DÖNEM:
24
YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 20
100’üncü
Birleşim
26 Nisan 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı
tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Hükûmetin
Gündem Dışı Açıklamaları
1.-
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye
konusunda gündem dışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney
Korutürk, MHP Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, BDP Muş Milletvekili Sırrı
Sakık ve AK PARTİ Adana Milletvekili Ömer Çelik’in grupları adına, İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in şahsı adına konuşmaları
B) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’ın, Pilotlar Günü’ne ilişkin gündem dışı
konuşması
2.-
Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’nun, Trabzon’un sorunları ve göç
konusuna ilişkin gündem dışı konuşması
3.-
Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, özel idarenin Aydın’ın Çine ilçesine bağlı
altı köyde yaptığı satışlara ilişkin gündem dışı konuşması
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
milletvekillerine sataşması nedeniyle
konuşması
2.-
Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in, İstanbul Milletvekili Osman Taney
Korutürk’ün şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.-
İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk’ün, Ankara Milletvekili Emrullah
İşler’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.-
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in MHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
5.-
Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in CHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
6.-
İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in
BDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
7.-
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
8.-
İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun MHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
9.-
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
10.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
11.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
12.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
13.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin şahsına sataşması nedeniyle konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubundan bir milletvekiline, Başkanın sataşma olmadığı halde sataşma
gerekçesiyle söz vermesine ilişkin açıklaması
2.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Sırrı
Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
3.-
Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun,
İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
4.- İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 26
Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
5.-
İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel’in, 26 Nisan 1986 tarihinde
Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması
6.-
Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu’nun, Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun gündem dışı konuşmasına ilişkin açıklaması
7.-
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer
Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması
8.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın bazı ifadelerine karşı gösterdiği tepki ve söylediği sözlerden dolayı
özür dilediğine ilişkin açıklaması
9.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin bazı ifadelerinden üzüntü duyduğuna ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.-
Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, Amasra
Taşkömürü İşletme Müessesesinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/259)
2.-
Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve 21 milletvekilinin, yüksek yargılama
harçlarının ortaya çıkardığı sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/260)
3.-
Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 24 milletvekilinin, orman köylüleri ve
ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/261)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.-
BDP Grubunun, 6/4/2012 tarihinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve
arkadaşlarının yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan cari açığın
araştırılması amacıyla vermiş olduğu
Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe günkü
birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.-
CHP Grubunun, 16/12/2011 tarihinde Sinop Milletvekili Engin Altay ve
arkadaşlarının termik santraller ve Gerze'de kurulması planlanan termik santralin
insan sağlığına, tarıma ve çevreye vereceği zararların araştırılması amacıyla
vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe
günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşme-lerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin
Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
2.-
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı:
180)
3.-
Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa
Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili
Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta
Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun
Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S.
Sayısı: 223)
4.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları
(2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136)
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Afyonkarahisar Milletvekili Kemalettin Yılmaz’ın, Dinar’daki KYK yurduna
bağışta bulunan bir hayırseverin isminin verilmemesine ilişkin sorusu ve
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı (7/5243)
2.-
Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Süper Lig ve TFF ile ilgili bazı
iddialara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın cevabı
(7/5409)
3.-
Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, katıldığı bir programda açıklanan
kamuoyu araştırması sonuçlarına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıç’ın cevabı (7/5410)
4.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun, yabancı ülkelerle yapılan
işbirliği anlaşmalarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu’nun cevabı (7/5679)
5.-
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ağrı’daki bitki türlerinin korunması ve
tanıtılmasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/5853)
6.-
Manisa Milletvekili Hasan Ören’in, Turgutlu Çataldağı’nda nikel madeni arama
çalışmalarının bölgeye verdiği zarara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5857)
7.-
Manisa Milletvekili Sakine Öz’ün, Demirci Orman İşletme Müdürlüğü ile ilgili
bazı usulsüzlük iddialarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu’nun cevabı (7/6004)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 14.04’te açılarak altı oturum yaptı.
Kocaeli
Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan, Gebze ve sorunlarına ilişkin gündem dışı bir
konuşma yaptı.
Adıyaman
Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olaylarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Sağlık Bakanı Recep Akdağ,
Hatay
Milletvekili Adnan Şefik Çirkin’in, süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşmasına Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker,
Cevap
verdiler.
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır,
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan,
Sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına ve bu sorunun çözüme kavuşturulması
gerektiğine ilişkin birer açıklamada bulundular.
Tekirdağ
Milletvekili Candan Yüceer ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı
şiddet olaylarının nedenlerinin ve çözüm yollarının (10/252),
İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde
görev yapan doktorların uğradıkları saldırıların nedenlerinin (10/253),
İzmir
Milletvekili Hülya Güven ve 22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik
şiddet olaylarının sebeplerinin (10/254),
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının
sağlık çalışanlarına uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının (10/255),
Ankara
Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin (10/256),
Bingöl
Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının (10/257),
Mersin
Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik
şiddet olaylarının nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici
politikaların (10/258),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, alınan karar gereğince 25 Nisan 2012
Çarşamba günkü birleşiminde yapılacağı açıklandı.
İstanbul
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin (10/49), Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin (10/113), Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı ve 27 milletvekilinin (10/118), Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin (10/252), İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24
milletvekilinin (10/253), İzmir Milletvekili Hülya Güven ve 22 milletvekilinin
(10/254), Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin (10/255),
Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin (10/256), Bingöl
Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin (10/257), Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcı ve 20 milletvekilinin (10/258) esas numaralı, sağlık çalışanlarına
yönelik artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri birlikte
yapılan ön görüşmelerinden sonra kabul edildi.
Kurulacak
Komisyonun, 17 üyeden teşekkül etmesi, çalışma süresinin başkan, başkan vekili,
sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olması, gerektiğinde
Ankara dışında da çalışabilmesi kabul edildi.
Sağlık
Bakanı Recep Akdağ, Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve Samsun Milletvekili
Cemalettin Şimşek’in şahsına,
İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın CHP
Grup Başkanına,
Uşak
Milletvekili İsmail Güneş, Manisa Milletvekili Özgür Özel’in şahsına,
Sataşmaları
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Bingöl
Milletvekili İdris Baluken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın bir ifadesini
düzelttiğine;
İzmir
Milletvekili Oktay Vural,
Sağlık
Bakanı Recep Akdağ,
Bazı
ifadelerini geri aldıklarına;
İlişkin
birer açıklamada bulundular.
Gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;
1’inci
sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S.
Sayısı: 156),
2’nci
sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun
(1/569) (S. Sayısı: 180),
Görüşmeleri,
Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü
sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, Manisa Milletvekili Uğur Aydemir
ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin
ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu
Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya
Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223)
görüşmelerine devam edilerek 10’uncu maddesine kadar kabul edildi; verilen
aradan sonra Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü
sırasında yer alan, Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu Taşımacılığına İlişkin
Sınır Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8 Numaralı Ekinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/350) (S. Sayısı: 74),
5’inci
sırasında yer alan, Bozulabilir Gıda Maddelerinin Uluslararası Taşımacılığı ve
Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel Ekipmana İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/415) (S.
Sayısı: 77),
6’ncı
sırasında yer alan, Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile Bu Konvansiyonu
Tamamlayıcı Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 139),
Yapılan
açık oylamasından sonra kabul edildi.
Alınan
karar gereğince, 26 Nisan 2012 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere
birleşime 22.47’de son verildi.
Sadık
YAKUT
Başkan
Vekili
Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Bayram
ÖZÇELİK
Bartın Burdur
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Tanju
ÖZCAN Özlem
YEMİŞÇİ
Bolu Tekirdağ
Kâtip Üye Kâtip
Üye
No:
135
II.- GELEN KÂĞITLAR
26
Nisan 2012 Perşembe
Meclis
Araştırması Önergeleri
1- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 20 Milletvekilinin, Amasra taşkömürü işletme müessesesinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/259) (Başkanlığa geliş
tarihi: 28/10/2011)
2- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve
21 Milletvekilinin, yüksek yargılama harçlarının ortaya çıkardığı sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/260) (Başkanlığa geliş tarihi:
28/10/2011)
3- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 24
Milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/261) (Başkanlığa geliş tarihi:
28/10/2011)
26 Nisan 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA
(Bartın), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşimini
açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır.
Görüşmelere
başlıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, Hükûmet adına Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun,
bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye hakkında İç Tüzük’ün 59’uncu maddesine göre
gündem dışı söz talebi vardır, gündeme geçmeden önce bu talebi yerine
getireceğim.
Sayın
Bakanın açıklamasından sonra istemleri hâlinde siyasi parti gruplarına ve grubu
bulunmayan milletvekillerine söz vereceğim. Grubu bulunmayan milletvekilleri
için söz talebi kaydı başlamış bulunmaktadır. Grup üyesi olmayan sayın
milletvekillerinin söz taleplerini Başkanlığımıza bildirmelerini rica ederim.
Konuşma
süreleri Hükûmet için yirmi, siyasi parti grupları için on, grubu bulunmayan
milletvekilleri için beş dakikadır.
Sayın
Bakan, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Hükûmetin
Gündem Dışı Açıklamaları
1.- Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’nun, bölgemizdeki gelişmeler ve Suriye konusunda gündem dışı
açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk, MHP Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve AK PARTİ Adana
Milletvekili Ömer Çelik’in grupları adına, İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzel’in şahsı adına konuşmaları
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce
Meclisi ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bölgemizdeki
gelişmeler ve Suriye konusu bir yıldan uzun bir süredir dış politikamızın öncelikli
gündem maddeleri arasında yer almaktadır. Hükûmet olarak yoğun bir mesai sarf
ettiğimiz bu konu hakkında yüce Meclisimize her fırsatta bilgi sunmaya gayret
ediyoruz. Bugün bu nedenle huzurunuzda bulunuyorum. Suriye konusunda
izlediğimiz politikanın anlaşılması için öncelikle bazı değerlendirmelerimizi
paylaşmakta yarar görüyorum.
Tarihin
akışının hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz bu dönemin
belirleyicisi Orta Doğu’da yaşanmakta olan, kökeninde toplumsal hareketlerin
yer aldığı kapsamlı uyanış ve siyasi dönüşüm sürecidir. Dolayısıyla, Suriye’de
yaşananlar bu kapsamlı dönüşümün parçasıdır ve boşlukta cereyan etmemektedir.
Statükonun duvarlarının yıkıldığı bu sürecin sonunda bu bölgedeki devlet ve
iktidar anlayışında ve beşerî coğrafyada köklü değişiklikler yaşanması, yeni
bir düzenin -bir barış düzeninin- kurulması kaçınılmaz hâle gelmiştir. Geniş
halk kitleleri kendilerini yönetenler ile aralarındaki ilişkinin meşruiyet
temelinde sürmesi ve rejimlerin halkın iradesine dayanması için seslerini
yükseltmişlerdir, yükseltmeye devam etmektedirler.
Bölgede
bir yılı aşkın süredir yaşananlar bu coğrafyada yönetenler ile halklar
arasındaki ilişkinin ancak ve ancak meşruiyet zemininde yürüyebileceğini
göstermiştir. Meşruiyetini halkın iradesine değil, sahip olduğu kaba kuvvete
dayandıran iktidar anlayışlarının sonunun geldiği ortaya çıkmıştır. Tarihin
akışı bellidir, özgürlük, adalet ve eşitlik arayışının ikamesi yoktur. Kendi
halkının bu arayışına cevap veremeyen rejimler er ya da geç ya değişecek ya da
yıkılacaktır. En önemlisi de bu talepler doğrudan sokaktaki insandan
gelmektedir. Yaşananları, dışarıdan empoze edilen planlarla, komplolarla izah
etmeye çalışmak her şeyden önce bu onurlu bölge insanına hakarettir. Onlara
“Siz tarihte bir özne değilsiniz, siz kendi iradenizle bir süreci
başlatamazsınız, yürütemezsiniz.” demektir.
Beşerî
coğrafya bağlamında bir diğer önemli hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Orta
Doğu bölgesinde uzun yıllar boyunca statüko adına hürriyet, adalet ve çoğulculuk
feda edilmiştir. Nitekim azınlık diktalarının yaptıklarının faturası, bir
diğerini öteki ve hasım gören etnik ve mezhep temelli bir siyaset anlayışı
olarak bugün karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayışın jeopolitik çıkara ve güç
dengesine dayalı bir politikayla birleşmesi durumunda Orta Doğu’da bugüne kadar
gördüklerimizden çok daha vahim ve bölgenin geleceğini tehlikeye sokacak bir
çatışma ve kaos döneminin başlaması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir senaryodan
herhangi bir ülkenin, mezhebin veya toplumun kazançlı çıkması ise imkân ve
ihtimal dâhilinde değildir. Bölgedeki olağanüstü değişim sürecinde izlediğimiz
politikanın ana hedefi bu vahim tablonun gerçekleşmesini önlemektir.
Temel
ilkelerimiz de açıktır. Biz, azınlık diktalarının değil, kendi geleceğine sahip
çıkmak isteyen halkların yanındayız. Biz, bu coğrafyada hakkı kuvvete feda eden
ve çıkar mülahazasını bütün değerlerin önüne koyan bir anlayışa karşıyız. Biz,
kan bağına, ırka, dine veya mezhebe dayalı her türlü kutuplaşmayı, etnik ve
mezhep temelli siyaseti peşinen reddediyoruz. Bizim için bu coğrafyada etnik ve
mezhep farklılıkları tehdit değil zenginliktir. Zira biz, evrensel ve
demokratik değerler zemininde bir siyaset anlayışını savunuyoruz. Bölgemizdeki
sorunları diyalog ve uzlaşma yerine, çatışma ve kaba kuvvetle çözmeye çalışan
her türlü yaklaşımı da baştan reddediyoruz. Adalet, hak, akıl ve mantık eksenli
evrensel değerleri temel alan bir felsefeyle hareket ediyor, bu coğrafyanın
geleceğine sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bizim tek optiğimiz insanlıktır. Biz,
dini, etnik kökeni veya mezhebi ne olursa olsun bölge insanına baktığımızda
karşımızda sadece yaratılmışların en şereflisi olan insanı görürüz,
dostlarımızı görürüz, kardeşlerimizi görürüz. Suriye’de bugüne kadar
izlediğimiz ilkeli siyasetin anlaşılması için bu genel yaklaşımımızın bilinmesi
elzemdir. Bu temel felsefeyi anlamayanlar, bakıp da görmek istemeyenler, Suriye
politikamızı idrak problemi yaşamaktadır.
Suriye’deki
durum bağlamında en başta söylenmesi gereken şudur: Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu
durumun, yaşanmakta olan insanlık dramının müsebbibi de, faili de Suriye
rejiminin bizatihi kendisidir. Bir yılı aşkın süredir binlerce ölüm ve
kayıplara rağmen hâlâ kendi onurunu korumaya çalışan ve demokrasi talebini
sürdüren Suriye halkının dışarıdan yönlendirildiğini savunmak, kaynağı Suriye
dışında aramak beyhudedir, yanlıştır, Suriye halkına karşı da haksızlıktır.
Zira, fail de, sorumlu da, özgürlük, adalet ve hak arayışından başka hiçbir
talebi olmaksızın meydanlara inen halka kurşun sıkan, masum insanlara karşı
tank, top, tüfek kullanma emri veren totaliter Bass’çı zihniyettir. Suriye’deki gelişmeler ne dün ne de bugün
sadece bir Suriye meselesi olmuştur. Suriye’deki durum, her şeyden önce, bir
insanlık meselesidir. Katledilen bir masumun hakkını aramak, zulme karşı gür
bir sesle “Yeter, dur.” demek, insanlık, vicdanın gereğidir, inandığımız
değerlerin gereğidir. Zulme karşı haykırmak, AK PARTİ’nin ve AK PARTİ
İktidarının şiarıdır, her yerde şiar olmuştur, şiarı olmaya devam edecektir; Suriye
bağlamında da yaptığımız budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Suriye’deki
gelişmeler özünde bir bölgesel barış ve güvenlik meselesidir. Kendi halkıyla
savaşan Suriye rejimi, bölgesel istikrar, barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit
hâlini almıştır. Suriye’de halkın taleplerini dikkate almayan statükonun devamı
tüm bölgeyi kuşatacak bir kaos ve çatışma ortamı oluşturacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Suriye’deki
gidişatın başlıca üç açıdan değerlendirilebileceğini düşünüyoruz. İlk açıdan,
ilk perspektiften temel amacımız insanlık vicdanı ve evrensel değerler ile
ulusal çıkarlarımız arasında optimum dengeye dayalı politikamızı sürdürmektir.
Zira, biz, ulusal çıkarımızı inandığımız değerlerle birlikte tamamlıyoruz. Ne
ulusal çıkarlar adına insanlık ve vicdanın gereği olan değerlerden fedakârlık
ederiz ne de bu değerlerle ulusal çıkarlarımızı çelişkili görürüz. Bu değerleri
ne kadar savunursak ulusal çıkarımızı da o kadar maksimize ederiz.
İkincisi,
Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı
oluşturmaktır. Bu itibarla, Suriye’de halka yönelik şiddetin durması ve
mezhepsel bölünmeleri körükleyebilecek bir kaosun ve iç savaşın engellenmesi
için çalışıyoruz. Suriye halkının temel hak ve hürriyetlerinin güvence altına
alındığı, dinî, mezhebî ve etnik kökeni ne olursa olsun tüm Suriye
vatandaşlarının eşit haklara sahip olduğu tam demokratik bir sisteme geçilmesi
talebini, Suriye halkının bu talebini destekliyoruz, desteklemeye devam
edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Suriye’de barış ve istikrar Bass
rejimiyle değil ancak böyle, halka dayalı, meşruiyetini halktan alan yeni bir
siyasi yapıyla tesis edilebilir.
Bu
hedef doğrultusunda, Suriye’deki sorunun çözümü için bugüne değin hiçbir ülke
bizim kadar sabırla, samimi ve yoğun bir çaba sarf etmemiştir. Suriye
yönetiminin, Suriye halkının meşru talep ve beklentilerini karşılayacak
adımları atması ve bugünkü insanlık dramının yaşanmaması için altını kaldırıp
bakmadığımız hiçbir taş, başvurmadığımız hiçbir diplomatik yöntem, aramadığımız
hiçbir çare kalmamıştır. Bir dost ve kardeş ülke olarak elimizden gelen her
türlü çabayı gösterdik.
Haksızlığa
ve izolasyona maruz kaldıkları en zor günlerinde arkasında durduğumuz Suriye
yönetimine ve Devlet Başkanı Esad’a, Suriye’nin ve bölgenin barış ve
istikrarının korunması adına ikili düzeyde her türlü tavsiye, ikaz ve yardımda
bulunduk. Daha ortada Arap uyanışının hiçbir işareti yokken ikili
ilişkilerimizin en iyi olduğu dönemlerde biz Suriye yönetimine reform yapmanın
elzem olduğunu defalarca anlattık, gerekli telkinlerde bulunduk. Sayın
Başbakanımız dostane bir şekilde bütün bunları kendisine izah etti.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – İlk hangi tarihte Sayın Bakan?
EKREM
ÇELEBİ (Ağrı) – Dinle be!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – 2003’ten beri her görüşmede.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Bak neler söylenecek daha neler. Neler var daha neler
torbada.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – 2011 yılının Ocak ayında başlattığımız yoğun
diplomasi çalışmasını geçen yılın ağustos ayına kadar devam ettirdik. Sayın
Başbakanımız bu süre zarfında Beşar Esad ile yüz yüze görüştü. 4 kez çok samimi
ve çok uzun telefon görüşmesi yaptı. Ben Şam’a 2 kez gittim.
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Esad mı, Esed mi bir karar verin.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Heyetler gönderdik her alanda, ekonomi,
güvenlik alanında. Barışçıl bir çözüm için atılması gereken adımları saatlerce,
günlerce, haftalarca, aylarca konuştuk.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Tarih ver Sayın Bakan, tarih! Ne zaman başladı bunlar?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ancak Esad yönetimi reform yapmak yerine
gözyaşı ve zulüm üzerinden iktidarını sürdürmeye çalıştı.
OKTAY
VURAL (İzmir) – ABD söyledi “U” dönüşü yaptınız!
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hangi tarihte başladı bu söylemler?
MUZAFFER
BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Dinleyin!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Camileri bombaladığını, şehirlere karşı
toplu cezalandırma yöntemlerine giriştiğini…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Tarih ver Sayın Bakan.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Grup adına söz alırsınız, sorarsınız, cevap
veririz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Beş ay önce mi başladı, dokuz sene önce mi başladı? Ne
zaman başladı?
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Camileri bombaladığını, şehirlere karşı
toplu cezalandırma yöntemlerine giriştiğini, insan katliamına devam ettiğini ve
ülkeyi âdeta bir açık hava hapishanesine çevirdiğini gördüğümüz andan itibaren
biz de tavrımızı net olarak koyduk. Bize yakışan da bu net tavırdı. Suriye
halkının yanında net bir tavrımızı ortaya koyduk ve Suriye halkının talepleri
yanında yer aldık.
Şimdi,
bu gerçekleri göz ardı eden bazı çevreler “Bir sabah uyandık ve Suriye’yle
düşman olduk.” diyor. İnsan hafızası bu kadar kısa ve kısır olamaz, olmamalı.
Bölgenizi, ülkenizi, dış politikanızı sabah kalkıp baktığınız gazete
manşetleriyle anlamaya kalkarsanız kendinizi kandırabilirsiniz ama hiç kimseyi
inandıramazsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Geçen
yıldan bu yana…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Ayıp ya, ayıp Sayın Bakan! Tarih veremiyorsunuz.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Geçen yıldan bugüne Suriye’de yaşanan
hadiseleri ve bizim izlediğimiz politikayı ay ay, hafta hafta, gün gün takip
edenler bu hakikatleri biliyorlar.
Suriye
politikamızın üçüncü perspektifi, Suriye meselesinin bölgesel sahiplenme ve
uluslararası meşruiyet zemininde ele alınmasını sağlamaktır. Nitekim ikili
düzeyde girişimlerimizden bir netice alınamayınca Arap ligi, İran ve Rusya ile
barışçıl bir çözüm için görüşmelerde bulunduk ancak bölgesel girişimlerden ve
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden maalesef bir sonuç alınamadı. Bu süre
zarfında binlerce Suriyeli kardeşimiz hayatını kaybetti, on binlercesi
yaralandı ve tutuklandı. Bütün bunlara rağmen her türlü bölgesel ve
uluslararası platformda çabalarımızı kararlılıkla sürdürdük. Arap ligiyle
yaptığımız girişimler sonucunda Suriye’deki durumun uluslararası gündemde yer
almasını sağladık. Nitekim, küresel vicdanın sesi olan Birleşmiş Milletler
Genel Kurulunda 137 ülke, Suriye yönetiminin zulmünü kınayan bir karar kabul
etti.
Bizim
ısrarlı girişimlerimizin sonucunda uluslararası vicdanın sesi olarak Suriye
Halkının Dostları Grubu kuruldu. İlk toplantısı 24 Şubatta Tunus’ta düzenlenen
bu grubun ikinci toplantısını, toplam 83 ülke ve uluslararası kuruluşun
katılımıyla 1 Nisan günü İstanbul’da düzenledik. 83 ülkeyi, tek bir amaç
çerçevesinde Suriye halkının taleplerine destek olmak hedefiyle İstanbul’da
toplayabilen Türkiye’nin nasıl Suriye konusunda yalnız kalmakla suçlanabiliyor
olduğunu anlamak mümkün değildir. İstanbul’a gelen bu 83 ülke, herhâlde “Esad
rejimi kalsın.” demek için toplanmadılar.
Bu
girişimlerimize paralel olarak Suriye Ulusal Konseyi içinde ve dışında yer alan
muhalif grupları, İstanbul’da 26-27 Mart günlerinde bir araya getirdik. Tüm
muhalif kesimlerden 400 kişinin katıldığı bu toplantıda tüm grupların nasıl bir
Suriye istediklerini ortaya koyan Suriye
Uluslararası Sözleşmesi’nin kabul edilmesi önemli bir gelişme teşkil etmiştir.
Böylelikle, Suriye’yi nasıl bir dönemin beklediği Bass rejimi sonrasında
düzenlenen, hedeflenen devlet düzeninin nasıl olacağı ortaya konmuştur.
Suriye
konusunu uluslararası gündemde tutmaya yönelik irademizin ve bu yöndeki
girişimlerimizin haklılığının bir diğer önemli göstergesi Birleşmiş Milletlerin
de devreye girmesi olmuştur. Bunun neticesinde, Birleşmiş Milletler Özel
Temsilcisi ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan 23 Şubat tarihinde
atanmış ve yeni bir plan ortaya koymuştur. Bu planda Suriye halkının meşru
taleplerinin ve endişelerinin karşılanması, Suriye’nin liderliğinde kapsayıcı
bir siyasi sürecin başlatılması, sivil halkın korunması, tüm taraflarca silahlı
şiddete son verilmesi, Birleşmiş Milletler gözetiminde acilen ateşkes
sağlanması hedeflenmiştir. Ancak, bütün bunlara rağmen, Suriye’de, 12 Nisan
sonrasında da saldırılar devam etmiş ve 500’den fazla kişi hayatını
kaybetmiştir.
Bu
çerçevede, 14 ve 21 Nisan tarihlerinde 2042, 2043 sayılı kararlar -Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyleri kararları- kabul edilmiş ve Birleşmiş Milletler
Gözetim Misyonu kurulmuştur. Bu Misyon bugün Suriye’de görev yapıyor.
Burada
üç husus önemlidir: Birincisi, öncelikle, Suriye ordusu, hiçbir kuşkuya yer
bırakmayacak şekilde şehirlerden tümüyle kışlalarına çekilmelidir, şehir
etraflarında tehdit oluşturmayı bırakmalıdır.
İkincisi,
Birleşmiş Milletler Gözetim Misyonu -300 sayısı yeterli değildir- çok daha
yüksek sayıda bütün Suriye sathına yayılmalıdır.
Üçüncüsü
ise -temel sınav da buradadır- barışçıl gösterilerin serbestçe yapılabileceği
bir ortam sağlanmalıdır.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Türkiye’de var mı? Barışçıl gösterilere izin veriyor
musunuz Türkiye’de?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ya, bırakın ABD ağzıyla konuşmayı ya! Kendi menfaatini ortaya
koyamıyorsun, retorik yapıyorsun. Onun için 1,5 milyon Müslüman Irak’lı…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …Suriye konusunda bugüne kadar izlediğimiz
ilkeli tutuma yönelik çeşitli eleştiriler gündeme geliyor: “Başkalarının
yönlendirmesiyle hareket ettiğimiz, Suriye konusuna fazla müdahil olduğumuz,
yalnız kaldığımız, acele ettiğimiz, savaşa sürüklendiğimiz hatta askerî
müdahaleden yana olduğumuz.” gibi ithamlarla karşılaşıyoruz.
OKTAY
VURAL (İzmir) - O politikaları pazarlamayın milletvekillerine!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bize bu eleştirileri yöneltenler alandaki
gerçekleri, zamanının ruhunu ve en önemlisi AK PARTİ iktidarlarının dış
politika anlayışını kavramaktan âcizdirler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Irak’taki 1,5 milyon Müslümanı…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Demokratik işleyiş çerçevesinde, saygıyla
karşıladığım bu eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu kürsüden cevap
vermek istiyorum.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Âcizliğiniz akıyor paçanızdan ya!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Âciz olan sizsiniz! Âciz olan, böyle böyle işaretle çağrılınca
gidendir.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – AK PARTİ hükûmetleri, geleneksel “bekle,
gör” politikası büyük güçlerin peşinden sürüklenmek ve başkalarının gündeminin
dublörü olmak devrini kapatmıştır.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sen kime âciz diyorsun?
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Âciz ne demek ya! Ayıp ya! Sayın Başkanım, olmaz böyle bir
şey ya!
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Irak’ta 1,5 milyon Müslümanı…
OKTAY
VURAL (İzmir) – ABD Başkanı böyle böyle yapıyor gidiyor, âcizlik odur! ABD
Başkanı pış pış yapıyor, gidiyor!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bugüne kadar dış politikada aldığımız
kararlar gibi…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Pış pış yapıyor!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …bundan sonra da alacağımız kararların
adresi tektir, o da Ankara’dır, AK PARTİ İktidarıdır, hükûmetleridir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Pış pışla ABD Başkanının ayağına giden bakan olmaz!
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Yazıklar olsun, bir dışişleri bakanı böyle konuşmaz kendi
Meclisinde!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Menşesi Ankara olmayan hiçbir siyasetin ya
da gündemin parçası olmadık, olmayacağız.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sen taşeronluk yapıyorsun!
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Kendi Meclisinde
böyle konuşan bir dışişleri bakanına yazıklar olsun be!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Politikamızı belirlerken pusulamız kendi
değerlerimiz ve çıkarlarımızdır. Rehberimiz ise vicdanımızdır.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sizin pusulanız Washington!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Peki, neden Türkiye bu kadar öne çıkıyor?
Tabii ki öne çıkacağız.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Marmara Gemisi’nde 9 insan öldürülürken sizin acziyetiniz
ortaya çıktı. Kılınız kıpırdamadı be!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye ile 910 kilometrelik sınırınız
olacak, her gün yüzlerce Suriyeli kardeşimiz kapımıza dayanacak, ülkemize gelen
Suriyeli misafirlerimizin sayısı 25 bini aşacak ve sınır güvenliğimizi tehdit
eder hâle gelecek ve Türkiye bir kenarda oturup bekleyecek! Bu Türkiye geçti
arkadaşlar.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – “Pış pış”ı duydun mu “pış pış”ı?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye artık kendine güvenmeyen, bırakın
bölgesinde inisiyatif almayı, kendi içindeki gelişmelerde bile dışarıdan icazet
bekleyenlerin ülkesi değildir. Türkiye bölgesinde merkez ülkedir ve bunun
gereğini de yapmıştır, yapacaktır, yapmaya devam edecektir. (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Türk milleti, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunun taşeronu
olamaz.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şunu üzerine basa basa bir kez daha
söylüyorum: Suriye’yle ilgilenmek bizim için bir tercih meselesi değil
zorunluluktur. Eğer şimdi bu konuyla ilgilenmezsek gelecekte çok daha büyük
problemlerle karşı karşıya kalırız. (MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Türk milleti, Müslümanları birbirine kırdıran projelerin
taşeronu olamaz.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bilgilendirme istediniz, dinleyin. Sonra
cevap verirsiniz. (MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – “Âciz” diyorsun sen. Sen kendine bak!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hayır.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Milletvekillerine “âciz” demek yakışır mı bir bakana?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, gruplar konuşacak, lütfen…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Yalan konuşmanın nesini dinleyeceğiz?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye hakkında, Suriye dışında ne
konuşulacaksa bundan sonra Ankara’da, İstanbul’da ve bizim olduğumuz mekânlarda
konuşulacaktır.
OKTAY
VURAL (İzmir) – “Sıfır sorun” dedin, niye değiştirdin, “U” dönüşü yaptın? ABD
istedi.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye’nin geleceğiyle ilgili, barışa,
refaha ulaşması yönünde hangi adım atılacaksa biz içinde olacağız. Bunun başka
alternatifi yoktur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biz Suriye dâhil hiçbir ülkenin rejimini zorla
değiştirmeye kalkmadık, kalkmıyoruz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – 1 Mart tezkeresinin diyetini ödettirmek istiyorlar Meclise.
BAŞKAN
– Sayın Vural, lütfen…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bir ülkenin nasıl yönetileceğine ancak o
ülkenin halkı karar verir.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Gücün yok zaten!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Oradaki insanları birbirine kırdırmak için tahrik ediyorsunuz!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bölgedeki, Suriye’deki halk hareketini biz
başlatmadık, kimseye ayaklanma çağrısında bulunmadık. Ancak, kitlelerin ve
makul çoğunluğun demokrasi feryadına da sessiz kalmadık, kalmayacağız. (AK
PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Dünyada işlenen zulümlere sessiz
kalmanın, Irak’ta, Bosna’da, Filistin’de, Ruanda’da ve daha birçok yerde masum
insanlara ne kadar bedeller ödettiğini en iyi biz biliyoruz. Bu nedenledir ki
Başbakanımızın defaatle vurguladığı gibi “Zulümle abat olunmaz.” diyerek bu
ilkesel tavrımızı net bir şekilde ortaya koyduk, koymaya devam edeceğiz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Peki, Barzani’ye niye bunları söyleyemiyorsun ha, elini tutan
mı var?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye'nin dostluğunun bir bedeli vardır.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, konuşmacıyı dinleyemiyoruz.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Dost diye el uzattığımız bir yönetimin eline
masum insanların kanı bulaşmışsa…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Barzani’ye niye gıkınız çıkmıyor? Ortak mısınız?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – ...o kan temizleninceye kadar o eli sıkmayı
zül addederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Mesut Barzani’ye “ağabey” diyorsunuz, ağabey! Her
yerinden kan akıyor Mesut Barzani’nin.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ağabeyine git sen, ağabeyine! (AK PARTİ ve MHP sıralarından
karşılıklı laf atmalar)
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, yirmi dakikadır müdahale ediyorlar, böyle bir
usul var mı?
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu itibarla, Suriye konusunda bizi
eleştirenlere bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Biz her türlü eleştiriye
açığız. Bu, demokrasinin gereğidir ancak sırf AK PARTİ Hükûmetini eleştirmek
adına… (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Gruplar konuşacak sayın milletvekilleri, hatibin sözünü niye kesiyorsunuz?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …Baas’çılık çizgisine kayan zalimle mazlumu
aynı kefeye koyarsanız bu milletin de, insanlığın da vicdanından koparsınız.
(MHP sıralarından gürültüler)
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Mesut Barzani’ye “ağabey” diyorsunuz, eski
PKK’lıyı İçişleri Bakanı yaptılar orada!
BAŞKAN
– Sayın Türkoğlu…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – AK PARTİ Hükûmeti son üç seçimde de oylarını
artırarak sandıktan çıkmış bir iktidardır. Böyle bir iktidarın, kendi halkının
karşısına silahla, top ve tankla dikilip kolektif cezalandırma yöntemlerine
girişen Baas rejiminin yerine sandık talep eden Suriye halkının yanında yer
alması eleştirilecek değil, vicdanı olan herkesin alkışlaması gereken, takdir
etmesi gereken bir tutumdur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından
gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – ABD seni çok takdir ediyor!
MUZAFFER
BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Yakışmıyor, hiç yakışmıyor.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Size ne yakıştığı belli oluyor!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en
önemli demokratikleşme hamlesini gerçekleştirmiş Sayın Başbakanımızdan ve AK
PARTİ İktidarından, ağır silahlarla hüküm sürmek isteyen bir yönetimin yanında
yer almasını beklememelidir.
Suriye
politikamıza yönelik olarak aceleci davranmakla suçlayanlara da şunu sormak
istiyorum: Harekete geçmek için daha kaç bin insanın ölmesi, yaralanması… (MHP
sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Müslümanlar üzerinde kan dökülme projelerinden vazgeçin,
Müslümanları birbirine kırdırmayın. Bizim arzumuz bu.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …daha kaç bin insanın gözyaşı dökmesi,
hapislere girmesi, daha kaç bin çocuğun öksüz ve yetim kalması gerekiyordu?
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sudan’da El Beşir’e niye müdahale etmiyorsunuz o
zaman?
OKTAY
VURAL (İzmir) – İslam coğrafyasında emperyalistlerin oyununa gelmeyin, bizim
arzumuz bu.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Aslında bu eleştirinin de diğerleri gibi,
dış politikayı bir süreç olarak kanalize etmek yerine bir tabloya bakarak
değerlendirdiğini görüyoruz.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – El Beşir’e de müdahale edin, El Beşir’e, geçen
hafta 200 muhalifini öldürttü.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Suriye’de yönetimin her şeye rağmen şiddet
politikasından vazgeçmemesinin, Türkiye’ye yönelik bir kitlesel göç dalgası
yaşanması gibi olumsuz yansımalarının olması ihtimal dâhilindedir. Nitekim biz
Suriye’deki gelişmeler karşısında kendi ulusal güvenliğimizi ve çıkarlarımızı
gözeterek her türlü ihtimali düşünüyor ve dikkate alıyoruz. Sınırımızda 10
binlerce insan yığıldığı takdirde ne tür önlemler alacağımızı planlamak, büyük
devlet olmanın bir gereğidir, bazılarının öne sürdüğü gibi ne müdahale ne de
savaş çığırtkanlığıdır.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz iş vadediyorsunuz, para vadediyorsunuz, öyle
geliyorlar.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Burada eleştirilecek bir şey varsa, ulusal
güvenliğimiz için gerekli önlemleri şimdiden düşünmemizin, her ihtimali dikkate
almamızın sorgulanmasıdır. Hem yaşanan tüm gelişmelerde ezberlenmiş bir
retoriği tekrar edeceksiniz, konu ne olursa olsun “Hükûmet hazırlıksız
yakalandı.” gibi beylik laflar edeceksiniz hem de uzun vadede her türlü
ihtimali düşünen Hükûmeti savaş çığırtkanlığı yapmakla suçlayacaksınız.
Bir
zulümden kaçıp evlerini, akrabalarını, geçmişlerini geride bırakıp dost, kardeş
kapısına gelenlere “Hayır, geri dönün.” deme basiretsizliğini göstermeyeceğiz.
Bütün Suriyelilere kapımızı açık tuttuk, açık tutmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Gelenlerin yarısı gitti, nasıl oluyor?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
kürsüden bir kez daha Suriye yönetimine ve bu yönetimin yaptığı zulme arka
çıkanlara seslenmek istiyorum: Bugüne kadar kinin, nefretin ve zulmün
hallettiği hiçbir mesele olmamıştır.
OKTAY
VURAL (İzmir) – ABD askerleri için de dua edersiniz!
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Gelenlerin yarısı geri gitti.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Tarih kendi halkına kıyım gerçekleştiren her
yönetimin er ya da geç ama mutlaka adaletin pençesine yakalandığının örnekleriyle
doludur. Suriye yönetimine her şeye rağmen arka çıkanlar büyük bir cürme de
ortak olmaktadırlar. Biz tarihin akışında doğru safta, inandığımız insanlık
değerleri adına, özgürlük, adalet ve hakkın yanında, ulusal çıkarlarımız
açısından ise doğru yerde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Yanlış yerdesiniz Sayın Bakan, yanlış yerde.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, süreniz tamamlandı ancak gruplar anlaştığı için her konuşmacının
süresini beş dakika uzatıyorum.
Buyurun.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …durduğumuz konusunda bir an bile tereddüt
duymadık, duymayacağız. Bu tutumumuzu da kararlılıkla sürdüreceğiz.
Suriye
konusunda insanlık vicdanının sesi AK PARTİ İktidarındaki Türkiye’dir. Bu ses
her türlü siyasi hesabın üstünde bir erdemdir.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ama halk destek vermiyor Sayın Bakan.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu ses bizim insanlık anlayışımızın, tarih
yorumumuzun ve gelecek tasavvurumuzun gereğidir ve bu ses, bu zorlu süreçte en
gür şekilde çıkmaya, Suriye halkının yanında olmaya devam edecektir.
Türkiye
olarak bundan sonra da Orta Doğu’daki büyük değişim dalgasını yöneteceğiz, bu
değişim dalgasının öncüsü olmaya devam edeceğiz. Bugün bütün Orta Doğu
toplumlarında Türkiye sadece dost ve kardeş bir ülke olarak değil, geleceği
belirleme kudretine sahip yeni bir fikrin, yeni bir bölgesel düzenin öncüsü bir
ülke olarak görülmektedir.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) - Katar’ı da değiştirecek misiniz, Katar’ı?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Burada biz bu misyonun gereğini yaptık,
yapmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bizi
eleştirenlere çok kısa bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Gidin, Kahire’nin,
Trablus’un, Beyrut’un sokaklarına çıkın, Tunus’un, Kudüs’ün sokaklarına çıkın
ve “Türkiye’nin Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorun.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yahu, siz Katar’da demokrasi arıyorsunuz!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Daha siz sormadan size sarılacaklar ve
Türkiye’nin takip ettiği onurlu politika dolayısıyla takdirlerini ifade
edecekler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP ve CHP sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sen Katar’da demokrasi arıyorsun be!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ama Orta Doğu’daki kardeş halkların yerine,
onlarla kucaklaşmak yerine…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bahreyn’de tanklar insanları öldürdüğü zaman neredeydiniz siz!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …dikta rejimleriyle kucaklaşanların böyle
bir yeni anlayışı anlamaları mümkün değil.
OKTAY
VURAL (İzmir) – ABD taşeronluğunu bırakın!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Biz hem insanlığın ve bölgenin halkının vicdanı
olmaya devam edeceğiz…
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Bilgi vermeye gelen bir bakana yakışıyor mu bu konuşma! Bilgi
vermeye gelen bir bakan gibi konuşmuyorsunuz!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Taşeronluğu bırakın!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …hem de ulusal çıkarlarımızı korumaya devam
edeceğiz…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Türk milletine taşeronluk yakışmaz!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …çünkü zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye
iddiası varsa yeni bir Orta Doğu iddiası da var.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Müslümanları birbirine kırdırma politikası uygulamayın!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu yeni Orta Doğu iddiasının temelinde de
etnik ve mezhep farklılıklarına dayalı değil…
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Kavgacı bir üslupla sıfır sorun ha!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …kardeşliğe dayalı yeni bir barış düzeni
var. Bu barış düzeni kurulana kadar çalışacağız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Elinize Müslüman kanı bulaştı!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Kim ne derse desin bu barış düzeninin öncüsü
de sözcüsü de Türkiye olacaktır.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Elinize Müslüman kanı bulaştı!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Sizlerin kaygılarını anlıyorum çünkü farklı
bir siyaset anlayışını temsil ediyorsunuz.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Vampir gibi kan…
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Baas siyaset anlayışını tercih edenlerin
bizi anlamaları mümkün değil, bunu beklemiyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Bizim için önemli olan, Suriye Şam sokağının, Dara
sokağının, Hama’nın, Humus’un, Deyrizor’un, Lazkiye’nin bizi anlamasıdır. (CHP
ve MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Hikâye anlatıyor. Sana “tıpış tıpış” diyene tıpış tıpış
gidersen nasıl olacak!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Onların da bizi anladığından eminiz.
Gelecek, arkaik rejimlerde değil; gelecek, halkların iradesindedir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Böyle bir şey olur mu ya! Kaç aydan beri çağırıyoruz gelin
buraya bilgi verin diye.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Bir saniye müsaade edin de bilgi veriyor.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye’de darbeyi savunanlar tabii ki o
bölgelerde de azınlık diktalarını savunacak, bunu normal karşılıyoruz. (AK
PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ama 74 milyon Türk halkı Suriye
halkının yanındadır, yanında olmaya devam edecektir.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Ben yanında değilim, beni sayma!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hiçbir etnik ve mezhebî fark gözetmeden
Sünni’siyle, Şii’siyle…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Beni sayma, sizinle beraber değilim, beni sayma!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – …Nusayri’siyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla,
Türkmen’iyle bütün Suriye’yi kucakladık, kucaklamaya devam edeceğiz. (MHP
sıralarından gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sen işgalci ABD askerleri için dua eden birisisin be!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu yeni düzenin, bu yeni barış düzeninin ilk
işaretleri görülmüştür.
OKTAY
VURAL (İzmir) – O camileri işgal eden, Ebu Gureyb’de eziyet edenleri demokrasi
kahramanı gibi gösteriyorsunuz be!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bu yeni barış düzeninin ilk işaretleri de
inşallah Suriye’deki baskı yönetimine son verecektir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sizi gidi sizi!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Bizim irademiz, iktidarımızın iradesi sadece
ve sadece Türk halkından meşruiyetini alır.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Bir devlet adamına yakışır mı böyle bilgi vermek?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Başka hiçbir güce dayanmadık, bunu da
halkımız her seçimde tekrar olarak teyit etti.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Kim çağırdı sizi?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Son olarak şunu tekrar vurguluyorum: Yeni
bir Orta Doğu doğuyor. Bu yeni Orta Doğu’nun sahibi, öncüsü, hizmetkârı olmaya
devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar, CHP ve MHP
sıralarından gürültüler) Bu yeni Orta Doğu’da zulümler, baskılar, diktalar
değil, halkın iradesi ve hakkın sesi, adaletin sesi hâkim olacak.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Emperyalist ve siyonistlere hizmet ediyor bu Hükûmet.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Türkiye bu sesin her yerde gür savunucusu
olacak ve bununla birlikte, bu yeni Orta Doğu’yla birlikte Türkiye'nin
etrafında yeni bir barış kuşağı, yeni bir istikrar ve refah kuşağı oluşacak.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Katar’ı, Suudi Arabistan’ı ne zaman demokrasiye
kavuşturacaksınız?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Türkiye olarak, biz büyük ekonomik
kalkınmamızı, demokratikleşmemizi, uluslararası itibarımızı bu yeni Orta
Doğu’yla birlikte, oradaki halklarla birlikte inşa edeceğiz, geliştireceğiz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sam Amca’na çok fazla güvenme ya!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bu yeni barış düzeninin öncüsü olma konusundaki
gayretlerimize verdiğiniz destek dolayısıyla teşekkür ediyor, saygılarımı
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan…
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Bilgi vermeye gelip kavga eden bir bakanı ilk defa görüyorum!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Hiçbir bilgi vermedi Sayın Bakan, Parlamentoya bilgi
vermemiştir.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Oturduğunuz yerden laf atıyorsunuz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, bir saniye…
Buyurun
Sayın Uzunırmak.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Ben, Türkiye’de uygulanan dış işleri politikalarını merak
eden ve anlamaya çalışan bir milletvekili olarak anlayamadığımı Sayın Dışişleri
Bakanı “âcizlik” olarak hakaret etmiştir.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) – Dinlemedin ki!
BAŞKAN
– Bir saniye sayın milletvekilleri, lütfen…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – O hakarete cevap vermek istiyorum. Bu bir âcizlik değildir.
Âcizlik bir hakarettir, cevap vermek istiyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Âciz olan kendisi.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sataşmayacağım, lütfen…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Başkent başkent dolaşıp en son buraya geliyor.
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak, gruplara zaten on beşer dakika söz vereceğim.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hayır efendim, grup adına değil, ben milletvekiliyim.
BAŞKAN
– Lütfen, şahsınızla ilgili bir şey söz konusu değil ki!
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Anlayamayan bir milletvekiliyim ve âciz değilim. İki dakika
Sayın Bakana bir açıklamada bulunmak istiyorum.
BAŞKAN
– Hayır, olmaz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hayır, hayır…
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak, usulde yeri yok ki yani!
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Âcizliği söyledi, söyledi…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Söyledi Sayın Bakan, söyledi. Bu milletvekilleri âciz midir?
BAŞKAN
– Hayır, değil, kimse âciz değil.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Değilse, o zaman söylesin, özür dilesin.
BAŞKAN
– Grup adına çıkacaksınız, konuşma yapacaksınız on beşer dakika.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – “Politikalarımızı anlayamamak âcizliktir.” dedi.
BAŞKAN
– Bir saniye…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hayır efendim.
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak, lütfen oturun. Grubunuz çıkacak, on beş dakika söz
vereceğim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, milletvekiline hakaret ediyor.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Ben grubumun dışında bir şey rica ediyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Grupla ilgili değil.
BAŞKAN
– Grup adına siz çıkın, buyurun. Siz isteyin grubunuz adına.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Benim talebim grupla ilgili değil. Burada, bir bakan
milletvekillerine “âciz” diyemez. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Niye çağırıyorsunuz ki?
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Bilgi vermek için geldiği bir Parlamentoya hakaret etme
hakkına sahip değildir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Âciz olan kendisidir.
BAŞKAN
– Hayır, tansiyonu yükseltmek için özellikle yapıyorsanız ayrı bir şey yani ama
henüz gruplar söz istemedi, gruplara söz vereceğim, on beşer dakika
konuşacaklar.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Grupla ilgili değil.
BAŞKAN
– Tamam…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hakaret etme hakkına sahip değildir Sayın Bakan.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Özür dilesin.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Özür dilesin.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, grupla ilgili değil, milletvekiliyle ilgili. Milletle
ilgili bir konuda millete hakaret etmesine izin veremezsiniz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – “Âciz” diyemez.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, şahsa yönelik bir hakaret söz konusu
değildir. Sayın Bakan bir zihniyeti kastetmiştir. Sataşma söz konusu değildir.
BAŞKAN
– Sayın Ünal, lütfen bir oturun.
Gruplar
adına…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bu millete “âciz” diyemez.
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak, lütfen oturun. Grup konuşmalarını bir tamamlayalım,
değerlendirelim yani.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, milletvekillerine, Türkiye Büyük Millet Meclisine “âciz” diyen
bir Bakana haddini siz bildireceksiniz.
BAŞKAN
- Tamam, Sayın Vural, anlaşıldı da gruplar adına konuşmalar bir tamamlansın.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Politikayı anlamamak âcizlik mi yani? Bu muhalefet
âcizlikle itham ediliyor.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bu, muhalefetle ilgili değil.
BAŞKAN
- Gruplar adına konuşmalar bir tamamlansın.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, bakın…
BAŞKAN
- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Osman Taney Korutürk. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Politikaya, muhalefet etmek âcizlik değildir, anlamamak
âcizlik değildir.
BAŞKAN
- Efendim, gruplar adına konuşmaları bir yaptıralım, sonra dinleyeceğiz,
gereğini yapacağız.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sataşma olarak kabul ediyor, sataşma olarak kabul ediyor.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hakaret olarak kabul ediyorum, sataşma olarak kabul
ediyorum.
BAŞKAN
- Sayın Vural, bir saniye…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Siz, size “âciz” denmesini hakaret ve sataşma olarak görmüyor
musunuz?
BAŞKAN
- Sayın Vural, Sayın Bakanın konuşması sırasında doğrusu ben kaçırdım konuyu.
Tutanakları isteyeceğim, gruplar konuşurken değerlendirmesini yapacağım.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sataşmayla ilgili tutanak… O zaman tutanakları getirin.
BAŞKAN
- Bir saniye, otursun…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Âciz olan kendisi.
BAŞKAN
- Tamam, bir saniye…
Buyurun
Sayın Korutürk.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Pış pışçı! Şimdi gelmişsin milletvekillerine pış pış
çekiyorsun!
BAŞKAN
- Süreniz on dakika, sonra beş dakika artıracağım Sayın Korutürk.
Buyurun.
CHP
GRUBU ADINA OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetin Suriye politikasına ilişkin olarak Sayın Dışişleri
Bakanının Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermiş olması ve bu politikanın
kendilerine göre gerekçe ve amaçları hakkında açıklamalarda bulunması epey
gecikmiş de olsa olumlu bir tutumdur.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bilgi vermedi ki. Bilgi mi verdi bize?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Hiç bilgi vermedi ki, nutuk attı.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Bu nedenle, bu bilgileri verirken takınmış olduğu
kavgacı üslubu yadırgasam da kendisine teşekkür ediyorum.
Dış
politika, ülkenin ulusal çıkarlarının korunması ve bu çıkarlarının en iyi
şekilde karşılanması amacına yönelik olması gereken bir siyasettir. Bu nedenle
de güvenilir ve sürdürülebilir olması ulusal mutabakata dayanmasına bağlıdır.
Hükûmet, dış politika uygulamaları ve öncelikleri hakkında Türkiye Büyük Millet
Meclisine zamanlı ve düzenli bilgi vermeyi bugüne kadar hep ihmal etmiş,
izlediği dış politikayla ilgili olarak hiçbir zaman bir ulusal mutabakat
arayışı içinde olmamıştır. Onun için, sözlerimin başında Sayın Bakana bugün
burada yaptığı açıklamalar için teşekkür ederken bugün bu konuda
söyleyeceklerimizi de can kulağıyla dinlemesini ve bunların ışığında Türk dış
politikasının bir ulusal mutabakata dayanabilmesi için gereken ince
ayarlamaları uygulamalarına getirmesini tavsiye ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, Sayın Bakanın, AKP Hükûmetinin Suriye politikası hakkında bizlere
yapmış olduğu izahatın hiçbir noktasını tatminkâr bulmadığımızı burada
üzüntüyle belirtmek zorundayım. “Üzüntüyle” diyorum çünkü Hükûmetin Suriye
konusunda izlediği politika Suriye’deki durumun normalleşmesine hiçbir katkıda
bulunmadığı gibi bu durumu âdeta yangına benzin dökermişçesine daha da vahim
bir hâle getirmiştir.
AYTUN
ÇIRAY (İzmir) – Şu AKP Grubunun saygısızlığına bakar mısınız.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Siz dinlemezken saygısızlık olmuyor da dışarı çıkınca mı
saygısızlık oluyor?
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) - Sayın Bakan vicdandan söz etti, Sayın Bakan Suriye
halkının yaşamış olduğu olumsuzluklardan, güçlüklerden söz etti. Peki, bu
olumsuzlukları, örneğin Sudan’da insanlar yaşamıyor mu? Sudan’a karşı bizim
vicdanımız çalışmıyor mu, işlemiyor mu? Hükûmetin Suriye politikası, ayrıca
bugün gelmiş olduğumuz noktada, Türkiye'nin bölgedeki ağırlığına,
güvenilirliğine ve liderlik iddialarına da ne yazık ki telafisi yıllarca mümkün
olmayacak bir darbe vurmuştur. Türkiye, bugün, Suriye konusunda önerdiği
politikalarla uluslararası camia içinde giderek yalnızlığa doğru yönelmiştir.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye, bölgedeki ağırlığını yüzyıllardır istikrara dayalı olarak
korumuş ve geliştirmiş, istikrar içinde güçlü olabilmiş ve bunun için de
çevresinde ve bu çevrenin ötesinde daima istikrar oluşturmaya önem vermiş bir
ülkedir. Bölge liderliğine oynayan diğer bazı ülkeler istikrarsızlık içinde
kolay hareket edebilmelerine karşın, hatta istikrarsızlığı bir dış politika
aracı olarak kullanabilmelerine rağmen, çevremizdeki ve civarımızdaki istikrarsızlık
daima bizim de iç istikrarımızı bozmuştur. Bu nedenle, biz Türkiye olarak her
zaman istikrar arayışı içinde gelişen ve istikrar ortamında ağırlık kazanabilen
bir ülke olagelmişizdir. Bugün, Hükûmetin Türkiye'nin bu istikrar yapıcı rolünü
bir kenara bırakmış olduğunu endişeyle gözlemliyoruz.
Suriye’deki
olayların başlangıcında uzunca bir süre sessiz kalan Hükûmet, daha sonra birden
Suriye içindeki iç mücadelede fiilen taraf hâline gelmiş, Suriye’deki muhalif
grupları Türkiye’de organize etme çabasına girmiş, bu gruplara her türlü
desteği sağlamış ve henüz ortada bir göç olgusu yokken Suriyeli göçmenlere
davet çıkarmış, uluslararası alanda Suriye’ye her an bir harekât
gerçekleştireceği algısını uyandırmış, soruna barışçı yollardan çözüm
aranmasına yönelik olarak Birleşmiş Milletlerle Arap Ligi’nin ortaklaşa
giriştikleri çabalara başta bizzat Sayın Başbakanın ağzından karşı çıktıktan
sonra, muhtemelen içine düşmekte olduğu izolasyondan kurtulma amacıyla, kerhen
olduğu çok belli bir şekilde, bu çabalara ve bunları kanalize eden Annan
Planı’na destek verir gözükmüş ancak perde arkasından hep bir bahane arayarak
Suriye’ye karşı bir askerî harekât içinde olma arzusu güttüğünü düşündürür bir
tavır içinde kalmıştır.
Sayın
Bakanın olayları pembe camlı gözlüklerin ardından gördüğü izlenimini veren
açıklamaları ve “Komşularla sıfır sorun” adını verdiği, başından beri
uygulanamaz olduğunu söyleye geldiğimiz hayalî politikayı bugün içinde
bulunduğumuz durumda hâlâ savunmaya çalışması, ne yazık ki bizi artık tebessüm
dahi ettirememektedir. Çünkü bu Hükûmetin son birkaç yıldır uygulamakta olduğu,
ayağı yere basmayan, gerçeklere değil, zamanla hepsinin geçersiz olduğu tek tek
ortaya çıkan varsayımlara dayalı dış politikası Türkiye’yi istikrar yaratan,
yumuşak gücüne saygı duyulan, çizgisine güvenilen ve bölgesel anlaşmazlıklarda
hakemliğine başvurulan bir ülke konumundan, bizzat kendi komşularının
ifadesiyle, komşularının iç işlerine karışan, bölge ülkelerinin kendi
ihtilaflarına müdahil olup bu ihtilaflarda taraf olan, uluslararası meşruiyeti
es geçen, savaş kışkırtıcılığı yapan, bugün “kardeşim” dediğine yarın ne
diyeceği belli olmayan, başlangıçta kesin ifadelerle ve açık beyanlarla
reddettiği her şeyi daha sonra kabul eden, esen rüzgâra göre yön değiştiren,
Batı’ya mı, Doğu’ya mı mensup olduğu bilinmeyen, güvenilmez ve hatta dostluğu
ve yakınlığı tehlikeli bir ülke hâline getirmiştir. Bugünkü Türk dış politikası
bu bakımdan her alanda ama her alanda tam bir başarısızlık sergilemektedir.
Suriye politikamız ise en hafif deyimiyle bir fiyaskodur.
Değerli
arkadaşlar, bu söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu anlayabilmeniz için
geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonuyla gitmiş
olduğumuz, Mısır’da yapılan Türk-Arap Parlamenterleri 4’üncü Diyalog
Toplantısı’nda söz alan Arap Ligi ülkelerine mensup parlamenterlerin
konuşmalarını hepinizin de duymuş olmanızı çok isterdim. Dışişleri Komisyonunun
Sayın Başkanıyla bu ziyarete katılan Komisyon üyesi arkadaşlarımız, umuyorum,
en azından bazılarınıza bunları aktarmış ya da aktaracaklardır.
Sözünü
ettiğim toplantının sonuç bildirisi üzerindeki çekişmeli müzakerede söz alan
Ürdün, Cezayir, Tunus, Sudan, Yemen, Filistin, Mısırlı politikacılar acı
ifadelerle Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Suriye politikasından duydukları
ciddi rahatsızlığı açıkça seslendirmişler, Türkiye'nin Arapların iç işlerine
karışmasını istemediklerini net bir biçimde ve fazla nazik olmasına özel bir
çaba göstermedikleri ifadelerle beyan etmişlerdir. Bu, Türkiye'nin Suriye’deki
olaylara yönelik tavrının esasen Rusya, İran, Çin gibi bölgede etkili
aktörlerin yanı sıra genel anlamda Arap dünyasında da tasvip görmediğini açıkça
ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, bilinmesinde yarar olan bir husus, genellikle
kendi aralarında pek çok ayrılıkları olan, hemen hiçbir zaman temsil etmeleri
gereken gerçek gücü bu ayrılıklar nedeniyle oluşturamamış bulunan Arap
dünyasının, buna rağmen kendileriyle ilgili manevi bir aile anlayışına sahip
olduğu ve bu anlayışın kapsama alanı konusundaysa çok kıskanç davrandığıdır.
Türkiye
Arap ailesine dahil değildir. O nedenledir ki, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu
yana Türk dış politikasının temel ilkelerinden biri Araplar arası
anlaşmazlıklarla, Arapların iç ihtilaflarına taraf olmamaktır. Bugün bu ilkeyi
Hükûmetin tamamen terk etmiş olduğunu görüyoruz. Hükûmetin, yeni bir Orta Doğu
kuruluyor gerekçesiyle maceracı tutumlara yöneldiğini görüyoruz. Bu noktada,
İkinci Cumhurbaşkanımız, büyük devlet adamı İsmet İnönü’nün bir sözünü sizlere
hatırlatmak isterim: “Macera, sonu iyi bitse de maceradır” diyordu İsmet İnönü.
Bu maceranın da sonu iyi biteceğe benzemiyor ne yazık ki arkadaşlar.
Arap
dünyasının âdeta platonik bir anlamda bağlı olduğu bir başka kavram da Arap
toprakları kavramıdır. Arap dostlarımız, bu kavramın da korunması hususunda
fevkalade hassas ve bir o kadar da kıskançtırlar. Arap topraklarına göz dikme
olarak algılayabilecekleri davranış ve tutumlar Arap dünyasından çok büyük ve
çok uzun vadeli tepkiler almaya mahkûmdur. Irak’ın bugünkü durumunda Kuzey
Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Arap dünyası karşısındaki kırılgan konumu da esas
itibarıyla bu anlayışın bir sonucudur.
Hükûmetin
uyguladığı Suriye politikasının, Suriye’ye, yani Arap topraklarına bir yabancı
müdahaleyi desteklediğimiz ya da en azından böyle bir olasılığı da
öngörebileceğimiz algısını uyandırdığında hiçbir kuşku yoktur. Bu algının son
dönemlerde fazlaca seslendirilen yeni Osmanlıcılık tezleriyle birlikte uzun
vadede Arap dünyasıyla ilişkilerimizi içinden çıkılmaz bir hâle getirmesi
tehlikesinin önemle altını çizmek istiyorum. Hiç şüphe edilmesin ki, geçen
hafta Arap Parlamentosu üyeleri tarafından bize Kahire’de sadece sözle ifade
edilmeye çalışılan hissiyat, Arap konularına bugünkü yaklaşımımız sürdüğü
takdirde, fiilen uygulama alanında da Arap dostlarımız tarafından önümüze
çıkarılacaktır. Bu durum Hükûmetin Suriye’ye yönelik tutumunu belirlerken, bu
tutumun diğer Arap ülkelerinde nasıl algılanacağı ve ne gibi tepkiler
uyandıracağı hususunda ciddi bir değerlendirme yapmamış olduğunu ortaya
koymaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce ifade ettiğim gibi, Suriye’deki
olayların başlamasından kısa bir süre sonra ve henüz Türkiye’ye göç olasılığı
gündemde değilken, Hükûmet sınır boyunda kamplar kurmuş ve Suriye’den mülteci
kabulüne hazır olduğunu ilan etmiştir. Kampların sınıra sıfır noktasında
kurulmuş olması, gelen göçmenlerin kamplardaki insan sayısını sürekli artırıp
azaltacak şekilde serbestçe Suriye'ye gidip dönmeleri, Kilis'te Suriye
tarafınca “tahrik” olduğu iddia edilen olayların arkasındaki esrar perdesi,
kamplarda kalan mültecilerin yaşadıkları nispeten rahat ve kaygısız hayat, bu
kamp işinin arka planında başka şeyler olduğunu da düşündürmektedir.
Hükûmet,
göçmen sayısında dramatik bir artış olduğu ya da sınır olayları arttığı
takdirde Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5’inci maddesi çerçevesinde NATO'nun
müdahalesini istemeyi öngördüğünü belirten müteaddit beyanlarda bulunmuştur.
Arkadaşlar,
NATO, oy birliği ile karar alan bir kuruluştur. NATO'nun bizim dışımızdaki 27
üyesinin tümünün 5’inci maddeye onay vereceklerinin garantisi var mıdır?
Bilinmesi gereken bir husus, 5’inci maddenin uzun NATO tarihinde sadece bir
kez, o da 11 Eylül 2001’de New York'taki ikiz kulelerin terör saldırısına
uğradığında işletilebilmiş olduğudur.
Aynı
bağlamda, kamplarda kalan ve sayıları sürekli değişen, içlerinde sırf ekonomik
gailelerle gelenlerin de bulunduğu anlaşılan Suriyelilerin yiyecek, içecek,
bakım ve konaklama giderlerinin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
–Sayın Korutürk, buyurun.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) - …ekonomimizin zam üstüne zam yapılmasını gerektiren
durumu karşısında, bu zamların altında ezilen halkımıza yükletilmesinin haklı
gerekçeleri de sorgulanması gereken diğer bir husustur.
Kaldı
ki Hükûmetin Suriye politikası, Güneydoğu bölgemizin yerel ve bölgesel
ticaretini tam anlamıyla vurmuştur. Bölge esnafı kan ağlamaktadır. Öte yandan,
bu politika, kara yolu nakliyemizi de ciddi şekilde sekteye uğratarak Suriye
dışında alternatif ihracat yolları aranmasını gerektirmiştir. Hükûmet, bu
alternatif yollardan biri olarak ortaya koyduğu Ro-Ro taşımacılığının navlun
fiyatlarına getirdiği ilave yükün ihracatımızı ve bölgedeki rekabet gücümüzü
nasıl etkileyeceğini de açıklamak zorundadır.
Hükûmetin,
Suriye politikasını belirlerken, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve İran gibi
bölgede etkili olan aktörlerin konuya ilişkin taktik ve özellikle stratejik
yaklaşımlarını doğru hesaplamamış olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda,
uluslararası meşruiyete uyulması açısından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
daimi üyesi olan Çin ve Rusya’nın Suriye konusundaki tutumlarının
değiştirilebileceği mi değerlendirilmektedir?
Gerek
Çin Halk Cumhuriyeti gerek Rus yetkilileri, Suriye krizini Batı’nın Orta Doğu
stratejisinde bölgeye hâkim olmak için girişilmiş bir hamle olarak
gördüklerini, Suriye'nin ardındaki asıl hedefin İran olduğunu düşündüklerini ve
bu hamleye karşı koymaya kararlı olduklarını değişik vesile ve ifadelerle
açıklamışlardır. İran, tabiatıyla, aynı görüşleri daha da keskin ifadelerle
savunmaktadır. Sayın Başbakanın Uzak Doğu dönüşü uğradığı ve Cumhurbaşkanı
tarafından kabul edilmek için ısrarcı olarak bir gün bekletildikten sonra
görüşebildiği Ahmedinejad, bu
görüşme sonrası yayınlanan
tek taraflı açıklamasında Suriye ile ilgili tek bir satıra yer
vermemiştir.
Çin
ve Rusya ile İran, keza, Arap Baharı çerçevesinde Batı ülkelerinin bölgeye
müdahalesinin sırf insani gayelerle yapılmadığına kani olduklarını da
söylemektedirler. Irak, Libya gibi ülkelere yapılan askeri müdahalelerin bu
ülkelere demokrasi ve özgürlük değil, yıkım ve felaket getirdiğini
kaydetmektedirler. Bu tespitlerin haksız olduğunu söylememiz mümkün müdür
arkadaşlar? Hâl böyleyken ve bu beyanlar karşısında Hükümet Çin'den, Rusya'dan,
İran'dan önümüzdeki kısa dönemde bir tutum değişikliği beklemekte midir? Böyle
bir tutum değişikliği olmadığı ve Hükümet de Suriye politikasını aynen
sürdürdüğü takdirde, Çin'i bir yana bırakın, Rusya ve İran ile ikili
ilişkilerimizde ne gibi olumsuzlukların meydana geleceği öngörülmektedir?
