TÜRKÝYE BÜYÜK MÝLLET MECLÝSÝ
YASAMA DÖNEMİ CİLT YASAMA YILI
24 20 2
TUTANAK
DERGİSİ
104’üncü
BİRLEŞİM
9 Mayıs 2012 Çarşamba
DÖNEM: 24 CİLT: 20 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
104’üncü Birleşim
9 Mayıs 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMA
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Bingöl Milletvekili İdris
Baluken’in, çok dilli belediyecilik hizmetlerine ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçeri’nin, hidroelektrik santralleri ve ekolojiye ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, engelli yurttaşlarımızın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba’nın, Millî Savunma Bakanlığı izin vermediği için Hasdal ve Hadımköy
askerî cezaevlerinde açık görüş ziyareti yapamadığına ve cezaevlerinde keyfî
yönetim olduğuna ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzel’in, işçilerin sendikalaşma hakkına saygı gösterilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
3.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan’ın, biçerdövercilerin sorunlarına, uzman çavuşların özlük haklarında
yaşanan sorunlara ve uzman çavuşluktan ayrılanların mağduriyetine ilişkin
açıklaması
4.- Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün, Kocaeli’de pankart açan 2 vatandaşın uzun tutukluluk sürelerinin
vicdani ve hukuki olmadığına ve özel yetkili mahkemelerin tutumlarına ilişkin
açıklaması
5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
astsubayların sorunlarına ve Hükûmetin bu sorunlara duyarlı olması gerektiğine
ilişkin açıklaması
6.- Adıyaman Milletvekili Salih
Fırat’ın, tutuklu bulunan 8 milletvekiliyle ilgili yasal düzenlemelerin yapılıp
millet iradesine saygı gösterilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
7.- İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel’in, Antalya Çıralı’da yapılan yıkımların durdurulması gerektiğine
ilişkin açıklaması
8.- İstanbul Milletvekili Haluk
Eyidoğan’ın, Van’da TOKİ tarafından kaç konut yapılacağını ve bir inşaat
firmasının Van’da yapacağını belirttiği yapıları yapıp yapmadığını öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
9.- Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın, şike soruşturması nedeniyle futbolda bir kaos yaşandığına ve
Süper Lig’e çıkan Elâzığspor’u ve İkinci Lig’e çıkan Nazilli Belediyespor’u
kutladığına ilişkin açıklaması
10.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına
ilişkin açıklaması
11.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı
kınadıklarına ilişkin açıklaması
12.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına
ilişkin açıklaması
13.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın,
TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına ilişkin
açıklaması
14.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına
ilişkin açıklaması
15.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, 8 milletvekilinin tutuklu olmasının millet iradesinin tutuklu olması
anlamına geldiğine ve konunun çözümü için Hükûmetin üzerine düşeni yapması
gerektiğine ilişkin açıklaması
16.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, 8 milletvekilinin tutuklu olmasının millet iradesinin tutuklu olması
anlamına geldiğine ve konunun çözümü için Hükûmetin üzerine düşeni yapması
gerektiğine ilişkin açıklaması
17.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, tutuklu milletvekilleri için suçüstü hâlinin söz konusu olmadığına ve
Anayasa’nın 83’üncü maddesinin tatbik edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
18.- Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın, tutuklu iken aday gösterilenlerin milletvekili seçilebilme
ehliyetini haiz olduklarına ve Eskişehir Milletvekili Bedii Süheyl Batum’un
ifadelerine ilişkin açıklaması
19.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın,
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın eksik ve yanlış anlaşılabilecek bilgi
verdiğine ilişkin açıklaması
20.- Antalya Milletvekili Gürkut
Acar’ın, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
21.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Başbakanın 2007 seçimlerinden sonra polislerin özlük haklarıyla
ilgili verdiği söz üzerine polislerin müjdeli haber beklediğine ilişkin
açıklaması
22.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, Bezmiâlem Vakıf Üniversitesinde usulsüz ve haksız bir şekilde
“profesör” unvanı kullandığı için şikâyet edilen Güngör Eroğlu hakkında ne
işlem yapıldığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması
23.- Kocaeli Milletvekili Haydar
Akar’ın, konuşmasında maksadını aşan bir ifadesi olduğuna ve sözünü geri
aldığına ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk
ve 24 milletvekilinin, yerel basının sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/271)
2.- Iğdır Milletvekili Sinan Oğan ve 19
milletvekilinin, Türkiye sınırından 16 km uzaklıkta bulunan Metsamor Nükleer
Santralinin çevreye verdiği zararların ve bu santralin olası bir deprem
sonrasında ortaya çıkarabileceği risklerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/272)
3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve
24 milletvekilinin, ülkemizdeki KOBİ'ler ile küçük esnaf ve sanatkârların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/273)
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- CHP Grubunun, 7/5/2012 tarihinde
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve arkadaşlarının Devlet Tiyatroları ve
tiyatro sanatçılarının sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının bulunması
amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 9/5/2012
Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Aylin
Nazlıaka’nın, Sakarya Milletvekili Ayşenur İslam’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Sakarya Milletvekili Ayşenur
İslam’ın, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
3.- Eskişehir Milletvekili Bedii Süheyl
Batum’un, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201)
4.- Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve
Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/563,
1/247) (S. Sayısı: 224)
X.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Şükran Güldal Mumcu’nun, Başkanlık olarak TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e
yapılan saldırıyı kınadıklarına ilişkin konuşması
XI.-
OYLAMALAR
1.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı’nın oylaması
2.- Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve
Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin oylaması
XII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Yozgat Milletvekili Sadir
Durmaz’ın, MYO mezunu çay eksperlerinin kamu ve özel sektöre ait işletmelerde
zorunlu olarak çalışmalarını sağlayacak düzenlemelere ilişkin Başbakandan
sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/5892)
2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
Diyanet İşleri Başkanlığı personeli için yapılan seviye tespit sınavlarına
ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın cevabı (7/5904)
3.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut’un, bazı Avrupa ülkelerinde yasaklanan bir GDO’lu mısır çeşidinin
ülkemize yem amaçlı olarak ithal edilip edilmeyeceğine,
Pamuk üretimindeki sorunlara ve çözüm
yollarına,
- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
Bakanlığın Kütahya Merkez ve ilçelerindeki tesis ve personel ihtiyacına,
- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın,
bitkisel yağ üretimi ve yağlı tohum ile ham yağ ithaline,
- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan
Tanrıkulu’nun, okullarda uygulamaya başlanacak olan Okul Sütü Projesi’ne,
İlişkin soruları ve Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı (7/5953), (7/5954), (7/5955), (7/5956), (7/5958)
4.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
Kütahya 1’inci Jandarma Er Eğitim Tabur Komutanlığı Kışlasının Kastamonu’ya
taşınmasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in cevabı
(7/5965)
ı.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açılarak üç oturum yaptı.
Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan, Denizli iline,
Yozgat Milletvekili Ertuğrul Soysal, Dünya Beyaz Baston Görme
Engelliler Günü’ne,
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının idam edilmelerinin 40’ıncı yıl dönümüne,
İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnan’ın idam edilmelerinin 40’ıncı yıl dönümüne,
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, Hükûmetin halkın gündemini
değil kendi gündemini dayatarak milletin geleceği bakımından hayati önemdeki
değişiklikleri kamuoyundan sakladığına,
Kütahya Milletvekili Alim Işık, 19 Mayıs 2011 tarihinde yaşanan
Simav depreminden bu yana artçı sarsıntıların sürmesine rağmen Hükûmetin
ilgisizliğinin devam ettiğine ve kamyon şoförlerine fazla yükten dolayı
uygulanan cezaların vatandaşı mağdur ettiğine,
Erzincan Milletvekili Muharrem Işık, Erzincan ilinde inşaat
sektöründeki sıkıntılara ve sulama sularına yapılan zamların çiftçileri zor
durumda bıraktığına,
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu, engelli vatandaşların
bakanlıklar ve kamu kuruluşlarında boş olan engelli kadrolarına atanmasını
temenni ettiğine,
Adana Milletvekili Muharrem Varlı, Adanalı çiftçilerin buğday
fiyatları konusunda Hükûmetten çözüm beklediğine ve İran karpuzunun ülkemize
gelmesiyle Adanalı karpuz üreticilerinin zarar ettiğine,
Adana Milletvekili Ali Halaman, Adana’nın Kozan ilçesinin Bucak
bölgesinde yaşanan sel felaketinin nedenlerine,
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, Hükûmetin hayvancılığa yatırım
yapması gerektiğine,
İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, İş Sağlığı ve Güvenliği
Haftası’na,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 25 milletvekilinin,
bağcılık ve üzüm yetiştiriciliğindeki sorunların (10/268),
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 milletvekilinin, bor
madenciliğindeki sorunların ve bor kaynaklarının etkin değerlendirilmesi için
yapılması gerekenlerin (10/269),
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 12
Haziran 1980 tarihinde İnciraltı Öğrenci Yurdunda meydana gelen olayların (10/270),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 2/5/2012 tarihli
ve 23 sayılı Kararı ile Moldova-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubunun
ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki
bir heyetin, Arnavutluk Parlamentosu Başkanı Jozefina Topalli Çoba ve Makedonya
Meclis Başkanı Trajko Veljanoski’nin vaki davetlerine icabet etmek üzere 15-17
Mayıs 2012 tarihleri arasında Arnavutluk’a ve 17-18 Mayıs 2012 tarihleri
arasında Makedonya’ya resmî bir ziyarette bulunmasına,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri Komisyonu üyelerinden
müteşekkil bir heyetin, Bosna-Hersek Parlamentosu İstihbarat Denetleme Komitesi
Başkanı Mirsad Djugum’un vaki davetine icabet etmek üzere 21-24 Mayıs 2012
tarihlerinde Bosna-Hersek’e gitmesine,
Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu’nun, Türkmenistan
Anayasası’nın 20’nci yıl dönümü vesilesiyle Türkmenistan Meclisi tarafından
18-19 Mayıs 2012 tarihlerinde Aşkabat’ta düzenlenecek uluslararası bir
konferansa katılmak üzere Türkmenistan’a gitmesine,
TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir parlamenter
heyetin, Kırgız Cumhuriyeti Parlamentosu Uluslararası İlişkiler ve
Parlamentolararası İşbirliği Komitesi Başkanı Almazbek Baatırbekov’un vaki
davetine icabetle Kırgızistan’a resmî bir ziyarette bulunmasına,
İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkereleri kabul
edildi.
Danışma Kurulunun, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 201 ve 224 sıra sayılı kanun
tasarılarının bu kısmın 3’üncü ve 4’üncü sıralarına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 9 Mayıs 2012 Çarşamba
günkü birleşiminde 224 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar, gece 24.00’te günlük programın tamamlanamaması hâlinde
günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine; 224 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak
görüşülmesine ilişkin önerisi kabul edildi.
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, (2/34) esas numaralı 5464
Sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/23),
15’inci “ “ (6/61),
116’ncı “ “ (6/220),
117’nci “ “ (6/222),
123’üncü “ “ (6/231),
130’uncu “ “ (6/243),
173’üncü “ “ (6/327),
221’inci “ “ (6/411),
222’nci “ “ (6/412),
225’inci “ “ (6/419),
226’ncı “ “ (6/420),
232’nci “ “ (6/429),
237’nci “ “ (6/440),
295’inci “ “ (6/537),
366’ncı “ “ (6/645),
394’üncü “ “ (6/687),
411’inci “ “ (6/711),
415’inci “ “ (6/715),
455’inci “ “ (6/757),
492’nci “ “ (6/796),
494’üncü “ “ (6/798),
523’üncü “ “ (6/828),
671’inci “ “ (6/986),
740’ıncı “ “ (6/1056),
786’ncı “ “ (6/1106),
899’uncu “ “ (6/1222),
1045’inci “ “ (6/1368),
1046’ncı “ “ (6/1369),
1047’nci “ “ (6/1370),
1094’üncü “ “ (6/1417),
Esas numaralı sözlü sorulara, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap
verdi.
Soru sahiplerinden Kütahya Milletvekili Alim Işık, Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlu, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, cevaplara ilişkin görüşlerini açıkladılar.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da bu görüşlerle ilgili
açıklamada bulundu.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının;
1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler
hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu
Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156),
2’nci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün
91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler
hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporu’nun (1/569) (S. Sayısı: 180),
Görüşmeleri, Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasına alınan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen,
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile
Anayasa Komisyonu Raporlarının (1/564) (S. Sayısı: 201) tümü üzerindeki
görüşmelere başlandı.
Çalışma süresi sona erdiğinden, alınan karar gereğince, 9 Mayıs
2012 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 20.00’de son
verildi.
Şükran Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Fatih ŞAHİN Muhammet
Bilal MACİT
Ankara İstanbul
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
142
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Tasarılar
1.- İzmir EXPO Alanı
Hakkında Kanun Tasarısı (1/613) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30.04.2012)
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/614) (Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03.05.2012)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetine
Doğal Gaz Satışına ve Azerbaycan Cumhuriyeti Kaynaklı Doğal Gazın Türkiye
Cumhuriyeti Toprakları Üzerinden Transit Geçişine ve Doğal Gazın Türkiye
Cumhuriyeti Toprakları Üzerinden Taşınması İçin Münhasır Boru Hattının
Geliştirilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı (1/615) (Plan ve Bütçe; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03.05.2012)
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Nijerya Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Göç Konularına Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/616)
(İçişleri ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 03.05.2012)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Myanmar Birliği Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/617)
(Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 03.05.2012)
6.- Askerlik Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/618) (Adalet;
Plan ve Bütçe ile Milli Savunma Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
08.05.2012)
Teklifler
1.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/550) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
24.04.2012)
2.- İstanbul
Milletvekilleri Umut Oran ve Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; 7269 Sayılı Umumi
Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/551) (Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.04.2012)
3.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal'ın; Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/552) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.04.2012)
4.- İstanbul Milletvekili
Celal Dinçer'in; Emekliler ile Bunların Dul ve Yetimlerinin Sendikalaşması
Hakkında Kanun Teklifi (2/553) (Adalet ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.04.2012)
5.- Bursa Milletvekilleri
Necati Özensoy ve İsmet Büyükataman'ın; Beş İlçe ve İnegöl Adıyla Yeni Bir İl
Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/554) (Plan ve Bütçe ile İçişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.04.2012)
6.- Bartın Milletvekili
Muhammet Rıza Yalçınkaya'nın; Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/555) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02.05.2012)
7.- İstanbul Milletvekili
İhsan Özkes'in; 5737 Sayılı Vakıflar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Teklifi (2/556) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 02.05.2012)
8.- İzmir Milletvekili
Aytun Çıray ve İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; Devlet
Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/557) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02.05.2012)
9.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal'ın; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/558) (İçişleri ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
03.05.2012)
10.- İstanbul Milletvekili
Mahmut Tanal'ın; İş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/559)
(Plan ve Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03.05.2012)
Rapor
1.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Domaç ve Malatya Milletvekili Öznur Çalık ile 9 Milletvekilinin;
Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun ile Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Malatya
Milletvekili Öznur Çalık ve 11 Milletvekilinin; Manisa Milletvekili Özgür Özel
ve Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu ile 53 Milletvekilinin;
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 2 Milletvekilinin; Muş
Milletvekili Demir Çelik’in Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/489, 2/488, 2/494, 2/496,
2/497) (S. Sayısı: 232) (Dağıtma tarihi: 09.05.2012) (GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, yerel basının sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/271) (Başkanlığa geliş tarihi: 01.11.2011)
2.- Iğdır Milletvekili
Sinan Oğan ve 19 Milletvekilinin, Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali’nin
çevreye verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/272) (Başkanlığa geliş tarihi: 02.11.2011)
3.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık ve 24 Milletvekilinin, KOBİ’ler ile küçük esnaf ve sanatkarların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/273) (Başkanlığa geliş tarihi:
02.11.2011)
9 Mayıs 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşimini
açıyorum.
III. – YOKLAMA
BAŞKAN
– Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
– Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, çok dilli belediyecilik hizmetleri hakkında söz isteyen Bingöl
Milletvekili İdris Baluken’e aittir.
Buyurunuz
Sayın Baluken.
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Bingöl Milletvekili İdris
Baluken’in, çok dilli belediyecilik hizmetlerine ilişkin gündem dışı konuşması
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; çok dilli belediyecilik hizmetleriyle ilgili,
belediyelerimize yönelik başlatılan soruşturmalar üzerine, grubum adına
bilgilendirme yapmak üzere, söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şimdi,
bahse konu geçen soruşturma süreçleri Nusaybin, Bismil, Derik ve Kızıltepe
belediyelerimizle ilgili başlatılmış olup aslında, partimizin diğer
belediyeleriyle ilgili de aba altından sopa gösterme şeklinde bir tehdit süreci
şeklinde yürütülmektedir.
Burada,
tabii şu hususların özellikle belirtilmesi gerekiyor: Yeni anayasayla ilgili
tartışmaların yapıldığı, müzakerelerin yürütüldüğü böylesi önemli bir süreçte
çok dilli belediyecilik hizmetlerinin soruşturmaya tabi tutulmasının aslında
AKP Hükûmetinin gerçek niyetinin ne olduğuyla ilgili önemli ipuçları
barındırdığını düşünüyoruz. Burada, özellikle Nusaybin Belediyemizde İçişleri
Bakanlığı müfettişlerinin soruşturmayla ilgili iddiasını okuyarak sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Bakın,
İçişleri Bakanlığı müfettişi Nusaybin Belediyesinden savunma isterken iddiasını
nasıl şekillendirmiş: “Nusaybin Belediye Meclisinin 6/9/2011 tarih ve 149
sayılı kararı ile ilçede çok dilli -Kürt, Arap, Süryani ve tüm diller- çok
kültürlü ve farklı inançlardan oluşan halkların yaşaması nedeniyle, söz konusu
farklılıkların talepleri, istekleri ve istedikleri hizmetlere yardımcı olmak
amacıyla belediye meclisi ve belediye çalışanları olarak çok dilli
belediyecilik ve ana dilde hizmet verilmesine yönelik karar almış olduğunuz tespit
edilmiş olup bununla ilgili savunmanız yedi gün içerisinde istenmektedir.” diye
tebliğ edilmiştir.
Sayın
Başkan, gürültü çok olduğu için konuşmamızı yapamıyoruz. Müdahale ederseniz…
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Başkan da konuştuğu için…
İDRİS
BALUKEN (Devamla) - Sayın Başkan, konuşmamı yapamıyorum ben salondaki
gürültüden dolayı.
BAŞKAN
- Buyurunuz Sayın Baluken.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Başkanım baştan alın.
BAŞKAN
– Tekrar kürsüyü üç dakikaya ayarlayacağım size.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, devamlı tekrar etmek istemediğim için tekrar ikaz
etmedim ama kürsüye çıkan milletvekili arkadaşlarımızı daha iyi duyabilmek için
biraz sessiz olmanızı tekrar rica edeceğim.
Buyurunuz
Sayın Balüken.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, dinlemediğiniz için
özellikle tekrar vurgulayayım: İçişleri Bakanlığı müfettişinin belirtmiş olduğu
cümleler şudur: “Çok kültürlü, çok dilli ve farklı inançlardan oluşan halkların
yaşaması nedeniyle söz konusu farklılıkların talepleri, istekleri ve
istedikleri hizmetlere yardımcı olmak amacıyla Belediye Meclisi olarak çok
dilli belediyecilik hizmeti kararı almış olduğunuz tespit edilmiş olup yedi gün
içerisinde savunma verilmesi…” diye belirtilmiş. Bakın, buna gönderilen savunmada
da Nusaybin Belediyemiz şu şekilde ifade etmiş: “Gerek ilçemizde ikamet eden
gerekse ilçemize dışarıdan alışveriş, turistik ve benzeri amaçlarla gelen,
resmî dilimiz olan Türkçe dışında farklı bir dile hâkim olan, Türkçeyi bilmeyen
insanlarımıza yönelik belediye hizmetlerinin daha anlaşılır kılınması ve
katılımcı, halkçı belediyecilik anlayışının esas alınması amacıyla şu konularda
çok dilli belediyecilik hizmetini esas aldık: Belediye web sitesi açılışı,
kültürlerin tanıtımını sağlayan tabelalar, belediye birimlerini gösteren
tabelalar ve takvimlerin basımında çok dilli bir belediyecilik hizmetini esas
aldık.” deniyor. Burada tabii, özellikle BDP’li belediyelerin seçilmesinin
yerel yönetimlerimize yönelik operasyonların bir devamı olduğunu belirtmek istiyorum
çünkü AKP’li Mardin Belediyesi, BDP’de olmayan Midyat Belediyesi, yine
Nusaybin’in hemen yakınında bulunan Artuklu Üniversitesinin çok dilli hizmetle
ilgili yapmış olduğu uygulamaların hiçbirisi soruşturmaya tabi tutulmazken
belediyelerimize yönelik özel olarak böylesi soruşturma süreçleri yürütülüyor.
Bölgeye gitmeye gerek yok. Turistik yerlere, metropol şehirlere, Ankara,
İstanbul, her tarafa bakalım. Türkçe dışında farklı dilleri bilen bütün
vatandaşlara yönelik, yön tabelalarından tutalım da yemek menülerine kadar
farklı dillerin kullanıldığı hizmetleri hepiniz biliyorsunuz. Bugün, Bağdat
Caddesi’ne, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’ne, Çankaya’ya gittiğiniz zaman,
market isimlerinin bile Türkçe olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Bunlarla ilgili
yürütülen tek bir soruşturma yokken BDP’li belediyelere yönelik böylesi
soruşturmaların başlatılmasını bilinçli bir politika olarak görüyoruz.
Süremiz
çok kısıtlı olduğu için, ben bazı resimler getirmiştim, onları paylaşacaktım
ancak Nusaybin Kaymakamlığı, Mardin Belediyesi, Midyat Belediyesi ve bahsetmiş
olduğumuz bütün metropol şehirlerinde uygulanan bir hizmetin BDP’li belediyeler
tarafından yapılması soruşturmaya tabi tutuluyorsa hepinizin tekrar düşünmesi
gerekiyor.
Burada,
yeni anayasayla ilgili, farklılıkları esas alan özgürlükçü bir anayasa mı
düşündüğünüz, Kürt sorunuyla ilgili müzakereci ve diyalogcu…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS
BALUKEN (Devamla) - …bir çözümü mü esas aldığınızla ilgili bu yaklaşım bir
turnusol kâğıdı olacaktır, bir ayraç olacaktır. Bu nedenle, AKP Hükûmetine, bu
konuyla ilgili, kamuoyuna, partimize ve halkımıza derhâl bir açıklama çağrısını
yapıyorum.
Teşekkür
ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Baluken.
Gündem
dışı ikinci söz, hidroelektrik santralleri ve ekoloji hakkında söz isteyen
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’ye aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Yeniçeri.
2.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçeri’nin, hidroelektrik santralleri ve ekolojiye ilişkin gündem dışı
konuşması
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin diğer
taraflarında olduğu gibi Doğu Karadeniz’in hemen her köşesinde yaşayan halkın
tamamı HES mağduru hâline getirilmiştir. HES mağduru illerden birisi de
Gümüşhane ilimizdir.
Gümüşhane
ilinin iki önemli kaynağı vardır. Bunlardan birisi insanı, diğeri de yemyeşil
ormanlarıyla yaşayanlara hayat veren dereleri ve madenleridir. Yeşil doğa
sayesinde henüz büyük kentlere göç etmemiş yöre insanı, dişiyle, tırnağıyla
topraklarına tutunmaya çalışıyor ancak AK PARTİ İktidarı döneminde bölgenin
doğasının, suyunun ve maden yataklarının hoyratça kullanılması halkta büyük
endişelere sebep olmaktadır. Gümüşhane’de şirketler altın üretimi için siyanür
kullanmaktadır. Siyanür, ne yapılırsa yapılsın, sonuçta toprağı ve çevreyi
zehirlemektedir. Gümüşhaneli siyanürle kucak kucağa yaşarken bir de HES
felaketiyle karşı karşıya bırakılmıştır. HES'lerle âdeta bölge halkının soluk
borusu tıkanmak istenmektedir.
Gümüşhane
halkı HES'ler yüzünden tedirgin, kaygılı ve huzursuzdur. Halk HES'lere karşıdır
ve yaşam alanlarına müdahale edilmesini istememektedir.
Ekolojiyi
allak bullak edecek olan HES'ler için hazırlanan projeler üstünkörü, gerçek
değerlerden, ciddi analizlerden yoksun, eksik ve uydurma bulgularla doludur.
Gümüşhane
ili Torul ilçesine bağlı vadiye kurulması hedeflenen Kuzey-1, Kuzey-2, Kuzey-3
HES projeleri söz konusudur. Ancak vadinin suyu zaten Torul Barajı, Kürtün
Barajı ile Kürtün Doğankent arasındaki mevcut olan birçok HES'i besleyen ana
kaynaktır. Bu kaynağı, tümüyle aktığı derelerden alıp borulara sokmak, bölgenin
coğrafyasına, bitkisine, hayvanına ve insanına ihanet etmek anlamına
gelmektedir. Bu proje, bölgedeki canlıların hayatına son verme, insanların da
boğazlarını sıkma ve göçe zorlama projesidir.
Bölgede
bulunan İnkılap, Dedeli, Kalecik, Gülaçar, Bahçelik, Günay, Kocadal, Yalın
Kavak, Işık, Arılı Köyleri doğrudan; Dibekli, Boyluca, Hasköy ve Kodil Bahçe
köyleri dolaylı olarak bu HES'lerden etkilenecektir.
HES'leri
yapacak firmanın hazırladığı proje tanım dosyası ise gerçekler üzerine kurulu
değildir. Örneğin bu dosyada, "projenin bulunduğu vadide kayda değer bir
sulama kullanımı yoktur" diyor. Bu doğru değildir, aksine vadide ciddi
manada sulama amaçlı su kullanılmakta olup bahar ve yaz aylarında 10 bini aşan
nüfus bölgede tarımsal faaliyet sürdürmektedir.
Yine
firmanın tanıtım dosyasına göre, vadide herhangi bir tesis mevcut değildir. Bu
da doğru değildir, vadide beş adet alabalık tesisi yanında dört adet de su
değirmeni ve sulama kanalları vardır.
Yine
firma tanıtım dosyasında “Hidrolojik açıdan herhangi bir sorun yok”
denilmektedir. Bu da doğru değildir, firma tanıtım dosyasında debi ölçümlerini
gösteren ölçümler, HES'in kurulacağı yerin 25 kilometre aşağıdaki bir gözetleme
istasyonundan alınmaktadır. Tamamen sahte, tamamen sahte, tamamen uyduruk bilgiler üzerinden bölgenin suyuna el
konulmakta ve insanların atardamarları tıkanmaya çalışılmaktadır.
Ayrıca,
Artabel Tabiat Parkının, tabiat parkı olarak ilan edilmesiyle bölgenin
hidrolojik yapısı dokunulmazlık kazanmış olmaktadır. Oraya dokunan hem
Gümüşhaneliye dokunmuş hem de imzalanan sözleşmelere göre suç işlemiş oluyor.
Bölgedeki
hayvancılık, arıcılık, besicilik, meyvecilik, balık havuzu, su değirmenleri ve
sulama kanalları HES'lerin devreye girmesiyle yok olacaktır. Projenin
gerçekleşmesi durumunda Artabel Tabiat Parkı, Kuzey-1 Hidro Elektrik
Santralinden doğrudan, diğer HES’lerden ise dolaylı olarak etkilenecektir.
Bölgede
141 adet bitki türü, 30 memeli, 88 kuş türü vardır. Tabiat Parkındaki 141 bitki
türünün 12'si endemik ve bunlardan 10 tanesi kırmızı listededir. Yine,
bölgedeki 30 memelinin 6'sı, 88 kuş türünün de 81'i kırmızı listedir.
HES'lerin
devreye girmesiyle, başta su canlıları ve memeli hayvanlar olmak üzere, bir çok
fauna ve flora türleri geri dönüşü imkânsız tehdit ve tehlike altına girecek,
zarar göreceklerdir.
Sayın
Bakan, bu konuda "Su akar, Türk bakar" gibi ucuz laflar etmekte, “Biz
vadiyi susuz bırakmayacağız, can suyu vereceğiz.” türünden zevahiri kurtarma
açıklamaları yapmaktadır.
Dereden
akan su demek, orada yaşayan insanlar için hayat demektir. "İnsanı yaşat
ki devlet yaşasın." sözüne uygun davranmanın tam da zamanıdır. Bana köy
muhtarlarının verdiği dosyadaki son cümle şudur: "Bülbülü eti için
kesmeyiniz, Gümüşhane'ye kıymayınız.”
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Yeniçeri.
Gündem
dışı üçüncü söz, engelli yurttaşların sorunları hakkında söz isteyen İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal’a aittir.
Buyurunuz
Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, engelli yurttaşlarımızın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere ve tüm vatandaşlarımıza engelsiz bir
yaşam dileyerek saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, engellilik bir kusur değil, hepimiz bir engel adayıyız ancak
Türkiye Büyük Millet Meclisinde gerek yapılan yasama faaliyeti nedeniyle gerek
tüm işlemlerde engelli vatandaşlarımızdan işitme ve konuşma engellilerin de en
azından buradaki faaliyetleri öğrenme ve bilgilenme hakkı var. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunda işitme ve konuşma engellilerle ilgili işaret
diliyle bir açıklamanın yapılmaması gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisinin
büyük bir kusurudur, büyük bir hukuki ayıbıdır. Bu hukuki ayıp ve kusurdan bir
an önce kurtulabilmeli, bunun için kamu kurumlarında engelli istihdam oranı
artırılmalı ve bu anlamda dilencilikten kurtarılıp bir iş sahibi
yapılabilmelidir.
Değerli
arkadaşlar, Engelliler Haftası, Birleşmiş Milletlere üye olan yüz elli altı
ülke tarafından 10 Mayıs ve 16 Mayıs tarihleri arasında etkinliklerle anılmakta
ancak sorunlar dile getirildikten sonra hiçbir soruna çözüm bulunamamaktadır.
Ülkemizdeki nüfusun yüzde 12,29’u yani 8 milyon 431 bin 937 kişi engellidir
ancak ülkemizde hâlen yasal düzenlemelerde engelli vatandaşlarımızdan
bahsedilirken “özürlü” deyimi kullanılmaktadır.
Değerli
arkadaşlar “özürlü” kelimesi, Türk Dil Kurumuna göre ”Kusuru olan, defolu olan”
diye tanımlanmaktadır. İnsan defolu olur mu? “Defo” kavramı mal için
kullanılır. Bu, aynı zamanda bir hukuki ayıp anlamına gelir. Tabii, bunu görsel
anlamda, pratik olarak tam anlayabilmek için size ben bir çorap getirdim
değerli arkadaşlar. Şimdi, bu çorabı -farklı renkler var- çorap makinesi bu
çorabı ördüğü zaman eğer makinenin bu orta şeritteki ipliği biter ise, aynı
renkten devam eder ise biz buna “defolu çorap” deriz değerli arkadaşlar veyahut
da bunun topuk kısmındaki iplik ile diğer gövdedeki iplik farklıdır. Bu iplik
biterse, makine bu şekliyle diğer normal ince ipliğe devam ederse biz buna
“defolu çorap” veya “özürlü çorap” deriz. Yani bu hukuki anlamda bir hukuki
ayıptır.
Bu
anlamda, ben, 5378 sayılı 2005 yılında AKP Hükûmeti tarafından “Özürlüler
Kanunu” diye tabir edilen, kavramı bu şekilde kullandıkları için ayıplıyorum,
kınıyorum. Bir an önce Hükûmetin bu özürlüler Kanunu kavramından vazgeçip
“engelli” deyimi kullanmasına davet ediyorum.
Engelli
vatandaşlarımızın sorunları nelerdir? Bir, rapor sorunu var. iki, istihdam
sorunu var. Üç, erişebilirlik sorunu var. Dört, ayrıştırıcı değil kaynaştırıcı
uygulama sorunu var. Şimdi bu başlıklar altında konuya devam edersem, rapor
sorunu, şu anda Avrupa Birliği standartlarına göre Türkiye’deki bu engellilerin
yüzde 98’i engelliyken Hükûmete göre bu oran bir gecede yapılan yönetmelik
değişikliğiyle yüzde 40’a indirildi değerli arkadaşlar. Yani burada niye böyle
indirildi? Hatta Hükûmet, bu raporların belirli hastanelerden alınmasına
yönelik vatandaşı zorunlu kıldı, üniversite hastanelerinden bu rapor
alınamamakta, bu sebeple mümkün olduğu
kadar vatandaşlarımızın, yani engelli vatandaşlarımızın sayısını azaltarak
Birleşmiş Milletlerin standartlarında belirtilen bu engelliler haklarından
yararlanmasını aza indirtebilmek içindir.
İstihdam
sorununa gelince: Kamuda 34.325 engelli personel kadrosu bulunduğu hâlde bugüne
kadar bu kadro doldurulmamakta, Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesi uyarınca bu bir
ayrımcılıktır. Hükûmet engellilere karşı ayrımcılık suçunu işlemekte ve bu suçu
işlemeye devam etmekte. Bu anlamda, tüm engellileri, Başbakanlığı, düzenleme
kanunu uyarınca tüm bakanların ita amiri olarak Başbakan burada sorumlu olduğu
için, Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunmasını ve bu anlamda tazminat
davası açmasına davet ediyorum değerli arkadaşlar.
Erişebilirlik
sorunu açısından Sayın -Şehircilik Bakanımız burada- vatandaşlarımız
şehirlerde, engelli vatandaşlarımızın hiçbirisi kaldırımlarda dolaşamamakta…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT
TANAL (Devamla) – …belediye otobüslerine binememekte, halk otobüslerine
binememekte, kaldırımlardaki ağaçların
boyu kısa olduğu için görme engelli olan vatandaşlarımız onlara çarpmakta. Ne
olur, yani engelsiz bir dünyada engelli vatandaşlarımızla yaşamak umuduyla
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Sisteme
girmiş sayın milletvekillerimize, İç Tüzük 60 gereğince bir dakika söz vereceğim.
Buyurunuz
Sayın Ağbaba.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Malatya Milletvekili Veli
Ağbaba’nın, Millî Savunma Bakanlığı izin vermediği için Hasdal ve Hadımköy
askerî cezaevlerinde açık görüş ziyareti yapamadığına ve cezaevlerinde keyfî
yönetim olduğuna ilişkin açıklaması
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, ben, ayrımsız bütün insanların insan haklarına
saygı duyduğumu belirtmek istiyorum.
10’dan
fazla hapishane gezdim, 100’den fazla mahpus ziyaret ettim. Gittiğim her
hapishanede açık görüş yaptım ama dün Hasdal ve Hadımköy’de açık görüş ziyareti
yapamadık. Millî Savunma Bakanlığından ısrarla izin istememize rağmen izin
verilmedi. Bu ayrımcı ve antidemokratik uygulamayı kınıyorum. Milletin
vekillerine bu uygulamanın neden yapıldığının izahını istiyorum.
Ayrıca,
cezaevlerinde tam anlamıyla bir keyfî yönetim var. Örnekler çok ama bir örneği
vermek istiyorum: Sincan 1 No.lu Cezaevinde, içlerinden birisi de Türkiye Büyük
Millet Meclisinin üyesi Sayın Mustafa Balbay, herkesin yasal hakkı olan
haftalık on saate kadar sohbet hakkı Sincan 1 No.lu Cezaevine girmiyor. Orada
tam bir tecrit var, tam bir işkence var. Cezaevlerindeki bu keyfî yönetimi
kınıyorum, bunu yapanları da göreve davet ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Ağbaba.
Sayın
Tüzel…
2.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, işçilerin sendikalaşma hakkına saygı gösterilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çalışma
Bakanlığının yanı başında 35 işçi on gündür bir direniş sürdürüyor. Bunlar,
1937’den beri faaliyet yürüten ünlü ayakkabı firması TOGO işçileridir. Anayasal
hakkını kullanmak için Deri-İş Sendikasında örgütlenmiş, ancak patronun yanıtı
bu işçileri işten atmak şeklinde olmuştur. İşte, Türkiye’de sendikal hak ve
örgütlenme özgürlüğünün durumu budur. Sendikalaşmak sözde haktır ama gerçek
olan, gerçekleşen sermaye sınıfı patronun işten çıkarma hakkıdır. Yasalarda suç
olmayan bu keyfîlik, hukuksuzluk işçinin her yerde karşısına çıkmakta, nerede
daha iyi bir çalışma koşulu, ücret ve kurallı çalışma için hak isteyen işçi
varsa onlar kapıya konulmaktadır.
Çalışma
Bakanını göreve çağırıyorum. Ülkenin her yerinde ayyuka çıkmış bu işten
atmaların durdurulması, işten atılan işçilerin işe alınmalarının sağlanması,
işçinin sendikalaşma hakkına saygı gösterilmesinin sağlanması ve burada bekleyen
sendika yasasının bir an önce Genel Kurula indirilmesi için Sayın Bakanı göreve
davet ediyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Sayın
Özkan...
3.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan’ın, biçerdövercilerin sorunlarına, uzman çavuşların özlük haklarında
yaşanan sorunlara ve uzman çavuşluktan ayrılanların mağduriyetine ilişkin
açıklaması
RAMAZAN
KERİM ÖZKAN (Burdur) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tarım
işletmeleri bugünlerde hasada başlamaktadır ancak burada biçerdövercilerin
sorunları vardır. Kira sözleşmesiyle ihaleye girmek isteyen biçerdöver
sahiplerini ihaleye almama gibi bir durum söz konusudur. Bakanlık
yetkililerini, eşitlik ilkesine dayanarak ihaleye almalarını rica ediyorum,
bir.
İkincisi,
Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuşların özlük haklarında büyük sorunlar
yaşanmaktadır. Bu sorunların çözülmesi için çözüm beklemektedirler.
Yine,
uzmanlıktan ayrılan, bazı sebeplerle uzmanlıktan ayrılan uzman çavuşlarımız
-bunlar kahramanca Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmışlardır- ancak Adalet
Bakanlığı infaz koruma memuru olarak değerlendirme yapmaktadır.
Belediyelerimiz, İçişleri Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, tüm
bakanlıklarımız bu gençlerimize iş vermemektedir. Bunların bir mağduriyeti söz
konusudur. Bu konuda Hükûmeti uyarıyor, bu uzman çavuşlarımıza sahip çıkmasını
rica ediyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Özkan.
Sayın
Aygün...
4.- Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün, Kocaeli’de pankart açan 2 vatandaşın uzun tutukluluk sürelerinin
vicdani ve hukuki olmadığına ve özel yetkili mahkemelerin tutumlarına ilişkin
açıklaması
HÜSEYİN
AYGÜN (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Altı
ay evvel Kocaeli’nde bir avukatlık bürosuna “Kürecik’te radar üssüne hayır”
pankartı yazdıkları için gözaltına alınan ve beş buçuk aydır tutuklanan
öğretmen Meral Dönmez, öğrenci Gülşah Işıklı’nın duruşması 30 Temmuza
ertelendi. Anladığımız kadarıyla özel yetkili mahkemeler sadece AKP’yi, onun
politikalarını, kurmaya çalıştığı rejimi değil, aynı zamanda Amerika Birleşik
Devletlerini de savunuyorlar, bu yönde içtihatlar üretiyorlar. Zira sadece
“Yasal bir pankart açtı.” diye bir öğretmen ve öğrenciyi 30 Temmuz tarihi
itibarıyla dokuz ay tutuklu tutmak vicdani ve hukuki ölçülerle bağdaşmaz.
Öte
yandan, 1 Mayıs kutlamalarını yasal hâle getiren Hükûmetin, bununla övünen
Hükûmetin, dün tam 100 kişinin, Erzincan’dan Eskişehir’e, İstanbul’dan
Antakya’ya, Ankara özel yetkili savcısı talimatıyla gözaltına aldırması da
kabul edilemez. Bu bakımdan, Hükûmetin ve özel yetkili mahkemelerin bu şiddet
politikalarını protesto ediyorum.
Saygılar.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Aygün.
Sayın
Işık...
5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın,
astsubayların sorunlarına ve Hükûmetin bu sorunlara duyarlı olması gerektiğine
ilişkin açıklaması
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bilindiği
gibi Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir kesimini oluşturan ve zor
şartlarda görev yapan astsubayların içinde bulunduğu ve zaman zaman medyaya da
yansıyan sorunları, on yıllık AKP İktidarı döneminde çözülemediği gibi son
zamanlarda bu sorunlara yenileri eklenmiştir. Bu sorunların çözümü konusunda
hiçbir girişimde bulunmayan Hükûmet, son dönemde sessizce kurmay subayların
maaşlarına yaptığı zamdan astsubayları yararlandırmadığı gibi, üniversite
mezunu olduğu hâlde 1’inci derecenin 4’üncü kademesinden emeklilik hakkı olan
bu kesime maalesef bu hakkı vermemekte ısrar etmektedir. Hükûmeti astsubayların
sorunlarının çözümüne karşı duyarlı olmaya ve bu sorunların çözümü için bir an
önce gerekli düzenlemeleri yapmaya davet ediyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın
Fırat…
6.- Adıyaman Milletvekili Salih
Fırat’ın, tutuklu bulunan 8 milletvekiliyle ilgili yasal düzenlemelerin yapılıp
millet iradesine saygı gösterilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
SALİH
FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son
on yıldır sürekli Hükûmetin ve Başbakanın dilinden “milletin iradesi” kelimesi
düşmez. Ancak ne yazık ki on bir aydır milletin iradesiyle, milletin oylarıyla
seçilen 8 tane milletvekilimiz cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır. Bununla
ilgili yapılmak istenen yasal düzenlemeler yapılırken de bu yasal düzenlemeden
dolayı bazı insanların bundan yararlanacağı korkusu mevcuttur. Türkiye’de
yasalar çıkarılırken halkın tamamı düşünülmelidir, yasalar bireylere göre
çıkarılmaz, korkularla yasa çıkarılmaz. O yüzden korkmadan, düşünmeden direkt
olarak Türkiye'de Terörle Mücadele Yasası, CMK’nın 250’nci maddesi, Anayasa
hızla değiştirilip bu millî iradenin tutukluluğuna son verilmesi gerekir.
Korkuyla bir yere varılmaz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Fırat.
Sayın
Tuncel…
7.- İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel’in, Antalya Çıralı’da yapılan yıkımların durdurulması gerektiğine
ilişkin açıklaması
SEBAHAT
TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye,
yeni anayasa tartışmaları yaptığı bir sırada aslında çok ciddi antidemokratik
uygulamalara adım atmaktadır. Bir yandan demokrasi konusunda yaşanan krizler,
ekoloji konusunda, yine eşitlik ve kadın özgürlüğü konusunda yaşanan sıkıntılar
ortada. Böyle bir ortamda nasıl yeni anayasa yapılacağı tartışması doğrusu
Türkiye kamuoyunun takdirine bırakılmış durumda. Özellikle ekolojik yaklaşım
ciddi bir sorun. Bu Parlamentoda 2/B yasası çıkartıldı ve orman arazileri
üzerinden yeni rant alanları açıldı. Bunun ilk uygulamasını Antalya’da gördük.
Antalya Çıralı’da yıkımlar yapılmaya başlandı ve orada orman arazilerine ev
yaptıkları için pansiyonlar yıkılıyor. Bu ciddi bir sorun ve AKP Hükûmetinin
derhâl bu yaklaşıma son vermesi gerektiğini, çevre örgütleriyle birlikte ekolojik
bir perspektifle bu olaya yaklaşması gerektiğini, “Ben yaparım.” dediğinde
yapmasının Türkiye toplumuna büyük zarar verdiğini bir kez daha hatırlatmak
istiyoruz ve özellikle Antalya Çıralı’da yapılan yıkımların durdurulması
gerektiğini burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Diğer
bir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tuncel.
Sayın
Eyidoğan.
8.- İstanbul Milletvekili Haluk
Eyidoğan’ın, Van’da TOKİ tarafından kaç konut yapılacağını ve bir inşaat
firmasının Van’da yapacağını belirttiği yapıları yapıp yapmadığını öğrenmek
istediğine ilişkin açıklaması
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanımız Erdoğan Bayraktar’ı burada görmüşken kendisine birkaç soru tevdi
edeyim.
Van’daki
TOKİ tarafından yapılacak konut sayısı en son nedir? Ve yakın zamanda okulların
kapanmasıyla Van’a dönmek durumunda kalacak kişiler düşünüldüğünde ne zaman bu
konutlar bitecektir?
Ayrıca,
Van depreminden hemen sonra 19 TV kanalında gerçekleşen ortak canlı yayında
düzenlenen yardım kampanyasında 65 milyon TL yardım toplanmıştır. Bu yayınlarda
bir inşaat firması Van’da 35 milyon TL yerine 500 daire yapacağını
belirtmiştir. Bu yapılar Van’da yapılmakta mıdır?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Eyidoğan.
Son
olarak Sayın Uzunırmak.
9.- Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın, şike soruşturması nedeniyle futbolda bir kaos yaşandığına ve
Süper Lig’e çıkan Elâzığspor’u ve İkinci Lig’e çıkan Nazilli Belediyespor’u
kutladığına ilişkin açıklaması
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Futbolumuzda
şike soruşturması zamanında ve etkin bir şekilde seçim sonuçları ve birtakım
mülahazalarla geciktirildiği için bir kaos yaşanmaktadır. Bütün bu kaosa
rağmen, emeğinin hakkıyla mücadele eden takımlar olmuştur.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak Süper Lig’e çıkan Elâzığspor’u başarılarından
dolayı kutluyoruz ve tabii ki Nazilli Belediyespor’umuz da üçüncü ligden -kendi
seçim bölgemde- İkinci Lig’e çıkmıştır, başarılarından dolayı onları da
kutluyoruz. İnşallah, bu kaos çözülür ve Türk sporu sağlıklı bir yapıya
kavuşur. Bugünlerin de geçici olduğunu ve spora olan ilgimizin devam etmesi
gerektiği kanaatini paylaşıyorum. Bütün şampiyon olacak takımlarımıza da
şimdiden başarılar diliyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Uzunırmak.
Şimdi,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk
ve 24 milletvekilinin, yerel basının sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/271)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Yerel
basın, bölgenin ve bölgede yaşayanların her türlü sorununu ve bu sorunların
karşısında üretilebilecek çözüm önerilerini gündeme getiren, tartışan, yerel
yönetimle merkezi yönetim arasında köprü işlevi gören, halkın gözü kulağı
olduğu kadar yerel yönetimin dili de olabilen bir işleyişle kişilerin
küreselleşme girdabından biraz olsun alıkoymaktadır. Aslında yerel basın bir
yönüyle ülke basınına malzeme sağlamakta, onları uyarıcı görevler görmekte,
onlara yardımcı olmaktadır.
Türkiye
gibi büyük bir ülkede yerel basın güç bulamamış, Cumhuriyetin ilk yıllarında
önem kazandığı halde, daha sonraki yıllarda bu gücünü kaybetmiştir. Bunun
birden fazla nedeni bulunmaktadır. Bunların hemen hemen tamamı ekonomik bir
kökene dayanmaktadır.
Türkiye'de
yayımlanan gazetelerin genel anlamda tirajlarına bakacak olursak, yayımlanan
yerel gazetelerin tahmini sayısı 1700'e yakındır. Bölgesel ve yerel günlük
gazetelerin toplam tirajlarının 300.000'i aştığı ileri sürülmektedir. Ancak
bazı çevreler, yerel gazeteler tarafından, resmî makamlara bildirilen tiraj
sayılarının gerçekleri yansıtmadığını, bu sayıların resmî ilan alma kaygısıyla
abartılı gösterildiğini söylemektedirler.
Ancak
buna rağmen bu tiraj Avrupa'nın en gelişmiş ülkesi olan, nüfusu 80 milyonu
bulan Almanya'nın yerel gazeteleriyle karşılaştırıldığında ortaya büyük fark
çıkmaktadır. Almanya genelinde 414 yayınevi tarafından 1617 gazete
basılmaktadır. Bu gazetelerin toplam tirajı 30 milyon adettir. Bunlardan 20
milyon adedi yerel gazetelerin tirajını oluşturmaktadır.
Yerel
Basının sorunlarını başlıklar halinde sıralarsak:
1-
Gazete Sahibi Olma Kriterleri
2-
Sektörel Kredi ve Hammadde Teşviki
3-
Resmî İlan Alımı (Basın İlan Kurumu Kriterleri)
4-
İstihdam (Yüksek SGK ve Vergi Yükü)
5-
Yüksek Maliyet (Grafik, Tasarım, Kira,
Kâğıt, Matbaa Baskısı vb.)
6-
Ulaşım
7-
Dağıtım
8- Yaygın yayın yapan (Ulusal) sermaye grubu
gazeteler ile rekabet
9-
Tanıtım
10-
Ajans Haberlerinden yararlanabilmedir.
Gazete
okuma oranının düşük olması, halkın isteklerine cevap verilmemesi, yetersiz
tirajlar, teknolojilerden akılcı bir biçimde yararlanılamaması, satışı
arttırmak için içerik iyileştirmesi yerine magazin haberlerinden ve promosyon
kampanyalarından medet umulması, günümüzde yerel basının gelişmesini,
iyileşmesini önleyen temel etkenlerdir. Buna devlet kurum ve kuruluşlarının
yerel basına yönelik ilgi eksikliği eklenince, yerel basın yıllardır, kendisine
değer verilmeyen, ciddiye alınmayan, sorunlarına çözüm üretilmeyen bir konumda
kalmıştır.
Haber
toplamak, haberi basmak ve bu basılan haberleri kitleye duyurabilmek için
oluşmuş gazeteler ayakta kalabilmek için yeterli maddi güce ihtiyaç
duymaktadır. Bugün Türkiye'de ulusal çapta yayın yapan gazeteler için ekonomik
sorunlar yerel basına nazaran pek kendisini hissettirmemektedir. Ancak,
Atatürk'ün "Fazilet Adaları" olarak nitelendirdiği yerel basınımız
için sorunların başında ekonomik sıkıntılar gelmektedir. Maddi sıkıntı
içerisinde olan gazeteler diğer konularda da sıkıntı çekmeye başlayacaktır.
Maddi sıkıntı çeken gazete, tecrübeli ve eğitimli eleman çalıştıramayacak, bu
da gazetenin içerik olarak kalitesizleşmesine neden olacaktır.
Bugün
ekonomik sıkıntı içerisinde olan yerel gazete sahiplerinin en önemli şikâyetleri:
resmî ilan pastasından yeterince pay alamamak, ticari ilan ve reklam
yetersizliği, gazetenin ham maddesi olan kağıdı temin etme zorluğu, tiraj
sorunu ve devletin yerel gazeteleri yeteri kadar desteklemediğidir.
Yerel
basının sadece ekonomik ve sosyal sorunları değil, etik ve özgürlük açısından
da yaygın basına göre çok daha vahim bir durumda olduğu bir gerçektir.
İlki
1935'de, ikincisi 1975'de, üçüncüsü 1995'de, dördüncüsü 2003'de yapılan ve
yerel basının sorunlarının da tartışılması imkânını veren Kurultay isimli
toplantıların hemen hemen hepsinde bu sıkıntıların çoğu gazeteciler tarafından
dile getirilmiştir. Bu sıkıntılar hakkında çözüm önerileri sunulmuştur. Fakat
yerel basının gelişimini sağlayıcı, sağlıklı adımlar atılamamış ve yerel basın hep
bu sıkıntılardan şikâyetçi olmuştur. Senelerden beri bu kemikleşmiş sıkıntı
içerisinde olan yerel gazetelerin kimisi kapanmış, kimisi zor ayakta durmaya
çalışmış, kimisi de tüm bu sorunların içerisinden kendi çabalarıyla çıkmış ve
yayın hayatını sağlıklı bir şekilde yürütmüştür.
Yerel
basının gelişmiş olması ve güçlenmesi, yerel iletişimi arttırmakta, bu iletişim
yerel yönetimi etkilemekte, bu da yerel demokrasinin, yerel demokratik
yönetimin güçlenmesine ve halk tarafından benimsenmesine yardımcı olmaktadır.
Bu sebeplerle yerel basının sorunlarının çözümü için Anayasanın 98. maddesi ve
İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırma komisyonu
kurulmasını saygıyla arz ve talep ederiz.
1)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2)
Osman Oktay Ekşi (İstanbul)
3)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
4)
Mahmut Tanal (İstanbul)
5)
Ali Serindağ (Gaziantep)
6)
Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
7)
Refik Eryılmaz (Hatay)
8)
Ali Haydar Öner (Isparta)
9)
Gürkut Acar (Antalya)
10)
Sena Kaleli (Bursa)
11)
İlhan Demiröz (Bursa)
12)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
13)
Sinan Aydın Aygün (Ankara)
14)
Mevlüt Dudu (Hatay)
15)
Haluk Eyidoğan (İstanbul)
16)
Nurettin Demir (Muğla)
17)
Ümit Özgümüş (Adana)
18)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
19)
İdris Yıldız (Ordu)
20)
Ali Özgündüz (İstanbul)
21)
Erdal Aksünger (İzmir)
22)
İhsan Özkes (İstanbul)
23
) Ali Demirçalı (Adana)
24)
Hasan Akgöl (Hatay)
25)
Melda Onur (İstanbul)
2.- Iğdır Milletvekili Sinan Oğan ve 19
milletvekilinin, Türkiye sınırından 16 km uzaklıkta bulunan Metsamor Nükleer
Santralinin çevreye verdiği zararların ve bu santralin olası bir deprem
sonrasında ortaya çıkarabileceği risklerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/272)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ermenistan'da
Türkiye sınırından sadece 16 km uzaklıkta olan ve ülkemizin doğu ve güneydoğu
Anadolu bölgelerini, başta da Iğdır, Kars, Ardahan ve Ağrı illerini tehdit eden
Metsamor Nükleer Santrali'nin çevreye verdiği zararları araştırmak için
Anayasamızın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma
Komisyonu kurulması hususunda gereğini arz ederiz.
Gerekçe:
Teknolojide
ileri noktaya erişmiş Japonya'nın Fukuşima şehrinde meydana gelen depremde
Fukuşima Nükleer Santrali'nin ciddi bir şekilde zarar görmesi gözleri yeniden
Nükleer santrallerin güvenliğine çevirmiştir. Van ilimizde yaşanan deprem
sonrasında ise deprem tehlikesinin Doğu Anadolu bölgemiz için yeniden her an
yaşayacağımız bir tehlike olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Metsamor
Nükleer Santrali Ermenistan'ın Metsamor şehrinde 1976 yılında faaliyete
açılmıştır. Bu santral Türkiye sınırından sadece 16 km uzaklıktadır. Santral
bugün Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, Avrupa Konseyi ve diğer uluslararası
kuruluşlar tarafından dünyanın en tehlikeli santrali olarak belirtilmektedir.
Santral
9 şiddetinde depremlerin her an yaşanabileceği bir yerde kurulmuştur. Aynı
bölgede 1988 yılında bir deprem yaşanmış ve yaklaşık 25 bin kişi hayatını
kaybetmiştir. Bu depremde santral ciddi bir şekilde hasar gördü ve 3 ay boyunca
santralden radyasyon sızıntısı yaşandı. Santral 6 yıl kapalı kaldıktan sonra
yeniden açıldı.
1986
yılında yaşanan kaza ile Sovyetler Birliği'nde yaklaşık 40 bin kişinin ölümüne,
binlerce kişinin sakat kalmasına ve milyarlarca Dolarlık ekonomik kayba sebep
olan Çernobil Nükleer Santrali'nden bile daha eski teknolojiye sahip olan ve
ondan daha tehlikeli olan bu santralin bir an önce kapatılması gerekmektedir.
Santralin
1988 yılında deprem ile yaşadığı kaza neticesinde 3 ay boyunca çevreye
radyasyon sızıntısı yaşanmıştır. Bu sızıntı ile aradan geçen süre zarfında
bölgede yaşayan insanlarımız kanser olmuş, sakat doğumlar artmış ve bugün
bölgede bu sorunlar artarak devam etmektedir.
