Özlem OKUR Normal 17612 2 1 2012-07-10T12:21:00Z 2012-07-10T12:21:00Z 123 72854 415271 3460 974 487151 14.00 false 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false TR X-NONE X-NONE 0 nk 0 nk

 

DÖNEM: 24                                                                                                   

 

 

 

 

YASAMA YILI: 2

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 20

 

100’üncü Birleşim

26 Nisan 2012 Perşembe

 

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Hükûmetin Gündem Dışı Açıklamaları

1.- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye konusunda gündem dışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk, MHP Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve AK PARTİ Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grupları adına, İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in şahsı adına konuşmaları

B) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’ın, Pilotlar Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon’un sorunları ve göç konusuna ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, özel idarenin Aydın’ın Çine ilçesine bağlı altı köyde yaptığı satışlara ilişkin gündem dışı konuşması

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun milletvekillerine  sataşması nedeniyle konuşması

2.- Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in, İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk’ün şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk’ün, Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

4.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

5.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

6.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in BDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

7.- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

8.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

9.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması

10.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

11.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

13.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan bir milletvekiline, Başkanın sataşma olmadığı halde sataşma gerekçesiyle söz vermesine ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

3.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun,  İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

4.-  İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması

5.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması

6.- Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu’nun, Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun gündem dışı konuşmasına ilişkin açıklaması

7.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması

8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın bazı ifadelerine karşı gösterdiği tepki ve söylediği sözlerden dolayı özür dilediğine ilişkin açıklaması

9.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin bazı ifadelerinden üzüntü duyduğuna ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/259)

2.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 21 milletvekilinin, yüksek yargılama harçlarının ortaya çıkardığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/260)

3.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 24 milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/261)

 

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, 6/4/2012 tarihinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve arkadaşlarının yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan cari açığın araştırılması amacıyla vermiş olduğu  Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- CHP Grubunun, 16/12/2011 tarihinde Sinop Milletvekili Engin Altay ve arkadaşlarının termik santraller ve Gerze'de kurulması planlanan termik santralin insan sağlığına, tarıma ve çevreye vereceği zararların araştırılması amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşme-lerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

2.- Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)

3.- Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136)

 

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Afyonkarahisar Milletvekili Kemalettin Yılmaz’ın, Dinar’daki KYK yurduna bağışta bulunan bir hayırseverin isminin verilmemesine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/5243)

2.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Süper Lig ve TFF ile ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/5409)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, katıldığı bir programda açıklanan kamuoyu araştırması sonuçlarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/5410)

4.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, yabancı ülkelerle yapılan işbirliği anlaşmalarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5679)

5.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ağrı’daki bitki türlerinin korunması ve tanıtılmasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5853)

6.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in, Turgutlu Çataldağı’nda nikel madeni arama çalışmalarının bölgeye verdiği zarara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5857)

7.- Manisa Milletvekili Sakine Öz’ün, Demirci Orman İşletme Müdürlüğü ile ilgili bazı usulsüzlük iddialarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/6004)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.04’te açılarak altı oturum yaptı.

Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan, Gebze ve sorunlarına ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.

Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Sağlık Bakanı Recep Akdağ,

Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker,

Cevap verdiler.

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan,

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına ve bu sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğine ilişkin birer açıklamada bulundular.

Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının nedenlerinin ve çözüm yollarının (10/252),

İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların uğradıkları saldırıların nedenlerinin (10/253),

İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının sebeplerinin (10/254),

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının (10/255),

Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin (10/256),

Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet olaylarının (10/257),

Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların (10/258),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, alınan karar gereğince 25 Nisan 2012 Çarşamba günkü birleşiminde yapılacağı açıklandı.

İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin (10/49), Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin (10/113), Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 27 milletvekilinin (10/118), Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24 milletvekilinin (10/252), İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin (10/253), İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 22 milletvekilinin (10/254), Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin (10/255), Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin (10/256), Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin (10/257), Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 milletvekilinin (10/258) esas numaralı, sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri birlikte yapılan ön görüşmelerinden sonra kabul edildi.

Kurulacak Komisyonun, 17 üyeden teşekkül etmesi, çalışma süresinin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olması, gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi kabul edildi.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek’in şahsına,

İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın CHP Grup Başkanına,

Uşak Milletvekili İsmail Güneş, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in şahsına,

Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Bingöl Milletvekili İdris Baluken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın bir ifadesini düzelttiğine;

İzmir Milletvekili Oktay Vural,

Sağlık Bakanı Recep Akdağ,

Bazı ifadelerini geri aldıklarına;

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;

1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156),

2’nci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun (1/569) (S. Sayısı: 180),

Görüşmeleri, Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

3’üncü sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223) görüşmelerine devam edilerek 10’uncu maddesine kadar kabul edildi; verilen aradan sonra Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında yer alan, Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu Taşımacılığına İlişkin Sınır Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8 Numaralı Ekinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/350) (S. Sayısı: 74),

5’inci sırasında yer alan, Bozulabilir Gıda Maddelerinin Uluslararası Taşımacılığı ve Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel Ekipmana İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/415) (S. Sayısı: 77),

6’ncı sırasında yer alan, Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile Bu Konvansiyonu Tamamlayıcı Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 139),

Yapılan açık oylamasından sonra kabul edildi.

Alınan karar gereğince, 26 Nisan 2012 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 22.47’de son verildi.

 

                                                         Sadık YAKUT

                                                         Başkan Vekili

 

Muhammet Rıza YALÇINKAYA                                                  Bayram ÖZÇELİK

                  Bartın                                                                                Burdur

               Kâtip Üye                                                                          Kâtip Üye

 

            Tanju ÖZCAN                                                                  Özlem YEMİŞÇİ  

                   Bolu                                                                               Tekirdağ        

               Kâtip Üye                                                                          Kâtip Üye

 

 

 

                                                                                                                        No: 135

II.- GELEN KÂĞITLAR

26 Nisan 2012 Perşembe

Meclis Araştırması Önergeleri

1- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 20 Milletvekilinin, Amasra taşkömürü işletme müessesesinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/259) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/10/2011)

2- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 21 Milletvekilinin, yüksek yargılama harçlarının ortaya çıkardığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/260) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/10/2011)

3- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 24 Milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/261) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/10/2011)

 


26 Nisan 2012 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır.

Görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Hükûmet adına Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye hakkında İç Tüzük’ün 59’uncu maddesine göre gündem dışı söz talebi vardır, gündeme geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.

Sayın Bakanın açıklamasından sonra istemleri hâlinde siyasi parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerine söz vereceğim. Grubu bulunmayan milletvekilleri için söz talebi kaydı başlamış bulunmaktadır. Grup üyesi olmayan sayın milletvekillerinin söz taleplerini Başkanlığımıza bildirmelerini rica ederim.

Konuşma süreleri Hükûmet için yirmi, siyasi parti grupları için on, grubu bulunmayan milletvekilleri için beş dakikadır.

Sayın Bakan, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

III.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Hükûmetin Gündem Dışı Açıklamaları

1.- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye konusunda gündem dışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk, MHP Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve AK PARTİ Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grupları adına, İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in şahsı adına konuşmaları

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye konusu bir yıldan uzun bir süredir dış politikamızın öncelikli gündem maddeleri arasında yer almaktadır. Hükûmet olarak yoğun bir mesai sarf ettiğimiz bu konu hakkında yüce Meclisimize her fırsatta bilgi sunmaya gayret ediyoruz. Bugün bu nedenle huzurunuzda bulunuyorum. Suriye konusunda izlediğimiz politikanın anlaşılması için öncelikle bazı değerlendirmelerimizi paylaşmakta yarar görüyorum.

Tarihin akışının hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz bu dönemin belirleyicisi Orta Doğu’da yaşanmakta olan, kökeninde toplumsal hareketlerin yer aldığı kapsamlı uyanış ve siyasi dönüşüm sürecidir. Dolayısıyla, Suriye’de yaşananlar bu kapsamlı dönüşümün parçasıdır ve boşlukta cereyan etmemektedir. Statükonun duvarlarının yıkıldığı bu sürecin sonunda bu bölgedeki devlet ve iktidar anlayışında ve beşerî coğrafyada köklü değişiklikler yaşanması, yeni bir düzenin -bir barış düzeninin- kurulması kaçınılmaz hâle gelmiştir. Geniş halk kitleleri kendilerini yönetenler ile aralarındaki ilişkinin meşruiyet temelinde sürmesi ve rejimlerin halkın iradesine dayanması için seslerini yükseltmişlerdir, yükseltmeye devam etmektedirler.

Bölgede bir yılı aşkın süredir yaşananlar bu coğrafyada yönetenler ile halklar arasındaki ilişkinin ancak ve ancak meşruiyet zemininde yürüyebileceğini göstermiştir. Meşruiyetini halkın iradesine değil, sahip olduğu kaba kuvvete dayandıran iktidar anlayışlarının sonunun geldiği ortaya çıkmıştır. Tarihin akışı bellidir, özgürlük, adalet ve eşitlik arayışının ikamesi yoktur. Kendi halkının bu arayışına cevap veremeyen rejimler er ya da geç ya değişecek ya da yıkılacaktır. En önemlisi de bu talepler doğrudan sokaktaki insandan gelmektedir. Yaşananları, dışarıdan empoze edilen planlarla, komplolarla izah etmeye çalışmak her şeyden önce bu onurlu bölge insanına hakarettir. Onlara “Siz tarihte bir özne değilsiniz, siz kendi iradenizle bir süreci başlatamazsınız, yürütemezsiniz.” demektir.

Beşerî coğrafya bağlamında bir diğer önemli hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Orta Doğu bölgesinde uzun yıllar boyunca statüko adına hürriyet, adalet ve çoğulculuk feda edilmiştir. Nitekim azınlık diktalarının yaptıklarının faturası, bir diğerini öteki ve hasım gören etnik ve mezhep temelli bir siyaset anlayışı olarak bugün karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayışın jeopolitik çıkara ve güç dengesine dayalı bir politikayla birleşmesi durumunda Orta Doğu’da bugüne kadar gördüklerimizden çok daha vahim ve bölgenin geleceğini tehlikeye sokacak bir çatışma ve kaos döneminin başlaması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir senaryodan herhangi bir ülkenin, mezhebin veya toplumun kazançlı çıkması ise imkân ve ihtimal dâhilinde değildir. Bölgedeki olağanüstü değişim sürecinde izlediğimiz politikanın ana hedefi bu vahim tablonun gerçekleşmesini önlemektir.

Temel ilkelerimiz de açıktır. Biz, azınlık diktalarının değil, kendi geleceğine sahip çıkmak isteyen halkların yanındayız. Biz, bu coğrafyada hakkı kuvvete feda eden ve çıkar mülahazasını bütün değerlerin önüne koyan bir anlayışa karşıyız. Biz, kan bağına, ırka, dine veya mezhebe dayalı her türlü kutuplaşmayı, etnik ve mezhep temelli siyaseti peşinen reddediyoruz. Bizim için bu coğrafyada etnik ve mezhep farklılıkları tehdit değil zenginliktir. Zira biz, evrensel ve demokratik değerler zemininde bir siyaset anlayışını savunuyoruz. Bölgemizdeki sorunları diyalog ve uzlaşma yerine, çatışma ve kaba kuvvetle çözmeye çalışan her türlü yaklaşımı da baştan reddediyoruz. Adalet, hak, akıl ve mantık eksenli evrensel değerleri temel alan bir felsefeyle hareket ediyor, bu coğrafyanın geleceğine sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bizim tek optiğimiz insanlıktır. Biz, dini, etnik kökeni veya mezhebi ne olursa olsun bölge insanına baktığımızda karşımızda sadece yaratılmışların en şereflisi olan insanı görürüz, dostlarımızı görürüz, kardeşlerimizi görürüz. Suriye’de bugüne kadar izlediğimiz ilkeli siyasetin anlaşılması için bu genel yaklaşımımızın bilinmesi elzemdir. Bu temel felsefeyi anlamayanlar, bakıp da görmek istemeyenler, Suriye politikamızı idrak problemi yaşamaktadır.

Suriye’deki durum bağlamında en başta söylenmesi gereken şudur: Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu durumun, yaşanmakta olan insanlık dramının müsebbibi de, faili de Suriye rejiminin bizatihi kendisidir. Bir yılı aşkın süredir binlerce ölüm ve kayıplara rağmen hâlâ kendi onurunu korumaya çalışan ve demokrasi talebini sürdüren Suriye halkının dışarıdan yönlendirildiğini savunmak, kaynağı Suriye dışında aramak beyhudedir, yanlıştır, Suriye halkına karşı da haksızlıktır. Zira, fail de, sorumlu da, özgürlük, adalet ve hak arayışından başka hiçbir talebi olmaksızın meydanlara inen halka kurşun sıkan, masum insanlara karşı tank, top, tüfek kullanma emri veren totaliter Bass’çı zihniyettir.  Suriye’deki gelişmeler ne dün ne de bugün sadece bir Suriye meselesi olmuştur. Suriye’deki durum, her şeyden önce, bir insanlık meselesidir. Katledilen bir masumun hakkını aramak, zulme karşı gür bir sesle “Yeter, dur.” demek, insanlık, vicdanın gereğidir, inandığımız değerlerin gereğidir. Zulme karşı haykırmak, AK PARTİ’nin ve AK PARTİ İktidarının şiarıdır, her yerde şiar olmuştur, şiarı olmaya devam edecektir; Suriye bağlamında da yaptığımız budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Suriye’deki gelişmeler özünde bir bölgesel barış ve güvenlik meselesidir. Kendi halkıyla savaşan Suriye rejimi, bölgesel istikrar, barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit hâlini almıştır. Suriye’de halkın taleplerini dikkate almayan statükonun devamı tüm bölgeyi kuşatacak bir kaos ve çatışma ortamı oluşturacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Suriye’deki gidişatın başlıca üç açıdan değerlendirilebileceğini düşünüyoruz. İlk açıdan, ilk perspektiften temel amacımız insanlık vicdanı ve evrensel değerler ile ulusal çıkarlarımız arasında optimum dengeye dayalı politikamızı sürdürmektir. Zira, biz, ulusal çıkarımızı inandığımız değerlerle birlikte tamamlıyoruz. Ne ulusal çıkarlar adına insanlık ve vicdanın gereği olan değerlerden fedakârlık ederiz ne de bu değerlerle ulusal çıkarlarımızı çelişkili görürüz. Bu değerleri ne kadar savunursak ulusal çıkarımızı da o kadar maksimize ederiz.

İkincisi, Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturmaktır. Bu itibarla, Suriye’de halka yönelik şiddetin durması ve mezhepsel bölünmeleri körükleyebilecek bir kaosun ve iç savaşın engellenmesi için çalışıyoruz. Suriye halkının temel hak ve hürriyetlerinin güvence altına alındığı, dinî, mezhebî ve etnik kökeni ne olursa olsun tüm Suriye vatandaşlarının eşit haklara sahip olduğu tam demokratik bir sisteme geçilmesi talebini, Suriye halkının bu talebini destekliyoruz, desteklemeye devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Suriye’de barış ve istikrar Bass rejimiyle değil ancak böyle, halka dayalı, meşruiyetini halktan alan yeni bir siyasi yapıyla tesis edilebilir.

Bu hedef doğrultusunda, Suriye’deki sorunun çözümü için bugüne değin hiçbir ülke bizim kadar sabırla, samimi ve yoğun bir çaba sarf etmemiştir. Suriye yönetiminin, Suriye halkının meşru talep ve beklentilerini karşılayacak adımları atması ve bugünkü insanlık dramının yaşanmaması için altını kaldırıp bakmadığımız hiçbir taş, başvurmadığımız hiçbir diplomatik yöntem, aramadığımız hiçbir çare kalmamıştır. Bir dost ve kardeş ülke olarak elimizden gelen her türlü çabayı gösterdik.

Haksızlığa ve izolasyona maruz kaldıkları en zor günlerinde arkasında durduğumuz Suriye yönetimine ve Devlet Başkanı Esad’a, Suriye’nin ve bölgenin barış ve istikrarının korunması adına ikili düzeyde her türlü tavsiye, ikaz ve yardımda bulunduk. Daha ortada Arap uyanışının hiçbir işareti yokken ikili ilişkilerimizin en iyi olduğu dönemlerde biz Suriye yönetimine reform yapmanın elzem olduğunu defalarca anlattık, gerekli telkinlerde bulunduk. Sayın Başbakanımız dostane bir şekilde bütün bunları kendisine izah etti.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – İlk hangi tarihte Sayın Bakan?

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) – Dinle be!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – 2003’ten beri her görüşmede.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bak neler söylenecek daha neler. Neler var daha neler torbada.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – 2011 yılının Ocak ayında başlattığımız yoğun diplomasi çalışmasını geçen yılın ağustos ayına kadar devam ettirdik. Sayın Başbakanımız bu süre zarfında Beşar Esad ile yüz yüze görüştü. 4 kez çok samimi ve çok uzun telefon görüşmesi yaptı. Ben Şam’a 2 kez gittim.

SİNAN OĞAN (Iğdır) – Esad mı, Esed mi bir karar verin.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Heyetler gönderdik her alanda, ekonomi, güvenlik alanında. Barışçıl bir çözüm için atılması gereken adımları saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca konuştuk.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Tarih ver Sayın Bakan, tarih! Ne zaman başladı bunlar?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ancak Esad yönetimi reform yapmak yerine gözyaşı ve zulüm üzerinden iktidarını sürdürmeye çalıştı.

OKTAY VURAL (İzmir) – ABD söyledi “U” dönüşü yaptınız!

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hangi tarihte başladı bu söylemler?

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Dinleyin!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Camileri bombaladığını, şehirlere karşı toplu cezalandırma yöntemlerine giriştiğini…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Tarih ver Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Grup adına söz alırsınız, sorarsınız, cevap veririz.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Beş ay önce mi başladı, dokuz sene önce mi başladı? Ne zaman başladı?

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Camileri bombaladığını, şehirlere karşı toplu cezalandırma yöntemlerine giriştiğini, insan katliamına devam ettiğini ve ülkeyi âdeta bir açık hava hapishanesine çevirdiğini gördüğümüz andan itibaren biz de tavrımızı net olarak koyduk. Bize yakışan da bu net tavırdı. Suriye halkının yanında net bir tavrımızı ortaya koyduk ve Suriye halkının talepleri yanında yer aldık.

Şimdi, bu gerçekleri göz ardı eden bazı çevreler “Bir sabah uyandık ve Suriye’yle düşman olduk.” diyor. İnsan hafızası bu kadar kısa ve kısır olamaz, olmamalı. Bölgenizi, ülkenizi, dış politikanızı sabah kalkıp baktığınız gazete manşetleriyle anlamaya kalkarsanız kendinizi kandırabilirsiniz ama hiç kimseyi inandıramazsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Geçen yıldan bu yana…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ayıp ya, ayıp Sayın Bakan! Tarih veremiyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Geçen yıldan bugüne Suriye’de yaşanan hadiseleri ve bizim izlediğimiz politikayı ay ay, hafta hafta, gün gün takip edenler bu hakikatleri biliyorlar.

Suriye politikamızın üçüncü perspektifi, Suriye meselesinin bölgesel sahiplenme ve uluslararası meşruiyet zemininde ele alınmasını sağlamaktır. Nitekim ikili düzeyde girişimlerimizden bir netice alınamayınca Arap ligi, İran ve Rusya ile barışçıl bir çözüm için görüşmelerde bulunduk ancak bölgesel girişimlerden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden maalesef bir sonuç alınamadı. Bu süre zarfında binlerce Suriyeli kardeşimiz hayatını kaybetti, on binlercesi yaralandı ve tutuklandı. Bütün bunlara rağmen her türlü bölgesel ve uluslararası platformda çabalarımızı kararlılıkla sürdürdük. Arap ligiyle yaptığımız girişimler sonucunda Suriye’deki durumun uluslararası gündemde yer almasını sağladık. Nitekim, küresel vicdanın sesi olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 137 ülke, Suriye yönetiminin zulmünü kınayan bir karar kabul etti.

Bizim ısrarlı girişimlerimizin sonucunda uluslararası vicdanın sesi olarak Suriye Halkının Dostları Grubu kuruldu. İlk toplantısı 24 Şubatta Tunus’ta düzenlenen bu grubun ikinci toplantısını, toplam 83 ülke ve uluslararası kuruluşun katılımıyla 1 Nisan günü İstanbul’da düzenledik. 83 ülkeyi, tek bir amaç çerçevesinde Suriye halkının taleplerine destek olmak hedefiyle İstanbul’da toplayabilen Türkiye’nin nasıl Suriye konusunda yalnız kalmakla suçlanabiliyor olduğunu anlamak mümkün değildir. İstanbul’a gelen bu 83 ülke, herhâlde “Esad rejimi kalsın.” demek için toplanmadılar.

Bu girişimlerimize paralel olarak Suriye Ulusal Konseyi içinde ve dışında yer alan muhalif grupları, İstanbul’da 26-27 Mart günlerinde bir araya getirdik. Tüm muhalif kesimlerden 400 kişinin katıldığı bu toplantıda tüm grupların nasıl bir Suriye istediklerini ortaya koyan  Suriye Uluslararası Sözleşmesi’nin kabul edilmesi önemli bir gelişme teşkil etmiştir. Böylelikle, Suriye’yi nasıl bir dönemin beklediği Bass rejimi sonrasında düzenlenen, hedeflenen devlet düzeninin nasıl olacağı ortaya konmuştur.

Suriye konusunu uluslararası gündemde tutmaya yönelik irademizin ve bu yöndeki girişimlerimizin haklılığının bir diğer önemli göstergesi Birleşmiş Milletlerin de devreye girmesi olmuştur. Bunun neticesinde, Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan 23 Şubat tarihinde atanmış ve yeni bir plan ortaya koymuştur. Bu planda Suriye halkının meşru taleplerinin ve endişelerinin karşılanması, Suriye’nin liderliğinde kapsayıcı bir siyasi sürecin başlatılması, sivil halkın korunması, tüm taraflarca silahlı şiddete son verilmesi, Birleşmiş Milletler gözetiminde acilen ateşkes sağlanması hedeflenmiştir. Ancak, bütün bunlara rağmen, Suriye’de, 12 Nisan sonrasında da saldırılar devam etmiş ve 500’den fazla kişi hayatını kaybetmiştir.

Bu çerçevede, 14 ve 21 Nisan tarihlerinde 2042, 2043 sayılı kararlar -Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyleri kararları- kabul edilmiş ve Birleşmiş Milletler Gözetim Misyonu kurulmuştur. Bu Misyon bugün Suriye’de görev yapıyor.

Burada üç husus önemlidir: Birincisi, öncelikle, Suriye ordusu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde şehirlerden tümüyle kışlalarına çekilmelidir, şehir etraflarında tehdit oluşturmayı bırakmalıdır.

İkincisi, Birleşmiş Milletler Gözetim Misyonu -300 sayısı yeterli değildir- çok daha yüksek sayıda bütün Suriye sathına yayılmalıdır.

Üçüncüsü ise -temel sınav da buradadır- barışçıl gösterilerin serbestçe yapılabileceği bir ortam sağlanmalıdır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Türkiye’de var mı? Barışçıl gösterilere izin veriyor musunuz Türkiye’de?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…

OKTAY VURAL (İzmir) – Ya, bırakın ABD ağzıyla konuşmayı ya! Kendi menfaatini ortaya koyamıyorsun, retorik yapıyorsun. Onun için 1,5 milyon Müslüman Irak’lı…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …Suriye konusunda bugüne kadar izlediğimiz ilkeli tutuma yönelik çeşitli eleştiriler gündeme geliyor: “Başkalarının yönlendirmesiyle hareket ettiğimiz, Suriye konusuna fazla müdahil olduğumuz, yalnız kaldığımız, acele ettiğimiz, savaşa sürüklendiğimiz hatta askerî müdahaleden yana olduğumuz.” gibi ithamlarla karşılaşıyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) - O politikaları pazarlamayın milletvekillerine!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bize bu eleştirileri yöneltenler alandaki gerçekleri, zamanının ruhunu ve en önemlisi AK PARTİ iktidarlarının dış politika anlayışını kavramaktan âcizdirler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Irak’taki 1,5 milyon Müslümanı…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Demokratik işleyiş çerçevesinde, saygıyla karşıladığım bu eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu kürsüden cevap vermek istiyorum.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Âcizliğiniz akıyor paçanızdan ya!

OKTAY VURAL (İzmir) – Âciz olan sizsiniz! Âciz olan, böyle böyle işaretle çağrılınca gidendir.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – AK PARTİ hükûmetleri, geleneksel “bekle, gör” politikası büyük güçlerin peşinden sürüklenmek ve başkalarının gündeminin dublörü olmak devrini kapatmıştır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen kime âciz diyorsun?

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Âciz ne demek ya! Ayıp ya! Sayın Başkanım, olmaz böyle bir şey ya!

ALİM IŞIK (Kütahya) – Irak’ta 1,5 milyon Müslümanı…

OKTAY VURAL (İzmir) – ABD Başkanı böyle böyle yapıyor gidiyor, âcizlik odur! ABD Başkanı pış pış yapıyor, gidiyor!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bugüne kadar dış politikada aldığımız kararlar gibi…

OKTAY VURAL (İzmir) – Pış pış yapıyor!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …bundan sonra da alacağımız kararların adresi tektir, o da Ankara’dır, AK PARTİ İktidarıdır, hükûmetleridir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Pış pışla ABD Başkanının ayağına giden bakan olmaz!

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yazıklar olsun, bir dışişleri bakanı böyle konuşmaz kendi Meclisinde!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Menşesi Ankara olmayan hiçbir siyasetin ya da gündemin parçası olmadık, olmayacağız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen taşeronluk yapıyorsun!

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Kendi  Meclisinde böyle konuşan bir dışişleri bakanına yazıklar olsun be!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Politikamızı belirlerken pusulamız kendi değerlerimiz ve çıkarlarımızdır. Rehberimiz ise vicdanımızdır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin pusulanız Washington!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Peki, neden Türkiye bu kadar öne çıkıyor? Tabii ki öne çıkacağız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Marmara Gemisi’nde 9 insan öldürülürken sizin acziyetiniz ortaya çıktı. Kılınız kıpırdamadı be!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye ile 910 kilometrelik sınırınız olacak, her gün yüzlerce Suriyeli kardeşimiz kapımıza dayanacak, ülkemize gelen Suriyeli misafirlerimizin sayısı 25 bini aşacak ve sınır güvenliğimizi tehdit eder hâle gelecek ve Türkiye bir kenarda oturup bekleyecek! Bu Türkiye geçti arkadaşlar.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – “Pış pış”ı duydun mu “pış pış”ı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye artık kendine güvenmeyen, bırakın bölgesinde inisiyatif almayı, kendi içindeki gelişmelerde bile dışarıdan icazet bekleyenlerin ülkesi değildir. Türkiye bölgesinde merkez ülkedir ve bunun gereğini de yapmıştır, yapacaktır, yapmaya devam edecektir. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Türk milleti, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunun taşeronu olamaz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şunu üzerine basa basa bir kez daha söylüyorum: Suriye’yle ilgilenmek bizim için bir tercih meselesi değil zorunluluktur. Eğer şimdi bu konuyla ilgilenmezsek gelecekte çok daha büyük problemlerle karşı karşıya kalırız. (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Türk milleti, Müslümanları birbirine kırdıran projelerin taşeronu olamaz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bilgilendirme istediniz, dinleyin. Sonra cevap verirsiniz. (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – “Âciz” diyorsun sen. Sen kendine bak!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hayır.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Milletvekillerine “âciz” demek yakışır mı bir bakana?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gruplar konuşacak, lütfen…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Yalan konuşmanın nesini dinleyeceğiz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye hakkında, Suriye dışında ne konuşulacaksa bundan sonra Ankara’da, İstanbul’da ve bizim olduğumuz mekânlarda konuşulacaktır.

OKTAY VURAL (İzmir) – “Sıfır sorun” dedin, niye değiştirdin, “U” dönüşü yaptın? ABD istedi.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye’nin geleceğiyle ilgili, barışa, refaha ulaşması yönünde hangi adım atılacaksa biz içinde olacağız. Bunun başka alternatifi yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Suriye dâhil hiçbir ülkenin rejimini zorla değiştirmeye kalkmadık, kalkmıyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – 1 Mart tezkeresinin diyetini ödettirmek istiyorlar Meclise.

BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir ülkenin nasıl yönetileceğine ancak o ülkenin halkı karar verir.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Gücün yok zaten!

OKTAY VURAL (İzmir) – Oradaki insanları birbirine kırdırmak için tahrik ediyorsunuz!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bölgedeki, Suriye’deki halk hareketini biz başlatmadık, kimseye ayaklanma çağrısında bulunmadık. Ancak, kitlelerin ve makul çoğunluğun demokrasi feryadına da sessiz kalmadık, kalmayacağız. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Dünyada işlenen zulümlere sessiz kalmanın, Irak’ta, Bosna’da, Filistin’de, Ruanda’da ve daha birçok yerde masum insanlara ne kadar bedeller ödettiğini en iyi biz biliyoruz. Bu nedenledir ki Başbakanımızın defaatle vurguladığı gibi “Zulümle abat olunmaz.” diyerek bu ilkesel tavrımızı net bir şekilde ortaya koyduk, koymaya devam edeceğiz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Peki, Barzani’ye niye bunları söyleyemiyorsun ha, elini tutan mı var?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye'nin dostluğunun bir bedeli vardır.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, konuşmacıyı dinleyemiyoruz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Dost diye el uzattığımız bir yönetimin eline masum insanların kanı bulaşmışsa…

OKTAY VURAL (İzmir) – Barzani’ye niye gıkınız çıkmıyor? Ortak mısınız?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – ...o kan temizleninceye kadar o eli sıkmayı zül addederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Mesut Barzani’ye “ağabey” diyorsunuz, ağabey! Her yerinden kan akıyor Mesut Barzani’nin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ağabeyine git sen, ağabeyine! (AK PARTİ ve MHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, yirmi dakikadır müdahale ediyorlar, böyle bir usul var mı?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu itibarla, Suriye konusunda bizi eleştirenlere bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Biz her türlü eleştiriye açığız. Bu, demokrasinin gereğidir ancak sırf AK PARTİ Hükûmetini eleştirmek adına… (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Gruplar konuşacak sayın milletvekilleri, hatibin sözünü niye kesiyorsunuz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …Baas’çılık çizgisine kayan zalimle mazlumu aynı kefeye koyarsanız bu milletin de, insanlığın da vicdanından koparsınız. (MHP sıralarından gürültüler)

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Mesut Barzani’ye “ağabey” diyorsunuz, eski PKK’lıyı İçişleri Bakanı yaptılar orada!

BAŞKAN – Sayın Türkoğlu…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – AK PARTİ Hükûmeti son üç seçimde de oylarını artırarak sandıktan çıkmış bir iktidardır. Böyle bir iktidarın, kendi halkının karşısına silahla, top ve tankla dikilip kolektif cezalandırma yöntemlerine girişen Baas rejiminin yerine sandık talep eden Suriye halkının yanında yer alması eleştirilecek değil, vicdanı olan herkesin alkışlaması gereken, takdir etmesi gereken bir tutumdur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – ABD seni çok takdir ediyor!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Yakışmıyor, hiç yakışmıyor.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Size ne yakıştığı belli oluyor!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli demokratikleşme hamlesini gerçekleştirmiş Sayın Başbakanımızdan ve AK PARTİ İktidarından, ağır silahlarla hüküm sürmek isteyen bir yönetimin yanında yer almasını beklememelidir.

Suriye politikamıza yönelik olarak aceleci davranmakla suçlayanlara da şunu sormak istiyorum: Harekete geçmek için daha kaç bin insanın ölmesi, yaralanması… (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Müslümanlar üzerinde kan dökülme projelerinden vazgeçin, Müslümanları birbirine kırdırmayın. Bizim arzumuz bu.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …daha kaç bin insanın gözyaşı dökmesi, hapislere girmesi, daha kaç bin çocuğun öksüz ve yetim kalması gerekiyordu?

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sudan’da El Beşir’e niye müdahale etmiyorsunuz o zaman?

OKTAY VURAL (İzmir) – İslam coğrafyasında emperyalistlerin oyununa gelmeyin, bizim arzumuz bu.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Aslında bu eleştirinin de diğerleri gibi, dış politikayı bir süreç olarak kanalize etmek yerine bir tabloya bakarak değerlendirdiğini görüyoruz.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – El Beşir’e de müdahale edin, El Beşir’e, geçen hafta 200 muhalifini öldürttü.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye’de yönetimin her şeye rağmen şiddet politikasından vazgeçmemesinin, Türkiye’ye yönelik bir kitlesel göç dalgası yaşanması gibi olumsuz yansımalarının olması ihtimal dâhilindedir. Nitekim biz Suriye’deki gelişmeler karşısında kendi ulusal güvenliğimizi ve çıkarlarımızı gözeterek her türlü ihtimali düşünüyor ve dikkate alıyoruz. Sınırımızda 10 binlerce insan yığıldığı takdirde ne tür önlemler alacağımızı planlamak, büyük devlet olmanın bir gereğidir, bazılarının öne sürdüğü gibi ne müdahale ne de savaş çığırtkanlığıdır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz iş vadediyorsunuz, para vadediyorsunuz, öyle geliyorlar.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Burada eleştirilecek bir şey varsa, ulusal güvenliğimiz için gerekli önlemleri şimdiden düşünmemizin, her ihtimali dikkate almamızın sorgulanmasıdır. Hem yaşanan tüm gelişmelerde ezberlenmiş bir retoriği tekrar edeceksiniz, konu ne olursa olsun “Hükûmet hazırlıksız yakalandı.” gibi beylik laflar edeceksiniz hem de uzun vadede her türlü ihtimali düşünen Hükûmeti savaş çığırtkanlığı yapmakla suçlayacaksınız.

Bir zulümden kaçıp evlerini, akrabalarını, geçmişlerini geride bırakıp dost, kardeş kapısına gelenlere “Hayır, geri dönün.” deme basiretsizliğini göstermeyeceğiz. Bütün Suriyelilere kapımızı açık tuttuk, açık tutmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Gelenlerin yarısı gitti, nasıl oluyor?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kürsüden bir kez daha Suriye yönetimine ve bu yönetimin yaptığı zulme arka çıkanlara seslenmek istiyorum: Bugüne kadar kinin, nefretin ve zulmün hallettiği hiçbir mesele olmamıştır.

OKTAY VURAL (İzmir) – ABD askerleri için de dua edersiniz!

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Gelenlerin yarısı geri gitti.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Tarih kendi halkına kıyım gerçekleştiren her yönetimin er ya da geç ama mutlaka adaletin pençesine yakalandığının örnekleriyle doludur. Suriye yönetimine her şeye rağmen arka çıkanlar büyük bir cürme de ortak olmaktadırlar. Biz tarihin akışında doğru safta, inandığımız insanlık değerleri adına, özgürlük, adalet ve hakkın yanında, ulusal çıkarlarımız açısından ise doğru yerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Yanlış yerdesiniz Sayın Bakan, yanlış yerde.

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz tamamlandı ancak gruplar anlaştığı için her konuşmacının süresini beş dakika uzatıyorum.

Buyurun.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …durduğumuz konusunda bir an bile tereddüt duymadık, duymayacağız. Bu tutumumuzu da kararlılıkla sürdüreceğiz.

Suriye konusunda insanlık vicdanının sesi AK PARTİ İktidarındaki Türkiye’dir. Bu ses her türlü siyasi hesabın üstünde bir erdemdir.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ama halk destek vermiyor Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu ses bizim insanlık anlayışımızın, tarih yorumumuzun ve gelecek tasavvurumuzun gereğidir ve bu ses, bu zorlu süreçte en gür şekilde çıkmaya, Suriye halkının yanında olmaya devam edecektir.

Türkiye olarak bundan sonra da Orta Doğu’daki büyük değişim dalgasını yöneteceğiz, bu değişim dalgasının öncüsü olmaya devam edeceğiz. Bugün bütün Orta Doğu toplumlarında Türkiye sadece dost ve kardeş bir ülke olarak değil, geleceği belirleme kudretine sahip yeni bir fikrin, yeni bir bölgesel düzenin öncüsü bir ülke olarak görülmektedir.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Katar’ı da değiştirecek misiniz, Katar’ı?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Burada biz bu misyonun gereğini yaptık, yapmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bizi eleştirenlere çok kısa bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Gidin, Kahire’nin, Trablus’un, Beyrut’un sokaklarına çıkın, Tunus’un, Kudüs’ün sokaklarına çıkın ve “Türkiye’nin Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yahu, siz Katar’da demokrasi arıyorsunuz!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Daha siz sormadan size sarılacaklar ve Türkiye’nin takip ettiği onurlu politika dolayısıyla takdirlerini ifade edecekler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP ve CHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen Katar’da demokrasi arıyorsun be!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ama Orta Doğu’daki kardeş halkların yerine, onlarla kucaklaşmak yerine…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bahreyn’de tanklar insanları öldürdüğü zaman neredeydiniz siz!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …dikta rejimleriyle kucaklaşanların böyle bir yeni anlayışı anlamaları mümkün değil.

OKTAY VURAL (İzmir) – ABD taşeronluğunu bırakın!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Biz hem insanlığın ve bölgenin halkının vicdanı olmaya devam edeceğiz…

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Bilgi vermeye gelen bir bakana yakışıyor mu bu konuşma! Bilgi vermeye gelen bir bakan gibi konuşmuyorsunuz!

OKTAY VURAL (İzmir) – Taşeronluğu bırakın!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …hem de ulusal çıkarlarımızı korumaya devam edeceğiz…

OKTAY VURAL (İzmir) – Türk milletine taşeronluk yakışmaz!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …çünkü zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye iddiası varsa yeni bir Orta Doğu iddiası da var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Müslümanları birbirine kırdırma politikası uygulamayın!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu yeni Orta Doğu iddiasının temelinde de etnik ve mezhep farklılıklarına dayalı değil…

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Kavgacı bir üslupla sıfır sorun ha!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …kardeşliğe dayalı yeni bir barış düzeni var. Bu barış düzeni kurulana kadar çalışacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Elinize Müslüman kanı bulaştı!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Kim ne derse desin bu barış düzeninin öncüsü de sözcüsü de Türkiye olacaktır.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Elinize Müslüman kanı bulaştı!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sizlerin kaygılarını anlıyorum çünkü farklı bir siyaset anlayışını temsil ediyorsunuz.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Vampir gibi kan…

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Baas siyaset anlayışını tercih edenlerin bizi anlamaları mümkün değil, bunu beklemiyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bizim için önemli olan, Suriye Şam sokağının, Dara sokağının, Hama’nın, Humus’un, Deyrizor’un, Lazkiye’nin bizi anlamasıdır. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Hikâye anlatıyor. Sana “tıpış tıpış” diyene tıpış tıpış gidersen nasıl olacak!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Onların da bizi anladığından eminiz. Gelecek, arkaik rejimlerde değil; gelecek, halkların iradesindedir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Böyle bir şey olur mu ya! Kaç aydan beri çağırıyoruz gelin buraya bilgi verin diye.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Bir saniye müsaade edin de bilgi veriyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye’de darbeyi savunanlar tabii ki o bölgelerde de azınlık diktalarını savunacak, bunu normal karşılıyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ama 74 milyon Türk halkı Suriye halkının yanındadır, yanında olmaya devam edecektir.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ben yanında değilim, beni sayma!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hiçbir etnik ve mezhebî fark gözetmeden Sünni’siyle, Şii’siyle…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Beni sayma, sizinle beraber değilim, beni sayma!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …Nusayri’siyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Türkmen’iyle bütün Suriye’yi kucakladık, kucaklamaya devam edeceğiz. (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen işgalci ABD askerleri için dua eden birisisin be!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu yeni düzenin, bu yeni barış düzeninin ilk işaretleri görülmüştür.

OKTAY VURAL (İzmir) – O camileri işgal eden, Ebu Gureyb’de eziyet edenleri demokrasi kahramanı gibi gösteriyorsunuz be!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu yeni barış düzeninin ilk işaretleri de inşallah Suriye’deki baskı yönetimine son verecektir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizi gidi sizi!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bizim irademiz, iktidarımızın iradesi sadece ve sadece Türk halkından meşruiyetini alır.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Bir devlet adamına yakışır mı böyle bilgi vermek?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Başka hiçbir güce dayanmadık, bunu da halkımız her seçimde tekrar olarak teyit etti.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Kim çağırdı sizi?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Son olarak şunu tekrar vurguluyorum: Yeni bir Orta Doğu doğuyor. Bu yeni Orta Doğu’nun sahibi, öncüsü, hizmetkârı olmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar, CHP ve MHP sıralarından gürültüler) Bu yeni Orta Doğu’da zulümler, baskılar, diktalar değil, halkın iradesi ve hakkın sesi, adaletin sesi hâkim olacak.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Emperyalist ve siyonistlere hizmet ediyor bu Hükûmet.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye bu sesin her yerde gür savunucusu olacak ve bununla birlikte, bu yeni Orta Doğu’yla birlikte Türkiye'nin etrafında yeni bir barış kuşağı, yeni bir istikrar ve refah kuşağı oluşacak.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Katar’ı, Suudi Arabistan’ı ne zaman demokrasiye kavuşturacaksınız?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Türkiye olarak, biz büyük ekonomik kalkınmamızı, demokratikleşmemizi, uluslararası itibarımızı bu yeni Orta Doğu’yla birlikte, oradaki halklarla birlikte inşa edeceğiz, geliştireceğiz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sam Amca’na çok fazla güvenme ya!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bu yeni barış düzeninin öncüsü olma konusundaki gayretlerimize verdiğiniz destek dolayısıyla teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan…

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Bilgi vermeye gelip kavga eden bir bakanı ilk defa görüyorum!

OKTAY VURAL (İzmir) – Hiçbir bilgi vermedi Sayın Bakan, Parlamentoya bilgi vermemiştir.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Oturduğunuz yerden laf atıyorsunuz.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir saniye…

Buyurun Sayın Uzunırmak.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ben, Türkiye’de uygulanan dış işleri politikalarını merak eden ve anlamaya çalışan bir milletvekili olarak anlayamadığımı Sayın Dışişleri Bakanı “âcizlik” olarak hakaret etmiştir.

BÜLENT TURAN (İstanbul) – Dinlemedin ki!

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri, lütfen…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – O hakarete cevap vermek istiyorum. Bu bir âcizlik değildir. Âcizlik bir hakarettir, cevap vermek istiyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Âciz olan kendisi.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sataşmayacağım, lütfen…

OKTAY VURAL (İzmir) – Başkent başkent dolaşıp en son buraya geliyor.

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, gruplara zaten on beşer dakika söz vereceğim.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hayır efendim, grup adına değil, ben milletvekiliyim.

BAŞKAN – Lütfen, şahsınızla ilgili bir şey söz konusu değil ki!

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Anlayamayan bir milletvekiliyim ve âciz değilim. İki dakika Sayın Bakana bir açıklamada bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Hayır, olmaz.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hayır, hayır…

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, usulde yeri yok ki yani!

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Âcizliği söyledi, söyledi…

OKTAY VURAL (İzmir) – Söyledi Sayın Bakan, söyledi. Bu milletvekilleri âciz midir?

BAŞKAN – Hayır, değil, kimse âciz değil.

OKTAY VURAL (İzmir) – Değilse, o zaman söylesin, özür dilesin.

BAŞKAN – Grup adına çıkacaksınız, konuşma yapacaksınız on beşer dakika.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – “Politikalarımızı anlayamamak âcizliktir.” dedi.

BAŞKAN – Bir saniye…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hayır efendim.

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, lütfen oturun. Grubunuz çıkacak, on beş dakika söz vereceğim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, milletvekiline hakaret ediyor.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ben grubumun dışında bir şey rica ediyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Grupla ilgili değil.

BAŞKAN – Grup adına siz çıkın, buyurun. Siz isteyin grubunuz adına.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Benim talebim grupla ilgili değil. Burada, bir bakan milletvekillerine “âciz” diyemez. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Niye çağırıyorsunuz ki?

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bilgi vermek için geldiği bir Parlamentoya hakaret etme hakkına sahip değildir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Âciz olan kendisidir.

BAŞKAN – Hayır, tansiyonu yükseltmek için özellikle yapıyorsanız ayrı bir şey yani ama henüz gruplar söz istemedi, gruplara söz vereceğim, on beşer dakika konuşacaklar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Grupla ilgili değil.

BAŞKAN – Tamam…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hakaret etme hakkına sahip değildir Sayın Bakan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Özür dilesin.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Özür dilesin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, grupla ilgili değil, milletvekiliyle ilgili. Milletle ilgili bir konuda millete hakaret etmesine izin veremezsiniz.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – “Âciz” diyemez.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, şahsa yönelik bir hakaret söz konusu değildir. Sayın Bakan bir zihniyeti kastetmiştir. Sataşma söz konusu değildir.

BAŞKAN – Sayın Ünal, lütfen bir oturun.

Gruplar adına…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu millete “âciz” diyemez.

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, lütfen oturun. Grup konuşmalarını bir tamamlayalım, değerlendirelim yani.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, milletvekillerine,  Türkiye Büyük Millet Meclisine “âciz” diyen bir Bakana haddini siz bildireceksiniz.

BAŞKAN - Tamam, Sayın Vural, anlaşıldı da gruplar adına konuşmalar bir tamamlansın.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Politikayı anlamamak âcizlik mi yani? Bu muhalefet âcizlikle itham ediliyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu, muhalefetle ilgili değil.

BAŞKAN - Gruplar adına konuşmalar bir tamamlansın.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, bakın…

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Osman Taney Korutürk. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Politikaya, muhalefet etmek âcizlik değildir, anlamamak âcizlik değildir.

BAŞKAN - Efendim, gruplar adına konuşmaları bir yaptıralım, sonra dinleyeceğiz, gereğini yapacağız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşma olarak kabul ediyor, sataşma olarak kabul ediyor.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hakaret olarak kabul ediyorum, sataşma olarak kabul ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Vural, bir saniye…

OKTAY VURAL (İzmir) – Siz, size “âciz” denmesini hakaret ve sataşma olarak görmüyor musunuz?

BAŞKAN - Sayın Vural, Sayın Bakanın konuşması sırasında doğrusu ben kaçırdım konuyu. Tutanakları isteyeceğim, gruplar konuşurken değerlendirmesini yapacağım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşmayla ilgili tutanak… O zaman tutanakları getirin.

BAŞKAN - Bir saniye, otursun…

OKTAY VURAL (İzmir) – Âciz olan kendisi.

BAŞKAN - Tamam, bir saniye…

Buyurun Sayın Korutürk.

OKTAY VURAL (İzmir) – Pış pışçı! Şimdi gelmişsin milletvekillerine pış pış çekiyorsun!

BAŞKAN - Süreniz on dakika, sonra beş dakika artıracağım Sayın Korutürk.

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin Suriye politikasına ilişkin olarak Sayın Dışişleri Bakanının Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermiş olması ve bu politikanın kendilerine göre gerekçe ve amaçları hakkında açıklamalarda bulunması epey gecikmiş de olsa olumlu bir tutumdur.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bilgi vermedi ki. Bilgi mi verdi bize?

OKTAY VURAL (İzmir) – Hiç bilgi vermedi ki, nutuk attı.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Bu nedenle, bu bilgileri verirken takınmış olduğu kavgacı üslubu yadırgasam da kendisine teşekkür ediyorum.

Dış politika, ülkenin ulusal çıkarlarının korunması ve bu çıkarlarının en iyi şekilde karşılanması amacına yönelik olması gereken bir siyasettir. Bu nedenle de güvenilir ve sürdürülebilir olması ulusal mutabakata dayanmasına bağlıdır. Hükûmet, dış politika uygulamaları ve öncelikleri hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine zamanlı ve düzenli bilgi vermeyi bugüne kadar hep ihmal etmiş, izlediği dış politikayla ilgili olarak hiçbir zaman bir ulusal mutabakat arayışı içinde olmamıştır. Onun için, sözlerimin başında Sayın Bakana bugün burada yaptığı açıklamalar için teşekkür ederken bugün bu konuda söyleyeceklerimizi de can kulağıyla dinlemesini ve bunların ışığında Türk dış politikasının bir ulusal mutabakata dayanabilmesi için gereken ince ayarlamaları uygulamalarına getirmesini tavsiye ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanın, AKP Hükûmetinin Suriye politikası hakkında bizlere yapmış olduğu izahatın hiçbir noktasını tatminkâr bulmadığımızı burada üzüntüyle belirtmek zorundayım. “Üzüntüyle” diyorum çünkü Hükûmetin Suriye konusunda izlediği politika Suriye’deki durumun normalleşmesine hiçbir katkıda bulunmadığı gibi bu durumu âdeta yangına benzin dökermişçesine daha da vahim bir hâle getirmiştir.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Şu AKP Grubunun saygısızlığına bakar mısınız.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Siz dinlemezken saygısızlık olmuyor da dışarı çıkınca mı saygısızlık oluyor?

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) - Sayın Bakan vicdandan söz etti, Sayın Bakan Suriye halkının yaşamış olduğu olumsuzluklardan, güçlüklerden söz etti. Peki, bu olumsuzlukları, örneğin Sudan’da insanlar yaşamıyor mu? Sudan’a karşı bizim vicdanımız çalışmıyor mu, işlemiyor mu? Hükûmetin Suriye politikası, ayrıca bugün gelmiş olduğumuz noktada, Türkiye'nin bölgedeki ağırlığına, güvenilirliğine ve liderlik iddialarına da ne yazık ki telafisi yıllarca mümkün olmayacak bir darbe vurmuştur. Türkiye, bugün, Suriye konusunda önerdiği politikalarla uluslararası camia içinde giderek yalnızlığa doğru yönelmiştir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, bölgedeki ağırlığını yüzyıllardır istikrara dayalı olarak korumuş ve geliştirmiş, istikrar içinde güçlü olabilmiş ve bunun için de çevresinde ve bu çevrenin ötesinde daima istikrar oluşturmaya önem vermiş bir ülkedir. Bölge liderliğine oynayan diğer bazı ülkeler istikrarsızlık içinde kolay hareket edebilmelerine karşın, hatta istikrarsızlığı bir dış politika aracı olarak kullanabilmelerine rağmen, çevremizdeki ve civarımızdaki istikrarsızlık daima bizim de iç istikrarımızı bozmuştur. Bu nedenle, biz Türkiye olarak her zaman istikrar arayışı içinde gelişen ve istikrar ortamında ağırlık kazanabilen bir ülke olagelmişizdir. Bugün, Hükûmetin Türkiye'nin bu istikrar yapıcı rolünü bir kenara bırakmış olduğunu endişeyle gözlemliyoruz.

Suriye’deki olayların başlangıcında uzunca bir süre sessiz kalan Hükûmet, daha sonra birden Suriye içindeki iç mücadelede fiilen taraf hâline gelmiş, Suriye’deki muhalif grupları Türkiye’de organize etme çabasına girmiş, bu gruplara her türlü desteği sağlamış ve henüz ortada bir göç olgusu yokken Suriyeli göçmenlere davet çıkarmış, uluslararası alanda Suriye’ye her an bir harekât gerçekleştireceği algısını uyandırmış, soruna barışçı yollardan çözüm aranmasına yönelik olarak Birleşmiş Milletlerle Arap Ligi’nin ortaklaşa giriştikleri çabalara başta bizzat Sayın Başbakanın ağzından karşı çıktıktan sonra, muhtemelen içine düşmekte olduğu izolasyondan kurtulma amacıyla, kerhen olduğu çok belli bir şekilde, bu çabalara ve bunları kanalize eden Annan Planı’na destek verir gözükmüş ancak perde arkasından hep bir bahane arayarak Suriye’ye karşı bir askerî harekât içinde olma arzusu güttüğünü düşündürür bir tavır içinde kalmıştır.

Sayın Bakanın olayları pembe camlı gözlüklerin ardından gördüğü izlenimini veren açıklamaları ve “Komşularla sıfır sorun” adını verdiği, başından beri uygulanamaz olduğunu söyleye geldiğimiz hayalî politikayı bugün içinde bulunduğumuz durumda hâlâ savunmaya çalışması, ne yazık ki bizi artık tebessüm dahi ettirememektedir. Çünkü bu Hükûmetin son birkaç yıldır uygulamakta olduğu, ayağı yere basmayan, gerçeklere değil, zamanla hepsinin geçersiz olduğu tek tek ortaya çıkan varsayımlara dayalı dış politikası Türkiye’yi istikrar yaratan, yumuşak gücüne saygı duyulan, çizgisine güvenilen ve bölgesel anlaşmazlıklarda hakemliğine başvurulan bir ülke konumundan, bizzat kendi komşularının ifadesiyle, komşularının iç işlerine karışan, bölge ülkelerinin kendi ihtilaflarına müdahil olup bu ihtilaflarda taraf olan, uluslararası meşruiyeti es geçen, savaş kışkırtıcılığı yapan, bugün “kardeşim” dediğine yarın ne diyeceği belli olmayan, başlangıçta kesin ifadelerle ve açık beyanlarla reddettiği her şeyi daha sonra kabul eden, esen rüzgâra göre yön değiştiren, Batı’ya mı, Doğu’ya mı mensup olduğu bilinmeyen, güvenilmez ve hatta dostluğu ve yakınlığı tehlikeli bir ülke hâline getirmiştir. Bugünkü Türk dış politikası bu bakımdan her alanda ama her alanda tam bir başarısızlık sergilemektedir. Suriye politikamız ise en hafif deyimiyle bir fiyaskodur.

Değerli arkadaşlar, bu söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu anlayabilmeniz için geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonuyla gitmiş olduğumuz, Mısır’da yapılan Türk-Arap Parlamenterleri 4’üncü Diyalog Toplantısı’nda söz alan Arap Ligi ülkelerine mensup parlamenterlerin konuşmalarını hepinizin de duymuş olmanızı çok isterdim. Dışişleri Komisyonunun Sayın Başkanıyla bu ziyarete katılan Komisyon üyesi arkadaşlarımız, umuyorum, en azından bazılarınıza bunları aktarmış ya da aktaracaklardır.

Sözünü ettiğim toplantının sonuç bildirisi üzerindeki çekişmeli müzakerede söz alan Ürdün, Cezayir, Tunus, Sudan, Yemen, Filistin, Mısırlı politikacılar acı ifadelerle Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Suriye politikasından duydukları ciddi rahatsızlığı açıkça seslendirmişler, Türkiye'nin Arapların iç işlerine karışmasını istemediklerini net bir biçimde ve fazla nazik olmasına özel bir çaba göstermedikleri ifadelerle beyan etmişlerdir. Bu, Türkiye'nin Suriye’deki olaylara yönelik tavrının esasen Rusya, İran, Çin gibi bölgede etkili aktörlerin yanı sıra genel anlamda Arap dünyasında da tasvip görmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, bilinmesinde yarar olan bir husus, genellikle kendi aralarında pek çok ayrılıkları olan, hemen hiçbir zaman temsil etmeleri gereken gerçek gücü bu ayrılıklar nedeniyle oluşturamamış bulunan Arap dünyasının, buna rağmen kendileriyle ilgili manevi bir aile anlayışına sahip olduğu ve bu anlayışın kapsama alanı konusundaysa çok kıskanç davrandığıdır.

Türkiye Arap ailesine dahil değildir. O nedenledir ki, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana Türk dış politikasının temel ilkelerinden biri Araplar arası anlaşmazlıklarla, Arapların iç ihtilaflarına taraf olmamaktır. Bugün bu ilkeyi Hükûmetin tamamen terk etmiş olduğunu görüyoruz. Hükûmetin, yeni bir Orta Doğu kuruluyor gerekçesiyle maceracı tutumlara yöneldiğini görüyoruz. Bu noktada, İkinci Cumhurbaşkanımız, büyük devlet adamı İsmet İnönü’nün bir sözünü sizlere hatırlatmak isterim: “Macera, sonu iyi bitse de maceradır” diyordu İsmet İnönü. Bu maceranın da sonu iyi biteceğe benzemiyor ne yazık ki arkadaşlar.

Arap dünyasının âdeta platonik bir anlamda bağlı olduğu bir başka kavram da Arap toprakları kavramıdır. Arap dostlarımız, bu kavramın da korunması hususunda fevkalade hassas ve bir o kadar da kıskançtırlar. Arap topraklarına göz dikme olarak algılayabilecekleri davranış ve tutumlar Arap dünyasından çok büyük ve çok uzun vadeli tepkiler almaya mahkûmdur. Irak’ın bugünkü durumunda Kuzey Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Arap dünyası karşısındaki kırılgan konumu da esas itibarıyla bu anlayışın bir sonucudur.

Hükûmetin uyguladığı Suriye politikasının, Suriye’ye, yani Arap topraklarına bir yabancı müdahaleyi desteklediğimiz ya da en azından böyle bir olasılığı da öngörebileceğimiz algısını uyandırdığında hiçbir kuşku yoktur. Bu algının son dönemlerde fazlaca seslendirilen yeni Osmanlıcılık tezleriyle birlikte uzun vadede Arap dünyasıyla ilişkilerimizi içinden çıkılmaz bir hâle getirmesi tehlikesinin önemle altını çizmek istiyorum. Hiç şüphe edilmesin ki, geçen hafta Arap Parlamentosu üyeleri tarafından bize Kahire’de sadece sözle ifade edilmeye çalışılan hissiyat, Arap konularına bugünkü yaklaşımımız sürdüğü takdirde, fiilen uygulama alanında da Arap dostlarımız tarafından önümüze çıkarılacaktır. Bu durum Hükûmetin Suriye’ye yönelik tutumunu belirlerken, bu tutumun diğer Arap ülkelerinde nasıl algılanacağı ve ne gibi tepkiler uyandıracağı hususunda ciddi bir değerlendirme yapmamış olduğunu ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce ifade ettiğim gibi, Suriye’deki olayların başlamasından kısa bir süre sonra ve henüz Türkiye’ye göç olasılığı gündemde değilken, Hükûmet sınır boyunda kamplar kurmuş ve Suriye’den mülteci kabulüne hazır olduğunu ilan etmiştir. Kampların sınıra sıfır noktasında kurulmuş olması, gelen göçmenlerin kamplardaki insan sayısını sürekli artırıp azaltacak şekilde serbestçe Suriye'ye gidip dönmeleri, Kilis'te Suriye tarafınca “tahrik” olduğu iddia edilen olayların arkasındaki esrar perdesi, kamplarda kalan mültecilerin yaşadıkları nispeten rahat ve kaygısız hayat, bu kamp işinin arka planında başka şeyler olduğunu da düşündürmektedir.

Hükûmet, göçmen sayısında dramatik bir artış olduğu ya da sınır olayları arttığı takdirde Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5’inci maddesi çerçevesinde NATO'nun müdahalesini istemeyi öngördüğünü belirten müteaddit beyanlarda bulunmuştur.

Arkadaşlar, NATO, oy birliği ile karar alan bir kuruluştur. NATO'nun bizim dışımızdaki 27 üyesinin tümünün 5’inci maddeye onay vereceklerinin garantisi var mıdır? Bilinmesi gereken bir husus, 5’inci maddenin uzun NATO tarihinde sadece bir kez, o da 11 Eylül 2001’de New York'taki ikiz kulelerin terör saldırısına uğradığında işletilebilmiş olduğudur.

Aynı bağlamda, kamplarda kalan ve sayıları sürekli değişen, içlerinde sırf ekonomik gailelerle gelenlerin de bulunduğu anlaşılan Suriyelilerin yiyecek, içecek, bakım ve konaklama giderlerinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN –Sayın Korutürk, buyurun.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) - …ekonomimizin zam üstüne zam yapılmasını gerektiren durumu karşısında, bu zamların altında ezilen halkımıza yükletilmesinin haklı gerekçeleri de sorgulanması gereken diğer bir husustur.

Kaldı ki Hükûmetin Suriye politikası, Güneydoğu bölgemizin yerel ve bölgesel ticaretini tam anlamıyla vurmuştur. Bölge esnafı kan ağlamaktadır. Öte yandan, bu politika, kara yolu nakliyemizi de ciddi şekilde sekteye uğratarak Suriye dışında alternatif ihracat yolları aranmasını gerektirmiştir. Hükûmet, bu alternatif yollardan biri olarak ortaya koyduğu Ro-Ro taşımacılığının navlun fiyatlarına getirdiği ilave yükün ihracatımızı ve bölgedeki rekabet gücümüzü nasıl etkileyeceğini de açıklamak zorundadır.

Hükûmetin, Suriye politikasını belirlerken, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve İran gibi bölgede etkili olan aktörlerin konuya ilişkin taktik ve özellikle stratejik yaklaşımlarını doğru hesaplamamış olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, uluslararası meşruiyete uyulması açısından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan Çin ve Rusya’nın Suriye konusundaki tutumlarının değiştirilebileceği mi değerlendirilmektedir?

Gerek Çin Halk Cumhuriyeti gerek Rus yetkilileri, Suriye krizini Batı’nın Orta Doğu stratejisinde bölgeye hâkim olmak için girişilmiş bir hamle olarak gördüklerini, Suriye'nin ardındaki asıl hedefin İran olduğunu düşündüklerini ve bu hamleye karşı koymaya kararlı olduklarını değişik vesile ve ifadelerle açıklamışlardır. İran, tabiatıyla, aynı görüşleri daha da keskin ifadelerle savunmaktadır. Sayın Başbakanın Uzak Doğu dönüşü uğradığı ve Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmek için ısrarcı olarak bir gün bekletildikten sonra görüşebildiği Ahmedinejad, bu  görüşme  sonrası  yayınlanan  tek taraflı açıklamasında Suriye ile ilgili tek bir satıra yer vermemiştir.

Çin ve Rusya ile İran, keza, Arap Baharı çerçevesinde Batı ülkelerinin bölgeye müdahalesinin sırf insani gayelerle yapılmadığına kani olduklarını da söylemektedirler. Irak, Libya gibi ülkelere yapılan askeri müdahalelerin bu ülkelere demokrasi ve özgürlük değil, yıkım ve felaket getirdiğini kaydetmektedirler. Bu tespitlerin haksız olduğunu söylememiz mümkün müdür arkadaşlar? Hâl böyleyken ve bu beyanlar karşısında Hükümet Çin'den, Rusya'dan, İran'dan önümüzdeki kısa dönemde bir tutum değişikliği beklemekte midir? Böyle bir tutum değişikliği olmadığı ve Hükümet de Suriye politikasını aynen sürdürdüğü takdirde, Çin'i bir yana bırakın, Rusya ve İran ile ikili ilişkilerimizde ne gibi olumsuzlukların meydana geleceği öngörülmektedir? Bunlara karşı hangi önlemler planlanmıştır?

Uluslararası meşruiyetten söz ederken Hükûmetin evvelce Libya Temas Grubu örneğinde gördüğümüz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini devre dışı bırakma çabalarının da ileriye dönük örnek ve evveliyat yaratma açısından çok tehlikeli bulduğumuzu vurgulamak isterim.

Sayın Bakanın sözünü ettiği ve seksen üç ülkenin katıldığını söylediği İstanbul'da yapılan ve Tunus'takinden farklı olarak adı "Suriye halkının dostları" konulan toplantıya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden Çin ve Rusya'nın yanı sıra Suriye'nin komşularından Ürdün, Irak ve Lübnan'ın katılmamış olmalarının da bu toplantının anlam ve önemini batıl kıldığının da altının çizilmesi gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz noktada, Annan Planı'na yaklaşımını güya düzeltmiş ve bu plana sureta da olsa destek vermiş iken Suriye'ye yönelik olarak izlenmesi gereken yol haritası konusunda ABD ve AB dâhil diğer ülkelerle evvelce Libya'da olduğu gibi ortak bir tutum içinde gözükmeyen ve aynı çizgide olmayan Hükûmet bu durumu nasıl izah etmektedir?

