DÖNEM:
24 CİLT:
21 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
110’uncu Birleşim
23 Mayıs 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALARI
1.- Denizli Milletvekili
Adnan Keskin’nin, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve don afetinin verdiği
zararlara ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Denizli Milletvekili
Mehmet Yüksel’in, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve don afetinin verdiği
zararlara ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Şanlıurfa Milletvekili
İbrahim Binici’nin, Şanlıurfa’nın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, hasat zamanı ülkemizin birçok bölgesinde tabii afetler
yaşandığına ve bu nedenle çiftçilerin uğradığı zararın karşılanması gerektiğine
ilişkin açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 27 milletvekilinin, demokrasiye müdahaleye zemin hazırlayan
olayların aydınlatılması ve devlet içindeki yasa dışı örgütlenme ve yapıların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/286)
2.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, küçük esnaf ve sanatkârların sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/287)
3.- Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 20 milletvekilinin, kaçak sigaranın yurda girişi ve pazarlanması
ile ekonomiye verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288)
VI.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, 17/2/2012
tarihinde Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşlarının Bingöl Karlıova
ilçesi Hacılar köyünde bulunan termal su kaynağının incelenmesi, halkın ve kamu
yararının araştırılması amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- MHP Grubunun, 23/5/2012
tarihinde kamu çalışanlarının özlük haklarının belirlenmesine yönelik toplu
görüşme sürecinden toplu sözleşme sürecine geçişi sonucunda yapılan toplu
sözleşme görüşmelerinin ve sonuçlarının, kamu çalışanlarına beklentilerden uzak
bir teklifin yapılmasının gerekçesi olarak ileri sürülen ekonomik kriz
uyarılarının boyutlarının, toplu sözleşme süreçlerinin işlenmesinden
kaynaklanan sorunların görüşülmesi amacıyla vermiş olduğu genel görüşme
önergesinin, Genel Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü birleşiminde okunarak ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken’in, Siirt Milletvekili Afif Demirkıran’ın Barış ve Demokrasi
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Bingöl Milletvekili
Eşref Taş’ın, Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
3.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in AK PARTİ Grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Hukuk Uyuşmazlıklarında
Arabuluculuk Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet
Komisyonu Raporları (1/486) (S. Sayısı: 233)
3.- Uluslararası Para Fonu
Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak Yapılması
Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/546) (S. Sayısı: 177)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara
Hudut Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/427) (S.
Sayısı: 7)
IX.-
OYLAMALAR
1.- Uluslararası Para Fonu
Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak Yapılması
Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı’nın oylaması
X.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun, Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlarda hizmetlerde
taşeronlaşmaya ve taşeron firma çalışanlarının sorunlarına ilişkin sorusu ve
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/4872)
2.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili kurum ve kuruluşlara hizmet
sağlayan taşeron firmalara ve taşeron firma çalışanlarının sorunlarına ilişkin
sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/5044)
3.- Diyarbakır Milletvekili
Nursel Aydoğan’ın, Van’daki spor kulüplerine maddi yardım yapılmasına ilişkin
sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/5244)
4.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Bakanlıkta ve bağlı kuruluşlarında şehit yakınları ve
malûller için ayrılan kadrolara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/5245)
5.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, PARDUS işletim sistemine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı
Suat Kılıç’ın cevabı (7/5246)
6.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, bağlı kurum ve kuruluşlarda emekliliğe ayrılan
ve ayrılacak personele ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın
cevabı (7/5408)
7.- Eskişehir Milletvekili
Ruhsar Demirel’in, engelliler için düzenleme yapılan yükseköğretim yurtlarına
ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/6273)
8.- Bolu Milletvekili Tanju
Özcan’ın, bir bürokratla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Gençlik ve
Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/6274)
9.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, bankalarda işlem sıra numarası alınırken bankanın kartına
sahip müşterilere öncelik verilmesi uygulamasının yasal dayanağına ilişkin
sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/6495)
10.- Balıkesir Milletvekili
Namık Havutça’nın, Balıkesir’deki sulama projelerinin sorunlarına ilişkin
sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/6556)
11.- Muş Milletvekili Demir
Çelik’in, Muş Ovası’nda nehir taşkınları nedeniyle yaşanan mağduriyete ve
alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/6557)
12.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, orman yangınlarına karşı alınan önlemlere ilişkin sorusu ve
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/6668)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak altı oturum yaptı.
Kars Milletvekili Yunus Kılıç, Dünya Süt Günü’ne,
İstanbul Milletvekili Melda Onur, Dünya Biyolojik Çeşitlilik
Günü’ne,
Iğdır Milletvekili Sinan Oğan, Iğdır’ın sorunlarına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve 22 milletvekilinin,
Karadeniz Ereğlisi tersaneler bölgesinin sorunlarının (10/283),
İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22
milletvekilinin, Kızılaya yapılan yardımlardaki azalmanın nedenlerinin
(10/284),
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 26 milletvekilinin, iş
kazalarının ve meslek hastalıklarının oluşu ve artmasının temel nedenleri ile
bunların ülke ekonomisine etkisinin (10/285),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 7-11 Nisan 2012 tarihlerinde
Çin’e yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine,
Türkiye Cumhuriyeti ile Peru Cumhuriyeti Arasında Ekonomik ve
Ticari İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 75 inci maddesine göre geri gönderilmesine,
İlişkin Başbakanlık tezkereleri kabul edildi.
MHP Grubunun, 27/3/2012 tarihinde 3957 sayı ile Türk Silahlı
Kuvvetlerinin emir komuta sisteminde yer alan asli ve en önemli unsurlarından
birisi olan astsubayların yaşadığı sıkıntıların araştırılması, Hükûmetin
uygulamalarından dolayı ortaya çıkan mağduriyetin tespiti, bu sorunların
giderilmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun 22/5/2012 Salı günkü (bugün) birleşiminde okunmasına ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi yapılan görüşmelerden sonra
kabul edilmedi.
Danışma Kurulunun, 248 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz
saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının 2’nci sırasına, yine bu kısımda bulunan 233, 177, 7, 10,
108, 114, 206, 89, 90, 54, 16, 155, 195, 196, 11, 13, 20, 17, 19, 28, 31, 98 ve
34 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12,
13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24 ve 25’inci sıralarına alınmasına
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 22
Mayıs 2012 Salı günkü birleşiminde 248 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, gece 24.00’te günlük programın
tamamlanamaması hâlinde günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarını
sürdürmesine; 248 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine
göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin önerisi kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, (2/47) esas
numaralı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:
1’inci sırasında bulunan
(6/27),
4’üncü “ “ (6/31),
5’inci “ “ (6/32),
12’nci “ “ (6/46),
13’üncü “ “ (6/62),
15’inci “ “ (6/65),
16’ncı “ “ (6/66),
17’nci “ “ (6/68),
22’nci “ “ (6/78),
51’inci “ “ (6/133),
52’nci “ “ (6/134),
107’nci “ “ (6/211),
124’üncü “ “ (6/246),
125’inci “ “ (6/250),
130’uncu “ “ (6/257),
186’ncı “ “ (6/363),
201’inci “ “ (6/382),
202’nci “ “ (6/385),
203’üncü “ “ (6/386),
315’inci “ “ (6/597),
316’ncı “ “ (6/598),
322’nci “ “ (6/608),
323’üncü “ “ (6/612),
324’üncü “ “ (6/614),
326’ncı “ “ (6/616),
328’inci “ “ (6/618),
349’uncu “ “ (6/647),
351’inci “ “ (6/650),
371’inci “ “ (6/680),
372’nci “ “ (6/681),
373’üncü “ “ (6/682),
533’üncü “ “ (6/890),
571’inci “ “ (6/930),
726’ncı “ “ (6/1093),
775’inci “ “ (6/1148),
820’nci “ “ (6/1194),
1129’uncu “ “ (6/1514),
1133’üncü “ “ (6/1518),
1139’uncu “ “ (6/1524),
Esas numaralı sözlü sorulara, Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer
cevap verdi.
Soru sahiplerinden İzmir Milletvekili Hülya Güven, Adana Milletvekili
Ali Halaman, Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt, cevaplara ilişkin görüşlerini açıkladılar.
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de bu görüşlerle ilgili açıklamada
bulundu.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının;
1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156) görüşmeleri,
Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasına alınan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesi kabul edilen, Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu
Raporu’nun (1/618) (S. Sayısı: 248) görüşmeleri yapılarak kabul edildi.
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmaz’ın bazı ifadelerine ilişkin bir açıklamada bulundu.
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
Alınan karar gereğince, 23 Mayıs 2012 Çarşamba günü saat 14.00’te
toplanmak üzere 22.15’te birleşime son verildi.
Sadık YAKUT
Başkan
Vekili
Özlem YEMİŞÇİ Tanju
ÖZCAN
Tekirdağ Bolu
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
No:
152
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Tasarı
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kabinesi Arasında Bitki Koruma ve
Bitki Karantina Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/629) (Tarım, Orman ve Köyişleri; Çevre ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
Teklifler
1.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
39 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kanunu, İş Kanunu ve Tababet ve Şuabatı
San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/591) (Plan ve Bütçe; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Milli
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.04.2012)
2.- İstanbul Milletvekilleri Mahmut
Tanal ve Mustafa Sezgin Tanrıkulu’nun; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/592) (Anayasa; Plan ve Bütçe ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
24.04.2012)
3.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın; Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/593) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 08.05.2012)
4.- Iğdır Milletvekili Sinan Oğan ve
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın;
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel
Müdürlüğü’nün ve Özürlü Memur Seçme Sınavının İsminin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Teklifi (2/594) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.05.2012)
5.- Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz ve
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın;
İl Özel İdaresi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/595)
(İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.05.2012)
6.- Edirne Milletvekili Recep Gürkan ve
6 Milletvekilinin; Çeltik Ekimi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/596) (Çevre; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Tarım, Orman
ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.05.2012)
7.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın; 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/597) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.05.2012)
8.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay
Vural’ın; Güvenlik Tazminatı Ödenmesine Dair Kanun Teklifi (2/598) (İçişleri;
Milli Savunma ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.05.2012)
9.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan
Tanrıkulu ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; 6237 Sayılı
Limanlar İnşaatı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/599) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.05.2012)
Raporlar
1.- Hazine Müsteşarlığı Tarafından
Temsil Edilen Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Maliye Bakanlığı Tarafından
Temsil Edilen Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki Borç Silme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/595) (S.
Sayısı: 249) (Dağıtma tarihi: 23.05.2012) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Libya Geçiş Hükümeti Arasında Libya Ulusal Polisinin Eğitimine ve Kapasite
Geliştirmesine İlişkin İşbirliği Konulu Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Dışişleri
Komisyonu Raporları (1/607) (S. Sayısı: 250) (Dağıtma tarihi: 23.05.2012)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru
Önergesi
1.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun, 2012 Teşvik Planında Trabzon’un 5. Bölge statüsüne alınmasına
ilişkin Ekonomi Bakanından sözlü soru önergesi (6/1732) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.05.2012)
Yazılı
Soru Önergeleri
1.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan
Köktürk’ün, bir beyanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7288)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
2.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba’nın, Malatya Tapu Kadastro Müdürlüğü içinde yer alan bir banka veznesinin
kapatılacağı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7289)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan
Köktürk’ün, taş kömürünün teşvik kapsamına alınmamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7290) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
4.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinin taşınmaz satış
ihalelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7291) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.05.2012)
5.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın,
Ergenekon Davasıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/7292) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
6.- Erzincan Milletvekili Muharrem
Işık’ın, yabancılara toprak satışına ve bunun doğuracağı sorunlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7293) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
7.- Kars Milletvekili Mülkiye
Birtane’nin, Kars’ın bazı mahallelerinin yol ve su sorununa ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7294) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
8.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, camilerde Kürtçe vaaz ve hutbe okunmasına ilişkin Başbakan
Yardımcısından (Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/7295) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.05.2012)
9.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın,
göreve başlayan din görevlilerine imzalattırılan yemin belgesine ilişkin
Başbakan Yardımcısından (Bekir Bozdağ) yazılı soru önergesi (7/7296)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
10.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan
Köktürk’ün, Sincan 1 Nolu F Tipi Cezaevinde avukat görüş odalarına kameralar
takıldığı iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7297)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
11.- İzmir Milletvekili Hülya Güven’in,
Yargıda Durum Analizi Toplantıları sonucu hazırlanan bir raporun sonuçlarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7298) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.05.2012)
12.- Ankara Milletvekili Levent Gök’ün,
Sincan 1 Nolu F Tipi Cezaevinde avukat görüş odalarına kameralar takıldığı
iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/7299) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.05.2012)
13.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, evli kadınların kendi soyadlarını kullanabilmelerine ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7300) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
14.- Kırklareli Milletvekili Turgut
Dibek’in, Silivri Cezaevinin koşullarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7301) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
15.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, Silivri Cezaevine gazeteciler için düzenlenen geziye ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7302) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
16.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, engellilerin bazı sorunlarına ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7303) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
17.- Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata’nın, özel eğitim kurumlarının denetimine ve buralarda yaşanan cinsel
istismar vakalarına ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7304) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
18.- İzmir Milletvekili Hülya Güven’in,
Yargıda Durum Analizi Toplantıları sonucu hazırlanan bir raporun sonuçlarına ilişkin Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7305) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
19.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, engellilerin istihdam sorunlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7306) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
20.- Giresun Milletvekili Selahattin
Karaahmetoğlu’nun, SGK’nın bir çalışanına yaptığı uygulamaya ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7307) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.05.2012)
21.- Manisa Milletvekili Özgür Özel’in,
SGK’nın 2007-2010 yılları arasında bir bankayla yaptığı promosyon anlaşması ile
ilgili iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7308) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
22.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın
Türeli’nin, işsizlik ve emeklilik yaşına bağlı mağduriyetlere ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7309) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.05.2012)
23.- Niğde Milletvekili Doğan Şafak’ın,
bir köyün elektrik borcu nedeniyle kesilen içme suyuna ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7310) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
24.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın,
Bolu’da tasarruf gerekçesiyle aydınlatma lambalarının söküldüğü iddiasına
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7311)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
25.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
Manisa’da çalışan trafo sayısına ve trafoların yenilenmesine ilişkin Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7312) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.05.2012)
26.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, engellilerin eğitim sorunlarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7313) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
27.- Mardin Milletvekili Erol Dora’nın,
Kızıltepeli çiftçilere tarım eğitimi verilmesine ilişkin Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7314) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
28.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, erik fiyatlarındaki ani düşüşe ve üreticilerin mağduriyetine ilişkin
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7315) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.05.2012)
29.- Tekirdağ Milletvekili Emre
Köprülü’nün, sağlıksız gıda üretimine ve ürünlerin denetimine ilişkin Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7316) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.05.2012)
30.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, Diyarbakır’daki kapalı sera alanına ilişkin Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7317) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
31.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
bakkal esnafının sorunlarına ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7318) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
32.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in,
Hal Kayıt Sistemi uygulamasına ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7319) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
33.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, Habur Sınır Kapısındaki yoğunluğa ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7320) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
34.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, Habur Sınır Kapısına atama yapılması planlanan boş kadrolara ilişkin
Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/7321) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.05.2012)
35.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, 20-25 Nisan 2012 tarihlerinde Habur Sınır Kapısından giriş-çıkış yapan
kişi sayısına ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7322) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
36.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, 20-25 Nisan 2012 tarihlerinde Sarp Sınır Kapısından giriş-çıkış yapan
kişi sayısına ilişkin Gümrük ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7323) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
37.- Çorum Milletvekili Tufan Köse’nin,
Çorum plakalı bazı resmi araçların Ankara’da bulunma nedenlerine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7324) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
38.- Gaziantep Milletvekili Ali
Serindağ’ın, bir milletvekilinin bazı açıklamalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7325) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
39.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, PKK tarafından kaçırılan kamu görevlilerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7326) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
40.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşi’nin, Ordu’da 2012 yılında uygulanacak olan yatırım programına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7327) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.05.2012)
41.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Binici’nin, bir köyün yol ve içme suyu sorununa ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7328) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
42.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Binici’nin, bir köy mezarlığına koruma duvarı yapılmasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7329) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
43.- Tokat Milletvekili Orhan
Düzgün’ün, Kilis Öğretmenevine bazı gazetelerin alınmadığı iddialarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7330) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
44.- Tokat Milletvekili Orhan
Düzgün’ün, okullarda dağıtılan sütlerin ambalajlarına ve dağıtımı yapan
şirketle ilgili iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7331) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
45.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun, öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7332) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
46.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, Okul Sütü Projesi kapsamında dağıtılan sütlerle ilgili yapılan
soruşturmaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7333)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2012)
47.- Tekirdağ Milletvekili Emre
Köprülü’nün, Çerkezköy’de sağlık yatırımlarının yapılıp yapılmayacağına ve
sağlık personeli sayısına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7334) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
48.- İstanbul Milletvekili Ali
Özgündüz’ün, diyabet hastalığının artmasına ve bu hastalıkla mücadele
çalışmalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/7335)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
49.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın
Türeli’nin, İzmir’de hastanelerin lösemiyle mücadele kapasitelerine ve kemik
iliği bankalarının artırılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7336) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
50.- Artvin Milletvekili Uğur
Bayraktutan’ın, Arhavi Çay Fabrikasında olası bir kazının yol açabileceği
sorunlara ve fabrikanın taşınmasına yönelik taleplere ilişkin Çevre ve
Şehircilik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7337) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.05.2012)
51.- Antalya Milletvekili Gürkut
Acar’ın, TSK personelinin özlük hakları ile gazi ve şehit sayısına ilişkin
Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7338) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.05.2012)
52.- Mardin Milletvekili Erol Dora’nın,
Zergan Deresi ıslahına ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7339) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2012)
53.- Diyarbakır Milletvekili Altan
Tan’ın, Ergani’nin çevre yollarının yapımına ilişkin Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanından yazılı soru önergesi (7/7340) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.05.2012)
54.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, TBMM Tören Salonunun tahsisine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/7341) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
55.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk’ün, bazı Hükümet üyelerinin Anayasa değişikliği ile ilgili bazı
açıklamalarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru
önergesi (7/7342) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.05.2012)
56.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkerelerine
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/7343)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.05.2012)
Geri
Alınan Yazılı Soru Önergesi
1.- İzmir Milletvekili Alaattin YÜKSEL,
Makamınıza yönelttiği, YURT-KUR yurtlarının lokanta, kantin, kafeterya ve
internet salonu ihaleleri ile ilgili bazı iddialara ilişkin Gençlik ve Spor
Bakanından yazılı soru önergesini 16.05.2012 tarihinde geri almıştır. (7/6665)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk
ve 27 Milletvekilinin, Demokrasiye müdahaleye zemin hazırlayan olayların
aydınlatılması ve devlet içindeki yasa dışı örgütlenme ve yapıların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/286) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2011)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
21 Milletvekilinin, küçük esnaf ve sanatkarların sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/287) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2011)
3.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve
20 Milletvekilinin, kaçak sigaranın yurda girişinin ve pazarlanmasının
engellenmesi ile bunların ekonomiye verdiği zararların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/288) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2011)
Süresi
İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Kırklareli Milletvekili Mehmet
Siyam Kesimoğlu’nun, Madımak Otelinin yakılmasıyla ilgili davaya ve davanın
sanıklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5166)
2.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret
Akova’nın, Balıkesir’deki kanser vakalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5325)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Bakanlıkta ve bağlı kuruluşlarında şehit yakınları ve malûller için
ayrılan kadrolara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5326)
4.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
PARDUS işletim sistemine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5327)
5.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan’ın, Kocaeli’de Diş Sağlık Ünitelerinin yeterliliğine ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5449)
6.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, bağlı kurum ve kuruluşlarda emekliye ayrılan ve ayrılacak
personele ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5450)
7.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşi’nin, Ordu İl Sağlık Müdürlüğü ile ilgili bazı iddialara ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5451)
8.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşi’nin, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaşandığı iddia edilen bazı
olaylara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5452)
9.- Muğla Milletvekili Nurettin
Demir’in, bir sağlık çalışanının psikolojik tacize uğramasına rağmen gerekli
işlemlerin yapılmadığı iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5453)
10.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut’un, askeri hastanelerde çalışan sağlık personelinin özlük haklarına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5454)
11.- Adana Milletvekili Muharrem
Varlı’nın, diş eti hastalıklarının tedavisinde yaşanan mağduriyete ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5455)
12.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar
Demirel’in, hastanelerin çocuk servislerine ve hasta çocuklar ile bunların
eğitimlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5456)
13.- İzmir Milletvekili Hülya Güven’in,
kol ve bacak protezlerinden katkı payı alınmasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5457)
23
Mayıs 2012 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 110’uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Denizli ve
ilçelerinde meydana gelen dolu ve don afetlerinin verdiği zararlar hakkında söz
isteyen Denizli Milletvekili Adnan Keskin’e aittir.
Buyurun Sayın Keskin.
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Denizli Milletvekili Adnan Keskin’nin, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve
don afetinin verdiği zararlara ilişkin gündem dışı konuşması
ADNAN KESKİN (Denizli) – Sayın Başkan,
Genel Kurulun değerli üyeleri; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Denizli’nin değişik yerleşim
alanlarında meydana gelen doğal afetler, sofralık ve şaraplık üzüm bağlarının
tahribatına neden olmuştur. Üreticiler büyük zararlara uğramışlardır. Kırk beş
dakika kesintisiz bir şekilde devam eden dolu yağışı Buldan ilçesinin Türlübey,
Doğan, Oğuzköy ve Yenicekent kasabalarında meyve bahçelerinde, sofralık üzüm
bağlarında yüzde 80’lere varan rekolte kaybına neden olmuştur. Dolunun asma ve
meyve ağaçlarında açtığı yaralar 2013 yılının ürününde de rekolte ve kalite
kaybına neden olacaktır, tahribat o denli büyük boyutlardadır. Zarar gören 10
bin dönümlük bağların çoğunluğu maalesef sigorta kapsamı dışındadır. Bağların
sigorta kapsamı dışında olması, zararların daha büyük noktalara ulaşmasına
neden olmuştur. Özellikle tarım sigortasındaki uygulamadan kaynaklanan
aksaklık, bu konuda sigorta kapsamının daralmasına neden olmaktadır. Ocak,
şubat, mart aylarına ilişkin donun sigorta kapsamı dışında tutulması, bu konuda
çiftçinin sigortaya eğilimini törpülemektedir.
Çal, Bekilli, Baklan ve Güney
ilçelerindeki şaraplık üzüm bağlarının asmaları aşırı soğuk nedeniyle
canlılığını kaybetmiştir, canlılığını kaybeden asmaların tümü kurumuştur. Dört
ilçede 9 bin üzüm üreticisi, asmalardan üzüm alınamayacak derecedeki tahribat
nedeniyle büyük bir zararı omuzlamak zorunda kalacaklardır.
Maalesef, tarım sigortası ağaçlardaki
dondan kaynaklanacak zararları poliçe dışı tutmaktadır. Uygulamadaki bu engel
nedeniyle, don nedeniyle hayatiyetini kaybeden asma ağaçlarının tümü tarım
sigortasının kapsamı dışında kalmıştır. Bu olumsuzluk, tarım sigortasından
yararlanamayan çiftçilerin zararlarına yeni boyutlar kazandırmıştır. Dört
ilçedeki şarap üreticisi çiftçiler ekonomik olarak büyük sıkıntıyla karşı
karşıyadırlar.
Zarar gören üreticilerimize devletin
yardım elinin uzatılması gerekmektedir. Denizli Tarım İl Müdürlüğü gerekli
çalışmaları tamamlamış, yapılan tespitlerin tutanakları Bakanlığa intikal
ettirilmiştir. Umuyorum, diliyorum, çok sayıda üreticimizin karşı karşıya
kaldığı bu mağduriyeti giderecek girişimler vakit yitirilmeden sergilenir,
devletin yardım eli tüm üreticilerimize zamanında yetiştirilir.
Bağlarda oluşan zararlar yalnız
üreticileri etkilememiştir, Denizli’nin Güney ilçesinde faaliyet gösteren şarap
sektörünün önemli üniteleri de bu konuda zararla karşı karşıya kalacaklardır.
Bu yıl, 2012 yılındaki üretim kapasitelerinde üzüm yokluğu nedeniyle ciddi
kayıplar da yaşanacaktır.
Tarım Bakanlığının vakit yitirmeden
devletin yardım elini zarar gören üreticilerimize uzatacağına olan inancımla
tümünüzü saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı ikinci söz, Denizli ve
çevresindeki son don afeti nedeniyle bağcıların yaşadığı sorunlar hakkında söz
isteyen Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel’e aittir.
Buyurun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
2.-
Denizli Milletvekili Mehmet Yüksel’in, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve
don afetinin verdiği zararlara ilişkin gündem dışı konuşması
MEHMET YÜKSEL (Denizli) – Sayın
Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; gündem dışı, Denizli ve
bölgesindeki don ve dolu afetinden dolayı yaşananları dile getirmek üzere söz
almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi
Denizli Milletvekili Sayın Adnan Keskin Beyefendi’ye teşekkür ediyorum ilgi ve
alakasından dolayı, yöremizle ilgili incelemelerde bulunmuştur.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
geçtiğimiz günlerde ben yine bu kürsüden sigortayla ilgili, tarım sigortasıyla
ilgili bir konuşma yapmıştım. Şimdi, yine, 10 Mayısta, Denizli bölgesinde
meydana gelen dolu afetinden dolayı zarar gören bağcılarımız var,
meyvecilerimiz var. Henüz bu giderilmeden belki önümüzdeki günlerde -temenni
etmeyiz ama- başka bir afet arkasından gelebilir ama illaki, 2006 yılında
Hükûmetimiz tarafından uygulamaya konulan tarım sigortasının, TARSİM’in mutlaka
yapılması, sigortalanması gerekmektedir.
Şimdi, Denizli’mizde bu don afetinin,
sigorta kapsamı dışında, ocak ayının 17, 18, 19’unda meydana gelmiş olması,
gözler uyanmadan önce meydana gelmiş olmasından dolayı sigorta kapsamı dışında
olduğu için şu anda Çal, Baklan, Bekilli, Buldan, Güney, Çivril ilçelerimizdeki
bağcılarımızın uğradığı zararı maalesef sigorta kapsamında olmadığı için telafi
edemiyoruz. Ancak 2090 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilebilirse -ki
inşallah öyle olacak- Devlet Destekli Tarım Sigortaları kapsamı dışındaki
riskler 2090 sayılı Tabii Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar
Hakkında Kanun kapsamında değerlendirilecek ve bu sayede bu ilçelerimizdeki şu
ana kadar elde edilen rakamlara göre 96 yerleşim yerinde, 3.328 çiftçimizin
62.773 dekarlık bağında meydana gelen toplam 52 milyon TL’lik bir hasardır.
Çünkü bu bağlar, omcalar artık tekrar hayata geçmesi en az iki yıl, beş yıl
arasında verimli hâle gelebilmektedir. Onun için, mutlaka bu çiftçilerimizin
kredi borçlarının faizsiz olarak ertelenmesinin gündeme gelmesi için Denizli İl
Tarım Müdürlüğümüzün hazırladığı raporlar doğrultusunda Tarım Reformu Genel
Müdürlüğüne bildirilmiş, daha sonra Tarım Bakanlığı tarafından, Maliye
Bakanlığı tarafından değerlendirilerek inşallah borçları bu anlamda ertelenmeye
gidilecektir.
Onun dışında ayrıca yine 10 Mayıs
tarihinde Denizli’de Buldan, Güney Çal, Çivril ilçelerimizde meydana gelen dolu
afetinden dolayı da yine 1.278 adet hasar tespit edilmiştir, bununla ilgili
olarak da akabinde cuma, cumartesi günleri, bu bölgede Tarım İl Müdürümüz,
milletvekili arkadaşlarımız, Bilal Uçar Bey olsun, diğer milletvekili
arkadaşlarımız olsun, İl Başkanımız olsun, o bölgede ziraatçılarımızla bir
araya gelmişler, ziraat odası başkanlarımızla bir araya gelmişler, onların
hasar tespitini yerinde incelemişler ve yine, TARSİM Bölge Müdürlüğünün devreye
girmesiyle de 30 kişilik bir ekspertiz grubuyla, 60 kişi, bu bölgede, bu 5
ilçemizde yoğun bir, tutanakla, hasar tespiti yapmışlardır.
Sonuç itibarıyla, burada, biz bu
olayların tekrar yaşanmaması, vatandaşlarımızın mutlaka bu dolu, don, sel ve
diğer afetlerden zarar gördüklerinde zararlarını tazmin edebilmeleri için
mutlaka TARSİM sigorta kapsamında olmaları en büyük avantajlarıdır. Zira
Hükûmetimiz tarafından bir devrim niteliğinde, yetmiş yıllık, çiftçimizin
rüyası olarak 2006 yılında hayata geçen tarım sigortasının Hükûmetimiz
tarafından yüzde 50 primi karşılanmakta, diğer yüzde 50’si de, değerli
arkadaşlarım, ürün kaldırıldıktan sonra bu bedel yine çiftçimiz tarafından
ödenmektedir, peşin ödenmemektedir.
Bu anlamda sigortanın ne kadar önemli
olduğunu, bu doğal afet günlerinde de bu sigortanın devreye girmesiyle
görüyoruz. Biz temenni ediyoruz ki bağcılarımızın bu don dışında, don
olaylarında kapsam dışındaki bölümün de kapsama dâhil edilerek, öncelikle afet
kapsamında değerlendirilmesi ve gelecek sene içinde de yine TARSİM kapsamında
sigorta kapsamına girebilmesi ve bağcılarımızın zararlarının temini noktasında
Hükûmetimizin çalışmalarına bizler de buradan destek veriyoruz.
Tüm çiftçilerimize buradan geçmiş olsun
diyorum, iyi çalışmalar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı üçüncü söz, Şanlıurfa’nın
sorunları hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’ye aittir.
Buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
3.-
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin, Şanlıurfa’nın sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması
İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Urfa’nın sorunlarını gündeme getirmek
için söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki, Urfa’da işsizlik sorunu var,
yatırım sorunu var, eğitim ve sağlık sorunu var, su sorunu var, tarım ve
hayvancılık sorunu var ama maalesef yerel yöneticiler bunun dışında başka
işlerle meşguldürler. Asıl Urfa’nın sorunu adalet ve demokrasi sorunudur,
adaletsizlik ve demokrasi sorununda kilitlenmiş âdeta. Peygamberler diyarı olan
Urfa, bugün, AKP’nin uygulamaları nedeniyle hukuksuzluk ve adaletsizlik
diyarına dönüşmüştür.
Urfa’da adalet yok edilmiştir. Urfa’da
hukuk askıda, demokrasi rafta, özgürlükler dört duvar arasındadır. Siyasi
soykırım operasyonlarına her gün bir yenisi eklenmektedir. İl başkanlarımızdan
tutun ilçe başkanlarımıza, belediye başkanlarımızdan tutun meclis
üyelerimizden, parti yöneticileri ve üyelerimize kadar Urfa’da demokrasi,
siyasetin içerisinde olan her ne kadar insan varsa tutuklandılar. Bu da AKP’nin
başarısıdır. Urfa’da halkın iradesi kelepçelidir. Seçilmiş Milletvekilimiz
Sayın İbrahim Ayhan cezaevinde esir tutulmaktadır.
AKP Urfa halkını esir almak, teslim
almak için bütün hukuksuzlukları, bütün gayrimeşrulukları, bütün siyaset dışı,
etik dışı hatta ve hatta ahlak dışı şeyleri yürürlüğe koymuştur. Urfa’da,
kısacası, AKP kuşatması vardır. BDP’nin Urfa’da siyaset yürütmemesi için,
özellikle Urfa Valisi, Emniyet Müdür Yardımcısı, emniyet müdürleri ve savcılar
devreye girmişlerdir. Urfa’da devlet AKP’dir ve BDP’ye savaş açmıştır. Amaç,
Urfa’yı ele geçirmek. Orada demokratik siyasetin, muhalif siyasetin, halkçı,
özgürlükçü bir siyasetin gelişmesini istemiyorlar.
Değerli milletvekilleri, orada çok açık
bir çete yapılanması vardır. Bu karanlık yapılanma, hukuku, adaleti ayaklar
altına alarak AKP’ye orada alan açabilmek, kendilerine rant oluşturabilmek için
siyasetçilerimize yönelik kirli komplolar kurmakta, siyasi kadrolarımızı
tutuklamaktadır. Yani kısacası, Urfa halkını Urfa’da Ergenekon, JİTEM… JİTEM de
AKP’nin ta kendisidir. Kürt halkının özgür iradesine karşı AKP âdeta bir
nemruta dönüşmüştür ama başaramayacaklardır, sonuç alamayacaklardır.
Urfa halkı onurlu bir halktır, onuruna
sahip çıkacak, teslim olmayacak, -Urfa’da yaşayanlar biliyor- AKP’nin bu zulüm
politikalarına boyun eğmeyecek, kimseye de diz çökmeyecektir.
Kısaca bir örnek vereyim: Geçen hafta
Sayın Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş Urfa’ya geldi. Urfa’ya giriş âdeta
kuşatılmıştı. Gaziantep yolu, Viranşehir yolu, Ceylanpınar yolu, Siverek yolu
TOMA’larla, zırhlı araçlarla kapatılmıştı. İşte biz şunu söylüyoruz: Eğer
AKP’nin valilere…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İBRAHİM BİNİCİ (Devamla) – …bu yetkiyi
vermişlerse bu yetkiden bir an önce ellerini çekmeleri gerekiyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Şandır, bir söz talebiniz var;
buyurun.
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, hasat zamanı ülkemizin birçok bölgesinde
tabii afetler yaşandığına ve bu nedenle çiftçilerin uğradığı zararın
karşılanması gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Denizli milletvekillerinin dile
getirdiği don felaketi, afeti yalnız Denizli’de değil ülkemizin birçok
bölgesinde yaşanmaktadır. Hem Denizli çiftçisine geçmiş olsun diliyorum hem de
diğer vatandaşlarımıza. Iğdır’da, Mersin’de, Türkiye’nin hemen birçok
bölgesinde maalesef mahsul zamanı, hasat zamanı bu türlü felaketler yaşanıyor
ama acı olan hadise, çiftçimizin kendi acısıyla baş başa bırakılmasıdır. Bu
noktada Hükûmeti her defasında uyarıyoruz. Yani bu afet yasasıyla çiftçinin mal
varlığının yüzde 40’ını kaybetmesi beklenilirse bunun hiçbir anlamı yok. Onun
için, çiftçilerimizin bu tabii afetler karşısında uğradıkları zararın
Hükûmetçe, devletçe, toplumca karşılanması lazım. Elinin emeğiyle geçinen
insanları kaderleriyle baş başa bırakmaya hakkımız yok. Bu noktada, Mersin’de
de yaşanan felaket var, özellikle kayısı üreticilerinin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Şandır.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
üç önerge vardır, okutuyorum:
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 27 milletvekilinin, demokrasiye
müdahaleye zemin hazırlayan olayların aydınlatılması ve devlet içindeki yasa
dışı örgütlenme ve yapıların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/286)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na
16 Mart 1978 günü Beyazıt Meydanında,
İstanbul Üniversitesinden çıkan öğrencilere yapılan bombalı ve silahlı
katliamda; Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Ahmet Turan Ören, Murat Kurt, Abdullah
Şimşek, Hatice Özen, Abdülhamit Akıl öldürülmüş, pek çok öğrenci yaralanmıştır.
1995 yılında davanın yeniden açılmasını sağlayan ölen gençlerin arkadaşlarından
Av. Cem Alptekin, katliamın 32. yıldönümünde basına yaptığı açıklamalarda; “İlk
davanın, “adam öldürmek” ten yargılanan 5 sanığın delil yetersizliğinden beraat
etmesiyle faili meçhul olarak kapatıldığını; kendilerinin dosyayı 1988 yılında
yeniden açarak, kamuoyuna tanıklık için çağrıda bulunmaları üzerine; İsot
Ailesi’nin ortaya çıkması ile 1992 yılında yaptıkları suç duyurusu sonucu 1995
yılında yeniden başlayan yargılamada, müdahil vekillerinin katliamın
Kontrgerilla eylemi olma iddiasını Mahkemenin ciddiye alarak sanıklara ek
savunma hakkı verip; yine müdahil vekillerinin taleplerine uygun olarak, 12
Eylül öncesi ve sonrasının önemli siyasi cinayet ve katliamlarına ilişkin dava
dosyaları ile, Susurluk kazası sonrası düzenlenen, Meclis ve Başbakanlık Teftiş
Kurulu raporların celbine karar vermekle davanın; “adam öldürme davası”ndan
“Kontrgerilla Davası”na dönüştüğünü; ancak Devlet kurumlarının, mahkemenin
istediği bilgi ve belgeyi göndermemesi ve üstelik de davada müdahil vekili
olarak sunduğu belge nedeniyle kendisi (Av. Cem Alptekin) hakkında MİT’in suç
duyurusuyla başlatılan soruşturma (ve açılan dava) üzerine, yargılamanın önünün
tıkandığı gerekçesi ve, savunmaya yapılan aleni baskıları protesto etmek
amacıyla müdahil avukatların 1997 yılı Aralık ayında duruşmalardan çekilmesi
ile davada, hiçbir ilerleme olmadığını, rutin oturumlarla yıllar geçirilerek,
zaman aşımı süresinin doldurulduğunu, Mahkemenin, 20 Ekim 2008 günü verdiği son
kararla da; sanıklara verdiği ek savunma hakkından, suç vasfının değişme
ihtimalinden, delil olarak toplanan onca siyasi cinayet ve katliam dosyasından
ve Kontrgerilla iddialarından hiç söz etmeksizin, sadece olayın üzerinden 30
yıl geçtiği yani zaman aşımı olduğu gerekçesiyle, davayı düşürdüğünü,
Yargıtay’ın kararı onaması ile de 32 yıllık sürecin arkasında pek çok sorular
bırakarak dosyanın kapatıldığını ve olayın, yargı kararıyla faili meçhuller mezarlığına
gömüldüğünü” belirterek “suçun örgütlü bir suç olduğunu, suçu işleyen örgütün
muhtemelen 16 Mart 1978 tarihinden önce de faal olan ve katliamdan sonra da
varlığını sürdüren bir örgüt olduğunu ve kesintisiz örgütlü suç faaliyeti devam
ettiği sürece mevcut mevzuatımıza göre de zaman aşımının işletilemeyeceğini;
oysa mahkemenin, bidayette bizzat vermiş olduğu ara kararlarıyla davayı, “adam
öldürme” davasından “Kontrgerilla” davasına dönüştüğünü unutarak ve sıradan bir
cinayet davası olarak açılan ancak daha sonra Gladio davasına dönüşen 16 Mart
Davası’nın Yargıtay aşamasından da aynen bu şekilde geçerek kapanmasının, bir
skandal olduğunu” belirtmiştir.
12 Eylül’ün işaret fişeği sayılan 1
Mayıs 1977 ve 16 Mart 1978 Katliamları ile Türkiye’yi 12 Eylül’e taşıyan
olaylar arasındaki fiil ve fail bağlantısı; faili meçhul bırakılan cinayetlerin
işlenmesinde, halkın iradesi ile işbaşına gelen hükümetler üstü bir gücün
varlığını işaret ettiğinden yola çıkarak; bir ucu ABD’ye dayandığı söylenen
kontrgerilla faaliyetinin ve bu faaliyetin üstünü örterek, delil karartma ve
zamanaşımı manevralarıyla yargısal süreçte kendini gösteren bir “devlet
geleneği”nin varlığının saptanması; Devleti esas alan “devletin hukuku” yerine,
yurttaşı esas alan “hukuk devleti”nin önündeki engellerin kaldırılması için 16
Mart 1978 tarihindeki öğrenci katliamı’nın; neden, nasıl, kimler tarafından ve
hangi yöntemlerle yapıldığının; faillerin neden bulunamadığının, devletin
sorumluluktan nasıl sıyrıldığının, yargısal sürecin nasıl ve hangi yöntemlerle
tıkandığının, ülkemizdeki faaliyeti ile hükümetleri devirip, sivil ya da askeri
darbelerle anayasal demokratik düzeni işlemez hale getirdiği; sosyal, kültürel,
etnik, dini, mezhepsel gibi farklılıkları ve yaraları kaşıyarak halkı
birbiriyle çatıştırıp, cinayet ve katliamlarla ülkede kaos yaratıp, istediği
yönetimleri işbaşına geçirdiği söylenen emperyalizmin yasadışı örgütü olduğu
iddia edilen Kontrgerillanın, 16 Mart 1978’deki öğrenci katliamı öncesinde,
katliamın oluşunda, sonrasında olaylardaki bağlantısı ve rolünün araştırılması
ve tespiti demokratik hukuk devletinin asli görevidir. Demokratik hukuk
devletinde, hangi nedenle olursa olsun demokrasiye ve halkın iradesine yönelik
tüm müdahalelere karşı çıkmak, demokrasiyi ve hukuku savunmak herkesin asli
ödevidir. Demokrasiye müdahaleye zemin hazırlayan karanlık olayların
aydınlatılması, devlet içindeki yasa dışı örgütlenme ve yapıların açığa çıkarılması;
TBMM’nin öncelikli ödevidir. Açıklanan nedenlerle Anayasanın ve İçtüzüğün
ilgili hükümleri uyarınca 16 Mart 1978 Öğrenci katliamı hakkında Meclis
Araştırması yapılmasını dileriz.