Van
depreminden bir hafta önce bu bölgede iki orta şiddette deprem meydana
gelmiştir. Bu bölgede 7 ve üzerinde olası bir depremde Metsamor Nükleer
Santrali ciddi bir şekilde zarar görebilir. Bunun neticesinde de başta Iğdır,
Kars, Ardahan, Ağrı ve diğer şehirlerimiz olmak üzere tüm bölgeyi etkileyecek
bu santralin bir an önce kapatılması gerekmektedir.
Bu
santralin olası bir deprem sonrasında ortaya çıkarabileceği riskleri ve 1988
yılında yaşanan deprem sonrasında yaşanan depremin bölgeye verdiği zararların
tespiti için bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması zarureti mevcuttur.
1)
Sinan Oğan (Iğdır)
2)
Oktay Vural (İzmir)
3)
Sadir Durmaz (Yozgat)
4)
Lütfü Türkkan (Kocaeli)
5)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
6)
S. Nevzat Korkmaz (Isparta)
7)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
8)
Oktay Öztürk (Erzurum)
9)
Alim Işık (Kütahya)
10)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
11)
D. Ali Torlak (İstanbul)
12)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
13)
Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
14)
Enver Erdem (Elâzığ)
15)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
16)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
17)
Ali Öz (Mersin)
18)
Sümer Oral (Manisa)
19)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
20)
Celal Adan (İstanbul)
3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve
24 milletvekilinin, ülkemizdeki KOBİ'ler ile küçük esnaf ve sanatkârların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/273)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
"Ülkemizdeki
KOBİ'ler ile küçük esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınacak
önlemlerin belirlenmesi" amacıyla Anayasamızın 98'inci, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
01.11.2011
Gerekçe:
Ülkemizde
sık sık yaşanan ekonomik krizler ve doğal afetlerin de etkisiyle toplumun her
kesiminde olduğu gibi, 250 kişiden daha az çalışanı bulunan Küçük ve Orta
Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ'ler) ile küçük esnaf ve sanatkâr kesiminde de çok
ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Son dönemde ortaya çıkan çeşitli sorunlar
nedeniyle bu kesimlerde faaliyet gösteren birçok insanımız işyerini kapatmak
zorunda kalmış, çok sayıda insanımız da borcunu zamanında ödeyemediği veya
alacağını zamanında tahsil edemediği için ağır ekonomik sıkıntılarla yüz yüze
gelmiştir.
Ülkemizi
dokuz yılı aşkın bir süredir tek başına yöneten AKP İktidarının uyguladığı
yanlış politikalar nedeniyle günümüzde, birçok ilde icralık dosya sayılarının
aşırı derecede artması nedeniyle yeni icra müdürlükleri kurulmuş, ancak aynı
derecede yeni istihdam alanları oluşturulamamıştır.
Ülkemizde
birçok işyerlerinin kapanması ve aynı ölçüde yeni işyerinin açılamaması
nedeniyle istidam alanlarının daralması yaşanan istihdam sorunlarının daha da
büyümesine yol açmaktadır.
Ülkemiz
genelinde üretim yapılan sanayi işletmelerinin çok büyük bir bölümünü
oluşturan, ekonomide ve istihdamda önemli bir yere sahip olan KOBİ'ler birçok
konuda, içinden çıkamadıkları ve giderek artan sorunlarla karşı karşıyadırlar.
Birçok sanayi sitesinde yollar, trafik işaret ve sinyalizasyon altyapısı
hizmetleri tamamlanamamıştır.
Küçük
esnaf ve sanatkârın KOBİ tanımı içinde değerlendirilmesine ve perakendecilik
sektöründeki haksız rekabetin önlenmesine yönelik yasal düzenlemeler henüz
yapılamamış, KOSGEB desteklerinden yararlanan işletmelerin sayısı ve destek
tutarları beklenen düzeyde artırılamamıştır.
Birçok
KOBİ sahibi ve küçük esnafımız; yaptığı işin özellikleri, hesap tutma, vergi,
satış ve pazarlama, satış sonrası hizmetler, dış ticaret vb. konularda yeterli
bilgi sahibi olmadıkları için birçok istismara maruz kalmaktadır.
Ülkemizde
sık sık tekrarlanan ekonomik krizler sonucunda piyasalardaki para dolaşımının
kısılması nedeniyle birçok esnafımız iş bırakmış veya kepenk kapatmak zorunda
kalmıştır. Nitekim son iki yılda 85 bine yakın esnaf işyerini terk etmiş ve
kapanan işyeri sayısı yüzde 50'ye yakın artmıştır.
Günümüzde;
ülkemizin hemen hemen tüm illerinde cadde ve sokaklarda içi boş dükkân
sayılarının arttığı, esnaflarımızın sattıkları malların yerine yenilerini
koyamadıkları, KOBİ'lerin ve esnafların sorunlarını hükümete aktaracak meslek
odaları veya sivil toplum kuruluşlarının hükümetin baskısı altında olmaları
nedeniyle yeterince etkili olamadıkları, esnaflarımızın yeterli düzeyde satış
yapamadıkları veya dükkânlarını siftahsız kapatmak zorunda kaldıkları,
taksitlendirmek zorunda kaldıkları, vergilerini zamanında ödeyemedikleri,
yıllardır her ay aksatmadan düzenli olarak ödedikleri BAĞKUR veya SGK
primlerini son 3 yıldır ödeyemez hale geldikleri, aylık olarak yatması gereken
prim borçlarını yatıramadıkları için sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları,
kendileri ya da bakmakla sorumlu oldukları aile bireyleri hastalandıklarında
doktora gidemedikleri ve ilaçlarını alamadıkları, SSK'dan emekli olup da
esnaflık yapanlardan kesilen önemli miktardaki Sosyal Güvenlik destek primi
kesintilerinin adil bir uygulama olmadığı ve bundan dolayı birçok esnafımızın
mağdur olduğu, bu durumdan haberi olmayan veya sonradan haberi olanların ise
birikmiş borçların altından kalkamadıkları, işyerlerinin günlük zorunlu
harcamalarını bile karşılayamaz hale geldikleri, birçok esnafımızın işyerini
satsa bile borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğu vb. yönündeki iddialar
ülkemizin çok önemli gerçekleri haline gelmiştir.
Yukarıda
belirtilen nedenlerle ülkemizdeki KOBİ'ler ile küçük esnaf ve sanatkârların
içinde bulundukları sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırmasının açılmasında yarar
görülmektedir.
1)
Alim Işık (Kütahya)
2)
Oktay Vural (İzmir)
3)
Celal Adan (İstanbul)
4)
Koray Aydın (Trabzon)
5)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
6)
Durmuşali Torlak (İstanbul)
7)
Mehmet Şandır (Mersin)
8)
Yıldırım Tuğrul Türkeş (Ankara)
9)
Necati Özensoy (Bursa)
10)
Muharrem Varlı (Adana)
11)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
12)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
13)
Reşat Doğru (Tokat)
14)
Ali Öz (Mersin)
15)
Enver Erdem (Elazığ)
16)
Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
17)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
18)
Lütfü Türkkan (Kocaeli)
19)
Sadir Durmaz (Yozgat)
20)
Emin Çınar (Kastamonu)
21)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
22)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
23)
Sinan Oğan (Iğdır)
24)
Edip Semih Yalçın (Gaziantep)
25)
Zühal Topcu (Ankara)
BAŞKAN
– Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- CHP Grubunun, 7/5/2012 tarihinde
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve arkadaşlarının Devlet Tiyatroları ve
tiyatro sanatçılarının sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının bulunması
amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 9/5/2012
Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi
09.05.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 09.05.2012 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Ankara
Milletvekili Aylin Nazlıaka ve arkadaşları tarafından 07.05.2012 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına “Devlet tiyatroları ve tiyatro
sanatçılarının sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının bulunması
amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, (398 sıra nolu) Genel
Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
09.05.2012 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN
– Önerinin lehine, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka… (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun
Sayın Nazlıaka.
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet
tiyatrolarının yaşadığı sorunların saptanması, sanatçıların sorunlarının araştırılması,
devlet tiyatrolarının dünyadaki örnekleriyle kıyaslanması konusunda vermiş
olduğumuz araştırma önergesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum.
Cumhuriyetin
en önemli kazanımlarından biri olan devlet tiyatroları, altmış üç yıllık
geçmişi ile “tiyatronun yaygınlaşması, daha fazla izleyiciye ulaşması, genç
yazarların teşvik edilmesi, klasik eserlerin, akademik tiyatronun
desteklenmesi” gibi konularda çok değerli hizmetler vermiştir. On iki ilde var
olan kadrosu, yaklaşık altmış sahnesiyle cumhuriyet Türkiyesi’nin de kültürel
hafızasıdır devlet tiyatroları.
Son
yıllarda, maalesef, iktidar, devlet tiyatrolarına yönelik olarak da, genel
anlamda sanata yönelik olarak da son derece eleştirel bir söylem
geliştirmiştir. İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Şehir
Tiyatrolarının Sanat Yönetmeliği’nin değişmesiyle başlayan, daha sonra da
devlet tiyatrolarının özelleştirileceğinin deklare edildiği söylemleri
sanatçılar ve sanatseverler tarafından son derece kaygı verici olarak
değerlendirilmiştir.
Sayın
Başbakan maalesef sanatçıyı ve sanatı yok saymakta ve hedef aldığı herkese
yaptığı gibi bu kesimi de itibarsızlaştırmaya, bir nevi değersizleştirmeye
çalışmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, maalesef Sayın Başbakan sanatla ilgili birçok konuda doğruları
söylemiyor. Ben şimdi size bunları tek tek aktarmaya çalışacağım. Örneğin,
Sayın Başbakan sanatçıların milleti aşağıladığını söylüyor. Şimdi sorarım size:
Bu sanatçılar ki Anadolu’nun dört bir yanına gidiyorlar, bu sanatçılar ki
gittikleri yerlerde eğer bir tiyatro sahnesi yoksa düğün salonlarında, düğün
salonu yoksa köy meydanlarında, eğer uygun bir ortam yoksa bir kır kahvesinde
bile eserlerini icra etmeye çalışıyorlar. Bu kişiler mi kibirli, bu kişiler mi
milleti aşağılıyor? Sayın Başbakan maalesef sanatçıların emeklerini yok
saymakta ve onları kırıp dökmekte. Sayın Başbakan gene sanatçıları “despot
aydınlar” olarak tanımlamakta fakat kendisi despotça davranmakta.
Hükûmetin
sanatla ilgili konularda karar alırken muhataplarına “Sen kimsin? Siz kimsiniz?”
diye sesleniyor olması, sadece ve sadece otoriter rejimlerde görülebilecek bir
davranış biçimidir değerli arkadaşlar. Ben de buradan Sayın Başbakana sormak
istiyorum: Sanatçılar önce insan, sonra da sanatçı. Peki siz kimsiniz Sayın
Başbakan?
“Doğrular
söylenmiyor.” demiştim. Bir başka söylem de şöyle: “Gelişmiş ülkelerde devlet
eliyle tiyatro olmaz.” deniliyormuş. Şimdi ben bu konuyu hakikaten araştırdım,
merak ettim, birtakım sivil toplum örgütleriyle görüştüm, sanatçılarla bir
araya geldim, bazı kitaplar edindim, bu kitapları okudum ve birazdan size
sayacağım ülkelerde sanatın ve tiyatronun devlet eliyle desteklendiğini
açıklayacağım. Bu ülkelerin gelişmiş ülkeler olup olmadığının takdirini sizlere
bırakıyorum.
Almanya,
Fransa, İngiltere, Rusya, İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya, İtalya, Portekiz,
Çin, Japonya… Liste daha uzayıp gidiyor ama herhâlde dünyanın en güçlü on
ekonomisini saydığımız için çok da devam etmeye gerek yok diye düşünüyorum.
Ha,
eğer Sayın Başbakan bu ülkelerin gelişmiş ülke olduğunu bilmiyorsa o zaman bunu
anlatma görevini de sizlere veriyoruz, bu sorumluluğu sizlere veriyoruz değerli
milletvekilleri.
Avrupa’nın
kasaba ölçekli kentlerinde dahi opera, tiyatro ve bale salonlarına
rastlanmaktadır ki bu da aslında sanatın devlet eliyle desteklenmekte olduğunun
çok önemli bir göstergesidir.
Sanata
devlet desteği Avrupa’da daha çok kurumsal yapılar üzerinden yürümektedir.
Örneğin İngiltere’de devlet, sanatı desteklemek için bir kurum kurmuştur fakat
bu kuruma asla ve asla müdahale etmemektedir.
Yine,
Sayın Başbakanın yeni döndüğü İtalya’da devlet sanata ilişkin tüm mali
giderlerin yarısını karşılamaktadır.
İkinci
Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da her yer yıkık dökükken ilk yapılan binalar
tiyatro ve konser salonları olmuştur değerli arkadaşlar.
Yine,
neoliberal politikaların en vahşi uygulayıcısını yani Margaret Thatcher
dönemini hatırlayın, o dönemde hemen hemen her şeyi özelleştirmiştir fakat
Margaret Thatcher tiyatrolara dokunmamıştır. Hatta ve hatta o dönemde
tiyatroların bütçesi yükseltilmiş, aksine, devlet desteği artırılmıştır.
Yani
özetle, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde sanata ve sanatçıya destek vardır.
Yine,
Sayın Başbakan “Tiyatroları özelleştireceğim. İstediğiniz oyunlara sponsor
oluruz. Buyurun, işte özgürlük!” diyerek âdeta sanatla ve sanatçıyla da dalga
geçmektedir.
Bir
başka söyleminde ise “Hem belediyeden maaş alacaksın hem de yönetime istediğin
gibi verip veriştireceksin.” demektedir Sayın Başbakan.
Buradan
size hatırlatmak istiyorum değerli arkadaşlar: Sanat eleştireldir. Sanat
topluma ayna tutar. Ha, eğer Sayın Başbakan o aynadaki görüntüden memnun
değilse o zaman kendisini değiştirsin, aynayı kırıp dökmesine hiç gerek yok,
buradan bunu da sizlere iletmiş olayım değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın
Başbakan sanatçılara “Hem tiyatrodan maaş alacaksın hem dizide oynayıp para
alacaksın, nemalanacaksın.” diyor. Bu da son derece yanlış bir söylemdir.
Bir
kere kanun -kanunu araştırdım- kesinlikle sanatçıların dizilerde oynamasını
engellemiyor, asli görevlerini aksatmadıkları sürece dizilerde
oynayabiliyorlar. Ancak sanatçılar dizilerde oynadığı için herhangi bir yerde
bir perdenin açılmadığına dair bir örnek verebilir misiniz bana? Ben size
söyleyeyim: Böyle bir örnek yok değerli arkadaşlar. Maalesef bu da doğru
olmayan bir söylemdir çünkü sanatçı için sahnesi onurudur, namusudur ve her
zaman perde zamanında açılır; bu bir düsturdur.
Yine
Başbakan “Bunlar sanatı sanat için yaparlar, toplum için değil.” diyerek yüz
yıl önceki tartışmaya girmiştir maalesef. Bu tartışmanın mecrası hiç şüphesiz
siyaset arenası değildir. Sayın Başbakana şunu da söylemek lazım: Lütfen
popülist politikalarla sanat dünyasını maniple etmeye çalışmayın. Sanatçılara
“yarım porsiyon aydın” yakıştırması yaparak onları aşağılamaya çalışmayın.
“Yarım porsiyon aydın” tanımı Başbakanın sözlerinden kuvvet alıp yüzeysel,
popülist sanat tartışması yapanlara yakışmaktadır ancak.
Devlet
tiyatroları ülkemizde tiyatronun omurgasını oluşturmaktadır. Eğer devlet
tiyatrolarını yok ederseniz halka klasikler ulaştırılamaz, büyük Anadolu
turneleri yapılamaz. Gene devlet tiyatrolarının yok olması aslında özel
tiyatroların da yok olması anlamına gelmektedir çünkü devlet tiyatrolarında bir
izleyici kitlesi oluşur ve o daha sonrasında özel tiyatrolara gider.
Dolayısıyla tiyatrolarına, sanatına sahip çıkmayan, sanatçılara “ideolojik
aktörler” diyerek aşağılamaya çalışan zihniyet insanların kendisinden farklı
düşünmesine tahammül edememektedir. Sanatı baskı altında tutan, sanatçısını yok
sayan, tiyatrolarını yok etmeye çalışan, sanatı “terörün iş birlikçisi” olarak
tanımlayan, sanatçının ekmeğini yok sayıp “ucube” demekten çekinmeyen, sanata
tüküren İktidar tüm varlığını, eleştireni yok etmek üzerine kurmuştur.
Değerli
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi sanatın ve sanatçının özgürlüğünün ve
özerkliğinin yanındadır. Sanat teslim olmaz, sanatçı asla teslim olmaz. Tiyatro
ile izleyicisi arasına asla giremeyeceksiniz. Hatırlayın, Muhsin Ertuğrul
Sahnesi önünde toplanan kalabalık sizlere nasıl bağırmıştı “Tiyatroma dokunma!”
diye. Aslında, bu çığlık, baskıcı iktidarın sanat karşısındaki yenilgisinin ilk
sesiydi, bunun devamı gelecek değerli arkadaşlar.
Onun
için, ben, vermiş olduğumuz araştırma önergesi konusunda lehte oy vereceğinizi
umut ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Nazlıaka.
Önerinin
aleyhinde Sakarya Milletvekili Ayşenur İslam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın İslam.
AYŞENUR
İSLAM (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet tiyatrolarının
yaşadığı sorunların araştırılması hakkında Meclis araştırması açılmasının
aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde,
cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren sanat devlet himayesine alınmış ve
kültür politikalarının itici gücü kabul edilmiştir. Bu durum, yeni bir devletin
inşası aşamasında sınai ve ticari alanlardaki gibi bir mecburiyetten olduğu
kadar, devletin bir kültür, sanat politikası yaratmak amacından da
kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla 1930’lu yıllardan bu yana, ülkemizde kültür ve
sanat etkinlikleri devlet eliyle gerçekleştirilmekte, Kültür ve Turizm Bakanlığının
ve yerel yönetimlerin bünyesinde kurulan bazı sanat kurumları aracılığıyla da
ağırlıklı olarak topluma sunulmaktadır.
Bugün
gelinen noktada, devlete bağlı kurumlar eliyle sanat etkinliği gerçekleştirmek
ihtiyaçtan fazla sanatçı istihdamı, memur sanatçıların randıman eksikliği,
rekabete açık olamamak, bürokratik hantallık, çağdaş sanatsal gelişmeleri takip
edememek gibi sebepler dolayısıyla son derece pahalı ve verimsiz bir hâle
gelmiştir. Oysa ekonomik gelişmişliğin yükselmesi ve sosyal hayatın canlanmasıyla
ülkemizde kültür ve sanat faaliyetlerine giderek daha çok ihtiyaç duyulmakta,
sanatsal faaliyet türleri çeşitlenmekte, bu faaliyetlerin belli merkezlerde
toplanmak yerine ülkenin bütününe yayılması beklenmekte, devletin en büyük
işveren olduğu kültür ve sanat alanında çalışmak isteyen çoğu eğitimli kişi ve
grupların sayısı da giderek artmaktadır.
Konuya
dünya ölçeğinde bakıldığında, sanat ve kültür sektörlerinin devlet himayesinden
çıkmakta olduğu, sanatsal yaratıcılık alanlarının gelişip çeşitlendiği açıkça
görülüyor. Bu çerçevede, dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde sorun, devletin
sanat kurumları açmak yerine özel sanat kurumlarını desteklemesi suretiyle
çözümlenmektedir. Bir önceki konuşmacının işaret ettiği gelişmiş Avrupa
ülkelerinde devletler sanat kurumu kurmazlar, devletler memur sanatçı istihdam
etmezler, devletler özel sanat girişimlerini, sivil sanat girişimlerini
desteklerler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ülkemizde
ise Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle belli ölçülerde destek sağlanan sinema
sektörü ve özel tiyatrolar aldıkları maddi yardımın çok üstünde sanatsal
faaliyetlerin üretilmesine ve topluma sunulmasına vesile olmaktadırlar. Bir
örnek vereyim sizlere: Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün 2011 yılı bütçesi,
gişe gelirleri hariç, 140 milyon liradır; 2011 yılı itibarıyla sahneleme sayısı
da yaklaşık 5.800’dür. Aynı yıl itibarıyla devlet tarafından 162 özel tiyatroya 3,5 milyon lira
destek verilmiştir. Destek alan özel bir tiyatronun sezon boyunca 25 temsil
vermesi gerektiğinden yaklaşık 4 bin temsile destek verilmiş olmaktadır. Şimdi
tekrar ediyorum bu rakamları arkadaşlar: Devlet kasasından Devlet
Tiyatrolarının 5.800 temsili için 140 milyon lira, özel tiyatroların 4 bin
temsili için 3,5 milyon lira çıkmaktadır. Özel tiyatroların temsillerinin
yarısının yapılmadığını düşünelim, yarısının istenen kalitede olmadığını
düşünelim, geriye kalan bin temsil için devletin kasasından 3,5 milyon lira
çıktığını düşünelim. Buna karşılık, Devlet Tiyatrolarının 5 bin temsili için
harcanan para yine 140 milyon liradır. Başka bir anlatımla söylersem, devlet
mekanizmasına konu olan sanatsal etkinliğin 5 katı için devlet yaklaşık 40 kat
para harcamaktadır.
İkinci
örneğim sinemadan. 2004 yılında çıkarılan 5224 sayılı Sinema Filmlerinin
Desteklenmesi Kanunu’yla devletin sinemaya olan desteği kurumsallaştırıldı
biliyorsunuz. Bu kapsamda devletin sinemaya olan desteği, on dört yıllık
dönemde yani 1990-2004 arasında yaklaşık 5 milyon 750 bin dolar. Bu rakam, son
yedi yılda yani 2004-2011 döneminde yaklaşık 108 milyon 500 bin dolar.
Arkadaşımızın devleti suçlarken kullandığı ifadelere geri dönersek “sanatı
sevmeyen, sanatçıyı sevmeyen, sanata hakaret eden, sanatçıya hakaret eden
devlet”, son yedi yılda, sinemaya olan desteğini tam 40 kat artırmış bulunmaktadır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Başka
bir rakam vereyim: 2002 yılında, yerli film sayısı 9. 2002 yılında yerli film
sayısı 9; 2011 yılında, yerli film sayısı 70 ve 2011 yılında, Türk sineması
“Fetih 1453” gibi 18 milyon dolar bütçeli filmler yapabilecek duruma gelmiş
durumda. Bunu, beğenmediğiniz Hükûmet yaptı arkadaşlar.
Devlet
Tiyatrolarının yapısına kısaca bir göz atmak istiyorum ilgili sorulara cevap
verebilmek için. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı kuruluş olan Devlet
Tiyatrolarında istihdam edilen sanatçılar, 1949 yılında çıkarılan kuruluş
kanununda “sanatkâr memurlar” olarak anılıyorlar, kanun böyle. Bu
arkadaşlarımız sanatkâr memurlar. Yaklaşık 1.300 civarında, Devlet
Tiyatrolarında sanatkâr memurumuz var. Bu memur sanatçılar başlangıçta sözleşmeyle
alınmışlar ama mevcut durumda memur gibi çalışıyorlar. Başlangıçta performansı
artırmak için, sanatçılar arasında rekabeti sağlayabilmek için birtakım
teşvikler ve primler konulmuş. Ancak bugün bu teşvik ve primler kazanılmış hak
durumunda ve herkese eşit derecede dağıtılıyor. Dolayısıyla, çalışanla
çalışmayan arasında bir fark yok. Benzerlerinin en iyisi olması gereken değerli
sanatçılar da sıradan bir memur muamelesi görüyor.
Özellikle
televizyon dizilerinin çoğalmasından sonra azımsanmayacak sayıdaki kaliteli
sanatçı, özel izinlerle televizyon sektörüne kaymış durumda. Biraz önceki
konuşmacı dedi ki: “Bu arkadaşlar televizyona kaydılar da bunların oraya
gitmesiyle açılmayan perde mi var?” Yok. Niye yok biliyor musunuz? Çünkü,
televizyon sektörüne kayan bu sanatçıların yerine Devlet Tiyatroları, proje
bazlı yeni sözleşmeler yaparak yeni sanatçılar alıyor. Yani hem televizyonda
oynayan sanatçının parasını veriyor hiçbir oyununda oynatmadığı hâlde hem de
onun yerine piyasadan sanatçı ikame ediyor, bir de ona maaş veriyor. Onun için
perdeler açık bugün. Yani sanatçı maliyeti 2 katına çıkarılmış durumda.
Dolayısıyla,
devlet bünyesindeki sanat kurumlarıyla milletin arasındaki bağ kopmuş durumda.
Repertuarların
nasıl yapıldığını biliyorsunuz. Sürem daraldı onun için kısaltarak konuşuyorum.
Halkın hiçbir şekilde katkısı yok, yerel aktörlerin katkısı yok, STK’ların
katkısı yok, izleyenlerin katkısı yok, hatta devletin katkısı yok. Biraz önce
sözünü ettiğimiz memur sanatçılar, repertuarı hazırlıyorlar, onun için de
izlenme sayıları sınırlı, gişe gelirleri düşük. Bazı devlet kurumlarının
izleyici sayıları, sahnede performans gösteren sanatçı sayılarından maalesef
daha düşük.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Sizler gitmiyorsunuz seyirci düşüyor!
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) – Bu yukarıda özetlenen, çok çok özetlenen durumlar dolayısıyla
devlete bağlı sanat kurumlarının ömrünün tamamlandığını açıkça görüyoruz.
Devletin
sanatın işvereni konumundan biran önce çıkması gerekiyor. Birçok gelişmiş
ülkede olduğu gibi, sanata ve sanatçıya ciddi destekler sağlayan, ancak memur
sanatçı ve kendisine doğrudan bağlı sanat kurumu istihdam etmeyen bir konuma
çekilmesi gerekiyor.
Devlete
bağlı sanat kurumlarının küçültülmesi, bunların yerine özel sektöre destek
verilmesi, bir kültür ve sanat sektörünün, ekonomisinin, endüstrisinin
oluşturulması, şimdiye kadar desteklenmeyen sanat dallarının kapsama alınması,
üstün yetenekli gençlerin desteklenerek dünya çapında sanatçılar
yetiştirilmesi, ülkenin tümünde sanat hayatının canlandırılması, sanat
sponsorluğunun teşvik edilmesi gibi konular bugün ilgili kurumlar ve devletin
ilgili birimleri tarafından çalışılıyor.
Bu
açıdan, arkadaşlarımızın Meclis araştırması açılması teklifinin aleyhinde oy
kullanacağımızı bildiriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın İslam.
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Sataşma nedeniyle söz alabilir miyim?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Nazlıaka, nedir?
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Sataşma nedeniyle söz alabilir miyim? Aynı zamanda bazı
yanlışlar da oldu. “Az önceki Sayın Hatip” diyerek bana kendisi birtakım suçlamalarda bulundu.
BAŞKAN
– Yanlış anlaşılmaları düzeltmek için…
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Evet, evet.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hakaret
yok.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – İleri sürmüş olduğu görüşten farklı şeyler çıkardı.
BAŞKAN
– Buyurun.
İki
dakika süre veriyorum Sayın Nazlıaka.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Aylin
Nazlıaka’nın, Sakarya Milletvekili Ayşenur İslam’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Öncelikle
Sayın Hatibe şunu hatırlatmak istiyorum: Sanıyorum kendisi çok fazla tiyatroya
gitmediği için tiyatroyla sinemayı karıştırdı. Bizim bugün konuştuğumuz
araştırma önergesi sinemayla ilgili değildi, tiyatroyla ilgiliydi.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Genel
kavram olarak söyledi.
AYLİN
NAZLIAKA (Devamla) – O yüzden yanlış
konuda konuştunuz; bu bir. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sanat
konusunda Hükûmetin ne yaptığını söylemeye çalışıyor.
AYLİN
NAZLIAKA (Devamla) – İkincisi, kendisi gene bütçeyle ilgili birtakım örnekler
verdi.
Kaçmayın
Sayın Hatip, daha size kitap hediye edeceğim çünkü gelişmiş ülkelerdeki
uygulamaları bilmiyorsunuz, bu kitabı okumanız lazım, size bunu hediye
edeceğim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Cevap verin hakaret etmeyin! Yapacağınız tek şey
bu zaten.
AYLİN
NAZLIAKA (Devamla) – İkinci konu: Bütçeyle ilgili Sayın Hatibin gene bir yorumu
oldu. Size söyleyeyim ayrılan bütçeyi:
Genel bütçemiz 350 milyar 948 milyon TL’dir, oysaki tiyatrolara ayrılan bütçe
sadece 147 milyon 714 bin TL’dir yani toplam bütçenin sadece on binde 4’ü, on
binde 4’ü. Bu mu batıyor size? Bu mu çok geliyor size? Yazıklar olsun diyorum.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hakaret
etmekten başka yapabileceğiniz hiçbir şey yok.
AYLİN
NAZLIAKA (Devamla) – Üçüncü konu: Gelişmiş ülkelerden bahsettiniz, dediğim gibi
bunun için, sanıyorum biraz kitap okumanız gerekiyor ya da saydığım ülkelerin
gelişmiş ülkeler olduğunun ayrımında değilsiniz maalesef.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O yüzden burada oturuyorsunuz devamlı!
AYLİN
NAZLIAKA (Devamla) – Bir de dediniz ki “Devletle sanatçı arasındaki bağ kopmuş
durumda.” Hayır, kopmuş durumda değil Sayın Hatip ama siz koparmaya
çalışıyorsunuz. Biz, buna asla ve asla izin vermeyeceğiz.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Bu mu sanatçı üslubu?
AYLİN
NAZLIAKA (Devamla) – Bir de sanatçıların iki işte çalışmasından,
randımanlarının düşük olmasından bahsettiniz. Ne kadar güzel bir konuya temas
ettiniz. E, sizin aranızda da iki işte çalışanlar var, üstelik milletvekili
olduğu hâlde televizyonlarda yorum yapanlar var. Onun için lütfen önce dönün
kendi çöplüğünüzü temizleyin. (CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Nazlıaka.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Bu mu sizin üslubunuz, “batıyor” ne demek?
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Çok kaba bir üslup… Hiçbir bayana yakışmaz!
AYŞENUR
İSLAM (Sakarya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Buyurunuz Sayın İslam.
AYŞENUR
İSLAM (Sakarya) – Düzeltme yapmak istiyorum.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hakaret var efendim.
BAŞKAN
– Ben onu dinliyorum Sayın Bahçekapılı, lütfen. Ben milletvekiline sordum, o
cevabını verecek, lütfen, size değil.
AYŞENUR
İSLAM (Sakarya) – 69’a göre düzeltme yapmak istiyorum.
BAŞKAN
- Buyurunuz efendim.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, düzgün bir dille konuşulsun.
BAŞKAN
– Bunu uyarmak gereğini görmüyorum çünkü buraya çıkan, kürsüye çıkan sayın
milletvekillerimizin düzgün bir Türkçeyle ve gerekli şekilde hitap edeceğine
inanıyorum. Başka türlüsünü düşünmek istemiyorum, tekrar bunu hatırlatmak
istemiyorum sayın milletvekillerine.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – İkaz etmek
lazım.
BAŞKAN
- Buyurunuz Sayın İslam.
2.- Sakarya Milletvekili Ayşenur
İslam’ın, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
AYŞENUR
İSLAM (Sakarya) – Kem söz sahibine aittir değerli arkadaşlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ben, her zaman her yerde konuştuğum gibi konuşmaya devam
edeceğim.
Değerli
arkadaşımız “Devletle sanatın irtibatı kopmuştur.” dediğimi söyledi, iyi
duyamamış “Milletle sanatın irtibatı kopmuştur.” dedim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Aynen böyle dediniz, tutanaklara bakın o zaman.
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) - Değerli arkadaşımız sinemaya ait örnekler verdiğim için hiç
tiyatro izlemediğimi söyledi.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Siz sanattan anlamıyorsunuz diye millet neden anlamasın?
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) - Kendilerine hatırlatmak isterim, ben eski Güzel Sanatlar
Genel Müdürüyüm. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Eyvah!
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) – Bütün tiyatroları izledim. Kurumun içinden geliyorum. Sizin
bilemeyeceğiniz kadar çok detay biliyorum.
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) – Hem bu görevi üstlenmişsiniz hem de saygı göstermiyorsunuz.
Helal olsun!
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) - Dolayısıyla duymamış ya da dikkatle, heyecandan dikkatle
dinleyememiş olduğunuz düşüncesiyle tiyatroyla ilgili verdiğim örneği tekrar
etmek istiyorum.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) - Sinemaya neden para veriyorsunuz? Tiyatroya gelince yok,
sinemaya gelince…
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) - Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün 2011 yılı bütçesi
yaklaşık 140 milyon liradır. 2011 yılı itibarıyla sahneleme sayısı yaklaşık
5.800’dür. Aynı yıl itibarıyla devlet tarafından 162 özel tiyatroya 3,5 milyon
lira destek verilmiştir. Destek alan bir özel tiyatronun sezon boyunca 25 temsil
vermesi gerektiğinden yaklaşık 4 bin temsile destek verilmiş olmaktadır, özel
sektörün 4 bin temsiline destek verilmiş olmaktadır.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) - Bu işin Sayın Başbakanın kızının kızmasıyla ilgilisi var mı?
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) - Demek ki bu durumda 5.800 temsil için 140 milyon lira, 4 bin
temsil için 3,5 milyon lira destek verilmiştir. Aradaki kâr/zarar oranını
devletin iyi işletilmesi, daha çok sanata, daha çok sanatçıya destek verilmesi
için bir veri olarak dikkatinize sunuyorum.
AYLİN
NAZLIAKA (Ankara) - Rahatça sakız çiğneyebilmek için, değil mi?
AYŞENUR
İSLAM (Devamla) - Sanat kurumlarının yönetiminden buraya gelmiş bir arkadaşınız
olarak sanatı destekliyorum, sanatçıları seviyorum, onların son derece
desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın İslam.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- CHP Grubunun, 7/5/2012 tarihinde
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve arkadaşlarının Devlet Tiyatroları ve
tiyatro sanatçılarının sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının bulunması
amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 9/5/2012
Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN
– Önerinin lehinde, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder. (BDP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Önder.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Bugün CHP
vareste.
Şimdi
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar, kıymetli Kültür Bakanı -Kültür Bakanı yokmuş-
biraz önce ya buradaki hatip bizi kandırdı AK PARTİ’li ya da Kültür Bakanı,
ikisinden biri doğruları söylemiyor. Çok
basit, hiç böyle düzeltme istemeyeceğiniz sarahatte. Sayın Kültür Bakanının son
bütçe konuşmasında bölge tiyatroları kuracağını devletin, belediyelere ve
devlete bağlı tiyatroların sayısının çoğaltılacağını, bunu yeterince
yapamamanın üzüntüsünü itiraf etmek zorunda kaldığını bütçe konuşmasında Sayın
Kültür Bakanı söyledi; bu bir.
Bu
bir günde ne oldu da böyle devlet desteğinden nedamet getirildi; bu, izahata
muhtaç. Sayın sanatçı dostu olduğunu evham eden Hatip, burada yanlış bilgiler
verdi. Kendisi de burada. Şimdi onu da düzelteceğim, kayıtlara bu şekilde
geçmesin.
Bir:
Bana şunun resmî cevabını ister Hatip –böyle söylediğine göre biliyor olması
gerekir, üfürmemişse- isterse de Kültür Bakanı cevap vermek zorunda. Şu: Yeni
sanatçı dizisi var diye oyuna çıkamayanın yerine kaç tane yeni sanatçıyla
sözleşme yapılmış? Bunun sayısını -mademki Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünden
de geliyor- rica edeyim, ben de Genel Kurul da bilgilenelim.
İkinci
yanlış: 5224 sayılı destek… Sevgili arkadaşlar, devletin cebinden beş kuruş
çıkmamaktadır. Sinema seyircisinin aldığı biletlerden yapılan kesintilerle yeni
sinema filmlerinin desteğine bir fon oluşturulur. Bu, ikinci yanlış; yalan
demeye kıyamıyorum yani.
Üçüncü
yanlış: Sayın Hatip, Grup Başkan Vekiliyle konuşurken beni de dinleyin, şunun
da cevabını verin: O verilen teşvikler -sinemaya- diyorsunuz ya “100 küsur
milyona çıkarttık.” Bunun yüzde 15’inden fazlası bedelsiz mi, karşılıksız mı,
geri ödemesiz mi; bunu da lütfen Genel Kurula bildirin. Gören de beller, Ali
Dağı’nı bağışladınız. Hayır, sinemacı o parayı alır, filmini çeker, ondan sonra
gider, devletten aldığı o parayı verir. Karşılıksız olan, verilen, eser yazım
ve diyalog geliştirme kalemlerinedir yani senaryo desteğidir, küçük
belgeselleredir, onların da bir kısmınadır. Bunların toplamı da -ben o
kurullarda görev yaptım- bu sizin söylediğiniz bütçenin yüzde 15’ini geçmez,
geçemez çünkü. Tamam.
Şimdi,
kalkıp burada böyle bakanlık bülteni... Eskiden AK PARTİ’li arkadaşların eline
ilgili bakanlık bir bülten verirdi. Şimdi, Kültür Bakanı içine düştüğü bu
ikinci sıkıntılı durum -Allah zebun etmesin, yerinde olmak istemezdim- ikinci
zebun durumdan dolayı Hatibe bir bülten bile vermemişler. Onun için, yalan yanlış
bilgilendirmeler oldu.
SONER
AKSOY (Kütahya) – Senin söylediklerin yanlış.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Şimdi, burada arkadaşlar hep belgeli konuşuyorum ben.
Burada, Sayın Başbakana bir hâller oldu, kavramları yerli yerinde ve bağlamında
kullanamıyor son zamanlarda. Bunlardan en önemlisi sık sık tekrarladığı Yunus
Emre dizesi “Yaratılmışı severiz, Yaradan’dan ötürü.” Orijinali böyle değil,
bağlamı da bu değil. Kültür Bakanlığının, sizin bağlı bulunduğunuz
bakanlıkların yayınladığı Alevi-Bektaşi şiir edebiyatı antolojisinde şiirin özü
şudur: “Yaratılmışı sev, Yaradan’dan ötürü.” Kime söylenmiş? Altında da
açıklaması vardır, zalimlere söylenmiş. Yunus Emre diyor: “Bu kadar zulmetme,
yaratılmışı sev, onu da bir Allah yaratmış.” (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, siz yanlış tercümeyle bunu alıp “Yaratılmışı severiz.” dediğinizde
lütfetmiş gibi oluyorsunuz. Bu, bağlamından koparmak gittikçe vahimleşiyor.
İkincisi
de sanat, sanat için midir, toplum için midir?
ALTAN
TAN (Diyarbakır) - İktidar için oldu şimdi.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – O, Marksist bakış.
Şimdi,
Bedrettin Cömert’in Gombrich’ten çevirisi vardır “Sanatın Tarihi” diye, onun
girişinde bir laf vardır, onu söylemekle yetineceğim, şu: “Bir kunduracı bile
toplumsal alanda memlekete dair, millete dair bir şey söyleyecekse önce
kunduracıca bir şey söylemesi gerekir.” der. Siz, eğer bir metni slogandan
ayırmak istiyorsanız, eğer bir resmi afişten ayırmak istiyorsanız, eğer bir
marşı şiirden ayırmak istiyorsanız önce onun şiir olması, önce resim olması,
önce film olması yani sanat ihtiva etmesi, bizatihi sanatın bütün öğelerini
barındırıyor olması gerekir. İlkokul çocukları bile bu tartışmayı geride
bıraktı, Sayın Başbakanın danışmanları daha bu konuda tekâmül edememişler, hâlâ
münazara havasında "Sanat sanat için midir, toplum için midir?" Bir
cevap biliyorum ama söylemem.
Bu
yeni değil, bu bakış yeni değil, bunu sizden önce 12 Eylül yaptı. 12 Eylül,
Devlet Tiyatrosunda sözleşmeli çalışanları -şimdi, Darbeleri Araştırma
Komisyonuna getireceğim, sanata ne yapmış bunlar- aynı cümlelerle, aynı
gerekçelerle yani aynı anadan doğsa arada bir şaşırır, bu kadar olmaz yani
“copy press” gibi, diyor ki...
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) - Devamıdır onun.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - O gün Kenan Evren ne söylemişse bugün Sayın Başbakan
aynı gerekçeleri söylüyor. Bir insan kıyımına başladılar. Vasfi Rıza Zobu -bunu
bir televizyon programında da söyledim- yeğeni Bilge Zobu Devlet Tiyatrosu
sanatçısıydı, yeğenini o vurgundan kurtarmak için Kenan Evren'e şöyle bir
dehalette bulundu. "Benim yeğenim o kadar temiz bir çocuktur ki bu diğer
tiyatroculara benzetmeyin, kitap bile okumaz." dedi, arşivlere bakın,
Kenan Evren bunun üzerine onu affetti.
ALTAN
TAN (Diyarbakır) - Başbakan da okumuyor, Başbakan da.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Sizin istediğiniz de çünkü vahim olan tiyatroları
satmanız, özelleştirmeniz değil özelleştirin, ben hatta destekliyorum CHP'den
farklı olarak, satın, desteği çekin, bakın, bu sanatçıların üstündeki ölü
toprağı biraz dağılır, kalkarlar, muhalif olmak fikri akıllarına gelir. Siz
muhalefet görmemişsiniz. Sanat daima bir ülkenin en önemli muhalif damarıdır,
siz bu kadarına gılgıllanıyorsunuz, hele bir gerçek muhalefetle karşılaşın,
bakın, bunlar ekmek derdine düşsün nasıl olacak?
İkincisi:
"Özelleştireceğiz ve istediğimizi destekleyeceğiz." diyorsunuz. İşte,
sizin iflas ettiğiniz, Maliye Bakanınızı böyle kara kara düşündürecek nokta
burası. Niye? Ee, siz her şeye dükkân gözüyle bakarsanız, bu tiyatro da iş
yapmazsa kapanacak. Böyle destekleyeceksiniz ya! O “muhafazakâr sanat”
dediğinizin üretimine kimse üste bir de para verip gidip seyretmiyor. İşte,
sayılar ortada. Siz deyin ki “Kardeşim, şöyle bir yüz akı işimiz vardı, bu
kadar insan seyretti.” Seyretmiyor. Ee, siz parayı vereceksiniz, batacak; bir.
İkincisi,
gadrediyorsunuz muhafazakâr dediğiniz insanlara. Niye biliyor musunuz? Hani
“despot” diyor ya Sayın Başbakan, bu despotluk -tırnak içinde kullanıyorum-
sanata biraz bulaşmış herkesin kanına sirayet eder, bunun için sanatçıdır. Siz
alıp devlet memuru ettiğiniz, devlet memuru gibi kastrasyona uğrattığınız,
üretkenliğini bitirdiğiniz, kendi değerlerinize bir bakın. Bir sürü insan
vardı, şimdi yeller eser yerlerinde, her biri bir yerde 3-5 bin lira maaşa
bağlandı mı, bütün cevherleri gitti, ama sanatçı öyle bir şey değildir. Sanatçı
yarın öbür gün sizi bu kararınıza çok pişman edebilir.
Thatcher
bile buna tenezzül etti ama teşebbüs edemedi, fakat dili aynıydı. O da
“Mızmızlanmayın.” diyordu, o da üstten bakan bir dil kullanıyordu, fakat
demokrasi bilincinin olduğu yerlerde bu iş aldı başını gitti.
Size
bir ev ödevi önermek istiyorum. Seyirlik köy temaşaları nasıl çıkmış, ne işlev
görmüş…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
…nereye
dönüşmüş, bunlara iyi bakın. Seyirlik köy temaşasından, halk türkülerinden…
Bakın,
güzel Türkçe şartı koydu Sayın Meclis Başkanımız, umarım buna riayet ettim ama,
Kürtçeyle ilgili bir şeyini söyleyeceğim. Bir Kürt mücadelesi türkülerden
doğdu, Kürtçe türkülerden, marş falan da değil, onunla ayakta kaldı. Bakın,
yaralandığında anestezi yerine Kürtçe türkü dinleterek insanları ameliyat
ettiler.
Onun
için, sanatın, türkünün, şarkının,
oyunun gücü sizin düşündüğünüzden çok daha fazladır. İçişleri Bakanı
gibi zehir hafiyelik yapmayın, orada burada terör aramanıza gerek yok. Şunu
arayabilirsiniz: Hepsinin içinde hayat vardır ve hepsi hayatın içindedir, böyle
olmayan, zaten tarihin çöp sepetine gider. Genel Kurulu da yanlış
bilgilendirmeyin.
Sözlerimi
Kültür Bakanına “Allah bu müşkül durumdan kurtarsın.” diye dua ederek
bitiriyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Önder.
Aleyhinde,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz
Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle saygıyla
selamlıyorum heyetinizi.
Değerli
arkadaşlar, zaman önemli, zamanı öyle hor kullanıyoruz ki, milletin hakkına,
bana göre, tecavüz ediyoruz.
Bu
tartışma, Sayın Başbakanın tiyatro sanatçılarına yönelik sözleriyle başladı ve
bu tartışma maalesef şimdi gündeme oturdu, Genel Kurulumuzu da meşgul ediyor,
yaklaşık kırk dakikamızı da bir saatimizi de aldı. Sanat, sanatçılar kırk
dakikaya, bir saate değmez mi? Değer. Değer ama bu tartışma, Sayın Başbakanın
sebep olduğu bir tartışma. Başbakanın aslında bu konuda…
Konuyu
bir başka noktaya çekmek lazım. Sayın Başbakan bu ülkeyi bu millet adına
yönetiyor. Başbakanın ruh sağlığı hepimiz için önemli yani bu ülkenin Sayın
Başbakanının, tiyatro sanatçılarıyla ilgili söylediği sözleri tekrar bir
düşünmesi ve konuşması lazım. Bu sözlerin sebebi “Parasını ben veriyorum, benim
aleyhimde, bana hakaret ederek sanat yapamazsınız, tiyatro yapamazsınız, ben
sizin repertuarınıza müdahale ederim.” iddiasıyla başlamıştır.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Milletin değerleriyle…
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Bu, çok önemli; milletin değerleriyle oynayanlar, milletin
değerlerine hakaret edenlerle hep birlikte mücadele edelim. Hiç itiraz
etmiyorum. Başta Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu mücadeleye varız
ama Sayın Başbakanın yaklaşımı arızalı, bağışlayın. Sayın Başbakan diyor ki:
“Sizin paranızı ben veriyorum. Benim hoşuma giden sanat yapacaksınız.” Böyle
bir şey olmaz değerli arkadaşlar. Bu yaklaşım sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu
yaklaşım hemen her alana yansımaya başladı.
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Çarpıtma!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Başbakanın, siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen beyanlar, yazılar, kitaplar, sanat, davranış bu ülkede
suç hâline geldi, kötü hâline geldi.
SONER
AKSOY (Kütahya) - Yok öyle bir şey!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bakın, üzülerek ifade ediyorum bunları, bir şey için
söylemiyorum Sayın Aksoy.
Bakın,
Sayın Başbakanın tiyatro sanatçılarıyla ilgili söylediği sözleri size aktarmak
istiyorum: Ne söylüyor? Sayın Başbakan tiyatrocular için diyor ki:
“Despotturlar, kibirlidirler. Mürebbiye… Hiç kimse bize mürebbiyelik yapamaz.”
“Seçkinciler” diyor. “Tepeden bakanlar, elitistler, jakobenler, yarım porsiyon
aydınlar, kast sisteminin temsilcileri, ellerinde viski olanlar…” Bunlar Sayın
Başbakana yakışır sözler mi?
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Dili sürçmüştür!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Yani bir Sayın Başbakanın Devlet Tiyatroları veya Şehir
Tiyatrolarıyla ilgili sorunları gündemine alarak ülkenin gündemine taşımaya
hakkı var mı? Bu ülkenin çok önemli gündem maddeleri var; esas üzerinde
durulması gereken husus bu.
Bu
ülkeyi bu millet adına siyaset yönetiyor, siyasetin de tepesinde siyasi
iktidarın başı olarak Sayın Başbakan varsa, onun yaklaşımı hepimizi
ilgilendirir; bizi tedirgin eden hadise bu. Sanatla ilişkiniz nedir, ne
değildir; bunu milletin takdirine bırakıyoruz, çok önemsemiyoruz ama Başbakanın
hoşuna gitmeyen her harekete, her kişiye, her gruba karşı bu tavrı bizi
tedirgin etmekte ve ülkemizin geleceği açısından bizi endişelendirmektedir;
işin özü bu.
Değerli
arkadaşlar, yani büyüdükçe -her defasında tekrarlıyorsunuz Osman Gazi’ye
yapılan tavsiyeyi ama tersini uyguluyorsunuz- mütevazı olmanız gerekirken,
hoşgörülü olmanız gerekirken, tahammüllü olmanız gerekirken yani tiyatro
sanatçılarını, şimdi, milletin gündemine koydunuz ve olmaz laflar
söylüyorsunuz. Hâlbuki toplumun geleceği açısından sanatın önemini,
sanatçıların değerini ben inanıyorum ki hepiniz en az bizim kadar
sahipleniyorsunuz, önemsiyorsunuz. Sanat ve sanatçı, bir milletin büyük olmak,
geleceğe taşınmak iddiasının ifadesidir. Sanatı olmayan bir milletin medeniyeti
olmaz, büyüklük iddiası olmaz, dolayısıyla sanatı hor görerek, sanatçıyı
suçlayarak, en ufak hatasında onu hırpalayarak bu ülkeyi büyütemezsiniz. Bu
ülkenin büyüklükleri rakamlarla değil, “Şu kadar ihracat yaptık, bu kadar
büyüdük.” falan değil, sanatta, kültürde, medeniyette, hatta özgürlüklerde
aldığımız… Yani daha geçen gün yayınlandı düşünceyi ifade özgürlüğünde dünya
sıralamasında kaçıncı sıralarda olduğumuz; daha dün yani birkaç gün önce
yayınlandı. Dolayısıyla büyüklük rakamları da değişti, skalası değişti,
büyüklüğün tanımı değişti. Siz, şimdi, sanatı, sanatçıyı belki de haklı
olduğunuz bir sebepten bu kadar özensiz tenkit ederseniz ve bunu Sayın
Başbakan, Başbakan olarak yaparsanız bu ne sanatın sorunudur ne toplumun
sorunudur, bu bizatihi Sayın Başbakanın sorunu hâline gelir.
O
sebeple, Milliyetçi Hareket Partisi olarak tiyatro sanatçılarına karşı Sayın
Başbakanın bana göre ölçüsüz, yersiz, yakışıksız bu tenkidine katılmak mümkün
değildir, buna karşı çıkıyoruz. Sanat korunmalıdır, sanatçı desteklenmelidir.
Devlet desteği… Sanatı kendisine tehdit gören bir devlet anlayışını nasıl kabul
ederiz değerli arkadaşlar? Sanat tabii ki muhalif olacak, tabii ki toplum adına
beklentileri ifade edecek, yanlışları ortaya çıkartacak, bunu da sanatın
diliyle söyleyecek. Bundan niye rahatsız olunuyor, anlamıyorum. Bundan
faydalanmak gerekir; yöneticinin, akıllı bir yöneticinin bunu bir kazanç olarak
görmesi lazım.
Ben
tüm bunların ötesinde şunu söylüyorum: Biz, birbirimizle olan ilişkilerimizde toplumun
önündeki insanlarız. Kullandığımız cümleler, kullandığımız kelimeler bu
toplumun psikolojisini oluşturuyor. Sayın Başbakanın kullandığı kelimeleri bu
toplum, sokaktaki bireyler kullansa kavga çıkar.
Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu bu önergenin şekil
şartı gereği aleyhinde konuşuyor olmama rağmen, ben, bu konunun gündeme
gelmesinin, bu noktadan yani meseleye Sayın Başbakanın yaklaşımı noktasından
ele alınmasının çok hayırlı olduğunu, faydalı olduğunu düşünüyorum. Getiren
arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Öneriyi
oylarınıza...
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN
– Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Elektronik
sistemle yapalım sayın milletvekilleri.
Bir
dakika süre veriyorum.
RECEP
ÖZEL (Isparta) – Bir dakika mı?
BAŞKAN
– Bir dakika çünkü burada olan milletvekillerimizle yapıyoruz biliyorsunuz.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Karar yeter sayısı yoktur.
On
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.33
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.48
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Şimdi,
alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” bölümüne geçiyoruz.
1'inci
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç'in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci
sırada yer alan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü
sırada yer alan, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri
Komisyonu ile Anayasa Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (x)
(x) 201 S. Sayılı Basmayazı 8/5/2012
tarihli 103’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Dünkü
birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi
soru-cevap bölümüne geçeceğiz, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz. Daha önceki
dönemde sisteme girmiş sayın milletvekillerimize öncelik vererek bu bölümde
çalışacağız.
Sayın
milletvekillerine sisteme girmeleri için bir dakika süre veriyorum.
Ben,
sisteme girmiş milletvekillerimizle soru-cevap işlemini başlatıyorum. Daha
sonra sayın milletvekillerimiz girerse onlara da söz vereceğim.
Sayın
Özgündüz…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, bildiğiniz gibi, Irak yetkili mahkemesi tarafından hakkında yakalama
kararı çıkarılan Tarık Haşimi bir süredir ülkemizde ve en son Interpol
tarafından hakkında kırmızı bülten çıkarıldı ve bu kişinin şu anda İstanbul’da
Başakşehir’de belediyeye ait bir misafirhanede, polis gözetiminde, hatta
Başbakanlık korumaları tarafından korunduğu söyleniyor. Hakkında kırmızı bülten
çıkarılan ve Irak yetkili makamları tarafından hakkında yakalama kararı verilen
böyle bir kişiyi tutmak hangi siyasi saikte mümkündür? Ayrıca bu, ileride,
ülkemiz tarafından çıkarılan kırmızı bültenlerin başka ülkeler tarafından da
yerine getirilmemesi sonucunu doğurur mu?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Özgündüz.
Sayın
Acar…
GÜRKUT
ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Antalya
Kemer ilçesi Çıralı köyünde yıkım başlamıştır ve bu Çıralı köyündeki yıkımlarda
köylülerin turizm amaçlı kullandıkları tek katlı binalar yıkılmaktadır.
Ben
buradan Sayın Bakana soruyorum: Daha önce iktidara yakın kişilere tahsis
edilmiş olan bir arazi, orada köylülerin eylemleri nedeniyle iptal edilmek
zorunda kalmıştır. Tahsis iptal edildikten sonra da bu yıkımlar gündeme
gelmiştir. AKP İktidarı, kamu yoluyla, orada eylem yapan köylülerden intikam mı
almaktadır? Bunun cevabını bekliyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Acar.
Sayın
Kurt…
KAZIM
KURT (Eskişehir) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan; seçimlerin temel hükümlerini
değiştirmeye çalışmakla demokrasiye katkı sunmayı deniyorsunuz ancak esas olan
2839 sayılı Yasa’daki yüzde 10 seçim barajını değiştirmeyi neden
düşünmüyorsunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kurt.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben de teşekkür ediyorum.
Sayın
Özgündüz’ün Tarık Haşimi’yle ilgili sorusu birinci sorumuz. Tabii, Tarık
Haşimi ülkemizde şu anda bulunmaktadır.
Türkiye kendisine destek vermiştir, bizim desteğimiz de devam edecektir. Tabii,
Interpol vasıtasıyla arananlar arasında isminin geçmesi elbette önemli. Bizim
de Irak Hükûmetinden istediklerimiz var. Biliyorsunuz orada terör örgütü ve
yandaşları barınıyor ve terör örgütünün elebaşları orada bulunuyorlar, ülkemize
karşı eylemler de gerçekleştiriyorlar. Biz de yıllardır onları istiyoruz ama
bugüne kadar Irak Hükûmetinden olumlu bir cevap almadık, alamadık. Şu anda bu
konuyla ilgili biz desteğimizi verdik ve bu noktada, Türkiye’de bulunuyor,
tedavi maksadıyla gelmişti. Önümüzdeki zaman içerisinde yeni bir değerlendirme
yapılır mı, onu şimdiden bilmiyorum ama Hükûmet olarak bizim bu konudaki…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Başbakanlık korumaları koruyor mu Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) –
…tutumumuz net ve biz desteğimizi verdiğimiz
birini iade etmeyiz.
