir. Gerçi bunun aksine o
kadar çok realite var ki, sırf bu tasarıyı geri çektiği için biz insan hakları
eleştirilerimizi geri alacak değiliz ama bu bir başlangıç olabilir.
Bu tasarının 2’nci, 3’üncü ve 4’üncü
maddeleri, her bakımdan Hükûmete bağlı bir insan hakları kuruluşu kurmayı
güvence altına almaktadır. Kurum üyelerinin seçimini, şimdi, bizim
itirazlarımız üzerine, birkaç yürütme erki arasında paylaştırmıştır. Hükûmet 7
üyesini, Cumhurbaşkanlığı 2 üyesini, YÖK 2 üyesini, bir de Barolar Birliği 1 üyesini seçecektir.
Bu kuruluşların hepsinin… Barolar Birliği bir meslek kuruluşu olarak özel
kanunla kurulmuş bir kurum olmasına rağmen, bir bakıma Hükûmet denetimi
altındaki kuruluşlardan bir tanesidir, tamamen bağımsız… Öyle olmuş olsaydı
bile, hiçbir şey değişmezdi. Bu 11 üyenin hepsi, kendilerinde hiçbir nitelik
aranmaksızın sadece devlet memuru olmak için yeterli niteliklere sahip iseler
İnsan Hakları Kurumu üyesi olacaklar ve Hükûmete bağlı olarak çalışacaklardır.
Şimdi, Paris ilkelerine geri dönelim.
Biz bir şey icat etmiyoruz, hepimiz Paris ilkelerine atıfta bulunuyoruz. Paris
ilkeleri, “Bu seçilecek üyelerin insan hakları mücadelesi bakımından tanınmış
kişiler olmaları, bunların üniversitelerde insan hakları alanında çalışmalar
yaptıklarının bilinmesi, eserleri ve eleştirileriyle bu alanda temayüz etmiş
olmaları” gibi özelliklere atıfta bulunmaktadır. Ama bu tasarı, Hükûmete kimi
isterse onu İnsan Hakları Kurumu üyesi yapma imkânı vermektedir ve ben eminim,
bu yasa böyle geçerse İnsan Hakları Kurumunda İçişleri Bakanlığı müfettişlerini,
polis şeflerini, ağır ceza yargıçlarını pekâlâ görmemiz mümkündür, çünkü bunun
böyle olmasını engelleyen hiçbir hüküm yoktur. Neye dayanarak bizim dediğimizi
yapmayacaktır? Hükümetin ve cumhurbaşkanının nasıl seçimler yaptığını YÖK
atamaları sırasında gördük, biliyoruz. Üniversitenin 500 öğretim üyesinden
499’u birine oy veriyor, birisi de 1 tanesinin oyunu alıyor -örneği abartıyorum
tabii ki- ama cumhurbaşkanı, o tek oy alan ya da 3’üncü sırada gösterilen,
aslında üniversitenin azınlığının desteğine sahip olan kişiyi rektör olarak
atamakta tereddüt etmiyor. E, bu durumda da ihlalleri örtmekle tanınmış olan
insanları İnsan Hakları Kurulunun üyeliğine atamayacağına dair hiçbir garanti
yoktur. Velev ki burada benim gösterdiğim adayların hepsini seçti Hükûmet,
cumhurbaşkanı ve YÖK. Dedim ki ben: “Ahmet’i, Mehmet’i, Fatma’yı, Ayşe’yi
seçiniz.” ve onlar da seçtiler. Bu dahi hiçbir şey ifade etmez. Çünkü - aşağıda
dediğimiz gibi- yetkileri sınırlandırılmıştır, şikâyet yani bir sızlanma kurumu
burada oluşturulmuştur. Israrlarımıza rağmen, Hükûmetin tutumlarını -Paris
ilkelerinde olduğu gibi- eleştirebilmek, bunlara karşı görüş bildirebilmek,
bunlara karşı Hükûmetin dikkatini çekmek, bakın, katliamlar artıyor, tedbir
alın demek gibi bir yetkisi olabileceğine dair hükümler buradan çıkarıldı,
bizim bütün ısrarlarımıza rağmen buraya konmadı.
Şimdi, arkadaşlar, o yüzden hakikaten
öyledir. Biz, şimdi, Hükûmetin bir İnsan Hakları Kurumuna sahip olacağız. Bu
İnsan Hakları Kurumu, aslını isterseniz bizim Meclisin İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonundan daha az yetkiye ve daha az güce sahiptir ve daha az çoğulcudur.
Hiç değilse Meclis güvencesi altında, Meclisteki gücü oranında vekiller İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonunda yer alabilmektedirler ama burada bunun asla
böyle olamayacağına şimdiden garanti verebiliriz. Evet, İnsan Hakları Kurumu
doğrudan doğruya bir politik temsile dayanmak zorunda değil ama çoğulculuğu
nasıl gözeteceksiniz? İnsan hakları yaklaşımı bakımından çoğulcu olacak, bu
çoğulculuğu nasıl güvence altına alacaksınız? Hiçbir şekilde. O yüzden, İnsan
Hakları Kurumu üyelerinin Mecliste üçte 2 çoğunlukla seçilmesi talebi, hem
bağımsızlığı hem çoğulculuğu şeklen de olsa güvence altına alabilecek olan tek
imkândı. Bu imkânı da elinizin tersiyle reddettiniz. Şimdi, kala kala elimizde
ne kaldı? Bir devlet dairesi daha kuruluyor; Türkiye'nin devlet daireleri,
merkezî Hükûmete bağlı daireleri eksikmiş gibi bir tane daha kuruluyor.
Türkiye tarihinde bu kadar çok
merkezsizleşmeden söz eden, bu kadar çok ademimerkeziyetçilikten
söz eden ama bu kadar çok iktidarı, gücü, kurumları merkeze toplayan bir başka
Hükûmet daha görmüş olmadığımızı söyleyebilirim. Şu an yerel yönetimlerin
birçok yetkisi Hükûmettedir, üniversitelerin yönetilmesi Hükûmet
kontrolündedir, yargı Hükûmet kontrolündedir, medya Hükûmete yakın iş
adamlarının kontrolündedir, Diyanet Hükûmetin kontrolündedir, İller İdaresi
Hükûmetin kontrolü altındadır. Hükûmetin kontrolü altında olmayan bir tek insan
hakları alanı vardı; Hükûmet, tıpkı bütün diğer alanlarda olduğu gibi, buraya
gözünü dikti ve aldı. Nasıl spor kulüplerine gözünü dikiyorsa, nasıl bağımsız
bütün cemaatlere gözünü dikiyorsa insan hakları camiasına da gözünü dikti ve
buraya kendi bayrağını dikmeye karar verdi.
Şimdi, buradan bir hayır doğar mı?
Hükûmet bundan ne hayır bekliyor? Olsa olsa Çetin Altan’ın çok yıllar önce
söylediği gibi Türk’ün Türk’e propagandasını yapabilir, Hükûmetin Hükûmete
propagandasını yapabilir. Kendisine bir ayna alır, bakar:
“Ayna ayna söyle en güzel kim?” “Sensin.” der o ayna ona, Hükûmet de hakikaten
buna inanır ama biz ona bir içbükey ayna tutmak istiyoruz, bütün sivilcelerini
görmesi ve onları tedavi etmesi için, o ise bunu reddediyor, kozmetikle bütün
bunları örtebileceğini sanıyor; böyle bir kozmetik dünyada icat edilmedi. Oluk
oluk kan akan bir ülkede “İnsan hakları yolunda gidiyor.” diyecek bir insan
hakları kuruluşu kurmak kimi kandırabilir? Bizzat bu yaşamlarını kaybeden,
yaşam hakkı ihlaline maruz kalan insanların yakınlarını ikna edebilir mi?
Türkiye’de cezaevlerinde her gün meydan dayağı yiyen insanları bu meydan
dayaklarını yemediğine mi ikna edecektir? Türkiye'nin her tarafından,
bacalarından isyan dumanları tüten cezaevlerinde hayatın iyi olduğuna mı ikna
edecektir onları ya da o mahkûmların yakınlarına oğullarının ve kızlarının iyi
bakıldığını mı söylemeye yardımcı olacaktır? O yüzden, gelin, bir kere daha
hakikaten insan haklarını Türkiye’de merkezî bürokrasinin baskısından, emniyet
ve ordunun ihlallerinden koruyabilmek için, hakikaten bağımsız bir kurumun
oluşturulması için çaba gösterelim. Bu çabada biz varız, bütün yaz boyunca
çalışabiliriz yeter ki Hükûmete bağlı bir İnsan Hakları Kurumu kurmayın.
Bakın, size söyleyeyim, bu İnsan
Hakları Kurumuna bütün Türkiye tıpkı Diyanete antiterör vazifesi verdiğiniz
zaman cemaatin verdiği cevabı verecektir. Nasıl camilerde terör hutbeleri
okuttunuz, insanlar camileri terk etti, sokakta namaz kılmaya başladı, işte
onun gibi bu İnsan Hakları Kurumu insan hakları fetvası verdikçe insanlar bu
kurumun dışında kendilerine selamet ve gelecek arayacaklardır ve onu
bulacaklardır. Türkiye’de insan hakları mücadelesinin soylu ve onurlu bir
tarihi var. Bu tarihin içinden mutlaka kendi haklarını koruyacak insanları,
kızlarını, oğullarını…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - …bulup
çıkartacak ve kendisini zulme karşı korumanın başka bir yolunu bulacaktır.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, kişisel söz haklarına geçmeden önce İç Tüzük
63’e göre, Mecliste çalışma usulleri ve Sayın Meclis Başkanlığının işlemleriyle
ilgili bir usul tartışması talebim var çünkü Sayın Başkan, İç Tüzük’te kişisel
sözlerin nasıl alınacağı açıkça yazılıdır, 61’de belirtilmiş, deniliyor ki:
“Söz, kayıt ve istem sırasına göre yapılır.” Milletvekilleri
tek tek başvurur.
Biz İnsan Hakları Kurumunu konuşuyoruz
bugün burada. İnsan Hakları Kurumunu konuştuğumuz Mecliste -Meclis İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı da burada- ilk yasasının hazirunudur şu an
yani bugüne kadar hep denetleme yapıyordu, ilk defa bir yasada bulunuyor. Sayın
Başbakan Yardımcısı da burada.
Şimdi, sıra sayısı verilirken cuma
günü; cuma günü Meclis tatildeydi Sayın Başkanım ve burada tek bir milletvekili
yoktu. Zaten Meclis açılırken 3-5 kişi vardı, milletvekilleri de komisyon
olmadığı için tatil edildi, cuma günü hiç kimse yoktu.
Fakat sıra sayı verilirken saat tam
16.15 veya 18.15 olabilir –kayıtlardan tam bilmiyorum- o saatlerde 279 sıra
sayılı kanunla ilgili, AKP Grubundan tam doksan sekiz matbu başvuru yapılmış.
Bu doksan sekiz matbu başvurunun aynı kalemle imzaları atılmış ve sadece üstte,
teslim edildiğine dair, Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekilinin teslim ettiğine
dair üst yazısı var, diğerleri de ekinde verilmiş yani topluca bir kişi
tarafından verilmiş. Yani tek tek milletvekillerinin yapması gereken başvurular
topluca yapılmış. Şimdi, bir, milletvekili hazır değil. İki: İmza
milletvekilinin değil. Üç: Kişisel söz hakkı için bu prosedürün
yerine gelmesi lazım.
Şimdi, İnsan Hakları Kurumunu kuracak
olan bu Meclis, önce kendi üyelerinin insan haklarına riayet etmesi gerekiyor.
Burada aynı gün CHP’nin 62 tane başvurusu var, bireysel başvurusu. MHP’nin 12
tane var. CHP ve MHP’nin imzalarına bakın, farklı kalemlerden imza sahiplerinin
imza attığını görürsünüz Sayın Başkanım. Şimdi, Mecliste etik komisyonunu
kurduk, Meclis insan haklarını araştırma komisyonu…
BAŞKAN – Sayın Kaplan, buyurun, usul
tartışmasını açıyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Evet, söz
istiyorum.
Bu durumda kişisel sözlerle ilgili
bunları, işlemleri iptal etmeniz gerekiyor ve etik davranmaya, imzalarına sahip
çıkmaya, sahtecilik yapmamaya, insan hakları kurumu gibi bir kanun görüşülürken
bari yasaya, insan haklarına, hukuka ve imzaya saygıya davet edeceğim. Bunun için
bir tartışma açıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun, üç dakika süre
veriyorum Sayın Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
Lehte mi, aleyhte mi konuşacaksınız?
VIII.-
USUL HAKKINDA
GÖRÜŞMELER
1.-
Başkanlığın, görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ilgili kişisel söz
taleplerini, usulüne ve İç Tüzük hükümlerine uygun olarak yapmadığı
gerekçesiyle Başkanın tutumu hakkında
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İnsan Hakları Kurumunu görüşüyoruz. Belli ki insan
hakları pek ilgilendirmiyor. Şu Meclisin hâline bakın. Kaç üye oturuyor,
iktidar sıralarına bakın ve genel olarak şu an bir oylama olsa muhalefet
partileri 3 kat oy fazlasıyla burada.
Kişisel sözler alınıyor. Kişisel
sözlerde bir usul, adap vardır, bir imza vardır, bir talep vardır. Burada dört
grup var. Biz centilmenlik olsun diye Meclis Başkanlığının huzurunda toplandık.
Konuşmaları gruplara göre konuştuk. Kişisel söz haklarında kime ne verileceğini
ne verilmeyeceğini bir usule bağlayalım dedik. Bizim burada 6-7 tane bağımsız
milletvekilimiz var. Bağımsız milletvekillerimizin konuşma hakları var. Ama
Danışma Kurulu getirdiğimiz zaman, bağımsız olmalarına rağmen, blokun
milletvekillerinin üyesiymiş gibi etik davranıyorlar ve Danışma Kurulu
aleyhinde bile söz almıyorlar. Ama beş dakikalık bir kişisel konuşma hakkı
onlara çok görülüyor. Bağımsız milletvekillerimiz konuşamıyor.
Peki, İnsan Hakları Kurumunu
oluşturacak olan bu Meclis 98 tane sahte imza, sahte bireysel konuşma talebini
Meclis Kanunlar Dairesine vererek, matbu vererek, aynı tükenmez kalemle, mavi,
bir kişi hepsinin imzasını atarak burada söz hakkını sağlarsa… CHP’nin de var,
MHP’nin de söz talepleri var, onların da imzaları burada. Bütün grup başkan
vekillerini imzaları tetkike çağırıyorum, imzaları lütfen kontrol etsinler. Hem
sahtecilik hem cuma günü tek bir milletvekili burada yok, Meclis kapanmış hem
de 98 tane başvuru veriliyor; ondan sonra bağımsız milletvekillerinin, diğer
grupların önü ve konuşmaları kesiliyor. Buna, Kanunlar Dairesi dâhil, Meclis
Başkanlık Divanının izin vermemesi lazım.
Etik Komisyonunu kurduk. Meclis İç
Tüzüğü’nün usulleri vardır. Burada her milletvekili buna uymak zorundadır. Bu
yalnız etik değil, bu suçtur; sahte imzadır, sahtekârlıktır. İnsan Hakları
Kurumunu kuruyorsunuz. “İnsan Hakları Kurumunda bari sahtecilik yapılmasın.”
diyoruz. Yani bu tartışmayı biz keyfimizden açmıyoruz. Bu tartışmaları yaparken
kişisel söz hakkı olan bağımsız milletvekillerimizin hakları bile gasbediliyor,
yok sayılıyor. Meclis komisyonları oluşturulurken üyelik hakları da yok
sayıldı.
Burada artık susmayacağız arkadaşlar.
Ya herkes, her milletvekili kendi hukukunu bilecek ya da 8 milletvekilimiz
tutuklu, bu Meclisin 8 milletvekilinin de en az bu sahte imzayı atanlardan daha
fazla hakkının olduğu gerçeğiyle bu iradenin burada temsilini sağlayacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) - Başkanlık
Divanının, söz haklarındaki dağılımı geri almasını talep ediyorum. Yanlışı da
düzeltmeye davet ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
HASİP KAPLAN (Devamla) - Meclisi de bu
sözün arkasında durmaya davet ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lehte mi
konuştunuz aleyhte mi konuştunuz?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Aleyhte
konuştum.
BAŞKAN – Peki.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kendi önerim.
Bunu iptal edeceksiniz. Lehte konuşsam söz mü alırım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kayda geçmesi için söyledim.
Tamam, teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi var mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, buyurun.
Lehte, aleyhte Sayın Elitaş?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Lehinde
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir kanun tasarı veya teklifinin
görüşmelerinde kimlerin konuşacağıyla ilgili, nasıl müracaat edileceğiyle
ilgili bütün kararlar, bütün normlar İç Tüzük’te yazılı. Kanun tasarı ve
teklifi bastırılıp dağıtıldıktan sonra milletvekillerinin buna, Meclis
Başkanlığına müracaat etmeleri gerekir. Ama,
milletvekili…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tek, tek… Kendi
imzalarıyla.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Hayır.
Bakın, Sayın Kaplan, bilmediğiniz bir
konu var.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tek, tek… Kendi
imzasıyla, sahte imzayla değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Kendi
imzasıdır. Milletvekili arkadaşlarımızın imzaları kendi imzalarıdır. Hepsi kendi
imzalarıdır.
Sadece bütçe görüşmeleri sırasında…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Adli tıp
incelemesine var mısınız Sayın Elitaş?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Müsaade eder misiniz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Adli tıp
incelemesine var mısınız?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sadece bütçe
görüşmeleri sırasında Danışma Kurulu toplandığında şahsı adına söz alan
milletvekillerinin… Milletvekilleriyle danışmanların gitmesi
anında herhangi bir karşı karşıya gelme anlamı olmaması için milletvekilinin
şahsı bizzat müracaat edip başka milletvekilinin danışmanıyla gittiğinde
herhangi bir sürtüşmeye meydan vermemek adına Danışma Kurullarında alınan
kararlar gereğince sadece bütçe görüşmelerinde, belirli bir saatte, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanının görevlendireceği Başkanlık Divanı üyesinin
huzurunda milletvekilleri bizzat giderek müracaatlarını yaparlar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – İşte bizzat
gitmediler.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama en son
bütçe görüşmeleri sırasında, en son bütçe görüşmesinde yani bundan önceki bütçe
görüşmemiz sırasında da biz siyasi parti grupları olarak anlaştık. Dedik ki “Milletvekillerini sabah saat sekizde oraya toplamak
yerine, şahsı adına konuşmaları siyasi partiler olarak centilmenlik gereğince
şu konuda şahsı adına konuşma BDP’ye olsun, şu konuda CHP’ye olsun, şu konuda
da Milliyetçi Hareket Partisine veya diğer siyasi parti gruplarına olsun,
bağımsızlara da şu şekilde sözler olsun, paylaşalım.” diye bir centilmenlik
anlaşması çerçevesinde oldu. Bakın, diğer siyasi partilerin verdikleri
hak, AK PARTİ İktidarına mensup milletvekillerinin verdikleri önerge veya söz
talebi hak olmuyor; burada yaptığınız büyük bir haksızlık. Milletvekili
arkadaşlarımız…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Haksızlık
değil, ben iddia ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, sizin
de grubunuz çalışabilir, danışmanları müracaat edebilir, hangi kanun tasarı ve
teklifinin ne zaman bastırılıp dağıtıldığını anlayabilir,
ki Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi bunu sıkı sıkıya takip
ediyor, bu takip çerçevesinde de gidiyor, müracaatını yapıyor.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Elitaş,
ben farklı bir şey anlattım, anlamadınız herhâlde.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama burada
müracaat çerçevesinde beş dakikalık bir konuşmayı…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Beş dakika
değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …ki eğer
konuşma sürelerine bakarsanız, muhalefet partilerinin bütün konuşmalarını daha
fazla yaptıklarını görmüş olursunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Elitaş, İç
Tüzük’ü öyle biliyorum ki, bu maddede, her önergede istediğimiz kadar
konuşuruz; öyle değil. Ama ahlaklı olmak lazım, sahte imza
atmamak lazım, sahte başvuru yapmamak lazım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Milletvekili
arkadaşları burada sahtecilikle ifade etmeye çalışmak… Geçen dönemde de bir
grup başkan vekilimizin attığı imzayı “sahte bir imza” diye ifade etmiştiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Buyurun, adli
tıp incelemesi yapalım, davet ediyorum, 98 imza için adli tıp incelemesine
davet ediyorum. Ben burada özür dileyeceğim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Söz talebi…
Sayın Kamer Genç, lehte-aleyhte?
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Aleyhte, aleyhte.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hiç lehte
konuştuğu görülmüş mü?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hiç bu AKP’nin
lehinde konuşur muyum?
BAŞKAN – Aleyhte… (CHP sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi Mustafa Elitaş’ı dinledim burada.
Ben, Mustafa Bey, seni gayet iyi tanıyorum. Geçen dönem ben
burada bağımsızken arkadaşlar, AKP’liler evvela getiriyorlar, bütün
önergelerini veriyorlar, ondan sonra, söz haklarını kapatıyorlar, ben eğer
Genel Kurul Salonundaysam söz isteyen olunca hemen AKP’liler çıkıyordu, konuşuyordu
-herkes şahit buna- eğer ben Genel Kurul Salonunda değilsem söz isteyen yok;
bu, bir defa, bir sahtekârlık yani normal bir davranış tarzı değil. Tabii,
bu yalnız sizde değil, Meclisi yöneten yöneticilerde de var yani söz hakkı
varsa o zaman söz hakkını falanca kişiler istemiştir deyip ondan sonra onları
konuşturması lazım.
Ama şimdi sizin bir taktiğiniz var.
Şimdi, biraz önce Mustafa Bey burada diyor ki: “Efendim, muhalefetin yaptığı
konuşmalar iktidardan fazla.” Yahu, tabii ki, siz bir grupsunuz üç tane
muhalefet var. Yani İç Tüzük açık, her grubun her konuda bir konuşma hakkı var
ama 550 milletvekilinin de iki tane konuşma hakkı var ama hep bunu siz
kapatıyorsunuz. Ondan sonra, tabii kanunlar basılıp da matbaadan gittiği zaman
öteki grupların bazılarının hiç haberi olmuyor, hemen siz oraya kendi
elemanlarınızı gönderiyorsunuz, bütün herkesi kapatıyorsunuz. Niye böyle
korkuyorsunuz? Çünkü burada sizin yaptığınız yolsuzlukları, suistimalleri,
kanunsuzlukları dile getirdiğimiz için çok rahatsız oluyorsunuz. Benim size
tavsiyem şu: Yolsuzlukları, suistimalleri, talanları yapmayın, biz de çıkalım
sizi burada övelim.
Şimdi, bakın, Tayyip Erdoğan geçen gün
Almanya’da bir ödül aldı. Ödül almaya son anda gitmekten vazgeçti, ne dedi?
“Efendim, asker şehit edilmiş, ben onun için gitmiyorum.” E, peki, bak şimdi 8
tane askerimiz şehit oldu, 16’sı yaralı, ayrıca da Urfa Cezaevinde 13 tane
vatandaşımız yandı diri diri, niye o zaman seyahatini kesip de gelmiyor,
mademki böyle hakikaten içinde vatandaş sevgisi varsa, asker sevgisi varsa.
Başka bir yerde olsa, bırakın yani 10 kişilik, 5 kişilik vatandaşın ölmesini 2
tane vatandaşın haksız yere ölmesi veya öldürülmesi olayında bir vatan, millet,
vatandaş sevgisini taşıyan insanlar gelir onların o acılarını paylaşır.
Yani hep insanları kandırmak
peşindesiniz. Bari, hiç olmazsa, şu Türkiye Büyük
Millet Meclisinde halkın karşısına çıktığınız zaman dürüst konuşmasını bilin.
Ben biliyorum sizin ne kadar burada… Taa, umreye giden arkadaşlarınız burada oy
kullanmadı mı? Buna ne derler Mustafa Bey? Buna “sahtekârlık” demezler mi? Hem
umreye gideceksin hem Müslümanlık şartlarına -yani Müslüman’da bulunması
gereken doğruluğu, dürüstlüğü- uygun hareket etmeyeceksin, umredeyken burada oy
kullanıyorsunuz. Böyle bir şey olmaz ya, böyle bir şey olmaz. Böyle bir
davranış insanlık vasfıyla bağdaşmaz. Onun için, yani burada biz birbirimizi
iyi tanıyoruz. Burada yaptığımız…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Neyse…
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Başka söz talebi? Yok.
Sayın milletvekilleri, bir sıra sayısı
üzerinde şahsı adına dâhil olmak üzere, tümü ve maddeleri ile oyunun rengini
belirtmek amaçlı söz talepleri, sıra sayısının dağıtımından itibaren gerek
Genel Kurulda Divandaki kâtip üyeler gerek Kanunlar ve Kararlar Başkanlığındaki
görevlilerce tarih ve saat kaydıyla alınmaktadır. Temel kanun olarak
görüşülmesi kabul edilen işlerde ise bölümler üzerindeki söz talepleri, temel
kanun olma kararının Genel Kurulca karar verilmesinden itibaren alınmaktadır.
Söz taleplerinin bizzat milletvekilince getirilmesi zorunlu değildir.
Uygulamada milletvekillerinin taleplerinin Kanunlar ve Kararlar Başkanlığına
görevlilerce getirildiği görülmektedir. Bu sıra sayısında da, dağıtımıyla
birlikte, AK PARTİ, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi
milletvekilleri aynı anda şahsı adına söz talebinde bulunmuşlardır. Tasarının
temel kanun olarak görüşülmesinin kabulüyle de 2 milletvekilinin bölümler
üzerinde söz talebinde bulunduğu, daha sonra bu söz haklarını başka
milletvekiline devrettiği anlaşılmaktadır. Başkanlık adına görev yapan kamu
görevlileri, tarih ve saat kaydıyla, objektif olarak söz kaydı almaktadırlar.
Uygulamalar İç Tüzük hükümlerine uygun bir şekilde yapılmaktadır. Parti
gruplarının aralarında diyalog kurarak birbirlerine söz verdikleri de
görülmektedir.
Bilgilerinize sunulur.
Görüşümüzde bir değişiklik olmamıştır.
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279) (Devam)
BAŞKAN – Tasarının tümü üzerinde Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Hamza Dağ, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Dağ. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HAMZA DAĞ (İzmir)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 279 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları
Kurumu Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, 1 tanesi de Kütahya’dan hemşehrim olan,
bugün ahirete intikal ettirdiğimiz şehitleri rahmetle anıyor, ailelerine de
başsağlığı diliyor ve yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
İnsan hakları kavramının temelinde
elbette insan olgusu bulunmaktadır. Akıl taşıyan, düşünen ve aynı zamanda
psikolojik varlık olarak insanın, sırf insan olması nedeniyle doğuştan bazı
haklarının var olduğu savı insan hakları düşüncesinin başlangıcı olmuştur.
Genel olarak hak, bir kimsenin isteyebileceği, ileri sürebileceği ve
kullanabileceği bir durumu belirtir. İnsanların gereksinimlerini
karşılayacağını belirten devlet, onların doğuştan gelme bazı hak ve
özgürlükleri bulunduğunu ve koruyacağını söylemiştir. Hak ve özgürlüklerinin
güvende olduğunu gören insanlar da bazı sınırlamalara, bu güvence karşılığında,
toplumsal yaşam içerisinde rıza göstermişlerdir. Hak ve yetki olguları aslında
toplumsal düzenin temelinde vardır.
İnsan hakları, bütün insanların
yalnızca ve yalnızca insan olmalarından dolayı sahip olduğu hakları ifade eder.
Bu hakların temelinde insanın değerli bir varlık olduğu anlayışı yatar. 2001
yılında partimizin kurulduğu günden bu yana çok sık ifade ettiğimiz, Şeyh
Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” sözünün temelinde de bu anlayış
yatmaktadır. Devlet odaklı insan felsefesini değil, insan odaklı devlet
felsefesini baz alarak çıktığımız bu yolda insan
hakları karşısında hiçbir zaman devlet çıkarlarını ön planda tutmadık çünkü
bizim için aslolan insandır, devlet değildir. Halkının mutlu olmadığı, baskı
gördüğü bir devletin var oluşu bir anlam ifade etmemektedir.
İnsan haklarının bir kavram olarak
biçimlenmesi 18’inci yüzyıldan sonra başlamış olsa da aslında insan hakları
kavramı çok daha eskilere dayanmaktadır. Dünyada bugün gelinen noktada ise
artık insan hakları kavramı ulusal bir öge olmaktan çıkmış, uluslararası alana
taşınmıştır çünkü en üst varlık olan insanın rengi, dili, dini, ırkı ne olursa
olsun evrensel boyutta haklarının olduğu bugün tüm dünya tarafından kabul
edilmektedir. Bugün dünyanın neresinde bir insan hakkı ihlali yapılsa biz buna
göz yumamayız, sessiz kalamayız, aynen Suriye’de yaşanan insan hakları
ihlallerine sessiz kalmadığımız gibi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
AK PARTİ İktidarı döneminde ekonomi, eğitim, sağlık, ulaşım gibi birçok alanda
çok önemli icraatlar yapılmış, Türkiye koalisyon hükûmetleri zamanında
kaybettiği yılları geri kazanmıştır ama bunların hepsinden de önemlisi,
yıllardır hak ettiği demokratik ve insan haklarına bağlı bir devlet olabilme
yolunda çok önemli adımlar atmıştır. Demokratikleşme ve insan hakları alanında
köklü bir dönüşüm gerçekleştirilmiş, güçlü olanın haklı olduğu değil, haklı
olanın güçlü olduğu bir ülke olma yolunda önemli mesafeler katedilmiştir. Yeni,
sivil, demokratik ve insan odaklı bir anayasa yapma sözü vererek çıktığımız
2011 seçimleri sonuçlarının da halkımızın bu noktada bize olan inancının ve
güveninin en büyük göstergesi olduğunu açıkça ifade etmek istiyorum.
İktidarımız döneminde Bilgi Edinme Hakkı
Yasası çıkarılmış, temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvenceler artırılmış,
düşünce ve ifade özgürlüğünün alanı genişletilmiştir.
“İşkenceye sıfır tolerans” diyerek
başlattığımız çalışmayla cezaevlerinde, karakollarda sistematik olarak var olan
işkence bitirilmiş ve bu konuda uluslararası kuruluşlardan olumlu raporlar
alınmıştır.
Ender olarak yaşanan üzücü olayların
ise sonuna kadar üzerine gidilmiş ve bu sorumlulardan hesap sorulmuştur.
İşkenceyle mücadele hususunda her zamanki kararlılıkla, durmadan mücadele
etmeye devam edilecektir.
Güneydoğu’da yaşanan üzücü olayların
üzerine gidilmiş, olağanüstü hâl kaldırılmış ve 2002 sonrasında faili meçhul
olay yaşanmamıştır.
Geniş bir kültürel zenginliğe sahip
olan ülkemizde yıllarca yasaklanan farklı dil ve lehçelerde eğitim kurslarının
açılması, televizyon kanallarının açılması sağlanmıştır.
Demokratik açılımla birlikte,
konuşulamayan, tartışılamayan konular konuşulur, tartışılır ve çözüm aranır
hâle gelmiştir.
Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci
maddesinde değişikliğe gidilmiş ve bu anlamda birçok mağduriyet giderilmiş ve
bu konudaki 1.025 tane izin başvurusundan büyük çoğunluğuna onay verilmemiştir.
Hiçbir şüphe yok ki, Türkiye, bugün,
her alanda olduğu gibi, temel hak ve özgürlükler alanında da 2002’ye göre çok
daha iyi noktadadır. Tabii ki mevcut durum yeterli değildir. Sivil, demokratik,
insan odaklı, bireye ödevler yükleyen değil, haklarını garanti altına alan bir
anayasayla insan hakları sağlam bir zemine oturtulacak ve lider ülke olma
yolunda hiçbir engel kalmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
“Paris Prensipleri” olarak bilinen 20 Aralık 1993 tarihli Birleşmiş Milletler
Genel Kurul Kararı, insan haklarının geliştirilmesi ve korunması için kurulan
ulusal kuruluşların statüsüne ilişkin temel ilkeleri ortaya koymaktadır. Paris
Prensipleri ışığında hazırlanan bu tasarı tam anlamıyla Paris İlkeleri’ni
kapsamakta ve ülkemize yakışır bir kurum olma özelliğine sahip olmaktadır.
Tasarının detaylarına girmeden önce
kısaca Paris Prensipleri’ne değinmekte fayda mülahaza ediyorum. Ulusal
kurumların statüsüne ilişkin ilkeler ya da yaygın olarak bilinen adıyla “Paris
Prensipleri” ulusal insan hakları kurumlarının yetki ve sorumluluklarına
oluşum, bağımsızlık ve çoğulculuk güvencelerine, çalışma yöntemlerine ve
bunlara ek olarak yarı yargısal yetkilerle donatılmış kurumların statüsüne dair
standartları belirlemektedir. Anılan prensipler gereğince ulusal kurum, yasa
ile insan haklarının korunması ve geliştirilmesine ilişkin yetkilerle
donatılacaktır. Bu prensipler, kuruma, devletin insan hakları alanındaki
uluslararası yükümlülüklerinin uyumlaştırılması konularında hükûmet ve
Parlamento başta olmak üzere, yetkili tüm makamlara bunların isteği üzerine
veya resen tavsiyede bulunma ve görüş bildirme yetkisini sunmaktadır. Paris
Prensipleri, ulusal kurumların üyeleri belirlenirken toplumun ilgili tüm
kesimlerinin temsil edilebileceği çoğulcu bir yapı oluşturulmasına özen
gösterilmesine ve nitelik, nicelik açısından görevlerini sorunsuz bir şekilde
yerine getirebilecek derecede idari ve mali altyapıya sahip olmasına önem
vermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2009 yılında Meclise sunulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı, o
dönem Anayasa Komisyonuna gönderilmiş ve tasarı ile ilgili bir alt komisyon
kurularak çalışmalara başlanılmıştır. Anayasa Komisyonunda çok önemli
değişiklikler yapılarak Komisyonun raporunu verdiği tasarı o dönem
görüşülememiş ve kadük kalmıştır. Bu dönemde, 5 Mart
2012 tarihinde tekrar Meclise gönderilen tasarı İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonuna esas komisyon olarak havale edilmiştir. İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonunun görüştüğü ilk tasarı olma özelliğini taşımakta olan bu tasarı, alt
komisyon çalışmalarıyla birlikte yaklaşık üç aylık bir çalışmanın sonucunda son
hâlini alarak Genel Kurulumuza gelmiştir. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun
bünyesinde kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Alt Komisyonu iki aya
yakın bir süre çalışmalarda bulunmuştur. Alt komisyon olarak dernekleri,
vakıfları, akademisyenleri, baroları, üniversitelerin insan hakları
merkezlerini, uluslararası kuruluşları, bu konudaki akil kişileri, kısacası bu
konuda söz söyleyecek “Sözüm var.” diyen herkesi sözünün son kelimesine kadar
dinlemiş, önerilerini almış ve tasarıya katkı koyabilmelerini sağlamıştır.
11 madde olarak komisyonumuza gelen
tasarı, alt komisyonumuzda ve üst komisyonumuzda yapılan çalışmalar ve gelen
önerilerin değerlendirilmesiyle birlikte 24 maddeye çıkarılmış, gelen tasarıyla
birlikte değerlendirildiğinde yaklaşık 30’a yakın değişiklik yapılmıştır. Sivil
toplumun bu konudaki eleştirilerinin yoğunlaştığı alan ve muhalefetin
eleştirilerinin yoğunlaştığı alan üye seçimi, seçim kriterleri,
kurul oluşumu, üyelik teminatı, ilişkili olduğu kurum ve Paris Prensipleri ile
uyumlu olup olmadığı noktasındadır.
Tasarıda yer alan “On bir üyeyi
Bakanlar Kurulu seçer.” ibaresi alt komisyonumuzda ve daha sonra üst
komisyonumuzda değiştirilmiştir. Yapılan değişiklik ile
kurulun üyelerinin 7’si insan hakları alanında temayüz etmiş kişiler arasından
Bakanlar Kurulunca atanır; 2 üye ise insan hakları alanında temayüz etmiş
kişiler arasından Cumhurbaşkanınca atanır; 1 üye insan hakları alanında çalışma
yapmış akademisyenler arasından Yükseköğretim Kurulunca seçilir; 1 üye ise bu
alanda çalışmalarda bulunan, en az on yıllık avukatlık yapmış avukatlar
arasından baro başkanlarının seçimiyle belirlenir. Böylelikle, üyelik
seçiminde çoğulculuk sağlanmış, dinlediğimiz STK’ların özellikle “Kimin seçtiği
değil, kimin seçildiği önemlidir.” noktası önemli görülmüş ve insan hakları
alanında temayüz etmiş kişilerin seçilmesine önem verilmiştir.
Ayrıca, tasarıda en çok eleştirilen bir
diğer konu olan “Kurulun Başkanını ve İkinci Başkanını Bakanlar Kurulu seçer.”
ibaresi değiştirilmiş, Kurulun Başkanını ve İkinci Başkanını Kurulun seçme
imkânı getirilmiştir. STK’ların “Bütün üyeleri ve başkanı Bakanlar Kurulu
belirlerse bu kurum siyasi baskı altında kalır.” görüşüyle savunduğu bu öneri
dikkate alınmış ve Kurulun bağımsız bir yapı içerisinde çalışabilmesi için gerekli
değişiklikler yapılmıştır.
Burada, biraz önce, muhalefet
partisinden arkadaşlarımız da Kurul konusunda, Kurum konusunda seçimle alakalı
bazı eleştiriler getirdiler. Avrupa’dan, özellikle demokrasinin ön planda
olduğu söylenen ülkelerden birkaç örnek vererek bu konulara cevap vermek
istiyorum.
İngiltere’de, bütün üyeler ve başkan,
bakan tarafından atanmaktadır. Kurumun bütçesi bakan tarafından
belirlenmektedir. Bizim tasarımızda, Kurumun bütçesi bizzat Meclis tarafından
verilmektedir. Bu, ICC tarafından Paris Prensipleri ile tam uyumlu olarak kabul
edilmiştir.
Fransa’da, bütün üyeler ve başkan,
bırakın bakanlar kurulunu, bizzat başbakan tarafından atanmaktadır ve
başbakanın Fransa’daki yapısının da bizim Başbakanlık yapımız gibi olmadığını
hepimiz biliyoruz. Kurumun bütçesi, başbakanlık bütçesi içinde yer almaktadır.
Meclis tarafından başbakanlığa bir bütçe veriliyor ve başbakanlık bu bütçeyi
kurula veriyor. Bizse bizzat Meclis tarafından bütçeyi Kurula ayırıyoruz ve bu
da yine ICC tarafından Paris Prensipleri’yle tam uyumlu kabul edilmektedir.
Bunun örnekleri çok daha, Avustralya’da, Norveç’te artırılabilmektedir.
Bizim tasarımızda ise dört ayrı kurum
tarafından üyeler atanmaktadır. Başkan ve ikinci başkan, Kurulun kendisi
tarafından belirlenmektedir. Bütçe, özel bütçeli olarak ifade edilmektedir.
Mevcut kurumların çok daha ilerisinde bu kurumun kurulacağını açıkça ifade
etmek istiyorum. Bu tasarının Paris Prensipleri’ni karşıladığı noktasında
ufacık bir şüphemiz dahi bulunmamaktadır. Ayrıca, üyelerin sık sık baskı
altında kalabilecekleri düşüncesiyle kamuda en üst teminat düzeyi olan hâkimlik
teminatı da Kurul üyelerine sağlanmıştır. Bu da şu şekildedir: Kurul üyelerinin
hiçbir şekilde görevlerine son verilemez. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
suçüstü hâlleri dışında yakalanamaz, aranamaz ve sorguya çekilemezler. İnsan
hakları alanında çalışma yapan ve rapor hazırlayacak olan bu Kurulun en üst
düzeyde teminat altına alınması, iktidarımızın bu konudaki yaklaşımını ve
düşüncesini en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Hâkimlerle ilgili teminat
nasılsa Kurul üyeleri konusundaki teminat aynıdır. Hâkimlerin atanmasının ne
şekilde olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunlar, yargı bağımsız ve yargının bağımsız
olduğunu söylüyorsak bu teminat sayesindedir. Kurul üyelerinin dört yıl boyunca
görev yapacağı teminat altına alınmış ve ağır ceza suçu dışında
yakalanamayacağı, gözaltına alınamayacağı da hüküm altına alınmıştır. Çünkü biz
bu tasarıyla kurulacak olan Kurumun Paris Prensipleri ışığında, gerçek anlamda
bağımsız, çoğulcu, demokratik ve sivil inisiyatif
alabilmesini önemsedik. Çok şükür ki bugün de burada bu tasarıyı gönül
rahatlığıyla savunuyor ve yasalaşması için uğraş veriyoruz.
Bir diğer eleştirisi konusu, Kurumun
Başbakanlıkla ilişkilendirilmesi meselesidir. Bu noktada idare hukukumuzda üç
tür yöntem bulunmaktadır: Bir, bağlı; iki, ilgili; üç, ilişkili. Biz en zayıf
bağlılık olan “ilişkili” ibaresine önem verdik ve onu kullandık.
Geçen hafta Mecliste Kamu Denetçiliği
Kurumu görüşülürken muhalefetten kamu denetçiliğiyle ilgili benzer eleştiriler
gelmişti, Kamu Denetçiliği Kurumunun Meclisle ilişkilendirilmesi ve üyelerin
Meclis tarafından seçilmesi eleştiri konusu olmuştu. Buraya dikkatinizi çekmek
istiyorum, aynen ifadeler şöyledir, kamu denetçiliğiyle ilgili söylenen
ifadeler: “Ne için yaptınız? Temel hak ve özgürlükleri korumak için. Kimi
denetliyorsunuz? İdareyi. Ne zaman, ne yapıyorsunuz? İdarenin başındaki bakanı
denetliyorsunuz. Kime denetletiyorsunuz? Gene o çoğunluğun seçtiği adama veya
kişiye.”
Kamu Denetçiliği için Meclisin
seçmesini eleştiren zihniyet, bugün de burada Türkiye İnsan Hakları Kurumu için
Başbakanın ve diğer yönetim mekanizmasındaki Cumhurbaşkanımızın, YÖK’ün
seçmesini eleştirmektedir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi de, yürütme de siyasi
bir kurumdur. Siyaset mekanizmasının yapmış olduğu seçim sonuna kadar meşrudur.
Biz akil adamların veya statükocuların seçimine
karşıyız ama siyasi kurum olan hem Meclis hem yürütme her zaman bu tarzda
kurumlara seçim yapabilecektir, yapabilmelidir.
Burada “Meclis seçsin ve 2/3 çoğunluk
aransın.” yaklaşımı gerçekten doğru değildir. 2/3 çoğunluk aradığınız takdirde
en ufak bir anlaşmazlıkta dahi kriz çıkabilmektedir. Örneğin, 2007 yılında
yaşadığımız Cumhurbaşkanı seçiminin üçüncü turunda 2/3 çoğunluk aranmamasına
rağmen, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar ülkeyi krize sürüklemiştir.
Biz Kamu Denetçiliğiyle eğer Türkiye
İnsan Hakları Kurumunu aynı noktada Meclisle ilişkilendirirsek, birinci
sıkıntımız görev ve yetki noktasındaki uyuşmazlık olacaktır. Her ikisi de insan
hakları konusunda yetkilidir ve Meclisle ilişkilendirildiği takdirde ileride
görev ve yetki noktasında sıkıntı çıkacaktır. Biz on yıldır bu ülkeyi
yönetiyoruz ve on yıldır kurumların ne şekilde kurulacağını çok iyi biliyoruz
ama bu ülkeyi altmış yıldır yönetemeyen veyahut da bir daha yöneteceği mümkün
olmayan, şimdiye kadar yönetmemiş olanlar kurumların kurulması konusunda
tecrübe sahibi olamayabilirler. Bu konuda biz tecrübe sahibiyiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – On yıldır Türkiye’yi nasıl yönettiğiniz
ortada zaten.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ara seçimle mi
geldin?
HAMZA DAĞ (Devamla) - Bu tasarının
yasalaşmasıyla birlikte, Türkiye gerçek anlamda Paris Prensipleri’ne uyumlu,
şeffaf, özgürlükçü, sivil toplum kuruluşlarının temsil edildiği…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ara seçimle mi
geldin?
HAMZA DAĞ (Devamla) - …insan haklarının
doğrudan temayüz ettiği, 2023 vizyonuna yakışır bir
kuruma sahip olacaktır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Tanıyamadım
ben seni, ara seçimle mi geldin?
HAMZA DAĞ (Devamla) - 279 sıra sayılı Türkiye
İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nın milletimize hayırlı olmasını temenni
eder, Genel Kurulu saygıyla selamlarım.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Çıkaramadım,
herhâlde ara seçimle geldin.
HAMZA DAĞ (Devamla) - Eğer ki Muharrem
Bey o sözü bana söylemişseniz, bir milletvekiline hakaret ettiğinizin farkında
olmanızı temenni ediyorum. Ara seçim falan da bu ülkede yapılmadı.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hakaret değil.
HAMZA DAĞ (Devamla) - Ben 12 Haziran
seçimlerinde 85 bin kişinin oyunu alarak bu Meclise geldim ve 12 Haziran
seçimlerinden beri bu Meclisteyim. Levent Bey de bizi gayet iyi bir şekilde
tanır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hakaret değil,
espri o.
HAMZA DAĞ (Devamla) - Hepinizi tekrar
saygıyla selamlıyor, yüce Meclisimizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ama, bak, insicamın bozuldu.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Tasarının tümü üzerinde şahsı adına söz
isteyen Zeynep Karahan Uslu, Şanlıurfa Milletvekili.
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyor, Hakkâri’de şehit
olan kardeşlerimize ve tüm şehitlerimize rahmet diliyor, yaralı askerlerimize
acil şifa dileyerek yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şüphesiz ki insan haklarını korumak ve
geliştirmek devletlerin temel görevleri ve sorumlulukları arasındadır. Ancak
dünya ölçeğinde de bugün gündemimizde olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi
ulusal nitelikli kurumların oluşturulmasına ancak 90’lı yıllardan sonra
başlanabilmiştir ve bu uygulamalar Birleşmiş Milletler eliyle teşvik edilmekte
olup Birleşmiş Milletlerin 29/12/1993 tarihindeki
Genel Kurulunda kabul ettiği 48/134 sayılı Karar’la teşvik edilmiştir ve bu tür
mevcut kurumlarını güçlendirmeye, olmadığı takdirde de böyle kurumlar kurmaya
davet eden Birleşmiş Milletlerin anılan kararının ekinde, Paris Prensipleri
olarak da bilinen, ulusal insan hakları kurumlarının statülerine ilişkin
ilkeler yer almaktadır. Ancak, hâlen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yüzde
30’unda, yani sekiz üye ülkede dahi ICC akreditasyonlu insan hakları kurumu
yoktur. Diğer bir ifadeyle, AK PARTİ Hükûmetinin insanı merkeze alan hak
temelli siyaset kavrayışının yansımalarından biri olarak insan haklarının en
üst düzeyde korunması ve geliştirilmesi hedefine hizmet edecek, ülkedeki
demokratik dönüşümü güçlendirecek yeni bir kurumsal yapılanmayı birçok ülkeden
önce oluşturma inisiyatifinin sergilenmesi de gurur
vericidir.
Bu arada söz gelmişken, Paris
Prensipleri’nin ulusal insan hakları kurumları oluşturulurken ülkelerin
uygulayacağı belirli modelleri içermediği, ortaya konan genel ilkeler
doğrultusunda ülkelerin kendi ihtiyaç ve özelliklerine en uygun yapılanmayı seçmesinin
her devletin hakkı olduğunu kabul ettiği de ifade edilmelidir.
Bu bağlamda, görüşmekte olduğumuz kanun
tasarısı çerçevesinde kurulacak kurumun bağımsızlığının ve etkinliğinin en üst
düzeyde sağlandığı da belirtilmelidir. Kuruma devlet tüzel kişiliğinden
bağımsız, ayrı, özgün bir kamu tüzel kişiliği tanınmış, kamu tüzel kişiliğinin
daha da güçlendirilmesi adına da idari ve mali özerklik sağlanmıştır. Keza,
Türkiye İnsan Hakları Kurumunun özel bütçeli bir yapı şeklinde
teşkilatlandırılması dünya ve Avrupa Birliği üye ülkelerindeki uygulamalarla da
uyumludur.
Türkiye
İnsan Hakları Kurumu şüphesiz ki idare hukukunun ilke ve esaslarına göre,
herhangi bir bakanlık veya Başbakanlık ile mutlak suretle ilişkili olmak
durumundadır, ancak bu noktada dahi Kurumun, en zayıf bağı ifade eden “ilişkili
bir kurum” olarak Başbakanlığa bağlı tanımlanmış olması, Kurumun etkinliğinin
ve özgürce çalışma yapabilme imkânının en üst düzeyde sağlanması adına
önemlidir. Keza, kurum gelirlerinin esasının genel
bütçeden tahsis edilecek ödeneklerle oluşturulması, bu durumda kurumun
kendisine tahsis edilen gelirlerin harcanmasında da takdir ve yetkiye sahip
olması da aynı özgürlükçü bakışın mali boyuttaki yansımasıdır.
Yetkilendirme açısından kurulun görevi
esnasında bir suçun işlenildiğini öğrenmesi hâlinde genel hükümlere göre işlem
yapabilmesi için gerekli gördüğünde cumhuriyet savcılarına ihbar ve şikâyette
bulunabilmesine imkân tanınmıştır. Ayrıca vatandaşlarımızın kuruma bireysel
başvuru yapabilmesi hak arayışları adına görev alanını genişletici bir
yaklaşımdır. Yani bu yapı insan haklarının korunması anlamında işkence ve kötü
muamele başta olmak üzere, ihlalleri önleme, mücadele etme, bu amaca hizmet
eden eğitimleri yürütme, gelişmeleri değerlendirme olarak ifade edebileceğimiz
konularda proaktif bir yaklaşım sergilerken toplumdan gelecek tüm hak
ihlallerine yönelik reaksiyonları değerlendirip gereğini yapma sorumluluğuyla
da donanmıştır.
Kurul üyelerinin seçilme biçiminde de
sosyal paydaşların sürece katkı vermesinin önü açılmış, alanda uzmanlık
vazgeçilmez bir unsur olarak açıkça tanımlanmış, barolar, Bakanlar Kurulu, YÖK,
Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla üye yapısının çoklu kanallar üzerinden
biçimlenmesine imkân tanınmıştır. Kurum mensuplarının görevlerini hiçbir
tedirginlik yaşamadan yürütebilmeleri için hâkim ve savcıların bağımsızlığı ve
teminatına yönelik mevzuatımızda bulunan düzenlemenin bir benzeri kurul
üyelerinin tümü için sağlanmıştır. Kurum bünyesinde görev yapacak olan İnsan
Hakları Kurulu başta kamu kurumları olmak üzere tüm insan hakları ihlallerini
bu yöndeki iddialar doğrultusunda inceleyecek ve kurumun hazırladığı raporlar
kurumlarca bilirkişi raporu olarak kabul edilecektir. Yani konuyla ilgili tüm
kamu kurumlarının artık bir insan hakları karnesi olacaktır ve bu karne
kamuoyuyla da paylaşılmak suretiyle şeffaflık ilkesi anlamında, bu anlamda da
ileri bir düzeye erişilecektir.
İnsan hakları kuruluşunu müteakip
geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa Cezaevinde yaşanan elim hadiseyle bir kez daha
gündeme gelen cezaevlerindeki şartların değerlendirilmesinden koruma altındaki
bireylerin yaşam koşullarının değerlendirilmesine değin geniş bir yelpazede de
çalışmalar sürdürülecektir. Keza bu trajik hadisede hayatını kaybedenlere ve
acılı ailelerine de başsağlığı ve rahmet diliyor, bu kurumun, bir daha asla
böyle acıların en ufak boyutta dahi meydana gelmemesi için AK PARTİ Hükûmetinin
konuya yönelik samimi sahiplenişinin yansımalarından biri olarak
değerlendirilmesi gerekliliğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum. Keza kurumun,
sivil toplum kuruluşlarıyla düzenli istişarelerden hak ihlallerinin
giderilmesine yönelik kampanya ve programlar yürütmeye değin geniş bir yelpaze
üzerinde iş birliği modelleri oluşturma sorumluluğuyla donatılmış olması da
ayrıca önemlidir, böylelikle katılımcı bir çalışma üslubu da teminat altına
alınmıştır.
Ancak burada asıl göz önüne alınması
gereken, Türkiye'nin demokratikleşme anlamında yaşadığı büyük değişimdir. Bu
ülkede insan hakları konusunda son on yılda sessiz devrim olarak nitelenebilecek
bir dizi hukuk reformu AK PARTİ Hükûmetinin inisiyatifiyle
bir bir gerçekleştirilmiştir.
Pek çok düzenlemenin yanı sıra,
gelişmiş demokrasilerde insan hakları alanında gerek şart olarak öngörülen dört
ana kurumsal mekanizmadan biri olan Kamu Denetçiliği Kurumu yasal zemine
kavuşturulmuştur. Diğer insan hakları ulusal kurumu ve ulusal önleme
mekanizması yapıları bu tasarının kabulüyle ihdas edilecektir. Bir diğeri olan eşitlik kurumunu oluşturmak adına ayrımcılıkla
mücadele ve eşitlik kurulu kanununa yönelik çalışmalar da sürmektedir ve
elbette bu sürece somut katkı sunacak olan yapılarla da yetinilmemekte, örneğin
kolluk şikâyet sisteminin daha etkili ve hızlı işlemesini sağlamak; saydamlığı,
güvenilirliği geliştirmek adına kolluk gözetim komisyonunun kuruluşuna yönelik
tasarı da yasalaşmak üzere Parlamentomuzun gündemindedir.
Bu ve benzeri gelişmeler yaşanırken
aslında pek çok paralel süreç birlikte yürütülmekte; çok kültürlü, çok
etnisiteli, çok dilli bir Türkiye adına kültürel haklar alanında da güzel
şeyler olmaktadır. İşte, bakın, yıllarca bu topraklarda
sadece Kürtçe şarkı dinledi diye vatandaşına suç işledi muamelesi yapan ceberut
devletten, eğitim kurumlarında talep doğrultusunda bu ülkede konuşulan ve bu
ülkenin zenginliği olan tüm dillerin öğrenilebildiği bir anlayışa işte tam da
böyle geçilmektedir ve insan odaklı siyaset, halkına hizmetkâr, garson devlet
anlayışı, işte bu bütüncül anlayış çerçevesinde hâkim kılınmaktadır.
Türkiye'nin, AK PARTİ hükûmetleriyle
birlikte stratejik vizyonunu dönüştürmesi, vatandaş
odaklı siyaseti sonuna kadar sahiplenmeye devam edecek bir ülke olduğunu
vurgulayarak istikrarlı, kendi toplumuyla, toplumunun talepleriyle,
değerleriyle -beklentileriyle değil, onlarla çatışarak değil- hedef birliği
yaparak ilerleyen Türkiye'nin demokrasiye yolculuğu güçlenecek, güçlenerek
sürecek; çok kültürlü, çok sesli, çok dilli bir Türkiye’de insan hakları
yeryüzünün en barışçıl silahı olacak ve bizi silahlar değil, barış koruyacak
diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Çok
dillilikten kastınız ne?
BAŞKAN – Tasarının tümü üzerinde, İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün söz istemişlerdir.
Buyurun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) –
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 279 sıra sayılı Türkiye İnsan
Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu
üzerinde Komisyon adına söz aldım. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekillerimiz, burada,
benden önce, konuşmacı arkadaşlarımız birçok konuya değindiler. Öncelikle bu
kanunun buraya gelmesinde emeği geçen alt komisyon Başkan ve üyelerimize,
komisyon üyelerimize, Hükûmetimize ve Değerli Bakanımıza gerçekten teşekkür
ediyoruz.
Bu kanunun buraya gelmesi gelmemesinden
çok daha hayırlıdır. İlk kez böyle bir kurum kuracağız. Dolayısıyla, bu kurumun
kurulmuş olması, eksiğiyle gediğiyle gerçekten önemli bir konu. Kanun’un amacı,
insan haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla bir kurum kurmaktır. Bir
kurum kuruyoruz. Yeni bir kurum, yeni bir oluşum. İnsan haklarını koruyacak ve
geliştirecek; temel amaç, felsefe budur.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de, insan
hakları konusunda önemli gelişmeler olmuştur özellikle kurumsallaşma açısından.
Bunu bu Meclis yapmıştır, katkı sağlamıştır. Daha geçen hafta bu Mecliste Kamu
Denetçiliği Kurumu yasalaşmış ve inşallah en kısa süre içerisinde görevine
başlayacaktır.
Yine Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru hakkı tanınmıştır. 23 Eylül 2012’de devreye girecek ve o da
insanlarımız açısından bir kapı olarak ortaya çıkacaktır.
Bugün burada, yine çok önemsediğimiz
İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nı görüşüyoruz. İnşallah sizin katkılarınızla
birlikte ve oylarınızla kanunlaşacak ve hayata geçecektir.
Yine bir başka kanun tasarımız, kolluk
gözetim komisyonu ve bir diğeri de ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurumu da
inşallah en kısa zamanda Meclisimizde görüşülecektir.
Dolayısıyla haziran ayı, insan hakları
açısından çok önemli bir ay olarak değerlendirilebilir. İnsan hakları açısından
yeniden hamle yapıldığı bir dönem olarak algılanabilir, kabul edilebilir.
Değerli arkadaşlar, insan hakları
alanında kurulan bu kurumları üçlü sacayağı şeklinde de tanımlayabiliriz. Yargı
kararlarını denetlemek üzere, yargı sistemi içerisinde bireysel başvuru sistemi
kurulmuştur. Yargının kararlarını denetleyecektir. Çok önemsediğimiz bir
kurumdur. Anayasa değişikliğiyle bu kazanım elde edilmiştir. Meclis bünyesinde,
yasamanın içerisinde Meclise bağlı Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur
geçtiğimiz hafta. Şimdi ise idare ve yürütmeyle –tırnak içerisinde söylüyorum-
ilişkili İnsan Hakları Kurumu kurulmaktadır. Yani bu şekilde böylece, insan
hakları alanında üçlü bir sacayağı; yargı içerisinde, yasama içerisinde ve
yürütmeyle de ilişkili bir yapı tamamlanmış olmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, “Böyle bir sistem veya böyle bir kurum kurmaya ne zaman ihtiyaç
duyulmuştur, nereden çıkmıştır bu fikir?” diye bakacak olursak, İkinci Dünya
Savaşı sırasında, gerçekten, çok ağır insan hakkı ihlalleri yaşanmıştır, ondan
sonra birçok yapılar kurulmuş -uluslararası yapılar, Birleşmiş Milletler,
Avrupa Konseyi vesaire- bunların da önerileriyle devletler, kendileri
içerisinde, ulusal insan hakları kurumlarının kurulması teşvik edilmiş, tavsiye
edilmiş ve o, 1945’ten sonra da birçok devlette bu insan hakları kurumları
kurulmuştur. Ancak, maalesef bizim ülkemizde bu
husus belki de biraz geç kalmıştır ama “Geç olsun, iyi olsun, temiz olsun.”
derler. İnşallah, bu kurum kurularak bu gecikmişliği de ortadan kaldıracaktır.
Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletler
bu süreçleri desteklerken aslında, motamot “Şöyle bir kurum kuracaksınız, şöyle
yapacaksınız.” diye herhangi bir dayatmada bulunmamıştır devletlere ancak 1993
yılında bazı ilkeler benimsemiştir. “Bu kurumlar şöyle şöyle ilkelere bağlı
kalırlarsa iyi olur.” şeklinde birtakım prensipler belirlemiştir. İşte, bu
prensiplerin adına da “Paris Prensipleri” denmiştir.
Bu prensiplere baktığımızda -yani,
eleştiriler oldu biraz önce, saygı duyuyoruz, bunlardan da istifade ediyoruz
ama- gerçekten bizim kurduğumuz bu yapı Paris Prensipleri’yle uyumlu mu yoksa
çelişiyor mu, buna hep birlikte bir göz atalım. Bakın, bu Paris Prensipleri’nin
1’inci ilkesi “Ulusal insan hakları kurumları kanunla kurulur.” demektedir.
İşte, bugün bizim burada yaptığımız iş, bir kanun çıkarmak, bu kurumun bir
kanuni dayanağını teşkil ettirmek. Yoksa bir yönetmelikle, bir genelgeyle belki
kurulabilirdi ama bu yeterli güvenceler temin edilmemiş olurdu. O bakımdan, tam
da Paris Prensipleri’ne uygun bir iş yapıyoruz bugün burada. “Mümkün olduğunca geniş görev ve yetkilere
sahip olmalı bu Kurum.” diyor. Bu kanunu incelediğimizde, 4’üncü maddesinde
görev ve yetkiler sayılmış. Gerçekten burada çok fazla görevler verilmiş ama
“Hayır, şu da eksik kaldı.” denirse bunlar da ilave edilebilir. Burada insan
hakları ihlaliyle mücadele, bireysel başvuru hakkı, birtakım sempozyumlar
düzenleme, her şey konmuş ama eksik bir şey kalırsa görev ve yetkiler içerisine
bunlar da konulabilir.
Bir başka prensip, diyor ki: “Kendi
bütçesi, personeli ve tesisi olmalı.” Şimdi, bakın, bu kanun diyor ki: “Kamu
tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip özel bütçeli İnsan Hakları
Kurumu kurulmaktadır.” Tam da Paris Prensipleri’nin istediği şekilde; özel
bütçesi var, kendi personelini kendisi atıyor. Komisyonumuzda yaptığımız bir
değişiklikle 60’tı personel sayısı, dedik: “Yetmeyebilir, 75 olsun.” Mukayese
olsun diye söylüyorum arkadaşlar, ben şu anda İnsan Hakları Komisyonunda 7 tane
uzmanla çalışıyorum, 75 tane personeli olacak bu Kurumun. O bakımdan, bu açıdan
baktığımızda da gerçekten Paris Prensipleri’ne uygun olduğunu düşünüyorum.
İnsan hakları alanında faaliyet gösteren siyasi, sosyal ve sivil oluşumlarla
etkin bir iletişim içinde olmalı ya da bunların kurumda çoğulcu temsiline imkân
tanınmalı. Komisyondaki arkadaşlar bilirler, bu tasarı ilk geldiğinde tüm
üyeleri Bakanlar Kurulu tarafından atanıyordu, hatta başkan ve başkan vekilini
de Bakanlar Kurulu tayin ediyordu. Ancak bunun çoğulculuk ilkesine aykırı
düşebileceği ortaya atıldı, Sayın Bakanımız da gerçekten katkı sağladı ve
üyelerin seçimi farklı tabanlara yayıldı; işte 1 üyeyi barolar seçecek, 1 üyeyi
YÖK seçecek, 2 üyeyi Sayın Cumhurbaşkanımız seçecek vesaire.
Bunun dışında, başka teminatlar kondu,
“Aman ha, bu İnsan Hakları Kurumu görev yaparken buna kimse talimat vermesin.”
dendi, üyelere hâkimlik teminatı getirildi. Bakın, bürokrasiye bakın, en fazla
teminatla mahsur olan kesimdir hâkimler. Dolayısıyla bu kadar teminat var, para
var, bütçe var, bina var; e, o zaman “çalışılsın” deriz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangi hâkim
teminatı söyler misiniz?
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Bakın, şu koltukları değerli kılan
sizlersiniz, sizler bir şey ürettiğiniz için bu koltuklar değerli. O bakımdan,
bu kadar güvenceden sonra elbette kuruldan mutlaka bizim iş isteme hakkımız
var.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sıkıysa bir tane
Tayyip Bey’in aleyhine karar versin bakalım.
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Buna ek olarak “Bireysel başvuruya
bakabilir.” diyor. Bakın, bunu ihtiyari bir prensip olarak koymuş ama biz
gelmişiz burada “İnsan Hakları Kurumu bireysel başvurulara da bakacak, gerektiğinde
burada bir ihlal varsa suç duyurusunda bulunacak, raporlayacak, bunu kamuoyuna
duyuracak.” demişiz. Yani Paris Prensipleri’nin ihtiyari olarak düzenlediği bir
konuyu dahi buraya bir mecburiyet olarak koymuşuz. O bakımdan, gerçekten bu
kanunun Paris Prensipleri’yle uyumlu olduğunu düşünüyorum.
Bakın, şimdi, bu konuya, aslında belki
de fazlaca mı önem veriyoruz bu Paris Prensipleri’ne? Çünkü bakın, mesela
Fransa’da bütün bu üyelerin tamamını, başkanını, vesaire başbakan atıyor.
Fransa’da başbakanın konumunu bilirsiniz, yani neredeyse bakan düzeyindedir.
Ama Fransa’nın bu insan hakları kurulu Paris Prensipleri yönünden (A) notu
almış. Yine İngiltere’de bütün üyeleri bir bakan atıyor. Oraya baktığımızda da
“Paris Prensipleri’ne tam uyumlu.” diyor. Şimdi, dolayısıyla bu Paris
Prensipleri meselesine çok fazla takılırsak, sadece bir ilkeye bağlarsak
hakikaten yanılabiliriz.
Değerli arkadaşlar, bu kanun tasarısı
aslında 23’üncü Dönemde Meclisimize geldi, o zaman -Sayın Başkanım karşımda-
Anayasa Komisyonunda birlikte ele almıştık ancak sonra, 24’üncü Dönemde bu
kanun tasarısı İnsan Hakları Komisyonuna sevk edildi. Yani belki merak
edersiniz, ne oldu da 23’üncü Dönemde Anayasa Komisyonu baktı, 24’üncü Dönemde
İnsan Hakları Komisyonuna geldi? Değerli arkadaşlar, bakın, İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu 1990 yılında kurulmuş ama tek kanatlı bir uçak gibi
kurulmuş, yani sadece denetim yetkisi var fakat yasama yetkisiyle
yetkilendirilmemiş. İşte bu yıl başında yaptığımız bir
değişiklikle -yine sizlerin oylarıyla geçti bu Meclisten, teşekkür ediyorum-
Komisyonumuz gerçekten güçlenmiştir, Komisyonumuz bir esas komisyon yetkisi
kazanmıştır ve kanunlara bakabilme imkânı kazanmıştır. O bakımdan işte bu kanun
Sayın Meclis Başkanımızın da takdiriyle Komisyonumuza sevk edilmiş ve
Komisyonumuzca ele alınmıştır. Bu Komisyonumuzda ciddi çalışmalar yapıldı, Alt
Komisyon Başkanımıza ve üyelerine teşekkür ediyorum, birçok sivil toplum
örgütünü dinlediler, birçok kişiyi dinlediler ve onlardan aldıkları önerilerle
de birlikte bu kanun 11 madde iken 24 maddeye çıkarıldı, teşmil edildi. Esas
yönünden de birçok değişiklik yapıldı.
Bakın, biraz önce bahsedildi, Kurul
üyelerine hâkimlik teminatı Komisyonda getirilmiştir, “Kurul üyeleri rahat
çalışsınlar, kimseden emir, talimat almasın.” diye bir hâkimlik teminatı
getirilmiştir. Seçimle alakalı, daha önce de anlatmıştım, “11 üyenin tamamını
Bakanlar Kurulu atar.” derken ama şimdi çoğulculuk adına bu üyeler
çeşitlendirilmiştir. Sivil toplumu da dinledik, sivil topluma dedik ki: “Bir öneriniz
varsa bize bir sunun. Hatta sizin kendi aranızda seçebileceğiniz bir yöntem
varsa bunu getirin.” Ama bize en sonunda şunu söylediler, dediler ki: “Bizim
bir üst çatı kuruluşumuz yok, dolayısıyla bizim böyle bir seçim yapma imkânımız
ve kabiliyetimiz yok.” O bakımdan biz farklı yöntemlerle bu seçimi
çeşitlendirdik ama bunun yanı sıra orada sivil toplum örgütlerine üye
önerebilme imkânı getirdik.
Yine, burada üyelerin insan hakları
alanında temayüz etmiş kişiler arasından seçileceği hükmü getirildi yani
“Rastgele sokaktan bir adam seçilmesin, avukatlar arasından seçilirken on
yıllığını doldursun.” ve yine “İnsan hakları alanında çalışma yapsın.” diye
hükümler getirildi. O bakımdan bu çoğulculuğun da, çeşitliliğin de sağlandığı
kanaatindeyiz.
Yine, Başkan ve üyeleri bizzat Kurul
seçecek, Kurulun kendi içerisinden çıkacak. İlk tasarıda bu direkt Başkanı ve
Başkan Vekilini Bakanlar Kurulu atıyordu ancak işte şimdiki bizim
düzenlememizde ise Kurul Başkan, Başkan Vekili ve üyelerini kendisi seçecek.
Şöyle bir şey de geldi: “Efendim,
Meclis seçse olmaz mı?” Olabilir, belki düşünülebilir ama bunun önünde engeller
var. Bakın, daha önce “RTÜK üyelerini Meclis seçsin.” diye bir kanun tasarısı
çıkmıştı buradan ancak Anayasa Mahkemesi dedi ki: “Anayasa’da Meclisin
görevleri arasında açıkça sayılmayan bir yetkiyi veremezsiniz.” “Efendim,
anayasa çalışmaları var, bunu koyabiliriz.” dersiniz belki ama biz, şu anda
önümüze gelmiş bir kanundan bahsediyoruz.
Bir başka açıyı da biraz önce
söylemiştim. Üçlü sacayağını düşündüğümüzde, zaten Meclisle bire bir çalışacak
olan Kamu Denetçiliği Kanun Tasarısı çıkmıştır. Dolayısıyla, bu Kamu
Denetçiliği Tasarısı Meclisle bağlantılıdır ama İnsan Hakları Kurumu ise
Hükûmetle veya yürütmeyle sadece -tırnak içerisinde söylüyorum- ilişkili bir
durumdur.
“Efendim, tamamen bağımsız yapalım,
devlete bağlı olmasın, şu olmasın...” Olabilir; Ertuğrul Bey bunu söyledi ama o
zaman bir dernek olur. Bakın, 75 tane personel, bina, cari giderler,
incelemeler… Böyle bir şeyi kim karşılayacak? O zaman zaten dernekler var.
Bu, diğer Avrupa ülkelerinde de zaten
bir devlet içerisinde, bir ulusal kurum olarak düşünülmüş ve tasarlanmış.
Avrupa’daki örneklerinde üç tür görev yapıyorlar. Bir tanesi Hükûmete
danışmanlık yapıyor; bir görevi. Bir tanesi -enstitüsü gibi çalışanlar kısmı
var- enstitü gibi çalışıyor; işte panel yapıyor, yayın çıkartıyor. Bir de
bireysel başvuruları alan kurumlar var. Avrupa’ya baktığımızda bunların bir
tanesi tarafından yetkilendirilmiş olabilir, ikisini de yapabilen kurumlar var.
Biz ise hem bireysel başvuruları alsın hem de bir enstitü gibi çalışsın
düşündük.
“Efendim, Hükûmete danışmanlık
maddesini ve yetkisini niye vermedik?” İşte, tam da onu verseydik, diyecektiler
ki bu sefer: “Bakın, gördünüz mü Hükûmet bana danışacakmış veya işte Hükûmete
danışmanlık yapacakmış.” Hükûmetle bire bir bağlantılı itirazlar o zaman
yoğunlaşacaktı. O bakımdan, bunu buraya bilinçli olarak koymadık değerli
arkadaşlar.
Şimdi, tabii alt komisyonda birçok
değişiklikler yapıldı ama belki psikolojik bir etkisi olsun diye dedik ki:
“İnsan Hakları Kurumu, bu kuruluş, en son 23 Eylül 2012’de kurulur ve
çalışmalarına başlar.” Bu neyi size hatırlatıyor? Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkının artık devreye girmesi. Yani
istedik ki hem İnsan Hakları Kurumu hem de Anayasa Mahkemesi aynı anda insan
hakkı ihlallerini inceleyebilsin. Bunun da böyle bir psikolojik etkisi olsun.
Değerli arkadaşlar, bakın, İnsan
Hakları Kurumunu şöyle zihninizde bir hayal edin, merkeze oturttuğunuzda
aslında birçok kurumla ilişkisi var. Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ilişkisini
kurduk alt komisyonda. Bu kurum, ihtiyaç duyulduğunda yılda en az 1 kez İnsan
Hakları Komisyonuna gelip bilgi verecek, en az 1 kez. Ama ihtiyaç olur, 2 kez,
3 kez olabilir, her ay olabilir. Bu şekilde böyle Meclisle bağlantısı kurulmuş
oldu.
Yine, üyelerinden 7 tanesini de
Bakanlar Kurulu atıyor ve bu şekilde Bakanlar Kuruluyla, Hükûmetle bir
bağlantısı kuruldu. Üyelerden 2 tanesini Sayın Cumhurbaşkanımız atayacak. Bu
şekilde, Cumhurbaşkanlığının da bu kurumla bir bağlantısı olsun. Orada neler
oluyor, gerçekten insan hakkı ihlallerinin üzerine gidilebiliyor mu
denetleyebilsin, gözetebilsin, orada bir bilgi alsın, bir bilgi alışverişinde
bulunulsun. Bu sağlandı.
Yine, üniversitelerle ilgisi sağlandı.
Dedik ki: “1 üye, Yükseköğretim Kurulu tarafından, efendim, bu alanda
çalışmalar yapmış ve hukuk ve siyasal dallarında çalışmalar yapmış üniversite
hocaları arasından atanır.” Bakın, bir ilmiye sınıfıyla bir bağlantı kurduk.
Yine, barolarla, Barolar Birliğiyle bir
bağlantı kurduk. Dedik ki: “1 üyeyi de, mesleğinde on yıllık süreyi doldurmuş,
yine kendi alanında, insan hakları alanında çalışmalar yapmış kişiler arasından
bir atama yapılır.” Böylece avukatlarla, hukukçularla, Barolar Birliğiyle,
barolarla bir irtibatı kuruldu.
Sivil toplumla irtibatı kuruldu. Daha
önceden, sadece kurula üye olmak isteyenler kendileri müracaat ediyorlardı ama
öyle biri vardır ki müracaat etmek istemeyebilir. Dedik ki: “Sivil toplum
örgütleri; dernekler, sendikalar herhangi birini önerebilsin, bu şekilde bu
insanı da seçin diye önersin.” Bu getirildi. Yine, bu Kurumun, bu sivil toplum
örgütleriyle ortak çalışmalar yapma imkânı getirildi.
Değerli arkadaşlar, eleştirilebilir.
Yani insan hakları dernekleri veya insan hakları sivil toplum örgütleri
başlangıçta “Neden fazla bizimle diyalog kurulmadı, yeterince diyalog
kurulmadı?” diye bir tepkisellikleri vardı ama Komisyonda bunları tamamen
görüştük, kendilerinin bütün görüşlerini aldık. Yani bu kanunun geriye
çekilmesi, tekrar görüşülmesi, iki yıldır… Dolayısıyla bu kanunun geriye
çekilmesinden ziyade, işte, burada, bence görüşülmesinde fayda vardır. Paris
Prensipleri’ne uyumlu bir kanun tasarısıdır.
Dolayısıyla, ben, memleketimize,
milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Katkı veren arkadaşlara da şimdiden
teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerinde Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi en derin sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Bugün ülkemizde demokrasi ve insan
hakları alanında önemli bir tasarıyı görüşüyoruz. İlk defa ülkemizde kanunla
“İnsan Hakları Kurumu” diye bir kurum kuruluyor. Ben de bu tasarı üzerinde
Hükûmetimiz adına söz almış bulunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tabii, insan hakları, çağdaş, siyasal ve toplumsal düzenlerin en ayırt edici
vasfı ve meşruiyet kriteri hâline gelmiştir bugün.
Uluslararası alanda da toplumları, ülkeleri, devletleri değerlendirirken en
önemli kriterlerden birisidir. Demokrasi konusunda en
önemli, dikkat edilecek hususlardan birisidir. Daha doğrusu, modern dünyayla
konuşmanın, iş birliğinin bir anlamda yeni dili insan haklarıdır.
Biz AK PARTİ hükûmetleri olarak, parti
olarak, hükûmetler olarak kurulduğumuz günden bugüne en temel hassasiyetimiz bu
olmuştur. Bunu bilerek söylüyorum. Partimizin kuruluşundan ve hükûmet oluşundan
beri içinde olan birisi olarak ve özellikle bu boyutunda stratejik katkıyı en
fazla vermeye çalışanlardan birisi olarak bunu söylüyorum. Yani
hükûmetlerimizin en önemli hassasiyetidir. Hatta bu konuda, demokratikleşme ve
insan hakları konusunda ta 58’inci Hükûmet kurulduğunda -şöyle bakılırsa- hemen
Avrupa Birliği sürecinin hızlı başlatılması falan… Ha, “biz demokratikleşme
adımlarımızı daha hızlı atalım, Avrupa Birliği rüzgârını da arkamıza alalım”
şeklindeki değerlendirmelerle de irtibatlıdır. Dolayısıyla genel manada AK
PARTİ dönemi tabii, bir demokratikleşme dönemidir.
Sayın Halaçoğlu konuşmasının ilk
kısmında çok güzel ifadelerde bulundu, tarihimizle ilgili değerlendirmeler…
Kendisine çok teşekkür ederim. Yani aslında insan hakları bizim medeniyetimizin
özüdür, kendi öz medeniyetimizdir. Burada birkaç defa da atıfta bulunuldu Şeyh
Edebali’ye. Tabii, o kavramları farklı söyleyebiliriz. “Yaşat ki, yücelt ki”
anlamları vardır. “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin” falan ama özü şudur:
Kendisinin hem damadı hem müridi Osman Bey’e, -Osmanlı imparatorluğunun kurucu
ismi, ecdadımız- diyor ki: “Evladım, -yeni bey olmuş, yeni yönetici olmuş.
İmparatorluğun ilk günleri, ilk yılları- dikkat et.” O vasiyetname muhteşem bir
şeydir. “İnsana değer ver önce. İnsana değer ver, insan memnun olmazsa devlet
güçlü olmaz. Önce insan memnun olacak, mutlu olacak. Onun devlete ve yönetime
güveni artacak ve o zaman sen daha güçlü olursun.” Demek
istediği bu. Ve bizim medeniyetimize, şöyle geçmişimize bakarsak
medeniyetimizin özü bu değerli arkadaşlar.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Söylediğinizin tam tersi bir tablo var. Yazık!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Ve inanın, biz kendi hükûmetlerimiz döneminde, beğenilir,
beğenilmez, yetersizlikler vardır, bu bir süreçtir, insan hakları,
demokratikleşme konusu bir süreçtir, daima en iyileri vardır ama hep bunun
iyisinin arayışında olduk ve burada mümkün olabildiğince bunun altyapısını
kurmaya, yasalarını çıkarmaya çalıştık. Ben şimdi onlara girmeyeceğim, son on
yılda yapılan şeyleri burada sıralayacak değilim ama bunu pek çoğumuz zaten
biliyoruz.
Bu haziran ayının, Parlamentomuzun bu
yasama yılının bitmek üzere olduğu şu günlerinde de doğrusu Meclisimizde, yüce
Mecliste insan haklarıyla ilgili önemli kurumların kurulması, önemli yasaların
görüşülmesi çok sevindiricidir. Biz de bunu Hükûmet olarak arzu ettik. İşte,
geçen hafta ombudsmanlık, kamu denetçiliği yüce
Mecliste görüşüldü, kabul edildi. Hatırlanırsa, onu 2005 yılında
yasalaştırmıştık ama bir önceki Cumhurbaşkanı veto etti, Anayasa Mahkemesi de
“Anayasa’da Meclise böyle bir görev verilmemiştir.” diye bir gerekçeyle iptal
etti. Ve dolayısıyla, 12 Eylül 2010’da Anayasa değişikliğinde ombudsmanlık anayasal kuruluş hâline getirildi ve şimdi de
kanunu çıkmış oldu.
Şimdi İnsan Hakları Kurumu inşallah
Meclisten bu vesileyle çıkmış olursa, yüce Meclis kabul ederse, peşinden kolluk
gözetim mekanizması gelecek. O da çok önemli doğrusu, özellikle kollukla
vatandaş ilişkisinde yeni bir mekanizma getiriyoruz. Ben İçişleri Bakanlığım
döneminde onu hazırlatmıştım ama Meclise geldi, kadük
oldu; şimdi tekrar geldi, herhâlde Kurula gelecek.
Bir de tabii, 3’üncü ve 4’üncü yargı
paketlerini çok önemli görüyoruz. Yani 3’üncü yargı paketi özellikle, bir an
önce tabii, Genel Kurulun gündeminde… Böylece insan haklarıyla ilgili -orada da
insan haklarıyla ilgili çok boyut vardır- önemli tasarılar bugünlerde
görüşülmüş oluyor.
Değerli milletvekilleri, gruplar adına
konuşan arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum, şahsı adına konuşan arkadaşımıza
ve Komisyon Başkanımıza, bu tasarının çok önemli boyutlarını esasen açıkladılar
ama ben de birkaç hususa yine değinmek istiyorum.
Tabii, bu tasarıyı değerlendirirken
insafla bakmak lazım yani burada söylenecek, bu konuda, olumlu-olumsuz pek çok
şey olabilir ama iyi bir değerlendirme, dikkatli bir değerlendirme yapıldığında
bu, gerçekten, ülkemizde ileri bir adımdır insan haklarıyla ilgili. Yani sadece
Birleşmiş Milletlerin Paris İlkeleri’ni karşılama anlamında değil, bir kurum
kuruyoruz. Yani böyle bir kurumun ismi bile bu alanda tabii, Türkiye'nin
hassasiyetlerini ifade ediyor. Yani “hep ve hiç” değerlendirmesi yerine şöyle
bakalım: Burada olumlu, iyi şeyler var, başka şeyler de olabilir miydi? Mesela
ne olabilirdi? İşte, Meclis…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Urfa
Cezaevinde 13 tane insan yanmazdı mesela.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Meclis işte seçsin, Meclis… Hatta bir milletvekilimiz dedi ki:
“Milletvekillerimizden korkuyorsunuz, Meclise seçtirmiyorsunuz.” Değerli
Milletvekilimiz Tanrıkulu’nun bu konularda çalışması var, insan haklarıyla ilgili
güzel bir kitabı var, ben çok değer veririm ama bunu açıkladık komisyonda
da.
Değerli arkadaşlar, Meclis bizim için
önemli. Meclis, millet. Millet, burada temsil ediliyor. Yani bizim Hükûmet ve
parti olarak en önemli hassasiyetimiz milletin rehberliği ve Meclisin iradesi.
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) –
Yapmayın ya!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –Onun için
mi temel kanun olarak getiriyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Biz her konuyu Meclise getirmeye çok önem veriyoruz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Öyleyse
niye kanun hükmünde kararnamelerle yönetiyorsunuz ülkeyi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Şimdi, bu konuda da…
ALİ SERİNDAĞ (İstanbul) – Meclis
AKP’nin...
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – …biz düşünebilirdik ve yine düşünebiliriz ama biraz önce Komisyon
Başkanımız Ayhan Bey de ifade etti, ombudsmanlıkla
ilgili konuyu ben tekrar hatırlatıyorum, Burhan Hocam da burada, çok iyi
biliyorlar: Meclise ancak Anayasa’yla görev verebilirsiniz, kanunla görev
veremezsiniz. Yani kanunla Meclis kendi kendine görev veremez. Bu konuda
Anayasa’da Meclise bir görev verilmemiş. Ha, yeni anayasa yapılıyor, verelim,
bu görevi de oraya verelim yeni anayasada ve seçsin.
Ben biraz önce ombudsmanlığı
örnek verdim. Ombudsmanlığı 2005 yılında biz kanunlaştırdık, bu Meclisten
çıktı, gitti. O zamanki Cumhurbaşkanı “Bu Anayasa’da ombudsman
atamak gibi, seçmek gibi bir görev verilmemiş Meclise.” dedi ve Anayasa
Mahkemesine gönderdi, Anayasa Mahkemesi de iptal etti. Ondan sonra işte
anayasal kurum hâline getirdik.
Dolayısıyla, biz, inanın samimiyetle
bunu ifade ederiz daima Hükûmet olarak, parti olarak, bu konuların hepsinin
esas çözüm yeri Meclis olsun, karar yeri Meclis. Çünkü
demokrasinin özü bu. Buna açığız, buradan da ifade ediyorum, bütün
partilerimiz bilsin, biz de o konuda rahatça şey yaparız. Yani bu kurumla
ilgili istenirse Anayasa Uzlaşma Komisyonunda gündeme getirilebilir ve bu
Meclise seçimi verilebilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu kurum bağımsız, özerk, özel bütçeli bir kurum. Bu kavramlar “özel bütçeli”
falan, Meclisimiz biliyor; bütçe hakkı olan Meclisimiz, bütçeyi yapan
Meclisimiz, yani özel bütçeli… Tabii, idari sistemde çok özel ifadelerdir
bunlar. Doğrusu, bu konuda idarenin içinde olup, genel bütçeden kaynak alıp
yine de en bağımsız bir kurum nasıl olursa onu gerçekleştirmeye çalıştık. Bu,
tabii, 2010’da Meclise gelmişti, sonra kadük oldu,
yeniden getirdik. Yeniden aynen getirmemizin sebebi, belki üzerinde biraz
çalışılabilirdi ama gecikiyordu, alt komisyonda biz de Hükûmet olarak katkı
verdik, bu çok değiştirildi zaten, yani bizim 2010’da Meclise gelen tasarıdan
epey değiştirildi.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz bağımsız
kurumları bile bağımlı hâle getirdiniz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, bunun da yürürlük tarihini
23 Eylül olarak koyuyoruz, sebebi de şu: 23 Eylül, Türkiye’de bir anlamda insan
haklarıyla ilgili yeni bir tarihin de başlangıcı. Yani Anayasa Mahkememiz ilk
bireysel başvuruları 23 Eylülden itibaren almaya başlayacak. Biliyorsunuz, 12
Eylül 2010’daki Anayasa değişikliğiyle bizim artık bir insan hakları mahkememiz
var…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başvuru
ücretli mi Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – …yani Anayasa Mahkemesi, insan hakları mahkemesi hâline geldi ve
iki yıl süre almıştı…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başvuru kaç
para?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – …şimdi o iki yıllık süre bitiyor ve Anayasa Mahkemesi eylül ayında
bireysel başvuruları almaya başlayacak.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine gidilmemesi için, önünü kesmek için koydunuz o
kuralı, bunlar onun için yapıldı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – İnsan hakları mahkemesi görevini görecek ve bizim tam da o tarihte
insan hakları kurumumuz da işlemeye başlayacak, ombudsmanlık
da kurulmuş olacak.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – AİHM’in
önünü kesmek için getirdiniz sadece o kuralı, hak dağıtmak için, adalet
dağıtmak için değil. AİHM’e başvuruları engellemek için yaptınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – İnşallah, bu konu, büyük bir mekanizma olarak ülkemizde yürümüş
olacak.
Değerli milletvekillerimiz, tabii, o
insan hakları mahkemesi özelliğini çok önemli görmek lazım yani sizler de
biliyorsunuz, bizim o konuda uluslararası alanda sorunlarımız var. Bu manada, onu, doğrusu, önemli görmek lazım.
Şimdi, burada, eleştirilen bir husus
var, ona ben özellikle bu sürem içinde açıklık getirmek istiyorum. Bakın,
burada, ombudsmanı Meclis seçiyor…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ama nitelikli
çoğunlukla seçmiyor Sayın Bakan; iktidar seçiyor aslında, iktidar.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – …ama ona paralel bir de yeni bir kurum kuruyoruz. Bu, değişik
kurumlardan geliyor. Burada, biraz önce ifade ettim, Meclise bu görevi
veremiyoruz ama burada, işte, Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanlığı, YÖK, Barolar
Birliği gibi kurumlara veriyoruz.
Değerli arkadaşlar, şunu ifade edeyim:
Tabii, Türkiye’de, belki ülkemizin özelliği, samimiyetle bunu söylüyorum… Biraz
önce Ayhan Bey ifade etti, “İnsan Hakları Kurumunun üyelerini ilgili bakan
atıyor.” dedi “İngiltere’de, Fransa’da da başbakan tek imzayla, Bakanlar Kurulu
değil.”
MAHMUT TANAL (İstanbul) – İngiltere’de
bakan değil, parlamento atıyor, doğru bilgi değil.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Doğru bilgi, ben de tespit ettim onu.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Parlamento
atıyor, doğru bilgi değil o, bakan değil.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii, bütün ülke örnekleri de incelendi.
Ha, Türkiye'nin durumu belki farklıdır. İşte, üyeler nereden atanırsa biz bir
anlamda değerlendirmeyi biraz ona göre yapıyoruz, atanma şekline ve atandığı
yere göre. Hâlbuki işin aslı şu: Ben de RTÜK bana bağlıyken o zaman
çalışmıştım. Baktım, Avrupa’nın birçok ülkesinde RTÜK benzeri kuruluşların
üyelerini iletişim bakanları atıyor.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Nasıl bağlı?
Bağımsız değil mi? RTÜK nasıl size bağlı? Siz onu itiraf ediyorsunuz, size
bağlı olduğunu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla)
- Şimdi, önemli olan, ilkeler ve atanan kişilerin nitelikleri ve çalışması.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; bakın, biz şöyle bir Hükûmetiz: Kendimizi aldatmak için bu
kurumları kurmuyoruz.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Milleti
aldatmak için kuruyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) - Biz, insan hakları alanında daha mesafe almak için bu kurumları
kuruyoruz. Eğer siz bir yere, emrinizdeki, bir genel müdürlük veya bir
yönetime, bırakın ilişkili kuruluşa, bu ilişkili, bağlı kuruluşa bile o işi iyi
yapmayan, o ilkelere göre çalışmayan, verimli olmayan, ehil olmayan birini
getirirseniz kendinizi başarısız yaparsınız. Bu, kendinizi aldatmaktır. Yani
biz böyle bir Hükûmet değiliz, biz başarılı olmak istiyoruz. Biz çalıştığımız
alanda iyi işler yapmak istiyoruz. Yani emaneti ehline vermezsen başarısız
olursun; bu, belirgin bir ölçü.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ama
beceremiyorsunuz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Şimdi, burada diyoruz ki: “İnsan hakları alanında temayüz etmiş
kişiler…” Bakın, uluslararası kurumlarla görüştük, sivil toplum kuruluşlarıyla
görüştük.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Kim tayin
edecek Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) - Bu alanda sivil toplum kuruluşlarıyla, insan haklarıyla ilgili çalışan
bizim temel altı-yedi derneğimiz vardır, hepsiyle benim irtibatlarım çok
iyidir, hepsiyle de görüştük.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Kime göre
temayüz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) - Göreceksiniz, burası Türkiye için çok önemli bir insan hakları
koruma mekanizması olacak, bundan emin olabilirsiniz. O konuda biz elimizden
gelenin hepsini yapacağız.
Sonra, arkadaşlarım ifade ettiler,
“ilişkili” kamuda en zayıf irtibatı ifade eder. Bağlı, ilgili değil, ilişkili.
Bunun, sadece, işte Mecliste bütçesini bir bakanın savunması gerekiyor falan,
onun dışında da Başbakanlıkla hiçbir şeyi yoktur ilişkili kuruluşların.
Bizde ilişkili kuruluş örnekleri üst
kurullardır. İlgili kuruluşlar vardır, diyelim ki TRT ilgili kuruluştur,
ilişkili kuruluşlar BDDK gibi falan üst kurullardır. Bunların yönetimle,
idareyle o manada hiçbir bağları yoktur. Biz o bağımsızlığı… Bir de, buranın
üyelerine, tabii, neredeyse bağımsız hâkimlik güvencesi veriliyor.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Hâkimlerde
güvence kaldı mı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) - O manada, doğrusu bunun verimli bir kuruluş olacağına inanıyorum ve
İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun da asli komisyon olarak yüce Mecliste ilk
defa kendiyle ilgili, kendisiyle ilgili bir kurumun da böylece tasarısını
kanunlaştırdığı, çalıştığı bir çalışma oluyor bu. İnsan Hakları İnceleme
Komisyonumuz için de bu hayırlı olsun diyorum.
Bu kurul yılda bir defa en az, bu
Komisyona da, İnsan Hakları Komisyonuna da bilgi verecek ve yılda 3 defa, insan
haklarıyla ilgili çalışan sivil toplum kuruluşlarıyla toplantı yapacak. Burada
o mekanizmaların hepsini yürüteceğiz, bundan emin olunsun. Biz burada doğrusu
bütün o alanıyla ilgili görüşmeleri, irtibatları sağlayacağız.
Burası, tabii, bir yargı mekanizması
değil. Yargı var, bizim yargımız var.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Hangi
yargı Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Ombudsmanlık başvuruyu alıyor. O kendi…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Özel yetkili
mahkemeler insan haklarını ihlal ediyor Sayın Bakan. Onu nasıl
açıklayacaksınız?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Burada ise önleyici fonksiyonunu biz daha öne alıyoruz, önleyici…
Bakın, insan hakları bilincini,
duyarlılığını artırmak için eğitim ve bilinçlendirme faaliyetlerini yürütecek,
projeler hazırlayacak, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası
kuruluşlar, kamu kurumlarıyla iş birliği yapacak, iletişim zemini oluşturacak…
Yani toplumsal çoğulculuğun temsilinde önemli bir hizmet alanı olacağına
inanıyorum ben.
Burada ayrıca şunu da ifade etmek
isterim: Bizim özellikle bu konularda hem yasalarımız var hem uluslararası
sözleşmeler var imzaladığımız; başta Birleşmiş Milletlerin İşkenceyi Önleme
Sözleşmesi gibi falan. Bütün bunların uygulama alanını da denetleyecek ve
uluslararası veya ulusal değerlendirme raporlarında buranın görüşü alınacak,
katkı verecek yani Türkiye raporu çıkaracak.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biz doğrusu bütün bu özellikleriyle katkınızı istiyoruz yani Meclisimizin buna
başka katkıları olursa seviniriz.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) –
Önergelerimize katkı verirseniz biz de size katkı veririz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) - Burada hepimizin amacı insan hakları alanında daha fazla mesafe
almak…
Bazen de şöyle tartışmalar oluyor:
“Ombudsmanlık var, İnsan Hakları Kurumuna ne gerek var?” İşte, belki şu
günlerde önünüze gelecek, “Kolluk gözetim mekanizmasına ne ihtiyaç var?” gibi.
Türkiye gibi ülkelerde, ben şuna inanıyorum, bu tür mekanizmaların farklı
farklı olmasında hiçbir sakınca yok, yani hepsi biraz daha denetim sağlarsa
fayda olur. Onun için, bunların alanları içinde bazen çakışmalar olabilecek.
Yani ombudsmanlık sadece başvuru alacak, burası
başvuru almayacak.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Çatışma
olmaz, bir kişi karar veriyor, çatışma olmaz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Devamla) – Şahit olduğu her şeyin üzerine gidecek burası. Onun için, burada
hiçbir sorun olmaz, endişe edilmesin. Yani bu tür kurumlar kendi arasında da
paylaşarak, inşallah ülkemizde insan hakları alanındaki bilinci ve uygulamayı
geliştirmede katkı verirler diyorum.
Destekleriniz için çok teşekkür ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerinde şahsı adına söz
isteyen Malik Ecder Özdemir, Sivas Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, Hakkâri’de
hayatını kaybeden şehitlerimize Tanrı’dan rahmet diliyorum, ulusumuza
başsağlığı diliyorum.
Değerli arkadaşlar, Parlamentonun
içinde bulunduğu tabloyu daha önceki arkadaşlarımız anlattılar. Boş masalarda
insan haklarını konuşuyoruz. Biraz önce Sayın Başbakan Yardımcısını dinledik,
AKP’den çok Değerli Milletvekili Arkadaşımız Sayın Zeynep Karahan’ı dinlerken,
içimden şöyle bir duygu geçti: Keşke, Zeynep Hanım’ı, elinden tutup, dün
Komisyon Başkanımızla birlikte gittiğimiz Şanlıurfa Cezaevine bir kere
götürebilseydim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Memleketine…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Orada
canı yanan insanları, 13 insanın kendisini diri diri nasıl yaktığını,
dışarıdaki ailelerin, annelerin feryadını bir kere duymuş olabilseydiniz diye
düşünüyorum.
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Bu
feryatları sizden daha iyi duyuyoruz, gereğini yapıyoruz, yapmaya da çaba
gösteriyoruz. Siz söylediğiniz için değil, böyle…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Keşke,
Sayın Milletvekilim, iki hafta önce gittiğimiz Mardin Cezaevine sizi
götürebilmiş olsaydım da Mardin Cezaevindeki dramı gözünüzle görebilseydiniz.
Eğer vicdanınız varsa gelip o zaman bu kürsüden bu kadar rahatlıkla
konuşamazdınız.
Değerli milletvekilleri, Mardin
Cezaevinde 20 kişilik koğuşlarda 62 kadın kalıyor.
Sayın Milletvekili, 20 kişilik koğuşta
60 kadın kalıyor!
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Bir
yıl içinde Urfa’da iki yeni cezaevi daha hizmete girecek, önce bunu bilin.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) - Dicle
Üniversitesinden tutulmuş, getirilmiş kız öğrenciler var, ev kadınları var,
altmış beş-yetmiş yaşının üstünde…
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) –
Gereğini yaptığımızı itiraf edin, ondan sonra konuşun.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) - …5
kadın Mardin Cezaevindeydiler ve oradaki tutuklu 5 kadın, yasa dışı terör
örgütü üyesi olmak iddiasıyla yargılanıyorlar.
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Yani
siz sadece konuşuyorsunuz ama biz iş üretiyoruz, çözüm üretiyoruz çünkü biz
gerçekten acı hissediyoruz, dilimizle değil, kalbimizle, aklımızla.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) - Sayın
Milletvekili, Türkiye'nin tablosunu anlatmak istiyorum, bir hanımefendi
nezaketiyle dinlemeni rica ediyorum.
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Biz
dinliyoruz ama siz gerçeği anlatmıyorsunuz, gerçekleri çarpıtıyorsunuz, güneşi
balçıkla sıvamaya çalışıyorsunuz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) -
Türkiye'nin tablosu senin anlattığın gibi değil, Sayın Başbakan Yardımcısının
anlattığı gibi değil. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde her
şeyi konuşabiliriz, enflasyon değerlerini konuşabiliriz, hayat pahalılığını
konuşabiliriz, yoksulluğu tartışabiliriz. Kendi pencerenizden baktığınızda
haklı olduğunuz tablo olabilir ama bu iktidarın insan hakları konusunda
konuşmaya hakkı yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – En
fazla bu iktidarın var.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) - Eğer bu
ülkede siz, biz, sokaktaki insan “Telefonum dinleniyor.” diye korkuyorsak, eğer
bu ülkede yaşayan her yurttaş, yarın hangi davanın sanığı olacağından
korkuyorsa, isimsiz ihbar mektubu, gizli tanık ifadeleriyle yarın mahkeme
huzuruna çıkacağından korkuyorsa, bu ülkede adaletten, hukuktan bahsetmenin
olanağı yoktur. Zaman zaman geçmişte hepimiz adaletsizliğe uğramış olabiliriz,
karakollarda kötü muamele görmüş olabiliriz, devlet dairelerinde haksızlığa
uğramış olabiliriz ama içimizde bir duygu vardı “Mahkemeye gidersem adalet
yerini bulur ve hak ettiğimizi alırız.” diyorduk.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Siz
diyordunuz, biz demiyorduk.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) - Bugün,
sizin yarattığınız bu tabloda adalete güven kalmamıştır. Devlet, adalet
dağıtmaktan uzak, tam tersine, adaletsizlik dağıtan bir organ hâline gelmiştir.
Bu tablodan övünmeniz değil, utanmanız gerekiyor. Bu ülkede, ilk önce, broşür dağıtan
öğrencileri “Parasız eğitim istiyoruz.” diyen öğrencileri terör örgütü üyesi
yaptınız, ev kadınlarını yaptınız. Mardin Cezaevinde yetmiş yaşındaki Cemile
Yaşar’ı terör örgütünün yöneticisi yaptınız. Yetmedi, eski kuvvet komutanları
yasa dışı terör örgütünün üyesi yapıldı, eski Genelkurmay Başkanı yasa dışı
terör örgütünün üyesi yapıldı. Allah’tan korkun, böyle bir anlayış, böyle bir
mantık Türkiye’de almış başını gidiyorken hiçbir sağduyulu insanın çıkıp bu
kürsüde insan haklarından, demokrasiden, ileri demokrasiden söz etmeye hakkı ve
haddi yoktur.
İktidara geldiğiniz dönemlerde
cezaevlerinde toplam 49 bin tutuklu ve hükümlü vardı, şimdi 138 bin kişi oldu.
Rakamı düzeltiyorsunuz, en son çıkardığınız şartlı salıvermeyle cezaevlerindeki
rakamlar şu anda 126 bin.
Sayın Milletvekili, dün, 13 tane
çocuğun öldüğü koğuşa girdik, hâlâ yangın yeri, tütüyor orası. 3 kişi için
kurulmuş bir koğuşta, önce 6 kişi, şimdi 18 kişi kalıyor. Bu nasıl insan hakkı?
Bu nasıl demokrasi?
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Ya 2
tane yeni cezaevi yapıyoruz, nasıl bu fenomeni isnat
edersiniz?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Bu
nasıl anlayış?
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – 2
tane yeni cezaevi yapıyoruz sorunu çözmek için.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Cezaevi
yapmayın, şartları düzeltin.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Bu
tabloyu siz yarattınız, siz!
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) –
İhalesi yapıldı, 2013’te hizmete girecek.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bu ülkeyi kim
yönetiyor, kim?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Bu
ülkeyi yöneten sizsiniz Sayın Başbakan Yardımcısı...
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – Böyle
bir iradeyi nasıl göz ardı edersiniz?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın
Milletvekili, Türkiye’yi kim yönetiyor?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Başka
konularda konuşabilirsin ama insan hakları konusunda…
BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – AKP’nin
konuşmaya hakkı yoktur.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Allah o
cezaevlerini size de nasip etsin!
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) – 2
tane modern cezaevi yapıyoruz biri Urfa’da, biri Siverek’te.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ya neyi
savunuyorsunuz? Hayret ya!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Ve özel
yetkili mahkemeler, Türkiye’de, sizi eleştiren “Gözünüzün üstünde kaşınız var.”
diyen herkesi potansiyel suçlu ilan etti.
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) –
Sadece çamur atmak için konuşuyor, konuşuyor ve konuşuyorsunuz!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Ya bu kadar
rahatsa Cenabıallah size de nasip etsin inşallah! Ne yapalım yani.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Şimdi,
Komisyon Başkanımız burada. Sayın Milletvekili, ben, geçen dönem de İnsan
Hakları Komisyonu üyesiydim. Bugüne kadar 30 tane cezaevi gezdik. 30 tane
cezaevi gezdik, gittiğimiz her cezaevinde, kapasitenin 3 katı tutuklu ve
hükümlü var. Pozantı Cezaevini 2010 yılında ziyaret etmişiz. Sadece ben ziyaret
etmedim, AKP’li milletvekilleriyle beraber ziyaret ettik. “O koğuşlarda cinsel
taciz, her türlü kötü muamele olabilir.” dedik, dikkate almadınız. Ne zaman ki
orada çocuklara tecavüz kamuoyunda patladı, apar topar bu cezaevini kapattınız.
Sayın Adalet Bakanı burada olsa
soracağım: Van M Tipi Cezaevine gitmişiz. 20-21 Nisan 2009 tarihinde, AKP’li
milletvekilleriyle beraber gittik. Burada yazıyor: “Koğuşlar farklı tipte olup
18 adet koğuş bulunmaktadır. Kurumun kapasitesi 375 kişidir. 2007 yılında bazı
ranzalar üç kata dönüştürülmüş ve şartlar zorlanmak suretiyle kapasite 520’ye
çıkarılmıştır. Nisan 2009’da -yani gittiğimiz tarihte- kurumun mevcudu 716
kişidir.” Ve yine bu raporda var, demişiz ki: “Van bir deprem bölgesi. Bu cezaevi
çok kötü koşullarda, derhâl yıkılması lazım.” ama Adalet Bakanlığı kılını
kıpırdatmamış. Ne zaman ki Van’da o deprem olayı yaşandı -gazetelerden takip
ediyoruz- cezaevinin duvarı yıkılmış, cezaevinden 200’ün üzerinde tutuklu ve
hükümlü kaçmış. Şimdi, Sayın Bakana soruyorum: O tarihte cezaevinden kaçanların
bir kısmının kendi iradesiyle geri döndükleri yine basında ifade ediliyor.
Peki, dönmeyen kaç kişi var? Hâlâ firarda olan, Van M Tipi Cezaevinden firar
etmiş kaç kişi var? Sayın Başbakan Yardımcısı, bunu öğrenmek istiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Haberi yok.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Yine,
Gaziantep E Tipi Cezaevine gittik. 550 kişi kapasiteli cezaevinde 1.650 kişi
kalıyor. Komisyon Başkanımız orada oturuyor. Bu rakamlar benim çarpıttığım
rakamlar değil, AKP’li milletvekili arkadaşlarımızın da bu raporda imzaları
var.
Osmaniye Cezaevine gittik. 650 kişilik
cezaevinde 1.212 kişi kalıyor. Cezaevlerinde keyfî muameleden geçilmiyor.
Cezaevine giren herkes çırılçıplak soyuluyor, bu cezaevinde kıç
muayenesi yapılıyor bu çağda. Bu tablodan eğer utanmıyorsanız, bu tabloya
rağmen çıkıp burada insan hakları nutku atıyorsanız kendinize saygınız yok
demektir değerli arkadaşlarım.
Şimdi, Urfa’daki tabloyu anlatmak için
saatlerce konuşmak lazım. Gerekçesi ne olursa olsun, 13 tane genç insan kendi
hayatına kıydılar. Cezaevlerinde bulunan her insanın, suçu ne olursa olsun, can
güvenliği devlete ve hükûmete emanettir. Sayın Başbakan Yardımcısı, eğer size
emanet edilen 13 canı koruyamadıysanız bundan daha büyük bir istifa gerekçesi
olabilir mi? O koğuşları gördüğümde Madımak katliamı aklıma geldi. Hâlâ
dumanlar tütüyordu. Madımak’ta da 35 insan sekiz saat boyunca -belki siz
iktidar değildiniz ama- devleti aradılar. Eğer bir ülkede devlet adalet
dağıtamıyorsa, alın geri kalan hizmetlerin hepsini başınıza çalın! (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir anlayış
olmaz!
Bir ülkede insanları birlikte, bir
arada tutan şey adalet duygusudur, adalet. Eğer bu duyguyu insanlar, toplum kaybetmişse o ülkede
kalkınmadan, o ülkede bölünmüş yoldan, o ülkede ekonomiden bahsetmenin hiçbir
anlamı yoktur ve -açıkça söylüyorum- bugün yarattığınız adaletsizliğin en son
kurbanı siz olacaksınız.
OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Hâlâ tehdit
ediyorsunuz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Özel
yetkili mahkemeleri eğer cemaatin bileğini büküp de kapatamazsanız -bu kürsüden
söylüyorum- özel yetkili mahkemelerin en son sanığı Sayın Başbakan ve siz
olacaksınız, o zaman sizi savunan hiç kimse kalmayacak bu memlekette. O
nedenle…
HAMZA DAĞ (İzmir) – Suçumuz varsa yargılanmaya
hazırız.
OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Tehdit ediyorsun!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Ben
burada adalet istiyorum. Ben tehdit etmiyorum, gelecek tabloyu sana
gösteriyorum.
OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Biz bu adaleti
korumaya çalışıyoruz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Özel
yetkili mahkemeleri bugün kaldırmazsanız, onların en son yargıladığı sanıklar
Sayın Başbakan olacak, siz olacaksınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Sevinirsiniz,
mutlu olursunuz.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) –
Gücünüzün yetmediğini biliyorum. Sizi bir kere daha Türkiye’deki hukuksuzluğu,
adaletsizliği son buldurmaya, son verdirmeye çağırıyorum.
Bu tasarı, Sayın Başkan, şimdiye kadar
kurulmuş olan kurumlardan farklı olmayacaktır. Bu, Parlamento sıralarından belli.
Bu kanun teklifine bu yapısıyla, karşı olduğumuzu ifade ediyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.02
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 18.08
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 122’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
279 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü üzerindeki konuşmalar
tamamlanmıştı.
Şimdi yirmi dakika süreyle soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın Kaplan, buyurun.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Başbakan Yardımcısı, insan
hakları mücadelesi gönüllü, inançlı, sivil, riskli, cesaret isteyen bir iştir.
İnsan Hakları Derneği ile MAZLUMDER’e bakarsanız, üye ve yöneticilerine, kaç
tanesinin hapiste olduğu, kaç tanesinin hâlâ yargılandığı, kaç bin davanın
açıldığı görülür. Bu yeni kurulacak Türkiye İnsan Hakları Kurumu bir nevi
taltif, makam, makam yeri gibi gözükmüyor mu?
Yine buraya seçilecek üyelerle ilgili
5’inci maddenin (c) bendinde deniliyor ki kasten işlenen suç, bir yıl ve
fazlası olsa, affa da uğramış olsa bile -devlet güvenliğine karşı- seçilemez.
Yani bu tasnife göre Başbakan da 312’den daha önce DGM’de yargılandı ve bu
kuruma üye olamıyor ama Başbakan olabiliyor. Bu nasıl bir
çelişki, bunu izah edebilir misiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – İkincisi: Niye
bu insan hakları kuruluşu üyelerini almadınız?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Işık…
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ediyorum Başkan.
1) Dağlıca’da 8 askerimizin şehit
edilmesi saldırısında ihmal var mıdır?
2) Saldırıyı gerçekleştiren ve Kuzey
Irak’tan Türkiye’ye girdikleri belirtilen teröristler Heronlar tarafından nasıl
fark edilmedi?
3) Sivil halkı izleyen ve
katledilmesine zemin hazırlayan Heronlar, kalabalık ve ağır silahlı terörist
grubu nasıl fark edemedi?
4) Kaçakçıyı gören göz teröristi neden
göremedi?
Saygılar.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Tuncel…
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Bildiğiniz gibi, bugün Dünya Mülteciler
Günü. İnsan hakları konusunda en çok sorun yaşayanlar da mülteciler. Özellikle
Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilere ilişkin Hükûmetin, İçişleri
Bakanlığının çıkarmış olduğu bir yönerge var. Bu yönerge neyi içeriyor acaba?
Bir de insan hakları kuruluşları bu yönergeyi öğrenmek istiyor, neden bu
paylaşılmıyor, gizliliğinin nedeni nedir?
Diğer bir konu: Sayın Bakan kürsüde de
ifade edince… Üçüncü ve dördüncü yargı paketlerinin gündeme geleceğini ifade
etti. Türkiye’de insan hakları konusunda en büyük ihlal aslında bugünkü Terörle
Mücadele Kanunu’dur. Acaba, bu dördüncü uyum paketinde ya da üç ve dördüncü
uyum paketlerinde Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması konusunda bir
çalışmanız var mı?
Yine diğer bir konu, cezaevleri konusu
-kürsüde de ifade edildi- çok ciddi bir sorun. Özellikle Maraş Cezaevinde ve
Malatya Cezaevinde kadınların bulunduğu ortamda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Eyidoğan…
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Bu 279 sıra sayılı Kanun Tasarısı
içinde “insan hakları uzmanlığı” diye bir uzmanlık var. Türkiye’deki
yükseköğretim sistemi ve müfredatı içerisinde insan hakları uzmanlığı diploması
var mı? Hangi üniversitelerde insan hakları uzmanlığı yüksek lisans ve doktora
eğitim programı var? Bu programların açılması için bir hazırlık veya girişim
var mıdır? Hangi üniversite bölümleri mezunları insan hakları uzmanlığı ve
lisansüstü programlarına kabul edilebilir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Başkan, teşekkür
ediyorum, sağ olun.
Ben Bakan Bey’e sormaktan ziyade
Meclisin merkezine bir sual sormak istiyorum. Sürekli kanunlar çıkıyor,
güncellemeler yapılıyor, “Halk bize oy verdi.” diyerek siyasi erk siyasi
elitlerini, yüksek makamlarını oluşturuyor ama şehitler, bölücülük, yokluk,
yolsuzluk, cezaevlerindeki isyanlar, orman yangınları, kara yollarının bozuk
olması dolayısıyla trafik kazaları, dolayısıyla tarımın, çiftçinin, esnafın
hâli iyi gitmiyor. Böyle bir yönetim olur mu?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Aksoy…
HALİL AKSOY (Ağrı) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Bundan bir süre önce Erzurum
Karayazı’da karşıdan karşıya geçerken Yusuf Yılan adında bir çocuk “akrep”
olarak tabir edilen zırhlı aracın çarpması sonucunda feci şekilde can verdi.
Onunla ilgili neler yapıldı, öğrenmek istiyorum.
Öte yandan, hemen dün İstanbul Fatih’te
saat 02.30 sıralarında Türkiye’deki polis terörünü gözler önüne seren feci bir
olay yaşandı. Bir kişi eşinin ve çocuklarının önünde 7-8 tane resmî kıyafetli
polis aracılığıyla dövüldü, o yetmiyormuş gibi daha sonra ayağa kaldırılan
şahıs tenha bir yere götürüldü ve arabanın içerisinde feci bir şekilde dövüldü.
Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Keza, Maraş’ta, Malatya’da kadınların
kalmış olduğu koğuşlar var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Serindağ…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz evvelki konuşmanızda “RTÜK bana bağlıyken” dediğinize göre, daha
evvel çıkardığınız bir yasayla bağımsız kurulları Hükûmete bağladığınıza göre,
İnsan Hakları Kurulunun 2 üyesi Cumhurbaşkanı, 7 üyesi Bakanlar Kurulu, 1 üyesi
YÖK ve 1 üyesi de baro başkanları tarafından seçileceğine göre, gerçekten siz
İnsan Hakları Kurulunun bağımsız bir kurul olacağını düşünüyor musunuz ve İnsan
Hakları Kurulunun bağımsız olarak görevini yerine getireceğini düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Yüksel…
ALAATTİN YÜKSEL (İzmir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, demokratik ve özlük
haklarını talep eden memuru, işçiyi, sendikacıyı, parasız eğitim isteyen
öğrencileri delilsiz, şüpheyle hapishanelere dolduran, seçilmiş belediye
başkanlarını terör örgütü üyesi diye hapishanelere dolduran ve onlara zulmeden özel
yetkili mahkemeler kaldırılmadan İnsan Hakları Kurumunun kurulmasının bir
anlamının olacağını düşünüyor musunuz? Özel yetkili mahkemeleri kaldırmayı
düşünüyor musunuz, kaldırılmasını istiyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Özcan…
TANJU ÖZCAN (Bolu) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, ben Sayın Bakana şu
soruyu yöneltmek istiyorum: Son zamanlarda İmralı’da hükümlü olarak bulunan
terörist başı Abdullah Öcalan’ın bir başka F tipi cezaevine nakliyle ilgili
çalışmalar olduğunu duyuyoruz. Hükûmetinizin bu konuda çalışmaları var mı? Eğer
varsa bu çalışmaların amacı ne? Neye hizmet edecek, kime hizmet edecek? Bunun
cevabını istiyorum.
Bir de siz, Hükûmet tarafından iki yıl
önce başlayan ve bana göre başarısız bir şekilde devam eden açılımın hem
sözcüsü hem mimarı konumundasınız. Bu açılım hâlâ devam ediyor mu? Eğer bu
açılım devam etmiyorsa, sonuçlandıysa, açılımın sözcüsü olarak bunu sizin
ağzınızdan duyma imkânına sahip olabilecek miyiz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, gerçekten hepimizi üzen
-bir suçlama olarak söylemiyorum ama öğrenmek istiyorum- Şanlıurfa Kapalı
Cezaevinde yaşanan hadise Türkiye'ye yakışmıyor. İnsan Hakları Kurumunu
kurarken insanın yaşama hakkı en temel hakkı, insanı yaşatmak sorumluluğu
ülkeyi yönetenlere ait. Tüm Urfa’da veya Türkiye'nin hemen her yerinde bilinen
hapishanelerdeki bu sıkışıklığın böyle bir olaya ulaşacağını herkes
konuşuyordu. Göz göre göre yaşanan bu hadiseden bir siyasi sorumluluk
çıkartıyor musunuz? Millete ve topluma bu konuda bir özür borcunuzun olduğunu
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Mahalle muhtarlarının bulunduğu
bölgedeki nüfus yoğunluğuna göre aylık 130 ve 160 TL arasında bir ödeme
yapılmasına ilişkin bir düzenleme var mıdır? Var ise bu düzenleme nedeniyle
Maliye Bakanlığından İçişleri Bakanlığına bir ödenek aktarılmakta mıdır? Ödenek
aktarılıyor ise bu paralar neden muhtarlara ödenmemektedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Kaleli…
SENA KALELİ (Bursa) – Teşekkür ederim.
Türkiye Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf
olacak mı?
İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman
aşımı uygulanmaması, toplu mezarların usulüne uygun açılması için çalışma
başlatacak mısınız?
Birleşmiş Milletler… Hukuk dışı, keyfî
ve yargısız infazların önlenmesine ve soruşturulmasına ilişkin kapsamlı bir
düzenleme düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Işık, son soru.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, geçen hafta Taraf
gazetesinde bir köşe yazarının terör örgütüyle mücadele için çalışan Türk
Silahlı Kuvvetleri mensuplarının savaş suçundan yargılanacağı yönünde
mutabakata varıldığı iddiaları doğru mudur? PKK-MİT görüşmelerinde böyle bir
mutabakat metni onaylanmış mıdır ya da müzakere edilmiş midir?
İkincisi: Terör örgütünü cezaevinden
yönetmeye devam eden Abdullah Öcalan’ın sosyal medya hesaplarından verdiği
mesajlar kontrol edilmekte midir? Geçen hafta Twitter hesabından yayımladığı
mesajlar Hükûmetin bazı sözleri yerine getirmesi hâlinde gerillayı iki ay
içerisinde dağdan indireceği yönünde anlamlı idi. Bu konuda Öcalan’a verilen
bir sözünüz var mı? Nedir bu mesajlar?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Tabii, soruların bir kısmı belki cevap
verebileceğimiz şeyler değil, Adalet Bakanlığımızla ilgili.