1)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2)
Aykan Erdemir (Bursa)
3)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
4)
Aylin Nazlıaka (Ankara)
5)
Mahmut Tanal (İstanbul)
6)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
7)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
8)
Mehmet Volkan Canalioğlu (Trabzon)
9)
İhsan Özkes
(İstanbul)
10)
Uğur Bayraktutan (Artvin)
11)
Ali Serindağ (Gaziantep)
12)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
13)
Veli Ağbaba (Malatya)
14)
Ümit Özgümüş (Adana)
15)
Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
16)
Nurettin Demir (Muğla)
17)
İlhan Demiröz (Bursa)
18)
Ali Özgündüz (İstanbul)
19)
Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
20)
Erdal Aksünger (İzmir)
21)
Ali Demirçalı (Adana)
22)
Hasan Akgöl (Hatay)
23)
Doğan Şafak (Niğde)
24)
Haluk Eyidoğan (İstanbul)
25)
Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
26)
Sakine Öz (Manisa)
27)
Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
28)
İdris Yıldız (Ordu)
2.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, küçük esnaf ve
sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/287)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Küçük esnaf, bakkal ve küçük
marketlerin yaşadığı sıkıntıların, bu sıkıntıların giderilmediği takdirde
yaratacağı işsizlik sorununun ve alınması gereken acil tedbirlerin,
araştırılması konusunda, Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ve teklif ederiz.
1)
Reşat Doğru (Tokat)
2)
Oktay Vural (İzmir)
3)
Enver Erdem (Elâzığ)
4)
Ali Halaman (Adana)
5)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
6)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
7)
Sinan Oğan (Iğdır)
8)
Lütfü Türkkan (Kocaeli)
9)
Celal Adan (İstanbul)
10)
Murat Başesgioğlu (İstanbul)
11)
D. Ali Torlak (İstanbul)
12)
Muharrem Varlı (Adana)
13)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
14)
Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
15)
Alim Işık (Kütahya)
16)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
17)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
18)
Mehmet Günal (Antalya)
19)
Bülent Belen (Tekirdağ)
20)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
21)
Mustafa Kalaycı (Konya)
22)
Sümer Oral (Manisa)
Gerekçe:
Serbest Piyasa Ekonomi modellerinde
“Milli Ekonominin ve Sosyo-Ekonomik yapının” istikrarlı işlemesinde şüphesiz ki
en önemli unsurun, “dengeli, tarafları kapsayan aynı zamanda hakkaniyete
dayalı, yasal zemine oturulmuş ve tarafları koruyucu-kollayıcı olmasından
geçtiği inancındayız.
Ülkemizde faaliyet gösteren süpermarket
ve hipermarketlerin açılışını ve çalışmasını düzenleyen bir yasa olmamasından,
il merkezi ve ilçelerde şubeler açıp süratle büyüyorlar. Ancak bu adaletsiz ve
haksız durum kapitalizmin en acı yönünü; haksız rekabeti körüklemektedir.
Açılan bu büyük marketler başta bakkallar olmak üzere, hemen hemen bütün
işkollarındaki esnaf ve sanatkârın işlerini aksatmış, rekabet gücünü kırmıştır.
Çünkü günlük promosyonlar ve geç
saatlere kadar çalışma düzenine esnaflarımız ayak uyduramamıştır. Bu nedenle
esnaf ve sanatkârımız üretim ve hizmet sektöründe yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. Bugün esnaflarımız, ülkemizin her yerinde, ben dükkânımı
kapatmayayım, çalışayım, bizim bakkal yaşasın mücadelesi veriyorlar. Mücadele
güçleri bittiği an da binlerce insan işsizler ordusuna katılacaktır.
Ancak dünyaya şöyle bir göz atalım; AB
ülkelerinde esnaf ve sanatkâr ile küçük girişimciyi koruyan birçok mevzuat
vardır. Küçük esnaf, sanatkâr devlet ve halk tarafından saygı gösterilerek
korunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası “Devlet esnaf ve sanatkârı
koruyucu, destekleyici tedbirleri alır” şeklinde bir hüküm bulunmasına rağmen
şu ana kadar koruyucu ve kollayıcı bir tedbir alınmamıştır.
Ülkemizde birçok süper ve hiper market
yerli olmaktan neredeyse tamamen çıkmış, küresel sermayenin eline geçmiştir.
Uygulamalar böyle devam ettiği sürece her geçen gün daha çok esnafımız kepenk
indirecek, bu durum oligopol piyasalarda görülen, kontrolün birkaç büyük firmanın
elinde bulunduğu bir ortama dönüşecektir. Bu durumda zaten ulaşım ve pazarlama
yönünden sıkıntı çeken, Ülkemizin birçok ilinde daha çok esnaf, işyerini
kapatmak zorunda kalacak, işsizlik ve ekonomik kriz daha çok hissedilecektir.
“Ekonominin Kılcal Damarları” olarak kabul edilen Esnaf ve Sanatkârlarımızın
milli ekonomi içerisindeki durumu, yeni çıkarılacak, herkesi adil şekilde
kapsayan kanunun sağlıklı işleyişi ile mümkün olacaktır.
Esnaf ve Sanatkârlarımız bölgesel ve
genel ekonominin vazgeçilmez temel taşı ve istihdamın ve istikrarın
sigortasıdır. O halde esnaf ve Sanatkârımızın içinde bulunduğu sıkıntıları acil
olarak gidermemiz için Perakende Yasası’nın bir an önce çıkarılması TBMM’nin
zorunlu bir görevi olmuş ve bu görevin de bir an önce yerine getirilmesi
gerekmektedir.
Yasal düzenlemeler yapılırken kent içi
yerel marketler zincirine yasal çerçevede düzenleme getirilmesi gereklidir.
Ulusal market ağlarının en azından bundan sonrası için, kent dışı kurulumları
konusunda uygulanabilir bir yasal düzenlemenin yapılması gerekmektedir.
Kepenklerini kapatma durumuna gelen bu insanların acil sorunlarının giderilmesi
ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi için araştırma önergemiz
hazırlanmıştır.
3.-
Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 20 milletvekilinin, kaçak sigaranın yurda
girişi ve pazarlanması ile ekonomiye verdiği zararların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/288)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kaçak sigaranın insan sağlığı, çevre ve
ekonomiye verdiği zararlar bilinmektedir. Ülkemize kaçak yollarla sokulan kaçak
sigaranın yurda girişinin engellenmesi, pazarlanmasına engel olunması ve
ekonomiye verdiği zararların en aza indirilmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve
TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılmasını
saygılarımla arz ederim.
1)
Vahit Kiler (Bitlis)
2)
Şuay Alpay (Elâzığ)
3)
Muhammed Murtaza Yetiş (Adıyaman)
4)
İlhan Yerlikaya (Konya)
5
)Ekrem Çelebi (Ağrı)
6)
Yunus Kılıç (Kars)
7)
Ali Boğa (Muğla)
8)
Seyit Sertçelik (Ankara)
9)
Tülay Selamoğlu (Ankara)
10)
Abdurrahim Akdağ (Mardin)
11)
Oya Eronat (Diyarbakır)
12)
Durdu Mehmet Kastal (Osmaniye)
13)
Şamil Tayyar (Gaziantep)
14)
Bünyamin Özbek (Bayburt)
15)
Recep Özel (Isparta)
16)
Mehmet Yüksel (Denizli)
17)
Mehmet Kerim Yıldız (Ağrı)
18)
Mehmet Erdem (Aydın)
19)
Muhyettin Aksak (Erzurum)
20)
Yusuf Başer (Yozgat)
21)
Mehmet Emin Dindar (Şırnak)
Gerekçe:
Ülkemizde bir çok kaçakçılık türüne
rastlanmaktadır. Uyuşturucu, akaryakıt, sigara, alkol vb. yapılan kaçakçılık
türlerinden sağlık, çevre ve ekonomik alanlarda öne çıkan ve büyük ekonomik
getirisi olan kaçakçılık türü sigara kaçakçılığıdır. Kaçak sigaralar ülke
dışında resmi olarak faaliyet göstermeyen işletmeler tarafından üretilmekte ve
ülkemize yasal olmayan yollarla sokulmaktadır. Sigaranın sağlığa zararları
bilinmektedir. İngiltere’de yapılan araştırmaya göre yakalanan kaçak
sigaralarda kadmiyum beş kez, arsenik altı kez yüksek bulunmuş; katran oranın %
160, nikotin oranının % 80, karbon monoksit oranının % 133 daha fazla olduğu
saptanmıştır.
Sigara kullanmayan kişilerin kullanan
kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz etkilenmeleri sağlık sorunlarının
ortaya çıkmasında büyük bir nedendir. Sigaranın çevreye de büyük oranda zararı
vardır. Dünyadaki yangınların % 70’inin sigara sebebiyle çıktığı ve binlerce
hektar ormanın yok olmasına neden olduğu araştırmalar neticesinde tespit
edilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü, 2010’da
Türkiye’ye kaçak sigara getirme faaliyetlerinin daha da arttığını tespit
etmiştir. 2010 yılı resmi verilerine göre Şanlıurfa’da 1 milyon 200 bin paket,
Hatay’da 1 milyon 635 bin 500 paket, İstanbul’da 1 milyon 853 bin 500 paket,
Düzce ve Zonguldak’ta 862 bin paket sigara yakalanmıştır. Türkiye’de sigara
kaçaklığının boyutları son yıllarda giderek daha organize ve daha büyük çaplara
ulaşmıştır. Öyle ki, PKK gibi terör örgütleri ile uluslararası uyuşturucu
kartelleri sigara kaçakçılığından elde edilen büyük paraları keşfettikten sonra
neredeyse sektör değiştirmiş ve bu alana yönelmiştir. Öyle ki; bir konteynır
kaçak sigaranın yaklaşık olarak 90 bin dolarlık bir üretim ve taşıma maliyeti
vardır. Bu maliyet sınıra gelişe kadar. Fakat Türkiye’ye sokulup piyasaya
dağıtıldığı zaman 1 milyon 600 bin dolar etmektedir. Başka bir ifadeyle her
konteynır da 1 milyon dolar haksız kazanç sağlanmaktadır. 2010 yılı resmi
kayıtlarına göre güvenlik güçleri 20.532 operasyon gerçekleştirmiş olup bu
operasyonlarda 28.642 kişi gözaltına alınmıştır. Yakalanan sigara paketi ise
76.585.011’dir.
Türkiye’ye her yıl 25 bin ton kaçak
sigara girmektedir. Yani her altı sigaradan biri kaçaktır. Resmi kurumlara göre
ekonomi yılda 1 milyar dolar, Tütün Eksperlerine göre ise 2 milyar dolar zarara
uğramaktadır. Aslında bu rakamların daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.
Sadece bir kalemde bu meblağda bir kaybın olması ekonomi için büyük bir kayıp
oluşturmaktadır.
Sağlık, çevre ve ekonomiye verdiği
büyük zarar düşünüldüğünde kaçak sigaranın ülkemize girişi ve satılması
konusunda gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir.
BAŞKAN – Önergeler gündemdeki yerlerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun, İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VI.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
BDP Grubunun, 17/2/2012 tarihinde Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve
arkadaşlarının Bingöl Karlıova ilçesi Hacılar köyünde bulunan termal su
kaynağının incelenmesi, halkın ve kamu yararının araştırılması amacıyla vermiş
olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde
yapılmasına ilişkin önerisi
23.05.2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 23.05.2012 Çarşamba günü
(Bugün) Toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu
maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Hasip
Kaplan
Şırnak
Grup
Başkanvekili
Öneri:
17 Şubat 2012 tarihinde, Bingöl
Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından verilen (606 sıra nolu),
“Bingöl Karlıova İlçesi Hacılar Köyünde bulunan termal su kaynağının
incelenmesi, halkın ve kamu yararının” sebebinin araştırılması amacıyla, Türkiye
Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel
Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
23.05.2012 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı
tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi
Grup Önerisi lehinde söz isteyen İdris Baluken, Bingöl Milletvekili. (BDP
sıralarından alkışlar)
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Grubumuzun Karlıova ilçesi Hacılar
köyündeki termal suyla ilgili vermiş olduğu araştırma önergesi lehine söz almış
bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarımız, bu
kış boyunca burada Bingöl’le ilgili sorunları defalarca çeşitli şekillerde
-Genel Kurul konuşmalarıyla, araştırma önergeleriyle, farklı platformlarda
komisyon çalışmalarıyla- gündeme getirmeye çalıştık. Ancak, maalesef,
Türkiye’de en fazla yetkiyi almış olduğunuz ilin sorunlarına karşı mevcut
Hükûmetin ve AKP’nin çok ciddi bir duyarsızlık içerisinde olduğunu tekrar buradan
belirtmek istiyorum.
Getirmiş olduğumuz bütün önerilere,
bütün önergelere karşı şartlanmış bir ön yargı içerisinde ret oyu kullanarak ve
bütün taleplerimizi ve önerilerimizi reddeden bir yaklaşım, maalesef,
Bingöl’deki sorunların hâlâ can yakıcı şekilde devam etmesine ve bugüne kadar
giderek bir kartopu gibi büyümesine sebep oldu.
Bunlardan birisi de Hacılar köyündeki
termal suyla ilgili ihale aşaması ve ihale sonrasında kamuoyunda yaşanan infial
durumudur. Bingöl’ün diğer sorunlarıyla ilgili “uluslararası anlaşmalar”
bölümünde de söz alıp Genel Kurula ve Türkiye kamuoyuna bilgilendirme amaçlı
bir konuşma yapacağım. Ancak, özellikle bu Hacılar’daki termal suyla ilgili
duyarlılığınızı Bingöl halkı adına sizlerden rica ediyoruz.
Bakın, bu termal su bulunduğu zaman,
termal su özelliklerine göre birinci derece kalite olarak belirtilmiş; 500
metre derinlikte, 70 santigrat derece sıcaklığında ve dakikada 30-35 litre gibi
akışkanlığı olan bir özelliği var.
Bu termal suyla ilgili ihale süreci,
ihalenin devredilmesi, ihale sürecinden sonra kamuoyunda oluşan tepkilerin tümü
tamamen bir gizlilik içerisinde yürütülmüş ve deyim yerindeyse “Ben yaptım oldu
bitti.”ye getirilme gibi bir çalışma içerisine girilmiştir. Özellikle bizim
buraya getirdiğimiz önergelerde sizler son derece ön yargılı yaklaşıp “ret” oyu
kullandığınız için, ben durumun vahametini size AKP’li milletvekillerinin seçim
beyanlarından ve şu anki beyanlarından izah edeceğim.
Bakın, bu termal kaynak suyla ilgili
ihale süreci şöyle gelişiyor: Bingöl kamuoyundan, Bingöl basınından tamamen
saklanarak, MTA’nın resmî web sitesinde yayınlanan bir ihale ilanıyla ihaleye
çıkarılıyor. İhaleye giren tek bir firma oluyor ve bu firma da milyarlarca
dolarlık getirisi olan bir termal kaynak suyu 470 bin dolar gibi çok komik bir
rakama alıyor. Bununla ilgili daha önce Bingöl milletvekillerinin seçim
bildirgelerinde kullanmış olduğu birtakım şeyleri burada sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Bingöl Milletvekili -AK PARTİ adayı-
Eşref Taş’ın seçim bildirgesinde belirttiği cümleler şunlardır: “Karlıova
bölgemizde, Bingöl’e yaklaşık 45 kilometre uzaklıkta MTA tarafından bulunan
termal su saniyede 33 litre akmaktadır.” Termal suyun özelliklerini sayan
Milletvekili Arkadaşımız, özellikle ısıtma sistemlerinde kullanılıp konut ve iş
yerlerimizin ısınma ihtiyacının önemli ölçüde karşılanmasını gündeme getiriyor,
burada yapılacak büyük bir turistik termal kompleksin bölgeyi ve ilimizi cazibe
merkezi hâline getireceğini belirtiyor, aynı zamanda da bu termal suyun
seracılıkta kullanılarak bölgede tarımla ilgili ciddi bir hamlesel çıkışın
yapılacağını söylüyor. Eşref Taş’ın seçim bildirgesinde termal suyla ilgili
kullanmış olduğu cümleyi aynen okuyorum: “Bu yatırımı gerçekleştirmemiz hâlinde
ilimize milyar dolarlık bir ihracat getirisi sağlanacaktır.” Yani milyar
dolarlık ihracat getirisi sağlanacak bir proje, 470 bin dolara, bir tek
firmanın girdiği bir ihaleyle Bingöl kamuoyundan ve Türkiye kamuoyundan
saklanarak -deyim yerindeyse- peşkeş çekiliyor. Burada şu hususu özellikle
belirtmek gerekiyor ki ihale süreci 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkında Yasa’ya da tamamen aykırılık teşkil ediyor. Özellikle 13’üncü maddenin
(b) bendinde özelleştirmeyle ilgili, süreçlerin tekelleşmesiyle ilgili
yürütülen faaliyetlerinden dolayı iptaliyle ilgili düzenlemeler var.
Bakın, bu ihaleyi alan firma, Öz
Yapıcılar firması, şu anda Bingöl’de mevcut bulunan tüm termal suların işletme
hakkını elinde bulunduran firmadır. Ilıcalar bölgesinde ve Hamamlar bölgesinde
bulunan termal suyun işletme yetkisi Öz Yapıcılar şirketine aittir. Burada Öz
Yapıcılar şirketinin Ilıcalar bölgesinde daha iyi rant sağlaması amacı ile İl
Özel İdaresi tarafından işletilen ve bölge halkının daha düşük fiyatlarla
yararlandığı bir termal tesis de -deyim yerindeyse- atıl hâle getirilip bir
harabeye çevriliyor. İl Özel İdaresi tesisi harabeye çevrildikten sonra Öz
Yapıcılar şirketi mevcut termal sudan yararlanma fiyatlarına yüzde 50 zam
yapıyor yani Ilıcalar bölgesinde termal suyu elinde bulunduran firma orada, o
bölgede, o yörede, o köyde yaşayan insanlarımızın da şifa amacıyla termal sudan
yararlanamayacağı şekilde bir rant sağlama girişimini devreye sokuyor. İşte,
Ilıcalar’da böylesi bir rant arayışında olan firma, Hacılar’da da Bingöl için
milyar dolarlık getirisi olacağı söylenen bir ihaleyi gizli saklı -deyim
yerindeyse- kendisine peşkeş çektirilecek şekilde alıyor.
Bakın, burada özellikle 22’nci Dönem
AKP Milletvekili -yani bir iki dönem önce sizin sıralarınızda oturan-
Abdurrahman Anık’ın Bingöl basınına vermiş olduğu beyanatı okuyorum: “Yapılan
ihalenin şeffaflık ilkesinden uzak olduğu görülmektedir. Burada bütün Bingöl
halkının hakkı vardır. İhale edilecekse, termal otel mi yapılacak, başka bir
amaçla mı kullanılacak, bunu gizli yapmak yerine kamuoyu bilgisi dâhilinde
şeffaf bir şekilde yapılması lazımdı. El altından birtakım işler yapılıyorsa
kesinlikle ilgililerin müdahale edip iptal cihetine gitmesi gerekiyor. Burada
şeffaflık noktası tartışılmalıdır.” Bu cümleleri kullanan iki dönem önceki AKP
Milletvekili arkadaşımız. “Yetkililerin bir an önce bu işi iptal etmesinde
fayda var. Açık ilan yapılmalıydı. Ortada bir haksızlık var. Bu haksızlığı
önlemek de yöneticilerin görevidir.” diyor.
Bakın, yine, şu anda Bingöl Belediye
Başkanı olan AKP’li Serdar Atalay’ın Bingöl basınındaki ihale süreci ve termal
suyun değerlendirilmesiyle ilgili beyanatlarını okuyorum. Hacılar suyunun
bulunmasıyla ilgili süreci anlatıyor şu anki Belediye Başkanımız ve şöyle
söylüyor: “ Hepimiz, Özel İdare vasıtasıyla belediyenin de ortak olabileceği
bir proje ile seracılıkta, termal turizmde kullanılmak üzere getirilmesini
planlıyorduk. Maalesef kaynak devrine ilişkin ihaleden ihale bittikten sonra
haberdar olduk. Çok üzüldüm. Bingöl’ün birçok ihtiyacında kullanılabilirdi. Bu
kaynağın özel sektöre satılmış olmasını yanlış bir tercih olarak
değerlendiriyorum. İhale sonrası bu görüşümü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Sayın Taner Yıldız Bey’e de ilettim. Bu suyun şehir için çok ciddi faydalar
sağlayacağını belirttim. İhale edildikten sonra yapabileceğimiz bir şey
kalmadı. İhale süreciyle ilgili herhangi bir bildirim yapılmadı. Hükümetimizin
de şeffaflık ilkesine aykırı olduğunu da Sayın Bakana bildirdim. İlana çıkmış
olsa bile yerel aktörlerin haberdar edilmesi lazım. Belediyemiz ve İl Özel
İdaresi birlikte daha yüksek bir meblağ verebilirdi. Bu, Kalkınma Ajansına ya
da AB Projesi kapsamında projeye dönüştürülüp finanse edilebilirdi. Bingöl’ün
genel menfaatlerine uygun bir ihale olmamıştır.”
Bakın, burada özellikle AKP’li
Milletvekili ve Belediye Başkanının ağzından söylememizin sebebi şudur: Biz
buraya muhalif parti kimliğimizle bir öneri getirdiğimizde sizler muhakeme
gücünüzü kaybediyorsunuz, haklı ile haksızı ayırt etme yeteneğinizi
kaybediyorsunuz, refleks olarak, bizim sunduğumuz öneriye karşı ret şeklinde
parmak kaldırıp parmak indiriyorsunuz. İşte, burada, tartışmalı, peşkeş çekilen
bir ihale süreci var, bir kente milyar dolarlık getirisi olabileceği söylenen
bir yatırım alanı var ancak bütün bu yatırım alanı bir iş adamının tekeline
sokulacak şekilde işletilmiş ve AKP’nin yereldeki temsilcileri ve yöneticileri
de bu işten rahatsızlar.
Bu resimden sonra Bingöl halkının
sizden beklentisi şudur: Burada bizler dile getirdiğimiz için bu araştırma
önergesine “ret” oyu vermemeniz hem Bingöl kamuoyunun hem de bizim
beklentimizdir. Bu ihale sürecinden başlayarak Bingöl’ün yaşamış olduğu
sorunlarla ilgili bir araştırma komisyonunun kurulması ve çözüme yönelik önemli
projelerin derhâl hayata geçirilmesiyle ilgili beklentiyi buradan ifade etmek
istiyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen Afif
Demirkıran, Siirt Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN (Siirt) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tabii, Barış ve Demokrasi Partisinin getirmiş olduğu
bu grup önerisinin doğrusu Meclisin zamanını işgal etmesi gerekir mi, onu da
tartışmak belki gerekir. Saygıyla karşılıyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yapmayın, bari
bunu yapmayın!
ALİM IŞIK (Kütahya) – Yapma, yapma,
yapma! Böyle şeyler söylemeyin bari!
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – Alim Hoca,
bir saniye…
İdris Bey kendi iliyle ilgili bir
konuyu burada gündeme getirmekle tabii kendi görevini yapmıştır ama bence
olayın bu şekilde basite indirgenmemesi lazım, olayın resmi çok daha büyüktür.
Türkiye’nin jeotermal potansiyeli nedir? Türkiye’nin enerji gereksinimi nedir?
Türkiye’deki jeotermal potansiyelin ne kadarı, nerede değerlendirilmiş? Gerekli
aramalar yapılıyor mu? Bunlar yerli yerinde kullanılabiliyor mu? Bu bir hükûmet
politikası mı yoksa bir devlet politikası mıdır? Geçmişten geleceğe, gelecek
nesillere bunu taşıdığımız zaman nasıl bir resimle karşılaşıyoruz? Bunu burada
konuşmamız, müzakere etmemiz gerekiyor. O açıdan ben söyledim, yoksa İdris
Bey’in buraya getirmiş olduğu önergeyi küçümsediğimden değildir.
Değerli arkadaşlar, tabii ki Bingöl
Karlıova Hacılar köyünde Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi yüz yetmişin
üzerinde jeotermal sahası var. Çoğu gerçi batıda bulunuyor ama yer yer
Güneydoğu Anadolu’da, Doğu Anadolu’da da jeotermal sahalar var ve jeotermal
kaynaklarımız üç, hatta dört esas sektörde kullanılmaktadır; bir tanesi enerji
ki dünyanın üzerinde en fazla durduğu elektrik enerjisi üretiminde kullanılan
jeotermal kaynaklar. Burada yüksek sıcaklık gerekiyor, 120 derecenin üzerindeki
bir sıcaklık gerekiyor ve buna baktığımız zaman, Türkiye’de şu anda elektrik
üretimi yapılan jeotermal potansiyeli 114 megavattır. Bu, önümüzdeki birkaç yıl
içinde alınmış olan lisanslar, yapılan yatırımlarla beraber 650 megavata kadar
çıkabilecektir ve nihai hedefimiz de 1.500 megavata kadar bu elektrik
enerjisinde kullanılan jeotermal potansiyeli kullanmaktır. Aramalar devam
ediyor, sıcaklığı yüksek olan yeni sahalar bulunur, o şekilde de inşallah daha
fazla potansiyel bulunur ve elektriğe yerli kaynak olarak daha fazla hizmet
eder çünkü -gerçekten, bu kürsüden de defalarca söyledik- maalesef, Türkiye’nin
enerji ithalatının yüzde 72’si ithal kaynaklarla karşılanıyor. 109-110 milyon
ton petrol eş değeri tüketimimiz var yılda, bunun ancak yüzde 28’ini yerli
kaynaklardan kullanıyoruz; doğal gaz çok az, petrol çok az ve hidrolik, kömür,
rüzgâr, jeotermal ve inşallah önümüzdeki dönemde güneş enerjisini de ciddi
şekilde kullanmaya başlayacağız. Yani şunu söylemek istiyorum: Hükûmetimiz,
uyguladığı politikayla yerleştirme oranını artırmaktadır çünkü aksi takdirde,
biz devamlı, her sene çok büyük bir fatura ödüyoruz yurt dışına. Geçen sene,
2011 yılı enerji faturamız maalesef 54 milyar dolar olmuştur, enerji ithalatına
verdiğimiz bedel 54 milyar dolar olmuştur. Onun için, biz yerli kaynaklarımızı
geliştirmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla, enerji kaynaklarımızı, elektrik
kaynaklarımızı değerlendirdiğimiz zaman da -her türlü enerji kaynağımızı-
petrol olsun, doğal gaz olsun, jeotermal olsun, kömür olsun, rüzgâr olsun,
hidroelektrik olsun ve güneş olsun, devletin mevcut bütçesiyle bunu yapabilme
imkânı yok. Peki, ne yapmamız lazım? Özel sektöre açmamız lazım, yerli-yabancı
fark etmez. Yabancı bir şirket de Türkiye’ye geldiğinde, Türk kanunlarına göre
kurulduğunda artık o bir yerli firma statüsündedir, eşit muameleye tabidir.
Dolayısıyla, MTA da yıllarca yapmış olduğu sondajlar ile tespit etmiş olduğu
sahaları zaman içinde ihaleyle özel sektöre devretmiştir. Bugüne kadar seksen
üç saha devredilmiştir, bunlardan bir tanesi de Bingöl Karlıova’daki -biraz
önce İdris Bey’in bahsetmiş olduğu- sahadır. İdris Bey konuşması içinde şöyle
bir şey kullandı, dedi ki… Birinci dönem AK PARTİ Hükûmetinde burada
milletvekili olan bir AK PARTİ milletvekilinin ihaleyle ilgili bazı
tereddütlerini, şüphelerini ve istifhamlarını ifade etti.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Belediye
Başkanı da aynı şeyi söylüyor, şu anda Belediye Başkanı.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – Belediye
Başkanı da söylemiştir.
Bir başka noktaya geleceğim buradan.
Demek ki 2007 öncesinden itibaren bu saha ihale edilmek istenmiştir. Peki, son
ihale tarihi ne zamandır? 2011 sekizinci ay.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Alakası yok.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – Bu kadar
zaman içinde defaatle bu saha ihale edilmiştir ve herkesin de haberi vardır,
hiç kapalı kapılar ardında olmamıştır…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Bu su 2010
tarihinde bulunmuştur Sayın Vekilim, yanlış bilgilendirme yapıyorsunuz.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) –
…şeffaflıktan uzak değildir, tamamen şeffaf bir ortamda, herkesin bilgisi
dâhilinde olmuştur ve 470 bin…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – 2007’de su
bulunmuş değildir, bilmeden konuşuyorsunuz.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – Ama
diyorsunuz ki: “Abdurrahman Bey bahsetmişti.” Abdurrahman Bey 2007’den önce
milletvekiliydi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Abdurrahman
Bey ihale süreciyle ilgili konuşuyordu. Suyun bulunma tarihi 2010’dur. Biraz
hazırlık yapıp konuşun.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) –
Dolayısıyla, 470 bin dolar ile bu saha devredilmiştir. Önemli olan bence,
Bingöl halkının burada bu firmaya destek verip bir an önce -çünkü burası sadece
konaklama için, daha doğrusu kaplıca olarak sıhhi amaçlı kullanılabilmektedir
ısısı itibarıyla- bu firmanın orada ilgili tesisleri kurmasını sağlamaktır ve
milletvekili arkadaşlarımızın da Belediye Başkanımızın da söylediği gelir, işte
o zaman elde edilebilecektir. O saha yer altında kaldığı müddetçe, o su yer
altında kaldığı müddetçe hiç kimseye faydası yok.
Bakın, bordan bahsediyoruz zaman zaman,
trilyonlarca dolarlık bir bor rezervimiz var dünyaya dört yüz yıl yetecek
kadar, dünya rezervinin yüzde 70’den fazlası Türkiye’dedir. Peki, bunu hemen,
bir sene, üç sene, beş sene içinde ekonomiye kazandırabilme imkânı var mıdır?
Hayır. O zaman, onun toplam geliri bugün sanki hemen ekonomiye
kazandırılabiliyormuş gibi bir tez ortaya koyarsak bu kendimizi de halkımızı da
yanıltmak anlamına gelir. O açıdan, Bingöllü kardeşlerimin –benim kanaatimi
söylüyorum- keşke… Bizim ilimizde de var böyle bir jeotermal sahası. Hatta ben
MTA Genel Müdürlüğüne şunu söyledim: Lütfen, hiçbir bedel almadan bunu bir an
önce birilerine verin ama tesis yapma taahhüdünü alarak. “Arkadaş, şu kadar
zaman içinde sen bu tesisi yapmazsan ben bu sahayı senden geri alırım.”
Dolayısıyla, burada önemli olan tesisi kurmaktır, yatırımı yapmaktır, onun
önünü açmamız gerekiyor.
Şimdi, tabii, bir iki dakika zamanım
var.
Değerli arkadaşlar, jeotermal
potansiyelinden bahsederken enerjiyle ilgili olan kısmını söyledim. Serayla
ilgili olan kısım... Şu anda ikinci kullanım alanı seracılıktı. Şu anda 2.800
dönüm sera Türkiye’de jeotermal suyla faaliyetini sürdürmektedir ve hedef 20
bin dönüme çıkmaktır. Önemli bir hedeftir, güzel bir hedeftir ve bu hedefi
yakalamak için tabii ki bu eldeki, MTA’nın elindeki sahalar veyahut da özel
sektörün kendi tespit ettiği, temin ettiği, bulduğu sahalar veyahut da MTA’nın
yeni sondajlarla bulmaya çalıştığı sahalar özel sektöre devredilecek ki
seracılık yapılsın. Herhâlde, devletten seracılık yapmasını beklememiz mümkün
değil, bekleyemeyiz. Biraz önce MTA Genel Müdürüyle konuştuğumuzda… Hâlen
Bingöl’de MTA jeotermal sondajlar yapmaktadır. Bizim bunu desteklememiz lazım,
bizim teşekkür etmemiz lazım “Buyurun gelin daha fazla arama yapın.” diye.
“Petrol araması yapın, doğal gaz araması yapın, kömür araması yapın, maden
araması yapın, jeotermal saha araması yapın.” ve Türkiye’de 100 metrekarelik 1
milyon adet konuta yetecek kadar bir jeotermal potansiyelimiz var. Bunlar
önemli potansiyeller. Avrupa’da, tahmin edersem, 1’inci sıradayız.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Potansiyeli
değerlendirin Sayın Vekilim, değerlendirin.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – İşte,
potansiyeli değerlendirmek için özel sektörün önünü açmamız lazım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Öyle tespit
yapmakla olmaz; icraat yapın, icraat.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) – Eğer bu
şekil önergelerle biz ikide bir insanları iş yapmaktan, yatırım yapmaktan
caydırmaya çalışırsak, maalesef, potansiyeli değerlendiremeyiz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yolsuzluktan
caydırıyoruz Sayın Vekilim, yolsuzluk yapmaktan caydırıyoruz. Milletin malını
çalmaktan alıkoymaya çalışıyoruz.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) –
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu önergenin büyük resmin içinde belki bir
damla mertebesinde olduğunu… Ve fakat Bingöl söz konusu olduğunda Bingöl’deki
bütün siyasetçilerin projenin önünü açıp bir an önce tesisin kurulması için gayret
göstermeleri gerektiğine inanıyorum, bunu buradan ifade ediyorum ve önergenin
aleyhinde olduğumu ifadeyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneri lehinde söz isteyen Aytuğ Atıcı,
Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; BDP grup önerisinin lehine söz almış bulunmaktayım.
Emekten ve alın terinden yana olan tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün KESK
yurt genelinde görevini yapıyor ve üretimden gelen gücünü kullanarak grev
yapıyor, hepinizin haberi vardır. Emekçiye bu komik zammı reva görenlerin
utanma duyguları kalıp kalmadığını sorgulamaya davet ediyorum ve alanlardaki
emek mücadelesi veren tüm emekçileri milletin bu kürsüsünden sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Bingöl ili
doğunun her türlü zor koşullarını yaşayan, bir yanda terör belası ile
boğuşurken diğer yanda depremle cebelleşen, bir yanda ekonomik zorluklarla mücadele
ederken diğer yanda itilmişlikle ve kimlik sorunlarıyla uğraşan, sürekli göç
veren, ancak tüm bunlara rağmen, onurlu insanlarıyla dimdik ayakta duran son
derece özel bir kenttir. Ben de bu kentin gönüllü milletvekili olmaktan gurur
duyuyorum, iftihar ediyorum ve her fırsatta Bingöl’ü ziyaret ederek onların
sorunlarını yakından izliyorum. Geçen hafta üç gün boyunca Bingöl’deydim,
Bingöl’ün her tarafını gezdim ve sorunlar hakkında da bilgi aldım. Ama bugün
Bingöl’ün sorunlarını burada konuşurken, BDP’nin Bingöl Milletvekili konuşuyor,
CHP’nin gönüllü milletvekili konuşuyor ama Bingöl hakkında konuşacak bir
milletvekili yok.
EŞREF TAŞ (Bingöl) – Buradayım.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Bir
milletvekili çıkıp konuşmuyor. Dönüp bakıyoruz…
AFİF DEMİRKIRAN (Siirt) – Hepimiz her
yerin milletvekiliyiz, Türkiye milletvekiliyiz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Tabii hepimiz
Türkiye milletvekiliyiz efendim, ama Bingöl özel bir kenttir. Bingöl halkı,
kendi seçtiği milletvekillerinin, kendi seçtiği bakanın bu kürsüden sorunlarını
dile getirmesini istiyor. Hangi bir gün çıkıp konuşuyorsunuz? Bingöl’ü
konuşuyoruz, nerede bakan? Bingöl, çıktı bir bakan gönderdi buraya, nerede
bakan, Bingöl’ün sorunlarını konuşurken nereye gitti? Yok. Ama, birazdan size
onun söylemlerini aktaracağım. Şimdi bakın…
EŞREF TAŞ (Bingöl) – Ben buradayım.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Nerede
olduğunuzu ben şimdi size söyleyeceğim, hemen söylüyorum çok merak ettiysen.
Bakın, Bingöl’ün sosyopolitik yapısına
baktığımız zaman muhafazakâr bir yapı görürüz. Bingöl halkı size güvendi,
AKP’ye güvendi ve büyük bir çoğunlukla bu partiyi destekledi. 2007 yılında
Meclise 3 milletvekili gönderdi, 3 milletvekilinin 3’ünü de AKP’den gönderdi
ancak bir de baktı ki, sürekli hayal kırıklığına uğruyor. Bir Allah kulu çıkıp
da burada Bingöl’ün sorunlarını dile getirmiyor hiçbir şekilde. Bakana baktı,
bakan da aynı keza, hiçbir şekilde gündeme getirmediği gibi, yolsuzluklar aldı
başını gitti diyor ve 2011 seçimlerinde, “Acaba sesimizi muhalefet duyurur mu?”
diye 1 milletvekilini BDP’den seçerek buraya gönderiyor. Yani sizi
cezalandırıyor. Haksız mı? Haklı, çünkü siz Bingöl’e sahip çıkmadınız,
çıkmayacaksınız. Bir daha ki seçime biz de Bingöl’den milletvekili çıkararak
Bingöl’ün sesini, doğunun, güneydoğunun sesini burada yankılandıracağız, bundan
da haberiniz olsun.
Şimdi, BDP grup önerisi gündeme geldi,
ben, bundan daha önce bir soru önergesiyle aynı konuyu gündeme getirmiştim. Bir
soru önergesi verdim, dedim ki; “Bingöl ili Karlıova ilçesi Hacılar köyünde
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünce bir sondaj çalışması yapıldı ve
ekonomik değeri yüksek…” Bakın -oradaki halkı bilen milletvekilleri bilir-
fakruzaruret içerisindeki millet, ekonomik değeri yüksek bir jeotermal su
bulunduğundan dolayı çok mutlu oldu ve Bingöl Milletvekili aynı zamanda
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, bu doğal kaynağın Bingöl’ün öz malı olduğunu
söyledi -çıksın konuşmalarını kontrol etsin- dedi ki: “Bölge halkına yararlı
olacaktır, refaha katkı yapacaktır, işsizliği azaltacaktır.” ve dedi ki:
“Velhasıl Bingöl’ün makûs talihi değişmeye başlamıştır.” Bakan ya, koskoca
Bakan… Halk güvendi buna ve hayaller kurmaya başladı. Ben oraya gittiğimde dedi
ki: “Burada bir su çıktı, biz bu suyla neler yapmayız ki? Evlerimizi ısıtırız
-oradaki ahırlar evler kadar önemlidir çünkü insanların yaşam kaynağı
hayvancılıktır, tabii sizden geriye bir şey kalırsa- ahırlarımızı ısıtacağız,
seracılıkta kullanacağız, hatta ve de hatta Batı’ya özendik buralara turistik
tesis yapacağız.” Ne oldu? Bir sabah uyandılar baktılar ki, bu sıcak su kaynağı
tamamen satılmış, ihaleyle birilerine devredilmiş. Şaka gibi ya, şaka gibi…
EŞREF TAŞ (Bingöl) – Gidip girseydin,
gidip girseydin.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Ben senin gibi
tüccar değilim. Ben bir milletvekiliyim ve tüccarlarla iş birliği yapmam, bunu
da hiçbir zaman unutma. Bütün hayallerini suya düşürdünüz Bingöl halkının.
Benim derdim, ihaleyi kimin aldığı değil, benim derdim bu ihalede yapılan
yolsuzluklar. Benim derdim, bu ihaleyle sizin, Bingöl halkını hayal kırıklığına
uğratmanız.
Bakın, ben iki bakana bu konuyu, bu
soruyu tevdi ettim. Bir tanesi, Enerji Bakanımız Taner Yıldız. Soru önergesi
verdim. Bakın, ne komik şeylerle cevaplandırmış beni. Demişim ki: Jeotermal su
kaynakları devlet eliyle halkın yararına kullanılabilecekken… Bakın, devlet
eliyle… Ben burada ihaleden bahsetmiyorum, buradan oturduğunuz yerden “Sen de
girseydin.” deyip ticari kafanızı bana burada sergilemeyin. Biz bu kaynakların
devlet eliyle, halkın yararına kullanılabileceğini söylüyoruz. “Hangi
gerekçelerle bu kullanım hakkını devrettiniz?” diyoruz. “Bu gerekçe, bu
gerekçeniz, halkın ortak yararından üstün müdür?” diyoruz. Komedi gibi bir
cevap: “Efendim MTA tarafından bulunmuştur. MTA söz konusu jeotermal kaynakları
falanca yasaya göre almıştır. Arzu edilirse buradan ısınma, sera hizmetlerinden
yararlanılacaktır.” Böyle bir komiklik olur mu? Böyle içi boş bir cevap olur
mu? Siz burayı halkın yararına sunacaksınız ama işletmeci eliyle. İşletmeci
buradan kâr etmeyecek mi? Edecek. Sen ne güne duruyorsun devlet olarak? Niye
sen bunu halkın yararına kullanmıyorsun da kalkmışsın peşkeş çekmişsin?