Sayın
Gürkut Acar’ın sorusu Kemer Çıralı köyünde yapılan yıkımla alakalı.
Tabii,
bu benim bilebildiğim bir konu değil, şu anda bana yardımcı olanların da vâkıf
olduğu bir konu değil. Buna yazılı cevap verirsek daha isabetli olur çünkü
bildiğimiz bir konu değil.
2839
sayılı Yasa’daki seçim barajının düşürülmesiyle ilgili Sayın Vekilimizin sorusu
var. Tabii, bu konu, Türkiye’de sürekli tartışılan konulardan bir tanesidir.
Barajın aşağıya indirilmesini isteyen pek çok kesim de var ama tabii, bizim
dönemimizde baraj konulmadı, geçmişte kondu. Anayasa Mahkemesine de konu gitti
ve Anayasa Mahkemesi bunun istikrar açısından önemli olduğuna vurgu yaptı ve
temsilde adalete de zarar vermediğine ve bu yönüyle de hukuka aykırı olmadığına
ilişkin karar verdi ve iptal istemini geçmişte reddetti.
Peki,
bizim görüşümüz nedir bu konuda? Biz bunu her defasında ifade ettik; Türkiye’de
istikrarlı bir yönetimin Türkiye’ye katacağı çok şey vardır. Geçmişte yaşanan
krizlere baktığımızda, krizlerin büyük bir çoğunluğunun istikrarın olmadığı
ortamlarda yaşandığını görüyoruz. Örneğin, 5 Nisan 94 krizi var, o dönemde
DYP-SHP Koalisyon Hükûmeti var, kriz var; 21 Şubatta, yakında bir başka
ekonomik kriz yaşadık, başka koalisyon hükûmeti vardı; başka dönemler oldu ve
her zaman, koalisyonların olduğu dönemler, ülkemizde ya ara rejim dönemleri
gibi bazı sorunları yaşattı ya ekonomik krizleri yaşattı. Onun için, güçlü
iktidarların olması, siyasal istikrarın yönetimde tesisi açısından bu barajın
Türkiye açısından önemini koruduğunu düşünüyoruz. Ama zaman içerisinde, bu
konuda, aşağı çekilmesi, 7’lere, 5’lere indirilmesine ilişkin bir değerlendirme
yapılabilir mi? Şu anda Hükûmetimiz tarafından böyle bir değerlendirme yapılmadığını
özellikle ilave etmek isterim.
BAŞKAN
– Sayın Yılmaz…
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben
Sayın Bakana daha önce de sorduğum ama cevabını alamadığım bir soruyu daha
sormak istiyorum: Uşak’ta iki hastanemiz var Sayın Bakan, Uşak Devlet Hastanesi
ve eski adıyla SSK Hastanesi. Bu iki hastanemizin TOKİ’ye devri söz konusu
oluyor ve dört yüz yataklı bir başka hastane yapılıyor. Altı yüz elli yataktan
dört yüze indiriliyor hastanelerimiz. Buna Uşak halkının çok büyük bir tepkisi
var. Bu nedenle de Sağlık Bakanlığı bu projeden vazgeçtiğini beyan etmişti,
TOKİ’ye devirden vazgeçtiğinden, iki hastanemizin de sağlık sitesi olarak
korunacağından bahsetmişti. Ama bu konuda yazılı bir açıklama alamıyoruz,
doyurucu bir cevap alamıyoruz. Bizim istediğimiz, Uşak’taki iki hastanenin ve
yeni yapılan hastanenin, üçünün birlikte sağlık tesisi olarak kalması. Bu
konuda yazılı ya da sözlü bir cevap verebilirseniz çok teşekkür edeceğim size.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Sayın
Ayhan…
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Aracılığınızla
Sayın Bakana bir soru tevdi etmek istiyorum. Biraz önce, Sayın Bakan, Tarık
Aziz’in iade edilmeme sebeplerinden birisi olarak Irak’ın teröristleri iade
etmemesi olduğunu söyledi. Tarık Aziz’in yetkili olduğu dönemde teröristler
iade edilmiş miydi veya kaç terörist teslim edildi?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Ayhan.
Sayın
Kaplan…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yüzde
10 barajı, gerçekten, bütün Avrupa Konseyi ülkelerinde, 47 ülkenin içinde en
yüksek oran Rusya’da var, bir de Türkiye’de var. Venedik Komisyonu “Yüzde 3”
diyor ve bu oranla ilgili Avrupa Konseyinin alınmış ilke kararı da var.
“İstikrar için” diyorsunuz 12 Eylül darbesinin getirdiği bir yüzde 10 baraj
sistemine. Sizden önceki dönemlerde de yüzde 10 baraj sistemi vardı ama koalisyonlar
oldu. Yani yüzde 10 barajı koalisyonları korumuyor.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Engellemiyor.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yani böyle bir denge yok, böyle bir durum yok. Niye AK PARTİ
darbe yasalarına, darbe barajlarına, hazine yardımındaki darbe barajlarına
sığınıyor? Yeni bir anayasa yapacağız. Gerçekten bu konuda düşünceniz nedir?
Özgür seçimi, milletin iradesinin Meclise yansımasını istiyor musunuz,
istemiyor musunuz? Şu yukarıdaki yazı gibi egemenlik kayıtsız şartsız
milletinse, bırakın vatandaş özgürce oyunu kullansın, özgürce oyunu kullanarak
istediği milletvekilini seçsin. Bunun önüne yüzde 10 barajını koymanın bir
gereği yok. 8-9 milyon oy demektir bu yüzde 10 barajı.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Sayın
Değirmendereli…
KEMAL
DEĞİRMENDERELİ (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakana sormak istiyorum. Bu üzerinde çalıştığımız yasanın 2’nci maddesinde yer
alan 298 sayılı Kanun’a eklenen 20/A maddesinin 11’inci bendinde belirtilen,
yurt dışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbalarının genel esaslara uygun
bir şekilde yurt içinde oy verme süresi bittikten sonra denetim altında
açılarak sayım ve dökümü yaptırılarak tutanakla birleştirilmesi hususu
getirilmekte. Burada güvenliğin nasıl sağlanacağı şüphelidir. Bunun yerine, oy
verme süresi bitimini müteakip sayımların mahallinde, sandık kurulu üyeleri
önünde yapılarak sonuçların tutanaklarının alınıp Ankara’ya gönderilmesi daha
uygun olmaz mı?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Değirmendereli.
Sayın
Ağbaba…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, Malatya’da, geçtiğimiz yıllarda bir
özelleştirme yaşandı, TEDAŞ özelleştirmesi. Ancak özelleştirildiğinden beri
Malatya’da bir rezillik yaşanıyor, bir kepazelik yaşanıyor, hiçbir yatırım
yapılmıyor, Malatya’da, tabir yerindeyse, yel esse elektrikler kesiliyor. Bu
sadece uzak köyler için değil Malatya merkez için de geçerli, hiçbir yatırım
yapılmıyor. Şu anki özelleştirme sonucunda şirketin tek yapmış olduğu şey,
çiftçileri, köylüleri icraya vermek, icra memurluğu yapıyor. Bu, kabul
edilebilir bir durum değildir. Malatya’da onlarca köyün suyu, elektrik
borçlarından dolayı kesilmiş durumda. Binlerce çiftçi, elektrik borçlarını
ödeyemediği için icralık olmuş durumda. Ben, özelleştirmeden önceki çiftçi
borçlarının, elektrik borçlarının silinmesini, bu konuda Malatyalıların mağdur
edilmemesini, Malatyalıların hem yazın hem kışın elektriklerini yakmalarını
diliyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Ağbaba.
Sayın
Türkoğlu…
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, seçmen sayıları konusunda uzun yıllardır bir tartışma var. İşte, 2002
yılında 41 milyon, 2007 yılında 42 milyon, 2011 yılında 52 milyon gibi bir
seçmen sayısından bahsediliyor. Bu sayılar çerçevesinde de ölülerin oy
kullandığına dair itirazlar yükseldi, duymuşsunuzdur siz de. Benim de bu
çerçevede kayınpederimin annesi yani eşimin babaannesi, 2010 yılındaki
referandumda oy kullanmış. Yalnız, kendisi ahirete intikal edeli epey olmuştu.
Bunu nasıl izah edeceğiz? Eğer bu babaanneden haberiniz varsa bize de haber
verin de bir elini öpelim, helalliğini alalım!
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Türkoğlu.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Yılmaz’ın, Uşak Devlet Hastanesiyle
ilgili sorusu, tabii, Sağlık Bakanlığımızla alakalı bir konu. Ben, konuyu
Sağlık Bakanımıza ileteceğim, ayrıca da yazılı cevap verilmesi konusunda
gereğini yapacağım çünkü benim bildiğim bir konu değil, özel bir konu.
Sayın
Ayhan, Tarık Haşimi’nin iade edilmemesine ilişkin benim verdiğim cevapta sanki
bölgede bulunan teröristlerin iade edilmemesini sebep gösterdiğim gibi bir şey
ifade ettiler. Hayır, ben onu sebep göstermedim. Ben sadece şunu söyledim:
“Irak’ta terörist olan kişiler var, Türkiye’ye eylem planlayan ve icra edenler
var. Onlara ilişkin Türkiye'nin cevaplarına da bugüne kadar olumlu bir cevap
verilememiştir.” Yoksa, sebep olarak onu ifade etmedim. Onun bilinmesini
isterim.
Tabii,
Sayın Kaplan yüzde 10 barajıyla ilgili değerlendirmede bulundu. Tabii, baraj
konusu Türkiye'nin uzunca bir zamandır tartıştığı bir konu ama bir hususu
düzeltmem lazım. Baraj konusu 12 Eylül darbesini yapanlar tarafından konulmuş
bir konu değil, o zaman baraj yok. Baraj daha sonraki dönemde Anavatan
hükûmetleri tarafından getirildi. Bir de bölgesel baraj vardı. Sonra…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Darbecilerin koyduğu baraj 25’ti, 25.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Müsaade edin, bakın, tamam mı? Şimdi, bu baraj o değil, onu bir
defa özellikle ifade edeyim. Daha sonra Anavatan döneminde hatırlarsanız il
barajı da getirilmişti bir seçimde, 87 seçiminde ve o zaman… Ama onu da
Anavatan Partisi getirip o zaman koymuştu. Sonra bu uygulama konuldu ve Anayasa
Mahkemesi bunu Anayasa’ya aykırı bulmadı. Tabii, dünyanın değişik ülkelerinde
de barajlar var, bizimki kadar yüksek değil ama o ülkelerde de baraj var. Şu an
itibarıyla barajın düşürülmesi konusunda herhangi bir çalışma Hükûmetimiz
tarafından yapılmamaktadır. Kaldı ki baraja rağmen de Parlamentoda koalisyon hükûmetleri
oluşmuştur. Ben de onu ifade ediyorum. Oluşan hükûmetlere baktığınızda, 91’de
oluşan Hükûmet, 5 Nisan 94 ekonomik krizi fatura; 95’te geldi Anayol, Refahyol,
Anasol-D, D-Anasol; 28 Şubat… Yani dört senede dört tane Hükûmet ve Türkiye’ye
ödetilmiş büyük bir bedel. Öte yandan, 99’daki koalisyonun bedeli 21 Şubat.
Dolayısıyla, koalisyonlar milleti mutlu eden icraatlar ortaya koymamışlar ve
bir faturası var. O yüzden, siyasal istikrarı temin bakımından baraj konulmuş
ama barajı geçen parti sayısı çoğaldığında da bu istikrarın nasıl bozulduğuna
da şahidiz. Belki ileride konuşulabilir bu konu, ama şu anda gündemimizde
olmadığını belirtmek isterim.
Sayın
Değirmendereli’nin, yurt dışındaki vatandaşların kullandığı oyların burada
sayılmasıyla ilgili konuda güvenlik noktasında gerekli tedbirleri Yüksek Seçim
Kurulu alacaktır. Mahallinde sayılmasıyla ilgili, dünyada mahallinde sayan bir
ülke yok, sandık kuran ülkeler var ama mahallinde sayım ve döküm yapan yok.
Bunun, güvenlik açısından burada sayılması, buradaki sayım komisyonlarında
bütün siyasi partilerin temsilcileri var ve herkes orada olacak, herkesin gözü
önünde sayım ve döküm, birleştirme tutanaklarının tamamı burada
gerçekleştirilecek, güvenlik tedbirleri de YSK’nın öngördüğü esaslar
çerçevesinde alınacaktır. Daha güvenli olduğu için burada yapılması tercih
edildi. Tabii sizin görüşünüz de çok müzakere edildi, orada yapılsa buradaki
yük daha azalır, daha iyi olur diye, ama çok değişik nedenlerle, özellikle
güvenlik nedeniyle, o ülkelerin konumu, fiziki imkânlar, mekânlar, başka
nedenlerle daha sağlıklı olacağı düşüncesiyle böyle bir karar verildi. Yoksa
göz ardı edilmiş bir husus değil. Öncelikle de bizim düşündüğümüz de sizin
gibiydi, ancak ortaya çıkan gerçekler doğrultusunda bizim de ona göre bir adım
atmamız gerekti.
Sayın
Ağbaba’nın sorusu, özelleştirmeyle alakalı bir soru. Ben, bu soruyla alakalı da
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımıza konuyu ileteceğim ve o konuyla alakalı
çalışmaları onlar takip edeceklerdir. Zira, daha ziyade sorudan öte bir görüş
açıklaması yaptılar kendisi.
Sayın
Türkoğlu’nun sorusu, seçmen sayılarıyla alakalı soru. Tabii biliyorsunuz,
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da yapılan
değişiklikten sonra nüfus kayıtları esas alınarak seçmen sayıları Türkiye’de
belirlendi. Nüfus kayıtlarında ne kadar insan varsa seçmen yaşına gelen, herkes
seçmen kabul edildi. Böyle olunca, kayıtta öldüğü hâlde ölüm kaydı düşülmemiş
olanlar, kaydı düşülmemişse seçmen arasında yer aldı. Yani bu yaşanan bir
gerçektir ama bu bir siyasi hesapla veya
herhangi bir saikle yapılmış değil.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Ben de öyle demedim ama sorun bu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) –
Eskiden kapı kapı geziliyordu, yazılıyordu ve şimdi uygulanan bu sistem
daha sağlıklı bir sistem. Şimdi, kayıtların vaktinde düşülmesine ilişkin
tedbirler de alındı o konuda ve bu, zaman içerisinde daha da oturacaktır. Artış
buradan kaynaklanıyor. Eskiden yazılmıyordu insanlar, yazılmayınca, yazılmayan
seçmen gözükmüyordu. Şimdi ise yazılmak istesin istemesin, herkes nüfustaki
kayıt esas alınarak listede yer aldığı için herkes seçmen gözüktü. Buradan
kaynaklı bir artış var. Ölüp de listede gözükenlerin nüfus kaydı düşülmediği
için bunlar gözüküyor. Ölen birinin yerine oy kullanma varsa tabii onunla
ilgili cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunmakta fayda vardır.
İlgili kişiler kimse onlar hakkında işlem yapılır. Yani ben Türkiye’de birinin
yerine oy kullanmaya partilerin tenezzül edeceğini pek düşünmüyorum. Daha
ziyade yerel seçimlerde küçük yerleşimlerde -muhtarlık ve belediye seçimleri
gibi, beldeler için söylüyorum- zaman zaman böyle şikâyetlerin olduğunu ve
devam eden davalardaki olaylara baktığımızda da daha ziyade küçük yerleşim
birimlerinde bu tip olaylara rastlandığını görüyoruz ama bu işlerde partilerden
ziyade muhtar adayı veya belediye başkan adaylığında beldelerde aileler
yarışıyor. O nedenle orada partilerin dışında gelişen bir olay var. Burada da
bizim partimize atfedilecek herhangi bir şey söz konusu değil. Eğer herhangi
bir durum varsa mutlaka şikâyetçi olursanız gereği yapılır.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Partiye atfetmedim ama bu bir sorun ve çözülmesi
lazım. Yani Hükûmet sizsiniz, sizin çözmeniz lazım.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşte çözülecektir.
Bakın,
Sayın Türkoğlu, yeni oturdu bu sistem. 2008’den sonra başladı ve bundan sonraki
süreçte de bu her geçen gün daha da iyi
hâle gelecektir. Şu anda ölüm kayıtlarının terkinine ilişkin sistem de eskisine
göre daha seri bir şekilde işler hâle getirildi. Zaman içerisinde bunun
tamamıyla ortadan kalkacağına inanıyorum.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Kaplan.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
10.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına
ilişkin açıklaması
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Meclis
Başkan Vekilimiz Sayın Meral Akşener’in makam aracına yapılan silahlı saldırıyı
şiddetle kınıyoruz ve bunun kim tarafından yapıldığının Hükûmet tarafından bir
an önce aydınlığa kavuşturulmasını çok önemsiyoruz. Meclis Başkan Vekilimize
yapılan saldırının 28 Şubat darbeler ve başkaca nedenleri de varsa kamuoyunun
doğru bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sayın Başbakan Yardımcısının
da bu konuda bir bilgisi varsa bir açıklama yapmasını bekliyoruz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
X.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili
Şükran Güldal Mumcu’nun, Başkanlık olarak TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e
yapılan saldırıyı kınadıklarına ilişkin konuşması
Bu
kürsüden biz de yapılan bu saldırıyı kınamaktayız ve her türlü silahlı
saldırıya karşı olduğumuzu tekrar bilgilerinize sunarım. Meral Hanım’a da bu
konuda geçmiş olsun diyorum.
Sayın
Özgündüz…
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (Devam)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, Tarık Haşimi konusunda yanılıyorsunuz. Tarık Haşimi… Şu anda dediniz ki
Kuzey Irak’tan, daha doğrusu Irak’tan ülkemize terörist saldırılar var, onlarla
ilgili taleplerimiz yerine getirilmiyor. Kuzey Irak bölgesinden yapılıyor bu
saldırılar ve Kuzey Irak’ın Başbakanı, Cumhurbaşkanı, efendim, Barzani’yi de
siz ağırlıyorsunuz Tarık Haşimi’yle birlikte. Orada bir Sünni cephe
oluşturuyorsunuz, tehlikeli bir iş yapıyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye
Cumhuriyeti’ne yakışmaz. Irak yapmasa bile, kırmızı bülteni yerine getirmese
bile, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti hukuka bağlı, hukuk devletidir ve gereğini
yerine getirmelidir diyorum. Yanlış yoldasınız.
İkincisi,
sürekli camiler üzerinden siyaset yapıyorsunuz. Diyanetten sorumlu olmanız
sebebiyle soruyorum: Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kaç tane
camiyi yıktınız ve o camilerin arsalarını ne şekilde değerlendirdiniz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Özgündüz.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
İki
dakika ek süre veriyorum bu açıklamalar için.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet, Sayın Başkanım, ben de Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Sayın Meral Akşener’in aracına yapılan saldırıyı
doğrudan doğruya Sayın Akşener’e yapılmış bir saldırı olarak gördüğümü ifade ediyor,
saldırıyı lanetliyorum, yapanları da lanetliyorum. Bu konuyla ilgili soruşturma
başlatılmıştır. Umarım, yakın zamanda bu işi gerçekleştiren kişiler kimlerse
tespit edilip yargıya teslim edilirler. Hükûmet de bu konu üzerinde
hassasiyetle durmaktadır. Bunu özellikle ifade etmek isterim. Sayın Meral
Akşener’e de geçmiş olsun diyorum. Kendisine yaptığı iyi işlerde her zaman
destek olduk. Bu konuda da tarihe tanıklığı
demokrasimiz açısından son derece önemlidir.
Bir
başka konu, Sayın Özgündüz’ün sorusu. Tabii, ben Tarık Haşimi’yi bu kadar niye
merak ettiniz, onu anlayamadım yani Irak Hükûmetinin talebi bu kadar sizin
talebiniz hâline niye geldi, onu da anlayamadım.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Uluslararası olarak aranıyor yani Irak Hükûmeti
tarafından yakalama kararı çıkarılmış. Irak mahkemesi terörist saldırıların
sorumlusu olarak arıyor adamı.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Yani efendim, ben isterdim ki bir
milletvekilimiz Türkiye’nin millî menfaatleri doğrultusunda Hükûmetin aldığı
kararları daha dikkatle dinlesin, Irak Hükûmetinin kararını değil de Türk
Hükûmetinin kararını öncelese bizi daha çok memnun eder diye düşünüyorum.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Bakın, yargı kararlarına müdahale içişlerine karışmaktır.
Türkiye’nin millî menfaatleri başka ülkenin içişlerine karışmamaktadır Sayın
Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Tabii diğer şeylerle alakalı, biz camiler
üzerinden hiç siyaset yapmadık.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Sürekli yapıyorsunuz. Grup toplantısında “Camiler yıkıldı.
CHP bunu yaptı” diyorsunuz. İyi de camiyi kullanan sizsiniz yani.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Yapmayız da ama siz tabii öyle
düşünebilirsiniz. Ama camiler üzerinden biz siyaseti yapmadık, yapmamız da
mümkün değil.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - O zaman grup toplantısında niye gazete gösteriyorsunuz?
“CHP camileri yıktı” diyorsunuz. Bundan büyük siyaset olur mu yani? Lütfen
yani.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Biz daha partimizi kurarken bunun gereğini
söyledik. “Kırmızı çizgilerimizden biri dincilik yapmamaktır.” diye söyledik ve
biz buna müsaade etmeyeceğiz dedik.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Nasıl yapmıyorsunuz yani?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ha, siz camilerle ilgili bir soru sorarsanız
onun cevabını verdiğimizde de buna katlanacaksınız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Efendim, kaç cami yıktınız söyleyin. Kaç tane cami
yıktınız? Arsaları ne yaptınız, söyleyin.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Buyurun
Sayın Bahçekapılı.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
11.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı
kınadıklarına ilişkin açıklaması
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben
de hem şahsım hem de AK PARTİ Grubu olarak Meclis Başkanımız, Başkan Vekilimiz
Sayın Meral Akşener’e yapılan bu saldırıyı kınıyorum. Bu karanlık olayların
soruşturulması sonucunda açıklığa kavuşacağını ve ilgililerin yargılanacağına
ve ceza alacağına olan inancımız tamdır. Sorunumuz, amacımız demokrasidir. Bu
yolda ilerlerken karşımıza bu gibi olayların çıkartılması, çıkması bu
inancımızı ve kararlılığımızı asla engellemeyecektir.
Sayın
Başkanımıza tekrar geçmiş olsun diliyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bahçekapılı.
Buyurunuz
Sayın Şandır.
12.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına
ilişkin açıklaması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Gerçekten
Türkiye’mizde son zamanlarda yaşanan hadiseleri iyi değerlendirmek gerekiyor.
Eğer birileri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekiline bu menfur saldırıyı
yapmaya cüret, cesaret gösterebiliyorsa Hükûmetin oturup düşünmesi lazım. Bu
menfur saldırıyla kimler, ne mesaj vermek istiyorlarsa Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak onu aldık, misliyle karşılık vereceğimizi de bilmelerini
istiyoruz. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan bir saldırıdır,
demokrasiye yapılan bir saldırıdır, Türk milliyetçilerine yapılan bir
saldırıdır. Bize göre, Meral Akşener’e uzanacak elin kırılacağını herkes
görecektir.
Sayın
Başkan Vekilimize yapılan saldırıyı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak da
şiddetle ve nefretle kınıyoruz, Hükûmeti göreve davet ediyoruz. Temennilerle bu
mesele geçiştirilemez, en kısa zamanda bu saldırıyı yapanların ortaya
çıkartılmasını talep ediyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Sayın
Bal…
13.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın,
TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına ilişkin
açıklaması
FARUK
BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben
de Gazi Meclisimizin Başkan Vekilliği görevini ifa eden Sayın Meral Akşener’e,
yürütülmekte olan bir soruşturmanın başında, makam aracına silahla saldırılmak
suretiyle verilmek istenen mesajın ne anlama geldiğini Türkiye Büyük Millet
Meclisi huzurunda dile getirmek için söz aldım.
Meral
Akşener, 28 Şubat postmodern darbesinin güncel olduğu bir dönemde, yiğit bir
duruş ile demokrasiyi ve Hükûmetin tavrını ortaya koyabilmiş, çok güçlü
şahsiyeti olan bir siyasetçidir. Meral Akşener o dönemde yapmış olduğu
mücadelenin aynısını şimdi de Milliyetçi Hareket Partisi saflarında
yürütmektedir ve ona karşı yapılan saldırının, yaşadığımız şu günlerdeki…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK
BAL (Konya) - …birtakım soruşturmalarla ilgili olduğunu düşünüyoruz.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Sayın
Halaman…
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (Devam)
ALİ
HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum ben.
Sayın
Bakanımıza soruyorum: Bu mahalli seçimler yaklaşırken seçim, seçmen, seçim
alanlarının yeniden belirleneceği, muhtarlık ve il genel meclis üyeliklerinin
kalkacağı söyleniyor. Bu konuya bir açıklık getirebilir mi, kanunla ilgisi olduğu
için sordum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkürler Sayın Halaman.
Sayın
Tanal...
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
14.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınadıklarına
ilişkin açıklaması
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı ve MHP Milletvekili Meral Akşener’e yapılan
saldırı, millî iradeye yapılan saldırıdır. Saldırının her çeşidini kınıyorum.
Bu sebeple gerek bu saldırıyı yapanlar ve daha önce milletvekillerine yönelik
yapılan telefon dinlemeleriyle ilgili inşallah bu olay da aynı şekilde askıda
kalmaz. Hükûmetin bu saldırganların peşine düşüp bir an önce bulmasını istirham
ediyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkürler Sayın Tanal.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (Devam)
BAŞKAN
– Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Şimdi
birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci
bölüm 1 ila 14’üncü maddeleri kapsamaktadır.
Birinci
bölüm üzerinde gruplar adına ilk söz talebi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’e aittir.
Buyurunuz
Sayın Özgündüz. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla
selamlarım.
Ben
de Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Akşener’in aracına yapılan, makam aracına
yapılan, TBMM plakası taşıyan aracına yapılan saldırıyı millî iradeye, bu
Meclise karşı yapılmış bir saldırı olarak görüp kınıyorum ve faillerin en kısa
zamanda Hükûmet tarafından yargı önüne çıkarılacağını umuyorum.
Görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na geçmeden önce Sayın Bakana yine bir şey
söylemek istiyorum. Biz ülkemizin millî menfaatlerini savunuyoruz Sayın Bakan.
Cumhuriyet Halk Partisi olsun, şahsım olsun millî menfaatleri savunma konusunda
bizimle yarışamazsınız. Size göre ülkemizin millî menfaatleri Barzani’yle ve
Haşimi’yle kol kola girmek midir, bunu bir izah edin lütfen. Bu menfaat Suriye
konusunda da Irak konusunda da ülkemizin çıkarları nedeniyle oradaki Hükûmetin
izlediği politikanın yanlış olduğunu savunuyoruz. Dolayısıyla başka anlamlara
çekmeyin lütfen. Millî menfaatleri savunmak konusunda da kimse bizimle
yarışamaz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Seçimlerin Temel Hükümleri
ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nı prensip olarak destekliyoruz. Niçin? Yurt dışında
bulunan yaklaşık 2,5 milyon Türk vatandaşının bulunduğu ülkelerde oy
kullanması, dolayısıyla seçme hakkını kullanması, efendim, temsilcilerini
seçmesi önemli bir adımdır. Dolayısıyla bu kanun umarım ülkemize ve yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımıza hayırlı olur fakat bazı çekincelerimiz var.
Özellikle
5’inci maddede, kanunun 5’inci maddesinde “Yurt dışındaki seçmenlerin oy kullanmasında
sandık, gümrük kapıları, elektronik oylama veya yabancı ülkenin durumuna göre
-efendim- o ülkenin yetkili makamlarının uygun göreceği yerlere konulacak
sandıklarda oy kullanılacak.” deniyor. Şimdi, biz buna karşıyız yabancı ülkenin
yetkili makamlarının öngördüğü yerlere sandık konulması bazı sakıncalar
yaratacaktır, yurt dışı temsilciliklerimizde olsun. “Efendim, seçmen sayısının
çokluğu nedeniyle işte, konsolosluklarımız, elçiliklerimiz yeterli değil.”
deniyor.
Değerli
milletvekilleri, en çok seçmen Almanya’da bulunmaktadır, 1 milyon 346 bin
seçmen Almanya’da yaşamaktadır. Bunun yüzde 90’ı seçimlere katılsa -bir hesap
yaptım- yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi ediyor. Yirmi dört saat süreyle oy
kullanma imkânı tanınıyor bu kanuna göre. Siz bunu yirmi saat düşünün, kırk gün
boyunca oy kullanılacak. 60 sandık koyduğunuz anda yaklaşık her sandığa 20 bin
kişi düşüyor, bu da kişi başına iki buçuk dakika ediyor. Sayın Bakan,
Komisyonda da bu konu tartışıldı. “Efendim, başka yerlerde yerel makamların
uygun göreceği yerler ülkemiz açısından sakınca yaratır.” diyerek, yine
ülkemizin menfaatini düşünerek buna karşı çıktık, çünkü düşünün ki efendim,
Almanya’da, Münih’teki belediye “İşte, bu dernek lokallerinde ya da bu
okullarda ya da bu ibadet yerlerinde oy kullanabilir.” der, o çeşitli
sakıncalar doğuracaktır. Bizim açımızdan, ülkemiz açısından sakıncalı olan
örgütlerin ofislerinde de oy kullanma imkânı tanınabilir. Dolayısıyla, bu tür
sıkıntılar olmaması için biz diyoruz ki mutlaka sadece yurt dışı
temsilciliklerimizde oy kullanılsın, yaptığım hesap itibarıyla da Almanya’da
bile bu yetiyor Sayın Bakanımız.
Evet,
bir başka konu, değerli milletvekilleri, bu seçim suçlarından dolayı davalar,
şu andaki kanuna göre iki yıl içinde dava açılmazsa zaman aşımına uğruyor. Bu
iki yıllık sürenin altı aya düşürülmesi konusuna karşı geldik. Nitekim, bütün
partiler de bu konuda anlaştı ve tekrar eski hâlde kalması için, yani bu altı
aylık sürenin madde metninden çıkarılmasını önerdik, iktidar partisi grubu da,
diğer muhalefet partileri de bu görüşümüze destek verdi ve çıkarılacaktır.
Niçin
çıkarılmalı? Çünkü çok ciddi suçları da kapsıyor bu madde. Düşünün ki, sahte
seçmen listesi düzenlemek, 298 sayılı Kanun’un 148’inci maddesinde üç yıldan
aşağı olmamak üzere hapis cezası gerektiriyor. Yine, oy kullanmaya engel olmak.
Bu fiillerin memuriyet sıfat ve görevinin kötüye kullanılması suretiyle
işlenmesi hâlinde iki yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezası. Oy sandığını
tahrip, oyları çalmak, değiştirmek, üç yıl ile beş yıl arasında hapis cezası
öngörülen suçlarda siz “altı ay sürede bunu tamamlayın.” derseniz, bunun
tamamlanması mümkün değil. Dolayısıyla, çok ciddi suçları işleyen, özellikle
büyük şehirlerde ciddi suçları işleyen çok failli olaylarda faillerin tespiti,
efendim, haklarında dava açılması mümkün olamayacak ve cezasız kalma sonucunu
doğuracağı için, biz bu maddeye de karşıyız.
Bir
başka husus, değerli arkadaşlar, yine kanunda öngörülen yurt dışı seçimlerinde,
vatandaşların seçim işlerinde Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısının
kullanılması meselesidir. Biz, buna da karşıyız. Dışişleri Bakanlığının bilişim
altyapısı kullanılmamalı. Biliyorsunuz, seçimler Anayasa’mıza göre, Seçim Kanunu’na
göre Yüksek Seçim Kurulunun gözetim ve denetiminde yapılır, oylar gizlidir.
Dolayısıyla, hükûmetin bir organı olan Dışişleri Bakanlığının, hele elektronik
oylama yapılacağı zaman, seçmenlerin Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısını
kullanması kimin hangi partiye oy verdiği konusunda hükûmetin, yürütmenin bilgi
sahibi olması sonucunu doğurabilir, sakıncalıdır diyoruz. Nitekim, geçmişte
yurt içinde Yüksek Seçim Kurulu Adalet Bakanlığının UYAP sistemini kullanmaya
başlamıştı seçimlerde fakat o da bazı sakıncalar doğurduğu için kendisi
sistemini, altyapısını kurdu. Bu nedenle de biz, eğer elektronik yöntem
kullanılacaksa Dışişleri Bakanlığının mutlaka çıkarılması, tamamen Yüksek Seçim
Kurulunun bilişim altyapısının kullanılması gerektiğini savunuyoruz.
Mavi
Kart konusuna gelince değerli arkadaşlar, burada, biliyorsunuz, doğumla Türk
vatandaşı olup çıkma izni alarak, Bakanlar Kurulu izniyle vatandaşlıktan çıkan
vatandaşlarımıza, yurttaşlarımıza yeniden kimi haklar tanınıyor. Bu da olumlu
bir gelişmedir fakat yine 14’üncü maddeyle değiştirilen Türk Vatandaşlığı
Kanunu’nun 28’inci maddesinin üçüncü bendinde getirilen bir hüküm var, bu
kişilerin sözleşmeli personel olarak çalıştırılması imkânı tanıyor. Bu da kamu
kurumlarında kamu hizmeti yapabilecek işlerde de çalışma imkânını doğuracaktır.
Bunun da çeşitli sakıncalar yaratacağını düşünüyoruz.
Bir
başka husus, yine dördüncü bentte, bu Mavi Kart sahibi olan yurttaşların üçüncü
dereceye kadar alt soyları ancak bu haklardan faydalanabiliyor. Bakanlar
Kuruluna bir yetki veriliyor; üçüncü dereceden sonra kaçıncı dereceye kadar alt
soyların bu haklardan faydalanmasına ilişkin, deniliyor ki “Bakanlar Kurulu
yetkilidir.” Bu maddeye de biz karşı çıkıyoruz. Bunun da madde metninden
çıkarılmasını teklif ettik. Çünkü üçüncü dereceden sonra sınırsız bir şekilde,
nereye kadar, onuncu, on beşinci dereceye kadar; yani efendim, izinle Türk
vatandaşlığını kaybeden, sonradan Mavi Kart alan bir yurttaşın torununun,
efendim torunu, halası dahi Bakanlar Kurulu kararıyla bu haklardan
faydalanabilecek ki, bu kişiler, belki doğumla Türk vatandaşı bile olmayan
kişiler olacaktır. Bu nedenle bunun da sakınca yaratacağını düşünüyoruz.
Bunun
dışında, genel olarak, bu kanunun yurt dışında yaşayan seçmenlerimizin
demokrasiye, ülke yönetimine katkı sağlaması açısından faydalı, yerinde
olduğunu düşünüyoruz.
Ülkemize
ve yurt dışında yaşayan yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Özgündüz.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu.
Buyurunuz
Sayın Türkoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türk milletinin
saygıdeğer milletvekilleri; 201 sıra sayılı Tasarı’nın birinci bölümü üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
Meclis Başkan Vekili ve İstanbul Milletvekili Sayın Meral Akşener
Hanımefendi’ye yapılan menfur saldırıyı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
lanetleyerek başlıyorum. Onun bugüne kadar gösterdiği ve birçok erkeğin bile
imrendiği cesur ve dik duruşunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceğine olan inancımız
tamdır. Faillerin bulunması hususunda Hükûmeti göreve davet ediyorum.
Sözlerimin
başında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, özellikle Avrupa Türklüğü
için büyük önem arz eden tasarıya olumlu olarak yaklaştığımızı ifade etmek
istiyorum. Ancak bu yaklaşım tasarının eksiklerini görmemize engel değildir. Bu
tasarı hükümlerinde yer alan yurt dışı ilçe seçim kurulunun verdiği görevleri
yapmak üzere Dışişleri Bakanlığının bilgi işlem altyapısının kullanılması, 298
sayılı Kanun’un 22 ve 23’üncü maddeleri var iken yurt dışı sandık kurulları
başkan ve üyeleri için bir düzenleme yapılması, bunu yaparken de aynı yasa
içinde birbiriyle çelişen hükümleri bir arada tutmak, sandık kurullarında görev
yapacak kişilerin hangi görevliler olacağının Dışişleri Bakanlığından sorulacak
olması, sandık kurulunda eksiklik olması hâlinde eksikliğin memurlarla
tamamlanması ve 8’inci maddeyle getirilen af niteliğindeki düzenleme, bu
tasarının, eksik, yanlış ve iyi niyetli olmayan yönleridir. Vereceğimiz
önergelerle bu hususların yüce Meclis tarafından düzeltileceğine inanıyoruz.
Diğer
yandan, çağdaş demokrasilerin en belirgin özelliği katılımcı olmalarıdır.
Katılımcı demokrasilerde vatandaşlar, bir yandan seçimler yoluyla siyasal karar
vericileri yani temsilcilerinin belirlenmesini sağlarken diğer yandan siyasal
karar alma süreçlerine kimi zaman doğrudan dâhil olurlar. Siyasal katılımın
kural ve esasları ise, Anayasa gibi, oluşturulması nitelikli çoğunluk
gerektiren temel hukuki metinlerle belirlenir. Bu nedenledir ki anayasalar,
siyasal iktidarların oyunun kurallarını tek başına belirlediği düzenlemeler
değil, aksine, üzerinde toplumun önemli bir çoğunluğunun uzlaştığı toplumsal
mutabakat metinleridir. Bu bağlamda, elimizde her ne kadar darbe anayasası olsa
da, birçok hükmü sivil iktidarlar tarafından değiştirilerek günümüze kadar
gelmiş bir Anayasa vardır.
Burada,
yeri gelmişken bir hususu zikretmekte yarar görüyorum. Çok partili siyasal
hayata geçtiğimiz günden bu yana, Parlamento tarihimizin en haysiyetli ve
demokrasi adına atılmış en büyük adımlarından biri, yeni anayasa yapım
çalışmalarının başlatılmış olmasıdır. Türk Meclisi bu süreçte demokratik
rüştünü ispat edecektir. Bugünden, iyi niyetli katkılarını esirgemeyen,
Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilere şükranlarımı ifade ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu çalışmaya katkıda bulunmak üzere sonuna
dek masada olacağımızı da tekrarlamak istiyorum.
Elimizdeki
1982 Anayasası’nın 67’nci maddesinde, yurt dışında yaşayan vatandaşların oy
verebilmeleri için yasada gerekli düzenlemelerin yapılması öngörülmektedir. Bu
çerçevede, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın gümrük kapılarında oy
kullanabilmelerine imkân sağlanmıştır. Bugün görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı
ise vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde oy kullanabilmesini sağlamayı
amaçlamaktadır. Bu ilk bakışta göze ve kulağa hoş gelen bir düzenleme gibi
görünmektedir ancak işin esasına ilişkin bazı sorunlar vardır.
Sözlerimin
başında da belirttiğim üzere, seçme hakkı, aynı zamanda demokratik süreçlere
hem doğrudan hem de temsilciler vasıtasıyla katılımı esas alan bir haktır.
Parlamentoda yasaları yapacak olan temsilcileri belirleme iradesini serbest ve
etkin bir biçimde kullanabilmek hakkın özünü teşkil etmektedir. Bunun içindir
ki Türkiye, Parlamento seçimleri için tek tek seçim bölgelerine ayrılmakta, her
seçim bölgesinden kaç temsilcinin Parlamentoya katılacağı önceden
belirlenmektedir. Oy veren vatandaşlarımız da kimi seçeceğine, temsilcisinin
kim olacağına oy kullanarak karar vermektedirler. Bu hususu temin etmek için oy
pusulalarında parti isimleriyle beraber, milletvekili adaylarının da isimleri
yazılmaktadır. Peki, hâl böyle iken elimizdeki tasarı çerçevesinde, yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımız verdikleri oylarla kimi ve kimleri temsilci
olarak seçebileceklerdir? Görüştüğümüz bu düzenleme vatandaşlarımızın milletvekili
seçebilme bağlamında oy haklarını etkin olarak kullanabilmelerine imkân
vermekte midir? Bu sorulara “Evet.” diyebilmeyi hepimiz çok isterdik fakat
maalesef yurt dışındaki vatandaşlarımızın seçme hakları, oy kullanmaları şeklî
bir durumdan öte bir anlam ifade etmemektedir. Yurt dışında kullanılacak
oylarla hiç kimse istediği bir milletvekilini tercih edemeyecek, kendisini
Parlamentoda temsil edecek kişileri belirleyemeyecektir. Buna karşılık,
Anayasa’mız seçme hakkından bahsetmektedir yani karar alma mekanizmasında
vatandaşın kendisini temsil ettirebilme hakkının kullandırılmasını hüküm altına
almaktadır. Temsilci belirlemeye yani adaylar arasından birini seçme eylemine
muktedir olmayan bir oy hakkının ne ölçüde demokrasiye ve Anayasa’mıza uygun
olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.
Milletvekili
seçme yani oy hakkı Anayasa’mızın güvence altına aldığı temel hak ve
hürriyetlerden birisidir, bu hakkın dokunulmaz çekirdeği ise vatandaşların
milletvekili adayları arasında tercihte bulunabilmesi ve kendisini en iyi
temsil edeceğine inandığı kişiye oy verebilmesidir. Anayasa’nın koruduğu ve
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın da bu hakkı kullanabilmesini sağlayacak
yasadan beklediği de bu özdür. Aynı zamanda, Anayasa’mız ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararları, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında
hakkın özüne dokunulamayacağını açıkça hüküm altına almaktadır. Bu tasarı,
bugüne kadar gümrüklerde şeklen oy kullandırarak başlattığımız yanlışı devam
ettirmekte, hatta katmerlendirmektedir. Yurt dışında yaşayan vatandaşın önüne
Türkiye’deki vatandaştan farklı bir seçmen pusulası konulacak, üzerinde
seçeceği milletvekili adayına dair hiçbir seçenek bulunmayacak, verdiği oyun
hangi milletvekilinin seçimine katkı sağlayacağını bilmeyecek, oylar
karmakarışık matematik formüllerle hesaplanıp ülke geneline dağıtılacak ve
seçmenin belki de hiç istemediği, iradesini beyan etmediği bir kısım adaylar
güya o seçmeni temsil etmek üzere Parlamentoya girerek seçmen adına yasa
yapacak, kararlar alacak. Bu durum, bugün sahip olduğumuz parlamenter sistemin
dayanağı olan seçim sistemine aykırı bir durumdur. Bu, seçim çevrelerinin esas
olduğu bir sistemin değil, ancak “Türkiye milletvekilliği” diye
isimlendirdiğimiz bir sistemin parçası olabilir. Bu bağlamda önümüzdeki tasarı
ile beraber mevcut sistemi değerlendirdiğimizde, seçme iradesine imkân
tanımayan bir yasanın şeklen verdiği bir oy hakkı, seçme hakkının özüne
dokunmak sayılır ve Anayasa’ya açıkça aykırıdır.
Anayasa’mız,
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza oy hakkı verirken bunun siyasi otoritenin
bir lütfu olarak değil, vatandaş olmanın kazandırdığı temel bir hak ve hürriyet
olarak etkin kullanımını öngörmektedir. Yani Türkiye’de yaşayan bir
vatandaşımız nasıl oy kullanıyorsa, seçme hakkını nasıl eyleme dönüştürüyorsa
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız için de aynı şekil ve içerikte oy
kullanmasını öngörmektedir. Anayasa’nın 67’nci maddesini zahmet edip okursanız,
yurt içinde yaşayan vatandaşlarımız ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız
arasında ayrım gözetilmediğini göreceksiniz. Anayasa, yurt içinde yaşayan
vatandaşlarımız ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız için ayrı biçimde oy
kullanma veya seçme hakkı düzenlemesi getirmemektedir. İster yurt içi, ister
yurt dışı tüm vatandaşlarımızın seçme hakkına sahip olduğunu ifade ettikten
sonra, yurt dışında yaşayanların oylarını kullanabilmeleri için gerekli
tedbirlerin alınmasını emretmektedir; yoksa, yurt dışındakilerin haklarını
sınırlayacak bir düzenleme yapılmasını istememektedir. Elbette, kimlerin
vatandaş sayılacağını ve bu vatandaşlardan hangilerinin seçme ve seçilme
hakkına sahip olacağını belirlemek anayasa yapıcılarının hakkıdır, buna millî
irade karar verecektir. Hiç kimsenin, bu manada millî iradeye müdahale hakkı
olamaz ancak mevcut Anayasa ve kurucu irade, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımıza da yurt içinde yaşayan vatandaşlarımız gibi seçme ve seçilme
hakkı tanımış ise buna sınırlama getirecek bir yasa yapmak, Anayasa hükmü
olarak tecelli etmiş millet iradesini hiçe saymak demek olur ki bunu kabul etmemiz
mümkün değildir.
Bu
kapsamda unutmamamız gereken bir diğer husus da Anayasa'nın tanıdığı Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkıdır. Artık, vatandaşlarımız, Anayasa'nın
kendilerine sağlamış olduğu hakları sınırlayan yasaların Anayasa Mahkemesi
önünde iptalini talep edebileceklerdir. İleride, bu yasal düzenleme
dolayısıyla, seçme hakkının yasayla sınırlandırıldığı gerekçesiyle seçim
sonuçlarına sayısız itirazlar gelme ve ülkede siyasi krizler çıkma ihtimali söz
konusudur. Meseleyi daha ileri boyutlarda düşünürsek, siyasal iktidarın,
Anayasa Mahkemesi kararıyla belirlendiği bir sürecin ortaya çıkmasından
bahsediyorum. Bu sonuçları hiçbirimiz arzu etmeyiz ancak demokratik sistem
sadece yönetenlerin iyi niyetiyle ayakta tutulamaz, sistemin mutlaka hukuki teminatlara
ihtiyacı vardır. Önümüzdeki yasa bu teminatları içermediği gibi, hak ve
hürriyetlerin etkin ve verimli bir şekilde kullanımına da zemin olmayıp
beklenmedik siyasal sıkıntılara kapı aralamaktadır.
Bu
nedenle, alelacele ve ayaküstü hazırlandığı belli olan bu tasarının gözden
geçirilip, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yurt içinde yaşayan
vatandaşlarımızla eşit koşullarda ve…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…hakkaniyete
uygun biçimde seçme haklarını kullanabilecekleri, Anayasa'nın sözüne değil
özüne uygun yeni bir hâle getirilmesine ve kanunlaşmasına ihtiyaç vardır. Bu
Mecliste bu iradenin ortaya çıkmasının mümkün olduğuna inanıyorum.
Bu
düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını diler, Türk milletinin
milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Türkoğlu.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurunuz
Sayın Dora.
BDP
GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 201
sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile ilgili olarak
söz almış bulunmaktayım. Öncelikle, Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Meral
Akşener’e yapılmış olan saldırıyı kınıyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; seçim, bir kamu görevini yürütecek kişi veya
kurulun ilgili seçmenlerce, çok sayıda aday arasında yapılacak tercihlerle
belirlenmesidir. Başka bir açıdan bakıldığında, seçim olgusu, yönetilenlerin
yönetenleri belirlemesiyle sonuçlanan hukuksal yöntemler ve işlemler bütünü
olarak görülmelidir.
Seçim
sisteminin iki temel işlevi vardır: Birincisi, ülkeyi yönetecek hükûmetin
işlevine yönelik olan istikrar ilkesi, diğeri ise seçimde yer alan siyasi parti
ve bağımsız adayların güçleri oranında Parlamentoda temsil edilmelerini sağlama
işlevine yönelik olan adalet ilkesi ya da başka bir adla demokratik temsil
ilkesidir. Demokratik temsil ilkesi, kullanılan her oyun temsil ettiği siyasi
tercihin Parlamentoya yansımasının en ideal biçimidir.
Yurt
dışında yaşayan vatandaşların Türkiye’ye gelmelerine gerek kalmaksızın
Türkiye’deki seçimlere ilişkin oy kullanmaları ile ilgili hazırlanan yasa
değişiklik teklifinin yerinde bir teklif olduğunu söylemek istiyorum. Özellikle
Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız her seçim döneminde gümrük
kapılarına kadar gelmek zorunda kalıyor, çileli bir yolculuğun sonunda oylarını
kullanabiliyorlardı. Bu yasa teklifiyle beraber vatandaşlar kapılara kadar
gelmek zorunda kalmayacaklardır. Ancak yasa değişiklik teklifinin demokratik
bir zihniyet yapısıyla hazırlandığı konusunda aynı şeyleri söylemek mümkün
değildir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; parlamenter sistemlerde seçimler halkın
iradesinin büyük oranda sandığa yansıtılabildiği oranda demokratiktir.
Demokratik koşullara göre hazırlanmış bir seçimde bütün parti ve bağımsız
adaylar aynı koşul ve şartlar altında seçimlere katılırlar. Bu bağlamda
incelendiğinde yasa değişiklik teklifinin 2’nci maddesinin 11’inci fıkrası
“Yurt dışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbalarını genel esaslara uygun
bir şekilde yurt içerisinde oy verme süresi bittikten sonra; bir başkan, bir
memur üye ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin
bildirdikleri isimlerden oluşturulacak yeteri kadar sayım komisyonu kurmak
suretiyle denetimi altında açtırarak sayım ve dökümünü yaptırmak, tutanak
tutturmak ve birleştirme işlemlerini yapmak, ayrıca geçici gümrük kapısı seçim
kurullarından gelen sonuçları birleştirmek ve Ankara İl Seçim Kuruluna
iletmek.” olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin antidemokratik bir temelde düzenlendiğini
düşünmekteyiz.
Aynı
şekilde tasarının 6’ncı maddesindeki “…yabancı ülkedeki seçmen sayısı
gözetilerek oy kullanma gün süresi, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak
Yüksek Seçim Kurulunca kısaltılabilir.” ibaresi oy kullanma hakkının kullanılmasında
sıkıntılara yol açabilecektir. Yurt dışında tüm yurttaşların kolaylıkla
ulaşabilecekleri her yere sandık kurulamadığı ve sandıklar belirli merkezlere
kurulduğu için sürenin kısaltılması birçok seçmenin oy kullanamamasına neden
olabilir.
Yine
aynı maddede “...son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy
alan üç siyasi partinin bildirdikleri isimlerden oluşturulan sandık kurulu,
Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunca kurulur
ve aynı usulle yedek üyeler seçilir. Siyasi partiler üye bildirmez ise eksiklik
kamu görevlileri arasından seçilecek üye ile doldurulur.” şeklinde ifade edilen
kısımdaki “son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy alan üç
siyasi partinin bildirdikleri isimlerden oluşturulan sandık kurulu” ibaresi
“seçime katılan tüm siyasi partilerin ve bağımsız adayların bildirdiği bir asil
bir yedek üye” şeklinde düzenlenmelidir.
Adaletsiz
bir şekilde düzenlenen ve Seçim Kanunu’ndan kaynaklanan yüzde 10 barajından
dolayı bilindiği üzere partimiz seçimlere bağımsız girmek zorunda kalmaktadır.
Bu düzenlemenin Barış ve Demokrasi Partisini hedef aldığı son derece açıktır.
Bu değişikliğin seçime katılan tüm siyasi partileri ve bağımsız adayları
içermesi gerekmektedir. Bu bağlamda, seçime katılan tüm siyasi partiler ve
bağımsız adayların 1 asil 1 yedek sandık görevlisi bulundurma hakkının olması
gerekmektedir.
Milletvekili
seçimleri sadece siyasi partiler için değil, aynı zamanda bağımsız adaylar için
de aynı derecede eşit imkânların sağlandığı bir mecrada yapılmalıdır. Bu
anlamda, yasa değişikliği hem hukukun genel ilkelerine hem de Anayasamızın
eşitlik ilkesine aykırı bir durum arz etmektedir. Seçime bağımsız olarak giren
adayların da en az siyasi partiler kadar hakkı ve hukuku vardır. Bunun önüne
konulan tüm engeller halkın iradesinin sandığa tam olarak yansıtılmaması
anlamına gelecektir.
Kamu
hizmetlerinin tüm vatandaşlara ücretsiz sunulması gerekirken yasa
değişikliğinin 9’uncu maddesi “21/2/1963 tarihli ve 210 sayılı Değerli Kağıtlar
Kanununa bağlı değerli kağıtlar tablosunun sonuna <15. Mavi Kart 5,00 TL>
ibaresi eklenmiştir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu ibare ile vatandaşlar kamu
hizmetlerine belirli bir ücret vermek zorunda kalarak ulaşabileceklerdir. Oysa
tüm kamu hizmetlerinde olması gerektiği gibi Mavi Karta sahip olma koşullarında
da herhangi bir ücretlendirme yoluna gidilmemelidir.
Yasa
değişikliği ile ilgili bir diğer eksiklik de görev alanlarının ve görevlendirme
sınırlarının tam olarak belirtilmemesidir. Kamuda görevli memurların ya da
geçici olarak kamu hizmeti gören vatandaşların görev alanlarının tam ve kesin
olarak belirtilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde, görev alanlarının yanında
yetki alanlarının da net çizgilerle çizilmesi gerekmektedir.
Tasarının
17’nci maddesindeki, 5978 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin değiştirilmesine
ilişkin teklifin (f) bendinde belirtilen “Başkan tarafından verilecek diğer
görevleri yerine getirmek.” ifadesinin başkanlara çok geniş bir yetki verdiği
son derece açıktır. Bu tür ifadelerin suistimal edilebileceği ve haksız
görevlendirmelere yol açabileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla, bu madde başkanın
vereceği görevlerin sınırlarını net bir şekilde belirtecek şekilde yeniden
düzenlenmelidir.
Aynı
sorun tasarının 18’inci maddesinde de mevuttur. 5978 sayılı Kanun’un 14 üncü
maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 14/A maddesinin (d) bendi ve 14/B maddesinin
(f) bendinde yer alan “Başkan tarafından
verilecek diğer görevleri yerine getirmek.” ifadesi de verilecek görev
sınırlarını net bir şekilde belirtecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; demokratik ülkelerde şaibeli seçimlerin
olmaması gerekir. Değişiklik bu hâliyle son derece şaibeli seçim sonuçlarına
zemin hazırlaması hasebiyle tehlikeli bir içeriğe sahiptir. Bunun önüne
geçilmesi için, sözünü ettiğimiz değişikliklerin yapılması gerekmektedir.
Ayrıca yurt dışı seçmenlere bağımsız adaylara oy verme imkânlarının sağlanması,
hukukun genel prensiplerine, seçimin adil ve dürüst yönetimi ilkesine uyumlu
olacaktır. Bağımsız adaylar için ayrı bir oy pusulası düzenlenerek, yurt
dışındaki seçmenlerin de bağımsız adaylara oy verme hakkı ve imkânı
sağlanmalıdır.
Tekrar
hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Dora.
Şahsı
adına İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat.
Buyurunuz
Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde görüşlerimi ifade
etmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce kurulunuzu
saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, bilindiği üzere Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî
faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67’nci maddesinde vatandaşların seçme,
seçilme ve halk oylamasına katılma hakları düzenlenmiş, seçimler ve halk oylamasının
serbest, eşit, gizli ve tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına
göre yargı denetim ve gözetimi altında yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Yurt
dışındaki vatandaşlarımızın oy verme hakkı ilk defa 298 sayılı Kanun’da 1987
yılında 3377 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle tanınmış ise de sadece gümrük
kapılarında bu uygulanabilmiştir. Daha sonra, Anayasa’nın 67’nci maddesinin
ikinci fıkrasına 1995 yılında 4121 sayılı Kanun’la, yurt dışında bulunan Türk
vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla uygulanabilir nitelikte
tedbirlerin alınması -yasayla alınacağı- düzenlenmiştir. Böylece, bu
değişiklikten önce 3377 sayılı Yasa’yla yurt dışındaki vatandaşlara tanınan oy
verme hakkı anayasal bir dayanağa kavuşturulmuştur. Buna göre, devlet, vatandaşlarının
herhangi bir nedenle bulunduğu yabancı ülkelerde oy kullanmalarını sağlayacak
önlemleri alacak ve bunlar Anayasa’nın nitelediği biçimde uygulanabilir
olacaktır. Uygulanma olanağı yabancı ülkelerin anlaşmalar ya da anlaşmalarla
kabul ettiği uluslararası kurallara, kendi ulusal kurallarına, günün
koşullarına, karşılıklılık ilkesine ve düzenlenecek protokol gereklerine
bağlanabilecektir. Ayrıntıların tümüyle yasayla düzenlenmesinin de mümkün
olmadığı açıktır.