Kendi tabirleriyle "Çıraklık" döneminde Irak krizinin başlangıcında Irak'a komşu ülkeler mekanizmasını kurarak bu komşu ülkenin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasına ciddi bir katkı sağlamış olan AKP hükûmetinin sözde "Ustalık" devrinde bugün aynı şeyi Suriye için yapamamış olması acıdır ve iddia edilen ustalığın da ne tür bir ustalık olduğunu açık seçik ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlar, sözlerime son vermeden önce çok önemli bir konuya daha işaret etmek istiyorum. Dış politikada, özellikle kriz dönemlerinde ülkelerin ellerindeki en etkili araç, kriz yaşadıkları ülkeler nezdindeki büyükelçilikleridir. Büyükelçiler bulundukları ülkeye tam yetkili ve olağanüstü büyükelçi sıfatıyla ve Cumhurbaşkanının güven mektubunu haiz olarak atanırlar. Bütün temaslarında söyledikleri ve işittikleri, temsil ettikleri ülke adına söylenir ve işitilir. Esas ya da yardımcı bilgi unsurlarının topladıkları bilgiler ancak büyükelçilerin süzgeç ve değerlendirmesinden geçtikten sonra değer kazanır ve istihbarata dönüşür.

Suriye ile tüm bölgeye ve bölgedeki ağırlığımıza etkileri olacak bir kriz yaşadığımız şu dönemde Şam Büyükelçiliğimizin kapatılmış olması inanılmaz bir hatadır. Kaldı ki geri çekilen Şam Büyükelçisi Suriye’deki görevine doğrudan bu bölge ve bu ülkeyle ilişkilerden sorumlu olan daireden gitmiş, Suriye konusuna ve dosyalarına hâkim bir diplomattır. Böyle bir devirde tesadüfen bu konulara tam hâkim ve yetkin bir Büyükelçinin yerinde hizmetleri Türkiye'nin de doğrudan çıkarları gereğidir. Hükûmetin bu hatayı bir an önce telafi etmesini ve Şam Büyükelçiliğimizi süratle tekrar devreye sokmasını diliyor, maceradan kaçınmamızı da dileyerek hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korutürk.

AK PARTİ Grubu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve Barış ve Demokrasi Partisi Grubu, konuşmacınızı belirtmediniz.

Şahsı adına söz verdiğimiz zaman dönüşü yok, baştan söylüyorum, gruplara söz veremem o zaman.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Sayın Korutürk’ün yapmış olduğu konuşmada benim de…

BAŞKAN – Sayın Milletvekilimiz, lütfen, Sayın Şandır’ı ayakta bekletmeyelim.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Sayın Başkanım, sisteme girdim ben.

BAŞKAN – Buyurun.

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Suriye’de olaylar başlayalı bir yılı geçti. 6 Mart 2011 tarihinden bu yana yaklaşık on dört ay geçti. On dört ayda ve bu kadar ölümden sonra, AKP Hükûmeti, Sayın Dışişleri Bakanı muhtemeldir ki dünyanın birçok ülkesine giderek bilgi verdiler ama Türkiye Büyük Millet Meclisine ısrarlı taleplerimiz üzerine gelip bugün bilgi veriyorlar. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, çok önceden ifade ettiğimiz genel görüşme talebimizde bir nezaketin gereği “Dışişleri Bakanı gelsin bilgi versin, gruplar da bu konuda bilgilensin ve endişelerini, görüşlerini ifade etsin.” dedik. Bugün Sayın Dışişleri Bakanı burada, bu talebe cevap verdi.

Ben şimdi size ve milletime, halkıma soruyorum: Sayın Dışişleri Bakanı AKP İktidarının Suriye’yle ilgili dış politikası hakkında bilgi mi verdi, yoksa bu Parlamentoya, AKP’nin görüşlerini paylaşmayanlara hakaret mi etti? (MHP sıralarından “Hakaret etti.” sesleri)

Değerli arkadaşlar, yalnız bize değil, AKP’nin dış politika yaklaşımlarını paylaşmayan herkese hakaret etti. Öncelikle, Sayın Bakanın şahsına yakıştıramadığım bu “âcizlik” kelimesini kendisine iade ediyorum. Âciz olan sizsiniz ve âciz olan sizin iktidarınızın dış politika yaklaşımıdır Sayın Bakan. (MHP sıralarından alkışlar) Siz buraya milleti azarlamaya mı geldiniz, bilgi vermeye mi geldiniz?

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Şakulü bozuk onun, şakulü!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Hiç yakışmamıştır Sayın Bakanım.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hele bir diplomata, Dışişleri Bakanına...

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Biz sizin dış politika yaklaşımlarınızı beğenmek mecburiyetinde değiliz. Doğru da yapmıyorsunuz.

MUHARREM VARLI (Adana) - Şu hareketi kime yaptılar, şu hareketi?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Âcizlik sizin yaklaşımınızdır.

Şimdi size burada milletim adına soruyorum: İsrail’e karşı Mavi Marmara olayında 9 vatandaşımız katledildi.

CELAL ADAN (İstanbul) - Nerdeydiniz?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Ne yaptınız?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hiçbir şey.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Âciz, âciz...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

Kendi hatibiniz konuşuyor.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Allah aşkına, yani gelip bu kürsüde bu millete hakaret etmeye hakkınız var mı?

Âcizlik yaptınız. Esas âcizlik size yakışır, sizin üzerinizde tarihî bir etiket olarak kalacaktır, bunu bilesiniz. Böyle bir şey olur mu? Gelip burada milleti âcizlikle suçlamaya hakkınız var mı?

Hani tazminat alacaktınız, hani özür dilettirecektiniz, nerede?

MUHARREM VARLI (Adana) – Ağabeyleri izin vermemiştir, ağabeyleri! Şu hareketi kim yaptı, şu hareketi? Kime yaptılar?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Türk askerinin başına çuval geçirildi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bunların da başında çuval var zaten!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Türk askerinin başına çuval geçirildi. Neredeydiniz? Ne yaptınız?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sorumlusu burada.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Türk askerinin başına çuval geçirenlerle ilgili hangi politikanızı değiştirdiniz Sayın Bakan?

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Çuval geçirenlere dua ettiler, dua!

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşte âcizlik bu, âcizlik bu!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Irak’ta 1,5 milyon Müslüman’ın kanına girildi, 300 bin kadının ırzına geçildi.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tek kelime çıkmadı ağızlarından.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ne yaptınız?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Âciz!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Hani büyük Türkiye? Hani merkez Türkiye? Hani büyük iktidar AKP?

ALİM IŞIK (Kütahya) – Amerikan askerlerine dua ettiler beraber.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Hani stratejik derinliğin sahibi Sayın Dışişleri Bakanı?

SİNAN OĞAN (Iğdır) – Stratejik çukur oldu!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Başka şeyler konuşacaktık ama gelip burada milleti âcizlikle suçlamak sizin haddiniz değil Sayın Bakan.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Açıklama yapmadı, okudu zaten.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Arkadaşlar, toplu hâlde mi konuşacaksınız? Grup adına konuşuyor.

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Niye kızıyor? “Pis pis” mi dedik?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hepimize söyledi. Sen de karşı çıkmalısın.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, kendi hatibiniz konuşuyor, müsaade buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Bakan, bakınız, âcizlik kelimesiyle başlarsanız size söylenecek çok söz vardır. Türk milletinin yüreğine batmıştır. Milliyetçi Hareket Partililer, Türk milliyetçileri olarak asla kabul etmiyoruz, sizi böyle parmakla kimse çağıramaz. Ne itirazınız oldu buna? Var mı böyle bir şey? (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Biz Meclise çağırıyoruz, zor geliyor.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yani böyle çağrılmanın anlamı ne?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşte, âcizlik bu, âcizlik bu! Böyle bir şey bana yapılsa Dışişleri Bakanı olarak dolaşmam bile.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yakışıyor mu Türkiye’ye, Türkiye Cumhuriyeti devletine, Dışişleri Bakanına? Buna karşı ne yaptınız? Koşa koşa gittiniz. Âcizlikle suçlayamazsınız, suçlarsanız perişan olursunuz. Politikanız âcizliktir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Dışişleri Bakanı samimi ve tutarlı olmak mecburiyetinde. Ben üzüntülerimi ifade ediyorum. Sayın Bakanın ilmine, gayretine, hassasiyetine, duygularına saygım var, güvenim var ama öyle bir tavır içerisinde ki sanki suçüstü yakalanmış olmanın telaşında burada geldi nutuk attı ve hakaret etti. Bu göstermektedir ki doğru yolda değilsiniz. Biz sizi biliyoruz Sayın Bakan; sizi tanıyoruz, izliyoruz. Sizi sizin sözlerinizden biliyoruz. Bakın, işte burada belge. Barack Obama’nın seçilmesinden sonra söylediğiniz söz şudur, diyorsunuz ki: “Barack Obama’nın dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen bizim tercih ve önceliklerimizdir.” Bunu siz söylüyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri Başkanıyla görüştükten sonra söylediğiniz söz bu.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Amerika büyükelçisi böyle laf etmedi.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - “Barack Obama’nın tercihleri, görüşleriyle aynı görüş ve tercihlerdeyiz.”

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Tersi çıktı.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Şimdi, milletime sesleniyorum, Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekillerine söylüyoruz: Barack Obama’yla biz neyi paylaşıyoruz arkadaşlar? 1,5 milyon Müslüman’ın kanına girmesini mi paylaşıyoruz?

OKTAY VURAL (İzmir) – “Kişi arkadaşının dinindendir.” demişti Başbakan.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Yani bu Müslüman kanı akıtan bu Haçlı zihniyetiyle neyi paylaşıyorsunuz Sayın Bakan? Hangi görüşü paylaşıyorsunuz?

ALİM IŞIK (Kütahya) – Nimetleri, menfaati…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Şimdi size diyoruz ki: “Siz küresel güçlere taşeronluk yapıyorsunuz.” canınız sıkılıyor. E, ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Hani buradan çok net, çok doğrudan bir soru sorayım: Sayın Bakan, dün mü yanlıştı, bugün mü yanlıştı? Ne oldu yani bir yıl öncesinde bu Suriye’yle Suriye’yi yönetenlerle kanka olmuştunuz. Ben de bundan övünç duymuştum, Dostluk Grubu Başkanı olarak buna katkı vermek için yürekten gayret sarf etmiştim. Çok da doğru yapmıştınız, güzel yapmıştınız. İnsanlara umut gelmişti, Suriyelilerin gözü parlamıştı. Türkiye’nin dostluğunun değerini o kadar önemsemişlerdi ki, hatta size çok -bana göre- hak etmediğiniz bir muamelede bulunmuşlardı. Sayın Beşar Esad Fransa Devlet Başkanıyla görüşmesinde, özel görüşmesinde, o İsrail-Suriye arasındaki arabuluculuk sürecinde Türkiye dışlanmış ama Beşar Esad Fransa ile görüşmesinde sizi Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanının danışmanı olarak o görüşmeye resmen katmıştı. Siz buna cesaret edebiliyor musunuz? Ama geldiniz şimdi düşmanlık yapıyorsunuz. Düşmanlık yapıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, benim, siz de biliyorsunuz çok özel sebeplerim var. Şu anda Suriye’de hakim olan şey korkudur, insanlar perişan. Bir sonuç olarak, bu rejimi nasıl götüreceksiniz Sayın Bakan? Gitmiyor işte.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Gidemez, gitmez. AKP’yi aşar o işler.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Nasıl götüreceksiniz? Yani Rusya’yla da mı dövüşeceksiniz?

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – AKP’yi aşar Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – İran’la da mı dövüşeceksiniz, Çin’le de mi dövüşeceksiniz?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir Amerika’ya sorsunlar önce, tek başına cevap veremezler bu sorulara.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, siz Sayın Başbakanla Çin’e gittiniz; Çin’in Dışişleri Bakanı, İran’ın Dışişleri Bakanı, Hindistan’ın Dışişleri Bakanı, Suriye’nin Dışişleri Bakanı Moskova’da toplantı yaptı. Bundan haberdarsınız, bundan daha büyük istiskal olur mu Sayın Bakan? Siz neyle değiştireceksiniz? Şimdi, bu rejimi değiştirmeden Suriye halkının güvenliğini, huzurunu nasıl sağlayacaksınız? Orada şimdi korku hakim.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan doğruları da söylemiyor. Orada devlet güçleri vatandaşa zulüm ediyor, öldürüyor falan, tek yönlü bir hadise değil. Suriye’de birçok devletin militanı çatışıyor. (AK PARTİ sıralarından “Ne alakası var?” sesi) Bunu Sayın Bakan da biliyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ajanları buradan mı gönderiyorsunuz?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Orada İran’dan gelenler çatışıyor, Libya’dan gelenler çatışıyor, orada Suudi Arabistan’ın gönderdiği El Kaide militanları çatışıyor, orada Fransızların, İngilizlerin, İtalyanların militanları çarpışıyor.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Fransız askerleri yakalandı.

OKTAY VURAL (İzmir) – Türkiye’de de kamp var mı acaba?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Devlet terörle mücadelede hazırlıklı olmadığı için züccaciye dükkânına tankla giriyor. Yoksa devlet kendi halkını öldürmek gibi bir… Aklını peynir ekmekle mi yedi?

OKTAY VURAL (İzmir) – Türkiye’de kamp var mı?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, genç milletvekili arkadaşım, orada benim akrabalarım, kardeşlerim yaşıyor, şu anda korku içindeler ve Türkiye’ye güvenmiyorlar, Türkiye’ye güvenmiyorlar. Türkiye’yi getirdiğiniz nokta bu.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Memleketin 90’ı nasıl terörist olur ya?

OKTAY VURAL (İzmir) – İran güvenmiyor, Irak güvenmiyor, Suriye güvenmiyor, her taraf düşman dolu.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Hangi terörist kardeşim?

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Suriye halkının. Saldıran Suriye’nin kendisi.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi buradan Sayın Yahya Akman’a…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şandır, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – ..bir soru soracağım. Siz de biliyorsunuz ki Şanlıurfa’nın 40 kilometre, 50 kilometre derinliğinde karşı tarafta…

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Akrabalarımız da var.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - …akrabalarınız yaşıyor. Türkiye’de de Suriyelilerin akrabaları yaşıyor.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) -  Evet.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu iki topluluğu nasıl çiğneyerek Suriye’ye müdahale etmeyi düşünüyorsunuz? Nasıl müdahale edeceksiniz? Nasıl değiştireceksiniz bu rejimi?

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Öyle bir askerî müdahale yok…

OKTAY VURAL (İzmir) – Öldürtecekler birbirlerine, düşman kılacaklar.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yani, yalvararak mı değiştireceksiniz?

OKTAY VURAL (İzmir) – Onu söyleyin.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, gerçekten başka şeyler konuşmak gerekiyordu yani bir dış politika konuşması değil bu. Başka şeyler konuşmak lazım. “Ne yapacağımız?” sorusunun birlikte cevabını aramamız lazım. Ama Sayın Bakan burada öyle bir konuşma yaptı ki…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Başbakanlığa hazırlanıyor, Başbakanlığa!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – …ben bütçe konuşmasında söylemiştim, böyle kılıcını kuşanmış, atına binmiş, sefere giden… Böyle bir üslupla dış politika yönetilmez Sayın Bakanım. Türkiye’yi siz nereye götürdüğünüzün farkında mısınız? Hani sıfır sorundu? Şimdi sorun yaşamadığınız komşumuz kaldı mı? Türkiye çok ciddi bir kuşatılmışlığın içinde değil mi Sayın Bakan? İsrail’le düşmansınız. İsrail, Güney Kıbrıs Rum yönetimi, Yunanistan’la beraber hudutlarımızda tatbikat yapıyor, füze atışı yapıyor. Kime karşı? Düşman Türkiye. İran’la düşman oldunuz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Irak.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Rusya’yla düşman oldunuz. Irak… Hani Irak politikalarınız? Şimdi, Irak’ta kendi elinizle var ettiğiniz o rejim şimdi sizi perişan etmiyor mu? OKTAY VURAL (İzmir) – Bir Barzani var.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Haşimi’yi besliyorlar Haşimi’yi.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ne yapacaksınız?

OKTAY VURAL (İzmir) – Barzani, Barzani…

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Haşimi’yi, Barzani’yi…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, “Suriye normu” diye dış politikada konuşulan bir hadise var. Şimdi Suriye’de uyguladığınız bu politikayı yarın birileri de Türkiye’ye uygularsa ne yapacaksınız? Ne yapacaksınız değerli arkadaşlar?

Bir sonuç olarak söylüyorum: Yaptığınız yanlış; ya dününüz yanlış ya bugününüz yanlış. Burası Orta Doğu bölgesi. Orta Doğu bölgesinde “demokratikleşme” dediğiniz hadisenin gerçekleşmesi ancak iç dinamiklerle mümkün olursa olur. Dış müdahaleyle Orta Doğu’da hiçbir güç kaim olmamıştır, kalıcı olmamıştır. Tarihin ilk çağlarından bugüne kadar, buraya gelen bölge dışı her güç, her devlet mağlup olup geri gitmiştir. Sizin, bu bölgenin bir ülkesi olarak bu bölgenin hukukunu savunacağınıza küresel güçlerin taşeronu olmaya ne hakkınız var? Bunun neresinde stratejik derinlik Sayın Bakan, Allah aşkına?

Bakın size bir sonucunuzu söyleyeyim Sayın Davutoğlu: Libya. 50 bin insanın kanına girildi. O kan sizin elinize de bulaştı. 50 bin insan, 50 bin Müslüman katledildi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Paraların kime gittiğini de yakında açıklayacağız!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Irak’ta 50 bin Müslüman katledildi. Bundan siz de sorumlusunuz. Bundan övünme utancını ömrünüzün sonuna kadar yaşayacaksınız.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Katilleri Türkiye’de ağırlıyorlar!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, Irak’taki bir hadiseyi size hatırlatayım: Siz Irak’a bu kadar sahip çıkıyorsunuz, Irak’ı emanet ettiğiniz Mustafa Abdülcelil Irak’ın İtalya tarafından, Libya’nın İtalya tarafından işgal edilmesinin 100’üncü yılını İtalyan bakanıyla birlikte kutladı. İtalyanlar Libya’yı kimden aldılar Sayın Bakan? Sizin atalarınızdan da, tarihinizden de haberiniz yok mu?

OKTAY VURAL (İzmir) – Onların kökü ABD’de canım!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – 1911… Yüz yıl önce “Buraya demokrasi getireceğiz, buraya medeniyet getireceğiz” diye İtalyanlar Libya’yı kimden aldılar? Osmanlı’dan değil mi, bizim atalarımızdan, bizim devletimizden değil mi? Geldiler, burayı işgal ettiler, bildiğiniz serüveni yaşattılar bize. Şimdi burayı yeniden İtalyanlar, yeniden Fransızlar işgal etti. Ne çıkarınız var? Doğal gazı ve petrolü 2045 yılına kadar İtalyanlar kapattı. 75 milyar dolar mevduatına el koydular.

OKTAY VURAL (İzmir) – İsrail de kırk üç yıl sonra büyükelçilik açtı sayelerinde!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Türkiye'nin ne çıkarı oldu bundan? İnsanlık, insanlık… Allah aşkına, şu insanlığı biraz da Türkiye’de hatırlayın ya, biraz da Türkiye’de hatırlayın! Hangi insanlıktan bahsediyorsunuz siz? 50 bin insanın katledildiği bir yerde siz hangi insanlıktan bahsediyorsunuz? 1,5 milyon Müslüman’ın Irak’ta katledilmesinde, Afganistan’da katledilmesinde neredeydiniz? Dolayısıyla, sizin var ettiğiniz Libya’nın yeni yönetimi sizi yok sayıyor, İtalyanlarla birlikte Libya’nın işgalinin 100’üncü yılını kutluyor. Bundan utanmak gerekmiyor mu? Neredesiniz? Hani âciz değildiniz Sayın Bakan? Bundan daha büyük âcizlik olur mu?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sam amcalarının gazına geliyorlar ya!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Niye itiraz etmiyorsunuz? Bu Mustafa Abdülcelil’i siz var etmediniz mi?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Uşaklar itiraz etmez!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ama Mustafa Abdül Celil size karşı bir eylem, bir tavır olarak getirip İtalyanların Libya’yı işgalinin 100’üncü yılını kutluyor, sizin de gıkınız çıkmıyor.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Uyguladığınız politikalar yanlıştır, tavrınız yanlıştır. Bu yanlıştan geri dönünüz çünkü sonu Türkiye’yi de içine alacak bir kıyamettir, bir kaostur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, tutanaklar geldi mi?

BAŞKAN – Grup konuşmaları bittikten sonra değerlendireceğiz efendim, öyle söyledik.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık.

Buyurun Sayın Sakık. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de Barış ve Demokrasi Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce Dışişleri Bakanımız, Orta Doğu’da, dünyanın her tarafında barışa öncülük ettiklerini söylüyorlardı. İşte, bugün yaşadığınız coğrafyada, Bingöl dağlarında ciddi çatışmalar var ve orada bizim partililerimiz canlı kalkan olmak üzere Bingöl dağlarına doğru hareket hâlindeler. Sizin ülkenizde bir kavga var, bu kavgada şiddeti uyguluyorsunuz ama dünyanın dört bir tarafına da barış vadediyorsunuz. Kendi ülkesinde barış ve demokrasiyi inşa etmeyenler başka yerlere, başka ülkelere barış götüremezler. Bu çatışmaları, bu kavgayı durdurmanız gerekirken “sıfır problem” dediğiniz komşularla ilişki… Bütün komşularınızla kavga içerisindesiniz. Bakın, İran’la sorunlarımız var, Irak’taki yönetimle sorunlar var, Suriye’yle sorunlar yaşanıyor ve bu ülkede birlikte “kardeş halk” dediğiniz halkla kavga ediyorsunuz ve onları ölümle yok etmeye çalışıyorsunuz. Şimdi, Orta Doğu’da barış… Ülkede barış yoksa bu afaki bir sözden öteye bir söz olmaz.

Şimdi, bu Beşar Esad son bir yılda mı bu kadar zalimleşti, ne oldu? Elli yıldır diktatörlükler devam ediyor, Baba Esad’dan bugüne kadar oradaki bütün halklar uzun yıllardır acı dolu yıllar yaşadılar ve siz onlarla her gün el eleydiniz ve siz her gün onları ağırlıyordunuz. Siz her gün Irak’a seferler düzenliyordunuz, Suriye’ye seferler düzenliyordunuz, İran’a seferler düzenliyordunuz. Asıl seferleriniz yani halklar arası barışı kalıcı hâle getirmek değil, “Biz orada yaşayan Kürtleri nasıl terbiye ederiz.” politikasıyla bugüne geldiniz. Yani zalimin, zulmün politikasının karşısında zalimlerden yana tavır aldınız.

Yani Suriye’deki halklar acaba son birkaç ay mıdır orada bu zulmü görüyorlar? Baba Esad 30 bin insanı katlederken o ilişkileri görmezlikten geldiniz. Bu ülkede yönetimde söz ve karar sahibi olanlar sürekli o politikaları görmezlikten geldi. Bakın, orada yaşayan Kürtlerin kimlikleri bile yoktu, bir gün dönüp dediniz mi: “Yahu, orada bizim kardeş halkımız yaşıyor, bunların kimlikleri yok. Yok hükmünde sayılıyorlar.” Asla bir gün böyle bir şey demediniz.

Türkiye’ye geldiğinde Esad’ın nasıl karşılandığını hep biliriz. Boğaz turlarını, teknelerle, aile boyu, Sayın Başbakan ile Esad’ın ailesi bir bütün olarak, nasıl konukseverliğin evrensel yasalarının uygulandığına hep tanıklık ettik. O ikili sohbetlerde de neler yapıldığını hep gördük. Esad’ın bir danışmanı aynen şöyle söylüyor: “Sayın Başbakan Esad ile görüşürken ‘Aman dikkatli olun, sizin başınıza oradaki Kürtler bir felaket getirebilir.’ “ Bunu söylüyordu onlara.

Bakın, bu resim Boğaz’da çekilen bir resimdir, Sayın Başbakan ile Esad’ın baş başa olduğu, Boğaz turu yaptıkları bir dönemdedir. Yani daha bir yıl önceydi bunlar. Ne oldu, ne değişti? Değişen tek bir şey vardır, emperyal güçler size bir rol verdiler, bir görev verdiler. Orta Doğu yeniden dizayn edilecek ve bu dizaynda size bir rol verildi ve siz bu rolü üstlendiniz. Asıl sorun burada başlıyor.

Bugün gazetede eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın bir açıklaması var. Sizin eski Bakanınız diyor ki: “Başbakanımız bu kadar yakın bir dostunun kendisini hayal kırıklığına uğrattığını gördü ve üzüldü. Esad’ı bundan dolayı kolay kolay affetmeyecek.” Acaba nedir bu? Yani Esad’la konuşup da hayata geçmeyen? Bizim aklımıza şu geliyor: Orada yaşayan 3 milyona yakın Kürt bir statü sahibi olacaktı. Esad’ın onlarla ilgili görüşmeleri vardı ve -o Kürtlerle ilgili- Kürtler orada demokratik özerkliği hayata geçirecekti. Acaba bundan dolayı mıdır ki Esad, Sayın Başbakanı hayal kırıklığına uğrattı? Bu söz bana ait değil, bu söz, partinizde Dışişleri Bakanlığı yapmış bir şahsa aittir ve dönüp şöyle diyor: “Türkiye Araplarla hareket ederse Arap’ın Arap’a yaptığını Suriyeliler unutur ama asla Suriyeliler Türkleri affetmezler.” Yaşar Yakış yani eski Dışişleri Bakanı bunu açık bir şekilde söylüyor ve diyor ki: “’Esad bir yıl içinde gider.’ diyen kimseyle bahse girmem.” Bunu da sizin partinizde milletvekilliği ve bakanlık yapmış bir arkadaşımız söylüyor.

Sayın Bakan, şimdi, Esad rejiminin bu kadar sabıkalı olduğunu hepimiz biliyoruz, oradaki halklara ne kadar zulüm politikası uygulandığını da biliyoruz ve oradan gelenlere sizin konukseverliğin evrensel yasalarını nasıl uyguladığınızı da biliyoruz ve yapılmalıdır da yani bize sığınan kimse, bir ekmeğimiz varsa onlarla bölüşmeliyiz ve paylaşmalıyız. Ama oradan, Suriye’den gelenler için sizin yaptığınız dizayn… Bakın, bunlar yapılması gereken ama sizin ülkenizde, Van depreminde yaşayan vatandaşlarınızın da kaldığı alan da bu. Kendi vatandaşlarınıza 1990 depreminden Gölcük’ten kalan o derme çatma barakaları götürüp kurdunuz ama Suriye’de modern bir alan açtınız. Yapılması gereken bu ama vatandaşlarınızı da yok hükmünde saymamalısınız.

Şimdi, siz eğer Orta Doğu’yu yeniden birlikte dizayn edecekseniz, ilk önce kendi sorununuzu çözeceksiniz. Evet, Orta Doğu yeniden dizayn ediliyor ama Orta Doğu dizayn edilirken Kürt sorununu görmezlikten gelemezsiniz. Siz, gidip emperyal güçlerle Kürt sorununu konuşuyorsunuz ama burada asıl sorunun sahipleri gidip konuştuğunda da kıyametleri koparıyorsunuz. Size ne kadar haksa, birinci derecede bu sorunun sahipleri de gidip Amerika’da, Avrupa’da, Avrupa Parlamentosunda ve Avrupa’nın başkentinde bu sorunu konuşma hakkına sahiptirler ama altını çizerek de söylüyoruz, konuşmalıyız, tartışmalıyız herkesle ama sorunun çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve Türkiye coğrafyasıdır. Sizin bu sorunu çözecek muhataplarınız da bellidir. Bu sorunu çözerken dışarıdan bir güç, bir destek aramaya gerek yoktur. Çok yakın bir tarihte, burada, Irak Federal Bölgesi’nin Başkanı geldi, ağırlandı. Sayın Mesut Barzani bir Peşmerge komutanıydı, elinde silah, Kürdistan dağlarında Saddam faşizmine karşı mücadele ederek özgürlüklerini kazandılar ve silahlı bir Peşmerge’ydi, bugün Cumhurbaşkanı nezdinde kabul ediliyor Türkiye Cumhuriyeti’nde, önemli bir gelişmedir. Hemen arkasından Sayın Başbakan kabul ediyor, önemsiyoruz. Dışişleri Bakanımız kabul etti, önemsiyoruz ama asıl, sorunun sahipleriyle görüşmelisiniz, yoksa kumdan kalelerin felakete sigorta oluşturmadığını hayat hepimize gösterdi. Şimdi, o dönemde yani Kürdistan dağlarında elinde silah olup Saddam rejimine karşı savaşıp özgürlüklerini kazananlarla Türkiye’deki Kürtlerin sorununu çözmeye katkı sunmak, evet, biz bunu önemseriz. Sayın Mesut Barzani’nin de, Sayın Talabani’nin de soruna katkı sunması gerektiğini söylüyoruz ama asıl sorunun sahipleri buradadır. Bu sorunun sahipleriyle oturup konuşmak sizin görevinizdir, yani Suriye’den daha çok acildir. Eğer iç barışınızı sağlarsanız bu ülkede özgürlükleri hayata geçirebilirsiniz ama iç barışınızı sağlamadan dünyanın dört bir tarafına özgürlükler götüreceğinizi söylemenize kimseyi de inandıramazsınız, siz de buna inanmazsınız. Onun için, yeni bir anayasa ve yeni bir toplumsal sözleşmede, hakları gasbedilen bu insanların hakkını, hukukunu yerli yerine oturtmak  zorundasınız. Yani Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan, Kürtlerin coğrafyasına sınırlar koyan o emperyal güçler, Suriye’den başlayan, İran’dan, Irak’tan ve Türkiye’ye kadar gelen o süreçte bir halkın hakları gasbedildi. Şimdi o hakların iade edilme süreci başladı. Irak’ta federal bir Kürt cumhuriyeti orada kuruldu ve orada, evet, Türkiye'nin ilişkileri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sakık, Buyurun.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Bu ilişkilerin sürmesi bizi sevindiriyor. Yani Irak’taki bu insani ilişkiler, evet, bizi umutlandırıyor ama Suriye’de de böyle bir gelişimin, böyle bir sürecin başladığını hep birlikte görüyoruz. Keşke siz daha önce Esad’la yaptığınız görüşmelerde şunu söyleyebilseydiniz: “Ya orada bizim 3 milyon kardeşimiz yaşıyor. Onların demokratik haklarını ne zaman hayata geçireceksiniz?” Bunu söyleyebilmiş olsaydınız Türkiyeli Kürtlerin yüreğini de fethederdiniz ama sizin aklınızda asla böyle bir proje yok. İran’da da aynı gelişmeler var. İran Kürdistan’ında da Kürtler bir Kürdistan bölgesinde yaşıyor, onlar da özgürlüklerine doğru hızlı adımlarla ilerliyorlar ve biz Türkiyeli Kürtler açık ve net olarak söylüyoruz, her seferinde de buraya geldiğimizde de yüksek sesle seslendirdik. Biz kaderimizi Türkiye halklarıyla bileştirdik ve birlikte yaşamak istiyoruz, ortak vatan şiarıyla yeni bir anayasada kendimizi görmek istiyoruz. Türkiye'nin şu an yapması gereken asıl budur yoksa Türkiye'nin emperyal güçlere ve emperyal taleplere alet olmaması gerektiğini söylüyoruz. Türkiye komşularına saygı ilişkileri içerisinde olmalıdır, komşularıyla iyi ilişkiler içerisinde olmalıdır yoksa Türkiye'nin bir Sünni cephe oluşturmak gibi bir görevi yoktur. Yani şu anda, Irak’taki, Irak’la çatışmanın nedeni, Sünni bir güç yaratıp yaratamadığı içindir Türkiye'nin rahatsızlığı. Suriye’deki asıl sorun, oradaki Sünni gücü yaratamadığı içindir ki Türkiye'nin rahatsızlığı. Bence Türkiye, bunlardan bir an önce kendisini arındırmalıdır ve Türkiye, bakın…

2 gazeteci arkadaşımız kırk beş gündür yok, Suriye’deler ve Suriye’nin bu konuda Türkiye’yi bilgilendirmediğini ve ailelerin ne kadar büyük bir sıkıntı içerisinde olduğunu görüyoruz. 1 İsrailli askerin esir alınmasından dolayı Türkiye'nin nasıl arabuluculuk yaptığını gördük. Peki siz, 2 tane gazeteci kardeşimizle ilgili neden bir çaba içerisinde olmadınız, bu insanlarla ilgili bir diplomatik ağ geliştirmediniz? Ve yine, bu ülkede alıkonulan 2 tane uzman çavuş, 1 kaymakam adayı, 1 polis memuru ve yine 1 uzman çavuş bir yıldır kayıp. Bu insanlar bu ülkenin insanları değil mi? Adalet ve Kalkınma Partisi bu konuda bir tek çaba içerisine girmedi. Bu belki açık da yapılmayabilirdi, bunu şöyle yapamaz mıydınız: Sayın Mesut Barzani buradaydı, görüşüp yani şu insanların ailelerine kavuşması için bir çaba içerisinde olamaz mıydınız? Ama sizin sorununuz insanlarla ilgili değil.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) – Niye siz yapmıyorsunuz? Siz de gidin.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, biz, üzerimize düşeni yaptık, yapıyoruz da. Sivil toplum örgütleri, vicdan sahibi olan herkesin bu konuda nasıl çaba sarf ettiğini, eğer biraz dönüp medyaya bakarsanız görürsünüz. BDP’nin bu konudaki çağrıları ne noktada oldu, bunları hep birlikte görürsünüz ama bizim dışımızda siz de yaşıyorsunuz ve siz iktidarsınız. İktidar olanların bu talepleri daha çok yüksek sesle seslendirme hakkı vardır. Çok insani bir talebi bile söylerken hemen yerinizden laf atmaya çalışıyorsunuz. Acaba, bu çocuklar sizin çocuklarınız olmuş olsaydı çok rahat bir şekilde burada oturur muydunuz? Ama bir miktar da empati yapmalısınız.

Ya şimdi, ben, Türkiye'nin bir an önce gerçekten emperyal taleplerden vazgeçerek, kendi iç barışını dizayn ettiği bir sürece başlaması gerektiğini düşünüyorum. Ve Türkiye’nin Suriye’yle de, İran’la, Irak’la dostane ilişkilerin ve AKP’nin sürekli seslendirdiği sıfır noktadaki sorun konusunda bu politikanın arkasında durması gerekir ve halkların oradaki iradesine asla gem vurmamalıdır. Halklar kendi kaderini ve kendi geleceğini birlikte inşa etmelidir. Halkın iradesine herkesin saygı göstermesi gerektiğini düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

AK PARTİ Grubu adına Ömer Çelik, Adana Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Çelik.

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Kuşkusuz, Suriye konusunda en çok gündeme getirilen olaylardan bir tanesi AK PARTİ Hükûmetinin ve AK PARTİ’nin kendisinin daha önce Esad’la niçin bazı görüşmeler yaptığı, belli bir yakınlık içerisinde olduğu, bugünse neden Türkiye'nin Esad rejimine muhalif bir pozisyona geldiği noktasındadır. Bunun sebebi aslında çok açıktır. “Aceleci mi davrandı?” sorusunun cevabı da burada gizlidir. Açık bir şekilde, 2003 yılından itibaren, AK PARTİ iktidara geldiğinden itibaren Hükûmetimizin kendisini bölgeden izole etme gibi bir politikası hiçbir zaman olmamıştır. Bölgede etrafımızda olaylar gelişirken hiçbir şekilde bunlara tarafsız kalma şeklinde bir tutum izlememişizdir. Bu bakımdan da Büyük Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesinin Türkiye’deki yorumlanışının her zaman yanlış olduğunu düşündük. Yurtta sulh, cihanda sulhu tesis etmek için etrafınızdan izole olamazsınız, etrafınızdaki olayları görmezden gelemezsiniz.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Savaş, zorunlu olmadıkça cinayettir.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Yurtta sulhu da sağlamak için, cihanda sulhu da sağlamak için…

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Savaşmak mı lazım?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …yapmanız gereken şey, barış konusunda proaktif olmaktır. Barış konusunda proaktif olmazsanız başkalarının savaşına teslim olursunuz.

Şimdi, Suriye konusunda Türkiye dört aşamalı bir plan takip etmiştir ve dördüncü aşamasına gelinmiştir bunun.

Birinci aşamada, Suriye rejiminin içerisindeki sıkıntılar görülerek, Suriye rejiminin her zaman için bölge barışını tehdit eden bir unsura dönüşme ihtimali gözükerek Türkiye ülkesel bir inisiyatif geliştirmiştir. Sayın Bakanımızın baş danışmanlığı döneminden başlayarak Sayın Başbakanımızın talimatlarıyla bu görüşmeler hızlanmış…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Senin Başbakanının aklı neye erer ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - …Suriye rejimine sürekli olarak şu telkin edilmiştir: Bass rejiminin tekeline son vermesi gerektiği, olağanüstü hâli kaldırması gerektiği, siyasi mahkûmlara af çıkarması gerektiği ve demokratik reformları yapması gerektiği söylenmiştir ve Esad, bütün bu taleplere karşılık bu adımları atmak istediğini söylemiştir.

Türkiye’nin çabalarının yoğunlaşmasıyla, esas Arap devriminin başladığı, Hamas’ın 2005 yılında seçimler yoluyla iktidara gelmesinden sonradır. Çünkü, bölgedeki bir direniş örgütünün, bir silahlı örgütün seçimler yoluyla iktidara gelmesi demek, bölgedeki bütün denklemin değişmesi demektir, bölgede halkların bölgenin kaderine el koyması demektir. Bunun da açık anlamı şudur: Uluslararası politika literatürü açısından, bölge halkları, bölgede kurulmuş olan Camp David düzenine son vermeye karar vermiştir. Camp David düzeni sona ermektedir. Bölge halkları, devletlerini yeniden dizayn ederek kendi kaderlerine el koymaya çalışmaktadırlar. Esad bütün bu tekliflere olumlu karşılık vermiştir.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da ölenleri gördük.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - 2005’te Hamas’ın göreve gelmesinden sonra kendisine demokratikleşme konusundaki telkinler artırılmıştır. Türkiye’ye bu konuyla ilgili olarak sürekli olarak olumlu yaklaşımda bulunmuştur, fakat Türkiye’den teknik yardım istemiştir. Türkiye bu teknik yardımları göndermiştir…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangi bölge halkı kendi kaderini tayin edecek?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - …fakat olaylar başladığı andan itibaren, Esad reform sürecine dönük ilgisini birden bire sona erdirmiş ve tıpkı babasından kalan miras gibi silaha sarılmıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen Suriye’ye kimi gönderiyorsun?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Silaha sarılmasından sonra doğal olarak Suriye halkının yanında ahlaken, siyaseten, dinen ve kardeşlik gereği yer alması gereken Türkiye Suriye halkının yanında yer almıştır ve Esad rejimine dönük olarak uyarı aşamasına geçmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Halk birbirini öldürüyor ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Uyarı aşamasından itibaren Türkiye ülkesel inisiyatiften bölgesel inisiyatife geçmiştir. Arap Birliğinin geliştirdiği inisiyatife destek vermiştir. Nedir bu inisiyatif? Esad’ın halkını katletmesine son vermesi ve kendi ülkesinde reformları gerçekleştirmesi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Türkiye’de diktatörlük yok mu? AKP diktatörlüğü…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Arap Birliğinin inisiyatifine son vermesinin neticesinde Arap Birliği de buna duyulan memnuniyeti sürekli olarak dile getirmiştir. Nitekim, burada “Arap toprağı, Arap ideolojisi, Arap devletlerinin birliği” üzerine konuşmalar yapıldı, Türkiye'nin bütün bu Suriye politikasına dönük olarak Arap Birliğinin tavrı her zaman olumlu olmuştur. Fakat Arap Birliğinin çabalarının sonuç almaması üzerine Türkiye üçüncü bir aşamaya geçmiştir, bu da “küresel inisiyatif” aşamasıdır. “Küresel inisiyatif” aşamasında ise Arap Birliği planının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde kabul edilmesi için Türkiye çaba göstermiştir.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Rusya’nın isteğiyle kabul edildi Annan Planı, Arap Birliğinin esamesi okunmuyor.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Birleşmiş Milletlerde 137 tane ülke Suriye’yi kınamıştır fakat Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Çin’in ve Rusya’nın vetosu yüzünden bu çaba sonuçsuz kalmıştır.

Netice itibarıyla, o zaman Hükümetimiz şöyle bir açıklama yapmıştır: “Biz Suriye konusundaki politikamızda ısrarlıyız, yegâne zemin de Birleşmiş Milletler değildir.” denmiştir. Bundan sonra “Suriye’nin dostları” dediğimiz inisiyatif kurulmuştur.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Fransa, Suriye’nin dostu mu ya? Lütfen yani…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Suriye’nin dostları” inisiyatifinin ikinci toplantısı -bilindiği gibi- İstanbul’da yapılmıştır.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sarkozy Suriye’nin dostu mu oldu?

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Savaşa mı gidiyoruz? Sen onu söyle.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – İstanbul’da yapılmasının temel sebebi, Suriye’nin halkını temsil eden örgütlerin İstanbul’u tercih etmesidir ve Türkiye'nin buna destek vermesidir. Bu toplantıda çıkan sonuç bildirgesinde, ev sahibi olarak Türkiye'nin hazırladığı sonuç bildirgesinde Esad rejimine karşı güçlü bir mesaj verilmiştir ve bu mesajın neticesi olarak ilk defa Suriye’deki ulusal konsey Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanınmıştır. Bundan sonraki aşamada geldiğimiz noktada küresel sistem, Rusya ve Çin de dâhil olmak üzere, yine “Suriye’nin dostları” toplantısında çıkan bir sonuç olarak Annan Planı’na destek verilmiş ama Türkiye'nin çabasıyla Annan Planı bir takvime bağlanmıştır. Bu takvime bağlanmanın arkasından Rusya ve Çin de bu sefer Annan Planı’na destek vermek suretiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bütün üyeleri bu plan çerçevesinde Suriye’yi silahları durdurması konusunda bir inisiyatifle karşı karşıya bırakmıştır. Bugün gelinen noktada Suriye’de silahlar durmamıştır ve Türkiye bu inisiyatifine devam etmektedir.

Bakın ben, AK PARTİ adına şunu çok açıkça söylüyorum: Eğer halk katlediliyorsa, Suriye’de kardeşlerimiz katlediliyorsa ki orada da çift taraflı bir  katliam yoktur, çete hâline dönmüş bir rejimin katliamı vardır.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Orada terör saldırısı var, terör saldırısı!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Oradaki ekonomik çıkarlarımızı da, oradaki stratejik çıkarlarımızı da düşünmeyiz, her türlü bedeli göz önüne alırız, Suriye halkının yanında yer alırız, ekmeğimizi de paylaşırız, suyumuzu da paylaşırız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ne alakası var?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yazık, yazık… Senin görevin ülke menfaatlerini düşünmek.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ayrıca, Suriye’de çift taraflı çatışma olduğu, Suriye’de rejimin katliam yapmadığı…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen nerenin Meclisinde konuşuyorsun?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …Suriye’de rejimin karşısında El Kaide’nin bu katliamları yaptığı şeklindeki açıklamayı ilk yapan kişi Beşar Esad ve Dışişleri Bakanı Velid Muallim’dir.

OKTAY VURAL (İzmir) – ABD Kongre üyesi misin ya?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Hiçbir Arap ülkesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin hiçbir üyesi…

OKTAY VURAL (İzmir) – İsrail’in güvenliği için yaptığınızı niye itiraf etmiyorsunuz ha?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …Suriye’de El Kaide’nin ya da başka terörist örgütlerin Suriye rejimiyle karşılıklı bir iç savaş içerisinde olduğunu iddia etmemektedir.

OKTAY VURAL (İzmir) – İsrail’i koruma kollama görevi size mi düştü?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Biz, bu sözleri bir tek Türkiye’de duymaktayız. Suriye’de rejim ve rejimin karşısındaki bir gücün karşılıklı olarak çatıştığı şeklindeki iddia, sadece Türkiye'nin içinde Rusya tarafından ve Suriye Devlet Başkanı ve Suriye Dışişleri Bakanı tarafından ilan edilmektedir.

OKTAY VURAL (İzmir) – İsrail sizinle gurur duyuyor!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Eğer bu kadar meşru durumdaysa…

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Şu anda MİT ajanları yakalanmış…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …Suriye’deki rejim gerçekten samimiyse o zaman şunu yapardı: Silahları durdururdu “Ben kendime güveniyorum.” derdi ve seçime giderdi, sandığa giderdi. Niye buna cesaret edemiyor?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sana ne kardeşim, başka bir ülkeden sana ne ya?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, askerî açıdan size şunu sorayım: Şimdi, biraz evvel burada “Irak’ta şunlar olurken sesinizi çıkarmıyorsunuz.” diyenler, “Dünyanın şurasında şu oldu, Irak’ta şu kadar insan öldürüldü sesinizi çıkarmıyorsunuz.” diyenler, bugün diyorlar ki: “Suriye konusundan size ne?” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 

Biz o zaman da söyledik, biz, Beyrut’un, Bağdat’ın, Bosna’nın kaderiyle ilgilenirken, Bakü’yle ilgilenirken, dünyanın her tarafındaki kardeş coğrafyaların kaderiyle ilgilenirken burada şunlar söylenmişti...

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Delikanlılığını Karabağ için niye göstermedin? 

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Buradaki oturumlarda bazı genel başkanlar tarafından şu söylenmişti: “Türkiye'nin bu kadar iç problemi varken bizim ne işimiz var bu dış ülkelerde? Beş saat uzaklıktaki, sekiz saat uzaklıktaki yerlere gidiyorsunuz da ne yapıyorsunuz? Türkiye'nin bu kadar problemi var.” denilmişti. Biz de şunu söylemiştik: “Artık dünya yeni bir dünyadır, Beyrut’un kaderi Ankara’nın kaderinden farklı değildir, Bağdat’ın kaderi Diyarbakır’ın kaderinden farklı değildir, Bosna’nın kaderi İstanbul’un kaderinden farklı değildir.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Günaydın, günaydın, yeni mi uyandınız?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakü’nün kaderi Erzurum’un kaderinden farklı değildir.” demiştik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bugün gelinen noktada “taşeronlukla” suçlayanlar şunu bilsinler: Asıl bugün, Batı’lı güçler ve emperyalist güçler Suriye’de Esad rejiminin gitmesini istemiyorlar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Mahir Bey, kılavuzun değişmesi lazım. Kılavuzu değiştirmek lazım. Yanlış kılavuz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Niçin biliyor musunuz? Nasıl ki Mısır’da Mübarek’siz bir Mübarek rejimini devreye sokmak istiyorlar Suriye’de de Esad rejiminin gitmesini istemiyorlar, zayıflamış bir Esad’ın kalmasının Camp David düzenini sürdürmek bakımından kendi lehlerine olduğunu düşünüyorlar.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ortak Bakanlar Kurulu yapıyordunuz Sayın Çelik.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bugün asıl taşeronluk konusunda dikkat etmesi gerekenler Esad rejimine meşruiyet üretmeye çalışanlardır. Esad rejiminin karşısında olan Türkiye, burada, Batı’daki bazı grupların bölgede mikro devletler yaratma, bölge halklarını etnik ve mezhebi temelde birbirine düşürme oyunlarına karşı Suriye halkının birliği, bütünlüğü ve istiklalinden yana çabalarını sürdürmektedir.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Sen ülkenin birliğine, bütünlüğüne çalış.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, Orta Doğu’yu bugün dışarıdan hiç kimse dizayn etmiyor.

OKTAY VURAL (İzmir) - Madem müdahale etmek istiyorsun getir tezkereni. Niyetin müdahale etmekse tezkereni getir.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Orta Doğu’nun dışarıdan dizayn edildiğini söylemek Orta Doğu halklarına hakarettir. Halklar kendi kaderlerine el koyuyorlar. Bir halkın yüzde 90’ı dışarıdan dizayn edilemez. Bir halkın yüzde 50’si, yüzde 60’ı, yüzde 70’i namluların  önüne çıkıp da…

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -  Sayın Çelik buyurun.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - … bu silahlara direniyorsa o halkın direnişi meşrudur. Önce kamplar yapıldı sonra Suriyeliler getirildi iddiası söyleniyor. Bu da yalandır; bu, Velid Muallim’in iddiasıdır.

OKTAY VURAL (İzmir) - Asker göndermeye niyetiniz varsa getirin tezkereyi, name yapmayın.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Suriyeli kardeşlerimiz devletimizin korumasına, milletimizin alicenaplığına sığınmıştır, başımızın üstünde her zaman yerleri vardır.

Nitekim burada yine yanlış bir iddia dile getirildi. Ahmedinejad’ın Başbakanımızı beklettiği ve bir gün sonra kabul ettiği. Bu külliyen yalandır. Sayın Ahmedinejad Türkmen heyetiyle görüşürken rahatsızlandı, bu görüşmeden sonra Sayın Başbakanımızla görüşmesi vardı. Onun üzerine görüşme ertelendi.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - İyi uykular çocuklar, iyi uykular. Tatlı rüyalar çocuklar, tatlı rüyalar.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Fakat bizdeki arkadaşlarımız, dış politikayı haber ajanslarından takip ettiği için, Fas Haber Ajansı bunu akşam saat 20.00’de geçince o saatte oldu zannettiler ve bunu Türkiye’ye tavır olarak gördüler.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Sen bile inanmıyorsun.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Biliyorsunuz İran Devletinin en yüksek makamı Velayeti Fakih makamıdır. Velayeti Fakih, Ayetullah Hamaneyn Sayın Başbakanımızı en üst düzeyde kabul etmiştir ki cumhurbaşkanlığından da üstünde bir makamdır. Dolayısıyla, Sayın İran Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına gösterdiği saygı yüzünden de ayrıca teşekkür ederiz. Başbakanımızı arabasının kapısına kadar gelerek karşılamıştır. Öyle bir şekilde görüşmenin ertelenmesi diye bir şey söz konusu değildir.

Şimdi bizim yaptığımız şey Suriye’ye düşmanlık değildir. Biz Suriye halkına kardeşlik yapıyoruz, onun için Suriye rejimine karşı geliyoruz.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – O zaman savaşı desteklemeyin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, devlet güçlerinin bu şekilde öldürmesi… Bizim grubumuzda da vardır, diğer gruplarda da eminim vardır; Lazkiye’de akrabası olanlar, açsınlar telefonu, Lazkiye’ye sorsunlar. Bu nasıl bir rejimdir ki savaş gemileriyle Lazkiye’yi bombalamıştır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalan! Yalan!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Şimdi deniyor ki bunu bütün dünya kabul ediyor, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 137 ülkesi kabul ediyor, bütün dünya görüyor, bir tek “Yalan.” diyen Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkıyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Durum bu kadar vahimse asker gönderme tezkeresi getirin.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalan! Yalan!

BAŞKAN – Sayın Serindağ, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Gelelim diğer bir konuya: Bakın, çok açık bir şekilde şunu söylemek lazım: Burada Kürt meselesiyle ilgili de iddialar gündeme getirildi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Madem durum bu kadar vahim, müdahale tezkeresi getirin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - PKK bir taşeron örgüt olarak Bass rejimine hizmet sunacağını söylemiştir fakat Bass rejimi bunu göze alamadığı için, Türkiye’nin gücünü kudretini karşısına almak istemediği için PKK’nın bu taşeronluğunu reddetmiştir. Suriye’de Kürtlerin şimdiye kadar kimliği yoktur, şimdiye kadar katledilmişlerdir ama Suriye içerisindeki bir grup, bugün, Bass rejimine destek vererek, muhalifleri öldürmek üzere, Bass rejiminin lejyoneri olarak Suriye halkına silah çekmektedir. Dolayısıyla Kürt meselesini ele alırken bunu böyle monolitik bir mesele olarak ele alıp, sanki Suriye’deki Kürtler… Oradaki Demokratik Birlik Partisi hariç hiçbir güç PKK’dan yana değildir, PKK’nın orada Esad rejimiyle iş birliği yapmasına karşılık da Suriye içerisinde ciddi bir tepki vardır.

Son olarak şudur: Aziz millet bizi dinliyor. Şunu soralım: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti bugün bu faaliyetleri yapmaktadır, Suriye halkının yanında yer almaktadır. Biz AK PARTİ olarak buna sonuna kadar destek veriyoruz, bütün gücümüzle destek veriyoruz. Ama şu ana kadar Suriye’deki katliamın durdurulması için konuşan muhalefet sözcülerinden bir öneri gelmiş midir, gelmemiştir? Suriye’de kan akmaktadır, kardeşlerimiz öldürülmektedir.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul)- Suriye’deki kardeşlerimiz ölüyor ama.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Geçen sene o samimi pozlarınız neydi…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Orada kan akıyorsa bu kana biz seyirci kalamayız. Türkiye’yi hiç kimse böyle bir savaşın, Türkiye-Suriye arasında tek taraflı bir savaşın parçası gibi de göstermeye çalışmasın, Türkiye uluslararası toplumla beraberdir. Suriye’deki kardeşlerine karşı Arap Birliğiyle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyiyle, Birleşmiş Milletlerin üyeleriyle birlikte inisiyatif geliştirmektedir. Türkiye savaş değil, bütün bir bölgede, bütün bir Mezopotamya havzasında, bütün komşularında istikrar istemektedir, refah istemektedir, zenginlik istemektedir.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - İstikrar Irak’ta mı kuruldu, Mısır’da mı kuruldu, Libya’da mı kuruldu?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Fakir komşu istemiyoruz, güvenliksiz komşu istemiyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) - Bu kadar vahimse o zaman asker gönderin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bütün komşularımızın zengin olmasını istiyoruz, bütün komşularımızın refah içerisinde olmasını istiyoruz çünkü bizim anlayışımız Orta Doğu’daki klasik ezberi bozmuştur. Orta Doğu’da komşunu zayıflat, komşunu fakirleştir, komşunun istikrarsızlaşmasını sağla, oradan güç devşir dönemi Türkiye’yle bitmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Mesela, Irak’ta Maliki’yle niye görüşmüyorsunuz?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bizim yeni Orta Doğu perspektifimiz de budur. Komşularımız da güçlü olacak, biz de güçlü olacağız.

Maliki meselesi ise şudur: Maliki meselesi, bir Sünni Şii cepheleşmesi değildir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Maliki’yi siz ağırladınız ya.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Daha geçen hafta Irak’ın en büyük Şii grubu Ammar El Hekim grubu, AK PARTİ’nin misafiri olarak AK PARTİ’den eğitim almak üzere Türkiye’de bizim misafirimizdi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Siz ABD’ye göre dost-düşman değiştiriyorsunuz ya. ABD’ye göre pozisyon oluşturmayın.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bugün Kuzey Irak’taki Kürtler, Ammar El Hekim grubu olmak üzere Şiiler, Türkmenler ve yine Sadr grubu olmak üzere Şiiler, kendisinin Şii olduğunu söyleyen Maliki’ye karşıysa bu bir mezhep meselesi değildir.

OKTAY VURAL (İzmir) - Kılavuzu değiştirin, yanlış. Bakın, söylüyorum.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ayrıca, Maliki gibi bir diktatörü savunmak da Türkiye Büyük Millet Meclisindeki herhangi bir sözcünün işi değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Maliki, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı saygılı ifade kullanmak zorundadır.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sizin sayenizde saygı mı kaldı Türkiye’ye?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Yüce Meclisten de Maliki’nin kınanması, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin arkasında durulması gibi bir tavır beklenir.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sizin vebalinizdir.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Dolayısıyla, biz, Suriye konusunda sonuna kadar kardeşlerimizle ekmeğimizi bölüşmeye, suyumuzu bölüşmeye, onların kanının dökülmesine, durmasına dönük olarak elimizdeki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER ÇELİK (Devamla) - ...bütün imkânları kullanacağız, bu imkânlarımızı sonuna kadar sürdüreceğiz.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, tutanaklar geldi mi? İnternet’e düştü, tutanakların hiçbiri gelmedi herhâlde daha? Tutanaklar İnternet’e düşmüş de acaba size gelmedi mi?

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, tutanaklar bize geldi efendim. Sayın Bakanın da sataşma nedeniyle talebi var ancak bir konuşmacımız kaldı, zaten öyle söyledim ben.

OKTAY VURAL (İzmir) – Biz sataşmadık, eleştirdik efendim.

BAŞKAN - Sayın Tüzel’e de söz verdikten sonra değerlendireceğiz.

MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Bakana kim sataştı?

BAŞKAN - Grubu bulunmayan milletvekili adına Abdullah Levent Tüzel İstanbul Milletvekili.

BAŞKAN - Buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

MUHARREM VARLI (Adana) – Böyle muhterem bir bakana kim sataşmış? Dilini kopartırım.

BAŞKAN – Efendim, o sizin yüksek takdirleriniz.

MUHARREM VARLI (Adana) – Sağ olun Başkanım, teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşsa sataşsa Clinton sataşmıştır.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Diğer vekillere olduğu gibi bana da beş dakika ek konuşma hakkı vereceksiniz zannediyorum.

Sözlerime başlıyorum.

Evet, burada Hükûmet adına ve AK PARTİ Grubu adına konuşmacıların heyecanlı söylemlerini işittik. Açıkçası benim ülkemiz adına, bölge halkları adına kaygım daha fazla arttı. Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanı “Dış politikada ne yapılmak isteniyor, anlaşılmıyor.” diyerek bizi de âciz olmakla itham etti ama biz tabii ki âciz değiliz, ne yapılmak istendiğini gayet iyi anlıyoruz ama ne yazık ki bu politikalar Türkiye Hükûmetini, Türkiye halklarını zora ve âciz bir pozisyona sokacaktır.

Şimdi, bir defa, öncelikle şunun bilinmesini istiyoruz ki Türkiye halkları, emekçileri bölge halklarıyla, Suriye, Irak, İran halklarıyla bir kapışmaya, bir çatışmaya kesinlikle izin vermeyecektir. AKP Hükûmeti o 2003 yılından bu yana izlediği politikanın adını “aktif dış politika” olarak koydu ve bu politikanın adı da emperyalist, yayılmacı, âdeta Amerika’nın atına binip Osmanlı’nın kılıcını sallamak diye tabir edeceğimiz bir politika ama bu politikada hayır yok, bu politikada Orta Doğu’ya özgürlükler getirmek, barış getirmek, kanı durdurmak falan yok, öyle olsaydı çoktan olurdu. Yani Dışişleri Bakanının burada büyük bir hezeyanla ve heyecanla “Yeni Orta Doğu oluşuyor, doğuyor ve biz bunun öncüsü olacağız.” sözlerini duymak, çok açıkça, bu politika burada söylenmekten çekinilse de emperyalist bir politikadır, taşeron bir politikadır, maceracı bir politikadır, çok açık bir şekilde yayılmacılıktır. Bu yeni Orta Doğu’da yani mezhep çatışmaları üzerinden buraların kışkırtılarak burada yeni sınırlar ve ülkeler belirlemek adına oluşacak bir dizayn ve biçim verme şeklinde Türkiye'nin rol oynaması çok açıkça burada bölge halklarına, ülkemiz halklarına da kötülük yapmak anlamına gelecektir.

Şimdi, Irak’a barış ve eşitlik geldi mi, özgürlük geldi mi? En son Libya’ya yapılan müdahaleden sonra burada kaos gitti, yerine düzen mi geldi, istikrar mı geldi? Şimdi, bütün bunları gören komşu ülke yöneticileri de haklı olarak kaygı duymakta ve -biraz önce adı geçti yine- Başbakan Maliki en son konuşmasında “Türkiye bölgede herkese düşman ülke hâline geliyor.” demektedir.

Şimdi, Dışişleri Bakanına da, Başbakana da, AKP Grubuna da, değerli milletvekillerine sormak gerekiyor, madem bu kadar insan haklarından yana bu kadar bu gelişmelerden kaygı duyuluyor, halkların derdine düşülüyor, neden Bahreyn’deki halk ayaklanmasının bastırılmasına, hem de Suudi askerlerce bastırılmasına karşı çıkmıyorsunuz? Bakın, gelişmeler son derece tehlikelidir. Türkiye devleti bölgede yalnızlaşmaya devam etmektedir. Göz konulan topraklar ve ülke yönetimleri, onlar Suriye, Irak, İran birbirlerine yakınlaşmakta ama Türkiye’ye uzaklaşmaktadırlar.

Şimdi burada değerli konuşmacı diyor ki: “Suriye halkına borcumuz; ahlaken, dinen, vicdanen, kardeşlik adına borcumuzdur, bütün bunlar bunun adına yapılmaktadır.” Yani “Özgür Suriye Ordusu” adı altındaki halktan destek görmeyen çeteci bir oluşuma yapılan destek bunun adına mıdır ya da Irak’ta çok açık suçlanan, aranan bir Sünni lider Haşimi’ye sahip çıkmak bunun adına mıdır? Ya da Başbakanın, Şam’ı, Bağdat’ı zorba rejimler olarak ilan etmesi; bu nasıl olabilir? Bunu, burada ben ya da herhangi bir milletvekili söyleyebilir, nihayetinde bu bir görüştür ama bu ülkeyi yöneten Başbakan söylediğinde, bu çok açık bir şekilde dış politikada “O ülkeleri hedef göstermek, o ülkelere savaşacağını söylemek.” demektir. Buna ne Başbakanın ne de hiçbir Hükûmet yetkilisinin hakkı yoktur. Dolayısıyla, bunlar son derece tehlikeli, zararlı, çok açık maceracı politikalardır. Başbakan, âdeta ayakları yerden kesilmişçesine halkları tehdit etmekte, komşu ülkeleri ha bire tehdit etmektedir; NATO’yla, 5’inci maddeyle, güçlü silahlı kuvvetleriyle ha bire tehdit etmekte ama ondan sonra biz şunu da hatırlıyoruz: Başbakan bu ülkede yönetime başladığında ne dedi, hep önümüze neyle çıktı? “Biz dinsel, bölgesel, etnik –milliyetçilik- ayrımcılık yapmayacağız.” dedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tüzel, buyurun.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) – Peki, Suriye’de, Irak’ta Sünni tabanı, halkı desteklemek adına, onlara yönetimde pay biçmek adına buradaki mezhepsel gerginlikler üzerinden dış politikasını inşa etmek. Bu nasıl bir çelişkidir? Bunu nasıl izah edecek Hükûmet, Başbakan ve Dışişleri Bakanı? Dolayısıyla, sizin yürüttüğünüz dış politikanın adı, çok iyi biliyoruz ki bu mezhep çatışmaları üzerinden buraların bölünmesine, yeniden şekillenmesine ortak olmak demektir.

Ha, bir de tabii ki şu var ki, bütün bunlar ne için yapılıyor? Sadece Amerika’nın, NATO’nun isteklerini yerine getirmek, emperyalist planlara bağlanmak da değil, ülkemizin hayli birikmiş sorunlarını, halkımızın ezilmişliğini, sömürülmüşlüğünü, açlığını, yoksulluğunu, bütün peş peşe gelen zamları, her gün iş cinayetlerini, kadın cinayetlerini, istismarı, ayrımcılığı, bütün bunların üzerini örtmek içindir. Evet, şimdi o komşu ülke halklarının yöneticileri diyorlar ki, bugüne kadar söyledikleri şey: “Sizin bu yaptığınız açıktan iç işlerimize karışmaktır. Bunu yapmayın.” diyorlar ama yarın bu devam ettiği sürece diyecekler ki: “Dönün, kendinize bakın.” Evet, Suriye’de, Irak’ta, bu bölgede, Orta Doğu’da, insan hakları ihlallerini hatırlıyoruz, vicdanen ızdırap duyuyoruz. Peki, Roboski’ye ne diyeceksiniz? Üzerinden tam yüz yirmi gün geçti ve şimdi, orada ölen çocuklardan, on üç yaşında Encü’nün annesi bize geldi, burada söyledi: “Türkiye devleti benim çocuğuma Türkçe kitap verdi, nüfus kâğıdı verdi, kimlik verdi ama adalet vermedi, hâlâ adalet vermedi.” O nedenle, Hükûmet, Başbakan önce kendi ülkesinde adaleti, özgürlükleri, eşitliği, insan haklarını tesis edecek. Önce kendi topraklarımıza, kendi halklarımıza dönüp bakacağız; komşu ülke halklarıyla, topraklarıyla uğraşıp durmayacağız.