Buradaki suyun kullanım parasını kim verecek? Gene bu halktan alacaksınız.
Sormuşuz: “İhaleye hangi şirketler
katıldı, ihale bedeli nedir?” El cevap: Ben de zannettim ki bir sürü şirket
katılmış, bir tane şirket katılmış. İsmi de İnternette olduğu için söylüyorum,
Öz Yapıcılar İnşaat Ticaret Sanayi Şirketi. KDV hariç 470 bin dolara… Fazla
gibi geldi değil mi size? Birazdan size anlatacağım, bu rakamı unutmayın,
Bingöl halkı siz de unutmayın, 470 milyon… Affedersiniz, yanlış söyledim, 470
bin dolar. Komik bir rakam. 470 bin dolara ihale etmişler, hem de yüzde 20’si
peşin, geri kalanı dört yıl taksitle, dört ay değil, dört yıl taksitle
devretmişler değerli arkadaşlar.
Sonra demişim ki başka hangi şirketler
katıldı? “Vallahi başka kimse katılmadı.” Bunları birazdan yolsuzlukla ilgili
konularda gündeme getireceğim zaten.
Demişiz ki peki, hadi 470 bin liraya
verdiniz, yine kanun gereği, masraflar düştükten sonra sizin Bingöl İl Özel
İdaresine para vermeniz lazım, kalan paranın yarısını Bingöl İl Özel İdaresine
devretmeniz lazım. Ne kadar devrettiniz?
Bakın, Bingöl İl Özel İdaresi, doğrudan
doğruya Bingöl halkına hizmet edecek bir yapıdır. Kalktılar bize dediler ki:
“Efendim, el elde, baş başta.” Nasıl el elde, baş başta? “Vallahi masraflar 470
bin, biz de bunu 470 bine verdik, bir kuruş bile parayı Bingöl halkının
yararına sağlamadık.” İmza: Taner Yıldız.
Biz buna tabii çok sinirlendik ve
burada bir tartışma sırasında Bingöl’ün Bakanı Cevdet Yılmaz’a da sorular
sorduk. Dedik ki yahu kardeşim siz bu suyu nasıl peşkeş çektiniz, siz hiç
utanmadınız mı bunu yaparken? Bize verdiği cevap şu: “Efendim, siz bunu soru
önergesi yapacakmışsınız.” Ee… “Siz verin bir sürü soru önergesi, biz de sizi
işte soru önergesi şampiyonu ilan edelim.” gibisine işte tutanaklarda bunlar
var, diyor. Çıkıyor, burada Bingöl adına konuşan AKP Milletvekili, o da diyor
ki: “Meclisi meşgul ediyorsunuz Bingöl’ün sorunlarıyla.”
Buradan şikâyet ediyorum: Evet, biz
Meclisi Bingöl sorunlarıyla işgal ediyoruz. Sizin gibi davranmıyoruz, Bingöl’ü
perişan ettiniz, biz de o sorunları buradan konuşuyoruz.
Bakın, ne diyor Bingöl’ün sorununu
konuşan Bingöl Bakanı? Diyor ki: “Ben nöbetçiyim valla burada. Böyle olur olmaz
sorular soruyorsunuz, bizi zor durumda bırakıyorsunuz.” Aynen söylediği şey bu.
Daha sonra biz sorularımıza devam ediyoruz, diyoruz ki: “Yahu, bu halkın
yararına kullanılacaktı, niye böyle yapıyorsun?” Diyor ki: “Kardeşim, biz
burada suyu bulduk, tabii ki biz kullanacağız. Sanki biz suyu aldık başka ile
mi götürdük, sanki Bingöl’ü mahrum mu bıraktık?” Kimin sözlerine benziyor?
Başbakanın sözlerine benziyor. Buradaki vatan toprağını satarken şöyle demişti
Başbakan: “Ne var sanki, toprağı alıp, sırtlayıp götürdüler mi? Toprak yine
burada kaldı.” Tutanaklarda var. (AK PARTİ sıralarından “Doğru” sesi) Buradan
da “Doğru” diyor, aynı şekilde siz de Bakanın bu konuşmasını alkışlamışsınız
“AKP sıralarından alkışlar” diye not düşmüş. Yani Bakan Bingöl’ün suyunu
satıyor, siz de alkışlıyorsunuz, aferin size! (CHP ve BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen, Kemalettin
Yılmaz, Afyonkarahisar Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz ülke olarak zengin kaynakların fakir
bekçisi olmak istemiyorsak -ki istemiyoruz- bu doğal kaynaklarımızın
çıkartılması ve insanlarımızın hizmetine sunulması gerekir, ki tabii
kullanırken de israf etmemek gerekir.
Önergenin desteklenmesi konusunda ve bu
zengin kaynaklarımızın çıkartılarak insanlarımızın hizmetine sunulması konusunda
biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak, jeotermal kaynaklar konusunda zengin
bir il olan Afyonkarahisar ilinde jeotermal kaynakların etkin kullanımı ve
jeotermal kaynakların çok amaçlı kullanılabilmesiyle ilgili sorunların tespiti
ve çözüm yollarının belirlenmesi, destekleme yollarının araştırılması, idari ve
kurumsal yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasını istemiştik. Bu Meclis araştırması komisyonu kurularak, bu konunun
teferruatlı bir şekilde tüm Türkiye çapında ele alınması çok önemlidir, biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak da bu konuyu çok önemsiyoruz.
Jeotermal kaynakların birçok
üstünlükleri var. Özellikle jeotermal yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmez
bir enerji kaynağıdır ve Türkiye gibi jeotermal enerji açısından şanslı ülkeler
için bir öz kaynak teşkil etmektedir. Temiz ve çevre dostudur jeotermal, yanma
teknolojisi kullanılmadığı için sıfıra yakın bir emisyona sebebiyet verir.
Konutlarda, tarımda, endüstride, sera ısınmasında ve benzeri alanlarda çok
amaçlı ısınma uygulamaları için ideal şartlar sunar.
Rüzgâr, yağmur, güneş gibi meteorolojik
şartlardan bağımsız olması, kullanıma hazır olması, fosil enerji veya diğer
enerji kaynaklarına göre daha ucuz olması, arama kuyularının doğrudan üretim
tesisleri ve bazen de renjeksiyon alanlarına dönüştürülebilmesi, yangın,
patlama, zehirlenme gibi risk faktörleri taşımadığından güvenilir olması, pek
çok avantajlarla kullanımını özendirmektedir.
Yüzde 95’in üzerinde verimlilik sağlar
jeotermal enerji ve diğer enerji türleri üretiminde, hidroelektrik, güneş,
rüzgâr, fosil enerjilerinin aksine, tesis alanı ihtiyacının asgari düzeylerde
kalması, yerel niteliği nedeniyle ithalinin ve ihracatının uluslararası
konjonktür, krizler, savaşlar gibi faktörlerden etkilenmemesi, konutlara
fuel-oil, mazot, kömür, odun taşınması gibi problematikler içermediği için
yerleşim alanlarında kullanımının rahatlığı gibi nedenlerle jeotermal
kaynakları diğer enerji kaynaklarına oranla büyük avantajlar taşımaktadır.
Ülkemizde olduğu gibi Afyonkarahisar
ilimizde de çok ciddi jeotermal kaynakları bulunmaktadır ki Afyon deyince bir
noktada jeotermal kaynaklar akla gelmektedir, bir noktada termalin başkenti
Afyonkarahisar olarak adlandırılmaktadır ve bu amaçla, gerek sağlık turizmi
noktasında gerekse tarımsal faaliyetlerde jeotermal enerjiden istifade
edilmektedir ve pek çok konutta ısınma noktasında jeotermal enerjiden istifade
etmektedirler.
Ancak şu var: Her yerde olduğu gibi
burada da çok ciddi sıkıntılar var, su yönetimi konusunda ciddi sıkıntılarımız
var. Atıyorum, yaklaşık 20 litre/saniye çıkan bir suyun 5 litre/saniyesi
kullanılıyor, diğer 15 litre/saniyesi atık olarak çevreye zarar verecek bir
şekilde doğaya salınabiliyor. İyi bir su yönetimiyle bunlar önlenebilir, ki
Afyon’da, Sandıklı’da bu konuda çok ciddi çalışmalar yapılmıştır. Yatırımcıya
kuyu açma izni verilmemektedir son gelinen noktada ancak yatırımcıya su temin
etme garantisi verilmektedir. Bu şekilde, doğal kaynaklarımızın da israfı
önlenmiştir değerli milletvekilleri.
Dünyanın pek çok yerinde jeotermal
kaynaklardan elektrik üretimi yapılmaktayken veya pek çok yerde konut
ısınmasında istifade edilirken, ülkemizde pek çok yerde maalesef sadece konut
ısınmasında istifade edilebilmekte veya kaplıca ihtiyacı, sağlık ihtiyacı
noktasında faaliyetler sürdürülebilmekte, yalnız elektrik enerjisi üretiminde
Türkiye’de hiçbir faaliyet sürdürülememektedir, yapılmamaktadır ama çok ciddi
kaynaklarımız vardır. Sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, biz bu zengin
kaynakların fakir bekçisi olmak istemiyorsak, bu kaynaklarımızı çıkartarak
insanlarımızın hizmetine sunmak mecburiyetindeyiz.
Değerli milletvekilleri, jeotermal
kaynaklardan elektrik enerjisi üretiminde istifade edilebiliyor, merkezî
ısıtma, merkezî soğutma, sera ısıtımı gibi ısıtma, soğutma uygulamaları
noktasında istifade edilebiliyor. Proses ısı temini, kurutma işlemleri gibi endüstriyel
amaçlı da kullanılabiliyor. Diğer taraftan, karbondioksit, gübre, lityum, ağır
su, hidrojen gibi kimyasal maddelerin ve minerallerin üretimi noktasında da
jeotermal kaynaklardan istifade edilebiliyor, ki ülkemizde en çok bilinen
noktalardan bir tanesi termal turizmi ile kaplıca ve sağlık turizmi
noktasındaki faaliyetlerdir. Özellikle Afyon, Kütahya, Uşak, Isparta, Bursa
gibi illerimizde ve daha pek çok ilimizde -ki biraz evvel Sayın Milletvekilinin
ifade ettiği gibi Bingöl’de de, Sivas’ta da- bu faaliyetlerimiz, jeotermal
kaynaklarımız var, bunların bir an evvel insanımızın hizmetine sunulmasında
yarar vardır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak konuyu çok önemsiyoruz.
Afyon, termal kaplıcalarda özellikle
son yıllarda çok ciddi atılımlar yapmıştır. Ancak tarımsal çalışmalarda,
seracılık çalışmalarında da termal suyun kullanılabiliyor olması çok ciddi bir
teknik tarım uygulamalarına da imkân ve fırsat tanımıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye’nin
hemen hemen pek çok yerinde jeotermal kaynaklarımıza rastlamak mümkün. Ama
jeotermal kaynaklarla beraber deprem olgusu da unutulmamalıdır, ki pek çok
ilimizde, özellikle Erzincan’da, Bingöl’de, Afyon’da, Kütahya Simav’da, jeotermal
kaynakların olduğu yerlerde deprem olgusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bunun
için bu depremi de biz önleyemeyeceğimize göre, depremle yaşamak mecburiyetinde
olduğumuzdan dolayı jeotermal kaynaklarımızın olduğu yerlerde devlet olarak
gerekli yatırımları, gerekli teşvikleri, gerekli destekleri sağlayarak
buralardaki gerek tarımsal gerekse ısınma gerekse diğer enerji üretimleri
noktasında desteklerimizi devlet olarak esirgememiz lazım. En önemli konulardan
bir tanesi de jeotermal sularımızın mineral içeren içme suyu noktasında
kullanılabiliyor olması da büyük bir avantajdır.
Saygıdeğer milletvekilleri, biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’deki jeotermal kaynaklarda olduğu
gibi Afyon’daki jeotermal kaynakların da hangilerinin kullanımının mümkün
olduğu, -tarımda mı, ısınmada mı, yoksa termal turizmin canlandırılması
noktasında mı- bunların tespiti ve su yönetimiyle suyun israf edilmemesi
konusunda gerekli çalışmaların yapılması için bir Meclis araştırması açılmasını
istemiştik ve bununla ilgili olarak söz konusu olan öneriyi destekliyoruz ve bu
konuda tüm Türkiye’deki jeotermal kaynakların tespiti ve bu jeotermal
kaynakların kullanıma hazır hâle getirilmesi ve kullanıma hazır hâle
getirilirken önünde bulunan yasal ve birtakım bürokratik engellerin aşılması
konusunda, durumların tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi
konusunda bir Meclis araştırması açılmasını biz de Milliyetçi Hareket Partisi
olarak destekliyoruz.
Bu noktada, pek çok alan maden
kapsamına alındıktan sonra, maalesef bazı art niyetli insanlar veya kuruluşlar
tarafından pek çok alan kapatılmış vaziyettedir. Buralarda bu alanları kapatmış
olan kişiler veya kuruluşlar jeotermal kaynak arayışlarından vazgeçmedikleri
gibi, bir başkasının kullanımına sunmaktan da çekinmektedirler veya Afyon’da
olduğu gibi, buralarda kuyu açılması için çok fazla ve fahiş fiyatlar talep
etmektedirler. Bunların önüne geçilebilmesi için, buralarda yapılmış olan
tahsislerin tekrar gözden geçirilmesi ve belirli bir zaman içerisinde buralarda
arama yapmayan şirketlerin veya kişilerin ellerinden bu ruhsatların alınması
suretiyle bu kaynaklarımızın insanımızın hizmetine sunulmasında çok ciddi yarar
vardır.
Bu duygu ve düşünceler içerisinde
hepinizi en kalbî duygularla selamlıyorum, saygılar sunuyorum efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan,
söz talebimiz olacak.
BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Kabul
edilmemiştir.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – AK PARTİ adına
konuşan milletvekili hem ihale tarihiyle ilgili hem de bizim Meclisi gereksiz
yere meşgul ettiğimizle ilgili cümleler sarf etti. Bununla ilgili cevap hakkımı
kullanmak istiyorum.
BAŞKAN – Cevap hakkı değil de sataşma
nedeniyle buyurun.
İki dakika süre veriyorum.
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Siirt Milletvekili Afif Demirkıran’ın
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle konuşması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Tabii, burada AKP adına konuşan
milletvekilinin konuşmasını gerçekten büyük bir üzüntü ve hayretle izlediğimi
belirtmek istiyorum. Hiçbir araştırma yapmadan, ihalenin hangi tarihte
yapıldığını bilmeden, bu suyla ilgili çalışmaların hangi tarihte açığa
çıktığını bilmeden, sağından solundan yuvarlak konuşmalarla geçiştiren bir
konuşma yaptı. Biz buraya jeotermal suların bulunmasını eleştiren bir yaklaşımı
getirmedik ki, jeotermal suyun, jeotermal enerjinin güneş enerjisiyle birlikte,
rüzgâr enerjisiyle birlikte yenilenebilir alternatif enerji olarak, ekolojik
bir paradigmaya sahip bir parti olarak, kullanılmasını en fazla savunan bir
konumda bulunuyoruz.
Biz, burada bu alanla ilgili yapılan
yolsuzluğu teşhir etmek için bu araştırma önergesini verdik. Bu yapılan
yolsuzluk bir kentin geleceğini tamamen etkileyen bir yolsuzluktur. Yapılan
ihale süreci Bingöl Valiliğinin, Bingöl İl Özel İdaresinin, Bingöl
Belediyesinin bile haberi olmadan yürütülmüş bir süreçtir. Tüm Bingöl halkının
faydalanması gereken bir süreçken bir tek iş adamının yararlanmasını öngören
bir süreçtir.
Burada Bingöl Milletvekili arkadaşımız,
CHP’li milletvekili arkadaşımız konuşurken “Siz de ihaleye girseydiniz.” gibi
bir cümle kullandı. İşte bu zihniyet zaten mevcut yaklaşımı ele veriyor. Bunun
adı “Milletvekili” değil, kusura bakmayın, Bingöl halkı buna “Müteahhit vekili”
diyor. Eğer siz müteahhit vekilliğini kendi içinize sindiriyorsanız biz de sizi
Bingöl halkının takdirine bırakıyoruz, sizi Bingöl halkına ve Türkiye halkına
şikâyet ediyoruz.
Teşekkürler. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
EŞREF TAŞ (Bingöl) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın Taş.
EŞREF TAŞ (Bingöl) – Sataşmadan dolayı
söz istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Açıktan
sataşma var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ne diye sataştı Sayın Taş?
EŞREF TAŞ (Bingöl) – “Müteahhit vekili”
dedi.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Ne güzel,
yakışmış işte!
BAŞKAN – Buyurun Sayın Taş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İki dakika süre veriyorum.
2.-
Bingöl Milletvekili Eşref Taş’ın, Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
EŞREF TAŞ (Bingöl) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Bingöl’deki termal suyla ilgili seçim beyannamesinde
-benim ifade ettiğim- Bingöl Karlıova Hacılar köyünde çıkan ve çıkarılmış olan
termal suyun Bingöl’de seracılık ve ısıtma sisteminde kullanılabileceğini ve
milletvekili olduğum zaman bununla ilgili çalışmalar yapabileceğimi
söylemiştim. Seçim esnasında yani seçim zamanından hemen sonra Maden Tetkik
Arama Enstitüsüne gittiğimde, araştırdığımda, otuz altı gün Maden Tetkik Arama
Enstitüsü tarafından bu suyun ihaleye açıldığını ve iki firmanın gelip dosya
aldığını, bir firmanın da teklif verdiğini öğrendim.
Dolayısıyla, bu akan suyun ısıtma
sistemi ya da termal su olarak kullanılmasını amaçlıyorduk, dereye akıtılmasını
değil.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Birinin cebine
paraları akıtmaya!
EŞREF TAŞ (Devamla) – Tabii ki bu
açılan ihale tüm Türkiye’deki iş adamlarına açıktı. Açık olan ihalede bir
yolsuzluğun yapıldığına ben inanmıyorum. Eğer isteyen kişi olsaydı -Bingöllü iş
adamı olabilir, Türkiye’deki iş adamları olabilir- gidip bu ihaleye başvurup bu
termal suyu alabilirdi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Duyurusu
yapılmadı, duyurusu!
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Siz de
verirdiniz(!)
EŞREF TAŞ (Devamla) – Duyurusu tüm
Türkiye’de…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Beleşe sattınız,
beleşe.
EŞREF TAŞ (Devamla) – …İnternet
üzerinden yapıldı.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Bingöl
basınına niye vermediniz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Taş.
EŞREF TAŞ (Devamla) – İkincisi; Sayın
Milletvekilim diyor ki: “Bingöl’e hiçbir şey yapılmıyor.” Bingöl
milletvekilleri konuşmuyor; Bingöl’e çok şey yapılıyor, şu anda üniversitesi
bitmek üzere…
BAŞKAN – Sayın Taş, teşekkür ederim.
EŞREF TAŞ (Devamla) – …havaalanı bitmek
üzere…
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Salim Uslu’yu
çağırın Sayın Başkan.
EŞREF TAŞ (Devamla) –
…Diyarbakır-Elâzığ’ın 500 trilyonluk projesi bitmek üzere.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yıllardır halkı
uyutuyorsunuz böyle.
EŞREF TAŞ (Devamla) – Şu anda demir
yolu ihalesi yapılmış, yapılıyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Yıllardır
uyutuyorsunuz halkı böyle.
BAŞKAN – Sayın Taş…
EŞREF TAŞ (Devamla) – Şu anda
yapılıyor.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
Salim Uslu’yu göreve davet edin.
EŞREF TAŞ (Devamla) – Yıllardır tüm
bölge unutulmuş, tüm bölgedeki terörden dolayı unutuluyor. Terör olmasaydı…
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taş, lütfen…
EŞREF TAŞ (Devamla) – Kimse kusura
bakmasın. Bizim adımıza konuşmasın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 4 milyon
dolar… (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Artık
oturun yerinize, oturun, süreniz doldu. Yeter! Yeter!
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Taş…
EŞREF TAŞ (Devamla) – Biz Bingöl’e
hizmet etmek istiyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Zorla
çıkıyorsunuz, zorla oturuyorsunuz.
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Zalim
Uslu’yu istiyoruz, Zalim Uslu’yu (!)
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VI.-
ÖNERİLER (Devam)
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri
(Devam)
2.-
MHP Grubunun, 23/5/2012 tarihinde kamu çalışanlarının özlük haklarının
belirlenmesine yönelik toplu görüşme sürecinden toplu sözleşme sürecine geçişi
sonucunda yapılan toplu sözleşme görüşmelerinin ve sonuçlarının, kamu
çalışanlarına beklentilerden uzak bir teklifin yapılmasının gerekçesi olarak
ileri sürülen ekonomik kriz uyarılarının boyutlarının, toplu sözleşme
süreçlerinin işlenmesinden kaynaklanan sorunların görüşülmesi amacıyla vermiş
olduğu genel görüşme önergesinin, Genel Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü
birleşiminde okunarak ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 23.05.2012 Çarşamba günü
(bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Oktay
Vural
İzmir
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
23 Mayıs 2012 tarihinde (bugün) TBMM
Başkanlığına, “Kamu çalışanlarının özlük haklarının belirlenmesine yönelik
toplu görüşme sürecinden toplu sözleşme sürecine geçişi sonucunda yapılan toplu
sözleşme görüşmelerinin ve sonuçlarının, kamu çalışanlarına beklentilerden uzak
bir teklifin yapılmasının gerekçesi olarak ileri sürülen ekonomik kriz
uyarılarının boyutlarının, toplu sözleşme süreçlerinin işlenmesinden
kaynaklanan sorunların görüşülmesi amacıyla” verdiğimiz Genel Görüşme
önergemizin 23.05.2012 Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi
grup önerisi lehinde söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün kamu
çalışanları ayakta. Sizler de Meclise gelirken yollarda onların eylemlerinin
bir kısmına tanık oldunuz; ben gelirken de arkadaşlarımız Eskişehir yolu
üzerinden bu tarafa doğru yürüyorlardı. Şu anda bilmiyorum, polis durdurdu mu,
çatıştılar mı, gaz mı yediler, orasını yoğun çalışma temposu içerisinde henüz
duyamadık, birazdan herhâlde haberlerde göreceğiz.
Değerli arkadaşlar, dün başka bir kanun
teklifi, önceki gün… Yine herkes ayakta. Öyle bir ucube yaptınız ki,
getirdiğiniz kanun hükmünde kararnameyle “Bütün kamu çalışanlarının özlük
haklarını düzenleyeceğiz.” diye birbirine karıştırdınız.
Defalarca söyledik “Bunu getirin,
burada kanun hâlinde köklü bir reform yapalım.” diye. Maalesef bugün içinden
çıkılmaz hâle geldi ve maaşlarla ilgili zamlarla beraber de bunları da
düzeltmek zorundasınız, bunun başka yolu yok. “666” diye bir ucube kanun
hükmünde kararnamede her şey içine doldurulmuş, sizin hiçbirinizin de haberi
yok, bakanları getirmişler, arada Resmî Gazete’de yayımlanarak geçmiş. Bugün
memurlar haklı bir direniş içerisindeler ama bir taraftan ekonomik olarak Sayın
Başbakan tehdit ediyor: “Yarın zinhar Yunanistan’a döneriz. Oturun oturduğunuz
yerde.” Öbür taraftan bakanlar “Paramız yok, bütçede açık olur.” diye tehdit
ediyor. Ya bu nasıl bir şey, siz söz vermediniz mi memurlara? Anayasa
tartışmaları yaşanırken “Size grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı
tanıyacağız.” dediniz mi? Dediniz. Ne zaman geldi, kaç ay sonra geldi? Yılın
sonunda getirdiniz, ocak ayında geldi. Tam kırk gün biz alt komisyon toplansın
diye bekledik, ben alt komisyon üyesiydim. E, şimdi, geldik… Ayın kaçı? Mayıs
ayının sonu geliyor. Şimdi bu adamlar… Neyi tartışıyoruz biz? 2012 yılında
alacakları memur zammını tartışıyoruz. Böyle bir garabet olur mu? Hâlâ bunun
üzerinden de siyaset malzemesi yapılarak aba altından sopa gösteriyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, böyle bir
grevsiz toplu sözleşme hakkı zaten olmaz. Bunun bir kandırmaca olduğunu
memurlar gördüler. Şimdi, üstüne üstlük hakları var. Yukarıda kanun çıkarken
dedik ki: “Bunlar eksik.” “Bir sendikayı kayırıyor, bir konfederasyonu
kayırıyor, sarı sendikacılığa gidiyor. Hakem kurulu tarafsız olmalı.” dedik. E,
şimdi devletin memurlarından oluşuyor. Nasıl bir karar verecek hakem kurulu?
Kolay mı? İşte, şimdi isimlerini okuyayım size istiyorsanız. Hangi unvanlarda
arkadaşlarımızın olduğunu siz biliyorsunuz. E, şimdi Sayın Başbakan koymuş,
diyor ki: “Efendim, bundan öte zinhar olmaz, Yunanistan’a döneriz.” Günaydın!
Yani sadece memura verdiğiniz maaşla mı Yunanistan’a döneceksiniz? Neymiş? Borç
artarmış. E, borcumuz artmıyor mu zaten? On yıldır kaça çıkardığınızın siz
farkında değil misiniz arkadaşlar? Yani borçlar artmıyor mu zaten, duruyor mu
yerinde? Şimdi, buraya, memura gelince bir sürü bütçe çıkarmışlar. En komik
olan şeyler bunlar.
Buraya geçeceğim ama mali boyutuna
geçmeden önce ciddi anlamda sorun yaşanıyor. Şu anda diğer iki konfederasyon
eylemde, Memur-Sen’den arkadaşlarımız da teklif bekliyorlar. Bir taraftan
maalesef, baskılar önümüzdeki süreçte -eğer takip ediyorsanız-haziran ayı
içerisinde yeniden yetkiyle ilgili sayılar belirlenecek. Şimdi, duyuyorum, bir
sendika yetkilisi şube başkanı arkadaşımız arıyor, kaymakamın birisi oturup
kendiliğinden başarı ödülü veriyor 40 küsur tane öğretmene. 40 küsur kişinin
içerisinde 4-5 tane Türk Eğitim-Sen üyesi var, 1 tane de Eğitim-İş üyesi var.
Gerisinin hepsi, maşallah, yandaş sendikanın üyeleri. Soruyorlar müdüre: “Hocam,
buna niye görev verdiniz?” “Benim haberim yok.” diyor. Biliyorsunuz, başarı
ödülleri, önce müdür teklif ediyor, ondan sonra kaymakama geliyor millî eğitim
müdürleri aracılığıyla ve ama böyle hızlıca bir sendikalaşma faaliyeti bir
taraftan devam ediyor ama onlar da bu eylemlere maalesef katılmıyorlar.
Burada çok ciddi sorunlar var. Şimdi,
top hakem kuruluna atılmış durumda ama bir taraftan “Efendim, biz hepsine eşit
davranıyoruz.” diyor Sayın Bakan. Öbür taraftan bakıyoruz, şimdi, efendim, bu,
hakem kuruluna karşı yapılmış bir eylem olurmuş. Memur-Sen Başkanı açıklama
yapıyor. Ya, iyi de biz size burada okuduk, Sayın Arınç da yalanlamadı.
Memur-Sen’in toplantısında söylediklerini biliyorsunuz, daha önce size arz
ettim. Ne diyordu: “Tabii ki Memur-Sen’le oturup sözleşme yapacağız. Siz
zamanında ‘Hayır, hayır.’ dediniz, şimdi de geldiniz, masada bizimle görüşmeye
kalkıyorsunuz.” diyen bir anlayış var. Bunun arkasından “Tabii ki milletin
kafasını bulandırmayın. Nerede ‘toplu sözleşme’ deyip ortalıkta dolaştığını
görünce ‘hayır’ diye yırtınanların, kardeşim, sen şurada bir otur bakalım,
senin bunları konuşmaya hakkın yok, milletin kafasını da bulandırma. Memur-Sen
ne yapacağını bilir, Hükûmetle bu konuyu müzakere etti, yasal değişiklik
yapacak, toplu sözleşme imzalanacak. Bu haklarda da gerileme olmaz.” diyor.
Sayın Bülent Arınç söylemiş. Şimdi, Memur-Sen oturdu. Kendisi ne teklif etti
size? En son 7,5+6 küsur. Sizin verdiğiniz kaç? En son kertede 3,5+4. Peki,
hani nerede? Hani anlaşmıştınız? Hani oturmuştunuz, kuzu kuzu Memur-Sen’le bu
işi götürecektiniz. Bir taraftan bunu yapıyorsunuz, öbür taraftan itiraz hakkı
yok. Dedik ki: “Gelin, diğer iki konfederasyon en azından birlikte yaparlarsa,
hem buna itiraz etme hakkı olsun hem de toplu sözleşmeyi imzalama hakkı olsun.”
Bu da yok. Peki, şimdi ne verdiniz? Yani memura verilen oranın dışında ek bir
şey veriyor musunuz? Verdiğiniz oran ne kadar? Oransal artışlarda beklediği
yok. Ek ödemeler, birtakım taban aylığıyla ilgili ödemeler, aile yardımı gibi
bir şey var mı? Onlarda da karşılanmamış. Memurun istediği hiçbir şey
karşılanmamış. Burada asgari ücretle ilgili var ve en önemlisi, hani siz 4/B ve
4/C’nin hepsini kadroya alacaktınız, hani söz vermiştiniz seçim meydanlarında.
Bunlarla ilgili bir şey var mı? Yok. Ücretlerle ilgili bir şey var mı? Yok.
Ücret adaletsizliğini giderecek bir şey var mı? Yok. Ne var? “Vallahi, OVP’de
sıkıntımız var, mali disiplin var.” Günaydın! Siz burada kendiniz geri
çekmediniz mi mali kuralla ilgili kanunu “seçim öncesi aman ne olur ne olmaz”
diye? İşinize gelince bütçe, mali kural, işinize gelmediği zaman “Vallahi
veremeyiz, kriz çıkar.” Şimdi, eğer bu memura verilen parayla kriz çıkacaksa, o
zaman zaten kriz çıkıyor demektir. Siz nerelere ne paralar aktardığınızı biz
burada, Genel Kurulda çıkarılan kanunlarla ve Bütçe Komisyonunda nerelere ne
ödenekler verdiğimizi biliyoruz.
Efendim, 1 puan artış 1 milyarlık
artışa neden oluyormuş. Sonra da bakıyoruz toplamda 25 milyardan
bahsediyorsunuz. Ya matematik bilmiyorlar… Ya, şimdi, 1 puan eğer 1 liralık
artışa neden oluyorsa toplamda yüzde 3,5 verdiğinizde normal çıkacaksa 7, 5
verince ne yapar? En fazla 4 milyar yapmaz mı? Bir de böyle gözü korkutmak
için, “kriz çıkar” demek için 20 küsur milyarlık fatura çıkarıyorlar, ne ortada
hesap var ne kitap var.
Değerli arkadaşlar, bakın, bu, çok
doğru bir şey değil. Toplamda verdiğiniz 3,5+4 7,5 etmiyor, 5 nokta küsurat, 6
bile değil. On iki aya bölün yıllık olarak bunu hesaplayın, ben size
hesaplarını vereyim istiyorsanız, ilk üç aydaki enflasyon oranı kaç? “Merkez
Bankasının enflasyon oranı, efendim, 6,5 olarak hesaplanmış.” diyor Bakan, 7-8
enflasyon minimum olacak mı? Olacak, şu andaki hesap geriye çekse, ileri çekse.
İlk üç aydaki şey yüzde 3’ün üzerinde mi? Evet. Siz daha ilk altı ayınkini
karşılayamıyorsunuz yani nasıl olacak da bu enflasyona ezdirmeden memurun
hakkını vereceksiniz? Daha refah payını söylemiyorum. Hani, büyümeden memur
refah payı alacaktı, nerede? Yok. E, şimdi, yaklaşık büyüme oranı kaç
diyorsunuz? “4” dediniz, hadi 3 çıksın. Bu enflasyonun üzerine 3’ü koyduğunuz
zaman en az yüzde 10 vermeniz gerekmiyor mu? Yani bunun ezdirilmemesi için, enflasyonun
altında kalmaması için minimum yüzde 10 zam vermeniz lazım. Toplamda ne
veriyorsunuz? Yüzde 5. Peki, siz, hani şu, Sayın Bakanın “güncelleme” dediği,
yılbaşında hani hepsine birden yaptığınız zamda kaç zam yaptınız? Hani “yeniden
değerleme değer artış oranı” diye çok böyle “güncelleme” diyerek yaptığımız
zammı kibar gösterirken kaç yaptık? Yüzde 10,26, ben size söyleyeyim. Neymiş o
zaman olması gereken yıllık zam? Maliyetlere göre hesapladığınız zaman neymiş
yeniden değerleme değer artış oranı? Yüzde 10,26. Ne zaman? Yılbaşından
itibaren. Peki, hiç olmazsa onu verin, ortalamasını alın, nasıl denk geliyorsa
ilk altı aya, sonrasına koyun. O da yok.
Değerli arkadaşlar, böyle bir şey
olamaz. O zaman da söyledim. Neden? Çünkü orada TEFE fiyatlarını, yani ÜFE
fiyatlarını alıyorsunuz işinize geldiği zaman. Memura gelince TÜFE, onu da
revize ederek. “Beklentimiz şu, sonra fark vereceğiz…” Ya, farkı kalmadı ki,
haziran ayı, zaten ilk altı ay bitti.
Onun için, bakın, böyle, Sayın
Başbakanın dediği gibi bu şeylerle, sayın bakanların yaptığı gibi tehditlerle
olmaz. Memura hakkını verin, alın terini verin. Aksi takdirde, kriz zaten
geliyor ama bu, vereceğiniz zamdan değil kötü yönetimden, AKP’nin iş bilmez
yönetiminden olacak diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen, Ünal
Kacır, İstanbul Milletvekili…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Süreyya Sadi
Bilgiç.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bilgiç. (AKP
sıralarından alkışlar)
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş
olduğu bu genel görüşme açılmasını arz eden önerge üzerinde görüşlerimi aleyhte
olmak üzere arz etmek istiyorum.
Tabii, Sayın Milliyetçi Hareket Partisi
Temsilcisini burada, kürsüde dinleyince, gerçekten, bazen insanın şaşırmaması
mümkün değil. Tabii, bizim AK PARTİ İktidarının geçtiğimiz on yıllık
icraatlarına ve bu süreç içerisinde memurlarımıza, çalışanlarımıza yönelik
olarak yapmış olduğu düzenlemelere genel olarak bir baktığımızda, burada
yapılmış olan eleştirilerin çok insaflı olduğunu söylemek gerçekten mümkün
değil.
Ülkemizde, bildiğiniz gibi, kamu
görevlilerinin örgütlenme hakkı ilk defa 1961 Anayasası’yla düzenlenmiş idi.
1961 Anayasası’nın ilk hâlinde “çalışanlar” ifadesi kullanılarak sadece
işçilere değil, kamu görevlilerine de sendika kurma hakkı tanınmıştı. Anayasa’nın
bu hükmüne dayanarak 1965 yılında 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları
Kanunu çıkarıldı ancak 1971 muhtırasından sonra Anayasa’da yapılan değişiklikle
“çalışanlar” ibaresi “işçiler” olarak değiştirilmiş, 624 sayılı Yasa
yürürlükten kaldırılmış ve kamu görevlilerine sendika kurma hakkı, maalesef,
yasal bir hak olmaktan çıkarılmış idi. 1995 yılından itibaren kamu görevlileri
sendikacılığı açısından son derece önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu tarihte
Anayasa’da yapılan değişiklikle ve 2001 yılında yürürlüğe giren 4688 sayılı
Yasa ile de kamu görevlilerinin sendikacılığı mevzuatımızdaki yerini tekrar
almıştır.
1991 yılından sonra göreve başlayan
memurlara ilave bir derece verilmesi, disiplin affının çıkarılması, aile yardım
ödeneğinde çocuk sınırlandırmalarının kaldırılması, yardım tutarının
artırılması, kurumsal ek ödeme almayan personele önce denge tazminatı ödenmesi
yapılması, bilahare de farklı kurumlarda aynı unvanla çalışan personel
arasındaki ücret dengesizliğinin giderilmesi, banka promosyonlarından
personelin yararlandırılması, Tasarrufu Teşvik Fonu’nda biriken paraların
nemalarıyla birlikte çalışanlarımıza ödenmesi, sendika üyesi kamu
çalışanlarımıza toplu sözleşme primi ödenmesi, sözleşmeli personele eş durumu
sebebiyle nakil hakkı verilmesi, kamu personelinin izin sürelerinde Avrupa
Sosyal Şartı’na uygun olarak artış yapılması, ihtiyaca cevap vermeyen sicil
sisteminin kaldırılması, tatillerde izinsiz olarak il dışına çıkış yasağının
kaldırılması ve benzer pek çok düzenleme ve iyileştirme AK PARTİ iktidarları
sürecinde tarafımızdan gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, tabii ki zam oranlarını
tartışıyoruz. Meselenin kilitlenmiş olarak gelmiş olduğu nokta budur ve
tartışmaların odağına yerleşen zam rakamlarının bu kadar önem kazanması, hem
basın diline hem de sokaktaki vatandaşımızın lisanına rahatça girmesi, “bütçe
disiplini” kavramına zihinlerimizin alıştığını göstermektedir. Ayrıca, bu
meselenin ilk defa bu derece yaygın olarak tartışılması, gerek bizzat
vatandaşın ve gerekse demokratik baskı gruplarının yönetime katılımı konusunda
hangi seviyede bir iyileşme sağlandığını net olarak ortaya koymaktadır.
12 Eylül tarihindeki referandumla
yapılan Anayasa değişikliğiyle birlikte memurlarımıza da toplu görüşme yerine
toplu sözleşme yapma hakkı tanınmıştır. Bugün toplu görüşmeden toplu sözleşme
masasına geçilmiş, on bir tane hizmet kolu konfederasyonlarla beraber masaya
oturmuş ve bütün kendi taleplerini de o masada Hükûmete iletmişlerdir. Bu toplu
görüşme sonucunda bu taleplerden elli altı tanesi de karşılanmıştır.
Şimdi “AK PARTİ hükûmetleri ne yaptı?”
deniliyor, işte birtakım rakamlar… Ben sizi çok fazla rakama boğmayacağım ama
bir iki rakamla, burada size birtakım konuları izah etmek istiyorum:
Bir kere, ücret eşitsizliğinden
bahsediliyor.
AK PARTİ döneminde yapılmış en önemli
iyileştirmelerden bir tanesi bu olmuştur. En yüksek devlet memuru maaşı yani
müsteşar maaşı ile 9’un 1’indeki memurun maaşı arasındaki katsayı farkı 2002
yılında 7 idi. Bu katsayı 2012’ye geldiğimizde 3,9’a kadar düşürülmüştür. Bu da
bir kere, ücret dengelerinin AK PARTİ iktidarları tarafından azami ölçüde
korunmuş olduğunun en önemli göstergesidir.
Bakıyoruz, grevden bahsediliyor. Biz
asla “grev” demedik yani “Memura grev hakkı” bizim tarafımızdan asla telaffuz
edilmedi.
Toplu görüşmeye baktığınızda nihai
kararı veren Hükûmet idi, şimdi Kamu Görevlileri Hakem Kurulu oluşturuldu ve en
fazla üyeye sahip olan konfederasyonun buraya başvurma hakkı var. Onlar da, bu
haklarını bu yasal süreçlerin sonunda kullanacaklar.
Onların taleplerine bakıyoruz. Maliye
Bakanlığının açıklaması var, bütçeye 25 milyar civarında bir yükten
bahsediliyor. Hükûmetin en son gelmiş olduğu noktada önermiş olduğu zam oranı
yüzde 3,5+4’tür.
Şimdi, vermiş oldukları önergeye
baktığımızda, bütün bunları da, Türkiye’deki mali kaynak yetersizliğini de AK
PARTİ iktidarlarının bu konudaki, mali yönetimdeki beceriksizliğine bağlamaya
çalışıyorlar ama bu da son derece insafsız bir eleştiri. “Bütçe disiplini”
kavramının ne olduğunu da Sayın Günal da…
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Ben biliyorum
da siz bilmiyorsunuz.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) -
…Milliyetçi Hareket Partisi de, grubu da gayet net olarak biliyor.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Siz
bilmiyorsunuz.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Şimdi
konfederasyonlar tartışılıyor. Sanki sadece bütün bu görüşmenin, en azından
referandumdan sonraki bu yasa hazırlanırken bütün bu görüşmelerin sadece
Memur-Sen kanadında yapıldığı gibi bir ifade var. Bu son derece yanlış bir
ifade.
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) – Niye
yargı yolunu kapattınız? Niçin kapattınız yargı yolunu?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Bütün
konfederasyonlarla da, hizmet kollarıyla da defaatle bu görüşmeler yapılmıştır.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Hani
anlaşmıştınız? Sayın Arınç öyle diyordu, “Hallettik biz, sözleştik.” diyordu.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Yani
defaatle bu görüşmeler yapılmıştır.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Ama çıkmadı.