Bunlara karşı hangi önlemler planlanmıştır?
Uluslararası
meşruiyetten söz ederken Hükûmetin evvelce Libya Temas Grubu örneğinde
gördüğümüz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini devre dışı bırakma
çabalarının da ileriye dönük örnek ve evveliyat yaratma açısından çok tehlikeli
bulduğumuzu vurgulamak isterim.
Sayın
Bakanın sözünü ettiği ve seksen üç ülkenin katıldığını söylediği İstanbul'da
yapılan ve Tunus'takinden farklı olarak adı "Suriye halkının
dostları" konulan toplantıya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi
üyelerinden Çin ve Rusya'nın yanı sıra Suriye'nin komşularından Ürdün, Irak ve
Lübnan'ın katılmamış olmalarının da bu toplantının anlam ve önemini batıl
kıldığının da altının çizilmesi gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz noktada,
Annan Planı'na yaklaşımını güya düzeltmiş ve bu plana sureta da olsa destek
vermiş iken Suriye'ye yönelik olarak izlenmesi gereken yol haritası konusunda
ABD ve AB dâhil diğer ülkelerle evvelce Libya'da olduğu gibi ortak bir tutum
içinde gözükmeyen ve aynı çizgide olmayan Hükûmet bu durumu nasıl izah
etmektedir?
Kendi
tabirleriyle "Çıraklık" döneminde Irak krizinin başlangıcında Irak'a
komşu ülkeler mekanizmasını kurarak bu komşu ülkenin egemenliğinin ve toprak
bütünlüğünün korunmasına ciddi bir katkı sağlamış olan AKP hükûmetinin sözde
"Ustalık" devrinde bugün aynı şeyi Suriye için yapamamış olması
acıdır ve iddia edilen ustalığın da ne tür bir ustalık olduğunu açık seçik
ortaya koymaktadır.
Değerli
arkadaşlar, sözlerime son vermeden önce çok önemli bir konuya daha işaret etmek
istiyorum. Dış politikada, özellikle kriz dönemlerinde ülkelerin ellerindeki en
etkili araç, kriz yaşadıkları ülkeler nezdindeki büyükelçilikleridir.
Büyükelçiler bulundukları ülkeye tam yetkili ve olağanüstü büyükelçi sıfatıyla
ve Cumhurbaşkanının güven mektubunu haiz olarak atanırlar. Bütün temaslarında
söyledikleri ve işittikleri, temsil ettikleri ülke adına söylenir ve işitilir.
Esas ya da yardımcı bilgi unsurlarının topladıkları bilgiler ancak
büyükelçilerin süzgeç ve değerlendirmesinden geçtikten sonra değer kazanır ve
istihbarata dönüşür.
Suriye
ile tüm bölgeye ve bölgedeki ağırlığımıza etkileri olacak bir kriz yaşadığımız
şu dönemde Şam Büyükelçiliğimizin kapatılmış olması inanılmaz bir hatadır.
Kaldı ki geri çekilen Şam Büyükelçisi Suriye’deki görevine doğrudan bu bölge ve
bu ülkeyle ilişkilerden sorumlu olan daireden gitmiş, Suriye konusuna ve
dosyalarına hâkim bir diplomattır. Böyle bir devirde tesadüfen bu konulara tam
hâkim ve yetkin bir Büyükelçinin yerinde hizmetleri Türkiye'nin de doğrudan
çıkarları gereğidir. Hükûmetin bu hatayı bir an önce telafi etmesini ve Şam
Büyükelçiliğimizi süratle tekrar devreye sokmasını diliyor, maceradan
kaçınmamızı da dileyerek hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Korutürk.
AK
PARTİ Grubu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu, konuşmacınızı belirtmediniz.
Şahsı
adına söz verdiğimiz zaman dönüşü yok, baştan söylüyorum, gruplara söz veremem
o zaman.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır. (MHP sıralarından
alkışlar)
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Sayın Korutürk’ün yapmış olduğu konuşmada benim de…
BAŞKAN
– Sayın Milletvekilimiz, lütfen, Sayın Şandır’ı ayakta bekletmeyelim.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Sayın Başkanım, sisteme girdim ben.
BAŞKAN
– Buyurun.
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Suriye’de
olaylar başlayalı bir yılı geçti. 6 Mart 2011 tarihinden bu yana yaklaşık on
dört ay geçti. On dört ayda ve bu kadar ölümden sonra, AKP Hükûmeti, Sayın
Dışişleri Bakanı muhtemeldir ki dünyanın birçok ülkesine giderek bilgi verdiler
ama Türkiye Büyük Millet Meclisine ısrarlı taleplerimiz üzerine gelip bugün
bilgi veriyorlar. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, çok önceden ifade
ettiğimiz genel görüşme talebimizde bir nezaketin gereği “Dışişleri Bakanı
gelsin bilgi versin, gruplar da bu konuda bilgilensin ve endişelerini,
görüşlerini ifade etsin.” dedik. Bugün Sayın Dışişleri Bakanı burada, bu talebe
cevap verdi.
Ben
şimdi size ve milletime, halkıma soruyorum: Sayın Dışişleri Bakanı AKP
İktidarının Suriye’yle ilgili dış politikası hakkında bilgi mi verdi, yoksa bu
Parlamentoya, AKP’nin görüşlerini paylaşmayanlara hakaret mi etti? (MHP
sıralarından “Hakaret etti.” sesleri)
Değerli
arkadaşlar, yalnız bize değil, AKP’nin dış politika yaklaşımlarını paylaşmayan
herkese hakaret etti. Öncelikle, Sayın Bakanın şahsına yakıştıramadığım bu
“âcizlik” kelimesini kendisine iade ediyorum. Âciz olan sizsiniz ve âciz olan
sizin iktidarınızın dış politika yaklaşımıdır Sayın Bakan. (MHP sıralarından
alkışlar) Siz buraya milleti azarlamaya mı geldiniz, bilgi vermeye mi geldiniz?
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) - Şakulü bozuk onun, şakulü!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Hiç yakışmamıştır Sayın Bakanım.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Hele bir diplomata, Dışişleri Bakanına...
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Biz sizin dış politika yaklaşımlarınızı beğenmek
mecburiyetinde değiliz. Doğru da yapmıyorsunuz.
MUHARREM
VARLI (Adana) - Şu hareketi kime yaptılar, şu hareketi?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Âcizlik sizin yaklaşımınızdır.
Şimdi
size burada milletim adına soruyorum: İsrail’e karşı Mavi Marmara olayında 9
vatandaşımız katledildi.
CELAL
ADAN (İstanbul) - Nerdeydiniz?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Ne yaptınız?
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Hiçbir şey.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Âciz, âciz...
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen...
Kendi
hatibiniz konuşuyor.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Allah aşkına, yani gelip bu kürsüde bu millete hakaret
etmeye hakkınız var mı?
Âcizlik
yaptınız. Esas âcizlik size yakışır, sizin üzerinizde tarihî bir etiket olarak
kalacaktır, bunu bilesiniz. Böyle bir şey olur mu? Gelip burada milleti
âcizlikle suçlamaya hakkınız var mı?
Hani
tazminat alacaktınız, hani özür dilettirecektiniz, nerede?
MUHARREM
VARLI (Adana) – Ağabeyleri izin vermemiştir, ağabeyleri! Şu hareketi kim yaptı,
şu hareketi? Kime yaptılar?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Türk askerinin başına çuval geçirildi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bunların da başında çuval var zaten!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Türk askerinin başına çuval geçirildi. Neredeydiniz? Ne
yaptınız?
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Sorumlusu burada.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Türk askerinin başına çuval geçirenlerle ilgili hangi
politikanızı değiştirdiniz Sayın Bakan?
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Çuval geçirenlere dua ettiler, dua!
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşte âcizlik bu, âcizlik bu!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Irak’ta 1,5 milyon Müslüman’ın kanına girildi, 300 bin
kadının ırzına geçildi.
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Tek kelime çıkmadı ağızlarından.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Ne yaptınız?
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Âciz!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Hani büyük Türkiye? Hani merkez Türkiye? Hani büyük iktidar
AKP?
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Amerikan askerlerine dua ettiler beraber.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Hani stratejik derinliğin sahibi Sayın Dışişleri Bakanı?
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – Stratejik çukur oldu!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Başka şeyler konuşacaktık ama gelip burada milleti âcizlikle
suçlamak sizin haddiniz değil Sayın Bakan.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Açıklama yapmadı, okudu zaten.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Arkadaşlar, toplu hâlde mi konuşacaksınız? Grup adına
konuşuyor.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Niye kızıyor? “Pis pis” mi dedik?
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hepimize söyledi. Sen de karşı çıkmalısın.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen, kendi hatibiniz konuşuyor, müsaade buyurun.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Sayın Bakan, bakınız, âcizlik kelimesiyle başlarsanız size
söylenecek çok söz vardır. Türk milletinin yüreğine batmıştır. Milliyetçi
Hareket Partililer, Türk milliyetçileri olarak asla kabul etmiyoruz, sizi böyle
parmakla kimse çağıramaz. Ne itirazınız oldu buna? Var mı böyle bir şey? (MHP
ve CHP sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Biz Meclise çağırıyoruz, zor geliyor.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Yani böyle çağrılmanın anlamı ne?
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşte, âcizlik bu, âcizlik bu! Böyle bir şey bana
yapılsa Dışişleri Bakanı olarak dolaşmam bile.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Yakışıyor mu Türkiye’ye, Türkiye Cumhuriyeti devletine,
Dışişleri Bakanına? Buna karşı ne yaptınız? Koşa koşa gittiniz. Âcizlikle
suçlayamazsınız, suçlarsanız perişan olursunuz. Politikanız âcizliktir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Dışişleri Bakanı samimi ve
tutarlı olmak mecburiyetinde. Ben üzüntülerimi ifade ediyorum. Sayın Bakanın
ilmine, gayretine, hassasiyetine, duygularına saygım var, güvenim var ama öyle
bir tavır içerisinde ki sanki suçüstü yakalanmış olmanın telaşında burada geldi
nutuk attı ve hakaret etti. Bu göstermektedir ki doğru yolda değilsiniz. Biz
sizi biliyoruz Sayın Bakan; sizi tanıyoruz, izliyoruz. Sizi sizin sözlerinizden
biliyoruz. Bakın, işte burada belge. Barack Obama’nın seçilmesinden sonra
söylediğiniz söz şudur, diyorsunuz ki: “Barack Obama’nın dış politika
tercihleri ve öncelikleri tamamen bizim tercih ve önceliklerimizdir.” Bunu siz
söylüyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri Başkanıyla görüştükten sonra
söylediğiniz söz bu.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Amerika büyükelçisi böyle laf etmedi.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - “Barack Obama’nın tercihleri, görüşleriyle aynı görüş ve
tercihlerdeyiz.”
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Tersi çıktı.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Şimdi, milletime sesleniyorum, Adalet ve Kalkınma Partisinin
değerli milletvekillerine söylüyoruz: Barack Obama’yla biz neyi paylaşıyoruz
arkadaşlar? 1,5 milyon Müslüman’ın kanına girmesini mi paylaşıyoruz?
OKTAY
VURAL (İzmir) – “Kişi arkadaşının dinindendir.” demişti Başbakan.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Yani bu Müslüman kanı akıtan bu Haçlı zihniyetiyle neyi
paylaşıyorsunuz Sayın Bakan? Hangi görüşü paylaşıyorsunuz?
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Nimetleri, menfaati…
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Şimdi size diyoruz ki: “Siz küresel güçlere taşeronluk
yapıyorsunuz.” canınız sıkılıyor. E, ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Hani buradan
çok net, çok doğrudan bir soru sorayım: Sayın Bakan, dün mü yanlıştı, bugün mü
yanlıştı? Ne oldu yani bir yıl öncesinde bu Suriye’yle Suriye’yi yönetenlerle
kanka olmuştunuz. Ben de bundan övünç duymuştum, Dostluk Grubu Başkanı olarak
buna katkı vermek için yürekten gayret sarf etmiştim. Çok da doğru yapmıştınız,
güzel yapmıştınız. İnsanlara umut gelmişti, Suriyelilerin gözü parlamıştı.
Türkiye’nin dostluğunun değerini o kadar önemsemişlerdi ki, hatta size çok
-bana göre- hak etmediğiniz bir muamelede bulunmuşlardı. Sayın Beşar Esad
Fransa Devlet Başkanıyla görüşmesinde, özel görüşmesinde, o İsrail-Suriye
arasındaki arabuluculuk sürecinde Türkiye dışlanmış ama Beşar Esad Fransa ile
görüşmesinde sizi Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanının danışmanı
olarak o görüşmeye resmen katmıştı. Siz buna cesaret edebiliyor musunuz? Ama
geldiniz şimdi düşmanlık yapıyorsunuz. Düşmanlık yapıyorsunuz.
Değerli
arkadaşlar, benim, siz de biliyorsunuz çok özel sebeplerim var. Şu anda
Suriye’de hakim olan şey korkudur, insanlar perişan. Bir sonuç olarak, bu
rejimi nasıl götüreceksiniz Sayın Bakan? Gitmiyor işte.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Gidemez, gitmez. AKP’yi aşar o işler.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Nasıl götüreceksiniz? Yani Rusya’yla da mı dövüşeceksiniz?
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – AKP’yi aşar Sayın Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – İran’la da mı dövüşeceksiniz, Çin’le de mi dövüşeceksiniz?
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir Amerika’ya sorsunlar önce, tek başına cevap
veremezler bu sorulara.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bakın, siz Sayın Başbakanla Çin’e gittiniz; Çin’in Dışişleri
Bakanı, İran’ın Dışişleri Bakanı, Hindistan’ın Dışişleri Bakanı, Suriye’nin
Dışişleri Bakanı Moskova’da toplantı yaptı. Bundan haberdarsınız, bundan daha
büyük istiskal olur mu Sayın Bakan? Siz neyle değiştireceksiniz? Şimdi, bu
rejimi değiştirmeden Suriye halkının güvenliğini, huzurunu nasıl
sağlayacaksınız? Orada şimdi korku hakim.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Bakan doğruları da söylemiyor. Orada devlet güçleri
vatandaşa zulüm ediyor, öldürüyor falan, tek yönlü bir hadise değil. Suriye’de
birçok devletin militanı çatışıyor. (AK PARTİ sıralarından “Ne alakası var?”
sesi) Bunu Sayın Bakan da biliyor.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ajanları buradan mı gönderiyorsunuz?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Orada İran’dan gelenler çatışıyor, Libya’dan gelenler
çatışıyor, orada Suudi Arabistan’ın gönderdiği El Kaide militanları çatışıyor,
orada Fransızların, İngilizlerin, İtalyanların militanları çarpışıyor.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Fransız askerleri yakalandı.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Türkiye’de de kamp var mı acaba?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Devlet terörle mücadelede hazırlıklı olmadığı için züccaciye
dükkânına tankla giriyor. Yoksa devlet kendi halkını öldürmek gibi bir… Aklını
peynir ekmekle mi yedi?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Türkiye’de kamp var mı?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, genç milletvekili arkadaşım, orada benim
akrabalarım, kardeşlerim yaşıyor, şu anda korku içindeler ve Türkiye’ye
güvenmiyorlar, Türkiye’ye güvenmiyorlar. Türkiye’yi getirdiğiniz nokta bu.
YAHYA
AKMAN (Şanlıurfa) – Memleketin 90’ı nasıl terörist olur ya?
OKTAY
VURAL (İzmir) – İran güvenmiyor, Irak güvenmiyor, Suriye güvenmiyor, her taraf
düşman dolu.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Hangi terörist kardeşim?
YAHYA
AKMAN (Şanlıurfa) – Suriye halkının. Saldıran Suriye’nin kendisi.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi buradan Sayın Yahya Akman’a…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Şandır, buyurun.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – ..bir soru soracağım. Siz de biliyorsunuz ki Şanlıurfa’nın
40 kilometre, 50 kilometre derinliğinde karşı tarafta…
YAHYA
AKMAN (Şanlıurfa) – Akrabalarımız da var.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - …akrabalarınız yaşıyor. Türkiye’de de Suriyelilerin
akrabaları yaşıyor.
YAHYA
AKMAN (Şanlıurfa) - Evet.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bu iki topluluğu nasıl çiğneyerek Suriye’ye müdahale etmeyi
düşünüyorsunuz? Nasıl müdahale edeceksiniz? Nasıl değiştireceksiniz bu rejimi?
YAHYA
AKMAN (Şanlıurfa) – Öyle bir askerî müdahale yok…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Öldürtecekler birbirlerine, düşman kılacaklar.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Yani, yalvararak mı değiştireceksiniz?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Onu söyleyin.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, gerçekten başka şeyler konuşmak
gerekiyordu yani bir dış politika konuşması değil bu. Başka şeyler konuşmak
lazım. “Ne yapacağımız?” sorusunun birlikte cevabını aramamız lazım. Ama Sayın
Bakan burada öyle bir konuşma yaptı ki…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Başbakanlığa hazırlanıyor, Başbakanlığa!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – …ben bütçe konuşmasında söylemiştim, böyle kılıcını
kuşanmış, atına binmiş, sefere giden… Böyle bir üslupla dış politika yönetilmez
Sayın Bakanım. Türkiye’yi siz nereye götürdüğünüzün farkında mısınız? Hani
sıfır sorundu? Şimdi sorun yaşamadığınız komşumuz kaldı mı? Türkiye çok ciddi
bir kuşatılmışlığın içinde değil mi Sayın Bakan? İsrail’le düşmansınız. İsrail,
Güney Kıbrıs Rum yönetimi, Yunanistan’la beraber hudutlarımızda tatbikat
yapıyor, füze atışı yapıyor. Kime karşı? Düşman Türkiye. İran’la düşman
oldunuz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Irak.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Rusya’yla düşman oldunuz. Irak… Hani Irak politikalarınız?
Şimdi, Irak’ta kendi elinizle var ettiğiniz o rejim şimdi sizi perişan etmiyor
mu? OKTAY VURAL (İzmir) – Bir Barzani var.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Haşimi’yi besliyorlar Haşimi’yi.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Ne yapacaksınız?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Barzani, Barzani…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Haşimi’yi, Barzani’yi…
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bakın, “Suriye normu” diye dış politikada konuşulan bir
hadise var. Şimdi Suriye’de uyguladığınız bu politikayı yarın birileri de
Türkiye’ye uygularsa ne yapacaksınız? Ne yapacaksınız değerli arkadaşlar?
Bir
sonuç olarak söylüyorum: Yaptığınız yanlış; ya dününüz yanlış ya bugününüz
yanlış. Burası Orta Doğu bölgesi. Orta Doğu bölgesinde “demokratikleşme”
dediğiniz hadisenin gerçekleşmesi ancak iç dinamiklerle mümkün olursa olur. Dış
müdahaleyle Orta Doğu’da hiçbir güç kaim olmamıştır, kalıcı olmamıştır. Tarihin
ilk çağlarından bugüne kadar, buraya gelen bölge dışı her güç, her devlet
mağlup olup geri gitmiştir. Sizin, bu bölgenin bir ülkesi olarak bu bölgenin
hukukunu savunacağınıza küresel güçlerin taşeronu olmaya ne hakkınız var? Bunun
neresinde stratejik derinlik Sayın Bakan, Allah aşkına?
Bakın
size bir sonucunuzu söyleyeyim Sayın Davutoğlu: Libya. 50 bin insanın kanına
girildi. O kan sizin elinize de bulaştı. 50 bin insan, 50 bin Müslüman
katledildi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Paraların kime gittiğini de yakında açıklayacağız!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Irak’ta 50 bin Müslüman katledildi. Bundan siz de
sorumlusunuz. Bundan övünme utancını ömrünüzün sonuna kadar yaşayacaksınız.
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Katilleri Türkiye’de ağırlıyorlar!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bakın, Irak’taki bir hadiseyi size hatırlatayım: Siz Irak’a
bu kadar sahip çıkıyorsunuz, Irak’ı emanet ettiğiniz Mustafa Abdülcelil Irak’ın
İtalya tarafından, Libya’nın İtalya tarafından işgal edilmesinin 100’üncü
yılını İtalyan bakanıyla birlikte kutladı. İtalyanlar Libya’yı kimden aldılar
Sayın Bakan? Sizin atalarınızdan da, tarihinizden de haberiniz yok mu?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Onların kökü ABD’de canım!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – 1911… Yüz yıl önce “Buraya demokrasi getireceğiz, buraya
medeniyet getireceğiz” diye İtalyanlar Libya’yı kimden aldılar? Osmanlı’dan
değil mi, bizim atalarımızdan, bizim devletimizden değil mi? Geldiler, burayı
işgal ettiler, bildiğiniz serüveni yaşattılar bize. Şimdi burayı yeniden
İtalyanlar, yeniden Fransızlar işgal etti. Ne çıkarınız var? Doğal gazı ve
petrolü 2045 yılına kadar İtalyanlar kapattı. 75 milyar dolar mevduatına el
koydular.
OKTAY
VURAL (İzmir) – İsrail de kırk üç yıl sonra büyükelçilik açtı sayelerinde!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Türkiye'nin ne çıkarı oldu bundan? İnsanlık, insanlık… Allah
aşkına, şu insanlığı biraz da Türkiye’de hatırlayın ya, biraz da Türkiye’de
hatırlayın! Hangi insanlıktan bahsediyorsunuz siz? 50 bin insanın katledildiği
bir yerde siz hangi insanlıktan bahsediyorsunuz? 1,5 milyon Müslüman’ın Irak’ta
katledilmesinde, Afganistan’da katledilmesinde neredeydiniz? Dolayısıyla, sizin
var ettiğiniz Libya’nın yeni yönetimi sizi yok sayıyor, İtalyanlarla birlikte
Libya’nın işgalinin 100’üncü yılını kutluyor. Bundan utanmak gerekmiyor mu?
Neredesiniz? Hani âciz değildiniz Sayın Bakan? Bundan daha büyük âcizlik olur
mu?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sam amcalarının gazına geliyorlar ya!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Niye itiraz etmiyorsunuz? Bu Mustafa Abdülcelil’i siz var
etmediniz mi?
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Uşaklar itiraz etmez!
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Ama Mustafa Abdül Celil size karşı bir eylem, bir tavır
olarak getirip İtalyanların Libya’yı işgalinin 100’üncü yılını kutluyor, sizin
de gıkınız çıkmıyor.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Uyguladığınız politikalar yanlıştır, tavrınız yanlıştır. Bu
yanlıştan geri dönünüz çünkü sonu Türkiye’yi de içine alacak bir kıyamettir,
bir kaostur.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, tutanaklar geldi mi?
BAŞKAN
– Grup konuşmaları bittikten sonra değerlendireceğiz efendim, öyle söyledik.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık.
Buyurun
Sayın Sakık. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP
GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de Barış
ve Demokrasi Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz
önce Dışişleri Bakanımız, Orta Doğu’da, dünyanın her tarafında barışa öncülük
ettiklerini söylüyorlardı. İşte, bugün yaşadığınız coğrafyada, Bingöl
dağlarında ciddi çatışmalar var ve orada bizim partililerimiz canlı kalkan
olmak üzere Bingöl dağlarına doğru hareket hâlindeler. Sizin ülkenizde bir
kavga var, bu kavgada şiddeti uyguluyorsunuz ama dünyanın dört bir tarafına da
barış vadediyorsunuz. Kendi ülkesinde barış ve demokrasiyi inşa etmeyenler
başka yerlere, başka ülkelere barış götüremezler. Bu çatışmaları, bu kavgayı
durdurmanız gerekirken “sıfır problem” dediğiniz komşularla ilişki… Bütün
komşularınızla kavga içerisindesiniz. Bakın, İran’la sorunlarımız var,
Irak’taki yönetimle sorunlar var, Suriye’yle sorunlar yaşanıyor ve bu ülkede
birlikte “kardeş halk” dediğiniz halkla kavga ediyorsunuz ve onları ölümle yok
etmeye çalışıyorsunuz. Şimdi, Orta Doğu’da barış… Ülkede barış yoksa bu afaki
bir sözden öteye bir söz olmaz.
Şimdi,
bu Beşar Esad son bir yılda mı bu kadar zalimleşti, ne oldu? Elli yıldır
diktatörlükler devam ediyor, Baba Esad’dan bugüne kadar oradaki bütün halklar
uzun yıllardır acı dolu yıllar yaşadılar ve siz onlarla her gün el eleydiniz ve
siz her gün onları ağırlıyordunuz. Siz her gün Irak’a seferler düzenliyordunuz,
Suriye’ye seferler düzenliyordunuz, İran’a seferler düzenliyordunuz. Asıl
seferleriniz yani halklar arası barışı kalıcı hâle getirmek değil, “Biz orada
yaşayan Kürtleri nasıl terbiye ederiz.” politikasıyla bugüne geldiniz. Yani
zalimin, zulmün politikasının karşısında zalimlerden yana tavır aldınız.
Yani
Suriye’deki halklar acaba son birkaç ay mıdır orada bu zulmü görüyorlar? Baba
Esad 30 bin insanı katlederken o ilişkileri görmezlikten geldiniz. Bu ülkede
yönetimde söz ve karar sahibi olanlar sürekli o politikaları görmezlikten
geldi. Bakın, orada yaşayan Kürtlerin kimlikleri bile yoktu, bir gün dönüp
dediniz mi: “Yahu, orada bizim kardeş halkımız yaşıyor, bunların kimlikleri
yok. Yok hükmünde sayılıyorlar.” Asla bir gün böyle bir şey demediniz.
Türkiye’ye
geldiğinde Esad’ın nasıl karşılandığını hep biliriz. Boğaz turlarını,
teknelerle, aile boyu, Sayın Başbakan ile Esad’ın ailesi bir bütün olarak,
nasıl konukseverliğin evrensel yasalarının uygulandığına hep tanıklık ettik. O
ikili sohbetlerde de neler yapıldığını hep gördük. Esad’ın bir danışmanı aynen
şöyle söylüyor: “Sayın Başbakan Esad ile görüşürken ‘Aman dikkatli olun, sizin
başınıza oradaki Kürtler bir felaket getirebilir.’ “ Bunu söylüyordu onlara.
Bakın,
bu resim Boğaz’da çekilen bir resimdir, Sayın Başbakan ile Esad’ın baş başa
olduğu, Boğaz turu yaptıkları bir dönemdedir. Yani daha bir yıl önceydi bunlar.
Ne oldu, ne değişti? Değişen tek bir şey vardır, emperyal güçler size bir rol
verdiler, bir görev verdiler. Orta Doğu yeniden dizayn edilecek ve bu dizaynda
size bir rol verildi ve siz bu rolü üstlendiniz. Asıl sorun burada başlıyor.
Bugün
gazetede eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın bir açıklaması var. Sizin eski
Bakanınız diyor ki: “Başbakanımız bu kadar yakın bir dostunun kendisini hayal
kırıklığına uğrattığını gördü ve üzüldü. Esad’ı bundan dolayı kolay kolay
affetmeyecek.” Acaba nedir bu? Yani Esad’la konuşup da hayata geçmeyen? Bizim
aklımıza şu geliyor: Orada yaşayan 3 milyona yakın Kürt bir statü sahibi
olacaktı. Esad’ın onlarla ilgili görüşmeleri vardı ve -o Kürtlerle ilgili- Kürtler
orada demokratik özerkliği hayata geçirecekti. Acaba bundan dolayı mıdır ki
Esad, Sayın Başbakanı hayal kırıklığına uğrattı? Bu söz bana ait değil, bu söz,
partinizde Dışişleri Bakanlığı yapmış bir şahsa aittir ve dönüp şöyle diyor:
“Türkiye Araplarla hareket ederse Arap’ın Arap’a yaptığını Suriyeliler unutur
ama asla Suriyeliler Türkleri affetmezler.” Yaşar Yakış yani eski Dışişleri
Bakanı bunu açık bir şekilde söylüyor ve diyor ki: “’Esad bir yıl içinde
gider.’ diyen kimseyle bahse girmem.” Bunu da sizin partinizde milletvekilliği
ve bakanlık yapmış bir arkadaşımız söylüyor.
Sayın
Bakan, şimdi, Esad rejiminin bu kadar sabıkalı olduğunu hepimiz biliyoruz,
oradaki halklara ne kadar zulüm politikası uygulandığını da biliyoruz ve oradan
gelenlere sizin konukseverliğin evrensel yasalarını nasıl uyguladığınızı da
biliyoruz ve yapılmalıdır da yani bize sığınan kimse, bir ekmeğimiz varsa
onlarla bölüşmeliyiz ve paylaşmalıyız. Ama oradan, Suriye’den gelenler için
sizin yaptığınız dizayn… Bakın, bunlar yapılması gereken ama sizin ülkenizde,
Van depreminde yaşayan vatandaşlarınızın da kaldığı alan da bu. Kendi
vatandaşlarınıza 1990 depreminden Gölcük’ten kalan o derme çatma barakaları
götürüp kurdunuz ama Suriye’de modern bir alan açtınız. Yapılması gereken bu
ama vatandaşlarınızı da yok hükmünde saymamalısınız.
Şimdi,
siz eğer Orta Doğu’yu yeniden birlikte dizayn edecekseniz, ilk önce kendi
sorununuzu çözeceksiniz. Evet, Orta Doğu yeniden dizayn ediliyor ama Orta Doğu
dizayn edilirken Kürt sorununu görmezlikten gelemezsiniz. Siz, gidip emperyal
güçlerle Kürt sorununu konuşuyorsunuz ama burada asıl sorunun sahipleri gidip
konuştuğunda da kıyametleri koparıyorsunuz. Size ne kadar haksa, birinci
derecede bu sorunun sahipleri de gidip Amerika’da, Avrupa’da, Avrupa Parlamentosunda
ve Avrupa’nın başkentinde bu sorunu konuşma hakkına sahiptirler ama altını
çizerek de söylüyoruz, konuşmalıyız, tartışmalıyız herkesle ama sorunun çözüm
yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve Türkiye coğrafyasıdır. Sizin bu sorunu
çözecek muhataplarınız da bellidir. Bu sorunu çözerken dışarıdan bir güç, bir
destek aramaya gerek yoktur. Çok yakın bir tarihte, burada, Irak Federal
Bölgesi’nin Başkanı geldi, ağırlandı. Sayın Mesut Barzani bir Peşmerge
komutanıydı, elinde silah, Kürdistan dağlarında Saddam faşizmine karşı mücadele
ederek özgürlüklerini kazandılar ve silahlı bir Peşmerge’ydi, bugün
Cumhurbaşkanı nezdinde kabul ediliyor Türkiye Cumhuriyeti’nde, önemli bir
gelişmedir. Hemen arkasından Sayın Başbakan kabul ediyor, önemsiyoruz. Dışişleri
Bakanımız kabul etti, önemsiyoruz ama asıl, sorunun sahipleriyle
görüşmelisiniz, yoksa kumdan kalelerin felakete sigorta oluşturmadığını hayat
hepimize gösterdi. Şimdi, o dönemde yani Kürdistan dağlarında elinde silah olup
Saddam rejimine karşı savaşıp özgürlüklerini kazananlarla Türkiye’deki
Kürtlerin sorununu çözmeye katkı sunmak, evet, biz bunu önemseriz. Sayın Mesut
Barzani’nin de, Sayın Talabani’nin de soruna katkı sunması gerektiğini
söylüyoruz ama asıl sorunun sahipleri buradadır. Bu sorunun sahipleriyle oturup
konuşmak sizin görevinizdir, yani Suriye’den daha çok acildir. Eğer iç
barışınızı sağlarsanız bu ülkede özgürlükleri hayata geçirebilirsiniz ama iç
barışınızı sağlamadan dünyanın dört bir tarafına özgürlükler götüreceğinizi
söylemenize kimseyi de inandıramazsınız, siz de buna inanmazsınız. Onun için,
yeni bir anayasa ve yeni bir toplumsal sözleşmede, hakları gasbedilen bu
insanların hakkını, hukukunu yerli yerine oturtmak zorundasınız. Yani Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra başlayan, Kürtlerin coğrafyasına sınırlar koyan o emperyal güçler,
Suriye’den başlayan, İran’dan, Irak’tan ve Türkiye’ye kadar gelen o süreçte bir
halkın hakları gasbedildi. Şimdi o hakların iade edilme süreci başladı. Irak’ta
federal bir Kürt cumhuriyeti orada kuruldu ve orada, evet, Türkiye'nin
ilişkileri…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Sakık, Buyurun.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Bu
ilişkilerin sürmesi bizi sevindiriyor. Yani Irak’taki bu insani ilişkiler,
evet, bizi umutlandırıyor ama Suriye’de de böyle bir gelişimin, böyle bir
sürecin başladığını hep birlikte görüyoruz. Keşke siz daha önce Esad’la
yaptığınız görüşmelerde şunu söyleyebilseydiniz: “Ya orada bizim 3 milyon
kardeşimiz yaşıyor. Onların demokratik haklarını ne zaman hayata
geçireceksiniz?” Bunu söyleyebilmiş olsaydınız Türkiyeli Kürtlerin yüreğini de
fethederdiniz ama sizin aklınızda asla böyle bir proje yok. İran’da da aynı
gelişmeler var. İran Kürdistan’ında da Kürtler bir Kürdistan bölgesinde
yaşıyor, onlar da özgürlüklerine doğru hızlı adımlarla ilerliyorlar ve biz
Türkiyeli Kürtler açık ve net olarak söylüyoruz, her seferinde de buraya
geldiğimizde de yüksek sesle seslendirdik. Biz kaderimizi Türkiye halklarıyla
bileştirdik ve birlikte yaşamak istiyoruz, ortak vatan şiarıyla yeni bir
anayasada kendimizi görmek istiyoruz. Türkiye'nin şu an yapması gereken asıl
budur yoksa Türkiye'nin emperyal güçlere ve emperyal taleplere alet olmaması
gerektiğini söylüyoruz. Türkiye komşularına saygı ilişkileri içerisinde
olmalıdır, komşularıyla iyi ilişkiler içerisinde olmalıdır yoksa Türkiye'nin
bir Sünni cephe oluşturmak gibi bir görevi yoktur. Yani şu anda, Irak’taki,
Irak’la çatışmanın nedeni, Sünni bir güç yaratıp yaratamadığı içindir
Türkiye'nin rahatsızlığı. Suriye’deki asıl sorun, oradaki Sünni gücü
yaratamadığı içindir ki Türkiye'nin rahatsızlığı. Bence Türkiye, bunlardan bir
an önce kendisini arındırmalıdır ve Türkiye, bakın…
2
gazeteci arkadaşımız kırk beş gündür yok, Suriye’deler ve Suriye’nin bu konuda
Türkiye’yi bilgilendirmediğini ve ailelerin ne kadar büyük bir sıkıntı
içerisinde olduğunu görüyoruz. 1 İsrailli askerin esir alınmasından dolayı
Türkiye'nin nasıl arabuluculuk yaptığını gördük. Peki siz, 2 tane gazeteci
kardeşimizle ilgili neden bir çaba içerisinde olmadınız, bu insanlarla ilgili
bir diplomatik ağ geliştirmediniz? Ve yine, bu ülkede alıkonulan 2 tane uzman
çavuş, 1 kaymakam adayı, 1 polis memuru ve yine 1 uzman çavuş bir yıldır kayıp.
Bu insanlar bu ülkenin insanları değil mi? Adalet ve Kalkınma Partisi bu konuda
bir tek çaba içerisine girmedi. Bu belki açık da yapılmayabilirdi, bunu şöyle
yapamaz mıydınız: Sayın Mesut Barzani buradaydı, görüşüp yani şu insanların
ailelerine kavuşması için bir çaba içerisinde olamaz mıydınız? Ama sizin
sorununuz insanlarla ilgili değil.
BEDRETTİN
YILDIRIM (Bursa) – Niye siz yapmıyorsunuz? Siz de gidin.
SIRRI
SAKIK (Devamla) – Şimdi, biz, üzerimize düşeni yaptık, yapıyoruz da. Sivil
toplum örgütleri, vicdan sahibi olan herkesin bu konuda nasıl çaba sarf
ettiğini, eğer biraz dönüp medyaya bakarsanız görürsünüz. BDP’nin bu konudaki
çağrıları ne noktada oldu, bunları hep birlikte görürsünüz ama bizim dışımızda
siz de yaşıyorsunuz ve siz iktidarsınız. İktidar olanların bu talepleri daha
çok yüksek sesle seslendirme hakkı vardır. Çok insani bir talebi bile söylerken
hemen yerinizden laf atmaya çalışıyorsunuz. Acaba, bu çocuklar sizin
çocuklarınız olmuş olsaydı çok rahat bir şekilde burada oturur muydunuz? Ama
bir miktar da empati yapmalısınız.
Ya
şimdi, ben, Türkiye'nin bir an önce gerçekten emperyal taleplerden vazgeçerek,
kendi iç barışını dizayn ettiği bir sürece başlaması gerektiğini düşünüyorum.
Ve Türkiye’nin Suriye’yle de, İran’la, Irak’la dostane ilişkilerin ve AKP’nin
sürekli seslendirdiği sıfır noktadaki sorun konusunda bu politikanın arkasında
durması gerekir ve halkların oradaki iradesine asla gem vurmamalıdır. Halklar
kendi kaderini ve kendi geleceğini birlikte inşa etmelidir. Halkın iradesine
herkesin saygı göstermesi gerektiğini düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
AK
PARTİ Grubu adına Ömer Çelik, Adana Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurun
Sayın Çelik.
AK
PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkanım, çok değerli
milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Kuşkusuz,
Suriye konusunda en çok gündeme getirilen olaylardan bir tanesi AK PARTİ
Hükûmetinin ve AK PARTİ’nin kendisinin daha önce Esad’la niçin bazı görüşmeler
yaptığı, belli bir yakınlık içerisinde olduğu, bugünse neden Türkiye'nin Esad
rejimine muhalif bir pozisyona geldiği noktasındadır. Bunun sebebi aslında çok
açıktır. “Aceleci mi davrandı?” sorusunun cevabı da burada gizlidir. Açık bir
şekilde, 2003 yılından itibaren, AK PARTİ iktidara geldiğinden itibaren
Hükûmetimizin kendisini bölgeden izole etme gibi bir politikası hiçbir zaman
olmamıştır. Bölgede etrafımızda olaylar gelişirken hiçbir şekilde bunlara
tarafsız kalma şeklinde bir tutum izlememişizdir. Bu bakımdan da Büyük
Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesinin Türkiye’deki yorumlanışının
her zaman yanlış olduğunu düşündük. Yurtta sulh, cihanda sulhu tesis etmek için
etrafınızdan izole olamazsınız, etrafınızdaki olayları görmezden gelemezsiniz.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Savaş, zorunlu olmadıkça cinayettir.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Yurtta sulhu da sağlamak için, cihanda sulhu da sağlamak
için…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Savaşmak mı lazım?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – …yapmanız gereken şey, barış konusunda proaktif olmaktır.
Barış konusunda proaktif olmazsanız başkalarının savaşına teslim olursunuz.
Şimdi,
Suriye konusunda Türkiye dört aşamalı bir plan takip etmiştir ve dördüncü
aşamasına gelinmiştir bunun.
Birinci
aşamada, Suriye rejiminin içerisindeki sıkıntılar görülerek, Suriye rejiminin
her zaman için bölge barışını tehdit eden bir unsura dönüşme ihtimali gözükerek
Türkiye ülkesel bir inisiyatif geliştirmiştir. Sayın Bakanımızın baş
danışmanlığı döneminden başlayarak Sayın Başbakanımızın talimatlarıyla bu
görüşmeler hızlanmış…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Senin Başbakanının aklı neye erer ya!
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - …Suriye rejimine sürekli olarak şu telkin edilmiştir: Bass
rejiminin tekeline son vermesi gerektiği, olağanüstü hâli kaldırması gerektiği,
siyasi mahkûmlara af çıkarması gerektiği ve demokratik reformları yapması
gerektiği söylenmiştir ve Esad, bütün bu taleplere karşılık bu adımları atmak
istediğini söylemiştir.
Türkiye’nin
çabalarının yoğunlaşmasıyla, esas Arap devriminin başladığı, Hamas’ın 2005
yılında seçimler yoluyla iktidara gelmesinden sonradır. Çünkü, bölgedeki bir
direniş örgütünün, bir silahlı örgütün seçimler yoluyla iktidara gelmesi demek,
bölgedeki bütün denklemin değişmesi demektir, bölgede halkların bölgenin
kaderine el koyması demektir. Bunun da açık anlamı şudur: Uluslararası politika
literatürü açısından, bölge halkları, bölgede kurulmuş olan Camp David düzenine
son vermeye karar vermiştir. Camp David düzeni sona ermektedir. Bölge halkları,
devletlerini yeniden dizayn ederek kendi kaderlerine el koymaya
çalışmaktadırlar. Esad bütün bu tekliflere olumlu karşılık vermiştir.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da ölenleri gördük.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - 2005’te Hamas’ın göreve gelmesinden sonra kendisine
demokratikleşme konusundaki telkinler artırılmıştır. Türkiye’ye bu konuyla
ilgili olarak sürekli olarak olumlu yaklaşımda bulunmuştur, fakat Türkiye’den
teknik yardım istemiştir. Türkiye bu teknik yardımları göndermiştir…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hangi bölge halkı kendi kaderini tayin edecek?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - …fakat olaylar başladığı andan itibaren, Esad reform sürecine
dönük ilgisini birden bire sona erdirmiş ve tıpkı babasından kalan miras gibi
silaha sarılmıştır.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Sen Suriye’ye kimi gönderiyorsun?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Silaha sarılmasından sonra doğal olarak Suriye halkının
yanında ahlaken, siyaseten, dinen ve kardeşlik gereği yer alması gereken
Türkiye Suriye halkının yanında yer almıştır ve Esad rejimine dönük olarak
uyarı aşamasına geçmiştir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Halk birbirini öldürüyor ya!
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Uyarı aşamasından itibaren Türkiye ülkesel inisiyatiften
bölgesel inisiyatife geçmiştir. Arap Birliğinin geliştirdiği inisiyatife destek
vermiştir. Nedir bu inisiyatif? Esad’ın halkını katletmesine son vermesi ve
kendi ülkesinde reformları gerçekleştirmesi.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Türkiye’de diktatörlük yok mu? AKP diktatörlüğü…
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Arap Birliğinin inisiyatifine son vermesinin neticesinde Arap
Birliği de buna duyulan memnuniyeti sürekli olarak dile getirmiştir. Nitekim,
burada “Arap toprağı, Arap ideolojisi, Arap devletlerinin birliği” üzerine
konuşmalar yapıldı, Türkiye'nin bütün bu Suriye politikasına dönük olarak Arap
Birliğinin tavrı her zaman olumlu olmuştur. Fakat Arap Birliğinin çabalarının
sonuç almaması üzerine Türkiye üçüncü bir aşamaya geçmiştir, bu da “küresel
inisiyatif” aşamasıdır. “Küresel inisiyatif” aşamasında ise Arap Birliği
planının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde kabul edilmesi için Türkiye
çaba göstermiştir.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Rusya’nın isteğiyle kabul edildi Annan Planı, Arap
Birliğinin esamesi okunmuyor.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Birleşmiş Milletlerde 137 tane ülke Suriye’yi kınamıştır
fakat Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Çin’in ve Rusya’nın vetosu
yüzünden bu çaba sonuçsuz kalmıştır.
Netice
itibarıyla, o zaman Hükümetimiz şöyle bir açıklama yapmıştır: “Biz Suriye
konusundaki politikamızda ısrarlıyız, yegâne zemin de Birleşmiş Milletler
değildir.” denmiştir. Bundan sonra “Suriye’nin dostları” dediğimiz inisiyatif
kurulmuştur.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Fransa, Suriye’nin dostu mu ya? Lütfen yani…
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – “Suriye’nin dostları” inisiyatifinin ikinci toplantısı
-bilindiği gibi- İstanbul’da yapılmıştır.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sarkozy Suriye’nin dostu mu oldu?
AYTUĞ
ATICI (Mersin) - Savaşa mı gidiyoruz? Sen onu söyle.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – İstanbul’da yapılmasının temel sebebi, Suriye’nin halkını
temsil eden örgütlerin İstanbul’u tercih etmesidir ve Türkiye'nin buna destek
vermesidir. Bu toplantıda çıkan sonuç bildirgesinde, ev sahibi olarak
Türkiye'nin hazırladığı sonuç bildirgesinde Esad rejimine karşı güçlü bir mesaj
verilmiştir ve bu mesajın neticesi olarak ilk defa Suriye’deki ulusal konsey
Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanınmıştır. Bundan sonraki aşamada geldiğimiz
noktada küresel sistem, Rusya ve Çin de dâhil olmak üzere, yine “Suriye’nin
dostları” toplantısında çıkan bir sonuç olarak Annan Planı’na destek verilmiş
ama Türkiye'nin çabasıyla Annan Planı bir takvime bağlanmıştır. Bu takvime
bağlanmanın arkasından Rusya ve Çin de bu sefer Annan Planı’na destek vermek
suretiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bütün üyeleri bu plan
çerçevesinde Suriye’yi silahları durdurması konusunda bir inisiyatifle karşı
karşıya bırakmıştır. Bugün gelinen noktada Suriye’de silahlar durmamıştır ve
Türkiye bu inisiyatifine devam etmektedir.
Bakın
ben, AK PARTİ adına şunu çok açıkça söylüyorum: Eğer halk katlediliyorsa,
Suriye’de kardeşlerimiz katlediliyorsa ki orada da çift taraflı bir katliam yoktur, çete hâline dönmüş bir
rejimin katliamı vardır.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Orada terör saldırısı var, terör saldırısı!
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Oradaki ekonomik çıkarlarımızı da, oradaki stratejik
çıkarlarımızı da düşünmeyiz, her türlü bedeli göz önüne alırız, Suriye halkının
yanında yer alırız, ekmeğimizi de paylaşırız, suyumuzu da paylaşırız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Ne alakası var?
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yazık, yazık… Senin görevin ülke menfaatlerini
düşünmek.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Ayrıca, Suriye’de çift taraflı çatışma olduğu, Suriye’de
rejimin katliam yapmadığı…
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen nerenin Meclisinde konuşuyorsun?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – …Suriye’de rejimin karşısında El Kaide’nin bu katliamları
yaptığı şeklindeki açıklamayı ilk yapan kişi Beşar Esad ve Dışişleri Bakanı
Velid Muallim’dir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – ABD Kongre üyesi misin ya?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Hiçbir Arap ülkesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
hiçbir üyesi…
OKTAY
VURAL (İzmir) – İsrail’in güvenliği için yaptığınızı niye itiraf etmiyorsunuz
ha?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – …Suriye’de El Kaide’nin ya da başka terörist örgütlerin
Suriye rejimiyle karşılıklı bir iç savaş içerisinde olduğunu iddia
etmemektedir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – İsrail’i koruma kollama görevi size mi düştü?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Biz, bu sözleri bir tek Türkiye’de duymaktayız. Suriye’de
rejim ve rejimin karşısındaki bir gücün karşılıklı olarak çatıştığı şeklindeki
iddia, sadece Türkiye'nin içinde Rusya tarafından ve Suriye Devlet Başkanı ve
Suriye Dışişleri Bakanı tarafından ilan edilmektedir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – İsrail sizinle gurur duyuyor!
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Eğer bu kadar meşru durumdaysa…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Şu anda MİT ajanları yakalanmış…
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – …Suriye’deki rejim gerçekten samimiyse o zaman şunu yapardı:
Silahları durdururdu “Ben kendime güveniyorum.” derdi ve seçime giderdi,
sandığa giderdi. Niye buna cesaret edemiyor?
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sana ne kardeşim, başka bir ülkeden sana ne ya?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Bakın, askerî açıdan size şunu sorayım: Şimdi, biraz evvel
burada “Irak’ta şunlar olurken sesinizi çıkarmıyorsunuz.” diyenler, “Dünyanın
şurasında şu oldu, Irak’ta şu kadar insan öldürüldü sesinizi çıkarmıyorsunuz.”
diyenler, bugün diyorlar ki: “Suriye konusundan size ne?” (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Biz
o zaman da söyledik, biz, Beyrut’un, Bağdat’ın, Bosna’nın kaderiyle
ilgilenirken, Bakü’yle ilgilenirken, dünyanın her tarafındaki kardeş
coğrafyaların kaderiyle ilgilenirken burada şunlar söylenmişti...
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Delikanlılığını Karabağ için niye göstermedin?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Buradaki oturumlarda bazı genel başkanlar tarafından şu
söylenmişti: “Türkiye'nin bu kadar iç problemi varken bizim ne işimiz var bu
dış ülkelerde? Beş saat uzaklıktaki, sekiz saat uzaklıktaki yerlere
gidiyorsunuz da ne yapıyorsunuz? Türkiye'nin bu kadar problemi var.”
denilmişti. Biz de şunu söylemiştik: “Artık dünya yeni bir dünyadır, Beyrut’un
kaderi Ankara’nın kaderinden farklı değildir, Bağdat’ın kaderi Diyarbakır’ın
kaderinden farklı değildir, Bosna’nın kaderi İstanbul’un kaderinden farklı
değildir.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Günaydın, günaydın, yeni mi uyandınız?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Bakü’nün kaderi Erzurum’un kaderinden farklı değildir.”
demiştik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bugün
gelinen noktada “taşeronlukla” suçlayanlar şunu bilsinler: Asıl bugün, Batı’lı
güçler ve emperyalist güçler Suriye’de Esad rejiminin gitmesini istemiyorlar.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Mahir Bey, kılavuzun değişmesi lazım. Kılavuzu değiştirmek
lazım. Yanlış kılavuz.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Niçin biliyor musunuz? Nasıl ki Mısır’da Mübarek’siz bir
Mübarek rejimini devreye sokmak istiyorlar Suriye’de de Esad rejiminin
gitmesini istemiyorlar, zayıflamış bir Esad’ın kalmasının Camp David düzenini
sürdürmek bakımından kendi lehlerine olduğunu düşünüyorlar.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) - Ortak Bakanlar Kurulu yapıyordunuz Sayın Çelik.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Bugün asıl taşeronluk konusunda dikkat etmesi gerekenler Esad
rejimine meşruiyet üretmeye çalışanlardır. Esad rejiminin karşısında olan
Türkiye, burada, Batı’daki bazı grupların bölgede mikro devletler yaratma,
bölge halklarını etnik ve mezhebi temelde birbirine düşürme oyunlarına karşı
Suriye halkının birliği, bütünlüğü ve istiklalinden yana çabalarını
sürdürmektedir.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Sen ülkenin birliğine, bütünlüğüne çalış.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Bakın, Orta Doğu’yu bugün dışarıdan hiç kimse dizayn etmiyor.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Madem müdahale etmek istiyorsun getir tezkereni. Niyetin
müdahale etmekse tezkereni getir.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Orta Doğu’nun dışarıdan dizayn edildiğini söylemek Orta Doğu
halklarına hakarettir. Halklar kendi kaderlerine el koyuyorlar. Bir halkın
yüzde 90’ı dışarıdan dizayn edilemez. Bir halkın yüzde 50’si, yüzde 60’ı, yüzde
70’i namluların önüne çıkıp da…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Çelik buyurun.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - … bu silahlara direniyorsa o halkın direnişi meşrudur. Önce
kamplar yapıldı sonra Suriyeliler getirildi iddiası söyleniyor. Bu da yalandır;
bu, Velid Muallim’in iddiasıdır.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Asker göndermeye niyetiniz varsa getirin tezkereyi, name
yapmayın.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Suriyeli kardeşlerimiz devletimizin korumasına, milletimizin
alicenaplığına sığınmıştır, başımızın üstünde her zaman yerleri vardır.
Nitekim
burada yine yanlış bir iddia dile getirildi. Ahmedinejad’ın Başbakanımızı
beklettiği ve bir gün sonra kabul ettiği. Bu külliyen yalandır. Sayın
Ahmedinejad Türkmen heyetiyle görüşürken rahatsızlandı, bu görüşmeden sonra
Sayın Başbakanımızla görüşmesi vardı. Onun üzerine görüşme ertelendi.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - İyi uykular çocuklar, iyi uykular. Tatlı rüyalar
çocuklar, tatlı rüyalar.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Fakat bizdeki arkadaşlarımız, dış politikayı haber
ajanslarından takip ettiği için, Fas Haber Ajansı bunu akşam saat 20.00’de
geçince o saatte oldu zannettiler ve bunu Türkiye’ye tavır olarak gördüler.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) - Sen bile inanmıyorsun.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Biliyorsunuz İran Devletinin en yüksek makamı Velayeti Fakih
makamıdır. Velayeti Fakih, Ayetullah Hamaneyn Sayın Başbakanımızı en üst
düzeyde kabul etmiştir ki cumhurbaşkanlığından da üstünde bir makamdır.
Dolayısıyla, Sayın İran Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına
gösterdiği saygı yüzünden de ayrıca teşekkür ederiz. Başbakanımızı arabasının
kapısına kadar gelerek karşılamıştır. Öyle bir şekilde görüşmenin ertelenmesi
diye bir şey söz konusu değildir.
Şimdi
bizim yaptığımız şey Suriye’ye düşmanlık değildir. Biz Suriye halkına kardeşlik
yapıyoruz, onun için Suriye rejimine karşı geliyoruz.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – O zaman savaşı desteklemeyin.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Bakın, devlet güçlerinin bu şekilde öldürmesi… Bizim
grubumuzda da vardır, diğer gruplarda da eminim vardır; Lazkiye’de akrabası
olanlar, açsınlar telefonu, Lazkiye’ye sorsunlar. Bu nasıl bir rejimdir ki
savaş gemileriyle Lazkiye’yi bombalamıştır.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalan! Yalan!
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Şimdi deniyor ki bunu bütün dünya kabul ediyor, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 137 ülkesi kabul ediyor, bütün dünya görüyor, bir
tek “Yalan.” diyen Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkıyor.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Durum bu kadar vahimse asker gönderme tezkeresi getirin.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalan! Yalan!
BAŞKAN
– Sayın Serindağ, lütfen…
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Gelelim diğer bir konuya: Bakın, çok açık bir şekilde şunu
söylemek lazım: Burada Kürt meselesiyle ilgili de iddialar gündeme getirildi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Madem durum bu kadar vahim, müdahale tezkeresi getirin.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - PKK bir taşeron örgüt olarak Bass rejimine hizmet sunacağını
söylemiştir fakat Bass rejimi bunu göze alamadığı için, Türkiye’nin gücünü
kudretini karşısına almak istemediği için PKK’nın bu taşeronluğunu
reddetmiştir. Suriye’de Kürtlerin şimdiye kadar kimliği yoktur, şimdiye kadar
katledilmişlerdir ama Suriye içerisindeki bir grup, bugün, Bass rejimine destek
vererek, muhalifleri öldürmek üzere, Bass rejiminin lejyoneri olarak Suriye
halkına silah çekmektedir. Dolayısıyla Kürt meselesini ele alırken bunu böyle
monolitik bir mesele olarak ele alıp, sanki Suriye’deki Kürtler… Oradaki
Demokratik Birlik Partisi hariç hiçbir güç PKK’dan yana değildir, PKK’nın orada
Esad rejimiyle iş birliği yapmasına karşılık da Suriye içerisinde ciddi bir
tepki vardır.
Son
olarak şudur: Aziz millet bizi dinliyor. Şunu soralım: Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmeti bugün bu faaliyetleri yapmaktadır, Suriye halkının yanında yer
almaktadır. Biz AK PARTİ olarak buna sonuna kadar destek veriyoruz, bütün
gücümüzle destek veriyoruz. Ama şu ana kadar Suriye’deki katliamın durdurulması
için konuşan muhalefet sözcülerinden bir öneri gelmiş midir, gelmemiştir?
Suriye’de kan akmaktadır, kardeşlerimiz öldürülmektedir.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul)- Suriye’deki kardeşlerimiz ölüyor ama.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Geçen sene o samimi pozlarınız neydi…
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Orada kan akıyorsa bu kana biz seyirci kalamayız. Türkiye’yi
hiç kimse böyle bir savaşın, Türkiye-Suriye arasında tek taraflı bir savaşın
parçası gibi de göstermeye çalışmasın, Türkiye uluslararası toplumla
beraberdir. Suriye’deki kardeşlerine karşı Arap Birliğiyle, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyiyle, Birleşmiş Milletlerin üyeleriyle birlikte inisiyatif
geliştirmektedir. Türkiye savaş değil, bütün bir bölgede, bütün bir Mezopotamya
havzasında, bütün komşularında istikrar istemektedir, refah istemektedir,
zenginlik istemektedir.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - İstikrar Irak’ta mı kuruldu, Mısır’da mı kuruldu,
Libya’da mı kuruldu?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Fakir komşu istemiyoruz, güvenliksiz komşu istemiyoruz.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Bu kadar vahimse o zaman asker gönderin.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Bütün komşularımızın zengin olmasını istiyoruz, bütün
komşularımızın refah içerisinde olmasını istiyoruz çünkü bizim anlayışımız Orta
Doğu’daki klasik ezberi bozmuştur. Orta Doğu’da komşunu zayıflat, komşunu
fakirleştir, komşunun istikrarsızlaşmasını sağla, oradan güç devşir dönemi
Türkiye’yle bitmiştir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Mesela, Irak’ta Maliki’yle niye görüşmüyorsunuz?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Bizim yeni Orta Doğu perspektifimiz de budur. Komşularımız da
güçlü olacak, biz de güçlü olacağız.
Maliki
meselesi ise şudur: Maliki meselesi, bir Sünni Şii cepheleşmesi değildir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Maliki’yi siz ağırladınız ya.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Daha geçen hafta Irak’ın en büyük Şii grubu Ammar El Hekim
grubu, AK PARTİ’nin misafiri olarak AK PARTİ’den eğitim almak üzere Türkiye’de
bizim misafirimizdi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Siz ABD’ye göre dost-düşman değiştiriyorsunuz ya. ABD’ye göre
pozisyon oluşturmayın.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Bugün Kuzey Irak’taki Kürtler, Ammar El Hekim grubu olmak
üzere Şiiler, Türkmenler ve yine Sadr grubu olmak üzere Şiiler, kendisinin Şii
olduğunu söyleyen Maliki’ye karşıysa bu bir mezhep meselesi değildir.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Kılavuzu değiştirin, yanlış. Bakın, söylüyorum.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Ayrıca, Maliki gibi bir diktatörü savunmak da Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki herhangi bir sözcünün işi değildir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Maliki,
Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı saygılı ifade kullanmak zorundadır.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sizin sayenizde saygı mı kaldı Türkiye’ye?
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - Yüce Meclisten de Maliki’nin kınanması, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetinin arkasında durulması gibi bir tavır beklenir.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sizin vebalinizdir.
ÖMER
ÇELİK (Devamla) – Dolayısıyla, biz, Suriye konusunda sonuna kadar
kardeşlerimizle ekmeğimizi bölüşmeye, suyumuzu bölüşmeye, onların kanının
dökülmesine, durmasına dönük olarak elimizdeki...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER
ÇELİK (Devamla) - ...bütün imkânları kullanacağız, bu imkânlarımızı sonuna
kadar sürdüreceğiz.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, tutanaklar geldi mi? İnternet’e düştü,
tutanakların hiçbiri gelmedi herhâlde daha? Tutanaklar İnternet’e düşmüş de
acaba size gelmedi mi?
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak, tutanaklar bize geldi efendim. Sayın Bakanın da sataşma
nedeniyle talebi var ancak bir konuşmacımız kaldı, zaten öyle söyledim ben.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Biz sataşmadık, eleştirdik efendim.
BAŞKAN
- Sayın Tüzel’e de söz verdikten sonra değerlendireceğiz.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Sayın Bakana kim sataştı?
BAŞKAN
- Grubu bulunmayan milletvekili adına Abdullah Levent Tüzel İstanbul
Milletvekili.
BAŞKAN
- Buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...
MUHARREM
VARLI (Adana) – Böyle muhterem bir bakana kim sataşmış? Dilini kopartırım.
BAŞKAN
– Efendim, o sizin yüksek takdirleriniz.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Sağ olun Başkanım, teşekkür ederim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sataşsa sataşsa Clinton sataşmıştır.
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Diğer vekillere olduğu gibi bana da beş dakika ek
konuşma hakkı vereceksiniz zannediyorum.
Sözlerime
başlıyorum.
Evet,
burada Hükûmet adına ve AK PARTİ Grubu adına konuşmacıların heyecanlı
söylemlerini işittik. Açıkçası benim ülkemiz adına, bölge halkları adına kaygım
daha fazla arttı. Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanı “Dış politikada ne yapılmak
isteniyor, anlaşılmıyor.” diyerek bizi de âciz olmakla itham etti ama biz tabii
ki âciz değiliz, ne yapılmak istendiğini gayet iyi anlıyoruz ama ne yazık ki bu
politikalar Türkiye Hükûmetini, Türkiye halklarını zora ve âciz bir pozisyona
sokacaktır.
Şimdi,
bir defa, öncelikle şunun bilinmesini istiyoruz ki Türkiye halkları, emekçileri
bölge halklarıyla, Suriye, Irak, İran halklarıyla bir kapışmaya, bir çatışmaya
kesinlikle izin vermeyecektir. AKP Hükûmeti o 2003 yılından bu yana izlediği
politikanın adını “aktif dış politika” olarak koydu ve bu politikanın adı da
emperyalist, yayılmacı, âdeta Amerika’nın atına binip Osmanlı’nın kılıcını
sallamak diye tabir edeceğimiz bir politika ama bu politikada hayır yok, bu
politikada Orta Doğu’ya özgürlükler getirmek, barış getirmek, kanı durdurmak
falan yok, öyle olsaydı çoktan olurdu. Yani Dışişleri Bakanının burada büyük
bir hezeyanla ve heyecanla “Yeni Orta Doğu oluşuyor, doğuyor ve biz bunun
öncüsü olacağız.” sözlerini duymak, çok açıkça, bu politika burada söylenmekten
çekinilse de emperyalist bir politikadır, taşeron bir politikadır, maceracı bir
politikadır, çok açık bir şekilde yayılmacılıktır. Bu yeni Orta Doğu’da yani
mezhep çatışmaları üzerinden buraların kışkırtılarak burada yeni sınırlar ve
ülkeler belirlemek adına oluşacak bir dizayn ve biçim verme şeklinde
Türkiye'nin rol oynaması çok açıkça burada bölge halklarına, ülkemiz halklarına
da kötülük yapmak anlamına gelecektir.
Şimdi,
Irak’a barış ve eşitlik geldi mi, özgürlük geldi mi? En son Libya’ya yapılan
müdahaleden sonra burada kaos gitti, yerine düzen mi geldi, istikrar mı geldi?
Şimdi, bütün bunları gören komşu ülke yöneticileri de haklı olarak kaygı
duymakta ve -biraz önce adı geçti yine- Başbakan Maliki en son konuşmasında
“Türkiye bölgede herkese düşman ülke hâline geliyor.” demektedir.
Şimdi,
Dışişleri Bakanına da, Başbakana da, AKP Grubuna da, değerli milletvekillerine
sormak gerekiyor, madem bu kadar insan haklarından yana bu kadar bu
gelişmelerden kaygı duyuluyor, halkların derdine düşülüyor, neden Bahreyn’deki
halk ayaklanmasının bastırılmasına, hem de Suudi askerlerce bastırılmasına
karşı çıkmıyorsunuz? Bakın, gelişmeler son derece tehlikelidir. Türkiye devleti
bölgede yalnızlaşmaya devam etmektedir. Göz konulan topraklar ve ülke
yönetimleri, onlar Suriye, Irak, İran birbirlerine yakınlaşmakta ama Türkiye’ye
uzaklaşmaktadırlar.
Şimdi
burada değerli konuşmacı diyor ki: “Suriye halkına borcumuz; ahlaken, dinen,
vicdanen, kardeşlik adına borcumuzdur, bütün bunlar bunun adına yapılmaktadır.”
Yani “Özgür Suriye Ordusu” adı altındaki halktan destek görmeyen çeteci bir
oluşuma yapılan destek bunun adına mıdır ya da Irak’ta çok açık suçlanan,
aranan bir Sünni lider Haşimi’ye sahip çıkmak bunun adına mıdır? Ya da
Başbakanın, Şam’ı, Bağdat’ı zorba rejimler olarak ilan etmesi; bu nasıl
olabilir? Bunu, burada ben ya da herhangi bir milletvekili söyleyebilir,
nihayetinde bu bir görüştür ama bu ülkeyi yöneten Başbakan söylediğinde, bu çok
açık bir şekilde dış politikada “O ülkeleri hedef göstermek, o ülkelere
savaşacağını söylemek.” demektir. Buna ne Başbakanın ne de hiçbir Hükûmet
yetkilisinin hakkı yoktur. Dolayısıyla, bunlar son derece tehlikeli, zararlı,
çok açık maceracı politikalardır. Başbakan, âdeta ayakları yerden
kesilmişçesine halkları tehdit etmekte, komşu ülkeleri ha bire tehdit
etmektedir; NATO’yla, 5’inci maddeyle, güçlü silahlı kuvvetleriyle ha bire
tehdit etmekte ama ondan sonra biz şunu da hatırlıyoruz: Başbakan bu ülkede
yönetime başladığında ne dedi, hep önümüze neyle çıktı? “Biz dinsel, bölgesel,
etnik –milliyetçilik- ayrımcılık yapmayacağız.” dedi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Tüzel, buyurun.
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (Devamla) – Peki, Suriye’de, Irak’ta Sünni tabanı, halkı
desteklemek adına, onlara yönetimde pay biçmek adına buradaki mezhepsel
gerginlikler üzerinden dış politikasını inşa etmek. Bu nasıl bir çelişkidir?
Bunu nasıl izah edecek Hükûmet, Başbakan ve Dışişleri Bakanı? Dolayısıyla,
sizin yürüttüğünüz dış politikanın adı, çok iyi biliyoruz ki bu mezhep
çatışmaları üzerinden buraların bölünmesine, yeniden şekillenmesine ortak olmak
demektir.