O nedenle, değerli milletvekilleri, çok açıkça, bu izlenen dış politika ve özellikle bugün Dışişleri Bakanının ağzından ilan edilmiş yeni birtakım iddialar ve hedefler ülkemizin adım adım daha tehlikeli bir sürece sokulduğunun işaretidir. Bu açık bir saldırgan politikadır ve biz buna izin vermemeliyiz. Biz istiyorduk ki Mecliste açık bir genel görüşmenin yapılması. Ama Dışişleri Bakanı aynı şekilde Hükûmetin izlediği politikayı burada dikte etmiştir. O nedenle, biz, önce, Meclisimiz de, Hükûmet de, Başbakan da kendi ülkemizin sorunlarına gözümüzü dönmek ve kendi ülkemizdeki yangına çözüm üretmek durumundayız.

Şimdi, bildiğiniz gibi 1 Mayısa çok az bir zaman kaldı ve 1 Mayısta sadece işten atmalara, kıdem tazminatının gaspına, iş cinayetlerine, düşük ücretlere, bölgesel ücretlere, ayrımcılığa gibi işçi sınıfının talepleri değil ama aynı zamanda emekçisi, üretici köylüsü, kamu emekçisi, kadını, genci, üniversite hocası, sağlıkçısı, eğitimcisi bütün halkımızın, bütün halklarımızın talebi hâline gelmiş, barış içinde, hem ülkemiz içerisindeki barış içinde hem de komşu ülke halklarıyla barış içinde 1 Mayısta alanlara çıkmak, özellikle bu Hükûmetin uygulamalarından, politikalarından mağdur olmuş, muzdarip olmuş ve talepkâr olmuş bütün halkımızın görevidir diyorum. Savaşı durdurmak -tıpkı 1 Mart tezkeresini engellemek döneminde olduğu gibi 1 Mayısta alanlara çıkarak, bizim kardeşlik çağrılarımızı ifade ederek- Türkiye’de yaşayan Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Arap’ı eşitlik temelinde, anayasal güvence temelinde, kardeşlik temelinde birlikte, bir arada yaşama irademizi en güçlü şekilde bir kez daha Hükûmete duyurmak ama aynı zamanda Amerika’nın taşeronu olmayacağımızı, emperyalist güçlerin isteği doğrultusunda bölgede savaşa koşmayacağımızı da en güçlü şekilde ilan edeceğiz.

Bizim bir sloganımız var. Halkların demokratik kardeşliği olarak her yerde söylüyoruz: “İşçiler birlik olacak, halklar da kardeş olacak.” Türkiye’nin geleceği buradadır. Eğer gerçekten Türkiye bölgede örnek bir ülke olacaksa, model ülke olacaksa, komşu ülke halklarıyla barış içerisinde yaşayacaksa tek çözüm yolumuz, tek izleyeceğimiz dış politika, onurlu, insan haklarına saygılı, haysiyetli politikanın adı budur. Barıştır, kardeşliktir, ortak yaşamdır.

Teşekkür ediyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz.

BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, tutanakları getirttim:

 “Sayın Davutoğlu –Suriye konusunda bugüne kadar izlediğimiz ilkeli tutuma yönelik çeşitli eleştiriler gündeme geliyor: Başkalarının yönlendirmesiyle hareket ettiğimiz, Suriye konusuna fazla müdahil olduğumuz, yalnız kaldığımız, acele ettiğimiz, savaşa sürüklendiğimiz, hatta askerî müdahaleden yana olduğumuz gibi ithamlarla karşılaşıyoruz.

Sayın Uzunırmak - Azarlamayın milletvekillerini!

Sayın Davutoğlu – Bize bu eleştirileri yöneltenler alandaki gerçekleri, zamanın ruhunu ve en önemlisi AK PARTİ iktidarlarının dış politika anlayışını kavramaktan âcizdirler.

Sayın Işık – Irak’taki…

Sayın Davutoğlu – Demokratik işleyiş çerçevesinde, saygıyla karşıladığım bu eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu kürsüden cevap vermek istiyorum.

Sayın Uzunırmak - Âcizliğiniz akıyor paçanızdan ya!” gibi devam ediyor.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Doğrudur. 

BAŞKAN – Burada, Sayın Bakanın sayın milletvekillerine hitaben herhangi bir sataşması söz konusu değil…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, yani, burada, böyle Türkçe öğretmeni, felsefe falan gerekmiyor.

BAŞKAN – …ama o zehaba kapılmışsınız, buyurun Sayın Uzunırmak, buyurun…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Burada diyor ki: ”Bu politikayı anlamamak âcizliktir.”

BAŞKAN – Buyurun.

Yeni bir sataşmaya mahal vermeden yalnız, üç dakika söz veriyorum.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun milletvekillerine  sataşması nedeniyle konuşması

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Dışişleri Bakanının, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgilendirmek için geldiği bir toplantıda kendi karşıt politikalarını anlamamayı âcizlik olarak nitelendirmesini, her şeyden önce, bir diplomatik lisan olarak ve bir üslup olarak kınadığımı ifade etmek istiyorum. Tabii ki biz anlamıyoruz ama anlayamayışımız neden kaynaklanıyor? Bizim anlayamayışımız, stratejik derinlikten stratejik oynaklığa doğru bir gidiş var. Söylemlerle eylemlerin…

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Hakaret ediyorsunuz.

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Efendim, oynak strateji de bir taktiktir, onu şey  yapmayın yani biraz bilginizi artırın. Şimdi, oynak strateji de uygulayabilirler, bu da doğrudur, hakkıdır Hükûmetin.

SİNAN OĞAN (Iğdır) – “Ritmik strateji” dediler adına, ritmik strateji.

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Şimdi, bakın, ben izah ediyorum size: Söylemlerle eylemlerin birbirini tutmaması, vaatlerle, istek ve arzularla yapılanın ve yapılmak istenenin amaca ulaşmayacak olmasını biz elbette ki anlayamıyoruz değerli arkadaşlar.

Bakın, şimdi “Biz halktan yanayız.” diyorsunuz. “Halktan yana” dediğiniz yerde, Irak’ta 1 milyon insan ölüyor. Peki, bu insanlar uzaydan geldi de, Amerikalılar Iraklıları, uzaydan gelen bu 1 milyonu öldürerek mi kurtardı? Halktan yanaysanız, acaba Irak’ta ölen o 1 milyon insan ölürken siz hangi halktan yanasınız, Irak’tan yana mısınız, Irak halkından yana mısınız, ölenden yana mısınız, öldürenden yana mısınız?

Şimdi “Halktan yanayız.” diyorsunuz. Libya’da 50 bin kişi ölüyor. Orada ölen Libya halkı. Peki, o Libya…

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Biz mi öldürdük? Ekonomiyi batırdınız, memleketin elini kolunu bağladınız, şimdi gelip burada konuşuyorsunuz!

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Konulara uygun konuşursan daha düzenli olur. Bizim her konuda diyeceklerimiz var.

Dolayısıyla, acaba Libya halkından yana mısınız, Libya’da halkı öldürenlerden yana mısınız? Biz bunu anlayamıyoruz. Bunu anlayamamak âcizlik değil değerli arkadaşlar, bunu anlamaz hâle getirmek âcizlik, bunu anlaşılmaz hâle getirmek âcizlik. 

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Partiniz de anlamaz, siz de anlamazsınız!

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Şimdi, Sayın Bakan çıkıyor, diyor ki: “Biz etnik, dinsel yönetmeye, birtakım şeylere karşıyız.” Peki, size bir ufuk açıyorum şimdi; Kuzey Irak’ta oluşan etnik yapıya dayalı bir bölgesel yönetim var. Merkezî Irak Hükûmetiyle ilişkileri kestiniz, bölgesel yönetimle ilişkiyi sürdürüyorsunuz. Peki “Dinsel olarak, mezhepsel olarak birtakım yapılara karşıyız.” diyorsunuz, tamamen mezhepsel birtakım politikalar inşa etmeye çalışıyorsunuz. Burada söylenenle yapılanın farklı olması… Eğer dilek ve temennilerle her şey temin edilebilseydi, o dilek ve temennilerin gerçekleşme oranını, yolunu, gerçekliliğini tartışmasaydık politika diye bir şey olmazdı.

Sayın Bakan, böyle tahammülsüzlüğünüz herhâlde sizin dış politikada düştüğünüz acziyetten dolayı buradaki gerginliğinizi ortaya koymuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Dolayısıyla, böyle gerginliğiniz dış politikadaki başarısızlığınızın bir işareti olarak algılanacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunırmak.

Bir oturun Sayın  Serindağ, söz vereceğim size.

Sayın İşler, buyurun, sizin de sataşmayla ilgili bir talebiniz var. Kim, ne için sataştı, yerinizden ifade eder misiniz önce.

Sistemi açtım sesinizin anlaşılması için Sayın İşler.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Sayın Başkanım, Kahire’de, Mısır’da yapılan bir toplantıyla ilgili, benim de hazır bulunduğum bir toplantıyla ilgili Sayın Korutürk konuşmasında yanlış bilgi verdi, o konuyu düzeltmek istiyorum. Müsaade ederseniz…

BAŞKAN – Ne söyledi de yanlış dedi?

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Bütün toplantıya katılan tarafların Türkiye'nin aleyhinde olduğunu söyledi; bu, gerçekleri yansıtmamaktadır.

BAŞKAN – Buyurun Sayın İşler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yeni bir sataşmaya mahal vermeyin.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakan da yanlış bilgi verdi, ben de söz istiyorum.

2.- Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in, İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk’ün şahsına sataşması nedeniyle konuşması

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, sözlerime başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada Sayın Bakanımız Suriye’yle ilgili, Suriye konusunda Türkiye'nin izlemiş olduğu politikalarla ilgili açıklamalarda bulundu ama maalesef Sayın Bakanımızın konuşması sataşmalarla sabote edilerek dinlenilmedi. Ondan sonra da gruplar adına yapılan konuşmalarda yine ne yazık ki bizi sürekli eleştiren partiler…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Doğru bilgi vermedi, ne sataşması? Doğru bilgi vermedi, hep yalan söyledi.

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – …isterdik ki bize ne yapmamız gerektiğini, önerilerini söylemiş olsalardı ama burada bir saattir sizi dinliyorum, maalesef bize bir öneri gelmedi.

BAŞKAN – Sayın İşler, lütfen sataşmayla ilgili konuşun.

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – Sayın Başkanım, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Korutürk benim de katıldığım Türk-Arap Parlamenterler Diyalog Toplantısı’yla ilgili burada birtakım bilgiler verdi. Vermiş olduğu bilgiler maalesef gerçeği yansıtmamaktadır.

Sayın Korutürk şu an karşımda oturuyor. Biz orada iki tane Baas’çı milletvekiliyle tartışma yaptık ve onlar bizi suçlamışlardır, ben de onlara gereken cevabı vermişimdir. Hatırlarsanız onlar “Suriye’nin iç işlerine karışmayın.” demişlerdir. Ben de onlara şunları söyledim: “Biz Suriye’nin iç işlerine karışmıyoruz…

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Daha ne yapacaksınız?

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – …biz Arap Birliğiyle birlikte hareket ediyoruz, Birleşmiş Milletlerle birlikte hareket ediyoruz.”

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başbakan “Suriye bizim iç işimizdir.” demedi mi?

EMRULLAH İŞLER (Devamla) – Bugün Suriye’de yaşananlar Suriye’nin iç işi olmaktan çıkmıştır ama Baba Esad döneminde 1982’de yaşananlar Suriye’nin iç işi olarak kalmıştır, dünya değişmiştir. Bu konuları ben orada kendilerine anlatmışımdır.

Ayrıca Sayın Korutürk ülke adlarını vererek bütün oraya katılan ülke temsilcilerinin hepsinin Türkiye'nin aleyhinde olduğunu söylediler. Bu, gerçeği yansıtmamaktadır. Arap tarafının oturum başkanı -Cezayirli- böyle bir açıklamada bulunmamıştır; Tunuslu temsilciler vardır, böyle bir açıklamada bulunmamışlardır; Sudan’dan temsilciler vardır, böyle bir görüşe katkıda bulunmamışlardır.

Sayın Başkanım, bu hususu açıklamak istedim. Bizim politikamız -bir kere daha altını çiziyorum- barışı, güvenliği, istikrarı ve refahı hedeflemektedir. Bu doğrultuda çabalarımızı sürdürüyoruz ve sürdürmeye devam edeceğiz.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Serindağ…

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Korutürk lütfen oturun, Sayın Serindağ söz istemişti.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Cevap vermek istiyorum yalnız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Yerinizden Sayın Serindağ, ne için istiyorsunuz sözü önce?

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – İsmimi zikrederek…

BAŞKAN - Sayın Korutürk oturur musunuz, Sayın Serindağ’a söz verdim.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Peki, yalnız söz istiyorum.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesine göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Serindağ. Burada İç Tüzük’ün…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Çok kısa…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Serindağ…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, ben Suriye’ye…

BAŞKAN – Efendim, bir saniye…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz kesebilirsiniz ama ben burada söyleyeceğim. Ben Suriye’ye komşu bir ilin milletvekiliyim.

BAŞKAN – Sayın Serindağ, o zaman söyleyin, buyurun. Lütfen…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Burada yalan yanlış bilgiler ortaya atıldı, bana söz hakkı vermiyorsunuz.

BAŞKAN – Hayır size söz hakkı ben vermiyorum değil, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesini açarsanız, ben de okuyorum buradan efendim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bakın, İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesi şöyle…

BAŞKAN – 60’ıncı madde 59’u kapsamıyor efendim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bak, “Pek kısa bir sözü olduğunu belirten üyeye Başkan, yerinden konuşma izni verebilir.” diyor.

Bakınız, siz AKP Grubundan söz isteyene verdiniz, bana vermiyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Serindağ, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesinin ikinci fıkrasını okuyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, o 60’a göre istiyor, 59’a göre değil.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ben 60’a göre istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Genç, sizden öğrenecek değiliz efendim, herkes biliyor burada.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ben 60’a göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Her şeye müdahil olmayınız lütfen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama doğru dürüst orayı yönet!

BAŞKAN – “Hükümet, olağanüstü acele hâllerde gündem dışı söz isterse -Sayın Bakan gündem dışı söz istedi- Başkan, bu istemi yerine getirir. Hükümetin açıklamasından sonra, siyasî parti grupları birer defa ve onar dakikayı aşmamak üzere -Kaldı ki siyasi parti gruplarının anlaşması üzerine beşer dakika sürelerini artırdık- konuşma hakkına sahiptirler.”

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Nasıl verdiniz? Deminki hatibe nasıl söz verdiniz?

BAŞKAN – O sataşma nedeniyle efendim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sataşma değildi, “Yanlış bilgiyi düzeltiyorum.” diye çıktı.

BAŞKAN – “Grubu bulunmayan milletvekillerinden birine de beş dakikayı geçmemek üzere söz verilir.”

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz sataşmadan vermediniz, yanlış bilgiyi düzeltmekten verdiniz.

BAŞKAN – Sayın Korutürk, sisteme girer misiniz, lütfen…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz burada istediğiniz gibi yönetemezsiniz.

BAŞKAN – Sayın Korutürk, sisteme girer misiniz.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz nasıl verdiyseniz, bana vermek zorundasınız.

BAŞKAN – Hayır, sataşma olmuş olsaydı ben size… Yerinizden sisteme girdiniz, sordum efendim “Ne için söz istiyorsunuz?” diye.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sataşmadan vermediniz… Sayın Başkan, sataşmadan vermediniz, yanlış bilgiyi…

BAŞKAN – Sayın Serindağ, böyle bir usulümüz yok ki, lütfen…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, niye verdiniz siz benden önce?

BAŞKAN - Burada her sayın milletvekiline söz vereceğiz diye bir kayıt yok yani.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalnız burası Parlamento, yanlış bilgilerin düzeltilmesi lazım.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Niye öncekine verdiniz?

BAŞKAN – Sataşma olduğunu iddia etti, sataşmadan dolayı verdim.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim AKP Grubundaki arkadaşa düzeltme gerekçesiyle verdiniz, Ali Bey’e niye düzeltme gerekçesiyle vermiyorsunuz?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ona niye veriyorsunuz da bana vermiyorsunuz?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bakın, düzeltme gerekçesiyle verdiniz, niye düzeltme gerekçesiyle Ali Bey’e vermiyorsunuz?

BAŞKAN – Düzeltme gerekçesi değil, sataşma efendim. O bir sataşma…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sataşma değil, düzeltme gerekçesiyle söz verdiniz. Neden düzeltme gerekçesiyle vermiyorsunuz?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi lütfen… Sayın vekillerimiz…

OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Sen toplantıda mıydın? Adam toplantıdaydı, bizzat şahit oldu.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – O adam milletvekili. Toplantıda ona mı sataştı sanki?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, lütfen sisteme girin de sözleriniz anlaşılsın efendim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz milletvekillerinin sözünü de böyle hemen kesemezsiniz.

BAŞKAN – Bu, usul değil Sayın Serindağ, lütfen yerinize oturun. Sayın Hamzaçebi’yi dinleyeceğiz.

Buyurun efendim.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan bir milletvekiline, Başkanın sataşma olmadığı halde sataşma gerekçesiyle söz vermesine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, önemli bir konuyu görüşüyoruz. Hükûmetin Suriye’ye ilişkin dış politikasına yönelik olarak Sayın Bakan bilgi verdiler, siyasi parti grupları görüşlerini açıkladılar.

İç Tüzük’ün bütün hükümlerini katı bir şekilde uygulamıyorsunuz. Örneğin, gruplar arasında varılan bir mutabakat olması nedeniyle grupların onar dakikalık söz süresini on beşer dakika olarak uyguladınız, doğru bir şey yaptınız.

Yine, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan bir arkadaşımıza sataşma olmadığı hâlde sataşma gerekçesiyle söz istediği için söz verdiniz. Gerçekçi sataşma nedir? Kürsüde konuşan hatip, bir milletvekilimizi kastederek onun söylediğinin, yaptığının farklı anlama gelecek şekilde bir ifadesini ortaya koyarsa verirsiniz. Bir anlayışla o arkadaşımıza da söz verdiniz, bu da gayet doğaldır. Arkadaşımız kürsüye çıktı, görüşlerini açıkladı. Şimdi, bu kadar önemli bir konuda Sayın Ali Serindağ yerinden bir söz talep ediyor efendim. Bunu da İç Tüzük’ün 59’uncu maddesi, 60’ıncı maddesi… O konuda bir tedahül vardır biliyorsunuz, o bir tartışma konusudur. Kendisine de bugünkü tolerans çerçevesinde bir söz vermenizin uygun olacağını düşünüyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

Burada sisteme giren sayın milletvekillerinin sayısı 17. 17 kişiye de söz vermek durumundayız o zaman.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Siz…

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Muhaliflere vereceksiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir saniye efendim, bir saniye…

Sayın İşler oturduğu yerden sisteme girdi ve Sayın Korutürk’ün İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi çerçevesi içerisinde kendilerine ait olmayan bir sözü söylediğini söyledi ve bu bir sataşmadır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – “Kendilerine ait olmayan” değil.

BAŞKAN - Sayın Serindağ, lütfen müdahil olmayın.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim ama doğruyu söylemeniz lazım. “Kendilerine ait olmayan” değil, “Yanlış bilgi verdi.” dedi. Doğrusunu söyleyelim.

BAŞKAN – Sataşmadır efendim. İç Tüzük’ün 69’una bakarsanız, bu bir sataşmadır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sataşma değil.

BAŞKAN – Kastedilen şahsın verdiği bilgiden farklı bilgi vermek sataşma nedenidir.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, Sayın Ömer Çelik de yanlış bilgi verdi, Sayın Bakan da yanlış bilgi verdi.

BAŞKAN – Sayın Korutürk, sisteme girin.

Buyurun efendim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Evet, yanlış bilgi verdiler.

BAŞKAN – Sayın Serindağ, lütfen… Tutanaklara geçti zaten efendim sözleriniz.

Sisteme girin lütfen, ne için söz istiyorsunuz veya buyurun Sayın Serindağ.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Söyledim ben, niçin söz istediğimi söyledim. Demin söyledim, istiyorsanız bir daha tekrar edeyim.

BAŞKAN – Sayın Serindağ, size niye vermeyeceğimi izah ettim ben. Yapabileceğimiz bir şey yok efendim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, ben de niçin… Siz burada istediğiniz gibi yönetemezsiniz.

BAŞKAN – Sayın Korutürk, sisteminiz açıldı, buyurun.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz burada istediğiniz gibi yönetemezsiniz. Siz milletvekilinin söz hakkını gasbedemezsiniz.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Emrullah İşler benim ismimi kullanarak vermiş olduğum bilgilerin yanlış olduğunu iddia etti, o konuyu düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Korutürk.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, niye bana söz vermiyorsunuz?

BAŞKAN – Usule uygun olmadığı için Sayın Serindağ.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, usulü siz icat ediyorsunuz.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Serindağ, oturun.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz, sayın AKP’liye nasıl söz verdiyseniz, bana bu oturumda söz vermelisiniz, söz vereceksiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, şimdi de CHP’liye veriyorum sizin tabirinizle, Cumhuriyet Halk Partiliye veriyorum. Biraz önce Milliyetçi Hareket Partisinden bir sayın milletvekiline verdim.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Peki, niye bana vermiyorsunuz?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Korutürk.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk’ün, Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Emrullah İşler “Mısır Kahire’de yapılan Diyalog Toplantısı’nda bulunanların Türkiye'nin karşısında olduğunu, Türkiye aleyhtarı olduğunu” söylediğimi iddia etti. Ben böyle bir şey söylemedim.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – İsim vererek söylediniz.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – “Türkiye aleyhtarı” demedim. Türkiye'nin Arapların iç işlerine karışmalarına karşı olduklarını söylediler, Türkiye'nin işgale hazırlandığını söylediler, kendilerinde böyle bir algılama olduğunu söylediler.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Tutanaklara bakın, öyle değil.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Biz orada, bitiş belgesini hazırlarken, o belgenin içerisinde, yabancı orduların Suriye’ye müdahale etmemesi yolunda bir ortak bildiri koyalım, madde koyalım istediler. O maddeye Komisyonumuzun AKP’li üyeleri karşı çıktı.

OKTAY VURAL (İzmir) - Vay anasına, demek yabancı orduların girmesini istediniz!

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Bunun üzerine ciddi bir münakaşa oldu. O ciddi münakaşa içerisinde bize sarf ettikleri sözler arasında Filistin temsilcisinin “Biz size nezaket gösteriyoruz, burada Arap konularında konuşmanıza müsamaha ediyoruz.” dedi. Bunu dedi mi, demedi mi? Arkasından, Ürdünlü “Siz saldırı hazırlığı içerisindesiniz, biz buna müsaade etmeyiz.” dedi. Bunlar yanlış bilgi değil, bunların hepsi doğru bilgi.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Heyetleri saydınız, ben onu söyledim.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Ben de Sayın İşler’e döndüm, yanımda oturuyordu dedim ki “Sayın İşler, buradaki hissiyatı, lütfen döndüğünüz zaman Sayın Bakana arz edin, anlatın.” dedim. “Benim Sayın Bakana erişimim yok.” dedim mi, demedim mi Sayın İşler?

EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Doğrudur…

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Peki, teşekkür ederim.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) - …ama siz burada bütün ülke halklarını saydınız, bu yanlıştır.

OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korutürk.

Sayın Bakan, sizin sataşma nedeniyle talebiniz vardı. Yerinizden…

OKTAY VURAL (İzmir) – Yabancı orduların girmesini mi istediniz?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Kim, ne için?

Bir saniye…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, en son Sayın Bakan konuşsun.

BAŞKAN – Sayın Bakana veriyorum. Bir saniye, bir oturun…

Efendim?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bu konuşmaları topladıktan sonra Sayın Bakan konuşsun.

BAŞKAN – Siz ne diye talep ediyorsunuz Sayın Şandır?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, Sayın Ömer Çelik, grupların bu konuda bir öneride bulunmadığı yönünde bir suçlama ortaya koydu. Bu önemli, tutanaklara geçti, halkımız dinledi. Milliyetçi Hareket Partisi de bir gruptur.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır.

4.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.

Önemsediğim için söz istedim Sayın Başkanım.

Gerçekten dış politika konuları karşılıklı meselemiz, ortak meselemiz. Dış politika hükûmetlere ait olmaz, devlete ait olur, millî politika olur. O konuda gerçekten önerilerimizi ifade etmemiz lazım ama Sayın Bakan öyle bir başlangıç yaptı ki işi çileden çıkardı, kusura bakmasın ama sonuç itibarıyla eksik kaldı. Tutanaklara geçmesi, Sayın Çelik’in talebi doğrudur. Onun için, Milliyetçi Hareket Partisinin bu konudaki önerilerini konuşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu konuda diğer partileri incelemedim ama Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Genel Başkanı 3 Mayıs 2011’de ilk bu konuyu değerlendirdi. Konuşmalarının tamamını taradım, 42 defa konuşmuş bu konuda. Koca kitap oldu Devlet Bahçeli’nin konuşmaları. Dolayısıyla, bunların tümünde Hükûmete karşı bu konuda tespit ve önerileri var. Bunları kısaca size arz etmek istiyorum: Bir: “Suriye, komşu bir ülke olarak kendi iç dinamikleriyle meselelerini çözmeli ve yanı başımızda yeni bir işgal girişimi asla olmamalıdır. Irak tecrübesi unutulmamalıdır.

AKP Hükûmeti, Esad yönetimiyle muhalifleri buluşturacak ve uzlaşmalarını sağlayacak yeni kanallar oluşturmalı ve meseleye tek yanlı yaklaşmamalıdır.

İki taraf da karşılıklı tavizlerle ve kolaylaştırıcı tutumlarla mutabakat zemininde buluşmalı ve kardeşlik bağlarıyla uluslararası operasyonların ve iç çatışmaların önüne geçmelidir.

Elbette muhaliflerin talepleri karşılanmalı ancak merkezî yönetimin hassasiyetleri de göz ardı edilmemelidir.

AKP yalnızca muhalifleri dikkate alan ve kollayan tarzından vazgeçerek geniş bir diyalog ve iletişim ortamı için uluslararası çevreleri harekete geçirmeli ve Suriye’nin kanlı bir işgalin içine düşmesi mutlaka önlenmelidir. Bu noktada, Türkiye, kolaylaştırıcı bir rol üstlenmeli, ülkeye, Suriye’ye sağduyu ve aklıselimi tavsiye etmelidir.”

Bunun dışında üç şey daha söylüyoruz, diyoruz ki: “Suriye’ye bir askerî müdahale yapılmamalıdır. Yapılacak bir uluslararası askerî müdahalenin içerisinde Türkiye bulunmamalıdır ve Türkiye toprakları bu askerî müdahalede kullandırılmamalıdır.”

Onun için, Milliyetçi Hareket Partisinin bir önerisi olmadığını söylemek doğru olmamıştır. İfade etmek fırsatını verdiği için Sayın Başkana teşekkür ediyorum.

Bir hususu da tekrar Sayın Çelik’in dikkatine sunuyorum, onun hatırlatması doğrultusunda söylüyorum: Evet, Türkiye Cumhuriyeti devletine başka ülkelerin yöneticilerinin hakaret etmesini Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Türkiye’dir burası, Türkiye hepimizindir. Dolayısıyla, Türkiye’ye hiç kimse hakaret etme cüretini göstermemelidir.

Söz verdiğiniz için tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Aynı çerçevede, bu söz aynı zamanda bizim grubumuza da bir sataşmadır.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Ali Serindağ çıkacak efendim grubumuz adına.

BAŞKAN – Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

5.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanın tutumunun da doğru olmadığını bir kez daha ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan Türkiye Büyük Millet Meclisini yönetiyor, Türkiye Büyük Millet Meclisini hakkaniyetle ve adaletle yönetmelidir. Sayın Başkan, bir partinin grup başkan vekili değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanıdır. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Asla böyle davranmıyor.

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri, ben kendimi savunurum, âciz değilim.

ALİ SERİNDAĞ (Devamla) – Evet, Sayın Başkan kendisini savunur.

Şimdi, Sayın Ömer Çelik AKP Grubu adına konuşurken bir ifadede bulundu, dedi ki: “Lazkiye’de savaş gemileri halkı bombaladı.” Efendim, şimdi Sayın Dışişleri Bakanımız burada, Dışişleri yetkilileri burada; Sayın Dışişleri Bakanı bu bilgiyi burada doğruluyorsa doğrulasın. Ben hiçbir şey demiyorum bu konuda. Sayın Bakan bu konuda görüşlerini lütfen açıkça ifade etsin. Acaba doğru mudur, yanlış mıdır? Sayın Başkan, bu konuda…

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Buna Suriye cevap versin, sen niye cevap veriyorsun? Onu anlamadım.

BAŞKAN – Sayın Işık, lütfen…

ALİ SERİNDAĞ (Devamla) – Efendim, siz öyle düşünebilirsiniz. Biz ülkemizin menfaatini düşünüyoruz. Ben Suriye’ye komşu bir ilin milletvekiliyim.

Şimdi, Gaziantep’te yayınlanan bir gazeteden bir parça okuyorum… Sayın sözcü dedi ki: “Bu, iki grubun çatışması değildir.” Evet, okuyorum: “Eski Tekel tütün deposu alanındaki çadır kente yerleştirilen Suriyelilerden -bu, İslâhiye’de- çoğunluğunu genç erkeklerin oluşturduğu 442’si 33 minibüsle İslâhiye’den ayrıldı. Ülkelerine dönmek üzere Hatay’ın Reyhanlı ilçesine giden Suriyelilerden bazıları gazetecilere yaptığı açıklamada kampta kalan ailelerini görmek için İslâhiye’ye geldiklerini ve savaşmak için yeniden ülkelerine döneceklerini ifade etti.”

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Ne var bunda?

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Nasıl ne var ya! Siz besleyip savaşa gönderiyorsunuz.

ALİ SERİNDAĞ (Devamla) – Bunu takdirlerinize sunuyorum.

Gene, biliyorsunuz, gazeteci Tayfun Talipoğlu’nun kamplarda yaptığı bir röportaj var. Bakın ne diyor: “Gelenlerden sadece yüzde 20’si Esad rejiminden kaçtığını söylüyor. Diğerlerine iş, para ve vatandaşlık vadedildiği ifade ediliyor. Hiçbirisi kaçmış değil, yanlarında güvercinlerini getirenler bile var.” Değerli arkadaşlarım, bu nasıl bir geliştir ki gelenlerin yüzde 50’si geri dönmüş, 16 bin kişi geri dönmüş. Bunu sizin takdirlerinize sunuyorum. Devam ediyor: “Askerlerimiz kamplarda silahsız nöbet tutuyor. Dışişleri görevlileri de her ihtiyacı karşılamaya çalışıyor. Ama buna rağmen…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ SERİNDAĞ (Devamla) – “…en ufak bir talepleri karşılanmadığında, oturma eylemi yaparak devlet görevlilerini şikâyet ediyorlar. Biraz sinirlenince, bana ‘Başbakan Erdoğan’ı bağlayın’ diye bağırıyorlar.” Bunlar benim sözlerim değil; bunlar, kampa giden ve röportaj yapan gazetecinin sözleri.

Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Serindağ.

Sayın Kaplan buyurun, size de üç dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım, Sayın Çelik Meclise çok gelmediği için geçen hafta araştırma önergelerinin konularını bilmiyor. Sayın Sırrı Süreyya Önder bu konuda grubumuz adına konuşacak.

BAŞKAN – Buyurun.

6.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in BDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; iki tane bu konuda önergemiz var reddedilen, önce bunu belirterek başlayayım. Sonra, burada meselenin logaritmasını çözen hiçbir değerlendirme yapılmadı gerek iktidar gerek muhalefet partileri tarafından.

Askerî olarak test edilmeyen hiçbir siyasi güç, siyasi güç değildir. Bu savaşı Türkiye’deki büyük sermaye istiyor. Bu sıkıntıyı ihraç edecek bir alan açma projesi bu.

Sayın Ömer Çelik, “Büyük Atatürk” diyerek  -hani ben, insanlarda böyle “büyük, küçük” diye bir rütbeye hiç alışamamışım- “Yurtta sulh cihanda sulh”u olumlayarak bu politikaya müstenit yaptı, o konuda da tarihsel bilgilerini bence yenilemesinde fayda var. Birinci Lozan’dan ikinci Lozan’a geçerken İzmir İktisat Kongresi’nde esas olarak formüle edilmiştir. O söz bir barış havariliği falan değildir, bunu herkes yanlış biliyor. Biz, yurtta sulhu istiyoruz, cihanda da sulhu istiyoruz değil; o bir teslimiyetin ve aczin ifadesidir. Bu topraklarda elimizde kalan bakiyeye…

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Ne alakası var?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Dinlerseniz anlarsınız. Öyle slogan olarak konuşmak kolay, metafor olarak da kulağa hoş geliyor. Şudur…

Söyleyeyim, sen birinci Lozan’la ikinci Lozan arasındaki farkı biliyor musun da buna itiraz ediyorsun?

TANJU ÖZCAN (Bolu) – Her şeyi sen mi biliyorsun?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Biliyorum da anlatıyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Biliyoruz, senin bilgine ihtiyacımız yok.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bu, Misakımillî’den vazgeçme durumunun formüle edilmiş hâlidir. Yani “Biz Hatay’la, Suriye’yle, Irak’la, Musul’la ilgili bütün taahhüt ve taleplerimizden vazgeçiyoruz”un Atatürkçesidir, Atatürkçesidir. “Yurtta sulh, cihanda sulh!” öyle bir barış havariliği değildir. Aldınız bunu, bir ton yanlış anlam yüklediniz siz de iktidar da, böyle çevirip duruyorsunuz.

Onun için bu savaş, Türkiye’de Türkiye işbirlikçi sermayesinin bu ülkedeki sıkıntılarını ihraç edeceği bir alan açma meselesidir. Bu kadar sınıfsal, bu kadar net, bu kadar emperyal bir amaç taşımaktadır. Böyle konmazsa daldan dala uçulur gidilir ve meselenin aslına, rüknüne tekabül eden bir değerlendirme yapılamaz.

Biz zannettik ki, Sayın Bakan bizi bu konularda bilgilendirecek ama Sayın Bakan azarlamaya gelmiş. Dolayısıyla bundan  beklenen fayda bizler açısından hasıl olmadı. Azarımızı işittik ama yerimize oturacak değiliz. Bu, sınıfsal bir meseledir; bu, Orta Doğu’daki bütün halkların zararınadır. İnsani de değildir, İslami de değildir, hiçbir kitapta da karşılığı yoktur.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN –  Teşekkür ediyorum Sayın Önder.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN –  Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Şimdi, Sayın Önder, zaman zaman kürsüye çıkıyor, konuşmalar yapıyor, kendisini çok zaman zevkle izliyorum ama biraz önceki konuşmasına katılmadığımı, Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh!” cümlesini, asıl amacından başka bir alana taşıdığını, kopardığını ifade etmeliyim.

Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu Büyük Atatürk, Misakımillî’yi ulusumuzun önüne bir hedef olarak koymuştur. Ulaşılması gereken bu hedef için Kurtuluş Savaşı verilmiştir. Ancak elbette ki savaşın, mücadelenin kendi şartları vardır. Kurtuluş Savaşı’nın, kurtuluş mücadelesinin kendi şartları vardır, dengeleri vardır. Büyük bir mücadele vermiş bir ulusun tarihinden söz ediyoruz. Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkmışız, dört yıl süreyle imparatorluğun her tarafında, bütün cephelerinde savaşmış bir millet var. Buradan Kurtuluş Savaşı’na geçmişiz. Dört yıl süren, büyük bir mücadele söz konusu. Dört yıl süren büyük bir mücadelenin sonrasında -Misakımillî’yi Sayın Önder eğer tartışma konusu yapmak istiyorsa tabii ki tartışılabilir yani neden o hedeflere ulaşmadık, neden o hedeflerden vazgeçtiğini sorgulamak istiyorsa- asıl bugünkü Türkiye’de bu sorgulanmak isteniyorsa belki emperyal yaklaşım budur. O günkü şartlarda cumhuriyetin kadroları, Atatürk ve onun arkadaşları hedefi öyle belirlemiştir ve “Yurtta sulh, cihanda sulh!” ilkesini de cumhuriyetin temel politikası olarak koymuştur.

Görüyorum ki bugün Hükûmet, onun sözcüleri, iktidar partisi sözcüleri onu asıl anlamından koparsa da o cümleye yaslanma ihtiyacını duymaktadır. Keşke bu, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’nin, bugünkü hükûmetlerin, bugünkü Hükûmetimizin samimi dış politikasının referans noktası olabilseydi.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Önder.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Muhalefet Sözcüsü meseleyi anlamamış. Bu, yüz yıllık bir avans almadır.

BAŞKAN – Sayın Önder, lütfen, bunun yeri bura değil ama. Bu karşılıklı…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hayır, hayır, kayıtlara böyle geçmesin çünkü benim kastettiğim o değil. 

BAŞKAN – Siz çıktınız düşüncelerinizi ifade ettiniz, Sayın Hamzaçebi de düşüncesini ifade etti. Bundan ibaret yani.  

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Küçük bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN - Buyurun.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” lafı, yüz yıllık bir avansla sonuçlanmıştır. Yani biz civardaki haklarımızdan ve emperyal çıkarların buradaki oluş bitişlerine müdahil olmayacağız.

BAŞKAN – Daha önce de söylediniz zaten bunu.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu budur. Burada bu ülkeye yüz yıllık bir avanstır.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Emperyal güçleri defetmiştir, yedi düveli defetmiş ya!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, böyle bilgi verilir mi ya? Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunur mu?

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, bir de ben açıklayayım “Yurtta sulh, cihanda sulh”u lütfen.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani böyle sakat bir şey olur mu ya?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sataşma nedeniyle üç dakika söz veriyorum. Lütfen üç dakika içerisinde sözünüzü bitirin.

7.- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce Meclisimize tekrar saygılarımı sunuyorum.

Biraz önce “âciz” ifadesini kullandığım konu, çerçeve çok açıktır. Bize yönelik bazı eleştirilerin, özellikle de  “Dışarıdan yönlendirmeyle tavır aldınız.” tarzındaki eleştirilerin bir acziyet ifade ettiğini söyledim. Hemen arkasından da “Demokratik işleyiş çerçevesinde saygıyla karşıladığım bu eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu kürsüden cevap vermek istiyorum.” dedim. Bu eleştirilere cevap vermek hakkımız. Nasıl…

OKTAY VURAL (İzmir) - Biz âciz değiliz.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Şimdi oraya geleceğim.

Bunun üzerine Sayın Şandır bizi acziyet ile suçladı, itham etti ve bir sataşmada bulundu. Şimdi herkes elini vicdanına koysun. 2002 Türkiye’si sizlerin iktidar ortağı olduğunuz Türkiye mi, 2012 Türkiye’si mi âcizdir ya da kudretlidir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – İslamiyet’i emperyalistlerin kullanımına tahsis ettiniz!

ALİM IŞIK (Kütahya) – 1,5 milyon Iraklı Müslümanın hesabını ver önce!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - 2002’de IMF önünde borç dilenen Türkiye mi âcizdir yoksa bugünkü Türkiye mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sizin bu konudaki yargılarınız anlaşılmayabilir ama gidin Somalili kardeşlerimize sorun, Afganistan’da, Cevizcan’da, Şibirgan’daki Horasanlı Türkmen’lere, Özbek’lere sorun, Bosna’daki kardeşlerimize sorun.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Vatanda satacak bir şey bırakmadınız.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -  Libya’dakilere… Başbakanımızı büyük bir onurla binlerce Türk Bayrağı’yla dört büyük şehrinde…

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Senin liderin Obama, sen Obama’nın askerisin. Obama’nın askerî temsilcisisin sen! Türk Dışişleri Bakanlığının en zayıf halkasısın!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -  …sanki Türkiye gibi Anadolu şehri gibi karşılayan Libya’daki kardeşlerimize sorun: Kudretli miyiz âciz miyiz? Bizim kudretimizi tespit edecek olan şey tarihtir, aziz milletimizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bu ülkeyi satanların başında sen geliyorsun.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -  Evet bugün kudretli bir Türkiye var. Dünyanın her köşesine Haiti’den Afganistan’a, Somali’den Sudan’a her yere eli ulaşan kudret ve şefkat eline sahip bir Türkiye var. Bugün stratejik derinliğimiz Latin Amerika’dan Orta Asya içlerine, Afrika’dan Uzak Doğu’ya uzanıyor.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen Obama’nın garsonluğunu yapıyorsun. Obama’nın garsonusun sen.

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -  Bizim kudretimizin ulaştığı yerlere sizin hayaliniz ulaşmamıştı, ulaşamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2002’de hayal bile edemeyeceğiniz şeyleri biz gerçekleştirdik ve gerçekleştirmeye devam edeceğiz.

MUHARREM VARLI (Adana) - Neyi gerçekleştirdiniz, neyi? Anlatsana bir, neyi gerçekleştirdiniz?

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -  Ayrıca Sayın Şandır dedi ki: Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Obama’yla fikirlerimiz iktidara geldiğinde örtüştüğünü söyledim.

MUHARREM VARLI (Adana) - Amerika’yı Irak’a sokmaktan başka neyi gerçekleştirdiniz?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen Türkiye’de bile yaşayamayacaksın bu iktidardan sonra Amerika’da yaşayacaksın. Bu ülke haram sana!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -  Evet o zaman diyordu ki Sayın Obama: “Filistin meselesine öncelik vereceğiz.” Biz de bu konuda örtüşüyorduk ama sonra İran konusunda kararlı bir şekilde “hayır” oyu kullanırken de tavrımızı ortaya koyduk.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan, askerin başına çuval geçirildi sizin döneminizde!

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Senin ilkelerin Amerika ile eş değer ilkeler, Türkiye’ye düşman ilkeler, Türk insanını pazarlayan ilkeler!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bizim politikamız ilkesel bir politikadır. Bu politikanın temelinde bu milletin onuru vardır, bu milletin kudretli yapma iradesi vardır. Bu milletin kudretini bugün bütün dünya takdir ediyor. Bütün dünyada Türkiye Cumhuriyeti devletinin kudreti, etkinliği konuşuluyor.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Türk askerini satıyorsun, ihaleye veriyorsun!

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Sizin bu acziyetinizi, 2002 yılının acziyetini biz unutturduk ve 2012 yılında kudretli bir Türkiye kurduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2023’te de küresel bir Türkiye…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - …küresel bir güç kuracağız. Bunu o zaman da yine… (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sen bu ülkenin en zayıf halkasısın! Obama’dan izin al konuşurken...

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. (MHP sıralarından gürültüler)

Sayın Hamzaçebi, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu Sözcüsü Sayın Önder benim açıklamalarım üzerine yapmış olduğu konuşmada…  (MHP sıralarından gürültüler)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, Obama’dan izin almadan konuşma burada!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Arkadaşlar, izin verir misiniz?

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – Türkiye’yi satıyorsun, pazarlıyorsun!

OKTAY VURAL (İzmir) – “… …”(*)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Vural, izin verir misiniz efendim.

Sayın Önder yapmış olduğu konuşmada, benim konuyu anlamadığımı ifade etti. Ben Sayın Önder’e şunu tavsiye ediyorum: Tarih bir köşe yazısıyla, bir makaleyle öğrenilebilecek bir kavram değildir. Sayın Önder’e daha geniş kitapları okumasını, onlardan yararlanmasını öneriyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Aynı konuda Sayın Halaçoğlu, buyurun.

                               

(*) Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Hamzaçebi az okuduğumu ima etti, Meclis Kütüphanesi kadar kitaplığım var benim.

BAŞKAN – Sayın Önder, bir oturun lütfen. Genel Kurulda sizin laflarınız üzerine konuşuluyor. Münazara yeri değil burası Sayın Önder, lütfen… Konuştunuz, arkadaşlar cevap veriyor.

Buyurun Sayın Halaçoğlu.

3.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun,  İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, her şeyden önce “Yurtta sulh, cihanda sulh!” tabirinin ortaya çıkış sebebi şudur: Yurt içerisinde birlik ve beraberlik içerisinde bulunan bir Türkiye, yurt dışında da güçlüdür anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla sadece dünyada barış anlamına gelmez. Nitekim, 1938 yılında Hatay Türkiye’ye katılmıştır. Yani savaş anlamına gelmemekle birlikte, güçlü olmamak veya güçlü olmak anlamında kullanacak olursak, yurt içerisinde birlik beraberlik içinde olan, barış içinde olan bir ülke yurt dışında da söz sahibidir anlamı gelir. Dolayısıyla, bu açıdan değerlendirmek gerekir konuyu.

İkincisi, yani Suriye meselesinde Çin’in de ilgisi vardır bununla ilgili, Amerika’nın da ilgisi vardır. Eğer Türkiye, Akdeniz kıyısındaki olayların sadece bütün devletlerde meydana geldiğini göz önüne alırsa... Yani Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’deki zenginlik kaynaklarıyla ilişkisi hangi ölçüdedir? Kıbrıs’taki petrolle veya doğal gazla ilgisi hangi ölçüdedir? Onların çok iyi dikkatlice takip edilmesi gerekir.

Üçüncüsü, eğer Kuzey Irak’tan Akdeniz’e açılan Suriye’de güvenli bir bölge oluşturulması düşünülüyorsa bu, 1914’teki İngiliz politikasının ve projesinin aynısıdır. Dolayısıyla, Akdeniz’e açılan, kara yoluyla Suriye’ye ulaşan bir coğrafya meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Tarihe biraz baksınlar, bunu göreceklerdir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Suriye’de eğer bu karışıklık varsa bunun sonrası Türkiye’ye gelecektir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Bakan, 2002 yılında acziyet içerisinde bir politikadan bahsetti. Takdir edersiniz ki daha önceki Hükûmet dönemiyle ilgili. Bu sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Asıl acziyet ve teslimiyetçinin kim olduğunu şimdi kürsüye gelince ifade edeceğim.

BAŞKAN - Kürsüye gelince ifade edin Sayın Vural, buyurun.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hem konuşup hem yürüyebilir Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Biz Amerikalı değiliz, sizin gibi ciklet çiğnerken yürüyemeyenlerden değiliz.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Her coğrafyada insan insandır Sayın Vural.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

8.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, Sayın Bakan teslimiyetten, acziyetten bahsetti.

Şimdi, sakince şunu bir dinleyelim. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Sayın Başbakan bugün, bu coğrafyada uygulanan Amerika Birleşik Devletlerinin Büyük Orta Doğu Projesi'nin Eş Başkanıdır. Şimdi bu projenin nasıl bir proje olduğunu lütfen...

(Ipad cihazıyla bir görüntü izletti)

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Efendim, böyle bir usul var mı?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sufle et, duyamıyoruz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Bakın, Dışişleri Bakanı diyor ki: “Büyük Orta Doğu Projesi emperyalist bir projedir.” Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı olarak -tarihini veriyorum- 6 Ocak 2012’de “Büyük Orta Doğu Projesi gibi emperyalist bir proje…” diyorsunuz, ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının böyle bir emperyalist projenin Eş Başkanı olduğunu söylüyorsunuz. Kim acziyet içerisinde, kim teslimiyet içerisinde? İşte, siz bugün emperyalist bir projenin uygulamasını, taşeronluğunu yapan bir Hükûmetsiniz. Dolayısıyla sözünüzü söylerken BOP Eş Başkanına da gönderme yapıyorsunuz. Bilemiyorum, bu konuda Sayın Başbakandan nasıl bir uyarı aldınız.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Belki Başbakan olmak istiyor.

OKTAY VURAL (Devamla) – Ama Büyük Orta Doğu Projesi gibi emperyalist bir projenin olduğunu söyleyen Dışişleri Bakanı, hangi emperyalist projeleri uyguladığını da bugün itiraf etmektedir. Dolayısıyla şecaat eylerken sirkatini ifade etmektedir.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, sabrınıza, tahammülünüze teşekkür ediyorum ama…

BAŞKAN – Ama böyle bir usul yok ki Sayın Şandır, lütfen… Hayır Sayın Şandır…

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Böyle bir usul yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Bakan çıktı konuştu, sataşma nedeniyle Sayın Vural söz istedi, verdik sözü.

OKTAY VURAL (İzmir) – Şandır’ın şahsına ait efendim, şahsıyla ilgili…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanın, tutanaklara geçti, ismimi de kullanarak “Sayın Şandır” diye başlayarak kurduğu cümleler doğru cümleler değil.

BAŞKAN – Ne diye kurdu? Ne cümlesi kurdu Sayın Şandır?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) –2002’yi acziyetle suçladı yani bizi suçladı, daha ne suçlasın yani?

BAŞKAN – Grubunuza söyledi, grup adına da cevap verildi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Şandır’ın ifadelerini kullandı.

BAŞKAN – Ayrı ayrı mı konuşacaksınız Sayın Şandır?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani benim ifadelerimi kullandı.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, böyle bir usul var mı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Böyle bir usul var tabii. Emperyalist bir projenin Eş Başkanına…

BAŞKAN – İki dakika veriyorum Sayın Şandır.

Buyurun.

9.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sağ olun, teşekkür ederim, yeterlidir efendim.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanın 2002’ye sığınması üzdü beni, üzdü. Bugünü anlatmak için 2002’ye ihtiyacınız yok. Eğer 2002’yi konuşacaksanız Sayın Bakan vicdanlı olun. 2002’nin Hükûmeti âciz miydi, değil miydi; tarih söyleyecek ama onurluydu. (MHP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Irak’a müdahaleye “hayır” dedi.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Irak’a müdahaleye müsaade etmedi, Hükûmetin yıkılması pahasına müsaade etmedi. Ecevit’i rahmetle anmanız, Sayın Bahçeli’ye teşekkür etmeniz lazım ama sizin Hükûmetiniz döneminde aynı Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçirildi yani buna nasıl “Yok” diyeceksiniz? Bunu nasıl diyeceksiniz efendim?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Başına çuval geçirilen Hükûmet.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) -  Yine aynı Hükûmetiniz döneminde Irak’ta 1,5 milyon Müslümanı katlettiler. Kerkük nerede Sayın Bakan, Kerkük? Irak’ın 3,5 milyon Türklüğü şimdi nerede?

Suriye’yi konuşuyorsunuz. Suriye’de 3,5 milyon Türkmen yaşıyor. Kurduğunuz Suriye Ulusal Konseyinde bir tane Türkmen var mı? Nerede sizin dirayetiniz, kudretiniz?

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Türkmen Cephesini bozmaya çalışıyorlar.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - 2002’yi suçlama hakkınız yok. 2002 hem kudretli,  dirayetli bir Hükûmetti hem de çok onurlu bir Hükûmetti.

Bu konuyu konuşuruz istiyorsanız, saatlerce konuşuruz arkadaşlar.

Sizin dikkatinize ve bilgilerinize sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

                                                                   

Kapanma Saati: 16.26


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Pilotlar Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’a aittir.

Buyurun Sayın Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

III.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

B) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’ın, Pilotlar Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Pilotlar Günü konusunda gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bundan tam yüz yıl önce, 26 Nisan 1912 tarihinde ilk Türk pilotu ve ülkemizin bir numaralı uçuculuk brövesine sahip olan merhum Mehmet Fesa Evrensev bugünkü Atatürk Havalimanından havalanarak ülkemiz semalarında ilk Türk pilotu olarak uçuşunu gerçekleştirmiştir. Bu uçuştan seksen sekiz yıl sonra, 2000 yılında Türkiye Havayolu Pilotları Derneği ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı arasında yapılan çalışmalar neticesinde 26 Nisan Türkiye Pilotlar Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, dünyada kendi pilotlarını ve hatta dost ve müttefik ülke pilotlarını yetiştirebilen sayılı ülke hava kuvvetlerinden biri olan Türk Hava Kuvvetleri, söz konusu ihtiyacı, NATO ve Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri standartlarında uyguladığı pilot eğitim sistemiyle karşılamaktadır. Türk Hava Kuvvetleri, pilot eğitimlerini, 2’nci Ana jet Üs Komutanlığında, Çiğli İzmir’de, SF-260, T-37 ve T-38 uçaklarıyla sürdürmektedir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı ise pilot eğitimlerini Güvercinlik Ankara’da icra etmekte, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ise Hava ve Kara Kuvvetleri uçuş okullarından yararlanarak pilot eğitimlerini karşılamaktadır. Öte yandan, sivil havacılığın gelişmesi ve kalkınması bağlamında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bünyesindeki Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü de havacılık emniyeti ve güvenliğinden taviz vermeden, diğer ulaşım modelleriyle entegre, insana ve çevreye duyarlı sivil havacılık faaliyetlerinin sürdürülebilir gelişimini sağlayacak altyapıyı oluşturmak üzere, uluslararası iş birliği içerisinde, güvenilir, etkin, şeffaf ve tarafsız bir şekilde düzenleme ve denetleme yapmaktadır.

Pilotluk eğitimi bazılarının isimlerini sıralayacağım özel ve yarı özel kuruluşlarla da verilmektedir.  Bunlar, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı Uçuş Eğitim Okulu, Türk Hava Kurumuna ait Ankara, Efes ve İstanbul’da bulunan uçuş eğitim merkezleri, Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksek Okulu, AYJET, Setair, Bon Air ve bunlar gibi özel ticari havacılık şirketleridir.

Ülkemizde tüm hava yollarında 3.928, hava taksilerde 328 ve balonlarda 136 olmak üzere toplam 4.392 lisanslı Türk pilot çalışmaktadır. Sivil sahadaki uçak sayımızın 750 olmasını hedeflediğimiz 2023 yılı için olması gereken pilot sayısı yaklaşık 9.500’dür. Bu hedef doğrultusunda her yıl yaklaşık 450 pilotun sisteme dâhil olması gerekmektedir. Silahlı Kuvvetlerden ayrılarak sivil havacılık sektörüne katılanlar haricinde uçuş okullarından yıllık ortalama 320 pilotun yetiştirilmesi gerekmektedir. Şu anda faaliyette 22 uçuş eğitim organizasyonu olup, yılda 290 pilot yetiştirilebilmektedir. Öğrenci alımına yeni başlayan Türk Hava Kurumu Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesinin de faaliyetine başlamasıyla bu sayının artacağını ummaktayım.

Değerli milletvekilleri, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün arama kurtarmaya yönelik yetkilerinin daha iyi hâle getirilmesi, yeterli kadro ve teçhizata sahip olabilmesi adına birtakım çalışmalara ihtiyaç duyulduğunun da altını çizmekte fayda görmekteyim.

Değerli milletvekilleri, havacılık, bir yetenektir, yaşam tarzıdır, risk yönetimini doğasında devamlı yaşatan, başkalarının yaşam sorumluluğunu da yetkilendiren bir olgudur. Bu nedenle her girdisi hakim bir unsur olarak ciddiyetle ele alınmalıdır. Resmî ve sivil otorite kanla yazılmış kurallar üzerine taviz vermemelidir. Takımdaşlık ve koordinasyon sürekli tutulmalıdır.

Eğitimi zor ve uzun, tecrübesi çok değerli olan pilotluk mesleğinin ekonominin diğer ürün çeşitleri gibi temini düşünülür ise bunun getireceği yüksek maliyet ve yaşam acılarının telafisi asla mümkün olmayacaktır. Ticari ve askerî pilot eğitimlerinde dünyada söz sahibi olan ülkemizin cumhuriyetin 100’üncü yılı kutlamaları kapsamında Türk astronot, diğer bir ifadeyle uzay adamı eğitimlerinin de hedeflenmesinin uygun olacağını değerlendiriyor, Türkiye’de ve dış ülke semalarında canı pahasına görevlerini icra eden tüm pilot kardeşlerimizin bu özel gününü kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

Gündem dışı ikinci söz, Trabzon’un sorunları ve göç hakkında söz isteyen Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Canalioğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon’un sorunları ve göç konusuna ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) –  Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Trabzon, tarihin eski çağlarından beri yerleşim merkezi olan, Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliği sırasında valilik yaptığı, Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün 3 kez ziyaret ettiği ve son ziyaretinde vasiyetinin bir bölümünü yazdığı, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Atatürk’ü karşılayanların ön safında yer alan bir tarih, kültür, tarım, spor, ticaret ve liman kentidir.

Tarihsel süreç içerisinde her dönemde ülke siyasetine önemli katkılar sağlayan insanlarımızın yanı sıra bilimde, sanatta, sporda önemli isimleri yetiştirmiş, bulundukları her yere katma değer katmışlardır.

Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı, vergisini ödeyen, askerliğini yapan, vatan için şehit ve gazi olan Trabzonlular, ne yazık ki son yıllarda kendi hâline terk edilmiş ve hak ettiği payı alamamaktadır. Bunun en bariz göstergesi, her yıl verdiği göçle azalan nüfusudur. TÜİK rakamlarına göre, Trabzon’un nüfusu 2000 yılında 975.137 iken bu nüfus 2011’de 757.353’e gerilemiştir. Yine, yıllara göre, verilen net göç hızı 2011’de rakamsal olarak yüzde 17,78’dir. TÜİK’in son verilerine göre, göç veren iller sıralamasında, Van, Yozgat, Çankırı, Kırıkkale, Kars’tan sonra 6’ncı sıradadır. Göç nedeniyle azalan nüfusa paralel olarak da 8 olan milletvekili sayısı 6’ya inmiştir. Gelişmişlik sıralamasında ise 38’inci sırada yer almaktadır.

Trabzon’un en önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. İşsizlik oranı yüzde 6,3’tür. Büyük sanayinin olmadığı Trabzon kentinde ticaret durma noktasına gelmiş, esnaf siftah etmeden dükkânlarını kapatmak durumunda kalmakta, icralık dosya sayısı 2002’de 57.932 iken bu sayı 2011’de 154.438’e ulaşmıştır. Her seçim öncesi insanlara iş sözü veren Hükûmet, seçimlerden sonra bu sözlerini unutmaktadır. Örneğin Çamburnu Tersanesini yapıp bitireceğini ve 5 bin kişiye iş bulacağını vadeden Hükûmet ve yöre milletvekilleri, değil 5 bin kişiye iş bulmayı, daha henüz tersaneyi bitirip işletmeye açamamıştır. Son on yıldır turizmde de yeterli altyapı ve tanıtım yapılamadığından, turizmden de ülke genelinde yeterli pay alınamamaktadır. Trabzon ile Rusya Federasyonu’nun Soçi kenti arasında ticaret gemileriyle taşımacılık kaldırıldığından, Trabzon Limanı da hak ettiği payı alamamakta; kamyoncular işsiz duruma düşmüşler ve ticari faaliyetleri için komşu illere göç etmektedirler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuzluklara “Dur.” diyerek aynı zamanda göçün de önlenebilmesi için, henüz çözümlenmeyen ve de beklenen yatırımlar bir an önce Hükûmet programlarına dâhil edilmelidir. Öncelikle, nüfusumuz 750 binin altına düşmeden büyükşehir yapılmalıdır. Güney çevre yolu bir an önce başlanıp bitirilmelidir. Yıllardan beri Trabzon ve Doğu Karadeniz’in gündeminde olan demir yolu projesi artık hayata geçirilmelidir. Lojistik merkez bir an önce kurulmalıdır. Turizmde yöreye uygun turizm şekli olan yayla turizmi için gerekli altyapı ve üstyapı çalışmaları yapılmalıdır. Çakırgöl Turizm Merkezi bir an önce hayata geçirilmeli, tarımsal ve hayvansal ürünler desteklenerek çay, fındık gibi iki temel ürünümüzde üreticilerimizin beklentileri karşılanmalıdır.

Sayın milletvekilleri, Trabzon’un, yatırımsızlık, üretimsizlik, işsizlik nedeniyle nüfusu her geçen yıl azalırken, ne yazık ki Hükûmetin açıkladığı yeni teşvik paketinde ilimizin beşinci bölgede yer alması beklenirken üçüncü bölgede yer alması, yatırımcıları, sivil toplum kuruluşlarını, odaları ve halkımızı hayal kırıklığına uğratmıştır. Trabzon halkı, Meclise gönderdiği siyasetçiden iş istemektedir, ilgi beklemektedir, kentin sorunlarına çözüm üretmesini beklemektedir ve teşviklerde mutlaka beşinci bölgede yer almasını beklemektedir. Ama on yıldır iktidar ve halktan kopuk, yalnızca laf üreten bir Belediye Başkanıyla, ne yazıktır ki verilen her vaat sözde kalmaktadır; halkın beklentilerinden uzak, çözüm odaklı değil, yalnızca seçim meydanlarında vatandaşın gözünü boyamaktan öteye gitmeyen bir yöntem hâline gelmiştir.

Trabzon’umuzda göçün önlenebilmesi, ticaret ve turizmde beklediği ve hak ettiği payı alabilmesi için Hükûmetin acilen tedbirleri alması gerekmektedir. Bu beklentiler içinde yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyor, hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Canalioğlu.

Gündem dışı üçüncü söz, Özel İdarenin Aydın’ın Çine ilçesine bağlı 6 köyde yaptığı satışlar hakkında söz isteyen Ali Uzunırmak’a aittir.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, özel idarenin Aydın’ın Çine ilçesine bağlı altı köyde yaptığı satışlara ilişkin gündem dışı konuşması

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu gündem dışı konuşmaya söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, devlette devamlılık vardır. Aydın Çine ilçesinin 6 köyünde Aziz Nesin’e rahmet okutturacak olay yaşanmıştır. Önce olayı sizlerle paylaşmak istiyorum, sonra da Hükûmetin burada olmamasını, aynı zamanda iktidar milletvekili Aydınlı arkadaşlarımızı da burada göremiyorum, onu da halkımla paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 1989 yılında Aydın’da Çine ilçesinde özel idareye bağlı 6 köyde tapular verilerek vatandaşlara satışlar yapılıyor. İşte, elimde Aydın Çine ilçemizin Kahraman köyünden Ergün Kulaç’a ait devletin verdiği tapu, satış bedeli, tahakkuk makbuzu. Özel İdare bunları satmış ama garip bir tecelli ki, gelin, geçtiğimiz günlerde bu satışlar iptal edilmiş. Vatandaşa aynı zamanda 1989 yılından bugüne kadar ecri misil, kira gibi birtakım tahakkuklar yapılmış ve aynı zamanda tapu iptal davası açılmış ve tapu iptal davasındaki vekâlet ücretinden mahkeme masraflarına varıncaya kadar vatandaşlara tahakkuklar çıkartılmış ve bunlardan dolayı, şu anda vatandaş, bunları ödeyemediği gibi, mahkemelere düşmüş, ne bankalardan kredi alabiliyor ne devletle olan işini görebiliyor. Çiftçi sıkışmış durumda. Bankaya gittiğinde, kredilerde, devletin bu alacakları, vatandaşın, ödemediği için, karşısına bir kırmızı çizgi olarak çıkıyor. Emekliler bankalardan maaşını alamıyor ve bu nüfus 6 köyde 600’ün üzerinde bir aileyi kapsıyor.

Değerli arkadaşlar, Aziz Nesin’e rahmet okutturacak bir fıkra, yaşanmış bir olay. Durmuş Karadamar ismindeki Kahraman köyündeki vatandaşımız yol geçecek olan tarlasını iyi niyetle bağışlıyor, daha doğrusu bu Özel İdare arsası olarak gözüken yerden takas oluyor tarlası. Takas olan tarla işte bugün tapu iptalinden dolayı… Tapulu kendi malını Özel İdareyle yol geçsin diye takasa girmiş ve bugün, 89’dan bugüne kadar vatandaşımız, ecri misil, kira, içinde yetişmiş ağaç ve başkalarından dolayı mağduriyetlere uğramaktadır.

Değerli milletvekilleri, tabii ki Hükûmet naylon faturadan başka birtakım yüklü masraflara, borçlara varıncaya kadar yandaşlara ve sahibi olduklarına birçok aflar getirdi, düzenlemeler yaptı ama bu köylü vatandaşın böyle bir gücü yok.

6 köy dedim. Bu 6 köy, Çine’mizin Çaltı, Yolboyu, Karakollar, Kahramanköy, Evciler, Yağcılar, Kuruköy ismindeki köylerimizde meydana gelen olaydır. Şimdi, burada basit bir düzenlemeyle bu problemi vatandaşımızın çözülebilir. Bu problem büyümüştür ve çözülmesi gerekir. Yakın bir zamanda intiharlar olursa, kavgalar gürültüler olursa hiç kimse şaşırmasın.