Hani? Anlaşma çıkmadı.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) - Sayın
Günal, siz de hem bir komisyon üyesi olarak hem de bir alt komisyon üyesi
olarak bunun bu şekilde olduğunu son derece iyi biliyorsunuz.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Biz de
zannettik ki Memur-Sen olursa hemen imzalayacaksınız.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Bakın,
personel giderleri meselesine bakıyorsunuz. Şimdi, biz iktidarı devraldığımız
tarihte personel giderlerinin bütçeden almış olduğu pay yüzde 18,4’tü; bugün
2012’ye geldiğimizde personel giderlerinin bütçeden almış olduğu pay yüzde
27,6’ya gelmiştir. Şimdi, yüzde 27…
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Memur sayısı
kaç olmuş?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – Ona
bakarsanız bütçe büyüklüğünü de öngöreceksiniz yani bütçe büyüklüğünü hiç
konuşmuyorsunuz, siz sadece bir tarafına bakıyorsunuz ama gelinen nokta
itibarıyla yapılmış olan iyileştirmeler net bir şekilde ortadadır. Ayrıca
burada hukuken, yasama süreci itibarıyla baktığınızda da Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bu yasa geçirilmiş ve çıkmış olan yasaya uygun olarak da bu toplu
sözleşmeye ilişkin görüşmeler de taraflarca sürdürülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, müsaade
ederseniz, OECD’nin Başekonomistinin yapmış olduğu bir açıklama var, dün yapmış
olduğu bir açıklama. Orada şunu söylüyor, diyor ki: “Yüksek ve artan ülke
borçluluğu, zayıf bankacılık sistemleri, aşırı mali konsolidasyon ve düşük
büyüme ile birlikte kısır döngü riski artıyor ve böyle bir aşağı yönlü senaryo
somut hâle gelebilir ve Euro bölgesinin dışına taşarak küresel ekonomiye
yönelik çok ciddi sonuçlar ortaya çıkarabilir.” değerlendirmesinde bulunuyor.
Dünya ekonomisinin içine girdiği kriz
sürecinin nasıl devam edeceği konusunda net bir fikir maalesef yok. Daha düne
kadar “İşler düzeliyor.” diyen ekonomistlerin, bugün yeniden daha tehlikeli bir
dönemin içerisine girildiğini söylemesi, her geçen gün yeni bir gelişme
yaşanabilir izlenimini de doğurmakta, bu da tarafınızdan gayet net olarak
biliniyor. Hatta IMF, Dünya Bankası gibi kurumların çok sık aralıklarla
tahminlerini revize etmesi de tablonun belirsizliğini ve karmaşıklığını ortaya
koyması açısından çok önemli bir durumdur.
Dünya krize girerken Türkiye’nin bu
krizlerden en asgari şekilde etkilenmesini başarmış bir AK PARTİ Hükûmetinin
tedbirli ve ayağı yere basan mali ve ekonomik politikalar izlemesi nasıl
eleştiri konusu olabilir, anlamak mümkün değil. Böylesi kaotik dönemlerde karar
vericiler açısından belirsizliği bir miktar da olsa belirli hâle getirme çabası
içinde olan, halkına gerçekçi ve olabilirliği yüksek politikaları dillendiren
bir Hükûmete karşı haksız ve yersiz eleştiriler sonucunda “Acaba, AK PARTİ
İktidarını buradan sıkıştırabilir miyim?” umutlarıyla hareket eden muhalefeti
yine başarısızlığa sürükleyecektir.
Ekonomistler, gelecek günlerde, Avrupa
ekonomisindeki olumsuzlukların da etkisiyle dünya ekonomisinin sıkıntılı bir
sürecin içerisine gireceği kanaatindeler. Avrupa’daki sıkıntıların Türkiye’de
yaşanmasının, yansımasının ihracat ve finansman tarafında görülme ihtimali var.
Birincisi, daralan Avrupa piyasalarına mal satmak zorlaşacağı için, Türkiye’nin
ihracat tarafında sıkıntı yaşaması ihtimali olabilir. Türk bankaları ve özel
sektör şirketlerinin finansmanının bir kısmının Avrupalı bankalardan sağlandığı
da dikkate alındığında, burada oluşabilecek daralmanın da Türkiye’yi etkilemesi
son derece muhtemeldir.
Bu şartlar altında, bütçe disiplinine
sahip bir şekilde, bütçe disiplinini koruyan, gözeten bir şekilde…
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Onun için mi
diyor Başbakan “Yunanistan’a benzeriz” diye?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Devamla) – … toplu
sözleşme görüşmelerinin yürütülmesinden daha tabii bir şey olamaz ve Hükûmet
de, sendikalarımız da kendi gündemlerine hâkimdir. Bu sebeple, Mecliste
herhangi bir şekilde, bu konuda yeniden bir araştırma önergesine karşı
olduğumuzu ifade etmek istiyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneri lehinde söz isteyen Musa Çam,
İzmir Milletvekili.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Bakalım, kaç
vereceksiniz Hakem Heyetinde? Tutanakları da o zaman okutacağım Sayın Bilgiç.
Belli olsun Hakem Heyetinde, tutanakları okutacağım.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – 1 Mart
tezkeresinde “Geçmezse ödeyemeyiz maaşları.” diyorlardı.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Çıkaracağım o
tutanakları.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) – Ben de
çıkaracağım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Çam. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) – Sayın Başkan,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; hepinizi Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum ve buradan, bugün, ülkemizin dört bir
yanında meydanlara ve sokaklara çıkıp “Hükûmet, al zammını başına çal!” diyen
kamu emekçilerini ve onları destekleyen sivil toplum örgütlerini, meslek
örgütlerini ve sendikaları burada bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 12 Eylül 2010
tarihinde Türkiye’de bir referandum gerçekleştirildi ve bu referandumda
gerçekleştirilenlerden bir tanesi de kamu çalışanlarına sendika hakkıydı. Orada
söylediğiniz şuydu: “Artık bundan sonra Türkiye’de kamu çalışanları toplu
sözleşme yapacaklar.” denildi ama referandumun üzerinden on sekiz ay geçmiş
olmasına rağmen, bu yılın başında ancak gecikmeli bir şekilde 4688 sayılı Kamu
Çalışanları Sendika Yasası Türkiye Büyük Millet Meclisine ve komisyonlara
geldi. Gerek Plan Bütçe Komisyonunda ve gerekse Çalışma, Sağlık, Aile
Komisyonunda yaptığımız görüşmeler sonucunda 4688 sayılı Kamu Çalışanları
Sendika Yasası’nı Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirebildik.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti
devleti uluslararası sözleşmelere ve anlaşmalara imza atmış bir ülkedir. ILO
sözleşmeleri, 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmelerde grev ve toplu sözleşmeli bir
sendika hakkı tanırken maalesef burada, bu Parlamentoda grevsiz bir yasayı
çıkarmak durumunda kaldık. Bizim buna bütün direnmelerimize rağmen, bütün karşı
çıkmalarımıza rağmen sadece sizin parmaklarınızla bu yasa buradan çıkartıldı.
Bakınız, bir ay sonra, 11 Haziranda İsviçre’de Cenevre’de ILO toplantıları var
ve genel kurulu var. Orada, genel kurulda yapılacak olan görüşmelerde yine
Türkiye, sendikal hak ve özgürlükler alanında çekinceli ülkeler arasına girecek
ve o kategoride değerlendirilecek. Bu doğru bir iş midir? Doğru bir iş
değildir. Biz zamanında uyardık, dedik ki: “Arkadaşlar, kamu çalışanlarının
grevli ve toplu sözleşmeli bir sendika hakkının olması gerekir, bunu böyle
çıkarmamız gerekir.” dememize rağmen, maalesef buna aldırmadınız ve grevsiz bir
toplu sözleşme sendika yasasını buradan çıkardınız. Şimdi, Haziranın 11’inde,
12’sinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı oraya gidecek ve orada konuşmasını
yaparken yine ILO’da çekinceli bir ülke konumuna geleceğiz.
Yasa geçti, toplu sözleşme görüşmeleri
başladı, 14 Mayısta Hükûmet teklifini verdi. Vermiş olduğu bu teklifte birinci
yıl için 3+3, ikinci yıl için de 2+3, ikinci yıl, dönem için de 3,5+3,5 ve son
verdiği teklifte de 3+3.
Şimdi, bakın arkadaşlar, Başbakan,
Bakanlar Kurulunun değerli temsilcileri, sizler, her bu kürsüye çıktığınızda,
Türkiye’nin dünyanın en büyük 16 ekonomisinden biri olduğundan, Avrupa’nın da
6’ncı büyük ekonomisi olduğundan, on yıllık Hükûmetiniz döneminde Türkiye’de refahın
arttığından, millî gelirin arttığından dem vuruyorsunuz ve bunları
söylüyorsunuz. E peki, mademki Türkiye gerçekten dünyanın 16 büyük
ekonomisinden biriyse, Avrupa’nın 6 büyük ekonomisinden biriyse neden kamu
çalışanlarına birinci yıl için 3+3, ikinci yıl için de 2+3’ü veriyorsunuz?
Neden? O zaman burada şu gerçek ortaya çıkıyor: Aslında Türkiye’deki ekonomi
sizin söylediğiniz gibi tozpembe değil, iyi değil, iyi olmadığı da zaten vermiş
olduğunuz bu tekliflerde açık ve net bir şekilde ortada görülüyor ama sanal bir
Türkiye âlemi çiziyorsunuz, pembe bir tablo çiziyorsunuz ve bunu da topluma
yutturmaya çalışıyorsunuz. Bu doğru değil, burada suçüstü yakalandınız.
İkincisi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı diyor ki: “Eğer biz bütçeyi aşacak bir ücreti verdiğimiz takdirde
Yunanistan’a döneriz.” Şimdi, gösterdiği örneğe bak! Hem “Dünyanın en büyük 16
ekonomisiyiz.” diyor hem “Avrupa’nın en büyük 6 ekonomisinden biriyiz.” diyor
ve bizi Yunanistan’la, 7 milyonluk bir ülkeyle mukayese ediyor. Bir Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanına böyle bir yakıştırma olabilir mi arkadaşlar? Uygun olabilir
mi? Böyle bir eşitleme olabilir mi? Oradaki, Yunanistan’daki olan olayların
suçlusu ve kabahatlisi oradaki emekçiler, çalışanlar değil. Kimdir suçlusu?
Kötü yönetimdir. Burada da zaten suçlu ve sabıkası olan, AKP Hükûmetinin on
yıllık iktidarıdır arkadaşlar. Mademki güllük gülistanlık, her şey doğru
dürüsttü, o zaman Türkiye’de bizim enflasyonun üzerinde veyahut da enflasyonun
altında kalmayacak bir ücret zammının belirlenmesi gerekirken maalesef, 2
milyon 800 bin aktif, 1 milyon 700 bin civarındaki emeklilerimizin kulakları
buradaydı, Meclisteydi ve görüşme masasındaydı. Ne yazık ki büyük bir hüsranla
sonuçlandı arkadaşlar.
Şimdi, geldiğimiz nokta şu: Bugün,
binlerce kamu çalışanı sokaklarda ve meydanlarda haykırıyorlar. Diyorlar ki:
“Bu verilen ücret bir sefalet ücretidir, bizim insanca hayatlarımızı
sürdürebilecek bir ücret değildir.” Sayın Başbakan ve bakanlar ve
milletvekilleri, sizler söylüyorsunuz: “Ya bizler, hepimiz aynı gemideyiz,
batarsak hep beraber batacağız.” Aynı gemide değiliz arkadaşlar veyahut da aynı
gemideysek siz yukarıda kaptan köşkündesiniz, keyfinizi çatıyorsunuz ama bu
ülkenin emekçileri aşağıda kürek çekmeye devam ediyorlar. Aynı gemide olup da
kulvarları farklı olan insanlarız arkadaşlar. Dolayısıyla, bu verilmiş olan
zammı kabul etmek mümkün değildir ve Türkiye’nin emekçileri de bugün bu
taleplerini ve isteklerini, kürsülerde, meydanlarda, alanlarda dile
getirmektedirler.
Şimdi ne olacak? Anlaşma olmadı, 29
Mayısta Hakem Kurulu karar verecek ve onun vereceği karar da son olacak. Hiçbir
itiraz yolu yok, yargı yolu yok, başka tartışma koşulları yok, grev hakkı yok
ve ne verilirse onu insanlar kabul etmek durumunda kalacaklar. Böyle bir
demokrasi olur mu? Hukukun yollarını kapatıyorsun, grev hakkını vermiyorsun ve
ondan sonra “Ben, kamu çalışanlarına grev, sendika hakkı verdim” diyorsun
arkadaşlar. Bunu kabul etmek doğru değildir ve bunu şiddetle reddediyoruz
arkadaşlar.
Bakınız, geçtiğimiz günlerde Meclisin
komisyonuna geldi. Şu anda Türk Hava Yollarında 14 bin çalışan var arkadaşlar,
toplu sözleşme görüşmeleri devam ediyor. 1 Ocak 2011 yılında başlaması gerekir
idi, ama Türkiye’de bu iş kolunda bir tek sendika var, Hava-İş Sendikası. Tek
sendika var. 1 Ocak 2011 yılında başlaması gerekiyordu ama Türk Hava Yolları
yönetimi buna itiraz etti, yetkiye itiraz etti ve bir yıl sürdü. 1 Ocak 2012
yılında Türk Hava Yollarında toplu sözleşme görüşmeleri başladı arkadaşlar.
Geldi, anlaşmazlık ortaya çıktı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı arabulucu
tayin etti. Yani Bakanlığınız arabulucu tayin ediyor ama buna rağmen Türk Hava
Yolları bu arabulucuya 5 Mayıs tarihinde itiraz ediyor ve mahkeme de bunu 5
Eylüle atıyor arkadaşlar. Tam beş ay atıyor arkadaşlar. Beş ay atmışken, şimdi Sayın
Metin Külünk ve arkadaşları bir kanun teklifi veriyorlar ve diyorlar ki: “Türk
Hava Yollarında çalışanların grev yasağı kapsamı içerisine alınması gerekiyor
ve burada grevin yapılmaması gerekiyor.” E, hani biz, Türkiye 16’ncı büyük
ekonomiydik, Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisiydik! “Demokrasiyi biz
getiriyoruz, insan haklarını biz getiriyoruz, şöyle demokrat bir ülkeyiz”
diyorsunuz. Arkadaşlar, neden peki Türk Hava Yollarında çalışan insanların
toplu sözleşme hakkını ve grev hakkını bir kanun teklifiyle ortadan kaldırmaya
çalışıyorsunuz? Şu anda, çalışanların, işçilerin, eski adıyla 2821, 2822, yeni
adıyla Toplu İş İlişkileri Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde,
komisyonlarda görüşüldü hâlâ getirilmiyor Meclise. Bu varken bir kanun teklifi
vererek Türk Hava Yollarında çalışanların grev hakkını engellemek yakışıyor mu
arkadaşlar size? Yakışıyor mu? Ama yakışıyor çünkü siz “Biz, darbelerle
hesaplaşacağız.” diyorsunuz ya, aslında 12 Eylülün çocukları olanların 12
Eylülle ve darbecilerle hesaplaşma şansı yok. Siz, sivil bir darbeyi
gerçekleştiriyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisine açık ve net bir şekilde
hem kamu çalışanlarına ve hem işçilere açık ve net bir şekilde bir darbe
yapıyorsunuz.
Biraz önce, değerli dostum Süreyya
Bilgiç burada “Biz grev hakkı vermedik, böyle bir taahhütte de bulunmadık.”
dedi. Türkiye Cumhuriyeti devleti ILO sözleşmelerinin altına imza atmış,
taahhüt altına girmiş. “Evet, buna uyacağız.” demiş. Sizin cumhuriyet Hükûmeti
olarak buna uyma hakkınız yok mudur? Bunu yerine getirmek diye bir düşünceniz
olamaz mı arkadaşlar? Bunu yerine getirmeniz gerekirken maalesef buna “Hayır.”
diyorsunuz.
Şunu söylemek gerekiyor, Bülent Arınç
da söyledi, siz de söylediniz: Türkiye’de Memur-Sen’i arka bahçe yaptınız,
yandaş konfederasyon yaptınız. YÖK’ü yaptınız, Hâkimler Savcılar Yüksek
Kurulunu yaptınız, bütün kamu kurum ve kuruluşlarını arka bahçe yaptınız, yan
bahçe yaptınız, sendikanızı da yaptınız arkadaşlar. Üçüncü sırada olan bir
konfederasyonu on yıllık Hükûmetiniz döneminde birinci konfederasyon yaptınız,
bundan dolayı sizleri alkışlamak gerekir. Ama şunu bilmeniz gerekiyor
arkadaşlar: Hiçbir şekilde bu yandaşlığın ömür boyu sürmeyeceğini bilmeniz
gerekiyor.
Sendikanın, bir siyasi partinin arka
bahçesi olmaması gerekiyor. Sendika hem devletten bağımsız olacak hem
sermayeden bağımsız olacak hem de siyasi iktidardan bağımsız olması gerekirken
ne yazık ki bugün Memur-Sen AKP Hükûmetinin arka bahçesi oldu ve şimdi de
-önümüzdeki günlerde- 29 Mayısta açıklanacak olan bu sefalet ücretine de
“Evet.” demek durumunda kaldı. Bunu şiddetle kınıyoruz ve protesto ediyoruz ve
kamu çalışanlarının bu haklı mücadelesinde yanında olduğumuzu ve onlarla
birlikte bu mücadelede birlikte yol yürüyeceğimizi söylüyor, hepiniz saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen Erol Dora,
Mardin Milletvekili.
EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun vermiş olduğu
genel görüşme açılması aleyhinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün toplu sözleşme masasında emek,
hak ve özgürlük arayışında Hükûmetin duyarsız yaklaşımı nedeniyle ortaya çıkan
uzlaşmazlık sonucu alana inen tüm kamu çalışanlarını selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum.
Toplu sözleşme hakkı, 12 Eylül 2010
Anayasa değişikliğiyle AK PARTİ’nin her zamanki lütuf gibi gördüğü değişikliklerden
bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamu görevlilerine toplu sözleşmenin
yolunu açan ve demokrasinin gereği olan kanun ve uygulamaları devreye sokmakta
geç kalmış olmakla birlikte uluslararası sözleşmelerin vurgu yaptığı örgütlenme
özgürlüğü, grev hakkı ve toplu eylem biçimleri AK PARTİ İktidarının korkulu
rüyası olmuştur. Kamu görevlilerinin haklarının minimize edildiği ve toplu
sözleşmenin kapsamının daraltıldığı ve Hükûmetin isteği dâhilinde
imzalanmasının mümkün kılındığı ve itiraz hakkının olmadığı bir içeriğe sahip
taleplerinizi emekçilere kabul ettirmek istiyorsunuz.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var
ki, istediği yasayı jet hızlarla Meclisten geçirip sonrasında köşke
onaylatmakta ustalığını kanıtlamış olan AK PARTİ referandum üzerinden geçen bir
buçuk yıldan sonra bu demokratik ve emekten yana hiçbir uygulamayı Meclise
taşımamış ve toplumsal özgürlükler önünde engel olarak AK PARTİ engeli söz
konusudur.
Emekçilerin örgütlenme, sosyal ve özlük
haklarına saygı duymayan, emekçi insan olmasından öte, üretmesinden öte, ucuz
iş gücü olarak gören AK PARTİ zihniyeti, geldiğimiz nokta itibarıyla, enflasyon
yüzde 10’un üzerindeyken, işsizlik had safhaya ulaşmışken emekçiye zammı fazla
görmektedir. Keşke bu on sekiz aylık gecikmenin üzerinde çok düşünüldüğü, bütün
sendikaların taleplerini karşılamayı planladığı ve en nihayetinde kamu
görevlilerini tatmin eden bir yasa çıkarma amacıyla yaşandığını
söyleyebilseydik.
Sendika konfederasyonları ile bakanlık
düzeyinde yapılan toplu sözleşmenin düzeyi dâhil birçok hususta mutabakata
varılamamış olmasına karşın işçilerin en temel hakkı olan grev hakkına yönelik
ise Hükûmet kriminalize edici bir yaklaşım içerisindedir.
Kamu görevlilerine Anayasa
değişikliğiyle tanınan toplu sözleşme hakkı, mevcut hâliyle çok eksik bir
haktır. Bugün kamu çalışanlarının örgütlenme özgürlükleri, toplu eylem
biçimleri olarak tanımlanan grev, iş bırakma ve iş yavaşlatma eylemleri gibi
haklar suç unsuru gibi sayılmakta ve işveren ya da çeşitli devlet organları
tarafından cezalandırılmak istenmektedir. Bu minvalde, bu toplu eylem
biçimlerine katılan kamu görevlilerine davalar açılmış ve birkısmı
görevlerinden olmuştur. Bununla birlikte iç hukuk yollarının tükendiği
durumlarda benzer cezalar ile karşılaşan kamu görevlilerinin Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine başvurduğu ve mahkemenin kamu çalışanı lehine Türkiye’yi
cezalandırdığı birçok dava mevcuttur.
Oysaki toplu eylem biçimleri ve grev
hakkı, demokrasilerin olmazsa olmazı niteliğinde olup Uluslararası Çalışma
Örgütü ve birçok uluslararası sözleşme ile teminat altına alınmış, bu anlaşma
ve sözleşmelere taraf olan ülkeler açısından bağlayıcı bir niteliğe sahiptir.
Bu bağlamda, uluslararası anlaşmalara atıfta bulunan Anayasa’nın 90’ıncı
maddesinde belirtilen “…temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
hükmü gereği, milletlerarası anlaşmaların garanti altına aldığı ve sosyal hukuk
devletinin gereği olan grev hakkının yapılan Anayasa değişikliği ve sonrasında
önümüze getirdiği bu yasa tasarısıyla yasal güvence altına alınmaması AK
PARTİ’nin ne kadar göstermelik bir iş yaptığının kanıtıdır.
Bugüne kadar AK PARTİ tarafından
getirilen hiçbir yasada olmadığı gibi, bu yasada da demokrasi ve özgürlükler
adına hiçbir düzenlemeden bahsetmek mümkün değildir. Demokrasi kültürü olmayan
bir anlayıştan daha fazlasını beklemek de pek mümkün olmasa gerek.
Siyasi iktidar çifte adaletsizlik
yaparak hem milyonlarca kamu emekçisinin, emeklilerin ve ailelerinin sadaka
zammıyla sefalet içinde yaşamalarını istemekte hem de bunu kabul etmeyerek
uluslararası hukuktan kaynaklanan grev haklarını kullanmak isteyen kamu
emekçilerini tehdit etmekte ve bu haklarını kullanmalarını engellemeye
çalışmaktadır.
Hükûmetin kamu adına ne varsa ortadan
kaldırmaya çalıştığını ve sendikal faaliyetlere karşı bir tutum içinde
olduğunu, buna karşılık başta KESK olmak üzere bütün emekçiler bu süreçte
herkesin beklediği tutumu geliştirmektedir. Toplu sözleşme masasının
çalışanlarla dalga geçilecek bir yer olmadığını herkes bilmek zorundadır, başta
da Hükûmet. Kimse emekçilerle dalga geçemez. Getirecekleri önerilerin de bir
ciddiyeti olacak.
AK PARTİ, kamuoyunda her zamanki
popülist siyasetine devam etmiş ve bu politikalar tutmadığı vakit polis, asker
ve yargıyı devreye sokmaktadır. AKP elli yıllık tek parti iktidarına büyük
yenilikler getirmeden bütün taleplerin kıyısından köşesinden dolanarak
düzenlemeler yapmaktadır. Son süreçte 2 adet helikopter ihalesi yapıldı toplam
4 milyon dolarlık ve 7 milyon dolarlık olmak üzere. 4 milyon kamu emekçisinin
yüzde 1’lik zam talebi helikopterlere ayrılan bu parayla karşılanabilir.
Türkiye’de enflasyon oranı yüzde 10’un üzerindeyken memura yapılmak istenen
yüzde 3,5’luk zam enflasyon karşısında memura zam yerine ücretinde düşüklük
getirmektedir.
Bu düşüncelerimi belirttikten sonra
tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dora.
Sayın Günal, söz talebiniz var,
buyurun.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Az önceki yaptığım şeyle ilgili bir ek
bilgi aktarmak için söz istedim. Ben demiştim ki: “Memurlar bu tarafa doğru
geliyor, ne olur?” diye. Ama şu anda Kamu-Sen Genel Başkanının ağır şekilde gaz
altında kaldığını arkadaşlarımız haber vermiş oldular, ben söylerken bir
taraftan onlar gazı yemişler. Onun için burada ek bilgiyi de sizlere aktarmış
olayım. Kendilerine geçmiş olsun diyoruz. İnşallah bir şeye yarar da bari hiç
olmazsa maaşlarına artış gelir, yedikleri gazın da karşılığında bir şey gelir
yoksa gazı da boşa yemiş olacaklar.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Karar yeter
sayısı.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.02
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 16.16
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.
Alınan karar gereğince sözlü soru
önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden başlayacağız.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
2.-
Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporları (1/486) (S. Sayısı: 233)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, Uluslararası
Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak
Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
3.-
Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna
İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/546) (S.
Sayısı: 177) (x)
(x) 177 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 177 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ahmet Kenan Tanrıkulu, İzmir
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 177 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin
görüşlerini belirtmek üzere huzurunuzdayım. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, hemen İkinci
Dünya Savaşı ertesinde gelişmekte olan birçok ülke ekonomik kalkınmalarını
sağlayabilmek için finansman arayışlarına girdi ve bu finansman arayışları
sırasında 1945 yılında Bretton Woods dediğimiz Uluslararası Para Sistemi
yürürlüğe girerek bir anlaşma yapıldı. 27 Aralık 1945 tarihindeki bu anlaşmayla
birçok ülke Uluslararası Para Fonunun ve Dünya Bankasının yürürlüğe koyduğu
kuralları kabul etme durumunda oldu. Türkiye de hemen 1945 sonrasında, 11 Mart
1947’de bu anlaşmaya imza koyarak IMF ve Dünya Bankasıyla ilişkilerini o tarih
itibarıyla başlattı. İşte ondan sonra, 1947 sonrasında ilk 1961’de imzalanan
stand-by’dan itibaren Türkiye 19 tane stand-by anlaşması imzaladı ve bunun
sonuncusunu da 2005 yılında AKP Hükûmeti imzaladı.
Değerli milletvekilleri, bu anlaşma da
2009 yılında nihayetlendi ve o günden bu güne kadar şu anda Türkiye bir
stand-by anlaşması yapmıyor IMF’yle, ancak birtakım gözlemleme, “monitoring”
dediğimiz uluslararası gözlemleme sistemlerini devam ettiriyor.
Sayın milletvekilleri, büyük ve iddialı
bir söylemle duyurusu yapılan mali kuralın uygulamaya geçemeyişi, Gelir
İdaresinin özerkleştirilemeyişi, yerel yönetimlere siyaseten para kaynaklarının
aktarılması IMF tarafından yaklaşık on yıldır sürekli eleştirilmektedir. En son
ocak ayında IMF’nin yayınladığı raporda da yine -Hazinenin sitesinde bu rapor
bulunabilir- bu şekilde bir eleştiri getirilmektedir. Ülkemiz ekonomisini daha
şeffaf hâle getirecek, doğal olarak daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyümeyi
sağlayacak olan tedbirleri alamayan yetkililer ekonomimizin şu anda çok iyi
bulunduğunu iddia etseler de birçok çevre, buna uluslararası ekonomi
kuruluşları da dâhil olmak üzere, durumun hiç de böyle olmadığını makroekonomik
göstergeler açısından açıklamaktadırlar. Şu sıralarda Türkiye ekonomisinin
artık büyüme değil, bir iniş içine geçtiği ve bu inişin nasıl olacağı, sert bir
düşüş şeklinde mi olacağı, yoksa daha yumuşak bir düşüş mü olacağı şeklinde
tartışmalar da yapılagelmektedir. Ancak iç talebin sürekli düşmesi, Avrupa
Birliğine olan ihracatımızın azalması ve dünya ekonomisindeki yavaşlamayı da
göz önüne alırsak bu inişin oldukça sert olacağını öngörebiliriz.
Değerli arkadaşlar, 2012 başında, yani
yıllık ekonomi programında açıklanan birçok rakam, bugün, 5’inci ayı
bitirdiğimiz bu dönem içerisinde maalesef sürekli revize hâle getirilmiştir.
İşte OECD’nin Türkiye için öngördüğü bu yılki büyüme hızı yüzde 3,3’tür. Ancak
bizim Orta Vadeli Program’da bir türlü tutturamadığımız ve aşağıya doğru
sürekli revize ettiğimiz rakamlar 2012 yılının da Türkiye açısından iç açıcı
geçmeyeceğini göstermektedir. Türkiye açısından son on yılda birçok rekorlar
kırılmaktadır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek dış ticaret açıkları, cari
açıklar, ithalat rekorları yine bu dönem içerisinde kırılmıştır. Öte yanda,
sürdürülemeyen niteliksiz bir büyüme, onun doğal sonucu olarak istihdamda
düşmeler, işsizliğin artması ve son zamanlarda yine dikkat çekici bir şekilde
Türkiye’nin yurt içi tasarruf oranlarının da oldukça düşük seviyeye gelmesi
bugünün en önemli başlıklarıdır.
Değerli milletvekilleri, bu
başlıklardan cari açığa baktığımız zaman, millî gelirimizin yüzde 10’unu aşan
ve artık kritik seviyeyi hayli geçmiş olan cari açık, alarm zillerinin
çalmasına da sebep olmaktadır. Türkiye, 100 dolarlık ihracat yapabilmek için
140 dolarlık ithalat yapmaktadır ve bu 40 doların nereden finanse edildiği ve
nasıl finanse edildiği konusu da oldukça tartışmalıdır. Cari açık
sürdürülebildiği sürece ve finanse edildiği sürece bir problem olmadığını bazı
iktisatçılar ileri sürse de, bugünkü ekonomi yönetimi de bunun içine dâhildir,
ancak açığın finansmanı ve finansmanın kalitesi tartışmaları da sürmektedir.
Değerli arkadaşlar; 2,6 milyar dolarlık
sermaye kalemlerindeki finanse edilemeyen açığı, “net hata, noksan” diye Merkez
Bankasının her hafta açıkladığı bilançosundaki bir kalem kapatmaktadır. Ve bu
rakam son olarak açıklandığında 3,8 milyar dolar civarındadır ve sıcak paranın
girmeye devam ettiğini ve sağlıklı bir açık finansmanı şeklinde de
sürdürülemediğini göstermektedir. Geçmişte sıcak paranın hisse senedine mi,
tahvile mi veyahut mevduata mı yatırıldığı noktasında en azından bazı bilgilere
sahiptik; ancak, bugün itibarıyla bu para nereye geliyor ve ne şekilde
ekonomiye enjekte oluyor, maalesef bu konuda da bilgi sahibi değiliz. Esasen
bütün bu olumsuz gelişmeler, geçtiğimiz yaz, yani Temmuz 2011’den itibaren
alarm çanlarını bize çaldırmıştı, yani artık cepten yemeye devam ediyoruz,
döviz rezervlerimiz sürekli azalıyor ve biraz önce de belirttiğim bu “net hata,
noksan” diye kaynağı belli olmayan bir paranın girişine bel bağlamış
durumdayız. Öte yandan, enerji faturamız da kabarıyor, cari açığı tahmin ederken
Orta Vadeli Program’da, 97 dolar civarında bir enerji faturasından, petrol
fiyatından bahsediliyordu varil başına, ancak 2012 yıllık programı hemen
açıklandığında yani aradan birkaç ay geçmeden bu 100 dolar olarak revize
edildi, petrol fiyatı. Bugünlerde dalgalanan -ne mutlu ki aşağıya doğru
dalgalanıyor- petrol fiyatı bizim cari açık tahminlerimizin de baştan
yapılmasına vesile olmaktadır.
Değerli arkadaşlar, biz 57’nci Hükûmet
döneminde Merkez Bankasını bağımsız hâle getirdik ancak görülen o ki bugün
başta Sayın Başbakan ve ekonomi yönetimi Merkez Bankasının bu bağımsızlığından
oldukça şikâyetçi görünüyor ve hatta Merkez Bankası Başkanının bazı
açıklamalarından da rahatsız görünüyorlar. En son Sayın Başbakan TOBB Genel
Kurulunda bankaların kredi açmamasından dem vurdu ve şikâyet etti. Ne ilginçtir
ki o şikâyet edilen banka kredi oranları Merkez Bankasının geçen sene
sınırladığı, yüzde 25 olarak belirlediği, bu sene yüzde 15’e düşürdüğü, hatta
yüzde 14’e çekme noktasında da tedbir aldığı bir uygulamadan dolayı
yapılmaktadır. Yani biz, bir yandan dövmeye devam ederken kurumlarımızı, öbür
taraftan da “Kaçın.” diye arkalarından kovalıyoruz.
Değerli arkadaşlar, aynı şekilde kredi
derecelendirme kuruluşlarıyla da kavgamız devam ediyor. Zaten Türkiye’de son zamanlarda
bütün uluslararası kurumsal yapıyla bir kavga modası da var. Şimdi, deniliyor
ki: “Bu kredi derecelendirme kuruluşları yanlış bazı tespitler yapıyor ve kendi
yerli kuruluşumuzu yapacağız.” Bir yönüyle baktığımız zaman çok normal ve
sevindirici bir gelişme gibi görülse de siyasi sahada hamasi söylemlerle
ekonomi yönetilemeyeceğini maalesef sonradan başımızı vura vura öğrenmek
durumunda da kalacağız.
En yüksek cari açığı veren bir ekonomi
yönetimimiz var ve öte yandan, millî gelirin yüzde 20’ler seviyesinden 1999’da
yüzde 12’ler seviyesine düşen bir tasarruf oranımız var. Peki, bu konuda tedbir
alması gereken ekonomi yönetimi ne yapıyor? Maalesef herhangi bir ciddi tedbir
ve politika geliştirilemediğini görüyoruz.
Dünya Bankası bir rapor hazırladı. Bazı
zamanlar, uluslararası kuruluşların hazırladığı raporlara ciddi itibar
gösteriyor ekonomi yönetimi ancak bu raporu yani yüksek büyümenin
sürdürülebilirliğiyle ilgili ve tasarruflara yönelik ciddi eleştirilerin
yapıldığı bu raporu maalesef ekonomi yönetimi atladı. 1990’larda Türkiye yüzde
23,5 seviyesinde tasarruf yapıyormuş, gide gide 2000-2008 döneminde bu oran
yüzde 17’ye düşmüş ve nihayetinde de geçtiğimiz yıl içerisinde yüzde 12,7’ye
kadar gerilemiş.
Şimdi, geliştirilmesi gereken esas
mesele, biraz önce de söylediğim dış talebin azaldığı ve sürekli bir sıkıntının
içinden bahsedildiği dünya ekonomisinin yavaşladığı bir dönemde sizin iç
talebinizi ve dolayısıyla tasarruflarınızı büyütmeniz gerektiği.
Makroekonomi açısından baktığınız
zaman, tasarruf bir sonuçtur değerli milletvekilleri. Dolayısıyla, şimdi sizin
yapmanız gereken, bu tasarruflarınızı ne şekilde arttıracağınız olması lazım.
Eğer yüksek oranlı büyüme hızında ısrar ederseniz, o zaman ortada, belki de
Yunanistan gibi, ülke ekonomisinin ileride -Allah göstermesin- iflasına kadar
gidecek ciddi politika yetersizlikleriyle karşı karşıya kalabilirsiniz.
Dünya Ekonomik Forumu bir Küresel
Rekabet Endeksi yapıyor. Dolayısıyla, bu kadar tasarruf edemeyen bir ekonomide
girişimcilerimiz de sıkıntı içerisindedir. Bu endekse baktığımız zaman,
Türkiye, iç piyasada rekabetin yoğunluğu açısından 142 ülke arasında 13’üncü;
rekabet hukukunun etkinliği bakımından 33, firmaların pazar hâkimiyeti
bakımından da 41’inci duruma gerilemiş yani hem tasarruf yapamıyorsunuz hem
girişimcileriniz, firmalarınız zor duruma düşmüş, bunun doğal sonucu olarak da
rekabet yapma endeksiniz gerilemiş.
“2011 yılında ne olmuş?” diye şöyle
geriye baktığınız zaman, Türkiye’de rantiyenin kazandığını görüyoruz değerli
arkadaşlar. Ücretlimiz enflasyona, rantiyeye ezdirilmiş durumda ve ciddi
manada, sürdürülemez bir yapı içerisinde Türkiye, 2012 yılında yaklaşık 130
milyar dolar civarında bir dış finansman ihtiyacı içerisinde.
Şimdi “Bu finansmanı nereden bulacağız,
nasıl bulacağız?” tartışmaları devam ederken ve 2012’de kaynak bulmanın zor
olacağı noktasında bütün uluslararası kuruluşlar kanaat belirtirken, biz öte
yanda dönüyoruz 2012’de yüksek bir büyüme hızı öngörüyoruz, daha sonra bunu
revize ediyoruz ama revize ettiğimiz rakam bile uluslararası kuruluşların
tahminlerinin çok çok ötesine çıkıyor. Öbür taraftan da kredilerimizi
daraltıyoruz, bankalara –tabiri caizse- fırça çekiyoruz ve bunun sonucunda
kendi ayağımıza kendimiz kurşun sıkıyoruz.
Avrupa bankaları artık bu dönemde bize
borç verme durumunda olmayacak çünkü kendi sıkıntılarını aşma noktasındalar,
borç krizi yüzünden kredilerini kısmak zorunda kalmış durumdalar.
Ekonomi yetkililerinin yürüttüğü mevcut
büyüme modeli, yani ısrarla, sıcak paraya dayalı, sürdürülemez ekonomik modeli
artık iflas etmiş noktaya geldi.
Değerli arkadaşlar, ülkenin sürekli
cari açığını ve dış borçlarını arttıran bu model istikrarlı ve sürdürülebilir
olmaktan da uzaklaştı. O zaman ne yapmamız lazım? İyi bir büyüme stratejisi
ortaya koymamız lazım. Bu stratejinin içerisinde üretimin yavaşlaması değil,
üretimin ithalata bağımlı hâle gelmesi değil, tam tersine, ihracat odaklı bir
büyüme stratejisi izleyerek üretimi artırmak olması gerekiyor ama öbür taraftan
bakıyoruz, ülkemizde maalesef ihracattan sorumlu bir bakan var ama ithalatla
ilgili, nedense hiç kimse ağzını açıp da bir kelime söylemiyor. Zaten ihracatçı
kuruluşların tepesinde de eğer ithalatçılar oturursa, bir kısım ithalatçılar bu
meslek kuruluşlarının tepesinde meslek odası başkanlığı gibi bir görev yaparsa
zaten bu soruna da doğru bir çözüm getirme şansımız, maalesef, olmaz.
Öbür tarafta işsizlik rakamlarına da
göz atmak lazım. Bakın, 2012 yılına geldiğimiz zaman artık çift haneli işsizlik
rakamlarıyla karşı karşıya kaldık ve bu, geçtiğimiz senenin Temmuz 2011
sonrasındaki dönemin zaten belirtileri arasındaydı. Geçtiğimiz yaz döneminde, o
cepten yediğimiz, fazladan kullandığımız rezervler bugün bize ciddi manada
sorun yaratmaya başladı. İşsizliğin bu kadar artmasının tabii ki en önemli
sebebi, işte biraz önce söyledim, büyümenin yani aşağı inişin, durağan hâle
gelmenin, yumuşak mı, sert mi tartışmalarının sonucunda büyüme hızımızın
düşmesi. Yüzde 8,5 seviyesindeki bir büyümede, siz birden ayağınızı frene
bastığınız zaman, bu aracı bu kadar hızlı bir şekilde durdurursanız bunun doğal
sonucu olarak da ortaya bir istihdam boşluğu ve işsizlik çıkaracaksınız
demektir.
Değerli milletvekilleri, çok ilginçtir,
Türkiye’de bir de bir IMF borcu tartışması yapılıyor. Şimdi, 2002 yılında
Türkiye’nin devrettiği IMF borç stoku 23,5 milyar dolar falan değildi. Bu borç,
ben size söyleyeyim, 13,9 milyar dolardı. Şimdi, bu tabii ki çok ilginç bir
noktadır. 2003’te 16,7’ye çıkmış, 2004’te 18,4 olmuş, 2005’te 14,6 olmuş,
2006’da 10,8 olmuş, 2007’de düşmeye başlamış, 7,1 olmuş, 2008’de tekrar artmış
8,6 olmuş ve nihayetinde yani bu son 2005 stand-by anlaşmasının bittiği 2009’da
da 8 milyar dolar civarına gelmiş. Yani sizin yaptığınız anlaşmanın sonucunda
kullandığınız kredi dilimlerine göre sizin borç stokunuz artabiliyor da,
azalabiliyor da. Şimdi, buradan yola çıktığımız zaman siz şuna bakacaksınız: 2002-2011-2012
arasındaki toplam borç stoku ne kadar artmış; ona bakacaksınız. Türkiye’nin IMF
borcu artık o kadar az bir noktaya gelmiş ve konuşulmaz bir hâle gelmiş durumda
ki sizin bu borçla mukayese yapma şansınız zaten yok uluslararası anlamda. Siz toplam
borcunuza bakacaksınız, kamu artı özel sektör borcuna bakacaksınız. Öbür
tarafta, bu süre içerisinde 50 milyar dolar civarında özelleştirme yapmışsınız.