Ha,
bir de tabii ki şu var ki, bütün bunlar ne için yapılıyor? Sadece Amerika’nın,
NATO’nun isteklerini yerine getirmek, emperyalist planlara bağlanmak da değil,
ülkemizin hayli birikmiş sorunlarını, halkımızın ezilmişliğini,
sömürülmüşlüğünü, açlığını, yoksulluğunu, bütün peş peşe gelen zamları, her gün
iş cinayetlerini, kadın cinayetlerini, istismarı, ayrımcılığı, bütün bunların
üzerini örtmek içindir. Evet, şimdi o komşu ülke halklarının yöneticileri
diyorlar ki, bugüne kadar söyledikleri şey: “Sizin bu yaptığınız açıktan iç
işlerimize karışmaktır. Bunu yapmayın.” diyorlar ama yarın bu devam ettiği
sürece diyecekler ki: “Dönün, kendinize bakın.” Evet, Suriye’de, Irak’ta, bu
bölgede, Orta Doğu’da, insan hakları ihlallerini hatırlıyoruz, vicdanen ızdırap
duyuyoruz. Peki, Roboski’ye ne diyeceksiniz? Üzerinden tam yüz yirmi gün geçti
ve şimdi, orada ölen çocuklardan, on üç yaşında Encü’nün annesi bize geldi,
burada söyledi: “Türkiye devleti benim çocuğuma Türkçe kitap verdi, nüfus
kâğıdı verdi, kimlik verdi ama adalet vermedi, hâlâ adalet vermedi.” O nedenle,
Hükûmet, Başbakan önce kendi ülkesinde adaleti, özgürlükleri, eşitliği, insan
haklarını tesis edecek. Önce kendi topraklarımıza, kendi halklarımıza dönüp
bakacağız; komşu ülke halklarıyla, topraklarıyla uğraşıp durmayacağız.
O
nedenle, değerli milletvekilleri, çok açıkça, bu izlenen dış politika ve
özellikle bugün Dışişleri Bakanının ağzından ilan edilmiş yeni birtakım
iddialar ve hedefler ülkemizin adım adım daha tehlikeli bir sürece sokulduğunun
işaretidir. Bu açık bir saldırgan politikadır ve biz buna izin vermemeliyiz.
Biz istiyorduk ki Mecliste açık bir genel görüşmenin yapılması. Ama Dışişleri
Bakanı aynı şekilde Hükûmetin izlediği politikayı burada dikte etmiştir. O
nedenle, biz, önce, Meclisimiz de, Hükûmet de, Başbakan da kendi ülkemizin
sorunlarına gözümüzü dönmek ve kendi ülkemizdeki yangına çözüm üretmek
durumundayız.
Şimdi,
bildiğiniz gibi 1 Mayısa çok az bir zaman kaldı ve 1 Mayısta sadece işten
atmalara, kıdem tazminatının gaspına, iş cinayetlerine, düşük ücretlere,
bölgesel ücretlere, ayrımcılığa gibi işçi sınıfının talepleri değil ama aynı
zamanda emekçisi, üretici köylüsü, kamu emekçisi, kadını, genci, üniversite
hocası, sağlıkçısı, eğitimcisi bütün halkımızın, bütün halklarımızın talebi
hâline gelmiş, barış içinde, hem ülkemiz içerisindeki barış içinde hem de komşu
ülke halklarıyla barış içinde 1 Mayısta alanlara çıkmak, özellikle bu Hükûmetin
uygulamalarından, politikalarından mağdur olmuş, muzdarip olmuş ve talepkâr
olmuş bütün halkımızın görevidir diyorum. Savaşı durdurmak -tıpkı 1 Mart
tezkeresini engellemek döneminde olduğu gibi 1 Mayısta alanlara çıkarak, bizim
kardeşlik çağrılarımızı ifade ederek- Türkiye’de yaşayan Türk’ü, Kürt’ü,
Çerkez’i, Arap’ı eşitlik temelinde, anayasal güvence temelinde, kardeşlik
temelinde birlikte, bir arada yaşama irademizi en güçlü şekilde bir kez daha
Hükûmete duyurmak ama aynı zamanda Amerika’nın taşeronu olmayacağımızı,
emperyalist güçlerin isteği doğrultusunda bölgede savaşa koşmayacağımızı da en
güçlü şekilde ilan edeceğiz.
Bizim
bir sloganımız var. Halkların demokratik kardeşliği olarak her yerde
söylüyoruz: “İşçiler birlik olacak, halklar da kardeş olacak.” Türkiye’nin
geleceği buradadır. Eğer gerçekten Türkiye bölgede örnek bir ülke olacaksa,
model ülke olacaksa, komşu ülke halklarıyla barış içerisinde yaşayacaksa tek
çözüm yolumuz, tek izleyeceğimiz dış politika, onurlu, insan haklarına saygılı,
haysiyetli politikanın adı budur. Barıştır, kardeşliktir, ortak yaşamdır.
Teşekkür
ediyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz.
BAŞKAN
– Sayın Uzunırmak, tutanakları getirttim:
“Sayın Davutoğlu –Suriye konusunda bugüne
kadar izlediğimiz ilkeli tutuma yönelik çeşitli eleştiriler gündeme geliyor:
Başkalarının yönlendirmesiyle hareket ettiğimiz, Suriye konusuna fazla müdahil
olduğumuz, yalnız kaldığımız, acele ettiğimiz, savaşa sürüklendiğimiz, hatta
askerî müdahaleden yana olduğumuz gibi ithamlarla karşılaşıyoruz.
Sayın
Uzunırmak - Azarlamayın milletvekillerini!
Sayın
Davutoğlu – Bize bu eleştirileri yöneltenler alandaki gerçekleri, zamanın
ruhunu ve en önemlisi AK PARTİ iktidarlarının dış politika anlayışını
kavramaktan âcizdirler.
Sayın
Işık – Irak’taki…
Sayın
Davutoğlu – Demokratik işleyiş çerçevesinde, saygıyla karşıladığım bu
eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu kürsüden cevap vermek istiyorum.
Sayın
Uzunırmak - Âcizliğiniz akıyor paçanızdan ya!” gibi devam ediyor.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Doğrudur.
BAŞKAN
– Burada, Sayın Bakanın sayın milletvekillerine hitaben herhangi bir sataşması
söz konusu değil…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, yani, burada, böyle Türkçe öğretmeni, felsefe
falan gerekmiyor.
BAŞKAN
– …ama o zehaba kapılmışsınız, buyurun Sayın Uzunırmak, buyurun…
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Burada diyor ki: ”Bu politikayı anlamamak âcizliktir.”
BAŞKAN
– Buyurun.
Yeni
bir sataşmaya mahal vermeden yalnız, üç dakika söz veriyorum.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun milletvekillerine sataşması nedeniyle konuşması
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, Dışişleri Bakanının, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgilendirmek
için geldiği bir toplantıda kendi karşıt politikalarını anlamamayı âcizlik
olarak nitelendirmesini, her şeyden önce, bir diplomatik lisan olarak ve bir
üslup olarak kınadığımı ifade etmek istiyorum. Tabii ki biz anlamıyoruz ama
anlayamayışımız neden kaynaklanıyor? Bizim anlayamayışımız, stratejik
derinlikten stratejik oynaklığa doğru bir gidiş var. Söylemlerle eylemlerin…
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Hakaret ediyorsunuz.
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) – Efendim, oynak strateji de bir taktiktir, onu şey yapmayın yani biraz bilginizi artırın. Şimdi,
oynak strateji de uygulayabilirler, bu da doğrudur, hakkıdır Hükûmetin.
SİNAN
OĞAN (Iğdır) – “Ritmik strateji” dediler adına, ritmik strateji.
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) – Şimdi, bakın, ben izah ediyorum size: Söylemlerle
eylemlerin birbirini tutmaması, vaatlerle, istek ve arzularla yapılanın ve
yapılmak istenenin amaca ulaşmayacak olmasını biz elbette ki anlayamıyoruz
değerli arkadaşlar.
Bakın,
şimdi “Biz halktan yanayız.” diyorsunuz. “Halktan yana” dediğiniz yerde,
Irak’ta 1 milyon insan ölüyor. Peki, bu insanlar uzaydan geldi de, Amerikalılar
Iraklıları, uzaydan gelen bu 1 milyonu öldürerek mi kurtardı? Halktan
yanaysanız, acaba Irak’ta ölen o 1 milyon insan ölürken siz hangi halktan
yanasınız, Irak’tan yana mısınız, Irak halkından yana mısınız, ölenden yana
mısınız, öldürenden yana mısınız?
Şimdi
“Halktan yanayız.” diyorsunuz. Libya’da 50 bin kişi ölüyor. Orada ölen Libya
halkı. Peki, o Libya…
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Biz mi öldürdük? Ekonomiyi batırdınız, memleketin elini kolunu
bağladınız, şimdi gelip burada konuşuyorsunuz!
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) – Konulara uygun konuşursan daha düzenli olur. Bizim her
konuda diyeceklerimiz var.
Dolayısıyla,
acaba Libya halkından yana mısınız, Libya’da halkı öldürenlerden yana mısınız?
Biz bunu anlayamıyoruz. Bunu anlayamamak âcizlik değil değerli arkadaşlar, bunu
anlamaz hâle getirmek âcizlik, bunu anlaşılmaz hâle getirmek âcizlik.
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) – Partiniz de anlamaz, siz de anlamazsınız!
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) – Şimdi, Sayın Bakan çıkıyor, diyor ki: “Biz etnik, dinsel
yönetmeye, birtakım şeylere karşıyız.” Peki, size bir ufuk açıyorum şimdi;
Kuzey Irak’ta oluşan etnik yapıya dayalı bir bölgesel yönetim var. Merkezî Irak
Hükûmetiyle ilişkileri kestiniz, bölgesel yönetimle ilişkiyi sürdürüyorsunuz.
Peki “Dinsel olarak, mezhepsel olarak birtakım yapılara karşıyız.” diyorsunuz,
tamamen mezhepsel birtakım politikalar inşa etmeye çalışıyorsunuz. Burada
söylenenle yapılanın farklı olması… Eğer dilek ve temennilerle her şey temin
edilebilseydi, o dilek ve temennilerin gerçekleşme oranını, yolunu,
gerçekliliğini tartışmasaydık politika diye bir şey olmazdı.
Sayın
Bakan, böyle tahammülsüzlüğünüz herhâlde sizin dış politikada düştüğünüz
acziyetten dolayı buradaki gerginliğinizi ortaya koymuştur.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) – Dolayısıyla, böyle gerginliğiniz dış politikadaki
başarısızlığınızın bir işareti olarak algılanacaktır. (MHP sıralarından
alkışlar)
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Uzunırmak.
Bir
oturun Sayın Serindağ, söz vereceğim
size.
Sayın
İşler, buyurun, sizin de sataşmayla ilgili bir talebiniz var. Kim, ne için
sataştı, yerinizden ifade eder misiniz önce.
Sistemi
açtım sesinizin anlaşılması için Sayın İşler.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Sayın Başkanım, Kahire’de, Mısır’da yapılan bir toplantıyla
ilgili, benim de hazır bulunduğum bir toplantıyla ilgili Sayın Korutürk
konuşmasında yanlış bilgi verdi, o konuyu düzeltmek istiyorum. Müsaade
ederseniz…
BAŞKAN
– Ne söyledi de yanlış dedi?
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Bütün toplantıya katılan tarafların Türkiye'nin aleyhinde
olduğunu söyledi; bu, gerçekleri yansıtmamaktadır.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın İşler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yeni
bir sataşmaya mahal vermeyin.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bakan da yanlış bilgi verdi, ben de söz istiyorum.
2.- Ankara Milletvekili Emrullah
İşler’in, İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk’ün şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, sözlerime başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
burada Sayın Bakanımız Suriye’yle ilgili, Suriye konusunda Türkiye'nin izlemiş
olduğu politikalarla ilgili açıklamalarda bulundu ama maalesef Sayın
Bakanımızın konuşması sataşmalarla sabote edilerek dinlenilmedi. Ondan sonra da
gruplar adına yapılan konuşmalarda yine ne yazık ki bizi sürekli eleştiren
partiler…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Doğru bilgi vermedi, ne sataşması? Doğru bilgi vermedi, hep
yalan söyledi.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – …isterdik ki bize ne yapmamız gerektiğini, önerilerini
söylemiş olsalardı ama burada bir saattir sizi dinliyorum, maalesef bize bir
öneri gelmedi.
BAŞKAN
– Sayın İşler, lütfen sataşmayla ilgili konuşun.
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Sayın Başkanım, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan
Sayın Korutürk benim de katıldığım Türk-Arap Parlamenterler Diyalog
Toplantısı’yla ilgili burada birtakım bilgiler verdi. Vermiş olduğu bilgiler
maalesef gerçeği yansıtmamaktadır.
Sayın
Korutürk şu an karşımda oturuyor. Biz orada iki tane Baas’çı milletvekiliyle
tartışma yaptık ve onlar bizi suçlamışlardır, ben de onlara gereken cevabı
vermişimdir. Hatırlarsanız onlar “Suriye’nin iç işlerine karışmayın.”
demişlerdir. Ben de onlara şunları söyledim: “Biz Suriye’nin iç işlerine
karışmıyoruz…
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Daha ne yapacaksınız?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – …biz Arap Birliğiyle birlikte hareket ediyoruz, Birleşmiş
Milletlerle birlikte hareket ediyoruz.”
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Başbakan “Suriye bizim iç işimizdir.” demedi mi?
EMRULLAH
İŞLER (Devamla) – Bugün Suriye’de yaşananlar Suriye’nin iç işi olmaktan
çıkmıştır ama Baba Esad döneminde 1982’de yaşananlar Suriye’nin iç işi olarak
kalmıştır, dünya değişmiştir. Bu konuları ben orada kendilerine anlatmışımdır.
Ayrıca
Sayın Korutürk ülke adlarını vererek bütün oraya katılan ülke temsilcilerinin
hepsinin Türkiye'nin aleyhinde olduğunu söylediler. Bu, gerçeği
yansıtmamaktadır. Arap tarafının oturum başkanı -Cezayirli- böyle bir
açıklamada bulunmamıştır; Tunuslu temsilciler vardır, böyle bir açıklamada
bulunmamışlardır; Sudan’dan temsilciler vardır, böyle bir görüşe katkıda
bulunmamışlardır.
Sayın
Başkanım, bu hususu açıklamak istedim. Bizim politikamız -bir kere daha altını
çiziyorum- barışı, güvenliği, istikrarı ve refahı hedeflemektedir. Bu
doğrultuda çabalarımızı sürdürüyoruz ve sürdürmeye devam edeceğiz.
Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Serindağ…
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Korutürk lütfen oturun, Sayın Serindağ söz istemişti.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Cevap vermek istiyorum yalnız Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Yerinizden Sayın Serindağ, ne için istiyorsunuz sözü önce?
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – İsmimi zikrederek…
BAŞKAN
- Sayın Korutürk oturur musunuz, Sayın Serindağ’a söz verdim.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Peki, yalnız söz istiyorum.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesine göre söz istiyorum.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Serindağ. Burada İç Tüzük’ün…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Çok kısa…
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın Serindağ…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, ben Suriye’ye…
BAŞKAN
– Efendim, bir saniye…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz kesebilirsiniz ama ben burada söyleyeceğim. Ben
Suriye’ye komşu bir ilin milletvekiliyim.
BAŞKAN
– Sayın Serindağ, o zaman söyleyin, buyurun. Lütfen…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Burada yalan yanlış bilgiler ortaya atıldı, bana söz
hakkı vermiyorsunuz.
BAŞKAN
– Hayır size söz hakkı ben vermiyorum değil, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesini
açarsanız, ben de okuyorum buradan efendim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bakın, İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesi şöyle…
BAŞKAN
– 60’ıncı madde 59’u kapsamıyor efendim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Bak, “Pek kısa bir sözü olduğunu belirten üyeye Başkan,
yerinden konuşma izni verebilir.” diyor.
Bakınız,
siz AKP Grubundan söz isteyene verdiniz, bana vermiyorsunuz.
BAŞKAN
– Sayın Serindağ, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesinin ikinci fıkrasını okuyorum.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Yahu, o 60’a göre istiyor, 59’a göre değil.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ben 60’a göre istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Genç, sizden öğrenecek değiliz efendim, herkes biliyor burada.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ben 60’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN
– Her şeye müdahil olmayınız lütfen.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Ama doğru dürüst orayı yönet!
BAŞKAN
– “Hükümet, olağanüstü acele hâllerde gündem dışı söz isterse -Sayın Bakan
gündem dışı söz istedi- Başkan, bu istemi yerine getirir. Hükümetin
açıklamasından sonra, siyasî parti grupları birer defa ve onar dakikayı aşmamak
üzere -Kaldı ki siyasi parti gruplarının anlaşması üzerine beşer dakika
sürelerini artırdık- konuşma hakkına sahiptirler.”
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Nasıl verdiniz? Deminki hatibe nasıl söz verdiniz?
BAŞKAN
– O sataşma nedeniyle efendim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sataşma değildi, “Yanlış bilgiyi düzeltiyorum.” diye
çıktı.
BAŞKAN
– “Grubu bulunmayan milletvekillerinden birine de beş dakikayı geçmemek üzere
söz verilir.”
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz sataşmadan vermediniz, yanlış bilgiyi düzeltmekten
verdiniz.
BAŞKAN
– Sayın Korutürk, sisteme girer misiniz, lütfen…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz burada istediğiniz gibi yönetemezsiniz.
BAŞKAN
– Sayın Korutürk, sisteme girer misiniz.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz nasıl verdiyseniz, bana vermek zorundasınız.
BAŞKAN
– Hayır, sataşma olmuş olsaydı ben size… Yerinizden sisteme girdiniz, sordum
efendim “Ne için söz istiyorsunuz?” diye.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sataşmadan vermediniz… Sayın Başkan, sataşmadan
vermediniz, yanlış bilgiyi…
BAŞKAN
– Sayın Serindağ, böyle bir usulümüz yok ki, lütfen…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, niye verdiniz siz benden önce?
BAŞKAN
- Burada her sayın milletvekiline söz vereceğiz diye bir kayıt yok yani.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Yalnız burası Parlamento, yanlış bilgilerin düzeltilmesi
lazım.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Niye öncekine verdiniz?
BAŞKAN
– Sataşma olduğunu iddia etti, sataşmadan dolayı verdim.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Efendim AKP Grubundaki arkadaşa düzeltme gerekçesiyle
verdiniz, Ali Bey’e niye düzeltme gerekçesiyle vermiyorsunuz?
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Ona niye veriyorsunuz da bana vermiyorsunuz?
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Bakın, düzeltme gerekçesiyle verdiniz, niye düzeltme
gerekçesiyle Ali Bey’e vermiyorsunuz?
BAŞKAN
– Düzeltme gerekçesi değil, sataşma efendim. O bir sataşma…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Sataşma değil, düzeltme gerekçesiyle söz verdiniz. Neden
düzeltme gerekçesiyle vermiyorsunuz?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi lütfen… Sayın vekillerimiz…
OSMAN
AŞKIN BAK (İstanbul) – Sen toplantıda mıydın? Adam toplantıdaydı, bizzat şahit
oldu.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – O adam milletvekili. Toplantıda ona mı sataştı sanki?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, lütfen sisteme girin de sözleriniz anlaşılsın efendim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz milletvekillerinin sözünü de böyle hemen
kesemezsiniz.
BAŞKAN
– Bu, usul değil Sayın Serindağ, lütfen yerinize oturun. Sayın Hamzaçebi’yi
dinleyeceğiz.
Buyurun
efendim.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan bir milletvekiline,
Başkanın sataşma olmadığı halde sataşma gerekçesiyle söz vermesine ilişkin
açıklaması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim,
önemli bir konuyu görüşüyoruz. Hükûmetin Suriye’ye ilişkin dış politikasına
yönelik olarak Sayın Bakan bilgi verdiler, siyasi parti grupları görüşlerini
açıkladılar.
İç
Tüzük’ün bütün hükümlerini katı bir şekilde uygulamıyorsunuz. Örneğin, gruplar
arasında varılan bir mutabakat olması nedeniyle grupların onar dakikalık söz
süresini on beşer dakika olarak uyguladınız, doğru bir şey yaptınız.
Yine,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan bir arkadaşımıza sataşma olmadığı hâlde
sataşma gerekçesiyle söz istediği için söz verdiniz. Gerçekçi sataşma nedir?
Kürsüde konuşan hatip, bir milletvekilimizi kastederek onun söylediğinin,
yaptığının farklı anlama gelecek şekilde bir ifadesini ortaya koyarsa
verirsiniz. Bir anlayışla o arkadaşımıza da söz verdiniz, bu da gayet doğaldır.
Arkadaşımız kürsüye çıktı, görüşlerini açıkladı. Şimdi, bu kadar önemli bir
konuda Sayın Ali Serindağ yerinden bir söz talep ediyor efendim. Bunu da İç
Tüzük’ün 59’uncu maddesi, 60’ıncı maddesi… O konuda bir tedahül vardır
biliyorsunuz, o bir tartışma konusudur. Kendisine de bugünkü tolerans
çerçevesinde bir söz vermenizin uygun olacağını düşünüyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Burada
sisteme giren sayın milletvekillerinin sayısı 17. 17 kişiye de söz vermek
durumundayız o zaman.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Siz…
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Muhaliflere vereceksiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Bir saniye efendim, bir saniye…
Sayın
İşler oturduğu yerden sisteme girdi ve Sayın Korutürk’ün İç Tüzük’ün 69’uncu
maddesi çerçevesi içerisinde kendilerine ait olmayan bir sözü söylediğini
söyledi ve bu bir sataşmadır.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – “Kendilerine ait olmayan” değil.
BAŞKAN
- Sayın Serindağ, lütfen müdahil olmayın.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim ama doğruyu söylemeniz lazım. “Kendilerine ait
olmayan” değil, “Yanlış bilgi verdi.” dedi. Doğrusunu söyleyelim.
BAŞKAN
– Sataşmadır efendim. İç Tüzük’ün 69’una bakarsanız, bu bir sataşmadır.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sataşma değil.
BAŞKAN
– Kastedilen şahsın verdiği bilgiden farklı bilgi vermek sataşma nedenidir.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, Sayın Ömer Çelik de yanlış bilgi verdi, Sayın
Bakan da yanlış bilgi verdi.
BAŞKAN
– Sayın Korutürk, sisteme girin.
Buyurun
efendim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Evet, yanlış bilgi verdiler.
BAŞKAN
– Sayın Serindağ, lütfen… Tutanaklara geçti zaten efendim sözleriniz.
Sisteme
girin lütfen, ne için söz istiyorsunuz veya buyurun Sayın Serindağ.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Söyledim ben, niçin söz istediğimi söyledim. Demin
söyledim, istiyorsanız bir daha tekrar edeyim.
BAŞKAN
– Sayın Serindağ, size niye vermeyeceğimi izah ettim ben. Yapabileceğimiz bir
şey yok efendim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, ben de niçin… Siz burada istediğiniz gibi
yönetemezsiniz.
BAŞKAN
– Sayın Korutürk, sisteminiz açıldı, buyurun.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz burada istediğiniz gibi yönetemezsiniz. Siz
milletvekilinin söz hakkını gasbedemezsiniz.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Emrullah İşler benim ismimi
kullanarak vermiş olduğum bilgilerin yanlış olduğunu iddia etti, o konuyu
düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Korutürk.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, niye bana söz vermiyorsunuz?
BAŞKAN
– Usule uygun olmadığı için Sayın Serindağ.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, usulü siz icat ediyorsunuz.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Serindağ, oturun.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Siz, sayın AKP’liye nasıl söz verdiyseniz, bana bu
oturumda söz vermelisiniz, söz vereceksiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Efendim, şimdi de CHP’liye veriyorum sizin tabirinizle, Cumhuriyet Halk
Partiliye veriyorum. Biraz önce Milliyetçi Hareket Partisinden bir sayın
milletvekiline verdim.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Peki, niye bana vermiyorsunuz?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Korutürk.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
3.- İstanbul Milletvekili Osman Taney
Korutürk’ün, Ankara Milletvekili Emrullah İşler’in şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (İstanbul) – Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, Sayın Emrullah İşler “Mısır Kahire’de yapılan Diyalog Toplantısı’nda
bulunanların Türkiye'nin karşısında olduğunu, Türkiye aleyhtarı olduğunu”
söylediğimi iddia etti. Ben böyle bir şey söylemedim.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – İsim vererek söylediniz.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – “Türkiye aleyhtarı” demedim. Türkiye'nin Arapların
iç işlerine karışmalarına karşı olduklarını söylediler, Türkiye'nin işgale
hazırlandığını söylediler, kendilerinde böyle bir algılama olduğunu söylediler.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Tutanaklara bakın, öyle değil.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Biz orada, bitiş belgesini hazırlarken, o belgenin
içerisinde, yabancı orduların Suriye’ye müdahale etmemesi yolunda bir ortak
bildiri koyalım, madde koyalım istediler. O maddeye Komisyonumuzun AKP’li
üyeleri karşı çıktı.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Vay anasına, demek yabancı orduların girmesini istediniz!
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Bunun üzerine ciddi bir münakaşa oldu. O ciddi
münakaşa içerisinde bize sarf ettikleri sözler arasında Filistin temsilcisinin
“Biz size nezaket gösteriyoruz, burada Arap konularında konuşmanıza müsamaha
ediyoruz.” dedi. Bunu dedi mi, demedi mi? Arkasından, Ürdünlü “Siz saldırı
hazırlığı içerisindesiniz, biz buna müsaade etmeyiz.” dedi. Bunlar yanlış bilgi
değil, bunların hepsi doğru bilgi.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Heyetleri saydınız, ben onu söyledim.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Ben de Sayın İşler’e döndüm, yanımda oturuyordu
dedim ki “Sayın İşler, buradaki hissiyatı, lütfen döndüğünüz zaman Sayın Bakana
arz edin, anlatın.” dedim. “Benim Sayın Bakana erişimim yok.” dedim mi, demedim
mi Sayın İşler?
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) – Doğrudur…
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Peki, teşekkür ederim.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) - …ama siz burada bütün ülke halklarını saydınız, bu yanlıştır.
OSMAN
TANEY KORUTÜRK (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Korutürk.
Sayın
Bakan, sizin sataşma nedeniyle talebiniz vardı. Yerinizden…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yabancı orduların girmesini mi istediniz?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Kim, ne için?
Bir
saniye…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, en son Sayın Bakan konuşsun.
BAŞKAN
– Sayın Bakana veriyorum. Bir saniye, bir oturun…
Efendim?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Bu konuşmaları topladıktan sonra Sayın Bakan konuşsun.
BAŞKAN
– Siz ne diye talep ediyorsunuz Sayın Şandır?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Efendim, Sayın Ömer Çelik, grupların bu konuda bir öneride
bulunmadığı yönünde bir suçlama ortaya koydu. Bu önemli, tutanaklara geçti,
halkımız dinledi. Milliyetçi Hareket Partisi de bir gruptur.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Şandır.
4.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in MHP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.
Önemsediğim
için söz istedim Sayın Başkanım.
Gerçekten
dış politika konuları karşılıklı meselemiz, ortak meselemiz. Dış politika
hükûmetlere ait olmaz, devlete ait olur, millî politika olur. O konuda
gerçekten önerilerimizi ifade etmemiz lazım ama Sayın Bakan öyle bir başlangıç
yaptı ki işi çileden çıkardı, kusura bakmasın ama sonuç itibarıyla eksik kaldı.
Tutanaklara geçmesi, Sayın Çelik’in talebi doğrudur. Onun için, Milliyetçi
Hareket Partisinin bu konudaki önerilerini konuşmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu konuda diğer partileri incelemedim ama Milliyetçi Hareket
Partisi Sayın Genel Başkanı 3 Mayıs 2011’de ilk bu konuyu değerlendirdi.
Konuşmalarının tamamını taradım, 42 defa konuşmuş bu konuda. Koca kitap oldu
Devlet Bahçeli’nin konuşmaları. Dolayısıyla, bunların tümünde Hükûmete karşı bu
konuda tespit ve önerileri var. Bunları kısaca size arz etmek istiyorum: Bir:
“Suriye, komşu bir ülke olarak kendi iç dinamikleriyle meselelerini çözmeli ve
yanı başımızda yeni bir işgal girişimi asla olmamalıdır. Irak tecrübesi
unutulmamalıdır.
AKP
Hükûmeti, Esad yönetimiyle muhalifleri buluşturacak ve uzlaşmalarını sağlayacak
yeni kanallar oluşturmalı ve meseleye tek yanlı yaklaşmamalıdır.
İki
taraf da karşılıklı tavizlerle ve kolaylaştırıcı tutumlarla mutabakat zemininde
buluşmalı ve kardeşlik bağlarıyla uluslararası operasyonların ve iç
çatışmaların önüne geçmelidir.
Elbette
muhaliflerin talepleri karşılanmalı ancak merkezî yönetimin hassasiyetleri de
göz ardı edilmemelidir.
AKP
yalnızca muhalifleri dikkate alan ve kollayan tarzından vazgeçerek geniş bir
diyalog ve iletişim ortamı için uluslararası çevreleri harekete geçirmeli ve
Suriye’nin kanlı bir işgalin içine düşmesi mutlaka önlenmelidir. Bu noktada,
Türkiye, kolaylaştırıcı bir rol üstlenmeli, ülkeye, Suriye’ye sağduyu ve
aklıselimi tavsiye etmelidir.”
Bunun
dışında üç şey daha söylüyoruz, diyoruz ki: “Suriye’ye bir askerî müdahale
yapılmamalıdır. Yapılacak bir uluslararası askerî müdahalenin içerisinde
Türkiye bulunmamalıdır ve Türkiye toprakları bu askerî müdahalede
kullandırılmamalıdır.”
Onun
için, Milliyetçi Hareket Partisinin bir önerisi olmadığını söylemek doğru
olmamıştır. İfade etmek fırsatını verdiği için Sayın Başkana teşekkür ediyorum.
Bir
hususu da tekrar Sayın Çelik’in dikkatine sunuyorum, onun hatırlatması
doğrultusunda söylüyorum: Evet, Türkiye Cumhuriyeti devletine başka ülkelerin
yöneticilerinin hakaret etmesini Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de
şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Türkiye’dir burası, Türkiye hepimizindir.
Dolayısıyla, Türkiye’ye hiç kimse hakaret etme cüretini göstermemelidir.
Söz
verdiğiniz için tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Aynı çerçevede, bu söz aynı zamanda bizim grubumuza
da bir sataşmadır.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Ali Serindağ çıkacak efendim grubumuz adına.
BAŞKAN
– Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
5.- Gaziantep Milletvekili Ali
Serindağ’ın, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in CHP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkanın tutumunun da doğru olmadığını bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan Türkiye Büyük Millet Meclisini yönetiyor, Türkiye Büyük Millet
Meclisini hakkaniyetle ve adaletle yönetmelidir. Sayın Başkan, bir partinin
grup başkan vekili değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanıdır. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Asla böyle davranmıyor.
BAŞKAN
– Bir saniye sayın milletvekilleri, ben kendimi savunurum, âciz değilim.
ALİ
SERİNDAĞ (Devamla) – Evet, Sayın Başkan kendisini savunur.
Şimdi,
Sayın Ömer Çelik AKP Grubu adına konuşurken bir ifadede bulundu, dedi ki:
“Lazkiye’de savaş gemileri halkı bombaladı.” Efendim, şimdi Sayın Dışişleri
Bakanımız burada, Dışişleri yetkilileri burada; Sayın Dışişleri Bakanı bu
bilgiyi burada doğruluyorsa doğrulasın. Ben hiçbir şey demiyorum bu konuda.
Sayın Bakan bu konuda görüşlerini lütfen açıkça ifade etsin. Acaba doğru mudur,
yanlış mıdır? Sayın Başkan, bu konuda…
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Buna Suriye cevap versin, sen niye cevap veriyorsun? Onu
anlamadım.
BAŞKAN
– Sayın Işık, lütfen…
ALİ
SERİNDAĞ (Devamla) – Efendim, siz öyle düşünebilirsiniz. Biz ülkemizin
menfaatini düşünüyoruz. Ben Suriye’ye komşu bir ilin milletvekiliyim.
Şimdi,
Gaziantep’te yayınlanan bir gazeteden bir parça okuyorum… Sayın sözcü dedi ki:
“Bu, iki grubun çatışması değildir.” Evet, okuyorum: “Eski Tekel tütün deposu
alanındaki çadır kente yerleştirilen Suriyelilerden -bu, İslâhiye’de- çoğunluğunu
genç erkeklerin oluşturduğu 442’si 33 minibüsle İslâhiye’den ayrıldı.
Ülkelerine dönmek üzere Hatay’ın Reyhanlı ilçesine giden Suriyelilerden
bazıları gazetecilere yaptığı açıklamada kampta kalan ailelerini görmek için
İslâhiye’ye geldiklerini ve savaşmak için yeniden ülkelerine döneceklerini
ifade etti.”
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) – Ne var bunda?
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Nasıl ne var ya! Siz besleyip savaşa gönderiyorsunuz.
ALİ
SERİNDAĞ (Devamla) – Bunu takdirlerinize sunuyorum.
Gene,
biliyorsunuz, gazeteci Tayfun Talipoğlu’nun kamplarda yaptığı bir röportaj var.
Bakın ne diyor: “Gelenlerden sadece yüzde 20’si Esad rejiminden kaçtığını
söylüyor. Diğerlerine iş, para ve vatandaşlık vadedildiği ifade ediliyor.
Hiçbirisi kaçmış değil, yanlarında güvercinlerini getirenler bile var.” Değerli
arkadaşlarım, bu nasıl bir geliştir ki gelenlerin yüzde 50’si geri dönmüş, 16
bin kişi geri dönmüş. Bunu sizin takdirlerinize sunuyorum. Devam ediyor:
“Askerlerimiz kamplarda silahsız nöbet tutuyor. Dışişleri görevlileri de her
ihtiyacı karşılamaya çalışıyor. Ama buna rağmen…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
SERİNDAĞ (Devamla) – “…en ufak bir talepleri karşılanmadığında, oturma eylemi
yaparak devlet görevlilerini şikâyet ediyorlar. Biraz sinirlenince, bana
‘Başbakan Erdoğan’ı bağlayın’ diye bağırıyorlar.” Bunlar benim sözlerim değil;
bunlar, kampa giden ve röportaj yapan gazetecinin sözleri.
Hepinize
saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Serindağ.
Sayın
Kaplan buyurun, size de üç dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım, Sayın Çelik Meclise çok gelmediği için geçen
hafta araştırma önergelerinin konularını bilmiyor. Sayın Sırrı Süreyya Önder bu
konuda grubumuz adına konuşacak.
BAŞKAN
– Buyurun.
6.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder’in, Adana Milletvekili Ömer Çelik’in BDP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; iki tane bu
konuda önergemiz var reddedilen, önce bunu belirterek başlayayım. Sonra, burada
meselenin logaritmasını çözen hiçbir değerlendirme yapılmadı gerek iktidar gerek
muhalefet partileri tarafından.
Askerî
olarak test edilmeyen hiçbir siyasi güç, siyasi güç değildir. Bu savaşı
Türkiye’deki büyük sermaye istiyor. Bu sıkıntıyı ihraç edecek bir alan açma
projesi bu.
Sayın
Ömer Çelik, “Büyük Atatürk” diyerek
-hani ben, insanlarda böyle “büyük, küçük” diye bir rütbeye hiç
alışamamışım- “Yurtta sulh cihanda sulh”u olumlayarak bu politikaya müstenit
yaptı, o konuda da tarihsel bilgilerini bence yenilemesinde fayda var. Birinci
Lozan’dan ikinci Lozan’a geçerken İzmir İktisat Kongresi’nde esas olarak
formüle edilmiştir. O söz bir barış havariliği falan değildir, bunu herkes
yanlış biliyor. Biz, yurtta sulhu istiyoruz, cihanda da sulhu istiyoruz değil;
o bir teslimiyetin ve aczin ifadesidir. Bu topraklarda elimizde kalan bakiyeye…
TANJU
ÖZCAN (Bolu) – Ne alakası var?
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Dinlerseniz anlarsınız. Öyle slogan olarak konuşmak
kolay, metafor olarak da kulağa hoş geliyor. Şudur…
Söyleyeyim,
sen birinci Lozan’la ikinci Lozan arasındaki farkı biliyor musun da buna itiraz
ediyorsun?
TANJU
ÖZCAN (Bolu) – Her şeyi sen mi biliyorsun?
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Biliyorum da anlatıyorum.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Biliyoruz, senin bilgine ihtiyacımız yok.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bu, Misakımillî’den vazgeçme durumunun formüle edilmiş
hâlidir. Yani “Biz Hatay’la, Suriye’yle, Irak’la, Musul’la ilgili bütün taahhüt
ve taleplerimizden vazgeçiyoruz”un Atatürkçesidir, Atatürkçesidir. “Yurtta
sulh, cihanda sulh!” öyle bir barış havariliği değildir. Aldınız bunu, bir ton
yanlış anlam yüklediniz siz de iktidar da, böyle çevirip duruyorsunuz.
Onun
için bu savaş, Türkiye’de Türkiye işbirlikçi sermayesinin bu ülkedeki
sıkıntılarını ihraç edeceği bir alan açma meselesidir. Bu kadar sınıfsal, bu
kadar net, bu kadar emperyal bir amaç taşımaktadır. Böyle konmazsa daldan dala
uçulur gidilir ve meselenin aslına, rüknüne tekabül eden bir değerlendirme
yapılamaz.
Biz
zannettik ki, Sayın Bakan bizi bu konularda bilgilendirecek ama Sayın Bakan
azarlamaya gelmiş. Dolayısıyla bundan
beklenen fayda bizler açısından hasıl olmadı. Azarımızı işittik ama
yerimize oturacak değiliz. Bu, sınıfsal bir meseledir; bu, Orta Doğu’daki bütün
halkların zararınadır. İnsani de değildir, İslami de değildir, hiçbir kitapta
da karşılığı yoktur.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Önder.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Şimdi, Sayın Önder, zaman zaman kürsüye çıkıyor,
konuşmalar yapıyor, kendisini çok zaman zevkle izliyorum ama biraz önceki
konuşmasına katılmadığımı, Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh!” cümlesini,
asıl amacından başka bir alana taşıdığını, kopardığını ifade etmeliyim.
Türkiye
Cumhuriyeti ve onun kurucusu Büyük Atatürk, Misakımillî’yi ulusumuzun önüne bir
hedef olarak koymuştur. Ulaşılması gereken bu hedef için Kurtuluş Savaşı
verilmiştir. Ancak elbette ki savaşın, mücadelenin kendi şartları vardır.
Kurtuluş Savaşı’nın, kurtuluş mücadelesinin kendi şartları vardır, dengeleri
vardır. Büyük bir mücadele vermiş bir ulusun tarihinden söz ediyoruz. Birinci
Dünya Savaşı’ndan çıkmışız, dört yıl süreyle imparatorluğun her tarafında,
bütün cephelerinde savaşmış bir millet var. Buradan Kurtuluş Savaşı’na
geçmişiz. Dört yıl süren, büyük bir mücadele söz konusu. Dört yıl süren büyük
bir mücadelenin sonrasında -Misakımillî’yi Sayın Önder eğer tartışma konusu
yapmak istiyorsa tabii ki tartışılabilir yani neden o hedeflere ulaşmadık,
neden o hedeflerden vazgeçtiğini sorgulamak istiyorsa- asıl bugünkü Türkiye’de
bu sorgulanmak isteniyorsa belki emperyal yaklaşım budur. O günkü şartlarda
cumhuriyetin kadroları, Atatürk ve onun arkadaşları hedefi öyle belirlemiştir
ve “Yurtta sulh, cihanda sulh!” ilkesini de cumhuriyetin temel politikası
olarak koymuştur.
Görüyorum
ki bugün Hükûmet, onun sözcüleri, iktidar partisi sözcüleri onu asıl anlamından
koparsa da o cümleye yaslanma ihtiyacını duymaktadır. Keşke bu, gerçekten
Türkiye Cumhuriyeti’nin, bugünkü hükûmetlerin, bugünkü Hükûmetimizin samimi dış
politikasının referans noktası olabilseydi.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Önder.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Muhalefet Sözcüsü meseleyi anlamamış. Bu, yüz
yıllık bir avans almadır.
BAŞKAN
– Sayın Önder, lütfen, bunun yeri bura değil ama. Bu karşılıklı…
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hayır, hayır, kayıtlara böyle geçmesin çünkü benim
kastettiğim o değil.
BAŞKAN
– Siz çıktınız düşüncelerinizi ifade ettiniz, Sayın Hamzaçebi de düşüncesini
ifade etti. Bundan ibaret yani.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Küçük bir açıklama yapacağım.
BAŞKAN
- Buyurun.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” lafı, yüz
yıllık bir avansla sonuçlanmıştır. Yani biz civardaki haklarımızdan ve emperyal
çıkarların buradaki oluş bitişlerine müdahil olmayacağız.
BAŞKAN
– Daha önce de söylediniz zaten bunu.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu budur. Burada bu ülkeye yüz yıllık bir avanstır.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Emperyal güçleri defetmiştir, yedi düveli defetmiş ya!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, böyle bilgi verilir mi ya? Bilgi sahibi olmadan
fikir sahibi olunur mu?
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, bir de ben açıklayayım “Yurtta sulh,
cihanda sulh”u lütfen.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani böyle sakat bir şey olur mu ya?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sataşma
nedeniyle üç dakika söz veriyorum. Lütfen üç dakika içerisinde sözünüzü
bitirin.
7.- Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’nun, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle yüce Meclisimize tekrar saygılarımı sunuyorum.
Biraz
önce “âciz” ifadesini kullandığım konu, çerçeve çok açıktır. Bize yönelik bazı
eleştirilerin, özellikle de “Dışarıdan
yönlendirmeyle tavır aldınız.” tarzındaki eleştirilerin bir acziyet ifade
ettiğini söyledim. Hemen arkasından da “Demokratik işleyiş çerçevesinde
saygıyla karşıladığım bu eleştirilere yüce Meclisin çatısı altından, bu
kürsüden cevap vermek istiyorum.” dedim. Bu eleştirilere cevap vermek hakkımız.
Nasıl…
OKTAY
VURAL (İzmir) - Biz âciz değiliz.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Şimdi oraya geleceğim.
Bunun
üzerine Sayın Şandır bizi acziyet ile suçladı, itham etti ve bir sataşmada
bulundu. Şimdi herkes elini vicdanına koysun. 2002 Türkiye’si sizlerin iktidar
ortağı olduğunuz Türkiye mi, 2012 Türkiye’si mi âcizdir ya da kudretlidir? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – İslamiyet’i emperyalistlerin kullanımına tahsis ettiniz!
ALİM
IŞIK (Kütahya) – 1,5 milyon Iraklı Müslümanın hesabını ver önce!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - 2002’de IMF önünde borç dilenen Türkiye mi
âcizdir yoksa bugünkü Türkiye mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sizin bu
konudaki yargılarınız anlaşılmayabilir ama gidin Somalili kardeşlerimize sorun,
Afganistan’da, Cevizcan’da, Şibirgan’daki Horasanlı Türkmen’lere, Özbek’lere
sorun, Bosna’daki kardeşlerimize sorun.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Vatanda satacak bir şey bırakmadınız.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -
Libya’dakilere… Başbakanımızı büyük bir onurla binlerce Türk Bayrağı’yla
dört büyük şehrinde…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Senin liderin Obama, sen Obama’nın askerisin. Obama’nın
askerî temsilcisisin sen! Türk Dışişleri Bakanlığının en zayıf halkasısın!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -
…sanki Türkiye gibi Anadolu şehri gibi karşılayan Libya’daki
kardeşlerimize sorun: Kudretli miyiz âciz miyiz? Bizim kudretimizi tespit
edecek olan şey tarihtir, aziz milletimizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Bu ülkeyi satanların başında sen geliyorsun.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Evet
bugün kudretli bir Türkiye var. Dünyanın her köşesine Haiti’den Afganistan’a,
Somali’den Sudan’a her yere eli ulaşan kudret ve şefkat eline sahip bir Türkiye
var. Bugün stratejik derinliğimiz Latin Amerika’dan Orta Asya içlerine,
Afrika’dan Uzak Doğu’ya uzanıyor.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen Obama’nın garsonluğunu yapıyorsun. Obama’nın garsonusun
sen.
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bizim
kudretimizin ulaştığı yerlere sizin hayaliniz ulaşmamıştı, ulaşamaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) 2002’de hayal bile edemeyeceğiniz şeyleri biz
gerçekleştirdik ve gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
MUHARREM
VARLI (Adana) - Neyi gerçekleştirdiniz, neyi? Anlatsana bir, neyi
gerçekleştirdiniz?
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) -
Ayrıca Sayın Şandır dedi ki: Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın
Obama’yla fikirlerimiz iktidara geldiğinde örtüştüğünü söyledim.
MUHARREM
VARLI (Adana) - Amerika’yı Irak’a sokmaktan başka neyi gerçekleştirdiniz?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) - Sen Türkiye’de bile yaşayamayacaksın bu iktidardan sonra
Amerika’da yaşayacaksın. Bu ülke haram sana!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Evet
o zaman diyordu ki Sayın Obama: “Filistin meselesine öncelik vereceğiz.” Biz de
bu konuda örtüşüyorduk ama sonra İran konusunda kararlı bir şekilde “hayır” oyu
kullanırken de tavrımızı ortaya koyduk.
ALİ
ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Bakan, askerin başına çuval geçirildi sizin
döneminizde!
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Senin ilkelerin Amerika ile eş değer ilkeler, Türkiye’ye
düşman ilkeler, Türk insanını pazarlayan ilkeler!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bizim politikamız ilkesel bir politikadır.
Bu politikanın temelinde bu milletin onuru vardır, bu milletin kudretli yapma
iradesi vardır. Bu milletin kudretini bugün bütün dünya takdir ediyor. Bütün
dünyada Türkiye Cumhuriyeti devletinin kudreti, etkinliği konuşuluyor.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Türk askerini satıyorsun, ihaleye veriyorsun!
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Sizin bu acziyetinizi, 2002 yılının
acziyetini biz unutturduk ve 2012 yılında kudretli bir Türkiye kurduk. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) 2023’te de küresel bir Türkiye…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DIŞİŞLERİ
BAKANI AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - …küresel bir güç kuracağız. Bunu o zaman da
yine… (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sen bu ülkenin en zayıf halkasısın! Obama’dan izin al
konuşurken...
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. (MHP sıralarından gürültüler)
Sayın
Hamzaçebi, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine
ilişkin açıklaması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu Sözcüsü Sayın Önder benim açıklamalarım üzerine yapmış
olduğu konuşmada… (MHP sıralarından
gürültüler)
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, Obama’dan izin almadan konuşma burada!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Arkadaşlar, izin verir misiniz?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Türkiye’yi satıyorsun, pazarlıyorsun!
OKTAY
VURAL (İzmir) – “… …”(*)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Vural, izin verir misiniz efendim.
Sayın
Önder yapmış olduğu konuşmada, benim konuyu anlamadığımı ifade etti. Ben Sayın
Önder’e şunu tavsiye ediyorum: Tarih bir köşe yazısıyla, bir makaleyle
öğrenilebilecek bir kavram değildir. Sayın Önder’e daha geniş kitapları
okumasını, onlardan yararlanmasını öneriyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Aynı
konuda Sayın Halaçoğlu, buyurun.
(*) Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe
olmayan kelimeler ifade edildi.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Hamzaçebi az okuduğumu ima etti, Meclis
Kütüphanesi kadar kitaplığım var benim.
BAŞKAN
– Sayın Önder, bir oturun lütfen. Genel Kurulda sizin laflarınız üzerine
konuşuluyor. Münazara yeri değil burası Sayın Önder, lütfen… Konuştunuz,
arkadaşlar cevap veriyor.
Buyurun
Sayın Halaçoğlu.
3.- Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu’nun, İstanbul Milletvekili
Sırrı Süreyya Önder’in bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi,
her şeyden önce “Yurtta sulh, cihanda sulh!” tabirinin ortaya çıkış sebebi
şudur: Yurt içerisinde birlik ve beraberlik içerisinde bulunan bir Türkiye,
yurt dışında da güçlüdür anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla sadece dünyada
barış anlamına gelmez. Nitekim, 1938 yılında Hatay Türkiye’ye katılmıştır. Yani
savaş anlamına gelmemekle birlikte, güçlü olmamak veya güçlü olmak anlamında
kullanacak olursak, yurt içerisinde birlik beraberlik içinde olan, barış içinde
olan bir ülke yurt dışında da söz sahibidir anlamı gelir. Dolayısıyla, bu
açıdan değerlendirmek gerekir konuyu.
İkincisi,
yani Suriye meselesinde Çin’in de ilgisi vardır bununla ilgili, Amerika’nın da
ilgisi vardır. Eğer Türkiye, Akdeniz kıyısındaki olayların sadece bütün
devletlerde meydana geldiğini göz önüne alırsa... Yani Tunus’ta, Libya’da,
Mısır’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’deki zenginlik kaynaklarıyla ilişkisi hangi
ölçüdedir? Kıbrıs’taki petrolle veya doğal gazla ilgisi hangi ölçüdedir?
Onların çok iyi dikkatlice takip edilmesi gerekir.
Üçüncüsü,
eğer Kuzey Irak’tan Akdeniz’e açılan Suriye’de güvenli bir bölge oluşturulması
düşünülüyorsa bu, 1914’teki İngiliz politikasının ve projesinin aynısıdır.
Dolayısıyla, Akdeniz’e açılan, kara yoluyla Suriye’ye ulaşan bir coğrafya
meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Tarihe biraz baksınlar, bunu
göreceklerdir.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Halaçoğlu.
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) - Suriye’de eğer bu karışıklık varsa bunun sonrası
Türkiye’ye gelecektir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Vural.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Bakan, 2002 yılında acziyet içerisinde bir politikadan
bahsetti. Takdir edersiniz ki daha önceki Hükûmet dönemiyle ilgili. Bu
sataşmadan dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Vural.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Asıl acziyet ve teslimiyetçinin kim olduğunu şimdi kürsüye
gelince ifade edeceğim.
BAŞKAN
- Kürsüye gelince ifade edin Sayın Vural, buyurun.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hem konuşup hem yürüyebilir Sayın Vural.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Biz Amerikalı değiliz, sizin gibi ciklet çiğnerken
yürüyemeyenlerden değiliz.
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Her coğrafyada insan insandır Sayın Vural.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
8.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun MHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, Sayın Bakan teslimiyetten, acziyetten bahsetti.
Şimdi,
sakince şunu bir dinleyelim. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Sayın Başbakan
bugün, bu coğrafyada uygulanan Amerika Birleşik Devletlerinin Büyük Orta Doğu
Projesi'nin Eş Başkanıdır. Şimdi bu projenin nasıl bir proje olduğunu lütfen...
(Ipad
cihazıyla bir görüntü izletti)
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Efendim, böyle bir usul var mı?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sufle et, duyamıyoruz.
OKTAY
VURAL (Devamla) – Bakın, Dışişleri Bakanı diyor ki: “Büyük Orta Doğu Projesi
emperyalist bir projedir.” Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı olarak
-tarihini veriyorum- 6 Ocak 2012’de “Büyük Orta Doğu Projesi gibi emperyalist
bir proje…” diyorsunuz, ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının böyle bir
emperyalist projenin Eş Başkanı olduğunu söylüyorsunuz. Kim acziyet içerisinde,
kim teslimiyet içerisinde? İşte, siz bugün emperyalist bir projenin
uygulamasını, taşeronluğunu yapan bir Hükûmetsiniz. Dolayısıyla sözünüzü
söylerken BOP Eş Başkanına da gönderme yapıyorsunuz. Bilemiyorum, bu konuda
Sayın Başbakandan nasıl bir uyarı aldınız.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Belki Başbakan olmak istiyor.
OKTAY
VURAL (Devamla) – Ama Büyük Orta Doğu Projesi gibi emperyalist bir projenin
olduğunu söyleyen Dışişleri Bakanı, hangi emperyalist projeleri uyguladığını da
bugün itiraf etmektedir. Dolayısıyla şecaat eylerken sirkatini ifade
etmektedir.
Teşekkür
ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, sabrınıza, tahammülünüze teşekkür ediyorum
ama…
BAŞKAN
– Ama böyle bir usul yok ki Sayın Şandır, lütfen… Hayır Sayın Şandır…
MAHİR
ÜNAL (Kahramanmaraş) – Böyle bir usul yok Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Şimdi, Sayın Bakan çıktı konuştu, sataşma nedeniyle Sayın Vural söz istedi,
verdik sözü.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Şandır’ın şahsına ait efendim, şahsıyla ilgili…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanın, tutanaklara geçti, ismimi de kullanarak “Sayın
Şandır” diye başlayarak kurduğu cümleler doğru cümleler değil.
BAŞKAN
– Ne diye kurdu? Ne cümlesi kurdu Sayın Şandır?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) –2002’yi acziyetle suçladı yani bizi suçladı, daha ne suçlasın
yani?
BAŞKAN
– Grubunuza söyledi, grup adına da cevap verildi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Şandır’ın ifadelerini kullandı.
BAŞKAN
– Ayrı ayrı mı konuşacaksınız Sayın Şandır?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Yani benim ifadelerimi kullandı.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkanım, böyle bir usul var mı?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Böyle bir usul var tabii. Emperyalist bir projenin Eş
Başkanına…
BAŞKAN
– İki dakika veriyorum Sayın Şandır.
Buyurun.
9.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sağ olun, teşekkür ederim, yeterlidir efendim.
Değerli
arkadaşlar, Sayın Bakanın 2002’ye sığınması üzdü beni, üzdü. Bugünü anlatmak
için 2002’ye ihtiyacınız yok. Eğer 2002’yi konuşacaksanız Sayın Bakan vicdanlı
olun. 2002’nin Hükûmeti âciz miydi, değil miydi; tarih söyleyecek ama
onurluydu. (MHP sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Irak’a müdahaleye “hayır” dedi.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Irak’a müdahaleye müsaade etmedi, Hükûmetin yıkılması
pahasına müsaade etmedi. Ecevit’i rahmetle anmanız, Sayın Bahçeli’ye teşekkür
etmeniz lazım ama sizin Hükûmetiniz döneminde aynı Irak’ta Türk askerinin
başına çuval geçirildi yani buna nasıl “Yok” diyeceksiniz? Bunu nasıl
diyeceksiniz efendim?
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Başına çuval geçirilen Hükûmet.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Yine aynı Hükûmetiniz
döneminde Irak’ta 1,5 milyon Müslümanı katlettiler. Kerkük nerede Sayın Bakan,
Kerkük? Irak’ın 3,5 milyon Türklüğü şimdi nerede?
Suriye’yi
konuşuyorsunuz. Suriye’de 3,5 milyon Türkmen yaşıyor. Kurduğunuz Suriye Ulusal
Konseyinde bir tane Türkmen var mı? Nerede sizin dirayetiniz, kudretiniz?
ERKAN
AKÇAY (Manisa) – Türkmen Cephesini bozmaya çalışıyorlar.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - 2002’yi suçlama hakkınız yok. 2002 hem kudretli, dirayetli bir Hükûmetti hem de çok onurlu bir
Hükûmetti.
Bu
konuyu konuşuruz istiyorsanız, saatlerce konuşuruz arkadaşlar.
Sizin
dikkatinize ve bilgilerinize sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
- Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.26
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.44
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, Pilotlar Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili
Şirin Ünal’a aittir.
Buyurun
Sayın Ünal. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
B)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İstanbul Milletvekili Şirin
Ünal’ın, Pilotlar Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Pilotlar Günü konusunda gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bundan
tam yüz yıl önce, 26 Nisan 1912 tarihinde ilk Türk pilotu ve ülkemizin bir numaralı
uçuculuk brövesine sahip olan merhum Mehmet Fesa Evrensev bugünkü Atatürk
Havalimanından havalanarak ülkemiz semalarında ilk Türk pilotu olarak uçuşunu
gerçekleştirmiştir. Bu uçuştan seksen sekiz yıl sonra, 2000 yılında Türkiye
Havayolu Pilotları Derneği ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı arasında yapılan
çalışmalar neticesinde 26 Nisan Türkiye Pilotlar Günü olarak kutlanmaya
başlanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, dünyada kendi pilotlarını ve hatta dost ve müttefik ülke
pilotlarını yetiştirebilen sayılı ülke hava kuvvetlerinden biri olan Türk Hava
Kuvvetleri, söz konusu ihtiyacı, NATO ve Amerika Birleşik Devletleri Hava
Kuvvetleri standartlarında uyguladığı pilot eğitim sistemiyle karşılamaktadır.
Türk Hava Kuvvetleri, pilot eğitimlerini, 2’nci Ana jet Üs Komutanlığında,
Çiğli İzmir’de, SF-260, T-37 ve T-38 uçaklarıyla sürdürmektedir. Kara
Kuvvetleri Komutanlığı ise pilot eğitimlerini Güvercinlik Ankara’da icra
etmekte, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ise Hava ve Kara Kuvvetleri uçuş
okullarından yararlanarak pilot eğitimlerini karşılamaktadır. Öte yandan, sivil
havacılığın gelişmesi ve kalkınması bağlamında Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı bünyesindeki Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü de havacılık
emniyeti ve güvenliğinden taviz vermeden, diğer ulaşım modelleriyle entegre,
insana ve çevreye duyarlı sivil havacılık faaliyetlerinin sürdürülebilir
gelişimini sağlayacak altyapıyı oluşturmak üzere, uluslararası iş birliği
içerisinde, güvenilir, etkin, şeffaf ve tarafsız bir şekilde düzenleme ve denetleme
yapmaktadır.
Pilotluk
eğitimi bazılarının isimlerini sıralayacağım özel ve yarı özel kuruluşlarla da
verilmektedir. Bunlar, Türk Hava Yolları
Anonim Ortaklığı Uçuş Eğitim Okulu, Türk Hava Kurumuna ait Ankara, Efes ve
İstanbul’da bulunan uçuş eğitim merkezleri, Anadolu Üniversitesi Sivil
Havacılık Yüksek Okulu, AYJET, Setair, Bon Air ve bunlar gibi özel ticari
havacılık şirketleridir.
Ülkemizde
tüm hava yollarında 3.928, hava taksilerde 328 ve balonlarda 136 olmak üzere
toplam 4.392 lisanslı Türk pilot çalışmaktadır. Sivil sahadaki uçak sayımızın
750 olmasını hedeflediğimiz 2023 yılı için olması gereken pilot sayısı yaklaşık
9.500’dür. Bu hedef doğrultusunda her yıl yaklaşık 450 pilotun sisteme dâhil
olması gerekmektedir. Silahlı Kuvvetlerden ayrılarak sivil havacılık sektörüne
katılanlar haricinde uçuş okullarından yıllık ortalama 320 pilotun
yetiştirilmesi gerekmektedir. Şu anda faaliyette 22 uçuş eğitim organizasyonu
olup, yılda 290 pilot yetiştirilebilmektedir. Öğrenci alımına yeni başlayan
Türk Hava Kurumu Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesinin de faaliyetine
başlamasıyla bu sayının artacağını ummaktayım.
Değerli
milletvekilleri, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün arama kurtarmaya yönelik
yetkilerinin daha iyi hâle getirilmesi, yeterli kadro ve teçhizata sahip
olabilmesi adına birtakım çalışmalara ihtiyaç duyulduğunun da altını çizmekte
fayda görmekteyim.
Değerli
milletvekilleri, havacılık, bir yetenektir, yaşam tarzıdır, risk yönetimini
doğasında devamlı yaşatan, başkalarının yaşam sorumluluğunu da yetkilendiren
bir olgudur. Bu nedenle her girdisi hakim bir unsur olarak ciddiyetle ele
alınmalıdır. Resmî ve sivil otorite kanla yazılmış kurallar üzerine taviz
vermemelidir. Takımdaşlık ve koordinasyon sürekli tutulmalıdır.
Eğitimi
zor ve uzun, tecrübesi çok değerli olan pilotluk mesleğinin ekonominin diğer
ürün çeşitleri gibi temini düşünülür ise bunun getireceği yüksek maliyet ve
yaşam acılarının telafisi asla mümkün olmayacaktır. Ticari ve askerî pilot
eğitimlerinde dünyada söz sahibi olan ülkemizin cumhuriyetin 100’üncü yılı
kutlamaları kapsamında Türk astronot, diğer bir ifadeyle uzay adamı
eğitimlerinin de hedeflenmesinin uygun olacağını değerlendiriyor, Türkiye’de ve
dış ülke semalarında canı pahasına görevlerini icra eden tüm pilot kardeşlerimizin
bu özel gününü kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.
Gündem
dışı ikinci söz, Trabzon’un sorunları ve göç hakkında söz isteyen Trabzon
Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlu’na aittir.
Buyurun
Sayın Canalioğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun, Trabzon’un sorunları ve göç konusuna ilişkin gündem dışı
konuşması
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Trabzon, tarihin eski çağlarından beri
yerleşim merkezi olan, Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Yavuz Sultan Selim’in
şehzadeliği sırasında valilik yaptığı, Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu,
cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün 3 kez ziyaret ettiği ve son
ziyaretinde vasiyetinin bir bölümünü yazdığı, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında
Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Atatürk’ü karşılayanların ön safında yer alan
bir tarih, kültür, tarım, spor, ticaret ve liman kentidir.
Tarihsel
süreç içerisinde her dönemde ülke siyasetine önemli katkılar sağlayan
insanlarımızın yanı sıra bilimde, sanatta, sporda önemli isimleri yetiştirmiş,
bulundukları her yere katma değer katmışlardır.
Devletine
vatandaşlık bağıyla bağlı, vergisini ödeyen, askerliğini yapan, vatan için
şehit ve gazi olan Trabzonlular, ne yazık ki son yıllarda kendi hâline terk
edilmiş ve hak ettiği payı alamamaktadır. Bunun en bariz göstergesi, her yıl
verdiği göçle azalan nüfusudur. TÜİK rakamlarına göre, Trabzon’un nüfusu 2000
yılında 975.137 iken bu nüfus 2011’de 757.353’e gerilemiştir. Yine, yıllara
göre, verilen net göç hızı 2011’de rakamsal olarak yüzde 17,78’dir. TÜİK’in son
verilerine göre, göç veren iller sıralamasında, Van, Yozgat, Çankırı,
Kırıkkale, Kars’tan sonra 6’ncı sıradadır. Göç nedeniyle azalan nüfusa paralel
olarak da 8 olan milletvekili sayısı 6’ya inmiştir. Gelişmişlik sıralamasında
ise 38’inci sırada yer almaktadır.
Trabzon’un
en önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. İşsizlik oranı yüzde
6,3’tür. Büyük sanayinin olmadığı Trabzon kentinde ticaret durma noktasına
gelmiş, esnaf siftah etmeden dükkânlarını kapatmak durumunda kalmakta, icralık
dosya sayısı 2002’de 57.932 iken bu sayı 2011’de 154.438’e ulaşmıştır. Her
seçim öncesi insanlara iş sözü veren Hükûmet, seçimlerden sonra bu sözlerini
unutmaktadır. Örneğin Çamburnu Tersanesini yapıp bitireceğini ve 5 bin kişiye
iş bulacağını vadeden Hükûmet ve yöre milletvekilleri, değil 5 bin kişiye iş
bulmayı, daha henüz tersaneyi bitirip işletmeye açamamıştır. Son on yıldır
turizmde de yeterli altyapı ve tanıtım yapılamadığından, turizmden de ülke
genelinde yeterli pay alınamamaktadır. Trabzon ile Rusya Federasyonu’nun Soçi
kenti arasında ticaret gemileriyle taşımacılık kaldırıldığından, Trabzon Limanı
da hak ettiği payı alamamakta; kamyoncular işsiz duruma düşmüşler ve ticari
faaliyetleri için komşu illere göç etmektedirler.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuzluklara “Dur.” diyerek aynı
zamanda göçün de önlenebilmesi için, henüz çözümlenmeyen ve de beklenen
yatırımlar bir an önce Hükûmet programlarına dâhil edilmelidir. Öncelikle,
nüfusumuz 750 binin altına düşmeden büyükşehir yapılmalıdır. Güney çevre yolu
bir an önce başlanıp bitirilmelidir. Yıllardan beri Trabzon ve Doğu Karadeniz’in
gündeminde olan demir yolu projesi artık hayata geçirilmelidir. Lojistik merkez
bir an önce kurulmalıdır. Turizmde yöreye uygun turizm şekli olan yayla turizmi
için gerekli altyapı ve üstyapı çalışmaları yapılmalıdır. Çakırgöl Turizm
Merkezi bir an önce hayata geçirilmeli, tarımsal ve hayvansal ürünler
desteklenerek çay, fındık gibi iki temel ürünümüzde üreticilerimizin
beklentileri karşılanmalıdır.
Sayın
milletvekilleri, Trabzon’un, yatırımsızlık, üretimsizlik, işsizlik nedeniyle
nüfusu her geçen yıl azalırken, ne yazık ki Hükûmetin açıkladığı yeni teşvik
paketinde ilimizin beşinci bölgede yer alması beklenirken üçüncü bölgede yer
alması, yatırımcıları, sivil toplum kuruluşlarını, odaları ve halkımızı hayal
kırıklığına uğratmıştır. Trabzon halkı, Meclise gönderdiği siyasetçiden iş
istemektedir, ilgi beklemektedir, kentin sorunlarına çözüm üretmesini
beklemektedir ve teşviklerde mutlaka beşinci bölgede yer almasını
beklemektedir. Ama on yıldır iktidar ve halktan kopuk, yalnızca laf üreten bir
Belediye Başkanıyla, ne yazıktır ki verilen her vaat sözde kalmaktadır; halkın
beklentilerinden uzak, çözüm odaklı değil, yalnızca seçim meydanlarında
vatandaşın gözünü boyamaktan öteye gitmeyen bir yöntem hâline gelmiştir.
Trabzon’umuzda
göçün önlenebilmesi, ticaret ve turizmde beklediği ve hak ettiği payı
alabilmesi için Hükûmetin acilen tedbirleri alması gerekmektedir. Bu
beklentiler içinde yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyor, hepinize teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Canalioğlu.
Gündem
dışı üçüncü söz, Özel İdarenin Aydın’ın Çine ilçesine bağlı 6 köyde yaptığı
satışlar hakkında söz isteyen Ali Uzunırmak’a aittir.
Buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar)
3.- Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın, özel idarenin Aydın’ın Çine ilçesine bağlı altı köyde yaptığı
satışlara ilişkin gündem dışı konuşması
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu gündem dışı
konuşmaya söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, devlette devamlılık vardır. Aydın Çine ilçesinin 6 köyünde
Aziz Nesin’e rahmet okutturacak olay yaşanmıştır. Önce olayı sizlerle paylaşmak
istiyorum, sonra da Hükûmetin burada olmamasını, aynı zamanda iktidar
milletvekili Aydınlı arkadaşlarımızı da burada göremiyorum, onu da halkımla
paylaşmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 1989 yılında Aydın’da Çine ilçesinde özel idareye bağlı 6
köyde tapular verilerek vatandaşlara satışlar yapılıyor. İşte, elimde Aydın
Çine ilçemizin Kahraman köyünden Ergün Kulaç’a ait devletin verdiği tapu, satış
bedeli, tahakkuk makbuzu. Özel İdare bunları satmış ama garip bir tecelli ki,
gelin, geçtiğimiz günlerde bu satışlar iptal edilmiş. Vatandaşa aynı zamanda
1989 yılından bugüne kadar ecri misil, kira gibi birtakım tahakkuklar yapılmış
ve aynı zamanda tapu iptal davası açılmış ve tapu iptal davasındaki vekâlet
ücretinden mahkeme masraflarına varıncaya kadar vatandaşlara tahakkuklar
çıkartılmış ve bunlardan dolayı, şu anda vatandaş, bunları ödeyemediği gibi,
mahkemelere düşmüş, ne bankalardan kredi alabiliyor ne devletle olan işini
görebiliyor. Çiftçi sıkışmış durumda. Bankaya gittiğinde, kredilerde, devletin
bu alacakları, vatandaşın, ödemediği için, karşısına bir kırmızı çizgi olarak
çıkıyor. Emekliler bankalardan maaşını alamıyor ve bu nüfus 6 köyde 600’ün
üzerinde bir aileyi kapsıyor.