Değerli milletvekilleri, Özel İdare bu ülkenin bir kurumudur, hazine de bu ülkenin bir kurumudur ve eğer 1989 yılında Özel İdare hazine arazisini bu vatandaşa satmış ise, Özel İdare bu parayı tahsil etmişse, hazinenin buradaki muhatabının Aydın İl Özel İdaresi olması gerekir. Vatandaş devlete olan parayı ödemiştir, satın almayı ödemiştir. Dolayısıyla burada hâlen daha vatandaşın üstüne gidip onların aylıklarının, onların birtakım gelirlerinin bağlanarak onları hareket edemez duruma getirmenin devletin bir zulmü olması gerekir.

Bu akıl yolu içerisinde, eğer burada Sayın Bakan olsaydı… Ki isterdik olmasını; Hükûmet, buradaki gündem dışı konuşmalarda belirtilmiş olması doğrultusunda, burada nezaret etmeliydi Sayın Bakan. Ama biz bunu çeşitli platformlarda dile getireceğiz ve yakın bir zamanda inşallah, bu konuyla ilgili çalışmaları başlattım, bir kanun teklifiyle de önümüzdeki, gelecek olan bir torbanın içerisine giren, her türlü naylon faturadan başka alanlara varıncaya kadar bazı para babalarının problemlerinin çözüldüğü AKP İktidarında gariban vatandaşın  da probleminin çözülmesini diliyorum.

Bu konuyla yüce Meclisi bilgilendirmek istedim. Hepinize çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. 

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Ayrı ayrı okutacağım.

İlk okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır ancak önergenin tam metni tutanak dergisine eklenecektir.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/259) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

(Özet)

Türkiye Taş Kömürü Kurumu'na bağlı olan Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi (ATİM) 01.01.1984 tarihinde kurulmuştur. Müessese üretim çalışmalarını Amasra-Bartın arasında kalan 36,5 km2’lik sahada sürdürmektedir. Bu sahadaki madencilik faaliyetleri 1848 yıllarında başlamakla birlikte devamlı ve projeye dayalı üretim çalışmalarına 1965 yılında geçilmiştir. 2010 yılı sonu itibari ile sahada mevcut toplam rezerv 407.828.966 ton'dur.

Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi, havzanın en büyük rezervlerine sahip olmasına karşın ocaklarından en az kömür çıkartılan üretim birimi durumundadır. Yıllardır gerekli yatırım desteği verilmemesi, Modernizasyon-Rehabilitasyon projeleri kapsamlarının dışında tutulan ve personel eksikliklerinin giderilmemesi gibi nedenler müessesenin üretim kapasitesinin arttırılmasını engellemiştir.

05 Nisan 1994 tarihli Ekonomik Önlemler Paketi’nde "müessesenin 1994 yılı sonuna kadar özelleştirilmesi ve şayet özelleştirilmez ise kapatılması" kararlaştırılmıştır. Buna karşılık Başbakanlık tarafından oluşturulan İnceleme Komisyonu'nun TTK ve bağlı müesseselerde yaptığı çalışmalar sonunda hazırladığı 1995 tarihli raporda "gerekli tedbirlerin alınması durumunda Amasra Müessesesinin havzada  kâr edecek duruma gelebilecek ilk üretim birimi olarak görüldüğü" ifade edilmiştir.

1994 yılından itibaren Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi'nde başlatılan küçültme çalışmalarına paralel olarak Amasra-B olarak adlandırılan ve toplam rezervin yüzde 97'sini teşkil eden 396.588.000 tonluk üretim sahasının işletilmesi uhdesi TTK'da kalmak üzere redevans yoluyla HEMA Endüstri A.Ş.'ne devredilmiştir.

Bu amaçla; TTK ile HEMA Endüstri A.Ş. arasında 15 Nisan 2005 tarihinde redevans sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmeye göre Amasra-B sahasında, 20 yılda 56.000.000 ton kömür üretilmesi ve bunun karşılığı olarak TTK'na 400.400.000 TL redevans bedeli ödenmesi gerekmektedir. HEMA Endüstri A.Ş.'nin madencilik faaliyet deneyiminin ve birikimin bulunmaması, redevans sözleşmesinin imzalanmasından itibaren yoğun ve ciddi sorunlarla karşılaşılmasına neden olmuştur.

HEMA Endüstri A.Ş. iki yıllık sürede hazırlık çalışmalarını tamamlayamamış ve iki kez ek süre talebinde bulunmuştur. Bu talepler TTK Yönetim Kurulu tarafından redevans sözleşmesinin 18/c maddesi hükümlerine göre kabul edilmiş ve işletmeci firmaya 17 ay 5 gün ve 17 ay 21 günlük ek süreler verilmiştir. Sözleşmeye aykırı verilen bu ek sürelerle redevans sözleşmesinin uygulama döneminin daha başlangıcında 4 yıla yakın bir gecikme meydana gelmiştir. Bu gecikme, 8 milyon ton üretim ve 80-100 milyon TL gelir kaybına yol açmıştır.

Redevans sözleşmesinin taraflarca imzalanmasından kısa bir süre sonra firma yetkilileri bu defa da "uhdelerindeki HEMA Elektrik Üretim A.Ş. (660x2 MW) ile Batı Karadeniz Elektrik Üretim A.Ş. (2x660MW) tarafından Bartın ili Amasra ilçesi Gömü ve Tarlaağzı köyü sınırları içerisinde bölgenin kömür rezervleri kullanılarak 660x4 MW kurulu güçte Termik Santral Entegre Projesinin inşa edilmesi ve işletilmesinin planlandığını belirtmişlerdir.

                         

(x) (10/259) esas numaralı Meclis araştırması önergesi tutanağa eklidir.

Kurulması düşünülen bu termik santraller nedeniyle; bir doğa harikası olan yörenin florası değişecek solunan hava kirlenecek halkın geçim kaynağı olan turizm, balıkçılık ve tarım ürünleri üretim faaliyetleri büyük ölçüde azalacak ya da sona erecektir.

Bölgede termik santral kurulması talep edilen saha 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında “Turizm Alanı" olarak görülmektedir. Bölge konumuna çok uygun olan bu planın değiştirilmesi için gerek HEMA Endüstri A.Ş. ve gerekse TTK tarafından yoğun girişimlerde bulunulmaktadır. Buna karşılık Bartın halkı da bu girişimleri büyük tepkiyle karşılamaktadır.

Redevans yoluyla HEMA Endüstri A.Ş.'ne devredilen sahada bugüne kadar yapılan çalışmalarda sözleşmede belirtilen hedefler gerçekleştirilememiştir. Redevans sözleşmesinde 3 yıl olarak belirtilen üretim aşamasında 7 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen hedefe ulaşılamamıştır. Herhangi bir projeye ve hukuka dayanmayan bu çalışmalarla Amasra-B sahasındaki rezervlerin üretime dâhil edilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, gerek ülkemizin ve gerekse Bartın ilimizin ekonomisine önemli katkı sağlayacak olan bu kömür varlıklarının 46 yıldır faaliyetlerini farklı birim yapısıyla düzenli olarak başarıyla devam ettiren Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi eliyle üretime alınması en uygun çözüm yolu olarak görülmektedir.

Konunun ülkemiz ve ilimiz adına önemi nedeniyle, Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesinin sıkıntılarının araştırılması ve ülke ekonomisine gerekli katkıyı sağlaması için içerisinde bulunduğu sorunların tespit edilerek alınması gereken önlemlerin bir an önce belirlenmesi amacı ile TBMM İç Tüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri ile Anayasa’nın 98. maddesi gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

2) Müslim Sarı                              (İstanbul)

3) İzzet Çetin                                (Ankara)

4) Turgut Dibek                            (Kırklareli)

5) Ali Sarıbaş                                (Çanakkale)

6) Mehmet Volkan Canalioğlu      (Trabzon)

7) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

8) İhsan Özkes                              (İstanbul)

9) Gürkut Acar                             (Antalya)

10) Aylin Nazlıaka                       (Ankara)

11) Aykan Erdemir                       (Bursa)

12) Mahmut Tanal                        (İstanbul)

13) Şafak Pavey                            (İstanbul)

14) Emre Köprülü                         (Tekirdağ)

15) Ümit Özgümüş                       (Adana)

16) Uğur Bayraktutan                   (Artvin)

17) Kazım Kurt                             (Eskişehir)

18) Dilek Akagün Yılmaz             (Uşak)

19) Nurettin Demir                       (Muğla)

20) Kadir Gökmen Öğüt               (İstanbul)

21) İlhan Demiröz                        (Bursa) 

2.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 21 milletvekilinin, yüksek yargılama harçlarının ortaya çıkardığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/260)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120’nci maddesi uyarınca dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansını belirlemek üzere Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılarak 30.09.2011 tarih 28070 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesi Hakkında Tebliğ”, "Hukuk Muhakemeleri Kanunu Bilirkişi Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ”, “Hukuk Mahkemeleri Kanunu Tanık Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ” hükümlerine göre ortaya çıkan gider avansları ile 492 sayılı Harçlar Kanununa dayalı tarife uyarınca belirlenen yargılama harçlarının, dava açma hakkı ve hak arama özgürlüğünü ortadan kaldıracak derecede pahalı adalet yaratıp yaratmayacağı konusunda bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

Gerekçe:

12.01.2011 tarihinde kabul edilen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesi, davacının dava açarken yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avans tarifesinde belirlenecek olan tutarı (gider avansını) peşin olarak yatırmasını zorunlu tutmuştur.

Adalet Bakanlığı bu hükme dayanarak, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesi Hakkında Tebliğ”, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Bilirkişi Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ”, “Hukuk Mahkemeleri Kanunu Tanık Ücret Tarifesi Hakkında Tebliği” çıkarmış, tebliğler 30.09.2011 tarih 28070 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır.

Daha uygulamanın başında (kısa zamanda) bu tebliğler uyarınca belirlenen yatırılması zorunlu gider avanslarının birçok davada davacıların ekonomik gücünü aşacak boyutlara ulaştığı anlaşılmıştır. Buna zaten yüksek olan yargılama harçları da eklendiğinde, vatandaş harç ve gider avanslarını karşılayamadığı için dava açamaz duruma düşmektedir. İddia edildiğinin aksine adli yardım uygulaması da sorunu çözmeye yetmemektedir.

Hak arama özgürlüğü anayasal bir özgürlüktür. Hukuk devletinde vatandaşın adalete ulaşma hakkı ekonomik nedenlerle ortadan kaldırılamaz.

Bu çerçevede yüksek yargılama harçları ve tebliğlerle ortaya çıkan gider avanslarının hak arama özgürlüğünü ortadan kaldıracak ölçüde pahalı adalet yaratıp yaratmadığının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından araştırılmasını talep ediyoruz.

Saygılarımızla.

1) Bülent Tezcan                          (Aydın)

2) Aykan Erdemir                         (Bursa)

3) Mahmut Tanal                          (İstanbul)

4) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

5) Ali Rıza Öztürk                        (Mersin)

6) Ali Sarıbaş                                (Çanakkale)

7) Mehmet Volkan Canalioğlu      (Trabzon)

8) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

9) İhsan Özkes                              (İstanbul)

10) Gürkut Acar                           (Antalya)

11) Şafak Pavey                            (İstanbul)

12) İzzet Çetin                              (Ankara)

13) Emre Köprülü                         (Tekirdağ)

14) Müslim Sarı                            (İstanbul)

15) Yıldıray Sapan                        (Antalya)

16) Metin Lütfi Baydar                 (Aydın)

17) Ferit Mevlüt Aslanoğlu           (İstanbul)

18) Ümit Özgümüş                       (Adana)

19) İlhan Demiröz                        (Bursa)

20) Kadir Gökmen Öğüt               (İstanbul)

21) Nurettin Demir                       (Muğla)

22) Ali Özgündüz                         (İstanbul)

3.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 24 milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/261)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de yaklaşık 19 bin orman köyü olup bu köylerde 7 milyon dolayında orman köylüsü yaşamaktadır. Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliğine (OR-KOOP) bağlı 3 bin kooperatif ve bu kooperatiflere bağlı 300 bin orman köylüsü yer almaktadır. Türkiye ormanlarının devletle işletilme sürecinde orman köylüsünün temsilcisi olan kooperatifler orman faaliyetlerinin yüzde 70'ini gerçekleştirmektedirler.

Ülkemizde dağ ve orman köyleri genellikle engebeli ve dik eğimli topraklar üzerinde kurulmuş olması nedeniyle orman köylerinin gerek altyapı gerekse de eğitim ve sağlık imkânlarının yetersiz olduğu bilinmektedir. Orman ve orman işletmelerinin mülkiyetinin devlete ait olması nedeniyle orman köylüsü devletin sağlamış olduğu imkânlar ölçüsünde geçimini ormanlardan sağlamaya çalışmaktadır.

Orman köylüsünün emeğinin karşılığını alabilmesi için orman köylüsünün doğdukları yerde yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli koşulların devlet tarafından sağlaması gerekmektedir. Yoğun orman alanları olan bölgelerde iklim şartları ve coğrafi koşullar ormancılığın o yörenin ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. O yöredeki orman köylüsünün tek geçim kaynağını ormanlar oluşturmaktadır. Bu kapsamda ormanlar konusunda yapılan düzenlemeler ve alınan kararlar orman köylüsünün tek örgütü olan ormancılık kooperatiflerini de doğrudan etkilemektedir.

2010 yılında çıkarılan 6009 sayılı Yasa ile orman köylüsünün ormanlardan yararlanmasına ilişkin yasal ve anayasal haklarında kısıtlamalar yapılmıştır. Bu durum ivedilikle düzeltilmelidir.

Son yıllarda uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, orman üretimi primleri, teşvikler ve taban birim fiyatlarının düşük olması, benzin ve mazot fiyatlarına üst üste yapılan zamlar neticesinde orman köylüsü kâr etmekten öte masraflarını bile karşılayamaz bir noktaya gelmiştir. Bunun doğal sonucu olarak köylerden kentlere göç başlamıştır.

Bugün ülkemizde gelir düzeyi en düşük kitle orman köylüleridir. Gelir yetersizliği nedeniyle kendisine tanınan BAĞ-KUR kapsamında sosyal güvenlik şemsiyesi altına girme imkânını bile kullanamamaktadırlar. Bu sorunun ortadan kaldırılması adına, orman köylüsünün sosyal güvenlik çatısı altına alınabilmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Orman köylüsünün alın terinin karşılığını alamaması orman kooperatiflerinin de kazanımlarını etkilemiştir. Birçok orman kooperatifi vergilerini ödeyememesinden dolayı kapanmakla karşı karşıya kalmıştır.

Orman köylüsü ve kooperatifleri son dönemlerdeki hükûmet politikasının ürünü olan, orman üretiminin dikili satış ve hizmet alımı gibi nedenlerden dolayı taşeron sisteme dönüştürdüğünden büyük bir gelir kaybına uğramıştır. Orman köylüsü âdeta müteahhidin işçisi yapılmıştır. Yapılan düzenlemelerin orman köylüsünün gelirini artırmaya yönelik olması gerekirken gelinen noktada yüklenici ve taşeronun daha fazla kâr elde etmesine yönelik olduğu görülmektedir. Bu uygulamalardan vazgeçilerek orman köylüsünün hak ettiğini alabilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.

Orman köylülerine önemli bir gelir getiren kesim ücretlerinin yeterli olmadığı, kesim ücretlerinin daha üst seviyelere çekilmesi gerekmektedir.

Türkiye kadastrosu yapılırken orman köylerinin gerekli önceliği alamaması sorunları da beraberinde getirmiştir. Son yıllarda kadastro çalışmaları yapılan bu köylerde çalışmaların aksamasının sebebi, mevzuat gereği bu arazilerin çoğunlukla hazine adına tespit ve tescil edilmesinden doğan karışıklıklar ile arazi ölçmelerinde karşılaşılan güçlüklerdir.

Yukarda kısaca bahsedilen sorunlar, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarına ilişkin bazılarıdır.

Orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılması ve çözüm önerilerinin tespit edilmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Tanju Özcan                             (Bolu)

2) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

3) Candan Yüceer                         (Tekirdağ)

4) İzzet Çetin                                (Ankara)

5) Ahmet İhsan Kalkavan             (Samsun)

6) Uğur Bayraktutan                     (Artvin)

7) Malik Ecder Özdemir               (Sivas)

8) Kadir Gökmen Öğüt                 (İstanbul)

9) Erdal Aksünger                        (İzmir)

10) Ayşe Nedret Akova                (Balıkesir)

11) Aykan Erdemir                       (Bursa)

12) Namık Havutça                      (Balıkesir)

13) Haluk Ahmet Gümüş              (Balıkesir)

14) Kemal Ekinci                          (Bursa)

15) Adnan Keskin                        (Denizli)

16) Osman Oktay Ekşi                  (İstanbul)

17) Aytuğ Atıcı                             (Mersin)

18) Ali Rıza Öztürk                      (Mersin)

19) Refik Eryılmaz                       (Hatay)

20) Tufan Köse                             (Çorum)

21) Fatma Nur Serter                    (İstanbul)

22) İdris Yıldız                             (Ordu)

23) Ali Özgündüz                         (İstanbul)

24) İhsan Özkes                            (İstanbul)

25) Mahmut Tanal                        (İstanbul)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın Eyidoğan, Sayın Tüzel ve Sayın Seymenoğlu, kısa söz talepleriniz var; birer dakika süre veriyorum.

Sayın Eyidoğan, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.-  İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması

HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yirmi altı yıl önce, 26 Nisan 1986’da, o zamanki Rusya’nın Kiev ilinde Çernobil Nükleer Güç Santrali’nde 20’nci yüzyılın ilk büyük nükleer kazalarından biri oldu. Reaktörlerdeki tasarım hataları yanı sıra, reaktörlerden birinde güvenlik sisteminin deney amaçlı devre dışı bırakılması sırasında oluşan kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda radyoaktif ürünler salındı. Radyasyonun yüzlerce kilometre öteden yayıldığı ancak dört gün sonra tüm dünya tarafından öğrenildi. Tam 35 ülke çeşitli dozlarda nükleer radyasyondan etkilendi. Türkiye, radyasyon şiddeti açısından etkilenen ülkeler içerisinde 15’inci sıradaydı. Bu nükleer kaza, Hükûmetin, Türkiye'nin yakın çevresindeki ülkelerdeki nükleer faaliyetleri dikkatle izlemesini ve ulusal ve uluslararası nükleer politikası için ders çıkarmasını, ders almasını gerektiren önemli bir olaydır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tüzel…

5.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bugün, yirmi altı yıl önce gerçekleşen büyük Çernobil nükleer felaketinin yıl dönümü, hatırlanacağı gibi, ülkemizde de derin etkileri olmuştu. Hâlâ, özellikle bu etkilerden dolayı “Kanser hastasıyım.” diyene “Karadenizli misin?” diye sorulmaktadır. O gün de, bu büyük felaketin etkilerini gözlerden gizlemek isteyenler olur olmaz laflar etmişti. Örneğin Cumhurbaşkanı Kenan Evren “Biraz radyasyon kemiklere yararlı.”, Başbakan Turgut Özal “Radyasyonlu çay daha lezzetli” diyebilmiş, Sanayi Bakanı Cahit Aral halkın karşısında çay içerek teşvik etmiştir. Şimdi de aynı aymazlığın bugün örnekleri verilmekte, bugünkü versiyonu durumundaki Sayın Başbakan “Mutfak tüpü de nükleer kadar risklidir.” diyebilmektedir. Mersin Akkuyu, Sinop Gerze halkı ve elbette tüm ülkede geleceğini düşünenler nükleer santralleri önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hükûmetin bu sesi duymasını ve nükleer ısrarından vazgeçmesini diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Seymenoğlu…

6.- Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu’nun, Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canali-oğlu’nun gündem dışı konuşmasına ilişkin açıklaması

SAFİYE SEYMENOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkanım, gündem dışı konuşma alan sayın milletvekilimizin Trabzon’un sorunlarıyla ilgili bilgi verirken yanlış bilgilendirme yaptığı inancındayım. Kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

Trabzon, dokuz yıllık AK PARTİ İktidarı döneminde eğitimden sağlığa her alanda büyük hizmetler kazanmış bir şehrimiz. Özellikle bunun ifadesi olarak 12 Haziran seçimlerinde Trabzon halkı memnuniyetini yüzde 58 gibi Türkiye oranının yüzde 10’undan fazla bir oy oranıyla ifade etmiştir.

Evet, Trabzon teşvikte üçüncü bölgede, bu da yapılan yatırımlarla doğru bir orantıda ama şunu da ifade etmek isterim ki: Teşvik sadece bölgesel anlamda değil, eğer yatırım kapasitesi ve cinsiyle birlikte farklı alanlarda da beşinci bölgedeki hizmetlerden de faydalanabilmekte. Trabzon bir liman kenti. Deniz yolu ve yük taşımacılığıyla birlikte beşinci bölgenin yatırımlarından da faydalanabilmekte. Yine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Seymenoğlu.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- BDP Grubunun, 6/4/2012 tarihinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve arkadaşlarının yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan cari açığın araştırılması amacıyla vermiş olduğu  Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                       26.04.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 26.04.2012 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                      Hasip Kaplan

                                                                                                           Şırnak

                                                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri:

06 Nisan 2012 tarihinde, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve arkadaşları tarafından verilen (869 sıra no.lu), "Yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan cari açığın" araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 26.04.2012 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneri lehinde söz isteyen Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili.

ADİL KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun vermiş olduğu öneri üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi selamlıyorum.

Tabii, yoğun polemik karambolu içerisinde Türkiye'nin asli sorunlarını öteden beridir Parlamentoda konuşamaz duruma geliyoruz. En ciddi sorunu bile basit, seçmene selam gönderen yaklaşımlarla karambola getirerek tartışır duruma geldik ve bu nedenle de Türkiye'nin önemli sorunlarını, acil sorunlarını ne yazık ki Parlamentoda çok nadiren konuşmaya çalışıyoruz. Biraz önce onun bir örneğini yaşadık. Bugünkü Suriye politikalarıyla ilgili yapılan değerlendirmelerde bunun örneğini yaşadık ve ne yazık ki ne Hükûmet ne de muhalefet, bugün nelerin konuşulduğu konusunda tam bir idrak yaratamadı halkın beyninde.

Şimdi, Türkiye’de, maalesef, ekonomi politikaları, Hükûmetin ekonomi stratejisi yavaş yavaş tehlike sinyallerini vermeye başladı. Hatırlanacağı üzere, geride bıraktığımız üç yıl içerisinde, Avrupa’da on ülke, ekonomik krizden kaynaklı olarak yönetimlerini değiştirmek durumunda kaldı ve son günlerde özellikle hem Hükûmet hem devlet yetkilileri, Avrupa’da İslam karşıtlığından söz eder duruma geliyor ve oradaki krizle bağlantılı olarak değerlendiriyorlar.

Şimdi, Avrupa’daki bu kriz dalgasının yavaş yavaş Türkiye’ye daha etkin biçimde kendisini hissettirmeye başladığı günleri yaşıyoruz. İki gün önce de burada hatırlatma ihtiyacı duyduk, şimdi de tekrarlıyoruz: Bu krizin eğer önlemleri alınmazsa, tedbir alınmazsa, aklıselim politikalar geliştirilmezse, bu Meclis vaziyete el koymazsa, duruma el koymazsa önümüzdeki tablo çok vahimdir.

Bakınız, bizim Yunanistan’la ne kadar benzerliklerimiz var. Yunanistan adalarını satışa çıkardı, krizi atlatmak için toprak satmayı göze aldı, artık göze alıyor. Verileri bize ne kadar tanıdık, bakın, sizlerle paylaşalım: Millî gelir artış hızı Türkiye’de yüzde 5,6; Yunanistan’da yüzde 5,1. Cari açık bizde yüzde eksi 9,7; Yunanistan’da yüzde eksi 9,6. Bütçe açığı bizde 1,7; Yunanistan’da eksi 9,1.

Şimdi, Hükûmet yetkilileri cari açığı her değerlendirdiklerinde enerji faktörüne sığınıyorlar ve enerji faktörüne sığınırlarken de HES politikalarına kılıf bulma gayreti içerisinde bunu söylüyorlar. Evet, enerji ithalatının Türkiye’ye çok ciddi sıkıntıları vardır. Ama bakın, bu ülkenin madenlerini, bu ülkede çıkan madeni ham hâlde Çin’e götürüyorsunuz, Çin’de işletip Çin’den geri satın alıyorsunuz. Yani kendi madeninizi götürüyorsunuz, Çin’de zenginleştiriyorsunuz, orada zenginleştirdiğiniz madeni Çin’e verdiğiniz fiyatın 12 katı fazlasıyla geri satın alıyorsunuz, sanayinizde kullanmaya çalışıyorsunuz. Bu sadece bir örnek.

Türkiye, kendi hayvancılık potansiyelinin neredeyse kırkta 1’ini değerlendirir durumdadır. Tarım politikasında gene benzer veriler orta yerde duruyor. Şimdi, kendi öz kaynaklarınızı işler duruma getirmeden ekonomideki bu kaosa çare bulma şansınız yok. Buna ilişkin yatırımlar, politikalar geliştirmek yerine, Hükûmetin bulduğu çare şu: 2012 yılı memura sıfır zam politikası. Bunu yaparken de diyor ki: “Çinleşiyoruz” Çin ne yapıyor? İnsanları karın tokluğuna çalıştırıp ekonomisini büyütme gayreti içerisinde. Bu boyutuyla, emek sömürüsü boyutuyla Çin’i model alan bir hükûmet politikası.

Kendi hayvancılık potansiyelini, kendi tarım potansiyelini, kendi yer altı, yer üstü zenginliklerini işleyemeyen, onların işlerliğini esas alan politikalar geliştirmeyen Hükûmet ancak böyle bir politika geliştirebilir.

Bir önemli faktör daha: Bakın değerli arkadaşlar, bütçe görüşmeleri sırasında da gündeme geldi, örtülü harcamalar. Örtülü ödeneklerden yapılan harcamalardan bu Meclisin dahi haberi yok, denetim dışı harcamalar. Bu denetim dışı harcamalar nereye yapılıyor? Bu denetim dışı harcamaların neredeyse tamamı savaşa ve savaş lobisine yapılıyor. Otuz yıllık süreçte yaklaşık 400 milyar dolar gibi bir harcama yapıldı. Hesap edin, bu parayla bu ülke neler yapabilirdi. Bu otuz yılın on yılında AKP iktidar. Haydi önceki dönemleri bir kenara koyalım, ama cumhuriyet tarihinin sayısal verisi olarak doksan yıllık sürecin neredeyse onda 1’inde siz iktidar olmuşsunuz. Son otuz yıllık çatışma sürecinin üçte 1’inde siz iktidarsınız. Getirin, bir çözüm koyun orta yere. Daha ne bekliyorsunuz? Hangi politikalarla çözeceğinizi artık söyleyin. Bu ülkenin öz kaynaklarını kendi dağlarını  bombalamak için kullanmayın. Ama bunu her  söylediğimizde bundan sanki haz alır bir tutum içerisinde “Biz dağları bombalayacağız.” diyorlar ve bunu söylerlerken de keyif alıyorlar.

Kendi hayvancılığını geliştirmek yerine… Bakınız, -geçen gün burada  söyledim- Türkiye’de küçükbaş hayvancılığı potansiyelinin kırkta 1’ini ancak değerlendiriyoruz ama domuz üretme çiftliklerini rahatlıkla teşvik edebiliyoruz. Bakan arkadan söyledi, itiraz etti  “Öyle bir şey yok.” dedi.

Bakın, Türk Gıda Kodeksi Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği, Resmî Gazete’nin 2006/31 sayılı nüshasında yayımlanmış. Burada domuz üretme çiftlikleri, domuz eti, kırmızı et statüsünde teşvike tabi tutulmuş ve Ziraat Bankasından teşvik edilmiş. Ziraat Bankası bir genelgeyle domuz üretme çiftliklerine yapacakları yatırımın ya da verecekleri teşvikin kriterlerini ortaya koymuş ve ülkemizde resmî olmamakla birlikte 1.800 civarında, teşvik almış domuz üretme çiftliği… Kendi ülkenizdeki hayvancılığı teşvik etseniz bundan çok daha yararlı bir sonuç elde etmiş olmaz mısınız? Edersiniz. Ama kendi çiftçinizi, kendi esnafınızı kalkındırma gibi bir gayret yok orta yerde. Tersine, daha çok bu ülkenin kaynakları dışarıya nasıl peşkeş çekilir, onun gayreti var.

Şimdi, ekonomi tehlike çanlarını çalmışken, tehlike kapımızda durmuşken bizim Meclis olarak bu duruma sessiz kalmamız mümkün değildir. Bir Meclis araştırma komisyonu kurulup bu konunun incelenmesi gerekir düşüncesiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kurt.

Öneri aleyhinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin Anayasa’nın 98, 99, Meclis İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddelerine istinaden Meclis araştırması önergesi açılması aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi, bir zamanlar ekonomik krizlerin siyasi krizleri, siyasi krizlerin ekonomik krizleri körüklediği ortamdan, belirsizlik ve ümitsizlik ortamından, güvensizlik ortamından bugünlere gelmiştir. Üç haneli rakamlara kadar yükselen enflasyon, yüksek kamu açıkları ve kamu borç yükü gibi unsurlar tüm ekonomik birimlerde ciddi güven zafiyeti oluşturmuştu.

Türkiye, o günden bugüne kadar büyük yol katetmiştir, ekonomik istikrar kalıcı olarak sağlanmıştır. Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş başarılara imza atarak küresel ölçekte takdirle bahsedilen ülke konumuna gelmiştir, âdeta  dünyada büyüme oranında Çin’le yarışan bir ülke hâline gelmiştir. Şu an dünyada büyümede Çin’in tek rakibi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundan ne kadar gurur duysak azdır diye düşünüyorum.

AK PARTİ’ye, 12 Haziran seçimlerinde gerek siyasi istikrara gerekse ekonomik istikrara, AK PARTİ’nin yapmış olduğu icraatlara Türkiye’de 2 kişiden 1’i oy vererek, yüzde 50 oranında oy vererek pekiştirmiştir. Bu demektir ki 12 Haziran seçimlerinde sandıkta aziz milletimiz AK PARTİ’nin ekonomik ve siyasi icraatlarına ve demokratikleşme anlamındaki bütün icraatlarına geçer not vermiştir ve test etmiştir. Türkiye siyasi tarihinde bir partinin üç dönem üst üste iktidara geldiği görülmemiştir ve her dönemde oyunu artırarak iktidara gelen AK PARTİ İktidarını pekiştirmiştir. Bunda tabii ki milletin iradesinden almış olduğu güç de yatmaktadır. Ekonomi demokratikleşmeden bağımsız değildir, ekonomi demokratikleşmeden âri de değildir. İç içe girmiş bir müessese olan bu ilişkilerde dünyayla arasına duvarlar örmüş bir ülkenin iç politikada istikrarı, ekonomide büyümeyi, demokratikleşmede reformları gerçekleştirmesi beklenemez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurt içi tüketim ve yatırım talebindeki canlanma ithalatta artışı tetiklemiştir. Buna ilave olarak emtia ve enerji fiyatlarındaki artışlar ve dış talebin zayıf olması 2011 yılında cari açığın artmasına neden olmuştur. Cari işlemler açığı ve enflasyondaki gelişmelerin makro ekonomik ve finansal istikrar üzerindeki etkilerini sınırlandırmaya yönelik olarak para politikası, makro ihtiyati tedbirler ve maliye politikası alanında gerekli adımlar atılmaktadır. Bu çerçevede 2010 yılının sonundan itibaren para politikası araçlarıyla kredi büyümesinin kontrol altına alınması, mevduatın vadesinin uzatılması ve cari işlemler açığının finansmanında uzun vadeli kaynakların payının artırılması hedeflenmiştir. Öte yandan konut kredilerinde teminat oranı kredi kartlarındaki asgari ödeme oranı ve ihtiyaç kredilerinde genel karşılık oranları artırılmıştır. Bunda maksat cari açığın ileriye yönelik net bir şekilde düşmesini hızlandırmaktır. Cari açığın kalıcı olarak düşürülmesi noktasında sanayi ve hizmetlerde ileri teknoloji içeren ve yüksek yurt içi katma değerli üretim yapısına geçişin sağlanmasına yönelik politikaları yerleştirmekteyiz. 2002 yılından itibaren uygulamaya konulan yapısal reformlar Türkiye’de mali disiplinin güçlenmesini ve kamu maliyesinin sürdürülebilirliğini, orta ve uzun vadede bir sorun olmaktan çıkmasını sağlamıştır, sağlamaktadır. Ekonomide ve demokratikleşmede çocuklarımızı daha güzel bir gelecek beklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisi AK PARTİ’nin en güçlü olduğu siyasi ve ekonomik alana yönelik olmaktadır. Bu, tamamen gündemi değiştirmeye matuf bir öneridir. Gündem bellidir, burada görüşülecek kanun vardır. Dün 9’uncu maddede kaldığımız 223 sayılı yasa gündemde bulunmaktadır. Bu nedenle, bu çabalar, bu grup önerileri beyhude çabalardır. İnşallah, AK PARTİ bu hizmetlere devam edecek ve memleketimizde huzuru, refahı ve ekonomik gelişmeyi artıracaktır. Millî gelir -kişi başına düşen- 10 bin doların üzerinde hesaplandığında, Türkiye’nin 2002 yılından 2012 yılına katettiği mesafe göz önündedir.

Bu duygular içerisinde, AK PARTİ Grubu olarak BDP grup önerisinin aleyhinde oy kullanacağımızı beyan ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin lehinde söz isteyen Rahmi Aşkın Türeli, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; BDP Grubunun önerisi üzerinde CHP Grubunun görüşlerini belirtmek üzere, lehinde görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisinin temel yapısal özelliklerinden bir tanesi yurt içi tasarrufların düşüklüğüdür. Geçmiş dönemlere baktığımızda, özellikle 1980’li yıllardan itibaren 1980’ler, 1990’larda bu özelliğin olduğunu görmekteyiz. Bununla birlikte, 2000’li yıllarda ve özellikle AKP döneminde yurt içi tasarrufların millî gelir içindeki payının hızlı bir biçimde düştüğünü görmekteyiz. Bu ne demektir arkadaşlar? Bu şu demektir: Aynı miktar yatırım yapabilmek için Türkiye’nin dışarıdan daha fazla dış tasarruf alması demektir yani daha yüksek cari işlemler açığı vermesidir.

Değerli milletvekilleri, AKP döneminde Türkiye ekonomisi dünya ekonomik konjonktürünün ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin yarattığı süreçlerin peşinden sürüklenen bir görünüm sergilemiştir. 2001 yılından itibaren dünya ekonomisinde, özellikle gelişmiş ülkelerde resesyon endişesiyle gevşek tutulan para ve maliye politikaları sonucu olağandışı bir likitide artışı ve talep patlaması görülmüştür. Uluslararası piyasalarda likidite hacminin artmasının yanı sıra gelişmekte olan ülkelerde getiri oranlarının yüksek olması nedenleriyle gelişmekte olan ülkelere önemli düzeyde sermaye akışı olmuştur. Bu çerçevede, yüksek reel faizlerin sunduğu yüksek getiri imkânlarıyla Türkiye ekonomisine de sermaye girişi hızlanmıştır. Bununla birlikte, Türkiye ekonomisine reel gereksinimlerin üzerinde sermaye girişi sonucu sağlanan kredi genişlemesi düşük kurun etkisiyle birleşince dünya ekonomisinin sunduğu bu konjonktürel imkânlar iyi değerlendirilememiştir.

Türkiye ekonomisinin hızlı büyüdüğü 2001 sonrası dönemde ekonomi ve yüksek sermaye girişinin etkisiyle yurt içi talep ve ithalatta önemli artışlar olmuştur. Bununla birlikte, AKP döneminde yurt içi talep artışı sabit sermaye yatırımlarından değil, özel tüketimden kaynaklanmıştır, özel tüketime yönlenmiştir. Bu da aslında Türkiye'nin sorunlarının ağırlaşması anlamına gelmiştir.

Ancak değerli arkadaşlar, artık konjonktürün sonuna gelinmiştir. Böyle bir dönemin AKP hükûmetleri tarafından ıskalamasını çok vahim görüyoruz. Şimdi, önümüzdeki dönem artık dünya ekonomisinin genişlediği değil, daraldığı bir dönem olacaktır. Dünyadaki likidite artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır ve bu krizin ne kadar süreceği konusunda farklı görüşler olmasına rağmen bu krizin süreceği, sürekli olacağı ve bu krizden çıkmanın özellikle gelişmiş ülkelerde belli bir zaman alacağı konusunda herkes hemfikirdir.

E, bizim gibi, gelişmek için hem dış tasarrufa ihtiyacı olan hem de aynı zamanda ihracatının yarısına yakınını Avrupa Birliği ülkelerine yapan bir ülkenin gelişmekte olan ülkelerdeki, Avrupa Birliği ülkelerindeki krizden, daralmadan ve yavaş çıkıştan ya da başka bir deyimle, etkilenmemesi mümkün değildir. Bu gelişmeler sonucunda AKP hükûmetleri döneminde yurt içi tasarruflar geçmiş dönemlerle kıyaslandığı zaman yüzde 15’lere düşmüştür.

Bakın, değerli arkadaşlar, AKP döneminde yüksek büyüme hızıyla övünülüyor, biraz önce de söyledi. İsterseniz bir rakam vereyim: 2003-2011 döneminde, iktidarlardaki AKP hükûmetlerinin döneminde büyüme hızı ortalama olarak yüzde 5,2’dir ama değerli arkadaşlar, 2002 yılına kadar, 1923-2002 arasındaki seksen yıla baktığımızda zaten Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı yüzde 5’ler civarındadır. Yani öyle söylendiği gibi ortada parlak bir ekonomik tablo gözükmemektedir. Ancak, tabii, AKP hükûmetlerinin alışkanlık hâline getirdiği bir uygulama var. Özellikle bu dönemde bunu çok net biçimde görüyoruz. İşte, bütün 1923’ten 2002’ye kadar olan dönemi ayrı bir çerçevede, kendi dönemlerini de ayrı bir çerçevede değerlendiriyorlar ve orada da performans kıyaslaması yapıyorlar, isterseniz ben de yapayım.

Bakın, değerli arkadaşlar, AKP döneminde 2011 yılı itibarıyla ihracat artışı 135 milyar dolardır, söylenen rakamlar bunun 135 milyar dolar olduğunu göstermektedir ama aynı dönemde, gerçekten bu bir cumhuriyet tarihi rekorudur ama aynı zamanda AKP döneminde ithalatta da bir cumhuriyet tarihi rekoru kırılmıştır, 241 milyar dolar. Gene AKP döneminde dış ticaret açığında da cumhuriyet tarihi rekoru kırılmıştır 106 milyar dolarla. Ayrıca da cari işlemler açığında 77 milyar dolarla gene bir cumhuriyet tarihi rekoru kırılmıştır. Böylece AKP Hükûmeti 2011 yılında dört rekoru birlikte kırmıştır, kendilerini tebrik ediyoruz!

Değerli arkadaşlar, 2012-2014 yılını kapsayan Orta Vadeli Program dönemine baktığımızda da işte cari açığın düşürülmesi önemli bir politika tedbiri olarak orada yer almaktadır. Ne yazık ki OVP’de bunun altı boştur. Türkiye Girdi Tedarik Stratejisi adı altında bir strateji vardır, onun da ne olduğu, nasıl uygulanacağı şu ana kadar belli değildir. Üstüne üstlük uygulanmış bile olsa bunun zaten belli bir zaman alacağını hepiniz herhâlde takdir edersiniz. Yani buradaki problem şu değerli arkadaşlar: Türkiye ekonomisi büyüdüğü zaman cari işlemler açığı artıyor. Tamam, yani doğal olarak ekonomi büyüdüğü zaman ithalat artışı olur ve cari işlemler açığı da artar ama buradaki problem büyüme hızının yavaşladığı dönemlerde de cari işlemler açığının artmaya devam ettiğidir. Ona ilişkin, tabii 2004 yılından itibaren enerji fiyatlarındaki artışın bir etkisi olmuştur cari işlemler açığı üzerinde gerçekten de ama ondan arındırdığımız zaman yani  enerji fiyatları hiç artmamış olsaydı, 2002’deki seviyesinde kalmış olsaydı ne olacak diye baktığımızda, yine çok yüksek cari işlemler açığıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. 2011 yılında cari işlemler açığının millî gelir içindeki payı yüzde 10’dur arkadaşlar, enerji fiyat etkisinden arındırdığımızda yüzde 5,5’tir yani Türkiye ekonomisi çok hızlı bir cari işlemler açığı vermektedir.

Peki, bu kadar yüksek cari işlemler açığı veriyorsunuz, cari açığın finansmanında bir iyileşme var mıdır? Çünkü kamuoyunda da bu tartışılıyor ve  sık sık AKP’li bakanlardan bunu duyuyoruz. Ne yazık ki, olumlu bir cevap veremeyeceğim arkadaşlar. AKP döneminde, isterseniz rakam vereyim size, Merkez Bankası rezervindeki gelişim diğer yükümlülük göstergelerinin çok gerisindedir. Nitekim, Merkez Bankası net rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama oranı 2002 yılında yüzde 171 iken  2011 yılında yüzde 105’e düşmüştür yani ancak bir yıllık kısa vadeli borç, vadesi bir yıldan az olan borç yani ancak bir yıllık kısa vadeli borcu karşılayacak bir rezerv vardır. Bir de tabii alındığı tarih itibarıyla aslında kısa vadeli olmayan ama şu an itibarıyla baktığımızda vadesi bir yıldan az kaldığı için bir yıl içinde ödenecek borçları da dâhil ettiğimizde bu oran yüzde 80’lere düşmektedir değerli arkadaşlar. Bu rakamlar ciddi tehlike sinyalleridir.

Yine aynı şekilde, başka bir rakamı isterseniz sizlerle paylaşayım: Merkez Bankası rezervlerinin ithalatı karşılama oranı 2002 yılında 7,2 ay iken 2011 yılında 4,5 aya düşmüştür. Bunun en az 5 ay, 6 ay olması gerekir. İktisatla ilgili çevrelerde, uluslararası ekonomi çevrelerinde böyle kabul edilir. Ne yazık ki, bu açıdan da baktığınızda rezervlerimizin söylendiği gibi yeterli olmadığını görmekteyiz.

Tabii, cari açığın finansmanı açısından son dönemde çokça söyleniyor, işte doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artması, evet, 2005 sonrası doğrudan yabancı sermaye yatırımları artmıştır ama bunun bileşimine baktığınızda, bunun çok az bir kısmının, yüzde 10-15’lik bir kısmının imalat sektörüne yöneldiği, büyük bir kısmının hizmetler sektörlerine yöneldiğini görüyoruz.

Yine benzer bir biçimde büyük bir kısmının Türkiye’deki mevcut kamu işletmelerinin ya da bankaların el değiştirmeleri sonucunda olduğunu görüyoruz; yani “Yeşil alan yatırımı” dediğimiz yeni yatırımların payı yüzde 10, yüzde 15’ler civarındadır. Ama bunun sonucunda çok yüksek bir kâr transferi gerçekleşmektedir. Yani Türkiye ekonomisinde yatırım yapanların ülkelerine aktardıkları para kâr transferi olarak nitelendirilmektedir. 2002 yılında 400 milyon dolardır arkadaşlar, 2011 yılında 3 milyar dolardır. 400 milyon dolardan 3 milyar dolara çıkmıştır.

Ve yine önemli bir şey, son bir AKP’nin cumhuriyet tarihi rekoruyla bitireyim: Bütün cumhuriyet tarihinde yapılan dış borç 130 milyar dolardır ki, bunun içinde dağılan Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçlar vardır ve 1954 yılına kadar ödenmeye devam edilmiştir ki, bunun yanında sermaye stokunu, insan gücünü kaybetmiş, fabrikaları yıkılmış, üretim yapılamayan bir ülkede yapılan Sümerbankların, Etibankların, şeker fabrikalarının, birçok KİT’in kurulduğunu düşünmemiz gerekir ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Tamamlayabilir miyim Sayın Başkan?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Türeli.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) –  O zaman burada şunu söyleyerek bitireyim:

Fakat AKP döneminde bunun üzerine yaklaşık 180 milyar dolar eklenmiştir ve 307 milyar dolara çıkmıştır dış borç ve aynı dönemde, şunu da söyleyeyim ki, birçok, 30-35 milyar dolara yakın bir özelleştirme yapılmasına rağmen.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türeli.

Şimdi, öneri aleyhinde söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili.

Buyurun.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün cari açık konusunu tartışıyoruz ama biz size yıllardır söylüyoruz. Sonunda fikir olarak cari açığın bir yapısal sorun olduğunu şükür Hükûmetin bazı üyeleri kabul etmeye başladılar ama hâlâ çözüm önerileriyle ilgili çalışmalar maalesef nihayetlendirilmemiş durumda, kısır gündeme ve çekişmelere kurban gidiyor. Önceki konuşmalarda da sizlere söyledim “Bir an önce bunları çözün, çıkarın.” diye.

Değerli arkadaşlarım, sorunu çözmeden önce bir kabul etmek lazım. Biz yıllardır bunun temel bir sorun olduğunu ve yapısal sorunlardan kaynaklandığını söylüyorduk, ancak iki yıldır bütçe görüşmelerinde bakanlarımız “Biz işsizliği ve cari açığı artık çözemiyoruz, yapısal sorun.” demeye başladılar. Biz de “Günaydın.” dedik kendilerine, çünkü beş yıldır bütün bütçe görüşmelerinde söylüyoruz.

Şu anda Hükûmetin ne orada bu burada bakıyorum bir temsilcisi yok ama Adalet ve Kalkınma Partisinin grup başkan vekilleri burada, onlar çoğu zaman Hükûmet adına cevap verdikleri için arkadaşlarımıza iletirler, onlar da bize varsa cevapları veya önerileri getirirler.

Şimdi, cari açık şu andaki Türkiye’de tartışılan en önemli konulardan birisi ki Hükûmet de “Ben, cari açığın neden olduğunu biliyorum, Türkiye'nin tasarruf açığı var, bunu kapatacağım, cari açığı düşürmek için de bazı teşvik önlemleri getireceğim.” diyor.

Arkadaşlar, önce sorunu kabul edelim. Neden cari açık veriyoruz? Bu bir rakamsal sonuç ama neden cari açık veriyoruz? Neden? Çünkü üretmeden tüketen bir ekonomik yapıya sahibiz, tükettiğimizi borçla finanse ediyoruz, yatırım yapmıyoruz. Sonuç olarak da tabii ki bir yerden bir değirmenin suyunun dönmesi lazım. Maalesef üretimimiz yetersiz kaldığı için ve çok tükettiğimiz için dış ticaret açığı veriyoruz. E, peki, bunu kabul etmeden çözmemiz mümkün mü? Hayır. Şükürler olsun, şimdi sorunu kabul etmiş görünüyorsunuz ama teşvikle ilgili pakette hâlen kısmen çözüm olabilecek tarzda olduğunu öncelikle beyan edeyim ama o bile gündemde sırasını bekliyor, çıkacak, görüşülecek, imzalanacak, gelecek diye.

Değerli arkadaşlar, bu on yıldır sizin göz yumduğunuz bir şey. Neden bu noktaya geldiğini tartışmadan çözme şansımız yok. Biliyorsunuz, önceki yıllarda ekonomik kriz, küresel kriz çıkıncaya kadar dünyada bir likidite bolluğu vardı, ekonomik olarak her şey iyiye gidiyordu, rüzgâr arkadan esiyordu. O zaman dedik ki: “Gelin, bu önlemleri erkenden alalım, bu yapısal önlemleri alalım; üretim ekonomisine, yatırım ekonomisine geçelim.” Siz o likidite bolluğu içerisinde kerameti kendinizden zannettiniz. Şimdi sıkıştık, bu sefer “Sorun var, bunu çözelim.” diyorsunuz. Bu serzenişlerle, sayın bakanların yaptığı gibi Merkez Bankasını günah keçisi ilan ederek, önceki Başkanına “Efendim, o yapsaydı böyle olmazdı.” diyerek çözülecek bir mesele değil.

Değerli arkadaşlar, temelinde dış ticaret açığımız var; yani ihracatımızın artmasının az olması, ithalatın hızlı artması var. Peki, nasıl önleyeceğiz bunu? İhracatımızı rekabetçi hâle getirmemiz lazım. Peki, Merkez Bankasının önceki Başkanına kızıyordunuz “Efendim, kurlarla ilgili şunu yapıyor, bunu yapıyor.” diye. Ee, bugünkü de, düşük dursun, enflasyon düşük çıksın diye uğraşıyor. O zaman nasıl olacak da bunu önleyeceksiniz arkadaşlar? Sadece “Bireysel emeklilik sistemini teşvik edelim, tasarruf artsın.” demek bir çözüm müdür? Gerçekten şaşırıyorum. Yüzde 12-13’lere düşmüş tasarruf oranımız, doğru. E, peki, zaten üretemiyorsak, vatandaşın geliri artmıyorsa nasıl tasarruf edecek, kim bireysel emekliliğe yatırım yapacak da siz ona götürüp para vereceksiniz? Bunlar pansuman tedbirlerdir. Bakın, işin doğrusuna gidelim. Evet, kısmen katkısı olur ama önce gelirimiz artacak ki biz tasarruf etmeye niyetlenelim. Ee vatandaşın borcu artıyor. Daha bugünkü gazetelerde iki ay içerisinde geri dönmeyen kredilerdeki artış oranı yüzde 89 küsur, yüzde 90. Dün bir bankanın genel müdürü açıklama yapmış; “Sıkıntımız var. Bu sene kârlılığımız düşüyor.” diyor. Neden? Geri dönüşler çoğalmaya başlamıyor, tam tersine geri dönmeyen kredilerde artış var. Bakın, bu yılın ilk iki ayında yüzde 90 artış ne demek? İnsanlar kredi borcunu ödeyemiyor demek. Ee, peki, siz bu ortamda ne öneriyorsunuz? “Efendim, gelin, siz 100 lira bireysel emekliliğe yatırın, biz de size 25 lira destek verelim.” Ya bunun doğru dürüst, iler tutar tarafı yok değerli arkadaşlar.

Şimdi, yaptığınız çalışmalar sonucunda ortaya çıkan teşvik sistemi de yanlış. Bakın, siz dönün kendi Hükûmet Programı’nızı bir okuyun; 2007’deki Hükûmet Programı’nı da okuyun, 2011’deki Hükûmet Programı’nı da okuyun. Bu “teşvik tedbirleri” dediğiniz şeyler sadece illerin derecelendirmesini değiştirerek olmaz. “Dar bölgeli sektörel teşvik” dedik, siz de dediniz yani öldürdüğünüz Devlet Planlama Teşkilatının raporlarında da var, şu anda Kalkınma Bakanlığı oldu, oralarda hangi sektörlerde nelerin yapılması gerektiği yazıyor. Bu göz boyamayı bırakalım, öncelikle sorunu tespit edelim.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, bize Plan ve Bütçe Komisyonunda Merkez Bankası ve Hazine altı ayda bir bilgilendirme yapıyor ve orada cari açık sorununun nereye geldiğini en son bilgilendirmelerde gördük. Şöyle bir şey var. Sıkça ekonomi bakanlarımız da buna kapılıyorlar, “Efendim, cari açık finanse edildiği sürece sorun değildir.” diyorlar. Ya, cari açık zaten bir sonuç, zaten finanse edilmiş. Ama nasıl finanse ettiniz? Neyle finanse ettiniz? Doğrudan yatırımla mı, kısa vadeli portföy girişiyle mi, sıcak parayla mı yani? Bu şartlarda mecburen sıcak parayla yapıyorsunuz. Onun için de “düşük kur-yüksek faiz” politikasını çözüm olarak görüyorsunuz. Aslında yanlış burasıdır, bunu kabul etmeden çözemeyiz.

Bakın, şimdi, böyle hamasi olarak şey konuşmanın anlamı yok. Ben bir iktisatçı olarak konuşuyorum. “Efendim, biz faizi şuraya düşürdük.” Peki, reel faiz nereye düştü? Dünyada hâlâ 3’üncü sıradayız. Bakın, iki yıllık reel faizler… Biz iki ülkeden sonra, Brezilya ve Macaristan’dan sonra en yüksek reel faizi veren 3’üncü ülkeyiz. Uluslararası raporlar bunu söylüyor. Şimdi, burada kurdaki değer kaybına bakıyoruz, hem Hazinenin hem Merkez Bankasının raporları var.

Bakın, bize sunduklarını size gösteriyorum. Eğer görebiliyorsanız kırmızı yerler var ve geçtiğimiz yıl içerisinde kırmızının ne kadar arttığını görüyoruz. O ne biliyor musunuz? Kısa vadeli portföy girişleri. Hiç sağlıklı olmayan bir şekilde cari açığı finanse ediyoruz. Yani hemen çıkabilecek, sıcak parayla gelmiş, yüksek faiz verdiğimiz için Türkiye’ye giriyor bunlar. Birazcık düşürdüğümüz zaman sıkıntı başlıyor. Onun için ne yapacağız peki? Değerli arkadaşlar, buradaki tek çözüm üretim ekonomisine geçmek. Bu sıcak paraya dayalı, portföy yatırımlarına dayalı düşük kur-yüksek faizden vazgeçeceksiniz. Önce bunu bir kabul edeceksiniz. Bir.

İki: Merkez Bankasını günah keçisi olarak kabul etmeyeceksiniz çünkü yetki sizde.

Değerli arkadaşlar, kur rejimini Hükûmet belirler; bilmeyen arkadaşlarımıza anlatmış olayım. Kur politikası başka bir şeydir, kur rejimi başka bir şeydir. Hükûmetin kimseye laf söylemeye hakkı yoktur. Merkez Bankası sadece tavsiye eder “Şunu uygulayalım.” diye. Eğer serbest kuru siz belirlediyseniz ona uymak zorundasınız. Türkiye gibi piyasaları gelişmemiş olan, derinliği ve genişliği olmayan gelişmekte olan ülkelerde tamamıyla serbest kuru uygulamak mümkün değildir. Onun için bizim yapmamız gereken, kontrollü dalgalı kur politikasıyla Türk lirasını rekabetçi düzeyde yapmaktır.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Gel sen öyle yap!

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Biz öyle yapmıştık, bozdunuz zaten. Bu hâle geldi, yapamadığınız için öyle oldu.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Siz yaptınız!

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Dinlemesini öğren. Bak birazdan gel anlatayım sana. Uzun bu konu, vaktimi alma, bitiyor. Ben sana dersini veririm birazdan. Birazdan anlatırım ben sana, merak etme. Bu seni aşıyor biraz.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Anlamazlar ki!

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Arkadaşlar, söylediğimi dikkate alın, işi gürültüye getirmeyin. Bakın, Hükûmet karar alır, kur rejimini değiştirir, sıkıntı biter. Aksi takdirde sıcak paraya devam edersiniz, ona mahkûm hâlde kalırsınız. Bunu yapmanın yolu üretimi ve yatırımı teşvik etmektir. Onu yapmak için de Türk lirasının rekabetçi olması gerekir.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Hâlâ demagoji yapıyorlar, başka bir şey yaptıkları yok ki!

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Sadece TL’nin sembolünü değiştirerek uluslararası para olamazsınız, satın alma gücünü ve itibarını artırmak, TL’nin değerini artırarak kurunu düşürmek değildir. Uluslararası anlamda bir ödeme aracı olarak, bir uluslararası para birimi olarak onu oraya sunabilmektir. Onun için bunu yapmanın yolu da üretimi artırmaktır. Eğer ihracatımızın yüzde 82’si ithalata bağımlıysa, üretimimiz buraya bağımlıysa bunu yapamayız, kendi kendimizi aldatmayalım. Gelin, hep birlikte gerçekçi olarak bu soruna yaklaşalım ve bu Türk lirasını rekabetçi bir düzeye getirerek kur sistemini de gözden geçirerek -kur rejimini- topu başka yere atmadan çözelim.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak üreten ekonomiden yanayız. Değerli arkadaşlar, ekonomi programımızın adı da “üreten ekonomi.” Üretim ve yatırım seferberliği yapmadan, ekonomiyi rekabetçi hâle getirmeden ancak kendimizi kandırırız ve sıcak paracılarla çalışırız diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – On sene önceden, hâlâ hikâyeden bahsediyorsunuz. Bugünün sorularına dünkü cevapları cevapları verenler gericiler. Bir cümle. Düşünün bakalım nedir? 2002’nin hadisesiyle 2012’ye…

BAŞKAN – Sayın Atıcı, kısa bir söz talebiniz var; yerinizden buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

7.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması

AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Aslında söz talebim bir önceki konuşma sırasındaydı ama olsun.

Kısaca, bugün Çernobil kazasının yıl dönümüdür. Çernobil kazası tüm dünyaya örnek olmuştur. Bir laf var: “Akıllı insanlar tecrübelerinden ders alırlar. Daha akıllı olanlar başkalarının tecrübelerinden ders alırlar.”

Biz geçen hafta Kiev’deydik ve oradaki insanlarla bu nükleer santral felaketini bire bir konuştuk. Onlardan AKP Hükûmetinin ders alması ve Mersin’deki Akkuyu Santrali’nden derhâl vazgeçmesi lazım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Öneriyi okutuyorum:

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- CHP Grubunun, 16/12/2011 tarihinde Sinop Milletvekili Engin Altay ve arkadaşlarının termik santraller ve Gerze'de kurulması planlanan termik santralin insan sağlığına, tarıma ve çevreye vereceği zararların araştırılması amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

                                                                                                       26.04.2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 26.04.2012 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                             Mehmet Akif Hamzaçebi

                                                                                                          İstanbul

                                                                                                 Grup Başkan Vekili

Öneri

Sinop Milletvekili Engin Altay ve arkadaşları tarafından, 16.12.2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Termik santraller ve Gerze'de kurulması planlanan termik santralin insan sağlığına, tarıma ve çevreye vereceği zararların araştırılması" amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, (179 sıra nolu) Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 26.04.2012 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneri lehinde söz isteyen Engin Altay, Sinop Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ben bu Meclis araştırma önergesini 16 Aralık 2011 tarihinde verdim. Sayın milletvekilleri, geçen dönemde de bu Parlamentoda, bu Genel Kurulda enerji konusu çok sık konuşuldu, çok uzun tartışmalar yapıldı. Öncelikle, nükleer enerji olmak üzere termik santraller meselesi Meclisimizin ve Türk siyasal yaşamımızın sürekli gündeminde kaldı.

Arkadaşlar, enerji nasıl olmalı? Hepinizin de kabul edeceği gibi, enerjiyle ilgili belli çizgiler, kriterler var. Enerji temiz olmalı, enerji ucuz olmalı, enerji güvenilir olmalı, enerji çevre dostu olmalı, millî olmalı ve yenilenebilir olmalı. Bu, genel bir kaide. Bu genel kaide Recep Tayyip Erdoğan’ın 61’inci Hükûmet Programı’na da esasen yansımış. Yansımış da tatbikata niyeyse bir türlü yansımıyor, bunu anlamış değilim. 61’inci Hükûmet Programı sayfa 63, tümünü okumuyorum: “Bu çerçevede önümüzdeki dönemde yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını en üst düzeyde değerlendireceğiz.” Eyvallah. Bu ifadeye kim “Ben katılmıyorum.” diyebilir? Kimse diyemez. Ama Bakanlığın tatbikatı çok böyle değil.

Gene Enerji Bakanlığı İnternet sitesine girin, bakın. “Enerji ve maden kaynaklarını verimli, etkin, güvenli, zamanında ve çevreye duyarlı şekilde değerlendirerek dışa bağımlılığı azaltmayı –altını çizerek söylüyorum- ve ülke refahına en yüksek katkıyı sağlamayı görev edindik.” Diyen kim? Enerji Bakanı, Enerji Bakanlığı. Ama sayın milletvekilleri, maalesef tatbikat ve Hükûmetin politikaları böyle değil.

Şimdi, 46 adet ithal kömür kaynaklı termik santral kurma projesi, fikri, tatbikatı bu Hükûmet Programı’yla bağdaşıyor mu Allah aşkına? Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Ve biraz önce, BDP grup önerisi sebebiyle, cari açık konuştunuz burada. Cari açığı Hükûmetin iktisatçıları, partinizin iktisatçıları enerjide dışa bağımlılığa bağlıyor. Öyleyse siz ithal kömür getirerek Türkiye’de hangi akla ve mantığa hizmet elektrik üretmeyi düşünüyorsunuz? Hem diyorsunuz ki, efendim cari açığın bir sebebi de enerjide dışa bağımlılık hem 46 tane ithal kömür kaynaklı termik santral kurmayı düşünüyorsunuz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Böyle bir şey olamaz.

Bakın, şimdi, enerji çevreci olacak. 23 Nisan haftasındayız. Sevgili milletvekilleri, vicdanlarınıza, kalplerinize, iyi niyetinize sesleniyorum, 23 Nisan haftasında şu Parlamentodan çocuklarımıza bir mesaj versek, çocuklarımıza daha yaşanılabilir, daha güzel, daha çevreye zarar verilmemiş bir dünya bırakacağız diyebilsek fena mı olur? Bunu yapabilmeliyiz. Bu konuda elimizi tutan yok.

Bakın, ayrıca, enerji gereksinimlerinde, bunların karşılanmasında, enerji ihtiyaçlarında çevresel ve ekonomik değerlerimiz ve hassasiyetlerimizle karşı karşıya gelmeden bu ihtiyaçları gidermek idarenin en temel görevidir.

Şimdi, sayın milletvekilleri, bugün 26 Nisan. Tam yirmi altı sene önce Çernobil’de bir facia oldu, bir kaza oldu. Olay anında, esnasında ve aradan geçen bunca zamanda bu nükleer serpintiden dolayı binlerce, yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Şimdi, Hükûmet bir yandan da Sinop’ta ve Akkuyu’da nükleer santral yapma projelerini de hayata geçirmek istiyor.

Arkadaşlar, Fukushima faciası daha üç günlük olay. Eğer Hükûmeti Fukushima da uyandıramadıysa, bu tehdit ve tehlikeye karşı Hükûmet Fukushima’dan da ders almadıysa Allah hepimizin ve Türkiye’nin sonunu hayretsin.

Sayın milletvekilleri, Ferhat Hançer elli yedi yaşında, emekli öğretmen; Mustafa Kıray altmış altı yaşında, dükkânını kapatmış bir terzi. Bunlar 17 Nisanda Sinop’un Gerze ilçesinden yola çıktılar. Öyle şehirlerin girişinde inip arabadan, şehrin çıkışında arabaya binmiyorlar. Gerze’den 17 Nisanda, hiç arabaya binmemecesine yola çıktılar ve Ankara’ya geliyorlar. Bu iki duyarlı yurttaşımız, 30 Nisan Pazartesi günü İller Bankası Macunköy tesislerinde yapılacak ÇED toplantısına yürüyerek gelme kararı aldılar. Bunun bir anlamı yok mu? Ben şimdi size soruyorum: Bu iki insan ne istiyor? Ferhat Hançer ve Mustafa Kıray, Parlamentodan, Ankara’dan, Hükûmetten ne istiyor, söyleyeyim.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bu Sinop. Sizin termik santral yapmak istediğiniz yer şu körfez. Bu, bakın Başkanım, müsaadenizle bu güzel bir Sinop resmi. Burada durmuyor, şurada dursun. Buna biraz bakın. Şimdi, bana bir milletvekili, bu göstereceğim resimde göstereceğim yere günde 11.500 ton ithal kömür yakacak bir nükleer termik santral yapılsın derse ben de bundan sonra yapılsın diyeceğim. Şimdi, sayın milletvekilleri, bu Gerze ilçemiz. Bakın, arka fonda Sinop ve santralin yapılması düşünülen yer Gerze ile Sinop’un, şu körfezin tam merkezi, Çakıroğlu Körfezi. Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu körfeze ithal kömür kaynaklı termik santral yapılır mı? Bu Allah’tan reva mıdır? Yeni gelen milletvekillerimiz için şöyle bir hatırlatma yapmak istiyorum. Geçen dönem, Taner Yıldız Sayın Bakanım orada oturuyordu. Dedim ki: “Sayın Bakanım, ben senin arkadaşınım. Seninle Sinop’a gidelim. Yarım gün.” Taner Yıldız dedi ki: “Bir gün.” Dedim ki: “Sayın Bakan, ben sana burayı gezdireceğim. Sen gene dersen ki ya Engin, uzatma, yapalım, şerefsizim peşindeyim. Diyemezsin.” Diyemez. Burayı gören hiç kimse “Buraya termik santral yapalım.” diyemez.