Yani bir yandan borcunuzu artırıyorsunuz, 2002’de 221 milyar dolardan 580
milyar dolar civarında bir toplam borç rakamına geliyorsunuz ve 50 milyar
dolar, özelleştirmeye rağmen büyük bir maharet göstererek toplam borcunuzu
artırıyorsunuz. Asıl mesele bunun konuşulması, bunun nasıl azaltılacağı
noktasında, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ortak tedbir
geliştirelim, beraber politikalarımızı üretelim.
Değerli arkadaşlar, istihdamı sanayi
sektörünün yaratması lazım, büyütmesi lazım. Ancak bizde, baktığımız zaman,
istihdam yaratan çalışma kollarına baktığımızda, maalesef, vasıfsız, düşük
ücretli ve düşük katma değerli iş kollarında istihdam var. Bu, sanayi
sektöründe de böyle, hizmet sektörlerinde de böyle. Dolayısıyla bütüncül bir
şekilde ve hükûmetten hükûmete de değişmeyecek bir istihdam stratejisi ortaya
koyamazsanız o zaman sizin memleketinizde, ülkenizde işsizlik sorununu çözme
şansınız da kalmaz.
Birçok yapısal sorun var işsizlikle
ilgili. Bunların en başında da iş gücüne katılımın uluslararası standartlara
yükseltilmesi meselesi geliyor, kadın iş gücünün yükseltilmesi meselesi geliyor
ki, biz bunu son yapılan istihdam stratejisi çalışmalarında göremiyoruz değerli
arkadaşlar.
Yaklaşık on yıldır ülkemizde pür
liberal ve küresel piyasalara entegre olma gayreti içinde olan bir politika
izlendiğini görüyoruz. Bu politikalar dünyanın birçok ülkesinde terk edilmiş
olmasına rağmen, maalesef, ısrarla, Türkiye’nin kendi iç dinamiklerini ve
rekabet gücünü yükseltecek bir politika izleme yerine, doğru önceliklere dayalı
stratejiler geliştirmek yerine böyle bir politika takip ediliyor. Bu, bizi,
performans bakımından kendi ligimizdeki ülkelerden geride bırakacak bir
uygulama hâline gelir ve maalesef, bunların sonucunda da küresel finans
piyasasının dışsallıklarına daha fazla bağımlı hâle geliriz. Onun için,
Türkiye’nin refahı noktasında, Türkiye’nin ekonomik kalkınması noktasında çok
da fazla bir şey yapmayan ekonomi yetkililerine buradan seslenmek istiyorum:
Değerli arkadaşlar, karmaşık hedeflerle uğraşmayı ve stratejik kurgulamayı
öğrenmeniz gerekmektedir. Eğer bunu doğru yerde ve doğru zamanda yaparsanız,
ülkemizin o “namütenahi” dediğimiz sonsuz değerlerini, millî ekonominin
servetlerini de geliştirme şansınız olur.
Değerli arkadaşlarım, bu düşüncelerle
tasarının hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen Orhan Düzgün, Tokat Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ
(Sivas) – Sayın Başkan, yanlış bir rakam verdi, onunla ilgili düzeltme için ne
zaman söz verirsiniz?
CHP GRUBU ADINA ORHAN DÜZGÜN (Tokat) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen
Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanım, ben bir ekonomi uzmanı
değilim, bu nedenle, ekonomiyle ilgili eminim ki siz sayın milletvekillerinin
arasında benden çok daha fazla söz söyleyecek insan vardır diye düşünüyorum.
Sadece şunu belirtmek isterim ki: Daha
dün, Sayın Başbakan “Artık biz IMF’ye borç vereceğiz.” diye bir söylem
geliştirmişti. Bugün bu ülkenin memurları sokaklardalar, gene -eğer
televizyonlara bakabildiyseniz- hepsi coplanıyor, hepsi biber gazından geçiriliyor.
Bunun nasıl güçlü bir ekonomi olduğunu biz anlayamadık. “Dünyanın 16’ncı büyük
ekonomisiyiz.” diyeceksiniz ama memura gelince “Yüzde 3,5’a razı olacaksın.
Eğer bunu vermezsek Yunanistan’dan daha kötü oluruz.” diyeceksiniz yani burada
şunu çok doğru olarak tespit etmek lazım: Demek ki bizim ekonomimiz pamuk
ipliğine bağlı, eğer yüzde 3,5 yerine 5 verirsek Yunanistan olacağız. Bunu da
şu anlamda takdir etmek lazım: En azından iktidar ülkedeki ekonominin
vahametinin farkına varmış demektir. Bu açıyla bakacak olursak bunun da doğru
bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben Tokat
Milletvekiliyim. Bu nedenle IMF’deki anlaşmadan çok -Sayın Başkanımın da
hoşgörüsüne sığınarak- Tokat’ın problemlerinden bahsetmek istiyorum bu
vesileyle.
Şimdi size birkaç tane isim okuyacağım:
Yeter Demir, Dönüş Usta, Ercan Koldan... “Kim bu adamlar?” diyeceksiniz, ben
size söyleyeyim, bir tanesini anlatayım, bizzat tanıdığım için anlatıyorum:
Ercan Koldan, iki yıl önce evlenmiş, fakir bir ailenin çocuğuydu. Kendisi
çobanlık yaparak ailesindeki 7-8 nüfusu geçindirmeye uğraşıyordu. Yaklaşık on
gün önce kene ısırması sonucu öldü. Eşinin kucağında sekiz aylık bir bebek var
ve bu ailenin başka çalışacak kimsesi yok. Baba yaşlı, anne tarlalarda gündelik
işçi olarak çalışarak bu ailenin geçimine katkı sağlamaya uğraşıyor. Ne oldu
peki? Ercan Koldan öldü.
Değerli arkadaşlarım, bu Meclise benden
önce de 2 kez Kırım Kongo kanamalı hastalığının araştırılması için önerge
verilmişti. Bu önergelerin 2’si de maalesef, yüce Meclis tarafından reddedildi.
Şunu belirtmek isterim ki bugün bu saydığım isimlerin ölümünden o gün bu
önergenin reddine el kaldıranlar sorumludurlar.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Tokat’ta
ne oluyor? Tokat’ta her bahar geldiğinde, insanlar tarlalarına gitmek için, bir
şeyler üretebilmek için evlerinden çıktıklarında veya da hafta sonları gidip
çoluğuyla çocuğuyla doğru dürüst bir piknik yapmak istediklerinde akşam
evlerine bir panikle dönüyorlar, “Acaba bizi bir kene ısırdı mı?” “Acaba biz
bir hafta, on gün içerisinde hastalanıp ölecek miyiz?”
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
iktidardaki Tokat milletvekili arkadaşlarım buradalar mı, göremedim kendilerini
ama ben, yine de, bu konuyla ilgili hususları kendilerine hatırlatmak isterim.
Benim değerli arkadaşlarım seçim öncesinde demişlerdi ki: “Biz Tokat’ı turizm
merkezi yapacağız.” Çünkü bu, Tokat’ta doğru bir çözümdü. Neden doğru bir
çözümdü? Tokat’ta sigara fabrikası vardı, sattınız; Turhal’da şeker fabrikası
vardı, sattınız dolayısıyla bu insanların bir yerden bir geçim temin etmesi
lazım. O zaman dediler: “Biz size turist getiririz. Siz de turistler sayesinde
geçinirsiniz.”
Tabii, Tokat’a turist gelebilir ama
turisti Tokat’a getirmenin koşulları var. Şimdi, yaşayanların sokağa çıkmaya
korktuğu bir Tokat’a dışarıdan nasıl turist getireceksiniz; onu ben çok merak
ediyorum.
Bakın, size akraba olan gazetelerden
birinin yazısı, deniliyor ki: “Tokat’ta kene hastalığıyla ilgili kamu
görevlilerine ‘sus’ emri verildi.” Eğer kamu görevlilerinin susmasıyla
Tokat’taki kene hastalığı çözülecekse, bu problem bitecekse ben de hemen bu
kürsüyü terk edeceğim çünkü konuşmamak vatandaşın sağlığına demektir.
Arkadaşlar, bu konuyla ilgili Sayın
Sağlık Bakanımıza bir soru sordum, dedim ki: “2002 yılından beri Tokat’ta,
Sivas’ta, Çorum’da, Amasya’da bu hastalığa kaç kişi yakalandı? Kaç kişiyi kene
ısırdı? Bunların kaç tanesi hastaneye yattı? Kaç tanesi de öldü?”
Bakın, Bakanlığın bana gönderdiği
yazıyı size aynen okuyorum: “Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığı tanısıyla
2011 yılında Amasya’da 47, Çorum’da 137, Sivas’ta 80, Tokat’ta 258, Yozgat’ta
115 vaka tespit edilmiş olup tamamı yatarak tedavi almıştır. Hastalığın
ülkemizde görülmeye başlandığı 2002 yılından günümüze kadar ise Amasya’da 14,
Çorum’da 48, Sivas’ta 15, Tokat’ta 57, Yozgat’ta 40 kişi yaşamını yitirmiştir.”
Değerli arkadaşlarım, ben mesleğimden
dolayı da çok iyi biliyorum ki hastanelerde gerçekten bu konularla ilgili ciddi
istatistikler yapılıyor, ciddi veriler sağlanıyor ve bunların her birisi her ay
Bakanlığa gönderiliyor. Tabii, ben sorduğum soruya cevap alamadığım için acaba
bir yanlışlık mı var diye tekrar yazı yazdım. Şunu da belirtmek istiyorum: Bir
milletvekili sıfatıyla Bakanlığı kendim aradığımda bana bu konuda bilgi
veremeyeceğini söyledi Sağlık Bakanlığı. Bu söylediğim bilgileri bilgi edinme
hakkımızı kullanarak alabildik ancak. Bir milletvekiline Bakanlığın gösterdiği
muamele budur.
Evet, arkadaşlar, biz diyoruz ki: Kaç
kişiyi kene ısırdı? Bilgi yok. Kaç kişi hastaneye müracaat etti? Bilgi yok.
Bakanlık sadece ölenleri saymış, onları da doğru mu saydı, yanlış mı saydı, onu
da bilemiyoruz tabii, çünkü bu bölgeye eğer gidebilecek olursanız, yolunuz
düşerse o rakamların gerçekte çok daha farklı olduğunu, şu anda hastanelerin
intaniye servislerinin kene ısırıklarıyla dolu olduğunu görürsünüz. Umut ederim
de bir gün uğrayıp görürsünüz diye düşünüyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, nedir
Kırım Kongo kanamalı hastalığı ve neler yapıldı; onlara bakmak lazım. Şu ana
kadar Tokat’ta elle tutulur, gözle görülür hiçbir önlem alınmadı. Tabii,
Amasya’yı, Çorum’u, Sivas’ı bilmiyorum ama farklı bir durum var mı? Çok
olduğunu düşünmüyorum, tahmin etmiyorum açıkçası.
Arkadaşlar, burada insanların öldüğü
bir hastalıktan bahsediyoruz ve bu, gerçekten bu ülkenin prestijine, bugünkü
konumuna son derece yakışmayan bir durum. Gene hatırlatmak isterim ki sizin o
beğenmeyip buraya her geldiğinizde laf sokuşturduğunuz cumhuriyet hükûmetleri
bu ülkede sıtmayı yenmiştir, trahomu yenmiştir, cüzzamı yenmiştir ama siz on
yıldır bırakın yenmeyi, her geçen yıl, biraz daha sayısı artarak, ölümler
artarak bu hastalığın devam etmesini seyretmektesiniz. Ne zaman bir tedbir
alacağınızı ve ne zaman bu işteki süreci durduracağınızı gerçekten büyük bir
merakla izliyorum.
Bundan önceki konuşmamda da söyledim,
vatandaş artık o kadar çaresiz ki bu konuyla ilgili, belediye başkanları sülün
alıp doğaya salıyorlar, çözümü burada arıyorlar. Vatandaş sağdan, soldan
parasıyla keklik alıp bahçesine bırakıyor, kekliklerden medet umuyorlar. Şimdi,
siz bana anlatabilir misiniz ki “Biz sağlıkta devrimler yaptık. Bu ülkenin
sağlık problemleri yok, hepsini çözdük, hepsinin üzerine gidiyoruz.” Eğer başka
yerlerde gidiyorsanız da Tokat’ta gitmiyorsanız, bunun gerekçesini de bize
söyleyin. Tokat size, en son, geçtiğimiz yerel seçimde yüzde 56 oy vermiş bir
il. Bu insanlardan ne istiyorsunuz? Bunun gerekçesi nedir?
Değerli arkadaşlarım, umut ediyorum ki
Sayın Sağlık Bakanı bu konuyla ilgili geçmişte yaptığı gibi “Pantolonunuzun
paçasını ayakkabınızın içerisine sokun. Üstünüze beyaz elbiseler giyin.”
şeklinde tavsiyelerde bulunarak bu konuyu geçiştirmek yoluna gitmez. Sayın
Bakan bu konuyla ilgili bir de eleştiriye kızmış, “Ben böyle söyledim, benimle
dalga geçtiler.” diyor. Değerli arkadaşlarım, o zaman, Sayın Bakan annelere
mama tarifi yapsın. Sağlık Bakanının yapması gereken iş bu değildir. Sağlık
Bakanı, bu işle ilgili bu ülkenin yetişmiş insanlarını bir an evvel
görevlendirip, bu bölgelere gönderip, ne yapması gerekiyorsa, Bakanlığın
yetkilerini ve elindeki imkânları kullanarak bu insanları bu hastalıktan
korumak zorundadır. Yoksa, dediğim gibi “Üzerinize beyaz elbise giyin.” demek
Sağlık Bakanının işi de değildir, görevi de değildir. Biz kendisini bu nedenle
eleştiriyoruz, yoksa kimseyle alay etmek gibi falan bir haddimiz de yok,
hakkımız da yok, onu da biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, az önce, bir
belediye başkanı arkadaşım gelmişti. Keşke uygun olsanız da bir gün gitsek,
bizim Reşadiye diye çok şirin bir ilçemiz var, Türkiye’de çok az bulunan krater
gölleri var. Tam dağın tepesinde, çıkıyorsunuz, bir göl var orada, olağanüstü,
doğal, güzel bir manzara var. Adamcağız gidiyor, geliyor buraya 2 kilometre
asfalt yol yaptıracak, kulak asan yok. Neden yok? “AK PARTİ’ye oy vermediniz.”
Hâlbuki AK PARTİ’ye verilen oy da var. Yani sonuçta bu göletin yolunun
yapılmasının, bu köyün yolunun yapılmasının… Bu Belediye Başkanı seçimi
kaybedip giderken sırtında mı götürecek bu yolu? Götürmeyecek. O zaman, siz de
zahmet buyurun, bunların yoluna bir bakın, bir ilgilenin. Hiç olmazsa Tokat’a
giden insanlar da oraya giderken çamura batarak gitmesinler, araçlarıyla yolda
kalmasınlar. Dediğim gibi, zaten, Tokat’ın nesi var nesi yok sattınız, hiç
olmazsa birkaç kilometre yol yapın bu insanlara.
Değerli arkadaşlarım, yine bir şeyi
söylemek istiyorum: Bundan birkaç gün önce 19 Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramı’mızı kutladık. İl Başkanım iki kez emniyete davet edildi. Gerekçesi şu:
“Atatürk anıtına çelenk koymayacaksınız.” Emniyette görevli bir arkadaşım
partimize kadar gelip –sağ olsun, zahmet etti- bize bu yaptığımızın yanlış
olduğunu anlatmaya çalıştı. Efendim, bununla ilgili yönetmelikler varmış, biz,
Atatürk anıtına çelenk koymamalıymışız.
Sayın milletvekilleri, kendilerine de
çok açık ve net olarak söyledim, biz bu ülkeyi, bu cumhuriyeti kuran partiyiz.
Biz bu devletin askerine kurşun sıkmayız, geçeceği yola mayın döşemeyiz, bu
ülkenin çocuklarını öldürtenlere “sayın” demeyiz ama biz, 19 Mayıslarda bedeli
ne olursa olsun, karşılığı ne olursa olsun gider, çelengimizi koyarız ve
nitekim, Tokat’ta koyduk. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer bizi bu yöntemlerle
yıldıracağını düşünenler varsa yanlış hesap yapıyorlar. Bu hesaptan bir an
evvel vazgeçmeleri onların lehine olacaktır, bizim değil çünkü bizim daha fazla
kaybedecek bir şeyimiz yok.
Değerli arkadaşlarım, umarım, İçişleri
Bakanımız bu konuyla bir ilgilenir. Tokat’ın Belediye Başkanlığı yaklaşık yüzde
50 gibi bir oyla sizin partinize verildi. Bu Belediyenin bir Belediye Başkan
Yardımcısı var, o da sizin partinizden, Cumhuriyet Halk Partili falan değil.
Adam, iki aydır bas bas bağırıyor, diyor ki: “Bu Belediye Başkanı yolsuzluk
yapıyor, bu belediyede başka türlü işler dönüyor.” Fakat ne açılan bir
soruşturma var ne gönderilen bir müfettiş var ama İzmir Belediyesi oldu mu 52
tane müfettişi koyuyorsunuz oraya -o da benim hemşehrimdir, biz Sayın Aziz
Kocaoğlu’nun da arkasında hep duracağız, onu da açıkça söylüyorum- Tokat
Belediyesine gelen geçen kimse yok. Cumhuriyetin savcıları artık bu işleri
bırakmışlar anlaşılan o ki. Önceden, böyle işler yazıldığı çizildiği zaman,
cumhuriyet savcıları da bununla ilgili bir soruşturma açarlardı en azından
nezaketen. Artık, demek ki savcılarımız çok nazik de değiller.
Yine, değerli arkadaşlarım, bakın,
söyledim ya Tokat size çok oy veren bir il. Bir Turhal Belediye Başkanınız var,
bir uygulama planlamış. Planlama aslen mantıklı bir şey, kabul ediyorum, su
sayaçlarını otomatik hâle getirelim, kartlı hâle getirelim, vatandaş kartını
alsın, aldığı kart kadar da su kullansın. Tamam, güzel, buraya kadar güzel.
Bundan sonrasını söyleyeyim: Sayaçlar değiştiriliyor. Sayacın tanesi, gidip
Ankara’da almaya kalkarsanız 160 lira fakat Sayın Belediye Başkanı, üç aydır bu
saatleri Turhallılara 300 liraya satmaya uğraşıyor, almayana da aba altından
sopa gösteriyor, kimseden korkusu yok. Dedik ki: “Biz bunu gündeme getiririz,
biz bunu konuşuruz.” Ben inanıyorum ki AK PARTİ’nin içerisinde de vicdan sahibi
insanlar vardır, bunun üzerine eğilirler. Fakat, değerli arkadaşlarım, Sayın
Başkan bizden korkmadığı gibi kendi iktidarının vekillerinden de korkmuyor “Biz
bunu satacağız.” diyor “Hesabınıza gelirse.” Vatandaşa da diyor ki: “Keserim
suyunuzu ha.” Şunu da açıkça söyleyeyim, o Başkanın da o vatandaşın suyunu
kesmeye gücü yetmez. Biz, dostluktan yanayız, barıştan yanayız, dürüstlükten
yanayız ama eğer gerekirse kavga etmeyi biliriz. Bunun da bu şekilde
bilinmesini istiyorum.
Evet değerli arkadaşlarım, benim bu
anlaşmayla ilgili… Sayın Başkanın hoşgörüsüne teşekkür ediyorum, bize ilimizin
sorunlarıyla ilgili konuşma şansı tanıdığı için ve bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 177 sıra sayılı Uluslararası Para Fonu
ile ilgili sözleşme üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ancak bir gerçeği hatırlatma gereğini
duyuyorum. 1994’te Türkiye ekonomik krize girdiği zaman IMF, Uluslararası Para
Fonu ne yapmıştı? Türkiye’nin parası devalüe edilirken, enflasyon birdenbire
yükselirken neler yapılmıştı? Sonra, 2000-2001 banka krizlerinde banka
hortumlama ve banka batıklarından sonra IMF ne tür acı reçeteler Türkiye’nin
önüne koydu? Bunları iyi görmek lazım. Türkiye ne kadar faiz ödedi, ne kadar
anapara ödedi? Ve bu uygulamaların içinde sıkça karşımıza çıkan bir gerçeğe
dikkat çekmek istiyorum. Bu gerçek şu: “Asgari ücreti artırma, yerinde saysın.
Memura zam yapma, yerinde saysın.” yani IMF’nin standart talepleri hâline
gelmişti o dönemlerde.
Bugün Türkiye’de bakıyoruz meydanlara,
sabah Güvenpark’a baktım, kamu emekçileri zam artışları için, haklı talepleri
için meydanlardaydı. Sonra Türkiye’nin bütün şehirlerinde bu hak taleplerini
dile getirmek için iş bırakma eylemleri vardı. Ne oldu? Memurlar hak talepleri
için meydana çıkıyor, devletin memurları da onlara gaz sıkıyorlar şimdi. Gerçekten,
tuhaf bir durumla karşı karşıyayız.
IMF’nin tarihinde, serüveninde kriz
dönemlerindeki aldığı boğaz sıkma, kemer sıkma politikalarının tamamı emekçi
kesime yönelik; çalışanlara yöneliktir, sendikal haklara yöneliktir, kamu
emekçilerinin örgütlenmelerine yöneliktir, böyle bir prosedürü vardır.
Şimdi, Orta Vadeli Program’la
bütçelerimizi yapıyoruz, üç yıllık bütçe şu andan belli. Bu üç yıllık bütçe
belli olmasına rağmen, vergi afları, vergi barışı, özelleştirme, bir ton
ekonomik kaynak elde ediliyor, bütçeye para geliyor yani bütçenin gelirleri içinde
yer almayan kalemler olarak. Vergilerin dışında, dolaylı vergilerin dışında,
gelir vergisinin dışında böylesi kaynaklar oluşturuluyor ve bütçe cari açıktan
bir türlü kurtulamıyor, 60-70 milyar civarında. Şu anki cari açık 70 milyar
civarında.
Şimdi, küresel krizin hüküm sürdüğü,
Avrupa’da en çok etkilendiği, ABD’nin en çok etkilendiği bir sürede, burada
icra direktörlüğünden bir tanesini Türkiye’ye vereceğiz. G-20 üyesi ülkedir,
Türkiye de bu konuda, işte bundan sonra IMF’yi yönetenlerin arasına katılacak,
Türkiye de bundan sonra IMF’nin aldığı kararların ortağı olacak, emekçilerin,
çalışanların, hepsinin boğazını sıkacak.
Şimdi böyle bir sözleşme imzalarken,
Türkiye’ye ne getiriyor ne götürüyor, iki gözlükten bakabilirsiniz: Bir,
emperyal açıdan, sermaye açısından bakarsınız. Buradan, az gelişmekte olan,
gelişmekte olan ülkeleri kendine bağımlı kılacak yerlere verilecek kredilerle,
bu kredileri faiz borçlarına boğup, o ülkelerin millî servetlerini
akıtabilirsiniz zengin ülkelere. Hangi ülkeler? İşte, başta G-8 ülkeleri olmak
üzere Amerika, Avrupa’ya. Peki kim krizi başlatan 2008’den bu yana? Amerika
başta olmak üzere Avrupa. Hangi ülkeler şu an krizin cenderesinde? İşte
Yunanistan, bakıyoruz İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda. Ne oluyor bu
ülkelerde, bu gerçeği görmek lazım.
Şimdi burada, biz, uluslararası
sözleşmedir, teknik sözleşme imzalıyoruz, bu teknik sözleşmeler de Dışişleri
Komisyonundan geçiyor, aman komisyondan geçti buna bir imza da biz atalım,
dünyayı yönetiriz, IMF’nin icra direktörlüğünden iki tanesini gelişmiş Avrupa
ülkelerinden birini alırız. Zaten Avrupa ekonomileri bu krizin sonucunda
sallantıya girdiği zaman büyümeleri durdu, hatta geriledi, üretimlerinde,
istihdamlarında durulma yaşandı. E, Türkiye de Çin’den sonra yüzde 8,6’yla
dünyada en çok büyüyen ülkeler kategorisi içinde, bu icra direktörlüklerinden
birine talip yani dün IMF’nin uyguladığı tedbirlere ülkemizdeki emekçilere,
bugün IMF’nin icra direktörü olarak bizim ülkemiz bu sürece katılarak ortak
olacak.
Bu küresel krizin getirdiği üç tane
ağır sonucu açıklayayım. Bundan ders almamız gerekiyor. Birisi: Avrupa’da
küresel kriz ırkçılığı hortlattı, ırkçılık gelişti. Irkçı partilerin çok hızlı
bir şekilde geliştiğini ve Avrupa Parlamentosunda grup oluşturduğunu biliyoruz.
Bu yanı çok önemli. İkincisi: İslam karşıtlığı hızla gelişiyor bu ülkelerde; bu
çok daha önemli. Üçüncüsü: Üçüncü dünya ülkelerinde, açlık ve yoksullukla
mücadele edilen ülkelerle yapılan anlaşmalarda ve ikili anlaşmalarda tam bir
sömürü zihniyeti, bu bankacılık, finans zihniyetinin temelini oluşturuyor.
Şimdi, biz, bu IMF’nin icra direktörü
olmak için “Bu sözleşme tekniktir.” diye buna evet mi diyeceğiz? Evet dersek
vicdanımız sızlar çünkü kamu emekçilerinin Güvenpark’ta, İstanbul’da, İzmir’de,
Adana’da, Mersin’de, Diyarbakır’da ve birçok şehirde gaz bombalarıyla
dağıtıldığı, demokratik hak ve taleplerinin boğdurulduğu, kamu emekçilerinin
gözaltına alındığı haberlerini alıyoruz. Bu haberlerin kaynağını iyice bir
araştırın. IMF’nin Orta Vadeli Program’a bağladığı, Türkiye’de bütçe rakamlarının
üç yılda bir otomatiğe bağlandığı, artık değiştirilemez olduğu, bütün bakanlık
bütçelerinin belli bir kaleme bağlandığı bir süreçte şunu dayatıyor: “Memurlara
fazla para vermeyeceksiniz, memurlara fazla zam artışı vermeyeceksiniz,
fazlasını verirseniz disiplini bozarsanız, Orta Vadeli Program’a aykırı.” Kim
bunu diyor? Uluslararası Para Fonu’nun niyetleri, direktifleri doğrultusunda
oluşturulan Orta Vadeli Program. Orta Vadeli Program Hükûmetin tasarrufu.
Şimdi, bu tasarruf karşısında şunu
sorma hakkı vardır: Türkiye ekonomisi yüzde 8,6 büyüyorsa niye memuruna bu
parayı vermiyorsunuz, maaşına zam yapmıyorsunuz? Ocak ayından beri henüz
zamlarını alamadılar. Kamu Emekçileri Sendikası (Kamu-Sen) bugün meydanlarda.
Niye meydanlardadır, meydanlarda olmasının sebebi nedir? Niye devletin güvenlik
güçleri bu memurların hak talepleri karşısında gaz bombalarıyla karşılarına
dikiliyor? Hâlâ IMF’ye mevcut borcumuz 2,3 milyar dolar. Yani biz hâlâ IMF’ye
borçlarımızı daha kapatamadığımız bir ülke olarak İcra Direktörlerinin bir
üyeliğine talip olacağız.
Burada şöyle açıklanıyor: “Efendim,
yüzde 36’ydı IMF’de en yüksek kota payına sahip üye sıralaması. Bu sıralamada
Türkiye’ninki 20’nci sıraya yükseldi, o zaman Türkiye 20’ye yükseldi, G-20
zirvesinin de üyesi maşallah. İki tane de icra direktörlüğünü -Avrupa ekonomisi
geriledi- alalım, bir tanesini Türkiye’ye verelim.” Ee, ne olacak ? Burada
hemen ne olacağının cevabı şu: Türkiye’nin 1.455,8 milyon SDR olan ülke kotası
4.658,6 milyon SDR’ye yükselecek. Şimdi, siz bunu memura anlatırsanız, emekçiye
anlatırsanız, çalışana anlatırsanız… Bu ne getirecek ülkeye? Kime, ne
getirecek? Türkiye’deki finans ile Avrupa’daki, Amerika’daki finans sektörünün,
uluslararası sermayenin birleşip merkezileştiği, bu IMF üzerinden kâr
getirileceklerin hesabına kârlar gidecek ama emekçinin cebinden çıkarıla
çıkarıla gidecek.
Şu ana kadar yapılan da budur. Enerjide
böyledir, petrolde böyledir, akaryakıtta böyledir, gıda sektöründe böyledir.
Zamları üst üste, üst üste getirirsiniz. Enflasyon oranları ortada, yüzde
10’ların üstüne çıktı, çift haneli ama memura geldiği zaman yüzde 3,5 zam…
İnsan bir ülkede kendi çalışanına, emekçisine, memuruna bu kadar düşman bir
siyaseti, ekonomi siyasetini gözleyebilir mi? Gerçekten bu doğru bir politika
mıdır? Bunun çok iyi sorgulanması lazım.
Aslında Mecliste böyle önümüze gelen
“IMF’ye de evet…” IMF’ye niye evet diyelim kardeşim, niye IMF’nin sömürücü
politikalarında icra direktörlüğü? Ha dünya sermayesi bunu zorunlu kılıyor...
Dünya sermayesinin zorunlu kıldığı onların çıkarlarına olan bir şey, yani siz
bir direktörlük aldığınız zaman dünya sermayesi sizin üzerinizden az gelişmekte
olan Orta Doğu ülkelerinin, Balkanların, Kafkasların, Afrika ülkelerinin, Kuzey
Afrika ülkelerinin, Arap baharının yaşandığı ülkelerin paralarına gözlerine
dikiyor, ceplerine elini atacak. Bu direkt demokrasiyi etkiliyor arkadaşlar.
Demokrasiyi direkt etkileyen bu süreçte hak ve özgürlükler, ekonomi mi,
özgürlük denklemi mi? Hak ve özgürlükler tabii burada kısıtlanmaya başlıyor.
İşte, bunun en bariz örneği, Ankara’da bile kamu emekçileri sendikaları bir hak
talebi için meydanlara çıkamıyorlar.
Peki, 12 Eylül referandumunda siz toplu
sözleşme, grev ve sendika hakkını memura, emekçiye tanıyacağınıza dair
meydanlarda nutuklar atmadınız mı, oyları almadınız mı? Aldınız. Peki, aldıktan
sonra siz niye bunun gereğini yerine getirmezsiniz? Seçim bitti, işler bitti.
E, şimdi memurlar para, hak talepleriyle ortaya çıktıkları zaman üzerlerine
TOMA’ları, gaz bombalarını, gaz fişeklerini, polis memurlarını gönderiyorsunuz.
Bu yaklaşımın gerçekten dehşet verici olduğunu söylemek lazım.
Bu ülkenin bir ekonomi politikası yok.
Bu ülkenin ekonomi politikasını Meclis de belirlemiyor; sermaye şirketleri
belirliyor, talimatı Hükûmete veriyor. Hükûmetin, maşallah, 6-7 tane ekonomiden
sorumlu bakanı var. Kalkınma Bakanı var, Ekonomi Bakanı var, Maliye Bakanı var,
hepsi de maliyeden, ekonomiden sorumlu, anlayamıyorsunuz hangisi sorumlu?
Hakikaten hangisi, Türkiye’nin ekonomisinden, maliyesinden hangisi sorumlu bu
bakanların? Yani bu karmaşanın içinde “E, vallahi bir sözleşme geçirelim arkadaşlar...”
Ya bu sözleşmeler, teknik işler önemli değildir, vallahi biz IMF’ye oy vermeyiz
arkadaşlar. Biz IMF’ye, emekçilerin burnundan fitil fitil getiren, zulüm
uygulayan, ücretlerini donduran, enflasyonu azdıran, zamları azdıran
politikalarına buradan, Meclisten “Evet.” demeyiz, diyemeyiz.
Bizim programımız, bizim görüşlerimiz,
dünya bakış açımız: Biz, Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku olarak seçimlere
girdik. Biz emeği savunacağız diye girdik; biz IMF’yi savunacağız, ona destek
olacağız, onun sözleşmelerini, yasalarını çıkaracağız diye bu Meclise gelmedik.
Onun için, IMF’ye verecek bir tek oyumuz yok burada. IMF’ye verilen bir tek oy
bu Mecliste, gaz fişeği, gaz bombası olarak Kızılay Meydanı’nda emekçi memurun
başına patlıyor arkadaşlar. Burada vereceğiniz her oy, gaz fişeği olarak memura
dönüyor, emekçiye dönüyor, işçiye dönüyor, alın teriyle geçimini sağlayan bütün
vatandaşlarımız bundan nasibini alıyorlar.
O açıdan, IMF’yi sorgulayacak bir
Meclis onurlu bir görev yapabilir. IMF’yi sorgulayacağız artık, NATO’yu
sorgulayacağız artık, Birleşmiş Milletleri sorgulayacağız artık, Güvenlik
Konseyini sorgulayacağız artık. Altmış yıl geçti, bu bölgesel ve milletlerarası
kuruluşların hepsinin miladı doldu. Dünyanın yeni ekonomilere, yeni ekonomik
politikalara, yeni açılımlara, yeni ittifaklara, yeni güç arayışlarına ihtiyacı
var. Türkiye, bu arayışların içinde sürüklenen bir ülke olarak kaderini IMF’nin
eline teslim edemez. Biz buradan IMF’ye kaderimizi asla ve asla teslim
etmeyeceğiz, memurların ve emekçilerin kaderini de teslim etmeyeceğiz. Gaz
fişekleriyle dönen her oyun, oraya, IMF’ye bugüne kadar ödediğimiz bütün
borçların, bütün faizlerin cari açığı da beslediğinin gerçeğini göreceğiz.
Böyle demiş işte Kızılderili atasözü:
“Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim; önümde yürüme, takipçin
olmayabilirim; yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz.” demiş. Biz böylece
beraber, yan yana yürüyeceğimiz siyaset ve ekonomi politikası anlayışına sahip
anlayışlarla yürüdüğümüz zaman bu ülkenin kaderini belirlemeye başlayabiliriz.
Biz bu kaderi paylaşma konusunda artık Meclisin de bir ses vermesi gerektiğini
düşünüyoruz.
Son olarak, bu küresel kriz
tartışmaları içinde, yoksulluk denkleminin güvenlik denklemiyle karşı karşıya
getirildiği bir anlayışın artık ekonomistler tarafından tahlil edildiği bir
dünyada yaşıyoruz ve ekonomistler, açlık sınırı altında, yoksulluk sınırı
altında gelişen milyarlarca nüfusun artık demokrasileri de, özgürlükleri de
tehdit etmeye başladığını ifade ediyorlar. O zaman, eşit, adil bir bölüşüm ve
ekonomide yeni politikaların, stratejilerin çizilme zamanı geldiği bir dönemi
yaşıyoruz.
Biz, üniversite yıllarımızdan bu yana,
mücadelenin içinde olduğumuz günden bu yana, bağımsızlık dediğimiz günden bu
yana, özgürlük dediğimiz günden bu yana, demokrasi dediğimiz günden bu yana,
hukuk, insan hakları dediğimiz günden bu yana, parayla uğraşan Uluslararası
Para Fonu gibi kuruluşların, bütün bu olaylarda karşısına çıkıp Türkiye’nin,
fikir beyan ettiğini gördük. Ellerinde çantalarıyla havaalanında inip, burada
beş yıldızlı otellerde görüşüp ertesi gün bu Mecliste kanunlar çıkardıklarını
gördük. Biz bu günleri ne çabuk unutacağız? IMF’ye boyun eğen bir ülke mi olacağız?
IMF’den bir direktörlük kaparak, bu direktörlüğü de bir parmak bal çalarak
ağzına, bir rüşvet misali, Türkiye de işte büyük potansiyel, dünyanın G-20
ülkelerinden birisi, Türkiye’yi de bu IMF zinciri içine alırız, ondan da biraz
daha faydalanırız, onun sayesinde de Orta Doğu’daki İslam ülkelerine,
Afrika’daki İslam ülkelerine, Kafkaslardaki, Balkanlardaki tarihsel bağlarını
kullanarak o ülkelerin de içine gideriz, petrollerine el koyarız, enerjilerine
el koyarız, geleceklerine, sanayilerine el koyarız anlayışıyla yapılan
anlaşmaların, bir daha değil, bin defa, milyon defa daha gözden geçirilmesi
gereken bir zamanda yaşıyoruz.
Biz, bugün, Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına, bu kürsüden, gaz yiyen emekçilerin, kamu emekçilerinin, memurların
adına, IMF’nin getirdiği, dayattığı bu sözleşmelere, bunların kime hizmet
ettiğini bildiğimiz için onların namına, bu gaz bombası ve fişeklerin de
onların namına atıldığını düşünerek protesto ediyoruz.
Hükûmete de, artık şu gaz tasarrufuna
gidin kardeşim, gaz tasarrufuna gidin… Yani bu gaz hiç de faydalı bir olay
değil. Memurun, emekçinin üzerine ikide bir gaz bombalarıyla saldırmak, demokratik
haklarını kısmak… Ne olacak, memurlar bir gün boyunca bir eylemde halay
çekseler, haklı taleplerini dile getirseler Türkiye’ye ne kaybettirir?
Memurlar, değil bir gün iş bırakma
eylemi, bir sene iş bırakma eylemi yapsalar, IMF’nin size dayattığı, Türkiye’ye
dayattığı faiz borcunun karşılığı kadar bir kayba neden olamazlar. O hâlâ kalan
2,3 milyar dolar borcumuzun da faiz olduğunu burada hatırlatayım ben sizlere.
Arkadaşlar, böylesi bir durumdayız. Bu
teknik sözleşmeyi bu nedenlerden dolayı, IMF’nin emperyal ve sömürücü
politikaları nedeniyle karşı olduğumuz için şiddetle reddediyoruz ve memurlar
adına da bu sözleşmeye oy vermeyeceğimizi bildiriyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Hükûmet adına Millî Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ
(Sivas) – Sayın Başkanım, çok saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu anlaşma IMF’e olan ortaklık payımızı
artırma sözleşmesidir, IMF’in yönetiminden talimat alma sözleşmesi değil,
IMF’in yönetiminde söz sahibi olmadır.
Bizden önceki iki hatibin yanlışlarını,
hatalarını düzeltmek istedim Sayın Başkanım.
Bir tanesi şu: Hatiplerden bir tanesi
2002 yılında IMF’e olan borcumuzun 16 milyar dolar olduğunu söyledi. Bu rakam
doğru değil. 16 milyar Özel Çekme Hakkı (SDR) deseydi doğru olabilirdi ancak
söylediğimiz rakam doğrudur, 2002 yılında IMF’e olan borç 22 milyar doların
üstündedir.
Yine bir başka hatip bugün itibarıyla
IMF’e olan borcumuzun 2,3 milyar dolar olduğunu söyledi. Bu rakamda da hata
var, bir de onu düzeltmek istiyorum. 1 Mayıs itibarıyla IMF’e olan borcumuz
1,72 milyar ABD dolarıdır; 1,7 milyar ABD dolarıdır. Bu 1,7 milyar dolar
borcumuzun yarısını 2013’e kadar ödeyeceğiz; yarısını bu yıl, geri kalan
yarısını da 2013 yılında ödeyeceğiz ama Mayıs 2013 tarihine geldiğimizde IMF’e
hiçbir borcumuz kalmamış olacaktır.
Türkiye’nin geldiği yeri görmek
açısından bir başka ilave bilgi vermek isterim: 1 Mayıs tarihi itibarıyla
Yunanistan’ın IMF’e borcu 27 milyar dolar, Portekiz’in IMF’e borcu 24 milyar
dolar, İrlanda’nın IMF’e borcu -bunlar yaklaşık değerler- 21 milyar dolar,
Romanya’nın 15 milyar dolar, Ukrayna’nın 13 milyar dolar, Macaristan’ın 11
milyar dolar, Beyaz Rusya’nın 3,5 milyar dolar. Görüldüğü gibi, Türkiye’nin
IMF’e olan borcu bütün bu saydığımız ülkelerden çok çok daha azdır. Türkiye’nin
2002’de 22 milyar doların üzerinde bir borcu vardı, bugün 1,7 milyar dolar
borca geldi. Bu borcu da istersek şimdi ödeyebilir miyiz? Öderiz ancak gerek
yok, 2013’ün Mayısına kadar peyderpey ödeyeceğiz.