Değerli
arkadaşlar, Aziz Nesin’e rahmet okutturacak bir fıkra, yaşanmış bir olay.
Durmuş Karadamar ismindeki Kahraman köyündeki vatandaşımız yol geçecek olan
tarlasını iyi niyetle bağışlıyor, daha doğrusu bu Özel İdare arsası olarak
gözüken yerden takas oluyor tarlası. Takas olan tarla işte bugün tapu
iptalinden dolayı… Tapulu kendi malını Özel İdareyle yol geçsin diye takasa
girmiş ve bugün, 89’dan bugüne kadar vatandaşımız, ecri misil, kira, içinde
yetişmiş ağaç ve başkalarından dolayı mağduriyetlere uğramaktadır.
Değerli
milletvekilleri, tabii ki Hükûmet naylon faturadan başka birtakım yüklü
masraflara, borçlara varıncaya kadar yandaşlara ve sahibi olduklarına birçok
aflar getirdi, düzenlemeler yaptı ama bu köylü vatandaşın böyle bir gücü yok.
6
köy dedim. Bu 6 köy, Çine’mizin Çaltı, Yolboyu, Karakollar, Kahramanköy,
Evciler, Yağcılar, Kuruköy ismindeki köylerimizde meydana gelen olaydır. Şimdi,
burada basit bir düzenlemeyle bu problemi vatandaşımızın çözülebilir. Bu
problem büyümüştür ve çözülmesi gerekir. Yakın bir zamanda intiharlar olursa,
kavgalar gürültüler olursa hiç kimse şaşırmasın.
Değerli
milletvekilleri, Özel İdare bu ülkenin bir kurumudur, hazine de bu ülkenin bir
kurumudur ve eğer 1989 yılında Özel İdare hazine arazisini bu vatandaşa satmış
ise, Özel İdare bu parayı tahsil etmişse, hazinenin buradaki muhatabının Aydın
İl Özel İdaresi olması gerekir. Vatandaş devlete olan parayı ödemiştir, satın
almayı ödemiştir. Dolayısıyla burada hâlen daha vatandaşın üstüne gidip onların
aylıklarının, onların birtakım gelirlerinin bağlanarak onları hareket edemez
duruma getirmenin devletin bir zulmü olması gerekir.
Bu
akıl yolu içerisinde, eğer burada Sayın Bakan olsaydı… Ki isterdik olmasını;
Hükûmet, buradaki gündem dışı konuşmalarda belirtilmiş olması doğrultusunda,
burada nezaret etmeliydi Sayın Bakan. Ama biz bunu çeşitli platformlarda dile
getireceğiz ve yakın bir zamanda inşallah, bu konuyla ilgili çalışmaları
başlattım, bir kanun teklifiyle de önümüzdeki, gelecek olan bir torbanın
içerisine giren, her türlü naylon faturadan başka alanlara varıncaya kadar bazı
para babalarının problemlerinin çözüldüğü AKP İktidarında gariban
vatandaşın da probleminin çözülmesini
diliyorum.
Bu
konuyla yüce Meclisi bilgilendirmek istedim. Hepinize çok teşekkür ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Ayrı ayrı okutacağım.
İlk
okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önerge
özeti okunacaktır ancak önergenin tam metni tutanak dergisine eklenecektir.
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/259) (x)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
(Özet)
Türkiye
Taş Kömürü Kurumu'na bağlı olan Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi (ATİM)
01.01.1984 tarihinde kurulmuştur. Müessese üretim çalışmalarını Amasra-Bartın
arasında kalan 36,5 km2’lik sahada sürdürmektedir. Bu sahadaki madencilik
faaliyetleri 1848 yıllarında başlamakla birlikte devamlı ve projeye dayalı
üretim çalışmalarına 1965 yılında geçilmiştir. 2010 yılı sonu itibari ile
sahada mevcut toplam rezerv 407.828.966 ton'dur.
Amasra
Taşkömürü İşletme Müessesesi, havzanın en büyük rezervlerine sahip olmasına
karşın ocaklarından en az kömür çıkartılan üretim birimi durumundadır.
Yıllardır gerekli yatırım desteği verilmemesi, Modernizasyon-Rehabilitasyon
projeleri kapsamlarının dışında tutulan ve personel eksikliklerinin
giderilmemesi gibi nedenler müessesenin üretim kapasitesinin arttırılmasını
engellemiştir.
05
Nisan 1994 tarihli Ekonomik Önlemler Paketi’nde "müessesenin 1994 yılı
sonuna kadar özelleştirilmesi ve şayet özelleştirilmez ise kapatılması"
kararlaştırılmıştır. Buna karşılık Başbakanlık tarafından oluşturulan İnceleme
Komisyonu'nun TTK ve bağlı müesseselerde yaptığı çalışmalar sonunda hazırladığı
1995 tarihli raporda "gerekli tedbirlerin alınması durumunda Amasra
Müessesesinin havzada kâr edecek duruma
gelebilecek ilk üretim birimi olarak görüldüğü" ifade edilmiştir.
1994
yılından itibaren Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi'nde başlatılan küçültme
çalışmalarına paralel olarak Amasra-B olarak adlandırılan ve toplam rezervin
yüzde 97'sini teşkil eden 396.588.000 tonluk üretim sahasının işletilmesi uhdesi
TTK'da kalmak üzere redevans yoluyla HEMA Endüstri A.Ş.'ne devredilmiştir.
Bu
amaçla; TTK ile HEMA Endüstri A.Ş. arasında 15 Nisan 2005 tarihinde redevans
sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmeye göre Amasra-B sahasında, 20 yılda
56.000.000 ton kömür üretilmesi ve bunun karşılığı olarak TTK'na 400.400.000 TL
redevans bedeli ödenmesi gerekmektedir. HEMA Endüstri A.Ş.'nin madencilik
faaliyet deneyiminin ve birikimin bulunmaması, redevans sözleşmesinin
imzalanmasından itibaren yoğun ve ciddi sorunlarla karşılaşılmasına neden
olmuştur.
HEMA
Endüstri A.Ş. iki yıllık sürede hazırlık çalışmalarını tamamlayamamış ve iki
kez ek süre talebinde bulunmuştur. Bu talepler TTK Yönetim Kurulu tarafından
redevans sözleşmesinin 18/c maddesi hükümlerine göre kabul edilmiş ve işletmeci
firmaya 17 ay 5 gün ve 17 ay 21 günlük ek süreler verilmiştir. Sözleşmeye
aykırı verilen bu ek sürelerle redevans sözleşmesinin uygulama döneminin daha
başlangıcında 4 yıla yakın bir gecikme meydana gelmiştir. Bu gecikme, 8 milyon
ton üretim ve 80-100 milyon TL gelir kaybına yol açmıştır.
Redevans
sözleşmesinin taraflarca imzalanmasından kısa bir süre sonra firma yetkilileri
bu defa da "uhdelerindeki HEMA Elektrik Üretim A.Ş. (660x2 MW) ile Batı
Karadeniz Elektrik Üretim A.Ş. (2x660MW) tarafından Bartın ili Amasra ilçesi
Gömü ve Tarlaağzı köyü sınırları içerisinde bölgenin kömür rezervleri
kullanılarak 660x4 MW kurulu güçte Termik Santral Entegre Projesinin inşa
edilmesi ve işletilmesinin planlandığını belirtmişlerdir.
(x) (10/259) esas numaralı Meclis
araştırması önergesi tutanağa eklidir.
Kurulması
düşünülen bu termik santraller nedeniyle; bir doğa harikası olan yörenin
florası değişecek solunan hava kirlenecek halkın geçim kaynağı olan turizm,
balıkçılık ve tarım ürünleri üretim faaliyetleri büyük ölçüde azalacak ya da
sona erecektir.
Bölgede
termik santral kurulması talep edilen saha 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni
Planında “Turizm Alanı" olarak görülmektedir. Bölge konumuna çok uygun
olan bu planın değiştirilmesi için gerek HEMA Endüstri A.Ş. ve gerekse TTK
tarafından yoğun girişimlerde bulunulmaktadır. Buna karşılık Bartın halkı da bu
girişimleri büyük tepkiyle karşılamaktadır.
Redevans
yoluyla HEMA Endüstri A.Ş.'ne devredilen sahada bugüne kadar yapılan
çalışmalarda sözleşmede belirtilen hedefler gerçekleştirilememiştir. Redevans
sözleşmesinde 3 yıl olarak belirtilen üretim aşamasında 7 yıla yakın bir süre
geçmesine rağmen hedefe ulaşılamamıştır. Herhangi bir projeye ve hukuka
dayanmayan bu çalışmalarla Amasra-B sahasındaki rezervlerin üretime dâhil
edilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, gerek ülkemizin ve gerekse Bartın
ilimizin ekonomisine önemli katkı sağlayacak olan bu kömür varlıklarının 46
yıldır faaliyetlerini farklı birim yapısıyla düzenli olarak başarıyla devam
ettiren Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi eliyle üretime alınması en uygun
çözüm yolu olarak görülmektedir.
Konunun
ülkemiz ve ilimiz adına önemi nedeniyle, Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesinin
sıkıntılarının araştırılması ve ülke ekonomisine gerekli katkıyı sağlaması için
içerisinde bulunduğu sorunların tespit edilerek alınması gereken önlemlerin bir
an önce belirlenmesi amacı ile TBMM İç Tüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri ile
Anayasa’nın 98. maddesi gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
1)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
2)
Müslim Sarı (İstanbul)
3)
İzzet Çetin (Ankara)
4)
Turgut Dibek (Kırklareli)
5)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
6)
Mehmet Volkan Canalioğlu (Trabzon)
7)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
8)
İhsan Özkes (İstanbul)
9)
Gürkut Acar (Antalya)
10)
Aylin Nazlıaka (Ankara)
11)
Aykan Erdemir (Bursa)
12)
Mahmut Tanal (İstanbul)
13)
Şafak Pavey (İstanbul)
14)
Emre Köprülü (Tekirdağ)
15)
Ümit Özgümüş (Adana)
16)
Uğur Bayraktutan (Artvin)
17)
Kazım Kurt (Eskişehir)
18)
Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
19)
Nurettin Demir (Muğla)
20)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
21)
İlhan Demiröz (Bursa)
2.- Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ve
21 milletvekilinin, yüksek yargılama harçlarının ortaya çıkardığı sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/260)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
6100
Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120’nci maddesi uyarınca dava açılırken
mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansını belirlemek üzere Adalet
Bakanlığı tarafından çıkarılarak 30.09.2011 tarih 28070 sayılı Resmi Gazetede
yayınlanan “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesi Hakkında Tebliğ”,
"Hukuk Muhakemeleri Kanunu Bilirkişi Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ”,
“Hukuk Mahkemeleri Kanunu Tanık Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ” hükümlerine
göre ortaya çıkan gider avansları ile 492 sayılı Harçlar Kanununa dayalı tarife
uyarınca belirlenen yargılama harçlarının, dava açma hakkı ve hak arama
özgürlüğünü ortadan kaldıracak derecede pahalı adalet yaratıp yaratmayacağı
konusunda bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
Gerekçe:
12.01.2011
tarihinde kabul edilen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesi,
davacının dava açarken yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca
çıkarılacak gider avans tarifesinde belirlenecek olan tutarı (gider avansını)
peşin olarak yatırmasını zorunlu tutmuştur.
Adalet
Bakanlığı bu hükme dayanarak, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesi
Hakkında Tebliğ”, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Bilirkişi Ücret Tarifesi Hakkında
Tebliğ”, “Hukuk Mahkemeleri Kanunu Tanık Ücret Tarifesi Hakkında Tebliği”
çıkarmış, tebliğler 30.09.2011 tarih 28070 sayılı Resmi Gazetede
yayınlanmıştır.
Daha
uygulamanın başında (kısa zamanda) bu tebliğler uyarınca belirlenen yatırılması
zorunlu gider avanslarının birçok davada davacıların ekonomik gücünü aşacak boyutlara
ulaştığı anlaşılmıştır. Buna zaten yüksek olan yargılama harçları da
eklendiğinde, vatandaş harç ve gider avanslarını karşılayamadığı için dava
açamaz duruma düşmektedir. İddia edildiğinin aksine adli yardım uygulaması da
sorunu çözmeye yetmemektedir.
Hak
arama özgürlüğü anayasal bir özgürlüktür. Hukuk devletinde vatandaşın adalete
ulaşma hakkı ekonomik nedenlerle ortadan kaldırılamaz.
Bu
çerçevede yüksek yargılama harçları ve tebliğlerle ortaya çıkan gider
avanslarının hak arama özgürlüğünü ortadan kaldıracak ölçüde pahalı adalet
yaratıp yaratmadığının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından araştırılmasını
talep ediyoruz.
Saygılarımızla.
1)
Bülent Tezcan (Aydın)
2)
Aykan Erdemir (Bursa)
3)
Mahmut Tanal (İstanbul)
4)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
5)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
6)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
7)
Mehmet Volkan Canalioğlu (Trabzon)
8)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
9)
İhsan Özkes (İstanbul)
10)
Gürkut Acar (Antalya)
11)
Şafak Pavey (İstanbul)
12)
İzzet Çetin (Ankara)
13)
Emre Köprülü (Tekirdağ)
14)
Müslim Sarı (İstanbul)
15)
Yıldıray Sapan (Antalya)
16)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
17)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
18)
Ümit Özgümüş (Adana)
19)
İlhan Demiröz (Bursa)
20)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
21)
Nurettin Demir (Muğla)
22)
Ali Özgündüz (İstanbul)
3.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan ve 24
milletvekilinin, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/261)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye'de
yaklaşık 19 bin orman köyü olup bu köylerde 7 milyon dolayında orman köylüsü
yaşamaktadır. Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliğine (OR-KOOP)
bağlı 3 bin kooperatif ve bu kooperatiflere bağlı 300 bin orman köylüsü yer
almaktadır. Türkiye ormanlarının devletle işletilme sürecinde orman köylüsünün
temsilcisi olan kooperatifler orman faaliyetlerinin yüzde 70'ini
gerçekleştirmektedirler.
Ülkemizde
dağ ve orman köyleri genellikle engebeli ve dik eğimli topraklar üzerinde
kurulmuş olması nedeniyle orman köylerinin gerek altyapı gerekse de eğitim ve
sağlık imkânlarının yetersiz olduğu bilinmektedir. Orman ve orman
işletmelerinin mülkiyetinin devlete ait olması nedeniyle orman köylüsü devletin
sağlamış olduğu imkânlar ölçüsünde geçimini ormanlardan sağlamaya
çalışmaktadır.
Orman
köylüsünün emeğinin karşılığını alabilmesi için orman köylüsünün doğdukları
yerde yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli koşulların devlet tarafından
sağlaması gerekmektedir. Yoğun orman alanları olan bölgelerde iklim şartları ve
coğrafi koşullar ormancılığın o yörenin ekonomisinde önemli bir yer
tutmaktadır. O yöredeki orman köylüsünün tek geçim kaynağını ormanlar
oluşturmaktadır. Bu kapsamda ormanlar konusunda yapılan düzenlemeler ve alınan
kararlar orman köylüsünün tek örgütü olan ormancılık kooperatiflerini de
doğrudan etkilemektedir.
2010
yılında çıkarılan 6009 sayılı Yasa ile orman köylüsünün ormanlardan
yararlanmasına ilişkin yasal ve anayasal haklarında kısıtlamalar yapılmıştır.
Bu durum ivedilikle düzeltilmelidir.
Son
yıllarda uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, orman üretimi primleri,
teşvikler ve taban birim fiyatlarının düşük olması, benzin ve mazot fiyatlarına
üst üste yapılan zamlar neticesinde orman köylüsü kâr etmekten öte masraflarını
bile karşılayamaz bir noktaya gelmiştir. Bunun doğal sonucu olarak köylerden
kentlere göç başlamıştır.
Bugün
ülkemizde gelir düzeyi en düşük kitle orman köylüleridir. Gelir yetersizliği
nedeniyle kendisine tanınan BAĞ-KUR kapsamında sosyal güvenlik şemsiyesi altına
girme imkânını bile kullanamamaktadırlar. Bu sorunun ortadan kaldırılması
adına, orman köylüsünün sosyal güvenlik çatısı altına alınabilmesini sağlayacak
yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Orman
köylüsünün alın terinin karşılığını alamaması orman kooperatiflerinin de
kazanımlarını etkilemiştir. Birçok orman kooperatifi vergilerini
ödeyememesinden dolayı kapanmakla karşı karşıya kalmıştır.
Orman
köylüsü ve kooperatifleri son dönemlerdeki hükûmet politikasının ürünü olan,
orman üretiminin dikili satış ve hizmet alımı gibi nedenlerden dolayı taşeron
sisteme dönüştürdüğünden büyük bir gelir kaybına uğramıştır. Orman köylüsü
âdeta müteahhidin işçisi yapılmıştır. Yapılan düzenlemelerin orman köylüsünün
gelirini artırmaya yönelik olması gerekirken gelinen noktada yüklenici ve
taşeronun daha fazla kâr elde etmesine yönelik olduğu görülmektedir. Bu
uygulamalardan vazgeçilerek orman köylüsünün hak ettiğini alabilmesini
sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Orman
köylülerine önemli bir gelir getiren kesim ücretlerinin yeterli olmadığı, kesim
ücretlerinin daha üst seviyelere çekilmesi gerekmektedir.
Türkiye
kadastrosu yapılırken orman köylerinin gerekli önceliği alamaması sorunları da
beraberinde getirmiştir. Son yıllarda kadastro çalışmaları yapılan bu köylerde
çalışmaların aksamasının sebebi, mevzuat gereği bu arazilerin çoğunlukla hazine
adına tespit ve tescil edilmesinden doğan karışıklıklar ile arazi ölçmelerinde
karşılaşılan güçlüklerdir.
Yukarda
kısaca bahsedilen sorunlar, orman köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin
sorunlarına ilişkin bazılarıdır.
Orman
köylüleri ve ormancılık kooperatiflerinin sorunlarının araştırılması ve çözüm
önerilerinin tespit edilmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1)
Tanju Özcan (Bolu)
2)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
3)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
4)
İzzet Çetin (Ankara)
5)
Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
6)
Uğur Bayraktutan (Artvin)
7)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
8)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
9)
Erdal Aksünger (İzmir)
10)
Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
11)
Aykan Erdemir (Bursa)
12)
Namık Havutça (Balıkesir)
13)
Haluk Ahmet Gümüş (Balıkesir)
14)
Kemal Ekinci (Bursa)
15)
Adnan Keskin (Denizli)
16)
Osman Oktay Ekşi (İstanbul)
17)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
18)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
19)
Refik Eryılmaz (Hatay)
20)
Tufan Köse (Çorum)
21)
Fatma Nur Serter (İstanbul)
22)
İdris Yıldız (Ordu)
23)
Ali Özgündüz (İstanbul)
24)
İhsan Özkes (İstanbul)
25)
Mahmut Tanal (İstanbul)
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın
Eyidoğan, Sayın Tüzel ve Sayın Seymenoğlu, kısa söz talepleriniz var; birer
dakika süre veriyorum.
Sayın
Eyidoğan, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.-
İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan’ın, 26 Nisan 1986 tarihinde
Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yirmi
altı yıl önce, 26 Nisan 1986’da, o zamanki Rusya’nın Kiev ilinde Çernobil
Nükleer Güç Santrali’nde 20’nci yüzyılın ilk büyük nükleer kazalarından biri
oldu. Reaktörlerdeki tasarım hataları yanı sıra, reaktörlerden birinde güvenlik
sisteminin deney amaçlı devre dışı bırakılması sırasında oluşan kaza sonrasında
atmosfere büyük miktarda radyoaktif ürünler salındı. Radyasyonun yüzlerce
kilometre öteden yayıldığı ancak dört gün sonra tüm dünya tarafından öğrenildi.
Tam 35 ülke çeşitli dozlarda nükleer radyasyondan etkilendi. Türkiye, radyasyon
şiddeti açısından etkilenen ülkeler içerisinde 15’inci sıradaydı. Bu nükleer
kaza, Hükûmetin, Türkiye'nin yakın çevresindeki ülkelerdeki nükleer
faaliyetleri dikkatle izlemesini ve ulusal ve uluslararası nükleer politikası
için ders çıkarmasını, ders almasını gerektiren önemli bir olaydır.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tüzel…
5.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde
meydana gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Bugün,
yirmi altı yıl önce gerçekleşen büyük Çernobil nükleer felaketinin yıl dönümü,
hatırlanacağı gibi, ülkemizde de derin etkileri olmuştu. Hâlâ, özellikle bu
etkilerden dolayı “Kanser hastasıyım.” diyene “Karadenizli misin?” diye
sorulmaktadır. O gün de, bu büyük felaketin etkilerini gözlerden gizlemek
isteyenler olur olmaz laflar etmişti. Örneğin Cumhurbaşkanı Kenan Evren “Biraz
radyasyon kemiklere yararlı.”, Başbakan Turgut Özal “Radyasyonlu çay daha
lezzetli” diyebilmiş, Sanayi Bakanı Cahit Aral halkın karşısında çay içerek
teşvik etmiştir. Şimdi de aynı aymazlığın bugün örnekleri verilmekte, bugünkü
versiyonu durumundaki Sayın Başbakan “Mutfak tüpü de nükleer kadar risklidir.”
diyebilmektedir. Mersin Akkuyu, Sinop Gerze halkı ve elbette tüm ülkede
geleceğini düşünenler nükleer santralleri önlemek için ellerinden geleni
yapıyorlar. Hükûmetin bu sesi duymasını ve nükleer ısrarından vazgeçmesini
diliyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Seymenoğlu…
6.- Trabzon Milletvekili Safiye
Seymenoğlu’nun, Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canali-oğlu’nun gündem dışı
konuşmasına ilişkin açıklaması
SAFİYE
SEYMENOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkanım, gündem dışı konuşma alan sayın
milletvekilimizin Trabzon’un sorunlarıyla ilgili bilgi verirken yanlış
bilgilendirme yaptığı inancındayım. Kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
Trabzon,
dokuz yıllık AK PARTİ İktidarı döneminde eğitimden sağlığa her alanda büyük
hizmetler kazanmış bir şehrimiz. Özellikle bunun ifadesi olarak 12 Haziran
seçimlerinde Trabzon halkı memnuniyetini yüzde 58 gibi Türkiye oranının yüzde
10’undan fazla bir oy oranıyla ifade etmiştir.
Evet,
Trabzon teşvikte üçüncü bölgede, bu da yapılan yatırımlarla doğru bir orantıda
ama şunu da ifade etmek isterim ki: Teşvik sadece bölgesel anlamda değil, eğer
yatırım kapasitesi ve cinsiyle birlikte farklı alanlarda da beşinci bölgedeki
hizmetlerden de faydalanabilmekte. Trabzon bir liman kenti. Deniz yolu ve yük
taşımacılığıyla birlikte beşinci bölgenin yatırımlarından da faydalanabilmekte.
Yine…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Seymenoğlu.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, 6/4/2012 tarihinde
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve arkadaşlarının yanlış politikalar nedeniyle
ortaya çıkan cari açığın araştırılması amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
26/4/2012 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
26.04.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu 26.04.2012 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Hasip
Kaplan
Şırnak
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
06
Nisan 2012 tarihinde, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve arkadaşları
tarafından verilen (869 sıra no.lu), "Yanlış politikalar nedeniyle ortaya
çıkan cari açığın" araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 26.04.2012 Perşembe günlü
birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Öneri lehinde söz isteyen Adil Kurt, Hakkâri Milletvekili.
ADİL
KURT (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun vermiş
olduğu öneri üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi selamlıyorum.
Tabii,
yoğun polemik karambolu içerisinde Türkiye'nin asli sorunlarını öteden beridir
Parlamentoda konuşamaz duruma geliyoruz. En ciddi sorunu bile basit, seçmene
selam gönderen yaklaşımlarla karambola getirerek tartışır duruma geldik ve bu
nedenle de Türkiye'nin önemli sorunlarını, acil sorunlarını ne yazık ki
Parlamentoda çok nadiren konuşmaya çalışıyoruz. Biraz önce onun bir örneğini
yaşadık. Bugünkü Suriye politikalarıyla ilgili yapılan değerlendirmelerde bunun
örneğini yaşadık ve ne yazık ki ne Hükûmet ne de muhalefet, bugün nelerin
konuşulduğu konusunda tam bir idrak yaratamadı halkın beyninde.
Şimdi,
Türkiye’de, maalesef, ekonomi politikaları, Hükûmetin ekonomi stratejisi yavaş
yavaş tehlike sinyallerini vermeye başladı. Hatırlanacağı üzere, geride
bıraktığımız üç yıl içerisinde, Avrupa’da on ülke, ekonomik krizden kaynaklı
olarak yönetimlerini değiştirmek durumunda kaldı ve son günlerde özellikle hem
Hükûmet hem devlet yetkilileri, Avrupa’da İslam karşıtlığından söz eder duruma
geliyor ve oradaki krizle bağlantılı olarak değerlendiriyorlar.
Şimdi,
Avrupa’daki bu kriz dalgasının yavaş yavaş Türkiye’ye daha etkin biçimde
kendisini hissettirmeye başladığı günleri yaşıyoruz. İki gün önce de burada
hatırlatma ihtiyacı duyduk, şimdi de tekrarlıyoruz: Bu krizin eğer önlemleri
alınmazsa, tedbir alınmazsa, aklıselim politikalar geliştirilmezse, bu Meclis
vaziyete el koymazsa, duruma el koymazsa önümüzdeki tablo çok vahimdir.
Bakınız,
bizim Yunanistan’la ne kadar benzerliklerimiz var. Yunanistan adalarını satışa
çıkardı, krizi atlatmak için toprak satmayı göze aldı, artık göze alıyor. Verileri
bize ne kadar tanıdık, bakın, sizlerle paylaşalım: Millî gelir artış hızı
Türkiye’de yüzde 5,6; Yunanistan’da yüzde 5,1. Cari açık bizde yüzde eksi 9,7;
Yunanistan’da yüzde eksi 9,6. Bütçe açığı bizde 1,7; Yunanistan’da eksi 9,1.
Şimdi,
Hükûmet yetkilileri cari açığı her değerlendirdiklerinde enerji faktörüne
sığınıyorlar ve enerji faktörüne sığınırlarken de HES politikalarına kılıf
bulma gayreti içerisinde bunu söylüyorlar. Evet, enerji ithalatının Türkiye’ye
çok ciddi sıkıntıları vardır. Ama bakın, bu ülkenin madenlerini, bu ülkede
çıkan madeni ham hâlde Çin’e götürüyorsunuz, Çin’de işletip Çin’den geri satın
alıyorsunuz. Yani kendi madeninizi götürüyorsunuz, Çin’de
zenginleştiriyorsunuz, orada zenginleştirdiğiniz madeni Çin’e verdiğiniz
fiyatın 12 katı fazlasıyla geri satın alıyorsunuz, sanayinizde kullanmaya
çalışıyorsunuz. Bu sadece bir örnek.
Türkiye,
kendi hayvancılık potansiyelinin neredeyse kırkta 1’ini değerlendirir
durumdadır. Tarım politikasında gene benzer veriler orta yerde duruyor. Şimdi,
kendi öz kaynaklarınızı işler duruma getirmeden ekonomideki bu kaosa çare bulma
şansınız yok. Buna ilişkin yatırımlar, politikalar geliştirmek yerine,
Hükûmetin bulduğu çare şu: 2012 yılı memura sıfır zam politikası. Bunu yaparken
de diyor ki: “Çinleşiyoruz” Çin ne yapıyor? İnsanları karın tokluğuna
çalıştırıp ekonomisini büyütme gayreti içerisinde. Bu boyutuyla, emek sömürüsü
boyutuyla Çin’i model alan bir hükûmet politikası.
Kendi
hayvancılık potansiyelini, kendi tarım potansiyelini, kendi yer altı, yer üstü
zenginliklerini işleyemeyen, onların işlerliğini esas alan politikalar
geliştirmeyen Hükûmet ancak böyle bir politika geliştirebilir.
Bir
önemli faktör daha: Bakın değerli arkadaşlar, bütçe görüşmeleri sırasında da
gündeme geldi, örtülü harcamalar. Örtülü ödeneklerden yapılan harcamalardan bu
Meclisin dahi haberi yok, denetim dışı harcamalar. Bu denetim dışı harcamalar
nereye yapılıyor? Bu denetim dışı harcamaların neredeyse tamamı savaşa ve savaş
lobisine yapılıyor. Otuz yıllık süreçte yaklaşık 400 milyar dolar gibi bir
harcama yapıldı. Hesap edin, bu parayla bu ülke neler yapabilirdi. Bu otuz
yılın on yılında AKP iktidar. Haydi önceki dönemleri bir kenara koyalım, ama
cumhuriyet tarihinin sayısal verisi olarak doksan yıllık sürecin neredeyse onda
1’inde siz iktidar olmuşsunuz. Son otuz yıllık çatışma sürecinin üçte 1’inde
siz iktidarsınız. Getirin, bir çözüm koyun orta yere. Daha ne bekliyorsunuz?
Hangi politikalarla çözeceğinizi artık söyleyin. Bu ülkenin öz kaynaklarını
kendi dağlarını bombalamak için
kullanmayın. Ama bunu her söylediğimizde
bundan sanki haz alır bir tutum içerisinde “Biz dağları bombalayacağız.”
diyorlar ve bunu söylerlerken de keyif alıyorlar.
Kendi
hayvancılığını geliştirmek yerine… Bakınız, -geçen gün burada söyledim- Türkiye’de küçükbaş hayvancılığı
potansiyelinin kırkta 1’ini ancak değerlendiriyoruz ama domuz üretme
çiftliklerini rahatlıkla teşvik edebiliyoruz. Bakan arkadan söyledi, itiraz
etti “Öyle bir şey yok.” dedi.
Bakın,
Türk Gıda Kodeksi Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği,
Resmî Gazete’nin 2006/31 sayılı nüshasında yayımlanmış. Burada domuz üretme
çiftlikleri, domuz eti, kırmızı et statüsünde teşvike tabi tutulmuş ve Ziraat
Bankasından teşvik edilmiş. Ziraat Bankası bir genelgeyle domuz üretme
çiftliklerine yapacakları yatırımın ya da verecekleri teşvikin kriterlerini
ortaya koymuş ve ülkemizde resmî olmamakla birlikte 1.800 civarında, teşvik
almış domuz üretme çiftliği… Kendi ülkenizdeki hayvancılığı teşvik etseniz
bundan çok daha yararlı bir sonuç elde etmiş olmaz mısınız? Edersiniz. Ama
kendi çiftçinizi, kendi esnafınızı kalkındırma gibi bir gayret yok orta yerde.
Tersine, daha çok bu ülkenin kaynakları dışarıya nasıl peşkeş çekilir, onun
gayreti var.
Şimdi,
ekonomi tehlike çanlarını çalmışken, tehlike kapımızda durmuşken bizim Meclis
olarak bu duruma sessiz kalmamız mümkün değildir. Bir Meclis araştırma
komisyonu kurulup bu konunun incelenmesi gerekir düşüncesiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kurt.
Öneri
aleyhinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi
Partisinin Anayasa’nın 98, 99, Meclis İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddelerine
istinaden Meclis araştırması önergesi açılması aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye ekonomisi, bir zamanlar ekonomik krizlerin siyasi
krizleri, siyasi krizlerin ekonomik krizleri körüklediği ortamdan, belirsizlik
ve ümitsizlik ortamından, güvensizlik ortamından bugünlere gelmiştir. Üç haneli
rakamlara kadar yükselen enflasyon, yüksek kamu açıkları ve kamu borç yükü gibi
unsurlar tüm ekonomik birimlerde ciddi güven zafiyeti oluşturmuştu.
Türkiye,
o günden bugüne kadar büyük yol katetmiştir, ekonomik istikrar kalıcı olarak
sağlanmıştır. Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş başarılara imza atarak
küresel ölçekte takdirle bahsedilen ülke konumuna gelmiştir, âdeta dünyada büyüme oranında Çin’le yarışan bir
ülke hâline gelmiştir. Şu an dünyada büyümede Çin’in tek rakibi Türkiye
Cumhuriyeti’dir. Bundan ne kadar gurur duysak azdır diye düşünüyorum.
AK
PARTİ’ye, 12 Haziran seçimlerinde gerek siyasi istikrara gerekse ekonomik
istikrara, AK PARTİ’nin yapmış olduğu icraatlara Türkiye’de 2 kişiden 1’i oy
vererek, yüzde 50 oranında oy vererek pekiştirmiştir. Bu demektir ki 12 Haziran
seçimlerinde sandıkta aziz milletimiz AK PARTİ’nin ekonomik ve siyasi
icraatlarına ve demokratikleşme anlamındaki bütün icraatlarına geçer not
vermiştir ve test etmiştir. Türkiye siyasi tarihinde bir partinin üç dönem üst
üste iktidara geldiği görülmemiştir ve her dönemde oyunu artırarak iktidara
gelen AK PARTİ İktidarını pekiştirmiştir. Bunda tabii ki milletin iradesinden
almış olduğu güç de yatmaktadır. Ekonomi demokratikleşmeden bağımsız değildir,
ekonomi demokratikleşmeden âri de değildir. İç içe girmiş bir müessese olan bu
ilişkilerde dünyayla arasına duvarlar örmüş bir ülkenin iç politikada
istikrarı, ekonomide büyümeyi, demokratikleşmede reformları gerçekleştirmesi
beklenemez.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yurt içi tüketim ve yatırım talebindeki
canlanma ithalatta artışı tetiklemiştir. Buna ilave olarak emtia ve enerji
fiyatlarındaki artışlar ve dış talebin zayıf olması 2011 yılında cari açığın
artmasına neden olmuştur. Cari işlemler açığı ve enflasyondaki gelişmelerin
makro ekonomik ve finansal istikrar üzerindeki etkilerini sınırlandırmaya
yönelik olarak para politikası, makro ihtiyati tedbirler ve maliye politikası
alanında gerekli adımlar atılmaktadır. Bu çerçevede 2010 yılının sonundan
itibaren para politikası araçlarıyla kredi büyümesinin kontrol altına alınması,
mevduatın vadesinin uzatılması ve cari işlemler açığının finansmanında uzun
vadeli kaynakların payının artırılması hedeflenmiştir. Öte yandan konut
kredilerinde teminat oranı kredi kartlarındaki asgari ödeme oranı ve ihtiyaç
kredilerinde genel karşılık oranları artırılmıştır. Bunda maksat cari açığın
ileriye yönelik net bir şekilde düşmesini hızlandırmaktır. Cari açığın kalıcı
olarak düşürülmesi noktasında sanayi ve hizmetlerde ileri teknoloji içeren ve
yüksek yurt içi katma değerli üretim yapısına geçişin sağlanmasına yönelik
politikaları yerleştirmekteyiz. 2002 yılından itibaren uygulamaya konulan
yapısal reformlar Türkiye’de mali disiplinin güçlenmesini ve kamu maliyesinin
sürdürülebilirliğini, orta ve uzun vadede bir sorun olmaktan çıkmasını
sağlamıştır, sağlamaktadır. Ekonomide ve demokratikleşmede çocuklarımızı daha
güzel bir gelecek beklemektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisi AK
PARTİ’nin en güçlü olduğu siyasi ve ekonomik alana yönelik olmaktadır. Bu,
tamamen gündemi değiştirmeye matuf bir öneridir. Gündem bellidir, burada
görüşülecek kanun vardır. Dün 9’uncu maddede kaldığımız 223 sayılı yasa
gündemde bulunmaktadır. Bu nedenle, bu çabalar, bu grup önerileri beyhude
çabalardır. İnşallah, AK PARTİ bu hizmetlere devam edecek ve memleketimizde
huzuru, refahı ve ekonomik gelişmeyi artıracaktır. Millî gelir -kişi başına
düşen- 10 bin doların üzerinde hesaplandığında, Türkiye’nin 2002 yılından 2012
yılına katettiği mesafe göz önündedir.
Bu
duygular içerisinde, AK PARTİ Grubu olarak BDP grup önerisinin aleyhinde oy
kullanacağımızı beyan ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önerinin
lehinde söz isteyen Rahmi Aşkın Türeli, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
RAHMİ
AŞKIN TÜRELİ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; BDP Grubunun
önerisi üzerinde CHP Grubunun görüşlerini belirtmek üzere, lehinde görüşlerimi
belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye ekonomisinin temel yapısal özelliklerinden bir tanesi yurt
içi tasarrufların düşüklüğüdür. Geçmiş dönemlere baktığımızda, özellikle
1980’li yıllardan itibaren 1980’ler, 1990’larda bu özelliğin olduğunu
görmekteyiz. Bununla birlikte, 2000’li yıllarda ve özellikle AKP döneminde yurt
içi tasarrufların millî gelir içindeki payının hızlı bir biçimde düştüğünü
görmekteyiz. Bu ne demektir arkadaşlar? Bu şu demektir: Aynı miktar yatırım
yapabilmek için Türkiye’nin dışarıdan daha fazla dış tasarruf alması demektir
yani daha yüksek cari işlemler açığı vermesidir.
Değerli
milletvekilleri, AKP döneminde Türkiye ekonomisi dünya ekonomik konjonktürünün
ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin yarattığı süreçlerin peşinden sürüklenen
bir görünüm sergilemiştir. 2001 yılından itibaren dünya ekonomisinde, özellikle
gelişmiş ülkelerde resesyon endişesiyle gevşek tutulan para ve maliye
politikaları sonucu olağandışı bir likitide artışı ve talep patlaması
görülmüştür. Uluslararası piyasalarda likidite hacminin artmasının yanı sıra
gelişmekte olan ülkelerde getiri oranlarının yüksek olması nedenleriyle
gelişmekte olan ülkelere önemli düzeyde sermaye akışı olmuştur. Bu çerçevede,
yüksek reel faizlerin sunduğu yüksek getiri imkânlarıyla Türkiye ekonomisine de
sermaye girişi hızlanmıştır. Bununla birlikte, Türkiye ekonomisine reel
gereksinimlerin üzerinde sermaye girişi sonucu sağlanan kredi genişlemesi düşük
kurun etkisiyle birleşince dünya ekonomisinin sunduğu bu konjonktürel imkânlar
iyi değerlendirilememiştir.
Türkiye
ekonomisinin hızlı büyüdüğü 2001 sonrası dönemde ekonomi ve yüksek sermaye
girişinin etkisiyle yurt içi talep ve ithalatta önemli artışlar olmuştur.
Bununla birlikte, AKP döneminde yurt içi talep artışı sabit sermaye
yatırımlarından değil, özel tüketimden kaynaklanmıştır, özel tüketime
yönlenmiştir. Bu da aslında Türkiye'nin sorunlarının ağırlaşması anlamına
gelmiştir.
Ancak
değerli arkadaşlar, artık konjonktürün sonuna gelinmiştir. Böyle bir dönemin
AKP hükûmetleri tarafından ıskalamasını çok vahim görüyoruz. Şimdi, önümüzdeki
dönem artık dünya ekonomisinin genişlediği değil, daraldığı bir dönem
olacaktır. Dünyadaki likidite artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır ve bu
krizin ne kadar süreceği konusunda farklı görüşler olmasına rağmen bu krizin
süreceği, sürekli olacağı ve bu krizden çıkmanın özellikle gelişmiş ülkelerde
belli bir zaman alacağı konusunda herkes hemfikirdir.
E,
bizim gibi, gelişmek için hem dış tasarrufa ihtiyacı olan hem de aynı zamanda
ihracatının yarısına yakınını Avrupa Birliği ülkelerine yapan bir ülkenin
gelişmekte olan ülkelerdeki, Avrupa Birliği ülkelerindeki krizden, daralmadan
ve yavaş çıkıştan ya da başka bir deyimle, etkilenmemesi mümkün değildir. Bu
gelişmeler sonucunda AKP hükûmetleri döneminde yurt içi tasarruflar geçmiş
dönemlerle kıyaslandığı zaman yüzde 15’lere düşmüştür.
Bakın,
değerli arkadaşlar, AKP döneminde yüksek büyüme hızıyla övünülüyor, biraz önce
de söyledi. İsterseniz bir rakam vereyim: 2003-2011 döneminde, iktidarlardaki
AKP hükûmetlerinin döneminde büyüme hızı ortalama olarak yüzde 5,2’dir ama
değerli arkadaşlar, 2002 yılına kadar, 1923-2002 arasındaki seksen yıla
baktığımızda zaten Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı yüzde 5’ler
civarındadır. Yani öyle söylendiği gibi ortada parlak bir ekonomik tablo
gözükmemektedir. Ancak, tabii, AKP hükûmetlerinin alışkanlık hâline getirdiği
bir uygulama var. Özellikle bu dönemde bunu çok net biçimde görüyoruz. İşte,
bütün 1923’ten 2002’ye kadar olan dönemi ayrı bir çerçevede, kendi dönemlerini
de ayrı bir çerçevede değerlendiriyorlar ve orada da performans kıyaslaması
yapıyorlar, isterseniz ben de yapayım.
Bakın,
değerli arkadaşlar, AKP döneminde 2011 yılı itibarıyla ihracat artışı 135
milyar dolardır, söylenen rakamlar bunun 135 milyar dolar olduğunu
göstermektedir ama aynı dönemde, gerçekten bu bir cumhuriyet tarihi rekorudur
ama aynı zamanda AKP döneminde ithalatta da bir cumhuriyet tarihi rekoru
kırılmıştır, 241 milyar dolar. Gene AKP döneminde dış ticaret açığında da
cumhuriyet tarihi rekoru kırılmıştır 106 milyar dolarla. Ayrıca da cari
işlemler açığında 77 milyar dolarla gene bir cumhuriyet tarihi rekoru
kırılmıştır. Böylece AKP Hükûmeti 2011 yılında dört rekoru birlikte kırmıştır,
kendilerini tebrik ediyoruz!
Değerli
arkadaşlar, 2012-2014 yılını kapsayan Orta Vadeli Program dönemine baktığımızda
da işte cari açığın düşürülmesi önemli bir politika tedbiri olarak orada yer
almaktadır. Ne yazık ki OVP’de bunun altı boştur. Türkiye Girdi Tedarik
Stratejisi adı altında bir strateji vardır, onun da ne olduğu, nasıl
uygulanacağı şu ana kadar belli değildir. Üstüne üstlük uygulanmış bile olsa
bunun zaten belli bir zaman alacağını hepiniz herhâlde takdir edersiniz. Yani
buradaki problem şu değerli arkadaşlar: Türkiye ekonomisi büyüdüğü zaman cari
işlemler açığı artıyor. Tamam, yani doğal olarak ekonomi büyüdüğü zaman ithalat
artışı olur ve cari işlemler açığı da artar ama buradaki problem büyüme hızının
yavaşladığı dönemlerde de cari işlemler açığının artmaya devam ettiğidir. Ona
ilişkin, tabii 2004 yılından itibaren enerji fiyatlarındaki artışın bir etkisi
olmuştur cari işlemler açığı üzerinde gerçekten de ama ondan arındırdığımız
zaman yani enerji fiyatları hiç artmamış
olsaydı, 2002’deki seviyesinde kalmış olsaydı ne olacak diye baktığımızda, yine
çok yüksek cari işlemler açığıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. 2011
yılında cari işlemler açığının millî gelir içindeki payı yüzde 10’dur arkadaşlar,
enerji fiyat etkisinden arındırdığımızda yüzde 5,5’tir yani Türkiye ekonomisi
çok hızlı bir cari işlemler açığı vermektedir.
Peki,
bu kadar yüksek cari işlemler açığı veriyorsunuz, cari açığın finansmanında bir
iyileşme var mıdır? Çünkü kamuoyunda da bu tartışılıyor ve sık sık AKP’li bakanlardan bunu duyuyoruz. Ne
yazık ki, olumlu bir cevap veremeyeceğim arkadaşlar. AKP döneminde, isterseniz
rakam vereyim size, Merkez Bankası rezervindeki gelişim diğer yükümlülük
göstergelerinin çok gerisindedir. Nitekim, Merkez Bankası net rezervlerinin
kısa vadeli dış borçları karşılama oranı 2002 yılında yüzde 171 iken 2011 yılında yüzde 105’e düşmüştür yani ancak
bir yıllık kısa vadeli borç, vadesi bir yıldan az olan borç yani ancak bir
yıllık kısa vadeli borcu karşılayacak bir rezerv vardır. Bir de tabii alındığı
tarih itibarıyla aslında kısa vadeli olmayan ama şu an itibarıyla baktığımızda
vadesi bir yıldan az kaldığı için bir yıl içinde ödenecek borçları da dâhil
ettiğimizde bu oran yüzde 80’lere düşmektedir değerli arkadaşlar. Bu rakamlar
ciddi tehlike sinyalleridir.
Yine
aynı şekilde, başka bir rakamı isterseniz sizlerle paylaşayım: Merkez Bankası
rezervlerinin ithalatı karşılama oranı 2002 yılında 7,2 ay iken 2011 yılında
4,5 aya düşmüştür. Bunun en az 5 ay, 6 ay olması gerekir. İktisatla ilgili
çevrelerde, uluslararası ekonomi çevrelerinde böyle kabul edilir. Ne yazık ki,
bu açıdan da baktığınızda rezervlerimizin söylendiği gibi yeterli olmadığını
görmekteyiz.
Tabii,
cari açığın finansmanı açısından son dönemde çokça söyleniyor, işte doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarının artması, evet, 2005 sonrası doğrudan yabancı
sermaye yatırımları artmıştır ama bunun bileşimine baktığınızda, bunun çok az
bir kısmının, yüzde 10-15’lik bir kısmının imalat sektörüne yöneldiği, büyük
bir kısmının hizmetler sektörlerine yöneldiğini görüyoruz.
Yine
benzer bir biçimde büyük bir kısmının Türkiye’deki mevcut kamu işletmelerinin
ya da bankaların el değiştirmeleri sonucunda olduğunu görüyoruz; yani “Yeşil
alan yatırımı” dediğimiz yeni yatırımların payı yüzde 10, yüzde 15’ler
civarındadır. Ama bunun sonucunda çok yüksek bir kâr transferi
gerçekleşmektedir. Yani Türkiye ekonomisinde yatırım yapanların ülkelerine
aktardıkları para kâr transferi olarak nitelendirilmektedir. 2002 yılında 400
milyon dolardır arkadaşlar, 2011 yılında 3 milyar dolardır. 400 milyon dolardan
3 milyar dolara çıkmıştır.
Ve
yine önemli bir şey, son bir AKP’nin cumhuriyet tarihi rekoruyla bitireyim:
Bütün cumhuriyet tarihinde yapılan dış borç 130 milyar dolardır ki, bunun
içinde dağılan Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçlar vardır ve 1954 yılına
kadar ödenmeye devam edilmiştir ki, bunun yanında sermaye stokunu, insan gücünü
kaybetmiş, fabrikaları yıkılmış, üretim yapılamayan bir ülkede yapılan Sümerbankların,
Etibankların, şeker fabrikalarının, birçok KİT’in kurulduğunu düşünmemiz
gerekir ki…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RAHMİ
AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – Tamamlayabilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Türeli.
RAHMİ
AŞKIN TÜRELİ (Devamla) – O zaman burada
şunu söyleyerek bitireyim:
Fakat
AKP döneminde bunun üzerine yaklaşık 180 milyar dolar eklenmiştir ve 307 milyar
dolara çıkmıştır dış borç ve aynı dönemde, şunu da söyleyeyim ki, birçok, 30-35
milyar dolara yakın bir özelleştirme yapılmasına rağmen.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Türeli.
Şimdi,
öneri aleyhinde söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili.
Buyurun.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bugün cari açık konusunu tartışıyoruz ama biz size yıllardır
söylüyoruz. Sonunda fikir olarak cari açığın bir yapısal sorun olduğunu şükür
Hükûmetin bazı üyeleri kabul etmeye başladılar ama hâlâ çözüm önerileriyle
ilgili çalışmalar maalesef nihayetlendirilmemiş durumda, kısır gündeme ve
çekişmelere kurban gidiyor. Önceki konuşmalarda da sizlere söyledim “Bir an
önce bunları çözün, çıkarın.” diye.
Değerli
arkadaşlarım, sorunu çözmeden önce bir kabul etmek lazım. Biz yıllardır bunun
temel bir sorun olduğunu ve yapısal sorunlardan kaynaklandığını söylüyorduk,
ancak iki yıldır bütçe görüşmelerinde bakanlarımız “Biz işsizliği ve cari açığı
artık çözemiyoruz, yapısal sorun.” demeye başladılar. Biz de “Günaydın.” dedik
kendilerine, çünkü beş yıldır bütün bütçe görüşmelerinde söylüyoruz.
Şu
anda Hükûmetin ne orada bu burada bakıyorum bir temsilcisi yok ama Adalet ve
Kalkınma Partisinin grup başkan vekilleri burada, onlar çoğu zaman Hükûmet
adına cevap verdikleri için arkadaşlarımıza iletirler, onlar da bize varsa
cevapları veya önerileri getirirler.
Şimdi,
cari açık şu andaki Türkiye’de tartışılan en önemli konulardan birisi ki
Hükûmet de “Ben, cari açığın neden olduğunu biliyorum, Türkiye'nin tasarruf
açığı var, bunu kapatacağım, cari açığı düşürmek için de bazı teşvik önlemleri
getireceğim.” diyor.
Arkadaşlar,
önce sorunu kabul edelim. Neden cari açık veriyoruz? Bu bir rakamsal sonuç ama
neden cari açık veriyoruz? Neden? Çünkü üretmeden tüketen bir ekonomik yapıya
sahibiz, tükettiğimizi borçla finanse ediyoruz, yatırım yapmıyoruz. Sonuç
olarak da tabii ki bir yerden bir değirmenin suyunun dönmesi lazım. Maalesef
üretimimiz yetersiz kaldığı için ve çok tükettiğimiz için dış ticaret açığı
veriyoruz. E, peki, bunu kabul etmeden çözmemiz mümkün mü? Hayır. Şükürler
olsun, şimdi sorunu kabul etmiş görünüyorsunuz ama teşvikle ilgili pakette
hâlen kısmen çözüm olabilecek tarzda olduğunu öncelikle beyan edeyim ama o bile
gündemde sırasını bekliyor, çıkacak, görüşülecek, imzalanacak, gelecek diye.
Değerli
arkadaşlar, bu on yıldır sizin göz yumduğunuz bir şey. Neden bu noktaya
geldiğini tartışmadan çözme şansımız yok. Biliyorsunuz, önceki yıllarda
ekonomik kriz, küresel kriz çıkıncaya kadar dünyada bir likidite bolluğu vardı,
ekonomik olarak her şey iyiye gidiyordu, rüzgâr arkadan esiyordu. O zaman dedik
ki: “Gelin, bu önlemleri erkenden alalım, bu yapısal önlemleri alalım; üretim
ekonomisine, yatırım ekonomisine geçelim.” Siz o likidite bolluğu içerisinde
kerameti kendinizden zannettiniz. Şimdi sıkıştık, bu sefer “Sorun var, bunu
çözelim.” diyorsunuz. Bu serzenişlerle, sayın bakanların yaptığı gibi Merkez
Bankasını günah keçisi ilan ederek, önceki Başkanına “Efendim, o yapsaydı böyle
olmazdı.” diyerek çözülecek bir mesele değil.
Değerli
arkadaşlar, temelinde dış ticaret açığımız var; yani ihracatımızın artmasının
az olması, ithalatın hızlı artması var. Peki, nasıl önleyeceğiz bunu?
İhracatımızı rekabetçi hâle getirmemiz lazım. Peki, Merkez Bankasının önceki
Başkanına kızıyordunuz “Efendim, kurlarla ilgili şunu yapıyor, bunu yapıyor.”
diye. Ee, bugünkü de, düşük dursun, enflasyon düşük çıksın diye uğraşıyor. O
zaman nasıl olacak da bunu önleyeceksiniz arkadaşlar? Sadece “Bireysel
emeklilik sistemini teşvik edelim, tasarruf artsın.” demek bir çözüm müdür?
Gerçekten şaşırıyorum. Yüzde 12-13’lere düşmüş tasarruf oranımız, doğru. E,
peki, zaten üretemiyorsak, vatandaşın geliri artmıyorsa nasıl tasarruf edecek,
kim bireysel emekliliğe yatırım yapacak da siz ona götürüp para vereceksiniz?
Bunlar pansuman tedbirlerdir. Bakın, işin doğrusuna gidelim. Evet, kısmen
katkısı olur ama önce gelirimiz artacak ki biz tasarruf etmeye niyetlenelim. Ee
vatandaşın borcu artıyor. Daha bugünkü gazetelerde iki ay içerisinde geri
dönmeyen kredilerdeki artış oranı yüzde 89 küsur, yüzde 90. Dün bir bankanın
genel müdürü açıklama yapmış; “Sıkıntımız var. Bu sene kârlılığımız düşüyor.”
diyor. Neden? Geri dönüşler çoğalmaya başlamıyor, tam tersine geri dönmeyen
kredilerde artış var. Bakın, bu yılın ilk iki ayında yüzde 90 artış ne demek?
İnsanlar kredi borcunu ödeyemiyor demek. Ee, peki, siz bu ortamda ne
öneriyorsunuz? “Efendim, gelin, siz 100 lira bireysel emekliliğe yatırın, biz
de size 25 lira destek verelim.” Ya bunun doğru dürüst, iler tutar tarafı yok
değerli arkadaşlar.
Şimdi,
yaptığınız çalışmalar sonucunda ortaya çıkan teşvik sistemi de yanlış. Bakın,
siz dönün kendi Hükûmet Programı’nızı bir okuyun; 2007’deki Hükûmet Programı’nı
da okuyun, 2011’deki Hükûmet Programı’nı da okuyun. Bu “teşvik tedbirleri”
dediğiniz şeyler sadece illerin derecelendirmesini değiştirerek olmaz. “Dar
bölgeli sektörel teşvik” dedik, siz de dediniz yani öldürdüğünüz Devlet
Planlama Teşkilatının raporlarında da var, şu anda Kalkınma Bakanlığı oldu,
oralarda hangi sektörlerde nelerin yapılması gerektiği yazıyor. Bu göz boyamayı
bırakalım, öncelikle sorunu tespit edelim.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bakın, bize Plan ve Bütçe Komisyonunda Merkez Bankası ve
Hazine altı ayda bir bilgilendirme yapıyor ve orada cari açık sorununun nereye
geldiğini en son bilgilendirmelerde gördük. Şöyle bir şey var. Sıkça ekonomi
bakanlarımız da buna kapılıyorlar, “Efendim, cari açık finanse edildiği sürece
sorun değildir.” diyorlar. Ya, cari açık zaten bir sonuç, zaten finanse
edilmiş. Ama nasıl finanse ettiniz? Neyle finanse ettiniz? Doğrudan yatırımla
mı, kısa vadeli portföy girişiyle mi, sıcak parayla mı yani? Bu şartlarda
mecburen sıcak parayla yapıyorsunuz. Onun için de “düşük kur-yüksek faiz”
politikasını çözüm olarak görüyorsunuz. Aslında yanlış burasıdır, bunu kabul
etmeden çözemeyiz.
Bakın,
şimdi, böyle hamasi olarak şey konuşmanın anlamı yok. Ben bir iktisatçı olarak
konuşuyorum. “Efendim, biz faizi şuraya düşürdük.” Peki, reel faiz nereye
düştü? Dünyada hâlâ 3’üncü sıradayız. Bakın, iki yıllık reel faizler… Biz iki
ülkeden sonra, Brezilya ve Macaristan’dan sonra en yüksek reel faizi veren
3’üncü ülkeyiz. Uluslararası raporlar bunu söylüyor. Şimdi, burada kurdaki
değer kaybına bakıyoruz, hem Hazinenin hem Merkez Bankasının raporları var.
Bakın,
bize sunduklarını size gösteriyorum. Eğer görebiliyorsanız kırmızı yerler var
ve geçtiğimiz yıl içerisinde kırmızının ne kadar arttığını görüyoruz. O ne
biliyor musunuz? Kısa vadeli portföy girişleri. Hiç sağlıklı olmayan bir
şekilde cari açığı finanse ediyoruz. Yani hemen çıkabilecek, sıcak parayla
gelmiş, yüksek faiz verdiğimiz için Türkiye’ye giriyor bunlar. Birazcık
düşürdüğümüz zaman sıkıntı başlıyor. Onun için ne yapacağız peki? Değerli
arkadaşlar, buradaki tek çözüm üretim ekonomisine geçmek. Bu sıcak paraya
dayalı, portföy yatırımlarına dayalı düşük kur-yüksek faizden vazgeçeceksiniz.
Önce bunu bir kabul edeceksiniz. Bir.
İki:
Merkez Bankasını günah keçisi olarak kabul etmeyeceksiniz çünkü yetki sizde.
Değerli
arkadaşlar, kur rejimini Hükûmet belirler; bilmeyen arkadaşlarımıza anlatmış
olayım. Kur politikası başka bir şeydir, kur rejimi başka bir şeydir. Hükûmetin
kimseye laf söylemeye hakkı yoktur. Merkez Bankası sadece tavsiye eder “Şunu
uygulayalım.” diye. Eğer serbest kuru siz belirlediyseniz ona uymak
zorundasınız. Türkiye gibi piyasaları gelişmemiş olan, derinliği ve genişliği
olmayan gelişmekte olan ülkelerde tamamıyla serbest kuru uygulamak mümkün
değildir. Onun için bizim yapmamız gereken, kontrollü dalgalı kur politikasıyla
Türk lirasını rekabetçi düzeyde yapmaktır.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Gel sen öyle yap!
MEHMET
GÜNAL (Devamla) – Biz öyle yapmıştık, bozdunuz zaten. Bu hâle geldi,
yapamadığınız için öyle oldu.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Siz yaptınız!
MEHMET
GÜNAL (Devamla) – Dinlemesini öğren. Bak birazdan gel anlatayım sana. Uzun bu
konu, vaktimi alma, bitiyor. Ben sana dersini veririm birazdan. Birazdan
anlatırım ben sana, merak etme. Bu seni aşıyor biraz.
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Anlamazlar ki!
MEHMET
GÜNAL (Devamla) – Arkadaşlar, söylediğimi dikkate alın, işi gürültüye
getirmeyin. Bakın, Hükûmet karar alır, kur rejimini değiştirir, sıkıntı biter.
Aksi takdirde sıcak paraya devam edersiniz, ona mahkûm hâlde kalırsınız. Bunu
yapmanın yolu üretimi ve yatırımı teşvik etmektir. Onu yapmak için de Türk
lirasının rekabetçi olması gerekir.
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Hâlâ demagoji yapıyorlar, başka bir şey yaptıkları yok ki!
MEHMET
GÜNAL (Devamla) – Sadece TL’nin sembolünü değiştirerek uluslararası para
olamazsınız, satın alma gücünü ve itibarını artırmak, TL’nin değerini artırarak
kurunu düşürmek değildir. Uluslararası anlamda bir ödeme aracı olarak, bir
uluslararası para birimi olarak onu oraya sunabilmektir. Onun için bunu
yapmanın yolu da üretimi artırmaktır. Eğer ihracatımızın yüzde 82’si ithalata
bağımlıysa, üretimimiz buraya bağımlıysa bunu yapamayız, kendi kendimizi
aldatmayalım. Gelin, hep birlikte gerçekçi olarak bu soruna yaklaşalım ve bu
Türk lirasını rekabetçi bir düzeye getirerek kur sistemini de gözden geçirerek
-kur rejimini- topu başka yere atmadan çözelim.
Biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak üreten ekonomiden yanayız. Değerli
arkadaşlar, ekonomi programımızın adı da “üreten ekonomi.” Üretim ve yatırım
seferberliği yapmadan, ekonomiyi rekabetçi hâle getirmeden ancak kendimizi
kandırırız ve sıcak paracılarla çalışırız diyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – On sene önceden, hâlâ hikâyeden bahsediyorsunuz. Bugünün
sorularına dünkü cevapları cevapları verenler gericiler. Bir cümle. Düşünün
bakalım nedir? 2002’nin hadisesiyle 2012’ye…
BAŞKAN
– Sayın Atıcı, kısa bir söz talebiniz var; yerinizden buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
7.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı’nın, 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Güç Santralinde meydana
gelen kazanın yıl dönümüne ilişkin açıklaması
AYTUĞ
ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Aslında
söz talebim bir önceki konuşma sırasındaydı ama olsun.
Kısaca,
bugün Çernobil kazasının yıl dönümüdür. Çernobil kazası tüm dünyaya örnek
olmuştur. Bir laf var: “Akıllı insanlar tecrübelerinden ders alırlar. Daha
akıllı olanlar başkalarının tecrübelerinden ders alırlar.”
Biz
geçen hafta Kiev’deydik ve oradaki insanlarla bu nükleer santral felaketini
bire bir konuştuk. Onlardan AKP Hükûmetinin ders alması ve Mersin’deki Akkuyu
Santrali’nden derhâl vazgeçmesi lazım.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Öneriyi
okutuyorum:
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- CHP Grubunun, 16/12/2011 tarihinde
Sinop Milletvekili Engin Altay ve arkadaşlarının termik santraller ve Gerze'de
kurulması planlanan termik santralin insan sağlığına, tarıma ve çevreye
vereceği zararların araştırılması amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun 26/4/2012 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda
okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
önerisi
26.04.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 26.04.2012 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Mehmet
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri
Sinop
Milletvekili Engin Altay ve arkadaşları tarafından, 16.12.2011 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Termik santraller ve Gerze'de
kurulması planlanan termik santralin insan sağlığına, tarıma ve çevreye
vereceği zararların araştırılması" amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma
Önergesinin, (179 sıra nolu) Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak, 26.04.2012 Perşembe günlü birleşimde
sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN
– Öneri lehinde söz isteyen Engin Altay, Sinop Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
ENGİN
ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Ben
bu Meclis araştırma önergesini 16 Aralık 2011 tarihinde verdim. Sayın
milletvekilleri, geçen dönemde de bu Parlamentoda, bu Genel Kurulda enerji
konusu çok sık konuşuldu, çok uzun tartışmalar yapıldı. Öncelikle, nükleer
enerji olmak üzere termik santraller meselesi Meclisimizin ve Türk siyasal
yaşamımızın sürekli gündeminde kaldı.
Arkadaşlar,
enerji nasıl olmalı? Hepinizin de kabul edeceği gibi, enerjiyle ilgili belli
çizgiler, kriterler var. Enerji temiz olmalı, enerji ucuz olmalı, enerji
güvenilir olmalı, enerji çevre dostu olmalı, millî olmalı ve yenilenebilir
olmalı. Bu, genel bir kaide. Bu genel kaide Recep Tayyip Erdoğan’ın 61’inci
Hükûmet Programı’na da esasen yansımış. Yansımış da tatbikata niyeyse bir türlü
yansımıyor, bunu anlamış değilim. 61’inci Hükûmet Programı sayfa 63, tümünü
okumuyorum: “Bu çerçevede önümüzdeki dönemde yerli ve yenilenebilir enerji
kaynaklarını en üst düzeyde değerlendireceğiz.” Eyvallah. Bu ifadeye kim “Ben
katılmıyorum.” diyebilir? Kimse diyemez. Ama Bakanlığın tatbikatı çok böyle
değil.
Gene
Enerji Bakanlığı İnternet sitesine girin, bakın. “Enerji ve maden kaynaklarını
verimli, etkin, güvenli, zamanında ve çevreye duyarlı şekilde değerlendirerek
dışa bağımlılığı azaltmayı –altını çizerek söylüyorum- ve ülke refahına en
yüksek katkıyı sağlamayı görev edindik.” Diyen kim? Enerji Bakanı, Enerji
Bakanlığı. Ama sayın milletvekilleri, maalesef tatbikat ve Hükûmetin
politikaları böyle değil.
Şimdi,
46 adet ithal kömür kaynaklı termik santral kurma projesi, fikri, tatbikatı bu
Hükûmet Programı’yla bağdaşıyor mu Allah aşkına? Arkadaşlar, böyle bir şey
olabilir mi? Ve biraz önce, BDP grup önerisi sebebiyle, cari açık konuştunuz
burada. Cari açığı Hükûmetin iktisatçıları, partinizin iktisatçıları enerjide
dışa bağımlılığa bağlıyor. Öyleyse siz ithal kömür getirerek Türkiye’de hangi
akla ve mantığa hizmet elektrik üretmeyi düşünüyorsunuz? Hem diyorsunuz ki,
efendim cari açığın bir sebebi de enerjide dışa bağımlılık hem 46 tane ithal
kömür kaynaklı termik santral kurmayı düşünüyorsunuz. Bu ne perhiz bu ne lahana
turşusu. Böyle bir şey olamaz.
Bakın,
şimdi, enerji çevreci olacak. 23 Nisan haftasındayız. Sevgili milletvekilleri,
vicdanlarınıza, kalplerinize, iyi niyetinize sesleniyorum, 23 Nisan haftasında
şu Parlamentodan çocuklarımıza bir mesaj versek, çocuklarımıza daha
yaşanılabilir, daha güzel, daha çevreye zarar verilmemiş bir dünya bırakacağız
diyebilsek fena mı olur? Bunu yapabilmeliyiz. Bu konuda elimizi tutan yok.
Bakın,
ayrıca, enerji gereksinimlerinde, bunların karşılanmasında, enerji
ihtiyaçlarında çevresel ve ekonomik değerlerimiz ve hassasiyetlerimizle karşı
karşıya gelmeden bu ihtiyaçları gidermek idarenin en temel görevidir.
Şimdi,
sayın milletvekilleri, bugün 26 Nisan. Tam yirmi altı sene önce Çernobil’de bir
facia oldu, bir kaza oldu. Olay anında, esnasında ve aradan geçen bunca zamanda
bu nükleer serpintiden dolayı binlerce, yüz binlerce insan hayatını kaybetti.