Birinci sorudan başlıyorum: “Bu İnsan
Hakları Kurulu, işte, insan ödüllendirme yeri olabilir mi?” Ben biraz önceki
konuşmamda ifade ettim. İnşallah, biz bu kurumu çok etkili bir insan hakları
kurumu, mekanizması olarak düşünüyoruz. Göreceksiniz, burası kurulduğunda,
çalışmaya başladığında o konuda çok belirgin bir yer olacak.
İkinci soru: “Dağlıca’da ihmal var mı?”
gibi, Dağlıca ile ilgili sorular var, Heronlarla ilgili vesaire.
Değerli arkadaşlar, tabii, hain bir
terör saldırısı yaşandı. Ben dün kendim de oradaydım, Yüksekova’ya gittim.
Orada komuta heyetiyle, Genelkurmay Başkanımız, arkadaşları dinledik
teferruatıyla, hem olayı yaşayan hem yerindeki arkadaşları.
Tabii, bu tür olaylar inceleniyor. Bu,
silahlı kuvvetlerin kendi sorumluluğu içinde ama oradaki bizim aldığımız bilgi,
benim şu anda size söyleyebileceğim, dün -taze bilgi- öğleden sonra aldığımız:
Tabii, oradaki askerlerimiz burada doğrusu başarılı bir mücadele vermişler.
Tabii gecenin yarısı, saat üç-üç buçuk gibi saldırı, çok ciddi bir orada
çarpışma. Ben oradaki dinlediğim şeylerde, tabii, askerlerimizin orada doğrusu
başarılı bir mücadele verdiği kanaatine vardım ama diğer boyutları tabii
araştırılır. Allah’tan tekrar rahmet diliyoruz ve yaralılarımız var, 16 yaralı;
bunun 3’ü biraz ağırca. Van’daki bölge hastanesinde onları ziyaret edip
doktorlardan bilgi aldık. Allah onlara şifa versin. Diğer
yaralıların durumu daha hafif.
Diğer bir soru mülteciler kanunuyla
ilgili, yani genelgeyle ilgili. Onu tam anlayamadım, bakacağım ama bir
sevindirici haber de vereyim: Göç ve mültecilerle ilgili bir tasarı bugün
İçişleri Komisyonunda kabul edildi, yani benim İçişleri Bakanlığım döneminde
çalıştırdığım. O çok önemlidir Türkiye için. Bizim bir göç ve iltica kanunumuz
yok. Değişik kanunlarda düzenlemeler var. İlk defa böyle derli toplu, hepsini
içine alan bir kanun yüce Meclise, Genel Kurulun gündemine gelmiş olacak.
Dördüncü paketle ilgili… Tabii, üçüncü,
dördüncü yargı paketleri önemli, ikisi de demokratikleşme paketleri ve aynı
zamanda yargıyı da hızlandıran, yargılama sürecini... “Orada Terörle Mücadele
Kanunu da var mı?” diye bir soru. Oradaki temel özellik, dördüncü yargı
paketinde -daha tabii, o kesinleşmedi, tasarı hâline gelmedi ama- bizim
düşüncemiz şu: Şiddetle düşünceyi ayırmak mümkün olabildiğince bu konularda
yani şiddet taşımayan düşüncenin ifadesini daha da mümkün kılma anlamında
çalışmalar var.
İnsan hakları uzmanlığıyla ilgili,
sayın milletvekilimizin sorusu var. Tabii, bu, bütün bakanlıklarda, kurumlarda
şimdi uzmanlıklar var yani bunları o manada, bir eğitim olarak değil ama tabii,
o uzmanlık oluşunca onun kendine göre tezleri falan oluyor. Diyelim ki Devlet
Planlama Teşkilatı, işte, bizim önemli kurumlarımızdandı, orada planlama
uzmanlığı vardı, biz orada tez veriyorduk, tez hazırlıyorlardı falan, sonra
sınavlarla uzman oluyorlardı. Yani, bu alanda da öyle olacak. Hangi üniversite,
hangi fakülte, o manada kanunda bir sınırlama yok. Hangisine ihtiyaç olursa,
uzman yardımcısını o alanda alır. Bazen sosyolog ihtiyacı olur, bazen psikolog
olabilir, bazen hukukçu olabilir; onu kurum kendisi, ihtiyacına göre
belirleyecek; bizim yaklaşımımız o.
Burada, tabii, değişik olaylarla
ilgili… Yani birçok yerde yanlışlar olabilir, hukuksuzluklar olabilir. Ben de
bugün televizyonda, İstanbul’daki dün gece olan polis -vatandaş olayını
izledim. Tabii, o onaylanacak bir şey değil Değerli Milletvekilimiz yani
bunların gereği yapılır, zaten İçişleri Bakanlığı da hemen müfettiş
görevlendirdi. Bizde şu anda –biliyorsunuz- işkence suçunun cezası çok ağır.
2005’te düzenlendi. Yeni pakette biz zaman aşımını da kaldırıyoruz. Orada
-cezası çok ağır- kasten yaralamanın cezası öngörüldü, ondan sonra, paraya
çevrilemez, tecil edilemez… Dolayısıyla, bu vesileyle ifade edeyim, son iki
yılda Türkiye’de işkenceden dolayı dava hiç açılmamıştır, ne Türkiye’de ne
İnsan Hakları Mahkemesine giden yoktur yani aldığımız o tedbirlerle, çünkü
cezası çok ağırlaştı. Bunlarla da ilgili gerekenler yapılır, yanlışlıkların
üstü örtülmez.
“Bu bağımsız kurumlar bağlı mı?” falan…
Bağımsız kurumlar bağlı olmadı Sayın Milletvekili. Bizde üst kurul, kurum,
kurul yetkisindedir, onlar sekiz tanedir, RTÜK de bunlardan biridir. Burası da
işte onlar gibi ilişkili kurum olacak, gerçek bağımsız bir kurum olacak; biz
ona inanıyoruz.
Bu özel yetkili mahkemelerle ilgili
-tabii, bu, konumuzun belki biraz yan konusu ama Başbakanımız da açıkladı, biz
de açıkladık- Adalet Bakanlığımızın sorumluluğunda bir çalışma yapılıyor, onu
burada ifade edeyim. O konuda Başbakanımızın ve Hükûmetin aldığı bir karar var,
kararlılık var ve o çalışma devam ediyor.
İmralı’yla ilgili bir soru var, “başka
yere cezaevi” falan, “F tipi” falan… Daha önce de açıklamıştık, söylemiştik;
sonra bu Başbakanımıza da soruldu, o da söyledi. Biz en yetkili ağızlardan…
Bizim gündemimizde böyle bir konu yok değerli arkadaşlar, onu ifade edeyim.
Bu bizim Demokratik Açılım, Millî
Birlik ve Kardeşlik Projemizle ilgili bir soru var. Tabii, bizim Millî Birlik
ve Kardeşlik Projemiz ve o konudaki politikalarımız devam ediyor değerli
arkadaşlar. Terörle mücadelemizin pek çok boyutu vardır, birisi güvenlik, onun
dışında, tabii, sosyal, siyasi, hukuki pek çok boyutu vardır; o kararlılıkla
sürdürülüyor. Bugüne kadar sürdürdüğümüz çalışmaların da hepsini, ben şahsen o
çalışmaların da sorumlusu olarak, bugün de olsa yaparım, savunurum. Bizim bütün
derdimiz Türkiye’yi bu terörden kurtarmak, huzurla, kardeşlik içinde ülkede
hayatı sürdürmek. Taviz vermeyeceğimiz şeyler vardır, ülkemizin, milletimizin
birliği, bütünlüğü ve hukuk içinde olmak. Bizim bütün mücadelelerimiz bu
çerçevede yürür ve gene bu sorunları çözmek için aynı kararlılıkla bu
çalışmalarımızı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.
Mahalle muhtarlarıyla ilgili, doğrusu,
Köy Kanunu içinde o konu çalışıldı. İçişleri Bakanlığım döneminde Köy Kanunu
çalışıldı ve onun içinde muhtarlar konusu da var, çünkü onun yeri Köy
Kanunu’dur. Orada bu konuda bir düzenleme olacak ama o kanun tasarısı şu anda
hâlen Meclise gelmedi.
Bunun dışında, cezaevleriyle ilgili
sorular var. Ben onlara şimdi tabii cevap veremiyorum.
Burada Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili
savaş suçu vesaire… Tabii, bilemiyoruz onlar nerelerden alınıyor. Bizim
bildiğimiz, duyduğumuz veya bizim düşündüğümüz şeyler değil, birileri böyle
şeyleri herhâlde icat ediyorlar. Bizim yürüttüğümüz sistem çok bellidir.
Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı olarak da söylüyorum, kurumlarımız
arasındaki irtibat, güven, koordinasyon en etkili dönemini yaşamaktadır. İşte,
dün de Genelkurmay Başkanımız ve komuta heyeti bir yandan, biz bir yandan,
sabahın erken saatinde hepimiz ta Yüksekova’daydık. Bunlar önemli
duyarlılıklardır, bu konuda kimsenin endişesi olmasın.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Böylece, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler de tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi birinci bölüm üzerindeki
görüşmelere başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 14’üncü maddeleri
kapsamaktadır.
Birinci
bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Levent Gök,
Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA LEVENT GÖK (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce az önce Sayın
Bakanımızın sorulara verdiği bir cevaptaki bir yanılgıyı düzeltmek istiyorum.
Sayın Bakanım, az önce Türkiye'nin
işkenceyle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilmiş
kararları bulunmadığını ifade ettiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Oraya dava gitmedi son iki yılda, düzelteyim.
LEVENT GÖK (Devamla) – Evet, ancak
bendeki veriler ne yazık ki böyle değil, 2011 yılında Türkiye’yle ilgili olarak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin en çok ihlal edilen haklar sırasını adil
yargılanma hakkı yüzde 28, işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele yasağı
yüzde 25 olarak oluşturmaktadır Sayın Bakanım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Dava açılmadı son iki yılda.
LEVENT GÖK (Devamla) – Üstelik dayanak
noktası bu belgeler, Başbakanlık raporlarından alınmış bir belgedir ve bilgidir.
Sizin Başbakan Yardımcısı olduğunuzu biliyoruz yani Başbakanlık raporlarına
giren bu bilgiyi sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün önemli bir yasayı tartışıyoruz ama bu yasa gerçekten anlamına uygun bir
şekilde bugün Mecliste hak ettiği ilgiyi ne yazık ki göremiyor. “İnsan hakları”
diyoruz, herkes insan haklarından söz ediyor ama böylesine önemli bir yasada ve
Hükûmetin, Komisyonun da ilgiyle sunduğu bu yasayı ne yazık ki
milletvekillerimiz dahi yeterince ilgiyle izlemiyor değerli arkadaşlarım. Oysa
“insan hakları” kavramı bu kadar ucuz bir kavram değil, pek çok sayın konuşmacı
bunlardan bahsetti, insan hakları her şeyden önce etik bir değerdir değerli
arkadaşlarım. İnsan haklarının etik bir değer olduğunu bize İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi’nin 1’inci maddesi söylüyor. Ne diyor 1’inci madde: “Bütün
insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğar.” İşte böylesine tarif
edilmiş insan hakları, tarihî gelişim içerisinde devletin sınırlandığı, bireyin
hak ve özgürlüklerinin korunduğu kavramlar olarak bugüne kadar gelmiştir. İnsan
haklarında devlet bireye karşı korunmayacaktır, birey devlete karşı
korunacaktır. Devlet bireyin hak ve özgürlükler alanına giremez. Türkiye'mizin
yetiştirdiği aydınlardan, en önemli aydınlardan Profesör Doktor Tarık Zafer
Tunaya Paris’te bir müzeyi gezerken gözleri küçük bir kitaba takılır. 1791
Fransız Anayasası’dır bu kitap. Eseri biraz daha yakından incelemek ister,
biraz daha yaklaşır ve okuduğu şu cümle kanını dondurur Profesör Tarık Zafer
Tunaya’nın: “Bu kitap, bu Anayasa insan derisiyle kaplanmıştır.” Bu söz
hürriyet savaşlarının derinliğini, uzunluğunu, “özgürlük” denilen şeyin bedava
olmadığını o kadar anlamlı anlatıyor ki hür yaşamanın bedeli açıkça anlaşılıyor
bu sözden.
İşte, değerli milletvekilleri, bu
mücadeleler bizi günümüzün demokrasi platformuna ulaştırmıştır. Amaç, insanın
insan olmak onuruyla birtakım haklara ve hürriyetlere sahip bulunduğunu kabul
ettirmektir.
İnsanın, içinde serbestçe hareket
edebileceği, kendi kendini yönelteceği küçük bir dünyası vardır. Bu haklarını
iktidar vermemiştir. O, onlara, doğuştan insan olarak doğduğu için sahiptir.
İktidar bu dünyaya girmemelidir, girememelidir. Yönetenler bu hakları
tanımakla, korumakla ve geliştirmekle ödevlidirler.
Fert fert, kitle kitle yapılmış olan bu
ihtilallerin ortak amacı bu fikirlerde toplanmıştır değerli arkadaşlarım.
Tarihin bize sunduğu iktidar türleri, krallar, emirler, sultanlar, yurttaşların
haklarını bir bahşiş, bir ulufe saymışlardır. Ne demektir insan hakları? Onlar
dağıttığı oranda insanlar hak sahibi olabilirler, insanlar birer kuldurlar, hak
istemeye hakları yoktur. Görevleri, iktidarlarının yüceliğini ve gücünü
artırmaktır, o kadar. İşte, bu fikirlerle savaşılmıştır. Bütün özgürlükçü
ihtilallerin amacı bu otoriter kuralları yıkmak, bu yolda elde edilmiş
sonuçlara yani gelişmelere eklemek olmuştur. Hürriyet mücadelesi, insan
derisiyle kaplı anayasalar için bugün de devam eden uzun bir gelişme çizgisi
izlemiştir.
Değerli milletvekilleri, bugün tartıştığımız
İnsan Hakları Tasarısı ne yazık ki az önce tarif ettiğimiz insan hakları
gelişimine uyan, bizi demokratik ülkelerle aynı seviyeye getiren bir yasa
değildir. Bu yasa, içinde pek çok antidemokratik hükmü ve özellikle devletin
yaptığı hak ihlallerini denetlemekle yükümlü olacak olan bir Kurulun tüm atama
yetkisini yürütme organına vererek daha baştan ölü doğmuş bir yasadır.
Değerli
milletvekilleri, bu yasayla Kurul üyelerinin yürütme tarafından büyük ölçüde
atanması; 7’sinin Bakanlar Kurulu, 2’sinin Cumhurbaşkanı, 1’inin YÖK ve 1’inin
barolar tarafından seçilmesi komisyonumuza, alt komisyonumuza bu konu için
çağırdığımız bütün sivil toplum örgütlerinin, Türkiye’nin en saygın
aydınlarının ve insan hakları savunucularının, bize bu konuda son derece öğretiye
yatkın bir şekilde insan haklarını öğreten bilim adamlarının görüşlerinin
aksine olarak bugün Meclise götürülmüştür. Meclis alt komisyonumuzda
dinlediğimiz Türkiye’nin en önde gelen aydınları, barolarımız, Barolar
Birliğimiz, insan hakları temsilcileri, MAZLUMDER, herkes, Helsinki Yurttaşlar
Derneği, insan haklarının tüm kuruluşları; vakıfları, dernekleri, İoanna
Kuçuradi gibi Türkiye’nin felsefesinin kuyruklu yıldızı, Diyarbakır Barosu,
Ankara Barosu, bütün barolar, Barolar Birliği, bize geldikleri zaman
söyledikleri tek bir şey olmuştur, “Bu yasayı derhâl geri çekin. Türkiye
bu yükü taşıyamaz.” demişlerdir değerli arkadaşlarım. Komisyonda bu
arkadaşlarımız, bu değerli bilim adamları saygınlıkla dinlenilmiş, gereği
yapılacağı söylenilmiş ama ne yazık ki bizim de koltuklarında beraber oturarak
insan hakları komisyon mücadelesini verdiğimiz yine AKP’li arkadaşlarımız bu
görüşlerin bir tanesini dahi dikkate almadan bu tasarıyı büyük ölçüde aynen
Genel Kurula getirmiştir.
Böyle bir haksızlığa Türkiye’nin
tahammülü yoktur değerli arkadaşlarım. Türkiye, az gelişmiş ülkeler arasında
olabilir ama Türkiye, demokrasisini ileri götürmek isteyen bir ülkedir.
Türkiye’nin bu tavrını, bu olumsuz durumunu, bundan sonra çok daha acısını
çekerek anlatmak durumunda kalacağız. Çırpındık Komisyonda, Sayın Bakanımız da
bizi dinledi, bazı görüşlerimize iştirak ettiğini ifade etti, arkadaşlarımız da
ellerinden geleni yapacaklarını ifade ettiler. Ama değerli arkadaşlarım, bu
yasayla, Hükûmet Türkiye’deki bütün kurulları özelleştirirken İnsan Hakları
Kurumunu tek kelimeyle devletleştirmiştir. Bunun tek adı budur. Türkiye’de
İnsan Hakları Kurumu devletleştirilmiştir değerli arkadaşlarım. Bunu başka bir
türlü şekilde izah edemezsiniz. Kurulun bütün üyelerinin yürütmenin yetkisinde
olduğu, onun etkisinde kalacağı açık olan bir kurulun İnsan Hakları Kurulu
olarak ifade edilmesi söz konusu bile değildir.
Burada birbirimizle lütfen dalga
geçmeyelim. Hepimiz insan hakları mücadelesinden geçiyoruz. Hepimiz şurasından
ya da burasından insan hakları mücadelesinin bir parça parçası olmuşuzdur.
Bunları biz söylediğimiz zaman kötü oluyoruz. Ama ben size, isterseniz, Avrupa
Birliği İlerleme Raporu’nda bu tasarı için ne söylenilmiş, o cümlelerin altını
çizmek isterim. Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda değerli milletvekilleri
aynen şunlar söylenilmiştir: “Türkiye İnsan Hakları Kanunu Tasarısı’nda Kurul
üyelerinin Başbakana karşı sorumlu olması ve üyelerinin Bakanlar Kurulu
tarafından belirlenmesi Paris ilkeleriyle uyumlu değildir.” Aynen budur Avrupa
Birliğinin İlerleme Raporu’ndaki ifadeler.
Peki, daha geçtiğimiz ay Avrupa Birliği
Komisyonunun yeni Türkiye Temsilcisi Jean Morris Rippert’in sözlerini duymak
ister misiniz? Türkiye’yi takip edecek olan yeni temsilcinin sözleri aynen
şöyle: “Türkiye’nin hazırladığı Ulusal İnsan Hakları Kurumu Taslağı’nda iki
önemli koşul var, bir türlü aşılamıyor. Birincisi, bu Kurum başkanı ve üyeleri
Hükûmetten bağımsız olmalı; bulgularını, raporlarını bağımsızca yayımlamalı.
İkincisi ise, ayrı bir bütçesi olmalı. Eğer bu hâliyle geçerse –değerli
milletvekilleri takdirinize sunuyorum bu cümleleri- biz bunun Avrupa Birliği
mevzuatıyla uyumlu olmadığını açıklamak zorunda kalırız ve herkes bir daha
hoşnutsuzluk yaşar.”
Aynen Avrupa Birliğinin bakış açısı
budur bu tasarıyla ilgili. Kendimizi aldatmayalım. Yol yakınken önergelerimiz
üzerinde sağlayacağınız katkılarla gerekli değişikliği yaparak tasarının Paris
ilkelerine uyumlu olmasına hep birlikte çalışalım diyor, hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz isteyen Atila Kaya, İstanbul Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ATİLA KAYA (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, doğrudan yasa
tasarısı üzerindeki değerlendirmelere geçmeden önce insan hakları kavramıyla
ilgili her türlü görüşü daha anlamlı kılmanın zorunlu zemini olan felsefi arka
planı dikkatlerinize sunmak isterim.
Değerli milletvekilleri, insan hakları,
insan doğası anlayışından türetilmiş olan ve sadece insan olmakla edinilmiş
olduğu varsayılan haklardır. Her insanın başkaca bir çaba göstermeksizin
doğuştan bu haklara sahip olduğu kabul edilir. İnsan doğası kavramındaki “doğa”
terimi sorgulamayı tercih etmeyen zihinlerde tam tersi bir algının oluşmasına
neden olsa da, insan doğası doğal değil kültürel bir olgudur. Böyledir çünkü
insan doğası dediğimiz aslında insanın tanımıdır ve bu tanımın içeriğinin
tarihselliği bunun böyle olduğunu gösterir.
İnsan doğası kavramının kökenine ve
anlam içeriğindeki tarihsel şekillenmelere baktığımızda görürüz ki bugün egemen
olan algının zihinlere yerleşmesindeki en büyük pay liberalizmindir. Sözleşmeci
kuram çerçevesinde hakları belirlenmek istenen insan, siyasal insan yani
yurttaştır. Klasik liberalizmin gece bekçisi olarak devlet anlayışından
liberter, minimal devlet anlayışına uzanan bir geleneğin sahibi olan liberalizm
insan haklarını tanımlarken iki temel ayrımı belirginleştirmiştir. Bunlardan
ilki, en temel insan hakkının mülkiyet hakkı olduğudur. Öyle ki yasama hakkı
dahi mülkiyet kavramından türetilmiş ve insanın bedeni üzerindeki mülkiyet
hakkı olarak görülmüştür.
Liberalizmin kurucu babalarının insan
hakları derken sadece mülkiyet sahiplerinin haklarından bahsediyor olması
liberalizmde “mülkiyet” kavramının merkezîliğine vurgu yaptığı kadar, “insan
hakları” kavramının sözünü ettiğimiz içeriğinin tarihselliğine de vurgu yapar.
İkinci temel ayrım ise: İnsan haklarının
devlet-yurttaş çıkar çatışması ekseninde tanımlanmak istenmesidir. Bu çabanın
bir ürünü olan “daha az devlet, daha çok yurttaş” düsturu içinde anarşist bir
tını barındırsa da günümüz dünyasında liberterler ile anarşistlerin kimi
noktalarda buluşmaları artık kimseyi şaşırtmamaktadır. Ne var ki, mantıksal ve
tarihsel birikim bu hareket noktasından ilerlemeyi engellemektedir.
Unutulmamalıdır ki “yurttaş” kavramı ancak “devlet” kavramının bir türevi
olarak ortaya çıkabilir. Bu uyarının bizlerden beklediği çabanın sonucu da
“daha çok devlet, daha çok yurttaş” olmalıdır. Bunun karşıtının da “daha az
devlet, daha az yurttaş” olduğu asla gözden kaçırılmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, inandığımız
şudur ki: Liberaller toplum sözleşmesi kuramının kökenine yerleştirdikleri doğa
durumunun niteliğini unutmuş gibidirler. Devleti insan haklarının önündeki bir
engel olarak değil, insan haklarının kaynağı ve güvencesi olarak görmek gerek.
Bu görüşün önündeki en büyük engel, yetersiz ve çıkarcı hükûmetlerin eylemlerinin
devlete mal edilmesi ise onların ıslahı yahut ıskatı yoluyla bu algı ortadan
kaldırılmalıdır. Bu algıyı doğuran en önemli nedenlerden biri, hemen her yer ve
mevkideki memurun kendini devlet yerine koyabilmesidir. Bu durum Türkiye'nin en
önemli sorunlarından biri, sorun doğuran bir sorunudur. Bu sorun çözülmeden,
muhataplarda oluşan algıyı tek sorumlu görmek çok da anlamlı değildir.
Türk devlet geleneğine bakıldığında da
görülür ki, bırakınız herhangi bir memuru, devletin yöneticisi konumundaki Türk
hakanları bile “Devlet benim.” deme hak ve yetkisine de, cesaretine de sahip
olamamıştır. Böyle düşünme heveslileri kendilerini onların değil, XIV.
Louislerin torunları saymalıdır.
Değerli milletvekilleri, insan hakları
çerçevesinde “devlet ve yurttaş” kavramlarının ideal içeriklerine sahip
olmalarının bir vasatı daha vardır ki, günümüz Türkiyesi’nde, siyasi iktidarı
elinde bulunduran zihniyetin insan hakları konusundaki samimiyetsizliğini
gösteren bu durum ”yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” olarak adlandırılır.
Siyaset teorisinin insan hakları konusunda karşılaştığı sorunlardan biri de
devletin hem taraf hem de yargıç olması durumudur. Bu sorunu çözmenin yegâne
yolu da, açıktır ki, bağımsızlığına ve tarafsızlığına inanılan bir yargı
düzeninin varlığıdır.
Değerli milletvekilleri, AKP
İktidarının, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına olan inancı ortadan
kaldıran uygulamalarına hiçbir örnek vermeyeceğim çünkü bir Kafka romanını
andıran günümüz Türkiyesi’nde bunu yapmak bana artık anlamsız geliyor. Kafka,
bugün yaşasa ve Silivri romanını okusa, inanıyorum ki davasını yırtardı ve yine
inanıyorum ki AKP milletvekilleri, bizlerin vereceği her örnekten daha
fazlasını biliyor ancak susuyor. Bir gün geldiğinde, yine de “Ben bunları
bilmiyordum.” mazeretine sığınmayı düşünenler varsa onlara da yüce Kitabımızın
şu sözünü hatırlatmak istiyorum: “Bilmediğin şeyin ardından gitme çünkü kulak,
göz ve gönül bunların her biri ondan mesuldür.”
Değerli milletvekilleri, bizim
inancımızın, kültürümüzün ve medeniyetimizin toplumsal hayatı düzenlemek için
buyurduğu en temel hareket ilkesi adalettir. Dinimizdeki en temel kategorik
ayrım da adalet-zulüm ayrımıdır ve adalet sadece Müslümanlar için de değil
bütün insanlar içindir. Kendisine hedef olarak dindar nesil yetiştirmeyi belirleyen
Sayın Başbakan, bu işe nesilleri inandığın dinin “Zulüm öldürmekten daha
kötüdür.” hükmüne inandırarak başlayamıyorsa insan haklarından da bahsetmeye
hakkı olmasa gerektir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
biraz önce partileri adına söz alan değerli arkadaşlarımızın dile getirdiği
hususların birçoğunda gerçekten bu kanun tasarısının içeriğine yönelik çok
haklı eleştiriler var. Her şeyden önce, benim de alt komisyonda görev yaptığım
esnada Komisyonumuza gelen ve insan hakları alanında yetkin, uzmanlaşmış,
hakikaten bu konuda uzun yılların birikimine sahip olan değerli kuruluşları ve
şahısları dinledik. İlk toplantıya gelen bu sivil toplum kuruluşlarımızın
temsilcilerinin söyledikleri şey şu oldu: “Bu kanun tasarısı toplumun
beklentilerini karşılamaktan son derece uzaktır ve uluslararası sözleşmelerin,
anlaşmaların ruhuna aykırıdır, onları karşılama noktasında yetersizdir,
dolayısıyla bu tasarıyı geri çekin. Bu tasarının bu hâliyle kabul edilecek
olması durumu, tıpkı gömleğin ilk düğmesini nasıl yanlış iliklerseniz o
yanlışlıklar silsilesi devam edip gittiği örneğinde olduğu gibi, bu tasarının
bu hâliyle çıkması da -biraz önce ifade ettiğim gibi- kendisinden beklenen
işlevleri yerine getirme noktasındaki eksikliklerinden dolayı toplumsal
beklentilere cevap verecek nitelikte değildir. Dolayısıyla, bu tasarının
yapılma sürecinde bir çalıştay yapılmak suretiyle bütün bu kesimlerin
görüşlerinin yansıyabileceği bir tasarı hâline dönüştürülmek suretiyle bu
tasarı geçmelidir.” diye görüşlerini dile getirdiler. Ama ne yazık ki
Komisyondaki AKP’li arkadaşların çoğunluğuyla, bu tasarı, esasına çok da fazla
dokunmayan, çok da fazla etkilemeyen, birtakım makyaj diye
nitelendirebileceğimiz değişikliklerle geçerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin
huzuruna geldi. Dolayısıyla bu tasarının bu hâliyle geçmesi durumu, biraz önce
ifade ettiğim gibi, kendisinden beklenen bütün bu hususları yerine
getiremeyeceğinden dolayı eksiktir, yetersizdir. Dolayısıyla, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin siz değerli milletvekillerinin bu hususa dikkat etmelerini,
bu hususu göz önünde bulundurarak, hiç olmazsa tasarının bundan sonraki
maddelerine geçtiğimiz esnada bu sivil toplum kuruluşlarının ve değerli
uzmanların bu konuyla ilgili yapmış oldukları eleştirileri, uyarıları dikkate
alan… Onlar ışığında birtakım değişikliklerle geçmesi hâlinde faydalı
olacağını, verimli olacağını ve kendisinden beklenen işlevleri yerine getiren
bir kanun olacağını bildiriyor, bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına söz isteyen Iğdır Milletvekili Pervin Buldan. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Türkiye İnsan
Hakları Kurumunun kuruluşu hakkında kanun tasarısının birinci bölümü hakkında
konuşmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizin hiçbir şekilde ilerleme kaydedilemeyen en büyük sorunudur hak
ihlalleri. Gerek iç hukuk gerekse uluslararası hukukun Türkiye’yle ilgili
olarak en büyük uğraşısıdır insan hakkının ihlali. Bu nedenle, siyasi nitelikli
çok önemli dönüşümlere ihtiyaç olunduğu kadar, insan haklarının geliştirilmesi
ve korunması adına bir kurumun devlet desteğiyle kurulması elzemdir. Ne var ki
bu ülkede bağımsızlığı esas olan bir kuruma devlet elinin değmesi haklı olarak
birtakım kaygıları da beraberinde getirmektedir, hele ki bu kurum insan
haklarıyla ilgili olarak kuruluyor ise. Nitekim biz toplum olarak çok iyi
biliriz ki devletin bizatihi kendisi en büyük hak ihlalcisidir. Kendi güçleri
aracılığı ile yurttaşlarının temel haklarını gasbeden, insanlığın evrensel
değerlerine ve evrensel insan hakları kriterlerine
ters düşen her türlü uygulamayı yurttaşına reva gören bir devlet kendi hışmına
karşın yurttaşının haklarını gözeten bir kurum mu oluşturacak? “Dostlar pazarda
görsün, mesele insan hakları ise bizde onun da tabelası bulunur.” cinsinden
klasik bir devlet uygulamasının ürünü olarak bugün bu yasa Genel Kurula
indirilmiştir, temel mevzu işte budur.
Evet, değerli milletvekilleri, burada
uzun uzadıya sıralamaya gerek yok. Devletin ve iktidarı elinde bulunduran
Hükûmetin hak gasbı konusundaki faaliyetlerinin devasa boyutlarını hepimiz biliyoruz.
Nitekim, bu konuda dünya derecesi yapma yolunda hızla
ilerliyoruz.
12 Eylül darbesinin paşalarından dümeni
devralan Hükûmetin otuz yıl önceyi aratmayacak uygulamalara imza attığını hep
beraber izlemekteyiz ve de yaşamaktayız. İşte, en azından
demokrasilerin olmazsa olmazı bu Parlamentonun çatısından dahi yola çıkacak
olursak, binlerce oy alarak seçilen vekillerimizin hâlâ cezaevlerinde tutulması
ve vekil seçilmediği hâlde Hükûmetin vekili olarak bu çatının altına hukuk dışı
bir şekilde gönderilmiş kişinin vaziyeti, hak gasbı konusunda bu devletin
bugüne kadar hiç olmadığı kadar mesafe aldığını göstermektedir.
Nitekim,
bu hukuksuzluk yerel yönetimlerimizde de hayata geçirilmiştir. Onlarca belediye
başkanımız, seçilmişimiz derdest edilip tutuklanmıştır. İşte, en son Van
Belediye Başkanımız tutuklanıp görevinden alındı, Edremit ilçesinin belediyesi
de bu yolla AKP’ye geçirildi.
Seçmenin iradesi üzerinde
gerçekleştirilen bu gasp, devletin gasp konusunda kendisini bu Hükûmet
yardımıyla taşıdığı en son noktaya ulaşmıştır.
Marabasına “Ancak benim tanıdığım kadar
hak sahibisin, benim belirlediğim kadar insansın.” diyen bir ağanın
düşüncesinden daha ilerisine sahip değildir devletimiz. İşte bu nedenledir ki
ağır hak ihlalleri hız kesmeden devam ederken bizler de bu durumun trajik
sonuçlarına tanıklık etmekteyiz her gün.
Bu noktada, demokrasilerin er meydanı
olan cezaevlerinin durumu bizim en büyük yaramızdır. Bırakın bizim ülkemizi,
dünya insanlık tarihine en büyük trajedilerden biri olarak geçecek Türkiye’de
cezaevlerinin durumu.
Amerikan demokrasisinin karanlık
döneminin adamı olan McCarthy bugün nasıl utançla anılıyorsa, devasa toplama
kampları kuran Hitler faşizmi nasıl lanetleniyorsa AKP’nin bugünkü uygulamaları
da aynı şekilde utançla anılacak, bu faşist uygulamalar lanetlenecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bir ülkede Hükûmet, muhalif olan her düşünceyi cezaevlerine kapatmaya karar
vermişse, belediye başkanlarından bilim insanlarına, gazetecilere, öğrenciye,
emekçiye varan her kesimden yurttaşları tutuklayarak kendini tek güç yapacağına
inanmışsa bu çürümüş siyasi anlayışın faturasının ne kadar ağır olacağı gün
gibi aşikârdır. Yapılan uygulamalar demokrasi dışı olunca bu uygulamaların
sonuçları da insanlık dışı olmaktadır. İnsana, insan düşüncesine ve canına
değer vermeyen bir Hükûmet, her geçen gün yeni ölümlere, yeni kıyımlara sebep
olmaktadır. Urfa’nın 45 derece sıcağında 8 kişilik havalandırmasız bir kodese tıkıştırılan 18 kişiden 13’ünün yanarak can vermesi
nasıl bir vahşettir? Bu devlet bu vahşet karşısında nasıl oluyor da bu denli
aymaz olmayı başarabilmektedir? Adalet Bakanı Sayın Ergin açıklıyor:
“Rüyalarımda rahatsız oluyorum.” diye. Doğrusu halkla dalga geçtiğini
düşünüyorum “Ancak rüyamda rahatsız olabilirim.” diye. Çünkü son derece yakıcı
bir dram olan bu gerçekliğin karşısında üzülebilen bir Bakanımız ve de
Hükûmetimiz olsaydı şayet, on yılda yüzde 100 artışla doldurulan cezaevleri
birer vahşet merkezi olarak her defasında gündemimize taşınmazdı. Pınarbaşı’nda
ring aracında diri diri yakılan tutsaklar için rahatsız olsaydı Sayın Bakan,
deprem esnasında tutsakların üzerine kapılar sürgülenmezdi. Daha birer küçük
kuzucuk olan çocuklarımız Pozantı’da devlet eliyle tecavüzcülerin önüne
atılmazlardı. Bunca yurttaş sırf eziyet edilmek maksadıyla henüz hüküm giymeden
onlarca yıl tutuklu tutulmazdı. Adaletin bu çürümüşlüğüne bunca zaman tahammül
edilmezdi. 13 insanımızın canına mal olan bu faciayı önceden haber veren Urfa
Barosu, İnsan Hakları Derneği ve Cezaevi Alt Komisyonunun raporları dikkate
alınırdı en azından. Dahası, cezaevlerinde insanlık dışı koşullarda yaşamaya
zorlanan tutsaklar için yeni kodesler yetiştirmekten
daha başka, daha insani ve daha demokratik icraatların arayışı olurdu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütün bu olup biten insanlık trajedileri karşısında Hükûmetin takındığı tutum
“Madem öyle, sen niçin, neyin bekçiliğini yapıyorsun?” dedirten cinsten. Bu
ülkede olup biten hiçbir olayda sorumluluk üstlenmeyen bir Hükûmetle karşı
karşıyayız ne yazık ki. İşsizlikten, yoksulluktan, açlıktan sorumlu olmadığını
söyleyen Hükûmet, demokrasi sorunu konusunda da sorumluluk kabul etmemektedir;
yargısız infazlar, işçi ölümleri, Uludere’de katledilen çocuklar için de
sorumluluk üstlenmemektedir. Bu Hükûmete göre, bu ülkede yaşayan herkes bilerek
ölüme atlıyor. Gözaltında öldürülen genç kendi kendini öldürmüştür aslında! İş
güvenliğinin olmadığı ortamlarda can veren işçiler kendi bilinçsizliğinden
ölmüştür! Van’da kış boyunca hemen her hafta yanan çadırlarda can verenler
kendi ihmallerinin sonucunda yaşamlarını yitirmişlerdir! Hrant Dink
düşüncelerini açıkladığı için kendi ölümüne sebep olmuştur örneğin! Uludere’de
çocuklar mayına basmayı bilmedikleri için ölümle kucaklaşmışlardır! Bildiğiniz
üzere, birinci ağızdan, Sayın Başbakan tarafından dile getirildi bu vahim
açıklamalar. Koşmasa polis vurmayacak! Taş atmasa panzer ezmeyecek! Kışlaların
uzağında dahi olsa, oyun oynamasa asker vurmayacak, küçücük avuçlarında
bombalar patlamayacak çocuklarımızın! Klima için kavga etmeseler yangınlar
içinde küle dönmeyecekti Urfalı tutsakların bedenleri! Tek başına iktidar olan
ülkenin yürütmesi, idaresi kendilerine teslim edilmiş olan bu Hükûmet, ülkede
olup biten hiçbir trajedi için sorumluluk kabul etmiyor. Suriye’deki demokrasi
sorunu bu Hükûmetin sorumluluğunda. Afganistan’ın iç güvenliği, komşu ülkelere
yapılacak olası saldırılarda kullanılacak füze kalkanlarına kurulacak yerin
temin edilmesi bu Hükûmetin sorumluluğunda ama bu Hükûmetin icraatları sonucu
yaşamından olanların durumu bu Hükûmetin sorumluluğunda değil. İşte, ülkedeki
mevcut durum en çok bu nedenle trajiktir ve içinden çıkılmaz bir hâldir. Orta
Doğu’da model ülke olmayı en büyük sorumluluk olarak gören bu Hükûmet,
kendisini yurttaşının hakkından, hukukundan sorumlu görmediği için hem hak
ihlallerinin faili olmakta hem de bu ihlallerin önünü almaktan imtina
etmektedir.
Bu nedenle, tekrar söylemek isterim: İnsan
hakkının korunup geliştirilmesine belki de yeryüzünde en çok ihtiyaç duyan
ülkelerden biri olmamıza rağmen, demokratik hukuk devleti olma sorumluluğunu
taşımayan bu Hükûmetin bu yasayla da, hazırlanış süreçlerinde de ortaya çıktığı
üzere, insan hakkı odağından beyhude hareket ettiğini görmekteyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Birleşime saat 20.00’ye kadar ara
veriyorum
Kapanma
Saati: 19.01
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 20.03
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
279 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Sayın Başkanım, kanun tasarısının
Komisyonda görüşmeleri sırasında, bu tasarının özel sözcüsü olarak İzmir
Milletvekilimiz Sayın Hamza Dağ seçilmiş idi ve kararlaştırılmıştı. Yalnız,
sehven komisyon raporuna geçmemiş. Bu hususun tutanaklara geçmesi açısından bir
açıklama yaptım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum, tutanaklara
geçmiş oldu.
Şimdi, birinci bölümde şahsı adına söz
isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili.
Buyurun Sayın Işık. (MHP sıralarından
alkışlar)
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
279 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü
üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, böyle bir kanun tasarısının
ülkemiz için gerekli olduğu düşüncemi ifade etmek istiyorum. Ancak
“İnsan Hakları Kurumu” adı altında kurulacak olan bir kurumun diğer ülkelerdeki
örnekler incelendiğinde, bu Kurumun en belirgin özelliği, özerk ve bağımsız bir
kurum olduğu özelliğidir ama ne yazık ki bu kanun tasarısında Kurumun 11
üyesinin 7 tanesinin Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor olması, bu kanunun
veya bu kanunla kurulan Kurulun daha baştan ölü doğduğunun en önemli delilidir.
Sayın Başbakanın talimatıyla 7 tane
kişinin atandığı bir kuruldan iktidarın aleyhine veya iktidarın desteklemediği
herhangi bir konuda herhangi bir mağduriyetin giderilmesine yönelik bir kararın
alınmasını beklemek, kelimenin en hafif şekliyle, iyi niyetliliktir. Biz bu iyi
niyetimizi koruyalım ama bu kanunda eğer bu düzenlemeler yapılmaz ve
muhalefetin eleştirileri dikkate alınarak gerekli düzeltmeler gerçekleştirilmez
ise bu Kurulun çok önemli bir görev yapamayacağını ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Sayın Bakana
biraz önce sordum, 10 Haziran 2012 tarihli Taraf gazetesinde Emre Uslu isimli
bir köşe yazarı bir iddiada bulundu, aradan on gün geçti, bu iddia herhangi bir
şekilde yalanlanmadığı gibi, tekzibine yönelik bir açıklamada da bulunulmadı.
İddia aynen şöyle: “Güneydoğu’da görev yapan askerler ve polisler savaş suçlusu
olarak yargılanacaklardır.” Nerede? MİT-PKK görüşmelerinde, dokuz maddeden
oluştuğu ifade edilen protokollerde, hakem devlete imza altına alınarak teslim
edilen protokolde bu hükmün yer aldığı ifade ediliyor.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yargılanıyorlar
zaten, gerek yok. Zaten yargılanıyor garipler.
ALİM
IŞIK (Devamla) – Bununla ilgili açıklamayı yüce Meclise ve aziz milletimize
iktidar partisinin Sayın Hükûmetinin Başbakan Yardımcısının bizzat açıklamasını
yararlı görüyoruz.
Eğer
bu durumda, orada, bu milletin bekası, ülkenin geleceği adına şehit olmuş
askerlerimizin yakınları, bunlara emir-komuta zinciri içerisinde vatan
savunmasını emreden askerler, şehit düşen polisler ve beraber çalıştıkları
arkadaşları, yarın terörle mücadele ettiklerinden dolayı savaş suçlusu olarak
yargılanacaklar ve bunun mutabakat metninde yer aldığı ifadesi doğru ise burada
hiçbir şeyden bahsetmeyelim. Bugün 8 tane can toprağa verildi, biz
bunun mücadelesini yapmak zorundayız.
Diğer bir konu: Şehit ailelerine
yaklaşık beş yıldır söz verilen bir ikinci iş istihdamı sözü var. Ne hikmetse
bugüne kadar bir türlü Hükûmet tarafından bu yüce Meclise bu konu getirilemedi.
En son Bakanlar Kurulundan çıktığı iddia edilen metinde, şehit ailelerine
verilen ikinci iş sözünün bekâr şehitleri kapsamadığı iddiaları var. O zaman,
on dokuz, yirmi, yirmi bir yaşındaki gencecik bekâr evlatlarımızı oralarda niye
şehit veriyoruz Sayın Bakanım? Dolayısıyla, bunun mutlaka açıklanması
gerekiyor.
Şimdi, bu kanunun sıkıntılı birkaç
maddesi var. Bunlardan birisi -biraz önce ifade ettiğim- Kurulun yapısıyla
ilgili düzenleme. Bir diğeri, Kurul Başkanı, başkan yardımcıları ve diğer
üyeler herhangi bir şekilde tutuklanamayacaklar, yargılanamayacaklar,
sorgulanamayacaklar. Böyle bir hüküm olabilir mi değerli milletvekilleri? Nasıl
güveneceksiniz o zaman bunlara? Siz, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bir
şekilde imtiyazlı bir kesim yaratacak bir düzenlemeyi bu yüce Meclise nasıl
getirebiliyorsunuz? Bunun çıkartılması lazım.
Diğer taraftan, yine, Kurulun, İnsan
Hakları Komisyonuna bilgi sunmasıyla ilgili belirsizlik var, bunun da
giderilmesi lazım. Bu konudaki önergelerimiz yeri geldiğinde sizlerle
paylaşılacak. Bu vesileyle hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen
Ahmet Salih Dal, Kilis Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET SALİH DAL (Kilis) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; oluşturulacak olan Kurum genel olarak insan haklarını
korumak ve geliştirmek yönünde çalışmalar yapmak, bu çerçevede insan hakları
ihlali iddialarını incelemek ve araştırmak, mevzuat ve uygulamayı izlemek,
bilgilendirme, bilinçlendirme ve eğitim faaliyetlerini gerçekleştirmek, öneri
ve tavsiyelerde
bulunmakla görevli ve yetkilidir. Ülkemizin şimdiye kadar ulusal
insan hakları kurumuna sahip olmaması uluslararası düzeyde ve özelikle Avrupa
Birliği üyeliği sürecinde
sıklıkla eleştirilmekteydi. Kurum görev ve yetkileri açısından
bağımsız, idari ve mali açıdan özerk, kendi bütçe ve personeline sahip Türkiye
İnsan Hakları Kurumunun kuruluşunu düzenlemektedir. Kurumun karar organı olan
Türkiye İnsan Hakları Kurulu 11 üyeden oluşmaktadır. Bunlardan 2 üye Cumhurbaşkanı, 7 üye Bakanlar
Kurulu, 1 üye YÖK, 1 üye de baro tarafından seçilmektedir. Başkan ve ikinci
başkan bu üyeler tarafından seçilir.
Değerli milletvekilleri, tasarının
hazırlık çalışmalarında Paris Prensipleri’ne uygun olmadığı yönünde eleştiriler
gelmiştir. Oysa ki Paris Prensipleri çoğulculuğun
sağlanmasında iki noktaya vurgu yapmaktadır. Bir: Ulusal kurumların görev ve
yetkileri insan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum güçleriyle
etkili iletişime imkân verebilecek şekilde donatılmalıdır veya bu güçlerin
kurumda çoğulcu bir şekilde temsiline imkân tanınmalıdır. Tasarı her iki
noktayı da karşılamaktadır. Zaten Paris Prensipleri de tavsiye niteliğinde olup ülkeleri bu
kurumları kurmaya veya güçlendirmeye davet ve teşvik etmektedir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin
demokratik açıdan ne kadar ileride olduğunu Kurulun üye seçiminden de çok
rahatlıkla anlayabiliyoruz. Paris Prensipleri’ne tam uyumlu görülen Fransa’da
başkan ve üyeler başbakan tarafından atanmaktadır, İngiltere’de ise ilgili
bakan tarafından atanmakta iken ülkemizde 11 kurul üyesi farklı makamlar
tarafından atanırken Başkan ve ikinci başkan üyelerin seçimiyle
belirlenmektedir.
Tasarıya göre Türkiye İnsan Hakları
Kurumu bütçesinin özel oluşundan ve özerk bir kurum olmasından dolayı görev ve
yetkilerinde bağımsızdır. Kimse görevleriyle ilgili konularda Kuruma emir ve
talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz, dolayısıyla Kurumun bağımsızlığı
teminat altına alınmıştır. Avrupa Birliği ve diğer ülkelerde kurumun
bağımsızlığı tartışılabilmektedir.
Ülkemizin demokratikleşmesi bakımından
çok önem arz eden Türkiye İnsan Hakları Kurumunun yasalaşması hâlinde hayırlı
olacağına inanıyor, tasarının hazırlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlara
teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şimdi bölüm üzerinde on beş dakika
süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce ifade ettiğim
konuda cevap istiyorum. Bu iddialar doğru mudur? Doğruysa, Sayın Başbakanın
“özel temsilci” olarak gönderdiği ve bu görüşmelerde Sayın Başbakan adına
konuştuğunu beyan eden o günkü Başbakan Müsteşar Yardımcısı -bugünkü MİT
Müsteşarı- bu mutabakat altına alınan sözü kimin adına vermiştir? Bu kişinin
yargılanmaması yönündeki mücadelenizin sebebi bu mudur? Bu konuda bir tekzipte
bulunmayı düşünüyor musunuz?
İkincisi, bu Kurumun yurt dışı
temsilciliklerinin hangi ülkelerde açılması düşünülmektedir? Kanunda iki ülkede
açılabileceği ifade edilmektedir. Bu konuda bir fikriniz var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Serindağ…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, demin bir soru sormuştum.
Sayın Bakan kurulların bağımsız olduğunu söyledi. Şimdi dikkatinize sunuyorum:
3046 sayılı Kanun’da, Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikle bakanlara bağlı,
ilgili ve ilişkili kuruluşların her türlü faaliyet ve işlemleri üzerinde
denetleme hakkı getirilmiştir ve bu şekilde bu kurumların mali ve idari
özerklikleri zedelenmiştir, sona erdirilmiştir. Sayın Bakan da kürsüde konuşurken
-dil sürçmesi olduğunu zannetmiyorum- “RTÜK bana bağlıyken” deyimini kullandı.
Tüm bunlar bağımsız kurulların bağımsız olmadığını, Hükûmete bağlı kurumlar
şeklinde çalıştığını ortaya koymaktadır. Devlet adamlarının en büyük özelliği
halka doğruları söylemektir. Sayın Bakan bu yanlışı düzeltecek mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Tuncel…
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana biraz önce sormak
istediğim soru yarım kalmıştı. Özellikle cezaevlerinde hak ihlalleri çok fazla,
insan onuruna yakışmayacak uygulamalar var. Bunlardan birisi Maraş Elbistan
Cezaevi ve Malatya Cezaevinde uygulanmak istendi ve özellikle kadın tutuklular
buna itiraz ediyorlar, cezaevlerinde kadınların kaldığı koğuşlara kamera yerleştirilmesi
konusunda. Bu, bilgileri dâhilinde midir? Nasıl bir uygulamayla…Yani
bu genel olarak cezaevlerinde uygulanan bir yöntem midir? Zaten denetimi
altında olunan bir yerde neden koğuş kamerayla izlenme gereği duyulur? Bu insan onurunu zedeleyen bir nokta.
İkincisi, Tekirdağ 2 No.lu F Tipi
Cezaevinde, yine saat 17.00’den sonra avukat görüşlerinde bile çıplak arama
denilen bir yöntemle tutuklunun içerideyken çıplak aranması gibi bir yaklaşım
var, bu insan onurunu çok zedeleyen bir durum. Bu uygulamaların önlenmesi
konusunda herhangi bir çalışma var mı? Belki sorumlu Adalet Bakanıdır ama
temelde Hükûmettir bu konuda. Bu sadece birkaç örnek, genel olarak
cezaevlerinde bu tip insan hakları ihlalleri yoğun yaşanıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Şanlıurfa Cezaevinde bulunan
Milletvekilimiz Sayın İbrahim Ayhan 13 Haziran tarihinde bana bir telgraf çekti
ve Urfa Cezaevinde yaşanan baskıları, sıkıntıları, bütününü yazan bu telgraf,
isyandan sonra, yedi gün sonra, 20 Haziranda bana ulaştı. Bugün bunu Meclis
Başkanına, İnsan Hakları Komisyon Başkanına ilettim. Bu konuda bir
milletvekilinden bir milletvekiline gönderilen bir telgrafın yedi gün yöneticiler
tarafından, cezaevi yönetimi tarafından tutulup üstelik de bu cezaevi
sorunlarını aktaran bu telgrafın tutulma nedeni nedir? Neden böyle bir uygulama
yapmıştır cezaevi? Bu konuda bir çalışma yapılmış mıdır, bunun cevabını
istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
İlk soruyla ilgili biraz önce cevap
verdim aslında. Hiçbir temeli olmayan, yanlış, aslı astarı olmayan iddialardır.
İnsanlar bir yerlerde bir şeyler yazıyorlar diye… Bunların hemen hepsi her
zaman tekzip edilmeyebiliyor yani belki farkına bile varılmamıştır.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ya, bant
çıkıyor ortaya, nasıl bir yerde bir şeyler yazılıyor?
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Ama Sayın Başbakanın “Ben gönderdim.” dediği kişi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Esasen, mutabakat diye de bir şey yoktur, öyle bir belge de
yoktur, öyle bir konu da yoktur, bunu da bu vesileyle tekrar ifade edeyim
değerli milletvekilleri. Yani öyle bir, sözü edilen manada bir mutabakat
belgesi, şuna karar verilmiş, buna karar verilmiş -biz çok açığız bu konularda-
yani öyle bir şey de söz konusu değil.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hakem devlet
var mı, giden görüşmeci var mı? Neyi yok yani bu hakem devlet yok mu orada?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – “Yurt dışı temsilcilikleri nerede?” O konuda henüz bir karar
verilmiş değil.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yahu,
kaçamayacaksınız bundan Sayın Bakan, kaçamayacaksınız, boş ver,
kaçamayacaksınız bu işlerden.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Yurt dışı temsilcilikleri…
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Önce
yalanlamadınız mı kaç defa Sayın Bakan?
BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen,
soru sordunuz, Sayın Bakan cevap verecek, müsaade buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Bana sıra geldiyse, bana sıra geldiyse…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ama soruya
doğru cevap vermiyor ki! Sayın Başkan, böyle bir cevap olmaz.
BAŞKAN – Ama müsaade edin bir cevap
versin Sayın Bakan.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bant çıkıyor ortaya,
her şey çıkıyor ortaya, Sayın Bakan “Yok böyle bir şey.” diyor. Böyle bir cevap
olur mu?
BAŞKAN – Sayın Bakana biz ne
söyleyeceğini dikte edemeyiz ki.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Canım, ne
söyleyeceğini bir devlet adamının… Böyle bir cevap olur mu ya, Allah Allah!
BAŞKAN – Herkes kendi cevap verecek.
Lütfen bir oturun, müsaade edin.
Buyurun Sayın Bakan.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Dürüst olsunlar
ya, biraz, şöyle dürüst olsunlar, şu kadar! Şu kadar dürüst olsunlar ya!
BAŞKAN – Lütfen oturun Sayın Uzunırmak.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Biz, Sayın Milletvekilim, biz hep dürüstüz.
BAŞKAN – Böyle bir usul yok.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ya, boş verin
siz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Biz -inanın inanmayın- açık ve dürüstüz, ne yaparsak söyleriz, ne
yaparsak söyleriz.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ya, bant
çıkıyor ortaya, sen diyorsun ki… Hakem devlet çıkıyor ortaya, hakem devlet, sen
diyorsun ki: “Yok böyle bir şey.” Hakem devlet çıkıyor ortaya.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale)
– Ben söylüyorsam, benim yaptığım budur, inanıp inanmamak sana aittir.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Başbakan “Ben
gönderdim.” diyor. Neyini inkâr ediyorsunuz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Tamam.
Yurt dışı temsilcilikleri…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bu, Meclis
kayıtlarına geçiyor, neyini inkâr ediyorsunuz ya!
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, lütfen
oturun.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Allah, Allah! “Ben gönderdim.” diyor.
BAŞKAN – Sayın Bakan, siz buyurun cevap
verin. Lütfen Sayın Uzunırmak…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Yurt dışı temsilcilikleriyle ilgili…
Tabii, biz nezaketle cevap veriyoruz,
ondan sonrası size ait.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yalanla cevap
veriyorsunuz, nezaketle değil!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Ne cevap veriyorum?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Başbakan diyor
ki: “Ben gönderdim.”
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, soru sordunuz
cevap veriyor Sayın Bakan, böyle bir usul var mı Sayın Uzunırmak? Lütfen…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Bakın, nezaketle oturun…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Nasıl olacak
yani! Doğru söylemeyen kişiye nezaket mi göstereceğiz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Ben size öyle bağırmam. Bakın, öyle bağırmayın! Bağırmayın!
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen oturun Sayın Uzunırmak.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yani doğruyu
söylemeyip burada bizi mi kandıracaksın?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Biz hep doğru söyleriz. Biz hep doğru söyleriz.
BAŞKAN – Sayın Bakan, siz lütfen Genel
Kurula hitap edin.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Başbakan “Ben
gönderdim.” diyor, sen diyorsun “Yok böyle bir şey.”
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, lütfen…
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) – Saklamadınız
mı?
BAŞKAN – Sayın Bakan, siz lütfen Genel
Kurula cevap verin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Biz hep doğruyu söyleriz, hiç yalan söylemeyiz. Hiç yalan
söylemeyiz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Tabii,
tabii, Deniz Fenerinde de doğruyu söyledin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Allah yalan söyleyenin iflahını söksün! Allah kahretsin! Oldu mu?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Belki beni
vesile kılar senin iflahını sökmeye!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Biz yalan söylemeyiz Beyim, yalan söylemeyiz. Biz, ne siyaset
için yalan söyleriz ne şahsi meseleler için yalan söyleriz, biz dürüstçe
yaşarız, yaptığımızı açıkça yaparız.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – O zaman
Başbakan yalan söylüyor “Ben gönderdim.” diyerek!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Başbakanın söylediğini iyi anlarsan, o öyle söylemiyor. Sen onu
anlamak istediğin gibi anlıyorsun, anlamaya devam et! İstediğin gibi anlamaya
devam et!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Başbakan “Hakan
Fidan’ı ben gönderdim.” diyor.
BAŞKAN – Sayın Bakan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, soru soruyorlar, cevapları dinlemiyorlar. Sayın Bakan yazılı cevap
versin dinlemiyorlarsa!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – İstediğiniz gibi anlamaya devam edin! Bizim yaptığımız, ettiğimiz
açıktır, istediğiniz gibi anlayın! Tamam! (MHP sıralarından gürültüler)
KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) –
Yalan söyleyen alçaktır!
MUHARREM VARLI (Adana) – Sen de
istediğin gibi anlamaya devam et be! Ne yapacaksın, bizi mi döveceksin Sayın
Bakan?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…Sayın Bakanın cevabını niye dinlemiyorsunuz?
MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Bakan
cevap vermiyor ki, azarlıyor ya!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İşinize
gelmiyor, rahatsız oluyorsunuz!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Biz doğruyu
söylemediği zaman rahatsız oluyoruz!
BAŞKAN – Lütfen… Bu doğru bir tarz
değil sayın milletvekilleri.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Biz hamdolsun, ülkemiz için, milletimiz için neyi yaparsak açık
yaparız, sorumluluğunu yükleniriz, hiç kimseden çekinmeyiz, hiç kimseden
korkmayız, yaptığımız neyse ülkemiz içindir, bugün olsa yine yaparım. Hepsini
yine yaparım, bunu da söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Oslo açığa
çıkmadan açık mı yaptınız?
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Kayseri
Meydanı’nda duruyor o laf.
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, böyle bir
usul var mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sabote
ediyor Sayın Başkan. Doğruları sabote ediyor burada.
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Lütfen”
diye oraya söyleyin, bana değil.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bakan doğruları
sabote ediyor, Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Hak ihlallerinin… Tabii bu Maraş, Elbistan, şeyle ilgili, Sayın
Milletvekilimizin sorusu, tabii o konuda ben de bilgi alayım, size sunayım.
Burada, tabii, Sayın Kaplan’ın,
cezaeviyle ilgili, milletvekillerinin cezaeviyle ilgili konuda da benim şu anda
kendisine verebileceğim… Özel konuyla
ilgili, bir sayın milletvekilinin Şanlıurfa’da… Onu bilemiyorum.