Bir başka husus…
OKTAY VURAL (İzmir) – Memurun maaşını
ödeseniz daha iyi olurdu.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ
(Devamla) - Bu memur maaşıyla ilgili olan husus da… Dünyanın en büyük 16’ncı
ekonomisiyiz ancak dünyadaki ekonomik trendlere bakın, bugün Almanya, Fransa,
İngiltere ve İtalya da -İtalya da dünyanın çok büyük ekonomilerinden birisi-
işçisine, memuruna ilave bir ödeme yapmıyor, aksine, daha önce vermiş olduğu
sosyal haklardan geriye gidiyor. Biz ne yapıyoruz? Çalışanımıza, işçimize,
memurumuza şu sözümüz var; diyoruz ki: “Enflasyon karşısında sizi
ezdirmeyeceğiz.” 2002’den bu yana bu sözümüzün arkasında durduk, bundan sonra
da yine bu sözümüzün arkasında duruyoruz ki biz, çalışanımızın, işçimizin,
emeklimizin yanındayız. Geçmişte olduğu gibi enflasyona ezdirmedik, bundan
sonra da enflasyona ezdirmeyeceğimizi söylüyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şimdi, şahsı adına söz isteyen Levent
Tüzel, İstanbul Milletvekili, buyurun.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) –
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
evet, IMF adlı Uluslararası Para Fonunun Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri
Kurulu Reformu diye önümüze gelen bir yasa teklifi var. Yani IMF kendi iç işleyişinde
demokrasi istiyor ama bu demokrasinin ülkemiz halkları için uzaktan yakından
demokrasiyle bir bağlantısı olmadığını görmemiz gerekiyor.
IMF denince, yıllardır ülkemize son
derece acı ve üzüntü getiren, yoksulluk getiren, işsizlik getiren, sefalet ücreti
durumundaki asgari ücreti hatırlıyoruz. Bir zamanlar bir IMF Başkanı vardı Anne
Krueger isimli. Bu kadın Başkanın ülkemize geldiğinde ilk önce söylediği
sözlerden bir tanesi hafızalarımızdan hiç silinmiyor. Asgari ücrete değinerek
“Bu asgari ücret çok fazla.” demişti ve o asgari ücret, hâlâ -işte, bugün
gelmiş olduğu nokta 751 lira- milyonlarca işçinin, emekçinin bir sefalet
ücreti, açlık sınırının çok çok altında bir ücret olarak karşımızı çıkıyor.
AKP Hükûmeti, IMF ile artık anlaşmalara
bağlı kalmadığını övünerek söylüyor ama diğer taraftan da bu İcra Direktörleri
Kurulunda artık sandalyede payının olacağından söz ederek, bu uluslararası
anlaşmanın onaylanmasını Meclisimizden istiyor.
Dolayısıyla, ülkemiz işçileri,
emekçileri adına IMF ile yapılacak, yenilenecek herhangi bir anlaşmadan bizim
payımıza gelecek zerrece bir fayda yoktur. Yıllardır yaşadığımız acı tecrübeler
bunu göstermiştir. Uluslararası sermayenin ülkemizdeki talanına, rantına,
yağmasına, borçlandırmalarına, ülkemiz halklarına yeni faiz ve borç yüklerinin
yüklenmesine hiçbir şekilde rıza göstermemiz mümkün olmamalıdır.
Şimdi, bakın, bugün 23 Mayıs; Türkiye
sokaklarında, alanlarında milyonlarca kamu emekçisi, kendilerine dayatılan
sefalet zammına karşı, böylesi bir ahlak dışı pazarlığa karşı grev hakkını
kullanarak alanlara çıktı. 4,5 milyon kamu emekçisinden söz ediyoruz. Çalışanı
ve emeklileriyle birlikte, onların kaderi, bugün Hükûmetin elindeydi. Sözde,
Hükûmetin elinde ama tabii, arka planında, IMF başta olmak üzere, birçok uluslararası
güç var.
Hükûmetin hangi sınıfın hükûmeti
olduğunu bir kez daha burada görüyoruz. 2009 Temmuzundan bugüne kadar tam
11.382 adet teşvik belgesi veren Hükûmet yani yatırım payı olarak tam 157
milyar dolar kapsamında bir yatırım düşünen, sermaye gruplarına, büyük
şirketlere böylesi bir pay ayıran Hükûmet, şimdi, kamu emekçileri, kendilerine
3+3 zammı dayattığında buna itiraz ettiğinde Bakan diyor ki: “Sizin istediğiniz
bütçemize 25 milyar liralık bir ek yük getirecektir.” Ne oldu? Hani dünyanın
16’ncı büyük ekonomisi? Ne oldu bu ekonomide, büyüyen ekonomide kamu emekçisine
düşen pay, refah payı? İşte, toplu sözleşme, toplu görüşme süreçlerinde bunu
isteyen, insanca ücret isteyen, gerçekten, bir sahte sendika yasası değil,
grevli, toplu sözleşmeli bir sendika yasası isteyen, güvenceli bir iş isteyen,
gelecek isteyen kamu emekçisine, şimdi sokaklarda bir kez daha devlet şiddeti,
devlet terörü, antidemokratik uygulamalar ve devletin ceberut yüzü
gösteriliyor.
Dolayısıyla bu politikalar çözümsüz
kalmıştır. Boşuna, kamu emekçilerimiz, işte, zam istediklerinde, insanca ücret
istediklerinde, bugün Hükûmetin öne sürdüğü işte “Bizim en düşük kamu
ücretlimiz 1.800 lira alıyor.” yalanını ortaya çıkarttıklarında -ki gerçek
ücret 1.400 liradır- şimdi, bu yalan ortaya çıktığında, buna itiraz edildiğinde
“Biz Yunanistan olamayız.” deyip Yunanistan’daki kapitalist sistemin krizinin
sonuçlarıyla ülkemiz emekçilerini tehdit etmek, işte asıl kabul edilemeyecek
olan budur. Dolayısıyla artık Hükûmetimizin bu 4,5 milyon kamu emekçisinin
kaderiyle oynamaması ve kamu emekçisinin gerçekten örgütlü, sendikalı, toplu
sözleşmeli ve tabii ki bunun doğal sonucu olarak grevli hakkını, grevli sendika
hakkını artık kabul etmesi gerekiyor. Referandum döneminde “Biz kamu
emekçilerimize, kamu çalışanlarımıza toplu sözleşme hakkını tanıyoruz.” dendi,
tam altı ay boyunca zam yapmayarak “Bir sendika yasası çıkaracağız.” dendi ama
grevsiz nasıl olacaksa, bir toplu sözleşme, grevsiz nasıl olacaksa, sendika
yasası diye bir garabet ortaya çıktı. Kamu emekçileri, özellikle bugün
alanlarda “güvenli çalışma” derken, ek ödemeleri yansıtılmış bir emeklilik
hakkını ve ücretlerinden, bugünkü artık komik düzeyde kalan ücretlerinden vergi
diliminin kalkmasını, sendikaları üzerindeki, mevcut sendikaları üzerindeki
baskıların son bulmasını, özellikle kadın kamu emekçilerine pozitif ayrım
yapılarak bu şekilde bir düzenleme olmasını istiyorlar.
Değerli milletvekilleri, evet,
sıkıştığında Hükûmet kamu emekçilerini, bütün bu alanda çalışanları
Yunanistan’a benzemekle tehdit ediyor, korkutuyor ama grev silahını kullanan,
örgütlenme hakkını kullanan ve alanlara çıkan kamu emekçileri de Hükûmete bugün
şunu söylüyor: “Biz bu kapitalist sistemin krizini çekmek istemiyoruz. Eğer siz
yani AKP Hükûmeti bu ülkeyi yönetemiyorsanız, bu ülkenin emekçilerine,
işçilerine, işsizlerine, bütün halklarına, ezilenlerine insanca yaşayacak bir
gelecek vadedemiyorsanız çekilin gidin, bırakın gidin. Biz, bu ülkeyi
layıkıyla, gerektiği gibi, halkın gücüyle, halkın kaynaklarıyla, birikmiş gücüyle
çok daha iyi bir şekilde yönetecek bir durumdayız.” Evet, milyonlarca kamu
emekçisi, eğitim emekçisi, sağlık emekçisi, büro emekçileri, kültür sanat
emekçileri, hepsi bugün alanlardaydı ve onların konfederasyonları, bir kısmı
Hükûmetin arka bahçesi noktasına düşmüş olsa da büyük bir kısmı birleşerek,
bugün tabanının sesini dinleyerek, olması gerektiği gibi kendilerine yasalarda
tanınmayan ama en temel hak ve özgürlüklerin başında gelen grev hakkını, iş
bırakma hakkını kullanarak Hükûmete gücünü göstermiştir. Şimdi, bundan sonra
yapılması gereken, tabii ki Hükûmete düşen görev de artık bu ülkenin
kaynaklarını, birikimlerini sağa sola çarçur etmek, birtakım sermaye gruplarına
teşvik olarak sunmak değil, gerçekten bu ülkede hayatı var eden, üreten, halka
hizmet sunan, yurttaşların önemli bir payı, parçası olan kamu emekçilerine bu
hakkı, bu geleceği, insanca yaşayacağı bu ücreti tanımaktır. Yoksa, asgari
ücret zammında olduğu gibi bir simit parası zammını bir kez daha milyonlarca
kamu emekçisine reva görmek, işte bu kabul edilebilir değildir.
Türkiye, Uluslararası Para Fonu’ndan
çıkmalıdır. Türkiye, Uluslararası Para Fonu’nda daha iyi temsil edileceğiz diye
bu şekilde yasalar hazırlayacağına, uluslararası sermaye güçlerine birtakım
finans merkezlerinde elinde çanta, Dünya Ekonomik Forumu’nda “Bakın, gelin
ülkemize yatırım yapın, bu ülke sizin için kârlı bir pazardır.” diye
dolaşacağına, artık, bu güçlerle, bu borçlandırma ve cari açıkla dolu ekonomik
politikayı, bağımlı politikayı, bu kapitalist sisteme göbekten bağımlı
politikaları terk etmelidir. Peki, AKP Hükûmeti bunu yapabilir mi? Bunu
yapamaz. Geçmiş bu yedi aylık süreç içerisinde Meclis çalışmalarında gördük ki,
çıkan bütün yasaların asıl karakteri, bu yerli, yabancı, uluslararası,
içerideki temsilcileriyle bunlara teşvik sağlamak, ayrıcalık sağlamak, üstün
hizmet ödülleri vermek; bunların bir bir yağmalarına, toprak ve değerli
alanların, işte, madenlerin yağmasına seyirci kalmak; bunun yasalarını
çıkartmak, KDV istisnaları çıkartmak, vergi muafiyetleri tanımak, yeni birtakım
paketlerle bunlara teşvikler sağlamaktır. Bu Hükûmetin halka hizmet etmeyeceği;
4,5 milyon kamu emekçisi, emeklisiyle, bizlere, üreten, hizmet sunan kamu
emekçilerine zerrece faydasının olmayacağı bir kez daha bugünkü görüşmelerde açığa
çıkmıştır.
Kamu emekçilerinin örgütleri vardır,
konfederasyonları vardır ama bunlar muhatap alınmamaktadır ve uyuşmazlık
hâlinde de işte, bakın, 29 Mayısta Hakem Kurulu bunu bağıtlayacaktır. Gelecekte
ne olacaktır peki? Bundan sonra çıkacak olan şey, bir kez daha kamu
emekçilerinin, açlık sınırlarının, yoksulluk sınırlarının çok çok altında hem
çalışarak, hem üreterek…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) – …hem
hizmet sunarak ama verginin en fazlasını vererek sefalete mahkûm olmasıdır.
Sadece bu nedenden ötürü AK PARTİ Hükûmetinin mahkûm edilmesi ve bütün
alanlarda bugün olduğu gibi protesto edilmesi en doğru bir tutum olacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel.
Soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Işık, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,
kişisel söz var efendim.
BAŞKAN – Efendim?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Kişisel söz var.
BAŞKAN – Var ama talep yoktu Sayın
Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, bir kişi
konuştu efendim. Gruptan sonra Bakan…
BAŞKAN – Tamam, söz talebi olmadığı
için sorulara geçtim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben oraya haber
gönderdim. Nasıl, haber gönderdim, “Yok.” dediniz bana? Arkadaşa gönderdim ben.
BAŞKAN – Tarzınıza dikkat edin Sayın
Genç. Bana sormadınız ki, ben burada yazılanlara göre…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben
kişisel söz istedim, oraya…
BAŞKAN – Tamam, şimdi söz istiyorsanız
verilir ama bu şekilde davranmanız gerekmez ki.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Anladım, “Söz
istiyorum.” dedim canım.
BAŞKAN – Tamam, kibarca söylemek
durumundasınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, peki.
“Hayır.” dediniz de ben de “Söz var.” dedim.
BAŞKAN – Birilerini korkutacağınızı mı
zannediyorsunuz?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, Sayın
Başkan, zaten biz…
BAŞKAN – Lütfen...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet, teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, ben biliyorum, şimdi, ben
“Söz istiyorum.” dediğim zaman, AKP’liler sözleri oraya yazmışlar, hemen “Biz
istiyoruz.” derler, yani onları biraz tongaya düşürmek için son ana bırakıyorum
bu işi.
BAŞKAN – AK PARTİ’yle çözün sorununuzu
Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi,
Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna
İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nı görüşüyoruz.
Değerli milletvekilleri, tabii, Türkiye
çok sıkıntılı bir ülke hâline geldi AKP’yle beraber. Ben geçen hafta
Çorum’daydım, “Uğurludağ” diye bir ilçenin Küçükerikli köyüne gittim. Şöyle bir
olayla karşılaştık: Orada yaşlı bir adamın 1965 doğumlu çocuğunu bir kene
ısırmış. Kene ısırdıktan sonra doktora götürmüşler, doktor çok ağır ateşi
olmasına rağmen ağrı kesici ilaçlar vermiş, “Hadi git.” demiş. Yine getirmişler
köye, yine çocuk -adamcağız- çok ağır hastalanmış, yine getirmişler doktora,
yine raporla göndermişler. Neticede, sonradan Çorum’a, Çorum’dan da Ankara’ya
getirince, zamanında müdahale edilmeyince vatandaşımız maalesef Hakk’ın
rahmetine kavuşmuş. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum ama babasının acısını
çok derin gördüm. Tabii evlat acısını Allah kimseye göstermesin. Yani işte
çağımızda bu bölgede kene ısırmaları çok oluyor ve AKP, kaç tane insan burada
kene ısırmasından öldüğü hâlde, burada bu insanlara zamanında müdahale
etmemekten dolayı maalesef taze taze gençler hayatlarını kaybediyor. O çocuğun
babası o kadar büyük bir ızdırap içinde ki “Neredeyse gidip doktoru vuracağım.”
diyor. Dedim ki: “Artık sen evladını kaybetmişsin yani bunun geri de
gelmeyeceği belli.”
O köylere giderken… Efendim, işte
bunları, evlat acısını çeken bilir yani. Adam diyor ki: “Benim oğluma zamanında
müdahale edilseydi benim oğlum ölmezdi.” Burada vatandaş haksız da değil yani.
Dolayısıyla, herkesin görevini yapması lazım.
Köye gittim yani şimdi, aslında, tabii,
ağzıma almak da istemediğim bazı şeyler var. Mesela, bir Alevi köyüne
gidiyorsunuz, köy yolu berbat, hiçbir hizmet gitmemiş ama Sünni vatandaşların
bir köyüne gidiyorsunuz -keşke daha iyi olsun- bakıyorsunuz, köy içi taşlarla
döşenmiş.
SONER AKSOY (Kütahya) – Yalan
söylüyorsun, yalan!
KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, daha hâlâ bu
küçük zihniyetten bu AKP kendini kurtaramadı. Ya, biraz tarafsız olun yani bu
vatandaşlara eşit davranın, eşit hizmet götürün. Mesela, benim ilimde şimdi
vatandaş telefon ediyor: “Köy yollarımız yok.” İşte Ovacık’ta öyle, Nazımiye’de
öyle, Pülümür’de, Mazgirt’te… Şimdi diyorlar ki: “Efendim, Köy Hizmetleri Genel
Sekreterine telefon ediyoruz veyahut da Köy Hizmetlerine, ‘Efendim, yakıt
parasını getirin verin, makineyi gönderelim.” Zaten makinelerin de en eskisi
bizim o taraflarda, Karayollarının yine makinelerinin en eskisi orada. Bu sene,
biliyorsunuz, orada büyük afet oldu, kışın birçok yerlere büyük paralar gitti.
Mesela Bingöl’e -tabii ki benim bitişik ilim- ona 1 trilyon lira giderken,
afetten yani fazla bu kar temizleme işi için bizim oraya 400 bin lira gitti.
Yani neyi dile getirelim, neyi
getirmeyelim, onları artık… Yani zaten AKP’liler vurdumduymaz birtakım
insanlar.
Tabii, Çorum’a giderken… Biliyorsunuz
19 Mayıs, Türk milletinin, bu ülke halkının bağımsızlık mücadelesini verdiği ve
verdiği bu mücadeleyle gurur duyduğu bir tarihin başlangıcıydı ama her nedense,
bu 19 Mayısın kutlanmasını bir Yunanlılar istemez, İngilizler istemez,
Fransızlar istemez, bir de AKP’nin üst yöneticileri istemez.
Yahu, şimdi 19 Mayıs, bizim millî bir
heyecanı, bir zaferi kutlama günümüzdür. Gençlerimizin her 19 Mayısta bir araya
gelip o gösterileri yaparak, başlatılan o bağımsızlık mücadelesinin işte
hatıralarını tazeleyerek, yapılan o muhteşem zaferin o şekilde anılması gereken
o günden neden siz rahatsız oldunuz da yani bunun kutlamasından vazgeçiyorsunuz
ve ondan sonra getiriyorsunuz Gençlik Spor İl Müdürüne veriyorsunuz? Gençlik
Spor İl Müdürü de gidiyor, Atatürk şeyine çelenk koyuyor ama saygı duruşunda
durmuyor.
Yani bakın, şunu herkesin bilmesi
lazım: Atatürk, dünyada lider olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir.
Dolayısıyla yani birtakım insanlar bu yüce liderin getirdiği devrimleri
benimsemediler, doksan senedir bunun getirdiği devrimlere karşı mücadele ettiler
ve Tayyip Erdoğan geçen gün “Biz karşı devrim yaptık, Atatürk’ün bütün
devrimlerini yıktık.” dedi. Ama bu kolay değil böyle; öyle, sizin
söylemlerinizle de bu böyle kolay olmaz çünkü o devrimler bir istiklal
savaşından sonra atılan adımlardır, o devrimler halkımız tarafından
benimsenmiştir. Dolayısıyla bunu, kesinlikle sizin gibi bir grubun veyahut da
bir siyasi iktidarın bununla ortadan kaldırması -karşı devrimle- mümkün değil.
Bakın, geçen gün vatandaşın birisi bana
bir yazı göndermiş: “Fatih Medreseleri” Altında da diyor ki: “Dört yaş dört ay
dört günlük iken alınır.” Kur’an kursu… Yani 4+4+4. İşte, sizin Türkiye’ye
getirdiğiniz şey bu. Dört yaşındaki çocuğu Kur’an kursuna alıyorsunuz.
Arkadaşlar, biz Kur’an’ın öğrenilmesine karşı değiliz. Kur’an elbette ki bir
kutsal din kitabımızdır. Bu kitabı herkes öğrenmesi lazım ama onun okunması
gereken bir yaş var. Şimdi, siz beş yaşında, altı yaşında çocuklara Kur’an
hatmettirirseniz, onu ezberletirseniz o çocuk artık Türkçe de öğrenmez.
SONER AKSOY (Kütahya) – O senin
bildiğin bir şey değil.
NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – Ne
diyorsun ya?
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Sen
anlamazsın.
KAMER GENÇ (Devamla) – Yani sizin bu
davranışlarınızla Türkiye’deki Latin alfabesini terk edip Arap harflerine
dönmek istiyorsunuz. Bu gerçekten Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüklerden
birisidir. Onun için siz bu Türkiye’yi, hukuk içinde kalarak… Anayasa’ya bir
yemin etmişsiniz ya. Laik Türkiye Cumhuriyeti devletine sadakat göstereceğinize
namusunuz üzerine, şerefiniz üzerine yemin ettiniz. E, hani laiklik! Aslında,
laikliği tabii bu duruma getiren o Anayasa Mahkemesidir. Anayasa Mahkemesi eğer
laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan bir partiyi kapatsaydı o zaman böyle bir
şey de olmazdı.
Şimdi, o Anayasa Mahkemesi Başkanına
sesleniyorum: Bu Cumhurbaşkanlığının seçimini ne zaman sen karara bağlayacaksın
Bay Anayasa Mahkemesinin Başkanı? Şurada, 28 Ağustosta seçim var. Sen ne zaman
uykudan uyanacaksın da bunu karara bağlayacaksın? Tayyip Erdoğan sana, Abdullah
Gül… Hâlâ oradan sana talimat gelmedi mi Bay Anayasa Mahkemesi Başkanı? Böyle
bir Anayasa Mahkemesi olur mu? Yani eğer zaten açılan o davayı da reddederse
ben hemen bir kara çelenk alır giderim, Anayasa Mahkemesinin kapısına bırakırım.
Anayasa Mahkemesinin kapısına da bir kilit asarım. Böyle bir şey olmaz. Ya sen
Anayasa Mahkemesi… Bakın, burada verdiğimiz yüzlerce, birçok dava var, açmışız.
AKP’nin Anayasa dinlemez, hukuk tanımaz, İç Tüzük tanımaz… Burada 4+4’te
maalesef Komisyonda 150 milletvekili getirerek bir dikta rejimiyle, bir
eşkıyalık yaparak, Komisyonu, muhalefet partisi milletvekillerini
çalıştırmayarak ve Komisyonda müzakeresiz geçirilen bir kanun teklifini getirip
de -biz bunu açmışız, orada davayı- hâlâ ne zaman karar vereceksin?
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin olarak açılan davayı niye bekletiyorsun? Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yasalar çıkarılırken yapılan affedilmez, korkunç, vahim
hatalarla ilgili olarak açılan davaları Bay Anayasa Mahkemesi Başkanı, sen niye
gündeme almıyorsun? Neyi bekliyorsun, kimden korkuyorsun? Ya o görevden istifa
et ya da o göreve başlarken ettiğin yeminin gereğine göre bir hizmet ver, bir
karar ver.
SONER AKSOY (Kütahya) – Saçmalama!
Saçmalama!
KAMER GENÇ (Devamla) - Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesi elbette ki AKP’nin birtakım üst düzey –zaman zaman gördük-
yöneticileriyle gitti, kebap yediler ama… Yahu, yeter artık, yediğin kebapların
artık hatırının geçmesi lazım. Artık bir kendine gel de, o makamda belli bir
süre çalıştıktan sonra hâkimlik mesleğinin gerektirdiği tarafsızlık, adalet
duygusunun etkisi altında kalarak hak ve adalete uygun, yasalara uygun,
Anayasa’ya uygun, bir an önce karar verilmesi lazım. Bunlar niye bekliyor?
Anayasa Mahkemesi Başkanının çıkıp da burada açıklaması lazım arkadaşlar. Her
gün kendine göre bir şey veriyor. Dolayısıyla Türkiye’de eğer hukuk bu duruma
gelmişse, eğer Türkiye’de hak yoksa, yargının tamamen Tayyip Erdoğan’ın emrine
girmesinden kaynaklanıyor. Ha, bu Tayyip Erdoğan’a çok pahalıya mal olacaktır.
Zaman yetmediği için tabii ayrıntılı
konuşmayacağım. Ama Dışişleri Bakanı nerede? Nerede geziyor? Hani, nerede bu
Hükûmet yahu? Nerede, söyle bana. Hükûmet yok.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Buyurun Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, müsaade ederseniz, burada biraz önce konuşan kişi AKP Grubunu
eşkıyalıkla suçlamıştır. Cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş. İki
dakika süre veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in AK
PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün siyasi parti gruplarıyla yaptığımız
görüşme çerçevesinde dün Askerlik Kanunu’nu mutabakat içerisinde çıkardık bugün
de uluslararası sözleşmeleri geçirmek için işte saat sekize kadar devam edelim
dedik.
Milletvekili arkadaşlarımızın bir
kısmı, Sayın Kenan Tanrıkulu -kendisine teşekkür ediyorum- eleştirdi yaptığımız
icraatları, on yıllık AK PARTİ icraat süreci içerisindeki kendi bakışı
çerçevesinden, meşrebinden bilgileri doğrultusunda eleştiri yaptı incitmeden
ama ekonomik, katılırız katılmayız, çoğuna katılmadım. Ama gerçek anlamıyla bir
beyefendi üslubuyla yaptığı eleştiriye teşekkür ediyoruz. Olması gereken de bu
zaten. Ama şu anda buraya gelip de Anayasa Mahkemesi Başkanlığından başlayıp
Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza karşı söyledikleri sözler yenilir
yutulur cinsten değil.
Yani yine bu şahıs gene buraya
gelmişti, bizim Grup Başkan Vekilimiz cevap vermişti; demişti ki: “Senin
söylediğin sözlerin tamamını Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na iade ediyorum.” Oradan
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Arkadaşımız dedi ki: “Yakıştıramadım
Sayın Canikli’ye bunu.” Niye? Çünkü “O milletvekili böyle hakaret etmiştir ama
bizim Genel Başkanımıza niye hakareti gönderiyorsun?” demişti.
Bakın, değerli arkadaşlar, açıkça
söylüyorum: Bu kişiye burada cevap vermek hayatımın en zor anlarından biri
çünkü aynı seviyede olmak beni rahatsız ediyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Açıkçası üzüyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Zaten sende
seviye yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - “Edersen
âlimle muhabbet sözü lalü mercan incidir/ Edersen cahille muhabbet sözü can
incitir.” İşte durum bu. Yani söylenen lafı alıp cevap vermeye gerçekten
zorsunuyorum. Yüce Meclisi bu şekilde rahatsız ettiğim için de özür diliyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,
evvela, ben, burada 7 dönemdir bileğimin hakkıyla seçilerek gelen bir
milletvekiliyim. Ben bunun gibi Tayyip Erdoğan’ın bilmem bir atamasıyla, Tayyip
Erdoğan’ın elini öperek milletvekili olmadım. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Onun için bana bir milletvekili olarak saygı göstermesi lazım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen
Cumhurbaşkanına saygı göster.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Yaptıklarını,
söylediklerini aynen iade ederim sana. Sana aynen iade ederim. Tamam mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Dava et,
dava. Zaten veriyorsun davaya.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bileğin varsa,
gel bağımsız gir seçime.
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Niye bağımsız
giremedin bu defa, korktun mu?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.-
Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna
İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/546) (S.
Sayısı: 177) (Devam)
BAŞKAN – Soru-cevap işlemini
başlatıyorum.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce IMF’yle olan
borç stoklarıyla ilgili açıklamayı yaptınız.
Sorum şudur: AKP hükûmetleri döneminde
IMF ile stand-by anlaşması yapılmış mıdır? Yapıldıysa hangi yılda yapılmıştır?
Bu anlaşma kapsamında hükûmetler toplam ne kadar borç almış ve bunun ne
kadarını ödemiştir? Diğer uluslararası kuruluşlardan hangilerinden, ne miktarda
borçlar alınmış ve şu anda toplam borç stoku ne miktara gelmiştir? Bir de
1998’de 415 milyar dolarlık gayrisafi millî hasılayla dünyanın 16’ncı büyük
ekonomisi olan Türkiye’nin -2010’da da aynı sırada- 2012’de 18’inci sıraya
düşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu, iyi ekonomi yönetiminin bir göstergesi
midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman...
ALİ HALAMAN (Adana) – Başkanım,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanımız da yok ama… Tarım
Bakanımız geldi, ben epeydir de sormak istiyordum. Adana’da buğday hasat
mevsimi yaklaştı, hemen hemen biçiliyor da. Dolayısıyla Sayın Bakanımız bir
taban fiyat açıklamayı düşünüyor mu? Dolayısıyla demin ki Bakanımız da IMF’den
dolayı borçların yok denecek kadar az olduğunu söylüyor, borçların azaldığını
söylüyor. Ben, bu memurların hâli ne olacak diyorum, sokaklarda nümayiş
yapıyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Eyidoğan...
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Şimdi soracağım soruyu dün sormaya
çalıştım, Sayın Millî Eğitim Bakanı da buradayken. Şimdi yok ama yine de bu
soruyu soracağım.
19 Mayıs 2011 tarihinde Kütahya
Simav’da olan deprem nedeniyle birçok okul hasar görmüştür. Pamukkale
Üniversitesi, Kayaköy beldesi İlköğretim Okulu binasının kullanılmaması ve
yıkılmasını tavsiye etmiştir. Kütahya İl Encümeni okul inşaatının programa
alınmasına karar vermiştir. Ancak altı ay sonra il eğitim danışmanları 30 Kasım
2011 tarihinde inceleme ve değerlendirme yapmış ve Kayaköy beldesinde okula
ihtiyaç olmadığına dair karar vermişlerdir. Kayaköy’ün bugün nüfusu 543’tür.
Hükûmet bu beldede Tarım Kredi Kooperatifini, Sağlık Ocağını kapatmıştır,
“Okula gerek yok.” demiştir. HES’i özelleştirmiş, yerel işçi istihdamını
ortadan kaldırmıştır. Şimdi de 543 nüfuslu beldede “Okula gerek yoktur.” diyor.
CHP’ye oy verilen beldede Belediye Başkanı CHP’li olan bu belde insanına bir
garazınız mı var? Bu durumu açıklamanızı bekliyorum.
Saygılarımla.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, dün Sayın Millî Savunma
Bakanına sormuştum, “Uludere katliamını PKK yaptı.” dedi. Bugün de İçişleri
Bakanı Sayın İdris Naim Şahin “Vur!” emrini görüntüleri izleyen hava
kuvvetlerindeki komutanların verdiğini söylüyor. Yani durumu -birisi görevi
gereği İçişleri Bakanı, birisi Millî Savunma Bakanı görevi gereği- tam
öğrenemedik, çelişkili iki açıklama… Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak en
doğru cevabı sizden bekliyoruz. Hangi komutan “Vur!” emrini verdi? Bu konuda
bilginiz var mı?
Teşekkür ederiz.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Veya hangi
hayvan verdi bu emri? O da olabilir yani.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…
Soru sorma hakkınız ama lütfen yani…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Vallahi,
katliam yapanlar insan olamaz.
SIRRI SAKIK (Muş) – Yani bu katliamı
kim yapıyorsa hayvandır, hayvanoğluhayvandır!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Katliam yapan
insan olamaz.
BAŞKAN – Tenkit etme hakkınız var, soru
sorma hakkınız var ama Meclisin…
SIRRI SAKIK (Muş) – Katliamı kim
yapmışsa hayvandır ve hayvanoğluhayvandır!
BAŞKAN – Aynı şeyleri ben de tekrar
ederim ama aynı şeyleri terör örgütü için de söylerseniz…
SIRRI SAKIK (Muş) – Ne demek yani? Siz
katilleri mi koruyorsunuz?
BAŞKAN – Lütfen…
SIRRI SAKIK (Muş) – Nasıl böyle bir şey
dersiniz?
BAŞKAN – Burada konuşulacak,
tartışılacak ama o kelimeleri kullanma hakkınız yok hiç kimse için.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bu katliamı
yaptıran hayvandır, hayvanoğluhayvandır!
BAŞKAN – Kem söz sahibine aittir.
SIRRI SAKIK (Muş) – O zaman siz
katilleri koruyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen
katilleri mi koruyorsun? Terör örgütü katil değil mi?
BAŞKAN – Sayın Sakık, hayır, katilleri
korumuyorum. Katil kimse hesabını verecektir.
SIRRI SAKIK (Muş) – Ayıptır ya!
OKTAY VURAL (İzmir) – Asıl hayvanlar,
askerimize, polisimize doğu ve güneydoğudaki insanları katliama uğratan
PKK’dır. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar, BDP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Soru soracaksanız, adabınızla
usulüne göre soru sorarsınız.
SIRRI SAKIK (Muş) – Uludere’de katliam
iznini veren hayvandır…
OKTAY VURAL (İzmir) – Gidin dağlarda
vurun sürüleri.
BAŞKAN – Adabınla sorunu sor,
lütfen!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – “Bu katliam
emrini veren insan olamaz.” diyoruz. Bu insanlar bize bile…
OKTAY VURAL (İzmir) – Terörist başına
“Sayın” demeyi suç olmaktan çıkartırsan böyle olur.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Askerimizi
şehit eden hayvanoğluhayvandır, hayvanoğluhayvandır!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Aynen öyle, siz
de söyleyin, siz de söyleyin aynısını, aynen öyledir.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, buyurun…
SIRRI SAKIK (Muş) – Biz de bunu
söylüyoruz.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yahu, niye
ikide bir Başkan müdahale ediyor ya, yapmayın arkadaşlar!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama burada o
şeyleri kullanamazsınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Olmaz öyle şey,
her şeye müdahale etmesinler. İnsanlık suçundan bahsediyoruz. Ne yapmak
istiyor?
BAŞKAN – Usul ve adap sınırları aşıldığında
müdahale ederim ben. Lütfen…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım,
çok müdahale ediyorsunuz.
BAŞKAN – Tenkit etme hakkınız var, iki
günden bu tarafa konuşuyorsunuz, burada müdahale mi edildi?
OKTAY VURAL (İzmir) – Doğru
yapıyorsunuz Sayın Başkan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz gereksiz
yapıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, buyurun…
Sizden soracak değilim gerekli gereksiz
olduğunu.
SIRRI SAKIK (Muş) – Biz de sizden
talimat alarak konuşacak değiliz Sayın Başkan, bunu böyle bilin.
BAŞKAN – Veririm ben burada, ben Başkan
Vekiliyim, talimat veririm.
SIRRI SAKIK (Muş) – Siz de katilleri
kollayıp koruyun.
BAŞKAN – Katilleri koruyan yok burada.
SIRRI SAKIK (Muş) – Göreviniz de budur
o zaman.
BAŞKAN – Katilleri koruyan yok, terör
örgütünün devamı olduğunu, temsilcisi olduğunu söyleyenler kimler, Türk milleti
biliyor bunu burada.
OKTAY VURAL (İzmir) – Katillere “Sayın”
diyenler düşünsün.
SIRRI SAKIK (Muş) – Kürt milleti de
biliyor, bütün Türkiye halkı da biliyor.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, buyurun.
SIRRI SAKIK (Muş) - Bu ülke sadece
Türklerin anayurdu değil.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Herkesin yurdu.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, ben, size, Uşak’la ilgili
birkaç tane şey sormak istiyorum, tabii, bu, genele de yayılabilir.
Şimdi, öncelikle Uşak çiftçisinin şöyle
bir sorunu var: Arpa ve buğday ekimi Uşak’ta çok fazla yapılıyor. Toprak
Mahsulleri Ofisinin dört beş yıldır taban fiyatı vermediğini, taban fiyatı
vermemesi nedeniyle de Uşaklı çiftçilerin tüccarın elinde oyuncak olduğunu,
tüccarın çok düşük fiyatla aldığını ve vadeli olarak ödemeleri yaptığını -çerez
parası yaptığını ödemeleri- hâlbuki Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından taban
fiyatı verilseydi geçmiş yıllarda olduğu gibi çok daha iyi bedellerle bu
mallarını satabildiklerinden bahsediyorlar. Bu konudaki uygulama nedir?
Düşünceniz nedir? Bir bunu öğrenmek istiyorum.
İkinci sorum da: Ege Bölgesi’nde olduğu
gibi Uşak’ta da şap hastalığı son haddinde, bütün hayvan pazarları kapanmış
vaziyette. Köylüler hayvanlarını hayvan pazarına götüremedikleri için çok ciddi
kredi borçlarını ödemek durumunda kalıyorlar. Ayrıca, öğrendiğimiz kadarıyla,
geçmişte bu şap virüsünün tip analizi yapıldığı hâlde şimdi yapılmadığından
dolayı yapılan aşılamaların da yetersiz olduğunu ve komşu köyün koruma
aşılamasının yapılmadığını…
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, lütfen
tamamlayınız.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
…hastalıkların bu nedenle de daha fazla arttığını belirtiyorlar. Bu konudaki
görüşleriniz nedir?
BAŞKAN – Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Bilindiği üzere, Genelkurmay
Başkanlığı, muvazzaf ve emekli astsubayların özlük haklarıyla ilgili
eleştirileri üzerine 4 Mayıs tarihinde bir açıklama yapmıştı. Siyasi arenada da
çokça tartışılan bu açıklama birkaç gün önce Genelkurmayın sitesinden
kaldırıldı. Bu açıklamayla ilgili Hükûmet cephesinden farklı yorumlar geldi.
Başbakan Erdoğan “Cevapsız kalmamalı.” diyerek TSK’nın durumunu desteklerken,
AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik “Konu ne olursa olsun TSK hiçbir bildiri
yayınlamamalı. Ancak kabul edelim ki astsubaylara yönelik bildiri yayınlamak da
hoş olmamıştır.” dedi. Grup Başkan Vekili Sayın Elitaş da “İlke olarak
Genelkurmayın açıklama yapmasını uygun bulmuyorum.” demişti. Bu doğrultuda, bu
3 ayrı AKP yetkilisinin üç ayrı açıklamasından hangisini geçerli kabul
edeceğiz, lütfen açıklansın.
Sayın Başbakan konuyla ilgili
ifadelerinde “Hakaret ve eleştiri aynı şey değil.” demiştir. Astsubayların hak
arama mücadelesi ne zaman ve niye hakaret olmuştur? Millî Savunma Bakanı
konuyla ilgili…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu yağlı tohumlarla
alakalı, Adana bölgesinde ve diğer bölgelerde dosyalar tamam, her şey hazır. Mayısın
15’i ile 20’si arasında her yıl ödeme yapılırken bu yıl ne yazık ki bu ödemeler
yapılmadı, türlü türlü bahaneler üretiliyor. Bu konuda ne zaman çiftçimiz
primlerini alabilecek, açık bir şey söyleyebilir misiniz?
Diğer bir konu: Daha önce de gündeme getirmiştim;
her defasında Ziraat Bankasının ne kadar çok kredi verdiğinden övünüyorsunuz
burada. Bu yıl Ziraat Bankasının mısırı, pamuğu, karpuzu ve buğdayı dönüm
başına ne kadar düşürdüğünü lütfen Genel Müdürlükten bir öğrenin. Çiftçi şu
anda ödediği parayı geri alamamakta, hatta yarısını bile alamamaktadır. Lütfen
bu konuda da bir çözüm üretirseniz memnun oluruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Oğan…
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Iğdır eskiden doğunun Çukurova’sı
olarak bilinirdi. Iğdır’da pamuk üretimi sizin iktidarınız döneminde tamamıyla
bitti, Iğdır’da şeker pancarı üretimi sizin iktidarınız döneminde tamamıyla
bitti maalesef ve şimdi de Iğdır’da, maalesef, sulama yapılamadığı için normal
sayılabilecek ekimler de yapılamıyor. Orman ve Su İşleri Bakanlığından biz
gereken cevabı, desteği alamadık. Acaba Tarım Bakanı olarak Iğdır’da tarımın
bitmesine siz ne diyeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sorularla ilgili olarak,
Sayın Işık’ın sorusu IMF’le ilgiliydi. 18 ve 19’uncu stand-by düzenlemeleri…
IMF’le 18 Ocak 2002 tarihinde 18’inci stand-by anlaşması yapıldı ve AK PARTİ
İktidarı öncesinde. 18’inci stand-by anlaşması AK PARTİ iktidara gelmeden önce,
Ocak 2002 tarihinde imzalandı, kabul edildi. 19’uncu stand-by anlaşması da 26
Nisan 2005 tarihinde onaylandı.
OKTAY VURAL (İzmir) – Kim vardı iktidarda
efendim?
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Şimdi, iktidarımız döneminde IMF’le 8,6 milyar
SDR’lık bir kullanım yapıldı, bu süreçte 23,5 milyar SDR’lık anapara geri
ödemesi yapıldı. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Ülkemiz, satın alma gücü paritesine
göre, 2011 yılı son verilerine göre, dünya ekonomileri arasında 16’ncı sırada
yer alıyor. Bahsedilen sırayı, 18’incilik, şu anda teyit etmek mümkün değil.
Birtakım söylentiler var ama bunların sonuçta referans alınabilmesi için yıl
sonunda birtakım değerlendirmelerin yapılması gerekiyor, yılı beklememiz lazım.
Yani şu an itibarıyla bunu söylemek erken, doğru değil. Bizim elimizde şu
andaki kesin veri 2011 yılına ait. 2011 yılı verilerine göre de dünya
ekonomileri içerisinde 16’ncı sıra.
Tabii, bazı yerlerdeki karamsarlığa
bazı yerlerdeki küçülmeye bazı yerlerdeki diğer ekonomik problemlere rağmen
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve gerçekleştirdiği büyüme, zaten, aslında,
bütün bu alandaki soruları en iyi şekilde cevaplıyor. Yani dünya ülkeleri
içerisindeki büyümenin net bir şekilde Türkiye’nin ekonomik performansını
ortaya koyduğunu hepimiz bu manada biliyoruz.
Sayın Halaman’ın “Adana’da buğday
hasadı başladı.” şeklinde…
Değerli arkadaşlar, biz, her yıl,
tabii, hasat yapıldıktan sonra bir değerlendirme yaparız o yılın verimine göre,
üretim durumuna göre. Bizim öncelikli tercihimiz şudur: Piyasanın kendi
mekanizmaları içerisinde arz ve talep karşılaşsın ve fiyat teşekkül etsin.
Çiftçinin desteklenmesi, bizim
iktidarımız döneminde önceki iktidarlarla mukayese kabul edilmeyecek kadar
büyük bir artışta gerçekleşti.