Şimdi, Hükûmet bir yandan da Sinop’ta ve Akkuyu’da nükleer santral yapma
projelerini de hayata geçirmek istiyor.
Arkadaşlar,
Fukushima faciası daha üç günlük olay. Eğer Hükûmeti Fukushima da
uyandıramadıysa, bu tehdit ve tehlikeye karşı Hükûmet Fukushima’dan da ders
almadıysa Allah hepimizin ve Türkiye’nin sonunu hayretsin.
Sayın
milletvekilleri, Ferhat Hançer elli yedi yaşında, emekli öğretmen; Mustafa
Kıray altmış altı yaşında, dükkânını kapatmış bir terzi. Bunlar 17 Nisanda
Sinop’un Gerze ilçesinden yola çıktılar. Öyle şehirlerin girişinde inip
arabadan, şehrin çıkışında arabaya binmiyorlar. Gerze’den 17 Nisanda, hiç
arabaya binmemecesine yola çıktılar ve Ankara’ya geliyorlar. Bu iki duyarlı
yurttaşımız, 30 Nisan Pazartesi günü İller Bankası Macunköy tesislerinde
yapılacak ÇED toplantısına yürüyerek gelme kararı aldılar. Bunun bir anlamı yok
mu? Ben şimdi size soruyorum: Bu iki insan ne istiyor? Ferhat Hançer ve Mustafa
Kıray, Parlamentodan, Ankara’dan, Hükûmetten ne istiyor, söyleyeyim.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, bu Sinop. Sizin termik santral yapmak istediğiniz yer
şu körfez. Bu, bakın Başkanım, müsaadenizle bu güzel bir Sinop resmi. Burada
durmuyor, şurada dursun. Buna biraz bakın. Şimdi, bana bir milletvekili, bu
göstereceğim resimde göstereceğim yere günde 11.500 ton ithal kömür yakacak bir
nükleer termik santral yapılsın derse ben de bundan sonra yapılsın diyeceğim.
Şimdi, sayın milletvekilleri, bu Gerze ilçemiz. Bakın, arka fonda Sinop ve
santralin yapılması düşünülen yer Gerze ile Sinop’un, şu körfezin tam merkezi,
Çakıroğlu Körfezi. Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum.
Sayın
milletvekilleri, bu körfeze ithal kömür kaynaklı termik santral yapılır mı? Bu
Allah’tan reva mıdır? Yeni gelen milletvekillerimiz için şöyle bir hatırlatma
yapmak istiyorum. Geçen dönem, Taner Yıldız Sayın Bakanım orada oturuyordu.
Dedim ki: “Sayın Bakanım, ben senin arkadaşınım. Seninle Sinop’a gidelim. Yarım
gün.” Taner Yıldız dedi ki: “Bir gün.” Dedim ki: “Sayın Bakan, ben sana burayı
gezdireceğim. Sen gene dersen ki ya Engin, uzatma, yapalım, şerefsizim
peşindeyim. Diyemezsin.” Diyemez. Burayı gören hiç kimse “Buraya termik santral
yapalım.” diyemez.
Nitekim,
bundan üç yıl önceydi, Sayın Cumhurbaşkanımız Sinop’a geldi, ev sahipliğimizi
yaptık, gezdirdik, Sinop’u tanıttık. Sayın Cumhurbaşkanı o kadar üzgün ayrıldı
ki, bana ve o dönemin Sinop milletvekillerine giderken dedi ki: “Çok hoş
geldim, hoş tutuldum, hoş karşılandım, sağ olun ama çok üzgün ayrılıyorum.“
“Niye Sayın Cumhurbaşkanım…” ”Böyle bir güzelliğin içine günde 11 bin ton ithal
kömür yakan termik santral olmaz.” dedi ve biz de Sinop olarak, Gerze olarak,
kendimizi Sayın Cumhurbaşkanımızın himayesine teslim ettik. Kendisinin de bu
konuda samimi gayretleri var, biliyorum.
İktidar
partisinin değerli grup başkan vekillerine, siz değerli milletvekili
arkadaşlarıma, buradan, çevreyi, doğayı, ormanı, denizi, balıkları seven bir
milletvekili arkadaşınız olarak size yalvarıyorum, 30 Nisanda İller Bankası
Macunköy’e gelin, oraya Sinop’tan gelen sivil toplum örgütlerini, bütün siyasi
parti temsilcilerini, üniversitelerin görüşlerini orada bir dinleyin. Buna
üniversiteler de karşı, Kuzka Projesi kapsamında Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı
Genel Sekreterliği de karşı, buna halk karşı, buna Sinop’taki bütün partiler
karşı, buna köylüler karşı yani buna, Allah karşı, Allah! Allah da karşı olur
buna, razı olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu cenneti cehenneme çevirmeye
Allah razı gelmez, siz de razı gelmeyin.
Sizden rica ediyorum, size, vatanını, memleketini, doğup büyüdüğü yeri seven, o
bölgeye karşı vefa ve minnet duygusu olan bir Sinop çocuğu olarak, on yıllık
milletvekilliği hayatımda ilk defa yalvarıyorum, bu konuda Sinop’a yardımcı
olun. Bu konuda Sinop’a yardımcı olmak demek, bütün dünyaya, bütün çevreye
yardımcı olmak demektir. Sizi, bu konuda, İktidar Partisi olarak, yetkili
yetkisiz, etkili etkisiz bütün arkadaşlarımı bu konuda, bu davada bize sahip
çıkmaya davet ediyorum. (CHP, MHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Altay.
Öneri
aleyhinde söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili; buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RECEP
ÖZEL (Isparta) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; CHP’nin vermiş
olduğu grup önerisi aleyhinde konuşmak üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Engin
Altay Bey kardeşimizin hassasiyetini anlayışla karşılıyoruz. Elbette ki
bulundukları ortamın, bulundukları seçim çevresinin çevresel hassasiyetinin
doğa güzelliklerini korumakla kendisi yükümlü. Tabii iktidarımız da, Hükûmetimiz
de enerji politikalarını en iyi şekilde, en verimli şekilde, çeşitli
alternatifler sunarak, ülkemizin enerji açığına da bir an önce çözüm getirmek
zorunda. Bununla ilgili gerek çevre konusunda gerek enerji politikaları
konusunda Hükûmetimiz, partimiz gereken bütün çalışmaları etraflıca da yapıyor.
Sinop’a en az zarar verecek, hiç zarar vermeyecek şekilde çalışmaları
Hükûmetimiz elbette ki yapacaktır.
Bu
konuyla ilgili ayrıca bir araştırma komisyonu kurulmasına bizce gerek yoktur.
Zaten Hükûmetimiz, Çevre Bakanlığımız, Enerji Bakanlığımız bu politikalar
üzerinde gereken çalışmaları yapıyor.
Ben
bu duygularla, düşüncelerle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bugün
gündemimizde iki tane kanun var. Dünden yarım kalan kanunu görüşeceğiz, bir de
136 sıra sayılı, kaç zamandır gündemde bulunan yasayı da bir an önce
çıkartmamız gerekiyor.
Gündem
belli olduğundan dolayı, bu öneriye katılamadığımızı belirtiyor, hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önerinin
lehinde söz isteyen Necati Özensoy, Bursa Milletvekili... (MHP sıralarından
alkışlar)
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin vermiş olduğu önerge üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin
değil, dünyanın en büyük meselesi enerji. Tabii bu enerji kaynaklarını
kullanırken, bu enerji ihtiyacını karşılarken özellikle dünyanın geldiği
noktaya baktığımızda, doğayı katletmek, çevremizi katletmek gibi bir tutum
içerisinde bulunmamalıyız. Elbette Türkiye'nin yerli, yenilenebilir enerjilere
veya enerji çeşitlendirmeye ihtiyacı var. Bu konuda, hatta sadece bu termik
santrallerle ilgili değil, Türkiye'nin enerji meseleleriyle alakalı araştırma
önergeleri verdik. Bu konuda, Türkiye'nin enerji politikalarının millî hâle
gelmesi, partiler üstü hâle gelmesi noktasında her defasında ben kürsüden ifade
etmeye çalışıyorum. Ama işte Engin Bey’in feryadı burada, gösterdiği resimler
burada, deniz kenarı… Bakın, ben kimya mühendisiyim yani yanma konusu, kömür
konusu ciddi anlamda da bilgimiz dâhilinde olan bir şey. Elbette o baca
gazlarından çıkacak karbondioksitin sera gazı etkilerini, içerisindeki
kükürtten dolayı asit yağmurlarına vesile olacak olması konularını bir kenara
bırakalım; en güzel filtrelerin kullanıldığını, en iyi filtrelendirmenin
yapıldığını bile düşünsek işte oradaki sahil, oradaki liman 11.500 tonluk
kömürü kaldırabilecek bir liman değil. Niye biz Sinop’un Gerze ilçesinin,
turistik veya tabii güzellikleri olan, dışarıdan turist gelmese de Türkiye'nin
insanlarının gezip görebileceği, rahat nefes alabileceği bir yer olarak
ekonomiye katılmasını sağlamayalım? Yani ithal kömürle Türkiye’de termik
santral kurulacaksa daha uygun yerler, daha bakir yerler, daha kullanılmayan
yerler bulamaz mıyız?
Bakın,
bunun benzerini, bunun gibi bir yanlışı 2006 yılında yine bu iktidar Bursa’da
Keles’in Kozağacı bölgesinde yapmaya çalıştı. Oradaki linyit kömürünü… Yerli
kaynaklarımız, doğrudur, kullanmamız lazım ama sonuçta ÇED raporları da olumsuz
çıktı, vazgeçtiler. Gerze’nin bu ÇED raporları da olumsuz çıkacaktır, bu
anlamda bundan ben de eminim hem o resimlerden hem de az çok bildiğimden
dolayı.
Bakın,
yedi köyün boşaltılmasına vesile olacak. Üzerinde yaklaşık 200 bin kiraz
ağacının yetiştiği, daha önce de ifade etmişimdir, ihracata gönderilen,
pazarlarda bulamadığımız en kaliteli kirazların yetiştiği yeri boşaltıp kiraz
fidanlarını, kiraz ağaçlarını yok edip orada termik santral kurmaya kalktılar.
Dolayısıyla bir şeyler yapılacaksa, bu memlekette yatırım yapılacaksa, enerji
ihtiyacı karşılanacaksa elbette önce doğayı düşünmemiz lazım.
Enerji
ihtiyacının ne olduğunu, enerjinin ne kadar önemli olduğunu, beş yıldır KİT
Komisyonu üyesi olan, sanayicilik yapan bir insan olarak da gerçekten biliyorum
ve bu konudaki enerji yatırımlarını da ciddi anlamda destekleyen bir insanım.
Sanayici arkadaşlarımı, yatırım yapmak isteyen arkadaşlarımı da “Eğer önümüzdeki
yıllarda yatırım yapacaksanız enerjiye yatırım yapın.” diyerek de teşvik eden
bir insanım ama ifade ettiğim gibi, önce, çocuklarımızdan ödünç aldığımız bu
toprakları onlara temiz olarak bırakmak durumundayız.
Bakın,
gerçekten enerji her şey. Ben bu konuda daha fazla şeyler söylemek isterdim ama
Hükûmetin bu sabahki verdiği bilgiler doğrultusunda konuyu ben de enerji
perspektifinden değerlendirmeye çalışacağım.
Burada
birçok şeyden bahsedildi, Dışişleri Bakanımız, işte, duruşlardan, ilişkilerden
vesaireden bahsetti. Orta Doğu’da, Kafkaslarda çıkan ne kadar kargaşa varsa, ne
kadar renkli devrim varsa ne kadar bahar, son bahar varsa bunların temelinde
enerjinin yattığını, petrol kaynaklarının yattığını hepimiz biliyoruz.
Şimdi,
bunca yıldır, son on yıldır bütün bu gelişmeler sonucunda “Efendim, biz şöyle
dik durduk, böyle onurlu durduk, şöyle ilişki kurduk.” denileceğine Türkiye
bütün bu ilişkilerin sonucunda ne kazandı? Bütün bu savaşların sonunda, işte
Körfez Savaşı, Irak Savaşı sonucunda bütün İngiliz firmaları, Amerikan
firmaları girdiler, şu anda günlük 2 milyon, 3 milyon varil petrolü çekiyorlar,
memleketlerine götürüyorlar. Peki, biz ne yaptık? Türkiye Petrolleri, Dışişleri
tarafından Irak’ın kuzeyinde ihalelere sokulmadı, Irak’ın alt bölgesinde de güney
bölgesinde de bir tek ihaleye dahi giremedi. Bakın, kazanamadı demiyorum,
Türkiye Petrolleri bir tek varillik ihaleye dahi sokulmadı. Yani bunca şey,
Irak’taki bunca akan kanın sebebi olan bu meselelerin sonucunda Türkiye'nin
nerelere geldiğini hepimiz görüyoruz.
Peki,
İsrail’le bir sürü gerginlikler yaşadık. Haklıdır Hükûmet. 9 tane vatandaşımızı
katlettiler, şehit ettiler. Peki, bunca kargaşanın sonunda ne yaptık?
Amerika’nın koyduğu ambargonun üzerine yüzde 50’sini temin ettiğimiz petrolün
yüzde 20’sini İran’dan kıstık. Niye? İsrail’le İran’ın gerginliğinden dolayı.
Şimdi, toplamda yüzde 10’a tekabül eden bu petrolü Libya’dan temin edeceğimizi
söylüyor Sayın Bakan. Libya ne hâlde? Yok. Bakın, Türkiye Petrolleri son on
yılda yurt dışı yaptığı hiçbir anlaşmadan, sözleşmeden bir tek lira kazanç elde
edememiş. Tamamen 2002 öncesinde yapılan Azerbaycan-Çıralı, Şahdeniz II,
Bakü-Tiflis-Ceyhan projelerinden şu anda Türkiye Petrolleri gelir elde ediyor
ama yapılan sondajlar neticesinde ortaya çıkan rakamlar ortada. 96 yılında
Türkiye'nin içinde 50 bin varilin üzerinde petrol elde ederken Türkiye, bugün
30 bin varillere düştük, üstelik o günlerdeki petrol fiyatları ucuz olduğundan
dolayı kapalı olan petrol kuyularının tekrar açılmasına rağmen.
Şimdi,
son günlerde, biliyorsunuz Türkiye'nin gündemiydi, doğal gaza zam yaptık,
dolayısıyla hemen akabinde elektriğe zam yaptık çünkü Türkiye’deki elektriğin
yarısını doğal gazdan elde ediyoruz. Türkiye, gerçekten ciddi anlamda doğal
gaza bağımlı, hatta bütün enerji ihtiyacımızın yüzde 72’si dışarıya bağlı,
hidrokarbon ihtiyacımızın da yüzde 88’i dışarıya bağımlı. Dolayısıyla, böyle
baktığımız zaman, dış ilişkiler de, Dışişleri politikaları da çok önem
kazanıyor. Ermenistan’la ilgili politikalarımızdan dolayı Azerileri küstürdük,
düne kadar 120 dolara aldığımız doğal gazı Azerbaycan bugün 250 dolara çıkardı.
Düşünebiliyor musunuz, 2 katından fazlasına. Ona rağmen Azerbaycan’dan
aldığımız doğal gaz ucuz ama dış politikanın en büyük göstergesi, işte
Türkiye'nin enerji politikalarında geldiği noktalardır. Dolayısıyla, Türkiye
gerçekten, bu anlamda hata üstüne hata yaptıkça, Rusya’yla olan ilişkilerde
Batı Hattı’nı iptal etmişiz, Karadeniz’den gaz geçirmelerine izin veriyoruz,
karşılığında hiçbir şey almıyoruz, Türkiye sadece bir “Aferin” alıyor.
Dolayısıyla, dış politika dostluk ilişkileri içerisinde değil çıkar ilişkileri
içerisinde devam etmeli. Bunun da en güzel göstergesi, en önemli göstergesi
enerji politikalarıdır. Gerçekten, bu son on yılda da Türkiye'nin enerji politikaları
ciddi anlamda geriye gidiyor. Bu yıl elektrik kesintileri başladıysa da bütün
bu son gelinen noktadan kaynaklanıyor. İnşallah, önümüzdeki günlerde enerji
politikalarıyla ilgili bir araştırma önergesine cevap verirsiniz, bir komisyon
kurulur da detaylı bir şekilde bu
Mecliste tespitleri yaparız.
Hepinize
saygılar sunarım. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Özensoy.
Şimdi,
önerinin aleyhinde söz isteyen Ali Ercoşkun, Bolu Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ
ERCOŞKUN (Bolu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi hakkında aleyhte söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Türkiye'nin
2011 yılı sonu itibarıyla elektrik kurulu gücü 53.235 megavat civarında olup
elektrik tüketimi 229,32 milyar kilovatsaatin üzerinde gerçekleşmiştir. Son
otuz yılın istatistikleri incelendiğinde yıllık elektrik tüketim artışı yüzde 8
civarında gerçekleşmiş, son beş yıla bakıldığında ise enerji üretimi yüzde 33
artarken elektrik enerjisi tüketimi yüzde 43 oranında artış göstermiştir.
Kalkınmakta
olan ve son yıllarda dünya çapında başarılara imza atan ülkemizde enerji
tüketim artışı kaçınılmazdır. Ülkemiz için enerji alanında özel sektör ve
yabancı yatırım gücünün harekete geçirilmesi büyük önem arz etmektedir.
Ülkemizin artan elektrik talebini karşılaması için yıllık en az 3 milyar dolar
civarında yatırım yapılması gerekmektedir.
Türkiye’de
üretilen elektrik enerjisinin kaynaklarına bakıldığında, dışa bağımlı doğal gaz
yüzde 44,5 ile ilk sıralarda yer almaktadır ve cari açığın oluşumunda ciddi
manada pay sahibidir, kömürden üretilen elektrik enerjisi ise sadece yüzde
29’dur. Elektrikte mevcut durum böyle devam ettiği sürece doğal gaz gibi dışa
bağımlı, pahalı enerji yatırımlarına mecbur kalır duruma düşmek kaçınılmazdır.
Enerji üretimiyle ilgili teşvik edici tedbirlerin hızlandırılması, yerli kömür
gibi dışa bağımlı olmadığımız kaynakların her türlü modern, çevresel
tedbirlerin alınması kaydıyla desteklenmesi ülke, millet yararınadır. Bu
anlamda, yenilenebilir enerji noktasında oluşturulan haritalar, rüzgâr
haritaları, güneş haritaları, yapılan lisanslamalar, yenilenebilir enerji
noktasında yapılan atılımlar aslında
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısındaki Enerji Komisyonu tarafından da
yakından takip edilmektedir.
Ülkemizde
geçmişte kurulan bazı santrallerde kullanılan teknolojiler sebebiyle çevresel
anlamda bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntıların ortadan kaldırılması
amacıyla, rehabilitasyon çalışmaları, AK PARTİ hükûmetleri döneminde ciddi
manada gerçekleştirilmiştir. Bazı santrallerde ise çalışmalar devam etmektedir.
Fakat son dönemde inşa edilen yeni santraller ise Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Anlaşması kapsamında belirlenen değerleri karşılamaktadır
yani elektrofiltreler, baca gazının engelleneceği filtreler sayesinde
verimlilik değerleri yüzde 99,9’lara varan değerlere ulaşmıştır. Eğer ülkemizi,
milletimizi düşünüyorsak mutlaka öncelikli olarak hidroelektrik, kömür, rüzgâr,
jeotermal, güneş gibi birincil yerli kaynakları kullanmalıyız. Türkiye’de,
mevcut enerji durumuna göre 3 kat daha fazla yükselmeye ihtiyaç vardır. El ele
vermemiz hâlinde ülkemiz bunu başarabilecek güce, potansiyele sahiptir.
CHP’nin
grup önerisinde söz konusu olan Gerze’de yapılması planlanan tesisle alakalı,
Hükûmetin verdiği herhangi bir karar da söz konusu değildir. Sayın Engin
Altay’ın da bahsettiği gibi, ortada bir yatırımcı, yasal hakkını kullanarak
yatırım talebini ilgili makamlara iletmiştir. Hükûmet de bu süreci bu esnada
değerlendirmektedir. 30 Nisanda, ÇED ile alakalı görüşmeler yapılarak, eğer
konuyla ilgili yasal bir sorun söz konusuysa, bunlar da muhakkak
değerlendirilecektir. Sayın Milletvekilinin hassasiyetlerini bizler de aynı
şekilde değerlendiriyoruz, karşılıyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, mevcut bir gündemimiz var, gece geç
saatlere kadar çalışıyoruz. 223 sıra sayılı Kanun Teklifi’ni hâlen bitiremedik,
iki maddemiz var. 136 sıra sayılı Kanun da kamuoyunda “Haberal Yasası” olarak
bilinen kanunu da bunun hemen akabinde görüşeceğiz. Dolayısıyla, ana muhalefet
partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu belirtir, yüce heyetinizi ve
ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi saygıyla, sevgiyle
selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ercoşkun.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
Birleşime
on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 18.28
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.48
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına
geçiyoruz.
1’inci
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci
sırada yer alan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü
sırada yer alan, Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı
Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa
Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5
Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve
21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10
Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili
Abdulkerim Gök ve
Bolu Milletvekili Ali
Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin;
Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/476, 2/386,
2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Dünkü
birleşimde teklifin 10’uncu maddesi üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştı.
Soru?
Yok.
Soru-cevap
işlemi de tamamlanmıştır.
Şimdi,
madde üzerinde üç adet önerge vardır, önergeleri geliş sırasına göre okutup
aykırılıklarına göre işleme alacağım:
TBMM
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 223 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 10. maddesinde geçen “Türkiye
Şeker Fabrikaları A.Ş.” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile Tarım Kredi
Kooperatifi ve T.C. Ziraat Bankasına” ibaresinin eklenmesini arz ederiz.
Oktay Vural Alim Işık Seyfettin
Yılmaz
İzmir Kütahya Adana
Erkan Akçay Enver Erdem Hasan
Hüseyin Türkoğlu
Manisa Elazığ Osmaniye
Mustafa
Kalaycı
Konya
TBMM
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 223 sıra sayılı yasa teklifinin 10. maddesindeki “T. Şeker Fabrikaları
A.Ş.” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve Tarım Kredi Kooperatiflerine”
ifadesinin eklenmesini arz ederiz.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Engin Altay Kazım Kurt
İstanbul Sinop Eskişehir
Bülent Tezcan Ali Rıza
Öztürk
Aydın Mersin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 223 Sıra sayılı Kanun Teklifinin Çerçeve 10 uncu maddesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mahir Ünal Mehmet Doğan Kubat Ramazan
Can
Kahramanmaraş İstanbul Kırıkkale
Ali Şahin Ahmet Tevfik Uzun Hilmi Bilgin
Gaziantep Mersin Sivas
“Madde 10 - 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı
Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanuna aşağıdaki Ek Madde eklenmiştir.
(x) 223 S. Sayılı Basmayazı 24/4/2012
tarihli 98’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Ek
Madde 5 - Tabii afetler nedeniyle zarar gören çiftçilerin özelleştirme kapsam
ve programındaki Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'ye olan borçlarının vade farkı
alınmaksızın ertelenmesi veya vadelendirilmesi ile özelleştirme uygulamaları
sonucunda kuruluşların nihai devir sözleşmelerinin imzalanarak devir ve teslim
işlemlerinin tamamlanmasından sonra özelleştirme işlemlerinin bütün
sonuçlarıyla birlikte tamamlanmış bulunması, söz konusu kuruluşları devralanlar
tarafından üretim, yatırım, modernizasyon, istihdam ve bunlara bağlı her türlü
hukuki, ticari ve mali tasarruflarda bulunulması nedeniyle oluşacak fiili
imkansızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde
yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak, Bakanlar Kurulu tesis edilecek
iş ve işlemler konusunda karar almaya yetkilidir."
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN
– Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz.
BAŞKAN
– Son okunan önerge…
Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Kanuna
eklenen ek madde ile tabii afetler nedeniyle zarar gören çiftçilerin
özelleştirme kapsam ve programındaki kuruluşlara olan borçlarının vade farkı
alınmaksızın ertelenmesi veya vadelendirilmesi hususu ile özelleştirme
uygulamalarına yönelik olarak açılan davalarda, idari yargı mercilerince kimi
zaman özelleştirme uygulamalarının bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanarak,
özelleştirme konusu kuruluşun ihaleyi kazanan yatırımcıya devir ve teslim
edilmesinden, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım,
istihdam ve bunlara bağlı her türlü ticari ve mali tasarruflarda
bulunulmasından sonra yürütmenin durdurulması veya iptal kararları tesis
edilmekte olduğundan, devir tarihi ile kararların verilmesi tarihi arasında
önceki duruma göre fiilen geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması
nedeniyle oluşan fiili imkansızlık karşısında, Bakanlar Kuruluna yapılacak iş
ve işlemler konusunda bir karar verme yetkisi tanınmıştır.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Hükûmet “Katılıyoruz.” mu dedi,
“Katılmıyoruz.” mu dedi, duyamadık.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Ha, katılıyorsunuz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu, yargı kararlarını yok sayan bir önerge.
Dolayısıyla Anayasa açısından acaba Başkanlık bir değerlendirme yaptı mı?
BAŞKAN
– Yapıldı efendim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani özelleştirme uygulamalarıyla ilgili verilen bütün yargı
kararları karşısına Bakanlar Kurulunu âdeta yargının yerine koyan bir önerge.
BAŞKAN
– Değerlendirme yapıldı efendim, evet.
Önergeyi
oylarınıza sunacağım…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bir de, efendim, ilk kez bir şeye tanık oluyoruz.
Komisyon “Katılmıyoruz” diyor. Hükûmet tabii ki katılabilir, takdiridir, o
anlamda herhangi bir yorumum yok tabii ama. Komisyonun katılmama gerekçesini
öğrenebilir miyiz?
BAŞKAN
– Komisyon da zannediyorum biraz…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Gerekçesiyle birlikte açıklayabilir katılmamayı.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Komisyon.
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ERTUĞRUL SOYSAL (Yozgat) – Yok, ben sehven söyledim.
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Komisyon olarak takdire
bırakıyoruz.
BAŞKAN
– Evet gerekçe anlaşılmıştır.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) - Bir saniye, daha “anlaşılmıştır” diyorsun Başkanım…
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
MEHMET
GÜNAL (Antalya) - Karar yeter sayısı istiyoruz Başkanım.
BAŞKAN
– Arayalım efendim, arayalım.
Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.55
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.01
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
223
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 10’uncu maddesi üzerinde verilen Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter
sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar
yeter sayısı arayacağım.
Kabul
edenler…
Kâtip
üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağız.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, önerge kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Teklifin
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Sayın
milletvekilleri, biraz önce kabul edilen önergeyle teklifin 10’uncu maddesi
tümüyle değiştiğinden, bu maddeye ibare eklenmesini öngören İzmir Milletvekili
Oktay Vural ve arkadaşlarının önergesi ile İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve arkadaşlarının önergesini işlemden kaldırıyorum.
Kabul
edilen karar doğrultusunda 10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Yeni
geçici madde ihdasına dair bir önerge vardır.
Malumları
olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı ve teklife konu kanunun, komisyon
metninde bulunmayan ancak tasarı ve teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir
maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İç Tüzük’ün 87’nci
maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu
nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla
-21 üyesiyle- katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım,
Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden
kaldıracağım.
Şimdi
önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 223 sıra sayılı yasa teklifine aşağıdaki Geçici maddenin eklenmesini arz
ederiz.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Kazım Kurt Ali Serindağ
İstanbul Eskişehir Gaziantep
Ümit Özgümüş Sinan Aydın
Aygün
Adana Ankara
Geçici
madde: 19/10/2005 tarihli ve 5422 sayılı Bankacılık Kanununun 121. maddesinde
sayılan fon çalışanlarının başka kurumlarda geçen hizmetleri birleştirilerek
657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi tutulur.
BAŞKAN
– Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Salt çoğunluğumuz yok,
katılamıyoruz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, davet edin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Başkan davet etti zaten.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Fon çalışanları bu.
BAŞKAN
– Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmamış olduğundan önergeyi işlemden
kaldırıyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Var ama arkanızda efendim, var.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Davet edin buyurun, gelelim.
BAŞKAN
–11’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE
11- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kamer Genç,
Tunceli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223
sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 11’inci maddesi üzerinde grubum adına söz almış
bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Şimdi,
öyle bir Hükûmet, bomboş sıralar, öyle bir iktidar grubu, vicdan yok, hukuk
yok, adalet duygusundan yoksun bir durumla karşı karşıya kalmışız.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, biraz önce bir önerge kabul ettiniz. Nedir bu
önergenin mahiyeti? Bakın bu önergenin mahiyeti şu: Daha önce özelleştirilmiş
bazı kurumlar var, bunların büyük bir kısmı da sizin adamlarınız. Mesela 7
milyar dolarlık bir kuruluşu 300 milyon liraya özelleştirmişsiniz. İsim
vermiyorum, gerekirse burada şey ederiz. Bunun üzerine yargıya gitmiş, yargı da
demiş ki: “Ya biraz vicdanı olan, biraz arı olan, edebi olan insanlar bu
memleketin malını böyle peşkeş çeker mi çevresine?” “Çektirmez.” demiş.
Dolayısıyla önce yürütmenin durdurulmasına karar vermiş, sonra da iptal
kararını vermiş. Şimdi, bir önerge getiriyorsunuz, efendim, daha önce, işte, bu
böyle sıfır değerle özelleştirilen devletin bu KİT mallarını, işçinin alın
teriyle kazandığı bu değerleri, ben, efendim, Tayyip Erdoğan, kendi
yandaşlarına peşkeş çektirmiş. E, ne olacak canım, Türkiye de Tayyip’e feda
olsun. Laf mı yani bu! Ve ondan sonra da diyorsunuz ki: “Efendim bu konuda
yargı karar vermişse biz bu yargı kararını hükümsüz sayıyoruz. E ne yapacağız?
Getireceğiz bu malları artık sahiplerine vereceğiz.”, bu.
Şimdi
burada sizin Bakanınız çıktı Suriye’nin, Esad’ın diktatörlüğünden bahsetti,
Esad’ın hukuk tanımazlığından bahsetti. Bundan daha diktatörce, hukuksuzca,
vicdansızca bir düzenleme olur mu? Bir kişinin diktatör olup olmadığı, bir
kişinin hakka, hukuka saygılı olup olmadığı ne ile ölçülür? Onun tesis ettiği
işlemlerin hakkaniyet ve adalet kurallarına uygun olmasıyla ölçülür. Şimdi bu
şekilde birçok kuruluş var. Sıfır değere yakın bir değerle özelleştirilmiş
birçok tesis var. Yani aslında, tabii, zamanımız olsa bunları tek tek şey
ederiz de… Bunları getiriyorsunuz “Efendim, yargı karar vermişse ben bu yargı
kararını tanımıyorum.” diyorsunuz. Peki siz milletvekili olarak göreve
başladığınız zaman hukuka saygı göstereceğinize, Anayasa’ya sadakat
göstereceğinize namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin etmediniz mi arkadaşlar?
İşte, bu da, bu namusa, şerefe karşı yapılan yeminin bozulması demektir. Yahu,
böyle bir şey olmaz sayın milletvekilleri. Bakın, sizin bu parmaklarınızın
sizin vicdanlarınızı kanatması lazım. Böyle bir şey olur mu? Yani her parmakla,
ben, parmak kaldırarak… Yarın öbür gün birisi çıkıp “Yahu, Allah yoktur.” dese
buna parmak mı kaldıracaksınız? E, bununla onun eş değer bir durumu var. Yani
bu parmakları kaldırırken biraz vicdanınıza da bağlı kalın yahu! Böyle bir şey
olmaz arkadaşlar.
Şimdi,
Tayyip Erdoğan çıkmış, 1940’larda Cumhuriyet Halk Partisinin camileri ahır
yaptığını söylüyor.
MUZAFFER
YURTTAŞ (Manisa) – Doğru.
KAMER
GENÇ (Devamla) - Şimdi, bakın arkadaşlar, öyle tehlikeli bir laf kullanıyor ki…
Konya’da Alaaddin Camisinde askerler ikamet etmiş. Acaba, Tayyip Erdoğan
askerlerin camiye girmesini ahır olarak mı kabul ediyor? Bu ne demektir o
zaman?
İSRAFİL
KIŞLA (Artvin) – Ne ilgisi var?
KAMER
GENÇ (Devamla) – Yahu, işte, öğren de gel. Ne diyor? “Efendim, siz camiyi ahır
yaptınız.” Asker hayvan mıdır ki askerin girdiği yere siz “ahır” diyorsunuz.
Böyle bir şey olur mu sayın milletvekilleri? Kesinlikle yani bunun anlamı çok
ağırdır. “Efendim, Cumhuriyet Halk Partisi, 1940’larda askerler camiye gitmiş,
camiyi ahır yapmış.” E, sen de çıkıp “Camiler kışlamız.” demedin mi?
İSMAİL
AYDIN (Bursa) – Şiir, şiir… Şiir okudu.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Sen “Camiler kışlamız.” derken…
Şimdi,
arkadaşlar, birilerinin, söylediği lafların ne anlama geldiğini bilmesi lazım.
Türkiye’de
soygun almış, yürümüş. Türkiye’de devlet AKP İktidarı zamanında talan edilmiş.
İhalelerde her türlü yolsuzluklar var. Bir denetim yok. Vatandaş inim inim
inliyor. Çıkıyor Tayyip Bey, 1940’lardan bahsediyor. Sen bugüne gel yahu! Bugün
sokakta geçen işsiz insanlara bak. Arkadaşlar, bugün üniversiteyi bitirmiş
insanlarımız, gençlerimiz, 100 binlerce gencimiz işsiz, ona çare bulun. Bakın,
bari bunlara çare bulun.
Şimdi, son bir yönetmelik yayımladınız. Ne yaptınız
bu yönetmelikte? Eskiden Kur’an kurslarını açmak Millî Eğitim Bakanlığının
emrine bağlıydı. Onu kaldırdınız, Diyanete bağladınız. Eskiden Kur’an kursuna
gitmek için ilkokul 5’inci sınıfı bitirmek lazımdı, onu kaldırdınız, beş yaşını
bitirene indirdiniz. Daha beşten de belki aşağıda. Eskiden camilerde Kur’an
kursu açma durumu vardı, onu da kaldırdınız, şimdi apartmanların bodrum katlarında
açtıracaksınız. Yani okuma yazması olmayan, iki-üç kelime Arapça bilen kişiler
ne yapacak? Yedi-sekiz tane çocuğu toplayacaklar; diyecekler ki: “Biz Kur’an
kursu açacağız.” Yüz binlerce üniversite mezunu öğretmene iş bulmazken, para
vermezken, o okuma yazması olmayan kişileri getireceksiniz, öğretmen maaşıyla
istihdam edeceksiniz. Bunda hangi akıl ve hangi zihniyetle hareket ediyorsunuz?
4+4+4’ün
kabulü sırasında Diyanet İşleri Başkanı çıkıyor diyor ki: “Efendim, yıllarca,
seksen sekiz yıldır vehimler içindeydik. Birbirimizi kırıyorduk.” Peki, Diyanet
İşleri Başkanının bu, görevi midir? Seksen sekiz yıllık cumhuriyeti vehim ve
kırgınlık unsuru sayan bir kişi, Diyanet İşleri Başkanı olarak kalabilir mi?
Arkadaşlar, bakın, şimdi, bu memlekette herkes haddini bilmelidir, haddine göre
hareket etmelidir.
Eğer,
şimdi, siz beş yaşındaki, altı yaşındaki çocukları o cahil cühela, doğru dürüst
tahsili olmayan insanların emrine verir, apartman alt katlarında Kur’an
öğretirseniz, bu çocukların geleceği nasıl olur? Bunları düşündünüz mü? Önemli
olan akılla, izanla, sağduyuyla hareket etmek. Gençlerimizi geleceğe,
çocuklarımızı geleceğe bilimle, ilimle, çağdaş bir akılla bir gelecek temin
edecek birtakım düzenlemeler yapmamız lazım. Onları yapmıyorsunuz, efendime söyleyeyim
bir de çıkarıyorsunuz ondan sonra Türkiye’de hukuku kaldıran, hukuku tanımaz bu
kadar uygulama yapıyorsunuz.
Şimdi,
660 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’yi ne zaman çıkardınız? Üç ay veya dört
ay önce çıkardınız. Şimdi onu değiştiriyorsunuz. Kanun hükmünde kararnameyle ne
getirdiniz? İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında önce 1 genel müdür, 3 tane üye
vardı; bunu kanun hükmünde kararnameyle 7’ye çıkardınız, 7’nin 4’ünü Hükûmet
atıyor, toplantı yeter sayısı 4, karar yeter sayısı 4! Böyle bir şey olur mu
arkadaşlar ya? Böyle bir akılsız, mantıksız bir uygulama olur mu? Kanun
hükmünde kararnameyi o zaman çıkardınız, onu çıkarıp bunu da hani
değiştiriyorsunuz.
Getirdiğiniz
bu kanunla yine Bankalar Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve TMSF üyelerinin
-eskiden altı sene için seçiliyordu, artık bir daha uzatmıyordunuz- görev
sürelerini uzatıyorsunuz. Hesabınıza geldiği zaman kanuni düzenleme
yapıyorsunuz ama Cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılmasında Anayasa
değişikliğinde beşi yediye çıkarırken geçici bir madde yokken getirdiniz orada,
tuttunuz kanunla değiştirme yaptınız. Ben Anayasa Mahkemesi Başkanına da
soruyorum: Ne zaman çıkaracaksın? Bu Cumhurbaşkanlığı seçimi geçtikten sonra
herhâlde getirecek.
Bakın,
Türkiye’de devri iktidarınızda bütün anayasal kurumlar maalesef görev yapmaz
hâle geldi. Korku almış yürümüş. Birçok insanımız haksız yere içeride
hapishanede yatıyor. Şimdi, içerideki tutuklu milletvekilleriyle ilgili bir
düzenleme yapıyorsunuz. Şimdi, bir kanun geliyor, oraya bir geçici madde
koyalım, diyelim ki: “Bu konuda düzenleme yapılıncaya kadar şu anda tutuklu
olan milletvekilleri tutuksuz yargılanır.” İşte çare. Var mı buna bir engel?
İşte buraya hemen bir geçici madde koyalım, arkadaşlarımız pazartesi çıksınlar.
Yani insanlar tedbir, çare bulmaya çalışınca o kadar kolay ki. Mesela buraya
getiriyorsunuz böyle bir madde, yani kesinleşmiş, muhkem kaziye olmuş mahkeme
kararlarında devletin kesesine 7 milyar dolar girecek bir konuda getirip de bu
7 milyarı yandaşlarınızın cebine aktarıyorsunuz ama öte tarafta haklı birtakım
davalarda peşine düşmüyorsunuz. Çok kötü bir uygulama, çok kötü bir
hukuksuzluktur…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER
GENÇ (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerini çok suistimal
ediyorsunuz.
Saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Alim Işık, Kütahya
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 223 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 11’inci maddesi üzerinde
grubum adına söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, biraz önce bir önergeyle birçok kul hakkının daha yendiği bir
olaya şahit olduk. İnanıyorum, bundan sonraki süreçte, yaşanan olaylardan
dolayı pişman olmazsınız ama olacaksınız, çünkü burada resmen kulların hakkı
alındı, birilerinin cebine kondu! Önergeyi iyi incelediğinizde bunu görürsünüz.
Bizim,
aslında 10’uncu maddeyle ilgili önergemizde –tabii, bu önerge devreye girince
bizlerin önergeleri işleme alınmadı- Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları
içerisinde çiftçilik faaliyetiyle uğraşan vatandaşlarımızın tamamının doğal
afetlerden dolayı yaşadıkları mağduriyetlerin giderilmesi amaçlanıyordu. Sadece
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine borcu olan çiftçilerin borçlarının
yapılandırılması ya da ertelenmesi değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine borçları olan çiftçilerimizin
de aynı yapılandırmadan yararlandırılmasını amaçlıyorduk. Ancak, tabii, önerge
tartışılamadığı için bu anlamda sizlere görüşlerimizi ancak bu madde üzerinde
ifade edebileceğiz.
Değerli
milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde maalesef Türk
çiftçisi -samimiyetle söylüyorum ve birçok örneğini de isteyen her arkadaşıma
anlatabilirim- ayrıştırılmıştır. Bu Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
döneminde -sadece bir örnek vereceğim- 2011 yılı tarımsal yatırımlar toplamı,
1,5 milyonluk Diyarbakır ilinde, 10 milyon nüfusa sahip Ege Bölgesi’nin toplam
sekiz ilinin yatırımlarının 2 katıdır. Bir tarafa akıtacaksınız, öbür tarafta
10 milyon nüfusa, bir ile verdiğiniz yatırımın yarısını vereceksiniz. Farkı ne?
Sayın Bakanın seçim bölgesi olması. Bu adalet mi? 10 milyon nüfusa denk gelen
bölge çiftçisi perişan olacak, öbür tarafta 1,5 milyon nüfusun iştigal ettiği
alanda verdiğiniz birçok tarımsal destek, olmayan yatırımlara verilecek.
Olmayan besihaneye kredi verildiğinin şahitleri var bu ülkede. Nerede?
Diyarbakır’da veya başka bir ilde. Dolayısıyla, buna son vermemiz lazım.
İkincisi:
Çiftçinin temsilcisi olan sivil toplum kuruluşları dahi AKP’lileştirilmiştir.
En son, geçen hafta yaşanan Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Genel
Kongresi’nde…
RAMAZAN
KERİM ÖZKAN (Burdur) – Dün.
ALİM
IŞIK (Devamla) - …son gece Tarım Bakanının Genel Müdürü bir liste vermiştir ve
kongre yapılmıştır. Şahidi Ramazan Kerim
Özkan’dır.
RAMAZAN
KERİM ÖZKAN (Burdur) – Evet, aynen öyle.
ALİM
IŞIK (Devamla) – İki hafta önce yapılan Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri
Birliğinde aynı numara yaşanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bu insanlar, temsilcisi oldukları yetiştiricilerin hakkını
nasıl savunacak? Sayın Bakanın talimatıyla Genel Müdürlük, listeye koyuyor,
kişi başkan oluyor ve bu sivil toplum kuruluşunun başkanı olarak gelecek
çiftçinin hakkını savunacak! Var mı böyle bir dünya düzeni? Sadece Türkiye’de,
AKP döneminde var. Bunlar, sizin iyi icraatlarınız değil, gidişinizin kötü
olduğunu gösteren icraatlar. Buradan sizleri uyarmak zorunda kalıyoruz.
Diğer
taraftan, yurt dışından ithal edilen damızlık düve ve danalar, maalesef, -şimdi
medyaya da yansıdı- bir bakılıyor ki düve ve dana değil, inek ve boğa çıkıyor!
Bir-iki yaşında olduğunu söylediğiniz damızlıklar yedi-sekiz yaşında çıkıyor.
Bu memleketin Tarım Bakanı ve bunun bürokratları, bu malları yurt dışından
ithal ediyorlar, çiftçiye veriyorlar, “düve ve dana” diye veriyorlar ama ölümü
gelmiş inek çıkıyor! Şimdi, bu Türkiye nerede var? Allah aşkına, buna, kim
“dur” diyecek?
Diğer
taraftan, benim ilimde de var, Kütahya ili Domaniç ilçesinin birçok köyünde
dağıtılan damızlık düveler, brusella hastalığından dolayı toplatıldı. Şimdi, bu
vatandaşlar bir yıldır bunlara bakıyor. Ailenin bireyi gibi baktıkları bu
düvelerini, geldi ilgili sigorta kurumu ellerinden aldı, nereye verdiği de
belli değil; imha mı edildi, başkalarına mı satıldı, bizlere mi yediriliyor;
bunun sonucu belli değil. Bu ülkenin Tarım Bakanlığı bu olayların üzerine
gitmiyor. Gittiğiniz zaman olayın altından yolsuzluk çıkıyor. 7,5-8 milyar
liraya bu insanlara bu düveleri sattınız, şimdi 2,5 milyar liraya satamıyor bu
insanlar. Bu ülkenin tarımı nereye gidiyor değerli milletvekilleri? Bunu
düşünmek sizlerin de hakkı. En az bizim kadar iktidar partisi
milletvekillerinin de bu konuda kafa yorması gerekiyor.
Tarımsal
üretim destekleri yetersiz, yanlı, taraflı ve maalesef girdiler çok pahalı.
Bugün mazotun nereye geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu insanlar perişan.
Taahhüdü
ihlal nedeniyle, borcunu zamanında ödeyememiş, tarım kredi kooperatifleri ya da
Ziraat Bankasına verdikleri senetlerden dolayı insanlar ya kaçak, evine
gelemiyor ya da cezaevinde. Feryat ediyorlar değerli milletvekilleri, bu
feryadı duyan yok. Bu Tarım Bakanı ülke ülke geziyor, fors atıyor,
Cumhurbaşkanıyla geziyor, Meclis Başkanıyla geziyor, Bakan olarak geziyor ama
gezmediği bir yer var: Kendi memleketinin illeri! Bu memlekette bu insanlar
perişan. Şu anda taahhüdü ihlal gerekçesiyle evine aylardır gelemeyen yüzlerce,
binlerce çiftçi var ve kaçak. Bu insanlar çocuklarına bakamıyorlar.
Gelelim
şeker pancarı üreticilerine: Maalesef, şeker pancarı üreticileri, AKP
hükûmetleri döneminde, nişasta bazlı şeker üreticilerine kurban edilmişlerdir.
Kelimenin tam anlamıyla söylüyorum, resmen kurban edilmişlerdir. Avrupa Birliği
ülkelerinde ortalama yüzde 4,92 olan nişasta bazlı şeker ve pancar şekeri oranı
Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olarak sınırlandırılmış olmasına rağmen, AKP
hükûmetleri gelir gelmez bunu yüzde 50 oranında artırmıştır. Bununla ilgili
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 6 Temmuz 2006 tarih ve 2006/743 sayılı
Kararı’yla bu karar, yürütmenin durdurulması kararıyla durdurulmuş ama inat
etmiş AKP hükûmetleri, bundan sonraki süreçte sürekli bu oranın artırılması
konusunda çaba sarf etmişler ve bugün yüzde 12-13 civarında devam ediyor.
“Kim
bu şirketler?” derseniz, bunları herkes çok iyi biliyor değerli
milletvekilleri. Bugün Türkiye’de TÜRKŞEKER’e ait 25 fabrika, Konya Şeker
Fabrikasına ait 2 fabrika, Kayseri Şeker Fabrikasına ait 2 fabrika, Amasya
Şeker Fabrikası, Adapazarı Şeker Fabrikası, Kütahya Şeker Fabrikası ve özel
sektöre ait Keskinkılıç Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi pancardan şeker
üreten şirketler. Bunun karşısında da nişasta bazlı şeker üreten şirketleri
sayayım, kimin kimlerle bağlantısı olduğuna ve neden bu kadar bu şirketlerin
korunduğuna da siz karar verin. Amylum Nişasta Sanayi, Cargill Tarım ve Gıda
Sanayi -Cargill yasası çıkarttık burada sayenizde geçen dönem- PNS yani Pendik
Nişasta Sanayi, Sunar Mısır Entegre Tesisi Sanayi ve Tat Nişasta Sanayi ve
Ticaret Anonim Şirketi de nişasta bazlı şeker üreten firmalar. Süreç bunların
lehine ve maalesef pancar üreticilerinin aleyhine gelişmiştir.
Özet
olarak, 2001-2002 kampanya dönemiyle 2011-2012 kampanya dönemindeki şeker
fabrikalarının durumu ve üretim değerlerini sizlerle paylaşmak istiyorum: Şeker
fabrikası sayısı 27’den 25’ü düşmüş bu süreçte; fiilî kapasite günlük 10 bin
ton azalmış; pancar ekim alanı 98 bin hektar azalmış; ekim yapan çiftçi sayısı
döneminizde tam 285 bin aile azalmış yani 403.252 aile pancar üretirken, bugün
118.338 aileye düşmüş, yaklaşık 285 bin aile pancar üretiminden vazgeçmiş;
işlenen pancar miktarı yaklaşık 1 milyon ton azalmış; toplam şeker üretimi de
65 bin ton azalmış. Aynı şekilde TÜRKŞEKER’in üretimdeki payı yüzde 74’lerden
yüzde 56’ya düşmüş.
Değerli
milletvekilleri, insafınıza kalmış bir tarım çiftçisini sizlerin bundan sonra
kalkacak parmaklarına havale ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Şimdi,
AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşülmekte olan
kanun teklifinin 11’inci maddesi üzerinde grup adına söz aldım.
Değerli
arkadaşlar, biraz önce bir önerge oylandı ve kabul edildi. Tabii, o önerge
üzerinde konuşma imkânı da olmadı. Biraz önce, muhalefete mensup arkadaşlar da
bu madde çerçevesinde önergeyi tartışma imkânı bulabildiler. Ben de orada ifade
edilen görüşlerin doğruyu yansıtmadığını tamamen teknik belgelerle, ifadelerle
aktarmaya ve sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bu önerge niye geldi? Neyi düzenliyor? Önce onu açıklamakta
fayda var.
Özelleştirmeler
yapıldıktan sonra ve bütün boyutlarıyla alıcıya usulüne uygun, kurallara uygun
teslim edildikten ve devredildikten sonra mahkemelerin verdiği iptal kararları
söz konusu olduğunda…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Usulüne uygun yapıldıysa mahkeme nasıl iptal kararı verir?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Örneklerini şimdi ben size takdim edeceğim.
…çoğu
zaman -hatta, tamamına yakınında diyebiliriz- telafisi mümkün olmayacak şekilde
gelişmeler ortaya çıkıyor. Yani devir yapılıyor, tapu devri, işletme devri,
bütün devirler yapılıyor alıcıya ve bu devir yapılana kadar bu konuda
mahkemenin verdiği henüz bir karar da söz konusu değil, iptal ya da yürütmeyi
durdurma kararı. Bu devir gerçekleşmeden önce böyle bir karar var ise zaten
gereği yerine getiriliyor, orada da herhangi bir problem söz konusu değil.
Problem devir yapıldıktan ve bunun üzerinden bir süre geçtikten sonra
mahkemenin verdiği iptal kararı söz konusu olduğunda başlıyor. Hatta, bazen
üç-beş yıla kadar uzayabiliyor yani üç-beş yıl sonra bu kararlar verilebiliyor.
Düşünün, firmayı devlet satmış, özelleştirmiş, devretmiş. Yatırımcı bunu
devraldıktan sonra birtakım yatırımlar yapıyor, başka birtakım gelişmeler
olabiliyor, borçlandırabiliyor şirketi ya da başka birine devredebiliyor,
üçüncü bir kişiye devredebiliyor. Bu gibi durumlarda mahkeme kararının yerine
getirilmesi hemen hemen imkânsız hâle geliyor, mümkün değil. Mesela, hukuki
olarak üçüncü kişiye devredildiği zaman –nitekim, Yargıtayın kararı var burada
benzer, somut bir olay için- Yargıtay diyor ki: “Bu devir geçerlidir.”
Dolayısıyla devlet birine satmış özelleştirme çerçevesinde, sonra o kişi de
mahkeme karar vermeden önce başka birine satmış; üçüncü kişiyi iyi niyetli
olarak koruyor yasalarımız. Yargıtayın bu konuda kararı da var; ben tarihini,
sayısını vereceğim şimdi. Dolayısıyla böyle bir durumda iptal kararının yerine
getirilmesi imkânsız, mümkün değil -fiilen mümkün değil, hukuken mümkün değil-
ama sorun da ortada, bu sorunun da çözülmesi gerekiyor.
Diğer
taraftan, bir başka açıdan -şimdi yine onun örneklerini vereceğiz-
özelleştirmelerin üzerinden çok uzun süreler geçebiliyor. Mesela, bunlardan bir
tanesi: Yine ben şirket ismi vermeyeceğim. Özelleştirme yapılıyor, 29 Temmuz
2005 tarihinde bütün boyutlarıyla, bütün yönleriyle işletme, satılan,
özelleştirilen kurum alıcıya devrediliyor. Bu arada dava açılıyor.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Yürütmeyi durdurma kararı da veriliyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Karar verdiği zaman problem yok zaten. Yürütmeyi durdurma
kararı vermişse hemen yürütmesi duruyor özelleştirmenin.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Yürütme de var.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Ama ne zaman? Devirden önce.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Yürütme de var.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Fakat devirden sonra, bakın, bu olayda, dava açılıyor, dava
27/11/2007 tarihinde sonuçlanıyor, yani devredilmesinden -özelleştirilmesinden
değil, devredilmesinden; tapusunun, işletmesinin, bütün birimlerinin her
yönüyle devredilmesinden- yaklaşık iki buçuk yıl sonra iptal kararı ortaya
çıkıyor. Tabii, bu arada yatırımlar yapılıyor, işletmede, şirkette birçok
değişiklikler meydana geliyor. Doğal olarak alıcı yatırım yapıyor, hatta
yatırım yapması da zorunlu. Özelleştirme şartlarından bir tanesi de belli
miktarlarda, belli sürelerde istihdam sağlaması gerekir, artırması gerekir ve
yatırım yapması gerekir.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Hiç de öyle yapmıyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İki buçuk yıl sonra yani iptal kararı verildiğinde, o
devredilen şirketten veya işletmeden çok başka bir işletme ortaya çıkıyor.
Şimdi, yargı şunu söylüyor: “Bu gibi durumlarda iptal kararıyla otomatik olarak
işlem tesis edilemez.” Neden? Çünkü devirden sonra artık özel hukuk hükümleri
devreye girmiştir yani idare “Gel kardeşim, mahkeme karar verdi, bana devret.”
diyemiyor. Ne yapıyor? Dava açıyor, devri için dava açıyor. Yani mahkemenin
verdiği iptal kararının yerine getirilmesi amacıyla, devralmak üzere dava
açıyor. Karşı taraf da dava açıyor. Şu anda, bu şekilde, yıllardan beri devam
eden birçok dava var. Dava açıyor karşı taraf, şirket ama nasıl dava açıyor?
Böyle bir durumda, kendisinin özelleştirme olarak ödediği paranın, yaptığı
yatırımların, yatırımlar nedeniyle firmanın piyasa değerinde ortaya çıkan
artışları, faizleri vesaire, kendi açısından haklı olarak, tümüyle devletten
talep ediyor ve bunlar da inanılmaz rakamlara baliğ oluyor ve sonuçta, sonuç da
alınamıyor ve devam ediyor. Bu, yeni ortaya çıkan bir durum değil. Ta çok
eskiden beri, yani özelleştirmenin başladığından beri buna benzer sorunlar hep
ortaya çıkmış ve hep de şu anda bizim yapmaya çalıştığımız gibi çözülmüş.
Hatta, bizim önergemiz, aynen, neredeyse kelime kelime Başbakan Sayın Mesut
Yılmaz’ın döneminde yapılan işlemle ilgili olarak Bakanlar Kurulu kararının
aynısı.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Zihniyetiniz aynı zaten.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Orada yine, bazı şirketlerle, satılan… Onları da okuyayım
isterseniz size. ORÜS Orman İşletmeleri Sanayi AŞ, Türkiye Denizcilik
İşletmeleri AŞ’ye ait Hopa Limanı, Lalapaşa Çimento Sanayi ve Ticaret AŞ…
Bunlar devredilen, satılan ama devirden sonra iptal edilen şirketlere ilişkin
özelleştirme örnekleri. HAVAŞ Havaalanları, Petlas, Kütahya Manyezit
İşletmeleri vesaire, böyle devam ediyor. Artık bunlar devredildiği için,
telafisi mümkün olmayan noktaya geldiği için geriye alınması mümkün değil,
dolayısıyla “onların bırakılmalarına” diye Bakanlar Kurulu kararıyla kararlar
veriliyor.
Bizim
önergemiz de aynen, bu kararın aynısı, sadece bir iki kelime, o da mecburen,
teknik nedenlerle konuldu ve bakın, bu Bakanlar Kurulu, Özelleştirme Yüksek
Kurulu kararı, hatta Bakanlar Kurulu kararı bile değil. 06/12/1997 tarihinde,
altında da dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, Özelleştirme Yüksek Kurulu
üyesi rahmetli Sayın Bülent Ecevit, Sayın Güneş Taner, Işın Çelebi, Sayın
Zekeriya Temizel, Sayın Yalım Erez…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bir idari karar. Buna karşı iptal davası açılabilir, şey değil
ki. Sen idari dava açma yolunu kapatıyorsun.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İzin verin.
Buna
benzer, yine aynı şekilde, altında Sayın Süleyman Demirel’in… Ne zaman
verilmiş? 27/4/1992…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Ama onlar idari karar vermişler, kanun çıkarmıyorlar.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Aynı gerekçelerle, aynı nedenlerle, devredildikten sonra
iptal kararları verildiği için, yerine getirilmesi mümkün olmadığından bahisle…
Gerçekten öyle, mümkün değil. Yani idare işlem tesis etmek zorunda, sorun
ortada duruyor. Devletin zararına, aleyhine herhangi bir durum yok çünkü devlet
özelleştirmeyi yapmış, açık ihale yapılmış, herkesin katıldığı, içeride ve
dışarıda tüm katılımcılara açık şekilde yapılmış -hatta şu anda biliyorsunuz,
dünyanın gözü önünde yapılıyor, kameraların önünde yapılıyor- parasını almış,
devretmiş. Bir kayıp söz konusu değil. Mahkemenin verdiği karar devirden sonra
ortaya çıktığı için de yerine getirilmesi mümkün değil. Dolayısıyla, haklı
olarak o dönemki hükûmetler bu kararları almışlar ve uygulamışlar.
Şimdi,
biz ne yapıyoruz biliyor musunuz? Aslında, bu Bakanlar Kurulu ve Özelleştirme
Yüksek Kurulu kararlarının yasal dayanağı yok değerli arkadaşlar. Yani
örneklerini biraz önce verdiğim bu Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları ve
Bakanlar Kurulu kararlarının yasal dayanağı yok. Biz ilk defa yasal dayanak
getirmeye çalışıyoruz, yaptığımız budur. Şu andaki bizim önerge ile buna benzer
olaylar meydana geldiğinde -ki gelmesi muhtemeldir çünkü geçmişte, ta 1992
yılından beri ortaya çıkmış, doğaldır, yani bu kadar özelleştirmenin yapıldığı
bir ortamda buna benzer durumlar ortaya çıkabiliyor- çözülebilmesi için böyle
bir yasal imkân sağlanıyor ve Bakanlar Kuruluna bu yetki veriliyor.
Bakın,
bu firmaların devraldıktan sonraki yaptıkları yatırımlara ilişkin ben örnekler
vereyim. Mesela, bir firmanın aldığı rakam yaklaşık 300 milyon lira, iptal
kararına kadar ilave 210 milyon dolarlık yatırım yapmış, ilave 210 milyon
dolar. Yani devraldıktan sonra, mahkeme kararı, iptal kararı kendisine tebliğ
edildiği tarihe kadar yaklaşık 210 milyon dolarlık yatırım yapmış. Aşağı yukarı
hepsi bu şekilde. Dolayısıyla, bunun tekrar devlet tarafından geriye alınması,
yani bütün bedelinin, potansiyel fiyat artışları dâhil olmak üzere alınması
mümkün değil, doğru değil ve kazançlı da değil devlet açısından, kârlı da
değil. Devlet özelleştirdiği rakamın çok çok üzerinde bir bedel ödeyerek bunu
geriye almak zorunda kalır böyle bir durumda ve mahkemenin ne kadar bir bedel
takdir edeceğini de kestirmek hemen hemen imkânsız.
Dolayısıyla,
bu getirilen önerge tamamen teknik bir önergedir. Bugüne kadar birçok hükûmet
tarafından, Bakanlar Kurulu kararı ya da Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı
olarak hayata geçirilmiştir. Onların yasal dayanaktan yoksun olması nedeniyle o
ayağı eksiktir. Biz şu anda bu ayağı tamamlıyoruz yoksa hiç kimseye en ufak
böyle ayrımcılık, kayırımcılık, başka bir şey söz konusu değil. Çok net bir
şekilde, belgelerle söylüyorum, hiç şeysiz. Yani aksi hâlde, biraz önce bir
sayın konuşmacının burada ifade ettiği, o sarf ettiği sözleri, biraz önce
altında imzalarını okuduğum, unvanlarını okuduğum o kişiler hak ediyor mu? Hak
etmiyor elbette, hak etmiyor. Yani geçmiş dönemde benzer kararları alan
Bakanlar Kurulu üyeleri ya da Özelleştirme Yüksek Kurulu…
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Bakanlar Kurulunun karar alması ayrı bir şey.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – …üyeleri böyle bir hakareti ve haksızlığı hak ediyor mu?
Elbette hak etmiyor. Bunun da düzeltilmesi gerekir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Yani bütün hükûmetler bunu yapmış, yapmak zorunda kalmış,
bundan sonra da yapılmaya devam edilecek. Ama şimdi biz yasal statüye
kavuşturuyoruz ve gelecekteki hükûmetlere de bunu bırakıyoruz.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Ertuğrul Soysal, Yozgat Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ERTUĞRUL
SOYSAL (Yozgat) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Bazı Kanunlar ile Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 11’inci
maddesi üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesile ile yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Grubumuz
tarafından verilen kanun teklifiyle, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu
ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim
Standartları Kurulu başkan ve üyelerinin görev süresi beş yıl olarak
belirlenmekte ve diğer düzenleyici ve denetleyici kurullarda olduğu gibi bahse
konu kurullarda da görev süresi sona eren başkan ve üyelerin bir defalığına
tekrar atanmalarına imkân sağlanmaktadır.
Bu
kanun teklifinin yasalaşmasını umuyor, emeği geçen değerli arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Şahsı
adına söz isteyen İsmail Tamer, Kayseri Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
İSMAİL
TAMER (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Bazı
Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin 11’inci maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bu
teklifte yapılan kanunun memleketimize hayırlar getirmesini diliyor, sevgi ve
saygılarımı iletiyorum. İyi akşamlar diliyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
12’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
12- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Akif
Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
aldım. Sizi saygıyla selamlıyorum. Madde vesilesiyle teklifin tümüne yönelik
olarak kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Dün
de bu kürsüde ifade ettiğim gibi, teklif BDDK ve TMSF konularında çeşitli
düzenlemeler yapmaktadır. Düzenleyici ve denetleyici kurumların hem hükûmetten
hem de denetledikleri sektörlerden uzak bir şekilde konumlandırılması,
hükûmetin ve sektörün etkilerinden uzak kalması ana ilkedir. Dolayısıyla,
yapılacak bütün düzenlemeler bunu sağlayacak şekilde olmalıdır. Bağımsızlığın
çeşitli unsurları vardır ama AKP’nin son çıkarmış olduğu kanun hükmünde
kararnamelerden birisiyle “bu kurumlarda ilgili bakanlıkların denetimi”
şeklinde bir düzenleme yapılmak suretiyle kurumların bağımsızlığı yok
edilmiştir.
Yine,
bu kurumlarda bağımsızlığı sağlamanın ikinci yolu, kurumların başkan ve
üyelerinin bir dönem için seçilmeleridir. Bunu bu kurumların hâlen başkan ve
üyelik görevlerinde bulunan arkadaşlar için söylemiyorum. O arkadaşlarımız çok
değerli, çok nitelikli arkadaşlar olabilirler -tanıdığımız arkadaşlarımız var-
vasıflarından, iş ahlakından herhangi bir endişem yoktur. Ancak eğer 2 kez
seçilme olur ise, bu tip bir kurumun, düzenleyici ve denetleyici kurumların
başkan ve üyeleri 2 kez seçilir ise, ister istemez, 2’nci kez seçilme yönündeki
bir kaygı bu kurumların başkan ve üyelerinin tarafsızlığına gölge düşürecektir.
Ben, görevdeki arkadaşlarımızın hiç birisi için böyle bir kaygıyla görevlerini
farklı şekilde icra edeceklerdir şeklinde bir düşünceyi ima etmek istemiyorum
ama teorik olarak bu böyledir, bu tip düzenlemeleri yapan ülkelerde bu
kurumların başkan ve üyeleri birer kez seçilirler. Örneğin, Parlamentonun seçtiği
cumhurbaşkanında da, cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak için, bizim
ülkemizdeki model cumhurbaşkanının bir kez seçilmesi üzerine kuruluydu çünkü
2’nci kez seçilirse, böyle bir imkân olursa, ister istemez, güç sahibi olan
siyasi partiyle ilişkilerini iyi tutmak suretiyle bir kez daha seçilmek kaygısı
onun tarafsızlığına gölge düşürecektir.
Türk
Ticaret Kanunu’nun 401’inci maddesine ilişkin olarak dün burada ifade ettiğim
tereddüdü Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan yazılı olarak
cevaplandıracağını ifade etti, bu konuda Sayın Ali Babacan’ın yazılı cevabını
beklediğimi ifade ediyorum tekrar. Çünkü bu teklifin Komisyon metninde yer alan
Türk Ticaret Kanunu’ndaki 401’inci maddedeki bir yıllık sürenin 2/7/2012 tarihi
olarak uzatılması yönündeki düzenleme Genel Kurulda kabul edilen bir önergeyle
değiştirildi. Yanlış olan, Komisyon metninde yer alan 2 Temmuz 2012 tarihiydi.
Ona rağmen, bütün tasarıların, tekliflerin ayrıntılarıyla, her yönüyle
incelendiği yer olan Komisyonda bu tarihin 2/7/2012 olarak belirlenmesinin
nedenini gerçekten Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak merak ediyoruz.
Biraz
önce kabul edilen bir önergeyle, özelleştirme uygulamalarına yönelik olarak bir
düzenleme yapıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Canikli
burada açıklamalar yaptı. Önerge okundu, önergeyi dinledik. Önerge, bir kere,
teklifte yer alan maddeyle doğrudan ilgisi olmayan bir başka konuyu düzenliyor.
Özelleştirme uygulamaları nedeniyle, özelleştirilen işletmelerin, şirketlerin
devredilmesi ve devrin bütün sonuçlarıyla gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan
yargı kararları nedeniyle eğer o işletmede geri dönülemeyecek bir durum var ise
böyle bir durumda hangi işlemin yapılacağı konusunda karar vermeye Bakanlar
Kurulu yetkili kılınıyor. Anayasa’mızın 138’inci maddesinin dördüncü fıkrası
gayet açıktır: Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarının uygulanmasını hiçbir şekilde geciktiremez ve değiştiremez.
Çeşitli
özelleştirme işlemlerinde özelleştirme sonrasında özelleştirme bedelini de aşan
ölçüde yatırımlar yapılmış olabilir, geri dönülmesi imkânsız olan durumlar
olabilir ama bütün bunların öncelikle ilgili komisyonda ayrıntılarıyla
görüşülüp oradaki üyelerimizin ikna olması ve onun üzerine bir düzenlemenin
Genel Kurulda görüşülmesi gerekir. Bu konuda böyle bir yöntem benimsenmemiştir,
bunu doğru bulmuyorum.