Değerli
milletvekilleri, 2008 yılında 5749 sayılı Kanun’la bu konuda ikinci önemli bir
adım atılmış ve yurt dışında yaşayan seçmenlerin dört yöntemle oy kullanması
esası kabul edilmiş, mektup yoluyla oy kullanma Anayasa Mahkemesince iptal
edilmiş. Buna göre, şu anda mevzuatımızda yurt dışındaki seçmenlerin oy
kullanmasına imkân sağlayan üç tane yöntem vardır: Bunlardan bir tanesi gümrük
kapılarında oy kullanmadır -şu anda, en son seçimlerde ve halk oylamasında da
bunu uyguladık- diğeri elektronik oylamadır ve yurt dışındaki yabancı ülkelere sandık
kurma suretiyle oy kullandırma yöntemidir. Bugüne kadar bu yöntemlerden sadece
gümrük kapılarında oy kullanma yöntemi uygulanmıştır çünkü bu en son 2010
seçimlerinde -Yüksek Seçim Kurulu her ne kadar bu konuda ciddi bir girişimde
bulunmuş ise de- yabancı ülkelerle, maalesef, çeşitli gerekçelerle -bunun altyapısı da tam olarak
oluşturulamadığı için- yurt dışındaki seçmenlerin oy kullanması, maalesef,
orada kurulacak sandıklar yoluyla mümkün olmamıştır.
Şimdi
getirilen tasarı, işte, bu yolu rahatlatacak bir altyapı öngörmektedir.
Tasarıda yurt dışı ilçe seçim kurulunun -şu anda var, Ankara’ya bağlı olarak
bunlar görev yapıyor- görev ve yetkileri düzenlenmiştir. Buna göre, Yüksek
Seçim Kurulu, Dışişleri kanalıyla… Çünkü çeşitli ülkelerin kendine göre özellikleri
var. Oradaki seçmen sayılarını dikkate almak suretiyle, hangi ülkelerde sandık
kurulacağını tespit ettikten sonra, oralarda dış temsilciliklerimizde veya
mümkünse uygun mahallerde, örneğin spor salonları veya okullar gibi oy
kullanmaya elverişli yerlerde -ki bu oradaki devletlerle yapılacak, tamamen,
ikili görüşmeler, protokollerle belirlenecek husustur- bu gibi uygun yerlerde
vatandaşlarımızın oy kullanması için altyapı yapılacak, oraya sandıklar
kurulacak, yurt dışı seçimlerini yönetmek üzere oluşturulacak sandık kurulları
da orada belirlenen saat 08.00’le 17.00 arasında oylarını kullandıracak
vatandaşımıza ve bu kullanılan oylar her gün açılacak. Zarflar açılmaksızın,
sadece tespiti yapılıp -aynı bizim şu anda gümrüklerde uyguladığımız gibi- torbaya
doldurulup Türkiye’ye gönderilecek. Türkiye’de de bu iş için özel, sayım, döküm
işlerini yapmak üzere bir sandık kurulu teşekkül edilecek ve oy verme günü,
pazar günü saat beşten sonra bu torbalar burada açılıp, sayımı, dökümü yapılıp
birleştirme tutanakları düzenlenecek. Daha sonra bunlar, gümrük kapılarından
gelen sonuçlarla birlikte toparlanıp, Ankara İl Seçim Kuruluna gönderildikten
sonra, genel olarak seçimlere yansıtılması yapıldıktan sonra ilan edilecektir.
Ben,
bu yasanın gerçekten uygulanma yeteneğine sahip olduğunu düşünüyor, inşallah bu
seçimlere tatbikinin mümkün olmasını diliyor, yüce kurulunuzu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kubat.
Şahsı
adına Yozgat Milletvekili Yusuf Başer.
Buyurunuz
Sayın Başer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YUSUF
BAŞER (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 201
sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın birinci kısmında
konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla,
yurt dışına göçler neticesi ortaya çıkan vatandaşlık odaklı sorunların yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımızı olumsuz etkilememesi, ikamet ve nüfus kayıt
sistemi içerisindeki konumuyla, doğumla beraber Türk vatandaşı olup
vatandaşlıktan izinle çıkanların yaşadıkları sorun ve sıkıntılara çözüm bulmak
ve benzer sıkıntıların yaşanmaması amacıyla hazırlanmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti kanunları çifte vatandaşlığı kabul etmesine rağmen, özellikle
Avrupa’daki bazı ülkelerin kanunlarında çifte vatandaşlığa müsaade edilmemesi
nedeniyle bu ülkelerde yaşayan vatandaşlarımız çifte vatandaş olamamakta ancak
Türk vatandaşlığından çıktıktan sonra ülke vatandaşlığına kabul
edilebilmektedirler. Bu husus, vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde siyasal
süreçlere katılmaları, hem kendi haklarını savunmaları ve hem de lobi gücü
oluşturmaları açısından önem arz etmektedir.
Yurt
dışında yaşayan Türk vatandaşlarının bulundukları ülkelerin vatandaşlıklarını
kazanmasını destekleyen Türkiye Cumhuriyeti, bu amaçla 5901 sayılı Türk
Vatandaşlığı Kanunu’nun 28’nci maddesiyle, doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma
izni almak suretiyle vatandaşlığı kaybedenler ve kendileriyle birlikte işlem
gören çocuklarının kimi istisnai durumlar haricinde Türk vatandaşına tanınan
haklardan aynen yararlanmaya devam edeceklerini teminat altına almış olmasına
rağmen, bununla ilgili olarak tam bu hakları kullanma imkânı mevcut değildir.
Yine
aynı şekilde, Mavi Kart sahibi kişiler Türk vatandaşlarının sahip olduğu birçok
haktan yararlanıyor olmalarına rağmen, bu hakların kapsamı ve kullanımı
konusunda yine ciddi manada sorunlar yaşanmaktadır. 5901 sayılı Kanun’un
28’inci maddesinde belirtilen haklardan sadece izin ile vatandaşlıktan çıkan
kişilerin kendileriyle birlikte işlem gören çocukları faydalanabilmekte,
sonradan doğan çocuklarına bu haklardan faydalanma imkânı, hakkı
tanınmamaktadır. Mavi Kart sahibi kişilerin vatandaşlıktan çıktıklarında nüfus
kayıtları kapatılmakta, dolayısıyla vatandaşlıktan çıktıktan sonra doğan
çocukları, evlilikleri, boşanmaları gibi nüfus kayıt işlemleri
yapılamamaktadır. Yeni doğan çocukların kanuni hakları olamamakta ve en
önemlisi Türkiye’yle irtibatları kesilmektedir. Nüfus kütükleri kapatılan Mavi
Kart sahiplerinin eski, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaraları muhafaza
edilmekte fakat bu numarayla hiçbir işlem yapamamaktadırlar. Kendilerine ait
özel bir numaraları olmayan Mavi Kart sahipleri vatandaşlık numarasıyla işlem
yapılan her yerde sorunlar yaşamaktadır. Türkiye ile yakın irtibatı olan bu
kişilerle ilgili kullanılacak sağlıklı bir veri tabanı da bulunmamaktadır.
Yapılacak değişiklikle beraber 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda Mavi
Kart tanımlanmış, değerli kâğıtlardan sayılmış, böylece Mavi Kart, kimlik kartı
olarak kullanılabilecektir. Mavi Kartlıların kayıtlarının elektronik ortamda
güncel olarak tutulacağı Mavi Kartlılar kütüğü oluşturulacaktır. Mavi Kart
sahiplerinin alt soylarına da Mavi Kart düzenlenecek. Bunun anlamı, Türk
vatandaşlığını kaybetmiş ailelerin sonraki nesillerine de Mavi Kart alma hakkı
verilecek ve bu kişilerin Türkiye’yle irtibatlarının devam etmesi sağlanmış
olacaktır. Bu kişiler, kamu kurum ve kuruluşlarında işçi, geçici veya
sözleşmeli personel olarak çalıştırılabileceklerdir. Her Mavi Kartlıya
vatandaşlık numarasına benzer bir numara verilecek ve bu numara Türkiye
Cumhuriyeti kimlik numarası aranan her yerde kullanılabilecektir. Yapılan yeni
düzenlemelerle Mavi Kartlıların ülkemizle olan bağları kuvvetlendirilecek ve
günlük hayatta yaşadıkları sorunlar asgariye indirilmiş olacaktır.
AK
PARTİ olarak Avrupa başta olmak üzere dünyanın neresinde bir vatandaşımız
yaşıyorsa vatandaşlarımızı hiçbir zaman yalnız bırakmadık bundan sonra da
bırakmayacağız. AK PARTİ olarak vatandaşlarımızın yaşadıkları toplumlara
entegre olmasını, siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda aktif rol almasını
destekliyoruz fakat onların dillerini, kültürlerini, inançlarını unutmalarını,
asimile olmalarını asla istemiyoruz.
Kanun
tasarısının yasalaşacağını umuyor, kanun tasarısının yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımıza ve aziz milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Başer.
Şimdi
soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Süremiz
on beş dakikadır.
Sayın
Kaplan…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başbakan Yardımcımıza sormak istiyorum: Elektronik oy vermede TÜBİTAK bir
çalışma yaptı mı? Elektronik oy makineniz var mı? Farz edin ki bir sene sonra
seçime girdik, elektronik oy makinesi var mı? Varsa bunu şu tehlikelerden… Oy
verme sistemine yapılacak sahtekârlık çeşitlerinden birkaçını sayıyorum: Aygıtlara
kötü amaçlı program yükleme, telsizle uzaktan denetimli saldırı, oy sayım
sonuçlarına saldırı, aygıtların hatalı ayarlanması gibi konularda -daha çok
konu var- ne tür bir önlem var, ne tür bir önlem alındı? Bu makineyi ne zaman
göreceğiz? En kısa süre, bize vereceğiniz süre hangisidir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Sayın
Acar…
GÜRKUT
ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Milletvekili
arkadaşımız Meral Akşener’in makam aracına silahlı saldırıyı kınıyoruz,
faillerin bir an önce yakalanmasını istiyoruz. Bunu, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerinin tamamına yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyoruz.
Sayın
Başkan, seçmen kütükleri ile ilgili de söyleyeceklerim var. Seçmen kütükleri,
demokrasinin işlemesi bakımından en temel unsurlardan biridir. Kütüklerin doğru
tutulduğuna ilişkin yoğun kuşkular bulunmaktadır. 2 milyon sahte seçmen olduğu
İnternet’te dolaşmaktadır. Muhalefetin denetimini olanaksız kılan yöntemlerle
seçmen sayısının artırıldığı, bazı seçmenlerin istenirse ayrı bir TC numarası
verilmek suretiyle iki veya daha çok oy kullanmasının sağlandığı
bildirilmektedir. Parmak boyama işleminin de mükerrer oy kullananların
denetiminin devre dışı bırakılması için kaldırıldığı söylenmektedir. Bu
durumda, Hükûmet ikna edici önlemler almayı düşünüyor mu veya ne gibi tedbirler
düşünüyor? Bunları açıklamasını diliyorum Sayın Bakandan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Acar.
Sayın
Oğan…
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Milletvekilimiz
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekilimiz Meral Akşener’e yapılan
saldırıyı kınıyorum. Bence bunu Mecliste grubu bulunan bütün partilerin de
kınaması gerekir.
Sorum
şudur: Dün Sayın Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ akşam sekiz civarında bu
tasarıyı konuşurken dedi ki: “Bizi şu an yurt dışındaki vatandaşlarımız
ekranları başında izliyor.”
Sayın
Başbakan Yardımcısı, o saatte bizi kimse maalesef izleyemiyor çünkü Meclis
Televizyonunun sesini kısıyorsunuz. Acaba, bizim bilmediğimiz bir yöntemle mi
izliyorlar? Bunu izah ederseniz çok memnun olurum. Siz, konuşmanızı yediden
sonra yapmıştınız. Bugün de yediden sonra, yurt dışındaki Türkler, onların en
önemli sorununu konuşurken bizi izleyemeyeceklerdir. Yurt dışı Türklerine niye
sansür uyguluyorsunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Oğan.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Şimdi,
genel seçim kararı alındığı zaman, Anayasa’mızın 114’üncü maddesi uyarınca
Ulaştırma Bakanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı istifa ediyor. Aynı şekilde,
yurt dışındaki Türk vatandaşlarımızın seçimle ilgili verileri tutulduğu zaman
Dışişleri Bakanının da istifası gündeme gelmeyecek mi? Bir.
İkincisi:
Türkiye Büyük Millet Meclisinde doğru düzgün elektronik oylama yapılamıyor,
hatta görevli arkadaşlarımız pusulalar dağıtıyor. Yani Türkiye Büyük Millet
Meclisinde 550 milletvekili elektronik oylamayı yapamıyorsa vatandaşlarımız
yurt dışında elektronik oyunu nasıl kullanabilsin? Bunu bize izah eder misiniz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın
Tüzel…
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Sayın
Bakan, bu düzenlemede de bağımsız adayları âdeta unutmuş görünüyorsunuz. Oysaki
seçimlerin adil, eşit, demokratik olması açısından seçim kurullarında, sandık
kurullarında sadece en yüksek oyu almış partilerin temsiliyeti değil, aynı
zamanda seçimlerde aday olmuş bağımsız adayların da temsiliyeti gerekir. Hem
sandık kurulları açısından hem bu yurt dışında kullanılacak oylara
bağımsızların oy pusulasında gösterilmesi açısından bir düzenleme düşünülmemiş.
Nedir Hükûmetinizin yaklaşımı bu konuda ve buna nasıl çözüm üreteceksiniz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Sayın
Dibek…
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın
Bakanım, geçtiğimiz günlerde tutuklu milletvekili arkadaşlarımızla ilgili sizin
de bir açıklamanız oldu. “Bu iş başlarken yanlış başladı. Sistemi tıkamak adına
siyasi partiler böyle bir yola girdiler.” şeklinde sanıyorum iki-üç önce bir
açıklamanız oldu. Sayın Meclis Başkanının girişimlerine rağmen, olumsuz
anlamda, Hükûmet adına veya şahsınız adına bu açıklamayı yaptınız. Şunu merak
ediyorum: Ben konuşmamda da söylemiştim, seçim öncesi bağımsız olarak BDP’den
aday olamayan milletvekilleri YSK tarafından yasaklandığında -12 milletvekiliyle
ilgili, YSK, biliyorsunuz, aday olamazlar kararı vermişti- en büyük tepkiyi siz
koymuştunuz, AKP’li arkadaşlarımız koymuştu. İsimleri var; Sayın Çelik, Mehmet
Ali Şahin, Egemen Bağış. Demiştiniz ki: “Bu, demokrasiye vurulan darbedir.
İşte, bunlar olmaz.” falan. Yani o açıklamalarla bu açıklamanız arasında çok
farklılık var. YSK’nın “Aday olabilir.” dediği insanlar milletvekili
seçiliyorlar ve siz “Sistemi tıkamak adına siyasi partiler bu yolu
kullandılar.” diyorsunuz. Ama daha önce YSK’nın “Aday olamaz.” dediği kişiler
için de “YSK’nın kararı çok yanlıştır, bu demokrasiye darbedir.” açıklamaları
var. Bu bir tezat değil midir?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Dibek.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hem Sayın
Kaplan’ın hem de Sayın Tanal’ın elektronik oy kullanmayla alakalı soruları
oldu.
Tabii,
elektronik oy kullanma imkânı yasamıza 2008’de konuldu. Yeni konulmuş bir
uygulama değil, bunu özellikle ifade etmek isterim.
Tabii,
bu bir yasal altyapıdır. Dünyanın değişik ülkelerinde bu yöntemi kullanan
ülkeler var. Bunlarla ilgili güvenlik konusu, teknik konu, diğer hususlar, eğer
sizin yasal bir altyapınız yoksa Yüksek Seçim Kurulunun ve ilgili birimlerin
buna dönük bir çalışmayı yapması ve neticeyi ortaya koyması mümkün olmaz. Şimdi
biz bunu koyduk ve böylesi bir teknolojik imkânı kullanma durumu söz konusu
olduğu zaman, Yüksek Seçim Kurulunun
elinde böyle bir imkân var, bunu kullanabilir. Teknik imkânlar, seçim güvenliği
açısından herkesin kabul edebileceği şartlar oluştuğu zaman bu yapılabilir.
Dünyanın değişik yerlerinde uygulaması var. Tabii teknoloji çok hızla
ilerliyor, büyük değişimler var, gelişmeler var. Dün “Olmaz” denilen çok şey
bugün hayatımızın normalleri arasında yer alıyor.
Bu
konuda zaman içerisinde uygulama şartları oluştuğunda Yüksek Seçim Kurulunun
kararıyla oluşacaktır, uygulanacaktır. Eğer şartlar olmazsa zaten karar
vermeyecektir. Zorunlu, otomatik olarak uygulanması gerekli bir kural değildir.
Elde bir enstrüman olarak durmaktadır.
“Sandık
gördünüz mü?” derseniz ben bir sandık gördüm. Bizim Reha Denemeç Bey
-biliyorsunuz- partide ARGE’den sorumlu. Geçmişte böyle bir…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Getirseydi Sayın Bakan. Bir de biz görseydik.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – “Gördünüz mü?” dediniz de, cevabını
veriyorum. Hayır hayır, böyle bir çalışma yapan insanlar var, dünyanın değişik
yerlerinde uygulamalar var. Biz tabii dünyayı yakın takip ettiğimiz için her
açıdan, nasıl oluyor diye ARGE Başkanlığı bir çalışma yapmıştı. O zaman Grup
Başkan Vekili olarak da ben gittim, hatta o sandıklar nasıl işliyor, nasıl
bakılıyor diye görme imkânım olmuştu ama o zaman da biz “Bu, tabii, daha
üzerinde çok durulması gereken bir konu.” dedik ve öyle gitti. Ama böyle bir
şeyi gördüm, onu özellikle ifade etmek isterim. Bu bir zaman meselesi, teknik
yapı ve güvenlik açısından gerekli şartlar oluştuğunda, Yüksek Seçim Kurulu
Türkiye'nin şartları da buna uygun olduğunda bunu uygulayabilir ama bugünden
yarına bunun uygulaması gözükmüyor, 2014’te gözükmüyor, en azından 2015’te de
gözükmüyor.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Hindistan uyguluyor
-dünyanın 2’nci büyük ülkesi- Brezilya uyguluyor.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşte inşallah Türkiye de onlardan birisi
olacak. Onun için yasaya koyduk, onlar da çalışsın, görevine hazır olsun diye.
Tabii,
Sayın Acar’ın seçmen kütüklerinin doğru tutulmadığına ilişkin ve birtakım
mükerrerlikler olduğuna ilişkin, hatta parmak boyama işleminin mükerrer oyu
ortadan kaldırmak için kaldırıldığına ilişkin sorusuna gerçekten üzüldüm çünkü bu parmak boyama işi
bir ilkel uygulamaydı. Türkiye'nin gelişmişlik düzeyi, hem teknik hem ekonomik
hem de demokratik açıdan gelişmişlik düzeyiyle uygun olmayan bir ayıptı. Biz
bir ayıbı ortadan kaldırdık. Bu takdire şayan bir konudur.
Seçmen
kütüklerindeki seçmen sayısının artışı normal. Sebebi de şu: Bir yandan nüfus
artıyor yeni seçmenler giriyor, öte yandan eskiden seçmenler yazım için askıya
çıkıyordu, askıda yazılanlar seçmen oluyordu veya vatandaş eve kapanıyordu,
görevliler kapı kapı gezip yazıyordu, bazılarını da yazmıyordu, eksik oluyordu.
Şimdi,
bu sistemle ne oluyor? Bütün nüfus kütüğüne kayıtlı olan, seçmen yaşı gelmiş
bulunan herkes seçmen kaydına giriyor ve dolayısıyla seçmendeki artış buradan kaynaklanıyor.
Yazılmak istemeyen de burada var, oy kullanmak istemeyen de burada var, herkes
burada var. Oradan kaynaklanan, yeni seçmenlerin girmesinden kaynaklanan bir durum.
Eğer,
Sayın Acar, elinizde herhangi bir yerde mükerrer oy kullanıldığına ilişkin bir
bilgi varsa bunu lütfen cumhuriyet savcılarına iletin çünkü bu çok önemlidir
hepimiz için, demokrasimiz için. Zaman aşımı da iki yıldır, hâlâ süre vardır en
son seçimle ilgili. Lütfen bunu cumhuriyet savcılarına iletirseniz, bize
ilettiniz, daha hayırlı bir iş olur. Ben onun için cumhuriyet savcılarına bu
konuyu iletmenizi hassaten rica ediyorum.
Sayın
Oğan “Yurt dışındaki vatandaşlar bizi izliyorlar.” dediniz. Doğru, ben onu
söyledim çünkü vatandaşlarımız teknolojik açıdan çok büyük imkânlara sahip.
Biliyorsunuz Meclis TV yayın yapmıyor 19.00’dan sonra ama İnternet üzerinden dünyanın her
tarafından Meclis TV izlenebiliyor. Belki siz İnternet’ten takip edemiyor
olabilirsiniz ama televizyondan izliyor.
SİNAN
OĞAN (Iğdır) - Sayın Bakan “Televizyonları başında izliyor.” dediniz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - İşte camdan takip ediyordu onu. Yani kusura
bakmayın, böylesi bir ayrıntıyı soruya dönüştürme başarınız için de tebrik
ediyorum.
Tabii
Sayın Tanal, “Genel seçim kararı alınınca İçişleri Bakanı, Ulaştırma Bakanı,
Adalet Bakanı istifa ediyor…” Esasında bizim bu istifayı kaldıran adımı atmamız
lazım. Bunun bir anlamı yok. Yerine bir bakan geliyor o da görevini devam
ettiriyor, gidiyor. Bence bunu kaldırmak lazım. Geçmişte bir nedenle konulmuş,
o nedeni de siz çok iyi biliyorsunuz, herkes biliyor ama bunu kaldırmak lazım
çünkü sistem sadece bakana bağlı işlemiyor. Yurt dışındaki vatandaşlarla ilgili
biz Dışişlerinin bilgilerinden elbette istifade edeceğiz. Türkiye’de nasıl
nüfus bilgilerinden istifade ediyorsak orada da edeceğiz. Türkiye’de nasıl kamu
görevlilerinden, hâkimlerden istifade ediyorsak, yurt dışındaki işlemi yaparken
de kamu görevlilerimizden istifade edeceğiz. Bu, işin olmazsa olmazlarıdır.
Eğer öyle dersek o zaman Türkiye’deki bütün seçimleri İçişleri Bakanlığı
yapıyor anlamı çıkar, bu da fevkalade yanlıştır. Burada her işe olumsuz gözle
bakmayalım, bunlar iyi niyetle yapılan işler, partilerin de takibi, kontrolü
var, partiler de bunu takip ediyorlar, kontrol ediyorlar.
Sayın
Dibek’in bağımsız milletvekili adaylarıyla ilgili söyledikleri hususa gelince:
Doğrudur, biz o zaman tepki gösterdik, ben de tepki gösterdim, benim de
açıklamalarım vardı ve yine de aynı kanaatteyim. Yüksek Seçim Kurulu o zaman
hata yapmıştır. Sebebi de şu: Hatırlarsanız CHP’nin Denizli listesiyle alakalı
bir karar verdi, eksikle ilgili. Kontenjan adayı vardı, “Bunu tamamlayın.” diye
bir karar verdi. CHP tamamladı ve o eksiğini giderdi.
Ama
bağımsız milletvekilleriyle ilgili konuya gelince. Hatırladığım kadarıyla, o
zaman eksiklerin tamamlanmasıyla ilgili öncelikle bir süre verip, eksiklere
ilişkin belgeler, bilgiler geldikten sonra karar vermiş olsaydı doğrusunu
yapardı. Ama ne yaptı Yüksek Seçim Kurulu? Önce adaylıkların iptaline karar
verdi, sonra kamuoyunun sesi yükselince de…
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Sizin itirazınız üzerine…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Müsaade buyurun.
…bu
sefer eksik belgeleri getirdiği zaman da belgelere baktı, adaylık ehliyeti var;
kendi kararını değiştirmek zorunda kaldı, yanlış yaptı. Onun için… Ve bu yanlış
da bağımsız adayların seçim propagandasının Yüksek Seçim Kurulu eliyle
yapılmasına yol açtı. Biz o zaman ona itiraz ettik. CHP’ye yaptığı uygulamayı
bağımsız milletvekillerine neden yapmadı, böylesi bir haksız propagandaya neden
vesile oldu diye onu eleştirdik.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Tutuklu vekillerle ilgili itirazınızı sordum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Tutuklu milletvekillerine gelince. Sayın
Kanadoğlu uyardı. Hatta Sayın Sezgin Tanrıkulu’nun açıklaması var: “Otomatik
tahliye olmazlar.” dedi.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Onları engelledi mi Sayın Bakanım? “YSK engelledi mi?” onu
söylüyorum ben.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Hatta Sayın Süheyl Batum’un açıklamaları var.
“Biz sembolik anlam taşıdığı için koyuyoruz, çıkmayacağını biz de biliyoruz.”
diye bir sürü açıklamaları var. Tutukluyken milletvekili adayı gösterildi ve
daha sonra milletvekili seçildi. Yoksa tutuklanmış bir milletvekili yok,
tutukluyken bir milletvekili hadisesi var. Biz burada onu söyledik ve bunu da
eleştirdik.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Yasal engeli var mı? Onu söylemeye çalışıyorum.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Demokrasiye karşı teşebbüs iddiasında
bulundukları iddiasıyla haklarında iddianame bulunanları milletin temsilcisi
olarak aday göstermenin şık olmadığını biz o zaman da ifade ettik, bunları
eleştirdik. Ama son gelişmelerle ilgili parti bir değerlendirme yapmadı, o
partinin bileceği bir iş. Hükûmet olarak bizim bu konuda yaptığımız bir
değerlendirmemiz, aldığımız bir kararımız yok. Partinin yetkili kurulları ne
karar verecek, onu biz de bilmiyoruz şu anda, çünkü herhangi bir görüşme
yapılmadığını biliyorum şu an itibarıyla.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Birinci
bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Başkan, bir şey var. Sayın Başkanım, bir şey
söylediler, adım geçti. Sayın Bakan...
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Öyle bir açıklamanız yok mu?
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Onu söyleyeceğim işte, müsaade ederseniz.
BAŞKAN
– Yerinizden ya da kürsüden.
Buyurunuz
Sayın Batum.
İki
dakika süreniz var.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
3.- Eskişehir Milletvekili Bedii Süheyl
Batum’un, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; bunu son dönemde AKP’nin
çok değerli üyelerinden, bakanlardan, temsilcilerinden çok duymaya başladık. Bu
doğru değil. Hiçbir yerde ne ben ne Sayın Kanadoğlu, milletvekili...
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Canlı yayın var, açıklaman var.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Hayır, bakın,
dikkat edin.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Açık açık, satır satır okudun.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Sayın Bakan, bir dakika.
Biz
böyle söylemedik. Söylediğiniz sizin, farkına varmadan Anayasa’da yazan
milletvekili olabilme yeterliliğini son derece daraltan bir hükümdür. Siz bu
ülkenin Bakanlığını, siz bu ülkede AKP’nin yöneticiliğini yapıyorsunuz.
Şimdi,
Anayasa’da yer almayan bir daraltmayı nasıl yaparsınız? Bu insanlar
milletvekili seçilme yeterliliği olmayan kişiler değil.
Biz
neyi söyledik? Yine, aynı şekilde AKP’nin güdümünde olan bazı sözüm ona
akademisyenler ve gazeteciler şöyle dediler: “Bunları milletvekili
gösteriyorlar, yazık değil mi? Davayı bu 2-3 kişi açısından ortadan
kaldırıyorlar, yargılanmayı yarıda bırakıyorlar.” Bunu söyleyenler Türkiye'nin
akademisyenleri -Türkiye'nin bazı akademisyenleri Allah’tan- gazetecileriydi.
Biz de dedik ki: “Yanlış. Yargılama durmaz, yargılama devam eder, tutukluluk
kalkar çünkü kaçma tehlikesi, delilleri karartma tehlikesi olmaz. Bunun örneği
de Sebahat Tuncel’dir.” Ama şimdi bakıyoruz, hepsi söylediler açıkça, “Yargılama
durmaz dediler.” diyorlar. Evet yargılama durmaz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Hocam, milletin gözüne bakıyorsunuz.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Sevgili Bakan...
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ne söylediğinizi siz de biliyorsunuz.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Ben de biliyorum.
BAŞKAN
– Lütfen karşılıklı konuşmayınız.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Sadece bunu karşılıklı...
BAŞKAN
– Lütfen karşılıklı konuşmayınız, Genel Kurula hitaben…
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Bunu -lütfen- sizin tam bilmediğinizi haklı olarak…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tam değil...
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Yanlış belki duyduğunuz yönünden söyledim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tam biliyorum. Görüntüleri var Sayın Hocam,
söylediklerinizin görüntüleri var.
BAŞKAN
– Sayın Batum…
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Sizin özellikle bilerek çarpıttığınızı tahmin
etmediğim için söylüyorum bunu tekrar. Eğer direniyorsanız çarpıtmak size
yakışmaz, hakikaten yakışık almaz. İnsanların anayasal haklarını ortadan
kaldırıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ayıptır, ayıptır, hiç yakışmıyor size.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Batum.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Meclis Başkanıyla tutuklu milletvekilleriyle ilgili 2
kez görüşen grup başkan vekillerinden biriyim. Sayın Başbakan Yardımcısının
yaptığı açıklama kamuoyuna doğru bir bilgilendirme değil, o konuda bir
açıklamada bulunmak istiyorum çünkü 5 tane milletvekilimiz tutuklu. Açıklama
getirmek istiyorum.
BAŞKAN
– Düzeltme, bir yanlış anlamayı önlemek için.
Buyurunuz
Sayın Kaplan.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
15.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, 8 milletvekilinin tutuklu olmasının millet iradesinin tutuklu olması
anlamına geldiğine ve konunun çözümü için Hükûmetin üzerine düşeni yapması
gerektiğine ilişkin açıklaması
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Değerli milletvekilleri, bugün yeni bir anayasanın yazımına
başladık. Gerçekten Parlamentodaki 8 milletvekilinin hâlâ tutuklu olması bir
dönem boyunca, vicdanları, kamu vicdanını yaralıyor ve dışarıdaki görüntüsü,
milletin iradesi, 8 kişi tutuklu.
Sayın
Meclis Başkanı Başbakanla görüştükten sonra muhalefetin üç parti grup başkan
vekilini çağırmıştır, bizden çözüm istemiştir, biz de önerilerimizi sunmuşuzdur
ve çok açık söylüyoruz, 83 Anayasa ikinci fıkra tutuklama nedeni değil.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Değil evet, suçüstü hâli yok.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Şu an resmen yargı siyasallaşmış ve bu 8 milletvekili
Anayasa’ya rağmen tutuklu bir hâlde bulunuyor. Sadece bu değil, sadece bu
değil, bunun dışında da örnekler var; Sebahat Tuncel örneği var, Bölükbaşı
örneği var. Burada yemin ve Meclis faaliyetlerine katılmalarının önünde de
hiçbir yasal engel yok. Bu kadar hukuksuzluk varken bunu gidermeye çalışıyoruz
ve üç parti grubu bir cümlelik bir önermeyle bu mahzuru gidermek için bir öneride
bulunduk. İktidar partisi de buyursun çıksın sağlam bir önerisini getirsin
diyoruz, yok. 5 tane yetkilisi Başbakanla görüştü, hepsi MYK üyesi.
Şimdi
ipe un sermenin zamanı değil. İpe un sererek bu sorunu çözemeyiz. Yok,
Kandil’in yolu açılıyormuş! Yapmayın yani, buna insanları güldürmeyin.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Efendim, 312’de Başbakan için yapıldı bu!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Gelin çözelim bunu. İstediğiniz gibi siz getirin çözelim,
ama milletin iradesi tutuklu olmasın. Burada, bu kürsüde haksızlık yapmayın,
dezenformasyon, çarpıtma, doğru bilgilendirmeme, yasaları kamuoyuna yanlış
bilgilendirme, doğru değil.
Bizim
5 milletvekilimiz düşüncesinden tutuklu.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – 6 tane!
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Bir tane eylem gösterin, bir tane çakı, bir tane mağdur, bir
tane müşteki; yok. Onlar özgürlük için içeride tutuklu, gerekirse on yıl daha
tutuklu kalırlar, ama kimsenin minnetini de çekmeyiz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Açık söylüyorum, bu Mecliste kimsenin minnetini çekmeyiz.
Ayıp ya! Rezalete döndü bu ya! Bu konuyu konuşmak istemiyorum Sayın Başkanım.
Gerçekten rezalete döndü!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye azarlıyorsun canım bizi!
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Kaplan.
Teşekkür
ederiz, gayet net anlaşıldı konu.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Üslubuna dikkat et, niye azarlayarak konuşuyorsun!
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım…
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Rezalettir tabii! Rezaletin ta kendisidir! Hukuku bile
çarpıtıyorsunuz, Anayasa’yı çarpıtıyorsunuz, yasayı çarpıtıyorsunuz! Kandil’i
diyorsun, ne Kandil’i ya! Ne Kandil’i! Gelin size taahhüt vereceğim.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Dikkatli konuş!
BAŞKAN
– Sayın Kaplan… Sayın Kaplan, çok rica ederim, lütfen yerinize oturunuz.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Ayıp denen bir şey var! Milletle dalga geçmeyin ya!
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakan yanlış bilgi verdi, Anayasa’nın 83’üncü
maddesinin…
BAŞKAN
– Sayın Tanal, lütfen, bir dakika, Sayın Şandır söz istemişti, ona söz
vereceğim.
Buyurunuz.
16.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, 8 milletvekilinin tutuklu olmasının millet iradesinin tutuklu olması
anlamına geldiğine ve konunun çözümü için Hükûmetin üzerine düşeni yapması
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Gerçekten
talihsiz bir tartışma. Bir soruya verilen cevapla bu tartışma başladı. Yani
Bakanı kınamıyorum bu noktada, bir soru soruldu, cevap verdi, ama verilen cevap
tartışmaya sebep oluyor.
Şimdi,
tutuklu milletvekilleri konusu bu Meclisin sorunu olmayacak, demokrasinin
sorunu olmayacak, Türkiye'yi millet adına yöneten iktidarın sorunu olmayacak da
kimin sorunu olacak? Milletin iradesi tutuklu mu değil mi?
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak, Milliyetçi Hareket Partisi olarak söylüyoruz,
biz, bizim milletvekilimizin niye tutuklu olduğunu Sayın Başbakanın beyanından
biliyoruz. Çanakkale’de kendisine ayağa kalkmadığı için tutuklu olduğunu
biliyoruz. Bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O sizin iddianız.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) - Nasıl içinize sindiriyorsunuz? Başbakanın ifadesi.
Şimdi,
böyle olunca bu konuyu “Bu bizim sorunumuz değildir.” diye üstünüzden atmak ne
Hükûmete ne Hükûmetin grubuna yakışmaz. Bu, Türkiye'nin sorunudur, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin sorunudur, demokrasinin sorunudur, herkesten de önce
siyasi iktidarın sorunudur. Bu noktada, Meclis Başkanının bu samimi ve yoğun
gayretlerine Hükûmet Grubunu da destek vermeye davet ediyorum. Yazık oluyor
yani bu konu artık çözülmeli, bir yıla yaklaştık, hâlâ milletin iradesi demir
parmaklıkların arkasında.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) - Bu doğru bir şey
değil, Türkiye’ye yakışmıyor.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Bakan, size söz vermeden, Sayın Tanal da sisteme girmiş, ona da bir
dakika söz vereceğim.
Buyurunuz.
17.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, tutuklu milletvekilleri için suçüstü hâlinin söz konusu olmadığına ve
Anayasa’nın 83’üncü maddesinin tatbik edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Anayasa’nın
83’üncü maddesinin ikinci fıkrası yasama dokunulmazlığını düzenliyor. Burada
aynen üç unsura, bir, ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli… Şu anda 8 tane
tutuklu milletvekiliyle alakalı suçüstü hâli hangi suçta var? Bir sefer,
suçüstü hâli yok.
Devam
ediyor: “…ve seçimden önce -Evet, seçimden önce soruşturma başladı, doğru
soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki…”
Ben, bu anlamda 14’üncü maddeyi hiç tartışmıyorum ama başındaki suçüstü hâli
“ve” bağlacıyla devam ediyor “veya” ile devam etmiş olsaydı Anayasa’nın 83’üncü
maddesi buna engel diyecektik yani bu üç koşul, bir, suçüstü hâli olacak; iki,
milletvekili seçilmeden önce soruşturma başlamış olacak; üç, 14’üncü
maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması olacak. Bunlar
burada yok. Örnek anlamında mı istersiniz? Başbakan da milletvekili
seçilemiyordu, ona özgü Anayasa değişikliği yapıldı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) - Başbakana bu yol açıldı. Burada hiçbir düzenleme, hiçbir
ayrımcılık istemiyoruz, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin olduğu şekilde tatbikini
talep ediyoruz, bu kadar.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, biz burada hangi usule göre
görüşmeleri yapıyoruz, öğrenebilir miyim. Hangi usulle tartışıyoruz? Lütfen
Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Bakan.
18.- Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın, tutuklu iken aday gösterilenlerin milletvekili seçilebilme
ehliyetini haiz olduklarına ve Eskişehir Milletvekili Bedii Süheyl Batum’un
ifadelerine ilişkin açıklaması
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; burada
bir hususu tavzih etmekte fayda görüyorum. Ben tutuklu iken aday gösterilenler
milletvekili adaylık ve seçilme hâlinde milletvekili seçilebilme ehliyetini
taşımadıklarını hiç söylemedim. Böyle bir şey söz konusu değil. Adaylığa
ehildirler. Seçilmeleri hâlinde milletvekili seçilme ehliyetini de haizdirler.
Bugüne kadar bunun aksini söylemedim.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Bakan “Neden gösterdiniz?” diyorsunuz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İki… Sayın Batum, beni bir dinler misin?
25
Ocak 2011, bakın ne diyorsunuz? Soruyorlar size, milletvekili adayları
konusunda görüşlerinin benzer olup olmadığı sorulunca ''Kesinlikle benzer. O
kişilerin kurtarılması için değil; çünkü Anayasa açık, kurtarmak mümkün değil.
Ne ile suçlandığını bilmeyen iki gazeteci orada. Türk toplumunun belirli bir
bölümü, en azından yüzde 50'si yapılan rezilliğin, densizliğin farkında. 'Buna
artık izin vermeyeceğiz' yönünde, sembolik olarak, bu ikisini milletvekili
yapalım... Benimki bir öneri, onların kurtulamayacağını bile bile arkalarında
olduğumuzu sembolik olarak gösteren bir şey yapalım dedim.'' karşılığını verdi.
Her
yerde var, bunu ben arz ettim. Milletvekillerimiz sizi de dinlediler.
Takdirlerinize sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, söyledikleri doğru değil bir kere. Öyle bir
şey değil.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben senin dediklerini okudum.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sevgili Bakan, böyle bir şey yok!
BAŞKAN
– Sayın Batum, siz kürsüden belirttiniz, Sayın Bakan cevabını verdi. Bu konunun
yeterince tartışıldığı kanaatindeyim. Umarım bu sorun çözülür.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (Devam)
BAŞKAN
– Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
1’nci
madde üzerinde iki önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1.
maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 14. maddesinin 1. fıkrasında eklenen
14. bendinde yer alan “ihtiyaç görülmesi halinde” ve “en az Daire Başkanı
seviyesinde” ifadelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
A. Levent Tüzel Nursel Aydoğan Hüsamettin Zenderlioğlu
İstanbul Diyarbakır Bitlis
Hasip Kaplan Adil Kurt Erol Dora
Şırnak Hakkâri Mardin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 1. Maddesi ile 298 Sayılı Kanunun 14.
Maddesinin 1. Fıkrasına eklenen 14. bendinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz
ve teklif ederiz.
Faruk Bal Alim Işık Mehmet Şandır
Konya Kütahya Mersin
Ali Halaman Celal
Adan
Adana İstanbul
BAŞKAN
– Komisyon son okuttuğum önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Kim konuşacak?
Sayın
Bal, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Türklüğünün seçme
hakkını kullanması ve doğumla vatandaşlığımızı kazanmış olup daha sonra
vatandaşlıktan çıkanların Türkiye’yle, Türk milletiyle ekonomik, sosyal ve
kültürel ilişkilerini güçlü bir şekilde kurabilmesi için bu kanuna Milliyetçi
Hareket Partisi olarak destek verdiğimizi ifade etmiştim. Ancak, bu kanun
içerisinde, demokratik değerlerle bağdaşmayan ve mevcut seçim sistemimiz ile
bağdaşmayan, idarenin, seçimle ilgili kurum ve kuruluşların içerisine kamu
gücünü sokarak seçimlerin dürüstlüğü ilkesini bertaraf edebilecek unsurlar
vardır. Bu unsurların ayıklanması için de önergeler verdik. 1’inci madde
üzerindeki önergemiz de bu amaca yöneliktir.
Değerli
arkadaşlarım, 1’inci maddeyle ilgili, 298 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin
1’inci fıkrasına bir fıkra daha ekleniyor, bir bent daha ekleniyor. Bu bende
göre, yurt dışı ilçe seçim kurulunun yapacağı iş ve işlemlerle ilgili olmak
üzere -dikkat buyurun- Yüksek Seçim Kuruluna yurt dışı ilçe seçim kurulunda
görevlendirilmek üzere Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Dışişleri
Bakanlığında çalışan daire başkanı düzeyinde bir kişi daha monte ediliyor.
Değerli
arkadaşlarım, bunun içerisinde çok iş vardır. Bunun içerisinde çok iş var,
çünkü zaten 298 sayılı Kanun’a göre ilçe seçim kurullarının ihtiyaç duyduğu
kamu görevlilerini bünyelerinde çalıştırma yetkisi vardır, bu yetki 298 sayılı
Kanun’un 31’inci maddesi ile tespit edilmiş durumdadır. Yurt dışı ilçe seçim
kurulu da bir ilçe seçim kuruludur, dolayısıyla yurt dışında çalışan
vatandaşlarımızın veya orada bulunan vatandaşlarımızın oy kullanmasıyla ilgili
doğabilecek sorunları çözmek için bu yetkiyi kullanır. Ancak bu yetki bu şekilde
kullanılması gerekirken yurt dışı ilçe seçim kurulunun yetkisi alınıp Yüksek
Seçim Kuruluna devredilmekte ve Yüksek Seçim Kurulunun görüşü de Dışişleri
Bakanlığının görüşü alınarak ortaya konulmakta ve görevlendirilecek kişi de
daire başkanı ile sınırlandırılmaktadır. Bunun anlamı şudur: İdarenin yani
iktidarın yani iktidara siyasi bir parti aracılığıyla gelmiş olan unsurların
seçimlerde kanunla konulmuş olan seçim kurulları arasına bir kamu ajanını, bir
kamu görevlisini, bir memuru monte etmesi demektir. Bu bir ara kademedir. Seçim
kurullarıyla ve dış konsolosluklarla ilçe seçim kurulu arasına bir ara kademe
oluşturulmaktadır. Bu ara kademenin özel bir görevle görevlendirildiği
bellidir, ancak bu görevin yetkisi, sınırları ve denetimi ortada bulunmamaktadır.
Dolayısıyla yetkisi, bu yetkinin sınırları ve denetimi kanunda belirtilmemiş
olması çok ciddi bir sorun ortaya çıkarmaktadır, o da seçimlerde “hukuki
güvensizlik” ve “siyasi güvensizlik” dediğimiz iki tane virüsün seçimlere
bulaşması demektir.
Değerli
arkadaşlarım, bu, Anayasa’nın seçimlerin dürüstlük kuralı içerisinde
yapılacağına dair 79’uncu maddesine açık ve seçik bir şekilde aykırıdır. Bunca
açık ve seçik yetkinin buraya konulmasının anlamını biz Yüksek Seçim Kurulu
kararlarında görüyoruz. Yüksek Seçim Kurulunun yapmış olduğu iş ve işlemler
nedeniyle, bugün aranızda bir milletvekili olarak kanunla bulunması gereken
Sayın Hayrettin Nuhoğlu aranızda yoktur. Niçin? Böyle yanlış işler ve
seçimlerde Anayasa’nın 79’uncu maddesindeki dürüstlük ilkesine uyulmadan iş ve
işlem yapıldığı içindir. Dolayısıyla, Yüksek Seçim Kurulunun, kanuna rağmen,
genelgesiyle bir milletvekili vardır; o da bu sıralar içerisindedir.
Değerli
arkadaşlarım, biz halis niyetle, Avrupa Türklüğünün seçilme hakkına katkıda
bulunmak istiyoruz ancak Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun ortaya koymuş
olduğu bu tablo, önümüzdeki seçimlerde Avrupa Türklüğünün iradesine fesat
karıştıracağına dair, Avrupa Türklüğünün iradesi belirlenirken kamu gücünün,
kamu kaynaklarının suiistimal edileceğine dair kaygılar yaratmaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bal.
FARUK
BAL (Devamla) – Bu kaygıları gidermek için verdiğimiz önergeye yüce heyetin
destek vereceği ümidiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar )
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1.
maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 14. maddesinin 1. fıkrasına eklenen
14. bendinde yer alan “ihtiyaç görülmesi hâlinde“ ve “en az Daire Başkanı
seviyesinde” ifadelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
A. Levent Tüzel (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Tüzel, buyurunuz efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, yurt dışında yaşayan Türkiyeli yurttaşların seçimlere
katılabilmeleri için düşünülmüş bu düzenlemede yine Hükûmetin klasik oradaki
yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek yerine, orayı bir oy deposu olarak görme,
böyle bir yaklaşımın izleri bu yasaya sinmiş durumda. Öncelikle bu yasanın
mahzurlarına değinmek istiyorum hızlı bir şekilde. Çok açık, seçimlerin genel,
adil, eşit, bağımsız olması açısından Yüksek Seçim Kurulu tarafından yargı
denetimi düşünülmüştür ama bu yasada YSK’nın yanına Dışişleri Bakanlığı
bürokrasisi eliyle doğrudan Hükûmetin, yürütmenin bir müdahalesi söz konusu
olabilecektir, bir defa bu yanlıştır.
Bir
diğer şey, biraz önce Sayın Bakana da yönelttim bu soruyu ama cevabını
alamadım, burada da bir eşitsizlik söz konusu, seçimlere sadece siyasi partiler
değil, benim gibi bağımsız adaylar da katılmakta ancak bağımsız adayların seçim
kurullarında, yurt dışı ilçe seçim kurulunda ya da sandık kurullarında temsilci
bulundurmaları düzenlenmemiş, kaldı ki aynı şekilde oy pusulalarında da yer
almaları düzenlenmediği gibi. Dolayısıyla bu yönde değişikliklerin yapılması
gerekiyor ama öncelikle işte burada, bu düzenleme içerisinde daire başkanının
Dışişleri eliyle buraya müdahale etmesi, bu kabul edilebilir bir durum değil.
Bir
diğer şey, asıl yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek
istiyorsak, asıl onların yaşadıkları problemlerin yaşadıkları topraklarda ve
oradaki yönetimlerden kaynaklandığını ve oradaki seçimlere esas
katılabilmelerinin yolunu açmak gerekiyor. Yani 4 milyon Türkiyeli yurttaşı
konuşuyoruz, buradaki sosyal, siyasal hayata katılmalarını ve oradaki
vatandaşlık hukuku problemlerini çözmek yani seçme, seçilme hakkının tarihçesine bakıldığında aslında, vatandaş
olmak gerekmiyor, orada yaşamak, oradaki sosyal hayatın bir parçası olmak
yeterli, dolayısıyla Türkiye Hükûmeti bu yönde bir katkıda bulunmak ve bunu
çözecek bir diplomasi sürdürmesi gerekir.
Bir
diğer şey de yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın korkuları vardır. Yani
örneğin, Almanya’da yaşayanlar -ki 3 milyona yakın büyük bir nüfus orada
yaşamaktadır- oradaki vatandaşlığa geçmeleri hâlinde buradaki haklarını
kaybetmekten doğan bir korku, kaygı vardır.
Şimdi,
burada Mavi Kart düzenlemesi ve kütük bunu ne ölçüde giderecektir? Yani
doğuştan Türkiye vatandaşı olanların, döndüğünde tüm hukuki ve sosyal haklarını
koruyacak bir düzenleme söz konusu mudur? Pek buna ilişkin bir madde
göremiyoruz.
Asıl,
yurt dışındaki Türkiyeli yurttaşların son düzenlemelere tepkileri vardır.
Örneğin konsolosluk işlemleri bir soygun kapısına dönüşmüştür. Beş yıllık
pasaport uzatması 180 euro karşılığı ancak yapılabilmektedir. Örneğin Hükûmet,
orada yaşayacağı belli olan, hayatlarını sürdüren yurttaşlara, bunlara niye
süresiz pasaport vermez?
Bir
diğer şey bedelli askerlik düzenlemesidir. Bedelli askerlik düzenlemesi:
Özellikle Almanya’daki Türkiyeli gençlerin yüzde 35’i işsiz olduğu
düşünüldüğünde, bu insanlar nereden kazanacak? Nereden bulup 10.500 euroyu
denkleştirecek de bu zorunlu askerlik uygulamasından muaf olabilecekler?
Dolayısıyla, orada otuz sekiz yaşından sonra pasaport uzatmak için askerlik
şartı arandığında, oradaki haklarını korumak açısından asıl bu problemleri
çözmek gerekiyor. Yani mesele, oradaki vatandaşlara, Türkiye'deki hakkını
korumak, burada iş edinebilmeleri, benzeri şeyler açısından bir kimlik numarası
vermekle halledilmiş olmuyor. Dolayısıyla, bu düzenleme, esas itibarıyla, yurt
dışındaki yaşayan yurttaşlarımızın bir seçime katılması açısından sorunları
çözmek değil ama daha ziyade, mevcut Hükûmetin kendi bürokrasisi, kendi yürütme
organları üzerinden oradaki insanların beklentilerini istismar etmeye dönük bir
uygulamadır. Bu nedenle, öncelikle bürokrasinin müdahalesini önleyecek bu
değişikliğin kabul edilmesini ama yasal düzenlemenin bütünü açısından uygun
olmadığını belirtiyorum.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
1’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde
kabul edilmiştir.
2’nci
madde üzerinde üç önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı tasarının 2. maddesi 11. fıkrasında yer alan “oy alan”
ibaresinden sonraki “üç” ibaresinin “beş” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Hasip Kaplan Adil Kurt Abdullah
Levent Tüzel
Şırnak Hakkâri İstanbul
Erol Dora Sırrı
Sakık
Mardin Muş
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan "Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 2 inci
maddesi ile düzenlenen 298 sayılı kanunun 20/A maddesinin üç numaralı
fıkrasındaki "beş gün" ifadesinin "yedi gün" olacak şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mahir Ünal Ahmet Aydın Mehmet Doğan Kubat
Kahramanmaraş Adıyaman İstanbul
Mehmet Erdoğan Metin
Külünk
Adıyaman İstanbul
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 2. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna eklenen
20/A Maddesinin;
1)
3. fıkrasında yer alan "kendi mührü ile mühürlenmiş" ibaresinin
metinden çıkarılarak yerine "sol köşesi YSK ve sağ üst köşesi Yurt Dışı
ilçe seçim kurulu amblemi basılı" ibaresinin eklenmesini,
2)
11. fıkrasında yer alan "bir başkan, bir kamu görevlisi üye ve son
milletvekili seçiminde en çok oyu alan üç siyasi partinin bildirdiği bir asil
bir yedek üyeden oluşan" ibaresinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
Faruk Bal Celal Adan Alim Işık
Konya İstanbul Kütahya
Mehmet Şandır Ali
Halaman
Mersin Adana
BAŞKAN
– Komisyon bu son okuttuğum önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Bal, siz mi konuşacaksınız?
FARUK
BAL (Konya) – Evet.
BAŞKAN
– Buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1’inci maddeyle ilgili
olarak verdiğimiz önergenin reddedilmesi suretiyle Sayın Komisyonun ve Sayın
Hükûmetin Anayasa’nın 79’uncu maddesindeki dürüstlük kuralını ihlal etmek
suretiyle Avrupa Türklüğünün seçimlerdeki iradesine müdahil olacaklarını ortaya
koymuşlardır. Dolayısıyla bu önergemiz de onunla paraleldir.
Değerli
arkadaşlarım, “Avrupa Türklüğü” dediğimiz kitle alın teri, bilek gücü ile orada
ekmek parası için gitmiş insanlarımızdır ve buradaki insanlarımızın Türkiye’de
ortaya çıkacak olan millî iradeye katkısının bulunması da gayet doğaldır.
Şimdi, bu önergeyle de bu iradeye katkısının nasıl engellendiğini ya da nasıl
sorunlar yarattığını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Verdiğimiz
önerge ile yurtdışı ilçe seçim kurulunda zarfların mühürlenmesinin ıstampa ve
mürekkeple yapılması öngörülmektedir. 5,5 milyon civarındaki Avrupa Türklüğünün
yaklaşık 4 milyon civarında seçmeni olacağına göre ortalama 5 milyon civarında
zarfın mühürlenmesi gerekmektedir. Bu mühürleme işlemi sırasında seçim
hilelerini yapmakta maharetli olan kitleler zarfın üzerine ıstampadan
yapışabilecek bir küçük mühürle o zarfı
etkisiz hâle getirebilecek bir sonucu doğurabilirler. Dolayısıyla bu
şekilde işaretlenmiş olan zarfları kullanan yurt dışında bulunan
vatandaşlarımızın oylarının geçerli olması mümkün olmayacaktır. İşte, bunu
ortadan kaldırabilecek bir öneride bulunuyoruz. “Yüksek Seçim Kurulunun ve
yurtdışı ilçe seçim kurulunun amblemini taşıyan basılı zarfların gönderilmesi
gerekir.” diye. Bunda ne gibi bir yanlışlık var? Bu yanlışlığı –muhtemelen
reddedilecek Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili oylarıyla- bilmek
isterim. Böyle bir yanlışlık yok ama bir kasıt vardır diye düşünüyorum. O kasıt
da maddenin 11’inci fıkrasında yer alan sandık kurulunun teşkiliyle ilgilidir.
Değerli
arkadaşlarım, sandık kurulunun nasıl teşkil edileceğini 298 sayılı Kanun açık
ve seçik bir şekilde ortaya koymuştur. Son seçimlerde o ilçede en yüksek oyu
alan beş partinin vereceği asil ve yedek üyelerden müteşekkil olur sandık
kurulu. Oysa getirilen tasarıda en çok oyu alan siyasi partilerden üç tanesine
üye verme yetkisi verilmektedir, diğer ikisi, biri başkan, diğeri memur üye
olmak üzere bürokratik oligarşi dediğimiz mantığı sandık kurulunun içerisine
sokmaktadır bu tasarı.
Dolayısıyla
biz Avrupa Türklüğüne güveniyoruz. Avrupa Türklüğünün sandık kurulunda
kendilerini hakkıyla temsil edebileceklerine inanıyoruz ve Avrupa Türklüğünün
kullanacağı oyların orada değerlendirilmesi, sayımı, dökümü, tutanaklara
geçirilmesini de ortaya koyan bir biçimde iradesine sahip çıkabileceğine
inanıyoruz. Bu kapsam içerisinde de bu maddedeki “bir başkan, bir kamu
görevlisi üye ve son milletvekili seçiminde en çok oyu alan üç siyasi partinin
bildirdiği asil ve yedek üyelerden oluşan” tabirinin çıkarılarak 298 sayılı
Kanun’da kabul edilmiş şekliyle seçim kurulunun buna göre oluşturulması
gerektiğini düşünüyoruz. Bu amaçla da Seçim Kanunu’ndaki sistemi bozan, Seçim
Kanunu’ndaki kurullar arasındaki hiyerarşiyi bozan bu yanlışlığın
düzeltilmesini talep etmekteyiz.