Biz Toprak Mahsulleri Ofisi olarak
geçen sene de, önceki yıllarda da fiyat açıkladık. Demin Sayın Milletvekilim
-Sayın Yılmaz’dı zannediyorum- Uşak’la ilgili bahsederken, dört, beş yıldır
fiyat açıklanmadığını, fiyat verilmediğini söyledi. Bu bilgi bir gerçek değil,
bunu düzeltelim, doğru değil. Geçen sene de, daha önceki yıllarda da Toprak
Mahsulleri Ofisi alım gerçekleşmesi yapıyordu. Üreticinin de son derece memnun
olduğu bir fiyat düzenlemesi ve uygulaması yapıldı. Bu sene de yine biz durumu
yakından takip ediyoruz. Arz ortaya çıktıktan sonra maliyetlere göre,
üreticinin durumuna göre eğer Toprak Mahsulleri Ofisinin müdahale etmesi
gerekirse Toprak Mahsulleri Ofisi müdahale edecek. Ama hep şunu yapıyoruz,
üstelik önceki dönemlerde olmadığı şekliyle yapıyoruz: Bir: Alımlar başladıktan
kısa bir süre sonra Toprak Mahsulleri Ofisi emanet alım başlatıyor. Bu emanet
alımda üreticilerin lehine özellikle bir kira, vesaire de alınmıyor. Üretici
daha sonra arzu ederse bizim ilan ettiğimiz fiyattan Toprak Mahsulleri Ofisine
satıyor, değilse bunu götürüp serbest piyasada da satabiliyor. Geçen sene bu
alanda çok başka bir uygulama, yeni bir uygulama başlattık, bütün üreticilerin
de, sanayicilerin de Türkiye’de çok memnun olduğu bir uygulama bu; o da,
aldığımız protein cihazları sayesinde Türkiye’deki üç yüze yakın noktada, alım
yapılan bütün noktalarda protein cihazlarıyla… Buğday makineye konuyor. Aynı,
hastanedeki kan örneğini nasıl verip de biyokimya tahlilleri yapılıyor, bu
şekilde verilen buğday da makineye konuyor ve o makine bize o buğdayın bütün
parametrelerini veriyor yani yüzde kaç protein, gluteni ne, diğer özellikleri
ne; bunları veriyor ve bunlarla fiyatlar otomatik olarak bu şekilde teşekkül
ediyor.
MUHARREM VARLI (Adana) – Geçen seneki
fiyatın altında buğday şu anda Sayın Bakanım.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Üretici de son derece bu durumdan memnun.
Kalite ciddi bir artış gösterdi çünkü bu şekildeki bir uygulamayla, geçmişte
hiçbir zaman yapılmadığı şekliyle artık aynı, birbirine yakın kaliteye sahip
ürünlerin bir arada depolanması söz konusu ve sanayici de “Ben yüzde 12
proteinli buğday istiyorum veya yüzde 10 proteinli buğday istiyorum.”
dediğinde, oraya yönlendiriliyor. Böylece, kalite anlamında da çok ciddi bir
gelişme bu alanda sağlandı alımla ilgili.
MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Bakan,
buğdayın fiyatı şu anda geçen seneki fiyatın altında. Bunu artırmak için ne
yapmayı düşünüyorsunuz bunu anlatın.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Şimdi, arkadaşlar, geçen senenin fiyatı
üreticiyi son derecede memnun etti.
MUHARREM VARLI (Adana) – Neresi memnun
üreticinin!
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – 600 lira fiyat verildi geçen sene, ayrıca ton
başına 50 lira prim veriliyor, 650 lira ve…
MUHARREM VARLI (Adana) – Ya ben bu
ülkede yaşamıyorum ya da siz bu ülkede yaşamıyorsunuz Sayın Bakan!
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – …gerek maliyetlere gerek dünya fiyatlarına
baktığımızda da son derece iyi bir fiyat idi. Henüz daha buğday ortaya
çıkmadan, henüz hasat yapılmadan bu senenin fiyatının açıklanması ne ekonomik
manada ne de başka manada şu anda henüz ihtiyaç olan bir durum değil. Bu,
ihtiyaç olduğunda ortaya çıkacak ama üretici zaten bundan önce de hiçbir zaman
mağdur edilmedi, bundan sonra da edilmeyecek çünkü Türkiye geçen sene 21,8
milyon ton civarında bir buğday üretimi gerçekleştirdi, bir önceki yıla göre
oldukça önemli bir artıştı. Bu sene de, şu an itibarıyla, yine buğdayda 21
milyon tonun altında olmayacak şekilde bir üretim gerçekleşmesini bekliyoruz.
Yağlı tohumlarla ilgili prim ödemeleri
mayıs ve haziran ayında yapılıyor. Bu sene de yine mayıs ayı sonunda veya en
geç haziranın ilk haftasında ödenecek, şu anda onunla ilgili hazırlıklar
yapıldı. Dolayısıyla yağlı tohum ödemelerinde de bir sorun yok. Şu an
itibarıyla, biz, bir yıl içerisinde ödeyeceğimiz, ödemeyi planladığımız çiftçi
desteklerinin nisan itibarıyla 3,5 milyarını ödedik. Bu ay içerisinde
ödeyeceğimiz parayla birlikte, bu ayın sonunda bu, 5 milyar lirayı -5
katrilyonu- bulmuş olacak. Şimdi, 2002 yılında bütün bir yıl içerisinde 1
milyar 800 milyon liralık bir ödeme yapıldığını dikkate aldığımızda sadece
mayıs ayı itibarıyla 5 milyar lira ödenmiş olması, yıl sonuna kadar da toplam
7,5 milyar liralık ortalama bir destek ödemesi yapacağımızı burada bu vesileyle
bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Şap hastalığıyla ilgili bir sorun dile
getirildi. Bu bilgi doğru değil. Şapla ilgili hem üretim yapılıyor hem istenen
her yere aşı sevkiyatı yapılıyor. Aşılama da yılda iki defa yapılıyor ve daha
önceden yoktu böyle bir uygulama. Son birkaç yıldır Türkiye’deki bütün büyükbaş
hayvanların tamamı yılda iki defa şap yönünden aşılanıyor ama hayvan
hareketliliği olduğu zaman elbette eğer bir hastalık çıkarsa karantina
tedbirleri almak zorundayız, bu tedbirleri de alıyoruz, bundan sonra da bunları
almaya devam edeceğiz.
Diğer sorularla ilgili yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Bakanım.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Kredilerin
ertelenmesi gibi bir şey var mı Sayın Bakan? Kredilerin ertelenmesinin
sağlanması…
BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
saati: 18.04
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 18.21
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 110’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
177 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
1’inci maddeyi okutuyorum:
ULUSLARARASI
PARA FONU ANA SÖZLEŞMESİNDE İCRA DİREKTÖRLERİ KURULU REFORMUNA İLİŞKİN OLARAK
YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLERİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA
KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 15 Aralık 2010 tarihinde
kabul edilen “Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşme-si’nde İcra Direktörleri
Kurulu Reformuna İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen Değişiklikler” in
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz isteyen Oktay Vural, İzmir Milletvekili.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli milletvekilleri, bu
uluslararası sözleşme hakkında birkaç konuda kısa bir değerlendirme yapmak
amacıyla söz talebim oldu. Öncelikle, Sayın Meclis Başkan Vekilinin bir önceki
oturumda ortaya koyduğu tavrın Türk milletinin hassasiyetlerine ve değerlerine
sahip çıkma tavrı olduğunu ifade ediyorum. Dolayısıyla, bu bakımdan, Meclisi
yöneten sayın Meclis başkan vekillerinin Türk milletinin hassasiyetine uygun
davranışı eleştirilecek bir konu değildir; aksine, Meclisi yöneten başkan
vekillerinin görevlerinden biri olduğunu ifade etmek istiyorum.
Öte yandan, özellikle, bizim, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına konuşan Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun borçlarla
ilgili verdiği bilgiler üzerine Sayın Millî Savunma Bakanının yaptığı bir
değerlendirme var. Tabii bu değerlendirmeyi yaparken âdeta Türkiye’nin sanki
borç stoku azalıyormuş, borçlarını ödüyormuş gibi bir hava oluşturuyor, aslında
böyle değil. Çünkü 2002 yılında Türkiye’nin 220 milyar dolar borcu varken,
bugün 595 milyar dolar borcu vardır. Türkiye’nin borç stoku giderek
artmaktadır. Üstelik 2002 yılında yüzde 24 olan tasarruf oranı, bugün yüzde
12’ye düşmüştür. Türkiye’nin gayrisafi millî hasılasına cari açığın oranı yüzde
10’lara varmıştır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin bir sorunu
vardır, bu sorunun üstünü örtmenin bir anlamı yoktur. Zaten Türkiye cari
işlemler açığı bir problem olduğu için Hükûmetin getirdiği birtakım tedbirlerle
ithal ikamesi, cari işlemler açığını azaltmak için birtakım tedbirler ve
tasarruf oranını artırmak için birtakım tedbirler alınması aslında böyle bir
sorunun var olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla, Sayın Bakanın “IMF borcu
şuradan buraya indi.” filan ifadesinin hiç anlamı yoktur, hiçbir manası yoktur.
Çünkü Türkiye sadece IMF’ye borçlu değildir. Maalesef, Türkiye’nin 595 milyar
dolarla ve dünyanın en fazla cari açık veren ülkelerinden biri olarak da önemli
sıkıntıları vardır ki bu sıkıntılardan dolayı da zaten bugün memurlara maaş
zammının yüzde 3,5 olarak belirlenmesinin amacı da, yıllık ortalama yüzde 5
olması da Türkiye’nin Yunanistan gibi çöken bir ülke konumuna girme
riskindendir. Bu bir sonuçtur. O bakımdan, sürekli olarak, “IMF’ye borcu
ödüyoruz…” IMF’ye borcu ödüyorsunuz da başka kurumlara olan borcunuz artıyor.
Böyle bakıldığı zaman, özellikle biraz önce Sayın Bakana Alim Bey sordu ama
bilgi tam verilmedi. IMF’yle ilgili yapılan anlaşmanın AKP döneminde
yapıldığını ifade ederken, aslında IMF borcu olarak ifade edilen ki
uluslararası resmî kuruluşlara olan borçlar kategorisine bakıldığı zaman IMF
sadece bunlardan biridir. Uluslararası kuruluşlar içerisinde, Dünya Bankası,
Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ve diğer uluslararası kuruluşlar da var.
Şimdi, bakın, IMF’ye borcunuz düşmüş.
Nereden düşmüş? Dış borç stoku: Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasının borç
stoku 2002’de 5,3 milyar dolar, 2011’de 12,1 milyar dolar olmuş; nereden
düşmüş! Diğer uluslararası kuruluşlara olan borçlar, 3,6 milyar dolar 2002’de,
2011’de 17,5 milyar dolara yükselmiş ya. Yani, milletin karşısına çıkarken
doğruları ve gerçekleri söylemek lazım. Uluslararası kuruluşlara olan borç
artmıştır. Toplamda IMF’yle ilgili borcun azaldığını söyleyenler, resmî
alacaklı olarak uluslararası kuruluşlara olan borcun, 2002 yılında 31 milyar
dolar iken, 2011’de 34 milyar dolara çıktığını ifade etmiyorlar. O bakımdan,
yani millete gerçekleri ortaya koymak lazım. Eğer, denildiği gibi, bu ülke,
borcunu ödeyebilen bir ülke ekonomisi hâlindeyse, o zaman neden astsubaylar
ayakta, neden uzman erbaşlar ayakta, neden atanamayan öğretmenler sıkıntı
içerisinde, neden kamu görevlileri bugün yüzde 3,5 zamma karşılık, ortalama
5,3’lük bir zamma karşılık ayakta? Herkes ayakta. Yaş çay üreticileri
sıkıntıda, otoyolu kapattılar.
Bugün geldiğimiz bu noktada bu
sıkıntıların olduğu bir ekonomi, cımbızla çek, “IMF’den borç azaldı.” IMF’den
borcun azaldı da, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından borcun arttı,
toplam borcun arttı. Hane halkı ekonomileri de borçlu, yüzde 4 olan hane halkı
ekonomisi borcu yüzde 45’e yükselmiş. Borcunu ödeyebilecek bir kapasite yok.
Dolayısıyla, bugün bakıldığı zaman, takipteki alacaklarda 2010 yılından beri en
yüksek seviyeye yükselmiş, 20 milyar TL’ye yükselmiş takipteki alacaklar.
Önemli bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Böyle önemli sıkıntılarla ilgili
ekonomik değerlendirmeler yaparken işte “Şurada azaldı.” diyerek bunun
üzerinden bir siyaset oluşturmak açıkçası yanlış, doğru bir değerlendirme
olmaz.
Bu çerçevede bir konuyu da ifade etmek
istiyorum. Değerli milletvekilleri, bakın, yüzde 3,5’luk zam, buçukluk zam,
kamu görevlilerinin taleplerini, ekonomik beklentilerini karşılamaktan çok
uzaktır ve bugün de kamu görevlileri bu konuda bir uyarı eylemi yapmıştır.
Şimdi, böyle bir uyarı eylemine bizim milletvekillerimiz de katıldı. Adana
Milletvekillerimiz Ali Halaman, Seyfettin Yılmaz, Mersin Milletvekilimiz Ali
Öz, Hasan Hüseyin Türkoğlu katıldılar Abdi İpekçi’de, oraya gittiler,
“beraberiz” dediler. Eylem bitmiş, dönerken, maalesef müdahale yapılmış,
ayakları kırılanlar var, biber gazı sıkılmış.
Değerli arkadaşlarım, yani böyle bir
yöntem… Yani devlet memurları toplu sözleşme ararken coplu sözleşmeye dönüştü.
Nasıl olacak? Bu sindirme… Bakın, toplumsal olaylarda, bu tür sosyoekonomik
olaylarda, baskıyla, tehditle, şiddetle, copla, biber gazıyla toplumu sindirmek
uygun bir yönetim modeli değildir.
Spor kulüplerinin karşılaştığı,
taraftarların karşılaştığı, Fenerbahçe taraftarının ya da Göztepe taraftarının
karşılaştığı problemler… Burada da, yapmışlar eylemlerini, ayrılıyorlar ve
dönerken, Abdi İpekçi’den genel merkeze giderken barikat kuruluyor, biber gazı,
cop, ayakları kırılanlar… İşte Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’ta
-gazetelerde var, İnternet sayfalarında var- biber gazı maalesef önemli
tahribat yapmış. Böyle bir şey olamaz. İnsanlar hakkını, hukukunu ararken, hak
mücadelesi sürdürürken “Ben güçlüyüm, ben haklıyım.” dercesine bunları
sindirmek doğru değil. Ne istiyorlar? Peygamber Efendimiz’in hadisi şerifinde
buyurduğu gibi “İşçilerin alın teri kurumadan ödeyiniz.” diyor ya. Bunlar alın
terlerini dökmüşler, daha maaş yok ortada. Bunu istemek haksızlık mı? O
bakımdan, kamu görevlilerine yapılan bu muameleyi kınıyorum. Son derece yanlış
bir muameledir. Böyle olduğu zaman acaba bu konuda bu eylemi yapan Türkiye
Kamu-Sen’i sindirmek amacıyla mı yapılıyor? Yandaşlığın, boyun eğmenin
üstünlerin karşısında hak sahibi yapamayacağını herkes öğrenmelidir, haksızlık
karşısında susan dilsiz şeytan olmadığını göstermelidir. Hak mıdır? İlk dört
ayda enflasyon yüzde 3’ü geçmiş, gerçek enflasyona baktığınız zaman daha fazla.
E, memurlara ilk altı ayda yüzde 3’ü vermek, önermek hak mıdır yani?
Dolayısıyla böyle bir konuda yapılan
muameleyi kınıyorum. Özellikle bu yönetim anlayışını, baskı, tehdit, şiddetle
sindirme yönetim anlayışının bir yansıması olduğunu kınıyorum. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, hak sahibi olanların hakkını verebilecek bir Meclis
olduğunu, milletin Meclisi olduğunu düşünerek bu konuda yapılan uygulamaların,
bu davranışların yanlışlığı konusunu sizlerle paylaşmak istedim. Özellikle
böyle bir konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, polislerin uğradığı
haksızlığı burada dile getirirken, astsubayların uğradığı haksızlığı dile
getirirken, 3600 göstergeyi savunurken ve bunlarla ilgili Türkiye Kamu-Sen’in
de polislerin hakkının korunması konusunda bir mücadeleyi sürdürürken böyle bir
muameleye, birilerinin yönlendirmesi ve provokasyonuna maruz bırakılmalarını, doğrusu,
kabul etmemiz mümkün değildir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak böyle
bir yönetim anlayışını kınadığımızı, uğranılan bu davranışlar karşısında
üzüntülerimizi ifade ediyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi? Yok.
Sayın Ağbaba, buyurun.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan,
Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi Malatya’da da meralar peşkeş
çekiliyor. Malatya Akçadağ’da, Battalgazi’de, Yeşilyurt’ta, Doğanşehir’de
meralar geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen sözüm ona ihalelerle kiralandı.
Meraları kırk dokuz yıl boyunca kiralamak o bölgede yaşayan insanları açlığa
mahkûm etmekle eş değerdir. Hayvancılık bitiriliyor o köylerde. Özellikle
Doğanşehir’e bağlı Dedeyazı köyünde köyün içine kadar girmiş arazi, mera
kiralandı ve köylü hayvancılık yapamaz duruma geldi. Yani bu ihaleyi yapanlar
diyorlar ki: “Siz hayvancılık yapmayın. Elinizdeki hayvanları, kuzuları,
koyunları, inekleri satın. Gidin o büyük ihaleyi alanların yanında çalışın.”
Bu dönemde, özellikle son dönemde
Malatya’daki dağlar satıldı, taşlar satıldı, topraklar satıldı. Tabii,
biliyorsunuz, Malatya’da bütün kurumlar, üreten kurumların hepsi satıldı;
Tekel’i, Sümerbank’ı, şimdi de Şeker peşkeş…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Tanal, buyurun.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Efendim, doğal gaza yüzde 16,6;
elektriğe yüzde 19 zam geldi. Memura 3,5+4 geldi. Bunu nasıl izah edebilirsiniz
Sayın Bakan?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Az evvel buğday fiyatlarıyla alakalı,
Sayın Bakan Toprak Mahsulleri Ofisinin emanete buğday aldığını, işte emanet bir
fiyat ortaya koyduğunu, protein değerinin ölçüldüğünü filan anlattı. Yani
bunların hiçbir tanesi üreticinin buğdayının daha fazla para etmesini sağlayan
unsurlar değil Sayın Bakan. Siz üreticinin buğdayının daha fazla para etmesini
istiyorsanız eğer, Toprak Mahsulleri Ofisini devreye doğrudan koyup peşin
parayla “Ben şu paraya alıyorum. İthalatı da yasaklıyorum, ithalata da şu kadar
fon koyuyorum, eylül ayında da şu fiyata satacağım.” dediğiniz an üreticinin
buğdayı para eder ama siz bunu hiçbir zaman diyemediniz. Lütfen, bu konuda
çiftçinin mağduriyetini önleyin. Yok emanete buğday alıyormuşuz, yok protein
değerini şu kadar artırıyormuşuz, yok fabrikatör… Tabii ki iyi buğday…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkan, ben
teşekkür ediyorum.
Sayın Tarım Bakanımız cidden çok
yumuşak anlattı ama bu çok doğru değil biraz. Çiftçinin malının eğer para etmesini
istiyorsak tüccarın önüne Tarım Bakanlığının takılmasına gerek yok, Tarım
Bakanlığının tüccarı arkasına alması lazım. “Ortalarda bir yerde ben fiyat
açıklıyorum.” demek önce tüccarın alımına müsaade etmek, sonra da usulen “Ben
de şunu alacaktım.” demek gibi bir şey.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Oğan…
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, iki sorum olacak.
Birincisi, Iğdır’daki devlet kurumları acaba patatesi, soğanı vesaireyi neden
Iğdır’dan almayıp da Van’dan ve başka illerden alıyor? Bunu biz Iğdırlılar
olarak çok merak ediyoruz.
İkincisi de, Iğdır’da sizin
bakanlığınızda orada il müdürü yapabileceğiniz okumuş yazmış hiç kimse yok mu
acaba? Iğdır’daki bütün il müdürlerini özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden
atıyorsunuz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Özkan…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın
Başkan, teşekkür ederim.
Sayın Bakan, dün Nevşehir Derinkuyu,
Niğde Azatlı, bu bölgedeki patates üreticileriyle beraberdik. Patateste
gerçekten bölgede çok büyük sorun var, patatesler filizlenmiş durumda. En kısa
zamanda devletin sıcak elini oranın üreticileri bekliyorlar. Bunlar 180 metre
kuyudan su çıkarıp bu patatesi yetiştirmişler, gübresini atmışlar, ilacını
kullanmışlar, mazotunu kullanmışlar ama bir an önce tespit yapılıp o
zararlarının Hükûmet tarafından desteklenmesi veyahut da depolardaki
patateslerin bir an önce alınıp okul sütü gibi askere, memura verilmesi yönünde
talepleri var. Gerçekten üretim fazlası bir patates söz konusu, Sandıklı’da da
aynı durum söz konusu, Bolu’nun köylerinde de aynı durum söz konusu, daha önce
bir komisyon oluşturmuştuk.
Bu konuya Hükûmet olarak eğilmenizi
talep ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bayraktutan…
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, çayla ilgili Karadeniz’de
çok ciddi bir problem var. Çay üreticilerine uygulanan kota ve kontenjan
nedeniyle günlük 10 kilogramlık bir sınır uygulanmaktadır. Bu nedenle bugün
Rize’de çay üreticileri ana yolu, Karadeniz sahil yolunu kapattılar, sahil
yoluna çay döktüler. Bu nedenle çok ciddi bir infial oluşmuştur Karadeniz
Bölgesi’nde. Bu infialin giderilmesi için herhangi bir önlem almayı düşünüyor
musunuz? Kontenjanı kaldırmayla ilgili bir çalışmanız var mıdır? Bu kontenjan
uygulaması üreticileri ileri derecede mağdur etmiştir, bu mağduriyeti
gidermeyle ilgili Bakanlık olarak herhangi bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, buyurun.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tabii, değerli milletvekillerimizin
birçoğunun aslında soru sormaktan çok bir fikir beyanında bulunduğunu gördük.
Çayla ilgili olarak ifade edilen husus
şu: ÇAYKUR, biliyorsunuz, bütün fabrikalarıyla yılda çayın yarısından fazlasını
alıyor. Şu anda da kapasitesini aşağı yukarı yüzde 100 olarak kullanıyor ki bu
da günlük 7 bin ton civarında bir çay demektir. Tabii ki bu fabrikaların bir
kapasitesi var, günlük işleyebileceği bir miktar var. Bu kota meselesi buna
istinaden ortaya çıkıyor. Özel sektör alıyor. Talep tabii şu: Biz özel sektöre
değil de hepsini ÇAYKUR’a satalım talebidir, yani biraz sıkıntı bununla ilgili.
ÇAYKUR bütün gücüyle, bütün
potansiyelini... Hatta bu sene önceki yıllara göre günlük kapasitesini yaklaşık
350-400 ton artırmak suretiyle 6.600 tonlardan 7 bin tonlara çıkardı ve şu anda
da bütün fabrikalarında, ki elli civarında fabrikası var, bu alımı
gerçekleştiriyor. Tabii özel sektör de var. Bizim ÇAYKUR’un ilan ettiği fiyatta
110 kuruş/kilogram yaş çayın bedeli, 12 kuruş da prim ödüyoruz, toplam 122
kuruş olarak çay üreticisine ÇAYKUR’un verdiği toplam bedel.
Alımla ilgili yapılabilecek olan şu: Bu
fabrikaların, ÇAYKUR fabrikalarının full kapasiteyle çalışması ve üreticilerin
olabildiğince elindeki çayı değerlendirebileceği kapasite ile bunu almasıdır,
bunu özellikle ifade etmek istiyorum.
Patatesle ilgili olarak, tabii, bir arz
fazlası var. Patatesin bu sene -biliyorsunuz- geçtiğimiz haftalarda, aylarda
bir don problemi oldu beklenmedik bir şekilde. Biz Hükûmet olarak, bu sigorta
kapsamında değerlendirilemediği için yani sigorta yapılamadığından dolayı
patates üreticisine dekar başına onun tohumluk ihtiyacını özellikle karşılamak
maksadıyla 200 lira civarında bir para ödemesinin şu anda hazırlığını
yapıyoruz. Bununla ilgili bir karar şu anda istihsal ediliyor, Tarımsal
Destekleme ve Yönlendirme Kurulu kararı oldu.
Tabii, bu üretim tüketim meselesi yani
Türkiye 150 çeşit ürün üretiyor, zaman zaman bazı ürünlerde bir arz fazlası
olabiliyor. Bunu tabii piyasa şartları içerisinde yapmak lazım, bunu sütle
mukayese etmemek gerekiyor çünkü süt ayrı, özel bir ürün. Okul Sütü Projesi tüm
siyasi engelleme çabalarına rağmen başarıyla şu anda devam ediyor, günde 7
milyon 200 bin öğrencimize 200 mililitrelik UHT süt veriliyor ve şikâyetler de
aşağı yukarı neredeyse tamamlandı yani pek bir şikâyet kalmadı, bu uygulama
devam ediyor.
Devlet kurumlarına atananların özel
olarak bir bölgeden seçilmesiyle ilgili durum söz konusu değil. Dolayısıyla
Iğdır’da işte sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden atama yapıldığı görüşü
doğru bir görüş değil.
SİNAN OĞAN (Iğdır) – İsterseniz sunarım
size Sayın Bakanım.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sunabilirsiniz. Sunarsanız iyi olur.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Cevap
verilmeyen soruları ne yapacağız? Yazılı mı cevap…
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına
söz talebi? Yok.
Şahsı adına söz isteyen Kamer Genç,
Tunceli Milletvekili.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; uluslararası anlaşmaları müzakere ediyoruz, devletin
Hariciye Bakanı makamında oturan Ahmet Davutoğlu piyasada yok. Türkiye dünyada
değer kaybediyor, dış politika sorumluluğu olan kişi yok, Bakanlar Kurulu
sırası boş.
Yahu, eğer bu kadar kendiniz de
bıktınızsa, yani burada gelip de Meclisin karşısında utanıyorsanız, yüz yoksa o
zaman istifa edin buralardan.
Şimdi, bakın, değerli milletvekilleri,
Uludere’de 34 tane vatandaşımız öldürüldü. Bu Uludere meselesi öyle yabana
atılacak, bir anda kapatılacak konu değil. Bu olay Kürt vatandaşlarımız için
büyük bir üzüntü kaynağı. Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin Hükûmeti bir
talimat veriyor -bu işin sorumlusu Başbakan Erdoğan’dır, Hükûmettir- ve orada
34 tane vatandaşımız öldürülüyor. Bunun susacak bir tarafı yok, bunun
ertelenecek bir tarafı yok. Hükûmet eğer sorumluluk taşıyorsa, sorumluluk
duygusu denen bir kavram varsa kendisinde, derhâl istifa etmelidir. Arkadaşlar,
burada emri veren Hükûmettir.
Bugün İçişleri Bakanı diyor ki: “Hava
Kuvvetlerinde bir görevli.” Yahu, “Hava Kuvvetlerinde görevli” olur mu? Bunu,
yetkiyi Meclisten alan sen misin? Yetkiyi Meclisten alan sensin. Bunu Hava
Kuvvetlerindeki bir görevliye yükleyip de siz kendinizi temize çıkaramazsınız.
Aslında AKP’nin grubunun bunun üzerinde durması lazım, grubun Hükûmeti
düşürmesi lazım.
Arkadaşlar, bu Türkiye Cumhuriyeti
devletini bölmeye getiren bir harekettir. 34 tane canın öldürülmesi dışında
Türkiye Cumhuriyeti devletini bölmeye çalışanların eline verilmiş en büyük
kozdur. Dolayısıyla, bu ihmal edilecek, örtbas edilecek bir olay değil. Bu,
şimdi burada böyle iki üç tane lafla, bilmem şunu bunu sorumlu tutmakla geçmez.
Şimdi, ben buraya çıkıyorum,
konuşuyorum. Ben yılların politikacısıyım, otuz senedir bu kürsüde konuşuyorum
arkadaşlar. Bu kürsüde her zaman yolsuzlukları, haksızlıkları, işkenceleri dile
getirdim. Şimdi, bir AKP’li çıkıyor bana diyor ki: “Bu zat, ben bunu şey etmem.
Efendim, senin bize söylediklerini biz senin Genel Başkanına iade ederiz.”
Yahu, ben ne diyorum? Benim Genel Başkanımla ilgili bir şey söylüyorsanız
buyurun söyleyin. Sizi kan mı tutmuş? Niye yani? Ağzınız mı kilitlenmiş? Alnın
açıksa çık, eğer doğru bir şey biliyorsan söyle ama ben yüzlerce, binlerce
suistimali, soygunu getiriyorum.
KİT Komisyonundayız, her gün birçok
suistimal olaylarını dile getiriyoruz ama orada AKP’nin 21 tane milletvekili
var, bir şey konuşmuyorlar, sadece akrabaya parmak kaldırıyorlar. Böyle bir KİT
Komisyonu olur mu arkadaşlar? Ondan sonra, ihalelerin hepsinde yolsuzluk var,
hepsinde demeyeyim, büyük bir kesiminde yolsuzluk var.
Düşünün arkadaşlar, bugün, mesela
Ziraat Bankasına bağlı bir kuruluş, bir genel müdüre 18 milyar para veriyorlar,
18 milyar, bir de senede dört maaş da ikramiye veriyorlar. Sıradan memur
alıyorlar 7,5 milyar lira ücret veriyorlar, dört tane ikramiye. Böyle devlet
talan edilemez ki! Bunun gibi daha neler var.
Kömürdeki yolsuzluklar, petroldeki
yolsuzluklar, ihalelerdeki yolsuzluklar… Bunları söyleyeceğiz ama siz
sağırsanız, eğer sizde sorumluluk duygusu teşekkül etmemişse, bunları
söylediğimiz zaman ya yapmayacaksınız ya da yaptığınıza göre sonucuna katlanacaksınız.
Ondan sonra da “Biz senin söylediklerini senin Genel Başkanına iade ederiz.”
Sen aciz misin bana laf söylemekten? Benim Genel Başkanımla ne ilgisi var?
Benim muhatabım kim? İktidardaki Başbakandır, bugün, iktidarda Tayyip
Erdoğan’la Abdullah Gül’dür, her gün yurt dışındalar. Geçen gün Trakya’ya
gidiyorum arkadaşlar, baktım, bir uçak dolusu polis. Nereye gidiyor? Tayyip’i
korumaya. Yahu, orada koruma yok mu? Yok.
Arkadaşlar, yurt dışına Tayyip gidiyor,
en azından 80-90 tane polis dört gün önce gidiyor oraya, yiyor, içiyor, uçakla
gidip geliyor, otel paraları, yevmiyeler kaça mal oluyor? Yurt içinde öyle.
Tayyip Erdoğan bugün kendisini korumak için 5 bin kişilik polis ordusunu
kurmuş. Yahu, senin niye milletin içinde gezmeye yüzün tutmuyor? Ya gelsin arkadaş,
söylesin burada. Niye yüzün tutmuyor? Çık milletin içinde, eğer hakikaten
arkanda bir leke yoksa milletin içinde başın dik olarak yürü göreyim seni
bakalım! Ondan sonra da çıkıp da ben…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Halkın içine
girmeye cesaretin yok!
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) - Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, şahsım adına söz istiyorum.
BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Sonradan fark ettim Sayın Elitaş,
kusura kalmayın.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
Madde 3: Bu kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, grup adına söz istiyorum.
BAŞKAN – AK PARTİ Grubu adına Mustafa
Elitaş, Kayseri Milletvekili.
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
IMF ile ilgili yapılan bu sözleşme
çerçevesinde değerli arkadaşlarımızın yapıcı eleştirileri ortaya çıktı; fakat
bazı meseleleri, bazı rakamları ortaya koyarken yanıltıcı bilgilendirildiği
konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu kendi çerçevemden, kendi
açımdan aydınlatmak istiyorum.
Bakınız, değerli arkadaşlar, 2002
yılında Türkiye’nin borcu 221 milyar dolar. 2012 yılında Türkiye’nin borcu 595
milyar dolar. 2002 yılında Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasılası 231 milyar
dolar. Yani bütün yılın alın terini bir araya getirmişiz; işçimiz çalışmış,
memurumuz çalışmış, sanayicimiz çalışmış, bütün artı değerleri, kârları bir
araya gelmiş 231 milyar dolar elde etmişiz. Buna karşılık borcumuzu ödemişiz,
cebimizde 10 milyar dolar kalmış. 2012 yılının, 2011 yılı sonu itibarıyla
Türkiye’nin toplam borcu 595 milyar dolar. Yine aynı şekilde bu ülkenin
insanları, 75 milyon insan çalışmış, alın terini bir araya getirmiş; işçinin
maaşı, memurun maaşı, işçinin ücreti, iş adamının kârı, her türlü birikimler
bir araya gelmiş 2011 yılında 772 milyar dolar gelir elde etmişiz. Yani bugün
biz bütün borçlarımızı ödemeye kalktığımız takdirde elimizde ne kalmış? 177
milyar dolar artı değerimiz kalmış. 2002 yılında ancak 10 milyar dolarlık,
borcumuzu ödedikten sonra elde ettiğimiz gelir varken 2011 yılında 177 milyar
dolarlık bir artı gelir elde etmişiz. 2002 yılındaki 231 milyar dolarlık
gayrisafi yurt içi hasılanın 2011 yılı itibarıyla baktığımızdaki değeri 772
milyar dolar; çarptığınız zaman 4 misline yakın bir artışla karşı karşıya
kalmış olursunuz. Yine, 2002 yılında 370 milyar Türk lirası gayrisafi yurt içi
hasıla elde eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 2011 yılında 1 trilyon 404
milyar lira gayrisafi yurt içi hasıla elde etmiş. 2002 yılında asgari ücret 184
lirayken 2012 yılının başında asgari ücret 751 liraya çıkmış. Asgari ücret 4
misline yakın artış göstermiş.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Fiyat
artışlarını bir söyle!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - 2002 yılında
asgari ücret 111 dolar iken bugün asgari ücret 420 dolara çıkmış.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Elektrik ne
olmuş, onu da bir söyler misin sen? Elektriğin, doğal gazın fiyatını da bir
söyle!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, asgari ücretin geldiği konunun yüksek olduğunu ifade
etmiyoruz. En düşük memur maaşının, aldığı paranın da yüksek olduğunu ifade
etmiyoruz. 57’nci Hükûmet de, 56’ncı Hükûmet de, daha önceki hükûmetler de bu
ödedikleri paraları hiç kimse, Bakanlar Kurulu üyeleri cebinden ödemedi,
başbakan cebinden ödemedi. 58, 59, 60, 61’inci hükûmetlerin üyeleri de
memurumuza ödenen maaşları, işçimize ödenen ücretleri cebinden ödemiyor; bu
ülkenin kaynaklarından, bütçe imkânları doğrultusunda ödemelerini yapıyor.
Bakın, yine sizinle bazı rakamları
paylaşmak istiyorum. Alım gücüyle ilgili konuları daha önce anlatmıştık.
Değerli milletvekilleri, 2002 yılında müsteşar 7 lira maaş alırken 9/1 memur 1
lira maaş alıyormuş. 2002 yılında -dikkat edin- müsteşar, en yüksek devlet
memuru 7 lira maaş alırken en düşük, 9/1 devlet memuru 1 lira maaş alıyormuş
yani 7 katı fazla maaş alıyormuş en yüksek devlet memuru. 2011 yılının Temmuz
ayı itibarıyla baktığımızda, devlet memuruyla müsteşar arasındaki fark 3,4
misline indirilmiş. Bizim yaptığımız ücret politikasında yüksek maaş alana daha
az ama düşük maaş alana daha yüksek şekilde maaş artışını öngören bir sosyal
politikayı gündeme getirmişiz.
Bakın değerli milletvekilleri, 2002
yılı itibarıyla TÜFE yüzde 18,4, memur maaş artışı yüzde 24,8; 2006 yılında
TÜFE yüzde 9,7, memur maaş artışı yüzde 22,5; 2008 yılında TÜFE yüzde 10,1,
memur maaş artışı yüzde 23,2; 2011 yılında TÜFE yüzde 10,45, memur maaş artışı
yüzde 18,3. Şöyle bir düşünün: 2002 yılına girdiğimiz Türkiye’de, 2001 krizinin
sonuçları çerçevesinde bu ülkede insanlar maaş artışlarını değil, yarınlarını
garanti altında görmek için kaygı duyuyorlardı. Ama şu anda Türkiye
ekonomisinin kalkındığını, büyüdüğünü memur sendikaları ifade ediyorlar,
diyorlar ki: “On yılda Türkiye ekonomisi şu kadar arttı, biz de buradan refah
payını istiyoruz, arzu ediyoruz.” On yıl önce bu ülkenin insanı bu ülkenin
devletinden, hükûmetinden maaşlarını isterken tedirgindi, “Verirler mi acaba?”
diye kaygıları vardı ama şimdi refah seviyesinin daha da artırılması için
isteklerde, taleplerde bulunuyorlar. Bir kimsenin bir şeyi talep edebilmesi
için var olması gerekir, kaynak olması gerekir, üretmesi gerekir; işte 2012
Türkiye’sinin en önemli farklarından birisi bu.
Bakın değerli milletvekilleri, yine
ülkelerin 2000 yılından 2010 yılına kadar gelen gayrisafi yurt içi hasıla
artışlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri’nin 2000
yılından 2010 yılına kadar gayrisafi yurt içi hasıla artışı yüzde 47; İngiltere
52,6; Almanya 73,5; Fransa 91,7; İtalya 85,1; İspanya 136,1; Yunanistan 140,2.
Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasıla artışı on yılda yüzde 177 olmuş.
Değerli arkadaşlar, bu doğruları, bu
gelişimi, bu ülkedeki artı değeri ortaya çıkarışı ve Türkiye’nin sadece figüran
olmaktan çıkıp global bir aktör hâline gelişini bu millet on yıldır takip
ediyor. On yıllık süre içerisinde hem mahallî idareler seçimlerinde hem de
genel seçimlerde artan bir oranla, bu ülke, iktidarına, kendisini idare eden iktidara
aynı şekilde desteğini vermeye devam ediyor. Kamuoyu anketleri de zaten bu
desteğin aynı şekilde olduğunu ifade ediyor.
Bakın, değerli milletvekilleri, bir de
sizinle bir konuyu paylaşmak istiyorum. Lisede felsefe hocamız vardı -yaşıyorsa
kulakları çınlasın, öldüyse Allah rahmet eylesin- derdi ki değerli arkadaşlar:
“Bir kişi hangi mekânda yetiştiyse onun resmini yapar veya o konuyu içine
getirir. Mesela sarayda yaşayan bir ressam ile köyde yaşayan bir ressamı ortaya
koyalım. İki ressama da diyelim ki: ‘Mükellef bir sofra çizin.’ Saraydaki
ressam gümüş veya altın kaşıklarla, altın tabaklar içerisinde mükellef bir
sofrayı, kuş sütü eksik olmayan bir sofrayı ortaya koyar ama çoban bulgur
pilavıyla yanında da ufak tefek bir şeyler yapar. Kişi ne gördüyse, nasıl
yetiştiyse o ortam içerisinde, o çerçeve içerisinde bunu değerlendirir.” Buraya
çıkan milletvekili sürekli olarak yolsuzluktan, hırsızlıktan bahsediyor. Yani
sen hayatın boyunca yolsuzluk ve hırsızlıktan başka bir şey düşünmedin mi ki?
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milletvekilliği yaptığın süre içerisinde sen
sadece o rezalet içerisinde bulundun mu ki anasının ak sütü gibi helal oylarla
bu milleti temsil eden, on yıldır da yükselen bir değer olan Adalet ve Kalkınma
Partisi Hükûmetine, Başbakanına, Cumhurbaşkanına hakaret etmeyi kendinde hak
görüyorsun?
Bu duygularla yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Başka söz talebi? Yok.
Soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2000 yılında fert başına
düşen millî gelir ile 2011 rakamlarına göre fert başına düşen millî gelir
değerleri kıyaslandığında Türkiye’nin yaklaşık 15 sıra geri gidişini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Tarım Bakanı olmanız nedeniyle, Hükûmet
adına da orada oturmanızı da fırsat bilerek soruyorum. Özellikle sizin
döneminizde sıfır faizli kredili damızlık inek dağıtımından yararlanan
vatandaşlarımızın birçoğu dağıtılan damızlık sığırların brusella hastalığı
nedeniyle toplatılmasından mustariptirler. Örneğin, Kütahya ili Domaniç
ilçesinin Çukurca beldesinde yaklaşık 200 damızlık inekten 100’ü bu gerekçeyle
toplatılmıştır. Bu konuda nasıl bir tedbir düşündünüz? Türkiye genelinde
hastalıklı hayvanların mücadelesiyle ilgili nasıl bir yol izleyeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Öz…
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, bu Hal Yasası’nda yeni
yapılan bir değişiklikle yüzde 2 olan hal rüsumu yüzde 1’e indirildi. Bu oranın
da yüzde 0,25’i üretici yerdeki belediyeye, yüzde 0,75’i de ürünün gönderildiği
hal belediyesine verildi. Bu durum üretimin yapıldığı yerin aleyhine bir
durumdur. Bu durumu eşitlemeyi veya bu oranları tersine çevirmeyi düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Az önce Sayın Bakana fikrimizi
söyledik, pek hoşuna gitmedi herhâlde, yapılması gereken doğruları söylediğimiz
için hoşuna gitmedi. Peki, şöyle soralım o zaman: Buğday hasadına başlandığı
günden buğday hasadı bitene kadar yani ağustos ayının sonuna kadar, hatta eylül
ayının ortasına kadar ithalatı yasaklamayı düşünüyor musunuz? Bir. Veya
ithalatın fon değerini artırmayı düşünüyor musunuz? İki.