Şimdi,
bir dönem -hatırlayacaksınız- Türkiye’de çok tartıştığımız TÜPRAŞ’ın yüzde
14,76’lık hissesinin özelleştirilmesi vardır değerli milletvekilleri. Bu
özelleştirme nedeniyle Hazinenin yaklaşık 400 milyon dolar civarında bir zararı
söz konusudur. Buna ilişkin yargı, iptal kararı vermiştir. İptal kararı
sonrasında bu kararın nasıl uygulandığı bir meçhul olarak kalmıştır. Hisseleri
alan şirket bunları borsada bir başka şekilde satmıştır, elden çıkarmıştır.
Peki,
şunu merak ediyorum, gerçekten de öğrenmek istiyoruz: 400 milyon dolarlık
Hazine zararı, TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesinin satışından kaynaklanan
zarar ne olmuştur? Yargı özelleştirmenin iptaline karar vermiş ise, bu kararın
bir şekilde gereğinin yerine getirilmesi gerekir. Eğer bu kararın gereği yerine
getirilemiyor ise, hukuki imkânsızlık var ise veya bu konuda yargı kararları
var ise -bilemiyorum- bir şekilde içtihatlar, yargı, bunu bir çözüme
ulaştırıyor olması gerekir yani hukuki ve fiilî imkânsızlık durumunu yargı bir
şekilde karara bağlıyor olmalıdır. Öyle olduğu hâlde ilave bir yasal düzenleme
ihtiyacının doğmuş olmasının nedenini ben anlayabilmiş değilim.
Sayın
Canikli burada önceki hükûmetler döneminde bu konuda Bakanlar Kurulu kararı
çıkarıldığını söylüyor. Olabilir, çıkarılmış olabilir ama Bakanlar Kurulu
kararı idari yargının denetimine açık olan bir işlemdir yani o hükûmet, önceki
hükûmetler, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri öncesindeki hükûmetler karar almış olabilir
bu tip, benzer konularda. Bu karar yargı denetimine açık bir karardır çünkü
ortada bir yasa yoktu ama şimdi ortada bir yasa var. Eğer gerçekten bu
işletmeleri alan yatırımcılar burada ciddi yatırımlar yapmışsalar -yapmış da olabilirler- bunlar ortaya konulur
gerekçeleriyle, Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılır, orada Hükûmet tasarısı
olarak görüşülür veya o tasarıya Komisyon üyeleri bir teklifle bunu
koyabilirler, tartışılır, bir mahzuru yoksa buraya da gelebilirdi ama böyle bir
yöntem benimsenmeksizin ve yargıya açık bir Bakanlar Kurulu kararı yöntemi de
kullanılmaksızın sorunu doğrudan yasal
düzenlemeyle çözmeyi doğru bulmuyorum. Bunları ifade etme ihtiyacı duydum.
Tasarının
olumlu bulduğumuz bazı maddeleri de var. Örneğin, tabii afetler nedeniyle zarar
gören çiftçilerin borçlarının ertelenmesine yönelik olarak -herhangi bir
şekilde kendilerinden bir faiz alınmaksızın- bu tip düzenlemeleri de olumlu
buluyoruz. Bunu da ifade ediyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Kalaycı,
Konya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
9’uncu maddede verilen önergeyle ilgili, aynı zamanda kabul edilen önergeyle
ilgili görüşlerimi kısaca ben de ifade edeceğim.
Aslında,
bu madde, özelleştirme işlemleri hakkında yargı tarafından verilen yürütmenin
durdurulması ve iptal kararları uygulanmaz demekle eş değerdir. Bu maddeye
göre, Bakanlar Kurulunun başka bir karar alma imkânı zaten yok yani Bakanlar
Kurulunun alacağı kararlar bellidir, Sayın Canikli de burada zaten uygulanamaz olduğunu ifade etti, maddede
de ifade ediliyor. Neticede Bakanlar Kurulunun yüksek yargının vermiş olduğu
kararların uygulanmaması yönünde kararı alacağı kesindir.
Şimdi,
bu madde kapsamında, bize verilen bilgilere göre, beş adet özelleştirme yer
alıyor: Çeşme Limanı, Kuşadası Limanı, SEKA Balıkesir Tesislerinin satışı,
TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76 hissesinin satışı ve Seydişehir Eti Alüminyum
Tesislerinin satışı. Seydişehir Eti Alüminyum Tesisleriyle ilgili gelişmeler
hakkında -Sayın Canikli’nin isim vermeden belirttiği özelleştirme de buydu- ben
de kısaca, hangi gelişme olmuş, sizlere ondan bahsedeceğim.
Eti
Alüminyum, Seydişehir ilçemizde, madenler ve üretim üniteleri, Antalya
Limanı’nda ithalat ihracat grubu limanı bulunan, boksitten folyo, levha, profil
ve benzeri uç ürüne kadar üretim yapan dünyada birkaç entegre tesisten biri ve
toplam ortalama 60 bin ton kapasite/yıl ile sektörde tek üretici ve piyasada
faaliyet gösteren dört yüz civarında firmayla da alüminyum işleyen, Türkiye’nin
toplam alüminyum ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan ve kırk dokuz yıl
süreli otoprodüktör lisansına sahip Oymapınar Santrali’nin işletme hakkını
aktifinde bulunduran bir yapıdayken özelleştirme işlemine tabi tutulmuştur. Eti
Alüminyumda bulunan yüzde 100 oranındaki kamu payının blok hisse satışı
şeklinde özelleştirilmesini teminen 17 Haziran 2005 tarihinde yapılan ihale
sonucu 305 milyon dolara satılması Özelleştirme Yüksek Kurulunun 25 Temmuz 2005
tarih ve 2005/84 sayılı Kararı’yla kabul edilmiştir.
25
Temmuz 2005 tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile 305 milyon dolara bir
şirkete devredilen Eti Alüminyum Tesislerinin özelleştirmesinin iptali için
açılan davada 29 Mayıs 2006 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı ve 27 Kasım
2007 tarihinde esastan iptal kararları verilmiştir. O tarihten bu yana AKP
Hükûmeti yargı kararını uygulamayarak suç işlemiş ve işlemeye devam etmiştir.
Sayın
Başbakan, ÖYK’da görev alan sayın bakanlar Anayasa’nın 138’inci maddesini ihlal
ederek Türk Ceza Kanunu’nun 257’nci maddesi kapsamında suç işlemiştir.
Yürütmeyi durdurma kararı yapılan işlemin kamusal zarar doğuracağını öngörerek
verilmiştir ancak buna rağmen yargı kararı uygulanmamış, hukuk tanımaz bir
davranış sergilenmiştir.
Bu
konuda son gelişmeyi de sizlerle paylaşayım. Geçtiğimiz ay Sayın Başbakan ve
ÖYK’da görev alan bakanlarla ilgili yine yargımız bir karar vermiştir. Nedir
karar? 10’ar bin lira tazminat ödeme kararı ve haklarındaki dava da o anlamda
da devam ediyor.
Şimdi,
çok değerli Grup Başkan Vekili Sayın Canikli “Geçmişte ÖYK kararları var.”
dedi. O kararları siz de alabilirsiniz yani 4046’ya göre aslında özelleştirme
işlemleri konusunda ÖYK’ya geniş yetkiler veriyor yani pek de “Kanuni dayanağı
yok.” demek doğru da değil. Yani bu yol niye tercih edilmedi? Madem geçmişte
benzeri karar var, niye böyle bir yolu tercih etmediniz? Bu da dikkat çekmekte.
Şimdi,
211 milyon dolar yatırımdan bahsettiniz. Sayın Başkanım, sadece -bak, yıl da
veriyorum- 2009 yılında Oymapınar Barajı’ndan üretilen elektrik enerjisinden
devlete yapılan satıştan elde edilen kazanç ne kadar biliyor musunuz? 210
milyon lira. Bunun 70 milyonunu sınırı da geçtiği için, aslında Enerji Piyasası
Kanunu’na aykırı da işlem yaptığı için geri ödemek zorunda kalmıştır ama hem
kendi ihale şartnamesine hem Enerji Piyasası Kanunu’na aykırı birçok işlem
varken, bugüne kadar, maalesef, yargı kararlarına da rağmen, devlet tarafından
geri alınmamıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasa'mızın değiştirilmesi teklif dahi
edilemez maddelerinden olan 2’nci maddesinde hüküm altına alınmıştır.
Anayasa'mızın 138’inci maddesinde de “Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
amir hükmü bulunmaktadır. Mahkeme kararlarının uygulanmaması suçtur. Biraz önce
dediğim gibi, Sayın Başbakan ve isimleri elimde olan ÖYK üyeliği yapmış
bakanlar, bu tazminata, 10 bin lira tazminata da mahkûm edilmiştir.
Sayın
Canikli, tabii, mahkeme kararlarının, özellikle özelleştirme işleminin bütün
sonuçlarıyla tamamlandıktan sonra verilen yargı kararlarının uygulanamaz
olduğunu söylüyor. Peki, ortada kamu zararı var; bu ne olacak? Yani mahkeme
kararlarıyla tescillenmiş kamu zararları var; bu konuda vicdanınız sızlamıyor mu
gerçekten? Yani burada tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Böyle bir kararla, kamu
zararı olduğunu tescil eden mahkeme kararlarına rağmen böylesi bir düzenlemeye
girişmek ne kadar etiktir, ne kadar ahlakidir?
Aslında
Anayasa ortada. Yani böylesi bir düzenlemeye gidilmesi Anayasa’ya aykırılık
içermektedir.
Yine
bu madde kapsamında yer alan bir konuda, eski AKP Hükûmeti üyesi Sayın
Abdüllatif Şener’in açıklamalarını burada okuyacağım TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76
hissesinin özelleştirilmesiyle ilgili. Şimdi, bize verilen bilgilerde, bu
konuda yargının iptal kararlarının da söz konusu olduğu, bu madde kapsamında
bunun da yer aldığıdır.
Şimdi
Sayın Abdüllatif Şener –tümünü okumayacağım, ilgili kısmını okuyacağım burada;
zamanın medyasında geniş geniş yer aldı yaptığı açıklamalar, sadece o kısmını
okuyacağım- diyor ki: “O dönemde basın mensupları Başbakana Sami Ofer’i görüp
görmediğini sordu.” Sami Ofer, yüzde 14,76 hisseyi satın alan Yahudi iş adamı.
“Önce hiç görmediğini söyledi, sonra da görüştüğü anlaşılınca açmaza çıkacağını
anladı ve Davos’ta bir kez görüştüğünü söyledi. Ankara’da hiç görüşmediğini
belirtmişti. Şunu soruyorum: Galataport ihalesi verdiğiniz Ofer’le kaç kez
görüştünüz? 5 kez mi, 6 kez mi? Ankara Bilkent Oteli’nde partisinin kuruluş yıl
dönümü kutlanırken Otel’in erzak kapısından yukarı Ofer’i aldınız mı almadınız
mı?” diye soruyor Sayın Şener. “Otel’de iki saat görüştünüz mü, görüşmediniz
mi? Görüştüyseniz ne görüştünüz, bunları kamuoyuna açıklayın. Başka hangi
ihaleleri verdiniz, bunu da açıklayın. TÜPRAŞ’ın hisse satışı nedeniyle meydana
gelen görüşmelerden, gizliliklerden, dönen çarklardan şimdilik bahsetmiyorum.”
diyor. Bu TÜPRAŞ’ın 14,76’lık hissesinin satışıyla ilgili iddia da, İsrailli
Yahudi iş adamının bu işten 755 milyon dolar kazanç sağladığı yönündedir. Yani
440 milyon dolara aldığı hisselerin, daha sonraki özelleştirme bedeline göre
değerini ortaya koyduğunuz zaman 755 milyon dolar kazançlı olduğu söyleniyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
KALAYCI (Devamla) - Yani diyeceğim şu: Kabul edilen madde bu konuları içeriyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Başka
söz talebi yok ancak Sayın Hamzaçebi’nin söz talebi var, buyurun Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesine ilişkin
olarak yargının iptal kararı sonrasında hangi işlemler yapılmıştır? Yani bu
zararın -ki ben 400 milyon dolar düzeyinde olduğunu ifade ettim, daha farklı
bir rakam da söz konusu olabilir- tazmini konusunda neler yapılmıştır? Zarar
tazmin edilememiş midir? Eğer bu zarar, özelleştirme iptali sonrasında ilgili
hisseler geri alınamadı ise bu zararın bir sorumlusunun olması gerekir, siyasi
sorumlusunun olması gerekir, varsa bürokratik sorumlusunun olması gerekir. Bir
şekilde bir görevli hakkında yargının işlem yapması gerekir. Yani yapılan
düzenleme, şimdi burada geçen bu düzenleme bunu da mı ortadan kaldırmaktadır ve
14,76’lık TÜPRAŞ hissesinin satışından kaynaklanan hazine zararı konusunda
hangi işlemler yapılmıştır? Sorumlu kimdir? Bu düzenleme onu etkilemekte midir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Özel…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz
önceki Değerli Konuşmacı, Sayın Milletvekilim, İsrailli iş adamıyla Sayın
Başbakanın konuşması konusunda AKP’nin kurucularından ve uzun süre Başbakan
Yardımcılığı görevinde bulunmuş olan Sayın Abdüllatif Şener’in, Başbakanın bunu
doğru olarak söylemediğini, yalan ortaya çıktıktan sonra rahatsız olduğunu, 1
kez görüştüğünü kabul ettiğini ama 8 kez görüşme yapıldığını söyleyen bir
haberi açıkça okudu. AKP grup başkan vekilleri bu tip ithamlar olarak kabul
ettikleri ve gerçek olduğunu düşünmedikleri noktalarda hemen konuya müdahale
edip açıklama yapıyorlardı. Böyle bir söz talepleri olmadığına göre bu durumun
doğruluğunu mu onaylamış oluyorlar?
BAŞKAN
– Sayın Özel, sorunuzu sorar mısınız lütfen.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Evet, bunun doğru mu olduğunu onaylıyorlar? Bu konuya Sayın
Bakan ya da AKP grup başkan vekilleri bir açıklık getirecekler mi?
BAŞKAN
– Muhatap Sayın Bakan efendim.
Teşekkür
ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’sının satışıyla alakalı Sayın Hamzaçebi’nin sorduğu
soruda, tabii, oluşan bir zarardan bahsetti, 400 milyon dolarlık bir zarardan.
Şimdi, burada bir mahkeme kararı var. Tabii, satılmış, hisse devri yapılmış.
Bunun karşılığı 400 milyon TL alınmış ama tabii, bununla ilgili para iade
edilip tekrar hisse devri, tekrar geri alınması vesaire gibi birtakım işlemler
yapılmadığı için burada oluşan bir zarar, bir defa, yok, bu bir.
İkincisi:
Bu özelleştirmeyle ilgili suç duyuruları yapıldığı için bununla alakalı, burada
görev almış bulunan bürokratların tamamıyla ilgili ceza yargılaması yapılmıştır
ve bu ceza yargılamaları sonucunda yargılanan bürokratların tamamı da beraat
etmiştir. Bununla ilgili söyleyeceğim budur.
Bu,
Ofer’le alakalı konuda da… Bunlar siyasi polemik konusu. Geçmişte Parlamentoda
da çok yapıldı, çok söylendi. Onun için, bütün iftiralara cevap verme
zorunluluğumuz yok, bu da onlardan bir tanesi.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Aslanoğlu, buyurun.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, siz bir hukukçusunuz. Burada demin
bir önerge geçti. Her türlü alımı, hukuki kararları tanımayan bir önerge ve
Bakanlar Kuruluna yetki veriyor. Size hukukçu bir Bakanlar Kurulu üyesi olarak
soruyorum: Anayasa’nın 138/4’ü Bakanlar Kurulu da hukuka aykırı -hukukun
üstünlüğüne inanması, Anayasa gereği- bir karar alamaz. O önergeyi geçirmenize
rağmen, bu önerge Bakanlar Kuruluna bir yetki vermesine rağmen, acaba hukuka
aykırı olarak, mahkeme kararlarına aykırı olarak Bakanlar Kurulu herhangi bir
uygulama yapabilir mi?
Teşekkür
ederim.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet, tabii, bu değerlendirme burada bazı
arkadaşlar tarafından da yapıldı. Ben, özellikle bir hususu ifade etmek
isterim. Bu önergede öngörülen değişiklik esasında bugüne kadar fiilî olarak
uzunca bir zamandır, bizden önceki hükûmetler tarafından da bilfiil uygulanmış
ama yasal dayanağı da olmadan uygulanmış bir uygulama var. Baktığınız zaman
Özelleştirme Yüksek Kurulu bu yönde kararlar vermiş. Yine Özelleştirme Yüksek
Kurulu 97’de başka karar veriyor. Öte yandan Bakanlar Kurulu da bu konuda bir
prensip kararı alıyor. Tarihe baktığınızda 27/4/1992’de, Yüksek Planlama
Kurulunun 90’da başka bir kararı var. Hasılı bu konuda ihtiyaç ve zaruret
ortaya çıktığında değişik dönemlerde Yüksek Planlama Kurulu, Özelleştirme
Yüksek Kurulu ve Bakanlar Kurulu birbirinden farklı hükûmetler döneminde birden
fazla yani onlarca karar var, karar almıştır.
Şimdi,
burada, sıkıntı izah da edildi. Esasında mahkeme kararlarının gecikmesi
nedeniyle ortaya çıkan bir sorun var. Beş yıl sonra mahkeme bir iptal kararı
veriyor. Yürütmeyi durdurma da başta vermemiş. Eğer yürütmeyi durdurma vermiş
olsaydı, o zaman ona göre işlem tesis edilecekti. Beş yıl sonra burada pek çok
tasarruf yapılıyor. Bazen özelleştirilen yerler el de değiştirmiş olabilir.
Burada birtakım imkânsızlıklar ortaya çıkıyor. Eğer siz bu çerçevede bunları
eski hâline irca edelim diye adım attığınızda, belki aldığınızdan daha
fazlasını vermek gibi bir başka sorun da ortaya çıkacak. O nedenle, böylesi
durumlarda bir tedbir mahiyetinde Özelleştirme Yüksek Kurulları, Bakanlar
Kurulu, Planlama Yüksek Kurulu kararlar almış, sorunları aşmıştır.
Şimdi,
burada yapılan düzenlemeyle bu konuda Bakanlar Kuruluna yasal bir yetki
veriliyor. Bakanlar Kurulu bu yetki çerçevesinde fiilî bir imkânsızlık olduğunu
tespit etmesi hâlinde bu durumda nasıl bir yol izleneceğinin kararını veriyor.
Bu karara göre hareket edilecek. Kaldı ki Bakanlar Kurulunun vereceği karar da
bir idari tasarruf olduğu için, yargı denetimine açık bir karardır, yargının
denetimine tabidir. Yoksa burada mahkeme kararlarını uygulamamak için veya
mahkeme kararlarını uygulanmaz kılmak için yapılmış bir düzenleme kesinlikle
değildir bu düzenleme. Bu düzenleme, sadece uygulama imkânı kalmayan mahkeme
kararını hayata geçirmek, onun için uygulama alanı bulmak için yapılan bir
düzenlemedir.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap
işlemi tamamlanmıştır.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, vaktimiz kalmış.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Aslanoğlu, bir sorunuz var galiba.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Efendim, tutanaklara geçmesi için altını
çiziyorum Sayın Bakanım. Özelleştirmeden almış, hiçbir yatırım yapmamış.
Mahkeme kararı var, binalar duruyor, arsalar duruyor orada, tek kuruşluk
yatırım yapılmamış. Böyle bir mahkeme kararı olmasına rağmen bu kurumlar, bu
yasadan faydalanacak mı? Tutanaklara geçmesi için soruyorum. Yani hiçbir işlem
yapılmamış, tek kuruşluk yatırım yapılmamış, arsalar, binalar orada duruyor,
mahkeme kararı uygulanmamış. Acaba bu satılan, özelleştirilen kurumlar bu yasa
hükmünden yararlanacak mı?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Alakalı değerlendirmelerin hepsi, nasıl bir
usul takip edileceği bu ek madde 5’te ne yapılıyor; Bakanlar Kurulu hangi hâlde
karar verecek, ne yapacak. Bütün bunlar da yargı denetimine açık olan
hususlardır. Tekrar ifade ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
Teklifin
tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Saat
21.00’e kadar birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.09
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
Beşinci Oturumunu açıyorum.
4’üncü
sırada yer alan İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in; 5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporlarının
görüşmelerine başlayacağız.
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in;
5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84)
(S. Sayısı: 136) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 136 sıra sayısı ile bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin
tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Turgut Dibek,
Kırklareli Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; evet, uzun süredir aslında Türkiye'nin
gündeminde olan ancak bir türlü Meclisin gündemine alamadığımız, alamadığınız
daha doğrusu, üç maddelik bu kanunu ancak şu saatte görüşebiliyoruz. Tabii,
gönül isterdi ki bu kanun çok daha önce, aylar önce Meclisin gündeminde olsun.
Zira, hatırladığım kadarıyla, 13 Ocakta biz bu kanunu Adalet Komisyonunda
görüştük ve 13 Ocakta bu 1’inci maddesi… Sanıyorum onunla ilgili biraz sonra
farklı bir değerlendirme yapılacak. 1’inci madde niye geldi? Niçin o teklifi
Sayın Kubat arkadaşımız verdi? O zaman biz de anlamamıştık. Zira, tutukluların
haklarını düzenleyen -olumlu anlamda bir insanlık hakkı- insani haklarını
düzenleyen bir değişiklik teklifi söz konusuydu. Birdenbire, onun içerisine,
tam tersi, tutukluların haklarını ortadan kaldırmaya çalışan, zedeleyen olumsuz
anlamda bir değişikliğin de bu teklifin içerisine sokulduğunu görmüştük.
Sanıyorum, onunla ilgili olarak -az önce görüşürken- o teklifin madde metninden
çıkarılması yönünde AKP’li arkadaşlarımızın bir önergesi olacağına ilişkin bir
duyumum oldu.
Değerli
arkadaşlar, ben bu teklifi ne zaman verdim? Kamuoyu bu süreci nasıl yaşadı?
Kısaca bir paylaşmak lazım.
(x) 136 S. Sayılı Basmayazı tutanağa
eklidir.
Bakın,
15 Eylülde, şu anda Oda TV davasından yargılanan ama tahliye edilmiş olan Doğan
Yurdakul’un eşi Sayın Güngör Yurdakul rahmetli olmuştu. O da rahatsızdı, kanser
hastasıydı, eşi kendisini sağlığında görüp helalleşmek istemişti. Bununla
ilgili, hatırlarsınız, basında da yer alan haberler vardı. İlgili hâkimliğe,
savcılığa başvurusu vardı ama yasal düzenleme olmadığı gerekçesiyle kendisine
böyle bir izin verilememişti ve eşini gidip görememişti hastanede yani
kendisiyle helalleşememişti. Ne oldu? Cenazesine katılmak durumunda kaldı. O
düzenlemeyi de aslında çok önce yapmamıştık, geçen yıl mart ayında -yani
2011’in Mart ayının sonunda- tutukluların yakınlarından sayılanların -işte,
kardeş, eş, anne, baba, eşinin anne babası- ölümü hâlinde tutuklulara bu hakkı
geçen yıl vermiştik. O haktan faydalanarak cenazesine katılmıştı,
hatırlarsınız. O görüntüler Türkiye’de medyada, televizyonlarda, yazılı basında
ciddi anlamda yer almıştı, insanlar çok rahatsız olmuştu. Hatırlayın,
mezarlıkta eşini defin için son görevini yaparken cezaevi aracıyla geldi,
yanında jandarmalar, güvenlik kuvvetleri vardı ve kamuoyu bu konuyu konuşmuştu.
Genel Başkanımız, kendisine taziye ziyaretine gittiğinde yani kendisi izinli
olarak çıktığında Doğan Yurdakul, daha sonra basınla bu konuyu paylaşırken “Biz
bir yasa teklifi vereceğiz ve bu konunun mutlaka sağlığında… Yani tutukluların
sayılan yakınlarının bu tür ciddi rahatsızlıkları, hastalıkları varken
kendilerini görmelerinin, en azından ellerini tutmalarının, onlarla
vedalaşmalarının, helalleşmelerinin, o ölümden evvel kendilerini görmelerinin
sağlanması yönünde bir teklif vereceğiz.” demişti. Ben bunun üzerine, Genel
Başkanımızın bu açıklamasından sonra, değerli arkadaşlar, 21 Eylülde bu teklifi
Meclis Başkanlığına verdim.
Bunu
niye anlatıyorum? Şunun için anlatıyorum: Geçtiğimiz günlerde -biraz sonra belki konuşulur- AKP
sözcülerince bu kanunun buraya gelmesinin gecikmesinin müsebbibi olarak biz
görüldük. Sayın Canikli’nin “Ya, Cumhuriyet Halk Partililer bu kanunu görüşmek
istemiyorlar.” gibi açıklaması oldu. O nedenle bu süreci paylaşmak lazım,
bilmeniz gerekir, 21 Eylül. 21 Eylülden ocak ayına kadar bu konuda hiçbir
girişim olmadı. Yasa teklifi orada duruyor. Bir insan hakkından bahsediyoruz.
Modern toplumların infaz sistemine bunu elli yıl önce koyduklarını biliyoruz.
Tabii
ki tutukluların haklarını düzenlerken belki biraz daha dikkatli davranmak
gerekebilir ama bu bir insani hak. ”Bunu niçin bu kadar bekledik?” derken
hatırlayın, bu kanunun diğer… Bu kanunla ilintili olarak ismi geçen Sayın
Haberal’ın annesi de ciddi rahatsızdı. Kendisi doksan küsur yaşındaydı o
tarihte, doksan üç, doksan dört yaşındaydı ve çok ciddi rahatsızlık yaşıyordu
ve hastanedeydi. Bunu her birimiz biliyorduk. Önceki Genel Başkanımız Sayın
Deniz Baykal Sayın Başbakanın ameliyatından sonra kendisine geçmiş olsun
ziyaretine gittiğinde bu konuyu hatırlatmıştı. “Böyle bir durum var…” Sayın
Haberal’la ilgili gerçekten üzücü olan başka, diğer bir durum da şuydu: Kendisi
cezaevinde, hapishanede tutuklu iken babasını da kaybetmişti. Ne zaman
kaybetmişti? Hatırladığım kadarıyla 2010 yılının Ocak ayında. Babasının
cenazesine gidememişti, izin verilememişti. Az önce Sayın Doğan Yurdakul’a
verilmiş olan o hak yasada olmadığı için o tarihte -çünkü 2011 Mart ayında bu
yasanın buradan çıktığını belirttim- Sayın Haberal babasının cenazesine de
katılamamıştı, yani böyle de bir talihsiz süreç yaşamıştı. “Hiç olmazsa
hastanedeyken gelsin, annesini ziyaret etsin, annesiyle görüşsün.” denmişti.
Tabii, bu, kamuoyunda konuşulmuştu. Sayın Doğan Yurdakul’la ilgili olan bu
sürece Sayın Haberal’ın durumu da daha sonra dâhil oldu ve ocak ayının
başlarında, daha doğrusu aralığın sonundaydı sanıyorum, Mehmet Kubat’ın da bir
değişiklik teklifi, bu konudaki yasa teklifi Meclis Başkanlığına verildi ama
değerli arkadaşlar yani sanki o teklif verilirken o güne kadar Meclis
Başkanlığında hiç böyle bir teklif yok yani biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak
herhangi bir düzenlemeyi buraya getirmemişiz, Komisyonda veya Meclis
Başkanlığında, daha doğrusu Komisyonda böyle bir teklif sırada beklemiyor, ilk
kez AKP böyle bir düzenlemeyi veriyormuş gibi açıklamalar yapıldı, o da
yanlıştı. Dediğim gibi, biz eylül ayında vermiştik bu düzenlemeyi. Ne oldu? 13
Ocakta Komisyondan geçti. Bugün, arkadaşlar, nisan ayının sonuna geldik. Az
önce konuştuk, 13 Ocaktan bu yana, sanıyorum otuza yakın kanunu, tasarıyı ya da
teklifi burada, Mecliste görüşerek kabul ettik, kabul ettiniz. Bakın, otuza
yakın… Şurada kırmızı gündem var, bakarsanız onun sırasına, içine, bu 136 sayılı
kanunun hep önlerde olduğunu görürsünüz ama bir şekilde sizin getirdiğiniz grup
önerileriyle hep ötelendi, hep ileriye atıldı bu kanun. Niye ötelendi, niye
atıldı, onunla ilgili süreci de aslında az önce sözlerimin başında belirttim, o
da ortaya çıktı. Yani orada bir duyarsızlığınız var, Sayın Haberal’ın annesi
rahmetli Medine Haberal Başkent Üniversitesi Hastanesinde aylardır tedavi
görüyordu, doksan küsur yaşındaydı. Bunu bilmemeniz mümkün değil, bunu
biliyorsunuz. Yani burada hassasiyet var, bu konu konuşulmuş, kamuoyuyla
paylaşılmış, Sayın Bakanın, Sayın Başbakanın da bu konuda açıklamaları var
“Evet, bu düzenleme yapılmalı çünkü bu düzenlemede çok geç kalındı.” şeklinde
ama buna rağmen bir türlü gündeme alınmadı, bir türlü buraya gelip de sizler
“Biz bunu görüşelim.” demediniz. Buna karşılık, tam tersi, bu talihsiz olay
olduktan sonra, Sayın Haberal’ın annesi rahmetli olduktan sonra bunu dahi
burada kalkıp, az önce belirttiğim gibi, maalesef olumsuz anlamda kullanmaya
çalıştı arkadaşlarımız. Üzücü olan buydu bizler açısından. Tabii, şunu demem
mümkün değil, öyle bir üslubu zaten taşımıyorum yani “Orada olan olsun, biz
daha sonra bu kanunu Meclis gündemine alalım.” şeklinde bir düşünce içerisinde
olduğunuzu hiçbir şekilde düşünmüyorum ama değerli arkadaşlar, bu düzenlemeyi
bugün görüşüyor olmamız -hele hele bu saatte, işte Meclisin hâli de ortada,
arkadaşlarımızın birçoğu bu kanunla ilgili olarak burada konuşmaları,
görüşmeleri de izleme şansına sahip değil- bir ayıbımızdır, onu öncelikle
belirtmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, ne getirecek bu kanun, onu da kısaca belirteyim: Az önce de
bahsettim, tutuklular birtakım insani haklarına burada kavuşacaklar.
Hükümlülerle ilgili bir düzenleme de var Sayın Kubat’ın düzenlemesinde, orada
da yeni bir değişiklik, daha doğrusu biraz daha genişletildi hükümlülerle
ilgili durum. Yani tutuklular ve hükümlüler, yasada sayılan yakınları, ikinci
derece yakınları, onların hastalığında, ciddi rahatsızlık yaşadıkları
durumlarda bir günlük, ölümlerinde de iki günlük cezaevinden refakat eşliğinde
izinli ayrılabilecekler.
Biz
teklifimizde o sürelerin biraz daha fazla olmasını istemiştik, hatta önergeler
de verdik Komisyonda -ölü biliyorsunuz bizim geleneklerimizde üç günlük bir
taziyeyle uğurlanıyor yani aileler genelde üç günlük bir taziyeyi bu ölümden
sonra değerlendiriyorlar, öyle bir geleneğimiz var- “Hiç olmazsa üç gün olsun.”
dedik, “Hastalıklarla ilgili bu süre de iki gün olsun.” dedik. Ama Komisyonda
bizim önergelerimiz AKP’li arkadaşlarımızın oylarıyla kabul edilmemişti, bu
düzenlemeler geliyor.
Şimdi,
bir düzenleme daha vardı, 1’inci madde. Sanıyorum onunla ilgili bir geri çekme,
daha doğrusu önergeyle kanun metninden çıkarılması talep edilecek dolayısıyla
belki konuşulmayacak tümünden sonraki görüşmelerde. Ama o neydi? O da şuydu:
Yani aslında kişiye özel düzenlemenin ta kendisi oydu. Biz bunu Komisyonda da
söyledik. Yani bu tutukluların haklarıyla ilgili düzenleme genel bir düzenleme
değerli arkadaşlar. Şu anda cezaevinde 130 bin insan var, bunların büyük bir kısmı
hükümlü, bir kısmı da tutuklu. Yani şu düzenleme yasalaştığında her biri için
geçerli ama kamuoyunda bu düzenleme Sayın Doğan Yurdakul ve Sayın Haberal’ın
durumu biraz daha dikkat çekilerek paylaşıldığı için onların isimleri ön planda
ama bu kanun çıktığında herkese uygulanacak. Fakat 1’inci madde bambaşka bir
şey. 1’inci maddeyle ilgili de şunu söylemek isterim: Orada bir cezaevindeki
hükümlünün -hükümlülerle ilgili o- kendisini ziyarete gelen yakınları ya da
avukatları aracılığıyla terör örgütünü yönlendirdiğine dair, yani ona mesaj
gönderdiği, onu yönettiğine dair somut bulgular, belgeler var ise bu
görüşmeleri altı ay süreyle yasaklayan bir düzenlemeydi. Aslında bu düzenleme
teröristbaşıyla ilgiliydi. Sayın Başbakan -çünkü hatırlıyorum- zaman zaman işte
“Avukatlarıyla görüşüyor, mesajlar gönderiyor.” açıklamalarını yapmıştı,
bununla ilgili düzenleme yapılacağını söylemişti. Esas düzenleme oydu yani
kişiye özel düzenleme ama bundan… Sakıncalarını biz şeyde de belirttik yani
özellikle savunma hakkını kısıtlayan hükmüyle ilgili olarak. Değerli
arkadaşlar, tüm avukatların her biri o düzenlemede neredeyse kurye suçlamasıyla
suçlanıyordu. Herhangi bir şekilde avukatlar hükümlünün yanına geldiğinde her
avukatı kapsayan bir genel suçlamaydı o. Avukatlar alacaklar, işte terör
örgütüne bilgileri, belgeleri götürecekler ya da o talimatları götürecekler ve
terör örgütünün faaliyetlerine yön verecekler şeklinde bir suçlamaydı; bu
yanlıştı. Hükümlülerin avukatlarıyla savunma hakkını kısıtlayan bu düzenlemeye
de itiraz etmiştik. Bu düzenleme bu yasanın bugüne kadar aslında burada
konuşulmamasının, zannediyorum gecikmesinin de asıl sebebiydi çünkü bugün bu
düzenlemeyi, o 1’inci maddeyi geri çekiyorsanız değerli arkadaşlar, bununla
ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığı ortaya çıkıyor. O maddeyi o metin içerisine
Sayın Kubat niye sokmuştur, kendisi biraz sonra -herhâlde tümü üzerinde o
konuşacaktır- gelsin -ya da bilmiyorum nasıl girdi o madde oraya ve niçin bu
kanun aylarca, yaklaşık işte başından bu yana düşünürsek yedi ay ve Komisyondan
bu yana da düşünürsek üç buçuk ay Meclis gündemine gelmedi- anlatsın, biz de
öğrenelim değerli arkadaşlar.
Bakın,
bu düzenlemeyi yaparak bugüne kadar çok gecikmiş bir insan hakkını tutuklulara
ve hükümlülere vereceğiz; bu, işin bir tarafı ama Türkiye'nin bence esas
sorunu, daha doğrusu bizim cezaevlerimizin, hapishanelerimizin, Türkiye’deki
adalet sisteminin esas sorunu bu değil. Yani bu mutlaka olumlu bir değişiklik
olacak ama değerli arkadaşlar, bizim çok önemli sorunlarımız var. Sayın Bakan
burada, zaman zaman Komisyonda da konuşuyoruz ama Türkiye'nin esas meselesi,
değerli arkadaşlar, insanlar cezaevindeler, çok uzun süre cezaevindeler.
Tutukluluk kurumunu biz bir türlü amacına uygun bir şekilde uygulamada
kullanmıyoruz. Niye kullanmıyoruz? Uygulayıcılar bu konuda ne uluslararası
anlaşmaları dinliyorlar ne bizim Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine bakıyorlar ne
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına bakıyorlar, hiçbir şekilde
bakmıyorlar hâkim ve savcılar. Bildikleri bir yol var, yöntem şu: “Alalım,
hapishaneye atalım, ondan sonra yargılarız.” Nasıl yargılayacaksınız? Aylar,
yıllar… Bugün sorsam, şu Ergenekon 1, Ergenekon 2, Balyoz davaları, içlerine
hangi davalar birleştirildi? Hangi davalar katıldı Balyoz’a, Ergenekon’a?
İnanın, daha davaya bakan mahkeme hâkimleri dahi bilmezler belki de, onlar da
karıştıracaklar. Yüzlerce dava geldi, birbirlerinin içerisine girildi ama
insanlar tutuklu. Şimdi, bu sorunun çözülmesi lazım.
Cezaevindeki
tutukluların dışarıda hasta olan yakınlarının, hayatlarını kaybetmiş olan
yakınlarının durumlarını konuşurken, aslında cezaevinde insanlarımızı
hastalığa, ölüme mahkûm eder hâle geldik. Üç yıl, dört yıl, beş yıl bu insanlar
cezaevinde tutuklu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yle ilgili olarak
artık yaka silker hâle gelmiş. Yani 47 ülke bu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin yetkisini tanıyor, sicili en bozuk ülke biziz. Sayın Bakan çıksın,
söylesin, biraz sonra konuşur. Sürekli aleyhimize kararlar… Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin verdiği kararlara bakın arkadaşlar. Sözleşme’nin 5’inci
maddesi, 6’ncı maddesi. Yani Sözleşme’nin 5’inci maddesindeki güvenlik ve
özgürlüğün ihlali, 6’ncı maddedeki adil yargılamanın ihlali. Tutukluluk
süreleriyle ilgili çok ağır koşullar koymuşlar. İki yıldan sonra insanların hâlâ
hapishanede kalmasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok ağır şartlara
bağlamış. Türkiye’de leblebi gibi tutuklama kararları veriliyor ve bunlar
yıllar geçmesine rağmen mahkemeler tarafından hiç dikkate alınmıyor değerli
arkadaşlar. Esas mesele bu. Bu sorunu bizim mutlaka ve mutlaka çözmemiz lazım.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, cezaevinde yaklaşık olarak 130 bin insanın tutuklu olduğunu,
hükümlü olduğunu her birimiz biliyoruz çünkü burada değişik tarihlerde değişik
kanunları görüşürken bu rakamlar söylendi. En son bu denetimli serbestlikle
ilgili değişiklikten sonra sanıyorum 10 bin civarı ya da 15 bin civarı hükümlü
tahliye oldu, kısmen de olsa biraz rahatlama olmuştur diye düşünüyorum.
Diğer
mesele, bugün de gündem de olan… Çünkü süreme baktım, sürem de kısalıyor, onu
da belirtmek istiyorum. Yani şurada üç gün önce, dört gün önce biz 23 Nisan
Ulusal Egemenlik Bayramı’mızı kutladık. Ulusal egemenliğin 92’nci yılını burada
kutladık değerli arkadaşlar ama bizim bu Parlamentoda olması gereken 8
milletvekili arkadaşımız hâlâ hapishanede, yani orada tutsaklar. Şimdi,
“Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” sözünün “kayıtsız, şartsız” kısmını
bir türlü idrak edemiyoruz. Yani nasıl halkın seçtiği, milletimizin oylarıyla
buraya göndermiş olduğu milletvekili arkadaşlarımız hâlâ hapishanedeler?
Bununla ilgili düzenlemenin bugüne kadar yapılmamış olması da bu Meclisin
ayıbıydı. Yani biz Meclis açılırken yemin töreni öncesi AKP’li arkadaşlarımızla
birlikte bir metin hazırlamıştık. O metni hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisinin
heyeti içerisinde ben de vardım, Sayın Hamzaçebi de vardı. AKP’den de
arkadaşlarımız gerçi burada, Ahmet Aydın burada.
Değerli
arkadaşlar, orada çok açık bir şekilde ikinci paragrafta bu konuyu dile
getirmiştik bundan on ay önce ve demiştik ki: “Halkın vekâletini alan ve
seçilmiş milletvekillerinin mutlaka
Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunmaları gerekir, burada görevlerini
yapmaları gerekir, bunu istiyoruz.” Tam aradan on ay geçti. On aydan bu yana hiçbir
düzenleme, hiçbir adım atılmadı. Ta ki Meclis Başkanı geçtiğimiz günlerde bu
konuda bir adım attı. Ben onun samimi olduğunu kendi adıma söyleyeyim, samimi
buluyorum. O konu mutlaka bir sonuca ulaşacaktır, ulaşmalıdır diye düşünüyorum
çünkü bu, Türkiye'nin ayıbıdır. Sayın Başbakanın yaptığı açıklamaları da o
süreçte yadırgadığımı belirtmek istiyorum değerli arkadaşlar. Yani Sayın
Başbakan bu konu gündeme geldiğinde parti grup başkan vekilleri, Sayın Meclis
Başkanıyla bir araya geldiğinde “Bu bizim meselemiz değil.” demişti, “Bizi
ilgilendirmez.” anlamında bir açıklama yapmıştı. Tabii, çok üzücü bir
açıklamaydı. Sayın Başbakan, geçmişte kendilerinin ne söylediğini, ne yaptığını
zaman zaman unutuyor ve değerli arkadaşlar, bakın burada “Nasıl ilgilendirmez
kendisini?” diye AKP sözcülerinin birtakım açıklamaları var, onları sizlerle
paylaşacağım. Çok değil, şurada MİT Kanunu’nu görüşürken, hatırlayın, çünkü
aradan iki ay geçti, Sayın Başbakan bir şey söylemişti, demişti ki:
“Seçilmişleri atanmışlara yedirmeyiz, harcatmayız.” Bu mealde bir açıklaması
vardı, hatırlayın. Bunu söyleyen bir insan, çıkıyor diyor ki: “Bu konu bizi
ilgilendirmez.”
Şimdi,
sen “Seçilmişleri atanmışlara biz harcatmayız.” diyebiliyorsan, seçilmişlerle
ilgili bu şekilde konuşamazsın yani en azından daha farklı bir üslup kullanması
lazım. Onu geçtim, hatırlayın, BDP’li arkadaşlarımız burada, seçimler öncesi,
tabii, baraj nedeniyle kendileri aday olamamıştı partilerinden ve bağımsız aday
olmuşlardı. Sanıyorum 10’un üzerinde bağımsız adaya YSK, değerli arkadaşlar,
aday olamayacakları yönünde karar vermişti, veto etmişti, hatırlayın, 12
Haziran seçimleri öncesi. Kıyameti koparmıştı AKP’li arkadaşlar. Sürem bitiyor.
Yani YSK diyor ki “Bu kişiler aday olamaz.” Sayın Başbakan diyor ya
“Milletvekili olamayacak olan kişileri siz niye aday gösterdiniz kardeşim?”
diye bize akıl veriyor ya, o şekilde açıklamalar yapıyor yani “Bu bizim
meselemiz değil, aday göstermeseydiniz.” Ama bakın, YSK’nın veto kararından
sonra Egemen Bağış demiş ki: “YSK demokrasiye zulüm yapıyor.” Bu, Egemen
Bağış’ın açıklaması. Ömer Çelik ne demiş biliyor musunuz? Siyasi katılımları
engelleyen bütün tasarrufların karşısında olduklarını söylemiş, siyasi
katılımları engelleyen bütün tasarrufların. Mehmet Ali Şahin ne demiş? “Ülkenin
demokratik vicdanının kabul edebileceği bir karar değildir.” demiş. Bunu siz
söylüyorsunuz. Şimdi ben de bunu soruyorum -süre de geçiyor ama- neresindesiniz
bu işin, burada mısınız, Sayın Başbakanın söylediği yerde misiniz? Yani bu
çelişkiler…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT
DİBEK (Devamla) – Sayın Başkan, bu kadar mı? İlave yapmayacak mısınız?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Dibek.
TURGUT
DİBEK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, tasarının 1’inci maddesi dışındaki 2 ve
3’üncü maddesi zaten bizim de teklifimizin kapsamında. Dolayısıyla, bu
maddeleri destekliyoruz. Bu maddelerle ilgili, gecikmiş olmakla beraber, bu
akşam burada teklifin geçmiş olmasını olumlu buluyoruz.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili.
(MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Öztürk.
MHP
GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin
görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, görüşülmekte olan konu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olunca, insan, ister
istemez, son on yılda ülkemize bu açıdan ve özellikle yargının geldiği nokta
açısından bakma ihtiyacı hissediyor.
Bilindiği
gibi, devletin temel görevlerinden birisi de yargıdır. “Yargı kuvveti” olarak
da adlandırılan bu fonksiyon, vazgeçilmez bir kamu hizmeti olarak kabul gören
yargılama hizmetini ifa eder. Yani “yargı” kavramı, ihtilaflı durumlarda, gerek
bireylere gerekse yürütmeye karşı objektif hukukun bağımsız hâkimler tarafından
somut olaya uygulanması suretiyle hakkın teslimidir; diğer deyişle, adaletin
tecellisidir. Devletlerin yargı hizmetini adil bir şekilde yerine getirmeleri
çağdaş bir hukuk devleti olarak kabul görmeleri için zorunludur. Bir başka
anlatımla, yargı her türlü işlem ve/veya işlemler konusunda hukuk adına son
sözü söyleyen ve bu açıdan eşitler arasında birinciliği elinde tutan kuvvettir.
Bağımsız ve tarafsız bir şekilde, hiçbir unsurdan etkilenmeden görevini
layıkıyla yerine getiren yargı, devletin sağlıklı, toplumun huzurlu, bireylerin
mutlu olabilmesi için önemli ve en son sığınaktır.
Günümüzde
ise insanlar bu son sığınağa olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Hükûmet
icraatları toplumda yargıya olan güveni neredeyse sıfırlamış hâldedir. Sözde
“ileri demokrasi” laflarını ağızlarına dolayan, temelsiz yargı bağımsızlığı
vaatleriyle insanımızı oyalayan siyaset erbabı yargı bağımsızlığını da kendine
bağlılık olarak anlamaktadır. Oysa ki yargı bağımsızlığı, yargının hiçbir organ
ve makama bağlı olmadan, emir ve talimat almadan görevlerini özgür biçimde
yerine getirebilmesidir. Yargı görevine ilişkin olarak mahkemelere hiçbir telkin
ve tavsiyede bulunulamaz ve genelge gönderilemez. Herhangi bir baskının
yapılması kadar yapılabilme ihtimali de yargı bağımsızlığını zedeler. Yargı
bağımsızlığından yargının yalnızca yürütme organı karşısındaki bağımsızlığı
anlaşılmaz; bu bağımsızlığın, yürütme organı yanında yasama organıyla, devlet
ve toplumda etkili olan sosyal, ekonomik baskı grupları karşısında da
gerçekleştirilmesi gerekir. Yasamaya, yürütmeye ya da öteki güçlerin denetimine
bağlı ve etkisine açık olan yargı bağımsız olamaz. Bağımsız yargı, insan
haklarının ve özgürlüklerinin başlıca güvencesidir, çünkü hukuk devleti özünü
yargının bağımsızlığında bulur. Yargı bağımsızlığı, hâkimin görevini özellikle
yasama ve yürütmeden gelebilecek etkilerden bağımsız olarak sadece hukuka ve
vicdani kanaatine göre yerine getirmesini gerektirir. Gerçekten de varlık
nedeni, kanunların uygulanmasından dolayı ortaya çıkan anlaşmazlıkları gidermek
ve bireyin haklarını devlet karşısında korumak; ana işlevi de adaletin
gerçekleşmesini sağlamak olan yargının bağımsızlığı, ancak hâkimlere kendi
meslek ve varlıklarını tehlikeye atmaksızın her türlü endişeden azade olarak
görev yapma imkânını yaratacak şekilde kişisel teminat tanımakla sağlanabilir.
Hâkimlere
görevlerinin ifasında yalnızca kanun ve vicdanlarına göre hareket etme imkânı
tanımak onların bağımsızlıklarını sağlamak için yeterli değildir. Hâkimlik
teminatı denilen birtakım güvenceler de kendisine tanınmalıdır ki görevini
gereği gibi yapabilsin. Zira, vermiş olduğu herhangi bir karar yüzünden başka bir
göreve atanması veya azledilmesi ihtimali bulunması hâlinde hâkimin
bağım-sızlığından söz etmenin hiçbir anlamı kalmayacaktır.
Ülkemizde
yakın geçmişte gördüğümüz uygulamalar hâkimlerin ne denli baskılar altında
olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Özellikle hükûmet mensupları aleyhine
karar vermiş hâkimlerin durumlarının incelenmesi, iktidarın bu konuda hangi
düzeylerde olduğunu ispata yeterlidir.
Bakın
yaşanılan ilginç bir örnek bu konuda gelinen vaziyeti açıkça ortaya
sermektedir. Başbakan Erdoğan 12 Eylül referandumu sonrasında “Hayır diyenler
darbecidir.” dediği için Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava
reddediliyor. Ancak bir emekli yargıç, Anayasa referandumunda “Evet” oyu
kullananların, gaflet, dalalet ve ihanet içinde olduğunu söylediği için Ankara
4. Sulh Hukuk Mahkemesince tazminata mahkûm ediliyor. Sanırım kabul
edilemeyecek her iki açıklamanın da aynı muameleye tabi tutulması adil olurdu.
Bu nedenle Başbakanı cezalandıramayan yargı, adaletin tecelligâhı olamaz.
Adaletin
gerçekleşmesinin diğer önemli unsurlarından biri de, yargının tarafsızlığıdır.
Yargı etiği ilkeleri tarafsızlığı şöyle tanımlar: “Tarafsızlık, yargı görevinin
tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece
bizatihi karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından
da geçerlidir.”
Biz,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak adaleti, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi
görüyoruz. Bu nedenle yargılamanın her safhasında adaletten zerre kadar
sapılmaması gerektiğine inanıyoruz. İktidar ise darbe paranoyasıyla emekli
asker avına çıkmış, sürekli tutuklamalar
peşinde koşmaktadır. Hâlbuki bu ülkede artık ortaya çıktı ki okyanus ötesi
istemez ise darbe yapılamaz. Ülkede iktidarı var edenler, okyanus ötesi güçler
izin vermedikçe kimsenin darbe yapamayacağını en iyi Hükûmetin bilmesi gerekir.
Milliyetçi
Hareket, tüm adaletsizlikler gibi tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmesine yol
açan bu uygulamaların da ortadan kalkmasını istemektedir. Adaletin tecelligâhı
olması gereken yargı, iktidarın
baskılarıyla güzel ülkemizi hak ve özgürlüklerin sınırlarının aşılması
uğruna açık, yer yer kapalı bir cezaevine dönüştürmüş. “Hak ve özgürlüklerin
genişletilmesi” söylemleriyle insanların hak ve özgürlüklerini ellerinden
almış, Türk yargısında âdeta “Tutukluluk esastır.” ilkesi hâkim olmaya yüz
tutmuştur.
Bütün
bunlara rağmen görüşülmekte olan tasarıyla, şüphelerle, düzmece delillerle özel
hayata müdahalelerle, uydurma ve yalancı gizli tanıklarla “Bir iddia
oluşturacağız.” diyerek yıllarca sorgusuz “Gizlilik kararı var.” diyerek
bildirimsiz cezaevlerine doldurduğunuz insanların ölülerine gidebilme haklarını
düzenlemeye kalkışmakla yüce Meclisi meşgul etmektesiniz.
Hazırladığınız
tasarı da sizin gibi belirsizliklerle doludur. Hani 2010 yılında değiştirdiğiniz
Anayasa maddelerini 2012 yılında inkâr ediyorsunuz ya, tasarınız da aynen
Cumhurbaşkanının görev süresinde yaptığınız Anayasa değişikliğine benziyor.
1’inci
maddede anılan Kanun’un 59’uncu maddesine eklenen fıkrada kullanılan muğlak
ifadeler, maddenin uygulanma kabiliyetini olumsuz yönde etkileyeceği gibi,
tatbik edenin takdir yetkisini yerinde kullanmaması hâlinde temel insan
haklarını da kısıtlayan sonuçlar doğurabilecektir. Şöyle ki: Hükümlünün
kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç örgütünün faaliyetlerine
yön vermesi hâlinde, avukat ve diğer kişilerle görüşmesine sınırlama
getirilmesi için öngörülen somut olguların nasıl tespit edileceğine dair bir
kriter belirlenmemiştir. Madde metninde geçen “sair kişiler” tabirinin kimi ya da kimileri kapsadığı
anlaşılamamaktadır. Somut olguların kim tarafından belirlenerek cumhuriyet
başsavcılığına ve infaz hâkimliğine iletileceği hususunun muallakta bırakılmış
olması önemli bir eksikliktir.
Yine
tasarıda hükümlünün suç örgütünün faaliyetine yön verdiği kişiler yerine
avukatı ve diğer kişilerle görüşmesinin yasaklanmasına imkân verilmesi,
sınırlama süresini koyan mercinin talep üzerine koşulsuz olarak bu süreyi
kısıtlaması ya da kaldırılmasının fıkra içerisine yerleştirilmesindeki ifade
karmaşası, somut hukuki sorunla ilgili görüşme yapılması talebi üzerine
görevlendirilecek avukatın belirlenmesinin infaz mahallindeki baro yerine
barolar birliğinin takdirine bırakılması, görüşmenin somut hukuki sorun dışında
yapıldığının tespiti hâlinde görüşmeye son verilmesinin hazır bulunan
görevlinin takdirine bırakılması hususları birlikte değerlendirildiğinde
uygulamada yaşanması muhtemel sorunların ülkemizi özellikle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarıyla ağır tazminat sorumluluğu altına sokabilecektir.
Bu
yöndeki bir kanuni düzenlemenin infaz memurlarına yol gösterici mahiyette
ayrıntılı ve subjektif mülahazalardan uzak şekilde yapılması gerekirken tasarı
bu özelliklerden tamamen yoksundur. Kaldı ki muhtevaya bakıldığında bir
müeyyide anlamına da gelebilecek bu tür düzenlemelerin şeffaf ve sonucu
öngörülebilir olması çağdaş hukuk sisteminin de bir gereğidir.
2’nci
maddede tutukluya izin verilmesine konu olan yakınlarına ait hastalığın
tespitinde öngörülen ibarelerden “önemli” kelimesi tıbbi olmaktan uzak, muğlak
bir ifade olup “hayati tehlike oluşturacak ağır hastalık” tabiri aslında
yeterli olmalıdır. Tutuklular için yapılan düzenlemede “soruşturma ve
kovuşturmanın selameti” kavramının belirsiz ve takdire dayalı bir ifade olması
nedeniyle tutuklular arasında eşitlik ilkesini zedeleyen uygulamalara yol
açacaktır.
Bütün
bu yapıcı ikazlarımızın, iktidarın inadına kurban edileceğini biliyoruz. Hukuk
adına hukuksuzluk yapan, insanlık onurunun üzerine basarak yükseldiğini sanan,
haksızlığı ve adaletsizliği şiar edinmiş bir siyasi hareketten de başka türlüsü
beklenilemez. Bir zamanlar iktidar partisinin genel başkanı ha bire
mahkemelerle savaşır, kimi zaman ulemanın yetki alanına girerek karar
verdiklerini, kimi zaman yanlış ve kasıtlı karar verdiklerini, kimi zaman idari
işlemlerin mahkeme kararıyla durdurulamayacağını, kimi zaman Anayasa
Mahkemesinin bu denli fütursuzca iktidarın faaliyetlerine müdahale
edemeyeceğini haykırır, ha bire eleştirirdi. Şimdi o günlerin altından çok
sular aktı. Şimdi tek yanlı ve itiraz yolu olmayan dinleme kararıyla insanları
tutukluyor, iki, üç yıl iddianame hazırlamıyor, yıllar süren yargılamalarla
tutukluluk hâli cezaya dönüştürülüyor. Buna itiraz sesleri yükselince
“Mahkemelere, yargıya karışmayın.” diye yükselen sesler azarlanıyor.
Genel
Başkanınıza geçmişte siyaset yolunu açan iradeyi unutmuş görünüyor, izniniz
olmayanların siyasetine tutukluluk hâliyle engel oluyorsunuz. Ülkemizde terör
örgütleri var mı? Elbette ki var. PKK bir terör örgütüdür uzantılarıyla, sivil,
siyasi, bürokratik, ekonomik hayattaki uzantılarıyla bir terör örgütüdür. Bunun
gibi Hizbullah bir terör örgütüdür, eylemleri hafızalarımızdadır. Bu terör
örgütleri dünyanın dört bir yanında devletlerce de terör örgütü olarak
tanınmıştır. Siz ise size muhalefet eden her iradeye “İktidarı alaşağı etme
terör örgütü.” diyorsunuz. Gölgelerinizden korkuyorsunuz, gölgenize gölge
karıştıysa “Suikast, terör örgütü.” diyorsunuz. Yumurtalardan korkar oldunuz,
onlarca yıl hapiste yargılansın istiyorsunuz. Hükûmetten gelmişse “kutsal ve
mübarektir” diyerek projelerinize karşı çıkanları terör örgütü olarak
tutuklatıyorsunuz. Tutuklatmadıklarınızın ise köylerine girişini, akrabalarıyla
görüşmesini yasaklıyorsunuz.
Uygulamada,
ülkemizin cumhuriyet başsavcılığı Başbakanlıkla birleştirildi âdeta.
Başbakanımız aynı zamanda başsavcı olarak ha bire iddia ediyor. Yargılanma
ancak iki, üç sene sonra başlayabiliyor. Uygulamada jüri sistemine geçtiniz.
Hükûmetiniz jüri, tüm halk potansiyeli sanık. Tarihin en fazla korunmanız uğruna
güvenlik önlemi aldığı iktidar oldunuz. Tarihin en uzun konvoylarıyla seyahat
eden bakanları oldunuz. Bir gecede Yargıtaya 200’ün üzerinde hâkim ataması
gerçekleştirdiniz, her ne hikmetse bu insanlar hep blok oy kullanır durumdalar.
Hani yüce yargı bağımsız ve tarafsızdı? Kadrolaşmada sınır tanımadınız, yargıda
“Hazreti Ömer adaleti” diye ideolojik naralar atarken şimdi özel mahkemeler ile
siyasi iktidarınızı yargıya taşıyorsunuz. Âlemlerin rabbi Yüce Allah’ın Kur'an
aracılığıyla tebliğ ettiği “Emaneti ehline veriniz.” ayeti kadrolarınızın
altında kaldı, siz “Görevler yalnızca kadrolarımızındır.” diyorsunuz.
Muhalefete
“Görüş getirin.” diyorsunuz, komisyonlarda bu sıralarda getirilen görüşleri
kutsal ve mübarek iradenizle “eleştiri” diyerek reddediyorsunuz. Ermeni
vakıflarının parmağıyla işaret ettiği yerleri bu vakıflara peşkeş çekiyorsunuz.
Ortodoks Rumlarına koca milleti boyun eğdirmişsiniz, ha bire devam ediyorsunuz.
Bir geminin arkasına takılıp göz göre göre 9 vatandaşımızın ölümüne sebebiyet
veriyorsunuz; İsrail’le köprüleri atıyor, “one minute” naraları
patlatıyorsunuz. Akdeniz’de burnumuzun dibinde Rum’la bir olmuş İsrail,
milletimizin hakkı olan kaynakları sahiplenmekte, savaş gemilerini bölgeye
göndermekte, sizler ise suspus olmuşsunuz. Suriye’ye dikleniyor, “Gerekirse
müdahale ederiz.” diyorsunuz, ekonomik ilişkilerden bahsediyorsunuz, cevabınızı
alıyorsunuz.
Diyoruz
ki gelin eteğinizdeki taşları dökün. Siz iktidar partisinin değerli
milletvekilleri, yüzde 48,8 oy aldınız, millet sizi sevdi, size güvendi;
millete yabancılaşmayın; tarihimize, ecdadımıza yabancılaşmayın diyoruz. Suçu
elbette ki takip edin, suçlulara elbette ki aman vermeyin. Biz büyük ve güçlü
bir ülkeyiz, gücümüzü suç ve suçlulara karşı göstermek elbette ki iktidarın
görevidir ve elbette ki bu tip yasalarla tutuklu ve hükümlülerin insan
olduklarını unutmayacağız. Onların, hangi iddia ya da hükümle cezaevinde olursa
olsun, insan olmaktan, aile olmaktan kaynaklanan hakları var ve biz bu hakları
onlardan esirgemeyeceğiz. Bunu isimleştirerek kişiler içinmiş gibi görmek de
hatadır ve yanlıştır. Burası yasama Meclisidir. Yasama meclisleri toplum adına
yasa yapar, bu yasada devletin güvenliği, milletin selameti unutulmaz ama
bireylerin de hakları unutulmamalı. Bir kısım suçluların avukatlarıyla görüşme
hakları hakkında itiraz sesleri yükseliyor. Siz Habur’da davul zurnayla “Biz
görüşmeler için geldik.” diyenlere susarsanız, şimdi tepkileri tehdit olur,
ortaya çıkar. Görüyorsunuz, Genel Başkanınız ve iktidarınızı, Habur’u
açıklamakla, görüşmeleri deşifre etmekle tehdit ediyorlar.
Teröre
taviz verilmez değerli arkadaşlar. Terörle “barış” diyerek görüşme yapılmaz,
terörle “devlet adına” diyerek irtibat kurulmaz. Terörle yalnızca savaşırsınız
ve bu savaştan galip çıkarsınız, terörü yok edersiniz.
Görüyorsunuz,
hiçbir şey gizli kalmıyor. Terör örgütünün bizzat kendisi görevlilerle yaptığı
görüşmeyi medyaya sızdırıyor. Bu görüşmelerde “devlet adına” dediğiniz görevli
Başbakanı temsil ettiğini söylüyordu. Bu yollar yanlış.
Cezaevindeki
hükümlü ve tutuklunun haklarıyla ilgilenmek görevimizdir elbette ki ama bu,
terör örgütüne taviz sonucunu doğurmaması gerektiği gibi, terör örgütüyle
anlaşarak terörü bitirme nafile çabasına sizi saplamamalıdır. Bu saplantı
bataklık olur. Bataklığa milleti gömerseniz tarihe hesap veremezsiniz.
Unutmayın, bugün yaptıklarınızın gerçek cevabını, gerçek değerlendirmesini
yıllar sonra tarihten alacaksınız.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, biz milletvekiliyiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleriyiz; yasa yaparız, milletimizin ihtiyaçları, hak ve özgürlüklerinin
genişletilmesi, muasır çağdaş milletler seviyesini yakalamak için. Milletimizin
içinden çok değerli evlatları çıkmaktadır. Bir yere aidiyeti olması şartı
aranmaksızın, değerli memleket evlatlarına sırtınızı dönmeyin ve muhalefete de
sırtınızı dönmeyin. Burada birlikte tarih yazma imkânı var ise bu imkânı göz
ardı etmeyelim. Birliğimiz sağlandığı müddetçe, üzerinden, üstesinden
gelemeyeceğimiz hiçbir hadise yoktur. Bu duygularla hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Sırrı Süreyya Önder, İstanbul
Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP
GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar;
biraz önce CHP’li arkadaştan duyduk, 1’inci madde üzerinde bir düzenleme söz
konusu olacakmış. Ben biraz genel adalet kavramı üzerinde konuşmak istiyorum bu
vesileyle çünkü meselenin özü tam da burada yatıyor.
Toplumlar
tarih boyunca ortak iyilik kavramları üzerine inşa edilirler. Erdem, ahlak,
adalet; bunlar böyle ağzımızdan çıktığı şekilde kolaycacık karşılığı olan
şeyler değildir. Bakınız, adalet konusundaki sıkıntılar özellikle Doğu
medeniyet tarihinde çok büyük bir yer tutar. Bütün kutsal metinlerde ağırlıklı
kıssalar buna aittir. Kur'an-ı Kerim’de “Ahsen el kasas” denilen, Hazreti
Yusuf’un hikâyesi vardır. Bu, o kadar önemlidir ki bütün kutsal metinlere
girmiş ve tamamen adalet ve adaletsizlik yer değiştirdiğinde neler
olabileceğini, nasıl derin izler bırakabileceğini gösterir bize.
Şimdi,
bu Meclis oy birliğiyle darbeleri araştırmaya karar verdi. Peki, bir dönüp
hatıramızı, toplumsal hafızamızı hep birlikte bir yoklayalım. Kalbî bir konuşma
yapacağım, gerçekten siyaset bunun içinde çok az yer alacak.
İstiklal
mahkemesi, onu takiben 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, arada daha adını
unuttuğumuz irili ufaklı bütün darbelerin toplumsal hafızamızda ve
vicdanlarımızda bu denli kara bir yer teşkil etmesi, üzerinde en kolay
uzlaşabilinen mevzular olması nereden kaynaklanıyor sevgili arkadaşlar? O
dönemlerde adalet duygusunun yitirilmiş olmasındandır.
Bakınız,
tüm bu dönemlere ait anlatılan bütün adaletsizlikler iki noktada odaklanır:
Birisi mahkemeler, diğeri cezaevleri. Yani özünde gelir, yargılanan insanın
yargılanması ve daha sonra bu cezanın infazı sürecinde yaşanan adaletsizlikler,
bunun toplum hafızasında ebediyen mahkûm edilmesine yol açar. Peki niye böyle
olur? Hâkimlik, tanrısal vasıflardan birine soyunmak, buna ortak olmak
demektir. Yani bir insan hakkında karar vermeniz, hüküm vermeniz, hüküm tesis
edilmesi Allah’ın sıfatlarındandır ama bunu hâkim kullanır ve kaderini
değiştirir.
Şimdi,
bütün bunlar yapılırken gösterilmeyen dikkat, o günün toz duman bulutu
içerisinde geliştirilen hoyratlık, sonradan çocuklarınıza, torunlarınıza bir
utanç olarak yansır. Bu ülkede de cezaevlerini, tutukluları ve mahkûmları
yargılama sürecinden ayırmak mümkün değildir. Buradaki sıkıntılar müteselsilen
cezaevlerine kadar devam ediyor. Hatırlayalım bu darbe dönemlerini. Bu darbe
dönemlerinde sivil yargıçlar görev yaptılar. Sicil amirleri askerler oldu
bunların, sıkıyönetim komutanları oldu ve bunlar “adalet” kavramına takla
attıracak kararlarla tarihe geçtiler ve tüm darbe tarihlerinde hayırla anılan
bir tek mahkeme, bir tek heyet, bir tek yargıç, bir tek savcı yok. Peki, ne
oldu ondan sonra? Bunlar herhangi bir öz eleştiri vermediler. Nispi olarak
demokrasiye dönülen zamanlarda bunlar sanki hiç böyle bir sürece alet
olmamışlar gibi, hiç böyle bir süreçte adil olmak, yargıç olmak, bağımsız olmak
gibi hususiyetleri rafa kaldırmamışlar gibi hayatlarına normal devam ettiler.