Eğer
Avrupa Türklüğünün oy kullanmasına imkân sağlama iradesi var ise Hükûmette ve
Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunda, o takdirde bunların kendi oylarına
seçim kurullarında da sahip çıkabilme ehliyet ve liyakatte olduğunu kabul
etmek, dolayısıyla da önergemize destek vermeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Bu
şekilde gerek sandık kurullarında gerek yurt dışı ilçe seçim kurulunda gerekse
gümrük kapılarındaki geçici ilçe seçim kurullarındaki yapının bozulması, Seçim
Kanunu’muzdaki ilçe seçim kurullarından ve sandık kurullarından farklı bir
düzenleme yapılmasının bir tek anlamı olabilir, o da bu düzenlemeler ile
iktidarın kamu gücünü yani Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimindeki devlet
gücünü ve devlet kaynaklarının seçmen iradesine yansıtılması ve bu iradenin çarpıtılması
şeklinde kullanılacağına dair kaygımız vardır. Bu kaygının giderilmesi için bu
önergeyi verdik…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK
BAL (Devamla) – Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan "Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 2 inci
maddesi ile düzenlenen 298 sayılı kanunun 20/A maddesinin üç numaralı
fıkrasındaki "beş gün" ifadesinin "yedi gün" olacak şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mahir
Ünal (Kahramanmaraş) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Gerekçe lütfen.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Oy
verme gününden önceki beşinci güne kadar oy kullandırılmaya devam edilmesi
oyların yurtiçine taşınmasının yetiştirilememesi ve dolayısıyla sonuçların
alınmasının gecikmesine neden olabileceği düşünülmektedir. Bu düzenlemeyle
seçim sürecinde bu tür sıkıntıların yaşanmaması hedeflenmiştir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı tasarının 2. maddesi 11. fıkrasında yer alan “oy alan”
ibaresinden sonraki “üç” ibaresinin “beş” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Sayın Sakık, buyurunuz.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yani
her yasa geldiğinde aslında alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete. Nasıl BDP’yi
dışlarız, nasıl Kürtlerin önünü keseriz? Şimdi, bu mevcut Siyasi Partiler ve
Seçim Kanunu durduğu müddetçe siz demokrasiden bahsedebilir misiniz Allah
aşkına? Siz, 2007 seçimlerinde BDP -o dönem Demokratik Toplum Partisi-
seçimlere bağımsız katılacak, alelacele bir gece operasyon yaptınız, getirdiniz
bağımsızları birleşik oy pusulasına dâhil ettiniz. Sorun neydi? “Kürtler
kendisini Parlamentoda ifade etmesin.” “Bizim dışımızda kimse gelmesin.” Şimdi,
bu maddede üç parti, diğer partiyi yok hükmünde sayan bir anlayışınız var.
Avrupa
hukukundan bahsediyorsunuz, Avrupa’nın hiçbir yerinde yüzde 10’luk baraj var
mı; böyle rezil rüsva bir Siyasi Partiler Yasası, bir Seçim Kanunu var mı? Hani
övündüğümüz, bir yeni anayasa, yeni bir toplumsal sözleşmeden bahsediyoruz; 12
Eylül ve askerlerden, askerî anayasadan hesap soracağımızı söylüyorsunuz ama
bir taraftan da askerlerin getirdiği bu Siyasi Partiler Yasası, Seçim
Kanunu’nu, böyle, -herkes el ele vererek- “Bunu nasıl kollayabiliriz,
koruyabiliriz?” anlayışı var, “Partimiz nasıl buradan nemalanabilir, nasıl oy
sağlayabilir.” anlayışı var. Buradan farklılıkların Parlamentoya yansıması,
farklı renklerin gelip burada düşüncelerini ifade etmesi gibi bir derdiniz yok;
“Onları nasıl yok edebiliriz?” diyorsunuz.
Türkiye'de
aslında Seçim Yasası bir torba yasası gibi. Bir parti lideri çıkıyor, mesela
AKP’den Sayın Başbakan çıkıyor -bir torba yasası hazırlamış- elini atıyor
torbaya, diyor ki: “Ya, Bülent Arınç, sen Bursa’ya git.”, “Faruk Çelik, sen
Urfa’ya git.”, diğeri, bilmem nereye git. Böyle bir demokrasi olur mu? Her
seferinde çıkıp eleştirdiğiniz o tek parti dönemindeki uygulamaları… Mesela
kendi ilimizde, yıllarca biz Muş’tan vekil görmedik. Kimi gördük? Ankara kimi
tayin ettiyse onu gördük. Şimdi de aynı yöntemle, Sayın Başbakan kimi tayin
ediyorsa o gözüküyor veyahut da CHP lideri veyahut da MHP lideri veyahut da BDP
lideri… Bunun içinde halk yok, bunun içinde demokrasi yok, bunun içinde Avrupa
hukuku da yok, kendi hukukumuz da yok.
Bakın,
Avrupa’nın birçok ülkesinde baraj sıfır noktasında. Nerede? Fransa’da,
Hollanda’da, İrlanda’da, İngiltere’de, İspanya’da, Portekiz’de, Finlandiya’da,
Kıbrıs Rum kesiminde baraj sıfır noktada. Danimarka’da yüzde 2, Yunanistan’da
yüzde 3 ve Almanya’da yüzde 5 ve bizim ülkemizde yüzde 10’luk bir baraj
uygulanıyor ve bunu demokrasinin neresine yerleştirebiliriz? Nasıl bir
demokrasiden bahsedebiliriz?
Şimdi,
yüzde 10’luk barajı uyguluyorsunuz ve üç partiye sandıkta temsil hakkı
sağlıyorsunuz, dördüncü partiyi yok sayıyorsunuz. Hazine barajında da üç parti
bu hazine barajından nemalanıyor, pay alıyor, bizim verdiğimiz vergilerden üç
parti alıyor ama dördüncü parti tek bir lira almıyor. Şimdi de getirip götürüp
burada sandık kurulunu oluştururken “Ya, nasıl BDP’yi yok hükmünde
sayabiliriz?”… Vallahi, zaten, bu yasanın A’dan Z’ye hepsi yanlış, yanlış
düğmelenen bir gömlek gibi siz neresini düzeltirseniz düzeltin ilk düğme yanlış
düğmelenmiş. Onun için, bu yasanın kökten değiştirilmesi gerekir. Bu Siyasi
Partiler Yasası, bu Seçim Kanunu olduğu müddetçe, siz, Anayasa’yı da
değiştirirseniz sonuç alamazsınız. Onun içindir ki biz ilk günden beri
söylüyoruz: Gelin, bu “yol temizliği” dediğimiz yol temizliğine işte buradan
başlayalım. Yeni bir siyasi partiler yasası yeni bir seçim kanunu ve uygun olan
bir barajla seçimlere hep birlikte gidelim. Ama bunları yapmıyorsunuz. Yok
Avrupa’dakileri nasıl dâhil edecek… Siz bağımsızları yok sayacaksınız, belli
partileri yok sayacaksınız, kendinize uygun bir dizayn yapacaksınız, adına da
“demokrasi” diyeceksiniz. Vallahi kusura bakmayın, 12 Eylül aktörü Kenan
Evren’in demokrasisi neyse sizin de demokrasiniz odur çünkü oradan nemalanarak
iktidar oluyorsunuz, iktidarınızı da ona göre dizayn ediyorsunuz.
Ben,
önergemize oy istiyorum ama, yani verseniz de bir şey değişmeyecek vermeseniz
de değişmeyecek çünkü adaletiniz yok.
Saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Sakık.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Kabul
edilmiş bir önerge doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum…
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı Sayın Başkan.
BAŞKAN
– …Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.08
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
201
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı
istenmişti ve bulunamamıştı.
Şimdi
maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Görüşmelere
devam ediyoruz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
3’üncü
madde üzerinde önerge yoktur. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4’üncü
madde üzerinde önerge yoktur. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci
madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna eklenen
94/A Maddesinin sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Yüksek
Seçim Kurulunda görev yapan siyasi parti temsilcilerinin seçim sürecinde
Dışişleri Bakanlığının bilişim alt yapısından gelecek bilgileri izlemesine,
incelemesine, denetlemesine ve bir suretini almasına imkân sağlar.”
Celal Adan Faruk Bal Alim Işık
İstanbul Konya Kütahya
Mehmet Şandır Ali
Halaman
Mersin Adana
TBMM
Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 5. maddesiyle değiştirilmesi teklif
edilen 298 sayılı Kanun’un 94/A md.sinin 1. fıkrasında geçen “Yurt dışı seçmen
kütüğüne kayıtlı seçmenlerin oy kullanmalarına yönelik iş ve işlemlerde,
Dışişleri Bakanlığının bilişim alt yapısından faydalanılabilir. Dışişleri
Bakanlığı, Yüksek Seçim Kurulu’nun belirleyeceği usul ve esaslar doğrultusunda,
kullanılacak olan bilişim alt yapısının oluşturulması ve güvenliği için gerekli
tedbirleri alır” ibarelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
08.05.2012
Ali Demirçalı Namık Havutça Ali Özgündüz
Adana Balıkesir İstanbul
Ömer Süha Aldan Tanju Özcan Sakine
Öz
Muğla Bolu Manisa
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Havutça, buyurunuz.
NAMIK
HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Seçimlerin Temel
Hükümleri Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerindeki önerge
üzerinde konuşuyorum. Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, “Yurt dışı seçmenlerin oy kullanmasında; sandık, gümrük
kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinin birlikte veya ayrı
ayrı uygulanmasına, seçim türüne veya yabancı ülkenin durumuna göre, Dışişleri
Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca karar verilir.” ibaresi yer
almaktadır.
Bu
maddede sakıncalı durumlar bulunmaktadır. Şöyle ki: Anayasa’nın 79’uncu
maddesinde seçimlerin yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında
yapılacağı açıkça belirtilmiştir.
Yurtdışı
Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Yüksek Seçim Kurulu ve Dışişleri
Bakanlığı, ilgili ülkedeki büyükelçiliğin yasal sorumluluğu ve koordinasyon
sorumluluğu muhafaza edilmez ise son derece kaygı verici durumlar ortaya
çıkabilecektir. Bildiğiniz gibi kamuoyunda “Seçimlere hile karıştı.” kaygısı
oluşmaktadır. Oyların bilgisayarlarla işlenip seçim sonuçlarının neredeyse aynı
gün, hatta aynı saatte, sandıklar kapanır kapanmaz açıklanması birçok
kaygılara, spekülasyonlara yol açmıştır. Elektronik sistemde hile yapılabileceği
algısı seçmenleri son derece rahatsız etmektedir.
Şimdi
yapılacak bu düzenlemeyle, Yüksek Seçim Kurulunun kendi elektronik ağını kurmak
yerine Dışişleri Bakanlığına bağlı elektronik ağı kullanması, bu konuda
düzenleme getirmeniz seçmenlerde var olan hile endişesini daha da artıracaktır.
Bütün araştırmalar, bunu, bilgisayarlar kullanılarak oyların sayılması
sırasında çok kolaylıkla oy hırsızlığı yapılabileceğini göstermektedir. Bunu
yapanların da mutlaka sayımdan sorumlu kişiler olması da gerekmiyor. Bu nedenle
bilgisayarlı oy hesaplama sistemlerinin gözden geçirilmesi ve çok güvenli
olduğunun herkese kanıtlanması gerekiyor. Bu nedenle bu sistemin
kullanılmasında son derece dikkatli olunması gerekmektedir.
Sayın
milletvekilleri, bugün, millî iradenin oluşmasıyla ilgili olarak yabancı
ülkelerdeki yurttaşlarımızın oy kullanmasını getirmek son derece olumlu ve
doğrudur ama -az önce Sayın Bakan da ifade etti- bugün millî iradeyi temsil
eden 8 milletvekilimiz burada yokken millî iradenin daha geniş bir şekilde
oluşturulmasıyla ilgili yurt dışındaki yurttaşlarımızın oy kullanması için bunu
getirmek son derece eksik bir anlayıştır çünkü Siyasi Partiler Kanunu’nun
37’nci maddesini değiştirerek seçim barajını yüzde 10’dan aşağı çekmeden millî
iradenin oluşmasını savunmak 12 Eylül anlayışının aynen devamını savunmak
anlamına gelmektedir. Şimdi, sanki halkla alay eder gibi 8 milletvekilini yurt
dışına nasıl anlatacaksınız? Halkımıza nasıl anlatacağız? Halkın iradesini,
milletin iradesini temsil eden milletvekillerimiz tutuklu; biz yurt dışındaki
millî iradeyi arıyoruz! Kime anlatacağız bunu biz?
O
nedenle, bakın, Türkiye’de demokrasi konusunda eksiklerimiz çok. Sandık
demokrasisi bugün Türkiye’de var, demokrasinin en iyi unsuru ülkemizde sandık
demokrasisi olarak çalışıyor. İşte yüzde 10 barajı. Örneğin, 2002 seçimlerinde
13,3 milyon oyun Mecliste temsil edilmesini önledi bu baraj. Millî irade nasıl
temsil edilecek?
Bugün
Türkiye’deki siyasi parti organizasyonlarıyla yüzlerce milletvekilinin
uyuşturucu kaçakçılığından paraları iç etmeye kadar birçok adli suç dosyası
bulunmaktadır milletvekili dokunulmazlığının sayesinde. Siyasi partiler
tüzüğünün demokratik olmaması liderler sultasını yaratıyor. Siyasi Partiler
Kanunu’nun 37’nci maddesini gelin, değiştirelim. Milletvekilleri daha çok
liderler tarafından belirleniyor, bunu değiştirelim. Çok partili sistemin,
Türkiye’de demokrasinin niteliksel ve niceliksel olarak gelişmesine hizmet
etmeyen, Türkiye'nin zenginliklerini paylaşmayan ve halkın isteklerini yerine getirmeyen
yasaları gelin, değiştirelim. Ülkenin dinsel inançlarını sürekli siyasi
istismar ile iktidar olma aracını ortadan kaldıralım.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizde demokrasi eşittir dört yılda bir oy verme
mekanizması hâline gelmiştir. Bunun içeriğini doldurmak için demokrasinin
içeriğinin zayıflığına rağmen seçimlerde oy verme mekanizmalarını artırmak
elbette ki olumludur ama az önce işaret ettiğim gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun
37’nci maddesini, yine seçimlerde kullanılan hükümlerden yüzde 10 barajını
aşağıya çekmeden ve demokrasi konusunda halkımızın bizden beklediği o somut
adımları atmadan Türkiye’de demokrasi olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu
nedenle, biz bu yasaların da samimiyetle değiştirilmesini talep ediyoruz.
Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Havutça.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna eklenen
94/A Maddesinin sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Yüksek
Seçim Kurulunda görev yapan siyasi parti temsilcilerinin seçim sürecinde
Dışişleri Bakanlığının bilişim alt yapısından gelecek bilgileri izlemesine,
incelemesine, denetlemesine ve bir suretini almasına imkân sağlar.”
Faruk Bal (Konya) ve
arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Bal, buyurunuz efendim.
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum.
Şimdi,
ben anlayamıyorum Sayın Bakan ve Sayın Komisyon niçin bizim önergemize ret oyu
verdi, yani niçin kabul etmedi. Önergemizde talep ettiğimiz husus şudur: Yurt
dışından verilecek oylar, Dışişleri Bakanlığının bilgi işlem imkânlarından
yararlanılarak Yüksek Seçim Kurulunun bilgi işlemine aktarılacaktır. Bu oylar
kime verilecektir? Siyasi partilere verilecektir. Siyasi partilerin bu oyların
nasıl geldiğini inceleme, izleme, denetleme ve bu oylardan haberdar olma hakkı
yok mudur? Elbette vardır. O zaman, bu hak niçin teslim edilmemektedir? Bu hak
teslim edilmemektedir çünkü kamuoyunda yaygın bir şekilde var olan elektronik
hile noktasındaki kaygılar bir kez daha artmaktadır.
Dolayısıyla,
değerli arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisinin önerisiyle daha önce
yapılan kanuni değişiklikler ile seçim hukukumuza girmiş olan ilçe seçim
kurullarından çıkacak her bilginin eş zamanlı olarak aynı formatta saklanabilir
şekilde siyasi partilere uç verilmesine ilişkin kanun Yüksek Seçim Kurulu
tarafından kuşa çevrilmiş, sanki “Siyasi partiler bu bilgileri elde etmesin.”
şeklinde bir uygulama getirilmek suretiyle kendilerine verilen oylardan
haberdar edilme imkânı ortadan kaldırılmıştır. Bu ortadan kalkınca ne olmuştur?
Bu ortadan kalkınca siyasi partilerin edinemedikleri bilgilerle,
değerlendiremedikleri bilgilerle ortaya çıkmış olan seçim sonucuna gölge
düşmüştür ve millî irade hakkında da kamuoyunda ciddi bir kaygı oluşmuştur.
İşte bu kaygının ortadan kaldırılmasını, yurt dışından gelen oyların Yüksek
Seçim Kurulunda siyasi partilerin temsilcileri tarafından izlenmesini,
incelenmesini, denetlenmesini ve bir suretinin alınmasını istiyoruz. Buna niye
karşısınız? Eğer buna karşı iseniz, bunun incelenmesini istemiyorsanız, bunun
denetlenmesini istemiyorsanız, bunun izlenmesini istemiyorsanız, bundan bir
suret alınmasını istemiyorsanız siyasi partilerin bu yönde kendilerine teveccüh
etmiş olan seçmen iradesine saygı duymuyorsunuz demektir. Bu, saygısızlığın da
ötesinde bir hile yapılacağına dair kaygıyı daha da fazla artırmaktadır. Bu
kadar makul, bu kadar sağduyuya ilişkin bu önergenin reddi, var olan kaygıyı
kamuoyunda daha fazla artıracaktır. Siz şimdi kimden kaygı duyuyorsunuz?
“Avrupa Türklüğü” dediğimiz, rızık için alın terini, emeğini ortaya koymuş, bu
nedenle yurt dışında bulunan seçmenlerimizin millî iradeye katkısını maniple
edeceğiniz, İnternet ortamında ya da elektronik ortamda bir hile
karıştırılacağına dair kuşkuları artıyorsunuz demektir. Demokrasilerde en büyük
virüs, en büyük endişe kaynağı bu virüsün algı hâline dönüşmesidir. Maalesef,
bu olmuştur, vardır ve bu kaygıyı gidermek de yüce Meclisin görevidir. Fakat
Adalet ve Kalkınma Partisi, Sayın İyimaya’nın ifadesiyle “Eğer parmaklar akıl
ile donatılmış olsaydı demokrasiyi yok eden canavarlar doğmazdı.” şeklindeki
düşüncesinin sanki aksine hareket ederek anlamadan, dinlemeden, ne anlam
yüklendiği belirlenmeden, bir işaretle “Hayır” oyu vermektedir. Dolayısıyla, bu
önergenin de reddedileceğine dair kaygım büyüktür. Reddedildiği takdirde
kamuoyunda seçim sonuçları üzerinde oluşacak olan olumsuz intibaların, olumsuz
düşüncelerin tamamının sorumluluğunun Adalet ve Kalkınma Partisine ait olduğunu
ifade ediyor, makul olan önergemize destek vereceğinizi ümit ediyor, bu
vesileyle yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
5’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde
kabul edilmiştir.
6’ncı
madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan "Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 6’ncı maddesi
ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 94/C maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesindeki "beşinci" ibaresinin "yedinci" ibaresi olarak
değiştirilmesini, dördüncü cümlesindeki "temsilciliğinde" ibaresinden
sonra gelmek üzere "ve mahalde" ibaresinin eklenmesini ve aynı
fıkranın son cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"Yabancı
ülkede yaşayan seçmen sayısının fazlalığı halinde, her seçmenin kendisi için
belirlenen günde ve sandıkta oy kullanmasına da karar verilebilir."
Mahir Ünal Ahmet Aydın Mehmet Doğan Kubat
Kahramanmaraş Adıyaman İstanbul
Mehmet Erdoğan A. Çağatay Kılıç Metin
Külünk
Adıyaman Samsun İstanbul
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 6. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna
değiştirilen 94/C Maddesinin;
1)
1. fıkrasının sonunda yer alan bu süre içinde oy kullanamayan seçmenlerin
yabancı ülke için belirlenen son oy verme gününden önceki 10 gün içinde
belirlenen sandıkta ibaresinin metinden çıkarılmasını,
2)
2. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan, …sandık kurullarının hangi
görevlilerden oluşturulacağı ibaresi ile ikinci cümlesinde yer alan Bu
belirlemeye göre ibaresinin metinden çıkarılmasını,
3)
4. fıkrasının metinden çıkarılmasını,
4)
6. fıkrasında yer alan ...o yer misyon şefi veya en kıdemlinin başkanlığında, o
temsilcilikte görevli bir memur üye ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu
bulunan siyasi partilerin bildirdikleri isimlerden oluşturulan ibaresi ile
Siyasi
partiler üye bildirmez ise eksiklik memurlar arasından seçilecek üye ile
doldurulur cümlesinin metinden çıkarılmasını,
Arz
ve teklif ederiz.
Faruk Bal Celal Adan Alim Işık
Konya İstanbul Kütahya
Mehmet Şandır Ali
Halaman
Mersin Adana
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine Sayın Bakanın ve
sayın komisyonun katılmadığı bir önergeyle huzurunuzdayım. Neye
katılmadıklarına hep birlikte karar verelim.
Değerli
arkadaşlarım, 1’inci madde ile daha önce oyunu kullanamamış olan seçmenlerin
son on gün içerisinde oylarını kullanabileceklerine dair sanki bir imkân
getirilmektedir. Oysa yurt dışında bulunan seçmenlerimizin bulundukları
ülkelerin “kamu güvenliği endişesiyle seçmen sayısını bilme ve güvenlik
tedbirini alma” şeklindeki notaları var Türkiye’ye verilmiş; başta Almanya
olmak üzere. Bu değiştirilmesini düşündüğümüz madde değiştirilmediği takdirde
son on gün içerisinde yığılma olacağı için, kamu güvenliği nedeniyle, özellikle
Almanya’da bütün seçmenlerimizin oylarını kullanamama ihtimali ortaya
çıkacaktır. Dolayısıyla, bu ihtimali bertaraf etmek üzere bu önergeyi vermiş
bulunuyoruz.
Ama
ikinci fıkrayla ilgili değişiklik önerimiz ise bir vahamete şimdiden tedbir
alarak tecelli etmesini engelleme amacıyla ilgilidir. İkinci fıkra ile
istediğimiz husus, sandık kurullarının oluşmasıyla ilgilidir. Bakın lütfen,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup milletvekillerimiz hiç olmazsa bunu
dinlesinler. Burada diyor ki; “Yurt dışında kurulacak sandıkların sandık kurullarının
hangi görevlilerden oluşturulacağı Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak
Yüksek Seçim Kurulunca belirlenir. Bu belirlemeye göre; sandık kurulu başkan ve
üyelerinin seçimi Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunca yapılır.” Ne anlama geliyor
bu? Bu şu anlama geliyor: “Ben, AKP olarak, iktidar partisi olarak, Dışişleri
Bakanı Sayın Davutoğlu’nun yönetiminde bulunan bir bakanlığın iradesiyle sandık
kurullarında kimleri görevlendireceğimi görüş olarak Yüksek Seçim Kuruluna
bildiririm.” Bildirdiği zaman ne olacaktır? Bildirdiği zaman, Anayasa’nın
79’uncu maddesine göre tarafsızlık içerisinde dürüstçe seçim yapmak zorunda
olan Yüksek Seçim Kurulu, AKP İktidarının ortaya koyduğu görüş çerçevesi
içerisinde sandık kurullarına memur verecektir. Buradan çıkacak irade, burada
yapılacak seçim dürüst olabilir mi? Burada yapılacak olan seçim, tarafsız bir
seçim kurulunun yaptığı bir iş olabilir mi? İşte bunun düzeltilmesini
istiyoruz. Eğer siz buna “Hayır” diyorsanız o zaman mefhumu muhalifinden çıkan
sonuç şu: “Sandıkta ne çıkarsa çıksın, benim oraya görevlendireceğim memurlar
ile Suriye tipi, Irak tipi, Libya tipi benzer despot ülkelerde yapılan seçimler
gibi şeklen bir seçim yapılacaktır. Bu şeklî seçimin sonucuna göre de ben
iktidarımı tekrar ilan edeceğim.” Bunun anlamı budur. Siz bunu mu istiyorsunuz?
Bunu istemiyorsanız, bu kadar makul, bu kadar sağduyuya açık, bu kadar geçmiş
seçim kurulu üyelikleriyle ilgili Türkiye’nin uygulamasına aykırı olarak niçin
bunu kabul etmiyorsunuz?
Değerli
arkadaşlarım, işte bu çerçeve içerisinde üçüncü ve dördüncü fıkralarla ilgili
olarak talep ettiğimiz değişiklik de bu mantık içerisindedir. Niçin seçmen
iradesinin düz bir ayna gibi sandığa yansımasına imkân sağlayacak bir yasa
yapmıyoruz da, sanki panayırlarda gösterilen eğri büğrü gösteren sirk aynası
gibi eğip bükerek seçmen iradesini sandıktan çıkan sonucuna göre iktidarınızı
devam ettirme intibasını yaratıyorsunuz. Bu intiba demokrasiyle bağdaşır mı? Bu
intiba belki size de yakışmaz, belki siz de istemiyorsunuz. Niye kulağınızı
vermiyorsunuz bize? Kulağınızı verin. Kalbinizle, beyninizle, vicdanınızla
değerlendirin. Bu değerlendirmeyi yapmak istemiyorsanız o takdirde sizin ne
demokrasiyle ne seçmen iradesiyle ne millî iradeyle ilgili bir kaygınız
olabilir. Bunu Gazi Meclisin bir üyesi olarak, bu Mecliste iktidar yetkisini
elde etmiş bir parti olarak size yakıştıramıyorum.
Lütfen,
aklıselime davet ediyorum sizi, sağduyuya davet ediyorum sizi. Bir gün gelecek
mutlaka siz gideceksiniz. Hiçbir iktidar daim olacak şekilde kurulamaz, inşa
edilemez. Eğer öyle olmuş olsaydı hiçbir demokratik ülkede iktidar değişikliği
hiçbir zaman olmayacak şekilde bir sonuca varırız ki bunun adı diktatörlüktür. Siz demokrasiden yararlanarak
diktayı mı oluşturmak istiyorsunuz? Siz sandıktan diktatörlük inşası için bir
sistem mi geliştirmek istiyorsunuz? Bunu söylerken üzülüyoruz ama sonuç bu.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK
BAL (Devamla) – Önergemize destek vereceğinizi bir kez daha ümit etmek istiyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bal.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Kısa bir açıklama yapmak istiyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Tabii, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, Sayın Bal’ın dile getirdiği
husus, esasında bir zaruretin sonucudur çünkü Yüksek Seçim Kurulu, yurt dışında
hangi ülkede ne kadar Türkiye'nin kamu görevlisi var, bunlar nerede çalışıyor,
bunların vasfı nedir -bunlar orada bir yandan, yurt dışı temsilcilikleri, Türk
vatandaşlarının günlük ihtiyaçlarını, işlerini yaparken öte yandan aynı zamanda
da seçimde görev yapacaklar- işler aksamadan buradaki personelden kimlerden
istifade edilebilir, bunların listesi nedir, onlara ilişkin bir bilgi alacaktır. Yoksa bunun kararını gene
Yüksek Seçim Kurulu verecektir. Bu, bir zarurettendir. Yüksek Seçim Kurulunun
elinde böyle bir liste yok. Tıpkı Türkiye’de kamu görevlilerinin listesini
ilgili kurumlardan alıp değerlendirme yaptığı gibi burada da Dışişleri
Bakanlığından listeyi alacak, değerlendirmeyi yapıp, kararı YSK verecektir.
Türkiye’deki uygulamayla buradakinin arasında herhangi bir fark olmadığını
ifade ediyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan
eksik ve yanlış anlaşılabilecek bilgi vermiştir ve benim sözlerimi
farklı bir şekilde anlatmıştır. Lütfen, açıklamak üzere söz verin.
BAŞKAN
– Yerinizde sisteme girerseniz…
FARUK
BAL (Konya) – Hayhay.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben, Sayın Bal’ın sözlerini tefsir etmedim,
kendi kanaatimi söyledim.
BAŞKAN
– Yanlış anlaşıldığını söylüyor, kendi söylediği…
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben, kanundaki maddeyi anlattım.
BAŞKAN
- Buyurunuz Sayın Bal.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
19.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın,
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın eksik ve yanlış anlaşılabilecek bilgi
verdiğine ilişkin açıklaması
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkanım, ben aynen okuyorum, Kanun’u aynen okuyorum ve
Sayın Bakanın ifadesiyle ne kadar çelişkili olduğunu hep beraber yüce heyet
duysun: “Yurt dışında kurulacak sandıkların sandık kurullarının hangi
görevlilerden oluşturulacağı Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek
Seçim Kurulunca belirlenir. Dışişleri Bakanlığının bu belirlemesine göre sandık
kurulu başkan ve üyelerinin seçimi yurt dışı ilçe seçim kurulu başkanlığınca
yapılır.” Kanun bu, Sayın Başbakan Yardımcımızın söylediği ise bundan farklı.
Diğer
taraftan, ilçe seçim kurulları, Türkiye’de de sandık kurullarında
görevlendirilmek üzere memurların listesini kaymakamlıktan istiyor. Buna dair
seçim mevzuatımızda bir hüküm yok. Böyle bir kanuna da gerek yok çünkü ilçe
seçim kurulu, yurt dışı ilçe seçim kurulu, Dışişleri Bakanlığına bir yazı yazar
“Sizin hangi ülkede ne kadar şu nitelikte memurunuz vardır?” der ve alacağı
cevaba göre serbestçe bunu seçebilir.
BAŞKAN
– Evet, konu anlaşıldı Sayın Bal.
FARUK
BAL (Konya) – Bu işin içerisine Yüksek Seçim Kurulunun karıştırılmasının anlamı
nedir?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK
BAL (Konya) - Bu işte Dışişleri Bakanlığının görüşünün alınmasının buraya
yazılmasının anlamı nedir ve “İlçe seçim kurulunun yetkisi sınırlandırılarak bu
belirlemeye göre seçim yapılır.” şeklinde hüküm konmasının anlamı nedir? Bunun
bir tek anlamı vardır, o da siyasi iktidarın istediği memurlar orada sandık
kurulunda üye olarak görevlendirilir.
BAŞKAN
- Konu net olarak anlaşıldı, sayın milletvekilleri de gayet aydınlandı.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (Devam)
BAŞKAN
– Şimdi önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge
kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan "Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 6’ncı
maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 94/C maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesindeki "beşinci" ibaresinin "yedinci" ibaresi
olarak değiştirilmesini, dördüncü cümlesindeki "temsilciliğinde"
ibaresinden sonra gelmek üzere "ve mahalde" ibaresinin eklenmesini ve
aynı fıkranın son cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
"Yabancı
ülkede yaşayan seçmen sayısının fazlalığı halinde, her seçmenin kendisi için
belirlenen günde ve sandıkta oy kullanmasına da karar verilebilir."
Mahir Ünal (Kahramanmaraş) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz efendim.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
Yurtdışı
temsilcilikler için getirilen tatil günleri dâhil yirmi dört saat oy
kullanabilme istisna hükmünün ihtiyaç duyulması halinde oy kullanılabilecek
diğer mahaller için de geçerli olması amaçlanmaktadır.
Seçmenlerin
yoğun olduğu ülkelerde seçimlerin güvenli bir şekilde yapılabilmesi amacıyla
randevu ile oy kullandırma imkânı getirilmiştir. Fakat ilk 30 günde oy
kullanamayan seçmene son 10 günde oy kullanabilme imkânının tanınması randevu
sistemiyle sağlanmaya çalışılan düzenli ve dolayısıyla güvenli oy verme
sistemine zarar vermektedir. Çünkü seçmenin oy kullanmayı son 10 güne bırakması
ihtimalini açık bırakmakta, bu da yığılmalara sebebiyet vereceğinden seçimin
düzenliliğini ve güvenliliğini tehlikeye atmaktadır. Bu düzenlemeyle seçim
işlemlerinin bir düzen içerisinde yapılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmiştir.
Kabul
edilen bu önerge doğrultusunda 6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.
7’nci
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 7. Maddesinin 2. fıkrasının metinden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal Alim Işık Mehmet Şandır
Konya Kütahya Mersin
Ali Halaman Celal
Adan
Adana İstanbul
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Bal.
FARUK
BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben inanıyorum ki Türkiye
Büyük Millet Meclisi abesle iştigal etmez, mutlaka, hüküm altına aldığı her
konuda bir bildiği vardır. Benim de -biraz sonra önerge reddedilecektir- bu
bilginin ne olduğunu -yüce Meclisin, özellikle iktidar grubunun- ne anlama
geldiğini onların vicdanlarına bırakmaktan başka çarem kalmadı.
Şimdi,
bizim kanunumuzda seçmenlerin nasıl oy kullanacağı, 298 sayılı Kanun’un 86’ncı
maddesinde açık ve seçik bir şekilde yazılmıştır, her türlü ihtimal
düşünülmüştür; seçmenlerin geldiğinde oyu nasıl alacağı, zarfı nasıl alacağı,
nasıl kabine gireceği, ona sandık kurulu başkanının nasıl yol göstereceği,
vesairesi hepsi yazılmıştır. Bu, yurt içerisinde oy verecek seçmenlerle
ilgilidir. Fakat her ne hikmettense, yurt dışında kullanılacak oylarla ilgili
olmak üzere bu düzenlemenin dışında bir düzenleme getirilmektedir. Ne akla
hizmet? Yani yurt içinde oy verirken seçmenin uyacağı kurallar ile yurt dışında
oy verirken seçmenin uyacağı kurallar arasında ne gibi bir özellik, ne gibi bir
farklılık olacak ki farklı bir düzenleme yapılıyor? Meclis abesle iştigal
etmeyeceğine göre bir sebebi olması lazım. Nedir bu sebep? Bunu bilmiyoruz.
Bu
bir tek burada değil, üç tane oy verme usulü getiriliyor. Bir tanesi yurt
içindeki seçmenler, bir tanesi yurt dışında bulunduğu yerde oy kullanacak
seçmenler, bir de gümrük kapısında oy kullanacak seçmenler.
Değerli
arkadaşlarım, kullanılacak oy bir tanedir, bunun usulü de bellidir, iki ayrı
usul ihdas etmenin abesle iştigal değilse mutlaka bir sebebi olması lazım. Bu
sebebin de bu Meclisin de bilinmesi gerekmektedir.
Biraz
önce ifade ettiğimiz nedenlerle kaygı var, şüphe var. Bu kaygı ve şüphe, böyle
kargacık burgacık, birbirleriyle çelişen bir seçim hukuku çerçevesi içerisine
gizleniyor, saklanıyor endişesi vardır. Bu endişeyi taşımaya milletimizin
takati yetmez. Gelin açık olalım, seçik olalım, net olalım. Gelin hep birlikte
oy kullanmayla ilgili var olan hükmü, yurt dışındaki seçmenlerimizin ve gümrük
kapılarında oy kullanacak seçmenlerimizin aynı esasa uygun olarak
kullanılabilmesine imkân sağlayalım.
Bunun
için bu önergeyi verdik ancak Komisyon ve Sayın Başbakan Yardımcısı, Hükûmeti
temsilen bunu reddedeceklerini ifade ettiler. O zaman ben kaygı duyuyorum.
Millî irade içerisinde Türkiye’de millî iradenin tecellisiyle ilgili oy
kullanan seçmenler belirli bir statüdedir. “Avrupa Türlüğü” diye tanımladığımız
millî iradenin bir parçası olan kitlenin ise seçmen olarak oy kullanması farklı
bir usule tabidir. Bu farklılık neye hizmet edecektir? Bu farklılık millî
iradenin tecelli etmesinde ne gibi sonuçlar doğuracaktır? Bu kaygıların, bu
endişelerin giderilmesi için bu önergeyi verdik.
Ümit
ve temenni etmek istiyorum, eğer parmakların ucunda zerre miktarda akıl varsa
ve yine Cenabıallah’ın her canlıya, insan olarak yarattığı her canlıya
bahşettiği küçük “mahkeme-yi kübra” dediğimiz vicdanınızla bunu
değerlendirebilirseniz...
Bu
düşüncelerle yüce heyeti tekrar selamlıyor ve önergemize destek vereceğinizi
ümit ediyorum.
Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bal.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
7’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 7’nci madde
kabul edilmiştir.
8’inci
madde üzerinde üç önerge vardır; aynı mahiyetteki bu önergeleri okutacağım ve
birlikte işleme alacağım, talepleri doğrultusunda önerge sahiplerine ayrı ayrı
söz vereceğim ya da gerekçelerini okutacağım.
Şimdi,
aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan "Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın 8 inci
maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nur Bahçekapılı Mehmet Doğan Kubat Ali Ercoşkun
İstanbul İstanbul Bolu
Nurdan Şanlı Tülay
Kaynarca
Ankara İstanbul
Aynı
mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Ali Demirçalı Tanju Özcan Mustafa Moroğlu
Adana Bolu İzmir
Sakine Öz Ali
Özgündüz
Manisa İstanbul
Aynı
mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Celal Adan Faruk Bal Alim Işık
İstanbul Konya Kütahya
Mehmet Şandır Ali
Halaman
Mersin Adana
Aynı
mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Hasip Kaplan Erol Dora Levent
Tüzel
Şırnak Mardin İstanbul
İdris Baluken Ertuğrul
Kürkcü
Bingöl Mersin
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Gerekçe.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Söz
konusu düzenlemenin uygulamada sorunlara yol açacağı düşünüldüğünden kanun
tasarı metninden çıkarılması amaçlanmaktadır.
Gerekçe:
Değiştirilmesi
teklif olunan 298 sayılı Kanun’un 180. maddesinde öngörülen, kamu davasının
açılması için öngörülen 2 yıllık sürenin altı ay olarak değiştirilmesi hâlinde;
298 sayılı Kanun’un 133. maddesinden 173. maddesine kadar olan maddelerinde
tarif edilen ve kimi suçlarda 10 yıla kadar hapis cezası öngörülen çok ciddi
suçlarda, bu suçları işleyen özellikle çok sayıda kişinin karıştığı olaylarda
delil toplanmasındaki güçlük ve faillerin tespitindeki zorluklar dikkate
alındığında soruşturma için 6 aylık sürenin yetersiz olması nedeniyle bu teklif
verilmiştir.
Gerekçe:
Bu
madde ile 12 Haziran 2011 tarihinden itibaren 6 ay içinde davası açılmamış
seçim suçlarını işleyenler için örtülü af getirilmektedir. Haklarında dava
açılmış olanlar ile mahkûm olanlar ve cezalarını çekenler bu maddeden
yararlanamayacaktır. Bu durum aynı suçu işlemiş kişiler arasında eşitsizlik
yaratacaktır.
Alt
komisyonda ve Anayasa Komisyonunda yeterince görüşülmemiştir.
Ayrıca
seçim suçları çok çeşitlidir. Aynı seçimi kaybettiği için silahlı gruplar ile
sandığı alıp kaçıran, yakan, bu nedenle seçimlerin iki, üç defa yenilenmesine
sebep olan kişiler bulunmaktadır. Bu derecede vahim sonuçları doğuranlar da 6
ay içinde davası açılmamış ise bu madde hükmünden yararlanacak ve bu örtülü af
kamu vicdanında ciddi bir yara açacak ve o ölçüde eleştirilecektir.
Gerekçe:
Adil
bir seçim sistemi amaçlanmıştır.
BAŞKAN
– Gerekçelerini okuttuğum aynı mahiyetteki bu dört önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul
edilen bu önergeyle 8’inci madde, tasarı metninden çıkarılmıştır, bir
karışıklığa yol açmamak için görüşmelere tasarının mevcut madde numaraları
üzerinden devam edilecektir, tasarı kanunlaştıktan sonra kanun yazımında madde
numaraları teselsül ettirilecektir.
Şimdi,
9’uncu madde üzerinde önerge yoktur.
9’uncu
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 9’uncu madde
kabul edilmiştir.
10’uncu
madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
11’inci
madde üzerinde önerge yoktur.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 11’inci madde kabul edilmiştir.
12’nci
madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… 12’nci madde kabul edilmiştir.
13’üncü
madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… 13’üncü madde kabul edilmiştir.
14’üncü
madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… 14’üncü madde kabul edilmiştir.
Böylece,
birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Sayın
Acar, sisteme girmişsiniz.
Buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
20.- Antalya Milletvekili Gürkut
Acar’ın, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
GÜRKUT
ACAR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakana birkaç sorum var. Öncelikle seçim güvenliğine ilişkin tereddütlerin
giderilmesi konusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen partilerin
de süreci denetlemelerine olanak sağlayacak bir yapı kurulması mümkün olacak
mıdır Sayın Bakan?
Biraz
önce sorduğum soruya “Cumhuriyet savcılığına başvurunuz bir hile varsa.”
şeklinde cevap verdiniz. Bizim amacımız cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda
bulunmak değil. Zaten eğer öyle olsaydı,
şimdi, bizim bu sözlerimizin de cumhuriyet savcılığına sizin
tarafınızdan götürülmesi gerekirdi.
Sandıklarda
her partiden birer üye bulunuyor. Biliyorsunuz, bu, güvenlik açısından,
muhalefetin de denetimi açısından…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Acar.
Sayın
Şandır…
21.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Başbakanın 2007 seçimlerinden sonra polislerin özlük haklarıyla
ilgili verdiği söz üzerine polislerin müjdeli haber beklediğine ilişkin
açıklaması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, hoşgörünüze sığınarak, usulde yok ama Sayın
Bakandan bir müjdeli haberi bekleyenler var yayının kapanma saatinde.
Sayın
Bakanım, Sayın Başbakan 2007 seçimlerinden sonra polislerin özlük haklarıyla
ilgili bir söz vermişti. İnanınız ki, şu arada yedi-sekiz tane telefon aldım. Lütfen,
bir müjde verin polislere yani ben söylemiş olmayayım, siz söyleyin ama bir
dönem geçti, ikinci dönemdeyiz, bu konuyla ilgili bir müjdenizi bekliyor Türk
güvenlik…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Bu,
tabii, bir soru-cevap bölümü değil sayın milletvekilleri, sisteme girmiş
olduğunuz için 60’a göre kısa bir söz hakkınız vardır, belki bir şey söylemek
istiyorsunuz diye söz veriyorum.
Onun
için, en son sisteme girmiş Sayın Tanal’a söz veriyorum ve görüşmelerimize
devam ediyoruz.
22.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal’ın, Bezmiâlem Vakıf Üniversitesinde usulsüz ve haksız bir şekilde
“profesör” unvanı kullandığı için şikâyet edilen Güngör Eroğlu hakkında ne
işlem yapıldığını öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bezmiâlem
Vakıf Üniversitesinde usulsüz ve haksız olarak “profesör” unvanı kullandığı
için Sayın Güngör Eroğlu hakkında şikâyetler yapıldı. Bununla ilgili Başbakan
Yardımcısı olarak ne işlemler yaptınız?
Saygılar.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Şimdi,
ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci
bölüm 20’nci maddeye bağlı 14/a ve 14/b maddeleri dâhil 15 ila 28’inci
maddeleri kapsamaktadır.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564)
(S. Sayısı: 201) (Devam)
BAŞKAN
- İkinci bölüm üzerinde, gruplar adına ilk söz isteyen Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’dır.
Buyurunuz
Sayın Oğan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA SİNAN OĞAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
öncelikle, biraz önce, Sayın Bakana soru sormuştum ama Sayın Bakan, Sayın
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bu sorumuza cevap vermedi. Televizyonun da
kapanmasına şunun şurasında birkaç dakika varken ben bu konuya açıklık
getirmesini yeniden istirham ediyorum Sayın Başbakan Yardımcısından.
Dün,
bu kürsüde saat yediden sonra Sayın Başbakan Yardımcısı dedi ki: “Bugün
televizyonu başında binlerce, on binlerce yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız
bizi izliyor.” dedi. Saat yediden sonra, Sayın Başbakan Yardımcısı, bizi kimse
izleyemiyor maalesef. Neden? Çünkü siz Meclisin izlenmesini istemiyorsunuz.
Dolayısıyla biz bugün burada bu önemli konuyu görüştüğümüzde, maalesef yurt
dışındaki vatandaşlarımızın kaderini burada görüşüyoruz ama -ben şimdi dakika
sayıyorum burada- birkaç dakika sonra, vatandaşlarımız bizi seçti, buraya
gönderdi ama ne konuştuğumuzu göremeyecek. Sayın Başbakan Yardımcısı diyor ki:
“Efendim, teknoloji gelişti, İnternet’ten takip edebilirler.” Doğrudur,
İnternet’ten takip edebilirler ama o televizyon, o TRT, bizlerin, vatandaşların
eğer parasıyla, vergisiyle yayın yapıyorsa niye kapatıyorsunuz? Dolayısıyla da
yurt dışındaki vatandaşlarımızı bu kadar çok düşünüyorsanız eğer, öncelikle bu
bilgiden mahrum etmemeniz gerekmektedir.
Bir
başka hususu daha ben arz etmek istiyorum konuya geçmeden önce: Yurtdışı
Türkler Başkanlığının eğer biz burada bu yeni düzenlemeyle yapısını da
görüşeceksek, yurt dışında yaşayan akraba toplulukların Türkiye’ye girişine 1
Şubattan itibaren niye engel koyduğunuzu da burada açıklamak durumundasınız.
Bugün, Türk dünyasını siz unuttunuz. Türk dünyasını artık ağzınıza almaz
oldunuz ama 1 Şubattan itibaren Türkiye’ye gelen her Türk dünyasından vatandaş,
akraba topluluklar ve cumhuriyetlerin vatandaşları üç ay burada kaldıktan sonra
bir daha buraya doksan gün süre geçmeden gelemiyorlar.
Peki,
bu nasıl bir iştir? Siz, Türk dünyasına madem bu kadar önem veriyorsunuz,
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurduğunuzu ifade
ediyorsunuz, peki, kendi elinizle, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ve
akraba toplulukların Türkiye’ye gelmesine, Türkiye’yle kaynaşmasına, Türkiye’de
kalmasına niye engel çıkarıyorsunuz? Bunun da, bu sorunun da burada cevabının
verilmesi lazım.
Değerli
milletvekilleri, biz bir taraftan Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki Türk
vatandaşlarımızın oy kullanması için her seçim dönemi geldiğinde elimizden
geleni yaparken, on senedir iktidardasınız, yurt dışındaki Türk
vatandaşlarının, hâlâ, oy kullanma sorununu çözemediniz; on sene geçti, on
sene, hâlâ çözemediniz.
Şimdi,
getirdiğiniz bu maddenin içerisinde ise onlarca sakınca vardır ki en önemli
sakıncalardan birisi de bizim oradaki vatandaşların elektronik ortamda oy
kullanması durumunda -çünkü bunun kararını Yüksek Seçim Kurulu verecektir,
nasıl oy kullanacakları konusunda- oradaki vatandaşlarımızın kullanacakları
oyun kime gideceğinin garantisi yoktur. Neden garantisi yoktur? Çünkü siz,
Dışişleri Bakanlığımızın ilgili bilgi işlem dairesini görevli kılıyorsunuz bu
kanunla. Dolayısıyla da zaten Türkiye’de yoğun bir şekilde var olan seçimler
üzerindeki iddialara yurt dışı Türkleri de katarak bu iddiaları daha da
büyütmüş olacaksınız.
Tabii,
burada Mavi Kartla ilgili de bir iki hususa değinmem gerekiyor. Mavi
Kartlıların… Komisyon görüşmelerinde -Anayasa Komisyonu üyesiyim aynı zamanda-
sorduğumuz soruya Sayın Başbakan Yardımcısı cevap vermedi ve Sayın Başbakan
Yardımcısı o zaman dedi ki: “Bunların, yazılı olarak size cevabını vereceğiz.”
Anayasa Komisyonu Başkanımız da buradadır umuyorum veyahut da -burada yok-
ilgilisi buradadır en azından, Anayasa Komisyonumuzdan da bugüne kadar bizim
sormuş olduğumuz soruların yazılı cevabı maalesef gelmedi. Aynı sıkıntıyı
Dışişleri Komisyonunda da yaşıyorduk ancak bu sıkıntının en azından Dışişleri
Komisyonunda bir miktar giderildiğini görüyoruz ama Anayasa Komisyonunda
sorduğumuz soruların cevabı gelmedi. Örneğin, bu kanunla beraber yabancı
statüsünde olacak vatandaşlarımızın yabancıdan yabancıya araç satışı ne
olacaktır? Bu sorunun cevabını vatandaşlarımız soruyor bize. Biz de vatandaşlarımız
adına komisyonda ilgili bakanlığa soruyoruz, ancak hiçbir cevap alamıyoruz.
Mavi
Kartlıların borçlanma ve emeklilik haklarının hâlâ verilip verilmediği belli
değil. Kanunu incelediğinizde böyle bir hakkın tanınmadığını da görmektesiniz.
Oysa biz vatandaşlarımızın Türk vatandaşlığından çıkmasını mecburi sebeplerden
dolayı kabul etmiştik, Almanya ve Avusturya bunu istemediği için biz bunu kabul
etmiştik. Bu vatandaşlarımız maalesef Türkiye’de borçlanma noktasında,
emeklilik noktasında sıkıntı çekmektedir ve bu yeni getirdiğiniz tasarı, bu
vatandaşlarımızın bu sorunlarını çözememektedir.
Tabii,
bununla beraber yurt dışındaki vatandaşlarımızın en önemli sorununu da ifade
etmemiz lazım, o da… Her alana getirdiğiniz “yandaş” kavramını maalesef yurt
dışı Türkleri arasına da soktuğunuzu ifade etmem lazım. Türkiye’de bunu
yapıyorsunuz, yandaş olmayana hiçbir şekilde hayat hakkı tanımıyorsunuz, bari
insaf edin de yurt dışındaki vatandaşlarımız arasında ayrımcılık yapmayın, yurt
dışındaki vatandaşlarımızı “yandaş” ve “yandaş olmayanlar” diye ayırmayın.
Bu
yakınlarda, göçün 50’nci yılı dolayısıyla yapılan toplantıya Avrupa Türklüğünün
en önemli, en temel kuruluşu olan Türk federasyonlarını çağırmadınız. Neden?
Çünkü Türk federasyonları sizinle aynı paralelde düşünmüyor, sizin baktığınız
pencereden dünyaya bakmıyor diye orada bir ayrım yaptınız. Hâlbuki, unutmayınız
ki Türk federasyonları Avrupa’da siz daha yokken, siz daha siyaset sahnesinde
yokken oradaydı, onlar orada bizim vatandaşlarımızın her türlü sorununu çözme
noktasında devredeydi, bugün de Türk federasyonları Avrupa’nın her köşesinde
bizim vatandaşlarımızın sorunlarını çözüyor. Fransa’daki mitingi Türk
federasyonu olmasaydı yapabilir miydiniz? Yapamazdınız ama Türk federasyonları
ve Milliyetçi Hareket Partisi millî konularda ayrımcılık yapmıyor. Fransa’da
eğer Türklerin hakkını savunmak gerekirse Türk federasyonları orada,
Türkiye'nin hakkını herhangi bir yerde savunmak gerekiyorsa bütün Türk
federasyonu üyeleri orada ancak yaptığınız hiçbir toplantıda onların yeri yok,
onların yaptığı hiçbir toplantıda da Dışişleri Bakanlığımızın oradaki elçiliklerini
göremiyoruz maalesef. Dolayısıyla, Türkiye’deki yandaşlığınız elbette ki doğru
değil, ancak haydi bu neyse diyelim Türkiye’de biz bizeyiz ama lütfen, gelin,
yurt dışındaki vatandaşlarımız arasına bu yandaşlığı sokmayın.
Bir
de tabii, yurt dışında bizim elçiliklerimize giden vatandaşlarımızı lütfen
ciddiye alsın oradaki Dışişleri Bakanlığımızın temsilcileri. Elçiliklerimizdeki
çalışanların, konsoloslarımızın bizim vatandaşlarımızı orada ciddiye almaları
gerekir. Siz oy olunca gideceksiniz oradaki vatandaşlarımıza oy isteyeceksiniz
ancak oradaki vatandaşlarımızın başına bir iş geldiğinde, bir sıkıntısı
olduğunda o vatandaşlarımız maalesef elçiliklerimizden gereken desteği
görmüyor, konsolosluklarımızdan gereken desteği maalesef ki görmüyor.
Bir
hususu daha belirtmemde fayda var: Değerli milletvekilleri, bugün Dışişleri
Komisyonu toplantısında Dışişleri Bakanlığından Türkiye’ye mütekabiliyet
esasına göre VIP uygulayan ülkelerin, VIP hizmeti uygulayan ülkelerin listesi
geldi. Biz dünyanın yüz küsur ülkesine bu hizmeti kullandırıyoruz. Bir de
kalkıp diyorsunuz ki: “Biz dünyanın öyle saygın ülkesiyiz, böyle saygın
ülkesiyiz.” ama bu listede olan ülkelerin yüzde 70’inden fazlası aynı hizmeti
Türkiye’ye uygulamıyor. Ben buradan Dışişlerine de çağrıda bulunuyorum: Kim
bize aynı karşılıklı hizmeti uygulamıyorsa onlara da siz Türkiye’de,
karşılıklılık esasına göre, uygulamayın. Lafla, “Biz dünyanın önemli ülkesiyiz, biz dünyanın
böyle… Biz olmadan hiçbir hadise olmaz.” demekle bu konular olmaz. Türkiye’deki
mütekabiliyet esasını, lütfen, oradaki ülkedeki insanlarımıza da uygulamanız
gerekmektedir.
TİKA,
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Vakfı gibi bu
alanda birçok kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşlar arasında da koordinasyonun
mutlaka sağlanması gerekmektedir ve bununla beraber Yurtdışı Türkler…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
SİNAN
OĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…Başkanlığının
da kadrolaşmada liyakat esasına göre kadrolaşmasını gerçekleştirmesi lazımdır.
Maalesef bugün görüyoruz ki Yurtdışı Türkler Başkanlığı liyakat esasına göre
kadrolaşmıyor, yandaş mantığa göre kadrolaşmaktadır. Yurtdışı Türkler
Başkanlığı başka kurumlara benzemez, Türkiye’de içeride her türlü yandaşlığı
yapın ama yurt dışındaki Türkleri lütfen, bu şekilde kategorize etmeyiniz
diyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Oğan.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Batum.
CHP
GRUBU ADINA BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, yalnız müsaade ederseniz başlamadan önce bir şey söyleyeyim.
Ben bazen bu kürsüde Sayın Bakan Bekir Bozdağ için şöyle söylüyorum: “Sayın
Bekir Bozdağ, ya hukuku hiç bilmiyorsunuz ya da bizleri kandırmaya
çalışıyorsunuz.” diyorum. Şimdi, bazen de kendi kendime düşünüyorum, doğru mu
söylüyorum, yanlış mı diye ama konuşmayı bilmediğiniz kesin, milletin vekiline
ben “Sayın Bakan” diyorum, sana “Sayın Bakan” diyorum, sen bana “senin” diye
cevap veriyorsun, böyle bir şeye hakkın yok, onu söyleyeyim bir kere. İlk önce
saygıyı öğreneceksiniz.
AHMET
YENİ (Samsun) – Meclise saygılı ol.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – İkincisi: Değerli arkadaşlar, 201 sayılı Kanun
Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde CHP Grubu adına görüşlerimizi açıklamak
istiyorum ancak müsaade ederseniz ilk önce size iki tane belgeden söz etmek
istiyorum. Bunlardan bir tanesi şu: Biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun daha
önceki dönemde bazı milletvekilleri -Sayın Kemal Anadol da- Nüfus ve
Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünden ve Türkiye İstatistik Kurumundan bilgi
istemişler, “İstanbul, Ankara, İzmir illerinde nüfus nasıldır ve nüfus
hareketleri, yerleşme, oradan çıkma nasıl olmuştur?” diye, seçimlerde muhtemel
değerlendirmeyi yapmak için. Dört defa istekte bulunmuşlar Nüfus ve Vatandaşlık
İşleri Genel Müdürlüğünden ve Türkiye İstatistik Kurumundan.