Bir de burada bir soru var. Şimdi,
müsaade ederseniz onu biraz açıklayayım ben. Bir sayın milletvekili “Bu
kurullar -üst kurulları kastediyor zannediyorum- bağımsız değil, şöyle bir şey
getirildi.” diyor.
Değerli arkadaşlar, üst kurulların
statüsü, ifade ettiğim gibi, Hükûmetle ilişkili kurullardır. Bunların, bağlı,
ilgili ve ilişkili kurulların yasada -burada o yasa da var- 3046 sayılı Yasa’da
devlet sistemindeki bu bağlılıklar ifade edilir. İlişkili kurullar bağımsız
çalışırlar. İlgili kurullar ise yönetim kurulları vardır ama bazı hususlarda
yine irtibatları vardır. Bağlı kuruluşlar ise bakanlıkların genel müdürlükleri
gibi, hepsi bildiğimiz tam bağlılık içindedir.
Ben burada bir kelime kullandım diye…
Bu, şu manada: Devlet bakanlıklarına, başbakan yardımcılarına kurumlar
irtibatlanır. Sorumlu olduğunuz kurumlar vardır. O manada, Devlet Bakanıyken
RTÜK benimle irtibatlı bir kurumdu. Yani kelime istismarına gerek yok yani ne
demek istediğimiz belli, RTÜK, BDDK, İhale Kurumu gibi bizde 8 tane üst kurul
vardır biliyorsunuz, bunlar ilişkili kuruldur ve hepsinin statüsü aynıdır.
Bunlarla ilgili siyasi, bağlı olduğu bakanın fazla bir yetkisi yoktur. Onlar,
kendi kurulları vardır, kararlarını kendileri alırlar. Yani ben onu burada
özellikle açıklamak istiyorum. Buradaki şeyle ilgili ise, bizim getirdiğimiz
İnsan Hakları Kurumuyla ilgili ise, onu tekrar ifade etmek istiyorum: Bu,
bağımsız bir kurumdur, yani ilişkilidir. Kendi kurulu var; zaten kanunda
kurulun görevleri yazıyor. Bütçesine dahi Kurul kendisi karar verecek. Sadece
ilgili, ilişkili bakan, Meclisteki bütçesini savunur. Onun dışında, Kurul, kendi
kararlarını alır, bütün atamalarını kendisi yapar. Kanunu şöyle açıp, iyice
lütfen bir maddelerini okursanız bunu göreceksiniz. Bütün tasarrufları Kurulun
kendi kararlarıyla olur. Aynen bizim bugünkü üst kurullarda olduğu gibi.
Tabii, burada özellikle Kurumun
bağımsızlığını sağlamak bizim kendimizin arzu ettiği bir şey yani biz şunu
istiyoruz: Vatandaşlarımızın insan hakları ihlalleriyle ilgili hakkı, hukuku
iyi korunsun. Bir Hükûmet olarak bizim bunu en iyi şekilde yürütmek
istememizden daha tabii bir şey yoktur. Milletin güvenini kazanmak, milletin
sevgisini kazanmak, milletin oyunu almak. İnsanımıza, milletimize biz daha
insanca yaşama ortamını sağlamak için çalışıyoruz. Hükûmetler bunun için
çalışır.
Ha, İnsan Hakları Kurumu ne yapacak? O
da bu konuda zemin oluşturacak, eğitim yapacak, böyle bir bilincin gelişmesi
için çalışacak. Neticede, insan hakları alanında duyarlılığı artırmak için bu
Kurum elinden geleni yapacak. Yani bu Kurumu bağımsız, en bağımsız… Yarın o
üyeler atandığında inşallah sizler de -Meclisimize de gelir bilgi veririz-
değerli milletvekilleri göreceksiniz, Türkiye’de insan hakları konusunda en
fazla emek vermiş, tecrübeli, bu konuda gerçekten katkı verecek üyeler buraya
atanacaktır. Yani biz o konuda da en iyisini yapma gayreti içinde olacağız. Bu
kurulların, buranın, İnsan Hakları Kurumunun bu konuda en iyi hizmet yapmasını
en çok biz isteriz çünkü Hükûmetin, başta, kendi menfaatinedir insan haklarını
en fazla koruyan olmak yani bundan daha tabii bir şey olmaz.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın Serindağ, buyurun.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bir süre önce, partinize
mensup bir milletvekili, Gaziantep’te organize bir suç çetesi olduğunu, bu çetenin
Gaziantep’in sermayesini, ticaretini ve siyasetini dizayn
ettiğini iddia etmiştir. Bu husus gazetelerde yer almıştır. Gene, bu
organizasyonun içerisinde bazı mahallî siyasetçilerin bulunduğunu da ifade
etmiştir. Hatta bir ayağının Emniyet Müdürlüğünde olduğunu ifade etmiştir. Bu
konuda ne işlem yapıldı, ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Benim vereceğim bir cevap yok.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Süre tamamlanmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yazılı verin,
yazılı.
BAŞKAN – Birinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi birinci bölümde yer alan
maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı
ayrı oylarınıza sunacağım.
Birinci madde üzerinde iki adet önerge
vardır, okutup işleme alıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 279 sıra sayılı
tasarının 1. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 1-
(1) Bu Kanunun amacı, Türkiye’de insan
haklarının korunmasını ve geliştirilmesini sağlamaktır.
(2) Kanun, Türkiye İnsan Hakları
Kurumunun kurulması ile teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esasları
kapsamaktadır.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Orhan
Düzgün
İstanbul Tunceli Tokat
Veli Ağbaba Melda Okur Özgür Özel
Malatya İstanbul Manisa
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 1’inci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Hasip Kaplan Pervin Buldan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Iğdır Mersin
Erol Dora Sebahat Tuncel Demir Çelik
Mardin İstanbul Muş
“Madde 1- Bu Kanunun amacı, insan
haklarının korunması ve geliştirilmesini sağlamak ve Türkiye İnsan Hakları
Kurumunun kurulması ile teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esasları
düzenlemektir.”
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önerge üzerinde söz isteyen
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel. (BDP sıralarından alkışlar)
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1’inci madde üzerine söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, burada önemli bir konuyu
konuşuyoruz, özellikle Türkiye’de insan hakları ve özgürlükler konusu ciddi bir
sorun alanı, sadece cezaevlerinde değil, aslından bütün alanlarda ciddi anlamda
bir problem. Bu Hükûmet ilk başladığında, daha doğrusu geçen dönem “işkenceye
sıfır tolerans” diye başlamıştı, bu kürsüde çok defa edildi. Sayın Bakanın
kendisi özellikle açılım sürecinde yine insan haklarına ilişkin sıfır
toleransla yaklaşacaklarını ifade ettiler. O günden bugüne burada ne yazık ki
işkenceye sıfır tolerans yerine, her yer işkence haneye dönüştü. İşte, insanlar
HES’lere karşı olduğu için şiddete maruz kaldı, sokakta ana dilde eğitim istedikleri
için, parasız eğitim istedikleri için ya da cezaevlerindeki durumu ifade etti…
Artık insanlar diri diri yakılmaya başlandı. Bu, Türkiye’de insan hakları
raporunun ne hâle geldiğini gösteriyor. Tabii ki bir kurulun olması önemli ama
bu kurulun bağımsız olması, gerçekten sorunları çözer bir nitelikte olması
gerekiyor. Ama ne yazık ki burada çıkarılan bütün yasalar “Avrupa Birliği
istedi.” diye yapılıyor ve bunun gereği yerine getirilmiyor.
Sayın milletvekilleri, bu ülkenin en
temel sorunlarına dokunmayan bir yaklaşım var burada. Bu ülkenin temel sorunu
Kürt sorunu, bu sorun çözülmediği sürece de bu alanda da insan hakları
ihlalleri ne yazık ki devam edecektir. Çatışmaların, savaşın yoğun olduğu
yerler de en çok insan hakları ihlallerinin yaşandığı yerlerdir. Bu, sadece
Türkiye’ye özgün bir durum değildir çünkü “Terörle mücadele ediyoruz.” adı
altında bütün özgürlükler gasbedilmektedir. Türkiye’de neredeyse herkes
teröristtir. Dünyada en çok teröristi olan ülke hâline geldik. Şimdi, bu bizim
sorumuz mudur, değil midir; bu sorunu çözecek miyiz? Şimdi, burada bazen
muhalefet liderlerinden ve diğer muhalefet partilerine mensup arkadaşlarımızla
konuşurken bu ülkenin temel sorununa ilişkin böyle bir “Nasıl çözeriz?”
yaklaşımından ziyade, bu sorunu görmezden gelen bir noktaya ya da daha
milliyetçi yönlere çevirmek isteyen bir yaklaşım olamaz.
Sayın milletvekilleri, farkında mısınız
bu ülkede onlarca farklı kimlik ve kültür var; bu ülkede 20 milyon Kürt var, bu
insanların hak ve özgürlük sorunu var. Bu insanlar her gün insan hakları
ihlallerine maruz kalıyor, her gün hakları gasbediliyor. Bu ülkede insanlar
barış istedikleri için, ana dilde eğitim istedikleri için terörist ilan
ediliyorlar. Nasıl çözeceğiz biz bu meseleyi? Bu yaklaşımı çözmediğimiz sürece,
değiştirmediğimiz sürece insan haklarından, demokrasiden, hukuktan bahsetmek
mümkün değildir çünkü tam da bu yaklaşım, terörizm yaklaşımı bu sorunları
beraberinde getirmektedir. Biz bunu yapamadığımız sürece bu ülkede gerginlik
olacaktır. Bu kürsüde her gün başsağlığı diliyoruz, bu bizim sorunumuz değil
midir? O zaman bu sorunu çözeceksek herkes elini taşın altına koyacak ama böyle
milliyetçilik yaparak falan değil yani, bu ülkenin temel sorununu gelip
çözeceğiz. Bu ülkede Türk ne hakka sahipse Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni de aynı
hak ve hukuka sahip olmalıdır, demokrasi bunun gereğidir. Bunu sağlamadığımız
sürece bu ülkede insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Bugün cezaevleri niye bu kadar dolu? 8 bin tane BDP’liyi KCK’li diye cezaevine
gönderdiniz, milletvekilleri cezaevinde, belediye başkanlarımız cezaevinde.
Hatta o kadar hızlı ki AKP Hükûmeti, belediye başkanımız daha tutuklanmadan
ikinci gün görevden alma yazısı geliyor. Nasıl oluyor bu? Şimdi, bunları
konuşmadığımız sürece istediğimiz kadar insan haklarından bahsedelim, bu sadece
göstermelik adımlar olmaktan öteye geçmez. Samimiyet bu değildir. Samimiyet
olacaksa o zaman sorunlarımızı çözeceğiz yani, insan hakları ihlallerini böyle
çözebiliriz. Siz bir halkın haklarını gasbediyorsanız, dilini, kimliğini,
kültürünü gasbediyorsanız orada tabii ki en büyük insan hakkı ihlali vardır.
Şimdi, biz bunu çözecek miyiz, çözmeyecek miyiz? Şimdi, bu ülkenin en temel
sorunu bugün İmralı’da kilitlenmiş durumdadır. Bunu polemik
yapacağımız yere bu sorunu nasıl çözeceğiz? Sayın Öcalan on bir aydır
ailesiyle, avukatlarıyla görüştürülmüyor, avukatları tutuklanmış durumda ve bu
gerginliğe neden oluyor, savaşı derinleştiriyor, çatışmayı derinleştiriyor.
Şimdi, bu sadece BDP’nin de sorunu
değil, bütün buranın sorunudur. Eğer gençlerimizin yaşamını yitirmesini
istemiyorsak, eğer gerçekten demokratik bir Türkiye istiyorsak, eğer gerçekten
halkların eşitlik temelinde kardeşliğini istiyorsak o zaman gereğini yerine
getireceğiz, o zaman bu işi oturup birlikte çözeceğiz.
Müzakereden bahsediyor herkes:
“Müzakere masasından kalkın.” Müzakere masasına oturulmuş mu ki kalkılsın?
Oturulmadığı için sorun var zaten, oturulmadığı için sorunlar çözülmüyor,
konuşamadığımız için… Bu olmadığı sürece Türkiye’de gerçek anlamda insan
haklarından bahsetmek mümkün değildir sevgili arkadaşlar.
Ben bir kez daha herkesin şapkasını
önüne indirip biraz daha bu perspektiften düşünmesi gerektiğini düşünüyorum.
Hepinizi selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 279 sıra sayılı
tasarının 1. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 1-
(1) Bu Kanunun amacı, Türkiye’de insan
haklarının korunmasını ve geliştirilmesini sağlamaktır.
(2) Kanun, Türkiye İnsan Hakları
Kurumunun kurulması ile teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esasları
kapsamaktadır.
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve
arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale)
– Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde Hüseyin Aygün,
Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Sayın
Başkanım, çok sağ olun.
İnsan hakları ihlalleri bakımından bu
kadar bereketli olan ama Genel Kurulda da ilginin bu kadar zayıf olduğu bir
oturumun sonunda muhtemelen Bilgi Edinme Hakkı Yasası’yla oluşan heyecanı yok
eden Bilgi Edinme Kurulu müessesesine benzer bir sonuç önümüzdeki haftalarda
bizi bekliyor. O zaman da büyük bir beklenti vardı, bundan sonra idare denetlenecek,
bilinmeyen sırlar kamuoyu tarafından öğrenilecek, yönetenler hesap verecek ama
bugün kaç kişinin Bilgi Edinme Yasası’ndan yararlanmak için dilekçe verdiğini
araştırırsanız hemen hemen hiç kimsenin başvuru yapmadığını çünkü bilgi edinme
mekanizmasının işlemediğini görürsünüz.
Sevgili milletvekilleri, son beş gün
içinde öyle olaylar oldu ki aslında İnsan Hakları Kurumunun, üzerinde
tartıştığımız tasarının da ne kadar hayati bir değere sahip olduğunu görmek
mümkün. Pankart açtıkları için ceza alan Berna ve Ferhat’ın gerekçeli kararı
yayımlandı mesela. Mahkeme, Hükûmete dönük olası tepkileri de hafifletmek
kaygısıyla olsa gerek, cezanın pankarta dayanmadığını, pankartın altındaki
imzalardan ötürü örgüt üyeliğinden ceza verildiğini söyledi. Urfa’da 13 kişi
öldü. Biz dün cezaevini gidip inceledik. 13 kişinin yandığı koğuşa girdik.
Kitap, yatak ve terlik kokusuna yanmış insan kokusu eşlik ediyordu ve çok vahim
bir manzara vardı. Oradan, seçilmiş İbrahim Ayhan’ın (BDP’li milletvekili)
koğuşuna da gittik. İnanın ki 3 kişilik koğuşta nasıl 20 kişinin kaldığını,
içeride nasıl nefes aldıklarını oraya gitmeden anlamanız mümkün değil. Biz
orada denetim ve inceleme görevini yaparken Sayın Başbakanın açıklaması cep
telefonlarına geldi. Cezaevi isyanlarının tümünün örgütle bağlantılı olduğunu
söyledi. Dolayısıyla Komisyonun da aslında bir inceleme yapmasının, sonunda
hazırlayacağı raporun hiçbir öneminin olmayacağı bu demeçten sonra görülmüş
oldu.
Bu sabah Taksim’e neden cami yapılması
gerektiğini kararlaştıran yargı, Taksim’in popülasyonunun
değiştiğini ve camiye ihtiyaç olduğunu söyledi. Birkaç gün evvel Didim
Cemevi’ne Didim’in Kaymakamı bir tebligat göndererek cemevini hazine arazisi
üzerinde olduğu için otuz gün içinde yıkacağını ilan etti.
Anlaşılıyor ki yaşam hakkı, cezaevinde
insani muamele görme, düşünce özgürlüğü, ifade hakkı, ibadet ve inanç hürriyeti
bakımından büyük sorunlar var. Özetlediğimiz son beş günün gelişmeleri bunu
ortaya koyuyor. Ama eğer Başbakan, bir komisyon cezaevi denetimi içinde görev yaparken
“Bu, terörle bağlantılıdır, cezaevleri isyanları masum değildir.” derse, o
ülkede ne ölüp giden 13 Kürt’ün hesabı sorulabilir, bu konuda bir müzakere
yapılabilir ne de cezaevleri insanileştirilebilir. Zaten, Bakanlığın yeni
cezaevleri yapma projesi de meselenin anlaşılmadığını, içerideki sorunların
anlaşılmaya çalışılmadığını gösteriyor. Bu bakımdan, hani çok iyi bir Türkiye
İnsan Hakları Kurumu yapsanız bile, eğer yürütme, yasama ve yargı arasındaki
ilişkiler, kuvvetler ayrılığı prensibi, bağımsız bir yargı ve saydam,
demokratik bir medya olmazsa o ülkede demokrasinin de kurulmasını
bekleyemezsiniz. Kuşkusuz ki sizden evvel de Türkiye çok iyi bir ülke,
demokratik bir ülke değildi ama gerçekten, büyük bir dürüstlükle şunu görmek
lazım: Bütün veriler bakımından daha kötüye gidiyor, çok övündüğünüz ekonomi
hariç bütün veriler Türkiye'de aslında alarm zilleri çaldığını gösteriyor,
özellikle içerideki 132 bin tutuklu bakımından. Hükûmete… Hani neden korkarlar,
neden çekinirler? Kendisini denetleyen Avrupa Birliği, ordu,
Anayasa Mahkemesi gibi kurumların etkisizleştirildiği, Avrupa Birliğinden
sorumlu Egemen Bağış’ın her gün Avrupalılara fırça attığı bir ülkede Paris
İlkeleri’nin ne kadar caydırıcı olduğunu da takdirlerinize sunuyorum ama
gerçekten cezaevleri çok felaket hâlde ve bu 13 ölü aslında bize yol
göstermeliydi fakat bırakın o 13 ölüyü, bugün Dağlıca’da ölen 8 şehidi bile
tartışamıyoruz çünkü Türkiye’deki ölümlere, katliamlara, kendini yakmalara,
barbarca hayatına son vermelere kamuoyu da, medya da neredeyse alışmış durumda.
Dolayısıyla, değerli milletvekilleri,
Bilgi Edinme Yasası’nda yaşanan hayal kırıklığına benzer yeni bir devlet kurumu
yaratmayalım. Muhalefetin eleştirilerini bence dikkate alın. Aksi hâlde,
önümüzdeki haftadan itibaren bu kurumun ne kadar işlevsiz olduğunu görürsünüz.
Sayın Bakan “Dürüst, yetkin memurları atayacağız bu Kurulda görev yapacak.”
dedi ama Ertuğrul Yalçınbayır’ın başına gelenleri de lütfen unutmayın.
Hepinizi selamlıyorum. Çok teşekkürler.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum…
III.
– YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yoklama
istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Aynı zamanda yoklama talebi
var, yerine getireceğim.
Sayın İnce, Sayın Akar, Sayın Aygün,
Sayın Serindağ, Sayın Demiröz, Sayın Susam, Sayın Tanal, Sayın Özgündüz, Sayın
Yüksel, Sayın Bayraktutan, Sayın Tunay, Sayın Özel, Sayın Moroğlu, Sayın
Köprülü, Sayın Tanrıkulu, Sayın Türmen, Sayın Güven, Sayın Tezcan, Sayın Onur,
Sayın Kaleli.
İki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 20.46
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 20.58
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
279 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
1’inci maddesi üzerinde Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve arkadaşlarının
önergesinin oylanmasından önce yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi yeniden elektronik cihazla yoklama yapacağız.
III
- YOKLAMA
BAŞKAN - Yoklama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır.
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279) (Devam)
BAŞKAN – Tasarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
2’nci madde üzerinde iki adet önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 279 sıra sayılı
tasarının 2. maddesine aşağıdaki bendin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
(d) Ulusal Komiteler: Irkçılık,
Cinsiyetçilik ve Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komitesi, İnsan Hakları
İhlallerini Önleme ve İhlal iddialarını Araştırma Komitesi, Sığınmacı Sorunları
ve İnsan Ticaretiyle Mücadele Komitesi, Mevzuatın İnsan Haklarına Uygunluğunu
İzleme Komitesi, İnsan Hakları Eğitimi Komitesi ve Bioetik Komitesini,
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Melda
Onur
İstanbul Tunceli İstanbul
Orhan Düzgün Veli Ağbaba Özgür
Özel
Tokat Malatya Manisa
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 2’nci maddesine aşağıdaki (d) bendinin
eklenmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Hasip Kaplan Pervin Buldan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Iğdır Mersin
Demir Çelik Erol Dora Sebahat
Tuncel
Muş Mardin İstanbul
d) İhlal izleme birimleri: İşkence ve
kötü muameleyi izleme birimini, cezaevi izleme birimini, ırkçılık,
cinsiyetçilik, ayrımcılık ve nefret söylemini inceleme birimleri, göçmen ve
sığınmacı birimlerini ifade eder"
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen
Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Şanlıurfa’da 13 yurttaşımız kömür olduktan sonra bu
önergeyle ilgili oylarınızı kullanırken elinizi vicdanınıza koyun. Cezaevi
izleme komitesi birimi, ihlal, işkence, kötü muamele, ırkçılık, cinsiyetçilik
-kadın milletvekillerine sesleniyoruz- ayrımcılık, her türlü ayrımcılık ve
nefret söylemi. Eğer bir insan hakları kurumu kurulacaksa bunları izlemeyecek
de ne yapacak? Bakın biz çok tarihî bir fırsatı iktidarın kaçırdığını buradan
uyarmak istiyoruz. Tarihî bir fırsat kaçırılıyor. Çok önemli kararlar
alıyorsunuz ama yanlış alıyorsunuz, tek başınıza alıyorsunuz, monolog
demokrasisi yapıyorsunuz. Sizi biz değil, bütün dünyanın evrensel insan hakları kuruluşları,
Türkiye’nin bütün sivil insan hakları kuruluşları eleştiriyor. Ne diyor? İHD’den,
MAZLUMDER’e, Türkiye İnsan Hakları Vakfından tutun Uluslararası Af Örgütü
Mülteci Koordinasyonuna kadar, TESEV’den tutun Helsinki Yurttaşlara kadar hepsi
uyarıyor. Diyor ki: “Kapsayıcı değil, şeffaf değil, birey yurttaşı değil devlet
merkezlidir.” bence devlet merkezli de değil hükûmet merkezli. Eğer bir başka
mekanizma düşünüyorsanız bunu Hükûmetin inisiyatifinde
yanlış yapıyorsunuz, ”Tarafsız değil, bağımsız değil, bütçesi yok ve çoğulcu ve
katılımcı değil, üyelerin seçiminde güvence yok.” diyor. Şimdi, İnsan Hakları
Gözlem Örgütünün Meclise sunduğu bir rapor var, “Bu yasayı geri çekin.” diyor.
Tabii, bunları dikkate almayabilirsiniz ama şu aşamada, bu hafta içinde
Hükûmetin 23’üncü fasıl başlığı için Avrupa Birliğiyle yaptığı görüşmenin
başlığı nedir biliyor musunuz: “Yargı ve temel haklar.” Şimdi, bu temel haklar
için de ne yaptınız, ne yapacaksınız? Sonra 24’üncü fasıl
“Adalet, özgürlük ve güvenlik.” Çok dikkatinizi çekerim, Türkiye bu
sınavı geçecek mi, geçmesini istiyoruz. Yargı önemlidir, temel haklar
önemlidir, adalet önemlidir, özgürlük önemlidir, güvenlik önemlidir. İnsan
Hakları Kurumunun denetiminin en önemli konularıdır. Biz Türkiye’nin bu konuda
ilerlemesini canıgönülden isteriz, katkı vermek isteriz ama,
maalesef, Stefan Füle’ye verdiğiniz kıymetiharbiyeyi bu üç parti grubuna
vermiyorsunuz, dinlemiyorsunuz, sivil toplum örgütlerine vermiyorsunuz.
Bakın, verdiğiniz sözler çerçevesinde
3’üncü yargı paketi duruyor, 4’üncü yargı paketi duruyor. Gelin, bunları
birlikte çalışarak çıkaralım. Bunlar aynı zamanda Türkiye’de akan kanı
durdurabilir, silahları susturabilir, barış atmosferini getirebilir. Rahatla,
huzurla tatile gidin. Bu Meclis bunları çözmeden tatile gitme hakkını kendinde
nasıl bulabilir? Değerli arkadaşlar, bunlar maalesef bekletilecek gibi
gözüküyor.
Devlet sırları kanunu yarın
getirilecek. Kişisel verilerin korunması,
kamu denetçiliği -yeni çıktı- ve bütün bunların yanında 24’üncü fasıl
var. Maalesef, 30 fasıldan birini geçmiş tembel bir öğrenci edasının içindeyiz.
Maalesef, daha vahim şeyler de var.
Size bu vahim şeylerden birini söyleyeyim: Şanlıurfa’dan bir telgraf geldi
bana. Şu telgraf Urfa Cezaevindeki baskıları anlatıyor, kapasiteyi anlatıyor,
sıcakların getirdiği felaketi anlatıyor. 13 Haziranda çekilmiş bu telgraf bana,
isyandan, 13 kişinin ölümünden sonra bugün benim elime ulaştı. 13 candan sonra
işte gelen telgraf, işte geç gelen telgraf, işte ölümleri haber veren telgraf.
Siyah kurdelesiyle insan haklarımızın işte sembolü budur.
(Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan elindeki
siyah kurdele takılı belgeyi mikrofona takarak kürsüye bıraktı)
Eğer insanlarımız cezaevlerinde
yanıyorsa, eğer insanlarımız çatışmalarda ölüyorsa, eğer insan hakları
raporlarında Türkiye’ye çok ağır ithamlar varsa, eğer bütün bunların karşısında
biz susuyorsak, insan haklarında en büyük ihlallere uğrayan Türkiye ise, bunda
hepimizin payı var ama en çok iktidarın payı var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) – Geç gelen
telgrafa bakın, işte insan hakları budur arkadaşlar. Burada bırakıyorum.
Saygılarımla.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen
dilekçenizi alın oradan, telgrafınızı… Lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – İnsan Hakları
İzleme Örgütü kurulacak onu…
BAŞKAN – Tamam, dile getirdiniz,
anlaşıldı, tutanaklara geçti söyledikleriniz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan,
onu kurulacak kuruma teslim edin.
BAŞKAN – Gösteri yeri değil ki burası!
Burası milletin kürsüsü, gösteri yeri değil, lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Gösteri
yeridir.
BAŞKAN – Gösteri yeri olarak
kullanıyorsunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Burası insan
haklarını hatırlatma yeridir Sayın Başkan.
BAŞKAN – Dile getirdiniz, tutanaklara
geçti sözleriniz. Kimse burayı gösteri yeri olarak kullanamaz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Burayı gösteri
yeri olarak iktidar partisi kullanıyor, tek taraflı kullanıyor.
BAŞKAN – Gösteri yeri olarak
kullanıyorsunuz tabii!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Her gün insan
hakları ihlallerinden Türkiye mahkûm oluyor, bundan daha büyük gösteri mi var?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Güç
göstermek serbest, dilekçe göstermek yasak mı Başkan?
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum önergeyi:
Kabul edenler…
III
- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan,
yoklama istiyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın İnce, Sayın Akar, Sayın
Serindağ, Sayın Demiröz, Sayın Susam, Sayın Onur, Sayın Tanal, Sayın Özgündüz,
Sayın Yüksel, Sayın Dinçer, Sayın Özel, Sayın Özkoç, Sayın Moroğlu, Sayın
Fırat, Sayın Köprülü, Sayın Tüzmen, Sayın Tezcan, Sayın Güven, Sayın Tunay,
Sayın Öztürk.
İki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.12
ALTINCI OTURUM
Açılma
Saati: 21.22
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
III
- YOKLAMA
BAŞKAN – 279 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve
arkadaşlarının önergesinin oylamasından önce yapılan yoklamada toplantı yeter
sayısı bulunamamıştı.
Şimdi yeniden elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır.
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279) (Devam)
BAŞKAN - Tasarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, Şırnak Milletvekili…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayım
sonuçlarını şu kadardır diye açıklarsanız iyi olur.
BAŞKAN – Açıklayalım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Bilsek; iyi
olur.
BAŞKAN – Açıklayalım bundan sonra;
hayhay, peki.
Şimdi, Hasip Kaplan ve arkadaşlarının
önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 279 sıra sayılı
tasarının 2. maddesine aşağıdaki bendin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
(d) Ulusal Komiteler: Irkçılık,
Cinsiyetçilik ve Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komitesi, İnsan Hakları
İhlallerini Önleme ve İhlal İddialarını Araştırma Komitesi, Sığınmacı Sorunları
ve İnsan Ticaretiyle Mücadele Komitesi, Mevzuatın İnsan Haklarına Uygunluğunu
İzleme Komitesi, İnsan Hakları Eğitimi Komitesi ve Bioetik Komitesi
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve
arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU
BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY
(Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen?..
Mahmut
Tanal, İstanbul Milletvekili.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
279 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları
Kurumu Kanunu Tasarısı üzerine söz almış bulunmaktayım.
Tabii burada, Türkiye’de, insan hakları
sorunu hep sorunlu hâle gelmiştir, bugüne kadar çözülememiştir. Basında insan
hakları sorunu var. Okulda insan hakları sorunu var. Hastanelerde insan hakları
sorunu var. Cezaevlerinde insan hakları sorunu var. Mahkemelerde insan hakları
sorunu var. Belediyelerde, caddelerde, sokaklarda, iş yerlerinde çalışanların,
köylülerin, çocukların, kadınların, toplumun her katmanında, gerçekten
ülkemizde insan hakları sorunu var.
Değerli milletvekilleri, bu yasa
tasarısıyla ilgili evet, burada asıl amaç… Hukuk kuralları adalet esaslarına
göre uygun hazırlanır. Hukuk, doğru ve adil olma sanatıdır. Bu tasarı, gerçekten
doğru ve adil olma sanatına uygun bir şekilde düzenlenmiş midir, hazırlanmış
mıdır? Söyleyeceğim hususları sizin takdirinize sunacağım, bu kararı herhâlde
yüce Meclis verecek.
Değerli milletvekilleri, diğer
ülkelerle karşılaştırma yapıldığı zaman, keşke, Komisyon Başkanı ve Bakan,
İrlanda örneğine de bakmış olsalardı. Neden söylüyorum İrlanda örneğini?
İrlanda’da bu tür kurumların üyeleri, insan haklarının ihlal edildiği davalarda,
mutlak suretle kurul üyelerinin 1 tanesi, insan haklarının ihlal edildiği
davaları izler. Eğer, biz ülke olarak, siyasal iktidar, eğer bu konuda, insan
haklarının ihlalini engellemek ve hakların, insan haklarının gelişimi açısından
bir adım ilerlemek istiyorsa -lütfen- bu kurul üyelerinin, insan haklarıyla
ilgili devam eden davaları da izlemesi gerekir.
İkinci bir sorun: Yine, İrlanda
örneğinde… Bu toplumun yarısı kadın, yarısı erkek. İnsan
haklarının sadece kâğıt üzerinde kalmaması lazım. İrlanda örneğinde,
yine, aynı şekilde, insan hakları kurumunun, seçilen 14 tane üyesi var değerli
milletvekilleri, bu 14 üyenin yarısı kadın, yarısı erkek. Peki, mademki biz
eşitlik arıyoruz, adalet arıyoruz, adaletin nüfus oranına göre de temsili
gerekiyor. En azından, buradaki bu kurul üyelerinin yarısının kadın olması
gerekir idi ki doğru ve adili bulmaya çalışalım.
Gelelim, bir başka örnek: Yine, aynı
şekilde, yemin sorunu. Evet, daha önceki yasalarımızda, ombudsmanda
yemin sorunu halledilmiş idi. Evet, orada, başkanın Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda yemin etmesi gerekiyordu. Madem bu, bu kadar tarafsız,
bağımsız bir kurul, neden yemin gündeme getirilmedi? Yemin de bu kurulda büyük
bir eksiklik değerli milletvekilleri.
Başkanın
görev süresi. Başkanın görev süresi, Avusturya
örneğinde, dönüşümlü olarak her üye bir yıl başkanlık yapar. Tasarıda
bu da büyük bir eksiklik, bunu da gidermek lazım. Seçilen üyelerin görev
süresi dört yıllık süreyle sınırlı, ancak 2’nci bir sefer bir daha seçilebilir,
bu da yine hatalı. Neden hatalı? Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri dört
yılda bir oluyor. Aynı zamanda, eğer Hükûmete bağlı, siyasal iktidara bağlı,
seçimlere bağlı bir kurul olmasını istemiyor isek bunun görev süresinin, seçim
süresinin en azından genel seçimlerden daha fazla olması lazım. Nedir? Genel
seçimler dört yılda bir oluyorsa bunun beş yılda bir, diğer ülkelerde altı
yılda bir olması gerekir ki bunun bağımsızlık ve tarafsızlığını koruyabilelim.
Siyasal iktidardan bağımsız bir kuruma
dönüştürmenin yolu, şartları belirttiğim şekilde olması gerekir. Bu şekliyle bu
tasarı eksiktir. Bu bahsettiğim konuların gözden geçirilerek, bunların da en
azından tasarıya dercedilerek yeniden hazırlanmasında yarar var.
Hepinize saygılarımı sunuyorum, iyi
akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum…
III
- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yoklama
istiyoruz.
BAŞKAN – Yerine getireceğim.
Sayın Gök, Sayın Akar, Sayın Özdemir,
Sayın Susam, Sayın Demiröz, Sayın Serindağ, Sayın Tanal, Sayın Özgündüz, Sayın
Yüksel, Sayın Özkoç, Sayın Köprülü, Sayın Özel, Sayın Dinçer, Sayın Genç, Sayın
Özkan, Sayın Moroğlu, Sayın Fırat, Sayın Eyidoğan, Sayın Türmen, Sayın Kurt.
İki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır.
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3’üncü madde üzerinde üç adet önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 279 sıra sayılı kanun
tasarısının 3'üncü maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Hasip Kaplan Pervin Buldan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Iğdır Mersin
Erol Dora Sebahat Tuncel Demir Çelik
Mardin İstanbul Muş
“(3)
Kurumun merkezi Ankara'dadır. Kurum yurt içinde ve yurt dışında büro açabilir.”
TBMM
Başkanlığına,
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 3. maddesinin 5. fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ederiz.
“(5)
Kurum, faaliyetleri hakkında en geç 6 aylık sürelerle yapacağı yazılı
açıklamalarla veya TRT yayınları vasıtasıyla kamuoyunu bilgilendirir.”
Alim
Işık Muharrem Varlı Seyfettin Yılmaz
Kütahya Adana Adana
Bülent Belen Yusuf Halaçoğlu D. Ali Torlak
Tekirdağ Kayseri İstanbul
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 3. maddesinin 3, 4, ve
5 inci fıkralarının aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
(3)
Kurum, gerektiğinde yurt içinde ve yurtdışında büro açabilir.
(4)
Kurum, bu kanunla ve diğer mevzuatla verilen görev ve yetkilerini kendi
sorumluluğu altında, bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır. Görev alanına
giren konularla ilgili olarak hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir
ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Bu madde hilafına
gerçekleştirilen eylem ve işlemler hakkında kişinin görevine bakılmaksızın Türk
Ceza Kanunu'nun 257 nci maddesinin 1 inci fıkrası uygulanır.
(5)
Kurum, faaliyetler hakkında internet ortamı, resmi bültenler ve basın-yayın
organları aracılığıyla kamuoyunu azami ölçüde bilgilendirir.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Melda Onur Özgür Özel Ali
Özgündüz
İstanbul Manisa İstanbul
Orhan
Düzgün
Tokat
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Özgündüz…
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Ali Özgündüz, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, insan hakları, bildiğiniz gibi, 20’nci yüzyılın medeni
milletlerinin en çok önem verdiği bir konudur. Avrupa Konseyi Statüsü’nün
3’üncü maddesi der ki: “Avrupa Konseyinin her üyesi, hukukun üstünlüğü
prensibini ve yasal yetkisi altında bulunan her şahsın insan hakları ve temel
özgürlüklerden yararlanma hakkını kabul eder.” Bildiğiniz gibi ülkemiz de
Avrupa Konseyinin bir üyesi. Fakat insan hakları konusunda ülkemizin karnesi ne
yazık ki zayıf durumdadır. Ülkemiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 2.404 mahkûmiyetle
yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal eden ülke olarak 1’inci sırada
yer almaktadır. 6’ncı maddeyi, adil yargılanma hakkını düzenleyen Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesini 729 kez ülkemiz ihlal etmiş ve tazminata
mahkûm olmuştur. İfade hürriyetini düzenleyen 10’uncu maddesini 207 kez,
örgütlenme özgürlüğünü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını düzenleyen 11’inci
maddesini 53 kez ihlal ederek mahkûm olmuştur.
Değerli
arkadaşlar, bugün ülkemizdeki en önemli insan hakları sorunu -bunu samimiyetle
söylüyorum, bir hukukçu olarak söylüyorum- şu anda özel yetkili mahkemelerin
ihlal ettiği adil yargılanma hakkıdır. Ne yazık ki insanların
tarafsız ve bağımsız bir mahkeme önünde hak arama hürriyetini düzenleyen Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi, şu andaki özel yetkili mahkemeler
tarafından ihlal edilmektedir, yer yer Hükûmet yetkilileri de yakınmaktadır, o
nedenle de Sayın Bakan açıklama yaparken dedi ki: “Üçüncü yargı paketini
önemsiyoruz, yakında Meclise gelecek.” Umarım,
üçüncü yargı paketinin temelini özel yetkili mahkemelerin ortadan kaldırılması
ya da en azından revize edilmesi oluşturur.
Değerli
arkadaşlar, bugün, insanların en önemli insan haklarından biri olan özel
yaşamlarının korunması, aile hayatının korunması hakkı ihlal edilmektedir
ülkemizde. Bildiğiniz gibi, insanların özel yaşamlarına müdahale edilerek
telefonları dinlenmekte, hatta yatak odalarına girilerek kamerayla yatak odası
görüntüleri alınıp yer yer İnternet’te, basında yer almaktadır. İnsanlar özgürce
konuşamıyorsa, aile içinde, odalarında aile mahremiyetlerine müdahale edildiği
korkusu yaşıyorsa o ülkede insan haklarından ne yazık ki bahsedilemez.
Değerli
arkadaşlar, bu kanun, geçen hafta kabul edilen Kamu Denetçiliği Kanunu’na
benzer bir görev yapacak Türkiye İnsan Hakları Kurumunun kurulmasını
öngörmektedir fakat size ilginç bir şey söyleyeyim. Bu İnsan Hakları Kuruluna
seçilecek Başkan ve üyelerde -5’nci maddede saydığınız nitelikler- 5’inci
maddenin (2) no.lu fıkrasının (c) bendinde belli suçlardan mahkûm olmamak şartı
aranıyor. İlginçtir, umarım, Komisyon ve Hükûmet bu yanlışı
görür, düzeltir; işkence, eziyet, insanlığa karşı suç işleyenler, göçmen
kaçakçılığı yapanlar, yani Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitabı’nın Birinci
Kısmı’nın 1 ve 2’nci Bölümü’nde yazılan suçlar ve Türk Ceza Kanunu’nun 94 ve
96’ncı maddesinde yazılan işkence, eziyet suçundan mahkûm olanlar affedildiği
takdirde bu Kurula Başkan ve üye seçilebilecekler. Böyle de komik bir
durum var. Bunu iyi niyetli olarak uyarıyorum. Mutlaka, (c) bendine “Bu
suçlardan mahkûm olanlar affa uğramış olsalar bile seçilemezler.” hükmünün
konması gerekir diye düşünüyoruz.
Değerli
arkadaşlar, bugün Sayın Malik Ecder Özdemir de grubumuz adına yaptığı konuşmada
belirttiği gibi, bugün, en büyük insan hakları ihlallerinin yaşandığı yerler
cezaevleridir. Yaklaşık 3 katı-4 katı doluluk oranıyla cezaevlerinde insanlar
üst üste ve her gün bir cezaevinden isyan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (Devamla) – Dolayısıyla, bu hususa da Hükûmetin dikkatini çekerek, bir
çözüm bulacağını düşünerek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 3. maddesinin 5. fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ederiz.
“(5)
Kurum, faaliyetleri hakkında en geç 6 aylık sürelerle yapacağı yazılı
açıklamalarla veya TRT yayınları vasıtasıyla kamuoyunu bilgilendirir.”
Alim
Işık (Kütahya) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Lütfü Türkkan, Kocaeli Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hem Komisyonun hem
Bakanın -alışık olduğu üzere- her önergeye yine “hayır” dediklerini görüyoruz.
Bu konuda niye “hayır” dediklerini de anlayamadım.
İnsan
Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nda diyor ki: “Kurumun faaliyetleri hakkında
kamuoyunu bilgilendirir.” 5’inci maddede. Nasıl bilgilendirir? Bir süresi var
mı? Nerede bir açıklama yapacak? Yok. Yani bizim teklifimiz şu: Altı ay
içerisinde, ya TRT vasıtasıyla veyahut da bir kurumun yayınladığı bir duyuruyla
bunu kamuoyuna duyurun. “Hayır, biz duyurmayacağız.” Niye? Her şeyi gizli
yapıyoruz, her şeyi saklı yapıyoruz, ondan sonra Avrupa’ya gittiğimizde en çok
karşılaştığımız konu insan hakları ihlalleri.
Geçen
hafta, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan arkadaşlar da vardı, Avrupa
Parlamentosundaydık. Türkiye’ye yöneltilen bütün suçlamaların altında insan
hakları ihlalleri var. Yani birisi yalan söyledi, öbürü yanlış yaptı, diğeri
düşmanlık etti, diğeri ilişkilerini bozmak için kötü söyledi ama hepsi birden
mi kötü söyledi? Hepsi birden aynı konuda birleşiyorlar: “İnsan haklarını ihlal
ediyorsunuz.” Yani bakın, ben, geçen hafta cezaevlerini gezen hem Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubundan arkadaşlarla hem de kendi grubumuzdan bir
arkadaşımızla sohbet ettim, cezaevlerinin durumunu anlatıyor. O arkadaşımız, 12
Eylül sürecinde bizim gibi cezaevinde kalmış arkadaşımız, tek bir kelimeyle
özetledi: Bakın, şu anda yargıladığımız, hukuka teslim ettiğimiz 12 Eylül
yasalarından daha kötü yasalarla yönetiliyoruz. Cezaevi şartları 12 Eylülden
daha kötü. Yerlerde insanlar yatıyor, üst üste yatıyor. “Nöbetleşe yatma sadece
o zamanda kaldı.” demiştik biz, otuz iki sene evveldi. Otuz iki sene sonranın
Türkiyesi’nde, sizin yönettiğiniz Türkiye’de, insanlar nöbetleşe gece uyku
uyuyor. Yani insan hakları dediğiniz zaman, sadece burada oturan, kendisini
elit kabul eden iktidar mensupları mı zannediyorsunuz? Cezaevindeki vatandaş da
bizim vatandaşımız. Cezaevindeki vatandaşın bilerek ölüme terk edilmesi insan
haklarıyla nasıl bağdaşıyor? Hayatımda hiçbir dönemde, hiçbir şekilde onlarla
aynı yolda yürümeyebilirim, fikirlerim bağdaşmayabilir, aynı şeyleri
düşünmeyebilirim ama cezasını çekmek üzere orada yatan insan, devlete teslim
olmuş insandır. Bir anne diyor ki: “Ben oğlumu size sapasağlam teslim ettim,
bana bir torba kömür olarak geri verdiniz oğlumu.” Bu annenin bu feryadını biz
Avrupa Parlamentosunda duyuyoruz, sizler burada istediğiniz kadar duymamaya
çalışın. Avrupa Parlamentosunda, her gittiğimizde yüzümüze çakıyorlar.
Utanıyorum, sanki Afrika’nın bir kabile devletinden gitmişiz. Biz kendimizi
demokrasiyle yönetilen, parlamenter sistemle yönetilen bir cumhuriyetin mensubu
zannediyoruz, oraya gittiğimizde Cibuti Cumhuriyeti’nden bir vatandaş gibi
karşılanıyoruz. Sebebi, faşistçe uygulamalar. Bunlardan vazgeçin, günahtır.
Diğer
taraftan, geçen gün şehit olan 8 tane kınalı kuzunun üstüne Sayın Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç Beyefendi Barzani’yle basın toplantısı yapıyor.
Arkadaşlar, bu teröristlerin çok önemli bir kısmı Barzani’nin himayesinde
yetiştiriliyor ve siz de Barzani’yi muhatap kabul ediyorsunuz, bu şehitleri
öldüren teröristlerin ağababasıyla oturup, karşınızda, muhabbet ediyorsunuz ve
sonunda televizyonda “Barzani’den çok daha fazla şeyler bekliyoruz.”
diyorsunuz. Bu mudur devlet yönetimi? Türkiye'nin terör meselesi Barzani’ye mi
ihale edildi? Bu kadar basiretsiz bir yönetim olabilir mi? Hiç vicdanınız
sızlamıyor mu?
Sayın
Genelkurmay Başkanının insani duygusal tavrını anlayabilirim, ağlayabilir, bir
baba olarak zoruna gitmiş olabilir ama aynı Genelkurmay Başkanı 2 tane PKK’lıyı
öldürdü diye 17 askeri tutuklattı; 1 tanesi albay, hâlâ cezaevinde. Siz o
askeri nasıl bu PKK teröristiyle muhatap ediyorsunuz? Nasıl savaştıracaksınız?
Bütün
bunların ışığında, siz dengeyi bozmuşsunuz, araba şarampole doğru yuvarlanıyor.
Siz yuvarlanın gidin ama ülkeyi yuvarlamayın.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 3'üncü maddesinin üçüncü fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
“(3)
Kurumun merkezi Ankara'dadır. Kurum yurt içinde ve yurt dışında büro açabilir.”
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Efendim, katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Değerli milletvekilleri, 23’üncü fasıl “yargı ve temel
haklar.” 2006’da bunların tartışılmasına başlanmış. 24’üncü
fasıl yine “adalet, özgürlük ve güvenlik.” Tam altı senedir AK PARTİ
iktidar çoğunluğu Mecliste istediği yasayı çıkarabiliyor, istediği gibi kişiye
özel yasa da çıkarabiliyor ama bu konularda bir türlü geçer not alamamış, garip
değil mi?
Şimdi,
burada benim dikkat çekeceğim iki nokta var: Gelin, insan hakları konusunda,
kurumlar konusunda ortaklaşalım. Türk Ticaret Kanunu’nda ortaklaştık, Borçlar
Kanunu’nda yaptık, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yaptık. Türkiye mademki
16’ncı dünyanın en büyük ekonomisi, Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar arasında,
Afrika’dan tutun Uzakdoğu Asya’ya kadar, gelin, insan hakları konusunda bir
marka olsun. Yani birincilikle, ihlallerle, mahkûmiyetle olmasın. İnsan
haklarını koruma konusunda da bir örnek olsun. Bunu yapmak mümkündür, zor
değildir, yeter ki buna inanmak lazım. Eğer inanırsanız bunu yaparsınız.
İtalya… En önemli ulusal sözleşmeler -bakın adına- Roma Sözleşmesi diye geçer.
Bana bir tane Ankara sözleşmesi gösterebilir misiniz? Yani uluslararası bir sözleşmeye
ev sahipliği yapıp hukuk nosyonuyla, hukuk projeleriyle dünya çapında imza attığımız bir
projemiz var mıdır? Hukuk alanında yaptığımız doğru dürüst bir şey var mıdır?
Yok. En ağır suçlamalar konusunda sineye çekiliyor arkadaşlar. Bunu kabul edin.
Yalnız Strazburg’da değil, Lahey’de değil, Lüksemburg ekonomi mahkemesinde
şirketlerinizi milyarlarca dolar zarara sokan kararları bir kenara bırakıyorum.
Bakın,
size bir şey okuyacağım ve Hükûmetten, Sayın Başbakan Yardımcısından bunun
cevabını isteyeceğim. 24’üncü Fasıl’da çok önemli bir nokta var “Adalet,
Özgürlük ve Güvenlik”te dikkat edin. Birisi göç ve irtica politikası. Şimdi,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin… 2002-2012, on yıldır tek başınıza iktidarsınız.
Mahmur Kampı’nda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Şırnak’tan, Hakkâri’den giden 15
bin tane yurttaşınız hâlâ mülteci olarak yaşıyor. Birleşmiş Milletler gözetimi
var. Bundan hiçbir hicap
duymuyor musunuz? Sizin vatandaşlarınız sığınmış, sığınmış
arkadaşlar. Hangi koşullarda yaşıyor? İnsan Hakları Komisyonu veya kuracağınız
bu kurum gidip ne yapıyorlar orada, nasıl yaşıyorlar merak etmez mi ya? Buradan
Uludere’den gittiler, Beytüşşebap’tan gittiler, Şırnak’tan gittiler. Şimdi,
Şırnak Valisi bugün Yeni Şafak gazetesine röportaj vermiş, diyor ki: “Şırnak Belediye
Başkanı Ramazan Uysal niye tutuklandı, ne ben anladım ne Şırnak halkı anladı.”
Hadi buyurun. Ama yargı tutukladıysa bir bildiği vardır. Vali bilmiyor, Şırnak
Belediye Başkanı Ramazan Uysal tutuklanıyor, bilmiyor.
Arkadaşlar,
daha vahim bir şey söyleyeceğim, lütfen buna dikkat edin, söyleyeceğim. İnsan
ticareti konusunda şu raporu okuyacağım, tüyleri diken diken ediyor. Eğer onur
varsa, dış politika…Diyor ki bu rapor: “Türkiye’nin
seks köleliği ve insan ticareti ve köleliğinde kaynak, hedef ve transit ülke
olarak kullanıldığı…” Buyurun. Hem de hangi ülkelerden? Gürcistan, Moldova,
Ukrayna, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Rusya, Endonezya, Afganistan,
Belarus, Kırgızistan, Romanya, Ermenistan, Kazakistan, Fas, Suriye, Moğolistan.
Şimdi soruyorum: ABD raporu bu, ABD Dışişleri Bakanlığı Yıllık İnsan Ticareti
Raporu. Hükûmet buna ne cevap vermiştir? Ya vardır ya yoktur. Varsa rezalettir,
yoksa, cevap verilmemişse daha büyük rezalettir.
Arkadaşlar, her yerde rezil olmak zorunda mıyız? Başımız önümüzde eğik dolaşmak
zorunda mıyız? Her yerde rezalet var, insan hakları, ticareti… Kölelik ve seks köleliğinde, insan ticareti köleliğinde bir ülke. Bunu
yaşamak zorunda değiliz, onun için bazı şeyleri paylaşmak zorundayız.
Saygılarımla.
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
4’üncü
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 4’üncü maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Hasip Kaplan Pervin Buldan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Iğdır Mersin
Erol Dora Sebahat Tuncel Demir Çelik
Mardin İstanbul Muş
“Madde
4-
(1)
Kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine
yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek; şikâyet
ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek; sorunların çözüme
kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak, ihlal vakalarına hükümetin
dikkatini çekmek, hükümetin tavrına ilişkin görüş bildirmek, bu amaçla eğitim
faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve
değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve
yetkilidir.
(2)
Kurum, bu Kanun ve diğer mevzuatla Kuruma verilen inceleme, araştırma, ziyaret
ve başvuruları inceleme görevi esnasında bir suçun işlendiğini öğrenmesi
halinde, genel hükümlere göre işlem yapılabilmesi için gerekli gördüğünde ihbar
veya şikâyette bulunabilir ve uygun gördüğü insan hakları ihlallerine el
koyabilir."
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 4. Maddesinin 1. fıkrasında yer alan
"görevli ve yetkilidir" ibaresinin "ve görüş oluşturmak ve bu
görüşleri ilgili makamlara bildirmekle görevli ve yetkilidir" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Orhan
Düzgün
İstanbul Tunceli Tokat
Melda Onur Özgür Özel Veli
Ağbaba
İstanbul Manisa Malatya
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Özgür Özel, Manisa Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün
akşam burada İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası’nı görüşürken Sayın Süleyman
Çelebi bir konuya dikkat çekti, hatta bunun insan haklarına aykırı olduğunu
söyledi, dedi ki: “Burada çalışan arkadaşlar, stenograf arkadaşlar ve kavas
arkadaşlar sabahlara kadar çalışıyorlar, yarın da gelip burada çalışacaklar.”
Sayın Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli söz aldı ve aynen tutanaklardan
aktarıyorum, dedi ki: “Biraz önce yapılan bir konuşmada, gece çalışmaları
nedeniyle Mecliste görev yapan arkadaşlarla ilgili bir husus ifade edildi ve
arkadaşımızın çok üzüldüğü görülüyordu. Kendisini rahatlatmak için -takaza
yapıyor Süleyman Çelebi’ye- hem düzeltmek hem de bilgilendirmek gerekir. Gece
saatlerinde çalışan arkadaşlarımız yirmi dört saat izinli sayılıyorlar Türkiye
Büyük Millet Meclisinde, izin kullanıyorlar yani.” O bunu söyleyince hiçbir
konuya tepki vermeyen stenograf arkadaşların bile şöyle bir “Yok artık”
dediğini hissettik biz. Sonra kavaslara sorduk, zaten 7 tane kavas var, 3’ü
burada gözümüzün önünde, 3’ü burada, 1 tanesi de Başkana hizmet ediyor. Nasıl
olur bu yirmi dört saat izin? Ve bugün bir baktık ki kavaslar burada,
stenograflar aynen burada ama Sayın Canikli yok.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Vekiller de burada.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Vekilleri de dâhil et.
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Vekiller burada, Cumhuriyet Halk Partisi burada ama Sayın
Canikli kayıp. Bunu tutanaklarda yer alması açısından ifade edelim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, partimizin cezaevi inceleme komisyonu olarak yirmi beşten fazla,
ağırlıklı olarak F ve L tipi olmak üzere, yüksek güvenlikli cezaevlerine
gittik. Orada yaptığımız araştırmalar zaman zaman bu kürsülerden, zaman zaman
da kamuoyuyla diğer araçlarla paylaşıldı ama genel bir tespit ve bir özet
yapacak olursak eğer, samimiyetle şunu ifade etmek gerekir ki, ülkemizde
cezaevlerinde Mussolini’nin icat ettiği devlet intikamı mantığı hâkim. Devlet
cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerden intikam alma mantığı üzerine her şeyi
kurmuş durumda ve Türkiye’de tutukluluk artık bir ön infaz yöntemi olarak
kullanılıyor ve cezaevleri açıkça hasta üretiyor, hastalık üretiyor ve
cezaevlerinde, sağlıklı giren herkes süreç içinde ciddi rahatsızlıklara sahip
oluyor. Hemen hepsi göz rahatsızlığından şikâyet ediyor, hemen hepsinde
hemoroit var, tamamına yakını ülserden şikâyet ediyor. Hipertansiyon hastaları,
şeker hastaları, karaciğer hastalarına, hepsine ortak tek bir diyet yemeği
çıkıyor. Düşünebiliyor musunuz, diyet yemeği patates yemeği olabiliyor ve şeker
hastalarının en çok uzak durması gereken yemek şeker hastalarına diyet yemeği
olarak veriliyor. Eklem rahatsızlıkları bu cezaevlerinde kalan herkesin hemen
ortak şikâyetleri hâline gelmiş durumda.
Bu
kapsamda daha önce Pozantı Cezaevindeki sizlerin duymadığı, Adalet Bakanının
dokuz ay boyunca duymadığı çığlığı bizler Cumhuriyet Halk Partisi duymuştuk.
Daha sonra bize “Üç gün gitmeyin.” diye bir yeni derin devlet dayanışması
teklif edilmişti, reddedip gittiğimizde gördüğümüz manzara Pozantı Cezaevinin
kapatılması sonucunu doğurmuştu. Benzer şekilde Osmaniye’de bir felaketle
karşılaştık.
Geçtiğimiz
günlerde Aliağa Cezaevine gittiğimizde Aliağa Cezaevinde, Şakran Cezaevinde
özellikle kadın tutuklulara inanılmaz, insanlık onuruna aykırı muameleler
yapıldığını gördük, onlara şahit olduk. Cezaevi Müdürü cezaevinin girişinde
çıkışında ortalıkta yoktu, sorularımızı yanıtlamaktan kaçtı. Biz açıklama
yaptıktan sonra Adalet Bakanlığı hiç utanmadan, sıkılmadan bir cevap verdi. Biz
dedik ki: “Burada çıplak arama yapılıyor. Burada çok kötü şeyler oluyor.” Ve o
bir açıklama yaptı “Cezaevinde çıplak arama yok.” diye. Kendisine şunu
söylüyorum: Gidelim birlikte, o cezaevindeki bütün kadın mahkûmlara soralım,
eğer çıplak arama yoksa… Demiş ki: “Her yerde kamera var, toplu yerlerde.” Ben
kendisine o odayı göstereceğim, eğer o odada kamera varsa ayrı bir tartışma
yapacağız, o odada kamera yoksa ayrı bir tartışma. Ama geçen sefer de “Öyle bir
oda yok.” dediği odada, kamerasız bir odada Cezaevi Müdürünün kendi odasında
bile bulunmayan bir müzik setinin niçin orada olduğunu, o kadar yüksek ses
gücüne sahip olduğunu Adalet Bakanı yine açıklayamamıştı ve açıkça şunu
söylemek lazım ki… Adalet Bakanı dedi “Burada Robocop diye bir şey yok, A
Takımı diye bir şey yok.”
Sayın
Adalet Bakanına bunu gösteriyorum, Adalet Bakanlığı armalı bu kişilere kendi
Osmaniye Cezaevi Müdürü “Robocop” diyor, Aliağa’da bu çocuklar kendilerine “Biz
A Takımı’yız.” diyorlar. Bunların görevi firar olursa müdahale etmek, kavga
olursa müdahale etmek, ama bunlar eğer bir mahkûm çıplak aramayı reddederse 5
kişi o mahkûma saldırıp onların çıplak aranmasında işlev görüyorlar.
Ben
bunu buraya bırakacağım, çıksın desin ki “Bu resimler montajdır, bunlar Robocop
değil, bunlar A Takımı değil.”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZGÜR
ÖZEL (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 4'üncü maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Madde
4-
(1)
Kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine
yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek; şikâyet
ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek; sorunların çözüme
kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak, ihlal vakalarına hükümetin
dikkatini çekmek, hükümetin tavrına ilişkin görüş bildirmek, bu amaçla eğitim
faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve
değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve
yetkilidir.
(2)
Kurum, bu Kanun ve diğer mevzuatla Kuruma verilen inceleme, araştırma, ziyaret
ve başvuruları inceleme görevi esnasında bir suçun işlendiğini öğrenmesi
halinde, genel hükümlere göre işlem yapılabilmesi için gerekli gördüğünde ihbar
veya şikâyette bulunabilir ve uygun gördüğü insan hakları ihlallerine el
koyabilir."
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Evet, önerge üzerinde söz isteyen Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili.
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu maddeyle ilgili
değişiklik önergesinin anlamı hakkında iki şeye dikkat çekmek isterim.