Nitekim, bundan üç yıl önceydi, Sayın Cumhurbaşkanımız Sinop’a geldi, ev sahipliğimizi yaptık, gezdirdik, Sinop’u tanıttık. Sayın Cumhurbaşkanı o kadar üzgün ayrıldı ki, bana ve o dönemin Sinop milletvekillerine giderken dedi ki: “Çok hoş geldim, hoş tutuldum, hoş karşılandım, sağ olun ama çok üzgün ayrılıyorum.“ “Niye Sayın Cumhurbaşkanım…” ”Böyle bir güzelliğin içine günde 11 bin ton ithal kömür yakan termik santral olmaz.” dedi ve biz de Sinop olarak, Gerze olarak, kendimizi Sayın Cumhurbaşkanımızın himayesine teslim ettik. Kendisinin de bu konuda samimi gayretleri var, biliyorum.

İktidar partisinin değerli grup başkan vekillerine, siz değerli milletvekili arkadaşlarıma, buradan, çevreyi, doğayı, ormanı, denizi, balıkları seven bir milletvekili arkadaşınız olarak size yalvarıyorum, 30 Nisanda İller Bankası Macunköy’e gelin, oraya Sinop’tan gelen sivil toplum örgütlerini, bütün siyasi parti temsilcilerini, üniversitelerin görüşlerini orada bir dinleyin. Buna üniversiteler de karşı, Kuzka Projesi kapsamında Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı Genel Sekreterliği de karşı, buna halk karşı, buna Sinop’taki bütün partiler karşı, buna köylüler karşı yani buna, Allah karşı, Allah! Allah da karşı olur buna, razı olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu cenneti cehenneme çevirmeye Allah razı gelmez, siz  de razı gelmeyin. Sizden rica ediyorum, size, vatanını, memleketini, doğup büyüdüğü yeri seven, o bölgeye karşı vefa ve minnet duygusu olan bir Sinop çocuğu olarak, on yıllık milletvekilliği hayatımda ilk defa yalvarıyorum, bu konuda Sinop’a yardımcı olun. Bu konuda Sinop’a yardımcı olmak demek, bütün dünyaya, bütün çevreye yardımcı olmak demektir. Sizi, bu konuda, İktidar Partisi olarak, yetkili yetkisiz, etkili etkisiz bütün arkadaşlarımı bu konuda, bu davada bize sahip çıkmaya davet ediyorum. (CHP, MHP ve BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Altay.

Öneri aleyhinde söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili; buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; CHP’nin vermiş olduğu grup önerisi aleyhinde konuşmak üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Engin Altay Bey kardeşimizin hassasiyetini anlayışla karşılıyoruz. Elbette ki bulundukları ortamın, bulundukları seçim çevresinin çevresel hassasiyetinin doğa güzelliklerini korumakla kendisi yükümlü. Tabii iktidarımız da, Hükûmetimiz de enerji politikalarını en iyi şekilde, en verimli şekilde, çeşitli alternatifler sunarak, ülkemizin enerji açığına da bir an önce çözüm getirmek zorunda. Bununla ilgili gerek çevre konusunda gerek enerji politikaları konusunda Hükûmetimiz, partimiz gereken bütün çalışmaları etraflıca da yapıyor. Sinop’a en az zarar verecek, hiç zarar vermeyecek şekilde çalışmaları Hükûmetimiz elbette ki yapacaktır.

Bu konuyla ilgili ayrıca bir araştırma komisyonu kurulmasına bizce gerek yoktur. Zaten Hükûmetimiz, Çevre Bakanlığımız, Enerji Bakanlığımız bu politikalar üzerinde gereken çalışmaları yapıyor.

Ben bu duygularla, düşüncelerle sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bugün gündemimizde iki tane kanun var. Dünden yarım kalan kanunu görüşeceğiz, bir de 136 sıra sayılı, kaç zamandır gündemde bulunan yasayı da bir an önce çıkartmamız gerekiyor.

Gündem belli olduğundan dolayı, bu öneriye katılamadığımızı belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin lehinde söz isteyen Necati Özensoy, Bursa Milletvekili... (MHP sıralarından alkışlar)

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önerge üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'nin değil, dünyanın en büyük meselesi enerji. Tabii bu enerji kaynaklarını kullanırken, bu enerji ihtiyacını karşılarken özellikle dünyanın geldiği noktaya baktığımızda, doğayı katletmek, çevremizi katletmek gibi bir tutum içerisinde bulunmamalıyız. Elbette Türkiye'nin yerli, yenilenebilir enerjilere veya enerji çeşitlendirmeye ihtiyacı var. Bu konuda, hatta sadece bu termik santrallerle ilgili değil, Türkiye'nin enerji meseleleriyle alakalı araştırma önergeleri verdik. Bu konuda, Türkiye'nin enerji politikalarının millî hâle gelmesi, partiler üstü hâle gelmesi noktasında her defasında ben kürsüden ifade etmeye çalışıyorum. Ama işte Engin Bey’in feryadı burada, gösterdiği resimler burada, deniz kenarı… Bakın, ben kimya mühendisiyim yani yanma konusu, kömür konusu ciddi anlamda da bilgimiz dâhilinde olan bir şey. Elbette o baca gazlarından çıkacak karbondioksitin sera gazı etkilerini, içerisindeki kükürtten dolayı asit yağmurlarına vesile olacak olması konularını bir kenara bırakalım; en güzel filtrelerin kullanıldığını, en iyi filtrelendirmenin yapıldığını bile düşünsek işte oradaki sahil, oradaki liman 11.500 tonluk kömürü kaldırabilecek bir liman değil. Niye biz Sinop’un Gerze ilçesinin, turistik veya tabii güzellikleri olan, dışarıdan turist gelmese de Türkiye'nin insanlarının gezip görebileceği, rahat nefes alabileceği bir yer olarak ekonomiye katılmasını sağlamayalım? Yani ithal kömürle Türkiye’de termik santral kurulacaksa daha uygun yerler, daha bakir yerler, daha kullanılmayan yerler bulamaz mıyız?

Bakın, bunun benzerini, bunun gibi bir yanlışı 2006 yılında yine bu iktidar Bursa’da Keles’in Kozağacı bölgesinde yapmaya çalıştı. Oradaki linyit kömürünü… Yerli kaynaklarımız, doğrudur, kullanmamız lazım ama sonuçta ÇED raporları da olumsuz çıktı, vazgeçtiler. Gerze’nin bu ÇED raporları da olumsuz çıkacaktır, bu anlamda bundan ben de eminim hem o resimlerden hem de az çok bildiğimden dolayı.

Bakın, yedi köyün boşaltılmasına vesile olacak. Üzerinde yaklaşık 200 bin kiraz ağacının yetiştiği, daha önce de ifade etmişimdir, ihracata gönderilen, pazarlarda bulamadığımız en kaliteli kirazların yetiştiği yeri boşaltıp kiraz fidanlarını, kiraz ağaçlarını yok edip orada termik santral kurmaya kalktılar. Dolayısıyla bir şeyler yapılacaksa, bu memlekette yatırım yapılacaksa, enerji ihtiyacı karşılanacaksa elbette önce doğayı düşünmemiz lazım.

Enerji ihtiyacının ne olduğunu, enerjinin ne kadar önemli olduğunu, beş yıldır KİT Komisyonu üyesi olan, sanayicilik yapan bir insan olarak da gerçekten biliyorum ve bu konudaki enerji yatırımlarını da ciddi anlamda destekleyen bir insanım. Sanayici arkadaşlarımı, yatırım yapmak isteyen arkadaşlarımı da “Eğer önümüzdeki yıllarda yatırım yapacaksanız enerjiye yatırım yapın.” diyerek de teşvik eden bir insanım ama ifade ettiğim gibi, önce, çocuklarımızdan ödünç aldığımız bu toprakları onlara temiz olarak bırakmak durumundayız.

Bakın, gerçekten enerji her şey. Ben bu konuda daha fazla şeyler söylemek isterdim ama Hükûmetin bu sabahki verdiği bilgiler doğrultusunda konuyu ben de enerji perspektifinden değerlendirmeye çalışacağım.

Burada birçok şeyden bahsedildi, Dışişleri Bakanımız, işte, duruşlardan, ilişkilerden vesaireden bahsetti. Orta Doğu’da, Kafkaslarda çıkan ne kadar kargaşa varsa, ne kadar renkli devrim varsa ne kadar bahar, son bahar varsa bunların temelinde enerjinin yattığını, petrol kaynaklarının yattığını hepimiz biliyoruz.

Şimdi, bunca yıldır, son on yıldır bütün bu gelişmeler sonucunda “Efendim, biz şöyle dik durduk, böyle onurlu durduk, şöyle ilişki kurduk.” denileceğine Türkiye bütün bu ilişkilerin sonucunda ne kazandı? Bütün bu savaşların sonunda, işte Körfez Savaşı, Irak Savaşı sonucunda bütün İngiliz firmaları, Amerikan firmaları girdiler, şu anda günlük 2 milyon, 3 milyon varil petrolü çekiyorlar, memleketlerine götürüyorlar. Peki, biz ne yaptık? Türkiye Petrolleri, Dışişleri tarafından Irak’ın kuzeyinde ihalelere sokulmadı, Irak’ın alt bölgesinde de güney bölgesinde de bir tek ihaleye dahi giremedi. Bakın, kazanamadı demiyorum, Türkiye Petrolleri bir tek varillik ihaleye dahi sokulmadı. Yani bunca şey, Irak’taki bunca akan kanın sebebi olan bu meselelerin sonucunda Türkiye'nin nerelere geldiğini hepimiz görüyoruz.

Peki, İsrail’le bir sürü gerginlikler yaşadık. Haklıdır Hükûmet. 9 tane vatandaşımızı katlettiler, şehit ettiler. Peki, bunca kargaşanın sonunda ne yaptık? Amerika’nın koyduğu ambargonun üzerine yüzde 50’sini temin ettiğimiz petrolün yüzde 20’sini İran’dan kıstık. Niye? İsrail’le İran’ın gerginliğinden dolayı. Şimdi, toplamda yüzde 10’a tekabül eden bu petrolü Libya’dan temin edeceğimizi söylüyor Sayın Bakan. Libya ne hâlde? Yok. Bakın, Türkiye Petrolleri son on yılda yurt dışı yaptığı hiçbir anlaşmadan, sözleşmeden bir tek lira kazanç elde edememiş. Tamamen 2002 öncesinde yapılan Azerbaycan-Çıralı, Şahdeniz II, Bakü-Tiflis-Ceyhan projelerinden şu anda Türkiye Petrolleri gelir elde ediyor ama yapılan sondajlar neticesinde ortaya çıkan rakamlar ortada. 96 yılında Türkiye'nin içinde 50 bin varilin üzerinde petrol elde ederken Türkiye, bugün 30 bin varillere düştük, üstelik o günlerdeki petrol fiyatları ucuz olduğundan dolayı kapalı olan petrol kuyularının tekrar açılmasına rağmen.

Şimdi, son günlerde, biliyorsunuz Türkiye'nin gündemiydi, doğal gaza zam yaptık, dolayısıyla hemen akabinde elektriğe zam yaptık çünkü Türkiye’deki elektriğin yarısını doğal gazdan elde ediyoruz. Türkiye, gerçekten ciddi anlamda doğal gaza bağımlı, hatta bütün enerji ihtiyacımızın yüzde 72’si dışarıya bağlı, hidrokarbon ihtiyacımızın da yüzde 88’i dışarıya bağımlı. Dolayısıyla, böyle baktığımız zaman, dış ilişkiler de, Dışişleri politikaları da çok önem kazanıyor. Ermenistan’la ilgili politikalarımızdan dolayı Azerileri küstürdük, düne kadar 120 dolara aldığımız doğal gazı Azerbaycan bugün 250 dolara çıkardı. Düşünebiliyor musunuz, 2 katından fazlasına. Ona rağmen Azerbaycan’dan aldığımız doğal gaz ucuz ama dış politikanın en büyük göstergesi, işte Türkiye'nin enerji politikalarında geldiği noktalardır. Dolayısıyla, Türkiye gerçekten, bu anlamda hata üstüne hata yaptıkça, Rusya’yla olan ilişkilerde Batı Hattı’nı iptal etmişiz, Karadeniz’den gaz geçirmelerine izin veriyoruz, karşılığında hiçbir şey almıyoruz, Türkiye sadece bir “Aferin” alıyor. Dolayısıyla, dış politika dostluk ilişkileri içerisinde değil çıkar ilişkileri içerisinde devam etmeli. Bunun da en güzel göstergesi, en önemli göstergesi enerji politikalarıdır. Gerçekten, bu son on yılda da Türkiye'nin enerji politikaları ciddi anlamda geriye gidiyor. Bu yıl elektrik kesintileri başladıysa da bütün bu son gelinen noktadan kaynaklanıyor. İnşallah, önümüzdeki günlerde enerji politikalarıyla ilgili bir araştırma önergesine cevap verirsiniz, bir komisyon kurulur da detaylı bir şekilde  bu Mecliste tespitleri yaparız.

Hepinize saygılar sunarım. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özensoy.

Şimdi, önerinin aleyhinde söz isteyen Ali Ercoşkun, Bolu Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi hakkında aleyhte söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Türkiye'nin 2011 yılı sonu itibarıyla elektrik kurulu gücü 53.235 megavat civarında olup elektrik tüketimi 229,32 milyar kilovatsaatin üzerinde gerçekleşmiştir. Son otuz yılın istatistikleri incelendiğinde yıllık elektrik tüketim artışı yüzde 8 civarında gerçekleşmiş, son beş yıla bakıldığında ise enerji üretimi yüzde 33 artarken elektrik enerjisi tüketimi yüzde 43 oranında artış göstermiştir.

Kalkınmakta olan ve son yıllarda dünya çapında başarılara imza atan ülkemizde enerji tüketim artışı kaçınılmazdır. Ülkemiz için enerji alanında özel sektör ve yabancı yatırım gücünün harekete geçirilmesi büyük önem arz etmektedir. Ülkemizin artan elektrik talebini karşılaması için yıllık en az 3 milyar dolar civarında yatırım yapılması gerekmektedir.

Türkiye’de üretilen elektrik enerjisinin kaynaklarına bakıldığında, dışa bağımlı doğal gaz yüzde 44,5 ile ilk sıralarda yer almaktadır ve cari açığın oluşumunda ciddi manada pay sahibidir, kömürden üretilen elektrik enerjisi ise sadece yüzde 29’dur. Elektrikte mevcut durum böyle devam ettiği sürece doğal gaz gibi dışa bağımlı, pahalı enerji yatırımlarına mecbur kalır duruma düşmek kaçınılmazdır. Enerji üretimiyle ilgili teşvik edici tedbirlerin hızlandırılması, yerli kömür gibi dışa bağımlı olmadığımız kaynakların her türlü modern, çevresel tedbirlerin alınması kaydıyla desteklenmesi ülke, millet yararınadır. Bu anlamda, yenilenebilir enerji noktasında oluşturulan haritalar, rüzgâr haritaları, güneş haritaları, yapılan lisanslamalar, yenilenebilir enerji noktasında yapılan atılımlar aslında  Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısındaki Enerji Komisyonu tarafından da yakından takip edilmektedir.

Ülkemizde geçmişte kurulan bazı santrallerde kullanılan teknolojiler sebebiyle çevresel anlamda bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntıların ortadan kaldırılması amacıyla, rehabilitasyon çalışmaları, AK PARTİ hükûmetleri döneminde ciddi manada gerçekleştirilmiştir. Bazı santrallerde ise çalışmalar devam etmektedir. Fakat son dönemde inşa edilen yeni santraller ise Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması kapsamında belirlenen değerleri karşılamaktadır yani elektrofiltreler, baca gazının engelleneceği filtreler sayesinde verimlilik değerleri yüzde 99,9’lara varan değerlere ulaşmıştır. Eğer ülkemizi, milletimizi düşünüyorsak mutlaka öncelikli olarak hidroelektrik, kömür, rüzgâr, jeotermal, güneş gibi birincil yerli kaynakları kullanmalıyız. Türkiye’de, mevcut enerji durumuna göre 3 kat daha fazla yükselmeye ihtiyaç vardır. El ele vermemiz hâlinde ülkemiz bunu başarabilecek güce, potansiyele sahiptir.

CHP’nin grup önerisinde söz konusu olan Gerze’de yapılması planlanan tesisle alakalı, Hükûmetin verdiği herhangi bir karar da söz konusu değildir. Sayın Engin Altay’ın da bahsettiği gibi, ortada bir yatırımcı, yasal hakkını kullanarak yatırım talebini ilgili makamlara iletmiştir. Hükûmet de bu süreci bu esnada değerlendirmektedir. 30 Nisanda, ÇED ile alakalı görüşmeler yapılarak, eğer konuyla ilgili yasal bir sorun söz konusuysa, bunlar da muhakkak değerlendirilecektir. Sayın Milletvekilinin hassasiyetlerini bizler de aynı şekilde değerlendiriyoruz, karşılıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, mevcut bir gündemimiz var, gece geç saatlere kadar çalışıyoruz. 223 sıra sayılı Kanun Teklifi’ni hâlen bitiremedik, iki maddemiz var. 136 sıra sayılı Kanun da kamuoyunda “Haberal Yasası” olarak bilinen kanunu da bunun hemen akabinde görüşeceğiz. Dolayısıyla, ana muhalefet partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu belirtir, yüce heyetinizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi saygıyla, sevgiyle selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercoşkun.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 18.28


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.48

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde  Değişiklik  Yapılmasına  Dair Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10   Milletvekilinin;  Şanlıurfa  Milletvekili  Abdulkerim  Gök  ve  Bolu  Milletvekili  Ali  Ercoşkun  ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Dünkü birleşimde teklifin 10’uncu maddesi üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştı.

Soru? Yok.

Soru-cevap işlemi de tamamlanmıştır.

Şimdi, madde üzerinde üç adet önerge vardır, önergeleri geliş sırasına göre okutup aykırılıklarına göre işleme alacağım:

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 10. maddesinde geçen “Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile Tarım Kredi Kooperatifi ve T.C. Ziraat Bankasına” ibaresinin eklenmesini arz ederiz.

             Oktay Vural                            Alim Işık                         Seyfettin Yılmaz

                   İzmir                                  Kütahya                                 Adana

            Erkan Akçay                         Enver Erdem               Hasan Hüseyin Türkoğlu

                 Manisa                                   Elazığ                                Osmaniye

                                                       Mustafa Kalaycı

                                                              Konya

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı yasa teklifinin 10. maddesindeki “T. Şeker Fabrikaları A.Ş.” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve Tarım Kredi Kooperatiflerine” ifadesinin eklenmesini arz ederiz.

     Ferit Mevlüt Aslanoğlu                  Engin Altay                          Kazım Kurt

                İstanbul                                  Sinop                                 Eskişehir

                             Bülent Tezcan                                    Ali Rıza Öztürk

                                   Aydın                                                 Mersin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 223 Sıra sayılı Kanun Teklifinin Çerçeve 10 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

              Mahir Ünal                   Mehmet Doğan Kubat                 Ramazan Can

          Kahramanmaraş                          İstanbul                               Kırıkkale

               Ali Şahin                      Ahmet Tevfik Uzun                    Hilmi Bilgin

               Gaziantep                                Mersin                                   Sivas

 “Madde 10 - 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanuna aşağıdaki Ek Madde eklenmiştir.

                                 

(x) 223 S. Sayılı Basmayazı 24/4/2012 tarihli 98’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Ek Madde 5 - Tabii afetler nedeniyle zarar gören çiftçilerin özelleştirme kapsam ve programındaki Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'ye olan borçlarının vade farkı alınmaksızın ertelenmesi veya vadelendirilmesi ile özelleştirme uygulamaları sonucunda kuruluşların nihai devir sözleşmelerinin imzalanarak devir ve teslim işlemlerinin tamamlanmasından sonra özelleştirme işlemlerinin bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanmış bulunması, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım, modernizasyon, istihdam ve bunlara bağlı her türlü hukuki, ticari ve mali tasarruflarda bulunulması nedeniyle oluşacak fiili imkansızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak, Bakanlar Kurulu tesis edilecek iş ve işlemler konusunda karar almaya yetkilidir."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Son okunan önerge…

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kanuna eklenen ek madde ile tabii afetler nedeniyle zarar gören çiftçilerin özelleştirme kapsam ve programındaki kuruluşlara olan borçlarının vade farkı alınmaksızın ertelenmesi veya vadelendirilmesi hususu ile özelleştirme uygulamalarına yönelik olarak açılan davalarda, idari yargı mercilerince kimi zaman özelleştirme uygulamalarının bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanarak, özelleştirme konusu kuruluşun ihaleyi kazanan yatırımcıya devir ve teslim edilmesinden, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım, istihdam ve bunlara bağlı her türlü ticari ve mali tasarruflarda bulunulmasından sonra yürütmenin durdurulması veya iptal kararları tesis edilmekte olduğundan, devir tarihi ile kararların verilmesi tarihi arasında önceki duruma göre fiilen geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması nedeniyle oluşan fiili imkansızlık karşısında, Bakanlar Kuruluna yapılacak iş ve işlemler konusunda bir karar verme yetkisi tanınmıştır.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Hükûmet “Katılıyoruz.” mu dedi, “Katılmıyoruz.” mu dedi, duyamadık.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ha, katılıyorsunuz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu, yargı kararlarını yok sayan bir önerge. Dolayısıyla Anayasa açısından acaba Başkanlık bir değerlendirme yaptı mı?

BAŞKAN – Yapıldı efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani özelleştirme uygulamalarıyla ilgili verilen bütün yargı kararları karşısına Bakanlar Kurulunu âdeta yargının yerine koyan bir önerge.

BAŞKAN – Değerlendirme yapıldı efendim, evet.

Önergeyi oylarınıza sunacağım…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bir de, efendim, ilk kez bir şeye tanık oluyoruz. Komisyon “Katılmıyoruz” diyor. Hükûmet tabii ki katılabilir, takdiridir, o anlamda herhangi bir yorumum yok tabii ama. Komisyonun katılmama gerekçesini öğrenebilir miyiz?

BAŞKAN – Komisyon da zannediyorum biraz…

OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçesiyle birlikte açıklayabilir katılmamayı.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Komisyon.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat)  – Yok, ben sehven söyledim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Komisyon olarak takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Evet gerekçe anlaşılmıştır.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bir saniye, daha “anlaşılmıştır” diyorsun Başkanım…

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Karar yeter sayısı istiyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Arayalım efendim, arayalım.

Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

                                                                          

Kapanma Saati: 18.55


 DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

223 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 10’uncu maddesi üzerinde verilen Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler…

Kâtip üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağız.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, önerge kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Teklifin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Sayın milletvekilleri, biraz önce kabul edilen önergeyle teklifin 10’uncu maddesi tümüyle değiştiğinden, bu maddeye ibare eklenmesini öngören İzmir Milletvekili Oktay Vural ve arkadaşlarının önergesi ile İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve arkadaşlarının önergesini işlemden kaldırıyorum.

Kabul edilen karar doğrultusunda 10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Yeni geçici madde ihdasına dair bir önerge vardır.

Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı ve teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan ancak tasarı ve teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.

Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla -21 üyesiyle- katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım, Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı yasa teklifine aşağıdaki Geçici maddenin eklenmesini arz ederiz.

     Ferit Mevlüt Aslanoğlu                  Kazım Kurt                          Ali Serindağ

                İstanbul                                Eskişehir                              Gaziantep

                             Ümit Özgümüş                                  Sinan Aydın Aygün          

                                    Adana                                                  Ankara

Geçici madde: 19/10/2005 tarihli ve 5422 sayılı Bankacılık Kanununun 121. maddesinde sayılan fon çalışanlarının başka kurumlarda geçen hizmetleri birleştirilerek 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi tutulur.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Salt çoğunluğumuz yok, katılamıyoruz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, davet edin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Başkan davet etti zaten.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Fon çalışanları bu.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Var ama arkanızda efendim, var.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Davet edin buyurun, gelelim.

BAŞKAN –11’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 11- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 11’inci maddesi üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Şimdi, öyle bir Hükûmet, bomboş sıralar, öyle bir iktidar grubu, vicdan yok, hukuk yok, adalet duygusundan yoksun bir durumla karşı karşıya kalmışız.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biraz önce bir önerge kabul ettiniz. Nedir bu önergenin mahiyeti? Bakın bu önergenin mahiyeti şu: Daha önce özelleştirilmiş bazı kurumlar var, bunların büyük bir kısmı da sizin adamlarınız. Mesela 7 milyar dolarlık bir kuruluşu 300 milyon liraya özelleştirmişsiniz. İsim vermiyorum, gerekirse burada şey ederiz. Bunun üzerine yargıya gitmiş, yargı da demiş ki: “Ya biraz vicdanı olan, biraz arı olan, edebi olan insanlar bu memleketin malını böyle peşkeş çeker mi çevresine?” “Çektirmez.” demiş. Dolayısıyla önce yürütmenin durdurulmasına karar vermiş, sonra da iptal kararını vermiş. Şimdi, bir önerge getiriyorsunuz, efendim, daha önce, işte, bu böyle sıfır değerle özelleştirilen devletin bu KİT mallarını, işçinin alın teriyle kazandığı bu değerleri, ben, efendim, Tayyip Erdoğan, kendi yandaşlarına peşkeş çektirmiş. E, ne olacak canım, Türkiye de Tayyip’e feda olsun. Laf mı yani bu! Ve ondan sonra da diyorsunuz ki: “Efendim bu konuda yargı karar vermişse biz bu yargı kararını hükümsüz sayıyoruz. E ne yapacağız? Getireceğiz bu malları artık sahiplerine vereceğiz.”, bu.

Şimdi burada sizin Bakanınız çıktı Suriye’nin, Esad’ın diktatörlüğünden bahsetti, Esad’ın hukuk tanımazlığından bahsetti. Bundan daha diktatörce, hukuksuzca, vicdansızca bir düzenleme olur mu? Bir kişinin diktatör olup olmadığı, bir kişinin hakka, hukuka saygılı olup olmadığı ne ile ölçülür? Onun tesis ettiği işlemlerin hakkaniyet ve adalet kurallarına uygun olmasıyla ölçülür. Şimdi bu şekilde birçok kuruluş var. Sıfır değere yakın bir değerle özelleştirilmiş birçok tesis var. Yani aslında, tabii, zamanımız olsa bunları tek tek şey ederiz de… Bunları getiriyorsunuz “Efendim, yargı karar vermişse ben bu yargı kararını tanımıyorum.” diyorsunuz. Peki siz milletvekili olarak göreve başladığınız zaman hukuka saygı göstereceğinize, Anayasa’ya sadakat göstereceğinize namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin etmediniz mi arkadaşlar? İşte, bu da, bu namusa, şerefe karşı yapılan yeminin bozulması demektir. Yahu, böyle bir şey olmaz sayın milletvekilleri. Bakın, sizin bu parmaklarınızın sizin vicdanlarınızı kanatması lazım. Böyle bir şey olur mu? Yani her parmakla, ben, parmak kaldırarak… Yarın öbür gün birisi çıkıp “Yahu, Allah yoktur.” dese buna parmak mı kaldıracaksınız? E, bununla onun eş değer bir durumu var. Yani bu parmakları kaldırırken biraz vicdanınıza da bağlı kalın yahu! Böyle bir şey olmaz arkadaşlar.

Şimdi, Tayyip Erdoğan çıkmış, 1940’larda Cumhuriyet Halk Partisinin camileri ahır yaptığını söylüyor.

MUZAFFER YURTTAŞ (Manisa) – Doğru.

KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi, bakın arkadaşlar, öyle tehlikeli bir laf kullanıyor ki… Konya’da Alaaddin Camisinde askerler ikamet etmiş. Acaba, Tayyip Erdoğan askerlerin camiye girmesini ahır olarak mı kabul ediyor? Bu ne demektir o zaman?

İSRAFİL KIŞLA (Artvin) – Ne ilgisi var?

KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu, işte, öğren de gel. Ne diyor? “Efendim, siz camiyi ahır yaptınız.” Asker hayvan mıdır ki askerin girdiği yere siz “ahır” diyorsunuz. Böyle bir şey olur mu sayın milletvekilleri? Kesinlikle yani bunun anlamı çok ağırdır. “Efendim, Cumhuriyet Halk Partisi, 1940’larda askerler camiye gitmiş, camiyi ahır yapmış.” E, sen de çıkıp “Camiler kışlamız.” demedin mi?

İSMAİL AYDIN (Bursa) – Şiir, şiir… Şiir okudu.

KAMER GENÇ (Devamla) – Sen “Camiler kışlamız.” derken…

Şimdi, arkadaşlar, birilerinin, söylediği lafların ne anlama geldiğini bilmesi lazım.

Türkiye’de soygun almış, yürümüş. Türkiye’de devlet AKP İktidarı zamanında talan edilmiş. İhalelerde her türlü yolsuzluklar var. Bir denetim yok. Vatandaş inim inim inliyor. Çıkıyor Tayyip Bey, 1940’lardan bahsediyor. Sen bugüne gel yahu! Bugün sokakta geçen işsiz insanlara bak. Arkadaşlar, bugün üniversiteyi bitirmiş insanlarımız, gençlerimiz, 100 binlerce gencimiz işsiz, ona çare bulun. Bakın, bari bunlara çare bulun.

Şimdi,  son bir yönetmelik yayımladınız. Ne yaptınız bu yönetmelikte? Eskiden Kur’an kurslarını açmak Millî Eğitim Bakanlığının emrine bağlıydı. Onu kaldırdınız, Diyanete bağladınız. Eskiden Kur’an kursuna gitmek için ilkokul 5’inci sınıfı bitirmek lazımdı, onu kaldırdınız, beş yaşını bitirene indirdiniz. Daha beşten de belki aşağıda. Eskiden camilerde Kur’an kursu açma durumu vardı, onu da kaldırdınız, şimdi apartmanların bodrum katlarında açtıracaksınız. Yani okuma yazması olmayan, iki-üç kelime Arapça bilen kişiler ne yapacak? Yedi-sekiz tane çocuğu toplayacaklar; diyecekler ki: “Biz Kur’an kursu açacağız.” Yüz binlerce üniversite mezunu öğretmene iş bulmazken, para vermezken, o okuma yazması olmayan kişileri getireceksiniz, öğretmen maaşıyla istihdam edeceksiniz. Bunda hangi akıl ve hangi zihniyetle hareket ediyorsunuz?

4+4+4’ün kabulü sırasında Diyanet İşleri Başkanı çıkıyor diyor ki: “Efendim, yıllarca, seksen sekiz yıldır vehimler içindeydik. Birbirimizi kırıyorduk.” Peki, Diyanet İşleri Başkanının bu, görevi midir? Seksen sekiz yıllık cumhuriyeti vehim ve kırgınlık unsuru sayan bir kişi, Diyanet İşleri Başkanı olarak kalabilir mi? Arkadaşlar, bakın, şimdi, bu memlekette herkes haddini bilmelidir, haddine göre hareket etmelidir.

Eğer, şimdi, siz beş yaşındaki, altı yaşındaki çocukları o cahil cühela, doğru dürüst tahsili olmayan insanların emrine verir, apartman alt katlarında Kur’an öğretirseniz, bu çocukların geleceği nasıl olur? Bunları düşündünüz mü? Önemli olan akılla, izanla, sağduyuyla hareket etmek. Gençlerimizi geleceğe, çocuklarımızı geleceğe bilimle, ilimle, çağdaş bir akılla bir gelecek temin edecek birtakım düzenlemeler yapmamız lazım. Onları yapmıyorsunuz, efendime söyleyeyim bir de çıkarıyorsunuz ondan sonra Türkiye’de hukuku kaldıran, hukuku tanımaz bu kadar uygulama yapıyorsunuz.

Şimdi, 660 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’yi ne zaman çıkardınız? Üç ay veya dört ay önce çıkardınız. Şimdi onu değiştiriyorsunuz. Kanun hükmünde kararnameyle ne getirdiniz? İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında önce 1 genel müdür, 3 tane üye vardı; bunu kanun hükmünde kararnameyle 7’ye çıkardınız, 7’nin 4’ünü Hükûmet atıyor, toplantı yeter sayısı 4, karar yeter sayısı 4! Böyle bir şey olur mu arkadaşlar ya? Böyle bir akılsız, mantıksız bir uygulama olur mu? Kanun hükmünde kararnameyi o zaman çıkardınız, onu çıkarıp bunu da hani değiştiriyorsunuz.

Getirdiğiniz bu kanunla yine Bankalar Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve TMSF üyelerinin -eskiden altı sene için seçiliyordu, artık bir daha uzatmıyordunuz- görev sürelerini uzatıyorsunuz. Hesabınıza geldiği zaman kanuni düzenleme yapıyorsunuz ama Cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılmasında Anayasa değişikliğinde beşi yediye çıkarırken geçici bir madde yokken getirdiniz orada, tuttunuz kanunla değiştirme yaptınız. Ben Anayasa Mahkemesi Başkanına da soruyorum: Ne zaman çıkaracaksın? Bu Cumhurbaşkanlığı seçimi geçtikten sonra herhâlde getirecek.

Bakın, Türkiye’de devri iktidarınızda bütün anayasal kurumlar maalesef görev yapmaz hâle geldi. Korku almış yürümüş. Birçok insanımız haksız yere içeride hapishanede yatıyor. Şimdi, içerideki tutuklu milletvekilleriyle ilgili bir düzenleme yapıyorsunuz. Şimdi, bir kanun geliyor, oraya bir geçici madde koyalım, diyelim ki: “Bu konuda düzenleme yapılıncaya kadar şu anda tutuklu olan milletvekilleri tutuksuz yargılanır.” İşte çare. Var mı buna bir engel? İşte buraya hemen bir geçici madde koyalım, arkadaşlarımız pazartesi çıksınlar. Yani insanlar tedbir, çare bulmaya çalışınca o kadar kolay ki. Mesela buraya getiriyorsunuz böyle bir madde, yani kesinleşmiş, muhkem kaziye olmuş mahkeme kararlarında devletin kesesine 7 milyar dolar girecek bir konuda getirip de bu 7 milyarı yandaşlarınızın cebine aktarıyorsunuz ama öte tarafta haklı birtakım davalarda peşine düşmüyorsunuz. Çok kötü bir uygulama, çok kötü bir hukuksuzluktur…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerini çok suistimal ediyorsunuz.

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 223 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesi üzerinde grubum adına söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce bir önergeyle birçok kul hakkının daha yendiği bir olaya şahit olduk. İnanıyorum, bundan sonraki süreçte, yaşanan olaylardan dolayı pişman olmazsınız ama olacaksınız, çünkü burada resmen kulların hakkı alındı, birilerinin cebine kondu! Önergeyi iyi incelediğinizde bunu görürsünüz.

Bizim, aslında 10’uncu maddeyle ilgili önergemizde –tabii, bu önerge devreye girince bizlerin önergeleri işleme alınmadı- Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içerisinde çiftçilik faaliyetiyle uğraşan vatandaşlarımızın tamamının doğal afetlerden dolayı yaşadıkları mağduriyetlerin giderilmesi amaçlanıyordu. Sadece Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine borcu olan çiftçilerin borçlarının yapılandırılması ya da ertelenmesi değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine borçları olan çiftçilerimizin de aynı yapılandırmadan yararlandırılmasını amaçlıyorduk. Ancak, tabii, önerge tartışılamadığı için bu anlamda sizlere görüşlerimizi ancak bu madde üzerinde ifade edebileceğiz.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde maalesef Türk çiftçisi -samimiyetle söylüyorum ve birçok örneğini de isteyen her arkadaşıma anlatabilirim- ayrıştırılmıştır. Bu Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı döneminde -sadece bir örnek vereceğim- 2011 yılı tarımsal yatırımlar toplamı, 1,5 milyonluk Diyarbakır ilinde, 10 milyon nüfusa sahip Ege Bölgesi’nin toplam sekiz ilinin yatırımlarının 2 katıdır. Bir tarafa akıtacaksınız, öbür tarafta 10 milyon nüfusa, bir ile verdiğiniz yatırımın yarısını vereceksiniz. Farkı ne? Sayın Bakanın seçim bölgesi olması. Bu adalet mi? 10 milyon nüfusa denk gelen bölge çiftçisi perişan olacak, öbür tarafta 1,5 milyon nüfusun iştigal ettiği alanda verdiğiniz birçok tarımsal destek, olmayan yatırımlara verilecek. Olmayan besihaneye kredi verildiğinin şahitleri var bu ülkede. Nerede? Diyarbakır’da veya başka bir ilde. Dolayısıyla, buna son vermemiz lazım.

İkincisi: Çiftçinin temsilcisi olan sivil toplum kuruluşları dahi AKP’lileştirilmiştir. En son, geçen hafta yaşanan Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Genel Kongresi’nde…

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Dün.

ALİM IŞIK (Devamla) - …son gece Tarım Bakanının Genel Müdürü bir liste vermiştir ve kongre yapılmıştır.  Şahidi Ramazan Kerim Özkan’dır.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Evet, aynen öyle.

ALİM IŞIK (Devamla) – İki hafta önce yapılan Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliğinde aynı numara yaşanmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu insanlar, temsilcisi oldukları yetiştiricilerin hakkını nasıl savunacak? Sayın Bakanın talimatıyla Genel Müdürlük, listeye koyuyor, kişi başkan oluyor ve bu sivil toplum kuruluşunun başkanı olarak gelecek çiftçinin hakkını savunacak! Var mı böyle bir dünya düzeni? Sadece Türkiye’de, AKP döneminde var. Bunlar, sizin iyi icraatlarınız değil, gidişinizin kötü olduğunu gösteren icraatlar. Buradan sizleri uyarmak zorunda kalıyoruz.

Diğer taraftan, yurt dışından ithal edilen damızlık düve ve danalar, maalesef, -şimdi medyaya da yansıdı- bir bakılıyor ki düve ve dana değil, inek ve boğa çıkıyor! Bir-iki yaşında olduğunu söylediğiniz damızlıklar yedi-sekiz yaşında çıkıyor. Bu memleketin Tarım Bakanı ve bunun bürokratları, bu malları yurt dışından ithal ediyorlar, çiftçiye veriyorlar, “düve ve dana” diye veriyorlar ama ölümü gelmiş inek çıkıyor! Şimdi, bu Türkiye nerede var? Allah aşkına, buna, kim “dur” diyecek?

Diğer taraftan, benim ilimde de var, Kütahya ili Domaniç ilçesinin birçok köyünde dağıtılan damızlık düveler, brusella hastalığından dolayı toplatıldı. Şimdi, bu vatandaşlar bir yıldır bunlara bakıyor. Ailenin bireyi gibi baktıkları bu düvelerini, geldi ilgili sigorta kurumu ellerinden aldı, nereye verdiği de belli değil; imha mı edildi, başkalarına mı satıldı, bizlere mi yediriliyor; bunun sonucu belli değil. Bu ülkenin Tarım Bakanlığı bu olayların üzerine gitmiyor. Gittiğiniz zaman olayın altından yolsuzluk çıkıyor. 7,5-8 milyar liraya bu insanlara bu düveleri sattınız, şimdi 2,5 milyar liraya satamıyor bu insanlar. Bu ülkenin tarımı nereye gidiyor değerli milletvekilleri? Bunu düşünmek sizlerin de hakkı. En az bizim kadar iktidar partisi milletvekillerinin de bu konuda kafa yorması gerekiyor.

Tarımsal üretim destekleri yetersiz, yanlı, taraflı ve maalesef girdiler çok pahalı. Bugün mazotun nereye geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu insanlar perişan.

Taahhüdü ihlal nedeniyle, borcunu zamanında ödeyememiş, tarım kredi kooperatifleri ya da Ziraat Bankasına verdikleri senetlerden dolayı insanlar ya kaçak, evine gelemiyor ya da cezaevinde. Feryat ediyorlar değerli milletvekilleri, bu feryadı duyan yok. Bu Tarım Bakanı ülke ülke geziyor, fors atıyor, Cumhurbaşkanıyla geziyor, Meclis Başkanıyla geziyor, Bakan olarak geziyor ama gezmediği bir yer var: Kendi memleketinin illeri! Bu memlekette bu insanlar perişan. Şu anda taahhüdü ihlal gerekçesiyle evine aylardır gelemeyen yüzlerce, binlerce çiftçi var ve kaçak. Bu insanlar çocuklarına bakamıyorlar.

Gelelim şeker pancarı üreticilerine: Maalesef, şeker pancarı üreticileri, AKP hükûmetleri döneminde, nişasta bazlı şeker üreticilerine kurban edilmişlerdir. Kelimenin tam anlamıyla söylüyorum, resmen kurban edilmişlerdir. Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 4,92 olan nişasta bazlı şeker ve pancar şekeri oranı Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olarak sınırlandırılmış olmasına rağmen, AKP hükûmetleri gelir gelmez bunu yüzde 50 oranında artırmıştır. Bununla ilgili Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 6 Temmuz 2006 tarih ve 2006/743 sayılı Kararı’yla bu karar, yürütmenin durdurulması kararıyla durdurulmuş ama inat etmiş AKP hükûmetleri, bundan sonraki süreçte sürekli bu oranın artırılması konusunda çaba sarf etmişler ve bugün yüzde 12-13 civarında devam ediyor.

“Kim bu şirketler?” derseniz, bunları herkes çok iyi biliyor değerli milletvekilleri. Bugün Türkiye’de TÜRKŞEKER’e ait 25 fabrika, Konya Şeker Fabrikasına ait 2 fabrika, Kayseri Şeker Fabrikasına ait 2 fabrika, Amasya Şeker Fabrikası, Adapazarı Şeker Fabrikası, Kütahya Şeker Fabrikası ve özel sektöre ait Keskinkılıç Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi pancardan şeker üreten şirketler. Bunun karşısında da nişasta bazlı şeker üreten şirketleri sayayım, kimin kimlerle bağlantısı olduğuna ve neden bu kadar bu şirketlerin korunduğuna da siz karar verin. Amylum Nişasta Sanayi, Cargill Tarım ve Gıda Sanayi -Cargill yasası çıkarttık burada sayenizde geçen dönem- PNS yani Pendik Nişasta Sanayi, Sunar Mısır Entegre Tesisi Sanayi ve Tat Nişasta Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi de nişasta bazlı şeker üreten firmalar. Süreç bunların lehine ve maalesef pancar üreticilerinin aleyhine gelişmiştir.

Özet olarak, 2001-2002 kampanya dönemiyle 2011-2012 kampanya dönemindeki şeker fabrikalarının durumu ve üretim değerlerini sizlerle paylaşmak istiyorum: Şeker fabrikası sayısı 27’den 25’ü düşmüş bu süreçte; fiilî kapasite günlük 10 bin ton azalmış; pancar ekim alanı 98 bin hektar azalmış; ekim yapan çiftçi sayısı döneminizde tam 285 bin aile azalmış yani 403.252 aile pancar üretirken, bugün 118.338 aileye düşmüş, yaklaşık 285 bin aile pancar üretiminden vazgeçmiş; işlenen pancar miktarı yaklaşık 1 milyon ton azalmış; toplam şeker üretimi de 65 bin ton azalmış. Aynı şekilde TÜRKŞEKER’in üretimdeki payı yüzde 74’lerden yüzde 56’ya düşmüş.

Değerli milletvekilleri, insafınıza kalmış bir tarım çiftçisini sizlerin bundan sonra kalkacak parmaklarına havale ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşülmekte olan kanun teklifinin 11’inci maddesi üzerinde grup adına söz aldım.

Değerli arkadaşlar, biraz önce bir önerge oylandı ve kabul edildi. Tabii, o önerge üzerinde konuşma imkânı da olmadı. Biraz önce, muhalefete mensup arkadaşlar da bu madde çerçevesinde önergeyi tartışma imkânı bulabildiler. Ben de orada ifade edilen görüşlerin doğruyu yansıtmadığını tamamen teknik belgelerle, ifadelerle aktarmaya ve sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu önerge niye geldi? Neyi düzenliyor? Önce onu açıklamakta fayda var.

Özelleştirmeler yapıldıktan sonra ve bütün boyutlarıyla alıcıya usulüne uygun, kurallara uygun teslim edildikten ve devredildikten sonra mahkemelerin verdiği iptal kararları söz konusu olduğunda…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Usulüne uygun yapıldıysa mahkeme nasıl iptal kararı verir?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Örneklerini şimdi ben size takdim edeceğim.

…çoğu zaman -hatta, tamamına yakınında diyebiliriz- telafisi mümkün olmayacak şekilde gelişmeler ortaya çıkıyor. Yani devir yapılıyor, tapu devri, işletme devri, bütün devirler yapılıyor alıcıya ve bu devir yapılana kadar bu konuda mahkemenin verdiği henüz bir karar da söz konusu değil, iptal ya da yürütmeyi durdurma kararı. Bu devir gerçekleşmeden önce böyle bir karar var ise zaten gereği yerine getiriliyor, orada da herhangi bir problem söz konusu değil. Problem devir yapıldıktan ve bunun üzerinden bir süre geçtikten sonra mahkemenin verdiği iptal kararı söz konusu olduğunda başlıyor. Hatta, bazen üç-beş yıla kadar uzayabiliyor yani üç-beş yıl sonra bu kararlar verilebiliyor. Düşünün, firmayı devlet satmış, özelleştirmiş, devretmiş. Yatırımcı bunu devraldıktan sonra birtakım yatırımlar yapıyor, başka birtakım gelişmeler olabiliyor, borçlandırabiliyor şirketi ya da başka birine devredebiliyor, üçüncü bir kişiye devredebiliyor. Bu gibi durumlarda mahkeme kararının yerine getirilmesi hemen hemen imkânsız hâle geliyor, mümkün değil. Mesela, hukuki olarak üçüncü kişiye devredildiği zaman –nitekim, Yargıtayın kararı var burada benzer, somut bir olay için- Yargıtay diyor ki: “Bu devir geçerlidir.” Dolayısıyla devlet birine satmış özelleştirme çerçevesinde, sonra o kişi de mahkeme karar vermeden önce başka birine satmış; üçüncü kişiyi iyi niyetli olarak koruyor yasalarımız. Yargıtayın bu konuda kararı da var; ben tarihini, sayısını vereceğim şimdi. Dolayısıyla böyle bir durumda iptal kararının yerine getirilmesi imkânsız, mümkün değil -fiilen mümkün değil, hukuken mümkün değil- ama sorun da ortada, bu sorunun da çözülmesi gerekiyor.

Diğer taraftan, bir başka açıdan -şimdi yine onun örneklerini vereceğiz- özelleştirmelerin üzerinden çok uzun süreler geçebiliyor. Mesela, bunlardan bir tanesi: Yine ben şirket ismi vermeyeceğim. Özelleştirme yapılıyor, 29 Temmuz 2005 tarihinde bütün boyutlarıyla, bütün yönleriyle işletme, satılan, özelleştirilen kurum alıcıya devrediliyor. Bu arada dava açılıyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yürütmeyi durdurma kararı da veriliyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Karar verdiği zaman problem yok zaten. Yürütmeyi durdurma kararı vermişse hemen yürütmesi duruyor özelleştirmenin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yürütme de var.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ama ne zaman? Devirden önce.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yürütme de var.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Fakat devirden sonra, bakın, bu olayda, dava açılıyor, dava 27/11/2007 tarihinde sonuçlanıyor, yani devredilmesinden -özelleştirilmesinden değil, devredilmesinden; tapusunun, işletmesinin, bütün birimlerinin her yönüyle devredilmesinden- yaklaşık iki buçuk yıl sonra iptal kararı ortaya çıkıyor. Tabii, bu arada yatırımlar yapılıyor, işletmede, şirkette birçok değişiklikler meydana geliyor. Doğal olarak alıcı yatırım yapıyor, hatta yatırım yapması da zorunlu. Özelleştirme şartlarından bir tanesi de belli miktarlarda, belli sürelerde istihdam sağlaması gerekir, artırması gerekir ve yatırım yapması gerekir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hiç de öyle yapmıyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İki buçuk yıl sonra yani iptal kararı verildiğinde, o devredilen şirketten veya işletmeden çok başka bir işletme ortaya çıkıyor. Şimdi, yargı şunu söylüyor: “Bu gibi durumlarda iptal kararıyla otomatik olarak işlem tesis edilemez.” Neden? Çünkü devirden sonra artık özel hukuk hükümleri devreye girmiştir yani idare “Gel kardeşim, mahkeme karar verdi, bana devret.” diyemiyor. Ne yapıyor? Dava açıyor, devri için dava açıyor. Yani mahkemenin verdiği iptal kararının yerine getirilmesi amacıyla, devralmak üzere dava açıyor. Karşı taraf da dava açıyor. Şu anda, bu şekilde, yıllardan beri devam eden birçok dava var. Dava açıyor karşı taraf, şirket ama nasıl dava açıyor? Böyle bir durumda, kendisinin özelleştirme olarak ödediği paranın, yaptığı yatırımların, yatırımlar nedeniyle firmanın piyasa değerinde ortaya çıkan artışları, faizleri vesaire, kendi açısından haklı olarak, tümüyle devletten talep ediyor ve bunlar da inanılmaz rakamlara baliğ oluyor ve sonuçta, sonuç da alınamıyor ve devam ediyor. Bu, yeni ortaya çıkan bir durum değil. Ta çok eskiden beri, yani özelleştirmenin başladığından beri buna benzer sorunlar hep ortaya çıkmış ve hep de şu anda bizim yapmaya çalıştığımız gibi çözülmüş. Hatta, bizim önergemiz, aynen, neredeyse kelime kelime Başbakan Sayın Mesut Yılmaz’ın döneminde yapılan işlemle ilgili olarak Bakanlar Kurulu kararının aynısı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Zihniyetiniz aynı zaten.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Orada yine, bazı şirketlerle, satılan… Onları da okuyayım isterseniz size. ORÜS Orman İşletmeleri Sanayi AŞ, Türkiye Denizcilik İşletmeleri AŞ’ye ait Hopa Limanı, Lalapaşa Çimento Sanayi ve Ticaret AŞ… Bunlar devredilen, satılan ama devirden sonra iptal edilen şirketlere ilişkin özelleştirme örnekleri. HAVAŞ Havaalanları, Petlas, Kütahya Manyezit İşletmeleri vesaire, böyle devam ediyor. Artık bunlar devredildiği için, telafisi mümkün olmayan noktaya geldiği için geriye alınması mümkün değil, dolayısıyla “onların bırakılmalarına” diye Bakanlar Kurulu kararıyla kararlar veriliyor.

Bizim önergemiz de aynen, bu kararın aynısı, sadece bir iki kelime, o da mecburen, teknik nedenlerle konuldu ve bakın, bu Bakanlar Kurulu, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı, hatta Bakanlar Kurulu kararı bile değil. 06/12/1997 tarihinde, altında da dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, Özelleştirme Yüksek Kurulu üyesi rahmetli Sayın Bülent Ecevit, Sayın Güneş Taner, Işın Çelebi, Sayın Zekeriya Temizel, Sayın Yalım Erez…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir idari karar. Buna karşı iptal davası açılabilir, şey değil ki. Sen idari dava açma yolunu kapatıyorsun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İzin verin.

Buna benzer, yine aynı şekilde, altında Sayın Süleyman Demirel’in… Ne zaman verilmiş? 27/4/1992…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama onlar idari karar vermişler, kanun çıkarmıyorlar.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Aynı gerekçelerle, aynı nedenlerle, devredildikten sonra iptal kararları verildiği için, yerine getirilmesi mümkün olmadığından bahisle… Gerçekten öyle, mümkün değil. Yani idare işlem tesis etmek zorunda, sorun ortada duruyor. Devletin zararına, aleyhine herhangi bir durum yok çünkü devlet özelleştirmeyi yapmış, açık ihale yapılmış, herkesin katıldığı, içeride ve dışarıda tüm katılımcılara açık şekilde yapılmış -hatta şu anda biliyorsunuz, dünyanın gözü önünde yapılıyor, kameraların önünde yapılıyor- parasını almış, devretmiş. Bir kayıp söz konusu değil. Mahkemenin verdiği karar devirden sonra ortaya çıktığı için de yerine getirilmesi mümkün değil. Dolayısıyla, haklı olarak o dönemki hükûmetler bu kararları almışlar ve uygulamışlar.

Şimdi, biz ne yapıyoruz biliyor musunuz? Aslında, bu Bakanlar Kurulu ve Özelleştirme Yüksek Kurulu kararlarının yasal dayanağı yok değerli arkadaşlar. Yani örneklerini biraz önce verdiğim bu Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları ve Bakanlar Kurulu kararlarının yasal dayanağı yok. Biz ilk defa yasal dayanak getirmeye çalışıyoruz, yaptığımız budur. Şu andaki bizim önerge ile buna benzer olaylar meydana geldiğinde -ki gelmesi muhtemeldir çünkü geçmişte, ta 1992 yılından beri ortaya çıkmış, doğaldır, yani bu kadar özelleştirmenin yapıldığı bir ortamda buna benzer durumlar ortaya çıkabiliyor- çözülebilmesi için böyle bir yasal imkân sağlanıyor ve Bakanlar Kuruluna bu yetki veriliyor.

Bakın, bu firmaların devraldıktan sonraki yaptıkları yatırımlara ilişkin ben örnekler vereyim. Mesela, bir firmanın aldığı rakam yaklaşık 300 milyon lira, iptal kararına kadar ilave 210 milyon dolarlık yatırım yapmış, ilave 210 milyon dolar. Yani devraldıktan sonra, mahkeme kararı, iptal kararı kendisine tebliğ edildiği tarihe kadar yaklaşık 210 milyon dolarlık yatırım yapmış. Aşağı yukarı hepsi bu şekilde. Dolayısıyla, bunun tekrar devlet tarafından geriye alınması, yani bütün bedelinin, potansiyel fiyat artışları dâhil olmak üzere alınması mümkün değil, doğru değil ve kazançlı da değil devlet açısından, kârlı da değil. Devlet özelleştirdiği rakamın çok çok üzerinde bir bedel ödeyerek bunu geriye almak zorunda kalır böyle bir durumda ve mahkemenin ne kadar bir bedel takdir edeceğini de kestirmek hemen hemen imkânsız.

Dolayısıyla, bu getirilen önerge tamamen teknik bir önergedir. Bugüne kadar birçok hükûmet tarafından, Bakanlar Kurulu kararı ya da Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı olarak hayata geçirilmiştir. Onların yasal dayanaktan yoksun olması nedeniyle o ayağı eksiktir. Biz şu anda bu ayağı tamamlıyoruz yoksa hiç kimseye en ufak böyle ayrımcılık, kayırımcılık, başka bir şey söz konusu değil. Çok net bir şekilde, belgelerle söylüyorum, hiç şeysiz. Yani aksi hâlde, biraz önce bir sayın konuşmacının burada ifade ettiği, o sarf ettiği sözleri, biraz önce altında imzalarını okuduğum, unvanlarını okuduğum o kişiler hak ediyor mu? Hak etmiyor elbette, hak etmiyor. Yani geçmiş dönemde benzer kararları alan Bakanlar Kurulu üyeleri ya da Özelleştirme Yüksek Kurulu…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakanlar Kurulunun karar alması ayrı bir şey.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …üyeleri böyle bir hakareti ve haksızlığı hak ediyor mu? Elbette hak etmiyor. Bunun da düzeltilmesi gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani bütün hükûmetler bunu yapmış, yapmak zorunda kalmış, bundan sonra da yapılmaya devam edilecek. Ama şimdi biz yasal statüye kavuşturuyoruz ve gelecekteki hükûmetlere de bunu bırakıyoruz.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Ertuğrul Soysal, Yozgat Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesi üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesile ile yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Grubumuz tarafından verilen kanun teklifiyle, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurulu başkan ve üyelerinin görev süresi beş yıl olarak belirlenmekte ve diğer düzenleyici ve denetleyici kurullarda olduğu gibi bahse konu kurullarda da görev süresi sona eren başkan ve üyelerin bir defalığına tekrar atanmalarına imkân sağlanmaktadır.

Bu kanun teklifinin yasalaşmasını umuyor, emeği geçen değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına söz isteyen İsmail Tamer, Kayseri Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İSMAİL TAMER (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu teklifte yapılan kanunun memleketimize hayırlar getirmesini diliyor, sevgi ve saygılarımı iletiyorum. İyi akşamlar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

12’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 12- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Sizi saygıyla selamlıyorum. Madde vesilesiyle teklifin tümüne yönelik olarak kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Dün de bu kürsüde ifade ettiğim gibi, teklif BDDK ve TMSF konularında çeşitli düzenlemeler yapmaktadır. Düzenleyici ve denetleyici kurumların hem hükûmetten hem de denetledikleri sektörlerden uzak bir şekilde konumlandırılması, hükûmetin ve sektörün etkilerinden uzak kalması ana ilkedir. Dolayısıyla, yapılacak bütün düzenlemeler bunu sağlayacak şekilde olmalıdır. Bağımsızlığın çeşitli unsurları vardır ama AKP’nin son çıkarmış olduğu kanun hükmünde kararnamelerden birisiyle “bu kurumlarda ilgili bakanlıkların denetimi” şeklinde bir düzenleme yapılmak suretiyle kurumların bağımsızlığı yok edilmiştir.

Yine, bu kurumlarda bağımsızlığı sağlamanın ikinci yolu, kurumların başkan ve üyelerinin bir dönem için seçilmeleridir. Bunu bu kurumların hâlen başkan ve üyelik görevlerinde bulunan arkadaşlar için söylemiyorum. O arkadaşlarımız çok değerli, çok nitelikli arkadaşlar olabilirler -tanıdığımız arkadaşlarımız var- vasıflarından, iş ahlakından herhangi bir endişem yoktur. Ancak eğer 2 kez seçilme olur ise, bu tip bir kurumun, düzenleyici ve denetleyici kurumların başkan ve üyeleri 2 kez seçilir ise, ister istemez, 2’nci kez seçilme yönündeki bir kaygı bu kurumların başkan ve üyelerinin tarafsızlığına gölge düşürecektir. Ben, görevdeki arkadaşlarımızın hiç birisi için böyle bir kaygıyla görevlerini farklı şekilde icra edeceklerdir şeklinde bir düşünceyi ima etmek istemiyorum ama teorik olarak bu böyledir, bu tip düzenlemeleri yapan ülkelerde bu kurumların başkan ve üyeleri birer kez seçilirler. Örneğin, Parlamentonun seçtiği cumhurbaşkanında da, cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak için, bizim ülkemizdeki model cumhurbaşkanının bir kez seçilmesi üzerine kuruluydu çünkü 2’nci kez seçilirse, böyle bir imkân olursa, ister istemez, güç sahibi olan siyasi partiyle ilişkilerini iyi tutmak suretiyle bir kez daha seçilmek kaygısı onun tarafsızlığına gölge düşürecektir.

Türk Ticaret Kanunu’nun 401’inci maddesine ilişkin olarak dün burada ifade ettiğim tereddüdü Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan yazılı olarak cevaplandıracağını ifade etti, bu konuda Sayın Ali Babacan’ın yazılı cevabını beklediğimi ifade ediyorum tekrar. Çünkü bu teklifin Komisyon metninde yer alan Türk Ticaret Kanunu’ndaki 401’inci maddedeki bir yıllık sürenin 2/7/2012 tarihi olarak uzatılması yönündeki düzenleme Genel Kurulda kabul edilen bir önergeyle değiştirildi. Yanlış olan, Komisyon metninde yer alan 2 Temmuz 2012 tarihiydi. Ona rağmen, bütün tasarıların, tekliflerin ayrıntılarıyla, her yönüyle incelendiği yer olan Komisyonda bu tarihin 2/7/2012 olarak belirlenmesinin nedenini gerçekten Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak merak ediyoruz.

Biraz önce kabul edilen bir önergeyle, özelleştirme uygulamalarına yönelik olarak bir düzenleme yapıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Canikli burada açıklamalar yaptı. Önerge okundu, önergeyi dinledik. Önerge, bir kere, teklifte yer alan maddeyle doğrudan ilgisi olmayan bir başka konuyu düzenliyor. Özelleştirme uygulamaları nedeniyle, özelleştirilen işletmelerin, şirketlerin devredilmesi ve devrin bütün sonuçlarıyla gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan yargı kararları nedeniyle eğer o işletmede geri dönülemeyecek bir durum var ise böyle bir durumda hangi işlemin yapılacağı konusunda karar vermeye Bakanlar Kurulu yetkili kılınıyor. Anayasa’mızın 138’inci maddesinin dördüncü fıkrası gayet açıktır: Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarının uygulanmasını  hiçbir şekilde geciktiremez ve değiştiremez.

Çeşitli özelleştirme işlemlerinde özelleştirme sonrasında özelleştirme bedelini de aşan ölçüde yatırımlar yapılmış olabilir, geri dönülmesi imkânsız olan durumlar olabilir ama bütün bunların öncelikle ilgili komisyonda ayrıntılarıyla görüşülüp oradaki üyelerimizin ikna olması ve onun üzerine bir düzenlemenin Genel Kurulda görüşülmesi gerekir. Bu konuda böyle bir yöntem benimsenmemiştir, bunu doğru bulmuyorum.

Şimdi, bir dönem -hatırlayacaksınız- Türkiye’de çok tartıştığımız TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesinin özelleştirilmesi vardır değerli milletvekilleri. Bu özelleştirme nedeniyle Hazinenin yaklaşık 400 milyon dolar civarında bir zararı söz konusudur. Buna ilişkin yargı, iptal kararı vermiştir. İptal kararı sonrasında bu kararın nasıl uygulandığı bir meçhul olarak kalmıştır. Hisseleri alan şirket bunları borsada bir başka şekilde satmıştır, elden çıkarmıştır.

Peki, şunu merak ediyorum, gerçekten de öğrenmek istiyoruz: 400 milyon dolarlık Hazine zararı, TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesinin satışından kaynaklanan zarar ne olmuştur? Yargı özelleştirmenin iptaline karar vermiş ise, bu kararın bir şekilde gereğinin yerine getirilmesi gerekir. Eğer bu kararın gereği yerine getirilemiyor ise, hukuki imkânsızlık var ise veya bu konuda yargı kararları var ise -bilemiyorum- bir şekilde içtihatlar, yargı, bunu bir çözüme ulaştırıyor olması gerekir yani hukuki ve fiilî imkânsızlık durumunu yargı bir şekilde karara bağlıyor olmalıdır. Öyle olduğu hâlde ilave bir yasal düzenleme ihtiyacının doğmuş olmasının nedenini ben anlayabilmiş değilim.

Sayın Canikli burada önceki hükûmetler döneminde bu konuda Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldığını söylüyor. Olabilir, çıkarılmış olabilir ama Bakanlar Kurulu kararı idari yargının denetimine açık olan bir işlemdir yani o hükûmet, önceki hükûmetler, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri  öncesindeki hükûmetler karar almış olabilir bu tip, benzer konularda. Bu karar yargı denetimine açık bir karardır çünkü ortada bir yasa yoktu ama şimdi ortada bir yasa var. Eğer gerçekten bu işletmeleri alan yatırımcılar burada ciddi yatırımlar yapmışsalar  -yapmış da olabilirler- bunlar ortaya konulur gerekçeleriyle, Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılır, orada Hükûmet tasarısı olarak görüşülür veya o tasarıya Komisyon üyeleri bir teklifle bunu koyabilirler, tartışılır, bir mahzuru yoksa buraya da gelebilirdi ama böyle bir yöntem benimsenmeksizin ve yargıya açık bir Bakanlar Kurulu kararı yöntemi de kullanılmaksızın  sorunu doğrudan yasal düzenlemeyle çözmeyi doğru bulmuyorum. Bunları ifade etme ihtiyacı duydum.