Daha
sonra da burada İç Tüzük uyarınca Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a da sormuşlar.
Cevap İçişleri Bakanından gelmiş, demiş ki: “Biz bunu TÜİK aracılığıyla yılda
bir kez kamuoyuna açıklıyoruz, daha açıklamaya gerek yoktur.”
Bunun
üzerine Ankara 5. İdare Mahkemesine başvurmuşlar. Ankara 5. İdare Mahkemesi
“Açıklayın.” demiş. Bunun üzerine Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bir
sayfalık bir liste göndermiş “İstanbul, Ankara, İzmir’de buradan buraya gelme,
buradan buraya gelme, dolayısıyla seçimlerde oy kullanabilecek nüfus
hareketleri budur.” diye. Bir sayfa… Bunun üzerine savcılığa suç duyurusunda
bulunacaklarını söyleyince bütün nüfus hareketleri kendilerine verilmiş.
Şimdi,
biz, daha, devletin kurumlarına bırakılmış, onların namusuna emanet edilmiş
nüfusun, seçimlerde esas alınacak nüfusun ne olduğunu parlamenterlerin
öğrenemediği bir ülkede seçim yapmaktan söz ediyoruz.
Bir
tane daha söyleyeyim, bunu Sayın Bakan da araştırabilir, İçişleri Bakanı da
araştırabilir: Şu anda -2011 seçimlerinde de oy kullanmış- verilen listelere
bakın, soyadıyla girin, Türkiye’de isim, göbek adı, soyadı, anne adı, baba adı,
doğum yeri, doğum tarihi, bütün bilgileri aynı olan ya da bunlardan bir
tanesinin farklı olduğu binlerce kişi farklı farklı kimlik numaralarıyla
sıralanmış vaziyette. Kimlik numarasıyla baktığında, aile olduğunda farkına
varamıyorsun. Biz, şimdi, “Herhâlde ikizdirler bunlar.”, “Herhâlde üçüzdür.”
denildiği bir ülkede, çok açık söylüyorum, seçimlerin temel hükümlerinden söz
ediyoruz.
Değerli
arkadaşlar, şunu özellikle söylemek lazım: Demokrasi gerçekten katılımdır.
Bireyle devlet arasındaki ilişkiyi katılımla sağlayacağız, kesin ama nitekim
Anayasa’mızın 67’nci maddesi de bu katılımı en önemli unsurlardan bir tanesi
olarak, başta seçme, seçilme hakkı olarak düzenlemiş -onun dışında, referanduma
katılma filan- ama şimdi -bütün arkadaşlar demin konuştu- yüzde 10 barajlı bir
seçimden söz ediyoruz, Sayın Bakan da ona karşılık diyor ki: “Ben yapmadım ki.”
Doğrudur. Demokrasinin sıkıntılarından bahsettiğimizde de onlar diyorlar ki:
“Demokrasiyi ilk ortadan kaldıran biz değiliz ki, başkaları da kaldırmıştı, biz
onlardan öğrendik.”
Şimdi,
seçimde yüzde 10 barajı demokrasiye uygun değildir. Biz böyle bir ülkede yurt
dışındaki vatandaşlarımızı seçime katacağız, iyi ama Anayasa’nın bir de 79’uncu
maddesi var. Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; Anayasa’nın 79’uncu maddesi,
katılım olması yanında, aynı zamanda bu seçimlerin dürüstlüğünün, eşitliğinin,
düzen içinde yapılmasının ne kadar önemli olduğundan söz ediyor. Ama biz bugün
bir yasa değişikliğini konuşuyoruz. Sevgili arkadaşlar, bu yasa 2008 yılında
çıkartılan bir yasayı tamamlıyor. Şimdi, dikkat edin -inanılması güç geliyor
bana, Sayın Bakan kusura bakmasın-…
SADIK
YAKUT (Kayseri) – Baksın.
BEDİİ
SÜHEYL BATUM (Devamla) – Baksa da ne olur, tabii.
…her
seçim çevresinde bir il seçim kurulu Türkiye’de, 50 milyon seçmene -doğrudur-
her ilçede bir ilçe seçim kurulu, ayrıca yeteri kadar sandık kurulu. Şimdi,
kendileri yasada söylüyorlar, diyorlar ki: “Yurt dışında 5 milyon vatandaşımız
var; 2,5 milyondan fazla seçmen var, bunlar da 155 ülkeye dağılmış.” Düşünün,
Fransa’sı, İngiltere’si, Avustralya’sı, bir tane seçim kurulu, bütün bu
seçimlerin dürüstlüğüyle, düzeniyle, hepsiyle bir tek ilçe seçim kurulu
ilgilenecek, o da Ankara iline bağlanmış bir ilçe seçim kurulu ve bizim
Anayasa’mızın 79’uncu maddesi diyor ki, demokrasi ilkesi de böyle söylüyor:
“Aman, seçimleri yaptığın kadar, o seçimin düzenli, dürüst, namuslu, eşit
olması önemlidir.”
Değerli
arkadaşlar, şimdi, bakıyorsunuz… İnanılması güç. Demin çok doğru söyledi Mahmut
Tanal arkadaşımız, biz Anayasa’ya bir madde eklemişiz, 114’üncü maddeye,
diyoruz ki: “Seçimler dürüst olsun diye seçimle ilgisi olabilecek bakanların
-Adalet, İçişleri, Ulaştırma- seçimden önce istifa…” Şimdi yeni çıktı,
Dışişleri Bakanı da bununla bayağı bağlantılı, her şey ondan geçiyor. Ne kadar
sandık kurulacak o belirliyor, kişiyi o belirliyor, onun yanında çalışan en
yüksek maiyetteki memur belirleniyor, bütün her şey Dışişleri Bakanına bağlı.
Sayın Bakan burada şöyle diyor: “Zaten o Anayasa’yı da değiştirmemiz gerekirdi.
O yüzden, zaten ihlal ediyoruz, şimdi bunu da ihlal edelim, ne var?” Böyle bir
şey algılanabilir gibi değil. Değiştirecekseniz değiştirin, hemen değiştirin,
çoğunluğunuz var. Amma velakin, bu Anayasa hükmü yokmuş gibi “Dışişlerine
bırakıyoruz, zaten öbürü de saçma bir hükümdür…” İnanılması güç.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, burada, bakıyoruz 6’ncı madde değişikliğine, 5’inci madde
değişikliğine, 2’nci maddeyle getirilen değişikliğe, bütün hepsine, inanılmaz
derecede “Kamu görevlileri arasından belirlenir…” “Partili seçmen yoksa kamu
görevlileri arasından belirlenir.” Kim? Sandık kurulu. Kim? Onun düzenini
sağlayacak olan kuruluş. Kime bıraktık? Yürütme organına. Ne yapıyoruz? Seçim.
Sevgili
Bakan, değerli arkadaşlar; AKP bugün çoğunlukta, yarın başka bir çoğunlukta
başka bir parti olur, yalnız demokrasinin temel ilkelerini şöyle değiştirmemek
lazım: “Bunların hepsini yürütme yapar. Nasıl olsa biz çok güzel yaparız. O
yüzden, bunları bizim Dışişleri Bakanımız, memurlarımız yapsın.” Türkiye,
dünyaya, 60’tan sonra inanılmaz bir sistem getirmiş. Rusya ayrıldıktan sonra,
oradaki devletleri görenler şunu çok iyi bilirler… Rusya dağıldı, birçok küçük
devlet kuruldu, hiçbiri şunu bilmiyordu:
“Seçim kurullarında hâkim var.”
dediğimizde “Yok ya! Yani yürütme başında değil mi bunun?” diyordu.
“Hayır, hâkimler var bu ülkede.” diyorduk. Şimdi, sağ olsun, Sayın Bakan ve AKP
çoğunluğu tekrar bizi o Sovyetler Birliği’nden ayrılan Rus cumhuriyetlerine
dönüştürdü; Dışişleri Bakanı bunların hepsinin denetimini yapacak, onun
maiyetindeki memurlar da denetlemeyi yapacak.
Sevgili
arkadaşlar, son şunu söyleyeceğim: Bu yüzden, biz, evet, şunu kabul ediyoruz;
yurt dışındaki vatandaşlarımızın mutlaka seçimlerde oy kullanması lazım.
Sizlerin yüzünden, Yüksek Seçim Kurulu “Nasıl kullandıracağız? Güvenliği
getirelim.” dedi ama bu kanunla da bu
güvenliği sağlayamadık, tam tersine, yürütmeye bıraktık diye düşünüyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Batum.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü.
Buyurunuz
Sayın Kürkcü.
BDP
GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu
düzenlemeyle birlikte yurt dışında yaşayanların oy kullanmaları belli esaslara
bağlanmak isteniyor. Bu açıdan, elbette, yurt dışındaki yurttaşlarımızın,
Türkiye'nin neresinden olurlarsa olsunlar, bu seçimlere etkin bir biçimde
katılma yolunun açılması çok iyi ve önemli.
Ben,
kendim, hayatını yurt dışında çalışarak geçirmiş bir işçinin oğluyum. 2
kardeşim de hâlen, biri emekli, biri de yurt dışında çalışmakta. Onların
önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak olmaları beni sadece memnun eder. Sanırım,
oylarını benim istediğim istikamette kullanırlar. Ama ben bu yasa düzenlemesi
yapılırken bu seçmenlere sadece pasif birer oy makinesi olarak bakıldığını
hepimizin gördüğünü sanıyorum çünkü onların sadece seçimlerde oy
kullanmalarıyla ilgili bir dizi tartışma var fakat onların seçilmeleri hakkında
herhangi bir hüküm yok. 2,5 milyondan fazla seçmenin oy kullanacağı bir iklimde
bunların arasından kimilerinin seçilebilecekleri, bu seçimlere seçilecek
kişiler olarak da katılabilmelerinin yolu açılmalı, özendirilmeli, teşvik
edilmeliydi. Kaldı ki ben komisyon raporlarını da inceledim, aslında, nasıl oy
kullanmak, nasıl seçimlere katılmak istediklerine dair, yurt dışında yaşayan
yurttaşlarımızın görüşlerinin alındığına dair herhangi bir işaret göremedim.
Sadece, pasif birer oy makinesi olarak değerlendirildiklerini ve bunun da bu
kanunun ruhuna işlediğini söyleyebilirim.
Aslında
bu, Türkiye’deki genel gidişe uygun. Genel olarak son on yıldır Türkiye'nin
siyasi mekanizmalarına ve idari düzenlemelerine damgasını vuran Adalet ve
Kalkınma Partisi, esas olarak seçmenleri birer oy makinesi, Meclisi bir kanun
fabrikası, bizi de onun işçileri olarak görüyor, hatta çoğu zaman, işçilerin
sahip olduğu haklardan da azına razı olarak angarya usulü çalışmamızı uygun
buluyor. Dolayısıyla, bu yasaya bunun yansımaması düşünülmez idi.
Ancak,
benden önceki konuşmacıların söyledikleri bir başka mesele burada çok daha önem
kazanıyor çünkü bu oy kullanma süreci, esasen Dışişleri Bakanlığının idaresine
bir bütün olarak bırakılmış durumda. Ben, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun
dünyayı yönetme ihtirasının, aslında bütün yurt dışında yaşayan, 115 ülkedeki
seçmenleri de yönetme ihtirasına tercüme olduğunu düşünüyorum. Kabul edilemez
bir düzenlemeyle, idarenin eline, Hükûmetin eline bütün oy kullanma mekanizması
teslim ediliyor.
İkincisi
elektronik oylama yolu ki bu konuda esasen elektronik bütün işlemlerin
Türkiye’de son beş yıldır nasıl bir rezaletler, skandallar, yolsuzluklar dizisi
hâlinde ortalığa döküldüğünü hatırlatmama gerek bile olmadığını düşünüyorum.
Burada da karşımıza çıkacağından, doğrusu, korkarım.
Redhack’ın
son iki aydır emniyetten silahlı kuvvetlere, oradan nüfus dairelerine, AKP’nin
kendi bilişim sistemlerine girerek nasıl bu zayıf sistemleri test ettiğini ve
hiçbirinin bu stres testinden geçemediklerini görüyoruz. Peki, nasıl olacak da
bu uluslararası bir işlem mekanizması içerisinde güvenli sonuçlar verecek? Hadi
Redhack dışarıdan bunu test ediyor, peki, içeriden buna müdahale etmek arzusu
olmadığını niye peşinen kabul edelim? Bütün bu yolsuzlukların, ÖSYM ve diğer
elektronik işlemler sırasında esasen içeriden yapıldığını biliyoruz.
Hiçbir
şekilde güvenli olmayan, adil olmayan, demokratik olmayan, yurttaşların
iradesine dayanmayan bir seçim sistemi içerisinde -demin Sırrı Sakık
arkadaşımızın da söylediği gibi- üstelik, bu sefer, şu an Parlamentoda bulunan
partilerden bir tanesi de seçim kurullarının dışında bırakılıyor yani Barış ve
Demokrasi Partisi. Niçin? Niçin Türkiye’dekinin bir yansısı, bir kopyası olmuyor?
Niçin bağımsızlar da ayrıca katılamıyorlar? Mersin’de benim danışmanlarım -ben
bağımsız olarak girdim seçime- bütün sandık kurullarında, bulabildiğim kadar
seçim gözlemcisi buralarda çalıştı. Niçin yurt dışında çalışmayacak? Niçin
Barış ve Demokrasi Partisi neredeyse yüzde 7’ye yakın bir oya sahip olduğu
hâlde buralardan dışlanacak? Türkiye dışında yeterince BDP taraftarı
yaşamadığından mı, yoksa haddinden fazlasının yaşadığından mı kuşkulanılıyor?
Bunu bilmiyorum. Bu adaletsizliğe nasıl içiniz razı oluyor? Nasıl oluyor da
partilerden birisini silip atıveriyorsunuz, siz yoksunuz, sayılmıyorsunuz
diyebiliyorsunuz? Buna da var mı bir lafınız Sayın Bakan? Bence makul bir
yanıtınız olamaz. Hiçbir makul yanıtınız olamaz çünkü uluslararası alanda Barış
ve Demokrasi Partisinin seçime katılabilecek olan, seçmen olabilecek kitlesinin
oranı Türkiye’dekinden fazladır, bunun sebeplerini de siz biliyorsunuz.
İnsanların yurt dışına göçünü, siz, pek çok yanlış uygulamanızla, baskınızla
teşvik ettiniz. Şimdi, niçin bu insanlar seçmen olabilecekler fakat seçim
kurullarında çalışamayacaklar, bununla ilgili hiçbir bilgi de yok.
Ama
bütün bunlar, hepsi doğru bir biçimde gerçekleşmiş olsaydı bile gene de yanlış
bir seçim için oy kullanmış olacaklardı çünkü yüzde 10 barajının geçerli
olduğu, Partiler Kanunu’ndaki bir dizi yasağın geçerli olduğu, yani toplum
iradesinin, seçmen iradesinin sandığa yansımasının önünde yüzlerce engelin
bulunduğu bir seçim sistemine etkin bir biçimde katılmaları bu yurttaşlarımızın
aslında çoğunluk iradesinin tecellisi bakımından bir etkinlik hâline
gelebilecekti. O yüzden, madem ki bu yasalarda düzenlemelere başlandı, o zaman
şuradan başlamak gerekmez miydi: Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, buradaki
demokratik katılımı önleyen engeller, burada çeşitli toplum kesimlerine
sağlanması gerekli ve mümkün olan pozitif ayrımcılık hükümlerini önce gözden
geçirip, ondan sonra yurt dışındaki yurttaşlarımızı bu sürece nasıl etkin bir
biçimde katacağımızı düşünmek yerinde olmaz mıydı? Ama öyle anlaşılıyor ki
Hükûmet partisinin, iktidar partisinin acelesi var çünkü bir başkanlık rejimi,
kendilerinin biçtikleri bir anayasa oylaması ve 2014 yerel seçimleri bakımından
bütün bu telaşa onların niye kapıldıklarını anlamak mümkün.
Ben
size sadece şunu söyleyebilirim: Getirdiğiniz engeller, getirdiğiniz yasaklar
ne olursa olsun, ne yaparsanız yapın, ne düzenlemeler yaparsanız yapın, 2014
yerel seçimlerinde size bu yerel seçim çevrelerini zindan edeceğiz, sadece
Türkiye’nin doğusunda değil, Türkiye’nin batısında da.
Burada
hiç kimse istediği gibi at koşturamayacak, Türkiye’de sosyal muhalefet,
Halkların Demokratik Kongresi, Barış ve Demokrasi Partisi ve müttefikleri,
yerel seçimlerde, bir yerel demokrasi için, Türkiye'nin halkının, halklarının
kendi oldukları her yerde kendi kendilerini yönetmeleri için bugünden
başlayarak örgütlenmeye girişecek.
Biz
bugünden ilan ediyoruz: Bu seçimlere, Halkların Demokratik Kongresi, Barış ve
Demokrasi Partisiyle birlikte Türkiye'nin bütün sosyalist ve demokratik güçleri
bir arada katılacaklar. Hangi engelleri koyarsanız koyun, Avrupa’da da bunun
bir yankısı olacak. Bu yankıyı Türkiye'nin her tarafından duyacaksınız.
Türkiye’de kurmak istediğiniz başkanlık
rejimini de, tek parti diktatörlüğünü de size hiçbir seçim sistemi
vermeyecek. Neresinden girerseniz, biz onun karşısına bir engeli koymayı
başaracağız. Merak etmeyin, bunların hiçbirisi sizin sandığınız gibi engeller
değil; halkın iradesi, halkın gücü, halkın örgütlenme girişkenliği ile bütün
bunlara karşılık vereceğiz.
Bu
nedenle ben size “Yol yakınken bunu bir kere daha değerlendirin.” derim ama
hangi engelleri koymuş olursanız olun, yurt dışındaki seçmenler de, Türkiye’de
demokrasi, özgürlük, adalet, hak ve sosyal ve iktisadi taleplerin gerçekleşmesi
peşinde olan bütün Türkiyeliler -hangi milliyetten, hangi kökenden olursa
olsun- sizin karşınızda demokrasinin bir imkânı olarak dikilecekler.
Ne
yazık ki bir kere daha bu yurttaşların seçim kullanmalarına ilişkin
düzenlemeyle siz demokratik bir sınavı kaybettiniz, demokrasi testinde sınıfta
kaldınız. Sizi peş peşe çaktırarak belgeyi elinize vereceğiz, hiç merak
etmeyin.
BAŞKAN
– Teşekkürler ederiz Sayın Kürkcü.
Sayın
milletvekilleri, bir saat ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.20
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
201
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şahsı
adına konuşmalarda kalmıştık.
Şahsı
adına İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Satır.
MİHRİMAH
BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın ikinci bölümüyle ilgili olarak şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, bu tasarıyla, sayıları 6 milyondan fazla olan ve yurt dışında
yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye’deki seçimlere ilişkin oy kullanmasının
kolaylaştırılması amaçlanmıştır. Siyasal katılma haklarının kullanılmasına
yönelik sorunlar ile vatandaşlık hukukundan kaynaklanan sorunların ortadan
kaldırılması hedef alınmıştır. 2011 tarihli milletvekili genel seçimlerinde yaklaşık
2,5 milyon yurt dışı seçmenden sadece 129 bin küsuru oy kullanmıştır. Seçime
katılma oranı maalesef yüzde 5 ile sınırlı kalmıştır. Bu oranı artırmak teknik
ve idari sıkıntıları aşmak üzere bu tasarı hazırlanmıştır. Alt komisyon olarak
detaylı çalışma yapılmış ve muhalefetin bir kısım öneri ve talepleriyle tasarı
desteklenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz üzere yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili
çalışmalar yapılması, sorunlarına çözüm üretilmesi, soydaş ve akraba
topluluklarıyla sosyal, kültürel ve
ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ülkemizde eğitim görmesi uygun görülen
öğrencilerle ilgili esasları belirleyerek koordinasyonun kurulması amacıyla
5978 sayılı Kanun’la yurt dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı
kurulmuştur. Başkanlık kısa süre içinde kurumsallaşmasını ve teşkilatlanmasını
başarılı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Yurt içinde ve yurt dışında görev
alanıyla ilgili önemli çalışmalara imza atmıştır. Kuruluş faaliyetleri
süresince edinilen bilgi ve tecrübeler sonucu ortaya çıkan daha aktif ve etkin
görev imkânı sağlayacağı mülahazasıyla 5978 sayılı Kanun’da bazı değişiklikler
bu kanunda yer almaktadır. Yabancı öğrencilere verilen bursların Türkiye
bursları olarak yeniden yapılandırılması çerçevesinde yapılan hazırlık
çalışmasında kurum Başkanlığa resmî yollarla yaklaşık 120 üniversiteden, 30
bakanlıktan ve kamu kurumundan, 60 kadar dış misyon temsilciliğinden gelen
görüşlerde “yabancı öğrenci” ifadesinin bugünün şartlarına uygun şekilde
değiştirilmesi ve uluslararası terminolojide ortak şekilde kullanılmakta olan
“uluslararası öğrenci” şekline dönüştürülmesi yönünde öneriler yer almıştır.
Görüşmekte olduğumuz bu kanun ile “uluslararası öğrenci” tabiri yasada yer
almaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; birçok ülke yabancı öğrenciler için siyasi,
kültürel ve ekonomik getiri bağlamında ulusal politikalar üretmektedir.
Ülkemizde 1960’tan itibaren ikili eğitim kültürü anlaşmaları gereği öğrenci
bursları verilmektedir. 1992 yılından itibaren dağılan Sovyet devletleri,
Balkan ve Orta Asya ülkeleriyle Büyük Öğrenci Projesi uygulanmıştır. Yirmi
yıllık bu süreçten sonra kamu kaynaklı burslar yeniden yapılandırılmaktadır.
“Türkiye Bursları” adı altındaki burslar “www.turkiyeburslari.gov.tr” den takip
edilmekte ve öğrenciler tarafından tercih edilmektedir. Eğitim düzeyi ve
ülkelerine göre 22 farklı burs programı düzenlenmiştir. 17 burs programı
açıktır ve 5 burs programı hakkında çalışmalar devam etmektedir.
İsmi
bu kanun ile değiştirilen ve “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Kurulu” adı
alan Kurul bu çalışmaları yapmakla birlikte spesifik burs programları da
oluşturmaktadır; Yunus Emre, Türk Dili Bursu gibi.
Bu
konuda yabancı öğrencilerle ilgili birkaç veri vermek istiyorum sizlere:
Türkiye’de bulunan yabancı öğrenci sayısı yaklaşık 26 bin kişidir, bunların 11
bini bursludur. Bunlar, devlet ve vakıf üniversitelerinde eğitim almaktadırlar.
Dünyada öğrenim gördükleri ülkelere göre yabancı öğrenci oranlarında Amerika
Birleşik Devletleri yüzde 21 oranı ile 1’incidir; Japonya’da oran yüzde 4,2;
Türkiye’de ise maalesef hâlâ yüzde 0,6’dır.
Ülkemizin
dış politika vizyonu çerçevesinde çok boyutlu bir yabancı öğrenci politikası
uygulanmaktadır. Bu politika kapsamında Orta Asya ve Balkanlardaki soydaş ve
akraba toplulukları, uluslararası rekabetin yoğun olduğu Uzak Doğu ülkeleri,
dinî, kültürel bağlarımızın kuvvetli olduğu Orta Doğu ülkelerine yönelik
çalışmalar yapılmaktadır ve yapılacaktır. Ayrıca, ülkemizin dış politika
perspektifi sayesinde ilişkilerimizin yoğunlaştığı Afrika ve Güney Amerika
ülkelerine özel önem verilmektedir. Yine bu kanun ile oluşturulan kadrolar ve
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Kurulu uluslararası öğrenci sayılarının
artması konusunda çalışmalar yapacaktır.
Çalıştığımız
bu kanunun, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza ve Türkiye’de eğitim görecek
öğrencilerimize hayırlı olmasını diler, heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Satır.
Şahsı
adına İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel.
Buyurunuz
Sayın Tüzel.
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet,
seçimlerin temel hükümlerine dair yasayı görüşüyoruz. Yurt dışındaki
seçmenlerin oy kullanmasına dair düzenleme var ama yeni bir anayasa yazımı
arifesinde ülkemizdeki demokratikleşme önünde en temel problem olarak duran
yasalardan birisi olan siyasi partiler, seçimlerin temel hükümleri
yasalarındaki barajlar, siyasi yasaklar ve antidemokratik hükümler ortada
dururken bu şekilde bunları görüşmeyip ayrıntı sayılabilecek bir düzenlemenin
önümüze gelmesi aslında Hükûmetin ne kadar yeni, demokratik, halkın
ihtiyaçlarına yanıt verecek bir anayasa yapma isteğini ortaya koyuyor.
Tabii,
seçimler ve siyasi partiler konusu olunca rejimler de ister istemez akla geliyor. Rejimler denince de bugün en
çok, hemen herkesin ağzında konuşulan “faşizm” kelimesi... Özellikle yurt
dışında yaşayan Türkiyeli yurttaşların büyük çoğunluğunun Almanya’da olması
düşünüldüğünde… Önceki gün dünya tarihinde önemli bir gündü, 8 Mayıs Hitler
faşizminin yenilgiye uğradığı bir tarihti ve biz bu vesileyle tabii 27 milyon,
çoğunluğu da Sovyet işçisi ve halkı olmak üzere, bu faşizmin yenilgiye
uğratılmasında, dünyayı istila etmesinin önlenmesindeki hayatlarını
kaybedenleri anıyoruz. Anıyoruz ama faşizm bir tehlike olmaktan çıkmış mıdır,
derseniz, tehlike olmaktan çıkmamıştır. Faşizmin ideolojisi, politikaları
bugünlerin partilerinde ve politikalarında boy göstermekte. Özellikle dünya
egemenliği peşindeki Amerika’nın, NATO gibi onun bir saldırı kurumunun ve
Türkiye’deki uzantıları diyebileceğimiz anlayışların ve egemen iktidarın bu
politikaları uyguladığını her geçen gün operasyonlarla karşımıza çıkartıyor.
Âdeta Hitler faşizminin bugünkü resmini buralarda görüyoruz.
4
Nisan 52 tarihi Türkiye’nin NATO’ya giriş tarihidir ama aynı zamanda bu,
ülkemizde gladyo, kontrgerilla, özel harp örgütlenmelerinin de operasyonlarının
da başladığı tarihtir. O tarihlerde komünizmle mücadele dernekleri, yine aynı
şekilde halkı galeyana getirecek birtakım kontr eylemler, mesela Selanik’teki
Atatürk Evi’nin bombalanması, 1955 6-7 Eylül olaylarının tezgâhlanması, bütün
bunların Menderes Hükûmeti döneminde oluyor olması, tabii, “Menderes’in
devamcısıyız, Özal’ın devamcısıyız.” diyen bugünkü Hükûmet söyleminin bunları
da düşünmesi ve hesap etmesi gerekir. Özellikle 6 Mayısta Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının asılmasını bugün her yerde lanetle anıyorken, hatırlıyorken,
yurt dışından, Amerika’dan “Acımayalım.” diye mektup yazdığı bugün ortaya çıkan
Özal’ın bu tutumunun onaylanıp onaylanmadığı da izaha ihtiyaç duymaktadır.
O
nedenle bugün, Meclisimizin kurduğu bu darbeleri araştırma, ortaya çıkartma,
hesaplaşma komisyonunun ülkemizde bu kontrgerilla eylemlerini, NATO
örgütlenmelerini ve bunların uzantılarını da ortaya çıkartacak bir çalışma
içerisinde olması gerekiyor. Özellikle Suriye’ye NATO müdahalesi isteyen
Başbakanın, yine, aynı şekilde, aynı mantıkla Amerika’nın, NATO’nun bir üssü
hâline gelmiş olan Kürecik’teki erken uyarı üssüne Meclise rağmen izin
verenlerin yani yeni Orta Doğu’nun mimarlığına soyunanların da bütün bunları
halka açıklaması gerekiyor. Biraz önce burada da konuşuldu yani özgür tiyatro
isteyen, özerk tiyatro isteyenlere verilen yanıt yani “Bizi yermeye devam
ederseniz size zerrece bir şans tanımayacağız.” diyen bir mantığın aslında
tekçi anlayışların dilde, dinde, kültürde, inançlarda, her alanda aslında bu
zihniyetin izlerini bulmak mümkün.
Şimdi,
değişim, en çok değişimi dilinden düşürmeyenlerin hiç de değişmediğini hem
açılım politikalarında gördük hem de “Uzlaşmayla anayasa yapacağız.” deyip işi
getirip başkanlık sistemine bağlayanların söylemlerinde de gördük. Ama değerli
milletvekilleri, bakın, Avrupa’daki seçimleri bütün sağcı, liberal politikaları
savunan partiler bir bir kaybetmekte ve aynı şekilde solcu, halkçı program ve
partiler başarı kazanmakta; ülkemizde de bu olacaktır, ülkemizde de AKP devri
er geç kapanacak ve ezilen halklar, işçiler, emekçiler kendi halkçı
programlarıyla bu ülkede de iktidar da olacaklar, hükûmet de olacaklardır
diyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Soru-cevap
yok.
İkinci
bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi
ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
tamamladıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
15’inci
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15. maddesinin 4 numaralı bendinin
madde metninden çıkarılması ve diğer bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Aylin Nazlıaka Haydar Akar Ali Özgündüz
Ankara Kocaeli İstanbul
Mahmut Tanal Aytuğ Atıcı Umut
Oran
İstanbul Mersin İstanbul
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN
– Kim konuşacak?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Haydar Akar konuşacak efendim.
BAŞKAN
– Sayın Akar, buyurunuz efendim.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte
olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15’inci maddesinin 4 numaralı bendinin
metinden çıkartılması için söz aldım ama önce Mavi Kart uygulamasından
bahsetmek istiyorum.
Mavi
Kart uygulaması, yurt dışındaki Türklerin çifte vatandaşlık hakkından mağdur
edilmesi nedeniyle, yurt dışındaki Türklerin derken, Almanya, Avusturya ve
diğer İskandinav ülkelerinin çifte vatandaşlık hakkından mağdur edilmesi
sonucu, Türk vatandaşlarına tanınan birtakım hakların veya diğer, Türk
vatandaşlığından çıkartılmış ama Alman vatandaşlığına geçmiş veya yabancı ülke
vatandaşlığına geçmiş vatandaşlarımızın haklarının korunması için çıkartılmış
bir kanun metni, kanun.
Şimdi,
bu kanundan bahsederken sözü şu dünya liderine getirmek istiyorum ve övgüyle
bahsetmiş olduğunuz dış politikaya getirmek istiyorum.
Niye
buraya getirmek istiyorum? Geçen gün Sayın Bakan da Almanya’ya gittiğinde,
Türklerin Almanya’ya gidişinin 50’nci yılını orada övgüyle ve on yıllık
Hükûmetinin Türkler için neler yaptığını anlatmakla bitiremedi. Televizyondan
da izledim, genelde de TV 8’de Erkan Bey’in programına çıktı ve orada,
Avrupa’da yaşayan Türklerin nasıl sosyal haklarının veya Türk vatandaşlık
haklarının korunduğundan övgüyle bahsetti ya da Almanya’da yaşam şartlarının
nasıl iyileştirildiğinden övgüyle bahsetti ama gerçeğin öyle olmadığını hep
beraber biliyoruz. Biliyorsunuz ki Almanya özellikle Türk vatandaşlarını
zorluyor. Niye Türk vatandaşlarını zorluyor diyorum? Tayland’dan gelen bir
vatandaş bile Alman vatandaşı aynı zamanda Tayland vatandaşı olabiliyor ama
Türkiye’den Almanya’ya giden bir vatandaş çifte vatandaşlık hakkını
kullanamıyor. Almanya diyor ki veya bir başka ülke: “Türk vatandaşlığından
çıkacaksınız, aksi takdirde Alman vatandaşı olamazsınız, Alman vatandaşlık
haklarından da yararlanamazsınız.” Peki, sadece bunu mu diyor?
Almanya’nın
Türk vatandaşlarına reva gördüğü bir başka uygulama da var. Hepimizin bildiği
gibi A1 denen bir sınav yapıyor. Bu sınavda da Türkiye’den Almanya’ya gitmek
isteyen… Yani şöyle anlatayım: Almanya’da yaşayan bir Türk genci Türkiye’deki
bir bayanla evlenmek istiyor veya Almanya’da yaşayan bir bayan Türkiye’de
yaşayan bir gençle evlenmek istiyor. Bunların Almanya’ya gidebilmesi için Alman
Kültür Merkezi tarafından yapılan A1 sınavını geçmek zorunda.
Arkadaşlar,
kimse kimseyi kandırmasın. Dünya lideri olmak, Almanya’daki vatandaşların,
dünyanın her tarafındaki Türk vatandaşlarının problemlerini çözmekle gerçek bir
hâle gelir. Eğer bu problemleri çözemiyorsa ve bunları halledemiyorsa dünya
liderliği vasfından da söz etmek mümkün değil. Sadece bununla da bitmiyor.
Bakın,
vize problemleri… Hangi Avrupa ülkesiyle vizeyi çözdünüz? Bir tanesini örnek
verebilir misiniz? Ama geçen gün, Sayın Bakan Egemen Bağış övgüyle
bahsediyordu, Brunei Sultanlığı herhâlde vizeyi kaldırmış bizden, hepimiz oraya
seyahat edebiliriz ama İngiltere’ye gitmek için diplomatik pasaportunuzun
olması bile yetmiyor, değil mi?
ALİ
ŞAHİN (Gaziantep) – Rusya’ya gidebilirsiniz.
HAYDAR
AKAR (Devamla) – Rusya’yı örnek verdiniz, değil mi? Peki, daha çok örnekler
verebiliriz.
Yalnız,
şimdi bu kanunla getirilmek istenen Mavi Kart uygulamalarında daha önce Türkiye
doğumlu ve reşit olmayan çocuklara Mavi Kart uygulaması yapılıyordu ama bu yeni
getirilen kanunla üçüncü dereceden nesle kadar Mavi Kart uygulaması getiriyor,
okey, tamam, buraya kadar bir problem yok ama Bakanlar Kuruluna bir yetki
veriliyor, üçüncü dereceden sonra da “Bunları Bakanlar Kurulu kararıyla Mavi
Kart uygulamasına geçirebilir.” diyor. Bence, bu çok tehlikeli bir madde çünkü
çok büyük bir karmaşaya neden verecek. Aile bağlarının artık Almanya’daki
üçüncü kuşaktan sonra çocukların Türkçe bilmediği, hangi yerden geldiğini dahi
bilmediği, Türkiye ile bir bağlantısı olmadığı noktada Mavi Kart uygulaması
getirilmek isteniyor. Bu doğru bir şey değil ve ben de tasarıdan çıkartılması
yönünde söz aldım, önerge verdim.
Yalnız,
son günlerde gelişen acı bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyanın
hiçbir yerinde bir ülkenin lideri, bir yazarı, bir baro başkanını bu kadar
acımasızca itham etmez. Bakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı köşe yazısı
yazan bir yazara ne diyor? “Kaleminden pislik akıyor.” diyor. “Pislik
damlıyor.” diyor. Bu kadar kötü bir söylem bir Başbakana yakışmıyor.
Şimdi,
ben de diyorum ki, nasıl dünya lideri diyorsunuz ve hiçbir şeyi başaramamış,
sıfır ilişki, sıfır sorun, sıfır komşu hâline dönüştürülmüş bir dış politikadan
bahsediyorsanız… Ben bunu “çakma dünya lideri” diye adlandırıyorum, “çakma
dindar” diye adlandırıyorum ama gerçek bir kindarı da karşınızda
görebilirsiniz. Evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı gerçek bir kindar ve
ağzından bal damlamıyor ve gerçekten Türkiye Cumhuriyeti adına üzülüyorum. (x)
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
(x) Bu ifadelere ilişkin düzeltme bu
birleşim Tutanak Dergisi’nin 933’üncü sayfasındadır.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
15’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 15’inci madde
kabul edilmiştir.
16’ncı
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
T.B.M.M
Başkanlığı’na
Görüşülmekte
olan 201 Sıra Sayılı yasa tasarısının 16. maddesinin “(g) Destek hizmetleri
daire başkanlığı” ibaresinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Muharrem İnce Ferit Mevlüt Aslanoğlu Musa Çam
Yalova İstanbul İzmir
Haluk Eyidoğan Mustafa
Serdar Soydan
İstanbul Çanakkale
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kürsüye
çıkmak gibi bir niyetim yoktu ama Sayın Bozdağ’ın, tutuklu milletvekilleri için
“Bile bile listeye kondular, seçilseler bile buraya gelemeyeceklerdi.” demesini
çok yadırgadım. Bir kere, tutuklu milletvekilleri sorunu AKP’nin bir MYK sorunu
değildir, bir demokrasi sorunudur. 2002’de Sayın Başbakan, Sayın Erdoğan
listeye konmuştu, 1’inci sıradaydı ama Yüksek Seçim Kurulu veto etmişti onu,
daha sonra yerine “Kemal Abi”sini koymuştu. Oysa buradaki durum farklıdır,
bugün tutuklu olan milletvekillerini YSK veto etmedi, YSK o listeleri onayladı,
halkın karşısına çıktılar, bir de –orada- seçildiler.
Şimdi,
bakınız, burada, Sayın Bozdağ, Yozgat’ta AKP 170 bin oy aldı yani 3
milletvekili çıkardı AKP, siz 56.600 oyla milletvekili oldunuz. CHP, İzmir
2’nci bölgede 469 bin oy aldı ve 7 milletvekili çıkardı, Mustafa Balbay’ın
aldığı oy 67 bindir. Yani siz 56.600 oyla Başbakan Yardımcısısınız, Mustafa
Balbay 67 bin oyla Silivri’de tutuklu milletvekili. Zonguldak’ta Cumhuriyet
Halk Partisi 146 bin oy aldı, 2 milletvekili çıkardı, Mehmet Haberal’ın aldığı
oy 73 bindir. Eğer demokrasiyse, millî iradeyse, seçmense, oysa Haberal da,
Balbay da sizden daha fazla oy aldılar. Demokrasiye şu kadarcık bir inancınız
varsa… Seçilen milletvekillerini alınan oyla orantıladığınızda 56.600 oyla
Başbakan Yardımcısı, 73 bin oyla tutuklu milletvekili oluyorsunuz.
Şimdi
gelelim diğer konuya, bu elektronik ortamda oy kullanılmasına. Sayın Bozdağ,
siz de ben de bu Parlamentonun deneyimli milletvekillerinden birisiyiz, on
yıldır buradayız. Şimdi, on yıl önce, Sayın Bülent Arınç’ın döneminden bu yana,
şimdi size sayacağım:
1)
Garaja, Meclis otoparkına girişteki elektronik sistemler,
2)
Lokantalara girişte otomatik, elektronik sistemler kurulmuştu. Hatırlarsınız
değil mi? Bunların hiç birisi çalışmadı yani ne garaja girişler ne lokantalara
girişler. Şu anda bütün milletvekillerinin odalarında bir telefon var, büyük
umutlarla, büyük teknolojik gösterilerle odalarımıza telefon kondu. Ne işe
yarıyor? Bizi dinlemek için koyduysanız onu bilmem ama o telefonların da orada
hiçbir işe yaramadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Yani, bu ülke, çocuklarına
doğru düzgün süt bile dağıtamamış bir ülke, böyle bir Hükûmet. Siz, bana bu on
yıllık Parlamentoda, AKP’nin yönettiği bu Parlamentoda teknolojik anlamda doğru
düzgün yaptığınız bir tane işi gösterebilir misiniz? Yani o lokantaların
kapılarına aylarca, törenlerle, Meclis Başkanlarının törenlerle açtıkları… Kart
dağıttılar. Üç gün, beş gün, bir ay, iki ay, üç ay, beş ay, altı ay… Altı ay
sonra oradaki o elektronik sistemler söküldü, garajlara girişlerde söküldü,
telefonlar öyle atıl duruyor. Yani, Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin kalbi,
Türkiye'nin beyni. Buradaki, bir küçücük, 3-5 bin kişiye hizmet edecek bir
yerdeki o elektronik donanımı bile doğru düzgün kuramayan bir iktidar, 155
ülkede 2,5 milyon seçmenle ilgili elektronik donanımlı bir sistem kuracak. Bu
bana hiç inandırıcı gelmiyor. İnandırıcı değilsiniz çünkü ayinesi iştir kişinin
lafa bakılmaz. Geçmiş icraatlarınıza baktığımız zaman bunları
beceremeyeceğinizi çok net bir şekilde görüyorum.
Demokrasiyi
tanımlarken de, demokrasiye olan inancınızı ortaya koyarken de hani hep şöyle
diyorsunuz ya bize: “Aldığınız oy kadar konuşun. Biz sizden fazla oy aldık,
bizim çok fazla milletvekilimiz var.” Sayın Bozdağ, siz de aldığınız oy kadar
konuşun. Siz 56 bin oyla Başbakan Yardımcısı olmuşsunuz, 73 bin oyla tutuklu
milletvekiline o iktidarın verdiği güçle bu kürsülere gelip hakaret
ediyorsunuz, onları incitiyorsunuz, demokrasiyi incitiyorsunuz, millî iradeyi
incitiyorsunuz ve tutuklu demokrasiyi, eksik millî iradeyi, eksik demokrasiyi
savunuyorsunuz. Bunu yadırgadığımı belirtiyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın İnce.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
16’ncı
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 16’ncı madde
kabul edilmiştir.
17’nci
madde üzerinde önerge yoktur, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 17’nci madde kabul edilmiştir.
18’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 18’inci madde
kabul edilmiştir.
19’uncu
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 19’uncu madde
kabul edilmiştir.
20’ye
bağlı 14/A maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
14/A maddesi kabul edilmiştir.
20’ye
bağlı 14/B maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
21’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
22’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
23’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
24’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
25’inci
maddeyi oylarınıza sunmadan önce Komisyonun bir redaksiyon talebi vardır.
ANAYASA
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Geçici 2’nci maddenin 3’üncü
fıkrasının numarası sehven unutulmuştur, düzeltilmesi hususunu takdirlerinize
arz ederiz.
BAŞKAN
– Komisyonun redaksiyon talebiyle birlikte 25’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
26’ncı
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
27’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
28’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Böylece,
ikinci bölümde de yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Son
söz olarak, oyunun rengini belirtmek üzere, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan,
aleyhte.
Buyurunuz
efendim.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, demokrasinin özü özgür seçimlerdir. Özgür seçimleri Siyasi
Partiler Kanunu, seçim yasaları, seçim kütükleri belirler. Eğer bunlarla
oynanırsa milletin iradesiyle oynanmış olur. Milletin iradesinin özgürce
sandığa yansımasını, oradan da Parlamentoya yansımasını engellerseniz bunun adı
“demokrasi” olmaz.
Bakın,
yakın zamanda yapılan seçimlere bakın. İşte daha dün Suriye’de seçimler
yapıldı. Ne oldu? Özgür mü, eşit mi, adil mi, hür mü? Bunların hiçbirisi yok,
değil mi? Siz şimdi kalkıp “Demokrasi gereği burada da seçimler yapıldı.”
diyebilir misiniz? Yurt dışı seçmen kütüklerini oluştururken bütün yurt dışında
bulunan seçmen grupları… Farklı kategoriler var; askerler var, öğrenciler var,
mülteciler var, işçi olarak gidenler var, turizmciler var, ticaret için
gidenler var ve 155 ülkede 5 milyon yurttaşımız var. Şimdi bununla ilgili bir
düzenleme getiriyoruz ve Yüksek Seçim Kuruluna bağlı, Ankara İlçe Seçim
Kurulunda dış seçmenlerle ilgili bir kütük kuruyoruz yani Türkiye’de bir kütük,
bir de dışarıda, dış ülkelerde bir kütük. Seyşel adalarında veya Togo
devletinde veya ne bileyim, Latin Amerika’nın herhangi bir ülkesinde
büyükelçiliğiniz yok, konsolosluğunuz yok, oradaki vatandaş nasıl oyunu
kullanacak bu seçim sisteminde belli değil. Sadece bu değil, bunun üzerine bir
de Yüksek Seçim Kurulunun, çok açık bir şekilde parti gruplarının temsil
edildiği Yüksek Seçim Kurulunun, anayasal kuruluşun Anayasa’ya aykırı olarak,
en yüksek oyu alan üç partiyi oradaki sandık kurullarında görevlendiren bir
anlayış, hegemonyacı, diktacı, çoğunluk diktası anlayışından başka bir şey
değil.
Şimdi,
burada, bunları tek tek açıkladık, izah ettik ve neden ret oyu verdiğimizi
söyledik ancak bir şey var ki bunu vicdanınızda muhasebe edeceksiniz. Bakın,
Şırnak’ta yüzde 80’in üzerinde oy aldık, 2 milletvekili tutuklu. 5 tane
milletvekilimiz tutuklu. 5 milletvekilimiz örgüt üyeliğinden yargılanıyor,
bunlara istenen ceza beş sene, Terörle Mücadele Kanunu’ndan yedi buçuk sene
eder. Burada aranızda hukukçular var, elinizi vicdanınıza koyun, üç seneyi
aşkın süredir tutuklular. Böyle bir tutuklama hangi hukuk devletinde mümkündür?
Şimdi, hukuk devletinde mümkün değil, ceza usulünde mümkün değil, ceza
sisteminde mümkün değil, istenen cezanın dörtte 3’ünü yatmış, yargılaması hâlâ
sürüyor ve beraat etse ceza adaletinde geriye dönüş yok. Şimdi, siz bu
insanların tutukluluğunu hangi meşruiyet kalıbının içine koyuyorsunuz? Onu da
bırakın, Meclisin üyesi olmayan, AK PARTİ’nin MYK’sının üyeleri nasıl Meclisin
kanunlarının teklifleri konusunda karar verebilir? Meclis gruplarının dahi
karar veremeyeceği bir konuda siz nasıl MYK’nızın kararına bağlayıp, öteleyip
ipe un serme yöntemine geçersiniz?
Bu
yönteminizi, demokrasi sınavında tarih sizin aleyhinize bir zaaf olarak
işleyecektir çünkü sizin yaptığınız şu: 12 Eylül darbe Anayasası’na, Siyasi
Partiler Yasası’na, Seçim Yasası’na ve antidemokratik seçim kütüklerine
dayanarak aldığınız oylarla bu Mecliste on yıldır iktidarsınız. Bunu kabul
edeceksiniz. Şimdi kalkıp burada 8 milletvekilinin tutukluluğunun sürdürülmesi
konusunda bir karar alamamışsınız, yurt dışındaki 3 milyon seçmenimizin burada
oy kullanabilme kapılarını aralarken “Nasıl hile ederim? Elektronik oylamada
oylar üzerinde nasıl oynarım?” hesabı içine girerseniz bu size çok şey
kaybettirir, sadece size kaybettirmez, Türkiye’ye kaybettirir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye'nin
demokrasisine kaybettiren bir durumla karşı karşıyayız. Biz bu gerekçelerle ret
oyu veriyoruz ve tutuklu milletvekillerini vicdanlarınızda sorgulamaya da devam
edeceğiz, bunun da peşini bırakmayacağız, açık söylüyorum. Bunun siyasi kararını
veren iktidardır, yargıyı siyaseten etkileyen iktidardır. Bizzat iktidar bunun
hükmünü veriyor, bunun da hesabını sorarız biz.
BAŞKAN
– Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik cihazla olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Açık
oylama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
açık oylama sonucu:
“Kullanılan
Oy Sayısı : 223
Kabul : 208
Ret : 6
Çekimser 9 (x)
Kâtip Üye Kâtip Üye
Muhammet Bilal Macit
Fatih Şahin
İstanbul Ankara”
Böylece,
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın
milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.56
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin
Beşinci Oturumunu açıyorum.
Kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine devam edeceğiz.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkanım, Haydar Bey’in bir düzeltmesi var
efendim.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Bir düzeltmem var.
BAŞKAN
– Nasıl, anlayamadım?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Maksadını aşan bir cümlesi var, onu düzeltmesi var Sayın
Akar’ın.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sisteme girdi, bir düzeltmesi var efendim.
BAŞKAN
– Öyle mi?
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Evet efendim.
BAŞKAN
– Peki.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Önce Meclisi bir açalım efendim.
BAŞKAN
– Meclisi açtık efendim de, kanunun görüşmesine başlayacaktım, herhâlde Sayın
Akar’ın önce bir talebi var, onu görmemişim.
Buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
23.- Kocaeli Milletvekili Haydar
Akar’ın, konuşmasında maksadını aşan bir ifadesi olduğuna ve sözünü geri
aldığına ilişkin açıklaması (x)
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Az önceki konuşmamda amacını aşan bir dil sürçmesi olmuştur, o
cümlemi geri alıyorum.
BAŞKAN
– Peki.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Hangi cümle?
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Neyse canım, yani şimdi
burası sanık sandalyesi değil.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Şimdi,
4’üncü sırada yer alan, Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu Deprem
Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve
Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (S. Sayısı:
224) (xx)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
(x) Bu düzeltmeye ilişkin ifadeler bu
birleşim Tutanak Dergisi’nin 928’inci sayfasında yer almaktadır.
(xx) 224 S. Sayılı Basmayazı tutanağa
eklidir.
Komisyon
raporu 224 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı
oylanacaktır.
Tasarının
tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Müslim
Sarı konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın Sarı. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MÜSLİM SARI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Afet
Sigortaları Kanunu Tasarısı’yla ilgili ve geneline ilişkin Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Herkesi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her ne kadar
geç saatlere kalmış olmasına rağmen çok önemli bir yasa tasarısını
görüştüğümüzü düşünüyorum. Özellikle bu yasa tasarısının konusunu teşkil eden
afetin gerçekleşmiş olması durumunda insanların içinde bulunmuş olduğu ruh hâli
ve afet kavramının kendisinin oluştuğu bir durumda devletin şefkat elini
uzatmasını göstermesi bakımından çok hassas bir yasal düzenleme olduğunu
düşündüğümü belirtmek istiyorum.
Kuşkusuz
bu sigorta sektörüne ilişkin bir düzenleme ve ben de öncelikle sigortacılık
sektörüne ilişkin genel düşüncelerimi ve değerlendirmelerimi aktardıktan sonra
biraz daha spesifik bir konu olan söz konusu yasa ve yasaya ilişkin
düşüncelerimi değerlendirmek istiyorum.
Sayın
milletvekilleri, bildiğiniz üzere, sigortacılık sektörü son derece önemli bir
sektör ancak Türkiye’de hak ettiği yeri ve layık olduğu yeri bulduğuna ilişkin
çok ciddi tereddütlerimiz var. Hazine Müsteşarlığının verilerine baktığımız
zaman, 2010 yılında sigortacılık sektöründe üretilen prim büyüklüğünün 14
milyar lira civarında olduğunu görürüz ve yıl sonuna kadar da bu rakamın 16-17
milyar dolar civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Kişi başına prim miktarı da
200 liranın altında.
Şimdi,
bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye’de sigortacılık sektöründe ciddi bir
gelişmenin sağlanamadığını görmemiz gerek. Hakeza sigortacılık sektörünün
dünyadaki yeri, Türkiye’deki sigortacılık sektörünün dünyadaki, diğer
ülkelerdeki sigortacılık sektörüyle karşılaştırmasını yaptığımızda da benzer
bir durumla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Örneğin yine 2008 yılı
rakamları: Maalesef Müsteşarlığın sayfasında en son bu rakamlar var. Üretilen
primlerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranının yüzde 0,21 olduğunu ve
dolayısıyla Türkiye’nin 36’ncı ülke olduğunu görüyoruz. Birkaç örnek vermek
gerekirse, Amerika Birleşik Devletlerinde bu oran yüzde 29, Japonya’da 11,
İngiltere’de ise 10. 10’uncu ülke olan Güney Kore’de bu rakam 2,27. 10’uncu
ülkeyi vermemin özellikle sebebi, Sayın Başbakanın 2023 vizyonu çerçevesinde
Türkiye'nin en büyük 10 ekonomiden biri olma iddiasının karşılaştırılabilir bir
kıstasını bulmaktır. Mesela 20’nci ülke Rusya’da bu oran 0,91, 2008 yılındaki
bizim rakamlarımızın 3-4 katı. Dolayısıyla sigortacılık sektörünün millî gelir
içindeki payının en az yüzde 3’lere kadar çıkartılmasının Hükûmetin önüne
koyması gereken bir hedef olduğunu düşüyorum.
Kişi
başına prim üretimine baktığımız zaman da Türkiye'nin sadece 116 dolarlık bir
prim üretimiyle 64’üncü ülke olduğunu görüyoruz. Mesela 10’uncu ülke İsveç’te
kişi başına prim üretimi 3.996 dolar, 20’nci ülke Tayvan’da da 2.787 dolar.
Dolayısıyla sigorta sektörünün büyüklüğü ve hak ettiği yerde olmadığına ilişkin
çok önemli göstergelerdir bunlar. Bu aynı zamanda kendi içinde bir avantajı da
barındırmaktadır çünkü Türkiye’de sigortacılık sektörüne ilişkin bakir bir
alanın varlığına işaret etmektedir. Dolayısıyla bu alana ilişkin düzgün bir
mevzuat çıkartılırsa, uygun teşvikler söz konusu olursa, bir farkındalık
yaratabilinirse burada ciddi anlamda bir mesafe kat etmek mümkündür gibi
gözükmektedir. Bunu şunun için önemsiyorum: Bildiğimiz üzere ülkemizin şu anda
en büyük ekonomik problemlerinden biri cari açık ve cari açık da yurt içi
tasarrufların yetersizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye
gerek miktar olarak gerekse millî gelire oran olarak cari işlemler açığında
dünyanın en kırılgan ülkelerinden biridir. Cari işlemler açığının millî gelire
oranı açısından baktığınız zaman, karşılaştırılabilir ülkelerle bir ilişki
kurduğumuz zaman, örneğin Türkiye, Beyaz Rusya ve Gürcistan’dan sonra yüzde
10’a ulaşan bu oranla en yüksek cari işlemler açığı veren ülkelerden biridir.
Miktar olarak ise Amerika Birleşik Devletlerinden sonra en yüksek cari işlemler
açığı veren ülkedir.
Türkiye’nin
en önemli problemlerinden biri istikrarlı ve yüksek bir büyümeyi
sürdürebilmektir. Bunun yolu da yatırımı arttırmaktan geçer ancak yatırımı
arttırmak tek başına yetmez, yatırımları sağlam kaynaklarla finanse etmekten
geçer. Dolayısıyla, yatırımları arttıracağız diye yeni kırılganlıklar yaratan
bir ekonomik modeli uygulayamayız. İşte bunun yolu da yurt içi tasarrufları
arttırmaktan geçer. Yatırımlarımızı yurt dışı tasarruflarla değil yurt içi
tasarruflarla finanse eden bir büyüme modeline Türkiye’nin bir an önce
kavuşması gerekir. İşte burada da kurum tasarrufları ve kurumsal tasarruflar
son derece önemli bir yerde durur ve bireysel emeklilik şirketleri, sigorta
şirketleri en önemli kurumsal tasarruf eden şirketler olarak karşımıza çıkar.
Bu bakımdan sigortacılık sektörünün bulunmuş olduğu yerin yetersizliği aynı
zamanda Türkiye’de yurt içi tasarrufları arttırmanın bir yolu olarak da
görülebilir ve burada düzgün düzenlemelerle ve iyi yönetimlerle ve uygun
teşviklerle geliştirilebilecek ve yurt içi tasarruf hacminin belirli
seviyelerin üstüne çıkartılmasına olanak sağlayacak bir potansiyelin olduğunu
görmek gerekir.