Bu
ülkede bağımsız bir yargı bugünün meselesi değildir. Bu ülkede “yargı”
dediğimiz ve “yargıçlık” dediğimiz kurumlar hep askerî darbelerle sakatlanmıştır
ve bu konuda, ne kendisine ne de topluma karşı herhangi bir hesap vermediği
için de bu kamburları sırtında taşıya taşıya bugünlere kadar gelmiştir. Şimdi,
içinde yaşanılan günlerde bu görülmez. Bugün, özel yetkili mahkemelerin
kararlarına dair oluşturulan hikmet gerekçeleri geçmişte de sıkıyönetim
mahkemelerinin kararları için oluşturuluyordu ve toplumda o gün esen hava,
sanki bunlar olmazsa toplumda büyük kargaşalara yol açılacakmış gibi bir algı
yönetimi ile yönetiliyordu süreç. Şimdi, bugün yaşanan günler, bugün yaşanan
süreç böyle bir tarihselliğin eseridir ve biz, bununla bir türlü topyekûn bir
hesaplaşmaya, bu konuda insani kriterleri, evrensel hukuku ya da insanlığın
bugüne kadarki kadim biriktirdiklerini baz almayı hiç tercih etmedik. Bunu hiçbir
siyasal iktidar yapmadı. Bugünkü iktidarla sınırlı bir şey değil. Niye? Kendi
şahsi hayatımdan örnek vereyim. Geldim elli yaşına. Hassas günlerden geçilmeyen
bir tek gün hatırlamıyorum ben. Vatanın bölünmesi, bütünlüğümüzün tehlikeye
girmesi tehdidinin azaldığı bir tek gün hatırlamıyorum ve bütün bu zulümler,
bütün bu hukuksuzluklar, bütün bu yaşanan günlerin hassasiyeti gerekçe
gösterilerek yapılan ihlaller bir şekilde bu gerekçelere bağlandırılarak adalet
duygusu sakatlanıyor.
Adalet,
korkularımızın ve kaygılarımızın üzerine inşa edilecek bir şey değildir. Bunun,
adaletin bambaşka bir terazisi olmak zorundadır. “Burada cezaevlerinin durumunu
tartışıyoruz. Toplumda niye bu kadar hassasiyet oluşturuyor?” sorusunun cevabı,
bu taa yargılama sürecinden başlayan sıkıntılarda yani o verilen hükmün
toplumsal vicdanda bir türlü adil olduğu konusunda, yerinde olduğu konusunda,
karşılığı olduğu konusunda bir inanç ve iman oluşturmadığı için. Ne yapıyoruz
ardından? Bir hukuk ilkesini zorlayarak yaptığımız düzenlemeleri yine bir hukuk
ilkesini zorlayarak salıvermenin ya da değişik infaz koşulları yaratmanın
arayışıyla geçiriyoruz. Oysa bütün bunlara kesin bir çözüm bulunabilir; o da
iki kelimede saklı: “Yargının bağımsızlığı.”
Şimdi,
cezaevlerinde 130 bin dolayında hükümlü ve tutuklu var. Biz de BDP’li vekiller,
aşağı yukarı -Sayın Adalet Bakanı da tanık- normal yasama faaliyetimizin önemli
bir kısmı cezaevlerindeki hak ihlallerini, yakınmaları, şikâyetleri izlemek ve
dinlemekle geçiyor. Hukuk devleti, bir norm devletidir. Böyle olmak zorundadır.
Bir türlü iki cezaevinde birden aynı anda uygulanan bir adillik yok. Sıkıntı
söz konusu olduğunda diz boyu. Sebebi gayet basit aslında çözüme gönlünüzü
indirdiğinizde. O da şu: Siz öyle bir korkutmuşsunuz ki, öyle bir ucube yasalar
ve yönetmelikler silsilesi oluşturmuşsunuz ki infaz koruma memuru, cezaevindeki
görevli diğer memurlar, cezaevi savcıları, kanunu mahkûmun ya da insanlığın
hümanist şekilde yorumuna korkar duruma gelmişler çünkü ekmeğinden olma,
soruşturma, kovuşturmaya uğrama tehlikesi var.
Yasa
dediğinde, başta da belirttiğim gibi, burada hep kaygılar ve korkular üzerine
inşa edildiği için, cezaevleri ceza içinde ceza çektirilen bir toplama kampı
hüviyetini almış durumda. Hâl böyle olunca, bir hukuk devletinde bazen
saçmalıklar şöyle test edilir: Biz bunu yabancı bir dile tercüme ederiz. Bir an
için kendinizi bunun yerine koyun. Bir yabancı dile tercüme etseniz, bizim
ülkemizde Ceza İnfaz Yasası var fakat bazı tutuklular için istisna
getirebiliyoruz. Suçun niteliğine göre mi? Hayır, şahsın niteliğine göre. Bunu
tercüme ettiğinizde, demokrasiden ve hukuktan nasibini birazcık almış birisi
yüzünüze anlamaz bir ifadeyle bakar. Niye böyle olsun? Adillik -tekraren ve
altını çizerek söylüyorum- bu konudaki en şaşmaz ve en veballi ölçüdür.
Şimdi,
bir insan hakkında hüküm tesis edildiği andan itibaren fazladan bir buğuzla
yaklaşamazsınız. O hüküm tesis edilmiştir, çerçevelenmiştir, olurları,
olmazları bellidir, artık onunla siz de o mahkûm da bağlıdır. Fakat her gün her
gün, yine bu kaygı ve kuşkularınıza iman ederek, acaba şunu yaparsak böyle mi
derler ya da bunu yapmazsak böyle mi derler korkusu ve kaygısıyla kendimizi
insanlık ailesine madara etmekten başka hiçbir sonuca varamayız. Bugün
İmralı’daki düzenlemeler ya da yapılması düşünülen düzenlemeler esas olarak
böyle bir kaygı ve korkunun ürünüdür. Oysa, biz, içinde “adalet” geçen her
şeyde bu tür şeyleri tamamen unutmalıyız. Çok sık söylenir, ben de söyleyeyim:
O adalet simgesinin gözünün bağlı olması bu sebeptendir. Adalet bu anlamda kör
olmak durumundadır.
Şimdi
bu düzenlemeleri yapıyoruz. Evet, 1’inci maddeden imtina edilirse hayırlı bir
düzenleme fakat ölümü gösterip hastalığa razı etmek gibi de bir yanı var. Uzun
yıllar cezaevinde yatmış, içeriyi iyi bilen birisi sıfatıyla konuşuyorum. Şimdi
de aşağı yukarı her hafta bir cezaevini ziyaret eden bir vekil sıfatıyla
konuşuyorum. Cezaevinde, en az, bu hasta yakınlarıyla konuşmak ve ölmüş olan
yakınlarının cenazesine katılmak kadar mühim bir şey daha var: Hasta tutuklular
meselesi. Bugün, sayısı 400’e yaklaşan, Allah acil şifa versin ama ölümcül bir
hastalıkla boğuşan mahkûm ve tutuklular var cezaevinde. Sayın Adalet Bakanı
bunlara çok muttali. Bir hakkını da teslim etmek zorundayız yani bir şekilde
haberdar ettiğimizde seferber oluyor, bir şeyler yapmanın yollarını arıyor
fakat kanunu o kadar abur cubur bir vaziyete getirmişiz ki yarın öbür gün
insani bir mülahazayla yaklaşılan bir şeyde yarın öbür gün yargılanmamak işten
bile değil. Dolayısıyla sorun, sistemi bu anlamda bir gözden geçirmekte.
Siz,
adalet duygusunun bu kadar hırpalandığı, neredeyse normal demokrasiyle bir gün
geçirilmeyen ve sivil yargıçların ve yargı sisteminin ilk olarak darbeye ve
darbecilere iltihak ettiği bir yargı tarihinde, insanların, ölümcül hastalıkla
boğuşan insanların iki hakkını tanımak zorundasınız: Bir şifa hakkı, iki
vedalaşma hakkı. Allah geçinden versin
fakat mevcut tıbbın “Bu artık... Yani bunun işi mucizeye kaldı.” dediği vakalar
var, bunun mevcut -hele bu kadar sıkıntılı bir zincirin içerisinde- dostuyla
ahbabıyla, anasıyla babasıyla, evladıyla bir vedalaşma hakkı vardır.
Sürece
bakıyoruz, Sayın Adalet Bakanı da gönlünü yatırsa, bütün kabine de seferber
olsa, bizim 1 hastayı bu hukuki hakkından faydalandırmamız neredeyse imkânsıza
yakın. Azrail’in hızına yetişmek mümkün değil bu konuda. Çünkü yasa inanılmaz
bariyerlerle ve Adli Tıp Kurumu gibi, artık, neresinden düzeltileceği belli
olmayan -hakaret etmek istemiyorum ama- bir hilkat garabetiyle karşı karşıya
bırakmış.
Sayın
Adalet Bakanının ve iktidarın yanıldığı bir önemli nokta var: Amaçla araç bu
topraklarda çok çabuk yer değiştirir.
Şimdi,
bunlar söylendiğinde çözüm olarak hatıra şu geliyor: Efendim, bu hastaların
içeride tedavi edilebilmelerine cevaz verecek kampüsleri ihaleye çıkaracağız.
Bu, sadece bir enstrümandır. Bu, karşınızdakinin insan olduğunu, bunların anası
babası, çoluğu çocuğu, eşi dostu olduğunu unutmaktır. Adalet duygusu böyle
sarsılır. Vaktinde pasaport verilmediği için, vaktinde tedavi hakkı tanınmadığı
için -darbe dönemlerinde- hayatını kaybeden insanların çoluğu çocuğu bir tek
gece onlara beddua etmeden yatmıyorlar. Adalet duygusu sarsılırsa, oradan
yükselecek intizarın, ahın ateşi hepimizi yakar. Sadece yetki sahibi olmamız
gerekmiyor. Uğraşmadığımız, kendimizi beri tuttuğumuz, uyarmadığımız, gayret
göstermediğimiz meselelerden de tarih önünde mesul tutulacağız. Bunun bir tek
yolu var: Bu konudaki buğuzlarımızı bir kenara bırakmak, insan ve hukuk gibi
şaşmaz iki teraziye koymak bunu.
Şimdi
bakıyoruz -tek tek saymakla bu konuşma süresi yetmez ama- cezaevlerinde anlamak
mümkün değil, ben de acze düşüyorum; mesela Tekirdağ’da 1 No.lu ve 2 No.lu
Cezaevi var. Birinde rutin bir cezaevi işleyişi var, bir diğerinde şikâyetler
ayyuka çıkıyor. Şimdi böyle olunca dönüp diyemiyorsunuz, yani oradaki infaz
koruma memurlarının hoyratlığı falan, bunlara yüklenemiyorsunuz. Mesele,
mevzuatın, bu konudaki yönetmeliğin hümanist bir şekilde, insan lehine
yorumlanmasından imtina etmek, korkmak. Buna da sebep sistemin ta kendisi.
Onun
için, bu vesileyle, 12 Eylüle dair bir şey anlatmak istiyorum. Özal’ın ilk
çıkardığı infaz yasasını sayın Adalet Bakanlığı yetkilileri iyi hatırlarlar. O
infaz yasasında… Yine önce bir anayasa yaptılar “Bunlara af getirilemez.” diye.
Bir baktılar ki memleketin yarısı içeride. Bir kere de Anayasa’yla kendi
korkularına böyle iman etmişler! “O zaman ne yapacağız? Bir infaz yasası
çıkaralım…” Bakın işte, bir hukuksuzluğu başka bir hukuksuzlukla telafi etmeye
çalışma. O zaman da bir ortaya çıktı ki, faşist cuntanın hapishanelerinde
disiplinden ceza almamış kimse kalmamış. Ben sadece iki üç yıl aldığım cezadan
başka disiplin cezaları almıştım. Ne? Açlık grevi. Ne? Emre itaatsizlik. Bunun
gibi şeyler. Özal şöyle bir şey yapmak zorunda kaldı: On bir ay gözetime tabii
tutulacaklar, bu süre zarfında bir şey yapmazlarsa bu suçlar yok hükmünde
sayılacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Önder.
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Kıymetli
arkadaşlar, şimdi de cezaevlerinde disiplin suçları çok gelişigüzel, çok
hoyratça ve neredeyse cezayı geçecek bir hâl almış durumda. Sorumlusu yine
sistem. Bu vesileyle bunu düzenlerken bu konuda köklü bir düzenlemede yine
bugünkü iş birliği ve gönül birliğine benzer bir tavrı göstermekte tarihe karşı
sorumluluklarımız bakımından büyük fayda vardır.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teklifin tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Mehmet
Doğan Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 136 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına
görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygılarımla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’de son yıllarda Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği
müktesebatının iç hukukumuza aktarılması çerçevesinde demokrasiyi, hukukun
üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıkların korunması ve saygı görmesi hususunda
önemli düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan kapsamlı anayasal ve
yasal reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, ölüm cezası kaldırılmış,
işkence ve kötü muamelenin önlenmesine yönelik kapsamlı yasal ve idari
düzenlemeler yapılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında
yeniden yargılama imkânı getirilmiş, gözaltı ve cezaevi koşullarına ilişkin
düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi normlarına ve Avrupa İşkenceyi
Önleme Komitesi tavsiyelerine uygun hâle getirilmiştir. Olağanüstü hâl
uygulaması ülke çapında kaldırılmış, düşünce, ifade ve basın özgürlükleri
genişletilmiştir. Dernekler ve vakıflar ile toplantı ve gösteri haklarına
ilişkin önemli iyileştirmeler yapılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bilindiği üzere, ceza kanunları bireyin hak ve özgürlüklerine
derin biçimde müdahale eden yaptırımlar içermektedir. Ceza hukukunun toplumun
kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili olması
nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza, ceza muhakemesi ve ceza
infaz hukuku alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyasetiyle
ilgilidir. Başka bir ifadeyle, hukuk devletinde ceza ve ceza yerine geçen
güvenlik tedbirleri ile bunların infazına ilişkin kurallar ceza hukukunun ana
ilkeleri ile Anayasa’nın konuya ilişkin kuralları başta olmak üzere ülkenin
sosyal, kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimleri göz
önüne alınarak saptanacak ceza siyasetine göre belirlenir.
Buna
göre, toplumda kamusal düzeni, güven ve huzuru bozan hangi eylemlerin suç
sayılacağı, cezanın türü ve miktarı ile infaza ilişkin yasal düzenlemeler
temelde devletin suç ve ceza politikasına bağlı bir konudur. Buna göre, yasa
koyucu günün şartlarına ve toplumun ihtiyaçlarına göre suç teşkil edecek
eylemleri tespit edecek ve suçların işlenmesini önleyecek ve suç işleyenleri
topluma kazandıracak cezaları kanunlaştıracaktır.
Ceza
mevzuatı çağın gereklerini ve yeniden oluşan millî ve insanlığın ortak
değerlerini vurgulayan, insan haklarını ve toplumsal güvenliği korumayı
hedefleyen bir suç ve ceza siyasetine dayandırılmalıdır.
Cezalandırılmakla
güdülen asıl amaç işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını
sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre infaz rejiminin de buna
göre düzenlenmesi gerekir.
Değerli
milletvekilleri, 2005 yılında yürürlüğe giren yeni ceza mevzuatı işte bu
anlayış temelinde yeniden düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi
Kanunu’yla oluşturulan yeni ceza adalet sistemi ile cezalandırma ve ıslah politikalarında
çağdaş yaklaşımlar benimsenmiştir. Öte yandan, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile 4402 sayılı Denetimli Serbestlik ve
Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu’yla modern bir infaz sisteminin
kanuni altyapısı oluşturulmuştur.
5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suç karşılığı uygulanacak yaptırımlar “ceza” ve
“güvenlik tedbirleri” olarak belirlenmiştir. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun’da da ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin
usul ve esaslar ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, çağdaş demokrasilerde ceza infaz sisteminin etkinliği kadar
insancıllığı da önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Ceza infaz
sistemine ilişkin yeni yaklaşımlarda suçluların ıslahı, topluma kazandırılması
ve tekrar suç işlenmesinin önlenmesi ön planda bulunmaktadır. Ceza ve
tedbirlerin infazına ilişkin mevzuat esasta ceza adalet sistemi çerçevesinde
gerçekleştirilen yargılamalar sonucunda verilen kararların her türlü yargı
mercilerinden geçerek kesinleşmelerinden sonra fiilen ve maddeten ceza ve
tedbirlerin infazını kapsayan ve büyük kısmı itibarıyla idari nitelikte olan
görev ve faaliyetleri içeren hükümlerden oluşmaktadır.
Bugün
görüşmekte olduğumuz teklif ile iki konuda düzenleme getirilmektedir. Bunlardan
birincisi, hükümlülerin avukatlarıyla ya da İnfaz Kanunu’na göre kendisiyle
görüşme hakkı verilen sair kimselerle olan ilişkilerine ilişkin bir sınırlama
getirilmiştir. İkincisi ise gerek hükümlü gerekse tutuklulara belli dereceye
kadar yakınlarının ölümü ya da belgelendirilmek kaydıyla ağır bir hastalığa
yakalanmaları hâlinde hangi koşullarda bunlara izin verileceğine yöneliktir.
Teklifin
1’inci maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 59’uncu maddesine altıncı fıkra olarak yeni bir fıkra eklenmektedir.
Bu fıkra ile hükümlünün kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç
örgütünün faaliyetlerine yön verdiği hususunda somut olguların varlığı hâlinde
avukatı veya diğer kişilerle görüşme hakkının sınırlandırılabileceği
öngörülmekte ve bu sınırlamanın usul ve esasları düzenlenmektedir. Bu
sınırlamaya karar verme yetkisinin bir hâkime verilmesi ve bu kararlara karşı
itiraz yolunun açık olması da hükümlü bakımından ayrıca bir güvence
oluşturmaktadır. Hükümlünün bu dönemde avukata ihtiyacı olması durumunda ise
Türkiye Barolar Birliğince görevlendirilecek bir avukatın hukuki yardımından
hükümlünün istifade etmesi sağlanmaktadır.
5275
sayılı Kanun’un “İzinler” başlıklı 93’üncü maddesinde, yüksek güvenlikli ceza
infaz kurumlarında bulunanlar dışındaki hükümlülere mazeret izni, özel izin
veya iş arama izni verileceği hüküm altına alınmış; 94, 95 ve 96’ncı
maddelerinde de bu izinlerin nasıl kullanılacağına dair düzenlemelere yer
verilmiştir. Kanun’un 116’ncı maddesinde ise tutukluların yükümlülükleri
düzenlenmiş olup aynı Kanun’un 9, 16, 21, 22, 26 ve çeşitli maddelerinde
düzenlenen hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanlarının
tutuklular hakkında da uygulanabileceği belirtilmiştir. Hükümlüler bu izin
çeşitlerinin hepsinden yararlanmakta iken tutuklular 6217 sayılı Kanun ve 650
sayılı KHK ile yapılan değişiklikten sonra, sadece yakınlarının cenazelerine
katılma hakkına sahip olmuşlardır. Getirilen teklifin 2’nci ve 3’üncü
maddeleriyle yapılması öngörülen değişikliklerle, hükümlünün ve tutuklunun
belli şartlarda yakınlarının cenazelerine katılmalarına, önemli ve ağır hasta
yakınlarını ziyaret etmelerine imkân tanınmakta, böylece insani infaz rejiminin
gelişiminin sağlanması amaçlanmaktadır.
Getirilen
düzenleme, Avrupa Cezaevi Kuralları Tavsiye Kararları’na da uygun bir
düzenlemedir. Buna göre, 94’üncü maddenin ikinci fıkrasında yapılan
değişiklikle, yüksek güvenlikli ceza kurumunda bulunanlar da dâhil olmak üzere,
güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla, tehlikeli olmayan
hükümlünün dış güvenlik görevlisinin nezaretinde, talebi hâlinde ve cumhuriyet
savcısının onayıyla, ikinci dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından birinin
ya da eşinin ölümü hâlinde iki güne kadar, yol hariç, aynı derecede
yakınlarının ağır hastalık hâlinde ise yol hariç bir güne kadar izin verilmesi
öngörülmekte ve bu izinlerin sadece yurt içerisindeki yakınlarla ilgili olarak
uygulanacağı da yine fıkrada hükme bağlanmaktadır.
116’ncı
madde de - maddeye eklenen tutuklularla ilgili fıkrayla da- zaten, bunlara ölüm
hâlinde izin, biraz önce bahsettim, 650 sayılı KHK’yla getirilmişti. Bu
düzenlemede -önemli ve ağır hastalık- ana, baba, eş, kardeş, çocuk ile eşin
anne ve babasından birinin önemli ve ağır hastalık hâllerinin sağlık kurulu
raporuyla belgelendirilmesi durumunda tutukluya yine bir güne kadar hasta
ziyareti amacıyla izin verilmesi öngörülmüştür. Bu konuda değerli
muhalefetimizin de komisyon aşamalarında yapmış olduğu değerli eleştiriler
olmuştur. Şüphesiz bu konuda günün ihtiyaçlarına, toplumun ihtiyaçlarına göre
yeni düzenlemeler, değişiklikler yine ileride de belki yapılacaktır ama bu
hâliyle bile, ben, getirilen teklifin yürürlüğe girmesi durumunda, yüce
kurulumuzun uygun görmesi durumunda önemli faydalar, yararlar sağlayacağını
düşünüyorum.
Kanunun
hayırlı olmasını diliyor, yüce kurulunuzu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kubat.
Tümü
üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Sakık, buyurun.
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, bundan on yedi-on sekiz ay önce “Nurettin Soysal” diye bir hasta
vardı. Bu hasta ağır bir hastalıkla cebelleşiyordu. Bunun tahliyesi sağlanmıştı
ama ne yazık ki çok yakın bir tarihte o hastayı kaybettik. Şimdi, Nurettin
Soysal gibi yüzlerce hasta cezaevlerinde ölümle pençeleşiyorlar. Gerçekten yani
bu Nurettin Soysal’ın on yedi-on sekiz ay içerisinde ailesiyle olması ve
hastalığıyla ilgili tedavi görmesi ve sonradan da yaşamını yitirdi. Acaba,
ülkenin ne kaybı oldu, bu insani boyutuyla bu ülke ne kaybetti? Şimdi, bu diğer
hastalarla ilgili bir yasal düzenleme yapamaz mıyız? Ben birkaç gün önce bir
grup milletvekili arkadaşımızla Sincan’daki cezaevine gittim. Abdulsamet Çelik,
onun da hastalığı metastaz yapmıştı ve tedavisi çok zor. Ailelerin hemen hepsi
perişan bir hâlde. Bu ailelerin bu mağduriyetini gidermek için bir şey yapmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Işık… Yok.
Sayın
Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sağ olun, teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakan, kanunun Komisyon görüşmelerinde muhalefet şerhlerini okudum. Yazılı
muhalefet şerhlerinin tamamında bu kanunun kişiye özel hazırlandığı yönünde
iddialar var. Siz bu iddialara katılıyor musunuz?
İkinci
sorum: Şu anda ceza ve tevkifevlerinin durumu nedir? Mahkûmların sayısı, son
çıkartılan kanunla durum ne noktaya gelmiştir? Bu konuda da bilgi verirseniz
teşekkür ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Sayın
Halaman…
ALİ
HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Ticaret
Bakanımız da burada, Adalet Bakanımız da burada.
Ben
şöyle bir şey diyorum: Haciz, icra-iflas, senet ve çek protestosunun sürekli
çoğaldığı bir dönem yaşanıyor. Adliyeler, ticari, kadın cinayeti ve intihar
işlemlerine bakan binalara dönüşüyor. Sayın Bakanlarımız bunları önleyemiyor mu
acaba?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, buyurun.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
İlk
olarak Sayın Sakık’ın sorusuyla başlayayım. On yedi-on sekiz ay önce tahliye
edilen hastanın yakında vefat ettiğini, bundan devletin bir kaybı olup
olmadığını sordular. Şu anda cezaevlerimizde 400 civarında hasta hükümlü ve
tutuklu var. Son, bu Genel Kurulda kabul etmiş olduğumuz Denetimli Serbestlik
Yasası’nda getirmiş olduğumuz düzenlemeden yaklaşık bir 70 kişi istifade ederek
erken tahliye oldu hastalardan, bakıma muhtaç olanlardan. Bu sayının daha da
eksilmesi lazım. Bu konuyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumuyla bir çalışmamız
var, Sağlık Bakanımızla görüşmeler yapıldı. Önümüzdeki hafta, İstanbul’da,
beraber hem yeni yapılan tesislerde hem Adli Tıp Kurumunda ortak bir çalışma
yapılacak. Bu sorunu temelli olarak çözebilecek birtakım çalışmalar
içerisindeyiz. Ancak şunu da unutmamak lazım: Bu cezaevinde bulunan hasta
hükümlü ve tutukluların toplumun vicdanını kanırtmayacak, kanatmayacak ve o suç
mağdurlarını da bu konuda irite etmeyecek, rahatsız etmeyecek bir optimum
noktayı bulmak zorundayız.
Bizim,
cezaevlerinde insanların acı, ıstırap çekerek kalmasından devlet olarak bir
menfaatimiz olamaz ama cezaevinde insanların hürriyetlerinden alıkonulmalarının
esprisi, toplumsal adaletin karşılanması, adalet duygusunun tatmini içindir. O
açıdan, bu noktadaki rahatsızlıklara ben de katılıyorum yani cezaevlerinde şu
anda bulunan ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak hükümlü ve tutuklular
açısından birtakım çalışmalar yapıldı ve esaslı bir çalışma yapılıncaya kadar,
mevcutların sıkıntısını çözebilmek amacıyla ya da bir miktar hafifletmek
amacıyla, İstanbul Metris Cezaevinde, sağlık hizmetlerinin verildiği ve 158
kişilik kapasitesi olan bir rehabilitasyon merkezini devreye aldık bir on beş
gün önce. Burada 27 kişilik bir sağlık ekibiyle, bu hükümlü ve tutukluların
rehabilitasyonları, tedavileri yapılmakta ve -hasta bakıcılar- yirmi dört saat
doktor nezaretinde, tıbbi müdahaleye uygun şartlarda bakımları yapılmakta. Ama
aslolan, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar rahatsız olanların daha
farklı şartlarda bulunmaları daha doğru olur, ben bu görüşe katılıyorum
doğrusu.
Sayın
Şandır’ın sorusuna gelince, “Komisyon görüşmelerinde muhalefet şerhlerinde bu
yasanın kişiye özel bir düzenleme olarak hazırlandığına dönük eleştiriler
yapıldı. Siz katılıyor musunuz?” dediniz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Ve Anayasa’ya aykırılık iddiaları da var Sayın Bakan. 10’uncu
maddeye, Anayasa 10’uncu maddeye, eşitlik ilkesine de aykırılık iddiası var.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Şandır, biraz önce Sayın Dibek
konuşmasında ifade etti, bu düzenleme… Cezaevlerinde şu anda 118 bin civarında
mevcudumuz var. Son, Denetimli Serbestlik Yasası’ndan beklediğimiz tahliye
sayısı 15 bin civarındaydı, gerçekten o civarda bir tahliye oldu ve şu anda
cezaevlerimizdeki mevcut 119.425 kişi bugün itibarıyla. Fakat bu yasada yapılan
düzenleme ile bütün cezaevlerinde bulunanlar bu yasal düzenlemenin muhatabılar.
Dolayısıyla, burada kişiye özel bir düzenleme yapıldığı tezine, fikrine
katılamıyorum. Çünkü burada getirilen, hasta yakınını ziyaret etme, daha önce
düzenlenmiş olan, belli bir dereceye kadar yakınlarının hayatını kaybetmesi
hâlinde onun taziyesi için özel izin kullanma ya da 1’inci maddede düzenlenen
hususlar bu düzenlemeye uygun hükümlü ve tutuklular için geneline uygulanacak
düzenlemelerdir. “Ahmet’e uygulanır, Mehmet’e uygulanmaz.” gibi bir yönü
yoktur. Dolayısıyla, genelgeçer bir düzenleme olduğunu düşünüyorum.
Cezaevlerindeki
son durumla ilgili sorunuza gelince, Sayın Şandır, şu anda Türkiye’de bulunan
ceza infaz kurumlarımızın geçmişten gelen problemleri vardı. Aslında 2002
öncesinde, Anasol-M Hükûmeti döneminde ceza infaz kurumlarında rehabilitasyon
ve dönüşüm projesi başlatılmıştı. 2002’den sonraki dönemde daha da
hızlandırılarak bu dönüşüm ve iyileştirme çalışmaları devam ettirildi ve bu
süre içerisinde gerçekten biz, şu ana kadar çok önemli miktarda ceza infaz
kurumunu, 207 civarında ceza infaz kurumunu, şartları uygun olmadığı
gerekçesiyle kapattık ve önümüzdeki 2017 yılına kadar 195 tanesini daha
kapatacağız. Bunların yerine, daha modern şartlarda, insancıl şartlarda
cezaların infaz edilebileceği, hükümlülerin topluma kazandırılmasına dönük
altyapıya sahip kurumlar inşa ediyoruz ve ceza infaz kurumlarında infaz
hukukunu düzenleyen metinlerde Sayın Önder’in belirttiği iyileştirmelerin de
yapılması gerekiyor, çünkü değişen ve gelişen şartlara göre Türkiye’nin de
kendisini yenilemesi zorunlu. Bir ülkenin demokratik standardı, öncelikle o
ülkenin yargı sistemine, cezaevlerine, ceza infaz hukukunun inceliklerine bağlı
olarak ölçülür. Bu açıdan, Türkiye’de de cezaevlerimizin fiziki şartlarının iyileştirilmesinin
yanı sıra, ceza infaz kurumlarının yöneticilerinin, infaz koruma memurlarının,
içinde görev yapan sosyal çalışmacı, psikolog, pedagog vesair görevlilerin de
gelişen şartlara göre eğitimlerinin yapılmasıyla mümkün olabilecektir. Kolay bir
şey değil, ama bu işleyen bir süreç, reform süreci şu anda işliyor ve Türkiye,
Avrupa Konseyi üyesi ülkelere nazaran şu anda onların ortalamasından daha iyi
bir noktaya geldi. Mükemmel olduğumuzu söyleyemeyeceğim, çok eksiklerimiz var,
eleştirilecek boyutlarımız var, rehabilite etmemiz gereken yönler var, ama şu
anda -ben, burada rakamlar da var, belki ihtiyaç olursa onları da paylaşacağım
ilerleyen dakikalarda- Avrupa’daki ülkelerden daha iyi durumdayız, geri durumda
değiliz bu noktada. Ancak biz bununla yetinmiyoruz, Türkiye’deki şartları daha
da iyileştirmemiz gerektiği inancındayım.
Son
olarak Sayın Halaman’ın sorusu: Geçen defa da aynı yere oturmuştu Sayın
Halaman, oradan sesi anlamakta, algılamakta zorluk çekiyorum. Sorusunu
anlayamadım, yazamadım ama bu arada ulaştırabilirse bize sorusunu bir sonraki
maddede cevap vermeye çalışacağım.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
Yılmaz, buyurun.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakan, son dönemde özellikle kadın ve çocuk cezaevlerini ziyaret ettiğimde
şunları gözlemledim: Bakırköy Cezaevinde özellikle 2 tane kadının -bunlar
cezaevindeler, hatta 1 tanesinin kocası da cezaevinde- geride kalan
çocuklarının bakımı, geride kalan çocukların sahiplenilmesi söz konusu değil. 6
tane çocuk bir yerde, bakan hiç kimse
yok. On altı yaşındaki büyük kardeş çalışıyor ve kardeşlerine bakmaya
çalışıyor. Diğer kadının ise 3 tane çocuğu üvey babanın yanında, kötü muamele
ve taciz iddialarıyla karşı karşıya bir durum var.
Şimdi,
cezaevine giren kadınların ya da erkeklerin ya da her ikisi birlikte girdiği
takdirde çocukların sosyal çalışmacılar eliyle takip edilmesini düşünüyor
musunuz? Çünkü bu ciddi anlamda kanayan bir yara. Benim gördüğüm 2 tane insan
var, yani…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Özensoy…
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) - Teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, yargı reformu paketi Mecliste bekliyor, özellikle içinde bu ev
eşyalarına haczin kaldırılmasıyla ilgili yasanın ne zaman Meclise indirilmesi
düşünülüyor?
Bir
de “ekonomik suça ekonomik ceza” ilkesiyle Çek Yasası çıkartıldı ama bunun
yanında borç taahhüdünden dolayı da ciddi anlamda hapis cezasına çarptırılan
vatandaş var. Bunların çoğu imzasının ne anlama geldiğini bilmeyenler.
Dolayısıyla bunların sayısının ne kadar olduğunu merak ediyorum.
Bir
de, bu konuyla ilgili herhangi bir düzenleme düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, benim de sorularım Sayın Özensoy’un sorularına benzer.
Çek
Yasası’nda yaklaşık iki ay önce yaptığımız değişiklik nedeniyle bugüne kadar
kaç kişi bundan yararlanıp cezaevinden çıkmıştır. Hâlen “taahhüdü ihlal”
gerekçesiyle ne kadar insanımız cezaevinde tutukludur? Bunlar için bir
düzenleme düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız ne zaman bu gerçekleştirilebilir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Dibek…
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakanım, geçtiğimiz günlerde bu Denetimli Serbestlik Kanunu’nda, 5402’de
değişiklik yaptık. 15’inci maddede elektronik yolla, daha doğrusu “elektronik
kelepçe” dediğimiz yöntem de geldi adli koruma yöntemi olarak yani
tutuklamaları biraz daha zorlaştırmak amacıyla. Bununla ilgili yönetmelik tabii
düzenlenecekti. Bu süreç ne aşamadadır? Bununla ilgili bir süre tabii orada yok
da yani ne zaman hayata geçecektir? Bunun uygulaması, bir an evvel hayata
geçmesi sanıyorum tutuklamalarla ilgili gerek cezaevinde olanları gerekse bundan
sonraki süreçte bu yöntemin hayata geçmesi adına bekleniyor bu süreç, onu
sormak isterim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Halaman…
ALİ
HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Ben,
Sayın Bakanımıza -Ticaret Bakanımız da burada- şöyle bir sual sormak istedim:
Bilmiyorum, sesim kısık geldi herhâlde. Ben, bu adliyelerde haczin,
icra-iflasın, senedin, çek protestolarının çok olduğunu, çok yoğunlaştığını,
bir dönemin yaşandığını söylüyorum.
İki:
“Adliyeler, ticari, kadın cinayeti, intihar işlemlerine bakan binalara
dönüşüyor.” dedim. “Sayın Bakanlarımız bunları azaltamıyor mu?” diye bir soru
sordum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Halaman, sesiniz gayet iyi geliyor.
Sayın
Erdoğdu, buyurun.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın Bakan, Ankara Adliyesine verilmiş kömür
yolsuzluğuyla ilgili bir rapor var. O rapor sonucunda savcılığın bir kararı
var, diyor ki: “Anayasa’nın 99 ve 100’üncü maddelerine göre Sayın Hilmi Güler
hakkında beraatine…” diye bir karar vermiş. Bu 99 ve 100’üncü maddeler,
dokunulmazlıkla alakalı maddeler. Bu Ankara Cumhuriyet Savcılığında olan
dosyayla ilgili elinizde bir bilgi var mı? Bilgi yoksa bu bilgiden sonra bu
kararı veren savcı hakkında bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?
Çok
teşekkür ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun, sorulara cevap verin. Zaman kalırsa yine sisteme girerek soru
sormak isteyen arkadaşlara süre vereceğiz.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Yılmaz’ın Bakırköy Kadın Cezaevinde kalan 2 bayanla ilgili sorusu var.
Çocukların durumu, bunların sosyal durumları ve bunları takip eden bir
mekanizmamız var mı? Evet, cezaevlerinde kalan çocuklu bayanlar için, çocuklar
için özel uyguladığımız düzenlemelerimiz var. Bu çocuklar anneyle beraber
kalıyorsa cezaevinde bunların eğitimiyle ilgili Millî Eğitim Bakanlığıyla
protokollerimiz var. Bu çocuklar kreşlere gönderiliyor, okullara gönderiliyor,
eğitimleri için servisle götürülüp servisle getiriliyorlar. Ancak cezaevi
dışında kalanlarla ilgili asıl sorduğunuz. Sosyal Politikalar Bakanlığımızla o
konuda çalışmalarımız var ama olabilir ki buraya müracaat edilmemiş olabilir, o
kurumun haberi olmamış olabilir. Bu konuyla ilgili elinizdeki bilgileri bizimle
paylaşırsanız biz ilgili Bakan arkadaşımızla bu konuyu görüşürüz.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Kurumsallaşması lazım Sayın Bakan.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Var, zaten kurumsal olarak Sosyal Politikalar
Bakanlığımızla aramızda bu konuda protokoller var, uygulanan hükümler,
mevzuatımız var ama olabilir ki oradaki kişiler bundan habersizdir ya da
istifade etmiyordur, o açıdan ben o somut bilgileri alabilirsem gereğine
bakacağım.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – İleteceğim ben size.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Peki.
Sayın
Özensoy “Yargıyı hızlandırma noktasında hazırladığımız üçüncü paketle ilgili
durum ne alemde? Ne zaman görüşülecek? Bu paket içerisinde İcra İflas
Yasası’ndaki ev eşyalarının haczedilmezliğine ilişkin düzenleme devreye girecek
mi?..” Taahhüdü ihlal cezasına ilişkin birtakım sorular sordu. Bu konu Adalet
Alt Komisyonunda görüşülüyordu, önemli bir kısmı da, zannediyorum dörtte 3
kadar bir kısmı da görüşüldü. Dörtte 1’lik bir bölümü şu anda görüşülmeyi
bekliyor. Bu arada Ara Buluculuk Yasa Tasarısı’yla ilgili komisyon üyelerimizin
çalışmaları uzadığı için bu tasarıya doğrusu zaman ayrılamadı ama önümüzdeki
haftadan itibaren bu tasarının da görüşüleceğini ümit ediyorum. Herhangi bir
problemimiz yok. Önümüzdeki haftadan itibaren -Alt Komisyon Başkanımız da
yanımızda, komisyon üyelerimizin bir kısmı buradalar- umuyorum kalan kısımlar
seri şekilde görüşülür. Kamuoyunda ve toplumun geniş kesimlerinde aslında büyük
bir özlemle beklenen maddeler de var bunun içerisinde. Ümit ediyorum en kısa
sürede yasalaşır.
Onun
dışında “Taahhüdü ihlal cezasına dönük bir çalışma var mı?..” Cumhuriyet Halk
Partisi Ankara Milletvekili Sayın Sinan Aygün’ün bu konuda komisyonda bir
teklifi oldu yanılmıyorsam. Bununla ilgili bir çalışması da var. Alt komisyon
ya da komisyon aşamasında buna dönük bir şey yapılabilir mi? Arkadaşlarımız
Sayın Aygün’ün önerileri doğrultusunda bir çalışma yapıyorlar ama gerçekleşir,
gerçekleşmez; bu, komisyonumuzun takdirinde olan bir husus.
Onun
dışında…
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Sayı belli mi Sayın Bakan, sayı?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Elimde net veri yok ama istatistik bilgileri
size yazılı olarak gönderebilirim Sayın Özensoy.
“Çek
Yasası’nda yapılan düzenlemelerden kaç kişi yararlandı?” Sayın Işık’ın sorusu.
Cezaevlerinde bulunan 1.400 civarında tutuklu vardı, bunlar istifade ettiler.
Son gelen rakam biz yasa tasarısını hazırlarken 1.400 küsurdu, 1.657 kişi
olduğu şeklinde bir bilgi var önümde şu anda.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Dosya da var, düşen dosyalar.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Onun dışında Sayın Dibek’in “Denetimli
Serbestlik Yasası’nda bir maddede düzenlediğimiz elektronik kelepçe ya da
elektronik takip sistemi ne zaman hayata geçecek?” sorusu: Şu anda aslında uygulama başladı Sayın Dibek.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Var mı, buna istinaden tahliye kararı oldu mu hiç,
tutuklamayla ilgili ya da?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Şimdi, denetimli serbestlik şube müdürlükleri
şu anda ihtiyaç duyarlarsa aslında onu karşılayacak bir potansiyelimiz var. Bu
pilot uygulamamız Ankara birinci etap için şu anda asgari bin kişiyi takip
edebilecek bir sistemimiz çalışıyor ama pilot uygulama olduğu için o sayılara
ulaşmadı, 10’larla ifade ediliyor şu anda takip edilenlerin sayısı. İkinci bir
ünite şu anda kuruluyor ama yılın ikinci yarısından itibaren daha kurumsal hâle
gelecek ve daha yaygın uygulanmaya başlanacak, onu ifade edeyim. Bunun yasal
altyapısı da Denetimli Serbestlik Yasası içerisine koyduğumuz bir maddeyle de
sağlanmış oldu.
Sayın
Halaman, “Karşılıksız çek ve senet, icra takipleri, kadın cinayetleriyle
ilgili, adliyeler bu işlere bakan yerler hâline geldi.” diyor. Sayın Halaman,
adliyelere yılda 6 milyon dosya geliyor yaklaşık, bunun 2 milyon 900 bini hukuk
davaları, 3 milyon küsuru da ceza davaları şeklinde. Toplam 3’er milyon diye
düşünün, bu 6 milyon dosya içerisinde medyanın gündemine gelen, kamuoyunu çokça
ilgilendiren aslında bu bahsettiğiniz hususlar o bütün içerisinde çok fazla yer
işgal etmiyor ama gerçekten, özellikle kadın cinayetleri konusunda toplumu çok
fazla rahatsız eden, hepimizi derinden yaralayan bir boyut olduğu için
toplumsal duyarlılık daha yüksek ve bunlar sanki daha çokmuş gibi algılanıyor.
Oysa, davaların önemli bir kısmı ticari ilişkilere dayalı, mülkiyet ilişkilerine
dayalı uyuşmazlıklara dönük ya da ceza hukukunun değişik maddelerine dönük
uygulamalar.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, süreniz tamamlandı. Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bir soru daha vardı Ankara Adliyesinde savcıyla ilgili. Onunla ilgili,
inceleyip yazılı olarak Sayın Vekilimize cevap verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Teklifin
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.33
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 22.44
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
Altıncı Oturumunu açıyorum.
136
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI
HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE
1- 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunun 59 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"(6)
Hükümlünün, kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç örgütünün
faaliyetlerine yön verdiği hususunda somut olguların varlığı hâlinde,
Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, infaz hâkimi kararıyla avukat ve
sair kişilerle görüşmesine altı aya kadar sınırlama getirilebilir. Cumhuriyet
Başsavcılığının veya hükümlünün talebi üzerine bu karar kaldırılabilir veya
sınırlama süresi kısaltılabilir. Sınırlama kararının verilmesi hâlinde, somut
hukukî sorunla ilgili olarak görüşme yapılmasına ihtiyaç olduğu gerekçesiyle
talepte bulunulduğu takdirde, sınırlama kararını veren hâkimin kararı üzerine,
Türkiye Barolar Birliğinin görevlendireceği bir avukatın hükümlü ile görevli
nezaretinde görüşme yapması sağlanabilir. Görüşmenin, hukukî yardım amacı
dışında yapıldığının hazır bulunan görevli tarafından tespit edilmesi hâlinde,
görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa
bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Bu fıkra
uyarınca yapılan işlemler ile verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre
şikâyet ve itiraz edilebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata,
23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Ömer Süha Aldan.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok.
BAŞKAN
– Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin
Milletvekili.
Buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Gerçekten toplumsal karşılığı
olan, hatta insani karşılığı olan bir kanun değişikliğini görüşüyoruz.
Dolayısıyla gecenin bu saatinde huzurunuzu kaçırmak istemem. Bu yasa
dolayısıyla bir-iki hususu ifade etmek istiyorum.
Öncelikle
bu kanun toplumda “Mehmet Haberal yasası” olarak biliniyor. Hükümlülerin veya
tutukluların aile yakınlarıyla bir hastalık gerekçesiyle görüşememelerinin,
onun için izin alamayışlarının, mevcut mevzuata göre onlara bu iznin
verilemeyişinin tedbiri olarak bu kanun getiriliyor. Bu sebeple, Sayın Turgut
Dibek’in verdiği teklif çok daha net olmakla birlikte, bu, amacı karşılamaya
dönük bir kanun. Dolayısıyla buna karşı çıkmak uygun değil. Bir insani
hassasiyeti, talebi, ihtiyacı karşılamaya dönük bir düzenleme. Bunu fırsat
bilerek şahsım adına, Parlamentomuz adına, bu kanunu bekleyen, bu kanunu
beklerken hem babasını hem de annesini kaybeden Profesör Doktor Mehmet Haberal
milletvekilimizden helallik dilemek gerektiği kanaatindeyim.
Burada,
gerçekten iş birliğiyle gecenin geç saatlerine, sabahın erken saatlerine kadar
çalışarak birçok kanun çıkardık ama çok özel bir ihtiyaca binaen böyle bir
düzenleme yapılmasının gerekliliği, hem iktidar partisi grubu milletvekili hem
Sayın Haberal’ın partisinin bir sayın milletvekilinin kanun teklifi aylardır
bekliyor; komisyonda bekliyor, Genel Kurulda bekliyor. Yani bir söz vardır:
Kurbağa çatladıktan sonra sizin suyu yetiştirmenizin bir anlamı yok. Şimdi,
Sayın Haberal’a nasıl anlatacağız? Babasını kaybetti, cenazesine gelemedi;
annesini kaybetti, helalleşemedi. Hangi sebep, hangi hukuk, hangi hak, hangi
yetki bir insanın anası ve babasıyla ölüm döşeğinde helalleşmesinin önünü
kesiyor? Bunun adı “devlet” olmaz, bunun adı “hukuk” olmaz, bunun adı “adalet”
olmaz. Yani ağır sözler söylemek istemiyorum ama kendimi de içine alacak
şekilde söylüyorum. Bu, Parlamentonun utancıdır arkadaşlar, ayıbıdır. Biz
insanımızın bu kadar zaruri ihtiyaçlarına çözüm üretemiyorsak, yangına bir
nebze su taşıyamıyorsak bize ne demek gerekirse onu sizin vicdanlarınıza
bırakıyorum.
Öncelikle
bu vesileyle Sayın Haberal’dan ve bu anlamda gerçekten buna ihtiyaç duyan tüm
mahkûmlardan, hükümlülerden… İnsanlar suçlu olabilir, cezalı olabilirler ama
onların yakınlarıyla ölüm döşeğinde helalleşmelerini engellemenin hiçbir hukuki
gerekçesi olmaz. Hiçbir devlet veya hiçbir hukuk bu anlamda adaletli olmaz,
meşru olmaz değerli arkadaşlar. Onun için bu düzenleme geç kalmış. Niye bu
kadar geç kalmış? Onu da iktidar grubuna, Sayın Bakana sormak lazım.
Bir
başka hususu daha ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, hukuk, hukukun
içinde kalarak değiştirilmek mecburiyetinde. Değiştirebiliriz hukuku, ihtiyaca
binaen değiştirebiliriz, yanlışı düzeltmek amacıyla değiştirebiliriz ama hukuku
değiştirirken de hukukun içinde kalmak gerekir. Şimdi, yakın, geçen dönemden bu
yana yeni bir usul tutturdunuz sayın iktidar, Sayın Bakan, Sayın Hükûmet: Kanun
teklifi.
Değerli
arkadaşlar, bu yol doğru değil. Meşru, hak, milletvekili kanun teklifi
verebilir ama bu kadar önemli konularda yani temel kanunlarda kanun teklifi
doğru bir yol değil, çünkü kanun tasarısıyla kanun teklifinin süreci farklı.
Kanun tasarısında devletin tüm kurumlarından görüş alınır, bilgi alınır. Bir
ortak akıl üretilir. Mevcut, cari hukukla ilişkisi kurulur, irdelenir,
sorgulanır. Aramızda çok değerli bürokratlar var, bilirler bunu. Sonuçta
Bakanlar Kuruluna gelen bir kanun tasarı taslağı olgunlaşmış, eksiği
tamamlanmış olarak gelir. Kanun teklifinin böyle bir imkânı yok.
Şimdi,
bakın, getirdiğiniz kanun teklifleri komisyonda baştan sona değiştiriliyor.
Sayın Bakan, yani kanun tasarısı hazırlamakta bir problem mi var Bakanlıkta?
Şimdi, bir kanun teklifi hazırlıyorsunuz. Ben, teklifi hazırlayan arkadaşlarıma
saygılar sunuyorum. Muhalefet partileri bu sözlerimden muaftır. Muhalefet
partisinin başka bir imkânı yok, kanun tasarısı hazırlama şansı yok ama iktidar
partisinin kanun tasarısı hazırlamak gibi bir mecburiyeti, bir hakkı, bir
imkânı var. Kanun teklifi ne oluyor?
Şimdi,
kanun teklifini hazırlayan Sayın Mehmet Doğan Kubat’a bir sözüm yok ama şimdi,
hazırlanan kanun teklifinin 1’inci maddesini geri çekiyorsunuz. Niye
çekiyorsunuz? “Yanlış tanzim edilmiş.” Verdiğiniz önergenin gerekçesi kayıtlara
geçecek. Gelecekte parlamento hukukunu inceleyen araştırmacılar bunu bir ders
olarak okutacaklar. Söylediğiniz söz: “Meşru amaca yönelik kullanılan yöntem
ile ulaşılması istenen amaç arasındaki makul orantısallık bağının gerekliliği
ve hakkın özünün kullanılamaz hâle getiren normatif düzenlemelerin…” Ne anlamı
var bunların arkadaşlar? Gözünüzü severim ya. Yani bu garabete ne
mecburiyetiniz var? Allah aşkına, yani gecenin bu saatinde, televizyon falan da
yok, öyle akıl yarışı yapmıyorum, nutuk atmak anlamında söylemiyorum, üzüntümü
söylüyorum. Ne mecburiyetiniz var?
Şimdi,
bu kanunu siz hazırlamışsınız Sayın Bakanım. 13/12/2004 tarihinde 5275 sayılı
Kanunu siz hazırlamışsınız. Sonra bunu bir daha değiştirmişsiniz. Olabilir, ama
şimdi tekrar değiştirmek ihtiyacı dururken ve çok özel, şahsa özel, çok özel
bir duruma özel bir kanun değişikliğini tasarı olarak getirmekte ne aczimiz
var? Ya da niyetiniz yok. Niyetinizin olmadığı da ortaya çıktı. Kurbağanın gözü
çatladıktan sonra kanun teklifini getirip buraya görüştürüyorsunuz.
Bunlar
doğru değil. Bunlar bu kadar güçlü bir siyasi iktidara yakışmıyor değerli
arkadaşlar, kusura bakmayınız. İçinizde çok değerli hukukçular da var, yani bu
işi bilen insanlarımız var, güçlü bir grup yönetiminiz var ama bu olmamalı. Bu
olmamalı. Ben şimdi burada gerekçeleri okudum. Bu gerekçeleri niye dikkate
almıyorsunuz? Diyor ki: “Anayasaya aykırı bu. Eşitlik ilkesine aykırı. Şahsa
özel.”
Bir
başka şey daha söyleyeceğim değerli arkadaşlar. Yarın Milliyetçi Hareket
Partisi çıkacak diyecek ki… Size söyleyeyim: “Adalet ve Kalkınma Partisi, Sayın
Başbakan kapalı kapılar arkasında kayıt altına alınamayan görüşmelerde PKK’yla
ne görüştüyse, ne söz verdiyse işte bu kanunda 1’inci maddede Abdullah
Öcalan’ın avukatlarıyla ilgili meseledeki düzenlemeyi bu pazarlığın sonucunda
geri çekti.” diyeceğiz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hangi pazarlık? Yapmayın Sayın Şandır, lütfen!
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Alakası yok.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Çok da yanlış sayılmaz yani niye geri çekiyorsunuz?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Demeyelim mi? E, niye böyle bir noktaya getiriyorsunuz? Bu
basın yazacak yarın bunu. Herkes diyecek ki: “BDP’nin zorlamasıyla, PKK’nın
ısrarıyla Abdullah Öcalan’la ilgili düzenleme geri çekildi.”
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Şandır, sizin yorumunuz o, yok öyle bir şey.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Olur mu öyle şey? Niye geri çekiyorsunuz madem?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Allah aşkına ya! Ben söyleyeyim, yarın göreceksiniz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz öyle bir hayal kuruyorsunuz.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Türkiye'yi böyle bir şeye mahkûm etmeye, böyle bir itham
altında bırakmaya hakkınız yok. Yaptığınız işi düzgün yapın, söylemek istediğim
bu. Elinizi kolunuzu…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – BDP de bir parti aynı zamanda, ne olur, fikrini
söyleyebilir yani niye buna şaşırıyorsunuz?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Efendim, BDP’nin söylemesine bir şey söylemiyorum.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – “BDP” diyorsunuz.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Ama bu 1’inci maddeyi niye çekiyorsunuz? Hangi gerekçeyle
çekiyorsunuz?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Var orada gerekçeler.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Ortaya koyduğunuz önergenin gerekçesini anlayan var mı?
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Hukuk dili. Tamamen teknik.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Hukuk dili! Etme Ahmet Bey, bu hukuku biz de okuduk!
Dolayısıyla
söylüyorum: Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidarıyla,
muhalefetiyle milletin sorunlarını çözmek, beklentilerini karşılamakla ilgili
hukuku kurmak mecburiyetinde. Bu mecburiyetle biz burada görev yapıyoruz ama
bunu gelin -bağışlayın, tırnak içerisinde söylüyorum- adam gibi yapalım, doğru
yapalım, dürüst yapalım; başka anlamlar çıkmasın, başka istismarlar çıkmasın.
Biri “Biz ısrar ettik, bunu çektirdik.” derse ne yapacaksınız? Derlerse ne
yapacaksınız? Veya birileri, deminki söylediğim gibi söylerse…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Şandır, ihtimaller üzerinden hareket
etmiyoruz biz, gerçekler üzerinden hareket ediyoruz.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla, Türkiye bunlara müstahak değil değerli
arkadaşlar, bu Parlamento bunlara müstahak değil.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
Madde
üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Şandır, buyurun.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanım, geçen sene burada, birlikte, özellikle mesleki
alanım olduğu için benim de ısrarımla ve iktidar grubunun da katılımıyla bir
kanun değişikliği yaptık. Yaptığımız değişiklikte, tapu iptal davalarında,
mahkemeyi, davayı kaybeden vatandaştan yargılama giderlerinin ve dava harcının
alınmamasını bir kanun, hüküm hâline getirdik, Sayın Komisyon Başkanımız bunu
hatırlayacaktır, siz de hatırlayacaksınız ama -ben size evraklarını
getirebilirim, mahkeme mahkeme getirebilirim- şimdi bunu yargıçlar
uygulayamıyorlar, uygulamıyorlar.
Yine,
tapu iptal davalarında, adam hem bahçesini, tarlasını kaybediyor hem de
yargılama gideri olarak hiç altından kalkamayacağı bir meblağla, bir icrayla
karşı karşıya geliyor, avukat da hâkimin kararını alıyor doğru icra dairesine
gidiyor. Dolayısıyla, bundan haberdar mısınız? Bunu çözmek için bir tedbiriniz
olacak mı?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Korkmaz…
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakan, bu kanunun 1’inci maddesinin geri
çekildiğini iletti konuşmacı arkadaşlar.
Şimdi,
genel gerekçesine baktığımız zaman kanunun “Ceza infaz kurumlarında bulunan
hükümlülerin, toplumun güvenliğini tehlikeye düşürdüklerinin bir kısım
davranışlarıyla anlaşılması hâlinde, hükümlüler hakkında bazı tedbirler
uygulanması yürürlükteki mevzuatımızda yer almaktadır. Ancak, uygulamada bu
tedbirlerin yetersiz kaldığının, bazı hükümlülerin bu tür eylemlerine devam
ettiklerinin görülmesi üzerine, yeni birtakım tedbirler alınması ihtiyacı
ortaya çıkmıştır. Hükümlülerin avukatla görüşme hakkının kötüye kullanılmasını
engellemek amacıyla, hükümlülerin avukatlarıyla görüşebilmelerinin usul ve
esasları yeniden belirlenmektedir.” diyor. 1’inci maddesinin gerekçesinde de
“Hükümlülerin avukatla görüşme ya da ziyaretçiyle görüşme haklarını kötüye
kullandıkları bilinmektedir.” diyor, bir tespit yapıyorsunuz “Maddede yapılan
değişiklikle, söz konusu hakkın kötüye kullanılmasına engel olunması
amaçlanmaktadır.” diyor.
Şimdi,
1’inci maddeyi geri çekmiş olabilirsiniz ama kanunun gerekçesinde ortaya
konulan tespitler durmaktadır.
İkinci
olarak, sormak istiyorum: Başbakanın demeçleri bu 1’inci maddenin, son dakikada
geri çekilmesinde, metinden çıkarılmasında etkili olmuş mudur? Bunu öğrenmek
istiyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tuncel….
SEBAHAT
TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, özellikle cezaevlerinden partimize, muhtemelen diğer gruplara yönelik
de çok yoğun şikâyetler geliyor.
Bunlardan
birincisi: Özellikle kadın tutuklu ve hükümlülerin hastaneye giderken
askerlerin de doktorun yanına girdiği, zaten kelepçeli olarak kendilerinin
götürüldüğü, askerlerin de muayene sırasında doktorun yanında olduğu, bu
nedenle birçok tutuklu kadının muayene olmadan geri döndüğü ve kalıcı
hastalıklara neden olduğu konusunda ciddi itirazlar var. Bu konuda bilginiz var
mı ya da bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Gerçekten, kadınların özellikle
askerlerin yanında muayene olması kabul edilebilir bir nokta değil.
İkincisi:
Tekirdağ Cezaevinden, özellikle 2 No.lu Cezaevinden çok yoğun şikâyetler var.
Saat 17.00’den sonra avukat görüşlerinde de “çıplak arama” diye bir usul var,
daha önce burada kürsüden de ifade etmiştik. Bu nedenle tutuklu ve hükümlüler
saat 17.00’den sonra avukat görüşmesine çıkmıyorlar. Bu konuda da bir hak
ihlali durumu var. Bu konuda bilginiz var mı? Varsa bu konuda bir düzenleme
yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Sayın
Dibek…
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Sayın Bakanım, istatistik olarak şu rakamı bürokrat
arkadaşlarımız verebilirler mi: 2010 yılında özel yetkili mahkemelerde yargılananların
toplam sayısı var, 86 bin kişi. 2011’de, yani geçen yıl özel yetkili
mahkemelerde toplam kaç kişi yargılandı? Bunun rakamını verebilirler mi
arkadaşlarımız?
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Yılmaz…
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakanım, biraz önceki sorum sadece birkaç kişiyle ilgili değildi. Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığıyla birlikte Adalet Bakanlığının, bu konuda, bütün
cezaevine giren kişilerin çocuklarının takibini mutlaka yapması gerektiğini ben
düşünüyorum.
Bunun
yanında, bir de cezaevlerinde, özellikle kadın cezaevlerinde, cezaevinden
çıktıktan sonra bu kadınların, eğer barınacakları yer yoksa, aile içi şiddet
nedeniyle suça karışmışlar ve bu nedenle de aile tarafından da dışlanmışlarsa
çok ciddi sorunları oluyor. Sincan Cezaevinde böyle bir kadınla da karşılaştım.
Özellikle
Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, kadınların cezaevinden çıkmasına, tahliyesine
iki üç ay kala mutlaka sosyal çalışmacılarla görüştürülmesi ve barınma
ihtiyaçları varsa, iş ihtiyaçları varsa bunun sağlanması gerekiyor, aksi
takdirde o kadınlar sokakta kalıyorlar. Sığınma evleri de bu kadınları kabul
etmiyormuş mahkûm kadınlar diye. Bu konuda da yani cezaevinden çıkacak
kadınlarla ilgili yine kurumsal olarak bir çalışma yapılabilir mi Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığıyla birlikte?
BAŞKAN
– Sayın Tanrıkulu, buyurun.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Bakan, önceki selefinize ailesine yakın
olsun diye bir cezaevi tahsisi yapıldı ve dün itibarıyla cezaevine intikal etti
ama Pozantı’daki çocuklar da Pozantı’dan Sincan’a getirildi, ailelerinden
uzaklaştırıldılar hepsi ve daha kötü koşullarda yani ailelerinden uzak bir
ortamda yaşıyorlar ve aileleri Pozantı’da da onları ziyaret edemiyorlardı,
şimdi hiç ziyaret edemiyorlar Sincan’da; yoksul aileler, yol parası
bulamıyorlar. Tabii ki bu çocukların öncelikle cezaevinde olmaması lazım.
Cezaevinde olmamaları için bir tedbir almayı düşünüyor musunuz veya bu
koşullarda aileleriyle buluşmalarını sağlayabilecek, onlarla görüşebilecekleri
bir ortamla ilgili düşünceniz nedir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, buyurun.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Şandır’ın tapu iptal davalarına ilişkin bahsetmiş olduğu husus…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Tebligat Kanunu’nda yapılmış.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Geçen bir Meclis oturumunda gene bahsetmişti
Sayın Şandır, biz de bu konuyla ilgili bilgileri bizimle paylaşabilirse bununla
ilgili gerekli takibatı yapacağımızı ifade etmiştik. Lütfen, onları bizimle
paylaşın, biz üzerine ciddi şekilde gidelim Sayın Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Tamam yani verilmiş mahkeme kararları var, onları ileteyim
size.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Hayhay. Bir yasa çıktıysa o yasanın gereğinin
yerine getirilmesi lazım. Bunun aksayan boyutu neyse onu takip ederiz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Tamam.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Korkmaz 1’inci maddenin çekilmesiyle
ilgili kendi tereddütlerini dile getirdi “Niçin böyle bir yola başvuruldu?”
diye.
Öncelikle,
bu, Sayın Milletvekilimizin hazırlamış olduğu bir kanun teklifi. Bu teklifin
Komisyonda görüşülmesi esnasında muhalefet partilerimizin tamamı 1’inci madde
üzerinde ciddi eleştiriler dile getirmişlerdi. Milliyetçi Hareket Partisinden
katılan sayın milletvekillerimizin de zannediyorum 1’inci maddedeki düzenlemeye
belli itirazları var ama çekilmesi yönünde bir talep değil.
OKTAY
ÖZTÜRK (Erzurum) – Hiçbir itirazımız yok Sayın Bakan.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Yanlış hatırlayabilirim ama 1’inci maddeye
ilişkin öyle bir tespit aklımda kalmış. Ama Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna ait
milletvekillerimizin çok yoğun eleştirileri var, BDP milletvekillerinin bu
konuda eleştirileri var.
Şimdi,
önümüze gelen önergeye baktığımızda bu getirilen 1’inci maddedeki düzenlemenin
yanlış olduğuna dair bir tespit yok ama burada maksadı hasıl edecek orantılı
bir düzenlemenin eleştiriler doğrultusunda yeniden değerlendirilmesi noktasında
maddenin metinden çıkarılmasına dair bir önerge olduğunu anlıyorum ben.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakanım, Komisyonda bu orantı kurulamamış mı?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Dolayısıyla, tabii ki önerge sahiplerinin
iradesi burada yazıyor, ancak onlara dayalı bir yorum yapabiliyorum.
Sayın
Başbakanın beyanlarının bu önergede bir etkisinin olup olmadığı noktasında,
öyle bir etki olduğunu düşünmüyorum. Doğrusu, önergeyi veren arkadaşlarımın da
-bilemem tabii saiklerini ama- gerekçelerinden böyle bir anlam çıkmadığını
ifade edebilirim.
Sayın
Tuncel kadın tutukluların sağlık kurumlarında muayenesi esnasında sevkleri
yapan askerlerin muayeneye katıldıklarını ve kadın tutukluların bu sebepten
dolayı muayene olmaktan vazgeçtiklerini dile getirdi.
Bizim
“Üçlü protokol” dediğimiz Sağlık Bakanlığı, İçişleri ve Adalet Bakanlığı
arasında yapılan protokolde yakın tarihte bir değişiklik yapmıştık. Bu
değişiklikte de güvenlik görevlilerinin bu muayenelerde bulunamayacağına dair
hüküm konuldu. Bir tek istisnası var, o da doktorun gelen tutuklu ya da
hükümlünün muayenesi esnasında güvenlik endişesi yaşaması hâlinde, talep
etmesiyle ancak güvenlik görevlilerinin içeride olabileceği, onun dışında
hiçbir şart altında muayene esnasında güvenlik görevlilerinin eşlik edemeyeceğidir.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Erzurum’da Sayın Bakanım, Erzurum’da.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Bu düzenleme hayata geçti ve uygulanıyor şu
anda ama buna rağmen yanlış uygulama var ise bu yanlış uygulamaları da takip
etmek bizim görevimiz.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) – Var.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Lütfen bunları somut olarak bizimle paylaşınız,
biz gereğini yaparız. Tekirdağ 2 No.lu Cezaevinde bir uygulamadan bahsettiniz.
Sadece Tekirdağ değil ama tüm cezaevlerimizle ilgili, maksadını aşan, mevzuata
aykırı ya da mevzuatın aşırı yorumlanmasıyla oluşan birtakım uygulamalarla
ilgili çok titiz bir çalışma yapıyoruz; bütün bu iddiaları takip ediyoruz, bir
yanlış varsa o yanlışı düzeltiyoruz, bu yanlışın düzeltilmesi için katkı
sunmayan ya da kendini makul uygulamaya adapte etmeyen personelle ilgili
gerekli tedbirleri de alıyoruz. Bu konuyu da ayrıca bu hassasiyetle takip
edeceğimizi ifade ediyorum.
Sayın
Dibek, 2010 yılındaki rakamları verdiniz. 2011 yılıyla ilgili rakamlar da
mevcut ama yanımızda değil, size onu bildirelim, yani o rakamlar da elimizde
var, onu da size bildirelim.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Tamam.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Sayın Yılmaz, kadınların tahliyesi öncesi
sosyal çalışmacıların eşliğinde tahliyeden sonrası için bir hazırlık… Sadece
kadınlar için değil ama tüm hükümlüler için benzer programlarımız var ama
elbette ki kadın hükümlüler için bunun çok daha hassas uygulanması gerekiyor.