Birincisi, Paris İlkeleri’ne uygunluğundan söz edildi, değil. Şundan ötürü:
Paris İlkeleri, ulusal kurumlara hükûmetler karşısında güç, imkân ve hareket
kabiliyeti sağlanmasını öngörüyor. Bizim kurumun görevlerini tanımlayan
maddeler ise aslında insan hakları konusunda bir araştırma yapmakla
görevlendirilmiş bir dernekten daha fazla bir göreve sahip değil.
Paris
İlkeleri açıkça söylüyor: Hükûmete, parlamentoya ve diğer bütün ilgili
organlara görüş, tavsiye ve raporlar vermek, sunmak, insan haklarının korunması
ve yaygınlaşması için yargının düzenlemesiyle ilgili hükümler öngörmek, yeni
yasaların kabul edilmesini, yürürlükteki yasaların uyumlu hâle getirilmesini,
vesaire, vesaire, vesaire; gidiyor. Yani Hükûmet karşısında, Parlamento
karşısında İnsan Hakları Kurumunun elini güçlendiriyor. Burada yazıldığı gibi,
araştırmalarda ve incelemelerde bulunmakla sınırlı bir görevi olan bir kuruma
niye yargıçları koruyan yetki verilecek? Bu kurumun başına, bu üyelerin başına
hiçbir şey gelmez ki, zaten Hükûmet tarafından seçiliyorlar ve zaten sadece
pasif, reaktif bir davranış içerisinde bulunuyorlar. Oysa,
gerçekten bu İnsan Hakları Kurumunun bütün üyelerine hem bu gücü vermek hem de
şu yetkiyi vermek gerekir idi: İhlal vakalarına Hükûmetin dikkatini çekmek,
Hükûmetin tavrına ilişkin görüş bildirmek… Hükûmetle bu kurumu karşı karşıya
koymak icap ederdi ama bu yapılmadı. Böylelikle, şimdi karşımızda Hükûmet
karşısında boynu eğik bir kurum var.
2’nci
madde daha önemli. 2’nci madde, bu kuruma insan hakları
ihlalleriyle karşılaştığı her durumda sadece Hükûmete ya da yargıya ihbar ve
şikâyette bulunma hakkı ya da yetkisi tanıyor. Oysa,
Paris İlkeleri çok açık, uygun gördükleri insan hakları ihlalleri vakalarına el
koyarlar.
Arkadaşlar,
bunun Türkçesi şu demektir: Şanlıurfa Cezaevinde insan haklarına aykırı bir
muameleyi haber aldığımızda oraya gireriz, kapıyı açarız, o müdürün yakasından
yakalar onu yargıya teslim ederiz. Hükûmete “Ne olur, bunu yapar mısın?” diye
yalvarırız demek değildir. Eğer bu güce sahip olursa bunun bir imkânı var.
Bizler milletvekili olarak, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri olarak
dahi bu cezaevine girerken büyük güçlükler çektik. Ne zaman 8’imiz bir araya
geldik, ne zaman valilik üzerinden oraya ulaştık o zaman o kapılar açıldı;
yoksa trafik polisleri bile bizim yolumuzu kesip bize cop gösterdiler.
Şimdi,
idarenin eli bu kadar güçlenmişken, polisin bu kadar sınır tanımaz bir güce
kavuşturulduğu bir durumda İnsan Hakları Kurumu üyelerine hem güç hem yetki hem
de kendisine cop kaldıran polisi yakalayıp orada yargıca teslim etme yetkisini
sağlamanız gerekir.
Görüyorsunuz
televizyonlarda hoşunuza gidiyor mu? İnsanlara meydan dayağı çekiliyor
saatlerce, saatlerce, saatlerce. İnsan Hakları Kurumu üyesi bunu gördüğü zaman
ne yapacak bu yasaya göre? Gidecek şikâyet edecek en yakın polis karakoluna.
Onlar da diyecekler ki “Sen de gel.”
Şimdi,
böyle bir ilişki olamaz. O yüzden İnsan Hakları Kurumunun hem görevleri açık,
sarih olarak tanımlanmalıydı hem takip edeceği hak ihlalleri çeşitleri açıkça
belirtilmeliydi hem de onun el koyma yetkisinin altı burada açıkça ortaya
konmalıydı. Bunlar şakadan, akla öyle geldiği için, telaffuz bunu gerektirdiği
için konulmuş değil, dünya çapındaki deneyimin sonucu.
Hükûmet
kadar eli güçlü bir başka kurumla Hükûmet kuvvetlerinin uygulamalarının
dengelenmesi için bu kurumlara ihtiyaç var. Ama burada pasif, Hükûmet
karşısında boynu eğik ve ancak reaktif davranabilen bir kuruluşla deminden beri
arkadaşlarımızın saydığı ihlallere sadece ortak olur bu kurum. Cezaevlerinde,
karakollarda, sokaklarda polisin, askerin, gardiyanın zulmüne uğrayan hiç
kimsenin yardımına koşamaz. Sadece onların cenazelerini defneder, arkalarından
ağlar. Böyle bir İnsan Hakları Kurumu bize hiç lazım değil arkadaşlar. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum…
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN
– Yoklama talebi var.
Sayın
Gök, Sayın İnce, Sayın Akar, Sayın Özdemir, Sayın Serindağ, Sayın Susam, Sayın
Yüksel, Sayın Kurt, Sayın Fırat, Sayın Moroğlu, Sayın Köktürk, Sayın Genç,
Sayın Özkan, Sayın Çam, Sayın Türmen, Sayın Tanrıkulu, Sayın Atıcı, Sayın
Sapan, Sayın Bulut, Sayın Güven.
Evet,
iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
5’inci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına,
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde geçen
“yedi üye” ibaresinin “beş üye”, (c) ve (d) bentlerinde geçen “bir üye”
ibarelerinin de “iki üye” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Ali Uzunırmak Alim Işık Yusuf Halaçoğlu
Aydın Kütahya Kayseri
Seyfettin Yılmaz D. Ali Torlak Muharrem Varlı
Adana İstanbul Adana
Bülent
Belen
Tekirdağ
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 5’inci maddesinin ikinci fıkrasına
aşağıdaki (g) bendinin eklenmesi, üçüncü ve dördüncü fıkraların aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Hasip Kaplan Pervin Buldan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Iğdır Mersin
Erol Dora Sebahat Tuncel Demir Çelik
Mardin İstanbul Muş
“Madde
5-
(1)
(g) - İnsan hakları konusunda çalışan kurumlarda faaliyette bulunmak.
-
Üniversitelerin haklar konusunda çalışan birimlerinde görev almak
-
Haklar alanında araştırmacılık veya habercilik yapıyor olmak
-
Yukarıda sayılan alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarınca aday
gösterilmek."
(3)
İkinci fıkrada belirtilen nitelikleri taşıyanlardan Kurul üyesi olmak
isteyenler bu taleplerini yazılı olarak Kuruma iletirler. İnsan hakları
alanında çalışmalar yapan; sivil toplum kuruluşları, sendikalar, sosyal ve
mesleki kuruluşlar, akademisyenler, avukatlar, görsel veya yazılı basın
mensupları ve alan uzmanları da Kurul üyesi olabilecek nitelikteki kimseleri
yazılı olarak teklif edebilirler. Kurum, üye olma niteliklerine sahip olanları
TBMM Genel Kuruluna sunulmak üzere TBMM Başkanlığına bildirir.
(4)
Kurum üyeleri TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla seçilir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 5. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
5-
(1)
Kurul, ulusal ve uluslar arası alanda insan hakları
çalışmalarıyla ve düşünsel ile etik bağımsızlıklarıyla tanınan dokuz üyeden,
Kurumun bünyesindeki ulusal komitelerin başkanlarından, TBMM İnsan Hakları
İnceleme Komisyonu Başkanından ve varsa ombudsmandan oluşur.
Kurul,
başkanını ve başkan yardımcısını kendi üyeleri arasından seçer.
(2)
Kurula Başkan ve üye olabilmek için
(a)
14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nun 48. Maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt
bentlerinde belirtilen şartları taşımak,
(b)
Herhangi bir siyasi partinin yönetim ve denetim organlarında görev yapmıyor
olmak,
(c)
En az 4 yıllık üniversite mezunu olmak,
(d)
İnsan hakları alanındaki çalışmalarıyla temayüz etmiş olmak ve o güne kadarki
yaşamıyla düşünsel ile etik bağımsızlığını kanıtlamış olmak gerekir.
(3)
Birinci fıkrada belirtilen yedi kişi, insan hakları alanında on yıldan çok bir
süreyle yaptıkları çalışmalarla tanınan sivil toplum kuruluşları, Türkiye
Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği ve üniversitelere bağlı insan hakları
merkezleri tarafından gösterilen birer aday arasından TBMM tarafından 2/3
çoğunlukla seçilir.
(4)
Aday gösterilen sivil toplum kuruluşlarının çoğulcu bir şekilde seçilmesine
özen gösterilir.
(5)
Üyelerin görev süresi dört yıldır. Süresi bitenler en fazla bir dönem daha
yeniden seçilebilir.
(6)
Üyelerin görev süreleri dolmadan herhangi bir sebeple sona ermesi durumunda,
sona erme tarihinden itibaren en fazla bir hafta içinde durum, Kurul tarafından
kamuoyuna duyurulur ve duyuruyu takip eden bir ay içinde üçüncü fıkrada
belirtilen usulle yeni üye seçilir. Bu şekilde seçilenler, yerlerine
seçildikleri kişilerin kalan süresini tamamlar. Bunlardan iki yıl veya daha az
süreyle görev yapanların bu görevleri seçilme dönemi olarak değerlendirilmez.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Melda Onur Özgür Özel Orhan
Düzgün
İstanbul Manisa Tokat
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde Levent Gök, Ankara Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
LEVENT
GÖK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarının en önemli
maddesini konuşuyoruz. Bence tüm milletvekillerimizin dikkatle bu maddeyi
irdelemesi gerekiyor. Bütün maddelerin içerisinde sivil toplum örgütlerinin ve
bu konuda düşünsel olarak insan hakları alanında görüş sergileyen herkesin en
özenle ve önemle durduğu maddedir bu.
Sizleri
bugün pek bırakmayacağız ama çok önemli bir tasarıyı tartışıyoruz, sabaha kadar
belki tartışacağız burada. Ama bunları iyi anlatmamız gerekiyor. Örneğin,
“Paris İlkeleri” diyoruz. Paris İlkeleri’ni acaba arkadaşlarımızdan hangileri
çok net biliyor? Parmaklar kaldırılıyor, indiriliyor ama ben hiçbirinizin Paris
İlkeleri’ni bildiğini düşünmüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu maddeyi Komisyonumuzda görüşürken çok önemli tartışmalar
yaşadık. Ben tümü üzerinde yaptığım görüşmelerde de belirttim. Sivil toplum
örgütlerinin ve tüm aydınların üzerinde durduğu en temel madde buydu ve bu
şekilde düzenlenmesini yani üyelerinin Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenmesini asla kimse kabul edemedi. Alt komisyonda bütün yapılan
tartışmalara rağmen, alt komisyonda, Bakanlar Kurulunun tüm 11 üyeyi ataması
şeklinde geçti. Üst Komisyona geldiğimizde Komisyon Başkanımız sevinçle bize
dedi ki: “Size müjdemiz var, bu maddeyi değiştirdik.” Dedim ki insafa geldiler,
sanırım sivil toplumu ve bizim önerilerimizi dikkate aldılar. Baktık ki madde
metninde 7 üyeyi Bakanlar Kuruluna, 2 üyeyi de Cumhurbaşkanına bırakmışlar
değerli arkadaşlarım. Şimdi, 1 üyeyi de YÖK belirleyecek, 1 üyeyi de barolar
seçecek.
Şimdi,
gerçekten böylesine komik bir yaklaşımla yani bizleri ciddiye almayan, sivil
toplumu ciddiye almayan bir yaklaşımla karşılaşmanın derin üzüntüsünü o anda
yaşadık değerli arkadaşlarım. Şimdi, 7 üyeyi yani çoğunluğu zaten Bakanlar
Kurulu belirleyecek, 2 üyeyi de Cumhurbaşkanı belirleyecek ve böylece bu kurul
Paris İlkeleri çerçevesinde ve sivil toplumun da arzuladığı ölçüde değişmiş
olacak. Yani yazıklar olsun bu anlayışa değerli arkadaşlarım. Bu gerçekten
insan hakları mücadelesiyle alay etmenin tam tipik bir örneğidir. Ben Sayın
Başkanımızı da o gün kınadım burada. Sayın Başkanımızın hâlâ bu konudaki
açıklamalarını hayretle karşılıyorum. Bunların tamamını Paris İlkeleri
reddediyor değerli arkadaşlarım. Bakın, Avusturya’da, Danimarka’da, Portekiz’de
bütün insan hakları kurulları üyelerini parlamento seçiyor. Verilen örnekler
İngiltere, Fransa… Türkiye'nin demokrasi standardı İngiltere’yle bir midir
değerli arkadaşlarım, Fransa’yla bir midir? Orada neye bakıyorlar biliyor
musunuz? Gerçekten kafaca etik olarak insan hakları alanında bağımsız olsun,
ona bakıyorlar. Yani öyle bir kişi olacak ki buna sağcısı da, solcusu da, hangisi
bakarsa baksın “Tamam, bu işte, insan haklarını korur.” diyecek şekilde
seçiyorlar. Bizde öyle mi oluyor? Hükûmetin yaptığı atamalara bakın,
Cumhurbaşkanının yaptığı atamalara bakın, hepsinin altından birer cemaat sesi
çıkmıyor mu değerli arkadaşlarım? RTÜK’teki üyelerinize bakın, Zahid Akman’ın
durumuna bakın, Deniz Feneri’nin irtibatlı olduğu durumlara bakın. Alıyorsunuz,
şimdi, onları bir de ödüllendiriyorsunuz, her yerlere yerleştiriyorsunuz.
Şimdi,
bu insan hakları konusu çok önemli, Avrupa bunu çok dikkatle takip ediyor.
Bakın, burada sizleri sert bir tonda eleştirmek istiyoruz, dikkatlerinizi
çekmek istiyoruz. Ne yapalım muhalefet olarak? Yapmayın, Avrupa Birliği bunun
peşinde. Böyle yaptığınız zaman, İnsan Hakları Kurulu Avrupa’dan geçerli not alamayacaktır,
Türkiye’deki insan haklarından geçerli not alamayacaktır. Biz, bırakın
Avrupa’yı, dünyayı, kendi insanlarımıza, kendi sivil toplumumuza bunu kabul
ettiremezsek yazıklar olsun bize! O yüzden, bugün, buradan çıkmadan, değerli
arkadaşlarım, önergelerimizi lütfen dikkatle takip edin. Bu şekilde, Komisyonun
önerdiği, Hükûmetin önerdiği şekilde gelen öneri tam bir aldatmacadır, bundan
İnsan Hakları Kurumu çıkmaz. Bakın, biz, Uludere Komisyonunda Uludere
olaylarını eleştiriyoruz, ben Cumhuriyet Halk Partisinin Komisyon üyesiyim,
Başbakan bize Mecliste yaptığı konuşmada karşı çıkıyor, diyor ki: “Muhalefet
ileri geri konuşmasın.” Şimdi, başka bir partiden gelen İnsan Hakları Komisyonu
üyesine eleştiri okları yönelten Başbakan kendisinin atadığı bir üyeyi eleştirmeyecek
midir? O Başbakanın atadığı üye hangi hakka ve yetkiye dayanarak Başbakanın
yaptığı ve Hükûmetin yaptığı antidemokratik uygulamaları eleştirme hakkını ve
yetkisini kendisinde bulacaktır? Kendimizi aldatmayalım değerli arkadaşlar. Bu
da tam bir aldatma maddesidir, en önemli madde budur. Bu madde bu şekilde
geçtiği takdirde, burada biz İnsan Hakları Kurumu kurmuyoruz; devlete bağlı,
devletin güdümünde, devletin devletleştirdiği bir İnsan Hakları Kurumunu sadece
kâğıt üzerinde kuruyoruz. Bunun da ayıbı Türkiye Büyük Millet Meclisinin
üzerinde olmasın. Bizden uyarması, takdir sizlerden.
Lütfen,
geç olmadan tavırlarınızı gösterin ve bizim verdiğimiz önergeyi destekleyin
diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Oylarınıza
sunuyorum…
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Yoklama talebi var, yerine getireceğim ve önergeyi oylarınıza sunacağım.
Sayın
İnce, Sayın Gök, Sayın Akar, Sayın Özdemir, Sayın Tanrıkulu, Sayın Serindağ,
Sayın Susam, Sayın Yüksel, Sayın Kurt, Sayın Fırat, Sayın Moroğlu, Sayın Genç,
Sayın Köktürk, Sayın Özkan, Sayın Küçük, Sayın Özel, Sayın Atıcı, Sayın Türmen,
Sayın Çam, Sayın Sapan.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 5’inci maddesinin ikinci fıkrasına
aşağıdaki (g) bendinin eklenmesi, üçüncü ve dördüncü fıkraların aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
“Madde
5-
(1)
(g) - İnsan hakları konusunda çalışan kurumlarda faaliyette bulunmak.
-
Üniversitelerin haklar konusunda çalışan birimlerinde görev almak.
-
Haklar alanında araştırmacılık veya habercilik yapıyor olmak.
-
Yukarıda sayılan alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarınca aday
gösterilmek.
(3)
İkinci fıkrada belirtilen nitelikleri taşıyanlardan Kurul üyesi olmak
isteyenler bu taleplerini yazılı olarak Kuruma iletirler. İnsan hakları alanında
çalışmalar yapan; sivil toplum kuruluşları, sendikalar, sosyal ve mesleki
kuruluşlar, akademisyenler, avukatlar, görsel veya yazılı basın mensupları ve
alan uzmanları da Kurul üyesi olabilecek nitelikteki kimseleri yazılı olarak
teklif edebilirler. Kurum, üye olma niteliklerine sahip olanları TBMM Genel
Kuruluna sunulmak üzere TBMM Başkanlığına bildirir.
(4)
Kurum üyeleri TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla seçilir.”
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Halil Aksoy.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Halil Aksoy, Ağrı Milletvekili.
HALİL
AKSOY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye insan hakları
ihlallerinin çok yoğun yaşandığı bir ülke, insan hakları kuruluşlarının yapmış
olduğu incelemelere göre bu konuda en arkalarda, en gerilerde yer alan bir
sırada.
Şüphesiz,
bu çok yoğun insan hakları ihlallerinin yaşandığı her ülkede temel sorunlar
üzerinde de bir bakış açısı olmak durumunda. Türkiye’ye
baktığımızda da iki konuda Türkiye oldukça sıkıntılı bir durumda. Bunlardan
birisi, demokrasi sorunu; diğeri ise Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir
şekilde çözülmemesidir. Bu iki sorun var olduğu müddetçe de Türkiye’de insan
hakları ihlalleri en yoğun bir şekilde yaşanacak, zaten yaşanmaya devam ediyor.
Bir
kıyas yapılıyor, deniliyor ki: “İşte, geçmişle bugünü biraz kıyaslayalım.”
Doğrusunu isterseniz, ben de kısaca bir kıyaslamak istiyorum çünkü 70, 12
Martında da; 80, 12 Eylülünde de; 2000’lerde de sık sık cezaevlerine girip
çıktım. Görmüş olduğum muamelede bugün açısından da, dün açısından da hiçbir
fark yok.
12
Eylülde İstanbul’da gözaltına alındığım zaman yanımda Ahmet Karlangaç adında
bir genç öldürüldü ve benim bulunduğum hücreye bırakıldı. İki yıl önce yine ben
gözaltına alınıp cezaevine götürüldüğüm zaman, benden birkaç saat önce Metris
Cezaevine götürülen Engin Çeber de orada, görmüş olduğu işkence sonucunda
öldürüldü. Şimdi, dikkat edelim: Dün yapılan öldürmeyle bugün yapılan öldürme
arasında -sonuçta öldürme olduğuna göre- bir fark var mı? Bunun bir veyahut da
on olması çok bir şey değiştirmiyor. Neden? Çünkü bu konuda biraz zihniyetin
değişmesi gerekiyor, bu zihniyet de hem cezaevlerinde hem de sokakta
değişmemiş.
Cezaevlerinde,
belirttiğim örnekler önemli ama bir örnek de Urfa. Ben de yedi tane cezaevine
gittim, birçok insanı dinledim, tutuklu insanı dinledim, kadınları dinledim,
yaşanan tacizleri vesaireleri biliyorum. Bu konularda henüz zihniyette bir
değişiklik olmadığı için insan hakları ihlalleri devam edecek.
Mesela,
bir savcı düşünün ki -Giresun- tutukluları veya hükümlüleri çağırıyor şunu
söylüyor, diyor ki: “Burayı Diyarbakır’a benzetmeyin, orası Kürdistan. Belki
size bazı tavizler verdik ama burada size taviz vermeyiz, gözünüzü çıkarırız.”
Bunu söyleyen bir savcı ama bir gardiyan ne yapar onu düşünün.
Bir
de şu var: Genel olarak bu sorunlar var olduğu müddetçe bir şiddet kültürü de
gelişiyor doğal olarak. Bu şiddet kültürünü ortadan kaldırabilmek için ya da
bir başka deyişle korku refleksini ortadan kaldırabilmek için de adımlar atmak
lazım. Bu da bu sorunların çözümüyle ancak mümkündür.
Şimdi,
bir de sokağa bakalım. Dün, daha dün, bir kişi, Fatih’te, İstanbul’da
arabasıyla, eşiyle ve bir hastasıyla beraber gelirken polislerin hışmına
uğruyor. 7-8 tane resmî giyimli polis bu şahsa işkence yapıyor, dövüyor,
sürüklüyor, götürüyor tenha bir yerde tekrar dövüyor, sonra gözaltına alıyor,
hastaneye götürüyor, askerî hastaneye götürüyor vesaire ama bunların
hiçbirisinden sonuç almıyor götürüldüğü yerlerde rapor almak istediği için.
Peki,
bunun dövülmesine, işkence görmesine sebep olan şey nedir? Gerçekten
onun dövülmesine ve işkence görmesine neden olan şey eğer sadece trafik
ihlaliyse belki hak verilebilir -tırnak içinde söylüyorum- ama bu adam daha
tartışma başlamadan, gözaltına alacaklar, araba ve çocuklar yerde kalmasın, bir
de hasta var, hamile kadın var, onu hastaneye götürüyor, kardeşine telefon
açıyor ama ne yazık ki telefonda mahkemelerde “bilinmeyen bir dil” olarak ifade
edilen Kürtçe konuşuyor. Kürtçe konuştuğu için de, benim de tanıdığım Mustafa
isminde bir polis tarafından hışma uğruyor ve öldüresiye dövülüyor, herkes de
bunu gördü. Şimdi bu zihniyet değişmediği müddetçe, poliste, savcıda, şurada
burada bu zihniyet değişmedikçe insan hakları konusunda bir düzelme meydana
geleceğini düşünmek pek doğru olmaz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına,
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde geçen
“yedi üye” ibaresinin “beş üye”, (c) ve (d) bentlerinde geçen “bir üye”
ibarelerinin de “iki üye” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Ali Uzunırmak (Aydın) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Ali Uzunırmak, Aydın Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
tasarının 5’inci maddesindeki önergemiz üzerinde söz aldım. Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Sayın
Bakan, bir teşekkürüm olacak ama o gelecekte, bugün eleştirim olacak, ondan da
kusura bakmayın biraz. Eleştiri bugün, teşekkür gelecekte.
Değerli
milletvekilleri, aslında son zamanlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi çok önemli
yasalar çıkarıyor ama bu çıkan yasalar, bugün çıkardığınız yasa İnsan Hakları
Kurumu kurulmasına yönelik olmasına rağmen insan haklarını çok ama çok inciten,
aykırı yasalar çıkardık. Bakın, toptan şöyle bir hafıza yenilemesini yapmak
istiyorum sizinle. MİT Yasası çıkardık. Acaba MİT Yasası insan haklarının en
önemli unsurlarından birisi olan demokrasiye uygun bir yasa mıydı? Sayın
Başbakan diyor ki: “Ben gönderdim, beni alın.” Sayın Başbakan, demokrasi, insan
hakları neyle teminat altına alınır? Hukukla teminat altına alınır. Hukuka
aykırı bir emir verdiyseniz elbette ki sizi alacaklar. Öyle, hukuka aykırı bir
talimat verildiyse sizin bundan kaçmanız mümkün mü; mümkün olmaması gerekir.
Hele hele ki icraatlar demokrasiye, insan haklarına ve hukuka aykırıysa.
Bakın,
şimdi İnsan Hakları Kurumu kuruyoruz. Aslında kurumun yapısına, kuruluşuna
baktığımızda, buna biz “devlete yalan söylettirme” kurumu desek daha uygun
olur. Çünkü iktidarın atadığı, iktidarla bağı olan insanlardan kurulu bir
kurumda, acaba yürütmenin aleyhine, yürütmenin uygulamalarının insan haklarına
aykırı olduğuna dair bir görüş ortaya çıkması, denetlenmesi mümkün mü; mümkün
değil. O zaman devlete yalan söylettirme kurumu kuruluyor burada.
Bakın,
biz Kamu Denetçiliği Kanunu’nu geçirdik buradan. Gene iktidarla, kamu
denetçiliğini atayan ve denetleyen bir kurum kurduk ve tabii ki bunlar iktidarın
çoğunluğuyla kuruluyor. “Kurduk.” diye bir cümle kuruyoruz, muhalefetin
katılmadığı birçok konu oluyor. Şimdi, devlet sırları kanunu geliyor. Bütün bu
çıkan yasalara baktığınızda, değerli arkadaşlar, iktidar kendini koruyabilmek
için surlar inşa ediyor, bu surların içerisine alıyor iktidar kendisini. MİT
Kanunu’ndan İnsan Hakları Kurumu kanununa, devlet sırları, Kamu Denetçiliği
Kurumuna varıncaya kadar çıkardığınız yasalarla hep iktidarı koruma surları
altına alan, içine alan bir yasa makinesi durumuna geldi burası.
Ben
burada sizlerin aklına ve vicdanına seslenmek istiyorum, diline seslenmek istiyorum. Değerli
milletvekilleri, devlet yalan söylemez, hele hele devlet adamı hiç ama hiç
yalan söylememeli. Bakın, şimdi, sizin beyninize, sizin vicdanınıza ve sizin
dilinize sesleniyorum. Milliyetçi Hareket Partisini “Terörist başını
asmadınız.” diye suçladı. İçinizde düşünce ahlakına çok saygı duyduğum insanlar
var ama onlar bile bu suçlamalara sessiz kalırken, Başbakan Yardımcınız için
Sayın Başbakan belki ikinci, üçüncü defadır “Onun şahsi fikirleridir.” diyerek,
bazı fikirler ihtiva ediyor terörist başının ev hapsine alınması konusunda ama
içinizden hiçbir dil, MHP’yi suçladığı gibi onu suçlamıyor.
RECEP
ÖZEL (Isparta) – Yanlış anlaşılıyor ya!
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) – Bu aynı zamanda bir fikir ahlakının, düşünce ahlakının da
olması gereken şekli olmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, tabii ki olayları öngörmeden olayların arkasından yorum
yaparak toplumda oluşan kanaatleri farklı bir şekilde algıya yönelterek devlet
yönetmek artık mümkün olmaz hâle gelmiştir. AKP yorulmuştur, bu on yılın
yorgunluğu işte bu iktidarı surların içerisine alıp kendini koruma kanunlarıdır
bunlar ama bunlar da kurtarmayacaktır.
Sayın
Beşir Atalay’ın bedduayla, dilek ve temenniyle devlet yönetemeyeceğini biz
anlatacağız ona. Öyle bedduayla falan devlet yönetilmez, hukukla devlet
yönetilir, hukuka dayanarak devlet yönetilir, yalanla devlet yönetilmez ve
yalan payidar olamaz.
Hepinize
teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
RECEP
ÖZEL (Isparta) – Yalan söylemiyor.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Komisyonun
bir redaksiyon talebi var, buyurun.
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Sayın
Başkanım, bir düzeltme talebimiz var: Görüşülmekte olan kanun tasarısının
5’inci maddesinin (4)’üncü fıkrasının (d) bendi olarak yazılan bendinin (ç)
olarak düzeltilmesini talep ediyoruz.
BAŞKAN
– Düzeltmeyle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
6’ncı
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına,
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 6. maddesinin (2) fıkrasının madde metninden
çıkartılmasını arz ederiz.
Alim
Işık D. Ali
Torlak Bülent
Belen
Kütahya İstanbul Tekirdağ
Yusuf Halaçoğlu Mehmet
Şandır
Kayseri Mersin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 6. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
6-
(1)
Üyelerin süreleri dolmadan, herhangi bir nedenle görevlerine son verilemez.
Ancak, seçilmeleri için gerekli koşulları taşımadıkları ya da kaybettikleri
Kurulca tespit edilen üyelerin üyelikleri son bulur. Kurul kararlarını süresi
içinde haklı bir sebep olmaksızın imzalayan veya karşı oy gerekçesini haklı bir
sebep olmaksızın süresi içerisinde yazılı olarak bildirmeyen Başkan, Başkan
Yardımcısı ve üyelerin üyelikleri de aynı şekilde son bulur.
(2)
Kurul tarafından kabul edilebilir mazereti olmaksızın bir takvim yılı içinde
toplam üç Kurul toplantısına katılmayan; ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle
iş göremeyecekleri sağlık kurulu raporuyla tespit edilen; görevleri ile ilgili
olarak işledikleri suçlardan dolayı haklarında verilen mahkumiyet
kararları kesinleşen; geçici iş görmezlik hâli üç aydan fazla süren veya üç
aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilip de cezasının infazına
fiilen başlayan üyelerin üyelikleri düşer.
(3)
Üyeler 19/4/1990 tarihli ve 3628 sayılı Mal
Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununa tabidir.
Başkan ve üyeler göreve başladıkları ve görevlerinin sona erdiği tarihten
itibaren bir ay içinde mal beyanında bulunurlar.
(4)
Kurul üyeler ile Kurum personeli görevlerini
yerine getirmeleri sırasında edindikleri kamuya, ilgililere ve üçüncü kişilere
ait gizlilik taşıyan bilgileri, kişisel verileri, Kurumla ilgili gizlilik
taşıyan bilgileri ve bunlara ait belgeleri bu konuda kanunen yetkili kılınan
mercilerden başkasına açıklayamaz, kendilerinin veya üçüncü kişilerin yararına
kullanamaz. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder.
(5)
Kamu görevlisi iken Kurul Başkanlığına ve ikinci Başkanlığa seçilenlerin önceki
kurumları ve göreviyle ilişkileri sona erer. Bunlar, memuriyete giriş
şartlarını kaybetmemeleri kaydıyla, hakimler ve
savcılar dâhil, görev sürelerinin sona ermesi veya görevden ayrılma isteğinden
bulunmaları ve otuz gün içinde önceki kurumlarına başvurmaları durumunda,
atamaya yetkili makam tarafından başvuru tarihinden itibaren en geç bir ay
içinde mükteseplerine uygun kadrolara atanır. Görevin sona erdiği tarihten
atama yapılıncaya kadar, almakta oldukları aylık ücret ile sosyal hak ve
yardımların Kurum tarafından ödenmesine devam olunur. Bunların Kurumda
geçirdikleri süreler, özlük ve diğer hakları açısından önceki kurum ve
kuruluşlarında geçirilmiş sayılır.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Özgür Özel Melda Onur Orhan
Düzgün
Manisa İstanbul Tokat
Kamer
Genç
Tunceli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (6)’ncı maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Erol Dora Hasip Kaplan Halil Aksoy
Mardin Şırnak Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Gerekçe.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın
yani Hükûmetin sorumluluğu altında düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak
onu oluşturan bireyler kadar özgür olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ
tarafından yapılacağı ve seçim süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son
derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfî biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır, Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şeklî bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkânını yeterince sunmamaktadır. Tasarı
ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki alanı
Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve
ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmanın oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumunun bir alt birimi haline getirilmektedir. Bu,
ulusal önleme mekanizmasının oluşturulması sürecinin de kapsayıcı ve şeffaf
olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Geç kaldınız!
BAŞKAN
– Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı var mı Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Önceden söylemiş olsaydınız; çünkü “Kabul edenler” diye sordum Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, bakın, ben zamanında söyledim ama siz Ahmet
Aydın’ın bir yandan da talimatına uydunuz.
BAŞKAN
– Hayır, Sayın Aydın’la ilgisi yok Sayın İnce. Ben “Kabul edenler” dedim, ondan
sonra…
Tutanakları
getirtebiliriz isterseniz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Getirtelim tutanakları.
BAŞKAN
– Hiçbir problem yok; olur.
İkincisinde
değerlendiririz, merak etmeyin.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına,
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 6. maddesinin (2) fıkrasının madde metninden
çıkartılmasını arz ederiz.
Alim Işık
(Kütahya) ve arkadaşları
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bu önergeyi değil, öteki önergeyi işleme
koymanız lazım. Çünkü orada, madde metninden çıkarılmasını istiyoruz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, madde metninden çıkarılması önergesi var. En
aykırı önerge o.
KAMER
GENÇ (Tunceli) - O daha aykırı, en sona bizim önergeyi koymanız lazım.
BAŞKAN
– Okunma sırası zaten öyle, kâtip üyenin yanlışlığı Sayın Genç.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 6. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
6-
(1)
Üyelerin süreleri dolmadan, herhangi bir nedenle görevlerine son verilemez.
Ancak, seçilmeleri için gerekli koşulları taşımadıkları ya da kaybettikleri
Kurulca tespit edilen üyelerin üyelikleri son bulur. Kurul kararlarını süresi
içinde haklı bir sebep olmaksızın imzalayan veya karşı oy gerekçesini haklı bir
sebep olmaksızın süresi içerisinde yazılı olarak bildirmeyen Başkan, Başkan
Yardımcısı ve üyelerin üyelikleri de aynı şekilde son bulur.
(2)
Kurul tarafından kabul edilebilir mazereti olmaksızın bir takvim yılı içinde
toplam üç Kurul toplantısına katılmayan; ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle
iş göremeyecekleri sağlık kurulu raporuyla tespit edilen; görevleri ile ilgili
olarak işledikleri suçlardan dolayı haklarında verilen mahkûmiyet kararları
kesinleşen; geçici iş görmezlik hâli üç aydan fazla süren veya üç aydan fazla
hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilip de cezasının infazına fiilen başlanan
üyelerin üyelikleri düşer.
(3)
Üyeler 19/4/1990 tarihli ve 3628 sayılı Mal
Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununa tabidir.
Başkan ve üyeler göreve başladıkları ve görevlerinin sona erdiği tarihten
itibaren bir ay içinde mal beyanında bulunurlar.
(4)
Kurul üyeler ile Kurum personeli görevlerini yerine getirmeleri sırasında
edindikleri kamuya, ilgililere ve üçüncü kişilere ait gizlilik taşıyan
bilgileri, kişisel verileri, Kurumla ilgili gizlilik taşıyan bilgileri ve
bunlara ait belgeleri bu konuda kanunen yetkili kılınan mercilerden başkasına
açıklayamaz, kendilerinin veya üçüncü kişilerin yararına kullanamaz. Bu
yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder.
(5)
Kamu görevlisi iken Kurul Başkanlığına ve ikinci Başkanlığa seçilenlerin önceki
kurumları ve göreviyle ilişkileri sona erer. Bunlar, memuriyete giriş
şartlarını kaybetmemeleri kaydıyla, hâkimler ve savcılar dâhil, görev
sürelerinin sona ermesi veya görevden ayrılma isteğinden bulunmaları ve otuz
gün içinde önceki kurumlarına başvurmaları durumunda, atamaya yetkili makam
tarafından başvuru tarihinden itibaren en geç bir ay içinde mükteseplerine
uygun kadrolara atanır. Görevin sona erdiği tarihten atama yapılıncaya kadar,
almakta oldukları aylık ücret ile sosyal hak ve yardımların Kurum tarafından
ödenmesine devam olunur. Bunların Kurumda geçirdikleri süreler, özlük ve diğer
hakları açısından önceki kurum ve kuruluşlarında geçirilmiş sayılır.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
- Önerge üzerinde söz isteyen Tunceli Milletvekili Kamer Genç. (CHP
sıralarından alkışlar)
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli üyeler; tabii, Meclis Başkanlığı
makamında oturan arkadaşlarımız daha henüz Tüzük’ü öğrenemediler; nasıl, hangi
önergenin işleme konulacağını bilmediler. Çünkü…
BAŞKAN
– Sayın Genç…
KAMER
GENÇ (Devamla) – Bir dakika, ben söyleyeyim de siz dinleyin ondan sonra.
BAŞKAN
– Söyleyemezsiniz Sayın Genç.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Şimdi, önce önergeler geliş sırasına göre, sonra aykırılık
sırasına göre…
BAŞKAN
– Sayın Genç, önceki okunuş sırası belli, okunuş sırasında bir yanlışlık yok.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Maddenin tümünün…
BAŞKAN
- Kâtip Üye Arkadaşın yanlışlığından kaynaklandı.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Sen o zaman niye orada oturuyorsun?
BAŞKAN
– “Sen” diye hitap etme bir defa!
KAMER
GENÇ (Devamla) – O zaman oturma orada.
BAŞKAN
– Meclisin bir adabı var, bir usulü var, terbiyesi var.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Efendim?
BAŞKAN
– Meclisin bir adabı, usulü ve terbiyesi var.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Adabını öğrenmen lazım.
BAŞKAN
– Burada her sayın milletvekili birbirine hitap ederken dikkatli olması lazım.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Önce önergeler geliş sırasına göre, arkasından da aykırılık
sırasına göre işleme konulur.
BAŞKAN
– Sizden öğrenecek değiliz bunları!
KAMER
GENÇ (Devamla) – Öğrenemiyorsun ki. Öğren bir defa, okumayı öğren ya, okumayı
öğren.
BAŞKAN
– Şu usul ve adaba bakar mısınız!
KAMER
GENÇ (Devamla) – Birinci önerge, maddenin metinden çıkarılmasını isteyen önerge
öncelikle oylanır, fıkranın metinden çıkarılmasını isteyen ikinci önerge ondan
sonra oylanır.
BAŞKAN
– Tutanaklara bakın, önergelerin önceki okunuş şekline.
KAMER
GENÇ (Devamla) - Maddeyi değiştirmeyi öngören önerge ondan sonra oylanır. Ben
sana doğruyu söylüyorsam niye daha karşı çıkıyorsun?
BAŞKAN
– Sizin doğrunuza ihtiyacımız yok. Biraz önce…
KAMER
GENÇ (Devamla) – Sen daha doğruyu öğrenmedin.
BAŞKAN
– Tutanaklara bakın, önergeler daha önce nasıl okunmuş ilk defa.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Çünkü öğrenmen için daha bir fırın ekmek yemen lazım. Onun
için, yani doğruları da bir defa söyle, yani öğren.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, biraz önce, tabii, burada biz…
SUAT
ÖNAL (Osmaniye) – Sadede gel.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Ya ben anlamıyorum; doğruyu söylüyoruz karşı çıkıyor
arkadaşım, İç Tüzük’ü okumuyor.
BAŞKAN
– Sayın Genç, önceki okunuş şekline bakın, tutanakları isteyin.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Oraya çıkıyor, oradaki bürokratlar kendisine nasıl iplerini
döndürüyorlarsa onlar, o yöne dönüyor. Böyle bir şey olur mu ya? Meclis
Başkanlığı makamında oturan insanlar kişilikli olacak, bilgili olacak, İç
Tüzük’ü okuyacak, kendi inisiyatifiyle Meclisi
yönetecek ya. Böyle bir şey olur mu yani? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Türkiye güler buna Sayın Genç, Türkiye güler.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Meclisi yönetmesini bilmeyen insanların orada oturmaya ne
hakkı var ya?
BAŞKAN
– Türkiye güler Sayın Genç, Türkiye güler buna Sayın Genç.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Neyse, herkesi Türkiye tanıyor.
BAŞKAN
– Sizden alacak hiçbir dersimiz yok bizim.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Evvela öğrenmesini öğren, ondan sonra orada otur.
BAŞKAN
– Hiçbir dersimiz yok sizden alacak.
TÜLİN
ERKAL KARA (Bursa) – Doğru düzgün konuş!
KAMER
GENÇ (Devamla) – Ya aklınız ermez sizin ya! Bırakın şimdi, tamam. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Şu usul ve adaba bakın lütfen, şu usul ve adaba bakın.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Bakın, benim konuşmam geçti arkadaşlar, böyle bir şey olur mu
yani ya?
Şimdi,
değerli milletvekilleri, bakın, temel hak ve özgürlüklerin korunması elbette ki
demokrasiye inanan, insan haklarına inanan her insanın istediği, önemli bir
konudur. İnsan Hakları Kurumunun kurulması, kamu yöneticiliğinin kurulması,
ayrıca idareden, siyasi iktidardan ferdin temel hak ve özgürlüklerine karşı
gelen saldırılara karşı bağımsız yargı kurumlarının görev yapması elbette
önemli bir konu ama şimdi, Türkiye’de, AKP İktidarıyla beraber bir sistem
geldi. Şimdi her şeyin ipi Tayyip’in emrinde, mahkemelerin
ipi Tayyip’in emrinde. Kamu yöneticiliği kurumunu kuruyoruz, o
yöneticinin ipleri Tayyip’in emrinde; insan haklarını koruma kurulunun ipleri
Tayyip’in emrinde. Böyle bir şey olmaz ki! Öyle bir kurum getirmemiz lazım ki
hakikaten bağımsız…
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Senin ipin kimin elinde?
KAMER
GENÇ (Devamla) – Benim ipim vicdanımın elinde.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Haydi oradan!
KAMER
GENÇ (Devamla) – Bakın, sizin vicdanınız… Siz vicdanınızı birilerine teslim
etmişsiniz.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Olmayan şeyden bahsediyorsun.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Keşke müstakil bir vicdanınız, bağımsız bir vicdanınız olsaydı
da bu memleket bu hâle gelmeseydi.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Sayenizde geldi, elli yıldır…
KAMER
GENÇ (Devamla) – Bugün Sayın Özdemir çıktı, burada konuştu. “Beşir Atalay”
dediğiniz arkadaş burada yok şimdi.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – “Sayın Bakan” diyeceksin.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Ne bakanı ya? Ben onları bakan…
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – “Sayın Bakan” diyeceksin.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Hani, bakan nerede yahu? Hani?
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Orada.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Yüzleri yok buraya gelsinler.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) – Orada, bak.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Hani? Hani? Hani? Yok. Bunların hangi yüzleri… Ben sizin
yerinize olsam bunlara “Buraya gelmiyorsanız istifa edin yahu…” Yüzünüz yok
Meclisin karşısına gelmeye! Dolayısıyla ondan sonra…
Şimdi,
bak, Beşir Atalay Kırıkkale Rektörü idi. Niye görevden alındı biliyor musunuz?
İrticanın rektörü olduğu için görevden alındı. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Ne alakası var!
KAMER
GENÇ (Devamla) – Kayıtları var.
Şimdi,
bu bizim Bekir -Bekir orada oturuyor ya- geçen gün diyor ki: “Efendim, Diyanet
İşleri Başkanlığı laikliğe uymasın.” (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Peki,
Bekir Bey, sen milletvekili seçildikten sonra gelip burada yemin etmedin mi?
“Ben laikliğe saygılıyım, laiklik kurallarına uyacağıma…” Anayasa’ya sadakat
göstermeye dair namusun ve şerefin üzerine yemin etmedin mi? Peki bu namus,
şeref nereye gitti Bekir Bey? Yahu, şimdi yani belirli… Yani, siz burada bir yemin
etmişseniz o yeminin gereğini yerine getireceksiniz.
TÜLİN
ERKAL KARA (Bursa) – Düzgün konuşun, düzgün konuşun!
KAMER
GENÇ (Devamla) – Şimdi, İnsan Hakları Kurulunun kurulmasına biz karşı değiliz
de bu kurula bir güvence vermek lazım. Güvence vermedikten sonra…
Şimdi,
niye bunları getiriyorsunuz? Yarın Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü ilan… Zaten
ilan etti. Diyeceksiniz ki: “Efendim, bakın, mahkeme bunun aleyhine karar
verdi…”
İHSAN
ŞENER (Ordu) – Böyle konuşamazsın!
KAMER
GENÇ (Devamla) – “…İnsan Hakları Kurumu bunun lehinde bir karar vermedi, kamu
yöneticiliği hakkında bir karar vermedi, demek ki bizim dediğimiz doğru.”
Şimdi,
bu Beşir Atalay çıkmış, bu kadar memlekette işkence var…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER
GENÇ (Devamla) – Temel hak ve özgürlüklerin…
Neyse,
zaten… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Dolayısıyla böyle bir yönetim olmaz.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına,
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 6. maddesinin (2) fıkrasının madde metninden
çıkartılmasını arz ederiz.
Alim Işık
(Kütahya) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten
önemli bir kurum kuruyoruz, İnsan Hakları Kurumunu kuruyoruz. Diğer
arkadaşlarımın da söylediği gibi, son zamanlarda, Türkiye’mizin ihtiyacı olan,
demokrasimizin bir anlamda gereği olan kanunlar çıkartıyoruz. İşte,
Ombudsmanlık Kanunu çıkarttık, Ara buluculuk Kanunu çıkarttık. Hem kültürümüzde
var hem değerlerimizde var hem de gerçekten entegre olmaya
çalıştığımız evrensel değerler kurumların hukukunda var. Burada iki soru ortaya
çıkıyor değerli arkadaşlar: Yani bu kadar önemli kanunlar çıkartılması
gerekiyordu, kurumlar kurulması gerekiyordu. Bugüne kadar neyi beklediniz?
Değerli
arkadaşlar, buraya çıkan her iktidar partisi grubu sözcüsü bir şeyi unutuyor:
On yıldır bu ülkede iktidar olduğunuzu unutuyorsunuz. Böyle bir kurum yani
İnsan Hakları Kurumu… Ki Türkiye buna bir anlamda mecbur çünkü her yıl Avrupa
Birliğinin, Avrupa Parlamentosunun veya Birleşmiş Milletlerin veya bu anlamda
uluslararası geçerliliği olan kurumların azarını işitiyoruz. Buraya gelirken
çıkarttım, yani en yeni raporlarda bile Türkiye, sicili bozuk ülke olarak…
Uluslararası toplantılara giden arkadaşlarımız çok mahcup oluyorlar. Önlerine
rakamlar konulunca… Yani böyle büyük ülke, güçlü ülke, lider
ülke konumundaki bir Türkiye'nin insan hakları sicili bozuk. Bunu
düzeltmek için oluşturulması gereken kurallar ve bunu uygulayacak kurumları
kurmak için on yıl niye beklediniz?
Değerli
arkadaşlar, geç de kalsa doğruyu yapıyorsunuz ama yanlış yapıyorsunuz. Nedir o?
İnsan Hakları Kurumu kuruluyor ki yönetimin, idarenin uygulamalarından doğan
insan hakları ihlallerinin tespit edilip uyarılması için. Bunu yurt dışındaki
kurumlar uyaracağına biz uyaralım diye bir kurum kuruyorsunuz ama bu kurumu
teşkil ederken burada görev alacak olanların belirlemesini iktidarın inisiyatifine bırakıyorsunuz. Bu doğru olmuyor. Yani ombudsmanlıkta da böyle oldu, ara buluculukta da böyle oldu,
bunda da böyle oldu. Niye? Burada diyorsunuz ki: “Bize güvenmiyor musunuz? Bu
milletin seçtiği Hükûmete güvenmiyor musunuz?” Ben de size soruyorum: Siz
kendinize güvenmiyor musunuz? Yani bunu bıraksak da… Eğer kendinize güveniniz
olsa muhalefetten seçersiniz. Seçiniz ki bir Molla Kasım kuralım oraya. Hani
var bizim kültürümüzde bir Molla Kasım. Bu ülkenin bir Molla Kasım’a ihtiyacı
var. Sizin yanlışınızı size söyleyecek, söylerken de art niyeti olmayan bir
yapıya ihtiyaç var. Siz kendinize güvenmiyor musunuz? Yani burada sabahtan bu
yana arkadaşlarımız bunu tenkit ediyor; Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Bakan
kalkıyor, bunun doğru olduğunu savunuyor. Neresi doğru değerli arkadaşlar?
Gecenin bu saatinde, yani tabii ki bu çalışma şartlarında olumlu bir iklimin,
havanın olmasını da çok beklemeyin. Yani gecenin on birinde, on ikisinde burada
güzel konuşmalar da beklemeyin ama bu kadar önemli bir konuda uzlaşarak,
Komisyonda, alt komisyonda, Genel Kurulda uzlaşarak, birlikte böyle müessese
kursak da kalıcı bir kurum olsa, yaşayan bir kurum olsa, yakışmaz mı, gerekli
değil mi değerli arkadaşlar? Bunu iktidar partisi grubuna söylüyorum, Sayın
Hükûmete söylüyorum, Sayın Bakana söylüyorum. Nedir sizi korkutan hadise? Demin
Sayın Ali Uzunırmak’ın çok doğru söylediği bir husus var; kendinizin etrafında
koruma duvarları örüyorsunuz, bu böyle anlaşılıyor. Buna hakkınız yok. Bu
millet size yüzde 50 oranında oy vermiş, yani korkunuz ne? Bizim memlekette bir
söz vardır, denilir ki: “Bir insan en fazla neyin eksiğini duyuyorsa onu dile
getirir.” Sizin, insan hakları konusunda, ara buluculuk konusunda, ombudsmanlık konusunda gerçekten bir korkunuz, bir endişeniz
var arkadaşlar. Bu size de yakışmıyor, Türkiye’ye de haksızlık yapıyorsunuz.
Bakın,
en son rapor “Türkiye'nin utancı büyük.” diyor. Türkiye 2.404 mahkûmiyetle
dünyada 1’inci insan hakları ihlalinde. Burada övünmeye hiç hakkınız yok Sayın
Bakan. Bu, tabii, yalnız sizin değil, Türkiye'nin ama bunu düzeltmenin
sorumlusu sizsiniz. “Efendim, bu dünden gelen bir sorun.” Öyle değil. 2011
rakamı var; 2011 rakamında da 159 davada mahkûmiyet alarak… Yani Türkiye’ye
yakışmaz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – …AKP’ye de yakışmaz bir sonuç. Bunu düzeltmek için ortaya
getirdiğiniz kurum da böyle tenkit edilen, eğri büğrü bir kurum. Doğru değil.
Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Başkanım, karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN
– Arayacağım.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter
sayısı yoktur.
Birleşime
on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.08
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 23.26
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA
(Bartın), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin
Yedinci Oturumunu açıyorum.
279
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerinde verilen Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar
yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler…
Kâtip
üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağız.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, önerge reddedilmiştir.
Şimdi
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
7’nci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 7. maddesinin (d) bendinde geçen “Gerek
gördüğünde” ibaresinin madde metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Alim
Işık Nevzat Korkmaz Ali Uzunırmak
Kütahya Isparta Aydın
Hasan Hüseyin
Türkoğlu Mehmet Şandır
Osmaniye Mersin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 7. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
7-
(1)
Kurul, bu Kanun ve diğer mevzuatta belirtilen görevlerden başka aşağıdaki
görevleri yapar ve yetkileri kullanır:
(a)
Görevlerini ve çalışmalarını gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duyulan,
Irkçılık, Cinsiyetçilik ve Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komitesi, İnsan
Hakları İhlallerini Önleme ve İhlal İddialarını Araştırma Komitesi, Sığınmacı
Sorunları ve İnsan Ticaretiyle Mücadele Komitesi, Mevzuatın İnsan Haklarına
Uygunluğunu İzleme Komitesi, İnsan Hakları Eğitim Komitesi, Bioetik Komitesi ve
bu gibi ulusal komiteler kurmak ve bu komitelerin çalışma koşullarını, görev ve
yetkilerini bir yönetmelikle belirlemek;
(b)
Kurul üyelerinin, ulusal komitelerin ve idari birimlerin hazırladığı raporları
ve benzeri çalışmaları incelemek, karara bağlamak ve ilgili mercilere
bildirmek;
(c)
Çalışma programını hazırlamak ve çalışmaların eşgüdümünü sağlamak;
(ç)
Her türlü insan hakları ihlali iddialarını başvuru üzerine veya kendi kararıyla
incelemek, araştırmak, değerlendirmek; bunların sonuçlarını ilgili kişi, kurum
ve kuruluşlara bildirmek ve takip etmek, sorumlu bulunanlar hakkında yasal
işlemlerin başlatılması için girişimde bulunmak ve gerektiğinde kesin hüküm
aşamasına kadar takip etmek;
(d)
Başvuruları inceleyerek ilgili komiteye yönlendirmek; konu birden fazla
komiteyi ilgilendirdiği takdirde, konunun özelliğine göre ya hepsinin görüşünü
almak ya da ilgili komitelerin birer üyesinden oluşan bir ad hoc komite
oluşturarak, onun görüşüne istinaden karar almak;
(e)
İşkencenin ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da
cezaların önlenmesini sağlamak için her türlü çalışmayı yapmak ve müdahalede
bulunmak;
(f)
Özgürlüğünden mahrum ya da koruma altında olan kişilerin bulundukları yerlere
düzenli ve habersiz ziyaretler gerçekleştirmek, bu ziyaretlere ilişkin
raporları ilgili kurum ve kuruluşlara iletmek, Kurulca gerekli görülmesi
durumunda kamuoyuna açıklamak; ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme
kurulları ile diğer kişi, kurum ve kuruluşların bu gibi yerlere
gerçekleştirdikleri ziyaretlere ilişkin raporları incelemek ve değerlendirmek;
(g)
İnsan hakları ihlaline ve ayrımcılığa uğrayanlara her türlü yardımda bulunmak;
(ğ)
Talep üzerine yargı organlarına görüş bildirmek;
(h)
İnsan haklarıyla ilgili yargı kararlarının gereği gibi uygulanmasını
denetlemek;
(ı)
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerinin
uygulanmasını izlemek. Bu sözleşmeler tarafından kurulan inceleme, izleme ve
denetleme mekanizmalarına Devletin sunmakla yükümlü olduğu raporların
hazırlanması sürecinde, ilgili sivil toplum kuruluşlarından da yararlanmak
suretiyle görüş bildirmek ve bu raporların sunulacağı uluslararası toplantılara
katılmak;
(i)
Kurumun diğer ülkelerin ulusal ya da uluslararası düzeyde insan hakları ve
ayrımcılık alanında faaliyet gösteren kurumlarla ikili ve çok taraflı ilişkiler
kurmasına karar vermek; Birleşmiş Milletler ve bölgesel insan hakları
kuruluşlarıyla işbirliği yapmak ve ortak faaliyetlerde bulunmasına karar
vermek;
(j)
Kurumun kendi alanında çalışan uluslararası birliklere üye olmasına veya bu
kuruluşlarda Türkiye'nin temsil edilmesine karar vermek;
(k)
İnsan hakları alanındaki sorunlar, gelişmeler ile kamu kurum ve kuruluşlarının
bu alandaki çalışmalarını değerlendiren yıllık raporlar hazırlamak, bunları
yayınlamak ve başta Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı ve Bakanlar Kurulu olmak
üzere ilgili kişi ve kuruluşlara sunmak; düzenli yıllık raporlar dışında, gerek
görüldüğü takdirde insan hakları alanında ilişkin özel raporlar hazırlayıp
yayınlamak;
(l)
İnsan hakları ve eşitlik alanında süreli ve süresiz yayınlar yapmak;
(m)
Kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte, insan
haklarının geliştirilmesini teşvik eden ve hak ihlallerinin önlenmesini veya
giderilmesini hedefleyen kampanya ve programlar yürütmek;
(n)
İnsan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası sivil toplum
kuruluşlarıyla işbirliği ve ortak çalışmalar yapmak;
(o)
Kamu kurum ve kuruluşları için insan haklarına aykırı uygulamaların
giderilmesine yönelik rehberler hazırlamak ve bunların uygulamaya geçirilip
geçirilmediğini izlemek;
(ö)
İnsan hakları eğitimini yurt çapında planlamak, Eğitim Komitesinden gelen
önerileri karara bağlamak ve gerçekleşmesine katkıda bulunmak;
(p)
İlk ve orta öğretimdeki müfredat programlarını, ders kitaplarını ve yardımcı
kitapları insan hakları açısından denetlemek ve insan hakları eğitiminin
yaygınlaştırılması için, Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak stratejiler ve
uygulama planları geliştirmek;
(r)
İnsan haklan ihlallerinin önlenmesi, ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve insan
hakları bilincinin yaygınlaştırılmasına yönelik olarak üniversitelerle
işbirliği yapmak;
(s)
Kurumla ve Kurumun görev alanıyla ilgili düzenlemeler yapılmasına yönelik
kararlar almak;
(ş)
Kurumun faaliyet alanına giren çalışma ve görevlerde öncelikleri belirlemek;
(t)
Kurumun stratejik planı ile amaç ve hedeflerine uygun olarak bütçeyi
hazırlamak;
(u)
İdari birimlerin çalışmalarını değerlendirmek ve mali raporları inceleyerek
karara bağlamak;
(ü)
Taşınmaz alımı, satımı ve kiralanması konularında karar almak;
(v)
Bu kanunun uygulanması için gereken düzenleyici işlemleri yapmak;
(y)
Hazırlanan kanun tasarısı ve teklifleri hakkında insan hakları açısından TBMM
Başkanlığına görüş bildirmek;
(z)
Gerekli gördüğü diğer çalışmaları yapmak;
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Şafak Pavey Orhan Düzgün Melda
Onur
İstanbul Tokat İstanbul
Özgür
Özel
Manisa
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 7’nci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Halil Aksoy Erol Dora Hasip
Kaplan
Ağrı Mardin Şırnak
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz…
HALİL
AKSOY (Ağrı) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Sayın Aksoy, gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfi biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşularda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Haklan Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle Kurul
ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şeklî bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkânını yeterince sunmamaktadır.
Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki
alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik
ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmasının oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi hâline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı
ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunacağım ancak yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Sayın
Gök, Sayın Tanrıkulu, Sayın Pavey, Sayın Aygün, Sayın Serindağ, Sayın Özdemir,
Sayın Susam, Sayın Ağbaba, Sayın Özel, Sayın Kuşoğlu, Sayın Akar, Sayın
Özgündüz, Sayın Genç, Sayın Dinçer, Sayın Kurt, Sayın Moroğlu, Sayın Özkan,
Sayın Küçük, Sayın Öğüt, Sayın Türmen.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 7. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
Madde
7-
(1)
Kurul, bu Kanun ve diğer mevzuatta belirtilen görevlerden başka aşağıdaki
görevleri yapar ve yetkileri kullanır:
(a)
Görevlerini ve çalışmalarını gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duyulan,
Irkçılık, Cinsiyetçilik ve Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komitesi, İnsan
Hakları İhlallerini Önleme ve İhlal İddialarını Araştırma Komitesi, Sığınmacı
Sorunları ve İnsan Ticaretiyle Mücadele Komitesi, Mevzuatın İnsan Haklarına
Uygunluğunu İzleme Komitesi, İnsan Hakları Eğitim Komitesi, Bioetik Komitesi ve
bu gibi ulusal komiteler kurmak ve bu komitelerin çalışma koşullarını, görev ve
yetkilerini bir yönetmelikle belirlemek;
(b)
Kurul üyelerinin, ulusal komitelerin ve idari birimlerin hazırladığı raporları
ve benzeri çalışmaları incelemek, karara bağlamak ve ilgili mercilere
bildirmek;
(c)
Çalışma programını hazırlamak ve çalışmaların eşgüdümünü sağlamak;
(ç)
Her türlü insan hakları ihlali iddialarını başvuru üzerine veya kendi kararıyla
incelemek, araştırmak, değerlendirmek; bunların sonuçlarını ilgili kişi, kurum
ve kuruluşlara bildirmek ve takip etmek, sorumlu bulunanlar hakkında yasal
işlemlerin başlatılması için girişimde bulunmak ve gerektiğinde kesin hüküm
aşamasına kadar takip etmek;
(d)
Başvuruları inceleyerek ilgili komiteye yönlendirmek; konu birden fazla
komiteyi ilgilendirdiği takdirde, konunun özelliğine göre ya hepsinin görüşünü
almak ya da ilgili komitelerin birer üyesinden oluşan bir ad hoc komite
oluşturarak, onun görüşüne istinaden karar almak;
(e)
İşkencenin ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da
cezaların önlenmesini sağlamak için her türlü çalışmayı yapmak ve müdahalede
bulunmak;
(f)
Özgürlüğünden mahrum ya da koruma altında olan kişilerin bulundukları yerlere
düzenli ve habersiz ziyaretler gerçekleştirmek, bu ziyaretlere ilişkin
raporları ilgili kurum ve kuruluşlara iletmek, Kurulca gerekli görülmesi
durumunda kamuoyuna açıklamak; ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme
kurulları ile diğer kişi, kurum ve kuruluşların bu gibi yerlere gerçekleştirdikleri
ziyaretlere ilişkin raporları incelemek ve değerlendirmek;
(g)
İnsan hakları ihlaline ve ayrımcılığa uğrayanlara her türlü yardımda bulunmak;
(ğ)
Talep üzerine yargı organlarına görüş bildirmek;
(h)
İnsan haklarıyla ilgili yargı kararlarının gereği gibi uygulanmasını
denetlemek;
(ı)
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerinin
uygulanmasını izlemek. Bu sözleşmeler tarafından kurulan inceleme, izleme ve
denetleme mekanizmalarına Devletin sunmakla yükümlü olduğu raporların hazırlanması
sürecinde, ilgili sivil toplum kuruluşlarından da yararlanmak suretiyle görüş
bildirmek ve bu raporların sunulacağı uluslararası toplantılara katılmak;
(i)
Kurumun diğer ülkelerin ulusal ya da uluslararası düzeyde insan hakları ve
ayrımcılık alanında faaliyet gösteren kurumlarla ikili ve çok taraflı ilişkiler
kurmasına karar vermek; Birleşmiş Milletler ve bölgesel insan hakları
kuruluşlarıyla işbirliği yapmak ve ortak faaliyetlerde bulunmasına karar
vermek;
(j)
Kurumun kendi alanında çalışan uluslararası birliklere üye olmasına veya bu
kuruluşlarda Türkiye'nin temsil edilmesine karar vermek;
(k)
İnsan hakları alanındaki sorunlar, gelişmeler ile kamu kurum ve kuruluşlarının
bu alandaki çalışmalarını değerlendiren yıllık raporlar hazırlamak, bunları
yayınlamak ve başta Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı ve Bakanlar Kurulu olmak
üzere ilgili kişi ve kuruluşlara sunmak; düzenli yıllık raporlar dışında, gerek
görüldüğü takdirde insan hakları alanında ilişkin özel raporlar hazırlayıp
yayınlamak;
(l)
İnsan hakları ve eşitlik alanında süreli ve süresiz yayınlar yapmak;
(m)
Kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte, insan
haklarının geliştirilmesini teşvik eden ve hak ihlallerinin önlenmesini veya
giderilmesini hedefleyen kampanya ve programlar yürütmek;
(n)
İnsan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası sivil toplum
kuruluşlarıyla işbirliği ve ortak çalışmalar yapmak;
(o)
Kamu kurum ve kuruluşları için insan haklarına aykırı uygulamaların
giderilmesine yönelik rehberler hazırlamak ve bunların uygulamaya geçirilip
geçirilmediğini izlemek;
(ö)
İnsan hakları eğitimini yurt çapında planlamak, Eğitim Komitesinden gelen
önerileri karara bağlamak ve gerçekleşmesine katkıda bulunmak;
(p)
İlk ve ortaöğretimdeki müfredat programlarını, ders kitaplarını ve yardımcı
kitapları insan hakları açısından denetlemek ve insan hakları eğitiminin
yaygınlaştırılması için, Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak stratejiler ve
uygulama planları geliştirmek;
(r)
insan hakları ihlallerinin önlenmesi, ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve
insan hakları bilincinin yaygınlaştırılmasına yönelik olarak üniversitelerle
işbirliği yapmak;
(s)
Kurumla ve Kurumun görev alanıyla ilgili düzenlemeler yapılmasına yönelik
kararlar almak;
(ş)
Kurumun faaliyet alanına giren çalışma ve görevlerde öncelikleri belirlemek;
(t)
Kurumun stratejik planı ile amaç ve hedeflerine uygun olarak bütçeyi
hazırlamak;
(u)
İdari birimlerin çalışmalarını değerlendirmek ve mali raporları inceleyerek
karara bağlamak;
(ü)
Taşınmaz alımı, satımı ve kiralanması konularında karar almak;
(v)
Bu kanunun uygulanması için gereken düzenleyici işlemleri yapmak;
(y)
Hazırlanan kanun tasarısı ve teklifleri hakkında insan hakları açısından TBMM
Başkanlığına görüş bildirmek;
(z)
Gerekli gördüğü diğer çalışmaları yapmak;
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Şafak Pavey, İstanbul Milletvekili, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
ŞAFAK
PAVEY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin İnsan
Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 7’nci maddesine bakınca anlıyoruz ki,
politbüro mantığından esinlenen Hükûmet, insan haklarını, atama ile denetlemek
arzusundadır. Bu mantığı anlayabiliyorum çünkü Hükûmet on yıllık icraatı
boyunca insan haklarına hiç aldırmadı ama insan haklarına aldırıyormuş gibi yapmanın
itibarına talip olmaktan da geri kalmadı.
Bu
tasarı, insan merkezli değil, devlet merkezli bir yaklaşım getirmektedir.
Bizzat, insan hakları ihlallerindeki en şaibeli kuruma güç vermektedir.
Düşünün, Uludere’de 34 çocuğu katleden kurum insan haklarını denetleyecek, bir
düşünün. Size, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri Navi Pillay’ın
sözlerini hatırlatmak isterim: “İnsan hakları mermer binalar içindeki
kudretliler için değil, sıradan kadınlar, sıradan çocuklar, sıradan erkekler
için vardır.” Tasarıda insan haklarında olmazsa olmaz kabul edilen
katılımcılık, kapsayıcılık ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınmamıştır. Hükûmet,
her alanda doyurulamayan bir iştahla gerçekleştirdiği kontrol etme tutkusunu,
hatta saplantısını insan hakları alanında da tekrarlamıştır. Üyelerin
atanmasını doğrudan siyasi erke bağlamıştır. Hangi devlet memuru Türk Hava
Yollarındaki örgütlenme hakkı ihlallerini, engellilerin erişilebilirlik
haklarının çiğnenmesini, cezaevinde tutuklu ve mahkûmların yakılmasını, pankart
asan öğrencilerin uğradıkları tacizi, LGBT haklarının gasbını izleyebilme
cesaretine sahip olabilecektir? Bu, bana atalarımızın kuzunun kurda teslim
edilmesinden duydukları kaygıyı anlattıkları atasözünü hatırlattı. Fakat
Hükûmet unutmamalıdır ki, artık insan hakları kurt kapanına hapsedilemeyecek
kadar güçlü bir küresel değerdir.
Siyasete
atılmadan bir yıl önce Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği adına tam
da bu Hükûmete Paris İlkeleri konusunda eğitim vermek için görevlendirilmiştim,
ancak tasarıyı görünce anlıyorum ki ilkeler konusunda Hükûmeti ikna edememişiz.
Bu kurum ne bağımsız ne de özerktir yani arkadaşlar, Selahattin’in deyimiyle
”Bu çocuk olmamış, yapamamışsınız.”
Hükûmetin
en sevdiği çalışma tarzının ideolojisine ve yönetme hırsına uygun, gizli
kapaklı, el altından kendi kendine kanun yapmak olduğunu biliyorum. Şu anda
olduğu gibi en temel insan hakkı üstüne bir kurum tasarısını bile son dakika
golüne çevirmiştir ama bu tarz, sizi, kendi gücünüzü de kendi silahınızla yok
etmeye sürükleyecektir, bundan emin olabilirsiniz. Yönetenler bitmek bilmeyen
kutlamalar, tapınma seviyesinde övgüler, sınırsız böbürlenmelerle
besleniyorlarsa arkalarında mutlaka mahrumiyet, sefalet ve ihlal vardır. Bu
kültür özgür ve bağımsız bireyler yaratma üstüne sosyal politikalarla
değiştirilmediği sürece insana dair haklar hak ettiği yere ulaşmaz.
Mesela,
memleketimden son birkaç günün manzarasına bakalım hep beraber. Şu anda sosyal
ve ulusal medya polislerin, eşi ve çocukları önünde kıyasıya dövülen
vatandaşımızın görüntüleriyle sarsılıyor. Sarıyer’de asansörlü tek okul
imam-hatibe çevrilerek engelli öğrencilerin okula gitme hakkı gasbedildi.
Urfa’da 13 mahkûm yanarak ölünce aslında 200 kişilik cezaevinde 1.050 mahkûm
kaldığını gördük. Kalp gözümüze mil çekilmiş gibi.
Bir
insanın özgür ve bağımsız olması için en temel insan hakkı prensibi olan
“erişilebilirlik” prensibi ihlal edildi. Hükûmet zamanına bile kendi kendine
karar verdiği yedi yıllık erişilebilirlik vaadini tamamlayamadı ve son derece
doğalmış gibi yine mağdurlarına danışmadan kendi kendilerine üç yıl daha uzatma
kararı alındı. İşte size mahrumiyet, işte size sefalet, işte size ihlal! Hangi
mağrur mermer kurumdan aşağıya bakarsanız bakın, adını insan haklarıyla
temizlemeye çalışsanız da gerçek muhakkak bir yerden gözlerinizin önüne
yükselir, itaatiniz sarsılmasa da vicdanınız muhakkak yaralanır.
Teşekkür
ederim, saygılarımla. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Pavey.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 7. maddesinin (d) bendinde geçen “Gerek
gördüğünde” ibaresinin madde metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Alim
Işık (Kütahya) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
İki
yüz yıldan beri Batı emperyalizmi Türk elinin toprak bütünlüğünü, birliğini
bozmak adına bazı konuları istismar etmekten hiç vazgeçmez çünkü hep netice
alır, çünkü içerimizdeki “millet”, “milliyet” mefhumunu yitirmiş bazı iş
birlikçileri bulmakta da hiç zorlanmaz. Bugün de böyledir değerli milletvekilleri;
maalesef, bugün de bu masum kavramlar üzerinden bedelini kanla ödediğimiz
devletimiz hırpalanmakta, bin yılda tesis ettiğimiz kardeşliğimize ağır
darbeler vurulmaktadır. Nedir bu başlıklar?
Birincisi:
Temel hak ve hürriyetler meselesidir.
İkincisi:
Demokrasinin geliştirilmesi konusudur.
Üçüncüsü:
Azınlıklar konusudur.
İkiyüzlü
Batı’nın kendisi Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Cezayir’de en kanlı, en ağır
insan hakları ihlallerini yapar, sana “yapma” der; Orta Doğu’da, dünyanın her
köşesinde diktatörlükleri, sultanlıkları ve emirlikleri destekler, onların
kendi insanlarını ezmesine ses çıkarmaz, yeter ki menfaatlerine hizmet
etsinler, sana demokrasi, hatta ileri demokrasi dayatmasını yapar.
Ülkelerindeki yabancıların, azınlıkların dahi yaşama hakları tehdit altındadır,
ikinci sınıf insan muamelesine maruz kalırlar, hatta,
bu insanlık dışı uygulamalar, ayrımcılıklar kendi mevzuatlarına kadar
girmiştir, sana ülke bütünlüğünü sıkıntıya sokacak azınlık ayrıcalıkları
dayatırlar.
Değerli
milletvekilleri, bu değerler üzerinde yaşanılacak toprak, bir arada yaşama
iradesine sahip millet varsa bir anlam ifade eder bu saydıklarımız. Şayet bu
kutsallar için bir tehlike mevcut ise bu risk ve tehlike ortamı ortadan
kaldırılmadan atılacak adımlar güvenlik güçlerinin ve devletin savunma
refleksinin zayıflatılması anlamına gelir.
“Efendim,
güvenlik ve özgürlükler terazisiyle, hiçbirinden taviz vermeden birlikte
götüreceğiz.” sözü, kimse kusura bakmasın bir hamasettir, ham hayaldir; aksine,
sisteme ve insanlığa yönelik tehdide karşı ülkeyi ve ülke insanını savunan
güvenlik güçlerini bertaraf etmektir.
Senelerdir
söylüyoruz, maalesef dinlenilmiyor, dinlenilmiyor: AKP’nin hamasi söz ve
nutukları yüzlerce şehidimizin canına mal olmuş, PKK sürekli mevzi kazanmıştır.
Milletimizi AKP’nin bu sakat anlayışını daha iyi tanıması için uyarmaya davet
ediyoruz ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki: “Cumhuriyetin temel
nitelikleri”, “Türk millî kimliği”, “Demokratik rejim ve temel insan hakları”
gibi değerleri vazgeçilmez olarak kabul ediyoruz. Bunların uzlaşma arayışıyla
tartışılmasını dahi uygun görmüyoruz. Tek millet, tek devlet
esasına dayanan üniter yapıdaki millî devlet bünyesinde farklı etnik
kimliklere, siyasi ve hukuki statü tanınarak çok parçalı millet yapısı oluşturulmasına,
kişi hak ve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmesine,
Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere statü kazandırılarak yapay
azınlık yaratılmasına, vatandaşların birbirleriyle ve milletin devletle
çatıştırılmasına zemin hazırlanmasına, millî kimlik tanımının değiştirilerek
“Türkiyelilik” kavramının esas alınmasına, vatandaşlık bağının “Türk milleti”
kavramı yerine ikame edilmeye çalışılmasına, Türkçeden başka dillerde ana dil
olarak eğitim yapılmasına, Türkiye'nin idari yapısının değiştirilerek yerel
yönetimlerin mahallî parlamento olarak çalışacağı özerk bölgeler sisteminin
hayata geçirilmesine fırsat verecek ve zemin hazırlayacak Anayasa değişikliği
ve buna uygun olarak yapılacak yasa değişiklikleri hiçbir şekilde tartışma
konusu yapılmayacaktır.
İnsanlarımızın
insanca yaşadığı, üzerinde yaşadığımız ülkenin bütünlüğü ve millî birliğinin de
sorgulanmadığı yani sapla samanın karıştırılmadığı bir ülke özlemiyle ve en
temel hak olan yaşama hakları elinden alınan aziz şehitlerimizi ve sürekli
insan hak ve ihlallerine maruz kalan ve kürsüye çıkan hiçbir hatibin şu ana
kadar hiçbir şekilde telaffuz etmediği güvenlik güçlerimizi de bir kez daha yâd
ederek yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
8’inci
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 8. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
8 -
(1)
Kurul, en az ayda iki defa olmak üzere toplanır. Toplantılar Başkan yönetir.
(2)
Kurul, üye tam sayısının yarısından bir fazlasının hazır bulunmasıyla toplanır
ve katılanların salt çoğunluğuyla karar alınır. Kararlarda çekimser oy
kullanılmaz.
(3)
Üye tam sayısının salt çoğunluğunun çağrısı halinde Başkan Kurulu üç gün içinde
olağanüstü toplantıya çağırmakla yükümlüdür.
(4)
Kurul kararları tutanakla tespit edilir ve karar tutanağı toplantı esnasında
veya en geç toplantıyı izleyen beş iş günü içinde toplantıya katılan tüm üyeler
tarafından imzalanır. Kurul kararları, aldığı toplantı tarihinden itibaren en
geç onbeş iş günü içinde gerekçeleri ve varsa karşı oy gerekçeleri ile birlikte
tekemmül ettirilir. Gerektiğinde, Kurul tarafından bu süre uzatılabilir.
(5)
Başkan ve üyeler kendileri, eşleri, evlatlıkları ve üçüncü derece dahil üçüncü dereceye kadar kan ve ikinci derece dahil
ikinci derece kadar kayın hısımlarıyla ilgili veya kişisel menfaat ilişkisi
içinde oldukları konularda müzakere ve oylamaya katılmaz. Bu durum karar
metninde ayrıca belirtilir.
(6)
Kurul toplantıları gizlidir. İhtiyaç duyulması halinde görüşlerinden
yararlanılmak üzere ilgili kişiler, Kurul toplantısına davet edilebilir. Ancak,
Kurul kararları toplantıya dışarıdan katılanların yanında alınamaz.
(7)
Kurul kararları, tekemmül etmesinden itibaren en geç beş iş günü içinde ilgili
kişi, kurum ve kuruluşlara gönderilir.
(8)
Kurul, gerekli gördüğü durumlarda kararlarını, kişisel verilerin gizliliği
ilkesine bağlı kalarak, uygun vasıtalarla kamuoyuna duyurabilir. Açıklaması
kişi hakları açısından sakıncalı olan kararlar bu hükmün dışındadır.
(9)
Başkanın izin, hastalık ve görevde
bulunmadığı diğer haller ile hangi nedenle olursa olsun görevinin sona ermesi
durumunda, Başkan Yardımcısı Başkana vekâlet eder.
(10)
Kurul ve ulusal komitelerin üyeleri ile Kurum personelinin uyacakları etik
ilkeler bir rehber ile belirlenir, ulusal Komitelerin çalışma usul ve
esaslarına ilişkin diğer hususlar ise yönetmelikle düzenlenir.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Melda Onur Özgür Özel Orhan
Düzgün
İstanbul Manisa Tokat
Binnaz
Toprak
İstanbul
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (8)’inci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Erol Dora
İstanbul Iğdır Mardin
Hasip Kaplan Ertuğrul Kürkcü Halil
Aksoy
Şırnak Mersin Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Ben konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Gerçi son 17 önergemizin hepsinin gerekçesi aynı, okuna okuna
kafanızda yer alır diye düşündük, en azından ne düşündüğümüzü anlamışsınız diye
düşündük çünkü Asprin gibi bir yasa getirdiğinizi biliyorsunuz. Çok da gerekli,
çok sıkıştırıyorlar. E, nasıl sıkıştırmasınlar? Dinlemesi gizli, soruşturma,
tanık, delil, devlet sırrı, ödenek, Sayıştay genelgesi, mahkeme, arama, dinleme
kararları hepsi gizli, savcısı özel görevli, hâkimi, mahkemesi, cezaevi,
medyası, kolluğu. Dinlemede üstünüze kimse yok, transistörlü casus
dinleyicilerden böcek dinleyicilerine, lazer dinleyicilerine, İnternet’ten
e-mail’e, SMS’ten GSM’ye, Twitter’dan Facebook’a, fiziki takipten markaja, sahte yazılımdan casus yazılıma, bilişimden
kes-kopyala-yapıştırma iddianamelere, poşudan saç kestirmeye, pankarttan
slogana, yazılmamış kitaptan seçilmiş siyasetçilere, tutuklu milletvekillerine,
tutuklu belediye başkanlarına, sandıkta alamadığınızı tutuklayarak düşürüp, Van
Edremit Belediye Başkanımızı tutuklayıp özel yargıçlarla kazanan, yerine de çok
meşhur birini Belediye Başkanı yapan insan haklarınıza ve iradeye saygınıza,
vurulan kelepçelere, basına, aydınlara, yazarlara, uzun tutukluluğa,
adaletsizliğe, yargıya, her gün işlenen kadın cinayetlerine, gazlanan,
bombalanan sendikalara, emekçilere, tabiplere, sağlıkçılara, öğretmenlere,
işkence ve ölümün F tipine, E tipine, rezil tipine, her türlü D tipine, bir
koğuşta 5 yerine 25 kişi yatıran zihniyete, bir yatakta üç vardiya bile
düşmeyen cezaevi koşullarına, kayıplara, faili meçhul cinayetlere, terörist
sayısıyla övünen anlayışa, AİHM’de mahkûmiyetle anılan, bundan gurur duyan
anlayışa, rekorlar üzerine rekorlar kıran, Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmeyi
insan haklarında bir marifet sayan yönetim anlayışına ve insan hakları konusunda
her alanda dökülen yaşam hakkının ihlalinden işkenceye, kişi güvenliğinden
özgürlüğe, adil yargılamadan taraflı yargılamaya; düşünce özgürlüğünden,
örgütlenme özgürlüğünden, vicdan özgürlüğünden vicdansızlığa, örgütsüzlüğe,
düşüncesizliğe; 12 Eylülü aratmayan, Kenan Evren’i beş yıldızlı otellerde
konaklatan anlayışa, kasetlerle siyaset yapan anlayışa, insan haklarının en
reziline, en çirkefine, en kişilikleri aşağılayan anlayışına; yine, baskıcı
yönetime, ayrımcılığa, basını, bilimi, yereli, sivili, sanatı, kültürü
susturanlara; siyaseti etnik, mezhepsel, cinsel ayrımcılık yapanlara; kuvveti
adaletin üstünde görenlere, güvenliği özgürlüğün üzerinde görenlere;
muhaliflere tahammül etmeyenlere, muhalefet partilerine tahammül etmeyenlere;
insan hakları konusunda her gün sınıfta çakanlara; orantısız güç kullananlara,
karakolda kadın dövenlere, yakalamada, gözaltında sınır tanımayanlara, hukuk
devleti yerine polis devletini koyanlara, demokrasi yerine diktatörlüğü
koyanlara; insan haklarını, hukuku, demokrasiyi böyle bir kuruma sığdıranlara,
insanlarımızın elbette vereceği bir cevap vardır.
Dersim
özründen çark edip Roboski’de çakanlara; gazlayanlara, kelepçeleyenlere,
yürüyenlere tahammül etmeyenlere; konuşana, yazana, örgütlenene düşman
olanlara; kitaba düşman olan, şarkıya düşman olan, halaya düşman olan zihniyete
ve faili meçhullere ve her gün bu ülkeye cenaze üstüne cenaze, gençlerimizin,
askerlerimizin, polislerimizin, kardeşlerimizin cenazeleri gelirken on sene
ustalık döneminde hiçbir çözüm getirmeyenlere; denetim ve ombudsmanlığı
üç yıl sonra bir daha milletvekili seçilemeyeceklere kapı yapmaya çalışanlara
söyleyecek bir tek sözümüz var: Yanlış yapıyorsunuz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP
KAPLAN (Devamla) - …yanlış yapıyorsunuz. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 8. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
8 -
(1)
Kurul, en az ayda iki defa olmak üzere toplanır. Toplantıları Başkan yönetir.
(2)
Kurul, üye tam sayısının yarısından bir fazlasının hazır bulunmasıyla toplanır
ve katılanların salt çoğunluğuyla karar alınır. Kararlarda çekimser oy
kullanılmaz.
(3)
Üye tam sayısının salt çoğunluğunun çağrısı halinde Başkan Kurulu üç gün içinde
olağanüstü toplantıya çağırmakla yükümlüdür.
(4)
Kurul kararları tutanakla tespit edilir ve karar tutanağı toplantı esnasında
veya en geç toplantıyı izleyen beş iş günü içinde toplantıya katılan tüm üyeler
tarafından imzalanır. Kurul kararları, aldığı toplantı tarihinden itibaren en
geç onbeş iş günü içinde gerekçeleri ve varsa karşı oy gerekçeleri ile birlikte
tekemmül ettirilir. Gerektiğinde, Kurul tarafından bu süre uzatılabilir.
(5)
Başkan ve üyeler kendileri, eşleri, evlatlıkları ve üçüncü derece dahil üçüncü dereceye kadar kan ve ikinci derece dahil
ikinci derece kadar kayın hısımlarıyla ilgili veya kişisel menfaat ilişkisi
içinde oldukları konularda müzakere ve oylamaya katılmaz. Bu durum karar
metninde ayrıca belirtilir.
(6)
Kurul toplantıları gizlidir. İhtiyaç duyulması halinde görüşlerinden
yararlanılmak üzere ilgili kişiler, Kurul toplantısına davet edilebilir. Ancak,
Kurul kararları toplantıya dışarıdan katılanların yanında alınamaz.
(7)
Kurul kararları, tekemmül etmesinden itibaren en geç beş iş günü içinde ilgili
kişi, kurum ve kuruluşlara gönderilir.
(8)
Kurul, gerekli gördüğü durumlarda kararlarını, kişisel verilerin gizliliği
ilkesine bağlı kalarak, uygun vasıtalarla kamuoyuna duyurabilir. Açıklaması
kişi hakları açısından sakıncalı olan kararlar bu hükmün dışındadır.
(9)
Başkanın izin, hastalık ve görevde bulunmadığı diğer haller ile hangi nedenle
olursa olsun görevinin sona ermesi durumunda, Başkan Yardımcısı Başkana vekâlet
eder.
(10)
Kurul ve ulusal komitelerin üyeleri ile Kurum personelinin uyacakları etik
ilkeler bir rehber ile belirlenir, ulusal Komitelerin çalışma usul ve
esaslarına ilişkin diğer hususlar ise yönetmelikle düzenlenir.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Celal Dinçer, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
CELAL
DİNÇER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
279
sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 8’inci maddesi
üzerinde söz almış bulunuyorum.
İnsan
haklarının, insanlığın var oluşundan itibaren ortaya çıkan ve insanlar için
vazgeçilmez haklar olduğunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. İnsan onuru ve
eşitlik, insan hakları fikrinin merkezinde yer alan iki temel değerdir. Bütün
insanların eşit olması insan haklarını evrensel kılar. İnsan hakları, daha iyi
ve onurlu bir yaşam için gerekli olan temel standartlar tanımlandığında
anlaşılabilir.
İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi vazgeçilmez bir insanlık mutabakatıdır ve “Ben
insanım.” diyen herkes için de önem ifade etmektedir. Bu bağlamda insan
haklarının korunması ve insan hakları ihlallerinin önlenmesi bütün devletlerin
ve -hiç kuşku yoktur ki- her insanın öncelikli görevi olmalıdır.
İnsan haklarının korunmasında iki temel güce
gereksinim duyulduğu genellikle kabul edilir. Bu iki güçten birincisi, hukuk
gücüdür, başka bir anlatımla hukuk yoluyla korumadır. Diğeri ise, demokratik
kamuoyu gücü ya da demokratik kamuoyu yoluyla koruma olarak adlandırılır. İşte
bizim bugün kurmaya çalıştığımız bu kurum, bu ikinci denetim yolu olan
demokratik kamuoyu gücüyle insan haklarının korunmasıdır.
Demokratik
kamuoyu ile insan haklarının korunması tek başına devletlerin hukuk düzenlerini
insan haklarına dayandırmasıyla oluşmamaktadır, yetmemektedir. O devletlerin
yurttaşlarının haklarının ve özgürlüklerinin bilinmesine ve bu bilince sahip olması
gerekir. Bir ülkenin iç kamuoyu ve uluslararası kamuoyu, Türkiye'de de insan
haklarının kamuoyu vardır. Artık, dünya küçülmüştür. İnsan haklarının bugünkü
anlamda belli ilkelere kavuşması kolay olmamıştır. Geçmişte insan hakları çok
büyük aşamalar geçirerek bugüne gelmiştir.
Şöyle
kısaca tarihte bir yolculuk yapmak istersek sizinle: Kadın hakları, geçmişte o
kadar büyük aşamalardan geçmiştir ki kadınlara seçme seçilme hakkı ta 30’lu
yıllarda ancak verilebilmiştir. Mülkiyet hakkı gene geçtiğimiz elli yıl içinde
verilebilmiştir. Kadınlara velayet hakkı çok geç verilmiştir. Kadınlara çalışma
hakkı gene çok geç verilmiştir. Hatta geçmişte, örnek olarak, kocası ölen kadın
öldürülerek kocasıyla birlikte mezara konulmuştur. Dünya bu tür ihlalleri
yaşayarak günümüze gelmiştir. Cahiliye döneminde kız çocukları diri diri
toprağa gömülmüştür. İşte insanların, toplumların yaşamlarını insan onuru ve
eşitliği temelinde birlikte sürdürebilmeleri için gerekli olan değerler insan
haklarıyla ortaya çıkmıştır.
Şimdi
Hükûmet olarak bir tasarı önümüze geldi. Bu tasarıyla İnsan Hakları Kurulu
kurulmaktadır. Geçmişte biz bunları yaşadık. Yaklaşık on beş yıldır Türkiye’de
-yirmi yıla yakındır- insan hakları kurulları oluşturuldu, başkanlıklar
oluşturuldu. Bu kurullar tamamen sembolik, dışarıya göstermelik olarak görev
yaptı. Tek faydası bugüne kadar bu kurullar insan haklarının eğitiminde
okullarda özellikle sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla eğitimler yaptı. Şimdi
kuracağımız kurul da belki bu eğitimleri biraz daha düzenli, biraz daha maddi
imkânlar ölçüsünde gerçek anlamda yapacak ama Hükûmetin atadığı kişilerin
işlediği insan hakları ihlalini bu kurulların incelemesi asla ve asla mümkün
olmayacak.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye’de etik kurulları kuruldu, şu anda faaliyette. Etik
kurullarını duyanınız var mı, bileniniz var mı? Etik kuruluna uymayanlar
hakkında sadece bir büyükşehir belediye başkanı hakkında verilen karar dışında
bir faaliyetini gördünüz mü? Bu kurullar da aynı şekilde olacak. Göreceksiniz
gene sadece Avrupa’ya bir mesaj vermiş olacağız, bunun dışında hiçbir anlam ifade
etmeyecek çünkü Hükûmetin atadığı bir kurul Hükûmetin işlediği, iktidarın
işlediği insan hakları ihlaline asla müdahale edemeyecektir. Geçmişte
hatırlayalım, Profesör İbrahim Kaboğlu İnsan Hakları Kurulu Başkanı idi.
Hükûmetin hoşuna gitmeyen bir kararından dolayı kendisi özel yetkili
mahkemelerde yargılandı. Nitekim, bu kurul
başkanlığına da atamayı çok zor yapacaksınız çünkü bir gün kendisi de
yargılanabilir korkusuyla bu kurulun başkanlığını belki de çok zor kabul
edecek.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CELAL
DİNÇER (Devamla)- Evet, teşekkürler.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
- Karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 00.18
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.25
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin
Sekizinci Oturumunu açıyorum.
279
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi üzerinde verilen İstanbul
Milletvekili Celal Dinçer ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında karar
yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı vardır, önerge
reddedilmiştir.
Tasarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
8’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
9’uncu
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 9. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
9-
(1)
Kurumun teşkilatı Türkiye İnsan Hakları Kurulundan; Irkçılık, Cinsiyetçilik ve
Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komitesi, İnsan Hakları İhlallerini Önleme ve
İhlal İddialarını Araştırma Komitesi, Sığınmacı Sorunları ve İnsan Ticaretiyle
Mücadele Komitesi, Mevzuatın İnsan Haklarına Uygunluğunu İzleme Komitesi, İnsan
Hakları Eğitim Komitesi, Bioetik Komitesi ve ihtiyaç halinde kurulacak diğer
ulusal komitelerden; Genel Sekreterlik ve ona bağlı bürolardan, Hukuk Birimi,
Dış İlişkiler ve Proje Birimi, Medya ve Halkla İlişkiler Birimi, Bilgi ve
Dokümantasyon Birimi, Personel Birimi, İdari ve Mali İşler Birimi ve gerekli
görülecek diğer teknik birimlerden oluşur.
(2)
Komitelerin görev ve yetkileri yönetmelikle düzenlenir.
(3)
Kurum görevlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli hizmetlerin yerine
getirilmesinde Kurul Başkanına ve üyelerine, Genel Sekreter, insan hakları
uzmanları, insan hakları uzman yardımcıları ve Kurumun diğer personeli yardımcı
olur.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Mehmet
Ali Susam
İstanbul Tunceli İzmir
Veli Ağbaba Melda Onur Özgür
Özel
Malatya İstanbul Manisa
Orhan
Düzgün
Tokat
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (9)’uncu maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Erol Dora Hasip Kaplan Halil Aksoy
Mardin Şırnak Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfi biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkanını
yeterince sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş
olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek
Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin
bir önleme mekanizmasının oluşturulmasına izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli
Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence altına alınmış "ulusal önleme
mekanizması" söz konusu Tasarı ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir
alt birimi haline getirilmektedir. Bu, "ulusal önleme mekanizmasının
oluşturulması sürecinin de kapsayıcı ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 9. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
9-
(1)
Kurumun teşkilatı Türkiye İnsan Hakları Kurulundan; Irkçılık, Cinsiyetçilik ve
Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komitesi, İnsan Hakları İhlallerini Önleme ve
İhlal İddialarını Araştırma Komitesi, Sığınmacı Sorunları ve İnsan Ticaretiyle
Mücadele Komitesi, Mevzuatın İnsan Haklarına Uygunluğunu İzleme Komitesi, İnsan
Hakları Eğitim Komitesi, Bioetik Komitesi ve ihtiyaç halinde kurulacak diğer
ulusal komitelerden; Genel Sekreterlik ve ona bağlı bürolardan, Hukuk Birimi,
Dış İlişkiler ve Proje Birimi, Medya ve Halkla İlişkiler Birimi, Bilgi ve
Dokümantasyon Birimi, Personel Birimi, İdari ve Mali İşler Birimi ve gerekli
görülecek diğer teknik birimlerden oluşur.
(2)
Komitelerin görev ve yetkileri yönetmelikle düzenlenir.
(3)
Kurum görevlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli hizmetlerin yerine
getirilmesinde Kurul Başkanına ve üyelerine, Genel Sekreter, insan hakları
uzmanları, insan hakları uzman yardımcıları ve Kurumun diğer personeli yardımcı
olur.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve
arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Mehmet Ali Susam, İzmir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET
ALİ SUSAM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 279 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesindeki değişiklik önergesi üzerine söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İnsan
haklarıyla ilgili kanuna ilişkin görüşlerimi belirtirken, önce insan haklarıyla
ilgili bir tanımı tekrar yapmak istiyorum: İnsan hakları nedir? İnsanların
onurlu bir yaşam standardını devletten isteme hakkıdır yani onurlu bir yaşam
standardını devletin sağlaması için talebidir, buna da insan hakkı denir. Talep
ettiğimiz kim? Devlet, devletten talep ediyoruz, diyoruz ki: Benim insan
haklarıma yakışır bana bir gelecek sağla.
Peki,
bu kanun, insan haklarıyla ilgili kanun talep edilen devlet yerine sivil
insanlardan mı oluşuyor yoksa devletin kendi oluşturduğu bir yapıdan mı
oluşuyor? İnsan haklarını talep ettiğimiz kuruma insan haklarını takip etme
hakkını verdiğimiz zaman bu anlamıyla insan hakları konusunda çok ciddi bir
şekilde boşluğa düştüğümüz açıktır.
Değerli
arkadaşlar, bu konunun komisyon görüşmelerinde de çok net bir şekilde altı
çizilmiş ve en son, bu Parlamentoya hitaben, sizin de çok saygı duyduğunuz
Sayın İbrahim Kaboğlu tarafından bu kanunun reddedilmesi teklifi
milletvekillerine önerilmiştir. Demiştir ki, Sayın Kaboğlu “Bu kanunu reddedin.
Niye reddedin? Çünkü bu, sivil inisiyatifi içinde
barındırmayan, seçilmiş üyeleriyle tam devlet adına bir görev yapan kurumdur.
Bu anlamıyla da hiçbir işlev görmeyecektir.” Arkadaşlarımızın tümünün
konuşmalarında da bunun altı çizilmiş, muhalefet milletvekilleri dâhil tüm
kuruluşlar bu kanunda bu noktaya dikkati çekmişlerdir.
Türkiye’nin
insan hakları konusunda sicili bozuktur. Uluslararası kuruluşların söyledikleri
ve yaptıkları çok önemli tespitler vardır ama bırakın onu son yaşanan olaylar
bile Türkiye’de İnsan Hakları Kuruluyla ilgili olarak çok önemli bir kurula
ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Ancak sizin bu konuda iyi niyetle adım atma
noktasında çabanız olmadığını geçmişe ilişkin uygulamalardan görebiliriz. İnsan
haklarıyla ilgili 90’dan bu yana çalışmalar vardır. Bu çalışmalarda, İnsan
Hakları İnceleme Kurulu kurulmuş 90’lı yıllarda. 2001 yılında 4643 sayılı Kanun
ile İnsan Hakları Danışma Kurulu kurulmuş ve bu Kurul yedi yıldır toplanamıyor
arkadaşlar. Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın başına gelenler, bu Kurulun sivil inisiyatifiyle çalışma konusundaki gösterdiği gayretler ve
sonunda başına gelenler ortadadır.
Şimdi
yeni bir kurulla ortaya çıkılıyor ve göstermelik bir şekilde, sadece
uluslararası kuruluşlara “Biz, insan haklarıyla ilgili bir kurul kurduk.” demek
için bir kurul oluşturuluyor.
Size
samimiyetle bir şeyi öneriyorum: Bir ülkenin ekonomik kalkınması yapılabilir
ama bir ülkenin dünya üzerinde saygın bir ülke hâline gelebilmesinin birinci
koşulu insan haklarında geldiği düzeydir. Şu an Türkiye’nin uluslararası
kuruluşlarda insan hakları düzeyi açısından yerini bir üçüncü dünya ülkesi
noktasında göstermeye hiç kimsenin hakkı ve haddi yoktur.
Değerli
arkadaşlar, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak insan haklarına Türkiye’de çok
büyük ihtiyaç olduğu, gençlerin, kadınların, engellilerin, sokaktaki
çocukların, hapishanelerde yanan insanların haklarını koruyacak sivil, bağımsız
çağdaş bir kurum kurulması konusunda sizi bir kez daha uyarıyoruz. Bu kurumun
kurulması konusunda sivil bir yönetim oluşmasının ve bu yönetimin eğitimle önce
insan haklarına saygı duyan bir insan topluluğu yetiştirmesi gerektiğine
inanıyoruz.
Bu
duygularla son kez sizi uyarıyor ve saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
10’uncu
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 10. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
10-
(1)
Kurul Başkanı aynı zamanda Kurumun Başkanıdır. Başkan, Kurumun genel yönetim ve
temsilinden sorumludur. Bu sorumluluk, Kurum çalışmalarının yürütülmesi,
denetlenmesi, değerlendirilmesi ve gerektiğinde kamuoyuna duyurulması görev ve
yetkilerini de kapsar.
(2)
Başkanın görev ve yetkileri şunlardır:
a)
Kurul toplantılarının gündemini, gün ve saatini belirlemek ve toplantıları
yönetmek.
b)
Kurul üyelerinin toplantının açılışına kadar gündeme dahil
edilmesi talebiyle bildirdiği konuları gündeme dahil etmek.
c)
Kurul kararlarının tebliğini ve Kurulca gerekli görülenlerinin kamuoyuna
duyurulmasını sağlamak ve uygulamalarını izlemek.
ç)
Genel Sekreteri ve kurum personelini atamak.
d)
İdarî birimlerden gelen önerilere son şeklini vererek Kurula sunmak.
e)
Belirlenen stratejilere, yıllık amaç ve hedeflere uygun olarak Kurumun yıllık
bütçesi ile malî tablolarını hazırlamak.
f)
Kurul ile Kurumun idarî birimlerinin uyumlu, verimli, disiplinli ve düzenli bir
biçimde çalışması amacıyla koordinasyonu sağlamak, bunlar arasında çıkabilecek
görev ve yetki sorunlarını çözmek.
g)
Yıllık faaliyet raporlarını hazırlamak, yıllık amaç ve hedeflere göre
faaliyetlerin değerlendirmesini yapmak ve bunları Kurula sunmak.
h)
Kurumun diğer kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek ve Kurumu temsil etmek.
l)
Kurumun yönetim ve işleyişine ilişkin diğer görevleri yerine getirmek.
(3)
Başkan, sınırlarını ve gerekçelerini açıkça belirtmek şartıyla, Kurula ilişkin
olmayan görev ve yetkilerinden bir bölümünü Kurul kararı alınmak şartıyla
Başkan Yardımcısına devredebilir. Yetki devri, uygun araçlarla ilgililere
duyurulur.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Melda Onur Özgür Özel Orhan
Düzgün
İstanbul Manisa Tokat
Uğur
Bayraktutan
Artvin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 10’uncu maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Erol Dora
İstanbul Iğdır Mardin
Hasip Kaplan Ertuğrul Kürkcü Halil
Aksoy
Şırnak Mersin Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
-
Tasarı, TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları
ihlallerinin temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri
önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak
surette devletin yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan
gözlemleyebilen ve denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını
gerektirirdi.
-
Tasarının öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık
ilkesine aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu
altında düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar
özgür olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
-
Tasarının öngördüğü görevden alma prosedürü
bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun
bağımsızlığı ile yakından ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal
insan hakları kurumu üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın
ya da Kurul üyelerinin görevlerine keyfi biçimde son verilmesi olasılığının
önüne geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten
objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
-
Tasarının öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne
göre oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer gelirlerin
yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak belirtilmiş
durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal özerkliğin hangi
düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun ve bağımsız bir
bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
-
TİHK, önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır, Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
-
Tasarı, üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne
ve TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak
ve mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
-
Tasarı, Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır.
Paris İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence
altına alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı
içinde yer alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır.
Yanı sıra, karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile
donatılması gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun
üyelerinden oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan
uzaktır ve bundan ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
-
Tasarı, TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkânını yeterince
sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla
birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
-
Tasarı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol)
öngördüğü nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmanın
oluşturulmasına izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü
bağımsızlığı güvence altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz
konusu Tasarı ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi hâline
getirilmektedir. Bu, "ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması
sürecinin de kapsayıcı ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 10. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
10-
(1)
Kurul Başkanı aynı zamanda Kurumun Başkanıdır. Başkan, Kurumun genel yönetim ve
temsilinden sorumludur. Bu sorumluluk, Kurum çalışmalarının yürütülmesi, denetlenmesi,
değerlendirilmesi ve gerektiğinde kamuoyuna duyurulması görev ve yetkilerini de
kapsar.
(2)
Başkanın görev ve yetkileri şunlardır:
a)
Kurul toplantılarının gündemini, gün ve saatini belirlemek ve toplantıları,
yönetmek.
b)
Kurul üyelerinin toplantının açılışına kadar gündeme dâhil edilmesi talebiyle
bildirdiği konuları gündeme dâhil etmek.
c)
Kurul kararlarının tebliğini ve Kurulca gerekli görülenlerinin kamuoyuna
duyurulmasını sağlamak ve uygulamalarını izlemek.
ç)
Genel Sekreteri ve kurum personelini atamak.
d)
İdarî birimlerden gelen önerilere son şeklini vererek Kurula sunmak.
e)
Belirlenen stratejilere, yıllık amaç ve hedeflere uygun olarak Kurumun yıllık
bütçesi ile malî tablolarını hazırlamak.
f)
Kurul ile Kurumun idarî birimlerinin uyumlu, verimli, disiplinli ve düzenli bir
biçimde çalışması amacıyla koordinasyonu sağlamak, bunlar arasında çıkabilecek
görev ve yetki sorunlarını çözmek.
g)
Yıllık faaliyet raporlarını hazırlamak, yıllık amaç ve hedeflere göre
faaliyetlerin değerlendirmesini yapmak ve bunları Kurula sunmak.
h)
Kurumun diğer kuruluşlarla ilişkilerini
yürütmek ve Kurumu temsil etmek.
ı)
Kurumun yönetim ve işleyişine ilişkin diğer görevleri yerine getirmek.
(3)
Başkan, sınırlarını ve gerekçelerini açıkça belirtmek şartıyla, Kurula ilişkin
olmayan görev ve yetkilerinden bir bölümünü Kurul kararı alınmak şartıyla
Başkan Yardımcısına devredebilir. Yetki devri, uygun araçlarla ilgililere
duyurulur.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde Uğur Bayraktutan, Artvin. (CHP sıralarından alkışlar)
UĞUR
BAYRAKTUTAN (Artvin) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Türkiye İnsan
Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 10’uncu maddesi üzerinde verilen önerge
üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce nasıl bir Türkiye tablosuyla, nasıl
bir insan hakları tablosuyla karşı karşıya kaldığımızı rakamlarla anlatmak
istiyorum:
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurularda Rusya’dan sonra 2’nci sırada yer
alan Türkiye, 1959 ve 2011 yılları arasında mahkemenin verdiği ihlal
kararlarında da 2.404 kararla 47 ülke içerisinde 1’inci sırada yer almaktadır.
Başbakanlık
İnsan Hakları Başkanlığınca, Avrupa Konseyi geneli ve Türkiye’ye ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru ve mahkeme kararlarına ilişkin
istatistikler raporlaştırılmış bulunmaktadır. Bu raporlara göre AİHM’e yapılan
başvurular konusunda Türkiye Rusya’nın ardından 2’nci sırada yer almaktadır.
Türkiye
aleyhine yapılan başvurular nüfusa oranlandığında, 2011 yılında Avrupa Konseyi
genelinde 1 milyon kişi başına düşen başvuru sayısı 79 iken bu sayı Türkiye’de
118’li rakamlara ulaşmış bulunmaktadır. 59 ve 2011 yılları arasında Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi tarafından en az bir maddeyi ihlal ettiği gerekçesiyle
verilen toplam ihlal kararları sayısında, dava sayısı itibarıyla Türkiye 2.404
aleyhe kararla sözleşmeye taraf olan 47 ülke arasında 1’inci sırada yer
almaktadır. Türkiye’ye ilişkin ihlal kararları mahkemenin vermiş olduğu tüm ihlal
kararlarının başlı başına sadece yüzde 19 rakamını oluşturmaktadır. Türkiye
2011 yılında aleyhe sonuçlanan dava sayısı itibarıyla en çok ihlal kararı
verilen devlet konumunda olup 2011 yılında Türkiye en az bir maddeyi ihlal
ettiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından 159 davada
mahkûmiyet kararıyla cezalandırılmış bulunmaktadır. Yine 59 ve 2011 yılları
arasında Türkiye aleyhine verilen ihlal kararları arasında en çok ihlal edilen
haklar sırasıyla; yüzde 33 ile adil yargılanma hakkı, yüzde 16 ile mülkiyet
hakkı, yüzde 14 ile özgürlük ve güvenlik hakkı olarak sıralanmaktadır. Adil
yargılanma hakkı ile başvuruların yüzde 13’ünü de yargılamanın uzunluğuyla
ilgili şikâyetler oluşturmaktadır ülkemiz açısından. 2011 yılında ise Türkiye
aleyhine verilen ihlal kararları arasında en çok ihlal edilen haklar yine
sırasıyla; adil yargılanma hakkı yüzde 28, işkence, insanlık dışı ve onur
kırıcı muameleler yasağı yüzde 25, özgürlük ve güvenlik hakkı ise yüzde 13’lük
bir rakamı oluşturmaktadır değerli arkadaşlarım.
Türkiye’de
uzun süredir var olan insan hakları ihlallerinin 2011 yılında da devam ettiğini
söyleyebiliriz. Gözaltı yerlerinde ya da resmî olmayan gözaltı sırasında devam
eden işkence ve kötü muamele uygulamalarının yanı sıra protesto gösterilerinin
de rutin bir şekilde aşırı güç kullanılarak bastırıldığını gördüğümüz bir
Türkiye tablosuyla karşı karşıyayız. Ayrıca, birçok vakada Hükûmet
yetkililerinin açıklamaları da kolluk kuvvetlerinin aşırı güç kullanmasını
destekler mahiyette birtakım olaylarla karşımıza çıkmaktadır.
Ufak
bir fotoğraf çekmeye çalıştım nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu
göstermesi açısından. En başından beri, cumhuriyetin kurulduğu yıllardan bu
tarafa doğru Türkiye var olduğu müddetçe insan hakları sorunu da ne yazık ki
bizimle beraber yaşamaya devam etmektedir.
Buraya
gelen milletvekili arkadaşlarımız konuşmalarında da bahsettiler. Bu sorunu
gidermemiz açısından en önemli kurumlardan bir tanesi, oluşturmaya çalıştığımız
İnsan Hakları Kurulunun bağımsız ve özerk bir kurum olması gerektiği
ihtiyacıdır. Ne yazık ki karşımızda, bugün getirilen tasarıyla,
milletvekillerimizin alt komisyonda ve komisyonlarda yapmış olduğu uyarılarda
bağımsız ve özerk bir kuruluşun olmadığı, bir anlamda yeni bir kamu kuruluşu
yarattığımız, yeni bir KİT yarattığımız tereddüdü arkadaşlarımız da hasıl olmuştur çünkü biraz önce burada konuşmasını yapan
Ankara Milletvekilimiz Değerli Levent Gök, buradaki üye atamalarının nasıl
olduğunu, kurula bağımsızlığın ötesinde atamalar yapıldığını, bu nedenle
buradaki özerklik kurumunun ciddi anlamda tehlikeyle ve tehditle karşı karşıya
geldiğini anlatmaya çalıştı.
Alt
komisyon ve Komisyon raporlarındaki muhalefet şerhlerini ayrıntılarıyla
inceledim ben, ilgili Komisyonda üye bulunmamama rağmen. Bu konuda Türkiye’de
yetkin kuruluş olması gerektiğine inandığımız ve uyarılarını ciddi anlamda
yaptığına inandığım Türkiye Barolar Birliğinin, insan haklarına ilişkin
Türkiye’deki çeşitli kuruluşların ne yazık ki bu konudaki tereddütleri,
uyarıları Komisyon çalışmalarında nazarı itibara alınmamıştır ve buna ilişkin
de ciddi sorunlarla karşı karşıyayız.
Türkiye’de
insan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı yerlerden bir tanesi cezaevleridir.
İşte, geçen hafta Şanlıurfa’daki olayın nasıl olduğu, 13 canı nasıl kaybettiğimiz
ortaya çıktı. Buradaki en ilginç olaylardan bir tanesi de, bu olay olmadan bir
yıl evvel Şanlıurfa Barosunun bütün ayrıntılarıyla -iki buçuk sayfa şeklinde-
hastalığın ne olduğu, tedavi ve teşhis için ne şekilde önlemlerin alınması
gerektiği konusundaki uyarılarının idare tarafından göz ardı edilmesi
gerçeğidir.
Daha
önce milletvekillerimizin yapmış olduğu bu uyarıların göz önüne alınmasını
talep ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunacağım.
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Sayın
Gök, Sayın Tanrıkulu, Sayın Tezcan, Sayın Bayraktutan, Sayın Özel, Sayın Aygün,
Sayın Susam, Sayın Özdemir, Sayın Yüksel, Sayın Ağbaba, Sayın Çam, Sayın
Aslanoğlu, Sayın Özkoç, Sayın Moroğlu, Sayın Kurt, Sayın Özkan, Sayın Tanal,
Sayın Uğur, Sayın Küçük, Sayın Türmen, Sayın İnce.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Sayın
Komisyonun bir düzeltme talebi vardır.
Buyurun.
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Sayın
Başkanım, bir düzeltme talebimiz var. Görüşülmekte olan kanun
tasarısının 10’uncu maddesinin (3)’üncü fıkrasının (a) bendinde sehven yer alan
“siyasal” ibaresinin “siyasal bilgiler” şeklinde düzeltilmesini ve yine,
10’uncu maddesinin (3)’üncü fıkrasının (c) bendinde sehven yer alan “(A)
fıkrasının (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı bentlerinde” ibaresinin “(1)’inci
fıkrasının (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt bentlerinde”
şeklinde düzeltilmesini talep ediyoruz efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Düzeltmeyle
birlikte 10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Madde kabul edilmiştir.
11’inci
madde üzerinde aynı mahiyette iki önerge vardır, aynı mahiyetteki bu önergeleri
okutacağım ve birlikte işleme alacağım, talepleri hâlinde önerge sahiplerine
ayrı ayrı söz vereceğim veya gerekçelerini okutacağım.
Şimdi,
aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 11. maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Melda Onur Özgür Özel Orhan
Düzgün
İstanbul Manisa Tokat
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (11)'inci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Erol Dora
İstanbul Iğdır Mardin
Hasip Kaplan Ertuğrul Kürkcü Halil
Aksoy
Şırnak Mersin Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Melda Onur, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MELDA
ONUR (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar “Bu akşam burada acaba konuşulmadık insan hakkı ihlali kaldı mı?”
diye sormayın, daha çok şey var aslında, belki çok azı burada konuşuldu. İnsan
haklarıyla ilgili ihlaller konusunda bu ülke ne yazık ki çok zengin, çok
malzeme var.
Bundan
birkaç gün önce Oda TV duruşmasını izledim. Size sadece orada yaşananları,
mahkeme heyetiyle sanıklar arasındaki diyalogları anlatsam ayrı bir oturum
hâline gelir. Ama bu gece çok fazla cezaevlerinden söz edildi, çok fazla
davalardan söz edildi; ben onlara hiç girmek istemiyorum aslında, genel bir
görünüş olarak birkaç şey söylemek istiyorum.
Sabah
televizyon seyrederken bir haber seyrettim, Türkiye IMF’e para aktarıyormuş.
Sevindirici bir haber ama sevinemiyoruz çünkü bir sonraki haberde -siz de
seyretmişsinizdir belki- bir görüntü: İstanbul’un ortasında 7 tane polis birini
dövüyor, bir erkeği dövüyor, bir eşi dövüyor karısının çığlıklarının önünde,
bir babayı dövüyor çocuklarının çığlıklarının önünde. Öyle dövmüyor yani
öldüresiye dövüyor, öldürmek istiyor. “Ne yapmış olabilir?” diye
düşünüyorsunuz. Ne yaparsa yapsın, böyle bir muamele… Bilmiyorum, Sayın Bakan
İçişleri Bakanlığı yaptı, böyle bir görüntüye nasıl bir yorum yapabiliyor, onu
bilemiyorum. Ama şimdi, İçişleri Bakanımız “Biber gazı zararsız.” derse, polise
bunun yansıması herhâlde copuyla, belinden çıkardığı kemeriyle vurarak fazla da
zarar vermediğini, belki biraz okşadığını düşünüyor. O yüzden, İçişleri
Bakanımızın bu tavrı polisin bu şekilde davranışına neden oluyor olabilir.
Bir
de şunu düşündüm: Başbakan “Kindar nesil yetiştirelim.” derken acaba polis bunu
yanlış mı anladı? Böylesine bir kinle vatandaşa davranıyor olabilmek için bu
tür demeçleri, herhâlde, kolluk kuvvetlerimiz farklı anlıyor diye düşünüyorum.
Bugün
emniyet başka bir şey yaptı, yeni coplarını tanıttı. Arkadaşlar, Türkiye'nin
böylesine farklı bir psikolojide olduğu bir ortamda cop tanıtımı yapmak nasıl
bir anlayıştır? Nasıl akıllara ziyan bir tavırdır? Yani utanmasalar oraya
birkaç tane öğrenci, 1 memur, 1 öğretmen koyup herhâlde bir de konu mankeni
hâline getirecekler, o copları onların üzerinde deneyecekler. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi,
biz bu dayaklara, biber gazlarına, tabii, çok alıştık; herkesin üstünde
deniyorlar. Ey öğrenci, parasız eğitim mi istiyorsun? Cop, biber gazı, doğru
içeri, hatta hakkında on yıl hüküm. Nükleere mi karşısın? Biber gazı, doğru
içeri, aylarca evinden, öğreniminden uzakta kalıyorsun. Çevrecisin öyle mi?
Tortum’da kadınlara yapılanları hatırlıyor musunuz, seksen yaşındaki köylülere?
Çarşaflarından yerlerde sürükleyen jandarma… Bir gün ofiste oturuyorum,
Bağbaşı’ndan bir köylü aradı “Vekilim yetiş, 300 tane kolluk kuvveti
göndermişler, önden de iki tane ambulans geliyor.” dedi. Ambulans arkadaşlar…
Ödleri patlamış. Ne yapacaklar ki ambulans gönderiliyor önden? Erzurum Valisini
nasıl aradığımı hatırlayamıyorum, nasıl telefona koştuğumu.
Şimdi,
tüm bu uygulamalara baktığınızda karşımıza çok vahim bir insan hakları tablosu
çıkıyor. Budur bu ülkenin kolluk kuvvetlerinin insan haklarından anladığı ne
yazık ki.
Aşkale’de
yakınlarını kaybeden insanların üzerine biber gazı sıktılar. Bu konuyla ilgili İçişleri
Bakanımıza bir soru önergesi verdim, böyle bir talimat verilmediğini söyledi
ama anladığım kadarıyla İçişleri Bakanının “Biber gazı zararsızdır.” lafı onları
da etkilemiş olmalı, böyle bir karar vermişler. Bu anlayışla “Gelsin biber
gazı, gelsin cop” diye ihlaller devam ediyor.
Yazar
Ali Topuz’un -müsaadesiyle- ifadesini ödünç alarak şunu söylemek istiyorum:
“İnsan hakları, ben devletim onu da haklarım.” anlayışındadır ne yazık ki. Bu
genel psikoloji dışarıdakileri de kendisine özgür hissettirmiyor ama tıpkı bir
ustanın dediği gibi “Özgürlük neye yarar, yaşarsa bir arada özgürlerle
tutsaklar.”
Bu
görüntüye bakarak İnsan Hakları Kurulu hakkındaki görüşmelerin daha evrensel insan
hakları anlamında değerlendirilmesi dileğiyle hepinize iyi akşamlar diliyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum
Diğer
önergenin gerekçesini okutuyorum.
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan haklan ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükûmetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Görevden alma
yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından ilgilidir. Bağımsızlıktan
ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu üyeleri kadro güvencesi altına
alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul üyelerinin görevlerine keyfi biçimde
son verilmesi olasılığının önüne geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden
alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada
açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal özerkliğin
hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun ve
bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkanını yeterince
sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla
birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmanın oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi haline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı
ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
12’nci
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 12’nci Maddesinin 1’inci fıkrasının ilk
cümlesinden sonra gelmek üzere “Başvuranların yabancı ülke vatandaşı olması
sebebiyle başvurular reddedilemez.“ ibaresi eklenmek suretiyle değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Melda Onur Özgür Özel Orhan
Düzgün
İstanbul Manisa Tokat
Celal
Dinçer
İstanbul
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (12)’nci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Erol Dora Hasip Kaplan Halil Aksoy
Mardin Şırnak Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfi biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak belirtilmiş
durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal özerkliğin hangi
düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun ve bağımsız bir
bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkânını yeterince sunmamaktadır.
Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki
alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik
ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmasının oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi hâline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı
ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 12’nci Maddesinin 1’inci fıkrasının ilk
cümlesinden sonra gelmek üzere “Başvuranların yabancı ülke vatandaşı olması
sebebiyle başvurular reddedilemez.“ ibaresi eklenmek suretiyle değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Binnaz Toprak, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
BİNNAZ
TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, sevgili milletvekili arkadaşlarım; ben önce
kendi deneyimimle başlamak istiyorum.