Bu
genel değerlendirmelerden biraz daha özel değerlendirmelere geçecek olursak da
şunları söylemek gerekir: Türkiye’de sigortacılık sektöründe bulunan primlerin,
toplanan primlerin kabaca yüzde 14’ü yangın ve doğal afetler için toplanan
primlerden oluşur. Dolayısıyla bu alan, Türkiye’de sigortacılık kültürü
açısından kültürün nispeten gelişmiş olduğu bir alandır. Örneğin, hastalık
sigortalarında bu oran sadece yüzde 12’dir. Yani Türkiye’de insanlar yangın ve
doğal afetlere hastalık sigortalarından daha fazla sigorta yaptırmaktadır ve
kaynak ayırmaktadır. Bunun da özellikle şimdi tartışacağımız DASK için önemli
bir olanak olduğunu düşünüyorum.
Aynı
zamanda sektörün geneline baktığımız zaman, hasar ve prim oranları açısından
kurduğumuz ilişkide, bu hasar prim oranının sektörde yani yangın ve doğal
afetlerle ilgili olan sigortacılık sektöründe sadece yüzde 39 olduğunu görürüz.
Mesela kara taşıtlarında bu oran yüzde 82’dir. Yani burada kârlı bir alan söz
konusudur, bunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Şimdi,
yasanın konusunu teşkil eden yani Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı’nın konusunu
teşkil eden zorunlu deprem sigortasına geldiğimiz zaman da burada birkaç tane
önemli hususu dikkatlerinize sunmak isterim. Bu çerçevede toplanmış olan
poliçelerin, yapılmış olan poliçelerin miktarı 3 milyon 816 bindir. Bu büyük
bir rakam olarak gözükebilir ancak sigortalanabilir binaların sadece yüzde
23’ünü ifade eder. Dolayısıyla, Türkiye’de zorunlu bir alanda sigortalanabilir
binaların sadece dörtte 1’ini karşılayan bir zorunlu sigorta alanının bulunuyor
olmasının performans açısından yetersiz olduğu çok açıktır. Dolayısıyla, bu
kanun tasarısının içinde de aslında yaptırımlara ilişkin çok ciddi maddelerin
yer almadığını görüyoruz, burada ciddi bir açıklık söz konusudur. Ortalama prim
tutarı burada sadece 103 liradır ve ortalama teminat da 65 bin liradır.
Dolayısıyla ortalama prim tutarının da yetersiz olduğunu genel olarak
değerlendirmek isterim.
Değerli
milletvekilleri, kanun tasarısının daha spesifik noktalarına gelecek olursak
öncelikle bir iki tane hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Birincisi şudur:
Bu kadar önemli bir alanda ve bu kadar hassas bir alanda kanun hükmünde
kararname yerine bir yasal güvencenin getirilmek isteniyor oluşunu ben başlı
başına önemli ve anlamlı buluyorum. Gerçi bu AKP’nin yasa yapma tekniğine çok
uygun değildir. Biz öyle biliyoruz ki Parlamento açık olduğu zamanlarda bile
AKP kanun hükmünde kararnameyle ülkeyi yönetmeyi tercih etmektedir ancak yine
de bu gelenekten ayrıldıkları için ve bu alanı bir yasal güvenceye kavuşturmak
istedikleri için Hükûmeti tebrik etmek istiyorum.
Bir
başka tebrik vesilesi de şudur ki: Yaklaşık ekim ayının başından beri Plan ve
Bütçe Komisyonunda önümüze gelen yasalarda muhalefet olarak ve yapıcı muhalefet
anlayışı çerçevesi içinde düşüncelerimizi aktarmaya çalıştık. Bu düşüncelerimiz
birçok önemli yasada anlam bulmadı ancak bu teknik yasada gerek alt komisyonda
gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunda muhalefetin düşüncelerinin bu yasa metnine
yansıdığını ve bizim eleştirilerimize olumlu bakıldığını sevinçle gözledim.
Dolayısıyla gerçekten istendiğinde ve bir uzlaşma kültürü yaratılmak istendiğinde
yasalar uzlaşılır bir biçimde çıkabiliyor. Bunu da son derece önemli ve anlamlı
bulduğumu söylemek isterim.
Fakat
bütün bunlara rağmen, muhalefet olarak kendi düşüncelerimizi yasa metninin
ruhuna geçirmiş olmamıza rağmen, hâlâ açıkta kalan ve hâlâ karşı olduğumuz ve
hâlâ muhalefet ettiğimiz birkaç tane önemli madde var. Yasanın geneli üzerinde
söz almışken bu birkaç tane önemli maddeyle ilgili değerlendirmelerimizi
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunlardan
biri 3’üncü maddedir. 3’üncü maddede değerli milletvekilleri aynen şu
söyleniyor: “Söz konusu kurum ile –ki yasada tespit edilen, yasanın konusunu
teşkil eden kurumdur bu- bu kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemlerin
3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince
Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 6245
sayılı Harcırah Kanunu, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile
4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmayacağı hüküm altına alınmıştır.”
Bir
kamu tüzel kişisi olarak tanımladığınız kurumun eylem ve işlemlerini kamu
denetiminin dışına çıkarmayı bir kamu yönetim tekniği ile bir kamu yönetim
geleneği açısından uygun bulmadığımızı belirtmek istiyoruz. Zaten Kamu İhale
Kurumunun dışına çıkarılmış olmasına ilişkin düşüncelerinizi biliyoruz.
Getirdiğiniz birçok önemli yasayla Kamu İhale Kurumunun dışına birçok
düzenlemeyi çıkarttığınızı biliyoruz, dolayısıyla burayı tartışmayacağız ama
kamu tüzel kişisi olarak tanımlanan bu kurumun hiçbir kamu denetimi içinde
tutulmuyor oluşunu da ayrıca yadırgadığımızı belirtmek istiyoruz. Bununla
ilgili tartışmalar yaşanırken bürokratlar bize şunu söylediler: “Burada hiçbir
kamu kaynağı kullanılmıyor ki, dolayısıyla kamu denetimine niye ihtiyaç
duyulsun? “Evet, burada belki hiçbir kamu kaynağı kullanılmıyor olabilir ama
yasanın 8’inci maddesiyle birlikte düşündüğümüzde -ki 8’inci madde hasar
desteğiyle ilgili maddedir- gerekli görüldüğünde, reasürans sağlanmadığında
kamunun bütün hasarı karşılayacak bir son merci olarak tanımlandığı bir düzenleme
vardır. Dolayısıyla burada bir koşullu yükümlülük yaratılmaktadır yani kamu bir
risk üstlenmektedir. Dolayısıyla herhangi bir kamu kaynağı başlangıçtan
itibaren kullanılmıyor olsa bile kamunun orta ve uzun vadede üstlenmesi
muhtemel olan risklerinin bir kamu kaynağı kullanmaya muhtemel bir alan açması
dolayısıyla buranın mutlaka ve mutlaka kamu denetimi içinde olması gerekir.
Özellikle
kamu kaynağına ilişkin bu koşullu yükümlülüklerin Türkiye ekonomisine ne gibi
sıkıntılar açtığını biz 2001 krizi sonrasında bankacılık sektöründeki görev
zararlarıyla ya da diğer kamu iktisadi kuruluşlarının başına gelenlerle ya da
belediyelerin başına gelenlerle çok yakından biliyoruz. Dolayısıyla yeni bir
koşullu yükümlülük yarattığınız böyle bir yasal düzenlemeyi bir de kamunun
denetim ve kontrolünün dışına çıkartmayı, hele Kamu İhale Kurumunun denetiminin
dışına çıkartmayı anlamlı bulmadığımızı söylemek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, itiraz ettiğimiz 2’nci madde, 7’nci maddedir. 7’nci maddede
aynen şöyle bir hüküm var. Sigorta şirketlerince teminat verilememesi durumunda
deprem, sel, yer kayması, fırtına, dolu, don, çığ düşmesi ve benzeri doğal
afetler için kamu yararı açısından gerekli görülmesi hâlinde sigortacılık
ilkeleri gözetilerek kurum tarafından sigorta veya reasürans teminatı
verilebileceği hükme bağlanmıştır.
Şimdi, deprem için oluşturduğunuz bir havuzun ve depremin yaratmış
olduğu doğal afetlerin riskini minimize etmek ve bununla ilgili alanlarda
faydalanması muhtemel olan kesimlerin ve bunlar için toplanan kaynakların
deprem dışındaki diğer alanlara da teşmil edilmesi ve oradaki havuzlardan da
bunların yararlandırılmaya çalışılması hem bu kanunun özüne aykırıdır hem
DASK’la kurulmuş olan kurumun işleyişine aykırıdır hem de sigortacılık tekniği
açısından bir sıkıntı yaratmaktadır. Bu alanlar, kamu tüzel kişiliği ve tekel
olarak tanımlanmış olan bir kurum yerine, başka sigorta şirketlerince tamamen
rekabet koşulları içerisinde sigortalanabilir. Dolayısıyla, rekabet ilkelerine
bir aykırılığın teşkil ettiği bir yeni durum yaratmış oluyoruz ki 7’nci maddeye
ilişkin, çağdaş sigortacılık ilkeleri açısından çok ciddi kaygılarımızın
olduğunu belirtmek istiyorum.
Yasanın
genelini değerlendirirken itiraz ettiğimiz ve Plan ve Bütçe Komisyonunda ve alt
komisyonlarda itirazlarımıza rağmen düzenlenmemiş ve düşünülmemiş olan ve kendi
itirazlarımızın karşılanmadığı ve taleplerimizin karşılanmadığı bir başka madde
8’inci maddedir. 8’inci maddede -ki biraz önce aslında bunu anlattım- “Kurum
tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun
koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde, bakanın teklifiyle Bakanlar
Kurulunca belirlenecek kısmın uygun bir bedel karşılığında devlet tarafından
taahhüt edilmesine karar verilebilir.” diyor.
Şimdi,
bakın, burada aslında gerçekten çok ciddi bir koşullu yükümlülük yaratıyoruz.
Reasürans şirketlerinin uluslararası piyasalardan söz konusu alanı reasüre
edemediği durumlarda devletin devreye girmesi ve devletin en kötü durum
senaryosunda karşılaşılabilecek bir fonu kendisine bir risk olarak üstlenmesi
durumuyla karşı karşıyayız ve bu hasarın en kötü durum gerçekleştiğinde 5,5
milyar lira olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada çok ciddi bir koşullu
yükümlülük yaratıyoruz. Her ne kadar burada devletten, ilgili bakanlıktan ve
bir bedel karşılığında işlem yapılacağından söz ediliyor olsa da burada ciddi
bir açıklığın olduğu açıktır ve dolayısıyla bir koşullu yükümlülüğü yaratmış
olduğumuz son derece açıktır ve bu uygulamayı kabul etmemiz mümkün değildir.
En
sonuncusu 16’ncı madde. 16’ncı maddede aynen şöyle bir hüküm var: “Zorunlu
deprem sigortası kapsamındaki binalar için, bu tasarıdan ve ilgili diğer
mevzuattan doğan devletin konut kredisi açma ve bina yaptırma yükümlülükleri,
zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olmasının tespit edilmesiyle birlikte
ortadan kalkar.”
Bakınız,
bu, aslında sosyal devlet ilkesine çok açık bir aykırılık teşkil etmektedir.
Hiçbir koşul ve hiçbir durum altında devletin vatandaşın hele ki acil
durumlarda barınma ihtiyaçlarını karşılamaması gibi bir durum söz konusu olamaz. Dolayısıyla,
devletin bu yükümlülükten kendini azade kılması, kendini bu yükümlülüğün
dışında tutması söz konusu olamaz. Zorunlu deprem sigortasını yaptırmamış
olmak, vatandaşın Anayasa’da güvence altına alınan sosyal haklardan mahrum
bırakılmasına cevaz veremez. Burada çok açık bir biçimde bir sosyal devlet
ilkesi aykırılığı söz konusudur ve dolayısıyla, biz hiçbir biçimde hangi şart
ve koşul altında olursa olsun böyle bir maddeyi kabul edemeyiz, kabul etmemiz
söz konusu değildir.
Sonuç
olarak, her ne kadar bu kadar ciddi ve önemli bir alan kanun hükmünde kararname
yerine bir yasayla bir yasal güvenceye kavuşturulmak isteniyorsa da ve bunu
olumlu gördüğümüzü söylüyorsak da ve her ne kadar muhalefetin düşünceleri Plan
ve Bütçe Komisyonunun ana komisyonu ve alt komisyonda yasanın içine aktarılmış
olmakla beraber, yasanın ruhuna giydirilmiş olmakla beraber, bu maddelerin
üzerinde yeniden düşünmenin ve bu maddelerle ilgili bir tartışma açmanın doğru
olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, bu maddelerde ciddi anlamda bir revizyona
ihtiyaç vardır.
Genel
olarak da Türk sigortacılık sektörünün bulunmuş olduğu durumun yetersizliği ve
istikrarlı ve yüksek bir büyüme sağlayabilmek için ihtiyaç duyulan yatırımların
doğru kaynaklarla ve yeni bir finansal kırılganlık yaratmamak üzere yurt içi
tasarruflarla finanse edilmesi açısından yurt içi tasarrufların önemini bir kez
daha vurguluyorum ve doğru kanunlarla, doğru teşviklerle bu alanın ciddi
şekilde doldurulabileceğini, burada önemli bir potansiyel olduğunu özellikle
Sayın Hükûmet Partisi milletvekillerine ve Sayın Hükûmetin dikkatlerine sunmak
istiyorum.
Bütün
bu değerlendirmelerden sonra bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Sarı.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurunuz
Sayın Dora.
BDP
GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 224
sıra sayılı Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı üzerinde BDP Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıya
geçmeden önce, Türkiye’nin afetler açısından kritik durumuna ve afet yönetimi
konularında Türkiye’nin durumuna bir kez daha dikkatinizi çekmekte fayda
görüyorum.
Türkiye,
jeolojik özellikleri ve bununla birlikte iklim, topografya ve coğrafi yapısıyla
doğal afetlerin oldukça sık rastlandığı ülkelerden bir tanesidir. Afetlerden en
sık görüleni, bildiğiniz üzere depremlerdir. Bunu farklı coğrafyalarda iklim
farklılıklarına göre heyelan, su baskınları, yangınlar, fırtına ve çığ gibi
diğer afetler takip etmektedir. Bu doğal afetler sonucu ne yazık ki oldukça
fazlalaşan mal kayıpları verilmektedir ve bu kayıplardan en önemlis elbette ki
can kayıplarıdır. Ancak, hayatta kalanlar için yitirdiklerinden sonra yaşamına
devam etmek de oldukça zordur. Zira çoğunlukla geriye büyük bir maddi ve
psikolojik enkaz kalmaktadır.
Bu
noktada devlet yaklaşımının hayatta kalanların yaşamlarına devam etmeleri
bakımından önemi paha biçilemez. Nitekim, sorumlu ve sosyal devlet olmanın
gereğini yerine getiren bir devlet anlayışının geride kalanların yaşama tekrar
sarılmaları için hızlı ve yeterli bir müdahalede bulunması, bütün imkânlarını
seferber etmesi; dolayısıyla gerekli olan her türlü koşulu yerine getirmesi
geride kalanların yaşadıkları travmatik süreçleri kısa sürede atlatmalarını
sağlayacak ve onların bu sayede yeniden gerçek anlamıyla hayata tutunmalarını
sağlayacaktır.
Bu
bağlamda, Türkiye’de devletin ve bugün onu yöneten AK PARTİ Hükûmetinin
afetlerle ilgili eksikliklerine ve temelde neler yapması gerektiği hususuna
birazdan detaylı bir şekilde değineceğim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, yapılan araştırmalar ve istatistikler
Türkiye’deki doğal afetler arasında en fazla can ve mal kaybının depremler
sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. Bunu zaten çıplak gözle son on üç yıl
içinde, 1999 Marmara ve 23 Ekim, 9 Kasım 2011 Van Erciş depremleriyle görmek
mümkündür.
Türkiye’de
deprem bölgesi haritasına bakıldığında, ortaya çıkan tablo da bu anlamda
ürkütücüdür. Zira, Türkiye topraklarının yüzde 96’sının çeşitli derecelerde
deprem riski altında olduğu ve nüfusun yüzde 98’inin bu alanlarda yaşadığı
görülmektedir. Ancak, bundan daha vahimi, elimdeki deprem haritasında kırmızı
ve pembe ile boyanmış yerlerde yani birinci ve ikinci derece deprem
bölgelerinde nüfusun yüzde 70’inin yaşadığı gerçekliğidir. Buna, depremin
Türkiye toplumu açısından ne derece riskli olduğunu bir kez daha göstermek
adına bir kez daha altını çizerek değinmek istedim.
Tabii,
depremler ve diğer afetler -daha evvel belirttiğim üzere- can kaybı haricinde
geride kalanlar ve ülkenin tamamı açısından negatif bir biçimde psikolojik bir
eşik ve ciddi mali yükümlülükler yaratmaktadır. Afet sonrası afetten etkilenen
yurttaşlar haricinde ülkenin tamamı bu şekilde afetin yarattığı
olumsuzluklardan etkilenmektedir. Tabii, bunda ekonomik etkenler ağır
basmaktadır. Zira, ortaya çıkacak tabloya hazırlıklı olmayan ve bunu yurttaşa
yükleyen bir devlet anlayışının geçmişte ve en son Van depreminde gördüğümüz
üzere ne denli sıkıntılar yaşattığını söylemek sanırım yerinde bir tespit
olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki tasarı 1999 Marmara depremi
sonrasında çıkarılan 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname’nin kapsamını genişletmekte ve binalarda deprem sonucu meydana
gelebilecek maddi zararların karşılanmasında yaptırılacak zorunlu deprem
sigortası ile birlikte diğer afetler sonrasında ortaya çıkabilecek maddi
zararların karşılanması amacıyla sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarına
ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Yani sözün kısası, tasarı ile 587
sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’de yer alan zorunlu deprem sigortasının
kapsamı genişletilmektedir. Buna göre, depremin binalarda bizatihi kendisinin
yarattığı zararlar dışında deprem sonrası ortaya çıkabilecek yangın, infilak,
tsunami ve yer kayması gibi bazı felaketlerin de sebep olduğu maddi zararların
karşılanması planlanmıştır. Tasarı bu hâliyle görünürde olumlu bir amacı temsil
ediyor gibi görünse de tasarının önemli eksiklikleri göze çarpmaktadır.
Tasarıyla
ilgili eksikliklere gelince: Tasarıdaki düzenlemeler ile DASK’ın kapsamı
genişlemekte ve bu kurumun mali anlamda oldukça büyük bir havuzunun oluşacağı
görülmektedir. Bu mali havuzun olmasına itirazımız yok elbette bu kaynaklar
afet hasarları için kullanıldığı sürece tabi. Ancak bu kaynakların afet için
kullanıldığını nereden bilebiliriz? Zira, AK PARTİ, asli görevlerinden en
önemlisi denetim olan Türkiye Büyük Millet Meclisini bile DASK’ı denetleme
görevinden mahrum bırakıyor. Bu düzenlemeyle sadece Meclis mi denetleme
görevinden mahrum bırakılıyor? Elbette, hayır.
Tasarının
3’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasını aynen okuyorum: “Kurum ile bu Kanun
kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı
Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince
Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı
Sayıştay Kanunu, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 10/12/2003
tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4/1/2002
tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir.”
Düzenlemede
DASK’ın yıllık hesaplarının sadece müsteşar tarafından denetlenmesi
düşünülmüştür. Görüldüğü gibi tasarıda zorunlu deprem sigortasının kapsamını
genişleten ve bu sayede daha geniş bir sorumluluğa ve mali anlamda büyük bir
havuza sahip olması çok muhtemel olan DASK’ın faaliyetleri, yürüttüğü iş ve
işlemlerin, Meclis dâhil, birçok denetim mekanizmasından muaf tutulduğu
gerçekliğidir. Dolayısıyla, tasarının yasalaşması hâlinde elde edilecek bu
kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda büyük soru işaretleri doğacak ve asli
görevi yapıların sigortalattırılmasını sağlamak olan DASK’ın farklı
tartışmaların içine dâhil edilmesi mümkün kılınacak ve bu anlamda DASK’ın
meşruiyetinin sorgulanmasına neden olacaktır.
Tasarıdaki
diğer eksiklik “Bu kanun içinde sigortalanması mümkün olmayan” olarak
tanımlanmış yapıların varlığıdır. Düzenlemede, kamu hizmetinde kullanılan
binaların, bağımsız bölümlerin, köy nüfusuna kayıtlı binalar ile köyde daimi
kullanılan yerleşik binaların ve bu köylerin civarında ve mezra alanlarında
inşa edilmiş binalar ile kat mülkiyeti olsa dâhi ikamet dışı kullanılan
binaların bu kanun kapsamında sigortalatılması mümkün kılınmamaktadır.
Bu
durum, köyde yaşayıp afetlerden en az kentli kadar zarar gören köylü
yurttaşların zararlarını tamamen kişisel olarak yüklenmeleri ve deprem
haricinde bir de devletin ayırımcı tutumuna maruz kalacakları anlamına
gelmektedir. Ayrıca, afet sonrası kamusal kaynakların önemli bir kısmının afet
bölgesine aktarılacağı düşünüldüğünde; kamu binalarının sigortalatılmasının
mümkün olmaması, devletin ilk olarak bu kaynakları kendi binalarını onarmaya
ayırması ve bu anlamda yurttaşların ihtiyaçlarını karşılamakta gecikme
yaşanmasına neden olabilecek bir sürece dönüşebilir. Bu nedenle, tasarı ile
kapsam dışında tutulan kamu yapıları ve köy yerleşimlerindeki bina ve
meskenlerin de zorunlu sigorta kapsamına alınması, bu kanunun amacına hizmet
etmesi bakımından daha makul olacaktır.
Tasarıda
değinilmesi gereken bir diğer konu, DASK'ın, oluşacak geniş mali kaynaklarını,
sadece afet sonrası sigorta yaptıran yurttaşlara yapılacak ödemelerde
kullanacak olmasının yanlışlığıdır. Oysaki bu düzenleme, afet yaşanmadan önce
de biriken bu kaynakların afeti önleme açısından kullanılabilmesinin önünü açan
bir düzenleme olmalıydı. Yani DASK'ta oluşacak kaynakların, bu kanunda yer
alacak bir düzenleme ile afet öncesinde, sistematik bir biçimde işleyecek bir
mekanizmayla, taşınmazların güçlendirilmesinde veya iyileştirilmesinde
kullanılması afet sonrası oluşabilecek zararların önüne geçebilecekken gelişmiş
ülkelerin aksine sadece afet sonrasına dönük bir uygulamayı kapsamaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla ilgili grubumuzun düşüncelerini belirttikten
sonra dikkatlerinizi bugüne kadarki algının aksine, afet sonrası yapılacaklara
değil de öncesine çekmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere
Türkiye’deki afet algısı sadece afet sonrası çadır, battaniye temini ve diğer
temel ihtiyaçların karşılanması üzerine kuruludur. Dolayısıyla, afet algısı,
sadece afet sonrasındaki müdahaleleri kapsamakta ve afet öncesine dair
çalışmalar önemsenmemektedir. Oysaki dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde
doğal afetlerin engellenemez olması üzerinden geliştirilen algıyla doğal
afetlerin varlığını kabul etme ve afet sonrası oluşabilecek sorunları önceden
tespit edip bunları minimalize etme stratejisi geliştirilmiştir. Bu anlamda
yakın gelecekte ortaya çıkması muhtemel problemlerle ilgili karar alma ve bu kararları
uygulayarak olumsuz sonuçları azaltmaya dönük adımlar atma anlamına gelen “risk
yönetimi", "risk azaltımı" gibi kavramlar ortaya çıkmıştır.
Ancak bu kavramları ve dünyadaki gelişmeleri takip eden bir Türkiye ve bir
yönetim ile karşı karşıya değiliz.
Dünyadaki
değişimleri başka bir yerinden anlamak sanırım sadece AKP'ye has bir tutumdur.
AKP, risk yönetimi ve azaltımını afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi
hakkındaki kanun tasarısı ile gücü merkezîleştirerek yerel otoriteleri devre
dışı bırakma, her birinin ayrı ayrı can ve malını korumakla yükümlü olduğu
yurttaşlarını kentsel dönüşümü dayatarak sokağa atma veya önümüzdeki bu tasarı
ile büyük bir mali güce dönüşecek olan DASK'ı denetlememe ve bu kaynakları afet
öncesindeki riski azaltmak için kullanmama gibi tam tersinden anlamış.
Küreselleşmiş
ve gittikçe birbirini etkileyen dünya düzeninde risk toplumu olduğunun devlet
olarak bilincine varmamak, hâlen geçmişteki kriz algısıyla hareket etmek,
çözümü çadır-battaniyeci yaklaşımda bulmak ve toptancı bir yaklaşımla
yurttaşların barınma hakkını gasbederek ve onları borçlandırarak, sözüm ona
kaliteli beton yığınları inşa ederek afet risklerini ortadan kaldırmayı
düşünmek ya dünyadan bihaber olmak ya da bilinçli olarak gerçeklere gözlerini
kapamaktır. Biz, AK PARTİ’nin bu konuda dünyadan bihaber olmadığını iyi
biliyoruz. Dolayısıyla, AK PARTİ’nin afet riski altındaki alanların
dönüştürülmesi hakkında kanun tasarısı ya da önümüzdeki bu afet sigortaları
kanun tasarısı gibi düzenlemelerle kendi egemenliğini ve gücünü artırmayı
amaçladığını ancak vatandaşa sanki afetler ve sonrasında ortaya çıkacak
zararları engellemeye dönük çalışmalar yapıyormuş gibi yansıttıklarını çok açık
bir şekilde biliyoruz. Bu anlamda, AK PARTİ temsilcilerinin afetlerle ilgili burada
yapacakları konuşmaların samimiyetine inanmak grubumuz açısından oldukça
zordur.
Sonuç
itibarıyla, AK PARTİ’nin bu düzenlemeyle neyi hedeflediği konusunda netlik
yoktur. AK PARTİ’nin geçmişteki bütün iyi niyetli denebilecek adımlarının arka
planında nasıl başka bir amaç taşıdığı tarafımızdan görülmüştür. Dolayısıyla bu
düzenlemenin hedefinde gerçekten afet sonrası yurttaşların ve kamunun
hasarlarını gidermeye dönük bir anlayış mı var? Eğer böyleyse, neden DASK'ın
kaynaklarının afet öncesinde de yapıların onarımı ve güçlendirilmesi için
kullanılması öngörülmemekte? Yoksa AK PARTİ DASK'ı, kuruluş amacının aksine,
yoksul vatandaşların barınma ihtiyaçlarını karşılamanın aksine, barındıkları
yerleri gasbedip onları ömür boyu borçlandıran ve yoksul yurttaşlardan ziyade
üst gelir grubunun taleplerine dönük konutlar üreterek kâr marjı gütmeye
başlayan, yaptığı yasal düzenlemelerle ekonomik krizlerde kendisine bir alan
açabilecek, ülkenin en büyük malî gücü hâline getirdiği TOKİ gibi mi yapmaya
çalışıyor?
Bunu
bir düşünün diyerek konuşmamı tamamlamak isterim değerli arkadaşlar. Bu
vesileyle hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Dora.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Kalaycı.
MHP
GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı’nın geneli
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemiz
afetlerle hep iç içe olmuş bir ülkedir, başta depremler olmak üzere sel,
heyelan, çığ, yangın gibi afetlere sık sık maruz kalmıştır ve kalmaya da devam
etmektedir. Ülkemizde yaşanan tüm afetler içindeki can ve mal kaybı olarak
yüzde 90 gibi bir oranla depremler başı çekmektedir. Hâlen yürürlükte olan
deprem bölgesi haritası esas alındığında ülkemiz topraklarının yüzde 92’si
deprem bölgesi olup nüfusumuzun da yüzde 95’i bu bölgede yaşamaktadır.
Topraklarımızın yüzde 44’ü ise birinci derece deprem bölgesi olup nüfusumuzun
ise yüzde 55’i birinci derece deprem bölgesinde bulunmaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti özellikle 1939 yılında yaşanan Erzincan depreminden sonra başta
deprem olmak üzere doğal afetlerle mücadele etmek için bir dizi düzenlemeye
gitmiş, yeni kurumsal yapılar oluşturmuştur. 1959 yılında ise afetlerle ilgili
olarak bir yasa çıkarılmış, bu yasayla bir fon oluşturulmuş ve afetle ilgili
her türlü harcama bu fondan yapılmıştır.
1999
yılında yaşanan Marmara ve Düzce depremlerinden sonra 25/11/1999 tarihli ve 587
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile zorunlu deprem sigortası uygulamasına
geçilmiştir. Bugün, birçok ülkenin örnek aldığı zorunlu deprem sigortası
sistemi, 57’nci Hükûmet döneminde yapılan önemli düzenlemelerden biridir. Bu
sistemin oluşturulmasından bu yana meydana gelen depremler ve ödenen hasarlara
bakıldığında önemli tutarlarda hasar ödemesinde bulunulduğu görülmektedir.
Zorunlu deprem sigortasında belirli bir mesafe katedilmesine rağmen, binaların
sigortalılık oranı hâlâ düşük ve istenilen seviyede değildir. Deprem sigortası
yaptırmak, diğer zorunlu sigortalarda olduğu gibi zorunluluğun gerektirdiği
cezaya katlanmamak için değil, gerçek manada önleyici tedbir olarak algılanmalı
ve mutlaka yaptırılmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, bu tasarı ile binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek
maddi zararların karşılanmasını teminen yaptırılacak zorunlu deprem sigortası
ile sigorta şirketlerinde teminat verilemeyen veya teminat verilmesinde
güçlükler bulunan çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek maddi
ve bedenî zararların karşılanabilmesini teminen sunulacak sigorta ve reasürans
teminatlarına ilişkin usul ve esaslar belirlenmekte ve 587 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname yürürlükten kaldırılmaktadır.
Tasarıya
göre, sadece 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler,
tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa
edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri
amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle devlet
tarafından yaptırılan veya sağlanan kredi ile yapılan meskenlere zorunlu deprem
sigortası zorunluluğu getirilmektedir.
Sigorta
şirketlerince teminat verilemeyen çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana
gelebilecek zararların karşılanabilmesi için DASK’ın kolaylaştırıcı olarak
devreye girmesi öngörülmesine rağmen kamu yararı açısından büyük önem arz eden
ve tamamı iş yeri olan binalar, köy yerleşme alanlarında yer alan, kanun ve
yönetmelikler ile mühendislik kural ve kaidelerine göre yapılan meskenler ile
kamu binalarının kapsam dışında tutulması, tasarının sigortalanmayı
kolaylaştırıcılığıyla ters düşmektedir.
Diğer
yapı, bina ve bağımsız bölümler ile köy nüfusuna kayıtlı ve köy yerleşik
alanları ve civarında yapılan binalar ile tamamı ikamet dışı kullanılan
binaların, bilim ve fenne uygun olarak inşa edilmiş ya da kanun ve
yönetmeliklere göre güçlendirilerek uygun hâle getirilmiş dahi olsa zorunlu
afet sigortası kapsamı dışında tutulması, bina, yapı ve bağımsız bölümler
arasında ayrıma gidilmesi, kanunun amacıyla çelişir bir uygulama niteliği
taşımaktadır.
Ayrıca,
sigorta kapsamına alınan binalar için “sigortalanma esnasında tapuya kayıtlı ve
özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş olmaları”
şartının aranması, zamanında mesken olarak yapılan ve zamanla tamamı iş yeri
hâlini alan binalar ile iş yeri olarak yapılan binaların kapsam dışı tutulması
doğru değildir.
Tasarı
ile 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle
Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 29’uncu maddesine bir fıkra eklenerek,
zorunlu deprem sigortası kapsamındaki binalar için zorunlu deprem sigortası
yaptırılmamış olmasının tespit edilmesiyle, devletin konut kredisi açma ve bina
yaptırma yükümlülüklerinin ortadan kalkması öngörülmektedir. Dolayısıyla, bir
taraftan zorunlu deprem sigortası kapsamı dar tutularak devletin üstlendiği
risk artırılırken, diğer taraftan bu kapsamda olup zorunlu deprem sigortası
yaptırılmamış olanlara karşı devletin yükümlülüğü ortadan kaldırılmaktadır. Bu
uygulama sosyal devlet ve eşitlik ilkelerine uygun değildir. Tüm binaların
kapsama alınması ve sigortalılık oranının belli seviyeye gelmesinden sonra
devletin yükümlülüklerinin kalkması söz konusu olmalıdır.
Tasarıda
kurum tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan
uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde Bakanlar Kurulunca
belirlenecek kısmının uygun bir bedel karşılığında devlet tarafından taahhüt
edilebilmesi öngörülmektedir. Devletçe böyle bir riskin üstlenilmesi DASK’ın
varlığını tartışmalı hâle getirecektir.
Tasarıda
kurumun ilgili mevzuata ve projeye aykırı olarak inşa edilen binaları sigortalamama
hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. İlgili mevzuata ya da projeye aykırı
olarak inşa edilen binalara sigorta yapılabilmesinin kurumun keyfiyetine
bırakılması uygun görülmemektedir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, son yıllarda gerekli tedbirlerin zamanında
alınmaması, denetimsizlik, sevk ve idaredeki yetersizlikler yüzünden yüzlerce
can ve mal kaybının yaşandığı bir ülke hâline gelmiştir. 1999 depremi
sonrasında ciddi kurumsal tedbirler alınmış iken bunlar yeterli etkinlikte
devam ettirilememiş, bu konuda hızlı bir dönüşüm programı uygulamaya
konulamamıştır.
Afet
konusunda toplumsal ve kurumsal bilinç yeterli ölçüde tesis edilememiştir.
Bugün hâlâ yerleşimler afete duyarsız hâlde olup mevcut yapıların yüzde 65’e
yakını riskli yapı grubundadır. Özellikle büyük şehirlerimizde ve ülkemizin
diğer yerlerinde insanlarımız afete karşı âdeta kaderlerine terk edilmiş
durumdadır.
Afetlerde
meydana gelen kayıplar ve hasarların en önemli sebebi planlama ve yapılaşma
sürecindeki sorunlar olup bu sorunların sebebi de, yerleşim planlarının hiçe
sayılması, keyfî uygulamalara ve istismara fırsatlar verilmesi, yani kentleri
rant alanlarına dönüştüren ve yandaşlara peşkeş çeken anlayıştır.
Yolsuzluk,
denetimsizlik ve siyasi kaygılarla oluşan bu plansız doku, şehirleri sağlıklı
yaşama alanları olmaktan çıkarmış, ekolojik dengeleri bozarak âdeta afetlere
davetiye çıkaran yapılar hâline getirmiştir.
Değerli
milletvekilleri, tasarıya göre, sigorta şirketlerince teminat verilmemesi
durumunda, deprem, sel, yer kayması, fırtına, dolu, don, çığ düşmesi ve benzeri
doğal afetler için kurum tarafından sigorta veya reasürans teminatı
verilebilecektir, böylelikle DASK’ın görev alanı genişletilmektedir.
Aslında,
2005 yılında çıkarılan 5363 Sayılı Tarım Sigortası Kanunu ile de üreticilerin,
dolu, fırtına hortum, yangın, heyelan, deprem, sel, don ve su baskını riskleri
nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini teminen tarım sigortaları
uygulamasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.
Öte
yandan, yangın, yer sarsıntısı, yer kayması, fırtına, taşkın, sel, don, dolu,
kuraklık, haşere ve hastalık gibi nedenlerle zarar gören çiftçilere devletçe
yapılacak yardımlara ilişkin usul ve esasları belirleyen 2090 sayılı Tabii
Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun da
yürürlükte bulunmaktadır. Ancak, Tarım Sigortası Kanunu’na göre belirlenen
riskler için tarım sigortası yaptırmayan üreticiler, 2090 sayılı Kanun’dan
yararlanamamaktadır. Tarım sigortası kapsamında olmayan risklerde de yardım
yapılabilmesi için çiftçilerin ürünlerinin, canlı cansız üretim araçlarının ve
tesislerinin değeri itibarıyla en az yüzde 40 oranında zarar görmesi, ayrıca bu
zararı karşılayacak geliri bulunmaması ve borç alma imkânı olmaması
gerekmektedir. Yüzde 40’tan az hasar görmesi hâlinde ise, tarımsal
faaliyetlerini devam ettiremeyecek ve geçimini sağlayamayacak duruma düşmesi
gerekmektedir.
Ülkemizde
tarım sigortaları, sigorta priminin yüzde 50’si oranında prim desteği
verilmesine rağmen yıllara göre çok az gelişme gösterebilmiştir. Bugün, tarım
sigortası yaptıran çiftçilerin önemli bir kısmını sözleşmeli üretim yapanlar
oluşturmaktadır. Sektörün prim üretme gücünün zayıf olması, tarım sigortaları
konusunda eğitim ve araştırmaların yetersizliği gibi nedenlerin yanı sıra
işletmelerde tarım tekniğinin yeterince geliştirilmemiş olması, tarımsal
işletme arazilerimizin küçük ve çok sayıda parselden oluşan bir yapıya sahip
olmaları tarımsal sigorta sektörünün
geliştirilebilmesi açısından önemli engeller oluşturmaktadır.
Sonuç
itibarıyla, tabii afete maruz kalan çiftçilerin kayıpları genel olarak
karşılanamamaktadır. Nitekim, seçim bölgem olan Konya’da son yıllarda yaşanan
afetler nedeniyle zarara uğrayan çiftçilerimiz mağdur olmuş, kayıpları telafi
edilmemiştir.
Geçen
yıl, Ereğli ilçesinin Gaybi ve Yıldızlı köylerinde yağan dolu sebebiyle
meyvelerde ve ekili alanda büyük hasar oluşmuş, çiftçinin mağduriyeti
giderilmemiştir. Beyşehir, Seydişehir, Derebucak, Bozkır, Ahırlı, Yalıhüyük
ilçelerinde sel ve su basması nedeniyle çiftçilerin ekili alanlarında oluşan
hasarlar hâlâ karşılanmamıştır.
Geçen
ay yaşanan şiddetli rüzgâr ve kum fırtınası nedeniyle özellikle Karatay,
Cihanbeyli, Altınekin, Kulu ilçelerinde olmak üzere Konya’da ekili alanlarda
büyük hasar oluşmuş, tarladaki pancar, arpa ve buğdayın neredeyse tamamını
söküp atmıştır.
Yaşanan
afetle ilgili hasar tespitleri yapılmakla birlikte tarım sigortası yaptıran
çiftçilerin hasarlarının karşılanabileceği ifade edilmektedir. Bu durumda,
zaten zor durumda faaliyetini sürdürmeye çalışan çiftçilerimizin büyük
çoğunluğunun mağduriyetinin giderilemeyeceği görülmektedir. Tarım sigortasının
henüz geçiş sürecinde olduğu da dikkate alınarak tabii afetler nedeniyle çiftçi
ve köylünün yaşadığı mağduriyeti hiç olmazsa kısmen giderecek bir düzenleme
mutlaka yapılmalıdır.
Yine,
Konya’nın Hadim, Taşkent ve Bozkır ilçeleri ile Karaman’ın Sarıselviler,
Sarıveliler, Başyayla ve Ermenek ilçelerinde, 2012 kış aylarında meydana gelen
yoğun kar yağışı sonucu, kar ağırlığı nedeniyle, özellikle kiraz ve ceviz olmak
üzere meyve ağaçlarının dalları kırılmış olup yapılan hasar tespitlerine göre
yüzde 60’ın üzerinde kayıp söz konusudur. Hâlâ kar nedeniyle ulaşılamayan ve
hasar tespiti yapılamayan bahçeler bulunmaktadır. Bu afete neden olan kar basması
riski tarım sigortası kapsamına girmemektedir. Dolayısıyla, 2090 sayılı Tabii
Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun
çerçevesinde gerekli yardımlar bir an önce yapılmalı, Konya ve Karaman’daki
kiraz ve ceviz üreticilerinin kayıpları giderilmelidir. Ayrıca, yardımların
yapılabilmesi için aranan, ürünlerin, canlı cansız üretim araçlarının ve
tesislerin değeri itibarıyla en az yüzde 40 oranında zarar görmesi şartının
mutlaka hafifletilmesi gerekmektedir. Bu konuda gerekli yasal düzenleme mutlaka
yapılmalıdır.
Çiftçimiz
gerçekten zor günler yaşamaktadır. Ağır girdi maliyetleri altında ezilen
çiftçinin prim ödeyecek gücü dahi kalmamıştır. Mazot, gübre, ilaç, tohum,
enerji başta olmak üzere tarımsal girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar
çiftçilerin üretim yapmasını güçleştirmiştir. Çiftçinin sadece bankalara olan
kredi borçları her yıl katlanarak artmakta olup 2011 sonu itibarıyla 31 milyar
liraya kadar yükselmiştir. Çiftçi, borcunu ödeyebilmek için traktörünü satmak
zorunda kalmaktadır ancak çiftçinin bu durumu AKP Hükûmetinin umurunda bile
değildir.
Değerli
milletvekilleri, son olarak DASK’la ilgili birkaç konuya değineceğim. Doğal
Afet Sigortaları Kurumu ne bir özel kuruluşa ne de bir kamu kuruluşuna
benzemektedir. Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu bakanlık nezdinde
kurulmuş ve kamu tüzel kişiliğini haiz olan Doğal Afet Sigortaları Kurumu ile
bu düzenleme kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetimine tabi değildir, Sayıştayın denetimine tabi değildir, kamu
harcırah sistemine tabi değildir, kamu mali yönetim ve kontrol sistemine tabi
değildir, kamu ihale sistemine tabi değildir; kurum ve gelirleri her türlü
vergi, resim ve harçtan muaf tutulmaktadır. Kurumun varlıkları ile diğer hak,
gelir ve alacakları haczedilememektedir. Kurum iflas yoluyla takip
edilememektedir. Kurumun alacakları ise Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmektedir. Görüldüğü üzere kamu tüzel
kişisi olan ve kamu gücü ve yetkisini kullanan kurum, tümüyle kamu hukukunun
dışında tutulmuş, saydamlık, hesap verebilirlik, kaynakların verimli
kullanılması, kamuoyu denetimi gibi hususlarda sorumsuz kılınmıştır. Hem kamu
kurumu olup hem de kamu mali yönetim sistemi, kamu ihale sistemi, kamu denetim
sistemi dışına çıkılmasının hiçbir gerekçesi olamaz, hele ki Türkiye Büyük
Millet Meclisi denetiminden kaçınılması asla kabul edilemez. Kamu tüzel kişisi
olan ve kamusal imkânları kullanan kurumların mutlaka Meclise hesap vermesi
gerekmektedir. Parlamentoların millet adına egemenliğini kullanma araçlarından
birisi, kurumların ve yöneticilerin her türlü eylem ve işlemlerini
denetleyebilme yetkisine sahip olmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetim Sayıştay tarafından yapılmaktadır. Geçen dönem yeni Sayıştay Kanunu
çıkarılmış ve denetlenmeyen hiçbir kamu kaynağı ve kurumun olmadığı sıkça ifade
edilmiştir ancak tekrar denetim dışına kaçışlar başlamıştır. AKP Hükûmetine
soruyorum: Kamu adına, millet adına yapılacak denetimden niye kaçıyorsunuz? Denetimden
korkunuz nedir, gocunduğunuz bir şey var mı?
Ben
teşekkür ediyor, tasarının hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kalaycı.
Şahsı
adına Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Kuşoğlu.
BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Afet
Sigortaları Kanunu Tasarısı ve zorunlu deprem sigortasıyla ilgili şahsım adına
görüşlerimi açıklamak üzere huzurunuza geldim.
Öncelikle
şunu belirteyim: Türkiye’nin yüzde 96’sı -gerekçede de yazdığı gibi- alan
olarak deprem riski taşıyor. Bu yüzde 96 içerisinde de yüzde 98 nüfusumuz
yaşıyor. Yani Türkiye’nin hemen hemen tümü deprem alanları içerisinde, deprem
riski taşıyor. Muhakkak böyle bir kanunun, deprem sigortası kanununun çıkması
gerekiyor.
Nitekim,
17 Ağustos 99 depreminden sonra, hemen sonra, aralık ayı içerisinde bir kanun
hükmünde kararname -o zamanın hükûmeti tarafından- çıkarılmış, bu Doğal Afet
Sigortaları Kurumu oluşturulmuş ve faaliyetine başlamış 2000 yılının Eylül
ayında. 2000 yılının Eylül ayından beri faaliyette olan bu kurum, yalnız
yeterli prim toplayamamış, çok büyük bir başarı elde edememiş. Şimdi bu kanunla
bunun yenilenmesi gerekiyordu, gayet güzel bir iş yapılıyor. Biz de Plan ve
Bütçe Komisyonunda mümkün olduğunca destek verdik, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu olarak mümkün olduğunca destekledik ve bu kanun hükmünde kararnamenin
daha dört dörtlük, daha düzgün bir kanun olarak çıkması için elimizden gelen
bütün çalışmayı, gayreti gösterdik.
Hâlen,
dediğim gibi, bu kanun hükmünde kararnameyle, 587 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’yle deprem sigortası zorunlu ama zorunlu olmasına rağmen her 4
konuttan 3’ü sigortasız ancak 1 tanesinde sigorta yaptırılıyor. Hâlbuki zorunlu
bu. Biliyorsunuz trafik sigortası da zorunlu. Trafik sigortasında zorunluluk
aynı şekilde uygulanmıyor tabii, daha farklı denetim usulleri var. 10 araçtan
9’u sigortalı. Neden böyle bir farklılık var? O da bir müeyyidenin
olmamasından, denetim olmamasından.
Türkiye’de
16 milyon 375 bin 840 konut olduğunu DASK ilgilileri bildiriyorlar. Bu konutların
3 milyon 803 bini ancak sigortalı. Yani, biraz önce dediğim gibi ancak dörtte
1’i sigortalı. On iki yılda, aşağı yukarı on iki yıl içerisinde bu bir
başarısızlık olarak karşımıza çıkmış. Bu kanun yeniden düzenlenirken de ana
gerekçesi, zorunlu deprem sigortası kapsamındaki bütün binaları ödenebilir
primler karşılığında sigorta güvencesine almak olarak belirlenmiş.
Şimdi,
bunlar konuya baktığımızda çok haklı konular. Siyaseten arındırdığımızda, biraz
önce söylediğim gibi, muhakkak desteklenmesi gereken konular ve biz de
destekledik, destekliyoruz. Olumlu da oy vereceğiz ama muhakkak bilinmesi,
sizlerin muhakkak bilmesi gereken bazı konular var. Bunların mümkün olduğunca
düzeltilmesi gerekiyor. Biraz önce söylediğim gibi, on iki yılda ancak dörtte
1’i, zorunlu olmasına rağmen, konutların sigortalanmış. Bunun ana sebebi, bir
müeyyidenin olmaması, denetimin olmaması.
Şimdi,
bizim getirdiğimiz düzenlemede de bu müeyyide yok. Gerçi diyeceksiniz ki: Var,
işte tapu sicil müdürlükleri işlem yaparken bunu denetleyecek. Tapu sicil
müdürlüklerinin işlem yaparken bunu denetlemesi zaten var, kanun hükmünde
kararnamede de var, bunlarla olmuyor ya da elektrik ve su abonelik işlemlerinde
bunların yapılması yine aynı şekilde çok şeyi değiştirmeyecek. Yine, zorunlu
olmasına rağmen konutların çoğu sigortasız kalacak, bunun denetimi için bir
mekanizma getirilmesi şart yani bir zorunluluk, bir müeyyide getirmemiz lazım.
Bu bakımdan çok önemli bir eksiklik var.
Yine,
çok önemli bir husus; arkadaşlarım da, bütün arkadaşlar belirtti, bütün
konuşmacılar ama hakikaten çok önemli bir husus: Şimdi, bu bir kamu kurumu,
kamu kurumu olarak prim topluyor, kamu kurumu olarak işlev görüyor, bir görev
veriyoruz bu kuruma ama bu kurum İhale Kanunu’ndan, Türkiye Büyük Millet
Meclisi denetiminden, Sayıştay denetiminden muaf tutuluyor, bu da çok büyük bir
yanlışlık. Öbür taraftan kamu kurumu olarak 6183 sayılı Amme Alacakları
Kanunu’na tabi alacaklarıyla ilgili olarak kamu kuruluşu sayılıyor ama denetim
sırasında “Bu denetlensin, buradaki işlemler denetlensin.” dediğimizde kamu
kuruluşu saymıyoruz, bu da çok büyük bir yanlışlık. Yani bu tür şeyler biz yapıyorsak
ileriye yönelik şöyle bir durum ortaya çıkacak: Kamu kurumları denetlenmeyecek,
İhale Kanunu’na tabi olmayacak, Meclis tarafından dahi denetlenemeyecek ama
kamu kurumları işine geldiği zaman alacağını almadı, 6183’ü uygulayacak yani
zorunlu olarak, kamu alacağı olarak tahsil edebilecek bunları, bu çok büyük bir
yanlışlık.
Ama
bizim bu dönemde özellikle yaptığımız buna benzer düzenlemelerde sadece ve
sadece -bakıyorum- güvenlik ve temizlik ihaleleriyle ilgili İhale Kanunu’nu
çalıştırıyoruz. Onun haricinde hemen hemen hiçbir kanunda İhale Kanunu’nu
devreye sokmuyoruz. Şimdiye kadar çıkardığımız bu millî eğitimle ilgili olan
kanunda, yap-işlet-devret, yap-işlet-kirala gibi kanunların hiçbirisinde Devlet
İhale Kanunu’nu devreye sokmadık; hepsinde muaf tuttuk, denetimi devre dışı
bıraktık. Bu, devletin çalışması açısından, devletin işlerliği açısından çok
büyük bir yanlışlık; ileride çok büyük bir sıkıntı doğuracak konudur. Bunu
bilmemiz lazım. Burada da, biliyoruz, düzeltmeyeceksiniz, düzeltilmeyecek ama
bu ileride büyük bir sıkıntıya sebep olacaktır, bunun özellikle kayıtlara geçmesini
arzu ediyorum.
Şimdi,
bir diğer konu da bu tasarının finansal mimarisiyle ilgili olarak da bir
eksiklik var, bazı yanlışlıklar var. Yani bu sadece bir deprem sigortası kanunu
olarak düşünülmemeli. Burada çok büyük meblağlar topluyoruz. Bakın, ortalama
olarak yılda -16 milyon konuttan bahsettim- en az 500 milyon lira toplanması
gerekiyor, on yıl içerisinde en azından 5 milyar dolarlık bir tasarruf
yapılacak. Ekonomi açısından düşünüldüğünde -Türkiye'nin çok ihtiyacı var- bu
bir tasarruf aracı aynı zamanda ekonomik yönden. Bu tasarrufların
değerlendirilmesi açısından da konuya bakmak lazım. Bu tasarrufların nasıl
değerlendirileceği, yurt dışına reasüre edildiğinde sonuçlarının ne olacağına
da bakılması lazım. Eğer yurt dışında çok düşük… Yurt dışında, biliyorsunuz şu
anda finansal bir kriz yaşanıyor, gereken şekilde değerlenemezse sıkıntılar
olacağı çok aşikâr. Bununla ilgili olarak bazı düzenlemeler yapmak lazımdı.
Nitekim, düzenlemenin 7 ve 8’inci maddelerinde bazı şeyler zikredilmiş ama bir
bütünlüğü yok bütün bunların, özellikle bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Ulusal
ve uluslararası piyasalardan uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması
hâlinde -8’inci maddede var- Bakanın teklifi ile Bakanlar Kurulunca uygun bir
bedel karşılığında devlet tarafından taahhüt edilmesine karar verilebilir.” O
zaman -madem Türkiye'nin tasarrufa da ihtiyacı var- tümü Türkiye'de
değerlendirilsin, fonlar oluşturulsun bunun karşılığında, yeni bir finansal
mimari oluşsun, bir yapı oluşsun. Bunun da tartışılması gerekirdi -bunu Sayın
Bakan da söyleyecektir- buna da çok ihtiyaç vardı, bu tarafıyla ilgili olarak
da gerekenleri yapmadık, gereken düzenlemeler bu açıdan da eksik kaldı.
Hâlbuki, sermaye piyasası daha da genişleyebilirdi, yeni bir fon
oluşturulabilirdi. Yurt dışında genellikle bankalar sigorta şirketlerine
bağlıdır, bizdeki gibi değil. Bu tür konuların fırsat bilinerek bu tür
düzenlemelerin yapılması ülke ekonomisi açısından çok faydalı olurdu, bu bir
başlangıç teşkil edebilirdi.
Çok
değerli arkadaşlarım, bu saatte herkesin dikkatinin farklı noktalarda olduğunu
biliyorum, ben de çok daha fazla vaktinizi almayayım ama bunların kayıtlara
geçmesini istedim.
Düzenlemenin
hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kuşoğlu.
Şahsı
adına Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan.
Buyurunuz
Sayın Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan
224 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Kanunun
genel gerekçesini dikkatlice okudum. Genel gerekçede can ve mal kayıplarına yol
açan afetlerin ülkemizde sıkça görüldüğü, altmış yılda afetlerin üçte 2’sinin
deprem olduğu, ülkenin yüzde 96’sının deprem bölgesinde bulunduğu, ülke
nüfusunun yüzde 98’inin bu bölgelerde yaşadığı, bu sonuçların deprem ülkesi
olduğumuzu açıkça gösterdiği ifade ediliyor.
Gerçekten,
depremler tüm ülkeyi etkiliyor, hasarların ekonomik sonucu ise büyük bir yük
teşkil ediyor. Bunların örneği 17 Ağustos, 12 Kasım; bu depremlerin sonuçlarında
oluşan hasarlar ekonomik ve mali açıdan gerçekten büyük.
Deprem
sigortaları 99 öncesi toplamı ancak toplam binaların yüzde nesiydi? 5’i
civarındaydı.
587
sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’yle Doğal
Afetler Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu. Bunu kim yaptı? Milliyetçi Hareket
Partisinin içinde bulunduğu Hükûmet yaptı. Bu, gerçekten önemli bir gelişmeydi.
Bu sistemde kamu kaynağı kullanılmadı. Kısa zamanda başarılı bir uygulama oldu.
Uluslararası reasürans piyasalarında önemli bir kredibilite sağladı ve pek çok
ülkede benzerleri kopya edilmeye başlandı.
Sayın
Bakan, burada ifade etmek istediğim şey, DASK’ın, sizin gerekçede ifade
ettiğiniz gibi, uluslararası platformda çok olumlu karşılandığı ve bunun diğer
ülkeler tarafından da kopya edilme arzusunun ortaya çıktığı. O “kötü”
dediğiniz, beğenmediğiniz 2002 döneminde kurulan bir organizasyonun
uluslararası alanda ne kadar başarılı olduğu ortaya çıkıyor. Fakat sizin,
komisyonlarda, çok önemli olarak uluslararası kuruluşların beklediği “Onlar da
bunu örnek almak istedi.” dediğiniz mali kural hâlâ ortada yok. Orada sizin
adınıza, iktidar tarafından o kanun tasarısını savunan arkadaşlar, gerçekten,
sizin adınıza zor durumda kaldılar. Siz zaten ses çıkarmıyorsunuz, o arkadaşlarımız
da ses çıkarmıyor.
Şimdiye
kadar söylediklerimi, bu söylediklerimi kim söylüyor? Devlet kayıpları olmadan
maddi kayıpların telafi edilmesi, ülke çapında risklerin paylaşılması, deprem
nedeniyle oluşabilecek yüklerin azalması, ek vergilerin konulmaktan kurtulması;
bunları kim söylüyor? Sayın Başbakan söylüyor. Gerekçenin, kanun tasarısı
ekindeki gerekçenin üst yazısında bütün bunlar var.
Bir
kere şu 2002 olayından gerçekten kurtulmaya başladınız. Bu sizde takıntı
olmaktan çıkmaya başladı; bu, gerçekten memnuniyet verici.
Zorunlu
deprem sigortası 2,7 milyon konuta yapılmış ama konut sayısı 19 milyon.
Tasarıda “yüzde 20’si” deniliyor; ancak on senedir meydana gelen gelişme de
ortada.