Tasarının olumlu bulduğumuz bazı maddeleri de var. Örneğin, tabii afetler nedeniyle zarar gören çiftçilerin borçlarının ertelenmesine yönelik olarak -herhangi bir şekilde kendilerinden bir faiz alınmaksızın- bu tip düzenlemeleri de olumlu buluyoruz. Bunu da ifade ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Kalaycı, Konya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9’uncu maddede verilen önergeyle ilgili, aynı zamanda kabul edilen önergeyle ilgili görüşlerimi kısaca ben de ifade edeceğim.

Aslında, bu madde, özelleştirme işlemleri hakkında yargı tarafından verilen yürütmenin durdurulması ve iptal kararları uygulanmaz demekle eş değerdir. Bu maddeye göre, Bakanlar Kurulunun başka bir karar alma imkânı zaten yok yani Bakanlar Kurulunun alacağı kararlar bellidir, Sayın Canikli de burada  zaten uygulanamaz olduğunu ifade etti, maddede de ifade ediliyor. Neticede Bakanlar Kurulunun yüksek yargının vermiş olduğu kararların uygulanmaması yönünde kararı alacağı kesindir.

Şimdi, bu madde kapsamında, bize verilen bilgilere göre, beş adet özelleştirme yer alıyor: Çeşme Limanı, Kuşadası Limanı, SEKA Balıkesir Tesislerinin satışı, TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76 hissesinin satışı ve Seydişehir Eti Alüminyum Tesislerinin satışı. Seydişehir Eti Alüminyum Tesisleriyle ilgili gelişmeler hakkında -Sayın Canikli’nin isim vermeden belirttiği özelleştirme de buydu- ben de kısaca, hangi gelişme olmuş, sizlere ondan bahsedeceğim.

Eti Alüminyum, Seydişehir ilçemizde, madenler ve üretim üniteleri, Antalya Limanı’nda ithalat ihracat grubu limanı bulunan, boksitten folyo, levha, profil ve benzeri uç ürüne kadar üretim yapan dünyada birkaç entegre tesisten biri ve toplam ortalama 60 bin ton kapasite/yıl ile sektörde tek üretici ve piyasada faaliyet gösteren dört yüz civarında firmayla da alüminyum işleyen, Türkiye’nin toplam alüminyum ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan ve kırk dokuz yıl süreli otoprodüktör lisansına sahip Oymapınar Santrali’nin işletme hakkını aktifinde bulunduran bir yapıdayken özelleştirme işlemine tabi tutulmuştur. Eti Alüminyumda bulunan yüzde 100 oranındaki kamu payının blok hisse satışı şeklinde özelleştirilmesini teminen 17 Haziran 2005 tarihinde yapılan ihale sonucu 305 milyon dolara satılması Özelleştirme Yüksek Kurulunun 25 Temmuz 2005 tarih ve 2005/84 sayılı Kararı’yla kabul edilmiştir.

25 Temmuz 2005 tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile 305 milyon dolara bir şirkete devredilen Eti Alüminyum Tesislerinin özelleştirmesinin iptali için açılan davada 29 Mayıs 2006 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı ve 27 Kasım 2007 tarihinde esastan iptal kararları verilmiştir. O tarihten bu yana AKP Hükûmeti yargı kararını uygulamayarak suç işlemiş ve işlemeye devam etmiştir.

Sayın Başbakan, ÖYK’da görev alan sayın bakanlar Anayasa’nın 138’inci maddesini ihlal ederek Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesi kapsamında suç işlemiştir. Yürütmeyi durdurma kararı yapılan işlemin kamusal zarar doğuracağını öngörerek verilmiştir ancak buna rağmen yargı kararı uygulanmamış, hukuk tanımaz bir davranış sergilenmiştir.

Bu konuda son gelişmeyi de sizlerle paylaşayım. Geçtiğimiz ay Sayın Başbakan ve ÖYK’da görev alan bakanlarla ilgili yine yargımız bir karar vermiştir. Nedir karar? 10’ar bin lira tazminat ödeme kararı ve haklarındaki dava da o anlamda da devam ediyor.

Şimdi, çok değerli Grup Başkan Vekili Sayın Canikli “Geçmişte ÖYK kararları var.” dedi. O kararları siz de alabilirsiniz yani 4046’ya göre aslında özelleştirme işlemleri konusunda ÖYK’ya geniş yetkiler veriyor yani pek de “Kanuni dayanağı yok.” demek doğru da değil. Yani bu yol niye tercih edilmedi? Madem geçmişte benzeri karar var, niye böyle bir yolu tercih etmediniz? Bu da dikkat çekmekte.

Şimdi, 211 milyon dolar yatırımdan bahsettiniz. Sayın Başkanım, sadece -bak, yıl da veriyorum- 2009 yılında Oymapınar Barajı’ndan üretilen elektrik enerjisinden devlete yapılan satıştan elde edilen kazanç ne kadar biliyor musunuz? 210 milyon lira. Bunun 70 milyonunu sınırı da geçtiği için, aslında Enerji Piyasası Kanunu’na aykırı da işlem yaptığı için geri ödemek zorunda kalmıştır ama hem kendi ihale şartnamesine hem Enerji Piyasası Kanunu’na aykırı birçok işlem varken, bugüne kadar, maalesef, yargı kararlarına da rağmen, devlet tarafından geri alınmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasa'mızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden olan 2’nci maddesinde hüküm altına alınmıştır. Anayasa'mızın 138’inci maddesinde de “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” amir hükmü bulunmaktadır. Mahkeme kararlarının uygulanmaması suçtur. Biraz önce dediğim gibi, Sayın Başbakan ve isimleri elimde olan ÖYK üyeliği yapmış bakanlar, bu tazminata, 10 bin lira tazminata da mahkûm edilmiştir.

Sayın Canikli, tabii, mahkeme kararlarının, özellikle özelleştirme işleminin bütün sonuçlarıyla tamamlandıktan sonra verilen yargı kararlarının uygulanamaz olduğunu söylüyor. Peki, ortada kamu zararı var; bu ne olacak? Yani mahkeme kararlarıyla tescillenmiş kamu zararları var; bu konuda vicdanınız sızlamıyor mu gerçekten? Yani burada tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Böyle bir kararla, kamu zararı olduğunu tescil eden mahkeme kararlarına rağmen böylesi bir düzenlemeye girişmek ne kadar etiktir, ne kadar ahlakidir?

Aslında Anayasa ortada. Yani böylesi bir düzenlemeye gidilmesi Anayasa’ya aykırılık içermektedir.

Yine bu madde kapsamında yer alan bir konuda, eski AKP Hükûmeti üyesi Sayın Abdüllatif Şener’in açıklamalarını burada okuyacağım TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76 hissesinin özelleştirilmesiyle ilgili. Şimdi, bize verilen bilgilerde, bu konuda yargının iptal kararlarının da söz konusu olduğu, bu madde kapsamında bunun da yer aldığıdır.

Şimdi Sayın Abdüllatif Şener –tümünü okumayacağım, ilgili kısmını okuyacağım burada; zamanın medyasında geniş geniş yer aldı yaptığı açıklamalar, sadece o kısmını okuyacağım- diyor ki: “O dönemde basın mensupları Başbakana Sami Ofer’i görüp görmediğini sordu.” Sami Ofer, yüzde 14,76 hisseyi satın alan Yahudi iş adamı. “Önce hiç görmediğini söyledi, sonra da görüştüğü anlaşılınca açmaza çıkacağını anladı ve Davos’ta bir kez görüştüğünü söyledi. Ankara’da hiç görüşmediğini belirtmişti. Şunu soruyorum: Galataport ihalesi verdiğiniz Ofer’le kaç kez görüştünüz? 5 kez mi, 6 kez mi? Ankara Bilkent Oteli’nde partisinin kuruluş yıl dönümü kutlanırken Otel’in erzak kapısından yukarı Ofer’i aldınız mı almadınız mı?” diye soruyor Sayın Şener. “Otel’de iki saat görüştünüz mü, görüşmediniz mi? Görüştüyseniz ne görüştünüz, bunları kamuoyuna açıklayın. Başka hangi ihaleleri verdiniz, bunu da açıklayın. TÜPRAŞ’ın hisse satışı nedeniyle meydana gelen görüşmelerden, gizliliklerden, dönen çarklardan şimdilik bahsetmiyorum.” diyor. Bu TÜPRAŞ’ın 14,76’lık hissesinin satışıyla ilgili iddia da, İsrailli Yahudi iş adamının bu işten 755 milyon dolar kazanç sağladığı yönündedir. Yani 440 milyon dolara aldığı hisselerin, daha sonraki özelleştirme bedeline göre değerini ortaya koyduğunuz zaman 755 milyon dolar kazançlı olduğu söyleniyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA KALAYCI (Devamla) - Yani diyeceğim şu: Kabul edilen madde bu konuları içeriyor. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Başka söz talebi yok ancak Sayın Hamzaçebi’nin söz talebi var, buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesine ilişkin olarak yargının iptal kararı sonrasında hangi işlemler yapılmıştır? Yani bu zararın -ki ben 400 milyon dolar düzeyinde olduğunu ifade ettim, daha farklı bir rakam da söz konusu olabilir- tazmini konusunda neler yapılmıştır? Zarar tazmin edilememiş midir? Eğer bu zarar, özelleştirme iptali sonrasında ilgili hisseler geri alınamadı ise bu zararın bir sorumlusunun olması gerekir, siyasi sorumlusunun olması gerekir, varsa bürokratik sorumlusunun olması gerekir. Bir şekilde bir görevli hakkında yargının işlem yapması gerekir. Yani yapılan düzenleme, şimdi burada geçen bu düzenleme bunu da mı ortadan kaldırmaktadır ve 14,76’lık TÜPRAŞ hissesinin satışından kaynaklanan hazine zararı konusunda hangi işlemler yapılmıştır? Sorumlu kimdir? Bu düzenleme onu etkilemekte midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Özel…

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biraz önceki Değerli Konuşmacı, Sayın Milletvekilim, İsrailli iş adamıyla Sayın Başbakanın konuşması konusunda AKP’nin kurucularından ve uzun süre Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunmuş olan Sayın Abdüllatif Şener’in, Başbakanın bunu doğru olarak söylemediğini, yalan ortaya çıktıktan sonra rahatsız olduğunu, 1 kez görüştüğünü kabul ettiğini ama 8 kez görüşme yapıldığını söyleyen bir haberi açıkça okudu. AKP grup başkan vekilleri bu tip ithamlar olarak kabul ettikleri ve gerçek olduğunu düşünmedikleri noktalarda hemen konuya müdahale edip açıklama yapıyorlardı. Böyle bir söz talepleri olmadığına göre bu durumun doğruluğunu mu onaylamış oluyorlar?

BAŞKAN – Sayın Özel, sorunuzu sorar mısınız lütfen.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) – Evet, bunun doğru mu olduğunu onaylıyorlar? Bu konuya Sayın Bakan ya da AKP grup başkan vekilleri bir açıklık getirecekler mi?

BAŞKAN – Muhatap Sayın Bakan efendim.

Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’sının satışıyla alakalı Sayın Hamzaçebi’nin sorduğu soruda, tabii, oluşan bir zarardan bahsetti, 400 milyon dolarlık bir zarardan. Şimdi, burada bir mahkeme kararı var. Tabii, satılmış, hisse devri yapılmış. Bunun karşılığı 400 milyon TL alınmış ama tabii, bununla ilgili para iade edilip tekrar hisse devri, tekrar geri alınması vesaire gibi birtakım işlemler yapılmadığı için burada oluşan bir zarar, bir defa, yok, bu bir.

İkincisi: Bu özelleştirmeyle ilgili suç duyuruları yapıldığı için bununla alakalı, burada görev almış bulunan bürokratların tamamıyla ilgili ceza yargılaması yapılmıştır ve bu ceza yargılamaları sonucunda yargılanan bürokratların tamamı da beraat etmiştir. Bununla ilgili söyleyeceğim budur.

Bu, Ofer’le alakalı konuda da… Bunlar siyasi polemik konusu. Geçmişte Parlamentoda da çok yapıldı, çok söylendi. Onun için, bütün iftiralara cevap verme zorunluluğumuz yok, bu da onlardan bir tanesi.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Aslanoğlu, buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, siz bir hukukçusunuz. Burada demin bir önerge geçti. Her türlü alımı, hukuki kararları tanımayan bir önerge ve Bakanlar Kuruluna yetki veriyor. Size hukukçu bir Bakanlar Kurulu üyesi olarak soruyorum: Anayasa’nın 138/4’ü Bakanlar Kurulu da hukuka aykırı -hukukun üstünlüğüne inanması, Anayasa gereği- bir karar alamaz. O önergeyi geçirmenize rağmen, bu önerge Bakanlar Kuruluna bir yetki vermesine rağmen, acaba hukuka aykırı olarak, mahkeme kararlarına aykırı olarak Bakanlar Kurulu herhangi bir uygulama yapabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet, tabii, bu değerlendirme burada bazı arkadaşlar tarafından da yapıldı. Ben, özellikle bir hususu ifade etmek isterim. Bu önergede öngörülen değişiklik esasında bugüne kadar fiilî olarak uzunca bir zamandır, bizden önceki hükûmetler tarafından da bilfiil uygulanmış ama yasal dayanağı da olmadan uygulanmış bir uygulama var. Baktığınız zaman Özelleştirme Yüksek Kurulu bu yönde kararlar vermiş. Yine Özelleştirme Yüksek Kurulu 97’de başka karar veriyor. Öte yandan Bakanlar Kurulu da bu konuda bir prensip kararı alıyor. Tarihe baktığınızda 27/4/1992’de, Yüksek Planlama Kurulunun 90’da başka bir kararı var. Hasılı bu konuda ihtiyaç ve zaruret ortaya çıktığında değişik dönemlerde Yüksek Planlama Kurulu, Özelleştirme Yüksek Kurulu ve Bakanlar Kurulu birbirinden farklı hükûmetler döneminde birden fazla yani onlarca karar var, karar almıştır.

Şimdi, burada, sıkıntı izah da edildi. Esasında mahkeme kararlarının gecikmesi nedeniyle ortaya çıkan bir sorun var. Beş yıl sonra mahkeme bir iptal kararı veriyor. Yürütmeyi durdurma da başta vermemiş. Eğer yürütmeyi durdurma vermiş olsaydı, o zaman ona göre işlem tesis edilecekti. Beş yıl sonra burada pek çok tasarruf yapılıyor. Bazen özelleştirilen yerler el de değiştirmiş olabilir. Burada birtakım imkânsızlıklar ortaya çıkıyor. Eğer siz bu çerçevede bunları eski hâline irca edelim diye adım attığınızda, belki aldığınızdan daha fazlasını vermek gibi bir başka sorun da ortaya çıkacak. O nedenle, böylesi durumlarda bir tedbir mahiyetinde Özelleştirme Yüksek Kurulları, Bakanlar Kurulu, Planlama Yüksek Kurulu kararlar almış, sorunları aşmıştır.

Şimdi, burada yapılan düzenlemeyle bu konuda Bakanlar Kuruluna yasal bir yetki veriliyor. Bakanlar Kurulu bu yetki çerçevesinde fiilî bir imkânsızlık olduğunu tespit etmesi hâlinde bu durumda nasıl bir yol izleneceğinin kararını veriyor. Bu karara göre hareket edilecek. Kaldı ki Bakanlar Kurulunun vereceği karar da bir idari tasarruf olduğu için, yargı denetimine açık bir karardır, yargının denetimine tabidir. Yoksa burada mahkeme kararlarını uygulamamak için veya mahkeme kararlarını uygulanmaz kılmak için yapılmış bir düzenleme kesinlikle değildir bu düzenleme. Bu düzenleme, sadece uygulama imkânı kalmayan mahkeme kararını hayata geçirmek, onun için uygulama alanı bulmak için yapılan bir düzenlemedir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, vaktimiz kalmış.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslanoğlu, bir sorunuz var galiba.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Efendim, tutanaklara geçmesi için altını çiziyorum Sayın Bakanım. Özelleştirmeden almış, hiçbir yatırım yapmamış. Mahkeme kararı var, binalar duruyor, arsalar duruyor orada, tek kuruşluk yatırım yapılmamış. Böyle bir mahkeme kararı olmasına rağmen bu kurumlar, bu yasadan faydalanacak mı? Tutanaklara geçmesi için soruyorum. Yani hiçbir işlem yapılmamış, tek kuruşluk yatırım yapılmamış, arsalar, binalar orada duruyor, mahkeme kararı uygulanmamış. Acaba bu satılan, özelleştirilen kurumlar bu yasa hükmünden yararlanacak mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Alakalı değerlendirmelerin hepsi, nasıl bir usul takip edileceği bu ek madde 5’te ne yapılıyor; Bakanlar Kurulu hangi hâlde karar verecek, ne yapacak. Bütün bunlar da yargı denetimine açık olan hususlardır. Tekrar ifade ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Saat 21.00’e kadar birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.09

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

4’üncü sırada yer alan İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun  Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 136 sıra sayısı ile bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Turgut Dibek, Kırklareli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, uzun süredir aslında Türkiye'nin gündeminde olan ancak bir türlü Meclisin gündemine alamadığımız, alamadığınız daha doğrusu, üç maddelik bu kanunu ancak şu saatte görüşebiliyoruz. Tabii, gönül isterdi ki bu kanun çok daha önce, aylar önce Meclisin gündeminde olsun. Zira, hatırladığım kadarıyla, 13 Ocakta biz bu kanunu Adalet Komisyonunda görüştük ve 13 Ocakta bu 1’inci maddesi… Sanıyorum onunla ilgili biraz sonra farklı bir değerlendirme yapılacak. 1’inci madde niye geldi? Niçin o teklifi Sayın Kubat arkadaşımız verdi? O zaman biz de anlamamıştık. Zira, tutukluların haklarını düzenleyen -olumlu anlamda bir insanlık hakkı- insani haklarını düzenleyen bir değişiklik teklifi söz konusuydu. Birdenbire, onun içerisine, tam tersi, tutukluların haklarını ortadan kaldırmaya çalışan, zedeleyen olumsuz anlamda bir değişikliğin de bu teklifin içerisine sokulduğunu görmüştük. Sanıyorum, onunla ilgili olarak -az önce görüşürken- o teklifin madde metninden çıkarılması yönünde AKP’li arkadaşlarımızın bir önergesi olacağına ilişkin bir duyumum oldu.

Değerli arkadaşlar, ben bu teklifi ne zaman verdim? Kamuoyu bu süreci nasıl yaşadı? Kısaca bir paylaşmak lazım.

                                 

(x) 136 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Bakın, 15 Eylülde, şu anda Oda TV davasından yargılanan ama tahliye edilmiş olan Doğan Yurdakul’un eşi Sayın Güngör Yurdakul rahmetli olmuştu. O da rahatsızdı, kanser hastasıydı, eşi kendisini sağlığında görüp helalleşmek istemişti. Bununla ilgili, hatırlarsınız, basında da yer alan haberler vardı. İlgili hâkimliğe, savcılığa başvurusu vardı ama yasal düzenleme olmadığı gerekçesiyle kendisine böyle bir izin verilememişti ve eşini gidip görememişti hastanede yani kendisiyle helalleşememişti. Ne oldu? Cenazesine katılmak durumunda kaldı. O düzenlemeyi de aslında çok önce yapmamıştık, geçen yıl mart ayında -yani 2011’in Mart ayının sonunda- tutukluların yakınlarından sayılanların -işte, kardeş, eş, anne, baba, eşinin anne babası- ölümü hâlinde tutuklulara bu hakkı geçen yıl vermiştik. O haktan faydalanarak cenazesine katılmıştı, hatırlarsınız. O görüntüler Türkiye’de medyada, televizyonlarda, yazılı basında ciddi anlamda yer almıştı, insanlar çok rahatsız olmuştu. Hatırlayın, mezarlıkta eşini defin için son görevini yaparken cezaevi aracıyla geldi, yanında jandarmalar, güvenlik kuvvetleri vardı ve kamuoyu bu konuyu konuşmuştu. Genel Başkanımız, kendisine taziye ziyaretine gittiğinde yani kendisi izinli olarak çıktığında Doğan Yurdakul, daha sonra basınla bu konuyu paylaşırken “Biz bir yasa teklifi vereceğiz ve bu konunun mutlaka sağlığında… Yani tutukluların sayılan yakınlarının bu tür ciddi rahatsızlıkları, hastalıkları varken kendilerini görmelerinin, en azından ellerini tutmalarının, onlarla vedalaşmalarının, helalleşmelerinin, o ölümden evvel kendilerini görmelerinin sağlanması yönünde bir teklif vereceğiz.” demişti. Ben bunun üzerine, Genel Başkanımızın bu açıklamasından sonra, değerli arkadaşlar, 21 Eylülde bu teklifi Meclis Başkanlığına verdim.

Bunu niye anlatıyorum? Şunun için anlatıyorum: Geçtiğimiz günlerde  -biraz sonra belki konuşulur- AKP sözcülerince bu kanunun buraya gelmesinin gecikmesinin müsebbibi olarak biz görüldük. Sayın Canikli’nin “Ya, Cumhuriyet Halk Partililer bu kanunu görüşmek istemiyorlar.” gibi açıklaması oldu. O nedenle bu süreci paylaşmak lazım, bilmeniz gerekir, 21 Eylül. 21 Eylülden ocak ayına kadar bu konuda hiçbir girişim olmadı. Yasa teklifi orada duruyor. Bir insan hakkından bahsediyoruz. Modern toplumların infaz sistemine bunu elli yıl önce koyduklarını biliyoruz.

Tabii ki tutukluların haklarını düzenlerken belki biraz daha dikkatli davranmak gerekebilir ama bu bir insani hak. ”Bunu niçin bu kadar bekledik?” derken hatırlayın, bu kanunun diğer… Bu kanunla ilintili olarak ismi geçen Sayın Haberal’ın annesi de ciddi rahatsızdı. Kendisi doksan küsur yaşındaydı o tarihte, doksan üç, doksan dört yaşındaydı ve çok ciddi rahatsızlık yaşıyordu ve hastanedeydi. Bunu her birimiz biliyorduk. Önceki Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal Sayın Başbakanın ameliyatından sonra kendisine geçmiş olsun ziyaretine gittiğinde bu konuyu hatırlatmıştı. “Böyle bir durum var…” Sayın Haberal’la ilgili gerçekten üzücü olan başka, diğer bir durum da şuydu: Kendisi cezaevinde, hapishanede tutuklu iken babasını da kaybetmişti. Ne zaman kaybetmişti? Hatırladığım kadarıyla 2010 yılının Ocak ayında. Babasının cenazesine gidememişti, izin verilememişti. Az önce Sayın Doğan Yurdakul’a verilmiş olan o hak yasada olmadığı için o tarihte -çünkü 2011 Mart ayında bu yasanın buradan çıktığını belirttim- Sayın Haberal babasının cenazesine de katılamamıştı, yani böyle de bir talihsiz süreç yaşamıştı. “Hiç olmazsa hastanedeyken gelsin, annesini ziyaret etsin, annesiyle görüşsün.” denmişti. Tabii, bu, kamuoyunda konuşulmuştu. Sayın Doğan Yurdakul’la ilgili olan bu sürece Sayın Haberal’ın durumu da daha sonra dâhil oldu ve ocak ayının başlarında, daha doğrusu aralığın sonundaydı sanıyorum, Mehmet Kubat’ın da bir değişiklik teklifi, bu konudaki yasa teklifi Meclis Başkanlığına verildi ama değerli arkadaşlar yani sanki o teklif verilirken o güne kadar Meclis Başkanlığında hiç böyle bir teklif yok yani biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak herhangi bir düzenlemeyi buraya getirmemişiz, Komisyonda veya Meclis Başkanlığında, daha doğrusu Komisyonda böyle bir teklif sırada beklemiyor, ilk kez AKP böyle bir düzenlemeyi veriyormuş gibi açıklamalar yapıldı, o da yanlıştı. Dediğim gibi, biz eylül ayında vermiştik bu düzenlemeyi. Ne oldu? 13 Ocakta Komisyondan geçti. Bugün, arkadaşlar, nisan ayının sonuna geldik. Az önce konuştuk, 13 Ocaktan bu yana, sanıyorum otuza yakın kanunu, tasarıyı ya da teklifi burada, Mecliste görüşerek kabul ettik, kabul ettiniz. Bakın, otuza yakın… Şurada kırmızı gündem var, bakarsanız onun sırasına, içine, bu 136 sayılı kanunun hep önlerde olduğunu görürsünüz ama bir şekilde sizin getirdiğiniz grup önerileriyle hep ötelendi, hep ileriye atıldı bu kanun. Niye ötelendi, niye atıldı, onunla ilgili süreci de aslında az önce sözlerimin başında belirttim, o da ortaya çıktı. Yani orada bir duyarsızlığınız var, Sayın Haberal’ın annesi rahmetli Medine Haberal Başkent Üniversitesi Hastanesinde aylardır tedavi görüyordu, doksan küsur yaşındaydı. Bunu bilmemeniz mümkün değil, bunu biliyorsunuz. Yani burada hassasiyet var, bu konu konuşulmuş, kamuoyuyla paylaşılmış, Sayın Bakanın, Sayın Başbakanın da bu konuda açıklamaları var “Evet, bu düzenleme yapılmalı çünkü bu düzenlemede çok geç kalındı.” şeklinde ama buna rağmen bir türlü gündeme alınmadı, bir türlü buraya gelip de sizler “Biz bunu görüşelim.” demediniz. Buna karşılık, tam tersi, bu talihsiz olay olduktan sonra, Sayın Haberal’ın annesi rahmetli olduktan sonra bunu dahi burada kalkıp, az önce belirttiğim gibi, maalesef olumsuz anlamda kullanmaya çalıştı arkadaşlarımız. Üzücü olan buydu bizler açısından. Tabii, şunu demem mümkün değil, öyle bir üslubu zaten taşımıyorum yani “Orada olan olsun, biz daha sonra bu kanunu Meclis gündemine alalım.” şeklinde bir düşünce içerisinde olduğunuzu hiçbir şekilde düşünmüyorum ama değerli arkadaşlar, bu düzenlemeyi bugün görüşüyor olmamız -hele hele bu saatte, işte Meclisin hâli de ortada, arkadaşlarımızın birçoğu bu kanunla ilgili olarak burada konuşmaları, görüşmeleri de izleme şansına sahip değil- bir ayıbımızdır, onu öncelikle belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, ne getirecek bu kanun, onu da kısaca belirteyim: Az önce de bahsettim, tutuklular birtakım insani haklarına burada kavuşacaklar. Hükümlülerle ilgili bir düzenleme de var Sayın Kubat’ın düzenlemesinde, orada da yeni bir değişiklik, daha doğrusu biraz daha genişletildi hükümlülerle ilgili durum. Yani tutuklular ve hükümlüler, yasada sayılan yakınları, ikinci derece yakınları, onların hastalığında, ciddi rahatsızlık yaşadıkları durumlarda bir günlük, ölümlerinde de iki günlük cezaevinden refakat eşliğinde izinli ayrılabilecekler.

Biz teklifimizde o sürelerin biraz daha fazla olmasını istemiştik, hatta önergeler de verdik Komisyonda -ölü biliyorsunuz bizim geleneklerimizde üç günlük bir taziyeyle uğurlanıyor yani aileler genelde üç günlük bir taziyeyi bu ölümden sonra değerlendiriyorlar, öyle bir geleneğimiz var- “Hiç olmazsa üç gün olsun.” dedik, “Hastalıklarla ilgili bu süre de iki gün olsun.” dedik. Ama Komisyonda bizim önergelerimiz AKP’li arkadaşlarımızın oylarıyla kabul edilmemişti, bu düzenlemeler geliyor.

Şimdi, bir düzenleme daha vardı, 1’inci madde. Sanıyorum onunla ilgili bir geri çekme, daha doğrusu önergeyle kanun metninden çıkarılması talep edilecek dolayısıyla belki konuşulmayacak tümünden sonraki görüşmelerde. Ama o neydi? O da şuydu: Yani aslında kişiye özel düzenlemenin ta kendisi oydu. Biz bunu Komisyonda da söyledik. Yani bu tutukluların haklarıyla ilgili düzenleme genel bir düzenleme değerli arkadaşlar. Şu anda cezaevinde 130 bin insan var, bunların büyük bir kısmı hükümlü, bir kısmı da tutuklu. Yani şu düzenleme yasalaştığında her biri için geçerli ama kamuoyunda bu düzenleme Sayın Doğan Yurdakul ve Sayın Haberal’ın durumu biraz daha dikkat çekilerek paylaşıldığı için onların isimleri ön planda ama bu kanun çıktığında herkese uygulanacak. Fakat 1’inci madde bambaşka bir şey. 1’inci maddeyle ilgili de şunu söylemek isterim: Orada bir cezaevindeki hükümlünün -hükümlülerle ilgili o- kendisini ziyarete gelen yakınları ya da avukatları aracılığıyla terör örgütünü yönlendirdiğine dair, yani ona mesaj gönderdiği, onu yönettiğine dair somut bulgular, belgeler var ise bu görüşmeleri altı ay süreyle yasaklayan bir düzenlemeydi. Aslında bu düzenleme teröristbaşıyla ilgiliydi. Sayın Başbakan -çünkü hatırlıyorum- zaman zaman işte “Avukatlarıyla görüşüyor, mesajlar gönderiyor.” açıklamalarını yapmıştı, bununla ilgili düzenleme yapılacağını söylemişti. Esas düzenleme oydu yani kişiye özel düzenleme ama bundan… Sakıncalarını biz şeyde de belirttik yani özellikle savunma hakkını kısıtlayan hükmüyle ilgili olarak. Değerli arkadaşlar, tüm avukatların her biri o düzenlemede neredeyse kurye suçlamasıyla suçlanıyordu. Herhangi bir şekilde avukatlar hükümlünün yanına geldiğinde her avukatı kapsayan bir genel suçlamaydı o. Avukatlar alacaklar, işte terör örgütüne bilgileri, belgeleri götürecekler ya da o talimatları götürecekler ve terör örgütünün faaliyetlerine yön verecekler şeklinde bir suçlamaydı; bu yanlıştı. Hükümlülerin avukatlarıyla savunma hakkını kısıtlayan bu düzenlemeye de itiraz etmiştik. Bu düzenleme bu yasanın bugüne kadar aslında burada konuşulmamasının, zannediyorum gecikmesinin de asıl sebebiydi çünkü bugün bu düzenlemeyi, o 1’inci maddeyi geri çekiyorsanız değerli arkadaşlar, bununla ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığı ortaya çıkıyor. O maddeyi o metin içerisine Sayın Kubat niye sokmuştur, kendisi biraz sonra -herhâlde tümü üzerinde o konuşacaktır- gelsin -ya da bilmiyorum nasıl girdi o madde oraya ve niçin bu kanun aylarca, yaklaşık işte başından bu yana düşünürsek yedi ay ve Komisyondan bu yana da düşünürsek üç buçuk ay Meclis gündemine gelmedi- anlatsın, biz de öğrenelim değerli arkadaşlar.

Bakın, bu düzenlemeyi yaparak bugüne kadar çok gecikmiş bir insan hakkını tutuklulara ve hükümlülere vereceğiz; bu, işin bir tarafı ama Türkiye'nin bence esas sorunu, daha doğrusu bizim cezaevlerimizin, hapishanelerimizin, Türkiye’deki adalet sisteminin esas sorunu bu değil. Yani bu mutlaka olumlu bir değişiklik olacak ama değerli arkadaşlar, bizim çok önemli sorunlarımız var. Sayın Bakan burada, zaman zaman Komisyonda da konuşuyoruz ama Türkiye'nin esas meselesi, değerli arkadaşlar, insanlar cezaevindeler, çok uzun süre cezaevindeler. Tutukluluk kurumunu biz bir türlü amacına uygun bir şekilde uygulamada kullanmıyoruz. Niye kullanmıyoruz? Uygulayıcılar bu konuda ne uluslararası anlaşmaları dinliyorlar ne bizim Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine bakıyorlar ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına bakıyorlar, hiçbir şekilde bakmıyorlar hâkim ve savcılar. Bildikleri bir yol var, yöntem şu: “Alalım, hapishaneye atalım, ondan sonra yargılarız.” Nasıl yargılayacaksınız? Aylar, yıllar… Bugün sorsam, şu Ergenekon 1, Ergenekon 2, Balyoz davaları, içlerine hangi davalar birleştirildi? Hangi davalar katıldı Balyoz’a, Ergenekon’a? İnanın, daha davaya bakan mahkeme hâkimleri dahi bilmezler belki de, onlar da karıştıracaklar. Yüzlerce dava geldi, birbirlerinin içerisine girildi ama insanlar tutuklu. Şimdi, bu sorunun çözülmesi lazım.

Cezaevindeki tutukluların dışarıda hasta olan yakınlarının, hayatlarını kaybetmiş olan yakınlarının durumlarını konuşurken, aslında cezaevinde insanlarımızı hastalığa, ölüme mahkûm eder hâle geldik. Üç yıl, dört yıl, beş yıl bu insanlar cezaevinde tutuklu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yle ilgili olarak artık yaka silker hâle gelmiş. Yani 47 ülke bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini tanıyor, sicili en bozuk ülke biziz. Sayın Bakan çıksın, söylesin, biraz sonra konuşur. Sürekli aleyhimize kararlar… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararlara bakın arkadaşlar. Sözleşme’nin 5’inci maddesi, 6’ncı maddesi. Yani Sözleşme’nin 5’inci maddesindeki güvenlik ve özgürlüğün ihlali, 6’ncı maddedeki adil yargılamanın ihlali. Tutukluluk süreleriyle ilgili çok ağır koşullar koymuşlar. İki yıldan sonra insanların hâlâ hapishanede kalmasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok ağır şartlara bağlamış. Türkiye’de leblebi gibi tutuklama kararları veriliyor ve bunlar yıllar geçmesine rağmen mahkemeler tarafından hiç dikkate alınmıyor değerli arkadaşlar. Esas mesele bu. Bu sorunu bizim mutlaka ve mutlaka çözmemiz lazım.

Değerli arkadaşlar, şimdi, cezaevinde yaklaşık olarak 130 bin insanın tutuklu olduğunu, hükümlü olduğunu her birimiz biliyoruz çünkü burada değişik tarihlerde değişik kanunları görüşürken bu rakamlar söylendi. En son bu denetimli serbestlikle ilgili değişiklikten sonra sanıyorum 10 bin civarı ya da 15 bin civarı hükümlü tahliye oldu, kısmen de olsa biraz rahatlama olmuştur diye düşünüyorum.

Diğer mesele, bugün de gündem de olan… Çünkü süreme baktım, sürem de kısalıyor, onu da belirtmek istiyorum. Yani şurada üç gün önce, dört gün önce biz 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’mızı kutladık. Ulusal egemenliğin 92’nci yılını burada kutladık değerli arkadaşlar ama bizim bu Parlamentoda olması gereken 8 milletvekili arkadaşımız hâlâ hapishanede, yani orada tutsaklar. Şimdi, “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” sözünün “kayıtsız, şartsız” kısmını bir türlü idrak edemiyoruz. Yani nasıl halkın seçtiği, milletimizin oylarıyla buraya göndermiş olduğu milletvekili arkadaşlarımız hâlâ hapishanedeler? Bununla ilgili düzenlemenin bugüne kadar yapılmamış olması da bu Meclisin ayıbıydı. Yani biz Meclis açılırken yemin töreni öncesi AKP’li arkadaşlarımızla birlikte bir metin hazırlamıştık. O metni hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisinin heyeti içerisinde ben de vardım, Sayın Hamzaçebi de vardı. AKP’den de arkadaşlarımız gerçi burada, Ahmet Aydın burada.

Değerli arkadaşlar, orada çok açık bir şekilde ikinci paragrafta bu konuyu dile getirmiştik bundan on ay önce ve demiştik ki: “Halkın vekâletini alan ve seçilmiş milletvekillerinin mutlaka  Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunmaları gerekir, burada görevlerini yapmaları gerekir, bunu istiyoruz.” Tam aradan on ay geçti. On aydan bu yana hiçbir düzenleme, hiçbir adım atılmadı. Ta ki Meclis Başkanı geçtiğimiz günlerde bu konuda bir adım attı. Ben onun samimi olduğunu kendi adıma söyleyeyim, samimi buluyorum. O konu mutlaka bir sonuca ulaşacaktır, ulaşmalıdır diye düşünüyorum çünkü bu, Türkiye'nin ayıbıdır. Sayın Başbakanın yaptığı açıklamaları da o süreçte yadırgadığımı belirtmek istiyorum değerli arkadaşlar. Yani Sayın Başbakan bu konu gündeme geldiğinde parti grup başkan vekilleri, Sayın Meclis Başkanıyla bir araya geldiğinde “Bu bizim meselemiz değil.” demişti, “Bizi ilgilendirmez.” anlamında bir açıklama yapmıştı. Tabii, çok üzücü bir açıklamaydı. Sayın Başbakan, geçmişte kendilerinin ne söylediğini, ne yaptığını zaman zaman unutuyor ve değerli arkadaşlar, bakın burada “Nasıl ilgilendirmez kendisini?” diye AKP sözcülerinin birtakım açıklamaları var, onları sizlerle paylaşacağım. Çok değil, şurada MİT Kanunu’nu görüşürken, hatırlayın, çünkü aradan iki ay geçti, Sayın Başbakan bir şey söylemişti, demişti ki: “Seçilmişleri atanmışlara yedirmeyiz, harcatmayız.” Bu mealde bir açıklaması vardı, hatırlayın. Bunu söyleyen bir insan, çıkıyor diyor ki: “Bu konu bizi ilgilendirmez.”

Şimdi, sen “Seçilmişleri atanmışlara biz harcatmayız.” diyebiliyorsan, seçilmişlerle ilgili bu şekilde konuşamazsın yani en azından daha farklı bir üslup kullanması lazım. Onu geçtim, hatırlayın, BDP’li arkadaşlarımız burada, seçimler öncesi, tabii, baraj nedeniyle kendileri aday olamamıştı partilerinden ve bağımsız aday olmuşlardı. Sanıyorum 10’un üzerinde bağımsız adaya YSK, değerli arkadaşlar, aday olamayacakları yönünde karar vermişti, veto etmişti, hatırlayın, 12 Haziran seçimleri öncesi. Kıyameti koparmıştı AKP’li arkadaşlar. Sürem bitiyor. Yani YSK diyor ki “Bu kişiler aday olamaz.” Sayın Başbakan diyor ya “Milletvekili olamayacak olan kişileri siz niye aday gösterdiniz kardeşim?” diye bize akıl veriyor ya, o şekilde açıklamalar yapıyor yani “Bu bizim meselemiz değil, aday göstermeseydiniz.” Ama bakın, YSK’nın veto kararından sonra Egemen Bağış demiş ki: “YSK demokrasiye zulüm yapıyor.” Bu, Egemen Bağış’ın açıklaması. Ömer Çelik ne demiş biliyor musunuz? Siyasi katılımları engelleyen bütün tasarrufların karşısında olduklarını söylemiş, siyasi katılımları engelleyen bütün tasarrufların. Mehmet Ali Şahin ne demiş? “Ülkenin demokratik vicdanının kabul edebileceği bir karar değildir.” demiş. Bunu siz söylüyorsunuz. Şimdi ben de bunu soruyorum -süre de geçiyor ama- neresindesiniz bu işin, burada mısınız, Sayın Başbakanın söylediği yerde misiniz? Yani bu çelişkiler…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TURGUT DİBEK (Devamla) – Sayın Başkan, bu kadar mı? İlave yapmayacak mısınız?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, tasarının 1’inci maddesi dışındaki 2 ve 3’üncü maddesi zaten bizim de teklifimizin kapsamında. Dolayısıyla, bu maddeleri destekliyoruz. Bu maddelerle ilgili, gecikmiş olmakla beraber, bu akşam burada teklifin geçmiş olmasını olumlu buluyoruz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Öztürk.

MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan konu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olunca, insan, ister istemez, son on yılda ülkemize bu açıdan ve özellikle yargının geldiği nokta açısından bakma ihtiyacı hissediyor.

Bilindiği gibi, devletin temel görevlerinden birisi de yargıdır. “Yargı kuvveti” olarak da adlandırılan bu fonksiyon, vazgeçilmez bir kamu hizmeti olarak kabul gören yargılama hizmetini ifa eder. Yani “yargı” kavramı, ihtilaflı durumlarda, gerek bireylere gerekse yürütmeye karşı objektif hukukun bağımsız hâkimler tarafından somut olaya uygulanması suretiyle hakkın teslimidir; diğer deyişle, adaletin tecellisidir. Devletlerin yargı hizmetini adil bir şekilde yerine getirmeleri çağdaş bir hukuk devleti olarak kabul görmeleri için zorunludur. Bir başka anlatımla, yargı her türlü işlem ve/veya işlemler konusunda hukuk adına son sözü söyleyen ve bu açıdan eşitler arasında birinciliği elinde tutan kuvvettir. Bağımsız ve tarafsız bir şekilde, hiçbir unsurdan etkilenmeden görevini layıkıyla yerine getiren yargı, devletin sağlıklı, toplumun huzurlu, bireylerin mutlu olabilmesi için önemli ve en son sığınaktır.

Günümüzde ise insanlar bu son sığınağa olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Hükûmet icraatları toplumda yargıya olan güveni neredeyse sıfırlamış hâldedir. Sözde “ileri demokrasi” laflarını ağızlarına dolayan, temelsiz yargı bağımsızlığı vaatleriyle insanımızı oyalayan siyaset erbabı yargı bağımsızlığını da kendine bağlılık olarak anlamaktadır. Oysa ki yargı bağımsızlığı, yargının hiçbir organ ve makama bağlı olmadan, emir ve talimat almadan görevlerini özgür biçimde yerine getirebilmesidir. Yargı görevine ilişkin olarak mahkemelere hiçbir telkin ve tavsiyede bulunulamaz ve genelge gönderilemez. Herhangi bir baskının yapılması kadar yapılabilme ihtimali de yargı bağımsızlığını zedeler. Yargı bağımsızlığından yargının yalnızca yürütme organı karşısındaki bağımsızlığı anlaşılmaz; bu bağımsızlığın, yürütme organı yanında yasama organıyla, devlet ve toplumda etkili olan sosyal, ekonomik baskı grupları karşısında da gerçekleştirilmesi gerekir. Yasamaya, yürütmeye ya da öteki güçlerin denetimine bağlı ve etkisine açık olan yargı bağımsız olamaz. Bağımsız yargı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca güvencesidir, çünkü hukuk devleti özünü yargının bağımsızlığında bulur. Yargı bağımsızlığı, hâkimin görevini özellikle yasama ve yürütmeden gelebilecek etkilerden bağımsız olarak sadece hukuka ve vicdani kanaatine göre yerine getirmesini gerektirir. Gerçekten de varlık nedeni, kanunların uygulanmasından dolayı ortaya çıkan anlaşmazlıkları gidermek ve bireyin haklarını devlet karşısında korumak; ana işlevi de adaletin gerçekleşmesini sağlamak olan yargının bağımsızlığı, ancak hâkimlere kendi meslek ve varlıklarını tehlikeye atmaksızın her türlü endişeden azade olarak görev yapma imkânını yaratacak şekilde kişisel teminat tanımakla sağlanabilir.

Hâkimlere görevlerinin ifasında yalnızca kanun ve vicdanlarına göre hareket etme imkânı tanımak onların bağımsızlıklarını sağlamak için yeterli değildir. Hâkimlik teminatı denilen birtakım güvenceler de kendisine tanınmalıdır ki görevini gereği gibi yapabilsin. Zira, vermiş olduğu herhangi bir karar yüzünden başka bir göreve atanması veya azledilmesi ihtimali bulunması hâlinde hâkimin bağım-sızlığından söz etmenin hiçbir anlamı kalmayacaktır.

Ülkemizde yakın geçmişte gördüğümüz uygulamalar hâkimlerin ne denli baskılar altında olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Özellikle hükûmet mensupları aleyhine karar vermiş hâkimlerin durumlarının incelenmesi, iktidarın bu konuda hangi düzeylerde olduğunu ispata yeterlidir.

Bakın yaşanılan ilginç bir örnek bu konuda gelinen vaziyeti açıkça ortaya sermektedir. Başbakan Erdoğan 12 Eylül referandumu sonrasında “Hayır diyenler darbecidir.” dediği için Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava reddediliyor. Ancak bir emekli yargıç, Anayasa referandumunda “Evet” oyu kullananların, gaflet, dalalet ve ihanet içinde olduğunu söylediği için Ankara 4. Sulh Hukuk Mahkemesince tazminata mahkûm ediliyor. Sanırım kabul edilemeyecek her iki açıklamanın da aynı muameleye tabi tutulması adil olurdu. Bu nedenle Başbakanı cezalandıramayan yargı, adaletin tecelligâhı olamaz.

Adaletin gerçekleşmesinin diğer önemli unsurlarından biri de, yargının tarafsızlığıdır. Yargı etiği ilkeleri tarafsızlığı şöyle tanımlar: “Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.”

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak adaleti, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi görüyoruz. Bu nedenle yargılamanın her safhasında adaletten zerre kadar sapılmaması gerektiğine inanıyoruz. İktidar ise darbe paranoyasıyla emekli asker avına çıkmış, sürekli  tutuklamalar peşinde koşmaktadır. Hâlbuki bu ülkede artık ortaya çıktı ki okyanus ötesi istemez ise darbe yapılamaz. Ülkede iktidarı var edenler, okyanus ötesi güçler izin vermedikçe kimsenin darbe yapamayacağını en iyi Hükûmetin bilmesi gerekir.

Milliyetçi Hareket, tüm adaletsizlikler gibi tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmesine yol açan bu uygulamaların da ortadan kalkmasını istemektedir. Adaletin tecelligâhı olması gereken yargı, iktidarın  baskılarıyla güzel ülkemizi hak ve özgürlüklerin sınırlarının aşılması uğruna açık, yer yer kapalı bir cezaevine dönüştürmüş. “Hak ve özgürlüklerin genişletilmesi” söylemleriyle insanların hak ve özgürlüklerini ellerinden almış, Türk yargısında âdeta “Tutukluluk esastır.” ilkesi hâkim olmaya yüz tutmuştur.

Bütün bunlara rağmen görüşülmekte olan tasarıyla, şüphelerle, düzmece delillerle özel hayata müdahalelerle, uydurma ve yalancı gizli tanıklarla “Bir iddia oluşturacağız.” diyerek yıllarca sorgusuz “Gizlilik kararı var.” diyerek bildirimsiz cezaevlerine doldurduğunuz insanların ölülerine gidebilme haklarını düzenlemeye kalkışmakla yüce Meclisi meşgul etmektesiniz.

Hazırladığınız tasarı da sizin gibi belirsizliklerle doludur. Hani 2010 yılında değiştirdiğiniz Anayasa maddelerini 2012 yılında inkâr ediyorsunuz ya, tasarınız da aynen Cumhurbaşkanının görev süresinde yaptığınız Anayasa değişikliğine benziyor.

1’inci maddede anılan Kanun’un 59’uncu maddesine eklenen fıkrada kullanılan muğlak ifadeler, maddenin uygulanma kabiliyetini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, tatbik edenin takdir yetkisini yerinde kullanmaması hâlinde temel insan haklarını da kısıtlayan sonuçlar doğurabilecektir. Şöyle ki: Hükümlünün kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç örgütünün faaliyetlerine yön vermesi hâlinde, avukat ve diğer kişilerle görüşmesine sınırlama getirilmesi için öngörülen somut olguların nasıl tespit edileceğine dair bir kriter belirlenmemiştir. Madde metninde geçen “sair kişiler” tabirinin  kimi ya da kimileri kapsadığı anlaşılamamaktadır. Somut olguların kim tarafından belirlenerek cumhuriyet başsavcılığına ve infaz hâkimliğine iletileceği hususunun muallakta bırakılmış olması önemli bir eksikliktir.

Yine tasarıda hükümlünün suç örgütünün faaliyetine yön verdiği kişiler yerine avukatı ve diğer kişilerle görüşmesinin yasaklanmasına imkân verilmesi, sınırlama süresini koyan mercinin talep üzerine koşulsuz olarak bu süreyi kısıtlaması ya da kaldırılmasının fıkra içerisine yerleştirilmesindeki ifade karmaşası, somut hukuki sorunla ilgili görüşme yapılması talebi üzerine görevlendirilecek avukatın belirlenmesinin infaz mahallindeki baro yerine barolar birliğinin takdirine bırakılması, görüşmenin somut hukuki sorun dışında yapıldığının tespiti hâlinde görüşmeye son verilmesinin hazır bulunan görevlinin takdirine bırakılması hususları birlikte değerlendirildiğinde uygulamada yaşanması muhtemel sorunların ülkemizi özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla ağır tazminat sorumluluğu  altına sokabilecektir.

Bu yöndeki bir kanuni düzenlemenin infaz memurlarına yol gösterici mahiyette ayrıntılı ve subjektif mülahazalardan uzak şekilde yapılması gerekirken tasarı bu özelliklerden tamamen yoksundur. Kaldı ki muhtevaya bakıldığında bir müeyyide anlamına da gelebilecek bu tür düzenlemelerin şeffaf ve sonucu öngörülebilir olması çağdaş hukuk sisteminin de bir gereğidir.

2’nci maddede tutukluya izin verilmesine konu olan yakınlarına ait hastalığın tespitinde öngörülen ibarelerden “önemli” kelimesi tıbbi olmaktan uzak, muğlak bir ifade olup “hayati tehlike oluşturacak ağır hastalık” tabiri aslında yeterli olmalıdır. Tutuklular için yapılan düzenlemede “soruşturma ve kovuşturmanın selameti” kavramının belirsiz ve takdire dayalı bir ifade olması nedeniyle tutuklular arasında eşitlik ilkesini zedeleyen uygulamalara yol açacaktır.

Bütün bu yapıcı ikazlarımızın, iktidarın inadına kurban edileceğini biliyoruz. Hukuk adına hukuksuzluk yapan, insanlık onurunun üzerine basarak yükseldiğini sanan, haksızlığı ve adaletsizliği şiar edinmiş bir siyasi hareketten de başka türlüsü beklenilemez. Bir zamanlar iktidar partisinin genel başkanı ha bire mahkemelerle savaşır, kimi zaman ulemanın yetki alanına girerek karar verdiklerini, kimi zaman yanlış ve kasıtlı karar verdiklerini, kimi zaman idari işlemlerin mahkeme kararıyla durdurulamayacağını, kimi zaman Anayasa Mahkemesinin bu denli fütursuzca iktidarın faaliyetlerine müdahale edemeyeceğini haykırır, ha bire eleştirirdi. Şimdi o günlerin altından çok sular aktı. Şimdi tek yanlı ve itiraz yolu olmayan dinleme kararıyla insanları tutukluyor, iki, üç yıl iddianame hazırlamıyor, yıllar süren yargılamalarla tutukluluk hâli cezaya dönüştürülüyor. Buna itiraz sesleri yükselince “Mahkemelere, yargıya karışmayın.” diye yükselen sesler azarlanıyor.

Genel Başkanınıza geçmişte siyaset yolunu açan iradeyi unutmuş görünüyor, izniniz olmayanların siyasetine tutukluluk hâliyle engel oluyorsunuz. Ülkemizde terör örgütleri var mı? Elbette ki var. PKK bir terör örgütüdür uzantılarıyla, sivil, siyasi, bürokratik, ekonomik hayattaki uzantılarıyla bir terör örgütüdür. Bunun gibi Hizbullah bir terör örgütüdür, eylemleri hafızalarımızdadır. Bu terör örgütleri dünyanın dört bir yanında devletlerce de terör örgütü olarak tanınmıştır. Siz ise size muhalefet eden her iradeye “İktidarı alaşağı etme terör örgütü.” diyorsunuz. Gölgelerinizden korkuyorsunuz, gölgenize gölge karıştıysa “Suikast, terör örgütü.” diyorsunuz. Yumurtalardan korkar oldunuz, onlarca yıl hapiste yargılansın istiyorsunuz. Hükûmetten gelmişse “kutsal ve mübarektir” diyerek projelerinize karşı çıkanları terör örgütü olarak tutuklatıyorsunuz. Tutuklatmadıklarınızın ise köylerine girişini, akrabalarıyla görüşmesini yasaklıyorsunuz.

Uygulamada, ülkemizin cumhuriyet başsavcılığı Başbakanlıkla birleştirildi âdeta. Başbakanımız aynı zamanda başsavcı olarak ha bire iddia ediyor. Yargılanma ancak iki, üç sene sonra başlayabiliyor. Uygulamada jüri sistemine geçtiniz. Hükûmetiniz jüri, tüm halk potansiyeli sanık. Tarihin en fazla korunmanız uğruna güvenlik önlemi aldığı iktidar oldunuz. Tarihin en uzun konvoylarıyla seyahat eden bakanları oldunuz. Bir gecede Yargıtaya 200’ün üzerinde hâkim ataması gerçekleştirdiniz, her ne hikmetse bu insanlar hep blok oy kullanır durumdalar. Hani yüce yargı bağımsız ve tarafsızdı? Kadrolaşmada sınır tanımadınız, yargıda “Hazreti Ömer adaleti” diye ideolojik naralar atarken şimdi özel mahkemeler ile siyasi iktidarınızı yargıya taşıyorsunuz. Âlemlerin rabbi Yüce Allah’ın Kur'an aracılığıyla tebliğ ettiği “Emaneti ehline veriniz.” ayeti kadrolarınızın altında kaldı, siz “Görevler yalnızca kadrolarımızındır.” diyorsunuz.

Muhalefete “Görüş getirin.” diyorsunuz, komisyonlarda bu sıralarda getirilen görüşleri kutsal ve mübarek iradenizle “eleştiri” diyerek reddediyorsunuz. Ermeni vakıflarının parmağıyla işaret ettiği yerleri bu vakıflara peşkeş çekiyorsunuz. Ortodoks Rumlarına koca milleti boyun eğdirmişsiniz, ha bire devam ediyorsunuz. Bir geminin arkasına takılıp göz göre göre 9 vatandaşımızın ölümüne sebebiyet veriyorsunuz; İsrail’le köprüleri atıyor, “one minute” naraları patlatıyorsunuz. Akdeniz’de burnumuzun dibinde Rum’la bir olmuş İsrail, milletimizin hakkı olan kaynakları sahiplenmekte, savaş gemilerini bölgeye göndermekte, sizler ise suspus olmuşsunuz. Suriye’ye dikleniyor, “Gerekirse müdahale ederiz.” diyorsunuz, ekonomik ilişkilerden bahsediyorsunuz, cevabınızı alıyorsunuz.

Diyoruz ki gelin eteğinizdeki taşları dökün. Siz iktidar partisinin değerli milletvekilleri, yüzde 48,8 oy aldınız, millet sizi sevdi, size güvendi; millete yabancılaşmayın; tarihimize, ecdadımıza yabancılaşmayın diyoruz. Suçu elbette ki takip edin, suçlulara elbette ki aman vermeyin. Biz büyük ve güçlü bir ülkeyiz, gücümüzü suç ve suçlulara karşı göstermek elbette ki iktidarın görevidir ve elbette ki bu tip yasalarla tutuklu ve hükümlülerin insan olduklarını unutmayacağız. Onların, hangi iddia ya da hükümle cezaevinde olursa olsun, insan olmaktan, aile olmaktan kaynaklanan hakları var ve biz bu hakları onlardan esirgemeyeceğiz. Bunu isimleştirerek kişiler içinmiş gibi görmek de hatadır ve yanlıştır. Burası yasama Meclisidir. Yasama meclisleri toplum adına yasa yapar, bu yasada devletin güvenliği, milletin selameti unutulmaz ama bireylerin de hakları unutulmamalı. Bir kısım suçluların avukatlarıyla görüşme hakları hakkında itiraz sesleri yükseliyor. Siz Habur’da davul zurnayla “Biz görüşmeler için geldik.” diyenlere susarsanız, şimdi tepkileri tehdit olur, ortaya çıkar. Görüyorsunuz, Genel Başkanınız ve iktidarınızı, Habur’u açıklamakla, görüşmeleri deşifre etmekle tehdit ediyorlar.

Teröre taviz verilmez değerli arkadaşlar. Terörle “barış” diyerek görüşme yapılmaz, terörle “devlet adına” diyerek irtibat kurulmaz. Terörle yalnızca savaşırsınız ve bu savaştan galip çıkarsınız, terörü yok edersiniz.

Görüyorsunuz, hiçbir şey gizli kalmıyor. Terör örgütünün bizzat kendisi görevlilerle yaptığı görüşmeyi medyaya sızdırıyor. Bu görüşmelerde “devlet adına” dediğiniz görevli Başbakanı temsil ettiğini söylüyordu. Bu yollar yanlış.

Cezaevindeki hükümlü ve tutuklunun haklarıyla ilgilenmek görevimizdir elbette ki ama bu, terör örgütüne taviz sonucunu doğurmaması gerektiği gibi, terör örgütüyle anlaşarak terörü bitirme nafile çabasına sizi saplamamalıdır. Bu saplantı bataklık olur. Bataklığa milleti gömerseniz tarihe hesap veremezsiniz. Unutmayın, bugün yaptıklarınızın gerçek cevabını, gerçek değerlendirmesini yıllar sonra tarihten alacaksınız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, biz milletvekiliyiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriyiz; yasa yaparız, milletimizin ihtiyaçları, hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi, muasır çağdaş milletler seviyesini yakalamak için. Milletimizin içinden çok değerli evlatları çıkmaktadır. Bir yere aidiyeti olması şartı aranmaksızın, değerli memleket evlatlarına sırtınızı dönmeyin ve muhalefete de sırtınızı dönmeyin. Burada birlikte tarih yazma imkânı var ise bu imkânı göz ardı etmeyelim. Birliğimiz sağlandığı müddetçe, üzerinden, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir hadise yoktur. Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Sırrı Süreyya Önder, İstanbul Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; biraz önce CHP’li arkadaştan duyduk, 1’inci madde üzerinde bir düzenleme söz konusu olacakmış. Ben biraz genel adalet kavramı üzerinde konuşmak istiyorum bu vesileyle çünkü meselenin özü tam da burada yatıyor.

Toplumlar tarih boyunca ortak iyilik kavramları üzerine inşa edilirler. Erdem, ahlak, adalet; bunlar böyle ağzımızdan çıktığı şekilde kolaycacık karşılığı olan şeyler değildir. Bakınız, adalet konusundaki sıkıntılar özellikle Doğu medeniyet tarihinde çok büyük bir yer tutar. Bütün kutsal metinlerde ağırlıklı kıssalar buna aittir. Kur'an-ı Kerim’de “Ahsen el kasas” denilen, Hazreti Yusuf’un hikâyesi vardır. Bu, o kadar önemlidir ki bütün kutsal metinlere girmiş ve tamamen adalet ve adaletsizlik yer değiştirdiğinde neler olabileceğini, nasıl derin izler bırakabileceğini gösterir bize.

Şimdi, bu Meclis oy birliğiyle darbeleri araştırmaya karar verdi. Peki, bir dönüp hatıramızı, toplumsal hafızamızı hep birlikte bir yoklayalım. Kalbî bir konuşma yapacağım, gerçekten siyaset bunun içinde çok az yer alacak.

İstiklal mahkemesi, onu takiben 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, arada daha adını unuttuğumuz irili ufaklı bütün darbelerin toplumsal hafızamızda ve vicdanlarımızda bu denli kara bir yer teşkil etmesi, üzerinde en kolay uzlaşabilinen mevzular olması nereden kaynaklanıyor sevgili arkadaşlar? O dönemlerde adalet duygusunun yitirilmiş olmasındandır.

Bakınız, tüm bu dönemlere ait anlatılan bütün adaletsizlikler iki noktada odaklanır: Birisi mahkemeler, diğeri cezaevleri. Yani özünde gelir, yargılanan insanın yargılanması ve daha sonra bu cezanın infazı sürecinde yaşanan adaletsizlikler, bunun toplum hafızasında ebediyen mahkûm edilmesine yol açar. Peki niye böyle olur? Hâkimlik, tanrısal vasıflardan birine soyunmak, buna ortak olmak demektir. Yani bir insan hakkında karar vermeniz, hüküm vermeniz, hüküm tesis edilmesi Allah’ın sıfatlarındandır ama bunu hâkim kullanır ve kaderini değiştirir.

Şimdi, bütün bunlar yapılırken gösterilmeyen dikkat, o günün toz duman bulutu içerisinde geliştirilen hoyratlık, sonradan çocuklarınıza, torunlarınıza bir utanç olarak yansır. Bu ülkede de cezaevlerini, tutukluları ve mahkûmları yargılama sürecinden ayırmak mümkün değildir. Buradaki sıkıntılar müteselsilen cezaevlerine kadar devam ediyor. Hatırlayalım bu darbe dönemlerini. Bu darbe dönemlerinde sivil yargıçlar görev yaptılar. Sicil amirleri askerler oldu bunların, sıkıyönetim komutanları oldu ve bunlar “adalet” kavramına takla attıracak kararlarla tarihe geçtiler ve tüm darbe tarihlerinde hayırla anılan bir tek mahkeme, bir tek heyet, bir tek yargıç, bir tek savcı yok. Peki, ne oldu ondan sonra? Bunlar herhangi bir öz eleştiri vermediler. Nispi olarak demokrasiye dönülen zamanlarda bunlar sanki hiç böyle bir sürece alet olmamışlar gibi, hiç böyle bir süreçte adil olmak, yargıç olmak, bağımsız olmak gibi hususiyetleri rafa kaldırmamışlar gibi hayatlarına normal devam ettiler.

Bu ülkede bağımsız bir yargı bugünün meselesi değildir. Bu ülkede “yargı” dediğimiz ve “yargıçlık” dediğimiz kurumlar hep askerî darbelerle sakatlanmıştır ve bu konuda, ne kendisine ne de topluma karşı herhangi bir hesap vermediği için de bu kamburları sırtında taşıya taşıya bugünlere kadar gelmiştir. Şimdi, içinde yaşanılan günlerde bu görülmez. Bugün, özel yetkili mahkemelerin kararlarına dair oluşturulan hikmet gerekçeleri geçmişte de sıkıyönetim mahkemelerinin kararları için oluşturuluyordu ve toplumda o gün esen hava, sanki bunlar olmazsa toplumda büyük kargaşalara yol açılacakmış gibi bir algı yönetimi ile yönetiliyordu süreç. Şimdi, bugün yaşanan günler, bugün yaşanan süreç böyle bir tarihselliğin eseridir ve biz, bununla bir türlü topyekûn bir hesaplaşmaya, bu konuda insani kriterleri, evrensel hukuku ya da insanlığın bugüne kadarki kadim biriktirdiklerini baz almayı hiç tercih etmedik. Bunu hiçbir siyasal iktidar yapmadı. Bugünkü iktidarla sınırlı bir şey değil. Niye? Kendi şahsi hayatımdan örnek vereyim. Geldim elli yaşına. Hassas günlerden geçilmeyen bir tek gün hatırlamıyorum ben. Vatanın bölünmesi, bütünlüğümüzün tehlikeye girmesi tehdidinin azaldığı bir tek gün hatırlamıyorum ve bütün bu zulümler, bütün bu hukuksuzluklar, bütün bu yaşanan günlerin hassasiyeti gerekçe gösterilerek yapılan ihlaller bir şekilde bu gerekçelere bağlandırılarak adalet duygusu sakatlanıyor.

Adalet, korkularımızın ve kaygılarımızın üzerine inşa edilecek bir şey değildir. Bunun, adaletin bambaşka bir terazisi olmak zorundadır. “Burada cezaevlerinin durumunu tartışıyoruz. Toplumda niye bu kadar hassasiyet oluşturuyor?” sorusunun cevabı, bu taa yargılama sürecinden başlayan sıkıntılarda yani o verilen hükmün toplumsal vicdanda bir türlü adil olduğu konusunda, yerinde olduğu konusunda, karşılığı olduğu konusunda bir inanç ve iman oluşturmadığı için. Ne yapıyoruz ardından? Bir hukuk ilkesini zorlayarak yaptığımız düzenlemeleri yine bir hukuk ilkesini zorlayarak salıvermenin ya da değişik infaz koşulları yaratmanın arayışıyla geçiriyoruz. Oysa bütün bunlara kesin bir çözüm bulunabilir; o da iki kelimede saklı: “Yargının bağımsızlığı.”