Yine, Ziraat Bankasıyla ilgili yönelttiğim
soruya cevap vermediniz. Geçen yıl mısıra dönüm başına 358 milyon lira
verilirken bu yıl yarı fiyat ancak veriliyor. Büyükbaş hayvanda geçen yıl
verilen ücretin bu yıl yarısı ancak veriliyor. Çiftçi ödediği paranın
karşılığını alamadığı gibi yarısını bile alamıyor. Bu konuyla alakalı bir
çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Başkanım,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanımız, demin de söyledim,
cidden tatlı tatlı anlattı ama belirsizlik iyi bir şey değil. Bu buğday hasadı
Adana’da turfanda yani en önce biçilen yer. Dolayısıyla, Sayın Tarım Bakanımız
bir ön alma adına, bu fiyatla ilgili bir söyleme gibi bir düşüncesi yok mu?
Yarın bir gün bu buğday ortada kalır. Ondan dolayı, Tarım Bakanlığının bir
miktar ön almasını istiyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Oğan…
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 15 Şubatta TİGEM’in Iğdır
Devlet Üretme Çiftliğine güvenlik görevlisi alınmasıyla ilgili bir çalışma
yapılmış. Bir vatandaşımız müracaat etmiş ve MHP Iğdır Milletvekili olarak beni
de referans göstermiş. TİGEM Genel Müdür Yardımcınız Ayhan Karayaman cevaben bu
vatandaşımıza diyor ki: “Biz seni alacaktık ancak referansınız MHP Iğdır
Milletvekili olduğu için biz seni alamayacağız.” Böyle bir partizanca tutumu
Sayın Karayaman mı yapıyor yoksa bu talimatı siz mi verdiniz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakana
sormak istiyorum. Bugün İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim Şahin’in açıklamaları
var. Bir televizyon kanalında diyor ki: “Bu vatandaşlar kaçakçıydı. Bu emri BDP
verdi. Sağ yakalansalardı kaçakçılıktan yargılanacaklardı.” Filmin bütününe
bakılınca “Özür dilemek gibi bir şey yok.” diye bir söylem var. Eğer bunlar
doğruysa, siz katılıyorsanız niye tazminat ödeniyor öldürülen gençlere?
Kaçakçılık yapmanın cezası öldürülmek mi? Ayrıca siz, kabineden bir bakan
olarak, cenazelerde döktüğünüz gözyaşlarıyla tezat değil mi bu davranış?
Kaçakçılık yapmanın cezası öldürülmek mi? Bunları bir bölge milletvekili olarak
size sormak istedim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bayraktutan…
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, demin çayla ilgili soruma
verdiğiniz cevabın çok inandırıcı olmadığını düşünüyorum, şöyle ki: Günlük 7
bin ton yaş çay kapasitesinin bugün Doğu Karadeniz’de 4 bin-4.500 ton civarında
uygulandığını düşünüyoruz. Eğer dediğiniz rakamlar, kontenjan uygulamasıyla
ilgili sorun olmasa, en azından günlük 10 bin ton civarında ÇAYKUR’un çay
işletmesi gerekir diye düşünüyoruz. O nedenle, kontenjan uygulaması nedeniyle
üreticinin büyük mağduriyeti söz konusu. ÇAYKUR çayı almadığı için, sizin ilan
etmiş olduğunuz taban fiyatının yarısına düşen miktarlarda, neredeyse 65 kuruşa
düşen miktarlarda çay üreticisi özel sektöre çayını vermekte ve bu nedenle
büyük mağduriyet içerisinde yol almakta, onun da parasını bir yıl sonra, nakit
olarak değil, bir bölümünü kuru çay, bir bölümünü zeytin olarak almaktadır. Bu
nedenle bir mağduriyet söz konusudur. Bu konuda herhangi bir şey yapmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Önce tabii, deminden beri bu büyüme,
borç, vesaireyle ilgili birçok şey söylendi, önceki maddelerde de.
Şunu bir kez daha vurgulamak lazım:
Türkiye’nin, tabii, borcunu mukayese ederken -özellikle dış borcunu, gerek
IMF’ye gerekse diğer bütün uluslararası kuruluşlara- bir, Türkiye’nin o günkü
millî geliriyle mukayese etmek lazım ve o gün ile bugünü mukayese etmek lazım.
Şimdi, 2002 yılında Türkiye’nin
uluslararası bütün kuruluşlara yönelik kamu borç stoku 29 milyar dolar. Bu 29
milyar dolar; Türkiye’nin o tarihteki toplam millî geliri 230 milyar dolar ve
çok uluslu kuruluşlara -uluslararası kuruluşlara daha doğrusu- olan borcun bu
şekliyle millî gelire olan oranı yüzde 12,6.
Şimdi, bugün, bu borç rakamı 2011’de
toplamda 34 milyar dolar. Yani Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından
bahsedildi; İmar ve Kalkınma Bankası dâhil olmak üzere borç 34 milyar dolar
ancak Türkiye’nin millî geliri -biraz önce de söylendi- 750 milyar dolarların
üzerinde. Millî gelirle bugünü mukayese ettiğimizde, oranladığımızda ise bunun
yüzde 4,4’üne tekabül ettiğini görüyoruz. Yani bundan on sene önce Türkiye’nin
uluslararası kuruluşlara olan borcu millî gelirinin yüzde 12,6’sı ama bugün
yüzde 4,4’üdür ki burada üçte 1 oranında bir düşüş söz konusu. Dolayısıyla,
uluslararası kuruluşlara olan Türkiye’nin borcu da esas itibarıyla düşme
gösteriyor, artma göstermiyor. Aksine Türkiye’nin millî gelirinde de 3 katlık
bir büyüme söz konusu.
Sayın Başkan, tabii, Türkiye’de hayvan
hastalıklarıyla ilgili bu dönemde çok etkin bir mücadele yapılıyor. Ama bunu
herkes bilir ki, takdir eder ki hayvan hastalıkları sınır tanımıyor ve Türkiye
gibi iki-üç kıta arasında yer alan ve komşuları itibarıyla da hayvan hastalıklarıyla
ilgili hiçbir ciddi önlemin alınmadığı bir ülkeyi dikkate aldığımızda, bu
hayvan hareketleriyle birlikte bu hastalıkların bütünüyle eradike edilmesi uzun
zaman alacak ve çok büyük maliyetlere katlanmamızı gerektirecek bir durum.
Brucellada oranı itibarıyla bir artış
söz konusu değil ve brucella da, Bakanlığın veyahut Hükûmetin verdiği faizsiz
kredi destekleri veya diğer kooperatif uygulamalarında eğer brucella varsa
bunlar zaten sigorta kapsamında. Dolayısıyla sigorta kapsamında
değerlendiriliyor. Eğer hastalık tespit edilirse o vatandaşlarımıza, bu
hayvanlar alınıp onların yerine kendilerine yeni sağlıklı hayvanlar veriliyor.
Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Şimdi, buğday ithalatı veya buğday
fiyatıyla ilgili tekrar tekrar söyleniyor. Değerli arkadaşlar, biz, Hükûmetimiz
döneminde, hiçbir dönemde üreticiyi mağdur etmedik. Bu sene de zaten etmemiz
söz konusu değil ama henüz ortada daha ürün bile yokken kalkıp da işte,
efendim, ön alalım, fiyat açıklayalım, önden gidelim gibi bir şey ne ekonominin
gereğidir ne de Türkiye’yi doğru yönetmenin gereğidir. Bu şekildeki popülist
politikalarla geçmişte “O kaç verirse ben 5 fazlasını veririm.” diyenlerin
Türkiye’yi hangi hâle koyduğu, hangi krizleri yüklediğini de bütün milletimiz
zaten biliyor ve Türkiye bunun yıllarca acısını, ızdırabını çekti. Gerek
olmadığı zaman müdahale ettiğinde bir fiyat açıklamanın da hiçbir anlamı yok,
ekonomik olmaz. Dolayısıyla, onu zamanı geldiğinde açıklayacağız.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna
İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan oy sayısı : 243
Kabul : 231
Ret : 12 (x)
Kâtip Üye Kâtip Üye
Özlem Yemişçi Bayram Özçelik
Tekirdağ Burdur”
Böylece tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.13
(x) Açık
oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 19.20
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 110’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
4’üncü sırada yer alan Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve
Sero Kara Hudut Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
4.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Esendere ve Sero Kara Hudut Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/427) (S. Sayısı: 7) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 7 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Haydar Öner, Isparta Milletvekili. (CHP ve
MHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) – Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; 7
sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum.
Bilindiği gibi, İran sınırı emperyal
güçlerce belirlenmeyen tek sınırımız. 454 kilometre uzunluğundaki sınır, IV.
Murad’ın Bağdat seferinden sonra Kasrışirin Antlaşması’yla bugüne kadar
koruduğumuz bir sınır.
Burada Esendere’yle Sero -Urumiye’nin
bir yerleşim merkezi- arasında hudut kapısı üzerinde anlaşmamız var. Dönemin
Devlet Bakanı, şimdiki Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Hayati Yazıcı’yla İran
tarafından Ekonomik İşler ve Maliye Bakanı Shamseddin Hosseini tarafından
Ramsar’da 2010 22 Martında imzalanan bir anlaşma. Bu anlaşma, Türkiye ile İran
arasında dostluk, kardeşlik ilişkilerini pekiştirdiği gibi ticari kapasitemizi
de artıracak bir anlaşma çünkü Urumiye’de yaklaşık 700 bin nüfus var ve
bunlardan yüzde 90’ı Azeri kökenli kimseler.
Yüksekova ilçe sınırları içinde kalan
Esendere’yle Sero arasında öteden beri bir hudut trafiği var. Bu bölgelerde
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği de yeni bir hudut kapısı yapmayı sözleşmeye
bağladı. Daha önce yapılan kapılarla birlikte trafiği hızlandıracak, işlemleri
yoğunlaştıracak, ülkemize zaman ve kazanım sağlayacak bir çalışma. O bakımdan,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin bu iş birliği anlayışını da dile
getiriyor, kendilerine teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu kapıyla,
İran’la Türkiye arasında siyasal, kültürel ve ekonomik iş birliği
yaygınlaşacak, artacak, genişleyecek, bölgenin istikrar ve güvenliği, turizm
hareketliliği, barışa katkı sağlayacak, refahın artırılmasına, gelişmeye katkı
sağlayacak. Bu bakımdan, bu tasarıyı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak
olumlu karşılıyoruz.
(x) 7 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Temennimiz, bu kapıdan gelecek İranlı
dostlarımızın, biz kendilerini ziyaret ederken, geleneklerine, değerlerine
gösterdiğimiz saygıyı onların da Türkiye’ye geldiğinde göstermeleri.
Sayın Cumhurbaşkanları geldiğinde
Ankara’ya gelmediler İstanbul’da görüşmelerini yürüttüler. Bu, Türkiye adına
çok hoş bir görünüm olmamıştır. Biz İran’a gittiğimizde onların değerlerine
nasıl saygı gösteriyorsak onlar da Türkiye’ye geldiğinde bizim değerlerimize,
ulusal değerlerimize saygı gösterirlerse bir şey kaybetmezler. Hele hele Türk
ulusuna ve İslam âlemine en büyük hizmetler veren liderlerden birisi olan Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün Anıtkabir’deki mekânını ziyaret eder, bir çiçek
bırakacak kadar Fatiha okurlarsa herhâlde doğru şeyi yapmış olurlar.
Değerli milletvekilleri, İran’la 2010
yılı ihracatımız yaklaşık 3,4 milyar dolar, ithalatımız ise 7,64 milyar dolar
civarında. Burada ciddi bir dış ticaret açığımız var. Onlardan aldığımız
ürünler belli, ancak aldığımız ürünlerin fiyatları nedense belli değil, başta
doğal gaz ve petrol olmak üzere aldığımız ürünlerin fiyatları nedense
açıklanmıyor. Biz de onlara bazı ham madde ürünleri ile bazı mamul maddeleri
satıyoruz. Bu kapasitenin genişletilmesi için iş adamlarının, ticaret, sanayi
odası heyetlerinin İran’la temaslarını yoğunlaştırmalarında yarar var. Ancak
içimizi yaralayan bir olay, Sayın İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejat’ın
Sayın Cumhurbaşkanımızı on iki saat bekletmesi, buna karşın Suriye Dışişleri
Bakan Yardımcısını kabul etmesi. Aynı şekilde, dinî lider Hamaney’in de
başkentte kabul yerine Tebriz’e kabul bakımından beklentiye geçmesi. Bunlar
ülkemiz açısından da bizim elem duyduğumuz durumlar.
Ama Türkiye-İran münasebetleri Türkiye
ile İran arasındaki münasebetlerden ibaret değil. Dünya karmaşık bir siyasal
ilişkiler ağını karşımıza çıkarıyor. İran’la iyi geçinmek isterken bir Kürecik
erken uyarı sistemi kurulacak oluyor, İran soruşturuyor bu Kürecik’teki erken
uyarı sistemi neyin nesi. İran’daki dostlarımızın sorularının haklılık payı yok
mu? Önce dendi ki: “Bu, NATO’nun radar üssüdür, füze kalkan sistemidir.”
NATO’nun öyle bir şeyi olmadığı daha geçtiğimiz günlerde anlaşıldı çünkü
Chicago’da bu üs NATO’ya Obama’nın onayıyla yeni devredildi. Bu devir içinde
imzası olan kim? Bay Rasmussen. Rasmussen kim? Roj TV’ye ev sahipliği yapan,
İslam’ın Yüce Peygamberi’ne hakaret edenlere “gık” demeyen, NATO’nun Genel
Sekreteri. Kim onu oraya seçti? Biz seçtik. Güya taviz koparmıştık. Hangi
tavizi aldık? Bay Rasmussen şimdi de ne diyor? “Kürecik radarı, avro ve
Atlantik dışındaki tehlikeleri bertaraf edecek.” Avro tehlikeleri nereden
geliyor? Avro bölgesinden, Avrupa’dan. Atlantik tehlikeleri nereden geliyor? O
zaten NATO’nun kendisi, oradan da bir tehlike yok. Nereden gelecek bu tehlike?
Herhâlde İran’dan. İran’a karşı radar sistemi kuruyoruz. Ondan en çok
yararlanacak ülke hangi ülke? Hadi söyleyelim korkmadan, çekinmeden: İsrail.
Hani “one minute”le İsrail’e rest çekilmişti? Bir öyle, bir böyle; hangisine
inanacağız, hangi alanda hangisine güveneceğiz?
İran’la ilişkiler, İran’la ilişkilerden
ibaret değil, İran-Suriye münasebetleri var. Suriye’yle, Beşar Esad’la
kardeştik, Beşar Esad’la hasım olduk. Adam aynı adam, 1,80-1,90, ince uzun bir
yönetici ama Esad’ken dosttu, birden adı sanı değişti “Esed” oldu, düşman oldu,
hasım oldu. Esed’in düşmanları Türkiye’de konuk edildi. Van’daki
depremzedelerden esirgediğimiz olanakları onlara sunuyoruz. Geçen Mardin’den bir
arkadaşım aradı, dedi ki: “Sayın Valim, oradaki konuklar ara sıra Suriye
sınırına gidip çatışma çıkarıp dönüyorlar.” Sonra da şöyle oldu, böyle oldu
deniyor. Bunlar herkesin bildiği ama dile getirmediği, dile getiremediği
hususlar. Van’daki kardeşlerimiz çadırlarda çok çocuk kaybettiler, yangınlarda
ama Suriye’deki rejim karşıtlarını konuk ettiğimiz konteynerlerde yok yok iken
depremzedeler bin bir güçlükle karşı karşıya.
İran’la ilişkilerimiz sadece İran’la
münasebetlerimizden ibaret değil. Irak’la münasebetlerimiz, Rusya’yla
münasebetlerimiz, İsrail’le münasebetlerimiz, Amerika Birleşik Devletleri ile
münasebetlerimiz İran’la olan ilişkilerimizi çok etkiliyor. O bakımdan, İranlı
dostlarımızla münasebetlerimizi, iki ülkenin karşılıklı egemenlik ve hakça
çıkar ilişkilerine dayalı olarak yürütmemiz ve İran’la bozuşurken, efendim,
bizimle dostça ilişkilerine şüpheyle bakmamız gerekenlerle aşırı
yakınlaşmalardan sakınmamız gerekiyor.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Söyleyene
bak, söyleyene!
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – Anlaşılmadı
efendim.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Anlaşıldı…
BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – O uzaktan
uzağa ne diyorsanız gelin burada söyleyin, sizi dinlemeye hazırım, sizden
yararlanmaya hazırım. Uzaktan uzağa öyle konuşulmaz.
Değerli dostlar, yakın bir tarihte
-hepinize Allah sağlık versin- bir kalp operasyonu geçirdim, beş damar
değiştirildi. Yeniden aranızda olmanın mutluluğu içindeyim. Bu baypas
operasyonu bende birtakım bedensel ağrılara neden oldu ama o arada geçen sürede
asıl rahatsızlıklar hukuksuzluk alanında, adaletsizlik alanında, yolsuzluk
alanında, yolsuzlukları koruma, kollama alanında vicdanlarda yarattığı
rahatsızlıklar. O çok daha büyük, onu iyileştirmenin olanağı yok çünkü bu üç
günde, beş günde geçecek olaylar ama bu rahatsızlığı duyanlar var, duymayanlar
var. Hele hele 19 Mayısta Atatürk’ü anmaktan Türk ulusu alıkonuldu, bunun
verdiği rahatsızlık -Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında ifade
ediyorum- en büyük rahatsızlık. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu Meclisi kuran Atatürk’ü anmaktan bu
ulus men edilmeye çalışıldı ama meydanlar susmadı, gençler susmadı “Mustafa
Kemal’in askerleriyiz.” diye millet yürüdü, anıtlara çelenk koydu. “Ata’nın
izindeyiz.” diyen Türk polisine Ata’nın anıtına çelenk koydurtmama görevini
birtakım gafiller, birtakım nankörler verdi. Atatürk’ün anıtına çelenk
koydurtmamak ne demek?
Millî Eğitim Bakanı usta bir manevrayla
-intihalcilikten şüpheli, millîliği gayrisahih olan Millî Eğitim Bakanı- topu
emlakten ve otomotivden iyi anlayan topçu Bakana attı, Türkiye’nin her yerinde
güya bayram kutlandı. Bayram mı kutlandı, panayır mı yapıldı belli değil; orada
başka, burada başka.
Türkiye Cumhuriyeti devleti köklü bir
devlet, Türk ulusu medeniyetler kurmuş bir devlet, Ata’sına nankörlük eden bir
ulus değil. Kimse bu tür organizasyonlara itibar etmesin, bunun vebalinden
kurtulacağını sanmasın. Türk milleti millî duygulardan kendini uzaklaştırmak
isteyenleri tarihin çöp sepetine atacaktır, haberiniz olsun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Irak’la sıfır sorun politikasını devam
ettiriyorduk. Bugünlerde bir Irak’lı yetkili, konuğumuz, VIP konuğumuz, orada
birtakım tertiplere girdiği kendi korumasınca açıklanan biri burada VIP
statüsünde korunuyor. Türkiye, kanun dışı kimselerin korunağı mı arkadaşlar?
Daha önce “Ömer El Beşir” denen bir zatı da burada konuk ettik. Uluslararası
ceza mahkemeleri, hakkında fezleke düzenlemiş, binlerce insanın katili olarak
anılıyor, bizde devlet yetkililerince ağırlanıyor. Türkiye katillerin
ağırlandığı bir yer değil. Aynı şekilde, Haşimi de efendim, ağırlanıyor.
Bütün bunlar yapılırken Kerkük
unutuluyor. Haşimi niye ağırlanıyor? Sünniymiş. Maliki’yle niye ara bozulmuş?
Aleviymiş. Bize ne? Ama Kerkük’ü unutmayın. Kerkük’teki Türkmen soydaşlarımızın
bir kısmı Alevi bir kısmı Sünni. Laik yaklaşımlar içinde olmazsak Kerkük’e,
Kerküklü soydaşlarımıza ihanet etmiş oluruz. Onları birbirine düşürecek
mezhepçi yaklaşımlardan uzaklaşmamız lazım çünkü Kerkük bizim millî davamızdır,
vazgeçemeyeceğimiz bir davadır, kimse bize Kerkük’ü unutturamaz, Kerküklü
soydaşlarımız arasında nifak tohumları ekemez. İster Alevi ister Sünni hepsi
bizim kardeşimiz. O bakımdan fevkalade dikkatli olalım.
Değerli arkadaşlarımız, son günlerde,
yandaş bir sendikanın bir söylemi var: “Dağ fare bile doğurmadı.” Nedir mesele?
Buçuklu öneriler. Efendim, Türkiye Cumhuriyeti devleti, biraz önce Sayın Elitaş
da söyledi, şöyle zenginleşti, böyle kalkındı, böyle dereceler aldı ama kamu çalışanlarına,
emekleriyle geçimlerini sağlayanlara bir sürü vaatten sonra ki Sayın Bakanımız
da Tandoğan’da çıktı, konuştu “Anladım, anladım ne istediğinizi.” dedi,
anlamış, 3+3 teklif etti, sonra lütfettiler 3,5+3,5 dediler, sonra da 3,5+4
2012 için, 2013 için de 3+3, Allah bereket versin. Faiz ne? Doğal gaza ne kadar
zam geldi? Elektriğe ne kadar zam geldi? Refah payı nerede? Yandaş sendikanızı
çok zora soktunuz haberiniz olsun. AKP iktidarda diye, efendim, yandaş
sendikanın üye sayısı baskılarla artırılmıştı, kendi yandaş sendikanızı zora
soktunuz. Allah sizinle iş birliği yapanları sizin, efendim, kötülüklerinizden
korusun.
Efendim, çıktık geldik, Komisyonda
görüşülmeyen bir kanun teklifi onaylanmış, 4+4+4. Komisyonda ilk 6 madde
usulünce görüşüldü, son 21 madde görüşülmüş gibi sahte tutanakla Meclis
Başkanlığına, oradan da ilgili mercilere gönderildi, onaylanıvermiş. Bu kadar
kötü emsal olur mu arkadaşlar? O zaman hiçbir kanunu komisyonda görüşmeyelim,
direkt, zorbalıkla, diktatöryal yaklaşımlarla Genel Kurula indirelim, onaya
gönderelim. 4+4’ün bocalaması her gün karşımıza çıkıyor, bir genelge
çıkarıyorlar, Sayın Bakan “Benim haberim yok.” diyor, neden haberi varsa? Sayın
Bakanın bir defa millî bir bayramı Millî Eğitim Bakanlığının bünyesinden
çıkarıp bir başkasına atması bile Millî Eğitim Bakanlığına yaraşır bir davranış
değil.
Her gün yeni bir şey. Yok, beş
yaşındakiler şöyle, altı yaşındakiler böyle, altmış altı aylıklar böyle, yetmiş
iki aylıklar böyle, şuralar şu okula dönüşecek, buralar bu okula dönüşecek. Bu
kadar zikzak olmaz, bu kadar tutarsızlık olmaz.
Tutuklu vekillerimiz hâlâ içeride.
Sayın Meclis Başkanı bohçanın dört ucunu bir araya getirememiş. Bohçanın dört
ucunu bir araya getiremeyen adam nasıl Türkiye Büyük Millet Meclisinde
Başkanlık yapıyor anlayamıyorum.
Ben kendisine hatırlatıyorum.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ya, seni
valilikten almasın diye kaç defa gittin Cemil Beye!
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – Sayın Özel,
gelip konuşursun burada! Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Başkanı
devletin 2 no.lu protokolünde.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Ona şimdi
hakaret ediyorsun!
BAŞKAN – Sayın Özel, lütfen…
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) –
Protokolündeki yerinin hakkını versin, yoksa orayı terk etsin.
Deniz feneri yolsuzluğunun mahkemesi
bulunamıyor. Savcılara mahkeme bulundu, yoksulun, yetimin hakkını yiyenlere
mahkeme bulunamıyor. Allah, yoksulun yetimin hakkını yiyenleri koruyanlardan
hesap soracak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) – Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz isteyen Kemalettin Yılmaz, Afyonkarahisar Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara
Hudut Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi selamlıyorum.
Bu anlaşma gündeme geldiğinde ki daha
birkaç ay önce İran’la sıcak ilişkilerimiz var idi, ticaret hacmimiz artış
eğiliminde idi, ancak AKP Hükûmetinin dış politikadaki basiretsizliği,
başarısızlığı karşımıza çıktı. Belki de bu sınır kapısı ortak olarak hiç
kullanılmayacak, İran’la ilişkilerimiz daha da kötü olmaya devam edecek.
Türkler ile İranlıların köklü
ilişkileri, bu iki ulusun İslamiyet’i kabul etmeleriyle başladı. Türkler bu
dönemde Orta Asya’dan batıya akın ederek İranlılarla karşılaştılar ve bu
karşılaşma her iki kültürü de çok derin bir şekilde etkiledi. 20’nci yüzyıl’a
kadar İran’da kurulmuş olan hemen hemen her devlet bir Türk hanedanı tarafından
yönetildi. Bir yandan da Türk dili İran kültüründen derin bir şekilde
etkilendi. Sanat, bilim ve devlet yönetimi konusunda Türklerle İranlılar
arasında çok etkileşimler oldu. İki millet birbirinden çok şeyler öğrendiler.
Sonunda, 1639 yılında imzalanan Kasrı
Şirin Anlaşması’yla Türk-İran sınırı belirlendi. Günümüzde dahi geçerliliğini
sürdüren sınırımız hâlen bu anlaşmadaki şeklindedir.
İran ile aramızdaki ilişkilerin mutlaka
gelişmesi, geliştirilmesi gerekmektedir ancak son yıllarda gelişmesi için
uğraşılan, anlaşmalarla, ziyaretlerle sıcaklaştırılan ilişkiler AKP Hükûmetinin
komşularımızla ortaya koyduğu basiretsiz dış politikanın kurbanı oldu. Artan
ticaret hacmimiz maalesef düştü. İran ülkemize farklı gözle bakmaya başladı,
hatta Malatya-Kürecik’te İsrail’in güvenliği için kurulan füze kalkanı
nedeniyle ülkemize İranlılar düşman kesildiler. Sözde sıfır sorun politikası
uyguladığımız Suriye, Rusya, İran füzelerini ülkemize çevirmiş, menzillerini
füze kalkanının olduğu Malatya ilimize göre ayarlamışlardır.
Değerli milletvekilleri, AKP
Hükûmetlerinin sıfır sorun diye iç politika malzemesi yaptığı başarısızlık
örneği dış politikaları maalesef ciddi sorunlar yaratmaya devam ediyor. ABD’nin
dayatmalarıyla yapılan her hamle ülkemize yeni bir tehdit olarak geri dönüyor.
Sınır kapısını ortak kullanalım ama
sınır güvenliğinin ne durumda olduğunu kısa süre önce Şırnak-Uludere’de yaşanan
elim olayda görmüş bulunduk. Âdeta kaçakçılık normalleştirilerek kamuoyuna da
doğal bir olaymış gibi lanse edildi. İran, Irak, Suriye üzerinden çok ciddi
sigara, uyuşturucu, akaryakıt ve akla hayale gelmeyecek ürünlerin sevkiyatı
yapılmakta, bu sayede de terör örgütü PKK ekonomik olarak desteklenmektedir.
Hükûmet de bu kaçakçılık faaliyetlerine maalesef göz yummaktadır. Bu kaçakçılık
faaliyetlerinin Türk ekonomisine zararı yıllık 150-200 milyar dolar
civarındadır. Kaçakçılık inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Terör de bundan
inanılmaz imkânlar sağlamaktadır ve ciddi bir kaynak aktarılmaktadır teröre bu
kaçakçılıktan.
Türkiye’deki araç sayısı hızla arttığı
hâlde resmî akaryakıt satışı maalesef düşüyor. Bu, inanılmaz boyutlarda
akaryakıt kaçakçılığı var demektir değerli milletvekilleri.
Kaynaklarda sigara satışının yüzde 14
azaldığı ifade ediliyor. Ancak bu azalma sigarayı bırakanlardan değil, kaçak
sigaranın piyasaya hâkim olmasından kaynaklanıyor. Sadece kaçak yollarla gelen
1 konteyner kaçak sigaranın bıraktığı kâr 1 milyon 200 bin dolar civarındadır.
Tuz, çay, şeker, dişçilik malzemeleri de dâhil böyle yüzlerce kaçak ürün
kalemini sayabiliriz.
Saygıdeğer milletvekilleri, bugün terör
örgütünün paraya ihtiyacı yoktur. Çünkü kaçakçılıktan inanılmaz kaynaklar elde
ediyorlar. Kendi gümrük kapılarını bile kurmuşlar; sınırın bu yanından da,
diğer yanından da kaçakçılardan âdeta haraç alıyorlar. Bu, Türk ekonomisine,
sanayisine, tarımına korkunç bir darbe vuruyor. Namuslu çalışanların aleyhine
haksız bir rekabet düzeni var. Gümrük Bakanlığının fonksiyonları maalesef yok
olmuş vaziyette. Sınırlarda o kadar asker ve polis ne yapıyorlar?
“34 kişinin öldüğü olayda karakolun
haberi vardı.” deniliyor; bu, inanılmaz bir suç itirafı. O bölgede devlet yok.
Bazı ağalar, aşiretler, art niyetli idareciler, bazı siyasiler terör örgütüyle
âdeta iş birliği içerisinde ve âdeta bölgede PKK tarafından uygulanan bir sıkıyönetim
hâkimdir.
Türkiye’ye yılda 2,5 milyon ton kaçak
akaryakıt giriyor. Bu miktar ülke içinde tüketilen toplam akaryakıtın yaklaşık
yüzde 20’sini, bir başka ifadeyle beşte 1’ini oluşturuyor. Kaçak akaryakıtın
parasal değeri ise yaklaşık 6 milyar dolar civarında. Katır sırtında, gizli
bölmelerde, tır ve kamyonlar ile her gün binlerce ton akaryakıt ülkemize
dağıtılmaktadır.
Her yıl Irak ile İran’daki fabrikalarda
üretilen sigaraların 25 bin tonu kaçak yollardan Türkiye piyasalarına
sokuluyor. Bu kaçakçılıktan dolayı ülkemizin sadece vergi kaybı yıllık 2,5
milyar dolar civarında ve diğer ekonomik zararları da hesaba dâhil edilmiyor.
Ülkede tütün ekimi bitirilmeye çalışılırken oluşan boşluk mamul edilmiş kaçak
sigaraya bırakılmaktadır.
Kaçakçılığı için İran ve Irak’a
günübirlik turların bile düzenlendiği şekerde ise yıllık kaçak sokulan tutar
500 bin ton civarındadır. Bu oran Türkiye’deki yıllık tüketimin yaklaşık beşte
1’ine denk geliyor. Kaçak şekerin ekonomiye maliyeti yaklaşık 750 milyon dolar
civarında. Pancar üreticisi çiftçimiz alınlarının teriyle üretim yapmaya
çalışırken, on yıldır emeklerinin karşılığını alamazken vatandaşlarımızın
kazanması gereken paralar maalesef kaçakçılara rant oluşturuyor.
Özellikle üreticiye en büyük zararı
olan bu yaygın olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde tüketilen çayın
kaçak yollardan Türkiye’ye giriş miktarı ise yaklaşık 60 bin ton civarındadır.
Bu önemli miktar İran ve Suriye’den ülkemize giriyor. Ekonomiye maliyeti ise
yaklaşık 75 milyon dolar civarındadır. Ülkemizde çay üreticisinin çektikleri
sıkıntılar ortadayken, ürününü haraç mezat aracılara, fırsatçılara vermek
zorunda bırakılırken, bu sektördeki kaçakçılığa da göz yumularak çay
üreticimizin emekleri heba ediliyor.
Değerli milletvekilleri, ülkemize kaçak
yollardan sokulan bir başka ürün de alkollü içkiler. Yıllık yüz bin şişe
civarında kaçak içkinin yurda çeşitli yollardan sokulduğu tahmin ediliyor.
Özellikle turistlik otellerde tüketime sunulan kaçak içkinin yıllık ekonomiye
zararı 300 milyon dolar civarında. Bu durum, hem sağlık açısından hem de
ekonomik kayıpları açısından değerlendirilmelidir. Birçok vatandaşımız ve
turist misafirlerimiz hayatlarını kaybediyorlar, geçmişte bunların örnekleri de
vardır. Bu yüzden, ülkemizin en büyük gelir kaynaklarından olan turizmi kan
kaybediyor, ülkemizin turizmdeki imajı maalesef sarsılıyor.
Türkiye’ye, İran, Irak ve Suriye
üzerinden her yıl, büyük bir kısmı da küçükbaş olmak üzere 500 bin civarında
canlı hayvan kaçak yollardan sokuluyor. Kaçak canlı hayvanın yıllık ekonomik
zararı yaklaşık 750 milyon dolar civarında olmakla beraber, bir diğer kaçak
giriş yapan ürün de karkas et. Kaçak et, ülkemize, özellikle İran üzerinden
giriyor. İstanbul’da tüketilen etin maalesef yüzde 40’ı kayıt dışıdır. Bu rakam
Türkiye genelinde tüketilen etin de üçte 1’ine denk düşüyor. Kaçak etin yıllık
değeri ise 5 milyar dolar civarında. Buradaki kayıp, ülkemizin maalesef kanayan
yaralarından bir tanesidir. Zaten ağır maliyetler, girdi fiyatları ve başarısız
tarım ve hayvancılık politikalarıyla bitme noktasında olan ülkemizdeki
hayvancılık ile geçinen vatandaşlarımız, bir de kaçak hayvan, kaçak et yüzünden
ciddi zararlar görmektedirler. “Et fiyatlarının kontrolünü sağlıyoruz.” diyerek
ülkemizi ithal ete, ithal süt tozuna, ithal kurbanlığa mahkûm eden AKP
Hükûmeti, yandaşlarını bu yolla beslemektedir. Hayvan kaçakçılığına göz
yumularak da bazı kesimler ve terör örgütüne ciddi rant sağlanmaktadır.
“Sınır ticareti” adı altında sınır
kapılarından ülkemize sokulup tüm yurda dağılan başlıca kivi, muz, kavun,
karpuz, ananas ve mango kaçaklığının yıllık ekonomik değeri de yaklaşık 400
milyon dolar civarındadır. Ülkemizde kavun, karpuz tarlada kalmaya, işçilik
maliyetlerini bile karşılamamaya devam ederken, maalesef yurt dışından kaçak
sebze, meyve girmeye devam etmektedir. Tüm bunların yanında, bu türlü
konserveler ve her türlü konservelerin yanında, salam, sosis gibi hazır et
ürünleri; sos, mayonez, ketçap gibi gıda katkıları; süt tozu, mama, kek unu,
hazır çorba, biber tozu ve özellikle Orta Doğu ülkeleri üzerinden gelen pirinç
ve bakliyat ürünlerinin kaçakçılığı artış gösteriyor. Bunların toplamının
ekonomik değeri, maalesef yıllık 1,5 milyar dolar civarında olduğu tahmin
edilmektedir. Bu rakamlar tekzip edilmeyen bir sivil toplum örgütünün
rakamlarıdır.
Yine son yıllarda İran üzerinden yurda
kaçak sokulan zirai mücadele ilaçlarının miktarlarında da önemli bir artış söz
konusudur.
Uyuşturucu kaçakçılığı işin bir diğer
boyutu, ki uyuşturucu kaçakçılığının boyutu rakam ve değeri nedir, maalesef
yürekler acısı, bilinemiyor. O kadar ki uyuşturucu kaçakçılığı sınır güvenliği
olmadığı için aleni yapılabilir hâldedir, terör örgütünün de en büyük finans
kaynağını maalesef uyuşturucu kaçakçılığı karşılamaktadır.
Bu rakamlar ve olaylar, sınır
boylarında ve kapılarında etkin bir denetimin sağlanamadığını ortaya
koymaktadır. Ancak olayın ekonomik boyutuna baktığımızda sorunun daha karmaşık
olduğu görülmektedir. Kaçakçılık sektörünün bu kadar kârlı bir sektör hâline
gelmesinde, kaçak alkol olayında gözlendiği gibi, yüksek vergiler nedeniyle iç
piyasada fiyatların aşırı yükselmiş olması ve et olayında gözlendiği gibi,
üretim düzeyinin yetersizliğinden ötürü zaman zaman aşırı fiyat artışlarının
ortaya çıkması önemli bir rol oynamaktadır.
Burada sayamadığımız ve ekonomik
kaybının ne olduğu kesin olarak bilinmeyen binlerce kalem ürün ülkemize kaçak
yollardan sokuluyor. Bizim ülkemizde esnaf sıkıntı çekerken, çiftçi sıkıntı
çekerken, imalatçı sıkıntı çekerken biz elimizdeki imkânları kaçakçılığın önünü
almayarak İran’a, Suriye’ye, Irak’a ve daha kötüsü PKK terör örgütüne
kaptırıyoruz.
Değerli milletvekilleri, kaçakçılık
engellense, bizim ülkemiz insanının emeği heba edilmese, ülkemizde yıllardır
kanayan yara olan terör olaylarının müsebbibi PKK terör örgütü para
kaynaklarını kaybetse, yok olup gitse, tarihin karanlıklarına gömülse olmaz mı?
Bu kaçakçılık kayıpları engellense de çiftçimizin yaklaşık 20-25 milyar TL
civarında olan borçları bir çırpıda siliniverse, bu kaçak kayıplar engellense de
esnafımızın borçları tamamen kapansa, emeklimize yüzde 2-3 gibi komik rakamlar,
zamlar değil de hak ettiği zamlar verilebilse, asgari ücretliye günde 1 TL
değil de günde elimizden gelse 20 TL zam verilse iyi olmaz mı değerli
milletvekilleri? Memurumuza altı aydır beklediği zam yüzde 3-3,5 değil de
insanca yaşayabileceği bir oranda zam olarak verilebilse iyi olmaz mı? Bu
kaçaklar, işsizlikten kırılan gençlerimize iş olsa, aş olsa daha iyi olmaz mı?
İşin ekonomik kısmını anlatıyoruz; çiftçimiz, emeklimiz, asgari ücretlimiz can
çekişirken akla zaten başka da bir şey gelmiyor.
Gelin, bu anlaşmalardan önce, ortak
kullanımlardan önce, sınır boylarımızda etkin önlemler alalım, kaçakçılığı
önleyelim, PKK’nın kaynaklarını keselim. Komşu ülkelerimizle ilişkilerimizi ABD
politikaları, Avrupa Birliği politikaları ekseninde değil, gerçekten komşu gibi
düzenleyelim. Emperyalist dış politikalardan vazgeçelim. Komşularımızla ticari
ve insani ilişkilerimizi olgunlaştırıp ülkemizin hem güvenliği hem de ekonomik
refahı için çalışmalar yapalım.
Bir de son günlerde esnafımızdan,
ihracat yapan insanlarımızdan şikâyetler alıyoruz. İran ile iş yapan bu
insanlarımız paralarını alabilecek banka bulamamaktadırlar. Her işlemlerinde
ciddi komisyonlar, masraflar alınmaktadır. Paraları, evrakları, gümrük
beyannameleri olmasına rağmen, bankalardan maalesef geri iade edilmekte,
gönderilmektedir. İran ile ticaret âdeta işkence hâline gelmiştir saygıdeğer
milletvekilleri. ABD’nin ambargosuna takılan ticaretimiz engelleniyor,
ülkemizin para kazanması engelleniyor ve bu işten hem esnafımız hem de
devletimiz ciddi gelir kayıpları yaşıyor. Bu konunun da bir an önce açıklığa
kavuşturulması ve İran ile ticaretimizde bankacılık işlemlerimizin bir düzene
oturtulması önem arz etmektedir.
Yine, son günlerde ülkemizden İran’a
günde yaklaşık 1 tona yakın altın çıkışının Dubai üzerinden yapıldığı
bildiriliyor. Bu çok ciddi bir rakam. Reel ticaret ise bu durumun takibi
yapılıyor mu, gerçekten merak ediyorum.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen iki ülkenin
ticaret hacminin artışına fayda sağlaması dileklerimizle bu anlaşmanın ülkemiz
için hayırlara vesile olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi? Yok.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, çalışma
süremizin tamamlanmış olması sebebiyle “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”i sırasıyla görüşmek için 24 Mayıs 2012
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.