Şimdi,
hazır sizleri bulmuşken, ekonomiden sorumlu bakanlar da buradayken, enflasyonda
problemin devam ettiğini, sizin koyduğunuz hedeflerin hakikaten tarumar
olduğunu görüyoruz. Yurt içi hasılanın sizin koyduğunuz hedeflerin çok
gerisinde kalacağını görüyoruz. Sanayi üretimindeki artışın beklenenin de
altında gerçekleştiğini görüyoruz. Zamları yapıyorsunuz, vatandaşı perişan
ediyorsunuz. İthalden alınan vergilerin bu büyümedeki daralma sonucunda bütçeyi
problemli hâle getireceğini biz bütçe görüşmeleri sırasında açık ve net bir
şekilde söyledik; o zaman belki inanmak istemediniz, belki de kamuoyuna
aktarmak istemediniz, kamuoyunun böyle bir algıda olmamasını istediniz. Ama ne
oldu? Gerçekten sıkıntı ortaya çıktı.
Bakın,
biz, tasarruflar konusunda yıllardır sizleri ikaz ediyoruz, toplumu bu
kürsülerden bilgilendiriyoruz. Siz tasarrufla ilgili bu sene ne yapmaya
başladınız? Yavaş yavaş harekete geçmeye başladınız ama ortada bir şey yok.
Tasarruf olmadığı zaman da işte bu cari açık falan ortaya çıkıyor, bunu da
bütün millet biliyor. İşi nereye attınız? Açık tekken, cari işlemler açığıyken,
dış ticaret açığıyken, o tarafta problem devam ederken şimdi bütçede de bizim
size daha önce “Bunu da yaşarsınız.” dediğimiz gibi iki açık ortaya çıkmaya
başladı. Dolayısıyla uluslararası platformda Türkiye'nin sadece cari açık ve
dış ticaret açığıyla eleştirilmekten öte, bütçe açığıyla da eleştirilmeye
başlandığını yavaş yavaş görüyoruz. Gerçekten, Sayın Bakanım, Standard and
Poor’s’un yaptığı açıklamadan ben korkunç üzüntü duydum. Ama biz dış
ticaretteki, cari işlemler dengesindeki açıkların olduğunu, onların söylediğini
yıllardır söylüyoruz. Fakat hakkınızı teslim etmem gereken bir şey var Sayın
Bakan, AKP’nin içinde bu Standard and Poor’s’un açıklamalarına en mülayim
karşılığı siz verdiniz yani bunların problem olabileceğini gerçekten kabullenmiş
vaziyettesiniz, biraz önce teyiden İnternet’e tekrar baktım.
Diğer
taraftan, Maliye Bakanlığına gelince, artık sınırlarda maktu vergileri katır
üzerinden kim alıyor? PKK alır hâle gelmiş, devlet orada ortada yok. Katır
üzerinden alınan maktu vergiler çay için, petrol için, mazot için, her şeyde
farklı farklı ve bu 400 milyon dolar civarında ihracat ne? Kaçak ihracat,
ihracat kaçakçılığı. Bir de üzerinde bunun ne alıyorlar? Vergi alıyorlar, vergi
alıyorlar. Böyle bir durum olabilir mi? Hiç bunun üzerinde durmuyorsunuz.
Bakın,
Sayın Maliye Bakanına burada ifade etmek istiyorum: Bir iş adamı Türkiye'nin
yarısının vergi vermediğini, diğer yarısının ise bütün vergileri ödediğini
söyleyerek “Bu durum haksız rekabet oluşturuyor.” diyor. Sayın Şimşek de “Vatandaşımız
vergi veriyor; 65 milyon cep telefonu, otomobil sahibi vergi veriyor. Bizim
asıl vergiyi az aldığımız alan iş âlemi, kira ve faiz geliri olanlar ve kayıt
dışıdır.” diyor. Kayıt dışından vergi almadığınızı söylüyorsunuz; faizciden,
tefeciden vergi almadığınızı söylüyorsunuz; bütçe bir taraftan açık vermeye
başladı, o sıkıntı da devam ediyor.
Hazır
Enerji Bakanı buradayken Sayın Bakana da söyleyeyim: Şimdi AKP Hükûmeti
gerçekten umut vermiyor. Sayın Bakan, gelen yoğun tepkiler üzerine nisan ayında
elektrik faturalarında kayıp kaçak bölümlerinin boş bırakıldığı, ancak kayıp
kaçak bedelinin fatura içinde olduğu ifade ediliyor. Bu, halkı aldatmak değil
midir; bu, halkı kandırmak değil midir? Bu, bir Hükûmete, Hükûmetin yönettiği
idarelere ayıp değil midir? Gerçekten sıkıntılı bir dönem. Kaçak elektrik
kullanmayanların niye kayıp kaçak parası ödediği itirazlarına Enerji Bakanı ne
diyor: “Etnik ayrımcılık propagandası için kullanacaklara malzeme vermek
istemiyorum.” Neden bir tarafta elektriğin kayıp kaçağını benim Denizlili
sanayicim sıfır elektrik kayıp kaçağıyla ödemek zorunda kalıyor?
Gasbediyorsunuz haklarını, onları sıkıntıya sokuyorsunuz.
Aslında
bugün hepinizi burada bulmuşken çok tenkit edilecek husus var ama Sayın Grup
Başkan Vekili benim bu konuşmam için o imkânı sağladı, onun için fazla da
yüklenmek istemiyorum ama hepinizi de bir arada bulmak mümkün olmuyor.
Gerçekten Sayın Bakanım, siz artık dış gezilerden sorumlu bir bakan oldunuz,
ekonomiden falan sorumlu olmadınız.
Sayın
Maliye Bakanımıza soruyorum buradan: Bu kürsüden Dışişleri Bakanımız ne dedi?
Orta Doğu politikasıyla ilgili bir şeyler söyledi. Eğer savaş açacaksanız, bir
şey yapacaksanız bütçeye bunun ödeneğini koydunuz mu? Tasarı hazırlıyor
musunuz? Bu imkânlar var mı?
Gerçi,
o Sayın Bakan burada konuşurken mutat metni okuduğunda onda bir bürokrasi dili
de vardı ama metin konuşma süresinden erken bitti, o kelimeler de onun ağzından
çıktı, gitti. Gerçekten görüntüleri izlerseniz bunu görürsünüz.
Gerçekten
böyle bir politikaya yön verecekseniz buraya gelirsiniz, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden izin alırsınız, ondan sonra da bunların ödeneğini koyarsınız, bu
millete de anlatırsınız, yaparsınız ama bakıyorum, genel anlamıyla şunu
söylemek çok net mümkün: Hükûmet ekonomiyi artık Merkez Bankasının üstüne
yıktı. Orası da gerçekten sıkıntı içinde. Hükûmetten kimse ekonomiden konuşmak
istemiyor çünkü ekonomiden sorumlu her bakanın kendi alanı problemli hâle
geldi. Dolayısıyla ben şimdilik bu kadar arz etmek istedim.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Saygılar
sunuyorum yüce heyete. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Ayhan.
Soru-cevap
bölümüne geçiyoruz.
Soru-cevap
bölümümüz yirmi dakikadır.
Sayın
Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, doğal afet sigortasının konuşulduğu bir günde doğal afetlerde sigortasız
kalmış bir ilin ilçesinden bahsedeceğim. Kütahya ili Simav ilçesi İnlice
köyünde bugün saat 20.49’da 4,5 şiddetinde bir deprem daha olmuştur. Aynı
saatlerde ve şu anda ilçede şiddetli bir yağmur söz konusudur. Vatandaşlar
çadırsız ve battaniyesiz sokaklardadır. Bu Mecliste Hükûmetin dışında herkes bu
konudan haberdar ama Hükûmeti bir türlü bu konuya çekemedik.
Sayın
Bakanım, şu anda orada bir felaket var. Lütfen bu hassasiyeti gösteriniz, hiç
olmazsa orada yaşayan vatandaşların çadır ve battaniye ihtiyacını karşılayınız.
Yoksa bu vebalden sizler ve bu yüce Meclis kurtulamayacaktır.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
1)
Teklifin 5/b maddesinde “Tazminat ödemelerine ilişkin usul ve esasların
belirlenmesi ile tazminat ödemelerinin en kısa sürede…” diyor. Burada “en kısa
süre”de amacınız nedir? Bir hafta mıdır, on gün müdür, üç ay mıdır, bir yıl
mıdır? Bunu öğrenmek isterim.
2)
Madde 4’te Yönetim Kurulu üyelerini sayarken önce Müsteşarlık, sonra Bakanlığı
saymışsınız. Aynı şekilde 5’inci maddenin (f) fıkrasında önce Bakan, sonra
Müsteşarı saymışsınız. Yani böyle bir düzensizlik, özensizlik nedir? Bunu ya
önce “Bakan” sonra “Müsteşarlık” yazın ya önce “Müsteşarlık” sonra “Bakan”
yazın. Bu konudaki çelişkiyi nasıl gidereceksiniz?
3)
6’ncı maddenin (3)’üncü fıkrasında kurumun çalışması usul ve esasları Müsteşara
bırakılmıştır. Burada yönetmeliği Bakanlığın düzenlemesi gerekirken neden
Müsteşarlığa bırakıldı? Bazı maddelerde “Bakanlık” deniliyor. Bu çelişkileri
izah eder misiniz?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın
Halaman…
ALİ
HALAMAN (Adana) – Başkanım, teşekkür ediyorum.
Afet
sigorta kanunu özellikle küresel sigorta firmalarına uygun şartlar oluşturmak
için yapılıyor. Şimdi, her şeyden de muaf bu kanun. Bu işlerden herkes para
kazanacak. Kazanmanın bir riski olabilir. Bu riski devlet niye üstleniyor?
Sigortacılık bir sosyal faaliyet mi?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Sayın
Oğan…
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi,
Iğdır’da deprem riskinin yanı sıra Iğdır’ın 16 kilometre uzağında, başka bir
ülke sınırları içerisinde bulunan Ermenistan içerisindeki Metsamor Nükleer
Santrali’nin de riski var. Acaba bu sigorta bunu da kapsıyor mu? Tabii sadece
bunu kapsaması yetmez, ayrıca Hükûmetin sınırımızın hemen yanı başındaki çok
eski ve çok riskli bu santral için herhangi bir tedbiri olacak mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Oğan.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Efendim,
1)
Bugüne kadar zorunlu deprem sigortasında toplanan paralar deprem zararı dışında
başka bir amaç için kullanılmış mıdır?
2)
Bugüne kadar yine zorunlu deprem sigortasıyla ilgili Van ve Kütahya Simav için
ne kadar para gönderilmiştir?
3)
Zorunlu deprem sigortasından dolayı toplanan bu paraların faizleri ne kadardır?
Faizler hangi amaç için kullanıldı?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, Kütahya Simav’da meydana gelen depremle ilgili, ilgili bakan
arkadaşlarımıza sanırım haber ulaşmıştır ama biz de buradan tekrar teyit edelim
çünkü biliyorsunuz, AFAD’dan, yeni kurmuş olduğumuz kurumdan sorumlu Başbakan
Yardımcımız bu tür gelişmelerde bizzat ilgileniyor ve yeni kurumsal yapıyla da
derhâl gerekeni yapmaya çalışıyorlar, biz de kendilerine bu konuyu ileteceğiz.
Muhtemelen zaten haberdardırlar ama biz de kendilerine hatırlatacağız.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakanım, bir aydır devam ediyor bu feryat, bir aydır
duymadı bu Hükûmet! Lütfen! Şu anda yağmur yağıyor ve insanlar dışarıda.
İsterseniz sorun, bunu teyit edin. Bu çok feci bir durum. Lütfen.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Bu kadar mı zor Sayın Bakanım bu ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) –
Önce “Müsteşarlık” sonra “Bakanlık” ya da önce “Bakanlık” sonra “Müsteşarlık…”
Bu konunun doğrusu neyse, herhâlde bir redaksiyonla düzeltilebilir diye tahmin
ediyorum çünkü kanun metnindeki…
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Vekil yalan söylemiyor canım!
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) –… kurumların sıralamasının değişmesinin çok
büyük etkisi yok, daha doğrusu hiçbir etkisi yok. O redaksiyon yetkisini eğer
uygun görürse yüce Meclisimiz, düzeltilebilir.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Protokol açısından da yanlış Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Evet. Bir de Başbakanlığın kurumu olduğu için
“Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı” diye… Ona baksın arkadaşlar, doğrusu neyse o
şekilde maddeler düzeltilebilir redaksiyon yetkisiyle diye düşünüyorum.
“En
kısa zaman”da kasıt… Şimdi fiilî duruma baktığımız zaman, şu ana kadar ödemeler
en geç otuz gün içerisinde yapılmakta ve bu da Hazine Müsteşarlığımızın
Sigortacılık Genel Müdürlüğü tarafından zaten yakından izlenmekte ve
denetlenmekte.
“Bu
DASK’ta risk kimde? Nasıl yürüyor?” diye sorulduğunda… Tabii, biliyorsunuz, ev
sahipleri, konut sahipleri sisteme yılda bir defa bir prim ödüyorlar ve bu prim
bölge bölge değişiyor, konuttan konuta değişiyor ama ortalamasına baktığımızda,
100 metrekarelik bir konutun yaklaşık yıllık 100 lira gibi bir primi var. Bu
primler toplandıktan sonra bunların atıl bir kısmı uluslararası reasürans
sisteminde reasüre ediliyor ancak -bizim bu kanuna yazdığımız maddede de açık-
bazen hani bunun yeterli olmadığı durumlarda da yine Hazine Müsteşarlığıyla bu
risklerin bir kısmının paylaşılması da söz konusu olabiliyor.
“Bu
deprem sigortası Ermenistan’daki nükleer santrali de içeriyor mu?” diye bir
soru vardı. Böyle bir şey söz konusu değil. Bu tamamen Türkiye’deki konutlarla
ilgili bir sigorta sistemi.
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Efendim, Sayın Bakan sorumu yanlış anladı, müsaade ederseniz
düzelteyim.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Van’la ilgili bir soru vardı. Van depreminde
DASK kapsamında 80 milyon Türk lirası ödendi. Bu 80 milyon lira şöyle bir
rakam: Van, maalesef, seksen bir ilimiz içerisinde deprem sigortası oranının en
düşük olduğu il idi. Onun için, böyle bir rakam fakat depremden sonra Van’da
sigortalı sayısı ikiye katlamış durumda. Yani vatandaşlarımız deprem öncesine
göre 2 misli deprem sigortasını yaptırmış durumda. Bu sadece DASK’ın ödediği
rakam. Diğer sigorta şirketleri üzerinden yapılan sigortaları da düşündüğümüzde
toplam yaklaşık 150 milyon liralık bir hasar tazminatı Van’da sigorta
şirketleri tarafından ödenmiş durumda. Simav’da da ödenen rakam DASK tarafından
9 milyon TL’ye ulaşmış durumda.
Toplanan
fonlar şu ana kadar depremden başka hiçbir amaç için kullanılmamış durumda.
Toplam 1,7 milyar TL’lik bir fon söz konusu. Bunların içerisine faiz rakamları
da dâhil; 1,7 milyarın içerisinde.
Sanırım,
bütün sorulara cevap vermiş durumdayım.
Bir
de bu hani Bakanlık tarafından ya da Müsteşarlık tarafından yapılan ikincil
düzenlemelerle ilgili bir soru vardı galiba. Şimdi arkadaşlarımız hatırlatıyor,
yani yönetmelik her ne kadar Müsteşarlık tarafından düzenlense de yine de
Bakanlık makamının onayından sonra Resmî Gazete’de yayınlandığı için orada da
bir tutarsızlık söz konusu değil.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Oğan…
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Çok teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, yanlış anladınız galiba. Ben “Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali
yıkılırsa oraya da bir ödeme yapacak mısınız?” diye sormadım. Metsamor’daki
nükleer santral, depremden kaynaklanan bir sıkıntı yaşadığı takdirde Iğdır’daki
vatandaşlarımızı da doğrudan etkileyecektir. Iğdır’da sigorta yaptırdığınız
binaları da doğrudan etkileyecektir, Iğdır’daki insanları da doğrudan
etkileyecektir. Benim sorum, Iğdır’daki insanlarımız bu tehditten kaynaklanan
zararını DASK’tan karşılayabilecekler midir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkürler Sayın Oğan.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Şimdi
efendim, son günlerde, gerek Bakan gerek Bakanlar Kurulu tarafından teklif
edilen yasaların tamamında Kamu İhale Kanunu dışına çıkarılıyor. Yani bu kadar
biz uğraşmaktansa acaba Hükûmet olarak toptan olarak Kamu İhale Kanunu iptal
etmeyi düşünüyor musunuz?
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Aslında ben soruyu doğru anladım fakat belki
cevap verirken yeterince açık cevap vermedim. Böyle bir durum meydana
geldiğinde kapsam içinde değil yani ancak Iğdır’da bir deprem meydana
geldiğinde ve Iğdır’daki binalar yıkıldığında bu deprem sigortası devreye
giriyor. Yoksa, oradaki nükleer santralden bizim doğudaki illerimiz etkilendiği
zaman öyle bir şey söz konusu değil. O ayrıca sigortalanabiliyor mu, o ayrı
bakılması gereken bir konu yani bu yasa tasarısının kapsamı dışında.
Kamu
İhale Kurumuyla ilgili konuya gelince, bu kuruluş kamu kaynakları kullanmayan
bir kuruluş olduğu için bu kanunun kapsamının dışında tutulması, tasarı
hazırlanırken uygun görüldü. Bir de işin yapısı gereği yani 50 reasürans
firmasıyla çalışıldığı için yani işin tabiatı gereği de yine Kamu İhale
Kurumunun formatına çok uyan bir çalışma tarzı yok bu kurumun. Dışında
tutulmasının sebebi bu.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Şimdi
birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci
bölüm 1 ila 9’uncu maddeleri kapsamaktadır.
Birinci
bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Haluk
Eyidoğan konuşacaktır.
Buyurunuz
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, dünyada doğal tehlikeler artıyor mu, azalıyor mu; bu
tartışılabilir ama tartışılmayan bir gerçek var, tartışılamayacak bir gerçek
var; o da dünyada büyük kentlerin ve doğal tehlikelerin, endüstriyel
tehlikelerin olduğu bölgelerde muazzam bir nüfus artışı var. Dünya nüfusu
artıyor ve bazı yerlerde de yığılmalar var. Dolayısıyla, doğal ve endüstriyel
tehlikelerin kayıpları da bu kentleşme sürecine koşut olarak artıyor gözüküyor.
1970’lerde
dünyada doğal felaketlere dayalı sigortaların yıllık maliyet ortalaması 5
milyar dolarken, bu rakam 2010’da 40 milyar doları geçti.
Dünya
genelinde sigortacılık sektörüne yönelik öngörülen risklerin öncelik
sıralamasında doğal afetler 5’inci sırada iken, bugün Türkiye’de öngörülen
risklerde doğal afetler 1’inci sırada.
Saat
20.49’da İnlice, Simav’da 4,5 büyüklüğünde bir deprem oldu. 3 kez gittim
Simav’a. Gerçekten deprem açısından şanssız bir jeolojik ortam. Türkiye’de bu
anlamda depremden kaçmak olanaksız ancak riskleri azaltmak bizim elimizde.
Bunun yolu ise, bilime ve akla dayalı yerleşme stratejisi, plan ve denetimdir.
Sigorta da bu riskleri azaltma ve karşılama yönünde bir enstrüman.
1950’den
sonra izlenen plansız sanayileşme politikaları hızlı göç sürecini başlattı
biliyorsunuz. Geçim derdine düşmüş, yerleşme derdine düşmüş düşük ücretli
emekçi için, nerede oturursa otursun, nasıl yerleşirse yerleşsin, hem ben ucuz
çalıştırayım hem de oyunu alayım yaklaşımıyla gelinen durum bugün intihar
havuzlarına dönüşen bina stokudur.
Ülkemiz,
doğal afetlerin yanı sıra yanlış sanayileşme politikaları yüzünden günümüzde
endüstriyel afet risklerinin de arttığı bir konuma geldi maalesef. Plansız ve
denetimsiz nüfus ve yatırım yoğunlaşmaları, deprem faylarıyla döşenmiş bu
ülkede afetler yıllık yüzde 1’den fazla gayrisafi millî hasılada kayba neden
olurken, büyük depremler için ülkemizde gayrisafi millî hasılanın yüzde 10’u
kaybedilmektedir ve büyük ölçekli ölümlere de neden olmaktadır.
UNDP’ye
göre büyüklüğü 5,5’tan büyük depremler ülkemizde 1 milyon kişide 16 kişinin
ölümüne neden olurken, bu oran Japonya’da 2, İtalya’da 4’tür.
1959
tarihli Afet Yasası’yla oluşturulan Afetler Fonu, vatandaşlar arasında uzun
yıllar bir devlet güvencesi olarak görülmüştür, ancak bu bir anlamda doğal
afetlerle ilgili risklerin devlet taahhüdünde vergi mükellefleri arasında
bölüştürülmesidir. Ancak devlet yara sarma türü afet risklerini azaltma
anlayışından kurtulamadığı için Afet Fonu sorunu çözmez, yetmez ve deprem
riskleri azaltılamaz duruma gelmiştir. İşte bu koşullarda zorunlu deprem sigortası
1999 depremlerinden sonra o zamanki hükûmetin ve bürokratların aldığı en önemli
kararlardan biridir. Ancak, 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, birçok
raporda, deprem şûrasında belirtilmesine rağmen kanun hâline getirilememiştir.
Meclis Plan Bütçe Komisyonuna gelen ise 2008’deki hâlidir. Dolayısıyla
güncellenmesi gerekmektedir ve buna çalışılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi de
elinden geleni bu konuda yapmıştır.
Depreme
karşı sigorta sisteminin kullanımının ülke çapında yaygınlaştırılması, ülkenin
gelir düzeyinin yükselmesi, enflasyonla mücadelenin sonuç vermesi, mali piyasaların derinleşmesi, eğitim düzeyinin
yükselmesi ve sigortacılık sektörünün kendi iç dinamiklerini harekete geçirerek
atılımda bulunması gibi uzun vade programlarıyla olanaklıdır.
Devlet
bütçesinden bağımsız tutularak, Doğal Afet Sigortaları Kurumunun deprem
sigortası havuzuna yapılan katkıların toplumun her kesimi tarafından yaygın
ölçeklerde ve zamanında yapılmasını sağlayacak yeni yöntemler ve yollar
bulunması gerekmektedir. Taşınmaz sahiplerinin öz katkı ve tasarruflarıyla
oluşturulan ve yıldan yıla büyümesi
beklenen zorunlu deprem sigortası kaynaklarının bir bölümünün düzenli
olarak iyileştirme amaçlı -risklerin azaltılmasına yönelik- kullanılması
gerekiyor ama bu kanun, maalesef bunu
sağlayamamaktadır.
Hane
halkının ancak büyük bir bölümünün sigorta yaptırması durumunda birikimler
etkili bir ölçeğe ulaşabilir ve bir depremin açtığı zararlar karşılanabilir,
riskler azaltılabilir. Sigorta sisteminde yaygınlaştırma hedefi, katılımın
genişletilebilmesini ve dolayısıyla kaynağın depremlerden etkilenmeyecek
büyüklüklere kavuşmasını; etkinleştirme hedefi ise, deprem öncesinde risklerin
azaltılması için yapılacak yatırımlarla deprem sonrası tazminat ödemelerinin
küçültülmesini sağlayacaktır.
Değerli
milletvekilleri, diğer bir konu ise, sigorta yaptıranların kendilerini güvende
hissedip, risk azaltıcı önlemler almaktan uzaklaşma olasılığıdır. Bir büyük
afet sonrasında sigorta kurumlarını
finansal açıdan çözümsüz bırakabilecek ve istenmeyecek bir durum ortaya
çıkabilir. Depremlerden dolayı ölüm ve yaralanmaların bir bölümü de -maalesef
ülkemizde çok sık rastlanıyor- yapısal olmayan hasarlardır ancak kanun bu
olguyu görmezden gelmektedir. Bu konu en kısa zamanda ele alınmalıdır.
Sigortaya katılan yapı sahibinin sayısı artırılabilirse Türkiye’de daha büyük
ölçeklerde bir havuz kaynak sağlanabilir. Bu durum giderek ruhsatsız yapıların
da sisteme katılmak üzere tasfiyesini özendirecektir. Ne var ki henüz bilimsel
açıdan yeterli bir risk değerlendirmesine dayalı olmayan ve vergi gibi prim
ödeme programları gerektiren bu sigorta, yeterli bir prim farklılaşması
yaratmamakta, sigortanın önemli bir üstünlüğünden yararlanmamakta, yurttaşları
güvenli yapılarda ve kentsel çevrelerde oturmaya yönlendirecek yeterli bir güç
oluşturmamaktadır.
Değerli
milletvekilleri, sigorta kaynakları, yalnızca deprem sonrası zararları tazmin
etme ödevi üstlenmiştir yani buradaki uygulamada, sigorta bu durumuyla, can
kayıplarını ve bu kayıplara yol açan güvenliksiz ve niteliksiz çevre ve
yapılaşmanın iyileştirilmesi gereklerini göz ardı etmektedir. Sigorta
kaynakları, bu edilgen tutumla pasif bir birikim ve yalnızca tazminat parasını
güvenceye alan bir sistem oluşturmaktadır. Oysa yasa taslağının ilgili
maddelerine bir hüküm eklemekle yıllık sigorta gelirlerinin belirli bir
oranının, deprem zararlarını, deprem risklerini azaltmak üzere yapı ve çevre
güvenliği proje ve yatırımlarına ayrılması sağlanabilir. Önemli olan, bu
kanunun yasada bağlayıcı bir biçimde düzenlenmesi ve bu işleyişin
kurumsallaştırılmasıdır.
Özellikle,
sigorta yükümlülerinin katkıları oranlarında sigorta kaynaklarından
yararlandırılması, buna karşılık bu kaynakların yalnızca deprem güvenliğini
artırmak üzere çevre ve yapı sağlamlaştırma proje ve yatırımlarına ayrılacağı
gibi bir hükme yer verilebilir. Buna başka kurumsal bir kimlik
kazandırılabilir.
Değerli
milletvekilleri, bu yasada gördüğümüz diğer bazı eksiklikler şunlardır: Deprem
dışında afet türlerine karşı korunma getirilmesi, işleyişi olumsuz
etkileyebilir. DASK, öncelikle deprem sigortasıdır. Aksi takdirde, bu riski
uluslararası reasürans piyasasında plase etmek çok zor hatta olanaksız
olabilir.
Yasa
taslağıyla getirilen değişimin çerçevesi belirsizdir. Hâlen kanun hükmünde
kararnameyle yürütülen hizmet, bu sefer pek az tadilatla kanun altına alınmış
ise de yaptırımlar konusu yeterli değildir.
Diğer
önemli bir husus: Bu kanun -Yapı Denetimi Kanunu- hâlihazırda yürürlükte olan
ve değiştirilmesi de gündeme gelecek olan Yapı Denetimi Kanunu’ndan bağımsız
bir metin olarak hazırlanmıştır. İlgili maddeler, Yapı Denetimi Kanunu’na
uyumlu hâle getirilmelidir.
Gelir
düzeyi düşük bölgelerde devlet katkısının mutlaka sağlanması çok önemlidir.
Aksi hâlde, devlet şu anda olduğu gibi ilk afette yasayı mutlaka yine delecek,
DASK’ın cazibesi kalmayacaktır.
Deprem
sigortası yönetimi yalnızca bir dizi finansal işlemler ailesinden ibaret
olmamalıdır. Bu kurumsallaşma, deprem sigortası…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
HALUK
EYİDOĞAN (Devamla) – …anlayışını içselleştiren çok yönlü sosyal ve ekonomik
düzenlemeleri amaçlayan bir uğraş olarak algılanmalıdır.
Yüce
Meclise saygılarımı sunarım.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Eyidoğan.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Durmuş Ali Torlak. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Torlak.
MHP
GRUBU ADINA D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu
Deprem Sigortasına Dair Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, ülkemiz, yapısı ve iklim özellikleri nedeniyle büyük can ve
mal kayıplarına yol açan doğal afetlerle sık sık karşılaşan ülkelerin başında
gelmektedir. Ülkemizin yüzde 96’sının farklı oranlarda tehlikeye sahip deprem
bölgeleri içerisinde olduğu hepimizin malumlarıdır. Bu bölgelerde yaşayan
nüfusumuzun oranı ise yüzde 98 civarındadır. Birinci ve ikinci deprem bölgelerinde
yaşayan nüfusumuzun oranı ise yüzde 70 civarındadır. Bu oranlar ülkemizin bir
deprem ülkesi olduğu gerçeğini apaçık ortaya koymaktadır. Bu nedenle son
elli-altmış yıl içerisinde meydana gelen doğal afetlerin yol açtığı yapısal
hasar grafikleri dikkate alındığında, bu tür hasarların üçte 2’sinin depremler
nedeniyle meydana geldiği görülmektedir.
Depremler,
başta meydana geldiği bölgeler olmak üzere tüm ülkeyi etkilemekte ve
dolayısıyla, ülkemizde yaşayan vatandaşlarımızın geneli, depremin sonuçlarından
belli ölçüde etkilenmektedir. Ortaya çıkan maddi zararların telafi edilmesi,
deprem bölgesinde normal hayata dönülebilmesi, acil yardıma ihtiyaç duyan
kimselerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi gibi buna benzer yapılan harcamalar,
ülke ekonomisine ve devlete büyük bir mali yük getirmektedir.
Bu
mali yükün en önemli örneğini oluşturan ve son yüzyılın felaketi olarak
adlandırılan 17 Ağustos 1999 Marmara depremi, ekonomik ve sosyal boyutları ile
ülkemiz için büyük bir yıkım olmuştur. Bu büyük felaketin ardından hazırlanan
ve 25 Kasım 1999 tarihinde 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle yürürlüğe
giren zorunlu deprem sigortası, devletin yükleneceği maddi riskin minimize
edilmesini sağlamıştır. O tarihten günümüze kadar yürürlükte olan kanun
hükmünde kararnamenin zamanla ihtiyaç duyulan eksikliklerinin ve uygulama
zorluklarının giderilmesi için, görüşmekte olduğumuz Afet Sigortaları Kanunu
Tasarısı Meclis gündemine getirilmiştir.
Bu
tasarıyla, binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanması
için yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile sigorta şirketlerince teminat
verilmeyen veya teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli afetler ve
riskler sonucu meydana gelebilecek maddi ve bedenî zararların karşılanabilmesi
amaçlanmaktadır.
Ayrıca,
sunulacak sigorta teminatlarına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi
öngörülmektedir. Ancak bu usul ve esaslar belirlenirken Afet Sigortaları Kanunu
Tasarısı’nın özünü oluşturan maddelerde getirilmek istenen hükümler ile
binalarda deprem nedeniyle meydana gelebilecek hasarların zorunlu afet
sigortaları kapsamı içerisine alınacak olanlar, sadece 634 sayılı Kat Mülkiyeti
Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, mesken olarak inşa edilmiş binalar ve
doğal afet nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya sağlanan krediyle
yapılan meskenlere zorunlu deprem sigortası zorunluluğu getirilmektedir. Diğer
yapılar ile köy nüfusuna kayıtlı binalar bilim ve fenne uygun olarak inşa
edilmiş ya da kanun yönetmeliklerine göre güçlendirilerek uygun hâle getirilmiş
dahi olsa, zorunlu afet sigortası kapsamı dışında tutularak yapılar arasında
ayrıma gidilmesi kanunun amacıyla çelişir bir uygulama niteliği taşımaktadır.
Tasarıda
DASK’ın kolaylaştırıcı olarak devreye girmesi öngörülmesine rağmen, bu hususa
kanun maddelerinde riayet edilmediği görülmektedir. Dolayısıyla kamu yararı
açısından büyük önem arz eden ve tamamı iş yeri olan binaların köy yerleşim
alanlarında yer alan kanun ve yönetmeliklerle mühendislik kural ve kaidelerine
göre meskenlerin kapsamı dışında tutulması anlaşılır bir durum değildir.
Diğer
taraftan ilgili mevzuata aykırı olarak inşa edilen ve taşıyıcı sistemi olumsuz
yönde etkileyecek şekilde tadil edilen binaların zorunlu deprem sigortası
kapsamı dışında tutulması gerekirken bu kanun tasarısında sigortalanması
tamamen keyfiyete bırakılmıştır. Ayrıca, sigorta kapsamına alınan binalar için
sigortalanma esnasında tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar
üzerinde mesken olarak inşa edilmiş olmaları şartının aranması, iş yeri olarak
binaların kapsam dışı tutulması yanlış bir uygulama olacaktır. İş yeri olarak
inşa edilmiş dahi olsa, deprem sonrasında bu binalarda maddi hasarlı can
kaybının yaşanması muhtemeldir. Bir tarafta zorunluluk getirilirken diğer
tarafı bu uygulamanın dışında tutarak tasarı gerekçesinde de yer alan, devletin
doğal afetlerden kaynaklanan muhtemel mali yükünü azaltacağı gerekçesiyle ters
düşen bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda, eskiden olduğu gibi yine her
deprem sonrası meydana gelen maddi kayıplar, devlet tarafından üstlenilme
durumunda olacak, bu nedenle de devletin üstlenmiş olduğu risk, bütçe üzerinde
taşınamaz boyutlara ulaşan mali külfetlere neden olacaktır.
Diğer
taraftan güvenli yapıların teşviki kapsamında yapı kullanım izni belgesi ve
yapı denetim sertifikası olmayan binaların kesinlikle sigorta kapsamı içerisine
alınmaması gerekirken bu durum, tasarı metninde net olarak açıklanmayarak
muğlak ibarelerle “yapılabileceği” belirtilmektedir. Tasarıda yer alan bu hükme
göre, yüklenici veya mal sahibi yapı denetim şirketleri ve kamu adına ilgili
idare teknik heyeti yapıya aykırılık veya tehlike arz eder kaygısıyla iskân
belgesi vermediği durumlarda dahi sigortalanmasının önü açılmaktadır. Yapı
kullanım izin belgesi almamış yerlere zorunlu deprem sigortası yaptırılması hem
mühendisliğe hem tekniğe hem de hukuka aykırı bir uygulama olacaktır. Ancak
hukuka, tekniğe ve mühendisliğe uygunluğu da sağlanarak bu gibi yapıların yapı
denetim şirketlerinden can ve mal güvenliğini tehdit etmeyeceğine dair alınacak
bir teknik rapor sonucu yapı sahibinin ilgili kurumdan alacağı izin belgesini
müteakip sigortalanabileceği hükmünün getirilmesi daha yerinde olacaktır. Aksi
takdirde uygulama safahatında keyfîliğin yaşanmasına neden olacak birçok iş ve
işlemlere sebep olunacaktır.
Değerli
milletvekilleri, malumlarınız olduğu üzere 7-8 arası büyüklüğünde bir depremin
Marmara Denizi merkezli olacağı genel olarak kabul edilmiş durumdadır. Deprem
sonrası İstanbul’da tahminlere göre 50 bin ila 100 bin ölüm, 1 milyonun
üzerinde yaralının olacağı, 1 milyon 500 bin kişinin açıkta kalacağı ve 3,5
milyon çadırın gerekeceği ifade edilmektedir. Bilim adamlarının ifadelerine ve
istatistiklere göre de depremin yakın bir tarihte olacağı dile getirilmektedir.
Ancak AKP Hükûmeti on yıldır bilim adamları ve uzmanlar tarafından sürekli
hatırlatılan ve deprem risklerinin azaltılması amacıyla yapılması gereken yasal
ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirememiştir. Dolayısıyla doğal afetler
sonrası oluşacak maddi külfetin karşılanması için burada bir düzenleme yapılırken
olası bir İstanbul depreminin etkisini azaltıcı tedbirlerin bir an evvel
alınmasının Hükûmetin aklına bile gelmemesi şaşırtıcıdır.
Son
on yılda İstanbul ve Marmara’da 6,5’tan daha büyük bir depremin olmaması da
milletimiz için büyük bir şans olmuştur ancak Hükûmet olmak, devlet yönetmek,
işi şansa bırakmak değildir. Umarız, AKP Hükûmeti önümüzdeki süreyi iyi
değerlendirir, umarız, toplumsal bir yıkıma dönüşebilecek olası bir İstanbul
depremi tehlikesi en az kayıpla atlatılır. Bunun için gerekli önlemleri almak,
bilimin ve aklın yol göstericiliğinde daha fazla zaman kaybına fırsat vermeden
değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle, yetki makamında bulunanların ciddi
bir çalışma içine girmesi, iyi bir koordinasyonla olası bir İstanbul depremine
karşı ciddi bir hazırlık yapması gerekmektedir, ancak ne var ki yönetim
kademesinde bulunanlar için hukuki ve vicdani bir yükümlülük olmadıkça, her
afeti kader olarak görüp büyük hataların meşrulaştırılması yolu seçilmektedir.
Bu
kapsamda, Türkiye'nin depreme hazırlık çalışmalarının hamasi söylemlerden öteye
geçerek, artık uygulama safhasının topyekûn başlaması gerektiği açıktır. Bu
uygulama safhası başlatılırken de vatandaşlarımızın mülkiyet haklarına müdahale
edilmeden, rantsal dönüşüm uygulamalarının olmadığı kentsel dönüşüm
çalışmalarının bir an evvel İstanbul’un ve Türkiye'nin tamamında başlatılması
büyük önem arz etmektedir.
Bu
bağlamda daha güvenli bir Türkiye için bu kanun tasarısının büyük Türk
milletine hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Torlak.
Soru-cevap
bölümüne geçiyoruz.
On
beş dakikadır.
Buyurunuz
Sayın Oğan.
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Çok teşekkür ederim.
Efendim,
biraz önceki sorduğum soruyu yeniden sormak istiyorum. Ermenistan’da bir deprem
olduğu takdirde Iğdırlı vatandaşlarımız bir zarar gördüklerinde DASK bunu
karşılayacak mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – İsterseniz şöyle yapalım mı? Bu üçüncü
soruşunuz, biz buna yazılı, güzel bir cevap hazırlayalım, size gönderelim.
BAŞKAN
– Peki.
Soru-cevap
bölümü bitmiştir.
Böylece,
birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
MUHARREM
İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Karar yeter sayısı, bakacağım.
Şimdi
birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım ama şimdi daha oylamaya
geçmediğim için ilk oylamada bu isteğinizi yerine getireceğim.
1’inci
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 224 Sıra Sayılı “Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı” nın 1. Maddesinin
“1’inci” fıkrasındaki “çeşitli afetler ve riskler” ibaresinin “çeşitli afetler”
şeklinde düzeltilmesini ve “ve bedeni” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
Prof. Dr. Haluk Eyidoğan Ferit Mevlüt Aslanoğlu Musa Çam
İstanbul İstanbul İzmir
Kazım Kurt Müslim
Sarı
Eskişehir İstanbul
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılamıyoruz
Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet?..
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Kanunun
adı “Afet Sigortaları Kanunu” olmasına rağmen madde metninden afet dışında
teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli riskler için de sigorta ve
reasürans teminatı verilebileceği anlaşılmaktadır.
Konutlarda
deprem sonucu oluşacak maddi zararların karşılanması amacıyla oluşturulmuş bir
sigorta havuzunun teminat kapsamının genişletilip afetler için teminat
sağlaması kabul edilmekle birlikte afet dışında çeşitli riskler ve bedenî
zararlar için de teminat sağlar hâle gelmesinin nedeni anlaşılamamaktadır.
Deprem riskini temin etmek için kurulmuş olan bir kurumun, deprem riski için
aldığı primlerden oluşturduğu fonlarını diğer riskler sonucu oluşacak
hasarların karşılanmasında kullanması sigortacılık tekniği açısından da doğru
bir uygulama değildir. Ayrıca, zaman içinde piyasada kabul edilmeyen bütün kötü
riskler DASK tarafından karşılanır hâle gelecektir. Maddedeki hüküm
değiştirilmediği takdirde DASK’ın faaliyet alanı dışında ihtiyari işlere
girmesi, sektörde faaliyet gösteren şirketlerin üretimini, dolayısıyla sektörü
olumsuz etkileyecektir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmemiştir.
1’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde
kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
3’üncü
madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının
madde metninden çıkarılmasını ve beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı D. Ali Torlak Emin Haluk Ayhan
Konya İstanbul Denizli
Cemalettin Şimşek Alim
Işık
Samsun Kütahya
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Sayın Işık, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
224 sıra sayılı Afet Sigortaları Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesinde vermiş
olduğumuz önerge için söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu önergemiz, söz konusu maddenin 3’üncü fıkrasında Doğal Afet
Sigortaları Kurumunu devlet denetimi dışına alan hükmün kaldırılması ve bu
kurumun hesap, iş ve işlemlerinin, harcamalarının müsteşarlık tarafından
denetlenmesi yerine Sayıştay tarafından denetlenmesini öngören bir önergedir.
Sayın
Bakan biraz önce bir değerli milletvekilinin sormuş olduğu soruya verdiği
cevapta, kurumun kamu kaynağı kullanmadığı gerekçesiyle Kamu İhale Kanunu
kapsamı dışında tutulduğunu söyledi.
Değerli
milletvekilleri, bu kurulda, bu kurumda hiç devlet memuru çalışmıyor mu? “Kamu
kaynağı kullanmıyor.” demek nasıl bir ibare? Gerçekten, anlamakta güçlük
çekiyorum. Sonra, denetimden kaçmanın anlamını anlamakta zorluk çekiyorum.
Dolayısıyla bu önergenin yerinde bir önerge olduğunu düşünüyor ve yüce Genel
Kurulun değerli üyelerinin buna destek vereceğini ümit ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, biraz önce, Sayın Bakana sordum. Bugün meydana gelen depremden
dolayı şu anda Kütahya ili Simav ilçesindeki vatandaşların sokakta yağmur
altında kaldığını, çamur ve diğer sıkıntıların içinde yaşadıklarını, buna
karşılık acil çadır ve battaniye ihtiyacının derhâl karşılanması gerektiğini
bir kez daha sizlerin huzurunda kendisine söyledim. O süreden bu yana yaklaşık
kırk beş dakika geçti, Sayın Bakanın, gerçekten, nasıl sonuç aldığını merak
ediyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bu ülkenin bir bölgesinde bir felaket yaşanıyor, 19 Mayıs 2011
tarihinden bu yana aralıksız devam eden bu sarsıntının bu Hükûmet döneminde
merak edilip de yerinde incelendiğine şahit olmadık. Bir yıldır söylüyorum: “Bu
ülkenin en değerli bilim adamları kimse, bu devletin kaynaklarından
görevlendirelim. O bölgedeki depremin özelliği nedir, fay hattında mıdır, değil
midir? Son kurduğunuz TOKİ binaları dahi fay hattında olduğu iddia edilen bir
bölgede, neden duyarsızsınız?” diye ısrarla bu konuyu gündeme getirmeme rağmen,
maalesef bugüne kadar Hükûmetin hiçbir kabine üyesinin bu konuya duyarlı
yaklaşmadığını gördüm.
Değerli
milletvekilleri, kaymakam ve ilin valisi, korkusundan “Bu memlekette felaket
var.” diyemiyor, dediği zaman milletvekili, kafasına vuruyor. Bunları, bunları
yaşayan bir milletvekili olarak söylüyorum. Eğer bir ilin valisi, bir ilçenin
kaymakamı vatandaştan gelen çadır talebini onu azarlayarak geri gönderiyor,
“Kardeşim, başımıza iş açmayın.” diyorsa vay bu memleketin hâline! Bu
insanların tamamının ölmesi mi lazım Sayın Bakanım?
Şu
anda bir milletvekilim, ilimin milletvekili, geçen hafta ilçeye yaptığı bir
ziyarette, kendi ilçe başkanlığında yaptığı bir toplantıda aynen şu ifadeleri
kullanıyor: “O adamı getirin, belediye başkanı AKP’ye geçsin veya bu belediyeyi
mutlaka AK PARTİ almalı, yoksa camileriniz yapılmaz.” diyebiliyor.
Değerli
milletvekilleri, bu ilin milletvekili, o ilçede kendi yöneticilerine, var olan
belediye başkanının bir başka muhalefet partisinde olmasından dolayı “Simav’ın
dosyalarına bakmıyorum.” diyebiliyorsa, size ve kamuoyunun vicdanına bu
düşünceyi havale ediyorum. Şimdi, anlıyorum ki bir yıldır feryadımızın duyulmamasının
sebebi, o ilçenin belediye başkanının AKP’li olmamasıymış! Bu milletvekilini
buraya gelip sizlere hesap vermeye davet ediyorum, bu sözünü bu kürsüden yüce
milletimizin önünde geri almaya davet ediyorum. Özür dilemelidir
Kütahyalılardan. Milletvekili olabilirsiniz, sizin dışınızdaki bir parti o
belediyeyi almış olabilir ama orada yaşayan insanlar belediye başkanlığında
başka partiye, milletvekilliğinde size oy vermiş olabilirler. Şimdi, kendisine
oy veren insanlara hakaret eden bir anlayışı sizlerin vicdanına sunuyorum.
Bu
ilçenin ve bu ilin feryadına, lütfen Sayın Bakanım, son kez, bir kez daha
söylüyorum, lütfen kulak veriniz. Orada insanlar perişan, orada insanlar can
kaygısında.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİM
IŞIK (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
3’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde
kabul edilmiştir.
4’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde
kabul edilmiştir.
5’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde
kabul edilmiştir.
6’ncı
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde
kabul edilmiştir.
7’nci
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarının 7 nci maddesinin ikinci fıkrasının madde
metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Emin Haluk Ayhan Alim Işık
Konya Denizli Kütahya
D. Ali Torlak Cemalettin
Şimşek
İstanbul Samsun
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Binalarda
deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasını teminen
zorunlu deprem sigortası üzerine oluşturulmuş sistemin devam ettirilmesi, diğer
afetlerle ilgili sigortacılık uygulamaları olması nedeniyle DASK’ın bu alanlara
girmemesi öngörülmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
7’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 7’nci madde
kabul edilmiştir.
8’inci
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 8 inci maddesinin metinden çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Emin Haluk Ayhan Alim Işık
Konya Denizli Kütahya
D. Ali Torlak Cemalettin
Şimşek
İstanbul Samsun
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kurum
tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun
koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde, Bakanlar Kurulunca
belirlenecek kısmının uygun bir bedel karşılığında Devlet tarafından taahhüt
edilebilmesi DASK’ın varlığını tartışmalı hale getireceğinden maddenin
çıkarılması öngörülmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
8’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 8’inci madde kabul
edilmiştir.
9’uncu
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 9’uncu madde
kabul edilmiştir.
Böylece,
birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Şimdi
ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci
bölüm geçici 1 ve geçici 2’nci maddeler dâhil 10 ila 18’inci maddeleri
kapsamaktadır.
İkinci
bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Kazım
Kurt konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın Kurt. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA KAZIM KURT (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
milletvekilleri, 224 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Biliyorum
acele ediyoruz ama biraz sabırla bu işi değerlendirirsek… Aceleye gerek
olmadığını düşünüyorum çünkü bu tasarı 29/8/2008 tarihinde 3724 sayıyla Meclise
sunulmuş ve zaten o tarihten beri bekliyor. Dolayısıyla, bir on dakikanın,
yirmi dakikanın çok önemi olmadığını düşünüyorum.
Ancak
burada şöyle bir eksiklik var: 2008’den sonra hiçbir değişiklik yapılmadan
tekrar aynı tasarıyı 2012’de sunuyoruz. Oysa, o tarihten sonra Türkiye’de çok
daha farklı bazı felaketler oluştu, doğal afetler oluştu. Özellikle Alim Bey’in
ısrarla üstünde durduğu Kütahya ve ondan sonraki dönemde Van depremleri bu işte
ciddi anlamda eksiklikler olduğunu ortaya koydu. Bir kere, kanun hükmünde
kararnameyle 1999 depreminden sonra bir düzenleme yapılmış olması ve bu kadar
yıl geçtikten sonra kanun hükmünde kararnamenin yasa hâline dönüştürülmesi
öncelikle bir olumlu adım ama 99’dan bu yana yapılan işlere baktığımız zaman
çok başarılı olunmadığı ortaya çıktı.
Şunu
çok net olarak ortaya koymamız lazım: Zorunlu olmasına rağmen şu zamana kadar
başarı oranımız yüzde 23 yani deprem sigortası, zorunlu deprem sigortası
yapılması gereken binaların ancak yüzde 23’ünü sigortalayabilmişiz. Şimdi yasa
hâline getirdiğimiz takdirde ne kadarını sigortalayabileceğiz? Bunun yasayla ya
da uygulamayla çok alakalı olmadığını düşünüyorum; bu, ciddi anlamda bir
eğitim, bir kültür işi. Eğer bu eğitim ve kültür işini gerçekleştiremezsek
zorunlu sigorta uygulamasından olumlu bir sonuç çıkmayacağını düşünüyorum. Daha
önceki dönemlerde eğer bu sigorta gerçekten zorunlu ve düzgün uygulanmış olsaydı
Van’da deprem sonrası uygulamadan 800 milyon Türk lirası tazminat ödememiz
gerekecek idi ama Van’da bu uygulama olumsuz yapıldığı için ancak 68 milyon
lira tazminat ödeyebilmişiz. Demek ki başarı oranımız çok düşük bir alan. Bunun
bakış açısıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Eğer depremi önleyecek ya da doğal
afeti önleyecek önlemleri almıyor isek bu konuda ciddi anlamda bir görev
yapmıyor isek depremden sonra tazminat ödeme konusunda devletin
sorumluluklarını başka taraflara yıkmaya çalışmanın çok doğru bir mantık
olmadığı ortadadır.
Bu
tasarının özellikle 16’ncı maddesi aynen bu söylediğim bakış açısını
yansıtmaktadır. Bu maddede diyor ki: “Devlet, zorunlu olarak sigorta
yaptırmayanlara kendi görevlerini yapmaz.” Şimdi, böyle bir şey olmaz. Devlet
sosyal bir devlet ise, vatandaşlarının başına gelen her türlü felakette üstüne
düşen görevi yapmak zorundadır. Siz, şimdi “Zorunlu deprem sigortasını
yaptırmadınız, o hâlde ben sizin zararınızı gidermem.” mantığıyla yaklaşan bir
devlet olamazsınız. Çağdaş ve gelişmiş ülkelerde vatandaşın tüm zararının
sorumluluğu doğrudan devlete aittir ancak bu madde, devletin bu sorumluluğunu
başka tarafa yıkmak için, başka tarafa ciro etmek için uygulanan bir yöntemdir.
Belki de bu işin en yanlış tarafı budur. Yıllardan beri kanun hükmünde
kararnameyi yasa hâline getirmemekten dolayı ortadaki demokrasi ayıbını
kaldıralım diye bu işe destek vermeye çalıştık hem Komisyonda hem şu anda
Mecliste ama bu bakış açısını mutlaka değiştirmek durumundayız çünkü Türkiye
Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devleti olduğunu kabul etmiş ve sosyal devletin
zorunlu görevlerini yerine getirmekten kaçınamaz. Ancak kanunun gerekçelerine
baktığımız zaman da devletin ya da Hükûmetin bu olaya bakışının tamamen,
ekonomik anlamda bir “Al gülüm, ver gülüm.” işi, mantığı içerisinde olduğu
ortaya çıkmakta. Kırsal kesimde, yani nispeten kente göre daha az denetlenen,
daha az kontrol edilen binaların olduğu bölgelerde deprem sigortası zorunlu
değil. Oysa Van’da ve Kütahya’da gördük ki kırsal kesimde tehlike daha büyük,
risk daha büyük ve can kaybı daha büyük. Ama biz şimdi, oraya sigortayı zorunlu
olmaktan çıkarıyoruz, keyfî bir uygulama hâline getiriyoruz ve onu getirdiğimiz
zaman da şu gerekçeyle getiriyoruz ki esas yanlış buradadır, esas olaylara
bakış açısındaki tehlike buradadır. 15’inci sayfada 10’uncu maddenin gerekçesi:
Köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları ve
civarında yapılan binalarda, belediye denetiminin olmaması, buralarda
yaşayanların genel olarak gelir düzeylerinin düşük olması ve bu alanlarda
sigorta sunumunun zorluğu gibi nedenlerle bunları zorunlu deprem sigortasından
beri kılıyoruz. Oysa esas risk, esas tehlike, esas sorumluluk alınması gereken
alanlar belki de buralar. Ticari alanlarda, sınai alanlarda belki başka türlü
bu risklerin ortadan kaldırılması mümkün ama kırsal kesimde hem devletin
sorumluluğu hem zorunlu deprem sigortasının zorunluluğunu sağlayacak bir
formülü bulmak durumundaydık, bulmak zorundaydık ancak bunu gerçekleştirmekte
maalesef geç kaldık. Buna rağmen, sigortanın yararlarını eğitimle ve öğretimle
anlatarak belki bu işi gerçekleştirebiliriz, çok daha başarılı bir sonuca ulaşabiliriz ve
Türkiye'de keşke Parlamentoyu ve yasamayı ciddiye alan bir mantıkla işe yaklaşsak
farklı bir yasa yapabilirdik.
Şu
anda yapmakta olduğumuz yasanın eski kanun hükmünde kararnameden çok büyük bir
farkı yok. Hangi alanda, hangi konuda farklı bir nokta olduğu konusunda hiçbir
arkadaşımın da somut olarak söyleyebileceği bir şey olmadığını sanıyorum ve
yine de 1999’dan 2012’ye doğru ancak kanun hükmünde kararnameyi yasa hâline
getirmenizden dolayı teşekkür ediyorum.
RECEP
ÖZEL (Isparta) – Bitir bitir, hepsini bitir!
KAZIM
KURT (Devamla) – Bitiriyorum.
Bu
kadar acele etmenizden dolayı da tekrar size teşekkür ediyorum ve saygılar
sunuyorum. İyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederiz Sayın Kurt.
Söz
talebi? Yok.
Soru-cevap
yok.
İkinci
bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
10’uncu
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve ikinci fıkrasının madde metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı D. Ali Torlak Emin Haluk Ayhan
Konya İstanbul Denizli
Cemalettin Şimşek Alim
Işık
Samsun Kütahya
(1)
23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız
bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tâbi taşınmazlar üzerinde inşa
edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri
amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler, kamu binaları, köy nüfusuna kayıtlı ve
köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda
yapılan binalar ile doğal afetler nedeniyle Devlet tarafından yaptırılan veya
sağlanan kredi ile yapılan meskenler zorunlu deprem sigortasına tâbidir.
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kamu
yararı açısından büyük önem arz eden ve tamamı iş yeri olan binalar, köy
yerleşim alanlarında yer alan kanun ve yönetmelikler ile mühendislik kural ve
kaidelerine göre yapılan meskenler ile kamu binalarının kapsam dışında
tutulması, tasarının sigortalanmayı kolaylaştırıcılığıyla ters düşmektedir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
10’uncu
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 10’uncu madde
kabul edilmiştir.
11’inci
madde üzerinde bir redaksiyon talebi vardır.
Buyurunuz.
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Sayın Başkanım, 6083
sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’la
tapu sicil müdürlüğü “tapu müdürlüğü” olarak değiştirildiğinden, görüşülmekte
olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 11’inci maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan “tapu sicil müdürlükleri” ibaresinin “tapu müdürlükleri”
olarak redaksiyona tabi tutulmak suretiyle değiştirilmesini takdirlerinize
sunuyorum.
BAŞKAN
– Bu redaksiyon talebiyle birlikte 11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
13’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
14’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
15’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
16’ncı
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 16’ncı maddesinin metinden çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Emin Haluk Ayhan Alim Işık
Konya Denizli Kütahya
D. Ali Torlak Cemalettin
Şimşek
İstanbul Samsun
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Zorunlu
deprem sigortası kapsamındaki binalar için, Devletin konut kredisi açma ve bina
yaptırma yükümlülüklerinin, zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olmasının
tespit edilmesiyle birlikte ortadan kalkması sosyal devlet ilkesi ile
bağdaşmamaktadır.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
16’ncı
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Geçici
madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Geçici
madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
17’nci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
18’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Böylece
ikinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu Deprem
Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname açık oylama sonucu:
“Kullanılan
Oy Sayısı : 237
Kabul : 220
Ret 16
Çekimser
1(x)
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Muhammet Bilal Macit Fatih
Şahin
İstanbul Ankara”
Tasarı
böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın
milletvekilleri, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek için 10 Mayıs 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 23.22
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.