Şimdi, cezaevlerinde 130 bin dolayında hükümlü ve tutuklu var. Biz de BDP’li vekiller, aşağı yukarı -Sayın Adalet Bakanı da tanık- normal yasama faaliyetimizin önemli bir kısmı cezaevlerindeki hak ihlallerini, yakınmaları, şikâyetleri izlemek ve dinlemekle geçiyor. Hukuk devleti, bir norm devletidir. Böyle olmak zorundadır. Bir türlü iki cezaevinde birden aynı anda uygulanan bir adillik yok. Sıkıntı söz konusu olduğunda diz boyu. Sebebi gayet basit aslında çözüme gönlünüzü indirdiğinizde. O da şu: Siz öyle bir korkutmuşsunuz ki, öyle bir ucube yasalar ve yönetmelikler silsilesi oluşturmuşsunuz ki infaz koruma memuru, cezaevindeki görevli diğer memurlar, cezaevi savcıları, kanunu mahkûmun ya da insanlığın hümanist şekilde yorumuna korkar duruma gelmişler çünkü ekmeğinden olma, soruşturma, kovuşturmaya uğrama tehlikesi var.

Yasa dediğinde, başta da belirttiğim gibi, burada hep kaygılar ve korkular üzerine inşa edildiği için, cezaevleri ceza içinde ceza çektirilen bir toplama kampı hüviyetini almış durumda. Hâl böyle olunca, bir hukuk devletinde bazen saçmalıklar şöyle test edilir: Biz bunu yabancı bir dile tercüme ederiz. Bir an için kendinizi bunun yerine koyun. Bir yabancı dile tercüme etseniz, bizim ülkemizde Ceza İnfaz Yasası var fakat bazı tutuklular için istisna getirebiliyoruz. Suçun niteliğine göre mi? Hayır, şahsın niteliğine göre. Bunu tercüme ettiğinizde, demokrasiden ve hukuktan nasibini birazcık almış birisi yüzünüze anlamaz bir ifadeyle bakar. Niye böyle olsun? Adillik -tekraren ve altını çizerek söylüyorum- bu konudaki en şaşmaz ve en veballi ölçüdür.

Şimdi, bir insan hakkında hüküm tesis edildiği andan itibaren fazladan bir buğuzla yaklaşamazsınız. O hüküm tesis edilmiştir, çerçevelenmiştir, olurları, olmazları bellidir, artık onunla siz de o mahkûm da bağlıdır. Fakat her gün her gün, yine bu kaygı ve kuşkularınıza iman ederek, acaba şunu yaparsak böyle mi derler ya da bunu yapmazsak böyle mi derler korkusu ve kaygısıyla kendimizi insanlık ailesine madara etmekten başka hiçbir sonuca varamayız. Bugün İmralı’daki düzenlemeler ya da yapılması düşünülen düzenlemeler esas olarak böyle bir kaygı ve korkunun ürünüdür. Oysa, biz, içinde “adalet” geçen her şeyde bu tür şeyleri tamamen unutmalıyız. Çok sık söylenir, ben de söyleyeyim: O adalet simgesinin gözünün bağlı olması bu sebeptendir. Adalet bu anlamda kör olmak durumundadır.

Şimdi bu düzenlemeleri yapıyoruz. Evet, 1’inci maddeden imtina edilirse hayırlı bir düzenleme fakat ölümü gösterip hastalığa razı etmek gibi de bir yanı var. Uzun yıllar cezaevinde yatmış, içeriyi iyi bilen birisi sıfatıyla konuşuyorum. Şimdi de aşağı yukarı her hafta bir cezaevini ziyaret eden bir vekil sıfatıyla konuşuyorum. Cezaevinde, en az, bu hasta yakınlarıyla konuşmak ve ölmüş olan yakınlarının cenazesine katılmak kadar mühim bir şey daha var: Hasta tutuklular meselesi. Bugün, sayısı 400’e yaklaşan, Allah acil şifa versin ama ölümcül bir hastalıkla boğuşan mahkûm ve tutuklular var cezaevinde. Sayın Adalet Bakanı bunlara çok muttali. Bir hakkını da teslim etmek zorundayız yani bir şekilde haberdar ettiğimizde seferber oluyor, bir şeyler yapmanın yollarını arıyor fakat kanunu o kadar abur cubur bir vaziyete getirmişiz ki yarın öbür gün insani bir mülahazayla yaklaşılan bir şeyde yarın öbür gün yargılanmamak işten bile değil. Dolayısıyla sorun, sistemi bu anlamda bir gözden geçirmekte.

Siz, adalet duygusunun bu kadar hırpalandığı, neredeyse normal demokrasiyle bir gün geçirilmeyen ve sivil yargıçların ve yargı sisteminin ilk olarak darbeye ve darbecilere iltihak ettiği bir yargı tarihinde, insanların, ölümcül hastalıkla boğuşan insanların iki hakkını tanımak zorundasınız: Bir şifa hakkı, iki vedalaşma hakkı.  Allah geçinden versin fakat mevcut tıbbın “Bu artık... Yani bunun işi mucizeye kaldı.” dediği vakalar var, bunun mevcut -hele bu kadar sıkıntılı bir zincirin içerisinde- dostuyla ahbabıyla, anasıyla babasıyla, evladıyla bir vedalaşma hakkı vardır.

Sürece bakıyoruz, Sayın Adalet Bakanı da gönlünü yatırsa, bütün kabine de seferber olsa, bizim 1 hastayı bu hukuki hakkından faydalandırmamız neredeyse imkânsıza yakın. Azrail’in hızına yetişmek mümkün değil bu konuda. Çünkü yasa inanılmaz bariyerlerle ve Adli Tıp Kurumu gibi, artık, neresinden düzeltileceği belli olmayan -hakaret etmek istemiyorum ama- bir hilkat garabetiyle karşı karşıya bırakmış.

Sayın Adalet Bakanının ve iktidarın yanıldığı bir önemli nokta var: Amaçla araç bu topraklarda çok çabuk yer değiştirir.

Şimdi, bunlar söylendiğinde çözüm olarak hatıra şu geliyor: Efendim, bu hastaların içeride tedavi edilebilmelerine cevaz verecek kampüsleri ihaleye çıkaracağız. Bu, sadece bir enstrümandır. Bu, karşınızdakinin insan olduğunu, bunların anası babası, çoluğu çocuğu, eşi dostu olduğunu unutmaktır. Adalet duygusu böyle sarsılır. Vaktinde pasaport verilmediği için, vaktinde tedavi hakkı tanınmadığı için -darbe dönemlerinde- hayatını kaybeden insanların çoluğu çocuğu bir tek gece onlara beddua etmeden yatmıyorlar. Adalet duygusu sarsılırsa, oradan yükselecek intizarın, ahın ateşi hepimizi yakar. Sadece yetki sahibi olmamız gerekmiyor. Uğraşmadığımız, kendimizi beri tuttuğumuz, uyarmadığımız, gayret göstermediğimiz meselelerden de tarih önünde mesul tutulacağız. Bunun bir tek yolu var: Bu konudaki buğuzlarımızı bir kenara bırakmak, insan ve hukuk gibi şaşmaz iki teraziye koymak bunu.

Şimdi bakıyoruz -tek tek saymakla bu konuşma süresi yetmez ama- cezaevlerinde anlamak mümkün değil, ben de acze düşüyorum; mesela Tekirdağ’da 1 No.lu ve 2 No.lu Cezaevi var. Birinde rutin bir cezaevi işleyişi var, bir diğerinde şikâyetler ayyuka çıkıyor. Şimdi böyle olunca dönüp diyemiyorsunuz, yani oradaki infaz koruma memurlarının hoyratlığı falan, bunlara yüklenemiyorsunuz. Mesele, mevzuatın, bu konudaki yönetmeliğin hümanist bir şekilde, insan lehine yorumlanmasından imtina etmek, korkmak. Buna da sebep sistemin ta kendisi.

Onun için, bu vesileyle, 12 Eylüle dair bir şey anlatmak istiyorum. Özal’ın ilk çıkardığı infaz yasasını sayın Adalet Bakanlığı yetkilileri iyi hatırlarlar. O infaz yasasında… Yine önce bir anayasa yaptılar “Bunlara af getirilemez.” diye. Bir baktılar ki memleketin yarısı içeride. Bir kere de Anayasa’yla kendi korkularına böyle iman etmişler! “O zaman ne yapacağız? Bir infaz yasası çıkaralım…” Bakın işte, bir hukuksuzluğu başka bir hukuksuzlukla telafi etmeye çalışma. O zaman da bir ortaya çıktı ki, faşist cuntanın hapishanelerinde disiplinden ceza almamış kimse kalmamış. Ben sadece iki üç yıl aldığım cezadan başka disiplin cezaları almıştım. Ne? Açlık grevi. Ne? Emre itaatsizlik. Bunun gibi şeyler. Özal şöyle bir şey yapmak zorunda kaldı: On bir ay gözetime tabii tutulacaklar, bu süre zarfında bir şey yapmazlarsa bu suçlar yok hükmünde sayılacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Önder.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Kıymetli arkadaşlar, şimdi de cezaevlerinde disiplin suçları çok gelişigüzel, çok hoyratça ve neredeyse cezayı geçecek bir hâl almış durumda. Sorumlusu yine sistem. Bu vesileyle bunu düzenlerken bu konuda köklü bir düzenlemede yine bugünkü iş birliği ve gönül birliğine benzer bir tavrı göstermekte tarihe karşı sorumluluklarımız bakımından büyük fayda vardır.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 136 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de son yıllarda Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği müktesebatının iç hukukumuza aktarılması çerçevesinde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıkların korunması ve saygı görmesi hususunda önemli düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan kapsamlı anayasal ve yasal reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, ölüm cezası kaldırılmış, işkence ve kötü muamelenin önlenmesine yönelik kapsamlı yasal ve idari düzenlemeler yapılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında yeniden yargılama imkânı getirilmiş, gözaltı ve cezaevi koşullarına ilişkin düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi normlarına ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyelerine uygun hâle getirilmiştir. Olağanüstü hâl uygulaması ülke çapında kaldırılmış, düşünce, ifade ve basın özgürlükleri genişletilmiştir. Dernekler ve vakıflar ile toplantı ve gösteri haklarına ilişkin önemli iyileştirmeler yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, ceza kanunları bireyin hak ve özgürlüklerine derin biçimde müdahale eden yaptırımlar içermektedir. Ceza hukukunun toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili olması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza, ceza muhakemesi ve ceza infaz hukuku alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyasetiyle ilgilidir. Başka bir ifadeyle, hukuk devletinde ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ile bunların infazına ilişkin kurallar ceza hukukunun ana ilkeleri ile Anayasa’nın konuya ilişkin kuralları başta olmak üzere ülkenin sosyal, kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimleri göz önüne alınarak saptanacak ceza siyasetine göre belirlenir.

Buna göre, toplumda kamusal düzeni, güven ve huzuru bozan hangi eylemlerin suç sayılacağı, cezanın türü ve miktarı ile infaza ilişkin yasal düzenlemeler temelde devletin suç ve ceza politikasına bağlı bir konudur. Buna göre, yasa koyucu günün şartlarına ve toplumun ihtiyaçlarına göre suç teşkil edecek eylemleri tespit edecek ve suçların işlenmesini önleyecek ve suç işleyenleri topluma kazandıracak cezaları kanunlaştıracaktır.

Ceza mevzuatı çağın gereklerini ve yeniden oluşan millî ve insanlığın ortak değerlerini vurgulayan, insan haklarını ve toplumsal güvenliği korumayı hedefleyen bir suç ve ceza siyasetine dayandırılmalıdır.

Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre infaz rejiminin de buna göre düzenlenmesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, 2005 yılında yürürlüğe giren yeni ceza mevzuatı işte bu anlayış temelinde yeniden düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’yla oluşturulan yeni ceza adalet sistemi ile cezalandırma ve ıslah politikalarında çağdaş yaklaşımlar benimsenmiştir. Öte yandan, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile 4402 sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu’yla modern bir infaz sisteminin kanuni altyapısı oluşturulmuştur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suç karşılığı uygulanacak yaptırımlar “ceza” ve “güvenlik tedbirleri” olarak belirlenmiştir. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da da ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin usul ve esaslar ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, çağdaş demokrasilerde ceza infaz sisteminin etkinliği kadar insancıllığı da önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Ceza infaz sistemine ilişkin yeni yaklaşımlarda suçluların ıslahı, topluma kazandırılması ve tekrar suç işlenmesinin önlenmesi ön planda bulunmaktadır. Ceza ve tedbirlerin infazına ilişkin mevzuat esasta ceza adalet sistemi çerçevesinde gerçekleştirilen yargılamalar sonucunda verilen kararların her türlü yargı mercilerinden geçerek kesinleşmelerinden sonra fiilen ve maddeten ceza ve tedbirlerin infazını kapsayan ve büyük kısmı itibarıyla idari nitelikte olan görev ve faaliyetleri içeren hükümlerden oluşmaktadır.

Bugün görüşmekte olduğumuz teklif ile iki konuda düzenleme getirilmektedir. Bunlardan birincisi, hükümlülerin avukatlarıyla ya da İnfaz Kanunu’na göre kendisiyle görüşme hakkı verilen sair kimselerle olan ilişkilerine ilişkin bir sınırlama getirilmiştir. İkincisi ise gerek hükümlü gerekse tutuklulara belli dereceye kadar yakınlarının ölümü ya da belgelendirilmek kaydıyla ağır bir hastalığa yakalanmaları hâlinde hangi koşullarda bunlara izin verileceğine yöneliktir.

Teklifin 1’inci maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 59’uncu maddesine altıncı fıkra olarak yeni bir fıkra eklenmektedir. Bu fıkra ile hükümlünün kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç örgütünün faaliyetlerine yön verdiği hususunda somut olguların varlığı hâlinde avukatı veya diğer kişilerle görüşme hakkının sınırlandırılabileceği öngörülmekte ve bu sınırlamanın usul ve esasları düzenlenmektedir. Bu sınırlamaya karar verme yetkisinin bir hâkime verilmesi ve bu kararlara karşı itiraz yolunun açık olması da hükümlü bakımından ayrıca bir güvence oluşturmaktadır. Hükümlünün bu dönemde avukata ihtiyacı olması durumunda ise Türkiye Barolar Birliğince görevlendirilecek bir avukatın hukuki yardımından hükümlünün istifade etmesi sağlanmaktadır.

5275 sayılı Kanun’un “İzinler” başlıklı 93’üncü maddesinde, yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunanlar dışındaki hükümlülere mazeret izni, özel izin veya iş arama izni verileceği hüküm altına alınmış; 94, 95 ve 96’ncı maddelerinde de bu izinlerin nasıl kullanılacağına dair düzenlemelere yer verilmiştir. Kanun’un 116’ncı maddesinde ise tutukluların yükümlülükleri düzenlenmiş olup aynı Kanun’un 9, 16, 21, 22, 26 ve çeşitli maddelerinde düzenlenen hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanlarının tutuklular hakkında da uygulanabileceği belirtilmiştir. Hükümlüler bu izin çeşitlerinin hepsinden yararlanmakta iken tutuklular 6217 sayılı Kanun ve 650 sayılı KHK ile yapılan değişiklikten sonra, sadece yakınlarının cenazelerine katılma hakkına sahip olmuşlardır. Getirilen teklifin 2’nci ve 3’üncü maddeleriyle yapılması öngörülen değişikliklerle, hükümlünün ve tutuklunun belli şartlarda yakınlarının cenazelerine katılmalarına, önemli ve ağır hasta yakınlarını ziyaret etmelerine imkân tanınmakta, böylece insani infaz rejiminin gelişiminin sağlanması amaçlanmaktadır.

Getirilen düzenleme, Avrupa Cezaevi Kuralları Tavsiye Kararları’na da uygun bir düzenlemedir. Buna göre, 94’üncü maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle, yüksek güvenlikli ceza kurumunda bulunanlar da dâhil olmak üzere, güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla, tehlikeli olmayan hükümlünün dış güvenlik görevlisinin nezaretinde, talebi hâlinde ve cumhuriyet savcısının onayıyla, ikinci dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü hâlinde iki güne kadar, yol hariç, aynı derecede yakınlarının ağır hastalık hâlinde ise yol hariç bir güne kadar izin verilmesi öngörülmekte ve bu izinlerin sadece yurt içerisindeki yakınlarla ilgili olarak uygulanacağı da yine fıkrada hükme bağlanmaktadır.

116’ncı madde de - maddeye eklenen tutuklularla ilgili fıkrayla da- zaten, bunlara ölüm hâlinde izin, biraz önce bahsettim, 650 sayılı KHK’yla getirilmişti. Bu düzenlemede -önemli ve ağır hastalık- ana, baba, eş, kardeş, çocuk ile eşin anne ve babasından birinin önemli ve ağır hastalık hâllerinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi durumunda tutukluya yine bir güne kadar hasta ziyareti amacıyla izin verilmesi öngörülmüştür. Bu konuda değerli muhalefetimizin de komisyon aşamalarında yapmış olduğu değerli eleştiriler olmuştur. Şüphesiz bu konuda günün ihtiyaçlarına, toplumun ihtiyaçlarına göre yeni düzenlemeler, değişiklikler yine ileride de belki yapılacaktır ama bu hâliyle bile, ben, getirilen teklifin yürürlüğe girmesi durumunda, yüce kurulumuzun uygun görmesi durumunda önemli faydalar, yararlar sağlayacağını düşünüyorum.

Kanunun hayırlı olmasını diliyor, yüce kurulunuzu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kubat.

Tümü üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Sakık, buyurun.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, bundan on yedi-on sekiz ay önce “Nurettin Soysal” diye bir hasta vardı. Bu hasta ağır bir hastalıkla cebelleşiyordu. Bunun tahliyesi sağlanmıştı ama ne yazık ki çok yakın bir tarihte o hastayı kaybettik. Şimdi, Nurettin Soysal gibi yüzlerce hasta cezaevlerinde ölümle pençeleşiyorlar. Gerçekten yani bu Nurettin Soysal’ın on yedi-on sekiz ay içerisinde ailesiyle olması ve hastalığıyla ilgili tedavi görmesi ve sonradan da yaşamını yitirdi. Acaba, ülkenin ne kaybı oldu, bu insani boyutuyla bu ülke ne kaybetti? Şimdi, bu diğer hastalarla ilgili bir yasal düzenleme yapamaz mıyız? Ben birkaç gün önce bir grup milletvekili arkadaşımızla Sincan’daki cezaevine gittim. Abdulsamet Çelik, onun da hastalığı metastaz yapmıştı ve tedavisi çok zor. Ailelerin hemen hepsi perişan bir hâlde. Bu ailelerin bu mağduriyetini gidermek için bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Işık… Yok.

Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sağ olun, teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, kanunun Komisyon görüşmelerinde muhalefet şerhlerini okudum. Yazılı muhalefet şerhlerinin tamamında bu kanunun kişiye özel hazırlandığı yönünde iddialar var. Siz bu iddialara katılıyor musunuz?

İkinci sorum: Şu anda ceza ve tevkifevlerinin durumu nedir? Mahkûmların sayısı, son çıkartılan kanunla durum ne noktaya gelmiştir? Bu konuda da bilgi verirseniz teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Halaman…

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Ticaret Bakanımız da burada, Adalet Bakanımız da burada.

Ben şöyle bir şey diyorum: Haciz, icra-iflas, senet ve çek protestosunun sürekli çoğaldığı bir dönem yaşanıyor. Adliyeler, ticari, kadın cinayeti ve intihar işlemlerine bakan binalara dönüşüyor. Sayın Bakanlarımız bunları önleyemiyor mu acaba?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

İlk olarak Sayın Sakık’ın sorusuyla başlayayım. On yedi-on sekiz ay önce tahliye edilen hastanın yakında vefat ettiğini, bundan devletin bir kaybı olup olmadığını sordular. Şu anda cezaevlerimizde 400 civarında hasta hükümlü ve tutuklu var. Son, bu Genel Kurulda kabul etmiş olduğumuz Denetimli Serbestlik Yasası’nda getirmiş olduğumuz düzenlemeden yaklaşık bir 70 kişi istifade ederek erken tahliye oldu hastalardan, bakıma muhtaç olanlardan. Bu sayının daha da eksilmesi lazım. Bu konuyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumuyla bir çalışmamız var, Sağlık Bakanımızla görüşmeler yapıldı. Önümüzdeki hafta, İstanbul’da, beraber hem yeni yapılan tesislerde hem Adli Tıp Kurumunda ortak bir çalışma yapılacak. Bu sorunu temelli olarak çözebilecek birtakım çalışmalar içerisindeyiz. Ancak şunu da unutmamak lazım: Bu cezaevinde bulunan hasta hükümlü ve tutukluların toplumun vicdanını kanırtmayacak, kanatmayacak ve o suç mağdurlarını da bu konuda irite etmeyecek, rahatsız etmeyecek bir optimum noktayı bulmak zorundayız.

Bizim, cezaevlerinde insanların acı, ıstırap çekerek kalmasından devlet olarak bir menfaatimiz olamaz ama cezaevinde insanların hürriyetlerinden alıkonulmalarının esprisi, toplumsal adaletin karşılanması, adalet duygusunun tatmini içindir. O açıdan, bu noktadaki rahatsızlıklara ben de katılıyorum yani cezaevlerinde şu anda bulunan ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak hükümlü ve tutuklular açısından birtakım çalışmalar yapıldı ve esaslı bir çalışma yapılıncaya kadar, mevcutların sıkıntısını çözebilmek amacıyla ya da bir miktar hafifletmek amacıyla, İstanbul Metris Cezaevinde, sağlık hizmetlerinin verildiği ve 158 kişilik kapasitesi olan bir rehabilitasyon merkezini devreye aldık bir on beş gün önce. Burada 27 kişilik bir sağlık ekibiyle, bu hükümlü ve tutukluların rehabilitasyonları, tedavileri yapılmakta ve -hasta bakıcılar- yirmi dört saat doktor nezaretinde, tıbbi müdahaleye uygun şartlarda bakımları yapılmakta. Ama aslolan, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar rahatsız olanların daha farklı şartlarda bulunmaları daha doğru olur, ben bu görüşe katılıyorum doğrusu.

Sayın Şandır’ın sorusuna gelince, “Komisyon görüşmelerinde muhalefet şerhlerinde bu yasanın kişiye özel bir düzenleme olarak hazırlandığına dönük eleştiriler yapıldı. Siz katılıyor musunuz?” dediniz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ve Anayasa’ya aykırılık iddiaları da var Sayın Bakan. 10’uncu maddeye, Anayasa 10’uncu maddeye, eşitlik ilkesine de aykırılık iddiası var.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Şandır, biraz önce Sayın Dibek konuşmasında ifade etti, bu düzenleme… Cezaevlerinde şu anda 118 bin civarında mevcudumuz var. Son, Denetimli Serbestlik Yasası’ndan beklediğimiz tahliye sayısı 15 bin civarındaydı, gerçekten o civarda bir tahliye oldu ve şu anda cezaevlerimizdeki mevcut 119.425 kişi bugün itibarıyla. Fakat bu yasada yapılan düzenleme ile bütün cezaevlerinde bulunanlar bu yasal düzenlemenin muhatabılar. Dolayısıyla, burada kişiye özel bir düzenleme yapıldığı tezine, fikrine katılamıyorum. Çünkü burada getirilen, hasta yakınını ziyaret etme, daha önce düzenlenmiş olan, belli bir dereceye kadar yakınlarının hayatını kaybetmesi hâlinde onun taziyesi için özel izin kullanma ya da 1’inci maddede düzenlenen hususlar bu düzenlemeye uygun hükümlü ve tutuklular için geneline uygulanacak düzenlemelerdir. “Ahmet’e uygulanır, Mehmet’e uygulanmaz.” gibi bir yönü yoktur. Dolayısıyla, genelgeçer bir düzenleme olduğunu düşünüyorum.

Cezaevlerindeki son durumla ilgili sorunuza gelince, Sayın Şandır, şu anda Türkiye’de bulunan ceza infaz kurumlarımızın geçmişten gelen problemleri vardı. Aslında 2002 öncesinde, Anasol-M Hükûmeti döneminde ceza infaz kurumlarında rehabilitasyon ve dönüşüm projesi başlatılmıştı. 2002’den sonraki dönemde daha da hızlandırılarak bu dönüşüm ve iyileştirme çalışmaları devam ettirildi ve bu süre içerisinde gerçekten biz, şu ana kadar çok önemli miktarda ceza infaz kurumunu, 207 civarında ceza infaz kurumunu, şartları uygun olmadığı gerekçesiyle kapattık ve önümüzdeki 2017 yılına kadar 195 tanesini daha kapatacağız. Bunların yerine, daha modern şartlarda, insancıl şartlarda cezaların infaz edilebileceği, hükümlülerin topluma kazandırılmasına dönük altyapıya sahip kurumlar inşa ediyoruz ve ceza infaz kurumlarında infaz hukukunu düzenleyen metinlerde Sayın Önder’in belirttiği iyileştirmelerin de yapılması gerekiyor, çünkü değişen ve gelişen şartlara göre Türkiye’nin de kendisini yenilemesi zorunlu. Bir ülkenin demokratik standardı, öncelikle o ülkenin yargı sistemine, cezaevlerine, ceza infaz hukukunun inceliklerine bağlı olarak ölçülür. Bu açıdan, Türkiye’de de cezaevlerimizin fiziki şartlarının iyileştirilmesinin yanı sıra, ceza infaz kurumlarının yöneticilerinin, infaz koruma memurlarının, içinde görev yapan sosyal çalışmacı, psikolog, pedagog vesair görevlilerin de gelişen şartlara göre eğitimlerinin yapılmasıyla mümkün olabilecektir. Kolay bir şey değil, ama bu işleyen bir süreç, reform süreci şu anda işliyor ve Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ülkelere nazaran şu anda onların ortalamasından daha iyi bir noktaya geldi. Mükemmel olduğumuzu söyleyemeyeceğim, çok eksiklerimiz var, eleştirilecek boyutlarımız var, rehabilite etmemiz gereken yönler var, ama şu anda -ben, burada rakamlar da var, belki ihtiyaç olursa onları da paylaşacağım ilerleyen dakikalarda- Avrupa’daki ülkelerden daha iyi durumdayız, geri durumda değiliz bu noktada. Ancak biz bununla yetinmiyoruz, Türkiye’deki şartları daha da iyileştirmemiz gerektiği inancındayım.

Son olarak Sayın Halaman’ın sorusu: Geçen defa da aynı yere oturmuştu Sayın Halaman, oradan sesi anlamakta, algılamakta zorluk çekiyorum. Sorusunu anlayamadım, yazamadım ama bu arada ulaştırabilirse bize sorusunu bir sonraki maddede cevap vermeye çalışacağım.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN –  Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın Yılmaz, buyurun.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, son dönemde özellikle kadın ve çocuk cezaevlerini ziyaret ettiğimde şunları gözlemledim: Bakırköy Cezaevinde özellikle 2 tane kadının -bunlar cezaevindeler, hatta 1 tanesinin kocası da cezaevinde- geride kalan çocuklarının bakımı, geride kalan çocukların sahiplenilmesi söz konusu değil. 6 tane çocuk bir yerde, bakan hiç  kimse yok. On altı yaşındaki büyük kardeş çalışıyor ve kardeşlerine bakmaya çalışıyor. Diğer kadının ise 3 tane çocuğu üvey babanın yanında, kötü muamele ve taciz iddialarıyla karşı karşıya bir durum var.

Şimdi, cezaevine giren kadınların ya da erkeklerin ya da her ikisi birlikte girdiği takdirde çocukların sosyal çalışmacılar eliyle takip edilmesini düşünüyor musunuz? Çünkü bu ciddi anlamda kanayan bir yara. Benim gördüğüm 2 tane insan var, yani…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN –  Teşekkür ediyorum.

Sayın Özensoy…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, yargı reformu paketi Mecliste bekliyor, özellikle içinde bu ev eşyalarına haczin kaldırılmasıyla ilgili yasanın ne zaman Meclise indirilmesi düşünülüyor?

Bir de “ekonomik suça ekonomik ceza” ilkesiyle Çek Yasası çıkartıldı ama bunun yanında borç taahhüdünden dolayı da ciddi anlamda hapis cezasına çarptırılan vatandaş var. Bunların çoğu imzasının ne anlama geldiğini bilmeyenler. Dolayısıyla bunların sayısının ne kadar olduğunu merak ediyorum.

Bir de, bu konuyla ilgili herhangi bir düzenleme düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN –  Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, benim de sorularım Sayın Özensoy’un sorularına benzer.

Çek Yasası’nda yaklaşık iki ay önce yaptığımız değişiklik nedeniyle bugüne kadar kaç kişi bundan yararlanıp cezaevinden çıkmıştır. Hâlen “taahhüdü ihlal” gerekçesiyle ne kadar insanımız cezaevinde tutukludur? Bunlar için bir düzenleme düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız ne zaman bu gerçekleştirilebilir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, geçtiğimiz günlerde bu Denetimli Serbestlik Kanunu’nda, 5402’de değişiklik yaptık. 15’inci maddede elektronik yolla, daha doğrusu “elektronik kelepçe” dediğimiz yöntem de geldi adli koruma yöntemi olarak yani tutuklamaları biraz daha zorlaştırmak amacıyla. Bununla ilgili yönetmelik tabii düzenlenecekti. Bu süreç ne aşamadadır? Bununla ilgili bir süre tabii orada yok da yani ne zaman hayata geçecektir? Bunun uygulaması, bir an evvel hayata geçmesi sanıyorum tutuklamalarla ilgili gerek cezaevinde olanları gerekse bundan sonraki süreçte bu yöntemin hayata geçmesi adına bekleniyor bu süreç, onu sormak isterim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Halaman…

ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Ben, Sayın Bakanımıza -Ticaret Bakanımız da burada- şöyle bir sual sormak istedim: Bilmiyorum, sesim kısık geldi herhâlde. Ben, bu adliyelerde haczin, icra-iflasın, senedin, çek protestolarının çok olduğunu, çok yoğunlaştığını, bir dönemin yaşandığını söylüyorum.

İki: “Adliyeler, ticari, kadın cinayeti, intihar işlemlerine bakan binalara dönüşüyor.” dedim. “Sayın Bakanlarımız bunları azaltamıyor mu?” diye bir soru sordum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Halaman, sesiniz gayet iyi geliyor.

Sayın Erdoğdu, buyurun.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Bakan, Ankara Adliyesine verilmiş kömür yolsuzluğuyla ilgili bir rapor var. O rapor sonucunda savcılığın bir kararı var, diyor ki: “Anayasa’nın 99 ve 100’üncü maddelerine göre Sayın Hilmi Güler hakkında beraatine…” diye bir karar vermiş. Bu 99 ve 100’üncü maddeler, dokunulmazlıkla alakalı maddeler. Bu Ankara Cumhuriyet Savcılığında olan dosyayla ilgili elinizde bir bilgi var mı? Bilgi yoksa bu bilgiden sonra bu kararı veren savcı hakkında bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun, sorulara cevap verin. Zaman kalırsa yine sisteme girerek soru sormak isteyen arkadaşlara süre vereceğiz.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Yılmaz’ın Bakırköy Kadın Cezaevinde kalan 2 bayanla ilgili sorusu var. Çocukların durumu, bunların sosyal durumları ve bunları takip eden bir mekanizmamız var mı? Evet, cezaevlerinde kalan çocuklu bayanlar için, çocuklar için özel uyguladığımız düzenlemelerimiz var. Bu çocuklar anneyle beraber kalıyorsa cezaevinde bunların eğitimiyle ilgili Millî Eğitim Bakanlığıyla protokollerimiz var. Bu çocuklar kreşlere gönderiliyor, okullara gönderiliyor, eğitimleri için servisle götürülüp servisle getiriliyorlar. Ancak cezaevi dışında kalanlarla ilgili asıl sorduğunuz. Sosyal Politikalar Bakanlığımızla o konuda çalışmalarımız var ama olabilir ki buraya müracaat edilmemiş olabilir, o kurumun haberi olmamış olabilir. Bu konuyla ilgili elinizdeki bilgileri bizimle paylaşırsanız biz ilgili Bakan arkadaşımızla bu konuyu görüşürüz.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Kurumsallaşması lazım Sayın Bakan.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Var, zaten kurumsal olarak Sosyal Politikalar Bakanlığımızla aramızda bu konuda protokoller var, uygulanan hükümler, mevzuatımız var ama olabilir ki oradaki kişiler bundan habersizdir ya da istifade etmiyordur, o açıdan ben o somut bilgileri alabilirsem gereğine bakacağım.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – İleteceğim ben size.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Peki.

Sayın Özensoy “Yargıyı hızlandırma noktasında hazırladığımız üçüncü paketle ilgili durum ne alemde? Ne zaman görüşülecek? Bu paket içerisinde İcra İflas Yasası’ndaki ev eşyalarının haczedilmezliğine ilişkin düzenleme devreye girecek mi?..” Taahhüdü ihlal cezasına ilişkin birtakım sorular sordu. Bu konu Adalet Alt Komisyonunda görüşülüyordu, önemli bir kısmı da, zannediyorum dörtte 3 kadar bir kısmı da görüşüldü. Dörtte 1’lik bir bölümü şu anda görüşülmeyi bekliyor. Bu arada Ara Buluculuk Yasa Tasarısı’yla ilgili komisyon üyelerimizin çalışmaları uzadığı için bu tasarıya doğrusu zaman ayrılamadı ama önümüzdeki haftadan itibaren bu tasarının da görüşüleceğini ümit ediyorum. Herhangi bir problemimiz yok. Önümüzdeki haftadan itibaren -Alt Komisyon Başkanımız da yanımızda, komisyon üyelerimizin bir kısmı buradalar- umuyorum kalan kısımlar seri şekilde görüşülür. Kamuoyunda ve toplumun geniş kesimlerinde aslında büyük bir özlemle beklenen maddeler de var bunun içerisinde. Ümit ediyorum en kısa sürede yasalaşır.

Onun dışında “Taahhüdü ihlal cezasına dönük bir çalışma var mı?..” Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Sayın Sinan Aygün’ün bu konuda komisyonda bir teklifi oldu yanılmıyorsam. Bununla ilgili bir çalışması da var. Alt komisyon ya da komisyon aşamasında buna dönük bir şey yapılabilir mi? Arkadaşlarımız Sayın Aygün’ün önerileri doğrultusunda bir çalışma yapıyorlar ama gerçekleşir, gerçekleşmez; bu, komisyonumuzun takdirinde olan bir husus.

Onun dışında…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayı belli mi Sayın Bakan, sayı?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Elimde net veri yok ama istatistik bilgileri size yazılı olarak gönderebilirim Sayın Özensoy.

“Çek Yasası’nda yapılan düzenlemelerden kaç kişi yararlandı?” Sayın Işık’ın sorusu. Cezaevlerinde bulunan 1.400 civarında tutuklu vardı, bunlar istifade ettiler. Son gelen rakam biz yasa tasarısını hazırlarken 1.400 küsurdu, 1.657 kişi olduğu şeklinde bir bilgi var önümde şu anda.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Dosya da var, düşen dosyalar.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Onun dışında Sayın Dibek’in “Denetimli Serbestlik Yasası’nda bir maddede düzenlediğimiz elektronik kelepçe ya da elektronik takip sistemi ne zaman hayata geçecek?” sorusu:  Şu anda aslında uygulama başladı Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Var mı, buna istinaden tahliye kararı oldu mu hiç, tutuklamayla ilgili ya da?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Şimdi, denetimli serbestlik şube müdürlükleri şu anda ihtiyaç duyarlarsa aslında onu karşılayacak bir potansiyelimiz var. Bu pilot uygulamamız Ankara birinci etap için şu anda asgari bin kişiyi takip edebilecek bir sistemimiz çalışıyor ama pilot uygulama olduğu için o sayılara ulaşmadı, 10’larla ifade ediliyor şu anda takip edilenlerin sayısı. İkinci bir ünite şu anda kuruluyor ama yılın ikinci yarısından itibaren daha kurumsal hâle gelecek ve daha yaygın uygulanmaya başlanacak, onu ifade edeyim. Bunun yasal altyapısı da Denetimli Serbestlik Yasası içerisine koyduğumuz bir maddeyle de sağlanmış oldu.

Sayın Halaman, “Karşılıksız çek ve senet, icra takipleri, kadın cinayetleriyle ilgili, adliyeler bu işlere bakan yerler hâline geldi.” diyor. Sayın Halaman, adliyelere yılda 6 milyon dosya geliyor yaklaşık, bunun 2 milyon 900 bini hukuk davaları, 3 milyon küsuru da ceza davaları şeklinde. Toplam 3’er milyon diye düşünün, bu 6 milyon dosya içerisinde medyanın gündemine gelen, kamuoyunu çokça ilgilendiren aslında bu bahsettiğiniz hususlar o bütün içerisinde çok fazla yer işgal etmiyor ama gerçekten, özellikle kadın cinayetleri konusunda toplumu çok fazla rahatsız eden, hepimizi derinden yaralayan bir boyut olduğu için toplumsal duyarlılık daha yüksek ve bunlar sanki daha çokmuş gibi algılanıyor. Oysa, davaların önemli bir kısmı ticari ilişkilere dayalı, mülkiyet ilişkilerine dayalı uyuşmazlıklara dönük ya da ceza hukukunun değişik maddelerine dönük uygulamalar.

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz tamamlandı. Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bir soru daha vardı Ankara  Adliyesinde savcıyla ilgili. Onunla ilgili, inceleyip yazılı olarak Sayın Vekilimize cevap verelim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 22.33


ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 22.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

136 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

1’inci maddeyi okutuyorum:

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"(6) Hükümlünün, kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç örgütünün faaliyetlerine yön verdiği hususunda somut olguların varlığı hâlinde, Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, infaz hâkimi kararıyla avukat ve sair kişilerle görüşmesine altı aya kadar sınırlama getirilebilir. Cumhuriyet Başsavcılığının veya hükümlünün talebi üzerine bu karar kaldırılabilir veya sınırlama süresi kısaltılabilir. Sınırlama kararının verilmesi hâlinde, somut hukukî sorunla ilgili olarak görüşme yapılmasına ihtiyaç olduğu gerekçesiyle talepte bulunulduğu takdirde, sınırlama kararını veren hâkimin kararı üzerine, Türkiye Barolar Birliğinin görevlendireceği bir avukatın hükümlü ile görevli nezaretinde görüşme yapması sağlanabilir. Görüşmenin, hukukî yardım amacı dışında yapıldığının hazır bulunan görevli tarafından tespit edilmesi hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Bu fıkra uyarınca yapılan işlemler ile verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre şikâyet ve itiraz edilebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.

 BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ömer Süha Aldan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Gerçekten toplumsal karşılığı olan, hatta insani karşılığı olan bir kanun değişikliğini görüşüyoruz. Dolayısıyla gecenin bu saatinde huzurunuzu kaçırmak istemem. Bu yasa dolayısıyla bir-iki hususu ifade etmek istiyorum.

Öncelikle bu kanun toplumda “Mehmet Haberal yasası” olarak biliniyor. Hükümlülerin veya tutukluların aile yakınlarıyla bir hastalık gerekçesiyle görüşememelerinin, onun için izin alamayışlarının, mevcut mevzuata göre onlara bu iznin verilemeyişinin tedbiri olarak bu kanun getiriliyor. Bu sebeple, Sayın Turgut Dibek’in verdiği teklif çok daha net olmakla birlikte, bu, amacı karşılamaya dönük bir kanun. Dolayısıyla buna karşı çıkmak uygun değil. Bir insani hassasiyeti, talebi, ihtiyacı karşılamaya dönük bir düzenleme. Bunu fırsat bilerek şahsım adına, Parlamentomuz adına, bu kanunu bekleyen, bu kanunu beklerken hem babasını hem de annesini kaybeden Profesör Doktor Mehmet Haberal milletvekilimizden helallik dilemek gerektiği kanaatindeyim.

Burada, gerçekten iş birliğiyle gecenin geç saatlerine, sabahın erken saatlerine kadar çalışarak birçok kanun çıkardık ama çok özel bir ihtiyaca binaen böyle bir düzenleme yapılmasının gerekliliği, hem iktidar partisi grubu milletvekili hem Sayın Haberal’ın partisinin bir sayın milletvekilinin kanun teklifi aylardır bekliyor; komisyonda bekliyor, Genel Kurulda bekliyor. Yani bir söz vardır: Kurbağa çatladıktan sonra sizin suyu yetiştirmenizin bir anlamı yok. Şimdi, Sayın Haberal’a nasıl anlatacağız? Babasını kaybetti, cenazesine gelemedi; annesini kaybetti, helalleşemedi. Hangi sebep, hangi hukuk, hangi hak, hangi yetki bir insanın anası ve babasıyla ölüm döşeğinde helalleşmesinin önünü kesiyor? Bunun adı “devlet” olmaz, bunun adı “hukuk” olmaz, bunun adı “adalet” olmaz. Yani ağır sözler söylemek istemiyorum ama kendimi de içine alacak şekilde söylüyorum. Bu, Parlamentonun utancıdır arkadaşlar, ayıbıdır. Biz insanımızın bu kadar zaruri ihtiyaçlarına çözüm üretemiyorsak, yangına bir nebze su taşıyamıyorsak bize ne demek gerekirse onu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.

Öncelikle bu vesileyle Sayın Haberal’dan ve bu anlamda gerçekten buna ihtiyaç duyan tüm mahkûmlardan, hükümlülerden… İnsanlar suçlu olabilir, cezalı olabilirler ama onların yakınlarıyla ölüm döşeğinde helalleşmelerini engellemenin hiçbir hukuki gerekçesi olmaz. Hiçbir devlet veya hiçbir hukuk bu anlamda adaletli olmaz, meşru olmaz değerli arkadaşlar. Onun için bu düzenleme geç kalmış. Niye bu kadar geç kalmış? Onu da iktidar grubuna, Sayın Bakana sormak lazım.

Bir başka hususu daha ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, hukuk, hukukun içinde kalarak değiştirilmek mecburiyetinde. Değiştirebiliriz hukuku, ihtiyaca binaen değiştirebiliriz, yanlışı düzeltmek amacıyla değiştirebiliriz ama hukuku değiştirirken de hukukun içinde kalmak gerekir. Şimdi, yakın, geçen dönemden bu yana yeni bir usul tutturdunuz sayın iktidar, Sayın Bakan, Sayın Hükûmet: Kanun teklifi.

Değerli arkadaşlar, bu yol doğru değil. Meşru, hak, milletvekili kanun teklifi verebilir ama bu kadar önemli konularda yani temel kanunlarda kanun teklifi doğru bir yol değil, çünkü kanun tasarısıyla kanun teklifinin süreci farklı. Kanun tasarısında devletin tüm kurumlarından görüş alınır, bilgi alınır. Bir ortak akıl üretilir. Mevcut, cari hukukla ilişkisi kurulur, irdelenir, sorgulanır. Aramızda çok değerli bürokratlar var, bilirler bunu. Sonuçta Bakanlar Kuruluna gelen bir kanun tasarı taslağı olgunlaşmış, eksiği tamamlanmış olarak gelir. Kanun teklifinin böyle bir imkânı yok.

Şimdi, bakın, getirdiğiniz kanun teklifleri komisyonda baştan sona değiştiriliyor. Sayın Bakan, yani kanun tasarısı hazırlamakta bir problem mi var Bakanlıkta? Şimdi, bir kanun teklifi hazırlıyorsunuz. Ben, teklifi hazırlayan arkadaşlarıma saygılar sunuyorum. Muhalefet partileri bu sözlerimden muaftır. Muhalefet partisinin başka bir imkânı yok, kanun tasarısı hazırlama şansı yok ama iktidar partisinin kanun tasarısı hazırlamak gibi bir mecburiyeti, bir hakkı, bir imkânı var. Kanun teklifi ne oluyor?

Şimdi, kanun teklifini hazırlayan Sayın Mehmet Doğan Kubat’a bir sözüm yok ama şimdi, hazırlanan kanun teklifinin 1’inci maddesini geri çekiyorsunuz. Niye çekiyorsunuz? “Yanlış tanzim edilmiş.” Verdiğiniz önergenin gerekçesi kayıtlara geçecek. Gelecekte parlamento hukukunu inceleyen araştırmacılar bunu bir ders olarak okutacaklar. Söylediğiniz söz: “Meşru amaca yönelik kullanılan yöntem ile ulaşılması istenen amaç arasındaki makul orantısallık bağının gerekliliği ve hakkın özünün kullanılamaz hâle getiren normatif düzenlemelerin…” Ne anlamı var bunların arkadaşlar? Gözünüzü severim ya. Yani bu garabete ne mecburiyetiniz var? Allah aşkına, yani gecenin bu saatinde, televizyon falan da yok, öyle akıl yarışı yapmıyorum, nutuk atmak anlamında söylemiyorum, üzüntümü söylüyorum. Ne mecburiyetiniz var?

Şimdi, bu kanunu siz hazırlamışsınız Sayın Bakanım. 13/12/2004 tarihinde 5275 sayılı Kanunu siz hazırlamışsınız. Sonra bunu bir daha değiştirmişsiniz. Olabilir, ama şimdi tekrar değiştirmek ihtiyacı dururken ve çok özel, şahsa özel, çok özel bir duruma özel bir kanun değişikliğini tasarı olarak getirmekte ne aczimiz var? Ya da niyetiniz yok. Niyetinizin olmadığı da ortaya çıktı. Kurbağanın gözü çatladıktan sonra kanun teklifini getirip buraya görüştürüyorsunuz.

Bunlar doğru değil. Bunlar bu kadar güçlü bir siyasi iktidara yakışmıyor değerli arkadaşlar, kusura bakmayınız. İçinizde çok değerli hukukçular da var, yani bu işi bilen insanlarımız var, güçlü bir grup yönetiminiz var ama bu olmamalı. Bu olmamalı. Ben şimdi burada gerekçeleri okudum. Bu gerekçeleri niye dikkate almıyorsunuz? Diyor ki: “Anayasaya aykırı bu. Eşitlik ilkesine aykırı. Şahsa özel.”

Bir başka şey daha söyleyeceğim değerli arkadaşlar. Yarın Milliyetçi Hareket Partisi çıkacak diyecek ki… Size söyleyeyim: “Adalet ve Kalkınma Partisi, Sayın Başbakan kapalı kapılar arkasında kayıt altına alınamayan görüşmelerde PKK’yla ne görüştüyse, ne söz verdiyse işte bu kanunda 1’inci maddede Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla ilgili meseledeki düzenlemeyi bu pazarlığın sonucunda geri çekti.” diyeceğiz.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hangi pazarlık? Yapmayın Sayın Şandır, lütfen!

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Alakası yok.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Çok da yanlış sayılmaz yani niye geri çekiyorsunuz?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Demeyelim mi? E, niye böyle bir noktaya getiriyorsunuz? Bu basın yazacak yarın bunu. Herkes diyecek ki: “BDP’nin zorlamasıyla, PKK’nın ısrarıyla Abdullah Öcalan’la ilgili düzenleme geri çekildi.”

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Şandır, sizin yorumunuz o, yok öyle bir şey.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Olur mu öyle şey? Niye geri çekiyorsunuz madem?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Allah aşkına ya! Ben söyleyeyim, yarın göreceksiniz.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz öyle bir hayal kuruyorsunuz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Türkiye'yi böyle bir şeye mahkûm etmeye, böyle bir itham altında bırakmaya hakkınız yok. Yaptığınız işi düzgün yapın, söylemek istediğim bu. Elinizi kolunuzu…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – BDP de bir parti aynı zamanda, ne olur, fikrini söyleyebilir yani niye buna şaşırıyorsunuz?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Efendim, BDP’nin söylemesine bir şey söylemiyorum.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – “BDP” diyorsunuz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ama bu 1’inci maddeyi niye çekiyorsunuz? Hangi gerekçeyle çekiyorsunuz?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Var orada gerekçeler.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ortaya koyduğunuz önergenin gerekçesini anlayan var mı?

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Hukuk dili. Tamamen teknik.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Hukuk dili! Etme Ahmet Bey, bu hukuku biz de okuduk!

Dolayısıyla söylüyorum: Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidarıyla, muhalefetiyle milletin sorunlarını çözmek, beklentilerini karşılamakla ilgili hukuku kurmak mecburiyetinde. Bu mecburiyetle biz burada görev yapıyoruz ama bunu gelin -bağışlayın, tırnak içerisinde söylüyorum- adam gibi yapalım, doğru yapalım, dürüst yapalım; başka anlamlar çıkmasın, başka istismarlar çıkmasın. Biri “Biz ısrar ettik, bunu çektirdik.” derse ne yapacaksınız? Derlerse ne yapacaksınız? Veya birileri, deminki söylediğim gibi söylerse…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Şandır, ihtimaller üzerinden hareket etmiyoruz biz, gerçekler üzerinden hareket ediyoruz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla, Türkiye bunlara müstahak değil değerli arkadaşlar, bu Parlamento bunlara müstahak değil.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Şandır, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanım, geçen sene burada, birlikte, özellikle mesleki alanım olduğu için benim de ısrarımla ve iktidar grubunun da katılımıyla bir kanun değişikliği yaptık. Yaptığımız değişiklikte, tapu iptal davalarında, mahkemeyi, davayı kaybeden vatandaştan yargılama giderlerinin ve dava harcının alınmamasını bir kanun, hüküm hâline getirdik, Sayın Komisyon Başkanımız bunu hatırlayacaktır, siz de hatırlayacaksınız ama -ben size evraklarını getirebilirim, mahkeme mahkeme getirebilirim- şimdi bunu yargıçlar uygulayamıyorlar, uygulamıyorlar.

Yine, tapu iptal davalarında, adam hem bahçesini, tarlasını kaybediyor hem de yargılama gideri olarak hiç altından kalkamayacağı bir meblağla, bir icrayla karşı karşıya geliyor, avukat da hâkimin kararını alıyor doğru icra dairesine gidiyor. Dolayısıyla, bundan haberdar mısınız? Bunu çözmek için bir tedbiriniz olacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakan, bu kanunun 1’inci maddesinin geri çekildiğini iletti konuşmacı arkadaşlar.

Şimdi, genel gerekçesine baktığımız zaman kanunun “Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin, toplumun güvenliğini tehlikeye düşürdüklerinin bir kısım davranışlarıyla anlaşılması hâlinde, hükümlüler hakkında bazı tedbirler uygulanması yürürlükteki mevzuatımızda yer almaktadır. Ancak, uygulamada bu tedbirlerin yetersiz kaldığının, bazı hükümlülerin bu tür eylemlerine devam ettiklerinin görülmesi üzerine, yeni birtakım tedbirler alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Hükümlülerin avukatla görüşme hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla, hükümlülerin avukatlarıyla görüşebilmelerinin usul ve esasları yeniden belirlenmektedir.” diyor. 1’inci maddesinin gerekçesinde de “Hükümlülerin avukatla görüşme ya da ziyaretçiyle görüşme haklarını kötüye kullandıkları bilinmektedir.” diyor, bir tespit yapıyorsunuz “Maddede yapılan değişiklikle, söz konusu hakkın kötüye kullanılmasına engel olunması amaçlanmaktadır.” diyor.

Şimdi, 1’inci maddeyi geri çekmiş olabilirsiniz ama kanunun gerekçesinde ortaya konulan tespitler durmaktadır.

İkinci olarak, sormak istiyorum: Başbakanın demeçleri bu 1’inci maddenin, son dakikada geri çekilmesinde, metinden çıkarılmasında etkili olmuş mudur? Bunu öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tuncel….

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, özellikle cezaevlerinden partimize, muhtemelen diğer gruplara yönelik de çok yoğun şikâyetler geliyor.

Bunlardan birincisi: Özellikle kadın tutuklu ve hükümlülerin hastaneye giderken askerlerin de doktorun yanına girdiği, zaten kelepçeli olarak kendilerinin götürüldüğü, askerlerin de muayene sırasında doktorun yanında olduğu, bu nedenle birçok tutuklu kadının muayene olmadan geri döndüğü ve kalıcı hastalıklara neden olduğu konusunda ciddi itirazlar var. Bu konuda bilginiz var mı ya da bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Gerçekten, kadınların özellikle askerlerin yanında muayene olması kabul edilebilir bir nokta değil.

İkincisi: Tekirdağ Cezaevinden, özellikle 2 No.lu Cezaevinden çok yoğun şikâyetler var. Saat 17.00’den sonra avukat görüşlerinde de “çıplak arama” diye bir usul var, daha önce burada kürsüden de ifade etmiştik. Bu nedenle tutuklu ve hükümlüler saat 17.00’den sonra avukat görüşmesine çıkmıyorlar. Bu konuda da bir hak ihlali durumu var. Bu konuda bilginiz var mı? Varsa bu konuda bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Bakanım, istatistik olarak şu rakamı bürokrat arkadaşlarımız verebilirler mi: 2010 yılında özel yetkili mahkemelerde yargılananların toplam sayısı var, 86 bin kişi. 2011’de, yani geçen yıl özel yetkili mahkemelerde toplam kaç kişi yargılandı? Bunun rakamını verebilirler mi arkadaşlarımız?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Yılmaz…

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, biraz önceki sorum sadece birkaç kişiyle ilgili değildi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıyla birlikte Adalet Bakanlığının, bu konuda, bütün cezaevine giren kişilerin çocuklarının takibini mutlaka yapması gerektiğini ben düşünüyorum.

Bunun yanında, bir de cezaevlerinde, özellikle kadın cezaevlerinde, cezaevinden çıktıktan sonra bu kadınların, eğer barınacakları yer yoksa, aile içi şiddet nedeniyle suça karışmışlar ve bu nedenle de aile tarafından da dışlanmışlarsa çok ciddi sorunları oluyor. Sincan Cezaevinde böyle bir kadınla da karşılaştım.

Özellikle Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, kadınların cezaevinden çıkmasına, tahliyesine iki üç ay kala mutlaka sosyal çalışmacılarla görüştürülmesi ve barınma ihtiyaçları varsa, iş ihtiyaçları varsa bunun sağlanması gerekiyor, aksi takdirde o kadınlar sokakta kalıyorlar. Sığınma evleri de bu kadınları kabul etmiyormuş mahkûm kadınlar diye. Bu konuda da yani cezaevinden çıkacak kadınlarla ilgili yine kurumsal olarak bir çalışma yapılabilir mi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıyla birlikte?

BAŞKAN – Sayın Tanrıkulu, buyurun.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Bakan, önceki selefinize ailesine yakın olsun diye bir cezaevi tahsisi yapıldı ve dün itibarıyla cezaevine intikal etti ama Pozantı’daki çocuklar da Pozantı’dan Sincan’a getirildi, ailelerinden uzaklaştırıldılar hepsi ve daha kötü koşullarda yani ailelerinden uzak bir ortamda yaşıyorlar ve aileleri Pozantı’da da onları ziyaret edemiyorlardı, şimdi hiç ziyaret edemiyorlar Sincan’da; yoksul aileler, yol parası bulamıyorlar. Tabii ki bu çocukların öncelikle cezaevinde olmaması lazım. Cezaevinde olmamaları için bir tedbir almayı düşünüyor musunuz veya bu koşullarda aileleriyle buluşmalarını sağlayabilecek, onlarla görüşebilecekleri bir ortamla ilgili düşünceniz nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Şandır’ın tapu iptal davalarına ilişkin bahsetmiş olduğu husus…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tebligat Kanunu’nda yapılmış.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Geçen bir Meclis oturumunda gene bahsetmişti Sayın Şandır, biz de bu konuyla ilgili bilgileri bizimle paylaşabilirse bununla ilgili gerekli takibatı yapacağımızı ifade etmiştik. Lütfen, onları bizimle paylaşın, biz üzerine ciddi şekilde gidelim Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tamam yani verilmiş mahkeme kararları var, onları ileteyim size.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Hayhay. Bir yasa çıktıysa o yasanın gereğinin yerine getirilmesi lazım. Bunun aksayan boyutu neyse onu takip ederiz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tamam.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Korkmaz 1’inci maddenin çekilmesiyle ilgili kendi tereddütlerini dile getirdi “Niçin böyle bir yola başvuruldu?” diye.

Öncelikle, bu, Sayın Milletvekilimizin hazırlamış olduğu bir kanun teklifi. Bu teklifin Komisyonda görüşülmesi esnasında muhalefet partilerimizin tamamı 1’inci madde üzerinde ciddi eleştiriler dile getirmişlerdi. Milliyetçi Hareket Partisinden katılan sayın milletvekillerimizin de zannediyorum 1’inci maddedeki düzenlemeye belli itirazları var ama çekilmesi yönünde bir talep değil.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hiçbir itirazımız yok Sayın Bakan.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Yanlış hatırlayabilirim ama 1’inci maddeye ilişkin öyle bir tespit aklımda kalmış. Ama Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna ait milletvekillerimizin çok yoğun eleştirileri var, BDP milletvekillerinin bu konuda eleştirileri var.

Şimdi, önümüze gelen önergeye baktığımızda bu getirilen 1’inci maddedeki düzenlemenin yanlış olduğuna dair bir tespit yok ama burada maksadı hasıl edecek orantılı bir düzenlemenin eleştiriler doğrultusunda yeniden değerlendirilmesi noktasında maddenin metinden çıkarılmasına dair bir önerge olduğunu anlıyorum ben.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakanım, Komisyonda bu orantı kurulamamış mı?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Dolayısıyla, tabii ki önerge sahiplerinin iradesi burada yazıyor, ancak onlara dayalı bir yorum yapabiliyorum.

Sayın Başbakanın beyanlarının bu önergede bir etkisinin olup olmadığı noktasında, öyle bir etki olduğunu düşünmüyorum. Doğrusu, önergeyi veren arkadaşlarımın da -bilemem tabii saiklerini ama- gerekçelerinden böyle bir anlam çıkmadığını ifade edebilirim.

Sayın Tuncel kadın tutukluların sağlık kurumlarında muayenesi esnasında sevkleri yapan askerlerin muayeneye katıldıklarını ve kadın tutukluların bu sebepten dolayı muayene olmaktan vazgeçtiklerini dile getirdi.

Bizim “Üçlü protokol” dediğimiz Sağlık Bakanlığı, İçişleri ve Adalet Bakanlığı arasında yapılan protokolde yakın tarihte bir değişiklik yapmıştık. Bu değişiklikte de güvenlik görevlilerinin bu muayenelerde bulunamayacağına dair hüküm konuldu. Bir tek istisnası var, o da doktorun gelen tutuklu ya da hükümlünün muayenesi esnasında güvenlik endişesi yaşaması hâlinde, talep etmesiyle ancak güvenlik görevlilerinin içeride olabileceği, onun dışında hiçbir şart altında muayene esnasında güvenlik görevlilerinin eşlik edemeyeceğidir.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Erzurum’da Sayın Bakanım, Erzurum’da.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bu düzenleme hayata geçti ve uygulanıyor şu anda ama buna rağmen yanlış uygulama var ise bu yanlış uygulamaları da takip etmek bizim görevimiz.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Var.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Lütfen bunları somut olarak bizimle paylaşınız, biz gereğini yaparız. Tekirdağ 2 No.lu Cezaevinde bir uygulamadan bahsettiniz. Sadece Tekirdağ değil ama tüm cezaevlerimizle ilgili, maksadını aşan, mevzuata aykırı ya da mevzuatın aşırı yorumlanmasıyla oluşan birtakım uygulamalarla ilgili çok titiz bir çalışma yapıyoruz; bütün bu iddiaları takip ediyoruz, bir yanlış varsa o yanlışı düzeltiyoruz, bu yanlışın düzeltilmesi için katkı sunmayan ya da kendini makul uygulamaya adapte etmeyen personelle ilgili gerekli tedbirleri de alıyoruz. Bu konuyu da ayrıca bu hassasiyetle takip edeceğimizi ifade ediyorum.

Sayın Dibek, 2010 yılındaki rakamları verdiniz. 2011 yılıyla ilgili rakamlar da mevcut ama yanımızda değil, size onu bildirelim, yani o rakamlar da elimizde var, onu da size bildirelim.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Tamam.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Yılmaz, kadınların tahliyesi öncesi sosyal çalışmacıların eşliğinde tahliyeden sonrası için bir hazırlık… Sadece kadınlar için değil ama tüm hükümlüler için benzer programlarımız var ama elbette ki kadın hükümlüler için bunun çok daha hassas uygulanması gerekiyor. Bu konuda -tekrar edeyim ben- bizim mevzuatımızda düzenleme var, uygulamalarımız var, bu konuya özgü çalışan personelimiz var ama özelde eksik gördüğünüz noktaları, ben sizden özel olarak onu da alıp gereğini tekrar takip edeceğimi ifade ediyorum.

Sayın Tanrıkulu, yanılmıyorsam, Sayın Ağar’ın Aydın’daki cezaevine gidişiyle Sincan Çocuk Kapalı Cezaevine taşınan Pozantı tutuklularıyla ilgili bir mukayese yaptılar.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Ağar ailesine yakın bir yerde cezaevi istedi; Sincan’daki çocuklar uzaklaştırıldılar.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Şimdi, tabii, Sayın Milletvekilim, Türkiye’de cezaevleriyle ilgili imkânlarımız belli. Çocuk kapalı cezaevleriyle ilgili Türkiye’de üç dört merkezde özel inşa edilmiş ceza infaz kurumumuz var; bunlardan bir tanesi de Ankara Sincan’da. Geçtiğimiz ay İzmir Aliağa’daki tesisi de hizmete aldık ve yaklaşık 360 civarında çocuk için de orada barınma imkânı, benzer şartlarda, Sincan’la paralel şartlarda yeni bir tesis hizmete alındı. Pozantı şartlarında o çocukların devam ettirilmesi mümkün değildi. Hem Pozantı’yla ilgili yer alan haberlerden, orada yaşanmış olan, yaşandığı iddia edilen olaylardan, bütün bunlardan sonra, o çocukların o tabela altından girip çıkmasının o çocukların ailelerinin ruh sağlıkları açısından da, gelecekleri açısından da doğru olmadığını düşündüğümüz için Sincan’a getirdik. Bu çocukların cezaevlerinde ortalama kalış süresi dört ila beş ay; her dört, beş ayda bir değişiyor bu çocuklar, erken tahliye oluyor bunlar. Ama Tarsus’ta böyle bir kurum inşasıyla ilgili çalışmalarımız şu anda ihale aşamasında, Türkiye'nin değişik yerlerinde de yapılıyor. Elbette biz de ailelerine yakın yerde bunların muhafaza edilmesini arzu ederiz ama şu anda elimizdeki imkânlar açısından ancak böyle bir geçici çözüm ortaya konulabilmiştir.

Onun dışında, bu çocukların yeri ailesinin yanı dediğiniz zaman, gerçekten, ceza adaletinin gereklerini de göz ardı etmiş olmayalım diye ben endişe ederim çünkü bunların içerisinde, gerçekten, adam yaralayan, adam öldüren, araç kundaklayan, iş yeri kundaklayan ve sair suçlardan yargılananlar da var.

Şimdi, burada…

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bakanım, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Peki.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Bakan, geçici bir tedbir. Yani görüşemiyorlar aileleriyle. Bana bugün şikâyet geldiği için söylüyorum. Yani yoksul aileler, yol parası yok, gidemiyorlar, görüşemiyorlar.

 ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Zaten Pozantı’da iken bu çocuklar, bu çocukların aileleri Pozantı’da yaşamıyordu, Adana’da, Osmaniye’de, Tarsus’ta, Mersin’de yaşıyor idiler ve Pozantı’ya gelip gidiyorlardı. Dolayısıyla orada da çok ailelerinin yanında olduğunu söylemek mümkün değil ama şartlar iyileştikçe inşallah bunlar da düzelecek.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın Öztürk, soru soran arkadaşlar altı buçuk dakika kullandılar, üç buçuk dakika Sayın Bakana verdim, cevaplandırması için süreyi uzattım.

Teşekkür ederim.

Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Madde üzerinde önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkanım, grubumuzun Adalet Komisyonundaki tavrıyla ilgili olarak söz istiyorum, Sayın Bakan öyle bir şeyde bulundu.