Bundan
galiba beş altı yıl önceydi -tam tarihini hatırlayamıyorum- Avrupa Birliğinin
ısrarıyla Türkiye’de valiliklere bağlı bütün illerde insan hakları komisyonları
kuruldu. Bu komisyonların kompozisyonuna baktığınızda aslında üyeler de
fevkalade iyi düşünülmüştü yani çeşitli kurumlardan, çeşitli kesimlerden
insanlar vardı bu komisyonlarda, üniversiteler de buna dâhildi. Ben de o zaman
Boğaziçi Üniversitesinde hocaydım, Boğaziçi Üniversitesini temsilen bu
komisyonlara katıldım, İstanbul’daki komisyona.
Şimdi,
Avrupa Birliği böyle bir komisyonu istemiş diye bu komisyon kurulmuş ama
tamamen göstermelik bir komisyon. Yani ilk heves ben gittim, “Bunu duyuralım
herkese, posterler asalım, işte, kutulara koyalım.” vesaire… “Tamam, tamam, biz
onları yaptık.” dediler. Bugüne kadar bir yerde bile bunun ilanını görmedim.
Tamamen, çalışmayan “Bir insan hakları komisyonumuz var.” diye kurulmuş olan
bir komisyon.
Şimdi,
demin, Sayın Hasip Kaplan dedi ki: “Bir şey 40 kere söylenirse belki
gerçekleşir.” Hakikaten de doğru, aynı şeyi ben de söyleyeceğim. Bu kurumun
üyelerinin seçimi, Başkanının, Başkan Yardımcısının ve üyelerinin seçimi…
Şimdi, bu hakikaten olacak şey değil. Aynı şey bakın, ombudsman
yasasında da yapıldı yani ombudsman yasasında hiç olmazsa Meclis seçiyordu ama
dördüncü turda işte, o da seçilemezse, bu da seçilemezse kim daha fazla oy
almışsa o seçilecek dendi ve o şekilde geçti ombudsman yasası. Bu, tabii ki,
iktidar partisinin seçmesi demek, hatta hatta Başbakanın seçmesi demek eğer
bugüne kadar iktidar partisi hakkında herhangi bir şey öğrendiysek.
Şimdi,
aynı şey burada da olacak, burada Meclise dahi danışılmadan, doğrudan
Başbakanlığa bağlı ve Bakanlar Kurulunun seçeceği üyelerden oluşacak bir kurul
kuruluyor.
Şimdi,
bu kurulun çalışabilmesi gerçekten imkânsız, yani bu defalarca söylendi, tekrar
benim söylememe gerek yok.
İkincisi,
bu yasada insan haklarının tanımı yok. Yani bu yasa kimleri kapsıyor, ne gibi
durumları kapsıyor, bunu bilmiyoruz.
Mesela,
ben size bir örnek vereyim. İstanbul Sultanbeyli’de Alevilerin yaşadığı
mahallenin ismi Yavuz Sultan Selim Mahallesi. Biliyorsunuz Yavuz Sultan Selim
Alevileri neredeyse bu coğrafyadan silmiş olan bir isim, yani büyük bir
padişah, ama Aleviler açısından da gerçekten de rencide edici bir isim.
Defalarca, 11 bin imzayla oradaki AKP’li Belediye Başkanına gitmişler, “Ben
Yavuz’a laf ettirtmem.” diyerekten geri çevirmiş. Ben bunu Başbakana da
söyledim, hatta yakın zamanda da tekrardan bir mektup yazdım bu konuda.
Şimdi,
bu bir insan hakları ihlali midir? Bana göre, evet, bu ciddi biçimde bir insan
hakları ihlalidir. Buna benzer çok örnek verebilirim, ülkemizdeki çocuk
gelinler, bu bir insan hakkı ihlali midir? On bir yaşında, on iki yaşındaki kız
çocuklarının evlendirilmesi.
Şimdi,
bu tanımı yapacaksak mesela, bence hukuk devleti normlarının işlemediği,
çalışmadığı her durum, insan hakkı ihlaline yol açacak durumdur. Bunun çeşitli
örnekleri gene verildi. Yani hapishanelerdeki durumlardan tutun, bu uzun
tutukluluk süreleri, insanların ne için tutuklandıklarını, neyle
suçlandıklarını bilmemeleri dahi insan haklarının içine girecek bir şey. Aynı
zamanda liyakat esaslarına dayalı bir bürokrasi olmaması da insan haklarına
aykırı bir şey, insan hakkı ihlali, çünkü kayırmacılık gündeme geliyor, hak
ihlalleri gündeme geliyor, bunun da binlerce örneği verilebilir bugün
Türkiye'de. Gerçekten de AKP’nin belki en çok eleştirilecek yönlerinden bir
tanesi, her kuruma ama her kuruma sadece ve sadece kendi taraftarlarını
yerleştirmiş olması.
Düşünce
özgürlüğü… Mesela, ben Nedim Şener’i örnek verebilirim. Hrant Dink davası üzerine bir kitap yazdı.
Savcı otuz yedi yıl istiyor yani Ogün Samast için yirmi sekiz yıl, Nedim Şener
için otuz yedi yıl. Hopa davasına katıldım. Yirmi bir yaşında çocuklar, yarısı
işte birine yumurta atmış diye tutuklanmış, öbür yarısı Başbakanı protesto
etmiş, savcı kırk sekiz yıl istiyor yani hakikaten insanın dudağını uçuklatacak
rakamlar var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, yarım dakika verin.
BAŞKAN
– Sayın Toprak’a verirsek AK PARTİ de ister.
BİNNAZ
TOPRAK (Devamla) - Dolayısıyla, bu kanunda hem tanımların yapılması lazım hem
de hakikaten kurul üyelerinin nasıl seçileceğinin çok iyi saptanması
lazım. Bunu lütfen geri çekin. Kırk
yılda bir de muhalefetin sözünü dinleyin. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
13’üncü
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 13. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
13-
(1)
Bu Kanun ve diğer mevzuatla Kurula verilen inceleme, araştırma, ziyaret ve
rapor hazırlama görevleri ile diğer görevler, Kurul üyeleri tarafından İnsan
Hakları Uzman ve Uzman Yardımcıları ve diğer görevlilerin yardımıyla yerine
getirilir. Kurul tarafından yetkilendirilen Kurul üyeleri,
tüm kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişilerden ilgili bilgi
ve belgeleri istemeye, incelemeye ve bunların örneklerini almaya, ilgililerden
yazılı ve sözlü bilgi almaya, özgürlüğünden mahrum ya da koruma altında olan
kişilerin bulundukları yerleri ziyaret etmeye, buralarda inceleme yapmaya ve
gerekli tutanakları düzenlemeye yetkilidir.
(2)
Kurulun görev ve yetki alanına giren konularda yerinde inceleme ve araştırma
yapmak üzere, Kurul ya da Başkan tarafından belirlenen bir Kurul üyesinin
başkanlığında bir heyet oluşturulabilir. Heyette görev alacak kamu kurum ve
kuruluşları temsilcileri kendi kurum ve kuruluşlarınca belirlenir. Heyetler
tarafından yapılan inceleme ve araştırma sonuçları Kurum tarafından bir rapor
haline getirilir. Heyetlerin giderleri Kurum bütçesinden karşılanır.
Mustafa Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Kazım
Kurt
İstanbul Tunceli Eskişehir
Veli Ağbaba Melda Onur Özgür
Özel
Malatya İstanbul Manisa
Orhan
Düzgün
Tokat
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (13) üncü maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Erol Dora Hasip Kaplan Halil Aksoy
Mardin Şırnak Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul üyelerinin
görevlerine keyfi biçimde son verilmesi olasılığının önüne geçilebilmesi için
hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler
yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkanını
yeterince sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş
olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmanın oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi haline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması”nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı ve
şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 13. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
13-
(1)
Bu Kanun ve diğer mevzuatla Kurula verilen inceleme, araştırma, ziyaret ve
rapor hazırlama görevleri ile diğer görevler, Kurul üyeleri tarafından İnsan
Hakları Uzman ve Uzman Yardımcıları ve diğer görevlilerin yardımıyla yerine
getirilir. Kurul tarafından yetkilendirilen Kurul üyeleri,
tüm kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişilerden ilgili bilgi
ve belgeleri istemeye, incelemeye ve bunların örneklerini almaya, ilgililerden
yazılı ve sözlü bilgi almaya, özgürlüğünden mahrum ya da koruma altında olan
kişilerin bulundukları yerleri ziyaret etmeye, buralarda inceleme yapmaya ve
gerekli tutanakları düzenlemeye yetkilidir.
(2)
Kurulun görev ve yetki alanına giren konularda yerinde inceleme ve araştırma
yapmak üzere, Kurul ya da Başkan tarafından belirlenen bir Kurul üyesinin,
başkanlığında bir heyet oluşturulabilir. Heyette görev alacak kamu kurum ve
kuruluşları temsilcileri kendi kurum ve kuruluşlarınca belirlenir. Heyetler
tarafından yapılan inceleme ve araştırma sonuçları Kurum tarafından bir rapor
hâline getirilir. Heyetlerin giderleri Kurum bütçesinden karşılanır.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
- Önerge üzerinde söz isteyen Kazım Kurt, Eskişehir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
KAZIM
KURT (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 279 sıra sayılı
Tasarı’nın 13’üncü maddesindeki önergemizle ilgili söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün
saat dörde kadar çalışan Meclisimiz, bugün de umarım sabaha kadar bu yasa
tasarısını bitirecektir. Biz muhalefet olarak üzerimize düşen her türlü görevi
yapmaya hazırız.
Sayın
milletvekilleri, önergemizin esası ve özü şudur: Bu tasarıda kurul ya da kurum
başkanlığına verilen görevlerin başkana değil, kurulun bütününe verilmesi
doğrultusunda bir önergedir. Nedeni ise şudur: İnsan hakları olabilmesi için
öncelikle demokrasinin olması lazım. Demokrasinin olduğu bir yerde de bir
kişinin değil, kurulun tümünün görevli olması lazım, kararları demokratik bir
biçimde birlikte vermeleri gerekir.
Bu
doğrultuda verdiğimiz önergeyi kabul edecek olursanız, Türkiye’de bundan
sonraki dönemde umarım insan hakları ihlalleri konusunda çok daha sivil bir
mantıkla, sivil bir örgütlenmeyle bazı önlemleri almış olabiliriz. “Sivil”
diyorum, çünkü daha önceki dönemde 4643 sayılı Yasa’ya göre kurulmuş olan insan
hakları kurullarının resmî olması, başlarında valinin, vali yardımcısının
bulunmasıyla hiçbir işe yaramadı, hiçbir insan hakkı ihlalinin önüne geçme
konusunda ciddi adım atılmadı. Nitekim, Türkiye’de en
çok insan hakları ihlallerinin devletin en önemli noktalarından kaynaklandığını
tümümüz tespit ediyoruz, saptıyoruz. Niçin ihlal ediliyor insan hakları? Eğer
demokrasiyi işletir, insanlarımıza gerçekten hakkı, hukuku olan olanakları
sağlarsak insan hakları ihlalinin sözünün edilmesi söz konusu olamaz ama insan
haklarını devletin en yetkili ve etkili kurumları ihlal ediyor. En çok şikâyet,
en çok sıkıntı nerede var? Adalette var. Nerede var? Cezaevlerinde var. Nerede
var? Ankara’nın merkezine gelip hak arayan memura karşı gaz ve cop uygulaması
gerçekleştiren poliste var. Şimdi bunu söylediğimiz zaman sadece siyasi amaçla
yapılan eylemlerde ya da işlemlerde mi var? Hayır, normal
şartlar altında karakola gidip ifade vermek durumunda kalan sade vatandaşın en
çok karşılaştığı sıkıntı, polisin kendisine karşı uyguladığı şiddet; hâlâ
bitmedi, hâlâ devam ediyor ama en garibi 2 polis bir tutanak tutuyor, vatandaşı
polise mukavemetten sanık durumuna düşürüyor ve Türkiye’de memura karşı işlenen
eylemlerin en çoğu polise karşı işlenmiş oluyor. Dolayısıyla, bu kurumlardaki
mantığı sivilleştirmediğimiz sürece, mantığı demokratlaştırmadığımız sürece
hangi yasayı çıkarırsanız çıkarın Türkiye’deki insan hakları ihlallerini
ortadan kaldırma şansınız yoktur, çünkü insan haklarına saygıyı öncelikle ve
özellikle devletin, devletin yöneticilerinin ve siyasi uygulamaların göstermesi
gerekir.
Biz,
önergemizin tarafınızdan tekrar değerlendirilmesini ve burada kuruma verilen
yetkilerin, sanki devlet dairesiymiş gibi uygulamaları ortadan kaldırabilmesi
için kurul hâlinde çalışabilmesini, bunları birlikte tartışabilmesini, birlikte
olayları değerlendirebilmesini ve onun sonucunda gerçekleştirilecek kararları
alabilmesini öneriyoruz.
Eğer
bu doğrultuda gerçekleştirebilirsek İnsan Hakları Kurumunu resmî kurum olmaktan
çıkarır ve sivil, demokrat, toplumcu bir kurum hâline getirebiliriz. Belki o
zaman, gerçekten, ülkeyi yönetenlerin de insan haklarına saygılı, insan
haklarını özümseyen ve yönetim mantığının başına insan haklarını oturtan bir
anlayışı…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAZIM
KURT (Devamla) -…ülkeye yayma konusunda bir ciddi adım atılabilir diye
değerlendiriyoruz.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) - Yoklama talep ediyoruz.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunacağım ancak yoklama talebi var onu yerine
getireceğim:
Sayın
Akar, Sayın Gök, Sayın Tanrıkulu, Sayın Özdemir, Sayın Tanal, Sayın Tezcan,
Sayın Serindağ, Sayın Kaleli, Sayın Özgündüz, Sayın Aygün, Sayın Kurt, Sayın
Çam, Sayın Fırat, Sayın Özkoç, Sayın Yüksel, Sayın Şafak, Sayın Ağbaba, Sayın
Aslanoğlu, Sayın Özel, Sayın Batum, Sayın Güven.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
14’üncü
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
sıra sayılı Kanun Tasarısının 14. Maddesinin 2. fıkrasında geçen “en az bir
defa” ibaresinden sonra gelmek üzere “yazılı bir raporla” ibaresinin
eklenmesini arz ederiz.
Alim
Işık Ali Öz D. Ali
Torlak
Kütahya Mersin İstanbul
Seyfettin Yılmaz Muharrem Varlı Şefik Çirkin
Adana Adana Hatay
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 14. Maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
14 -
(1)
Kurum, çalışmalarında kendisine yardımcı olmak üzere üniversite, meslek örgütü,
insan haklarıyla ilgili dernek ve vakıf temsilcileri ve ayrımcılıkla mücadele
ve eşitlik alanında faaliyette bulunan kamu kuruluşları ve kişiler arasından
bir Danışma Komisyonu oluşturur.
(2)
Danışma Komisyonunun üye sayısı Kurum üye sayısının iki katından fazla olamaz.
Danışma Komisyonu kendi üyeleri arasından üç yıllığına bir Başkan seçer.
Danışma Komisyonu Başkan ve üyelerinin yeniden seçilmesi mümkündür.
(3)
Danışma Komisyonu en az yılda iki defa olmak üzere toplanarak, insan hakları
alanındaki çalışma ve gelişmeleri değerlendirir, oluşturulacak eylem plânlarına
ilişkin önerilerini hazırlar. Danışma Komisyonunun önerileri Kurum
çalışmalarında öncelikle dikkate alınır.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Alaattin
Yüksel
İstanbul Tunceli İzmir
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (14) üncü maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Erol Dora
İstanbul Iğdır Mardin
Hasip Kaplan Halil Aksoy Ertuğrul Kürkcü
Şırnak Ağrı Mersin
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükûmetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükûmetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfî biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri’nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkanını
yeterince sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş
olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmasının oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi haline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı
ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 14. Maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Madde
14 -
(1)
Kurum, çalışmalarında kendisine yardımcı olmak üzere üniversite, meslek örgütü,
insan haklarıyla ilgili dernek ve vakıf temsilcileri ve ayrımcılıkla mücadele
ve eşitlik alanında faaliyette bulunan kamu kuruluşları ve kişiler arasından
bir Danışma Komisyonu oluşturur.
(2)
Danışma Komisyonunun üye sayısı Kurum üye sayısının iki katından fazla olamaz.
Danışma Komisyonu kendi üyeleri arasından üç yıllığına bir Başkan seçer.
Danışma Komisyonu Başkan ve üyelerinin yeniden seçilmesi mümkündür.
(3)
Danışma Komisyonu en az yılda iki defa olmak üzere toplanarak, insan hakları
alanındaki çalışma ve gelişmeleri değerlendirir, oluşturulacak eylem plânlarına
ilişkin önerilerini hazırlar. Danışma Komisyonunun önerileri Kurum
çalışmalarında öncelikle dikkate alınır.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Alaattin Yüksel, İzmir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALAATTİN
YÜKSEL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tümünüzü saygıyla
selamlıyorum.
Yine,
bir temel kanun görüşüyoruz. Sayın Bakan “Meclis millettir, Meclis çok
önemlidir, bu konularda çok hassasız.” diye açıklamalarda bulundu ama öyle
sanıyorum ki bu dönem, 24’üncü Dönem yani AKP’nin ustalık döneminde yeni bir
rekorunu egale edecek, temel kanun görüşme rekorunu egale edecek. Kanun
hükmünde kararnamelerle, torba yasalarla, temel kanunlarla, her türlü kanunu
temel kanun olarak Meclisin önüne getirerek nasıl bir Meclisi önemsemektir,
doğrusu anlamış değiliz. Herhâlde, sözünü ettiği Meclis, sadece tek parti
Meclisi, AKP Meclisi olsa gerek diye düşünüyorum.
Ülkemizin
en önemli sorunlarından birisi insan hakları sorunu, ülkede en çok yaşanan
ihlal insan hakları ihlali. O nedenle de İnsan Hakları Kurumuna
gerçekten çok ihtiyaç var ama böyle, tasarıdaki gibi bir kuruma değil, 2’sini
Cumhurbaşkanının, 7’sini Bakanlar Kurulunun atadığı, 1’ini YÖK’ün atadığı bir
kuruma değil, gerçekten bağımsız bir kuruma ihtiyaç var. Hükûmet, önce
üniversiteleri, YÖK’ü, yargıyı kontrolüne aldı, sonra bağımsız kurumları,
ekonomik kurulları, TÜBA’dan TÜBİTAK’a, BDDK’dan İMKB’ye, Rekabet Kurumunu,
hepsini devletleştirdi.
Şimdi,
bugünlerde, İzmir’in yarattığı bir değer olan VOB’u, Vadeli Opsiyon Borsasını,
İzmir’in yarattığı değer ve kısa zamanda da çok önemli gelişmeler gösteren bu
değerimiz VOB’u gasbetmeye ve İstanbul’a taşımaya çalışıyor.
Adı
üstünde, Türkiye İnsan Hakları Kurumunu bugün burada oluşturmaya çalışıyoruz.
Uzlaşma ile bağımsız, şeffaf, kapsayıcı, katılımcı bir kurum olması gereken bu
kurumu hep birlikte burada uzlaşmayla çıkarmamız gerekirken, Allah aşkına
söyleyin, bu tasarıyı destekleyen bir tane sivil toplum örgütü var mı, bir tane
dernek var mı, bir tane vakıf var mı, bir tane siyasi parti var mı? Yok. Yeni
oluşturulan kurumları, herhâlde, ele geçirme gibi bir zahmete katlanmamak için,
doğarken daha Hükûmet kurumu olarak oluşturmayı yeğliyorsunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bağımsız
kurum oluşturamazsınız çünkü insan hakları ihlalleri bizzat Hükûmet kontrolünde
yürütülmektedir, bilerek ve isteyerek, dikta yönetimi oluşturmak için. Özel
yetkili mahkemeler eliyle, ülkede Hükûmeti eleştiren herkesi susturuyor,
hapishanelere tıkıyorsunuz.
Silivri’de
yaşananlar ortada. Milletvekili Arkadaşımız Mustafa Balbay, İzmir’de birlikte
600 bine yakın oy aldığımız Mustafa Balbay, Silivri duruşmalarında, kendi
gazetesine, temsilciliğini yaptığı gazetesine bomba atan biriyle aynı davada
yargılanmaktadır. Danıştay katiliyle Tuncay Özkanlar, Mustafa Balbaylar
birlikte aynı davada, aynı anlayışla yargılanmaktadır.
Yine,
bu davalarda, Silivri’de Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay dört yüz günü aşkın bir
zamandır tecrit edilmektedir ve hücrede tek başlarına tutulmaktadırlar ve son
dönemlerde, Oda TV davasından yargılanan 2 “Barış” isminde arkadaş, 2 güzel
çocuk, kendileri daha iyi koğuşlardayken gönüllü olarak bu arkadaşlarımızın
yanına gitmişlerdir. Değerli arkadaşlar, bir hayvanı bile dört ay tek başına
bir yere bağlarsanız ruh sağlığı bozulur. İnsana yaptığınız, bu, eziyettir.
Yine,
Silivri’de tanıdığım bir yayınevi sahibi, fotoğraf sanatçısı savunmasını
yaparken diyor ki: “Bu tür davaları genellikle CIA gibi karanlık
organizasyonlar yapar ve birilerini kullanırlar, bir müddet sonra o
kullandıklarını bir kenara atarlar.” “Vay sen misin bunu söyleyen?” deyip tek
celsede bu arkadaşa on dört yıl hapis cezası veriyorlar.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALAATTİN
YÜKSEL (Devamla) – Yine, bu ülkede 500’ü aşkın çocuk demokratik haklarını
kullandıkları için, parasız eğitim istedikleri için hapishanelere
doldurulmuştur.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
sıra sayılı Kanun Tasarısının 14. Maddesinin 2. fıkrasında geçen “en az bir defa”
ibaresinden sonra gelmek üzere “yazılı bir raporla” ibaresinin eklenmesini arz
ederiz.
Alim Işık
(Kütahya) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bu
düzenlemeyle ilgili fıkradaki belirsizliğin giderilmesi amaçlanmıştır.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Böylece
birinci bölüm üzerinde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 01.44
DOKUZUNCU OTURUM
Açılma
Saati: 01.50
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin
Dokuzuncu Oturumunu açıyorum.
279
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi
ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci
bölüm 22’nci maddeye bağlı 1’inci, 2’nci, 3’üncü, 4’üncü ve 5’inci fıkralar ile
geçici madde 1 dahil 15 ilâ 24’üncü maddeleri
kapsamaktadır.
İkinci
bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rıza Türmen,
İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; insan
haklarından söz ederken, gecenin bu saatinde çalışmanın insan haklarına ne
kadar uygun olduğunun önce üzerinde durmamız gerekir diye düşünüyorum.
Tabii
insan haklarının korunması, geliştirilmesi amacıyla böyle bir kanun teklifi
getirilmesi ilke olarak doğru bir davranış. Neden doğru bir davranış? Çünkü
bir kere insan haklarının korunması her şeyden önce ulusal makamların, ulusal
devletin bir görevi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci maddesi
de bunu söyler ancak ulusal makamlar bu görevlerini doğru dürüst yerine
getiremezlerse o zaman uluslararası kuruluşlar, uluslararası insan hakları
mekanizmaları işe karışır ama önce ulusal makamlar bu görevi yerine
getirmelidirler. Türkiye’de bu bakımdan çok büyük bir sorun var. Ulusal
makamların bu görevini yerine getiremediklerini görüyoruz. Çünkü
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, İnsan Hakları Sözleşmesi’ni bir
yılda en fazla ihlal eden ülke. Türkiye aynı zamanda, birikmiş dava
sayısı bakımından 1’inci olan bir ülke. Bütün bunlar gösteriyor ki Türkiye’de
ulusal makamlar insan haklarını korumakta yeterli olamıyorlar.
Bu
amaçla böyle bir kurumun kurulması doğru bir karar ama bu Kurumun kendinden
beklenen görevi yerine getirebilmesi için Paris İlkeleri’nde yazıldığı gibi
bağımsız, özerk, çoğulcu, şeffaf bir kurum olması lazım. Oysa bu kanun
tasarısıyla önümüze getirilen Kurum bu özelliklere sahip olmaktan çok uzak. Bu
Kurum bir kere bağımsız değil. Paris İlkeleri’nin söylediği
gibi ne idari bakımdan bağımsız ne mali bakımdan bağımsız. İdari
bakımdan bağımsız değil çünkü Kurulun 11 üyesi Bakanlar Kurulu tarafından
seçiliyor. Bu, tabii, Adalet ve Kalkınma Partisinin -başka örneklerde de
gördüğümüz gibi- kendisine bağlı olmayan hiçbir kuruma izin vermemesi
zihniyetini yansıtıyor, demokrasinin kaçınılmaz bir koşulu olan kurumsal
çoğulculuğun reddi anlamını taşıyor ve bunun, İnsan Hakları Kurumu gibi
bağımsızlığın bir ön koşul olduğu bir kurumda gerçekleşmiş olması tabii çok
dikkat çekici.
Sayın
Bakan yaptığı konuşmada dedi ki: “Ama biz buraya çok iyi insanlar, çok
liyakatli, ehliyetli insanlar atayacağız.” Bu olabilir ama burada yanlış olan,
hükûmetin, insan hakları gibi tanımı bakımından bağımsız olması gereken bir
kuruma atama yapması yanlış. Siz istediğiniz kadar ehliyetli, istediğiniz kadar
liyakatli adam bulun, getirin oraya. Burada bir temel, çok temel bir yanlışlık
var. Bu nasıl görülmüyor, bunu anlayabilmiş değilim. Yani neden bunun çok
yanlış olduğu çok açıktır. İhlalleri yapan kimdir? İhlalleri yapan yürütmenin
kendisidir, insan hakları ihlallerine yol açan yürütmenin kendisidir. Aynı
yürütmeye bağlı başka bir makamla bu ihlallerin önlenmesi, bu ihlallerin
ortadan kaldırılması elbette olanaksızdır. Önümüze gelen kanun tasarısında
diyor ki: “Bu İnsan Hakları Kurumunun amacı, ihlallere son verecek, ihlalleri
ortadan kaldıracak, insan haklarının geliştirilmesini teşvik edecek ve hak
ihlallerini ortadan kaldırmayı hedefliyor.” Hak ihlallerini yapan Hükûmetin
kendisi, yürütmenin kendisi. O zaman ancak bağımsız bir kurum olursa bir anlam
taşır.
Tabii
mali bakımdan da özerkliği yok bunun. Paris Şartı’nda söylenen şey, eğer
bağımsız bir kurum kurulacaksa bunun mali bakımdan da mutlaka özerk olması
gerektiğidir. Bu şart da gerçekleşmemiş durumda.
Tabii,
hazırlanış bakımından da Hükûmetin getirdiği diğer kanun tasarılarının
hazırlanışında gördüğümüz eksiklikleri görüyoruz. Hazırlanış bakımından da
yeteri kadar, hiçbir sivil toplum kuruluşunun görüşü alınmadan, görüşüne yer
verilmeden hazırlanmış bir tasarıyla karşı karşıyayız.
Sivil
toplum kuruluşları dinlenmiş. Doğru, ama söyledikleri hiçbir şey tasarıya
yansımamış, tasarıda yer bulmamış. Yani, diğer kanun tasarılarında da olduğu
gibi böyle bir dayatma zihniyetiyle hazırlanmış bir tasarı. O nedenle,
baktığınız zaman, ne kadar insan hakları kuruluşu varsa, ne kadar akademisyen
varsa, ne kadar hukukçu, hukuk kuruluşu varsa hepsi bu tasarıya karşı, hepsi bu
tasarıyı eleştiriyor ama bu eleştirilerin tasarı üzerinde hiçbir etkisini,
hiçbir izini göremiyoruz.
Tabii,
bütün bunların yanında, bir de İnsan Hakları Kurumunun bir işlevsel etkisizliği
söz konusu. Baktığınız zaman, kişisel başvuru hakkı kabul edilmiş gibi
gözüküyor ama kişisel başvuru hakkı, kanunun içeriğinden anlaşılıyor ki fazla
da öyle arzu edilen bir şey değil bu kişisel başvuru hakkı. Yani kişisel
başvuru durumunda ne yapılacağı kanunda pek belirtilmiyor, efendim, ileride
bakacağız deniyor kanunda kişisel başvurulara. Biraz önce de söylediğim gibi,
Hükûmete bağlı bir kuruluş olması bu kuruluşun, bu kurumun işlevsel olarak
hiçbir doğru dürüst işleve sahip olamayacağını gösteriyor.
O
zaman, tabii, akla gelen soru şu: Hükûmet bunu gerçekten niçin kuruyor? Hükûmet
bunu… Türkiye’deki insan hakları ihlalleri çok fazladır. İşte, efendim, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde durum böyledir… Yani sadece oradaki durumun vahameti
sadece insan hakları ihlallerinin çoğunluğundan, çok olmasından kaynaklanmıyor,
aynı zamanda insan haklarının ihlalinin niteliğinden kaynaklanıyor. Yani kişi
güvenliğiyle ilgili, düşünce özgürlüğüyle ilgili, hatta hatta işkence, kötü
muameleyle ilgili gibi ağır ihlaller söz konusu. Oradaki problemin bir başka
yönü de, ihlal kararlarını uygulamıyor Türkiye. Türkiye, kararları, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan, en çok uygulamayan
devletlerden biri, bir de bunu gidermek için böyle bir kuruma ihtiyaç var.
Hükûmet bunları mı düşünüyor acaba?
Tabii,
başka şeyler de var. Örneğin Türkiye'nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler
İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’nin Ek Protokolü var. Türkiye bu Ek Protokol
çerçevesinde bir ulusal insan hakları mekanizması kurmak yükümlülüğü altında
ama Ek Protokol’ün ilgili maddeleri diyor ki: “Bu kurulması gereken İnsan
Hakları Kurumu bağımsız olmalıdır, etkin olmalıdır ve işlevli olmalıdır.” Şimdi
yani Hükûmetin bu yükümlülüğünü yerine getirmek için, sözleşmeden kaynaklanan
bu yükümlülüğü yerine getirmek için bu İnsan Hakları Kurumunu kurduğunu
düşünüyorsak eğer bu çok yanıltıcı olur çünkü bu sözleşmede öngörülen kriterlerin hiçbirine uymuyor kurulan Kurum. İşte, Avrupa
Birliği de eleştiriyor, Avrupa Birliği de istiyor böyle bir kurum kurulmasını,
bu kurulan kurum… Yani Hükûmet bu kurumu dışarıdaki yükümlülüklerini yerine
getirmek için mi kuruyor, bu amaçla mı kuruyor diye bakarsak, bu amaçla
olmadığını görüyoruz.
Peki,
o zaman Hükûmet Türkiye'deki insan hakları ihlallerini önlemek için mi kuruyor
diye bakarsak, bunun da doğru olmadığını görüyoruz, bu amacın da
gerçekleşmeyeceğini görüyoruz, çünkü bu şekilde kurulan, bağımsız olmayan,
işlevsiz bir kurumun Türkiye'deki insan hakları bakımından hiçbir etki
yaratmayacağı, hiçbir sonuç doğurmayacağı çok açıktır. O zaman, tabii, bu soru
havada kalıyor, “Hükûmet bu kurumu niye kuruyor?” sorusu; cevabı bu kanun
tasarısında verilmiyor.
Hükûmetin
bu kurumu kurması yani tamamen bir göz boyamaysa, tamamen göstermelik bir amaca
yönelikse, belki bu olabilir, ama bu dahi doğru değil, çünkü böyle bir kurumu
Avrupa Birliği izleme raporlarında eleştiriyor, yani göz boyamaktan dahi uzak o
kadar kaba bir şey yapılıyor ki ortada göz boyamaya dahi yetmiyor bu.
Onun
için niye kurulduğunu ben anlamadım bu kurumun, siz anlamışsanız belki bana
söylersiniz.
Çok
teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Ben teşekkür ediyorum.
Bölüm
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır,
Mersin Milletvekili.
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her
şeye rağmen yine saygılarımla selamlıyorum sizi gecenin bu saatinde ve şiddetle
bu durumu da protesto ediyorum.
İnsan
Hakları Kurumu kurarken, insan haklarının önemi üzerinde konuşur, müzakere
ederken kendimize yaptığımız bu zulme isyan ediyorum, kendi adıma ediyorum,
kabul ederseniz sizin adınıza da ediyorum. Bununla bir sonuca varamayız,
kendimizi kandırmayalım, birbirimizi hiç kandırmayalım çünkü Allah’ı
kandıramayız. Sayın Büyükelçinin söylediği gibi, hiç kimseyi de kandıramayız,
Avrupa’yı da kandıramayız, bir başkasını da kandıramayız arkadaşlar. Kocaman
partileriz ve ömrünü hizmete adamış, kendince değerli insanlarız ama şu
yaptığımız iş, hani çocuk yapmaz derler ya şu yaptığımız iş hem kişisel olarak
hiçbirimize hem kurumsal olarak hiçbir partimize de yakışmayan bir iş.
Dolayısıyla, bir şekil şartını yerine getirmek için bir muhalefet partisi
olarak söz almış bulunuyorum. Yine de sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, basın yok, milletvekillerini de gönderdiniz, kendi kendimize
konuşuyoruz. Açık yüreklilikle, İnsan Hakları Kurumu kurarken çok daha farklı
bir alandan meseleye yaklaşmayı faydalı görüyorum. İnsan Hakları Kurumu
kuruyoruz ama insanın hakkını merkeze alarak meseleyi müzakere etmek gerekir.
Hepinize göre, hepimize göre insanın en temel hakkı yaşama hakkıdır. Tüm
dönemleri suçlayabilirsiniz, sorgulayabilirsiniz ama on yıldır tek başına
iktidar olan iktidarınızın, Hükûmetinizin bir sonuç olarak, sebepleri sorgulama
bir tarafa ama bir sonuç olarak gelinen noktada insanın yaşam hakkını koruyup
koruyamadığını gecenin bu saatinde sorgulamak lazım. Koruyabiliyor musunuz?
Sayın
İçişleri eski Bakanı, Sayın Başbakan Yardımcısı, insanımızı koruyabiliyor
musunuz? Neye karşı koruyabiliyorsunuz? Trafiğe karşı koruyabiliyor musunuz?
Keneye karşı koruyabiliyor musunuz? Teröre karşı koruyabiliyor musunuz? Şiddete
karşı koruyabiliyor musunuz? Yani kendimizi kandırmanın, aklımızla alay etmenin
ne anlamı var? Avrupa Birliği istiyor, utanıyoruz; mahkeme bizi mahkûm ediyor
diye bir kurum kuruyoruz. Kurduğumuz kurum da Nasreddin Hoca’nın işte, duvarsız
evine benziyor. Bir denetim kurumu kuruyoruz. Kurduğumuz denetim idareyi
denetleyecek ama idarenin inisiyatifiyle oluşturulan
bir kurum kuruluyor. Nasıl denetleyecek?
Ama
ben her şeyden önce, hem kendimizi de işin içerisine koyarak ama Türkiye’yi
Türk milleti adına yönetmek yetki ve sorumluluğuna sahip olan iktidar grubunu
ve Hükûmeti bu anlamda kendini öz eleştiriye tabi tutmasını, sorgulamasını
talep ediyorum. İnsan haklarının temeli olan insanın yaşam hakkını koruyamayan
bir Türkiye, koruyamayan bir Hükûmetin, insan hakları gibi bir evrensel
değerden bahsetmeye bence hiç hakkı yok. Zaten böyle bir meseleniz de yok Sayın
Bakan. Bir tenkit için söylemiyorum ama on yılın sonunda ulaştığınız sonuç
utanç tablosu diyor.
İşte,
Başbakanlık İnsan Hakları -biriminin- Başkanlığının da raporları burada; Avrupa
Parlamentosunun, Avrupa Konseyinin raporları da burada; Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Başkanının beyanları da burada. Eğer
Türkiye “Büyüdük, kalkındık; büyük olduk.” iddiasını rakamlara dayayacaksa,
insan merkezli bir siyasetin savunucusu olduğunu iddia eden bu Hükûmet insanın
haklarının nasıl ihlal edildiğini… Bunların tamamı, bu raporların tamamı
yönetimin kusurlarını ifade ediyor. Buradan okuyacak olursak; -Sayın Rıza
Türmen, Sayın Hâkim, İnsan Hakları Mahkemesinin Sayın Hâkimi beni bağışlasın,
onun konusu ama- tüm alanlarda, hemen hemen, 1’inci olmuşuz. Etkin
soruşturma yokluğunda 1’inci olmuşuz, özgürlük ve güvenlik hakkında 1’inci
olmuşuz, adil yargılanma hakkı ihlalinde 1’inci olmuşuz, ifade özgürlüğü
ihlalinde 1’inci olmuşuz, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğünün ihlalinde
1’inci olmuşuz, mülkiyet hakkının kullanımının ihlalinde 1’inci olmuşuz,
yargılamanın uzunluğu konusunda ihlalde 1’inci olmuşuz, kötü muamele yasağının
uygulanmasında ihlalde 1’inci olmuşuz yani tüm kategorilerde Türkiye, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin üyesi olan ülkeler arasında en başta bulunmuş ve bu,
yani her yılda böyle olmuş Sayın Bakan. Buna tedbiriniz ne? Buna bir
tedbiriniz yok.
E
bunu milletçe sahiplenelim, bir kurumsallaştıralım, bir kuruma bağlayalım ve
kendimizi de sorgulayacak bir yapı kuralım da bu ihlalleri yani idarenin
ihlallerini engelleyecek bir kurum kuralım diye yola çıkmışsınız on yıl sonra.
Hangi mecburiyetlerden olduğunuzu da anlatmadınız. İzleme raporlarında her sene
azar işitmekten usanmış olmak gibi bir sebep olsa gerek. E bir kurum
kuruyorsunuz, kurduğunuz kurumla -yarın ilerleme raporunda göreceğiz, izleme
raporunda göreceğiz- yine yüzümüz yere eğilecek. E buna hakkınız yok. Değerli
Bakan, Türkiye’yi rezil etmeye, Türkiye’yi her defasında böyle, insan hakları
ihlali gibi, Türkiye’ye, Türk milletine, Türk milletinin kültürüne, inancına,
değerlerine, bu cumhuriyetin kurumsal yapısına yakışmayan bir sonuçla mahkûm
etmeye hakkınız yok. Gelin, tedbir alalım, beraber alalım, her türlü desteği
verelim. İşte, arkadaşlar ısrarla söylediler, çekin bu kanunu yeniden tanzim
edelim, yazın çalışalım, önemli bir konu çünkü bu, ama böyle bir şey yok,
maalesef yok. Dolayısıyla gecenin bu saatinde yani ne hayır ne fayda ne
güzellik hiçbir şey hasretmeyecek bir angaryanın içerisinde dün saat dörde
kadar çalışmış bu milletvekilleri, bugün şimdi saat ikiyi geçiyor galiba, daha
kaça kadar çalışacağımız belli değil; “yarın” demeyelim işte bugün, bugün de
aynı şekilde çalışılacak. İnsan haklarını ihlal ederek İnsan Hakları Kurumunun
kurulamayacağını bir garabet olarak, bugüne de tarih düşerek, not düşerek
tarihe geçtiniz; sizi kutluyorum, tebrik ediyorum. Demin de söyledim, böyle bir
şeye mecbur değilsiniz.
Değerli
milletvekilleri, inanınız ki bu millet yapabileceğinin en fazlasını yaptı, sizi
üç dönem iktidara getirdi, yüzde 50 oy vererek de destekledi. En mükemmeli
yapacak gücünüz var, böyle bir kompleksiniz de yok. Bu
en mükemmelini yapın ya, muhalefet size engel değil ama ısrar ediyorsunuz ki
zannediyorum Türkiye’ye yakıştırmıyorsunuz güzellikleri, bu millete
yakıştırmıyorsunuz ve önce kendinize eziyet ediyorsunuz, sonra da millete
eziyet ediyorsunuz.
Ben
gecenin bu saatinde Allah’a yalvarıyorum yani Allah insaf eylesin size,
insaflarınızı artırsın ve bu yanlışlıklardan dönelim, bundan hayır gelmez.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
İkinci
bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen Bülent Tezcan, Aydın Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
BÜLENT
TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri ve milletvekili koltukları; şöyle salona
bakıyorum, milletvekili koltuklarına konuşuyoruz gecenin bu saatinde.
Ben
önce bir şeyden şikâyetçiyim, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Muharrem İnce’den
şikâyetçiyim. Kendisi de burada. Gecenin saat ikisi oldu, ikide bir “Yoklama
istiyorum.”, ikide bir “Karar yeter sayısı istiyorum.” diye hem de insan
haklarını konuştuğumuz bir gecede AKP milletvekili arkadaşlarımızın haklarına
tecavüz ediyor. Tam yoklama saatinde bir bakıyorum kimisi duvara çarpıyor,
kimisi sandalyeye çarpıyor, kiminin bacağına bir şey oluyor; Allah muhafaza…
Yani bu kurul kurulduğu zaman eminim ilk önce bu kurulun karşısında Grup Başkan
Vekilimiz Sayın Muharrem İnce sorguya çekilecek. Kendisinden şikâyetçiyim,
kayıtlara geçmesini istiyorum, sataştım kendisine burada Meclisin önünde.
Değerli
arkadaşlar, insan hakları ihlalini konuşuyoruz ve İnsan Hakları Kurumunun
kuruluşunu, buna karşı nasıl önlem alacağımızı konuşuyoruz gecenin bu saatine
kadar. Bakın, insan haklarını esas olarak kim ihlal eder, insan hakları
ihlalini kimler yapar? Esas olarak insan haklarını devletler ihlal eder, literatürde de bunun adı böyledir. Dolayısıyla, insan
hakları mücadelesi, aslında sivil toplumun devletlere karşı mücadelesidir.
Şimdi, uzun yıllardan bu yana insan hakları mücadelesi böyle şekillenmiştir ve
doğrusu da budur. Devletler hak ve hukuku korumak üzere önlemler alabilirler
ama bunun adı “insan hakları mücadelesi” değildir; devletleri insan hakları
örgütleri, sivil örgütlenmeler önlem almaya zorlarlar, insan hakları mücadelesi
budur. Şimdi, bu çerçeveden baktığımızda insan hakları bahçesini düzenlerken
kerim devlet penceresinden bakamazsınız, kerim devlet penceresinden bakarak insan
hakları bahçesi düzenlenmez. Tam tersine, insan hakları alanını düzenlemek için
sivil inisiyatife geniş ölçüde yetki ve imkân vermek
zorundayız. Şimdi, bu getirilen tasarıyla, bakıyoruz, insan hakları ihlallerine
karşı çalışma yapacak, denetleyecek, bu konuda araştırma yapacak kurul, İnsan
Hakları Kurulu doğrudan doğruya devletin uzantısı olan bir kurul, doğrudan
doğruya siyasi iktidarın kontrolündeki bir kurul. 11 üyesi var. Bu 11 üyenin
1’ini barolar seçiyor, 1’ini YÖK seçiyor, geriye kalan 9’unu yürütme organı,
Hükûmet tayin ediyor.
Değerli
arkadaşlar, böyle insan hakları kurulu oluşur mu? Zaten insan haklarını ihlal
eden esas olarak siyasal iktidardır. İnsan hakları ihlali siyasal iktidarın
kendisini hukuk dışı tarif etmesiyle, hukuk dışı alana taşımasıyla ortaya
çıkar; dolayısıyla buna karşı insan haklarını koruyacak kurulun siyasal
iktidardan tamamen bağımsız olması gerekir, bir sivil inisiyatif
olması gerekir. Dünyanın her yerinde, çağdaş ülkelerde bu böyledir. Temel insan
hakları mücadelesi veren savunma örgütleri barolara siz nasıl olur da 11
kişilik kurulda 1 üye verme hakkı verirsiniz? Tabip odaları nerede? İnsan
hakları örgütleri nerede?
Bu
getirdiğiniz kurul dahi, aslında, insan hakları ihlallerini önleme niyetinizin
olmadığını gösteriyor; tam tersine, Avrupa’ya cilalı bir ambalajla, “Biz bu
konudaki sorumluluğumuzu yerine getirdik.” geçiştirmesi içinde hareket
ediyorsunuz.
Değerli
arkadaşlar, AKP İktidarı dönemi Türkiye’de insan hakları ihlallerinin
kurumsallaştığı bir dönem olmuştur ve maalesef, bu tasarıyı getirirken bu
konuda niyetinizin hiç de iyi olmadığı ve bu kurumsallaşmanın devam edeceği
niyetinizi ortaya koydunuz. Bu nedenle yasaya karşıyız. Bu yasa insan hakları
ihlallerini ortadan kaldırmayacaktır.
Hepinize
teşekkür ediyorum.
Sağ
olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Bölüm
üzerinde şahsı adına söz isteyen Mehmet Kerim Yıldız, Ağrı Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
KERİM YILDIZ (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu,
akşamdan beri çok sözler söylendi ancak İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
üyeleri olarak çok önemli görüşmeler yapıyoruz. Çok verimli çalışmalar yapıldı.
Gerek iktidar gerek muhalefet milletvekilleri siyaset üstü çalışmalar yaptılar.
Belki de komisyonlar içinde en verimli, en etkili sonuç alıcı çalışmaları İnsan
Hakları Komisyonu yaptı ve İnsan Hakları Komisyonunun beş-altı tane alt
komisyonu var. Bu alt komisyonlar da duraksamaksızın sürekli çalıştı ve
sonuçlar aldı. Dolayısıyla ülkemizde insan hakları savunucularının yetiştiğine
inanıyoruz. Nasıl ki şu anda siyasetten gelen insanlarımızın İnsan Hakları
Komisyonunda verimli ve özgür bir şekilde çalıştıkları gibi bu İnsan Hakları
Kurumu kurulduğunda da oraya seçilecek kim olursa olsun yeterince insan hakları
savunucusu ülkemizde var ve bunlar çalışma yapacaklar. Çok verimli ve etkili
çalışmalar yapacaklarına inanıyorum.
Dolayısıyla
gecenin bu vaktinde sözlerimi çok uzatmak istemiyorum ama evrensel insan
hakları, inanç ve düşünce özgürlüğü istikametinde insanların bu kurumda yer
alacağına ve topluma ve insanlarımıza faydalı ve verimli olacağına inanıyorum.
Bu
kanunun, bu kurumun ülkemize ve insanlarımıza hayırlı olmasını diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
On
beş dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Ağbaba…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Geçtiğimiz günlerde Urfa Cezaevinde yaşanan olaylarla ilgili
Sayın Bakan, Hükûmetin bir işlemi var mı? Ne yapıldı? Orada yanıp isyanda ölen
insanlarla ilgili bir işlem yapıldı mı? Onlarla ilgili -bunların birçoğu
biliyorsunuz tutuklu- bir tazminat vermeyi düşünüyor musunuz ailelere? Çünkü
onlar sizin elinizde öldü, Hükûmetin elinde öldü, Hükûmetin güvencesinde öldü. Orada
ölen yoksul insanlara bir tazminat vermeyi düşünüyor musunuz? Onu sormak
istiyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Fırat…
SALİH
FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanıma iki tane sorum olacak.
1)
Türkiye’de cezaevlerinde normal kapasitelerinin yaklaşık 2-3 katı miktarda
tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Yani mevcut Hükûmet tarafından o tutuklu ve
hükümlülere insan hakları ihlali uygulanmaktadır. Dolayısıyla bu kurulacak olan
kurul veya kurum bunların haklarını nasıl savunacaktır?
2)
Şu an bile bu yasayı çıkarmakla görevli olan milletvekillerine bile angarya
yapılıyor. Angarya insan hakları ihlalidir. Bu angaryayla ilgili sorunu, bu
kurulacak olan kurum Hükûmetten bu hesabı nasıl soracaktır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Soru
1: Türkiye Büyük Millet Meclisinde kaç 4/C’li çalışan vardır?
Soru
2: Meclis çatısı altında aynı işi yapan ve aynı ortamda bulunup farklı maaş
alan personel var mıdır? Varsa kaç çeşit maaş alınmaktadır? Bu, iş ahlakına ve
eşitlik ilkesine aykırı değil mi?
Soru
3: Türkiye Büyük Millet Meclisinde sınav açılmaksızın, mülakat yapılmaksızın,
el altından 4/C’lilerden kadroya geçen var mıdır? Varsa kaç kişidir? Bu
adaletsizlikler ve hukuksuzluklar ne zaman bitecektir?
Soru
4: Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4/C’liler ne zaman kadroya geçecektir?
Soru
5: Türkiye Büyük Millet Meclisinin lokantasında ve diğer birimlerinde çalışan
personel -dün gece- sabah dörde kadar çalışıp bugün yine aynı şekilde çalışıyor
ve bu, insan haklarına aykırılık teşkil etmiyor mu? Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Kurt…
KAZIM
KURT (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, tutuklu bulundukları cezaevlerinde yanarak ölen insanların olduğu bir
ülkede Adalet Bakanı sorumluluğu başkasına yükleyerek kurtulabilir mi?
Çağdaş
demokrasilerin uygulandığı ülkelerde, cezaevlerinde insanlar yanıp öldüğü zaman
adalet bakanı görevine devam edebilir mi?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Özel…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, ziyaret ettiğimiz, incelemelerde bulunduğumuz cezaevlerinde korkunç bir
tabloyla karşı karşıyayız ama bundan daha ürkütücü olan, Hükûmetin bu konuda
hiçbir iyileştirme çabası içinde olmaması, Adalet Bakanının iyileştirme
yapıyormuşçasına açıklamalarının samimiyetli olmadığı, gerçeği yansıtmadığı
kamuoyunca malum. Burada, akla hemen şu geliyor: Devletin bazı işlerin
üstesinden gelememesi ve hemen ardından bununla ilgili bir özelleştirme çabası.
Siz, cezaevi işletmeciliğini özelleştirmeyi düşünüyor musunuz? Yurt dışındaki
örneklerde olduğu gibi özel cezaevlerinde devlet eliyle mahkûm ve tutuklu
bulundurmayı ve ödemeler yapmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir düşünceniz varsa
bu konuyu yabancı sermayeye mi açacaksınız yoksa Türkiye’deki yatırımcılara,
belli gruplara bu hakkı bir imtiyaz olarak tanımayı mı düşüneceksiniz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Atıcı…
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, bir söz var “Kelin ilacı olsa başına sürermiş.” diye, siz de aynı
konumdasınız, daha milletvekillerinin ve Meclis çalışanlarının insan haklarını
korumaktan âcizsiniz. Şu anda burada yaşanan, milletvekillerinin insan
haklarının ihlalidir. Bunu koruyamıyorsunuz. Sizin yüzünüzden, Meclis
çalışanları bir ay maaş alamadılar. Bu bir insan hakkı ihlali değil midir?
Mecliste çalışan 4/C’liler arkadaşım değildi. Siz, lokantada size her gün
hizmet eden, yemek veren insanların yemekle birlikte haklarını da yiyorsunuz,
bunun farkında mısınız? İnsanın en doğal hakkı olan yaşama hakkına siz bu
Mecliste tam dört kez saldırdınız, en kutsal hak olan yaşama hakkına
saldırdınız, şimdi kalkmışsınız, bir kurum kurmaya çalışıyorsunuz. Bu kurumun
işe yarayacağını düşünüyor musunuz gerçekten?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Akar…
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, çok kısa süre önce TÜBA’nın şeklini belirlerken
büyük bir çoğunlukla Bakanlar Kurulundan atama yaptınız ama bilim çevrelerinin,
akademik çevrelerin büyük baskısı sonucunda da bunu TÜBİTAK’a devrettiniz daha
sonra. Tabii, TÜBİTAK’ı önce şekillendirdiniz, orayı da Hükûmetin bir kurumu
hâline dönüştürdünüz ya da partinizin bir kurumu hâline dönüştürdünüz. Burada
da aynı şekilde getirdiniz yasayı ve yine insan hakları konusunda, insan
haklarını çiğneyen devlet ve Hükûmet konusunda, bu İnsan Hakları Kurulunu
Hükûmetin oluşturmasına karar verdiniz. Bununla ilgili hemen süreçte doğacak
tepkilerden sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tanrıkulu…
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, önümüzdeki yasa tasarısı, etkili başvuru hakkı bakımından önemli bir
yasa tasarısı ancak o şekilde oluşturulamadı, maalesef oluşturulamadı. Bu
yasanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13’üncü maddesindeki gerekleri
yerine getirdiğini düşünüyor musunuz? Eğer düşünüyorsanız, bundan sonraki
süreçte, Türkiye'nin muhatap olduğu uluslararası kurumlar bu gereklerin yerine
getirilmediği şeklinde bir rapor sunsalar veya görüş bildirseler ne yapmayı
düşünüyorsunuz?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tezcan…
BÜLENT
TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, bir süre önce, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesinde iki öğrenci, Aslıhan
Yılmaz ve Zeliha Bayar, 1 Mayısta AKP’yi protesto eden el ilanlarını sokakta
direklere astılar diye hem cezalandırıldılar hem de üniversite tarafından,
üniversite dışındaki bu eylem nedeniyle disiplin soruşturması geçirdiler. Bu,
insan haklarına aykırı bir uygulama değil midir? Bu konuda benzer uygulamalara
son verilmesi için bir çalışmanız var mıdır?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Şandır, son soru.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, daha önce de sordum, Adalet Bakanına havale ettiniz hadiseyi ama idare
bir bütün ve siz Hükûmetsiniz, Hükûmet adına burada bulunuyorsunuz, ayrıca da
Başbakan Yardımcısısınız. Özel bir anlam da yüklemiyorum ama Şanlıurfa’da
gerçekten bir facia yaşandı. Dolayısıyla, bir şey yapmak gerekiyor. Hükûmet olarak
bir özür dilemeyi düşünüyor musunuz, bunun bir siyasi sorumluluğu olduğunu?
Çünkü bu ilk değil, daha önce de bir mahkûm naklinde aynı şey olmuştu. Bir şey
hatırlatmak istiyorum: Devlet adamı, muhtemeli öngörmek, gereken tedbiri
yeterince ve zamanında almak mecburiyetinde. Hiç olmazsa bu sebepten dolayı bir
sorumluluk görüyor musunuz? Bu sorumluluğun en hafif ifadesi olarak, toplumdan,
milletten ve bu insanlardan bir özür dilemeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekillerin sorduğu soruların bir kısmı, tabii, Meclisle ilgili. Onlar,
herhâlde, ancak Meclis Başkanlığının vereceği bilgilerle cevaplanabilir.
Tabii,
cezaevleriyle ilgili konular var. Bunlarla ilgili olanlar… Sadece şunu
söyleyeyim: Cezaevleriyle ilgili, tabii, kapasite konusunda bugün ben de Adalet
Bakanımızdan biraz bilgiler almıştım. Bana şöyle bir tablo da verdi. Tabii, şu
anda çok sayıda yeni ceza infaz kurumu inşaatı sürüyor ve kapasitesi de oldukça
geniş yani mevcut şikâyetlerin bir kısmını, büyük kısmını giderecek nitelikte.
Adalet Bakanlığımızın verdiği bilgiye göre, 2012 yılında yani bu yıl içinde 22
adet cezaevi, ceza infaz kurumu açılacak. Bu, 2013 yılında 34 tane, yenisi
açılıyor. 2014’te 52 adet, 2015’te 32, 2016’da 25, 2017’de 31 yani toplam 196
adet şu anda inşaatı süren cezaevi var ve bunun… Zaten şartları elverişsiz
olanlar, geçen yıllar içinde kapatılanlar da olmuştu, yeni açılanlar oldu. Ama
yani bu konuda Adalet Bakanlığımızın, Hükûmetin çabası sürüyor.
Tabii,
diğer konularla ilgili, Urfa’daki üzücü olay, diğer olaylarla ilgili, onların
kendi şartlarında inceleme çalışmaları sürüyordur. Bunlarla ilgili yapılması
gereken bir şey varsa hukuk çerçevesinde onlar da yapılacaktır. Yani
cezaevleriyle ilgili bu manada benim söyleyeceğim daha çok bu çerçevede.
Burada
TÜBA’yla ilgili olanla da –tabii, hiç alanımız olmayan bir şey, TÜBİTAK’ta
seçimler oldu filan- şu anda benim detay bilgi vermem de mümkün değil.
Burada
tabii, genel manada kurumla ilgili “Burası işte etkili bir kurum olacak mı?
Uluslararası kurumlardan tepki olunca, yetersizlik tepkisi ne olacak?” gibi
sorular var.
Onlarla
ilgili de değerli milletvekilleri şunu söyleyeyim: Bu tasarıyla ilgili -biraz
önce konuşmalarda da değinildi, soruda da- uluslararası kuruluşlarla bizim de
görüşmelerimiz oldu. Esasen bu tasarı yeni değil iki yıl önce Meclise gelmişti.
Bu konuda ben, Komisyon Başkanımız Ayhan Bey, geneli üzerinde görüşmelerde uzun
uzun aslında açıklamalar yaptık, tekrar oluyor yani hem yapısının oluşması hem
çalışması hem sivil toplum kuruluşlarıyla irtibatlar vesaire, o konuların
hepsinde çalışmalar yapıldı.
Ben
başta da dedim keşke yani bu soruyu soran işte en azından Sayın Tanrıkulu falan
bu konuda birazcık şöyle deselerdi: Bu kurum çok önemli, şu anda ilk defa böyle
kanunla bir kurum kuruluyor, içinde iyileştirilmesi gereken hususlar olabilir.
Bir
de tabii, değerli milletvekilleri -gecenin bu vaktinde doğrusu ben de uzatmak istemiyorum
ama- şunu hepimiz insafla görmeliyiz yani olumsuzluk ararsanız en ileri
demokrasinin olduğu yerlerde bile olumsuzluklar bulunur ama on yıllık AK PARTİ
İktidarı dönemi Türkiye'nin demokratikleşme dönemidir. Türkiye’de
millî iradenin yerini bulduğu, siyasetin üzerindeki vesayet mekanizmalarının
kalktığı. Türkiye, değerli milletvekilleri, işkenceyle anılan bir
ülkeydi, gündüz de söyledim, iki yıldır, bakın şu son iki yılda bir defa bile
işkence davası açılmamıştır.
ORHAN
DÜZGÜN (Tokat) – Hiç mi yüzünüz kızarmıyor Sayın Bakan bunları söylerken!
Milletvekilleri tutuklu bu memlekette!