BAŞKAN – Bundan sonraki soruda. Önerge işlemini yapalım Sayın Öztürk.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 sıra sayılı teklifin 1. Maddesinin Teklif metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

             Hilmi Bilgin                          Yusuf Başer                     Bayram Türkoğlu

                   Sivas                                   Yozgat                                   Hatay          

     Ayşe Nur Bahçekapılı                 Mehmet Geldi                     Osman Kahveci

                İstanbul                                 Giresun                                Karabük

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerekçe.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Meşru amaca yönelik kullanılan yöntem ile ulaşılması istenen amaç arasındaki makul orantısallık bağının gerekliliği ve hakkın özünü kullanılamaz hale getiren normatif düzenlemelerin özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM Mevzuatına ve hukukun genel ilkelerine uygunluğunun sağlanmasını teminen Teklifin 1. maddesinin kapsamlı biçimde değerlendirilmek üzere metinden çıkarılmasının uygun olacağı öngörülmüştür.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler…  Kabul etmeyenler…  Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önergeyle 1’inci madde teklif metninden çıkartılmıştır. Kanunun yazımı esnasında bu madde çıkarılarak diğer madde numaraları teselsül ettirilecektir. Bir karışıklığa mahal vermemek amacıyla görüşülmekte olan Komisyon raporuna mevcut maddeler üzerinden devam edeceğiz.

Şimdi 136 sıra sayılı Teklif’in mevcut 2’nci maddesini okutuyorum:

MADDE 2- 5275 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"(2) Bu Kanunun 25 inci maddesi kapsamına girenler hariç, yüksek güvenlikli ceza infaz kurumunda bulunanlar da dâhil olmak üzere, güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla tehlikeli olmayan hükümlünün, dış güvenlik görevlisinin refakatinde bulunmak şartıyla, talebi ve Cumhuriyet Başsavcısının onayıyla;

a) İkinci derece dahil kan veya kayın hısımlarından  birinin  ya da eşinin ölümü nedeniyle cenazesine katılması için yol süresi dışında iki güne kadar,

b) Sağlık Kurulu raporu ile belgelendirilmesi şartıyla ana, baba, eş, kardeş, çocuk ile eşin anne veya babasından birinin yaşamsal tehlike oluşturacak önemli ve ağır hastalık hâllerinin bulunması nedeniyle bunlardan her biri için bir defaya mahsus olmak üzere hasta ziyareti amacıyla yol süresi dışında bir güne kadar,

izin verilebilir. Hükümlü, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, bulunduğu yer ceza infaz kurumunda, bulunmaması hâlinde kolluk tarafından güvenli görülen yerde kalır. Yurtdışına çıkmasını gerektirmesi durumunda hükümlüye, bu fıkra gereğince izin verilemez."

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına madde üzerinde söz isteyen Süha Aldan, Muğla Milletvekili, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 136 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin 2’nci maddesine ilişkin görüşlerimi açıklamak üzere huzurlarınızdayım.

Bu düzenlemeyle, hükümlülerin ikinci dereceye kadar kan ve sıhri hısımlarının ve eşlerinin ölümü hâlinde iki gün süreyle, yine bazı yakınlarının yaşamsal rahatsızlığı dolayısıyla da bir gün süreyle cezaevinden izinli çıkmasına dair bir düzenleme yapılacak. Aslında biz, bu sürelerin az olduğunu, iki günlük sürenin üç güne, bir günlük sürenin de iki güne çıkarılmasının Türk gelenekleri gereğince daha uygun olacağını düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu noktada, aslında yasayla ilgili bir saptamada bulunmakta yarar var. Bu yasa teklifi kamuoyunda “Haberal yasası” olarak yansıdı ama şu anda Sayın Haberal hakkında düzenlenen iddianamenin bir özeti yanımda ve bunun emniyet ifadesine ilişkin bölümüne kısaca değinmek istiyorum:

“Emniyet İfadesi: 1944 Rize Pazar Subaşı köyünde dünyaya geldiğini, anne ve babasının sağ olup iş adamı, annesinin ise ev hanımı ve dört kardeş olduklarını…” diye devam ediyor.

Evet, bu ifadenin alındığı 2009 yılının Nisan ayında Mehmet Haberal’ın annesi de, babası da sağdı ama bugün her ikisi de bu dünyada değiller. Buradan basın mensuplarına sesleniyorum çünkü biliyorum, bu yasal düzenlemenin bugün yasalaşmasından sonra yarınki gazeteler “Haberal Yasası Geçti” diye başlık atacaklar. Hayır, bu bir Haberal yasası değildir. Haberal’a, kendisini dünyaya getiren insanlara karşı sağlıklarında son görevini yapma hakkı verilmemiştir.

Değerli milletvekilleri, madem bu Haberal yasası olarak yansıtıldı… Belki yakında aramızda olacak -en büyük dileğimiz bu- çünkü Sayın Meclis Başkanımızın bu konudaki samimiyetine inanıyoruz, tüm siyasi partilerin de bu konuda iyi niyetli bir çaba içinde olduklarına da inanmak istiyoruz. Bu anlamda 8 tane “terörist” dileriz yakın zamanda bu Mecliste, aramızda olacaklar. Bu teröristlerden bir tanesi -tırnak içinde söylüyorum- Sayın Mehmet Haberal. Hakkında, 2-3 bin sayfalık iddianame içinde bir bölüm ayrılmış.

Bu konuşmayı yaparken şöyle bir karar verdim: Gördüm ki kendi partime mensup insanlar dahi Sayın Haberal’ın hakkındaki suçlamaya neden olan eylemleri konusunda bilgi sahibi değiller. Bu kısa sürede size bir özet yapacağım.

Tabii, 65 sayfalık bir bölüm var. Cumhuriyet savcıları Haberal’la ilgili iddianamenin son bölümünde eylemlerini sıralamışlar. Kısaca onları okuyorum: “Şüpheli Mehmet Haberal’ın Cumhuriyet Çalışma Grubu kararları doğrultusunda planlanan ‘Cumhuriyete Saygı’ mitinglerinde diğer rektörlerle birlikte hareket ettiği ve ‘Ordu Göreve’ pankartlarının açıldığı mitinglere iştirak ettiği…” Birinci suçu bu.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Ben de gittim o mitinglere, ben de vardım o mitinglerde.

ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) – İkinci suçu: “Birçok siyasi lideri bir araya getirip, Ergenekon silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda organize edip yönlendirmeye çalıştığı…” İkinci suçu bu.

Üçüncü suçu: “Telefon konuşmalarında, Hükûmetin devrilmesi gerektiğinden bahsettiği Mustafa S. ile yaptığı görüşmede, köprüyü geçene kadar aradaki siyasal kavgaların ortadan kaldırılması yönünde talimat verdiği; aynı siyasinin ‘Ben başbakan olacağım ama benim başbakanım da sizsiniz.’ hitap ve övgüsüne mazhar görüldüğü…” Yani üçüncü suçu bu ve dördüncü suçu, dördüncü eylemi: “Ordu komutanlığı yapmış Ahmet Hurşit Tolon’un ‘Emredin, gece üçte kapınızdayım.’ şeklindeki sözlerinden, şüpheli Mehmet Haberal’ın Ergenekon silahlı terör örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunduğu, yasama ve yürütme organlarını ortadan kaldırmaya, görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs eylemleri içinde fiilen bulunduğu anlaşılmakla…” denilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi ve yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüsten iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ve bir de silahlı terör örgütü üyesi olmaktan on ila on beş yıl arasında değişen hapis cezasıyla cezalandırılması istenen bir kişidir.

Hemen irdelemeye geçelim: Bu “Cumhuriyete Saygı” mitingi 25 Ekim 2003 tarihinde yapılmış; 40 bin kişi katılmış, bu mitinge 72 rektör iştirak etmiş, 4 rektör mazeret bildirmiş, 1 rektör mazeret de bildirmeksizin gelmemiş ve bunda “Ordu Göreve” pankartıyla ilgili olarak ise 11 kişi hakkında soruşturma gerçekleştirilmiş, bu 11 kişi hakkında yapılan soruşturma sonrasında Ankara 25. Asliye Ceza Mahkemesinin 29 Nisan 2008 tarih ve 2008/310 sayılı kararıyla beraatlerine karar verilmiş.

Değerli arkadaşlarım, ikinci suçlama “Birçok siyasi lideri bir araya getirip…” Bu konuda, baktığımızda, Sayın Abdüllatif Şener’le bir telefon görüşmesi var, Nisa Suresi’nin 58’inci ayetini anlatıyor o konuşma sırasında Sayın Abdüllatif Şener’e ve “Emaneti ehline teslim ediniz, insanları yönetirken adil olunuz.”, bütün konuşmanın çerçevesi bu.

Üçüncü olarak: Mustafa S. adlı kişi Sayın Mustafa Sarıgül, yani Şişli Belediye Başkanı -kendisi bu davanın bir sanığı değil- aralarında bir sohbet sırasında, onu hoşnut etmek için “Sen benim ağabeyimsin, ben bir gün başbakan olacağım ama benim başbakanım da sizsiniz.” türünden nezaketvari bir söz söylemiş ve bu da eylem olarak kabul edilmiş. Mustafa Sarıgül’le görüşmesinde “Bu Hükûmetin devrilmesi gerekir.” diye hiçbir sözü de yok ayrıca.

Ve son olarak, Ahmet Hurşit Tolon’un “Emredin, üçte kapınızdayım.” konusu var. Ahmet Hurşit Tolon sadece şunu söylüyor… Bir parti kurma girişimi var, “Millî Egemenlik Hareketi” diye kamuoyuna deklare edilen bir parti kurulacak. 2008’de bununla ilgili deklarasyon yayınlanmış ve denilmiş ki: “İlk yapılacak genel seçimlerde de biz seçime gideceğiz.” Ahmet Hurşit Tolon bu görüşmeler sırasında Sayın Haberal’ı arıyor ve diyor ki: “Sen de gel, bu işin içine gir.” O da nezaketen “Benim özel işlerim var, bir üniversitem var, ben onunla uğraşmak istiyorum.” diyor.  Bunun üzerine Hurşit  Tolon da “Eğer ki fikrini değiştirecek olursan, üçte bile çağırın, koşarak gelirim. Saygılar sunarım.” diyor. Ama bu ne oluyor? “Üçte bile çağırın, koşarak gelirim.” sözcüğü, “Emredin, gece üçte kapınızdayım.” şekline dönüştürülüyor.

Demek ki değerli arkadaşlarım, 40 bin kişinin katıldığı bir mitinge iştirak ederseniz, bir siyasi parti lideriyle Kur'an-ı Kerim’den bir ayet üzerine sohbet yaparsanız, bir belediye başkanı ya da emekli bir general size övgü dolu sözler söylerse, o takdirde 2 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılacak bir konumdaki kişi olabilirsiniz.

İşin bir tuhaf tarafı daha var, onu da sizinle paylaşmalıyım. İşte, iddianamedeki bütün suç budur. 2-3 bin sayfalık iddianameyi çoğu kimse okumadığı için, işte yanlı televizyon ve gazetelerden insanların kafaları karıştırıldığı için ve teknik açıdan gerçekten -bir hukukçu olarak söyleyeyim- son derece kötü iddianameler söz konusu olduğu için toplumumuz gerçeği bilmiyor. Belki pek çok  vekilimiz suçlamanın ana ekseninin bu olduğunun farkında bile değil.

Çarpıcı bir örnek daha vermek istiyorum: Sayın Mehmet Haberal’ın ev ve iş yerlerinde yapılan arama sırasında, arama ve el koyma tutanağının 184’üncü maddesi var. Arama yapan polisler şöyle bir başlık atmışlar buldukları eşyalar ya da dokümanlarla ilgili: “Başkent Üniversitesinde çalışan hoca tiplilerin listesidir.” diye yani hoca tiplileri sanki Haberal bir fişleme yapıyor gibi. Oysa Mehmet Haberal’ın Subaşı köyünün eski adı Haçapit. Dolayısıyla “Haçapitli hemşehrilerim” diye bir liste yapmış hastanede kendine yakın kişilerin kimler olduğuna dair ama polis tutanağı ne yazık ki “Üniversitede çalışan hoca tiplilerin listesi”ne dönüşebilmiş.

Bu açıdan, yakında belki bu tutuklu meselesi gündeme gelecek, takdirlerinize ve vicdanlarınıza sunuyorum.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinden konuşmacı yok.

Soru-cevap işlemi…

Sayın Öztürk, buyurun.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, Adalet Komisyonunda bu konu, bu teklif görüşülürken uzun uzadıya tartışmalar oldu. Milliyetçi Hareket Partisi üyelerinin bu konuda herhangi bir görüş, beyanları da olmadı. Sadece 2’nci maddede bir ikazda bulunduk, o da değiştirildi. Ancak bu madde görüşülürken Adalet ve Kalkınma Partisinin Grubu veya üyeleri içerisinde, Adalet Komisyonundaki üyeler içerisinde çok yetkin arkadaşlarımız vardı, adalet kürsüsünün her iki tarafında da görev yapmış arkadaşlarımız vardı. Bunların böylesine bir maddeyi toptan ortadan kaldıracak kadar bir hata yapmaları mümkün değildi. Eğer böyle bir şey olursa, onların birikimlerine, onların yetkinliklerine güvenimiz sarsılacak.

Şimdi, dünden bugüne ne değişti? Nasıl bir pazarlık, nasıl bir görüşme bu maddeyi ortadan kaldırıyor? Çünkü bu madde görüşülürken basında birçok görüş vardı. Bu, Komisyona da aktarıldı. Terör örgütü elebaşısının avukatları vasıtasıyla terör örgütünü idare ettiği, avukatların görüşmelerde ondan aldıkları bilgileri dışarıya götürdüğü, dünyaya yaydığı tartışmaları oldu. Şimdi ne oldu, ne değişti de bu maddeyi ortadan kaldırıyorsunuz?

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

 ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Öztürk’ün sorusuna bir önceki turda cevap verdiğimi düşünüyorum aslında. Önergeyle, maddenin metinden çıkartılmasına dair önergenin altında gerekçesi de belirtilmiştir. Bu gerekçe içerisinde “Bu maddenin eleştiriler doğrultusunda ve uluslararası kriterler doğrultusunda yeniden daha geniş kapsamda değerlendirilmek üzere” gibi bir ifade var. Dolayısıyla bu maddenin gereksizliği yönünde ya da bir daha gelmeyeceği yönünde bir ifade yok burada. O açıdan, bir önceki turda verdiğim cevabı yineliyorum Sayın Öztürk.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde iki adet önerge vardır, geliş sırasına göre okutup aykırılıklarına göre işleme alacağım.

Okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 Sıra Sayılı "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nin çerçeve (2) nci maddesiyle eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "bu fıkra gereğince" ibaresinin "bu madde gereğince" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

               Ayşenur Bahçekapılı            Mehmet Muş                           Mustafa Akış

                         İstanbul                           İstanbul                                    Konya

                                   Muzaffer Aslan                                Osman Kahveci

                                         Kırşehir                                           Karabük

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 sıra sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin çerçeve 2. maddesi ile değiştirilmesi öngörülen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 94 üncü maddesine aşağıdaki (3) fıkranın eklenmesini, teklifin 2. maddesinin a) bendinde geçen "iki güne kadar" ibaresinin "üç gün "; b) bendinde geçen "bir güne kadar" ibaresinin "iki gün" olarak değiştirilmesini, arz ve teklif ederiz.

         Ömer Süha Aldan                     Turgut Dibek                        Doğan Şafak

                  Muğla                                 Kırklareli                                 Niğde

                            Ali Rıza Öztürk                                     Bülent Tezcan

                                   Mersin                                                  Aydın

 (3) Mali imkanları el vermediği taktirde hükümlünün ve kendisine refakat eden dış güvenlik görevlilerinin harcırah ve yol giderleri, Devlet Hazinesince karşılanır."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz  Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda “Haberal yasası” olarak bilinen bu kanun teklifinin 2’nci maddesi üzerinde değişiklik önergesi verdik, söz aldım.

Tabii, bu yasa da Haberal’ın yasası olarak biliniyor ama Haberal’ın kendisi gitti, annesi gitti, adı kaldı hâlen daha. Şimdi, Haberal’ın anasına Allah’tan rahmet diliyorum, hiç olmazsa bundan sonraki tutukluların analarıyla helalleşmeden ölmemelerine neden olduğu için de kendisini selamlıyorum.

Şimdi, burada, mevcut kanun teklifinde, 2’nci maddede, hükümlülere, yakınlarının ölümü hâlinde iki güne kadar, hastalıkları hâlinde de bir güne kadar izin veriliyor. Biz bunun ölüm hâlinde üç güne kadar, hastalık hâlinde de iki güne kadar çıkarılmasını istiyoruz. Nedeni şu: Çok basit yani amaç, bu mazeret izinleri, insan haklarına dayalı bir ceza infaz sisteminin gerçekleşmesinin en etkili yöntemlerinden birisidir. Adama bir gün izin vereceksiniz, adam, örneğin Diyarbakırlıysa, İstanbul’dan kalkacak Diyarbakır’a gidecek, o kadar da yol yorgunluğu var, bir gün için gidip gelecek. Hiç olmazsa bu hükümlünün yakınlarının hastalığı hâlinde bunu iki gün olarak yapmak, ölümü hâlinde de -bizim geleneklerimize göre taziye aslında üç gündür- bunu üç gün olarak yapmak yasanın getiriliş amacına daha uygundur diye düşünüyorum.

Yine, mali imkânları elvermediği takdirde hükümlünün kendisine refakat eden dış güvenlik görevlilerinin harcırah ve yol giderlerinin de devlet hazinesinden karşılanması gerektiği konusunda bir hüküm ilave edilmesini istiyoruz. Anayasa'mız “sosyal devlet” diyor, “sosyal hukuk devleti” diyor. Eğer bir hükümlünün mali imkânları elvermiyorsa, bunun yakınlarıyla görüşmesini engellemek doğru değildir diye düşünüyorum. Bu nedenle, önergemizin aslında kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, biz, öteden beri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, terörle mücadele gerekçesiyle yasal düzenleme yapılırken teröre karşı mücadelenin zaafa uğratılmaması gerektiğini ama buna karşılık da terörle mücadele bahanesiyle demokrasi ve insan haklarının çiğnenmemesi ve terörle mücadelenin demokrasi ve hukuk dışına çıkılmadan yapılması gerektiğine inanmaktayız. Eğer bir suç örgütü hükümlüsü, görüştüğü avukatı ve yakınları ile terör örgütünün faaliyetini yönetiyorsa, bunu önlemek devletin temel görevidir. Ancak bunu önlemenin yolu hukuku çiğnemek, insanların temel hak ve özgürlüklerini yok etmek değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, demokrasi ve insan haklarından ödün vermeden terörle mücadele edebilecek güçtedir. Bu nedenle, terörle mücadele bahanesi adı altında insan hakları ve özgürlükleri kısıtlayıcı yasal düzenlemelere öteden beri karşı çıktığımızı ve karşı çıkmaya devam edeceğimizi özellikle vurgulamak istiyorum.

Bu nedenle, Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında 1’inci madde olarak tanımlanan maddenin yanlış bir düzenleme olduğunu özellikle söyledik. Şimdi öyle anlaşılıyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu, bizim o tarihteki iyi niyetli uyarılarımıza aldırış etmemiştir ama bugün, burada, bu maddeyi metinden çıkarmıştır. Ancak, bu madde, Haberal’ın anasıyla helalleşmeden annesinin ölümüne neden olan bir maddedir çünkü bu kanun teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmemesinin nedeninin bu 1’inci madde olduğu böylelikle açık ve seçik bir şekilde kanıtlanmıştır. Dolayısıyla, AKP grup başkan vekillerinin, Sayın Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in basına yaptığı açıklamada Haberal yasasının görüşülmesini Cumhuriyet Halk Partisinin engellediği ya da istemediği yönündeki iddiaların dayanaktan yoksun olduğu, bunların gerçek dışı olduğu bir kez daha burada anlaşılmıştır.

Bu vesileyle, önergemizin kabulünü diliyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 Sıra Sayılı "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çerçeve 2 nci maddesiyle eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "bu fıkra gereğince" ibaresinin "bu madde gereğince" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                            Ayşe Nur Bahçekapılı (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Hükümlü, maddenin birinci ve eklenecek olan ikinci fıkra kapsamında mazeret izni hakkından yararlanacak olup, eklenen fıkranın son cümlesinde belirtilen atfın yanlış uygulanmasına mahal verilmemesi ve ifade netliğinin sağlanması amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

"(3) Ana, baba, eş, kardeş, çocuk ile eşin anne veya babasından birinin yaşamsal tehlike oluşturacak önemli ve ağır hastalık hâllerinin bulunduğunun sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmesi durumunda tutukluya, soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla, soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde kovuşturmayı yürüten hâkim veya mahkeme tarafından, dış güvenlik görevlisinin refakatinde yol süresi dışında, bunlardan her biri için bir defaya mahsus olmak üzere hasta ziyareti amacıyla bir güne kadar izin verilebilir.

(4) İkinci ve üçüncü fıkraya göre izin verilen tutuklu, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, bulunduğu yer ceza infaz kurumunda, bulunmaması halinde kolluk tarafından güvenli görülen yerde kalır. Yurtdışına çıkmasını gerektirmesi durumunda tutukluya, bu fıkra gereğince izin verilemez.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bülent Tezcan, Aydın Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İnfaz Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin teklifi görüşüyoruz. Bu çerçevede İnfaz Kanunu’nda, tutukluların ağır hasta olan yakınlarıyla görüşebilmesi, onlara ölmeden önce helallik dileyebilmesi ya da son noktada onlarla görüşüp hasbihâl edebilmesi amacıyla düzenlenmiş bir değişiklik hükmü. Bu, gerçekten, insani düşüncelerle getirilen bir değişiklik ve komisyon aşamasında da Cumhuriyet Halk Partili komisyon üyeleri olarak bu değişikliğe destek verdik. Hatta destek verirken şunu söyledik… Bu düzenleme ile bir gün, yakınlarıyla görüşebilme imkânı getiriliyor. Biz, “Bir gün yeterli değildir, iki gün yapalım bunu. Türkiye’de mesafe, hasta ziyaretindeki görüşmede istenen amaca ulaşabilme açısından iki gün olması uygundur.” dedik, bu talebimiz kabul edilmedi. Yine aynı şekilde, o görüşmeler sırasında, ekonomik durumu yetersiz olan tutukluların bu görüşmeyi sağlayabilmesi için giderlerinin karşılanması konusunda devlet yardımının sağlanması gerektiği talebimizi belirttik, bu da kabul görmedi, bu şekliyle Genel Kurulun önüne geldi. Genel Kurulda bu eksikliklerin de düzeltilerek gerçekten amaca uygun hâlde yasadaki değişikliğin yapılması, kanunlaşması çok daha uygun olacaktı. Ama bu çerçevede, bu değişiklik, gerçekten bir ihtiyaca cevap veren değişiklikti.

Değerli arkadaşlar, işte, tam da kamuoyunda bu teklife “Haberal kanunu” adının verilmesine sebep olan madde bu madde, 3’üncü madde. Biliyorsunuz, bu görüşmeler Adalet Komisyonunda yapıldığında Sayın Mehmet Haberal’ın annesi ağır hastaydı, ölüm döşeğindeydi ama henüz Hakk’ın rahmetine kavuşmamıştı. Daha sonra Sayın Haberal’ın annesi Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kendisine başsağlığı, rahmetliye de Allah’tan rahmet diliyorum.

Burada, önümüzdeki kanun teklifinin yayım tarihine bakalım arkadaşlar, 16 Ocak 2012. Bu kanun teklifi 16 Ocak 2012 tarihinde dağıtılmış milletvekillerine yani bugünden üç ay on gün önce dağıtılmış ve gene Adalet Komisyonuna geldiğinde o andaki atmosfere baktığımızda biz bunun hemen Genel Kurul gündemine geleceğini, kanunlaşacağını ve yürürlüğe gireceğini düşünüyorduk ama her ne hikmetse, o günden bugüne kadar bu kanun teklifi bir türlü Genel Kurul gündemine gelmedi. Gelmediği gibi, o günden bu yana toplam 27 tane kanun geçirmişiz. Bakın, listesini çıkardım, toplam 27 tane kanun Genel Kurul gündemine gelmiş. Bunların 11 tanesi milletlerarası sözleşmenin uygun bulunmasına ilişkin kanun. Bu arada, alelacele, üç gün içerisinde MİT kanunu değişikliğini geçirmişiz; komisyonda bütün o gürültü patırtı, kavgalarla “4+4+4” dediğimiz millî eğitimle ilgili kanunu neredeyse bir hafta içerisinde apar topar geçirmişiz ama böylesi önemli bir kanun teklifini üç ay on gün raflarda bekletmişiz ve üstüne üstlük Sayın Haberal’ın annesi vefat ettiğinde bir sayın grup başkan vekili çıkıp şunu diyebilmiştir değerli arkadaşlar: “Bu vebal bizde değil. Biz değil, Cumhuriyet Halk Partisi istemedi bunun yasalaşmasını.”

Allah için elimizi vicdanımıza koyalım. Cumhuriyet Halk Partisinin istemediği bir kanun kanunlaşmasaydı, Millî Eğitim Kanunu’ndaki değişiklik talebiniz kanunlaşmazdı, o inmezdi bu Genel Kurula. 27 tane kanunu indirmişsiniz. Okumuyorum. Milletlerarası sözleşmeler var. Çok mu önemliydi? Üç ay sonra çıksaydı ne değişirdi, ne kaybederdiniz? Ama mesele o değil. Tabii, meselenin bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Buna rağmen bu olumlu değişikliğin geçiyor olması yine de sevindiricidir. Bu kötü olayın en azından bundan sonraki yaşanacak olaylara iyi bir vesile olması sevindiricidir diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, tabii, cezaevinde tutuklu bulunanların hasta yakınlarıyla görüşebilmeleri önemli bir imkân, fırsat ama cezaevinde tutuklu olanların tutukluluk koşullarının düzeltilmesi de en az bunun kadar önemli, dikkate almamız gereken, göz ardı edemeyeceğimiz bir konu. Cezaevinde tutukluların sağlık koşulları Türkiye’de ciddi tehdit altında. Sayın Bakanımız burada, Sayın Adalet Bakanımız burada, bu görüşmeleri dinliyor. Türkiye’de cezaevlerinde tutukluların sağlık güvenlikleri yoktur. Türkiye’de cezaevlerinde yaşayanlar devletin koruma ve gözetimi altında adım adım ölüme sürüklenmektedir. Bu, cezaevinde yaşayanların yaşam hakkının devlet kontrolü altında tehdit edilmesidir.

Değerli arkadaşlar, bakın, Cumhuriyet Halk...

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Bağımsız izleme komiteleri yok mu?

BÜLENT TEZCAN (Devamla) – Hiç öyle söylemeyin. Burada meydanda, meydanda. Vicdanınız varsa bakarsınız.

Cumhuriyet Halk Partili 6 milletvekilimiz Silivri Cezaevini ziyaret etti, 4 tanesi tıp doktoru, hekim. Bakın, burada, Profesör Doktor Fatih Hilmioğlu, eski rektör, yine eski, emekli Orgeneral Ergun Saygun Paşa, yine Albay Mehmet Yoleri, 3 tane ciddi ağır hastalığı olan tutuklu. Bu tutuklulardan Ergun Saygun’un kalbi yüzde 30 oranında çalışıyor, yüzde 70 çalışmıyor. Her an ani bir kalp kriziyle ölme riski var. Fatih Hilmioğlu karaciğer kanseri ve diğer hastalıkları var.

Değerli arkadaşlar, bakınız, burada, Silivri Cezaevinde -düzeltiyorum- Silivri toplama kampında, Sayın Bakanın “hastane” dediği ama aslında hiçbir sağlık imkânı olmayan koşullarda bu tutuklular ölüme mahkûm edilmiş durumda. Üniversite hastanelerinden verilen rapor var. “Bunların üniversite ortamında kontrol altında tutulması gerekir.” diye rapor verilmiş olmasına rağmen adli tıp hekimlerinden alınan “Devlet hastanesi koşulları yeterlidir.” ibaresiyle orada tutuluyorlar. Buna rağmen Silivri toplama kampında devlet hastanesi imkânlarında bir sağlık hizmeti dahi verilmiyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, Kaşif Kozinoğlu, bu sebeple elli altı dakikada hastaneye yetiştirilemediği için kalp krizinden öldü. Adı “kalp krizi” diyorlar. Kabul edelim kalp krizinden öldüğünü, şüpheleri bir tarafa bırakarak. Bir devletin kendi koruması altındaki tutukluyu kalp krizinden, hastaneye yetiştiremeden öldürmeye hakkı var mı, ölümüne sebep olmaya hakkı var mı?

Bakın, bir mektup, Ali Özoğlu -Silivri toplama kampında tutuklu- yazıyor. Aynı, Kaşif Kozinoğlu’nun, rahmetlinin başına gelenin kendisinin de başına gelebileceğini söylüyor, direkten döndüğünü söylüyor. Bir saat on dakikada, talep etmesindense iki saat on dakika sonra hastaneye yetiştirilebiliyor.

Değerli arkadaşlar, tutukluların sağlık sorunu olan yakınlarıyla görüşmesini sağlamak üzere çıkaracağımız bu kanun gerçekten çok önemli bir adım ama tutukluların cezaevinde sağlık koşullarını düzeltmeye dönük adım atmak da bu Meclisin görevidir, bizim omuzlarımızda, bizim vebalimiz altındadır.

Pozantı Cezaevinden biraz önce söz edildi burada. Pozantı Cezaevindeki çocuklar, iddia ne olursa olsun, devletin gözetimi altında, koruması altında olması gereken çocuklardır ve Pozantı Cezaevinde, devletin koruması altındaki çocuklara tecavüz edildi. Bunun vebali bugün devletin omzundadır.

Bu nedenle, bütün bu vebalden kurtulmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak üzerimize düşeni yapmak zorundayız.

Hepinize teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce 1’inci maddeyi metinden çıkardınız ancak gerekçe ortada duruyor. Bakalım bu mızrağı bu çuvalın içine nasıl sokacaksınız ben de merak ediyorum çünkü o gerekçede hükümlü ile avukat arasındaki ilişkinin kötüye kullanıldığını tespit ettiğiniz yazılı. Eğer bu tespitiniz doğru ise -o zaman beklentimiz- neden gereğini yapmıyorsunuz? Eğer yanlış ise neden yanlış gerekçeyle Meclisi oyalıyorsunuz, Meclisi kandırmaya çalışıyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, toplumsal sözleşme kuramı ve devlet teorileri gereği olarak, toplum düzenini ihlal etmiş, mal ve can emniyetine kastetmiş kişilerin yargılanması ve cezalandırılması yetkisi devlete yani “devlet” denen mekanizmaya aittir. Yargılama, hürriyeti kısıtlama cezası verme ve bunu cebren uygulama ayrıcalığı başka hiçbir kimseye yahut tüzel kişiliğine verilmemiştir, hiç kimseye de devredilemez. Bu yüzden, ne kadar haklı olsa da şahısların “ihkakıhak” denen kendi hakkını kendisinin alması yoluna gitmemeleri, aksi takdirde bir başka suçu işleyecekleri de emir olunmuştur. Hem insanlar hem de devlet tarafından bir ön kabul ile benimsenmiş bu çerçevenin, düzenli ve etkili bir biçimde işleyebilmesi için:

1) Devlete haklarını arama yetkilerinin bir  kısmını devreden kamunun vicdanına uygun neticelerinin ortaya çıkması,

2) Devletin ceza verme ve infaz etme yetkilerini de adil, hızlı ve etkin bir biçimde kullanıyor olması mecburiyeti vardır.

Her iki ilkenin beraber gerçekleştiği durumlarda ancak adaletli devlet işleyişinden bahsedebiliriz. Devlet de görevini yerine getirirken temel hakları gözetmeli, otoritede bir zafiyete ve bir boşluğa da fırsat vermemelidir. Elbette bir insanı tutuklama ve hürriyetinden mahrum bırakma, özünde birtakım kısıtlılıkları ve yoksunlukları barındıran bir müeyyidedir ve elbette bu hâlin hiçbir şekilde iyisi, arzu edileni olmaz. Ancak, suçlu insanı sadece tecrit etmek ve sadece toplumdan soyutlamak olmamalıdır cezalandırmada murat edilen. O insanın ıslahı, topluma kazandırılması ve bu yapılırken de kişinin devlete ve millete kin ve husumet duymamasını temin etme son derece önemlidir. Bu bakımdan, devletin gözetimi ve garantisi altında cezaevlerinde bulunan kişilerin insan olmasından kaynaklanan elbette talepleri olacaktır.

2001 tarihli yasa ile tutukluya ana, baba, eş, kardeş veya çocuğunun vefatı hâlinde, soruşturma evresinde savcı, kovuşturma evresinde de hâkim tarafından iki güne kadar cenazeye katılma hakkı verilmiş idi ancak, tutuklunun kayın hısımlarının ihmal edildiği anlaşılınca, 8 Ağustos 2011’de bu eksikliği gideren yeni bir düzenleme yapıldı. Şimdi 3’üncü maddeyle, 5275 sayılı Yasa’nın 116’ncı maddesine bir fıkra ekleniyor. Tutuklulara, anası, babası, eşi, kardeşi, çocuğu ile eşinin anne ya da babasından birinin yaşamsal tehlike oluşturacak önemli ve ağır hastalığı hâlinde, yetkilinin izni şartıyla, bir günlük hasta ziyaret izni getiriliyor.

Burada bir şey dikkat çekici: Tutukluya eşinin ikinci derece kayın hısımlarının hastalığı hâlinde hastalık izni verilmiyor. Doğrusu bunu anlamakta zorlanıyorum ve çok insani bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Mutlaka kişinin eşinin akrabalarına karşı yapacağı görevleri vardır, olmalıdır. Bu dengesizliğin düzeltilmesi lazım. Eşinin ikinci derece hısımlarının önemli hastalıkları hâlinde de tutuklunun izin kullanmasını mümkün hâle getirmek lazım. Bu bir insanlık vazifesidir ve bu, eşine karşı, onun sevdiklerine karşı kişinin vefa borcudur.

Değerli milletvekilleri, hukuk hiçbir dönemde bugünlerde yaşadığımız gibi siyasallaşmamış, hiçbir zaman bu denli güvenilmez, akşam başka sabah başka karar verir hâle düşürülmemiştir. Bugün toplumda öyle bir algı oluşmaya başlamıştır ki “Hâkim her zaman takdirini Hükûmet politikaları yönünde kullanır.” Bu yüzden, yapılan anketlerde yüzde 70’lere varmıştır adalete olan güvensizlik. Bunun anlamı şudur: Adalet ve Kalkınma Partisine oy vermiş kişilerin önemli bir kısmı dahi adalete inanmamaktadır. Eğer toplum bugün bu noktaya geldi ise hakikaten herkesin üzüntü duyması gerekir. Her zaman “Aman tuz kokmasın.” diye mahkemelerle ilgili temennilerde bulunurduk, artık görüyoruz ki maalesef, tuzdan da kötü kokular gelmeye başlamıştır. Ancak, bunlar tarafımızdan defalarca söylenmiş olmasına rağmen “Yargıyı siyasallaştırmayın, hukuk herkese lazım.” uyarılarımız havada kalmıştır. Geçmişinizde aleyhinize verilen yargı kararlarından sonra, hesaplaşma, rövanş alma duyguları ve tabanınızın hoşuna gideceği popülist düşünceyle aklıselim ve sağduyudan uzaklaştınız. Sonra ne oldu? Zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da “Vicdanım rahat değil.” babında açıklamaları olayların nerelere geldiğini gösteriyor. Kendi içinizde dahi siyasallaşan ve yandaşlaşan yargı dolayısıyla sıkıntı ve pişmanlıklar dillendiriliyor.

2010’daki Anayasa değişikliği öncesinde “AKP yargıyı Hükûmetin emrine sokuyor, buna fırsat vermeyin.” diye feryat eden Milliyetçi Hareket Partisinin çağrıları maalesef netice vermemiştir. Bir yıl içinde yargıyı da sindirerek, tanzim ederek istediği kıvama getirmiş Hükûmetin bu tavrında Anayasa değişikliğine “Evet.” diyen, sessiz kalan herkesin vebali vardır. Bazı değerler kıymeti kaybedildikten sonra daha iyi anlaşılır. Allah kimseyi mahkemelere düşürmesin ancak işi mahkemeye düşen herkes Milliyetçi Hareket Partisinin uyarılarının kıymetini yeni yeni anlamaya başlamıştır.

Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç’ın feryadı ortadadır, siyasetin yargıyı kuşattığı imasında bulunmuştur. Gerçi bu gidişata sessiz kalarak kuşatma seviyesine gelmesine müsaade verenlerin  başında yine kendisi gelmektedir. Biz bu dillendirmeyi şahsına bakarak samimi bulmadığımızı ancak bu tehlikeyi önceden ifade edenler olarak da buna yargının en tepesindeki kişinin katılımını da son derece ciddi bulduğumuzu ifade ediyoruz.

Yargıyı siyasallaştırma gibi bu millete tuzak kuran zihniyetin önce kendisinin bu tuzağa düşeceğine ilahî adalete inanan biri olarak inandığımı ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.

Madde üzerinde üç adet önerge vardır. Geliş sırasına göre okutup aykırılıklarına göre işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 Sıra Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çerçeve 3 üncü maddesiyle eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “bu fıkra gereğince” ibaresinin “bu madde gereğince” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

     Ayşe Nur Bahçekapılı                  Mehmet Muş                        Mustafa Akış

                İstanbul                                 İstanbul                                 Konya

                                Muzaffer Aslan                              Osman Kahveci

                                      Kırşehir                                          Karabük

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 Sıra Sayılı yasa teklifinin 3’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının 2’nci satırındaki babasından sonra gelmek üzere (veya kardeşlerinin) ibaresinin ilavesini arz ederim.

                                                                                                       Kamer Genç

                                                                                                           Tunceli

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 sıra sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda değişiklik yapılmasına dair Kanun Teklifinin çerçeve 3. maddesi ile değiştirilmesi öngörülen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 116 ncı maddesine aşağıdaki (5) fıkranın eklenmesini, teklifin 3 üncü maddesinde geçen "bir güne kadar" ibaresinin "iki gün" olarak değiştirilmesini, arz ve teklif ederiz

         Ömer Süha Aldan                   Ali Rıza Öztürk                      Turgut Dibek

                  Muğla                                   Mersin                                Kırklareli

           Bülent Tezcan                     Sezgin Tanrıkulu                     Doğan Şafak

                  Aydın                                  İstanbul                                  Niğde

“(3) Mali imkanları el vermediği taktirde tutuklunun ve kendisine refakat eden dış güvenlik görevlilerinin harcırah ve yol giderleri, Devlet Hazinesince karşılanır."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Belli şartlarda tutukluya verilen mazeret izni; insan haklarına uygun bir infaz rejiminin gerçekleştirilmesinde izlenecek yollardan biri olarak kabul edilir. Ancak tutuklunun mali imkanlarının el vermemesi nedeniyle harcırah ve yol giderlerini karşılayamaması sonucunda, bu hakkını kullanmaması gerek hakkın özü, gerekse Anayasanın 2. maddesinde belirtilen "sosyal devlet" ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Mali imkanları el vermeyen tutuklunun ve kendisine refakat eden dış güvenlik görevlisinin harcırah ve diğer yol giderlerinin Devlet Hazinesinden ödenmesi suretiyle mazeret izninin kullanılabilmesini sağlamak amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.

Yaşamsal bir hastalık nedeniyle hükümlü sadece bir gün teklifte belirtilen yakınlarıyla görüşmesinin sağlanmasının keza teklifin amacına uygun olmadığı nedeniyle iki gün olarak düzenlenmesini teklif etmekteyiz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 Sıra Sayılı yasa teklifinin 3’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının 2’nci satırındaki babasından sonra gelmek üzere (veya kardeşlerinin) ibaresinin ilavesini arz ederim.

                                                                                                       Kamer Genç

                                                                                                         (Tunceli)

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Eşinin kardeşi için de aynı hakkın tanınması öngörülmüştür.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 136 Sıra Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çerçeve 3 üncü maddesiyle eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “bu fıkra gereğince” ibaresinin “bu madde gereğince” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                            Ayşe Nur Bahçekapılı (İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Tutuklu, maddenin ikinci ve eklenen üçüncü fıkra kapsamında izin hakkından yararlanabilecek olup, eklenen dördüncü fıkranın son cümlesinde belirtilen atfın yanlış uygulanmasına mahal verilmemesi ve ifade netliğinin sağlanması amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Dilek Akagün Yılmaz…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Bülent Tezcan…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince, oylamadan önce oyunun rengini belirtmek üzere ve lehte söz isteyen Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Gece saat tam 12’yi geçti, ertesi güne döndük. Bugün, dünden kalan bir yasayı ve kamuoyunu günlerce işgal eden bir yasayı da Genel Kurul kabul etmiş durumda.

Bu yasa, biraz önce konuşan milletvekili arkadaşımızın ifade ettiği gibi, Adalet Komisyonunda görüşüldü, 16 Ocak tarihinde bastırılıp dağıtıldı, 17 Ocak tarihinde de AK PARTİ Grubunun önerisi doğrultusunda kırk sekiz saat geçmeden gündeme alınması beklendi, gündeme alınmasıyla ilgili görüşmeler yapıldı ve gündeme alındı.

Bu yasanın geliş süreci: Sayın Başbakanımızın rahatsızlığı süreci içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi eski Genel Başkanı Sayın Baykal’ın ziyareti sırasında bu konuyu dile getirmesiyle birlikte kanun teklifi milletvekili arkadaşlarımız tarafından hazırlandı, komisyonlar aşamasından sonra bugüne gelindi. Biz 17 Ocak tarihinde bunun kırk sekiz saat geçmeden gündeme alınmasıyla ilgili teklifimizi verdikten ve Genel Kurul kabul ettikten sonra, çeşitli gerekçelerle kanun teklifinin görüşülmesi ancak bugüne gelebildi.

Bakın, değerli arkadaşlarım, geçen üç buçuk aylık süre içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi yaklaşık 20 civarında grup önerisi getirdi. Hiçbir grup önerisinde bu kanun teklifinin görüşülmesiyle ilgili bir grup önerisini görmedik. Açıkçası, önce İç Tüzük’le ilgili tartışmalar, arkasından siyasi partimizin, Cumhuriyet Halk Partisinin kurultayla ilgili, 26 ve 27 Şubat tarihlerindeki kurultayları gerekçesiyle bu kanun teklifinin görüşmeleri ertelendi.

Açık ve net ifade ediyorum. Milletvekili arkadaşımızın söylediği, AK PARTİ Grup Başkan Vekillerinden ben ve Sayın Canikli’nin ifade ettiği, kamuoyuyla paylaştığımız bu konuyla ilgili, Cumhuriyet Halk Partisinin grup başkan vekili arkadaşlarımızla yaptığımız istişare sonunda ancak bugüne geldi. 8 Mart tarihinde yaptığımız telefon görüşmesinde -8 Mart günlerden perşembe- salı günü bu kanun teklifini görüşmek üzere kararlaştırdık ama 11 Mart tarihinde, kamuoyunun çok yakından bildiği 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili getirdiğimiz kanun teklifinin görüşmeleri sırasında komisyonda farklı şekilde ortaya çıkan olaylar neticesinde maalesef bu teklifi yine görüşemedik ve altını çizerek ifade ediyorum ve üzülerek ifade ediyorum, burada Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekili arkadaşlarımızın bu kanun teklifini AK PARTİ’nin grubuna yüklemeye çalışmasını da haksızlık olarak gördüğümü de ifade etmeye çalışıyorum. 16 Ocak tarihinde komisyondan geçmiş, 17 Ocak tarihinde kırk sekiz saat geçmeden Genel Kurul gündemine alınması AK PARTİ Grubu teklifiyle getirilmiş bir teklifin burada kürsüye çıkıp da milletvekili arkadaşlarımızın AK PARTİ tarafından engellendiğini ifade etmelerini açıkçası AK PARTİ Grubu milletvekillerine yapılan bir haksızlık olarak değerlendiriyorum.

Eğer bu yasa bizim teklif ettiğimiz süre içerisinde çıkmış olsaydı, Allah rahmet eylesin, Sayın Haberal, annesi rahmeti rahmana kavuşmadan önce belki de annesini son nefesinde ziyaret etmek imkânı bulacaktı. Bu yükü, bu sorumluluğu hiç kimsenin AK PARTİ Grubuna, AK PARTİ grup başkan vekillerine ve AK PARTİ grubuna mensup milletvekillerine yükleme hakkı yoktur. Bu bilgiyi sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum.

Yasanın hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı bu teklifin görüşülmesini…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sen bu söylediklerine inanıyor musun Elitaş? Neden geç kaldığı belli.

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekili…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – 1’inci maddeyi niye çektin o zaman?

BAŞKAN – Sayın Öztürk, bir saniye…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Niye çektin 1’inci maddeyi? Neden engellediğin belli senin.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ali Rıza Öztürk, hiç konuşma.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Öztürk, rica ediyorum.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Pazarlık yaptınız, şimdi beni kızdırma.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hiç hakkın yok konuşmaya.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Yok ya!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Konuşmasında grubumuza açıkça iftirada bulunmuştur, sataşmanın ötesinde iftirada bulunmuştur. Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, buyurun. Lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeyin.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

10.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce burada konuşan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Elitaş, açıkça iftira etmiştir, gerçekleri saptırmıştır. Kendi söylediği cümleler dahi Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun bu konuda ne kadar samimi olmadığını göstermektedir. Diyor ki: “8 Martta Cumhuriyet Halk Partisi Grubuyla biz bunu görüştük, gündeme alalım dedik ama alamadık.” Bırakalım 8 Mart öncesini, sizin cümlenizi kabul ediyorum…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 8 Mart tarihinde kiminle konuştuğumu biliyorsunuz herhâlde.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sizinle ben telefonla görüştüm, tarihi hatırlamıyorum ama sizin tarihinizi kabul ediyorum. Bakın…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Evet, Dünya Kadınlar Günü’ydü.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, o da doğru değil…

BAŞKAN – Sayın Elitaş, hatibe müdahale etmeyin lütfen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – O da doğru değil. 8 Mart tarihinden bugüne kadar niye bunu yasalaştırmadınız? “4+4 girdi, başka bir şey girdi, o girdi, bu girdi.” Kaç haftadır gündeme alınacak, devamlı bir bahane buldunuz, ertelediniz. “Bakan yok.” dediniz, “O yok, bu yok.” dediniz. Gerçek ortaya çıkmıştır, 1’inci maddeden dolayı bir sıkıntı yaşadınız.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz niye ertelettiniz Sayın Hamzaçebi?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Siz, bugün…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Siz niye ertelettirdiniz Sayın Çebi?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – 1’inci maddeyi bugün çıkardınız. Koyduğunuz gibi, Komisyonda koyduğunuz gibi çıkardınız bunu. Evet, biz, 1’inci maddenin yanlış olduğuna ilişkin görüşlerimizi Komisyonda ifade ettik ama sizin bugün bunu çıkarmanızın nedeni bizim Komisyonda ifade ettiğimiz görüşler değil, başka nedenler.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Hamzaçebi, 8 Mart tarihinde konuştuk sizinle telefonda.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye kabul ettiniz o zaman Sayın Hamzaçebi?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Devam ediyorum… Devam ediyorum…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye söz verip elinizi kaldırmadınız, “Evet” demediniz?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Bahçekapılı, size bravo!

BAŞKAN – Sayın Bahçekapılı, lütfen…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bir Grup Başkan Vekiliniz buradan, siz oradan, maşallah! Bravo!

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Her zaman böyle yapıyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Hamzaçebi, 8 Martta sizi kim aradı?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Devam ediyorum…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerçekleri söyleyince…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Devam ediyorum…

Sayın Başkan, bunları lütfen süreme ilave edin, bunu talep ediyorum bakın.

BAŞKAN – Buyurun, buyurun… İlave edeceğim, buyurun.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – İçeride bir şey isteyip böyle sessiz kalıyorsunuz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, ben bu konuda Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun tam 4 Grup Başkan Vekiliyle görüştüm. Sadece Sayın Elitaş’la değil, Sayın Nurettin Canikli’yle görüştüm, Sayın Ahmet Aydın’la görüştüm, Sayın Mahir Ünal’la görüştüm. 1 kez sizinle değil, 4 kez görüştüm, 4 ayrı seferde görüştüm, 8 Martın öncesinde de görüştüm. “Sayın Başbakana soralım.” dediniz, “Onayını alalım.” dediniz, “Onay aldık, alıyoruz.”, “Efendim, bizim Grup Yönetim Kurulumuz toplandı, toplanıyor.”, “Karara varamadık. MYK’ya gidiyoruz, orada konuşacağız.” Oraya gittiniz geldiniz, kayboldu gitti. İnsan samimi olur.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tıpkı sizin gibi! Tıpkı sizin gibi samimi olur!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Dersiniz ki: “1’inci maddede biz terör örgütü lideriyle ilgili bir düzenleme koyduk. Burada sıkıntımız var. O nedenle Haberal maddesine sıra gelmiyor.” Bunu açıklıkla söyleyebilirsiniz. Böyle kıvırmaya gerek yok, kıvırmaya gerek yok.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz yapıyorsunuz, siz!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Sizin tarihinizi esas alacağım, 8 Mart; diyelim ki 8 Martta görüştük.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Duvarın arkasında konuştuklarınızla burada konuştuklarınız çok farklı.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Onun öncesinde de görüştük ama 8 Martı kabul edelim. 8 Marttan bu tarihe kadar niye beklediniz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika süre ekliyorum, buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Haberal’ın annesine Allah’tan rahmet diliyorum. Rahmete kavuştu, tepki gösterdik biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak. Siz dediniz ki: “Onlar hiç gündeme getirmediler.” Peki, Parlamento geleneğinde, tarihinde var mı böyle bir şey? İktidar grubunun getirmiş olduğu bir teklifle, tasarıyla ilgili olarak muhalefet partisinin önerisini iktidar partisi kabul eder mi? Var mı örneği? Yok. Sayın Haberal’ın annesi rahmetli oldu, ertesi hafta siz bunu gündeme alacağınızı söylediniz. E, kaç hafta geçti? Niye alamadınız? Sıkıntı neydi?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İş güç, yoğunluk!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sıkıntı 1’inci maddeydi. Bunu açıkça itiraf edin.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz de 1’inci maddenin kaldırılması yönünde görüş bildirdiniz Sayın Hamzaçebi, kabul ettiniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bir de şunu da söyleyeyim: Oyunun rengini belli etmek üzere iki konuşmayı da kapatmışsınız, yakışmıyor. Sayın Elitaş buradan konuşurken konuşma fırsatı elde edebilmek amacıyla konuşmanın birisini talep ettim Sayın Bahçekapılı’dan ama tabii ki onun demokrasi anlayışı bunu uygun görmediği için sataşmadan söz almak zorunda kaldım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sizden öğrendim, sizden! Demokrasi anlayışını sizden öğrendim!

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Bugün biz istediğimiz için mi getirdiniz bu yasayı?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ben verdiğimiz söz üzerinde duruyorum. Bak benim burada aslanlar gibi grubum var, istediğimizi getiriyoruz, kimseden korkmuyoruz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ha, işte doğru söylüyorsun, istediğin için getirdin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hem şahsıma hem AK PARTİ Grubuna “iftiracı” diyerek, hem AK PARTİ Grubuna “kıvırtıyor” diyerek hakaret etmiştir. Sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, bir gerçeği ifade ettim.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Benim konuşma metnime bak!

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Burada ne söylüyorsan orada da onu söyle.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Senin Bakanın katılsın önce! Senin Bakanın katılsın, bırak onu sen! Senin Bakanın katılsın! Benim konuşma metnim var…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sen kendinden mesulsün.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Muhalefet şerhim var, konuşma metnim var. Bugün biz istediğimiz için mi getirdiniz?

BAŞKAN – Sayın Öztürk lütfen…

Sayın Elitaş, iki dakika, lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Biz istediğimiz için mi getirdiniz bugün?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O zaman konuşma, o zaman “Evet” diyoruz demeyin.

BAŞKAN – Kapattım süreyi, bir saniye.

Sayın Öztürk, lütfen ama… Sayın Öztürk…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – CHP istediği için mi getirdiniz?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – “Evet” diyoruz demeyin o zaman, ucuz siyaset yapmayın.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

Sayın Öztürk, lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, bir…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sen, korktuğun için pazarlık yapmıştın, 1’inci maddeyi onun için çektin…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ucuz siyaset ucuz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – …demokrasi anlayışıyla çekmedin…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ucuz siyaset ucuz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – …korktuğundan çektin, tamam mı!

BAŞKAN – Sayın Öztürk…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Demokrasiden çekseydin komisyonda çekerdiniz, bizim önergeyi kabul ederdiniz.

BAŞKAN – Sayın Elitaş buyurun.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Haksızlığını bağırarak kapatamazsın.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Hadi canım sen de hadi!

BAŞKAN – Sayın Elitaş buyurun lütfen.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tutarsızlığını bağırarak kapatamazsın.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Samimiyetsizler, bir de utanmadan çıkıp televizyondan yalan söylüyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan bakın, Grup Başkan Vekiline hakaret ediyor.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 00.13


YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 00.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

136 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi, Sayın Elitaş sataşma nedeniyle söz istemişti.

Yeni bir sataşmaya mahal vermeden, iki dakika süre veriyorum.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

11.- Kayseri  Milletvekili  Mustafa  Elitaş’ın,  İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sesin çok yüksek çıkması haklılıktan değil suçluluğun emaresindendir.

Oradan, oturduğun yerde grup başkan vekillerine, AK PARTİ Grubuna hakaret edeceksin, “Ben bunları… Ne konuştuklarım burada” diye söyleyeceksin, bağıracaksın, elin yüzün kızaracak, ondan sonra da “Yanlış yapıyorsun.” diyeceksin. Bu, haksızlığın en önemli göstergesidir.

8 Mart tarihinde 1 grup başkan vekiliyle görüştük, Sayın Hamzaçebi’yle görüştük bu kanunu görüşelim mi diye.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “Görüştük.” derken, ben aradım sizi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Siz aradınız beni “Bu kanunu görüşelim mi?” diye.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Evet. Onu da söyleyin ama eksik söylüyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ben de kim aradı diye sordum burada, cevap vermediniz, başkasına laf yetiştirirken bana cevap verme ihtiyacı hissetmediniz.

Aradınız görüştük. “Önümüzdeki hafta görüşelim, bizim de kanaatimiz o fakat bu konuyla ilgili görüşleriniz değişti mi?” dedim, “Evet” dediniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hangi konuyla ilgili?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “Bu konuyla ilgili, bu kanun teklifini buraya getirmeyle ilgili görüşleriniz değişti mi?” dedim, “Evet” dediniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, siz böyle bir…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – İftira ediyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – İftira etmiyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – İftira ediyorsunuz, hayır. 

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Sayın Hamzaçebi, iftira etmiyorum, sizinle konuştuklarımı söylüyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, hayır…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Bunun neresinin pazarlığı olur?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Açık ve net şekilde, 26-27 Şubat tarihinde…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakın, Sayın Elitaş, yakışmıyor, yalan söylüyorsunuz…

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, lütfen dinleyiniz, lütfen Sayın Hamzaçebi…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 26-27 Şubat tarihinde kurultayınız gelene kadar “Bu konuyla ilgili görüşmeyelim.” diye ifade ettiniz.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yalan söylüyorsunuz! Lütfen… Ayıptır…  Ayıptır…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ve Sayın Grup Başkan Vekilimiz açık şekilde beyan etti, basınla yaptığı toplantıda dedi ki: “24 Ocak tarihinde gelin bu kanunu görüşelim, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini grup önerileriyle tıkamayın, grup önerileriyle tıkamayın bu kanunu görüşelim.” diye ifade edildi ama maalesef bugüne kadar gelen süreçte bunun görüşülmemesinin en büyük sorumluluğu, tekrar altını çizerek ifade ediyorum, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun net olmayan tavrından  kaynaklanmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri de bu konunun böyle olduğunu maalesef bilmiyorlar. Bunu ifade etmek istedim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı gerçek dışı bir beyanda bulunmak suretiyle bana sataşmıştır. Söz istiyorum efendim. 

BAŞKAN – Biraz önce aynı şeyler söylendi Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –  Hayır ama bakın yeni bir şey söyledi.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Hamzaçebi.

İki dakika… Karşılıklı devam edecek anlaşılan.

Buyurun.

12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Elitaş’ın bahsettiği gibi bir konuşma olmamıştır. Bütün kutsal değerlerim üzerine yemin ediyorum ki “Bu kanunla ilgili görüşünüz değişti mi?” şeklinde bana bir soru sormamıştır ve ben de böyle bir konuda bir değerlendirme yapmamışımdır. Bütün kutsal değerlerim üzerine yemin ediyorum.

Bu kadar iftira olamaz! Ayıptır, ayıptır! Daha ağır bir şeyi söylememe şu kürsü izin vermiyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bundan sonra  konuşmalarımızı kayıt altına alacağım. Bu ikinci oldu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – O zaman ben size şunu da söyleyeyim: Sizden bir grup başkan vekili bana şunu dedi, bunu söylemek istemezdim: “Biz 1’inci maddede BDP’nin tepkisinden çekiniyoruz. BDP kürsüyü işgal edecek. Bu nedenle bunu getirmekten imtina ediniyoruz, çekiniyoruz.” Eğer ısrar ederseniz o grup başkan vekilinin ismini de verebilirim burada. Biraz önce Sayın Ahmet Aydın’a o ismi verdim, arzu ederseniz burada bunu verebilirim. Hoş olmuyor iftira atmanız. İnsan çıkar açıklıkla söyler. Eğer açıklıkla söyleyemeyeceği bir şey varsa susar, ayıptır. Sayın Elitaş, hakikaten bugün bir başka Elitaş tanıdım, siyaseten polemikler yapılır, konuşmalar yapılır, gruplar kendi haklarını savunurlar, açıklıklardan yararlanmaya çalışırlar ama benim söylemediğim bir şeyi bana söyleyerek, üstüme atarak bana iftira ettiniz. Siz bana “Grubunuzun görüşü değişti mi?” diyeceksiniz, ben de “Evet.” diyeceğim! Böyle sizin bana diyebilmeniz, benim size “Evet.” diyebilmem için bundan önce bu konuda bir diyalog olması gerekir aramızda. Ne grup değişikliği? Grubumuzun görüşü baştan beri ayakta duruyor, siz ayaklarınızın üzerinde duramadınız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ADİL KURT (Hakkâri) - Sayın Başkan…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir saniye, bir saniye. Önce hanginize söz vereyim?

Önce Sayın Kurt istedi. Bir saniye Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, orası muhatabı değil. İftira edilen şahıs benim,  iftirayla itham edilen şahıs benim. Sayın Hamzaçebi yaptığı konuşmaları ifade ediyor. Ben konuşmalarımızı,  telefon konuşmalarımızı, ne konuştuğumuzu şimdi ifade etme hakkına sahip oldum.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, bu sabaha kadar devam edecek ve neticede de mahkemede tazminat davasıyla halleşeceksiniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, bir doğruyu bulmamız lazım.

BAŞKAN - Buyurun iki dakika söz veriyorum.

13.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, günlerden 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü. Sayın Başbakan’ın Mardin’de toplantısı var. Kadınlar Günü’yle ilgili Mardin’de toplantı çerçevesinde Sayın Hamzaçebi beni aradı. Dedi ki: “Böyle böyle bir durum var. Biz bu konuyu görüşmek istiyoruz. Önümüzdeki hafta görüşebilir miyiz?” “Akif Bey, görüşebiliriz.” dedim. “Ben bir arkadaşlarımla istişare edeyim, Sayın Başbakanla da görüştükten sonra bu meseleyi gündeme getirelim, önümüzdeki hafta bu konuyu değerlendirelim.” dedim. “Tamam” denildi. Sayın Başbakanla görüştük, Sayın Başbakan dedi ki: “Daha hâlâ çıkarmadınız mı o yasayı?” Açık ve net ifade ediyorum. “Daha hâlâ bu yasa çıkmadı mı?” dedi.

Bakın, değerli arkadaşlar, yine aramızdaki geçen diyalog: Sayın Hamzaçebi, “Biz diğer arkadaşlarımızla yaptığımız görüşme çerçevesinde bu Sayın Baykal’ın teklifi olduğundan dolayı bunu gündeme almak istemiyoruz...” “Niye?” “Kurultaydan önce gündeme almak istiyoruz.” diye ifadeler kullandı.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Kim? Ben mi?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Açık ve net söylüyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sen ahlaksızsın! Sen şerefsizsin! 

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Alçak sensin! Alçak, şerefsiz sensin!

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Şerefsizsin sen! Ahlaksızsın!  Ahlaksız!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Doğruları duymak niye rahatsız ediyor seni!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.

                                                        Kapanma Saati: 00.23

SEKİZİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 00.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Sekizinci Oturumunu açıyorum.

136 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun  Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Sayın Hamzaçebi, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın bazı ifadelerine karşı gösterdiği tepki ve söylediği sözlerden dolayı özür dilediğine ilişkin açıklaması

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce burada üzücü bir olay yaşadık. Sayın Elitaş’ın gerçek dışı olduğunu ifade ettiğim beyanlarından sonra, yerime geçtikten sonra, kendisinin buraya, kürsüye çıkıp yine gerçekle hiçbir ilgisi olmayan birtakım beyanları üzerine yerimden birtakım tepkilerde bulundum, aşırı tepkilerde bulundum. Bu tepkileri, her şeyden önce kendime uygun bulmadım, üslubuma uygun bulmadım. Sayın Elitaş’tan ve Genel Kuruldan özür diliyorum. (Alkışlar)

Bunların olmaması gerekir. Bu özrüm, Sayın Elitaş’ın açıklamalarının doğru olduğu anlamına gelmiyor, orada aynı noktadayım. Çok kısaca, bir dakikalık zaman içerisinde söyleyeyim; o hafta Sayın Başbakanla görüşeceğini söyledikten sonra bana Elitaş dönmedi, ben ertesi hafta Sayın Canikli’ye sordum yani söylediği şekilde bir diyaloğun olmasının imkânı yok. Sayın Başbakanla görüştükten sonra bana dönmedi veya görüşüp görüşmediğini bilmiyorum. Sayın Canikli de görüşmemizde “Tamam, onun onayı alındı.” dedi ama ondan sonra bir türlü görüşülemedi. Sonra Ahmet Aydın’la görüştüm, Sayın Mahir Ünal’la görüştüm. Bu bir türlü gerçekleşmedi. Bunu da bilginize sunuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir dakika söz talep ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş.

9.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin bazı ifadelerinden üzüntü duyduğuna ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden eleştiri en ağır ve incitici olabilir, her şeyi söyleyebiliriz, yeter ki hakaret etmeyelim, yeter ki iftira atmayalım.

Bizim hayattaki en önemli değerlerimiz, varlığımız ailemiz, anamız, babamız, evlatlarımız. Üzüldüm, yakıştıramadım, hiç de kendisinden beklemediğim bir tavırla, belki başkası söylese “Hoş” diyebilirdim, “Olabilir.” diyebilirdim ama uzun yıllar tanıdığım Sayın Hamzaçebi’nin -burada ifade etmek istemiyorum- 26 Eylül 2006 tarihinde, ramazanın 3’ünde rahmeti Rahman’a kavuşan aziz anama… Söylemek istemiyorum, aynen de iade etmek de istemiyorum çünkü analar aziz bir varlıktır. Hiçbir tartışmaya evlatlarımız, analarımız karıştırılmamalıdır. Şahsımızla ilgili her şey olabilir. Bütün milletvekili arkadaşlardan istirham ediyorum, en ağır eleştiriler olabilir, en incitici şeyler söylenebilir, yanlış ifadeler de kullanabiliriz ama bu kullandığımız meseleler bizim aziz olarak kabul ettiğimiz değerlerin üzerine olmaması gerekir diyor yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun  Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136) (Devam)

BAŞKAN – İç Tüzük  Madde 86 gereğince aleyhte söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gecenin bu vakti sabrınızı zorlamak istemiyorum.

İstanbul Milletvekilimiz Sayın Doğan Kubat’ın vermiş olduğu teklifin yasalaşacağını umuyor, bu teklifin milletimize, memleketimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN –Teşekkür ediyorum.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 2 Mayıs 2012 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

                                                                          

Kapanma Saati: 00.49