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) - Gözaltında insanlar ölüyor Sayın Bakan. Siz İçişleri
Bakanıydınız.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Milletvekilleri hapiste Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Bakın… Bakın… (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Bakın… Bakın… Ben son iki yılda…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) - Milletvekilleri hapiste, hangi demokrasiden bahsediyorsunuz?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) - Ben bir şey söylüyorum. Son iki yılda
işkenceyle ilgili bir dava açılmamıştır. Şimdi Türkiye… Dünya bunu biliyor ama
burada bizim muhalefetimizin Türkiye’yi böyle on yılda, âdeta, bu yapılan
hiçbir şeyi görmez şekilde…(CHP sıralarından gürültüler)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Komik oluyorsunuz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) - …bunu bu Meclis yaptı ve üstelik bu
yasaları bu Meclis çıkardı, bu demokratikleşme yasalarını. Nelerin çıktığını
sizler en iyi biliyorsunuz. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) - Raporlara bak, raporlara…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) - Bakın benim elimde bir kitap var, yakında
yayınlayacağız: Şu on yılda hangi yasalar çıkmış, demokratikleşme alanında
hangi adımlar atılmış? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
Ben
çok teşekkür ediyorum hepinize, sağ olun.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Dünyaya rezil olduk.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – AK PARTİ dünyada Türkiye’nin itibarını
yükseltti. Sadece bunu yaptı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Utanıyoruz!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Siz utanabilirsiniz dünya Türkiye’yle
iftihar ediyor.
BAŞKAN
– Sayın Bakan lütfen…
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Arkadaşlarınız sussun cevap vereceğim Sayın Tanrıkulu.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) - Avrupa Konseyinde milletvekilleri utanıyor.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, orada sesimiz çıkmadı utancımızdan ama burada
söylüyorum, utanıyoruz.
BAŞKAN
– Sayın Türkkan, lütfen…
Buyurun
Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN
- Ne diye söz istiyorsunuz?
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Bakan, adımı anarak benim söylediklerime
“Keşke Sayın Tanrıkulu bu konunun olumlu yönleriyle ilgili de bir şeyler
söyleseydi.” diye şahsıma sataşmada bulundu. Söz istiyorum efendim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Soruyu cevaplarken adını andı.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sataşmadım soruya cevap verdim.
BAŞKAN
– Ama soru-cevap işlemi bu Sayın Tanrıkulu. İsminiz her geçtiğinde sataşma
anlamı çıkmaz ki buradan.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Efendim, bir saniye, açıklık getireyim burada.
BAŞKAN
– Ne söyledi de sataştı?
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Efendim, şunu söyledi: “Keşke Sayın Tanrıkulu -bu
mealde bir şey söyledi- bu konunun iyi olduğu konusunda da bir şeyler
söyleseydi.”
BAŞKAN
– Sataşma neresinde bunun?
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Çarpıttı efendim. Ben burada yirmi dakika
konuştum, tutanakları getirtin.
BAŞKAN
– Hayır, usul olması lazım, söz vermemiz için yani.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Ben de konuştum.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – O nedenle, efendim…
BAŞKAN
– Sayın Tanrıkulu, siz hukukçusunuz. Sataşma bunun neresinde, izahını yapın,
söz vereceğim ben size.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – O zaman benim dediklerimi anlamamış Sayın Bakan,
bir daha söyleyeyim.
BAŞKAN
– Buyurun, bir dakika söz veriyorum.
Soru-cevap
işleminde de sataşma ilk defa duyuyorum ben.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – İlk defa sataşıyor çünkü bir Bakan, böyle olur mu? Bakana bakın
siz, sataşılana değil, sataşana bakın.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Tanrıkulu.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulu’nun, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Bakan, gerçekten, bakın, yapıcı olarak bir
şey söylemeye çalışıyoruz. Ben yirmi dakika burada konuştum, buraya tablo
koydum. Yani demek ki size göstermek lazım bu tabloyu da yani yapıcı konuşmaya
çalışıyoruz.
BAŞKAN
– Süreniz işliyor Sayın Tanrıkulu, biliyor musunuz.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (Devamla) – Ama siz bu saatte bile yapıcı konuşmuyorsunuz.
Yirmi dakika konuştum. Eğer yirmi dakikada konuştuklarımızdan bir şey
anlamamışsanız yapacak bir şey yok, insaf demek lazım.
O
zaman, bu saatte çalışmanın verdiği dezavantajdır. Biz, gerçekten, bakın,
gerçekten bu sorun konusunda yapıcı konuşuyoruz. Ben size bütün konuşmalarımı…
Bu konuşmaları -bakın, burada biraz önce arkadaşlarımız söyledi- AKP ne
söylemiş, CHP ne söylemiş, diğer arkadaşlarımız ne söylemiş, kitap hâline
getireceğiz, kapak olarak da burada asacağız, siz de öğreneceksiniz. (CHP
sıralarından alkışlar) Gerçekten burada yapıcı konuşuyoruz. Türkiye’nin bu
sorununu, İnsan Hakları Kurumunu nasıl iyi yaparız; bunu konuşuyoruz. Eğer
kendinize güveniyorsanız, insan hakları ihlallerini yapmayacaksanız, adam gibi
insan hakları kurumu yapalım burada yani yapmayacaksanız… Ama demek ki insan
hakları ihlalleri yapma konusunda kararlısınız, kendinize göre bir yasa,
yasallaştırmayı ayarlamaya çalışıyorsunuz; olmaz böyle bir şey. Bakın, bizim
söylediklerimizi çarpıtmayın, rica ediyorum, bu saatte, çarpıtmayın. Yapıcı
konuştuk, siz de yapıcı konuşun.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tanrıkulu.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – “İyi niyetli değilsiniz” dedi, ben de söz
istiyorum.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Bakan, lütfen… Teşekkür ediyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Kötü niyetli yorumluyor.
BAŞKAN
– Yani bunun sonu olmaz, istiyorsanız buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – “İnsan haklarında kötü niyetlisiniz.”
diyor.
BAŞKAN
– Buyurun.
2.- Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalay’ın, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Biz kendimizi kandırmak için yasa
yapmıyoruz. Biz, Hükûmet olarak, ülkemizde insan haklarını daha iyi önlemek…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – “İnsan haklarını önlemek”! Evet, biz de onu söylüyoruz.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – İşkence var mı, yok mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – …insanlarımızı bilinçlendirmek için yasa
yapıyoruz. (CHP sıralarından gürültüler)
Biz
on yıllık iktidarız, hiç kimse bizim niyetimizi sorgulayamaz. Bizim
yaptıklarımız ortadadır. Biz Türkiye’yi demokratikleştiriyoruz. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, o el niye sallanıyor? Kinin göstergesi!
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bakan öyle el kol hareketleriyle konuşamaz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – CHP kendine baksın!
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan
sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 02.38
ONUNCU OTURUM
Açılma Saati: 02.50
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin
Onuncu Oturumunu açıyorum.
279
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
15’inci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 15. Maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinin ve
(3). fıkrada geçen “her türlü” ibaresinin madde
metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Alim
Işık D. Ali
Torlak Muharrem
Varlı
Kütahya İstanbul Adana
Seyfettin Yılmaz Mehmet Şandır Adnan Şefik Çirkin
Adana Mersin Hatay
Ali Öz Lütfü
Türkkan
Mersin Kocaeli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 15. Maddesinin 4 üncü fıkrasının son cümlesindeki
"bu fıkra uyarınca çalıştırılacakların sayısı, kurumdaki fiilen çalışan
insan hakları uzmanı ve uzman yardımcısı sayısının yüzde onunu geçemez"
ibaresi yerine “bu fıkra uyarınca çalıştırılacakların sayısı yönetmelikle
düzenlenir" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mahmut Tanal Hüseyin Aygün Veli
Ağbaba
İstanbul Tunceli Malatya
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (15)'inci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Erol Dora
İstanbul Iğdır Mardin
Hasip Kaplan Ertuğrul Kürkcü Halil
Aksoy
Şırnak Mersin Ağrı
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükûmetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükûmetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfî biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre oluşturulacak
ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı arasında doğrudan
bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer gelirlerin yanı
sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak belirtilmiş
durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal özerkliğin hangi
düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun ve bağımsız bir
bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak tasarlanmıştır.
Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse yoktur. Kanun
Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir: Başkanlık sistemi ve
İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle Kurul ile Başkanlık
arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark görülmektedir. Bu durum
Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkânını yeterince sunmamaktadır.
Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki
alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik
ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmanın oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi hâline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı
ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunacağım…
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN
– Yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Yoklama
talebinde bulunan sayın üyeleri tespit edeceğim: Sayın İnce, Sayın Gök, Sayın
Aygün, Sayın Tezcan, Sayın Akar, Sayın Serindağ, Sayın Özel, Sayın Yüksel,
Sayın Eyidoğan, Sayın Toprak, Sayın Ağbaba, Sayın Özgündüz, Sayın Batum, Sayın
Moroğlu, Sayın Kurt, Sayın Çam, Sayın Özkoç, Sayın Kaleli, Sayın Kaplan, Sayın
Özkan, Sayın Bulut.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 15. Maddesinin 4 üncü fıkrasının son
cümlesindeki "bu fıkra uyarınca çalıştırılacakların sayısı, kurumdaki
fiilen çalışan insan hakları uzmanı ve uzman yardımcısı sayısının yüzde onunu
geçemez" ibaresi yerine “bu fıkra uyarınca çalıştırılacakların sayısı yönetmelikle düzenlenir"
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Veli Ağbaba, Malatya Milletvekili.
Buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, ben geçtiğimiz hafta Pazar günü Şanlıurfa’ya gittim. İkinci yangını
Şanlıurfa Cezaevinde bizzat yaşadım. Şanlıurfa Cezaevinin nasıl bir yer
olduğunu yakından gördüm.
Cezaevi
şartlarıyla ilgili konuşmaya başlamadan önce, Urfa’da ölen ve cenazesine
katıldığım Yunus Eşikli’nin annesi Meral Eşikli’nin haykırışını buradan
sizlerle paylaşmak istiyorum. “Ben oğlumu size, cezaevine böyle mi verdim?
Oğlum dalyan gibiydi. Ben onu gözümden sakındım. Ben onu gündelikçilik yaparak
büyüttüm. Bunu niye yaptınız? Ben şimdi onsuz ne yapacağım?” diyor. “Ben size
dalyan gibi, yakışıklı, güzel bir yiğit verdim, sizse bana bir torba içinde bir
parça kömür verdiniz. Ben kömüre dönüşmüş, yüzü gözü, vücudu yanmış oğlumu
elindeki ‘canım annem’ dövmesinden tanıdım.” diyor. Değerli arkadaşlar, Sayın
Bakan biraz önce söyledi: “Bizim dönemimizde işkence yok.” Bundan daha büyük
işkence olur mu? Burada anneler var, babalar var; bir kadın düşünün ki oğlunu
yüzünden tanıyamıyor, gözlerinden tanıyamıyor, kadının ifadesiyle söyleyeyim “kara kaşlarından” tanıyamıyor, ellerinde yazan “canım annem”
dövmesinden tanıyor.
MUHAMMED
ÇETİN (İstanbul) – Kömür olmuştu hani, kömür?
VELİ
AĞBABA (Devamla) – Evet, size de ancak bu yakışır.
Değerli
arkadaşlar, koğuşlar 3 kişilik yapılmış ama bazen 18, bazen 20-30 kişinin
yattığı, kullanım alanının 15 metrekare olduğu, insanların nefes alamadığı,
suyun dört saat verildiği Urfa Cezaevinde ilginç yasaklar var. Bu yasaklar
sadece Urfa Cezaevine özgü yasaklar değil. Geçtiğimiz günlerde Urfa Cezaevinde
sordum “Neler yasak?” diye. Değerli arkadaşlar, maden suyu yasak, sizin her gün
içtiğiniz maden suyu yasak -bu maden suyu yasak, reklam olmasın diye şöyle
koyuyorum- maden suyu yasak arkadaşlar. Çiğ yumurta yasak, cımbız yasak, şapka
yasak, şalvar yasak, kına yasak, kına. Niye yasaksa, kına yasak. İkinci semaver yasak, ikinci televizyon yasak. Evet, bu
cezaevinde değerli arkadaşlar, bu cezaevinde çocuklarıyla kalan kadınlar var.
Hepiniz annesiniz, bilirsiniz, çocuk altına yaptığı zaman temizleyecek ıslak
mendil yasak, bu gördüğümüz ıslak mendil cezaevinde yasak, kâğıt peçeteyle
çocukların altını temizleyebiliyorlar. Yine, değerli arkadaşlar, o cezaevinde
bir milletvekiliyle görüştüm. “Benim adıma lütfen sorar mısın?” dedi, İbrahim
Ayhan, Urfa’da. “Yemek yerken, pilav yerken kaşık eğildiğini, kaşıktan pilavın
döküldüğünü hiç yaşamışlar mı? Sayın milletvekillerine sor.” dedi, onu da
sormuş olayım ben size.
Değerli
arkadaşlar, cezaevinde yasaklar say, say bitmez. Öyle yasaklar var ki insanın
aklı da almıyor, ne olduğuna anlam da veremiyor. Delgeç, zımba, daksil gibi, en
basit kırtasiye malzemeleri yasak.
Değerli
arkadaşlar, bütün dünyada herkesin kabul ettiği insanlar var. Che yasak,
Che’nin resmini asmak yasak. Deniz Gezmiş’in resmini asmak yasak, örgüt
suçlamasına giriyor. Siyah kalem serbest, boyalı kalem yasak.
Yine,
Tekirdağ 1 Nolu Cezaevinde Cemil Erdem’in kız kardeşi mektup yazıyor, üzerine
de bir gül koyuyor, kardeşine bir gül, kuru bir gül koyuyor ama cezaevi
yönetimi çiçeği, o kuru gülü alıyor, çünkü güvenlik nedeniyle yasak o da.
Geçtiğimiz
günlerde, yeni gelen, keyfî yönetimiyle de cezaevini âdeta işkencehaneye
çeviren Kırıkkale Cezaevini ziyaret ettim arkadaşlar, Kırıkkale Cezaevini, dağ
başında Kırıkkale Cezaevini. Orada bir kadın durmuş düşünmüş, oturuyor.
Milletvekili olduğumu öğrenmiş, dedi ki: “Yanıma gel, sana bir şey vereceğim.”
Bir lif. Bu lif, cezaevinin güvenliğini tehlikeye attığı için bu da yasak
arkadaşlar.
Şimdi,
Sayın Bakan biraz önce dedi ki: “Hiç işkence olmadı.” Bu Engin Çeber’i hatırlar
mısınız, Engin Çeber’i Sayın Bakan veya Festus Okey’i hatırlar mısınız?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – O zaman Bakandı.
VELİ
AĞBABA (Devamla) – Bakandı, evet.
Orada
işkence yapılarak Nijeryalı bir genç öldürüldü. Engin Çeber sizin döneminizde
işkenceyle öldürüldü, insanlar hüküm giydi oradaki ve Fevziye Cengiz daha
birkaç ay önce dayak yedi, dayak yediği için polislere dava açılmadı ve cezayı
almadılar ama ona dava açıldı. Neden dolayı dava açıldı? Polislere direnme
suçundan dava açıldı. Bunların hepsi sizin döneminizde oldu.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
VELİ
AĞBABA (Devamla) – Isparta Cezaevinde “Özgür” diye yirmi yaşında bir genç,
cezaevinde yataktan aşağıya atılıyor, şimdi iki büklüm, felç geçirmiş olarak
yatıyor. O hangi dönem oldu? Onu da sormak istiyorum Sayın Bakan.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 15. Maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinin ve
(3). fıkrada geçen “her türlü” ibaresinin madde
metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Lütfü Türkkan (Kocaeli) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Lütfü Türkkan, Kocaeli Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir önceki maddede
“Avrupa’da, Avrupa Parlamentosunda Avrupa Birliği üyesi parlamenterlerin
Türkiye’ye karşı savunmalarında en çok insan hakları ihlalleriyle
karşılaşıyoruz.” diye bir ifadede bulundum. Ben 2 defa gittim, bir Brüksel’e,
bir de Strasbourg’a gittim; daha önce bir de İstanbul’da böyle bir toplantı
yaptık. Türkiye’de yapılan insan hakları ihlalleri ve diğer konularla alakalı
Türk milletvekilleri tarafından yurt dışında, Belçika’da veya Strasbourg’da
yapılan eleştirileri haksızlık olarak, nezaketsizlik olarak da nitelendirdim.
Burada Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlarım var, onlar konuştukları zaman
da ciddi münakaşa ettim kendileriyle. Türkiye’de bu konuları konuşacağız,
yaralarımızı saracağız ama uluslararası arenada asla ve kata Türkiye’ye kara
çalınmasına müsaade etmeyiz, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak milliyetçi
duygularımızdan kaynaklanan bir hasletle buna müsaade etmeyiz ve ben de asla ve
kata hiç konuşmadım. Sayın Afif Başkan da burada; samimiyetle ifade ediyorum,
her gittiğimiz yerde, mutlaka ve mutlaka, Türkiye’de yapılan insan hakları
ihlalleri karşımıza çıkıyor. Sayın Afif Demirkıran’ın Eş Başkan olduğu o
toplantıda kendisinin yaşadığı sıkıntıları bizzat kendim karşıdan fark
ediyorum. Yani orada, karşınızda Avrupalı parlamenterlerin örneklerle verdiği
insan hakları ihlallerini geçiştirmek için bir parlamenterin, bir diplomatın
yapabileceği her şeyi fazlasıyla yapmak durumunda, onu da yapıyor. Çok önemli bir iş bu.
Burada
siz beni susturabilirsiniz Sayın Bakan, “Niye utanıyorsun?” diyebilirsiniz.
Evet, ben utanıyorum, bu açıdan utanıyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekili arkadaşların ideolojik nedenlerle, ideolojik
saiklerle savunduğu meselelere ideoloji açısından yakın bulmayabilirim kendimi
ama bir insan olarak bunların ortadan kaldırılmasını istiyorum. Bu konuda,
bundan sonraki maddelere ait verdiğimiz önergelerde insan hakları ihlallerinin
Avrupa’daki istatistiklerini arkadaşlarımız size sunacak.
Bakın,
ben size bir şey söyleyeceğim: Eğer biz burada insan haklarıyla ilgili gerekli
müdahaleyi yapmazsak, aşağıda bu konuyu kendilerine vazife edinmiş insanlar
var.
Dün
televizyonlarda izledik -bir çocuğun babası kahramanıdır, bir eşin kocası en
kuvvetlidir- eşinin ve çocuklarının yanında dayak yiyen bir babanın dramını biz
burada çözmeliyiz. O polisleri görevden aldırmak yeterli değil. Zira, İzmir’de karakolda eşinin yanında dayak yiyen o kadını
döven 2 polis önce el çektirildi, iki ay sonra İstanbul’a tayin edildi. Eğer
böyle bir önlem alacaksanız, bu polis, sokakta çocuklarımın yanında beni de
dövecektir. Milletvekilliği kaim değil, size de kaim değil, yarın gideceğiz
buralardan ama “İnsan hakları” dediğimiz zaman bu konu hepimizi çok
ilgilendiriyor.
Bakın,
Urfa Cezaevinden hastaneye nakil sırasında televizyonda bir görüntüye tanık
oldum; adam yanmış, bağırıyor, ciddi yanık içerisinde ve ellerinde kelepçe!
Sayın Bakanım, bu bir insan hakları ihlali.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Ve burası Türkiye!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Ve burası da imrenilecek dediğimiz bir Türkiye.
Sayın
Bakan, biraz evvel, ben kendisine bunları izah etmeye gittiğimde, “Tunus’a
beraber gittik. Tunus’ta insanlar bize ne kadar önem veriyorlar.” dedi. Doğru
ama ben Tunus’un bana önem vermesini çok önemsemiyorum. Tunus daha kendine,
yeniden, ne yapacağını bilmeyen modeller geliştirmeye çalışıyor. Benim için,
ısrarla kapısında durduğumuz, neredeyse salya sümük ağladığımız Avrupa Birliği
ülkelerinin Türkiye hakkındaki kanaatleridir. Bana göre hiçbir gerek de yok,
onu da söyleyeyim size.
ÖMER
FARUK ÖZ (Malatya) – Hiç yakışmıyor!
BAŞKAN
– Sayın Türkkan, lütfen siz Genel Kurula hitap edin.
ÖMER
FARUK ÖZ (Malatya) – Çok ayıp ama ya!
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Milletvekili…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Devamla) – Ben ayıp olan şeyin ne olduğunu iyi bilirim. Bana ayıp
konusunda da hiç ders vermeyin. Dersinizi yapın, ödevlerinizi yapın, bu
ülkedeki insan hakları ihlallerini önleyin.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Türkkan.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
16’ncı
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 16. maddesinin 3 üncü fıkrasında yer alan
“avukatlık stajını tamamlamış” ibaresinin “avukatlık ruhsatnamesini almış”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Hülya Güven Hüseyin Aygün Mahmut
Tanal
İzmir Tunceli İstanbul
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (16)’ncı maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Halil Aksoy Erol Dora Hasip Kaplan
Ağrı Mardin Şırnak
BAŞKAN
– 16’ncı maddeyle ilgili yeni bir önerge geldiği için onu da okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
279
Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 16. maddesinin tasarı metninden çıkartılmasını
arz ederiz.
Alim
Işık Ali Öz Seyfettin
Yılmaz
Kütahya Mersin Adana
Mehmet Erdoğan Emin Çınar
Muğla Kastamonu
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergelerle ilgili Komisyon önergelere katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) –
Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükûmetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının öngördüğü atama prosedürü
bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükûmetin
sorumluluğu altında düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan
bireyler kadar özgür olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından
yapılacağı ve seçim süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece
önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfî biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal özerkliğin
hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun ve
bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK, önceki tüm insan hakları kurumları gibi
bir başkanlık mekanizması olarak tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda
kurumun çalışma imkânı neredeyse yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir
kurumsal yapı öngörmektedir: Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu.
Tasarıda tanımlandığı biçimiyle Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü
bakımından oldukça büyük bir fark görülmektedir. Bu durum Kurulun şeklî bir
işlevi olacağı kaygısına yol açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri’nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri’nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden
oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan
ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkanını
yeterince sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş
olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmasının oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi haline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı
ve şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Diğer gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
52
yıllık süre zarfındaki başvuru ve mahkûmiyetler esas alındığında Türkiye İnsan
Hakları Sözleşmesi'ni en çok ihlal eden ülke oldu.
Adalet
Bakanlığı bünyesinde kurulan İnsan Hakları Daire Başkanlığı bir ilke imza
atarak, özellikle hâkim ve savcıların yararlanması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
(AİHM) Türkiye ile ilgili en güncel kararlarını yayınladığı bir site kurdu.
Sitede,
AİHM'nin, Türkiye ile ilgili 52 yıllık istatistiklerine de yer verildi.
1959-2011 arasındaki başvurular ve çıkan mahkûmiyetler esas alındığında,
Türkiye, 2 bin 404 mahkûmiyetle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (AİHS) en
çok ihlal eden ülke oldu. AİHS'nin ihlal edilen maddeleri üzerinden yapılan
istatistiklerde de Türkiye, çok sayıda alanda en çok mahkûm olma unvanını
kimseye kaptırmadı. Yaşam hakkı ve işkence gibi alanlarda Rusya'ya kıl payı
geçilerek ikinci sırada yer alan Türkiye aleyhindeki 15 bin 940 başvurusu ise
henüz karara bağlanmadı.
İhlal
kararlarının türlerine bakıldığında da 52 yıllık dönemde, Türkiye, birkaç alan
dışında, birinciliği kimseye kaptırmadı. Türkiye, "etkin
soruşturma yokluğu" nedeniyle 135 kez, "özgürlük ve güvenlik
hakkı" konusunda 554 kez, "adil yargılanma hakkı" konusunda 729
kez, "ifade özgürlüğü" konusunda 207 kez, "toplantı ve gösteri
yapma özgürlüğü" konusunda 53 kez, "mülkiyet hakkı" konusunda
611 kez mahkûm oldu ve AİHS'nin bu maddeleri ile ilgili açılan davalarda
mahkûmiyet sayısı bakımından bütün ülkelerin üzerinde yer aldı.
Yaşam
hakkı ihlali davalarında 92 kez mahkûm olan Türkiye, bu kategoride birinciliği
202 mahkûmiyeti bulunan Rusya'ya kaptırdı ve ikinci sırada yer aldı. Listedeki
30 ülkenin yaşam hakkı ihlali konusunda hiçbir mahkûmiyetinin bulunmaması
dikkati çekti. "Etkin soruşturma" konusunda da Rusya 217 mahkûmiyet
ile ilk sırada yer alırken, Türkiye, 138 mahkûmiyetle ikinci oldu. Rusya,
"kötü muamele yasağı" alanında da 357 mahkûmiyetle, 243 mahkûmiyeti
bulunan Türkiye'yi ikinci sırada bıraktı. Yargılamanın uzunluğu alanında ise
İtalya, ikinci sıradaki Türkiye'nin üzerinde yer aldı. 1155 mahkûmiyeti bulunan
İtalya'yı 493 mahkûmiyetle izleyen Türkiye, "Yargı kararlarının icra
edilmesi" konusunda ise 38 mahkûmiyeti bulunan Rusya'ya kıl payı geçildi
ve 37 mahkûmiyetle ikinci oldu.
Karnenin
her alanı dolu.
Rusya
dışında bütün ülkelerin AİHS'nin hiç ihlal etmediği en az bir maddesi
bulunurken, Türkiye'nin de Rusya gibi karnesinde boş yer kalmadı. Türkiye'nin
mahkûmiyetlerinin yüzde 21'i "adil yargılanma hakkı", yüzde 17'si
"mülkiyet hakkı", yüzde 15'i "özgürlük ve güvenlik hakkı",
yüzde 13'ü "yargılamanın uzunluğu" maddelerinden verildi.
AİHM,
toplam başvurular düşünüldüğünde Türkiye ile ilgili yapılan başvuruların yüzde
65'ini sonuçlandırdı. Hakkında toplam 2 bin 747 karar verilen Türkiye ile
ilgili yapılan 26 bin 929 başvuru (yüzde 59) kabul edilemez bulundu ya da
kayıttan düşürüldü. Türkiye ile ilgili karara bağlanmayı bekleyen başvuru
sayısı ise bugüne kadar yapılan toplam başvuruların yüzde 35'ine denk geliyor.
15 bin 940 karara bağlanmayı bekleyen başvurudan çıkacak olası mahkûmiyetler,
Türkiye'nin birinciliği kaptırmamasına yol açabilecek.
1400
AİHM kararı, AİHM kararlarının icrası, raporlar, insan hakları temel
metinlerinin yüklendiği www.inhak.adalet.gov.tr adresinden ulaşılabilen
internet sitesinde, Türkiye'nin AİHM karnesine de yer verildi.
AİHM
sayfasından alınan istatistiklerin yüklendiği sayfada yer alan 1959-2011
yıllarına ilişkin karşılaştırmalı tablolar, 52 yıllık dönemde Türkiye'nin
AİHM'ye taraf 47 ülke arasında AİHS'yi en çok ihlal eden ülke olduğunu ortaya
koydu.
Hakkında
2 bin 747 kararın verildiği Türkiye'yi, 2 bin 166 kararla İtalya, bin 212
kararla Rusya izledi. Türkiye, 52 yıllık dönemde karara bağlanan 2 bin 747
davanın 2 bin 404'ünde AİHS'nin en az bir maddesini ihlal ettiğinden tazminata
mahkûm oldu. 57 davada haklı bulunan Türkiye'nin 204 dosyası dostane çözüm ya
da düşme kararı ile sonuçlandı. Türkiye, toplam kararların yüzde 87,5'inde
mahkûm oldu. Bu rakamlar, Türkiye'ye "en çok mahkûm olan ülke"
unvanını kazandırdı.
Bu
gerekçelerle anılan kurumun kurulması gerçekçi olmayacaktır.
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 16. maddesinin 3 üncü fıkrasında yer alan
“avukatlık stajını tamamlamış” ibaresinin “avukatlık ruhsatnamesini almış”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Hülya Güven, İzmir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
HÜLYA
GÜVEN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 279
sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı’nın 16’ncı maddesiyle
ilgili olarak görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyor, yüce heyete
saygılarımı sunuyorum.
Sayın
milletvekilleri, konuşmamda, şu andaki iktidarımızın kadının insan haklarına ne
kadar önem verdiğini anlatacağım. Öncelikle “Kadının sırtından sopayı,
karnından sıpayı eksik etmeyin.” diyen bir bakış açısıyla kadınlarımızın
hakları baştan kısıtlanıyor. Yine biliyorsunuz “Kadın tecavüz eden kişiyle
evlendirilsin.” diyen hâkimlerimiz var. Aslında böyle diyerek hâkimler
kadınlara şiddet uyguluyorlar. Hak dağıtması gereken hâkim, hakları ihlal
ediyor. Bu kanun tasarısı ile de insan hakları ihlali azalmayacak, artacaktır.
Yurt dışında okuyup da denkliği kabul edilmiş okullardan mezunlar ülkemizde
ayrı bir sınav ve eğitime tabi tutulmazlarsa insan hakları ihlali daha da
artacaktır.
Görüyoruz
ki -bugüne kadar gördüklerimiz, yaşadıklarımız- ülkemizde kadınlar yaşamın her
alanında şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmaya devam etmektedirler.
Taşlanarak öldürülen, namus cinayetine kurban giden, tecavüze uğrayan, nedeni
belirsiz bir biçimde intihar eden kadınlara ilişkin haberleri izliyoruz. Bitti
mi? Hayır, bitmedi. Kız çocukları evlendiriliyorlar, yaşıtlarıyla
oynayacaklarına çocukken çocuk sahibi oluyor ve birçok sağlık sorunları
yaşıyorlar. 4+4+4 sistemiyle de bu durum teşvik ediliyor. Bu bir insan hakları
ihlali değil midir?
On
iki-on beş yaşında kız çocuklarını okula değil, kocaya gönderiyorsunuz. Yoksul
ailelerin kız çocuklarının başlık parası karşılığı yaşlılara satılmasına yol
açıyorsunuz. Bu, köle ticaretini teşvik değil midir?
Onlarca
kişi tarafından küçücük çocuklara tecavüz edenlere “Çocuklar istediği için
birlikte oldular.” diyerek ceza indirimi uygulayan zihniyet, çocuk haklarını,
insan haklarını ihlal etmiyor mu?
Bir
süredir, sistemli olarak ülkenin geleceğini değiştirme gayretiyle, önce kadına
kaç çocuk istediğini sormadan “En az 3 çocuk doğurmalı.” gibi söylemler
başladı. Kadın kuluçka makinesi değildir, insandır.
ALİ
ŞAHİN (Gaziantep) – Doğurmayın Hanımefendi. Zorla mı?
HÜLYA
GÜVEN (Devamla) – Sayın Sağlık Bakanına soruyorum: Geçmiş yıllarda kürtajın
serbest olmadığı dönemde kaç kadın çocuk düşürmek için ölüyordu? İstatistiklere
bakabilirsiniz. Yine, çocuk düşürmek için doktora gidememesi nedeniyle evde
tavuk tüyü, çöp ya da kocakarı ilaçları kullandıkları
için kadınlarımız ölmüyor muydu? Yine bu günlere döneceğiz, geriye gideceğiz.
Artık, parası olan, çocuk düşürmek için ya Kıbrıs’a ya da Yunan adalarına
gidecek; gidemeyen yoksul ve eğitimsiz kadınlar da ölecekler. Kıbrıslılar ne
diyorlar, biliyor musunuz? “Kumarı yasakladınız, biz zengin olduk. Kürtajı
yasaklayınca da hastanelerden kazanacağız.” diyorlar. Yunan adalarında da kadın
doğum hastanelerinin açıldığını duyarsak şaşırmayalım.
Sayın
Sağlık Bakanımız “Tecavüz sonucu doğan çocuğa bakarız, engelli doğan çocuğa
bakarız.” diyor. Bugün çocukların bakıldığı yuvalara, çocuk suçluların
bulunduğu hapishanelerin durumuna bakın, nasıl yaşıyorlar? Çocukları canlı
canlı yakıyoruz; yuvadaki çocukları da yakıyoruz, hapishanedeki çocukları da,
Uludere’deki 34 çocuğu da.
Zengin
olan yaşasın, sağlık hizmetinin en iyisini alsın, fakir olan başının çaresine baksın bakış
açısı insan hakları ihlali değil midir?
Biz,
artık, kadınların, çocukların şiddet görmediği, eğitim ve sağlığa eşit olarak
eriştiği, her şeyden önce herkesin insan haklarının sağlandığı bir ülkede
yaşamalıyız. Devletin görevi tüm bunları sağlamaktır ve bunun gerektiğini
söylüyor, saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN
– Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır ve kabul
edilmiştir.
17’nci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 17. maddesinin son cümlesinin aşağıdaki gibi
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Kurumun
bu konudaki talepleri, ilgili kurum ve kuruluşunca kendilerine bildirim
yapılması tarihinden itibaren 1 hafta içerisinde yerine getirilir.”
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Mustafa Moroğlu Hüseyin Aygün Mahmut
Tanal
İzmir Tunceli İstanbul
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, diğer iki önerge aynı mahiyettedir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının 17’inci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ederiz ve teklif ederiz.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Erol Dora Hasip Kaplan
İstanbul Mardin Şırnak
Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü Halil
Aksoy
Iğdır Mersin Ağrı
Diğer
önergenin imza sahipleri:
Alim
Işık Ali Öz Seyfettin
Yılmaz
Kütahya Mersin Adana
Mehmet
Erdoğan Emin Çınar
Muğla Kastamonu
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergelere Komisyon katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeleri okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarı,
TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları ihlallerinin
temel sorumlusunun devletler ve hükûmetler olması, ihlalleri önlemeye, hakları
korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak surette devletin
yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan gözlemleyebilen ve
denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını gerektirirdi.
Tasarının
öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu altında
düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar özgür
olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
Tasarının
öngördüğü görevden alma prosedürü bağımsızlık ilkesine
aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun bağımsızlığı ile yakından
ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal insan hakları kurumu
üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın ya da Kurul
üyelerinin görevlerine keyfî biçimde son verilmesi olasılığının önüne
geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
Tasarının
öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne göre
oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
TİHK,
önceki tüm insan hakları kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol
açmaktadır.
Tasarı,
üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne ve
TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak ve
mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
Tasarı,
Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır. Paris
İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence altına
alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı içinde yer
alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır. Yanı sıra,
karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile donatılması
gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun üyelerinden oluşan
bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan uzaktır ve bundan ötürü
de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
Tasarı,
TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkânını yeterince sunmamaktadır.
Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş olmakla birlikte bu yetki
alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik
ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
Tasarı,
BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol) öngördüğü
nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmasının oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi hâline getirilmektedir. Bu, "ulusal
önleme mekanizması"nın oluşturulması sürecinin de kapsayıcı ve şeffaf
olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Diğer önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe:
52
yıllık süre zarfındaki başvuru ve mahkûmiyetler esas alındığında Türkiye İnsan
Hakları Sözleşmesi'ni en çok ihlal eden ülke oldu.
Adalet
Bakanlığı bünyesinde kurulan İnsan Hakları Daire Başkanlığı bir ilke imza
atarak, özellikle hâkim ve savcıların yararlanması için Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin (AİHM) Türkiye ile ilgili en güncel kararlarını yayınladığı bir
site kurdu.
Sitede,
AİHM'nin, Türkiye ile ilgili 52 yıllık istatistiklerine de yer verildi.
1959-2011 arasındaki başvurular ve çıkan mahkûmiyetler esas alındığında,
Türkiye, 2 bin 404 mahkûmiyetle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (AİHS) en
çok ihlal eden ülke oldu. AİHS'nin ihlal edilen maddeleri üzerinden yapılan
istatistiklerde de Türkiye, çok sayıda alanda en çok mahkûm olma unvanını
kimseye kaptırmadı. Yaşam hakkı ve işkence gibi alanlarda Rusya'ya kılpayı
geçilerek ikinci sırada yer alan Türkiye aleyhindeki 15 bin 940 başvurusu ise
henüz karara bağlanmadı.
İhlal
kararlarının türlerine bakıldığında da 52 yıllık dönemde, Türkiye, birkaç alan
dışında, birinciliği kimseye kaptırmadı. Türkiye, "Etkin
soruşturma yokluğu" nedeniyle 135 kez, "Özgürlük ve güvenlik
hakkı" konusunda 554 kez, "Adil yargılanma hakkı" konusunda 729
kez, "ifade özgürlüğü" konusunda 207 kez, "Toplantı ve gösteri
yapma özgürlüğü" konusunda 53 kez, "mülkiyet hakkı" konusunda
611 kez mahkûm oldu ve AİHS'nin bu maddeleri ile ilgili açılan davalarda
mahkûmiyet sayısı bakımından bütün ülkelerin üzerinde yer aldı.
Yaşam
hakkı ihlali davalarında 92 kez mahkûm olan Türkiye, bu kategoride birinciliği
202 mahkûmiyeti bulunan Rusya'ya kaptırdı ve ikinci sırada yer aldı. Listedeki
30 ülkenin yaşam hakkı ihlali konusunda hiçbir mahkûmiyetinin bulunmaması
dikkati çekti. "Etkin soruşturma" konusunda da Rusya 217 mahkûmiyet ile
ilk sırada yer alırken, Türkiye, 138 mahkûmiyetle ikinci oldu Rusya "kötü
muamele yasağı" alanında da 357 mahkûmiyetle, 243 mahkûmiyeti bulunan
Türkiye'yi ikinci sırada bıraktı. Yargılamanın uzunluğu alanında ise İtalya,
ikinci sıradaki Türkiye'nin üzerinde yer aldı. 1155 mahkûmiyeti bulunan
İtalya'yı 493 mahkûmiyetle izleyen Türkiye, "Yargı kararlarının icra
edilmesi" konusunda ise 38 mahkûmiyeti bulunan Rusya'ya kılpayı geçildi ve
37 mahkûmiyetle ikinci oldu.
Karnenin
her alanı dolu
Rusya
dışında bütün ülkelerin AİHS'nin hiç ihlal etmediği en az bir maddesi
bulunurken, Türkiye'nin de Rusya gibi karnesinde boş yer kalmadı. Türkiye'nin
mahkûmiyetlerinin yüzde 21'i "adil yargılanma hakkı", yüzde 17'si
"mülkiyet hakkı", yüzde 15'i "özgürlük ve güvenlik hakkı",
yüzde 13'ü "yargılamanın uzunluğu" maddelerinden verildi.
AİHM,
toplam başvurular düşünüldüğünde Türkiye ile ilgili yapılan başvuruların yüzde
65'ini sonuçlandırdı. Hakkında toplam 2 bin 747 karar verilen Türkiye ile
ilgili yapılan 26 bin 929 başvuru (yüzde 59) kabul edilemez bulundu ya da
kayıttan düşürüldü. Türkiye ile ilgili karara bağlanmayı bekleyen başvuru
sayısı ise bugüne kadar yapılan toplam başvuruların yüzde 35'ine denk geliyor.
15 bin 940 karara bağlanmayı bekleyen başvurudan çıkacak olası mahkûmiyetler,
Türkiye'nin birinciliği kaptırmamasına yol açabilecek.
1400
AİHM kararı, AİHM kararlarının icrası, raporlar, insan hakları temel
metinlerinin yüklendiği www.inhak.adalet.gov.tr adresinden ulaşılabilen
internet sitesinde, Türkiye'nin AİHM karnesine de yer verildi.
AİHM
sayfasından alınan istatistiklerin yüklendiği sayfada yer alan 1959-2011 yıllarına
ilişkin karşılaştırmalı tablolar, 52 yıllık dönemde Türkiye'nin AİHM'ye taraf
47 ülke arasında AİHS'yi en çok ihlal eden ülke olduğunu ortaya koydu.
Hakkında
2 bin 747 kararın verildiği Türkiye'yi, 2 bin 166 kararla İtalya, bin 212
kararla Rusya izledi. Türkiye, 52 yıllık dönemde karara bağlanan 2 bin 747
davanın 2 bin 404'ünde AİHS'nin en az bir maddesini ihlal ettiğinden tazminata
mahkûm oldu. 57 davada haklı bulunan Türkiye'nin 204 dosyası dostane çözüm ya
da düşme kararı ile sonuçlandı. Türkiye, toplam kararların yüzde 87,5'inde
mahkûm oldu. Bu rakamlar, Türkiye'ye "en çok mahkûm olan ülke"
unvanını kazandırdı.
Bu
gerekçelerle anılan kurumun kurulması gerçekçi olmayacaktır.
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 17. maddesinin son cümlesinin aşağıdaki gibi
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Kurumun
bu konudaki talepleri, ilgili kurum ve kuruluşunca kendilerine bildirim
yapılması tarihinden itibaren 1 hafta içerisinde yerine getirilir.”
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Mustafa Moroğlu, İzmir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
MOROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye İnsan Hakları
Kurumunun kurulmasına ilişkin kanun tasarısını görüşüyoruz.
Hepimiz
biliyoruz ki bu kanun tasarısının gündeme gelmesinin tek nedeni AKP İktidarının
insan haklarını araştırmak ve insan hakları ihlallerini engellemek için, bu
amacına uygun olarak kurulmasını istediği için gelmiyor. Hepimizin bildiği,
Avrupa Birliği müktesebatına uygun olarak bu sürecin bize dayatması olarak
gündeme geliyor. Bu amaçla bile gündeme gelmiş olsa Birleşmiş
Milletlerce de onaylanan, bu Kurulun nasıl kurulacağına ilişkin ortaya konulan
Paris Bildirgesi’ni de karşımıza alıp ona göre bir kanun tasarısı hazırlansaydı
ve hem Komisyonda hem alt komisyonlarda buna ilişkin muhalefetin ve insan
hakları ihlalleriyle ilgili bugüne kadar mücadele eden kurum ve kuruluşların
önerileri dikkate alınsaydı, hem bu gece bu saate kadar bu konuları konuşmuş
olmazdık hem de insan hakları ihlallerini araştırmak ve insan hakları
ihlallerini önleme noktasında görev yapmak isteyen bir kurumun kurulmasını
sağlamış olurduk. Böyle yapılmadığı için iki tasarı, hem Paris İlkeleri
hem de sizin hazırladığınız ve sunduğunuz kanun tasarısı karşılaştırıldığında
niyetiniz apaçık ortaya çıkıyor. Amaç, evet, Türkiye'de bugün burada konuşan
hatiplerin de fazlasıyla ortaya koyduğu gibi çokça insan hakları ihlalleri var
ve bizim kurmak zorunda kaldığımız İnsan Hakları Kurumunun insan hakları
ihlallerini örtmek için kurulmuş bir kurul hâline getirilme çabası olduğunu
görüyoruz. Eğer bugüne kadar, bu saate kadar konuşan hatiplerin önerileri
dikkate alınsaydı ve bu Kurul oluşturulma çabaları yürürken müdahale etmek
isteyen kuruluşlar dikkate alınsaydı, mutlaka hepimiz de bu tasarıya içimizin
elverdiği ölçüde ve iştahla onay verirdik ve hep beraber huzur içinde buradan
ayrılırdık.
Bu
kanun çıkacak. İnsan hakları ihlallerini kimin yarattığını, kendimize ne kadar
yabancılaştığımızı da sorgulamak gibi bir görevimiz olduğunu düşünüyorum. Belki bu saate kadar yapılan konuşmaların böyle bir faydası olur ve
belki bu konuşmalardan sonra milletvekili arkadaşlarımızın hepsi bu konuşma
tutanaklarını alır ve “İnsan haklarını engellemek için bize oy vermeyen yüzde
50 muhalefetin ve dışarıda kalanların da acaba doğru söylediği bir şeyler var
mı?” diye bakarlar ve artık korkmanın bir işe yaramadığını kendi vicdanlarında
sorgularlar.
Eğer
bu saatten sonra bile, yani saatten kastım bu gecenin bu saati değil, insan
hakları ihlallerinin bu kadar yoğunlaştığı bir iktidar döneminden sonra bile
eğer hâlâ korkmaya devam ediyorsak, korkmanın bir anlamı olmadığını ifade etmek
istiyorum, çünkü korkulan olmuş zaten. Eğer korkan varsa konuşmaya hâlâ,
korkulanın olduğunu hepimizin bilmesi gerekiyor. Korkulan olmuştur ve insan
hakları ihlallerinde, Türkiye, hatiplerin de söylediği gibi, her alanda birinci
sıraya oturmuştur ve bunun tek sorumlusu bugünkü AKP İktidarıdır.
Birkaç
söz de Bakana söylemek istiyorum: “Cezaevleri” diyoruz, “Cezaevleri
yaptırıyoruz.” diyor. Cezaevlerindeki zulme, cezaevlerindeki vahşete ve bunca
insanın tutuklanmasına yol açan hukuksuzlukları, yolsuzlukları ve ekonomik
bozuklukları ortadan kaldırmak için şu çabaları gösteriyoruz diyeceğine
“Cezaevleri yapıyoruz.” diye cevap veriyor. “Elbette kanunun eksiklikleri
vardır, bunları da düzeltiriz.” diyor. Bir bakanın bunları söylemesi beni
üzüyor. Eğer kanunda eksiklikler varsa ne zaman düzelecek Sayın Bakan? Alt
komisyonlarda düzelmiyor, komisyonda düzelmiyor, Mecliste bunca saattir
konuşuyoruz, ne sizden ne de AKP’li milletvekillerinden “Evet bu konuda şöyle
bir yanlışı oldu Türkiye'nin.” diye bir tek laf duymuyoruz. Onun için, acaba bu
kadar hak ihlalini nasıl yarattığını sorgulamaya bir faydası olursa ve eğer bu
sorgulamadan sonra siz “Bu hak ihlallerini kim yarattı?” diye sorarsanız, belki
bu konuşmalarımızın faydası olur. Yani hepiniz “Bu ihlalleri kim yarattı?”
derseniz ve “Tanrım, bizi baştan yarat.” deyip, kendinize ne kadar
yabancılaştığınızın farkına varırsanız bu konuşmalarımızın bir faydası olur.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
MOROĞLU (Devamla) - Bütün milletvekili arkadaşlarım bu kanuna imza attıkları
için tarihe geçeceklerdir.
Hepinizi
kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunacağım ancak yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Yoklama
talebinde bulunan sayın üyeleri tespit edeceğim: Sayın İnce, Sayın Gök, Sayın
Atıcı, Sayın Özel, Sayın Akar, Sayın Eyidoğan, Sayın Toprak, Sayın Yüksel,
Sayın Moroğlu, Sayın Çam, Sayın Özkoç, Sayın Kurt, Sayın Batum, Sayın Bulut,
Sayın Güven, Sayın Kaleli, Sayın Onur, Sayın Fırat, Sayın Düzgün, Sayın Tanal,
Sayın Özkan.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu
Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 279)
(Devam)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
18’inci
madde üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı tasarının 18. Maddesinin 2. Fıkrasının sonuna "Bu
madde hilafına hareket eden kişiler hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 258. Maddesi
uygulanır" cümlesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Sezgin Tanrıkulu Malik Ecder Özdemir Levent Gök
İstanbul Sivas Ankara
Veli Ağbaba Hüseyin Aygün Mahmut
Tanal
Malatya Tunceli İstanbul
Melda Onur Özgür Özel Orhan
Düzgün
İstanbul Manisa Tokat
Sena
Kaleli
Bursa
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki diğer önergeleri okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 279 sıra sayılı kanun tasarısının (18)’inci maddesinin kanun tasarısından
çıkarılmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Sebahat Tuncel Pervin Buldan Ertuğrul Kürkcü
İstanbul Iğdır Mersin
Halil Aksoy Erol Dora Hasip
Kaplan
Ağrı Mardin Şırnak
Diğer
önerge imza sahipleri:
Alim
Işık Ali Öz Mehmet Erdoğan
Kütahya Mersin Muğla
Emin Çınar Seyfettin
Yılmaz
Kastamonu Adana
BAŞKAN
– Komisyon aynı mahiyetteki önergelere katılıyor mu?
İNSAN
HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HAMZA DAĞ (İzmir) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Katılmıyoruz Başkan.
Gerekçeleri
okutuyorum:
Gerekçe:
52
yıllık süre zarfındaki başvuru ve mahkûmiyetler esas alındığında Türkiye İnsan
Hakları Sözleşmesi'ni en çok ihlal eden ülke oldu.
Adalet
Bakanlığı bünyesinde kurulan İnsan Hakları Daire Başkanlığı bir ilke imza
atarak, özellikle hâkim ve savcıların yararlanması için Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin (AİHM) Türkiye ile ilgili en güncel kararlarını yayınladığı bir
site kurdu.
Sitede,
AİHM'nin, Türkiye ile ilgili 52 yıllık istatistiklerine de yer verildi.
1959-2011 arasındaki başvurular ve çıkan mahkûmiyetler esas alındığında,
Türkiye, 2 bin 404 mahkûmiyetle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (AİHS) en
çok ihlal eden ülke oldu. AİHS'nin ihlal edilen maddeleri üzerinden yapılan
istatistiklerde de Türkiye, çok sayıda alanda en çok mahkûm olma unvanını
kimseye kaptırmadı. Yaşam hakkı ve işkence gibi alanlarda Rusya'ya kılpayı
geçilerek ikinci sırada yer alan Türkiye aleyhindeki 15 bin 940 başvurusu ise
henüz karara bağlanmadı.
İhlal
kararlarının türlerine bakıldığında da 52 yıllık dönemde, Türkiye, birkaç alan
dışında, birinciliği kimseye kaptırmadı. Türkiye, "Etkin
soruşturma yokluğu" nedeniyle 135 kez, "Özgürlük ve güvenlik
hakkı" konusunda 554 kez, "Adil yargılanma hakkı" konusunda 729
kez, "ifade özgürlüğü" konusunda 207 kez, "Toplantı ve gösteri
yapma özgürlüğü" konusunda 53 kez, "mülkiyet hakkı" konusunda
611 kez mahkûm oldu ve AİHS'nin bu maddeleri ile ilgili açılan davalarda mahkûmiyet
sayısı bakımından bütün ülkelerin üzerinde yer aldı.
Yaşam
hakkı ihlali davalarında 92 kez mahkûm olan Türkiye, bu kategoride birinciliği
202 mahkûmiyeti bulunan Rusya'ya kaptırdı ve ikinci sırada yer aldı. Listedeki
30 ülkenin yaşam hakkı ihlali konusunda hiçbir mahkûmiyetinin bulunmaması
dikkati çekti. "Etkin soruşturma" konusunda da Rusya 217 mahkûmiyet
ile ilk sırada yer alırken, Türkiye, 138 mahkûmiyetle ikinci oldu. Rusya,
"kötü muamele yasağı" alanında da 357 mahkûmiyetle, 243 mahkûmiyeti
bulunan Türkiye'yi ikinci sırada bıraktı. Yargılamanın uzunluğu alanında ise
İtalya, ikinci sıradaki Türkiye'nin üzerinde yer aldı. 1155 mahkûmiyeti bulunan
İtalya'yı 493 mahkûmiyetle izleyen Türkiye, "Yargı kararlarının icra
edilmesi" konusunda ise 38 mahkûmiyeti bulunan Rusya'ya kılpayı geçildi ve
37 mahkûmiyetle ikinci oldu.
Karnenin
her alanı dolu.
Rusya
dışında bütün ülkelerin AİHS'nin hiç ihlal etmediği en az bir maddesi
bulunurken, Türkiye'nin de Rusya gibi karnesinde boş yer kalmadı. Türkiye'nin
mahkûmiyetlerinin yüzde 21'i "adil yargılanma hakkı", yüzde 17'si
"mülkiyet hakkı", yüzde 15'i "özgürlük ve güvenlik hakkı",
yüzde 13'ü "yargılamanın uzunluğu" maddelerinden verildi.
AİHM,
toplam başvurular düşünüldüğünde Türkiye ile ilgili yapılan başvuruların yüzde
65'ini sonuçlandırdı. Hakkında toplam 2 bin 747 karar verilen Türkiye ile
ilgili yapılan 26 bin 929 başvuru (yüzde 59) kabul edilemez bulundu ya da
kayıttan düşürüldü. Türkiye ile ilgili karara bağlanmayı bekleyen başvuru
sayısı ise bugüne kadar yapılan toplam başvuruların yüzde 35'ine denk geliyor.
15 bin 940 karara bağlanmayı bekleyen başvurudan çıkacak olası mahkûmiyetler,
Türkiye'nin birinciliği kaptırmamasına yol açabilecek.
1400
AİHM kararı, AİHM kararlarının icrası, raporlar, insan hakları temel
metinlerinin yüklendiği www.inhak.adalet.gov.tr adresinden ulaşılabilen
internet sitesinde, Türkiye'nin AİHM karnesine de yer verildi.
AİHM
sayfasından alınan istatistiklerin yüklendiği sayfada yer alan 1959-2011
yıllarına ilişkin karşılaştırmalı tablolar, 52 yıllık dönemde Türkiye'nin AİHM'ye
taraf 47 ülke arasında AİHS'yi en çok ihlal eden ülke olduğunu ortaya koydu.
Hakkında
2 bin 747 kararın verildiği Türkiye'yi, 2 bin 166 kararla İtalya, bin 212
kararla Rusya izledi. Türkiye, 52 yıllık dönemde karara bağlanan 2 bin 747
davanın 2 bin 404'ünde AİHS'nin en az bir maddesini ihlal ettiğinden tazminata
mahkûm oldu. 57 davada haklı bulunan Türkiye'nin 204 dosyası dostane çözüm ya
da düşme kararı ile sonuçlandı. Türkiye, toplam kararların yüzde 87,5'inde
mahkûm oldu. Bu rakamlar, Türkiye'ye "en çok mahkûm olan ülke"
unvanını kazandırdı.
Bu
gerekçelerle anılan kurumun kurulması gerçekçi olmayacaktır.
Gerekçe:
-
Tasarı, TİHK'nın bağımsızlığını güvence altına almamaktadır. İnsan hakları
ihlallerinin temel sorumlusunun devletler ve hükümetler olması, ihlalleri
önlemeye, hakları korumaya yönelik olarak oluşturulacak bir kurumun da mutlak
surette devletin yönetim hiyerarşisinden bağımsız, onu dışarıdan
gözlemleyebilen ve denetleyebilen bir örgütlenme modeline sahip olmasını
gerektirirdi.
-
Tasarının öngördüğü atama prosedürü bağımsızlık
ilkesine aykırıdır. Tasarı, TİHK'yı Başbakanlığın yani Hükümetin sorumluluğu
altında düzenlemektedir. Herhangi bir kurum ancak onu oluşturan bireyler kadar
özgür olabilir. Dolayısıyla atamanın hangi organ tarafından yapılacağı ve seçim
süreçlerinin nasıl işletileceği konusu son derece önemlidir.
-
Tasarının öngördüğü görevden alma prosedürü
bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Görevden alma yetkisi bir ulusal kurumun
bağımsızlığı ile yakından ilgilidir. Bağımsızlıktan ödün vermemek için ulusal
insan hakları kurumu üyeleri kadro güvencesi altına alınmış olmalıdır. Başkanın
ya da Kurul üyelerinin görevlerine keyfi biçimde son verilmesi olasılığının
önüne geçilebilmesi için hangi koşullarda görevden alınabileceğini belirten
objektif kriterler yasada açıkça ifade edilmelidir.
-
Tasarının öngördüğü mali yapı bağımsızlık ilkesine aykırıdır. Paris İlkeleri'ne
göre oluşturulacak ulusal kurumun mali bağımsızlığı ile işlevsel bağımsızlığı
arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Tasarıda TİHK'nın gelirleri, diğer
gelirlerin yanı sıra "genel bütçeden ayrılacak yardımlar" olarak
belirtilmiş durumdadır. Ayrıca Tasarıda, Kurumun sahip olacağı finansal
özerkliğin hangi düzeyde olacağı açık değildir. Bu da uygulamada, Kurumun uygun
ve bağımsız bir bütçeye sahip olmasını güvenceye almamaktadır.
-
TİHK, önceki tüm insan haklan kurumları gibi bir başkanlık mekanizması olarak
tasarlanmıştır. Başkanın istememesi durumunda kurumun çalışma imkânı neredeyse
yoktur. Kanun Tasarısı, TİHK için ikili bir kurumsal yapı öngörmektedir:
Başkanlık sistemi ve İnsan Hakları Kurulu. Tasarıda tanımlandığı biçimiyle
Kurul ile Başkanlık arasındaki yetki gücü bakımından oldukça büyük bir fark
görülmektedir. Bu durum Kurulun şekli bir işlevi olacağı kaygısına yol açmaktadır.
-
Tasarı, üyelerin seçim kriterlerini Paris İlkeleri'ne
ve TİHK'nın işlevlerine göre belirlememiştir. İnsan hakları alanında çalışmak
ve mücadele etmek, doğası gereği farklı mesleki arka planlara ve disiplinlere
sahip uzmanların birlikte çalışmasını gerektirir.
-
Tasarı, Paris İlkeleri'nin öngördüğü çoğulculuğu güvence altına almamaktadır.
Paris İlkeleri'nde de belirtildiği gibi, ulusal kurumun bağımsızlığını güvence
altına alacak unsurlardan birisi de böylesi bir kurumun karar verme organı
içinde yer alanların çoğulculuk ilkesine uygun bir biçimde oluşturulmasıdır.
Yanı sıra, karar verme organının farklılıklara saygı gösterme yeteneği ile
donatılması gerekir. Belli bir etnik, dinsel, kültürel ya da mesleki grubun
üyelerinden oluşan bir ulusal kurum, toplumdaki çeşitliliği yansıtmaktan
uzaktır ve bundan ötürü de içinden geldiği toplumu tam olarak temsil edemez.
-
Tasarı, TİHK'ya insan hakları ihlallerini önleme imkanını
yeterince sunmamaktadır. Tasarı ile TİHK'ya geniş bir yetki alanı sunulmuş
olmakla birlikte bu yetki alanı Paris İlkeleri'nde öngörülenin aksine spesifik ve ayrıntılı olarak belirlenmemiştir.
-
Tasarı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokolü'nün (Seçmeli Protokol)
öngördüğü nitelikte bağımsız, işlevli ve etkin bir önleme mekanizmanın oluşturulmasına
izin vermemektedir. Çünkü Seçmeli Protokol'ün öngördüğü bağımsızlığı güvence
altına alınmış "ulusal önleme mekanizması" söz konusu Tasarı ile
Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun bir alt birimi haline getirilmektedir. Bu,
"ulusal önleme mekanizmasının oluşturulması sürecinin de kapsayıcı ve
şeffaf olmadığı anlamına gelmektedir.
BAŞKAN
– Aynı mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunacağım…
III - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN
– Arayacağım…
Sayın
Gök, Sayın Özgündüz, Sayın Aygün, Sayın Kaleli, Sayın Akar, Sayın Özel, Sayın
Batum, Sayın Eyidoğan, Sayın Toprak, Sayın Yüksel, Sayın Çam, Sayın Özkoç,
Sayın Kurt, Sayın Güven, Sayın Tanal, Sayın Onur, Sayın Düzgün, Sayın Fırat, Sayın
İnce, Sayın Tezcan.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 03.53
ON BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 04.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122’nci Birleşiminin
On Birinci Oturumunu açıyorum.
279
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 18’inci maddesi üzerinde verilen maddenin
metinden çıkarılmasına ilişkin aynı mahiyetteki iki önergenin oylanmasından
önce yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yeniden
elektronik cihazla yoklama yapacağız.
III - YOKLAMA
BAŞKAN
- Yoklama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, ikinci defa yapılan yoklamada da toplantı yeter sayısı
olmadığı anlaşıldığından, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için (CHP sıralarından alkışlar) 21 Haziran
2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 04.07