Bu konuda -tekrar edeyim ben- bizim mevzuatımızda düzenleme var, uygulamalarımız
var, bu konuya özgü çalışan personelimiz var ama özelde eksik gördüğünüz
noktaları, ben sizden özel olarak onu da alıp gereğini tekrar takip edeceğimi
ifade ediyorum.
Sayın
Tanrıkulu, yanılmıyorsam, Sayın Ağar’ın Aydın’daki cezaevine gidişiyle Sincan
Çocuk Kapalı Cezaevine taşınan Pozantı tutuklularıyla ilgili bir mukayese
yaptılar.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Ağar ailesine yakın bir yerde cezaevi
istedi; Sincan’daki çocuklar uzaklaştırıldılar.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Şimdi, tabii, Sayın Milletvekilim, Türkiye’de
cezaevleriyle ilgili imkânlarımız belli. Çocuk kapalı cezaevleriyle ilgili
Türkiye’de üç dört merkezde özel inşa edilmiş ceza infaz kurumumuz var;
bunlardan bir tanesi de Ankara Sincan’da. Geçtiğimiz ay İzmir Aliağa’daki
tesisi de hizmete aldık ve yaklaşık 360 civarında çocuk için de orada barınma
imkânı, benzer şartlarda, Sincan’la paralel şartlarda yeni bir tesis hizmete
alındı. Pozantı şartlarında o çocukların devam ettirilmesi mümkün değildi. Hem
Pozantı’yla ilgili yer alan haberlerden, orada yaşanmış olan, yaşandığı iddia
edilen olaylardan, bütün bunlardan sonra, o çocukların o tabela altından girip
çıkmasının o çocukların ailelerinin ruh sağlıkları açısından da, gelecekleri
açısından da doğru olmadığını düşündüğümüz için Sincan’a getirdik. Bu
çocukların cezaevlerinde ortalama kalış süresi dört ila beş ay; her dört, beş
ayda bir değişiyor bu çocuklar, erken tahliye oluyor bunlar. Ama Tarsus’ta
böyle bir kurum inşasıyla ilgili çalışmalarımız şu anda ihale aşamasında,
Türkiye'nin değişik yerlerinde de yapılıyor. Elbette biz de ailelerine yakın
yerde bunların muhafaza edilmesini arzu ederiz ama şu anda elimizdeki imkânlar
açısından ancak böyle bir geçici çözüm ortaya konulabilmiştir.
Onun
dışında, bu çocukların yeri ailesinin yanı dediğiniz zaman, gerçekten, ceza
adaletinin gereklerini de göz ardı etmiş olmayalım diye ben endişe ederim çünkü
bunların içerisinde, gerçekten, adam yaralayan, adam öldüren, araç kundaklayan,
iş yeri kundaklayan ve sair suçlardan yargılananlar da var.
Şimdi,
burada…
OKTAY
ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Bakanım, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Peki.
MUSTAFA
SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) – Sayın Bakan, geçici bir tedbir. Yani
görüşemiyorlar aileleriyle. Bana bugün şikâyet geldiği için söylüyorum. Yani
yoksul aileler, yol parası yok, gidemiyorlar, görüşemiyorlar.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Zaten
Pozantı’da iken bu çocuklar, bu çocukların aileleri Pozantı’da yaşamıyordu,
Adana’da, Osmaniye’de, Tarsus’ta, Mersin’de yaşıyor idiler ve Pozantı’ya gelip
gidiyorlardı. Dolayısıyla orada da çok ailelerinin yanında olduğunu söylemek
mümkün değil ama şartlar iyileştikçe inşallah bunlar da düzelecek.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
Öztürk, soru soran arkadaşlar altı buçuk dakika kullandılar, üç buçuk dakika
Sayın Bakana verdim, cevaplandırması için süreyi uzattım.
Teşekkür
ederim.
Soru-cevap
işlemi tamamlanmıştır.
Madde
üzerinde önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
OKTAY
ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkanım, grubumuzun Adalet Komisyonundaki tavrıyla
ilgili olarak söz istiyorum, Sayın Bakan öyle bir şeyde bulundu.
BAŞKAN
– Bundan sonraki soruda. Önerge işlemini yapalım Sayın Öztürk.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 sıra sayılı teklifin 1. Maddesinin Teklif metninden çıkartılmasını arz
ve teklif ederiz.
Hilmi Bilgin Yusuf Başer Bayram
Türkoğlu
Sivas Yozgat Hatay
Ayşe Nur Bahçekapılı Mehmet Geldi Osman
Kahveci
İstanbul Giresun Karabük
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerekçe.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Meşru
amaca yönelik kullanılan yöntem ile ulaşılması istenen amaç arasındaki makul
orantısallık bağının gerekliliği ve hakkın özünü kullanılamaz hale getiren
normatif düzenlemelerin özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM
Mevzuatına ve hukukun genel ilkelerine uygunluğunun sağlanmasını teminen
Teklifin 1. maddesinin kapsamlı biçimde değerlendirilmek üzere metinden
çıkarılmasının uygun olacağı öngörülmüştür.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, kabul edilen önergeyle 1’inci madde teklif metninden
çıkartılmıştır. Kanunun yazımı esnasında bu madde çıkarılarak diğer madde
numaraları teselsül ettirilecektir. Bir karışıklığa mahal vermemek amacıyla
görüşülmekte olan Komisyon raporuna mevcut maddeler üzerinden devam edeceğiz.
Şimdi
136 sıra sayılı Teklif’in mevcut 2’nci maddesini okutuyorum:
MADDE
2- 5275 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"(2)
Bu Kanunun 25 inci maddesi kapsamına girenler hariç, yüksek güvenlikli ceza
infaz kurumunda bulunanlar da dâhil olmak üzere, güvenlik bakımından sakınca
oluşturmaması koşuluyla tehlikeli olmayan hükümlünün, dış güvenlik görevlisinin
refakatinde bulunmak şartıyla, talebi ve Cumhuriyet Başsavcısının onayıyla;
a)
İkinci derece dahil kan veya kayın hısımlarından birinin
ya da eşinin ölümü nedeniyle cenazesine katılması için yol süresi
dışında iki güne kadar,
b)
Sağlık Kurulu raporu ile belgelendirilmesi şartıyla ana, baba, eş, kardeş,
çocuk ile eşin anne veya babasından birinin yaşamsal tehlike oluşturacak önemli
ve ağır hastalık hâllerinin bulunması nedeniyle bunlardan her biri için bir
defaya mahsus olmak üzere hasta ziyareti amacıyla yol süresi dışında bir güne
kadar,
izin
verilebilir. Hükümlü, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde,
bulunduğu yer ceza infaz kurumunda, bulunmaması hâlinde kolluk tarafından
güvenli görülen yerde kalır. Yurtdışına çıkmasını gerektirmesi durumunda
hükümlüye, bu fıkra gereğince izin verilemez."
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına madde üzerinde söz isteyen Süha Aldan,
Muğla Milletvekili, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 136 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin 2’nci maddesine ilişkin
görüşlerimi açıklamak üzere huzurlarınızdayım.
Bu
düzenlemeyle, hükümlülerin ikinci dereceye kadar kan ve sıhri hısımlarının ve
eşlerinin ölümü hâlinde iki gün süreyle, yine bazı yakınlarının yaşamsal
rahatsızlığı dolayısıyla da bir gün süreyle cezaevinden izinli çıkmasına dair
bir düzenleme yapılacak. Aslında biz, bu sürelerin az olduğunu, iki günlük
sürenin üç güne, bir günlük sürenin de iki güne çıkarılmasının Türk gelenekleri
gereğince daha uygun olacağını düşünüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bu noktada, aslında yasayla ilgili bir saptamada bulunmakta
yarar var. Bu yasa teklifi kamuoyunda “Haberal yasası” olarak yansıdı ama şu
anda Sayın Haberal hakkında düzenlenen iddianamenin bir özeti yanımda ve bunun
emniyet ifadesine ilişkin bölümüne kısaca değinmek istiyorum:
“Emniyet
İfadesi: 1944 Rize Pazar Subaşı köyünde dünyaya geldiğini, anne ve babasının
sağ olup iş adamı, annesinin ise ev hanımı ve dört kardeş olduklarını…” diye
devam ediyor.
Evet,
bu ifadenin alındığı 2009 yılının Nisan ayında Mehmet Haberal’ın annesi de,
babası da sağdı ama bugün her ikisi de bu dünyada değiller. Buradan basın
mensuplarına sesleniyorum çünkü biliyorum, bu yasal düzenlemenin bugün
yasalaşmasından sonra yarınki gazeteler “Haberal Yasası Geçti” diye başlık
atacaklar. Hayır, bu bir Haberal yasası değildir. Haberal’a, kendisini dünyaya
getiren insanlara karşı sağlıklarında son görevini yapma hakkı verilmemiştir.
Değerli
milletvekilleri, madem bu Haberal yasası olarak yansıtıldı… Belki yakında
aramızda olacak -en büyük dileğimiz bu- çünkü Sayın Meclis Başkanımızın bu
konudaki samimiyetine inanıyoruz, tüm siyasi partilerin de bu konuda iyi
niyetli bir çaba içinde olduklarına da inanmak istiyoruz. Bu anlamda 8 tane
“terörist” dileriz yakın zamanda bu Mecliste, aramızda olacaklar. Bu
teröristlerden bir tanesi -tırnak içinde söylüyorum- Sayın Mehmet Haberal.
Hakkında, 2-3 bin sayfalık iddianame içinde bir bölüm ayrılmış.
Bu
konuşmayı yaparken şöyle bir karar verdim: Gördüm ki kendi partime mensup
insanlar dahi Sayın Haberal’ın hakkındaki suçlamaya neden olan eylemleri
konusunda bilgi sahibi değiller. Bu kısa sürede size bir özet yapacağım.
Tabii,
65 sayfalık bir bölüm var. Cumhuriyet savcıları Haberal’la ilgili iddianamenin
son bölümünde eylemlerini sıralamışlar. Kısaca onları okuyorum: “Şüpheli Mehmet
Haberal’ın Cumhuriyet Çalışma Grubu kararları doğrultusunda planlanan
‘Cumhuriyete Saygı’ mitinglerinde diğer rektörlerle birlikte hareket ettiği ve
‘Ordu Göreve’ pankartlarının açıldığı mitinglere iştirak ettiği…” Birinci suçu
bu.
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Ben de gittim o mitinglere, ben de vardım o mitinglerde.
ÖMER
SÜHA ALDAN (Devamla) – İkinci suçu: “Birçok siyasi lideri bir araya getirip,
Ergenekon silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda organize edip
yönlendirmeye çalıştığı…” İkinci suçu bu.
Üçüncü
suçu: “Telefon konuşmalarında, Hükûmetin devrilmesi gerektiğinden bahsettiği
Mustafa S. ile yaptığı görüşmede, köprüyü geçene kadar aradaki siyasal
kavgaların ortadan kaldırılması yönünde talimat verdiği; aynı siyasinin ‘Ben
başbakan olacağım ama benim başbakanım da sizsiniz.’ hitap ve övgüsüne mazhar
görüldüğü…” Yani üçüncü suçu bu ve dördüncü suçu, dördüncü eylemi: “Ordu
komutanlığı yapmış Ahmet Hurşit Tolon’un ‘Emredin, gece üçte kapınızdayım.’
şeklindeki sözlerinden, şüpheli Mehmet Haberal’ın Ergenekon silahlı terör
örgütünün karar mekanizmasında yer alan üst düzey yönetici konumunda bulunduğu,
yasama ve yürütme organlarını ortadan kaldırmaya, görevlerini kısmen veya
tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs eylemleri içinde fiilen bulunduğu
anlaşılmakla…” denilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi ve yürütme organını
ortadan kaldırmaya teşebbüsten iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla
ve bir de silahlı terör örgütü üyesi olmaktan on ila on beş yıl arasında
değişen hapis cezasıyla cezalandırılması istenen bir kişidir.
Hemen
irdelemeye geçelim: Bu “Cumhuriyete Saygı” mitingi 25 Ekim 2003 tarihinde
yapılmış; 40 bin kişi katılmış, bu mitinge 72 rektör iştirak etmiş, 4 rektör
mazeret bildirmiş, 1 rektör mazeret de bildirmeksizin gelmemiş ve bunda “Ordu
Göreve” pankartıyla ilgili olarak ise 11 kişi hakkında soruşturma
gerçekleştirilmiş, bu 11 kişi hakkında yapılan soruşturma sonrasında Ankara 25.
Asliye Ceza Mahkemesinin 29 Nisan 2008 tarih ve 2008/310 sayılı kararıyla
beraatlerine karar verilmiş.
Değerli
arkadaşlarım, ikinci suçlama “Birçok siyasi lideri bir araya getirip…” Bu
konuda, baktığımızda, Sayın Abdüllatif Şener’le bir telefon görüşmesi var, Nisa
Suresi’nin 58’inci ayetini anlatıyor o konuşma sırasında Sayın Abdüllatif
Şener’e ve “Emaneti ehline teslim ediniz, insanları yönetirken adil olunuz.”,
bütün konuşmanın çerçevesi bu.
Üçüncü
olarak: Mustafa S. adlı kişi Sayın Mustafa Sarıgül, yani Şişli Belediye Başkanı
-kendisi bu davanın bir sanığı değil- aralarında bir sohbet sırasında, onu
hoşnut etmek için “Sen benim ağabeyimsin, ben bir gün başbakan olacağım ama
benim başbakanım da sizsiniz.” türünden nezaketvari bir söz söylemiş ve bu da
eylem olarak kabul edilmiş. Mustafa Sarıgül’le görüşmesinde “Bu Hükûmetin
devrilmesi gerekir.” diye hiçbir sözü de yok ayrıca.
Ve
son olarak, Ahmet Hurşit Tolon’un “Emredin, üçte kapınızdayım.” konusu var.
Ahmet Hurşit Tolon sadece şunu söylüyor… Bir parti kurma girişimi var, “Millî
Egemenlik Hareketi” diye kamuoyuna deklare edilen bir parti kurulacak. 2008’de
bununla ilgili deklarasyon yayınlanmış ve denilmiş ki: “İlk yapılacak genel
seçimlerde de biz seçime gideceğiz.” Ahmet Hurşit Tolon bu görüşmeler sırasında
Sayın Haberal’ı arıyor ve diyor ki: “Sen de gel, bu işin içine gir.” O da
nezaketen “Benim özel işlerim var, bir üniversitem var, ben onunla uğraşmak
istiyorum.” diyor. Bunun üzerine
Hurşit Tolon da “Eğer ki fikrini değiştirecek
olursan, üçte bile çağırın, koşarak gelirim. Saygılar sunarım.” diyor. Ama bu
ne oluyor? “Üçte bile çağırın, koşarak gelirim.” sözcüğü, “Emredin, gece üçte
kapınızdayım.” şekline dönüştürülüyor.
Demek
ki değerli arkadaşlarım, 40 bin kişinin katıldığı bir mitinge iştirak
ederseniz, bir siyasi parti lideriyle Kur'an-ı Kerim’den bir ayet üzerine
sohbet yaparsanız, bir belediye başkanı ya da emekli bir general size övgü dolu
sözler söylerse, o takdirde 2 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla
cezalandırılacak bir konumdaki kişi olabilirsiniz.
İşin
bir tuhaf tarafı daha var, onu da sizinle paylaşmalıyım. İşte, iddianamedeki
bütün suç budur. 2-3 bin sayfalık iddianameyi çoğu kimse okumadığı için, işte
yanlı televizyon ve gazetelerden insanların kafaları karıştırıldığı için ve
teknik açıdan gerçekten -bir hukukçu olarak söyleyeyim- son derece kötü
iddianameler söz konusu olduğu için toplumumuz gerçeği bilmiyor. Belki pek
çok vekilimiz suçlamanın ana ekseninin
bu olduğunun farkında bile değil.
Çarpıcı
bir örnek daha vermek istiyorum: Sayın Mehmet Haberal’ın ev ve iş yerlerinde
yapılan arama sırasında, arama ve el koyma tutanağının 184’üncü maddesi var.
Arama yapan polisler şöyle bir başlık atmışlar buldukları eşyalar ya da
dokümanlarla ilgili: “Başkent Üniversitesinde çalışan hoca tiplilerin
listesidir.” diye yani hoca tiplileri sanki Haberal bir fişleme yapıyor gibi.
Oysa Mehmet Haberal’ın Subaşı köyünün eski adı Haçapit. Dolayısıyla “Haçapitli
hemşehrilerim” diye bir liste yapmış hastanede kendine yakın kişilerin kimler
olduğuna dair ama polis tutanağı ne yazık ki “Üniversitede çalışan hoca
tiplilerin listesi”ne dönüşebilmiş.
Bu
açıdan, yakında belki bu tutuklu meselesi gündeme gelecek, takdirlerinize ve
vicdanlarınıza sunuyorum.
Saygılarımla.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisinden konuşmacı yok.
Soru-cevap
işlemi…
Sayın
Öztürk, buyurun.
OKTAY
ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Bakan, Adalet Komisyonunda bu konu, bu teklif görüşülürken uzun uzadıya
tartışmalar oldu. Milliyetçi Hareket Partisi üyelerinin bu konuda herhangi bir
görüş, beyanları da olmadı. Sadece 2’nci maddede bir ikazda bulunduk, o da
değiştirildi. Ancak bu madde görüşülürken Adalet ve Kalkınma Partisinin Grubu
veya üyeleri içerisinde, Adalet Komisyonundaki üyeler içerisinde çok yetkin
arkadaşlarımız vardı, adalet kürsüsünün her iki tarafında da görev yapmış
arkadaşlarımız vardı. Bunların böylesine bir maddeyi toptan ortadan kaldıracak
kadar bir hata yapmaları mümkün değildi. Eğer böyle bir şey olursa, onların
birikimlerine, onların yetkinliklerine güvenimiz sarsılacak.
Şimdi,
dünden bugüne ne değişti? Nasıl bir pazarlık, nasıl bir görüşme bu maddeyi
ortadan kaldırıyor? Çünkü bu madde görüşülürken basında birçok görüş vardı. Bu,
Komisyona da aktarıldı. Terör örgütü elebaşısının avukatları vasıtasıyla terör
örgütünü idare ettiği, avukatların görüşmelerde ondan aldıkları bilgileri
dışarıya götürdüğü, dünyaya yaydığı tartışmaları oldu. Şimdi ne oldu, ne
değişti de bu maddeyi ortadan kaldırıyorsunuz?
Teşekkür
ediyorum efendim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Öztürk’ün sorusuna bir önceki turda cevap verdiğimi düşünüyorum aslında.
Önergeyle, maddenin metinden çıkartılmasına dair önergenin altında gerekçesi de
belirtilmiştir. Bu gerekçe içerisinde “Bu maddenin eleştiriler doğrultusunda ve
uluslararası kriterler doğrultusunda yeniden daha geniş kapsamda
değerlendirilmek üzere” gibi bir ifade var. Dolayısıyla bu maddenin
gereksizliği yönünde ya da bir daha gelmeyeceği yönünde bir ifade yok burada. O
açıdan, bir önceki turda verdiğim cevabı yineliyorum Sayın Öztürk.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde iki adet önerge vardır, geliş sırasına göre okutup aykırılıklarına
göre işleme alacağım.
Okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 Sıra Sayılı "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nin çerçeve (2) nci
maddesiyle eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının son cümlesinde yer alan "bu fıkra gereğince" ibaresinin
"bu madde gereğince" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşenur Bahçekapılı Mehmet Muş Mustafa Akış
İstanbul İstanbul Konya
Muzaffer
Aslan Osman
Kahveci
Kırşehir Karabük
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 sıra sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin çerçeve 2. maddesi ile
değiştirilmesi öngörülen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
94 üncü maddesine aşağıdaki (3) fıkranın eklenmesini, teklifin 2. maddesinin a)
bendinde geçen "iki güne kadar" ibaresinin "üç gün "; b)
bendinde geçen "bir güne kadar" ibaresinin "iki gün" olarak
değiştirilmesini, arz ve teklif ederiz.
Ömer Süha Aldan Turgut Dibek Doğan
Şafak
Muğla Kırklareli Niğde
Ali Rıza Öztürk Bülent
Tezcan
Mersin Aydın
(3) Mali imkanları el vermediği taktirde
hükümlünün ve kendisine refakat eden dış güvenlik görevlilerinin harcırah ve
yol giderleri, Devlet Hazinesince karşılanır."
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Önerge üzerinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili.
Buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda
“Haberal yasası” olarak bilinen bu kanun teklifinin 2’nci maddesi üzerinde
değişiklik önergesi verdik, söz aldım.
Tabii,
bu yasa da Haberal’ın yasası olarak biliniyor ama Haberal’ın kendisi gitti,
annesi gitti, adı kaldı hâlen daha. Şimdi, Haberal’ın anasına Allah’tan rahmet
diliyorum, hiç olmazsa bundan sonraki tutukluların analarıyla helalleşmeden
ölmemelerine neden olduğu için de kendisini selamlıyorum.
Şimdi,
burada, mevcut kanun teklifinde, 2’nci maddede, hükümlülere, yakınlarının ölümü
hâlinde iki güne kadar, hastalıkları hâlinde de bir güne kadar izin veriliyor.
Biz bunun ölüm hâlinde üç güne kadar, hastalık hâlinde de iki güne kadar
çıkarılmasını istiyoruz. Nedeni şu: Çok basit yani amaç, bu mazeret izinleri,
insan haklarına dayalı bir ceza infaz sisteminin gerçekleşmesinin en etkili
yöntemlerinden birisidir. Adama bir gün izin vereceksiniz, adam, örneğin
Diyarbakırlıysa, İstanbul’dan kalkacak Diyarbakır’a gidecek, o kadar da yol
yorgunluğu var, bir gün için gidip gelecek. Hiç olmazsa bu hükümlünün
yakınlarının hastalığı hâlinde bunu iki gün olarak yapmak, ölümü hâlinde de
-bizim geleneklerimize göre taziye aslında üç gündür- bunu üç gün olarak yapmak
yasanın getiriliş amacına daha uygundur diye düşünüyorum.
Yine,
mali imkânları elvermediği takdirde hükümlünün kendisine refakat eden dış
güvenlik görevlilerinin harcırah ve yol giderlerinin de devlet hazinesinden
karşılanması gerektiği konusunda bir hüküm ilave edilmesini istiyoruz.
Anayasa'mız “sosyal devlet” diyor, “sosyal hukuk devleti” diyor. Eğer bir
hükümlünün mali imkânları elvermiyorsa, bunun yakınlarıyla görüşmesini
engellemek doğru değildir diye düşünüyorum. Bu nedenle, önergemizin aslında
kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, biz, öteden beri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, terörle
mücadele gerekçesiyle yasal düzenleme yapılırken teröre karşı mücadelenin zaafa
uğratılmaması gerektiğini ama buna karşılık da terörle mücadele bahanesiyle
demokrasi ve insan haklarının çiğnenmemesi ve terörle mücadelenin demokrasi ve
hukuk dışına çıkılmadan yapılması gerektiğine inanmaktayız. Eğer bir suç örgütü
hükümlüsü, görüştüğü avukatı ve yakınları ile terör örgütünün faaliyetini
yönetiyorsa, bunu önlemek devletin temel görevidir. Ancak bunu önlemenin yolu
hukuku çiğnemek, insanların temel hak ve özgürlüklerini yok etmek değildir. Türkiye
Cumhuriyeti devleti, demokrasi ve insan haklarından ödün vermeden terörle
mücadele edebilecek güçtedir. Bu nedenle, terörle mücadele bahanesi adı altında
insan hakları ve özgürlükleri kısıtlayıcı yasal düzenlemelere öteden beri karşı
çıktığımızı ve karşı çıkmaya devam edeceğimizi özellikle vurgulamak istiyorum.
Bu
nedenle, Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında 1’inci madde olarak
tanımlanan maddenin yanlış bir düzenleme olduğunu özellikle söyledik. Şimdi
öyle anlaşılıyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu, bizim o tarihteki iyi
niyetli uyarılarımıza aldırış etmemiştir ama bugün, burada, bu maddeyi metinden
çıkarmıştır. Ancak, bu madde, Haberal’ın anasıyla helalleşmeden annesinin
ölümüne neden olan bir maddedir çünkü bu kanun teklifinin Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşülmemesinin nedeninin bu 1’inci madde olduğu böylelikle açık ve
seçik bir şekilde kanıtlanmıştır. Dolayısıyla, AKP grup başkan vekillerinin,
Sayın Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in basına yaptığı açıklamada Haberal yasasının
görüşülmesini Cumhuriyet Halk Partisinin engellediği ya da istemediği yönündeki
iddiaların dayanaktan yoksun olduğu, bunların gerçek dışı olduğu bir kez daha
burada anlaşılmıştır.
Bu
vesileyle, önergemizin kabulünü diliyorum, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 Sıra Sayılı "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çerçeve 2 nci maddesiyle
eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci fıkrasının
son cümlesinde yer alan "bu fıkra gereğince" ibaresinin "bu
madde gereğince" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe
Nur Bahçekapılı (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Hükümlü,
maddenin birinci ve eklenecek olan ikinci fıkra kapsamında mazeret izni
hakkından yararlanacak olup, eklenen fıkranın son cümlesinde belirtilen atfın
yanlış uygulanmasına mahal verilmemesi ve ifade netliğinin sağlanması amacıyla
bu değişiklik önergesi verilmiştir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmiştir.
Kabul
edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
"(3)
Ana, baba, eş, kardeş, çocuk ile eşin anne veya babasından birinin yaşamsal
tehlike oluşturacak önemli ve ağır hastalık hâllerinin bulunduğunun sağlık
kurulu raporu ile belgelendirilmesi durumunda tutukluya, soruşturmanın veya
kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla,
soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma
evresinde kovuşturmayı yürüten hâkim veya mahkeme tarafından, dış güvenlik
görevlisinin refakatinde yol süresi dışında, bunlardan her biri için bir defaya
mahsus olmak üzere hasta ziyareti amacıyla bir güne kadar izin verilebilir.
(4)
İkinci ve üçüncü fıkraya göre izin verilen tutuklu, izin süresi içinde gece
konaklaması gerektiği takdirde, bulunduğu yer ceza infaz kurumunda, bulunmaması
halinde kolluk tarafından güvenli görülen yerde kalır. Yurtdışına çıkmasını
gerektirmesi durumunda tutukluya, bu fıkra gereğince izin verilemez.”
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bülent Tezcan, Aydın
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İnfaz Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin
teklifi görüşüyoruz. Bu çerçevede İnfaz Kanunu’nda, tutukluların ağır hasta
olan yakınlarıyla görüşebilmesi, onlara ölmeden önce helallik dileyebilmesi ya
da son noktada onlarla görüşüp hasbihâl edebilmesi amacıyla düzenlenmiş bir
değişiklik hükmü. Bu, gerçekten, insani düşüncelerle getirilen bir değişiklik
ve komisyon aşamasında da Cumhuriyet Halk Partili komisyon üyeleri olarak bu
değişikliğe destek verdik. Hatta destek verirken şunu söyledik… Bu düzenleme
ile bir gün, yakınlarıyla görüşebilme imkânı getiriliyor. Biz, “Bir gün yeterli
değildir, iki gün yapalım bunu. Türkiye’de mesafe, hasta ziyaretindeki
görüşmede istenen amaca ulaşabilme açısından iki gün olması uygundur.” dedik,
bu talebimiz kabul edilmedi. Yine aynı şekilde, o görüşmeler sırasında, ekonomik
durumu yetersiz olan tutukluların bu görüşmeyi sağlayabilmesi için giderlerinin
karşılanması konusunda devlet yardımının sağlanması gerektiği talebimizi
belirttik, bu da kabul görmedi, bu şekliyle Genel Kurulun önüne geldi. Genel
Kurulda bu eksikliklerin de düzeltilerek gerçekten amaca uygun hâlde yasadaki
değişikliğin yapılması, kanunlaşması çok daha uygun olacaktı. Ama bu çerçevede,
bu değişiklik, gerçekten bir ihtiyaca cevap veren değişiklikti.
Değerli
arkadaşlar, işte, tam da kamuoyunda bu teklife “Haberal kanunu” adının
verilmesine sebep olan madde bu madde, 3’üncü madde. Biliyorsunuz, bu
görüşmeler Adalet Komisyonunda yapıldığında Sayın Mehmet Haberal’ın annesi ağır
hastaydı, ölüm döşeğindeydi ama henüz Hakk’ın rahmetine kavuşmamıştı. Daha sonra
Sayın Haberal’ın annesi Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kendisine başsağlığı,
rahmetliye de Allah’tan rahmet diliyorum.
Burada,
önümüzdeki kanun teklifinin yayım tarihine bakalım arkadaşlar, 16 Ocak 2012. Bu
kanun teklifi 16 Ocak 2012 tarihinde dağıtılmış milletvekillerine yani bugünden
üç ay on gün önce dağıtılmış ve gene Adalet Komisyonuna geldiğinde o andaki
atmosfere baktığımızda biz bunun hemen Genel Kurul gündemine geleceğini,
kanunlaşacağını ve yürürlüğe gireceğini düşünüyorduk ama her ne hikmetse, o günden
bugüne kadar bu kanun teklifi bir türlü Genel Kurul gündemine gelmedi.
Gelmediği gibi, o günden bu yana toplam 27 tane kanun geçirmişiz. Bakın,
listesini çıkardım, toplam 27 tane kanun Genel Kurul gündemine gelmiş. Bunların
11 tanesi milletlerarası sözleşmenin uygun bulunmasına ilişkin kanun. Bu arada,
alelacele, üç gün içerisinde MİT kanunu değişikliğini geçirmişiz; komisyonda
bütün o gürültü patırtı, kavgalarla “4+4+4” dediğimiz millî eğitimle ilgili
kanunu neredeyse bir hafta içerisinde apar topar geçirmişiz ama böylesi önemli
bir kanun teklifini üç ay on gün raflarda bekletmişiz ve üstüne üstlük Sayın
Haberal’ın annesi vefat ettiğinde bir sayın grup başkan vekili çıkıp şunu
diyebilmiştir değerli arkadaşlar: “Bu vebal bizde değil. Biz değil, Cumhuriyet
Halk Partisi istemedi bunun yasalaşmasını.”
Allah
için elimizi vicdanımıza koyalım. Cumhuriyet Halk Partisinin istemediği bir
kanun kanunlaşmasaydı, Millî Eğitim Kanunu’ndaki değişiklik talebiniz
kanunlaşmazdı, o inmezdi bu Genel Kurula. 27 tane kanunu indirmişsiniz.
Okumuyorum. Milletlerarası sözleşmeler var. Çok mu önemliydi? Üç ay sonra
çıksaydı ne değişirdi, ne kaybederdiniz? Ama mesele o değil. Tabii, meselenin
bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Buna rağmen bu olumlu değişikliğin geçiyor
olması yine de sevindiricidir. Bu kötü olayın en azından bundan sonraki
yaşanacak olaylara iyi bir vesile olması sevindiricidir diye düşünüyoruz.
Değerli
arkadaşlar, tabii, cezaevinde tutuklu bulunanların hasta yakınlarıyla
görüşebilmeleri önemli bir imkân, fırsat ama cezaevinde tutuklu olanların
tutukluluk koşullarının düzeltilmesi de en az bunun kadar önemli, dikkate
almamız gereken, göz ardı edemeyeceğimiz bir konu. Cezaevinde tutukluların
sağlık koşulları Türkiye’de ciddi tehdit altında. Sayın Bakanımız burada, Sayın
Adalet Bakanımız burada, bu görüşmeleri dinliyor. Türkiye’de cezaevlerinde
tutukluların sağlık güvenlikleri yoktur. Türkiye’de cezaevlerinde yaşayanlar
devletin koruma ve gözetimi altında adım adım ölüme sürüklenmektedir. Bu,
cezaevinde yaşayanların yaşam hakkının devlet kontrolü altında tehdit
edilmesidir.
Değerli
arkadaşlar, bakın, Cumhuriyet Halk...
İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Bağımsız izleme komiteleri yok mu?
BÜLENT
TEZCAN (Devamla) – Hiç öyle söylemeyin. Burada meydanda, meydanda. Vicdanınız
varsa bakarsınız.
Cumhuriyet
Halk Partili 6 milletvekilimiz Silivri Cezaevini ziyaret etti, 4 tanesi tıp
doktoru, hekim. Bakın, burada, Profesör Doktor Fatih Hilmioğlu, eski rektör,
yine eski, emekli Orgeneral Ergun Saygun Paşa, yine Albay Mehmet Yoleri, 3 tane
ciddi ağır hastalığı olan tutuklu. Bu tutuklulardan Ergun Saygun’un kalbi yüzde
30 oranında çalışıyor, yüzde 70 çalışmıyor. Her an ani bir kalp kriziyle ölme
riski var. Fatih Hilmioğlu karaciğer kanseri ve diğer hastalıkları var.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, burada, Silivri Cezaevinde -düzeltiyorum- Silivri toplama
kampında, Sayın Bakanın “hastane” dediği ama aslında hiçbir sağlık imkânı
olmayan koşullarda bu tutuklular ölüme mahkûm edilmiş durumda. Üniversite
hastanelerinden verilen rapor var. “Bunların üniversite ortamında kontrol
altında tutulması gerekir.” diye rapor verilmiş olmasına rağmen adli tıp
hekimlerinden alınan “Devlet hastanesi koşulları yeterlidir.” ibaresiyle orada
tutuluyorlar. Buna rağmen Silivri toplama kampında devlet hastanesi imkânlarında
bir sağlık hizmeti dahi verilmiyor.
Değerli
arkadaşlar, bakın, Kaşif Kozinoğlu, bu sebeple elli altı dakikada hastaneye
yetiştirilemediği için kalp krizinden öldü. Adı “kalp krizi” diyorlar. Kabul
edelim kalp krizinden öldüğünü, şüpheleri bir tarafa bırakarak. Bir devletin
kendi koruması altındaki tutukluyu kalp krizinden, hastaneye yetiştiremeden
öldürmeye hakkı var mı, ölümüne sebep olmaya hakkı var mı?
Bakın,
bir mektup, Ali Özoğlu -Silivri toplama kampında tutuklu- yazıyor. Aynı, Kaşif
Kozinoğlu’nun, rahmetlinin başına gelenin kendisinin de başına gelebileceğini
söylüyor, direkten döndüğünü söylüyor. Bir saat on dakikada, talep etmesindense
iki saat on dakika sonra hastaneye yetiştirilebiliyor.
Değerli
arkadaşlar, tutukluların sağlık sorunu olan yakınlarıyla görüşmesini sağlamak
üzere çıkaracağımız bu kanun gerçekten çok önemli bir adım ama tutukluların
cezaevinde sağlık koşullarını düzeltmeye dönük adım atmak da bu Meclisin
görevidir, bizim omuzlarımızda, bizim vebalimiz altındadır.
Pozantı
Cezaevinden biraz önce söz edildi burada. Pozantı Cezaevindeki çocuklar, iddia
ne olursa olsun, devletin gözetimi altında, koruması altında olması gereken
çocuklardır ve Pozantı Cezaevinde, devletin koruması altındaki çocuklara
tecavüz edildi. Bunun vebali bugün devletin omzundadır.
Bu
nedenle, bütün bu vebalden kurtulmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak
üzerimize düşeni yapmak zorundayız.
Hepinize
teşekkür ediyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Biraz
önce 1’inci maddeyi metinden çıkardınız ancak gerekçe ortada duruyor. Bakalım
bu mızrağı bu çuvalın içine nasıl sokacaksınız ben de merak ediyorum çünkü o
gerekçede hükümlü ile avukat arasındaki ilişkinin kötüye kullanıldığını tespit
ettiğiniz yazılı. Eğer bu tespitiniz doğru ise -o zaman beklentimiz- neden
gereğini yapmıyorsunuz? Eğer yanlış ise neden yanlış gerekçeyle Meclisi
oyalıyorsunuz, Meclisi kandırmaya çalışıyorsunuz?
Değerli
milletvekilleri, toplumsal sözleşme kuramı ve devlet teorileri gereği olarak,
toplum düzenini ihlal etmiş, mal ve can emniyetine kastetmiş kişilerin
yargılanması ve cezalandırılması yetkisi devlete yani “devlet” denen
mekanizmaya aittir. Yargılama, hürriyeti kısıtlama cezası verme ve bunu cebren
uygulama ayrıcalığı başka hiçbir kimseye yahut tüzel kişiliğine verilmemiştir,
hiç kimseye de devredilemez. Bu yüzden, ne kadar haklı olsa da şahısların
“ihkakıhak” denen kendi hakkını kendisinin alması yoluna gitmemeleri, aksi
takdirde bir başka suçu işleyecekleri de emir olunmuştur. Hem insanlar hem de
devlet tarafından bir ön kabul ile benimsenmiş bu çerçevenin, düzenli ve etkili
bir biçimde işleyebilmesi için:
1)
Devlete haklarını arama yetkilerinin bir
kısmını devreden kamunun vicdanına uygun neticelerinin ortaya çıkması,
2)
Devletin ceza verme ve infaz etme yetkilerini de adil, hızlı ve etkin bir
biçimde kullanıyor olması mecburiyeti vardır.
Her
iki ilkenin beraber gerçekleştiği durumlarda ancak adaletli devlet işleyişinden
bahsedebiliriz. Devlet de görevini yerine getirirken temel hakları gözetmeli,
otoritede bir zafiyete ve bir boşluğa da fırsat vermemelidir. Elbette bir
insanı tutuklama ve hürriyetinden mahrum bırakma, özünde birtakım
kısıtlılıkları ve yoksunlukları barındıran bir müeyyidedir ve elbette bu hâlin
hiçbir şekilde iyisi, arzu edileni olmaz. Ancak, suçlu insanı sadece tecrit
etmek ve sadece toplumdan soyutlamak olmamalıdır cezalandırmada murat edilen. O
insanın ıslahı, topluma kazandırılması ve bu yapılırken de kişinin devlete ve
millete kin ve husumet duymamasını temin etme son derece önemlidir. Bu
bakımdan, devletin gözetimi ve garantisi altında cezaevlerinde bulunan
kişilerin insan olmasından kaynaklanan elbette talepleri olacaktır.
2001
tarihli yasa ile tutukluya ana, baba, eş, kardeş veya çocuğunun vefatı hâlinde,
soruşturma evresinde savcı, kovuşturma evresinde de hâkim tarafından iki güne
kadar cenazeye katılma hakkı verilmiş idi ancak, tutuklunun kayın hısımlarının
ihmal edildiği anlaşılınca, 8 Ağustos 2011’de bu eksikliği gideren yeni bir
düzenleme yapıldı. Şimdi 3’üncü maddeyle, 5275 sayılı Yasa’nın 116’ncı
maddesine bir fıkra ekleniyor. Tutuklulara, anası, babası, eşi, kardeşi, çocuğu
ile eşinin anne ya da babasından birinin yaşamsal tehlike oluşturacak önemli ve
ağır hastalığı hâlinde, yetkilinin izni şartıyla, bir günlük hasta ziyaret izni
getiriliyor.
Burada
bir şey dikkat çekici: Tutukluya eşinin ikinci derece kayın hısımlarının
hastalığı hâlinde hastalık izni verilmiyor. Doğrusu bunu anlamakta zorlanıyorum
ve çok insani bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Mutlaka kişinin eşinin
akrabalarına karşı yapacağı görevleri vardır, olmalıdır. Bu dengesizliğin
düzeltilmesi lazım. Eşinin ikinci derece hısımlarının önemli hastalıkları
hâlinde de tutuklunun izin kullanmasını mümkün hâle getirmek lazım. Bu bir
insanlık vazifesidir ve bu, eşine karşı, onun sevdiklerine karşı kişinin vefa
borcudur.
Değerli
milletvekilleri, hukuk hiçbir dönemde bugünlerde yaşadığımız gibi
siyasallaşmamış, hiçbir zaman bu denli güvenilmez, akşam başka sabah başka
karar verir hâle düşürülmemiştir. Bugün toplumda öyle bir algı oluşmaya
başlamıştır ki “Hâkim her zaman takdirini Hükûmet politikaları yönünde
kullanır.” Bu yüzden, yapılan anketlerde yüzde 70’lere varmıştır adalete olan
güvensizlik. Bunun anlamı şudur: Adalet ve Kalkınma Partisine oy vermiş kişilerin
önemli bir kısmı dahi adalete inanmamaktadır. Eğer toplum bugün bu noktaya
geldi ise hakikaten herkesin üzüntü duyması gerekir. Her zaman “Aman tuz
kokmasın.” diye mahkemelerle ilgili temennilerde bulunurduk, artık görüyoruz ki
maalesef, tuzdan da kötü kokular gelmeye başlamıştır. Ancak, bunlar
tarafımızdan defalarca söylenmiş olmasına rağmen “Yargıyı siyasallaştırmayın,
hukuk herkese lazım.” uyarılarımız havada kalmıştır. Geçmişinizde aleyhinize
verilen yargı kararlarından sonra, hesaplaşma, rövanş alma duyguları ve
tabanınızın hoşuna gideceği popülist düşünceyle aklıselim ve sağduyudan
uzaklaştınız. Sonra ne oldu? Zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da
“Vicdanım rahat değil.” babında açıklamaları olayların nerelere geldiğini
gösteriyor. Kendi içinizde dahi siyasallaşan ve yandaşlaşan yargı dolayısıyla
sıkıntı ve pişmanlıklar dillendiriliyor.
2010’daki
Anayasa değişikliği öncesinde “AKP yargıyı Hükûmetin emrine sokuyor, buna
fırsat vermeyin.” diye feryat eden Milliyetçi Hareket Partisinin çağrıları
maalesef netice vermemiştir. Bir yıl içinde yargıyı da sindirerek, tanzim
ederek istediği kıvama getirmiş Hükûmetin bu tavrında Anayasa değişikliğine
“Evet.” diyen, sessiz kalan herkesin vebali vardır. Bazı değerler kıymeti
kaybedildikten sonra daha iyi anlaşılır. Allah kimseyi mahkemelere düşürmesin
ancak işi mahkemeye düşen herkes Milliyetçi Hareket Partisinin uyarılarının
kıymetini yeni yeni anlamaya başlamıştır.
Sayın
Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç’ın feryadı ortadadır, siyasetin yargıyı kuşattığı
imasında bulunmuştur. Gerçi bu gidişata sessiz kalarak kuşatma seviyesine
gelmesine müsaade verenlerin başında
yine kendisi gelmektedir. Biz bu dillendirmeyi şahsına bakarak samimi
bulmadığımızı ancak bu tehlikeyi önceden ifade edenler olarak da buna yargının
en tepesindeki kişinin katılımını da son derece ciddi bulduğumuzu ifade
ediyoruz.
Yargıyı
siyasallaştırma gibi bu millete tuzak kuran zihniyetin önce kendisinin bu
tuzağa düşeceğine ilahî adalete inanan biri olarak inandığımı ifade ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.
Madde
üzerinde üç adet önerge vardır. Geliş sırasına göre okutup aykırılıklarına göre
işleme alacağım:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 Sıra Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çerçeve 3 üncü maddesiyle
eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının
ikinci cümlesinde yer alan “bu fıkra gereğince” ibaresinin “bu madde gereğince”
olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nur Bahçekapılı Mehmet Muş Mustafa
Akış
İstanbul İstanbul Konya
Muzaffer Aslan Osman Kahveci
Kırşehir Karabük
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 Sıra Sayılı yasa teklifinin 3’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının 2’nci
satırındaki babasından sonra gelmek üzere (veya kardeşlerinin) ibaresinin
ilavesini arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 sıra sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
değişiklik yapılmasına dair Kanun Teklifinin çerçeve 3. maddesi ile
değiştirilmesi öngörülen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
116 ncı maddesine aşağıdaki (5) fıkranın eklenmesini, teklifin 3 üncü
maddesinde geçen "bir güne kadar" ibaresinin "iki gün"
olarak değiştirilmesini, arz ve teklif ederiz
Ömer Süha Aldan Ali Rıza Öztürk Turgut
Dibek
Muğla Mersin Kırklareli
Bülent Tezcan Sezgin Tanrıkulu Doğan
Şafak
Aydın İstanbul Niğde
“(3)
Mali imkanları el vermediği taktirde tutuklunun ve kendisine refakat eden dış
güvenlik görevlilerinin harcırah ve yol giderleri, Devlet Hazinesince
karşılanır."
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Belli
şartlarda tutukluya verilen mazeret izni; insan haklarına uygun bir infaz
rejiminin gerçekleştirilmesinde izlenecek yollardan biri olarak kabul edilir.
Ancak tutuklunun mali imkanlarının el vermemesi nedeniyle harcırah ve yol
giderlerini karşılayamaması sonucunda, bu hakkını kullanmaması gerek hakkın
özü, gerekse Anayasanın 2. maddesinde belirtilen "sosyal devlet"
ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Mali imkanları el vermeyen tutuklunun ve kendisine
refakat eden dış güvenlik görevlisinin harcırah ve diğer yol giderlerinin
Devlet Hazinesinden ödenmesi suretiyle mazeret izninin kullanılabilmesini
sağlamak amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.
Yaşamsal
bir hastalık nedeniyle hükümlü sadece bir gün teklifte belirtilen yakınlarıyla
görüşmesinin sağlanmasının keza teklifin amacına uygun olmadığı nedeniyle iki
gün olarak düzenlenmesini teklif etmekteyiz.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 Sıra Sayılı yasa teklifinin 3’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasının 2’nci
satırındaki babasından sonra gelmek üzere (veya kardeşlerinin) ibaresinin
ilavesini arz ederim.
Kamer
Genç
(Tunceli)
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Eşinin
kardeşi için de aynı hakkın tanınması öngörülmüştür.
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 136 Sıra Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çerçeve 3 üncü maddesiyle
eklenmesi öngörülen, 5275 sayılı Kanunun 116 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının
ikinci cümlesinde yer alan “bu fıkra gereğince” ibaresinin “bu madde gereğince”
olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ayşe
Nur Bahçekapılı (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Takdire bırakıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
ADALET
BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tutuklu,
maddenin ikinci ve eklenen üçüncü fıkra kapsamında izin hakkından
yararlanabilecek olup, eklenen dördüncü fıkranın son cümlesinde belirtilen
atfın yanlış uygulanmasına mahal verilmemesi ve ifade netliğinin sağlanması
amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.
BAŞKAN
– Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmiştir.
Kabul
edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
4’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
4 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Dilek Akagün Yılmaz…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok.
BAŞKAN
– Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
5’inci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
5 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
- Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Bülent Tezcan…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yok.
BAŞKAN
– Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
İç
Tüzük’ün 86’ncı maddesi gereğince, oylamadan önce oyunun rengini belirtmek
üzere ve lehte söz isteyen Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.
Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gece
saat tam 12’yi geçti, ertesi güne döndük. Bugün, dünden kalan bir yasayı ve
kamuoyunu günlerce işgal eden bir yasayı da Genel Kurul kabul etmiş durumda.
Bu
yasa, biraz önce konuşan milletvekili arkadaşımızın ifade ettiği gibi, Adalet
Komisyonunda görüşüldü, 16 Ocak tarihinde bastırılıp dağıtıldı, 17 Ocak
tarihinde de AK PARTİ Grubunun önerisi doğrultusunda kırk sekiz saat geçmeden
gündeme alınması beklendi, gündeme alınmasıyla ilgili görüşmeler yapıldı ve
gündeme alındı.
Bu
yasanın geliş süreci: Sayın Başbakanımızın rahatsızlığı süreci içerisinde
Cumhuriyet Halk Partisi eski Genel Başkanı Sayın Baykal’ın ziyareti sırasında
bu konuyu dile getirmesiyle birlikte kanun teklifi milletvekili arkadaşlarımız
tarafından hazırlandı, komisyonlar aşamasından sonra bugüne gelindi. Biz 17
Ocak tarihinde bunun kırk sekiz saat geçmeden gündeme alınmasıyla ilgili
teklifimizi verdikten ve Genel Kurul kabul ettikten sonra, çeşitli gerekçelerle
kanun teklifinin görüşülmesi ancak bugüne gelebildi.
Bakın,
değerli arkadaşlarım, geçen üç buçuk aylık süre içerisinde Cumhuriyet Halk
Partisi yaklaşık 20 civarında grup önerisi getirdi. Hiçbir grup önerisinde bu
kanun teklifinin görüşülmesiyle ilgili bir grup önerisini görmedik. Açıkçası,
önce İç Tüzük’le ilgili tartışmalar, arkasından siyasi partimizin, Cumhuriyet
Halk Partisinin kurultayla ilgili, 26 ve 27 Şubat tarihlerindeki kurultayları
gerekçesiyle bu kanun teklifinin görüşmeleri ertelendi.
Açık
ve net ifade ediyorum. Milletvekili arkadaşımızın söylediği, AK PARTİ Grup
Başkan Vekillerinden ben ve Sayın Canikli’nin ifade ettiği, kamuoyuyla
paylaştığımız bu konuyla ilgili, Cumhuriyet Halk Partisinin grup başkan vekili
arkadaşlarımızla yaptığımız istişare sonunda ancak bugüne geldi. 8 Mart
tarihinde yaptığımız telefon görüşmesinde -8 Mart günlerden perşembe- salı günü
bu kanun teklifini görüşmek üzere kararlaştırdık ama 11 Mart tarihinde,
kamuoyunun çok yakından bildiği 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili getirdiğimiz
kanun teklifinin görüşmeleri sırasında komisyonda farklı şekilde ortaya çıkan
olaylar neticesinde maalesef bu teklifi yine görüşemedik ve altını çizerek
ifade ediyorum ve üzülerek ifade ediyorum, burada Cumhuriyet Halk Partisine
mensup milletvekili arkadaşlarımızın bu kanun teklifini AK PARTİ’nin grubuna
yüklemeye çalışmasını da haksızlık olarak gördüğümü de ifade etmeye
çalışıyorum. 16 Ocak tarihinde komisyondan geçmiş, 17 Ocak tarihinde kırk sekiz
saat geçmeden Genel Kurul gündemine alınması AK PARTİ Grubu teklifiyle
getirilmiş bir teklifin burada kürsüye çıkıp da milletvekili arkadaşlarımızın
AK PARTİ tarafından engellendiğini ifade etmelerini açıkçası AK PARTİ Grubu
milletvekillerine yapılan bir haksızlık olarak değerlendiriyorum.
Eğer
bu yasa bizim teklif ettiğimiz süre içerisinde çıkmış olsaydı, Allah rahmet
eylesin, Sayın Haberal, annesi rahmeti rahmana kavuşmadan önce belki de
annesini son nefesinde ziyaret etmek imkânı bulacaktı. Bu yükü, bu sorumluluğu
hiç kimsenin AK PARTİ Grubuna, AK PARTİ grup başkan vekillerine ve AK PARTİ
grubuna mensup milletvekillerine yükleme hakkı yoktur. Bu bilgiyi sizlerle
paylaşmak için söz almış bulunuyorum.
Yasanın
hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı bu teklifin
görüşülmesini…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sen bu söylediklerine inanıyor musun Elitaş? Neden geç
kaldığı belli.
BAŞKAN
– Bir saniye sayın milletvekili…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – 1’inci maddeyi niye çektin o zaman?
BAŞKAN
– Sayın Öztürk, bir saniye…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Niye çektin 1’inci maddeyi? Neden engellediğin belli
senin.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ali Rıza Öztürk, hiç konuşma.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Öztürk, rica ediyorum.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Pazarlık yaptınız, şimdi beni kızdırma.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hiç hakkın yok konuşmaya.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Yok ya!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Konuşmasında grubumuza açıkça iftirada bulunmuştur,
sataşmanın ötesinde iftirada bulunmuştur. Söz istiyorum efendim.
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, buyurun. Lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeyin.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
10.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın CHP Grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce
burada konuşan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Elitaş,
açıkça iftira etmiştir, gerçekleri saptırmıştır. Kendi söylediği cümleler dahi
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun bu konuda ne kadar samimi olmadığını
göstermektedir. Diyor ki: “8 Martta Cumhuriyet Halk Partisi Grubuyla biz bunu
görüştük, gündeme alalım dedik ama alamadık.” Bırakalım 8 Mart öncesini, sizin
cümlenizi kabul ediyorum…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – 8 Mart tarihinde kiminle konuştuğumu biliyorsunuz herhâlde.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sizinle ben telefonla görüştüm, tarihi
hatırlamıyorum ama sizin tarihinizi kabul ediyorum. Bakın…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Evet, Dünya Kadınlar Günü’ydü.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bakın, o da doğru değil…
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, hatibe müdahale etmeyin lütfen.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – O da doğru değil. 8 Mart tarihinden bugüne kadar
niye bunu yasalaştırmadınız? “4+4 girdi, başka bir şey girdi, o girdi, bu
girdi.” Kaç haftadır gündeme alınacak, devamlı bir bahane buldunuz,
ertelediniz. “Bakan yok.” dediniz, “O yok, bu yok.” dediniz. Gerçek ortaya
çıkmıştır, 1’inci maddeden dolayı bir sıkıntı yaşadınız.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz niye ertelettiniz Sayın Hamzaçebi?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Siz, bugün…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Siz niye ertelettirdiniz Sayın Çebi?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – 1’inci maddeyi bugün çıkardınız. Koyduğunuz gibi,
Komisyonda koyduğunuz gibi çıkardınız bunu. Evet, biz, 1’inci maddenin yanlış
olduğuna ilişkin görüşlerimizi Komisyonda ifade ettik ama sizin bugün bunu
çıkarmanızın nedeni bizim Komisyonda ifade ettiğimiz görüşler değil, başka
nedenler.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Hamzaçebi, 8 Mart tarihinde konuştuk sizinle
telefonda.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye kabul ettiniz o zaman Sayın Hamzaçebi?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Devam ediyorum… Devam ediyorum…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye söz verip elinizi kaldırmadınız, “Evet”
demediniz?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Bahçekapılı, size bravo!
BAŞKAN
– Sayın Bahçekapılı, lütfen…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bir Grup Başkan Vekiliniz buradan, siz oradan,
maşallah! Bravo!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Her zaman böyle yapıyorsunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Hamzaçebi, 8 Martta sizi kim aradı?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Devam ediyorum…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerçekleri söyleyince…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Devam ediyorum…
Sayın
Başkan, bunları lütfen süreme ilave edin, bunu talep ediyorum bakın.
BAŞKAN
– Buyurun, buyurun… İlave edeceğim, buyurun.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – İçeride bir şey isteyip böyle sessiz kalıyorsunuz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi, ben bu konuda Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubunun tam 4 Grup Başkan Vekiliyle görüştüm. Sadece Sayın Elitaş’la değil,
Sayın Nurettin Canikli’yle görüştüm, Sayın Ahmet Aydın’la görüştüm, Sayın Mahir
Ünal’la görüştüm. 1 kez sizinle değil, 4 kez görüştüm, 4 ayrı seferde görüştüm,
8 Martın öncesinde de görüştüm. “Sayın Başbakana soralım.” dediniz, “Onayını
alalım.” dediniz, “Onay aldık, alıyoruz.”, “Efendim, bizim Grup Yönetim
Kurulumuz toplandı, toplanıyor.”, “Karara varamadık. MYK’ya gidiyoruz, orada
konuşacağız.” Oraya gittiniz geldiniz, kayboldu gitti. İnsan samimi olur.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tıpkı sizin gibi! Tıpkı sizin gibi samimi olur!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Dersiniz ki: “1’inci maddede biz terör örgütü
lideriyle ilgili bir düzenleme koyduk. Burada sıkıntımız var. O nedenle Haberal
maddesine sıra gelmiyor.” Bunu açıklıkla söyleyebilirsiniz. Böyle kıvırmaya
gerek yok, kıvırmaya gerek yok.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz yapıyorsunuz, siz!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Sizin tarihinizi esas alacağım, 8 Mart; diyelim ki 8
Martta görüştük.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Duvarın arkasında konuştuklarınızla burada
konuştuklarınız çok farklı.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Onun öncesinde de görüştük ama 8 Martı kabul edelim.
8 Marttan bu tarihe kadar niye beklediniz?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Bir dakika süre ekliyorum, buyurun.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Haberal’ın annesine Allah’tan rahmet
diliyorum. Rahmete kavuştu, tepki gösterdik biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
olarak. Siz dediniz ki: “Onlar hiç gündeme getirmediler.” Peki, Parlamento
geleneğinde, tarihinde var mı böyle bir şey? İktidar grubunun getirmiş olduğu
bir teklifle, tasarıyla ilgili olarak muhalefet partisinin önerisini iktidar
partisi kabul eder mi? Var mı örneği? Yok. Sayın Haberal’ın annesi rahmetli
oldu, ertesi hafta siz bunu gündeme alacağınızı söylediniz. E, kaç hafta geçti?
Niye alamadınız? Sıkıntı neydi?
SIRRI
SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İş güç, yoğunluk!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sıkıntı 1’inci maddeydi. Bunu açıkça itiraf edin.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz de 1’inci maddenin kaldırılması yönünde görüş
bildirdiniz Sayın Hamzaçebi, kabul ettiniz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Bir de şunu da söyleyeyim: Oyunun rengini belli
etmek üzere iki konuşmayı da kapatmışsınız, yakışmıyor. Sayın Elitaş buradan
konuşurken konuşma fırsatı elde edebilmek amacıyla konuşmanın birisini talep
ettim Sayın Bahçekapılı’dan ama tabii ki onun demokrasi anlayışı bunu uygun
görmediği için sataşmadan söz almak zorunda kaldım.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sizden öğrendim, sizden! Demokrasi anlayışını
sizden öğrendim!
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Bugün biz istediğimiz için mi getirdiniz bu yasayı?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ben verdiğimiz söz üzerinde duruyorum. Bak benim
burada aslanlar gibi grubum var, istediğimizi getiriyoruz, kimseden
korkmuyoruz.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ha, işte doğru söylüyorsun, istediğin için getirdin.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Hem şahsıma hem AK PARTİ Grubuna “iftiracı” diyerek, hem AK
PARTİ Grubuna “kıvırtıyor” diyerek hakaret etmiştir. Sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Elitaş.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, bir gerçeği ifade ettim.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Benim konuşma metnime bak!
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Burada ne söylüyorsan orada da onu söyle.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Senin Bakanın katılsın önce! Senin Bakanın katılsın,
bırak onu sen! Senin Bakanın katılsın! Benim konuşma metnim var…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sen kendinden mesulsün.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Muhalefet şerhim var, konuşma metnim var. Bugün biz
istediğimiz için mi getirdiniz?
BAŞKAN
– Sayın Öztürk lütfen…
Sayın
Elitaş, iki dakika, lütfen…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Biz istediğimiz için mi getirdiniz bugün?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O zaman konuşma, o zaman “Evet” diyoruz demeyin.
BAŞKAN
– Kapattım süreyi, bir saniye.
Sayın
Öztürk, lütfen ama… Sayın Öztürk…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – CHP istediği için mi getirdiniz?
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – “Evet” diyoruz demeyin o zaman, ucuz siyaset
yapmayın.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Elitaş.
Sayın
Öztürk, lütfen…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, bir…
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sen, korktuğun için pazarlık yapmıştın, 1’inci maddeyi
onun için çektin…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ucuz siyaset ucuz.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – …demokrasi anlayışıyla çekmedin…
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ucuz siyaset ucuz.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – …korktuğundan çektin, tamam mı!
BAŞKAN
– Sayın Öztürk…
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Demokrasiden çekseydin komisyonda çekerdiniz, bizim
önergeyi kabul ederdiniz.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş buyurun.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Haksızlığını bağırarak kapatamazsın.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Hadi canım sen de hadi!
BAŞKAN
– Sayın Elitaş buyurun lütfen.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Tutarsızlığını bağırarak kapatamazsın.
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Samimiyetsizler, bir de utanmadan çıkıp televizyondan
yalan söylüyorsunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan bakın, Grup Başkan Vekiline hakaret ediyor.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 00.13
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.17
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
Yedinci Oturumunu açıyorum.
136
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi,
Sayın Elitaş sataşma nedeniyle söz istemişti.
Yeni
bir sataşmaya mahal vermeden, iki dakika süre veriyorum.
Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
11.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin AK PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sesin çok yüksek çıkması haklılıktan değil suçluluğun
emaresindendir.
Oradan,
oturduğun yerde grup başkan vekillerine, AK PARTİ Grubuna hakaret edeceksin,
“Ben bunları… Ne konuştuklarım burada” diye söyleyeceksin, bağıracaksın, elin
yüzün kızaracak, ondan sonra da “Yanlış yapıyorsun.” diyeceksin. Bu,
haksızlığın en önemli göstergesidir.
8
Mart tarihinde 1 grup başkan vekiliyle görüştük, Sayın Hamzaçebi’yle görüştük
bu kanunu görüşelim mi diye.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “Görüştük.” derken, ben aradım sizi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Siz aradınız beni “Bu kanunu görüşelim mi?” diye.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Evet. Onu da söyleyin ama eksik söylüyorsunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ben de kim aradı diye sordum burada, cevap vermediniz,
başkasına laf yetiştirirken bana cevap verme ihtiyacı hissetmediniz.
Aradınız
görüştük. “Önümüzdeki hafta görüşelim, bizim de kanaatimiz o fakat bu konuyla
ilgili görüşleriniz değişti mi?” dedim, “Evet” dediniz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hangi konuyla ilgili?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – “Bu konuyla ilgili, bu kanun teklifini buraya getirmeyle
ilgili görüşleriniz değişti mi?” dedim, “Evet” dediniz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, siz böyle bir…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Bakın…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – İftira ediyorsunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – İftira etmiyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – İftira ediyorsunuz, hayır.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Sayın Hamzaçebi, iftira etmiyorum, sizinle konuştuklarımı
söylüyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır, hayır…
TURGUT
DİBEK (Kırklareli) – Bunun neresinin pazarlığı olur?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Açık ve net şekilde, 26-27 Şubat tarihinde…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakın, Sayın Elitaş, yakışmıyor, yalan
söylüyorsunuz…
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi, lütfen dinleyiniz, lütfen Sayın Hamzaçebi…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – 26-27 Şubat tarihinde kurultayınız gelene kadar “Bu konuyla
ilgili görüşmeyelim.” diye ifade ettiniz.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yalan söylüyorsunuz! Lütfen… Ayıptır… Ayıptır…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Ve Sayın Grup Başkan Vekilimiz açık şekilde beyan etti,
basınla yaptığı toplantıda dedi ki: “24 Ocak tarihinde gelin bu kanunu
görüşelim, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini grup önerileriyle
tıkamayın, grup önerileriyle tıkamayın bu kanunu görüşelim.” diye ifade edildi
ama maalesef bugüne kadar gelen süreçte bunun görüşülmemesinin en büyük
sorumluluğu, tekrar altını çizerek ifade ediyorum, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun net olmayan tavrından
kaynaklanmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri de bu konunun
böyle olduğunu maalesef bilmiyorlar. Bunu ifade etmek istedim.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Konuşmacı gerçek dışı bir
beyanda bulunmak suretiyle bana sataşmıştır. Söz istiyorum efendim.
BAŞKAN
– Biraz önce aynı şeyler söylendi Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hayır ama
bakın yeni bir şey söyledi.
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Hamzaçebi.
İki
dakika… Karşılıklı devam edecek anlaşılan.
Buyurun.
12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Elitaş’ın bahsettiği gibi bir konuşma olmamıştır. Bütün kutsal değerlerim
üzerine yemin ediyorum ki “Bu kanunla ilgili görüşünüz değişti mi?” şeklinde
bana bir soru sormamıştır ve ben de böyle bir konuda bir değerlendirme
yapmamışımdır. Bütün kutsal değerlerim üzerine yemin ediyorum.
Bu
kadar iftira olamaz! Ayıptır, ayıptır! Daha ağır bir şeyi söylememe şu kürsü
izin vermiyor.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Bundan sonra
konuşmalarımızı kayıt altına alacağım. Bu ikinci oldu.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – O zaman ben size şunu da söyleyeyim: Sizden bir grup
başkan vekili bana şunu dedi, bunu söylemek istemezdim: “Biz 1’inci maddede
BDP’nin tepkisinden çekiniyoruz. BDP kürsüyü işgal edecek. Bu nedenle bunu
getirmekten imtina ediniyoruz, çekiniyoruz.” Eğer ısrar ederseniz o grup başkan
vekilinin ismini de verebilirim burada. Biraz önce Sayın Ahmet Aydın’a o ismi
verdim, arzu ederseniz burada bunu verebilirim. Hoş olmuyor iftira atmanız.
İnsan çıkar açıklıkla söyler. Eğer açıklıkla söyleyemeyeceği bir şey varsa
susar, ayıptır. Sayın Elitaş, hakikaten bugün bir başka Elitaş tanıdım,
siyaseten polemikler yapılır, konuşmalar yapılır, gruplar kendi haklarını
savunurlar, açıklıklardan yararlanmaya çalışırlar ama benim söylemediğim bir
şeyi bana söyleyerek, üstüme atarak bana iftira ettiniz. Siz bana “Grubunuzun
görüşü değişti mi?” diyeceksiniz, ben de “Evet.” diyeceğim! Böyle sizin bana
diyebilmeniz, benim size “Evet.” diyebilmem için bundan önce bu konuda bir
diyalog olması gerekir aramızda. Ne grup değişikliği? Grubumuzun görüşü baştan
beri ayakta duruyor, siz ayaklarınızın üzerinde duramadınız.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
ADİL
KURT (Hakkâri) - Sayın Başkan…
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir saniye, bir saniye. Önce hanginize söz vereyim?
Önce
Sayın Kurt istedi. Bir saniye Sayın Elitaş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, orası muhatabı değil. İftira edilen şahıs
benim, iftirayla itham edilen şahıs
benim. Sayın Hamzaçebi yaptığı konuşmaları ifade ediyor. Ben konuşmalarımızı, telefon konuşmalarımızı, ne konuştuğumuzu
şimdi ifade etme hakkına sahip oldum.
BAŞKAN
– Sayın Elitaş, bu sabaha kadar devam edecek ve neticede de mahkemede tazminat
davasıyla halleşeceksiniz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, bir doğruyu bulmamız lazım.
BAŞKAN
- Buyurun iki dakika söz veriyorum.
13.- Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, günlerden 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü. Sayın
Başbakan’ın Mardin’de toplantısı var. Kadınlar Günü’yle ilgili Mardin’de
toplantı çerçevesinde Sayın Hamzaçebi beni aradı. Dedi ki: “Böyle böyle bir
durum var. Biz bu konuyu görüşmek istiyoruz. Önümüzdeki hafta görüşebilir
miyiz?” “Akif Bey, görüşebiliriz.” dedim. “Ben bir arkadaşlarımla istişare
edeyim, Sayın Başbakanla da görüştükten sonra bu meseleyi gündeme getirelim,
önümüzdeki hafta bu konuyu değerlendirelim.” dedim. “Tamam” denildi. Sayın
Başbakanla görüştük, Sayın Başbakan dedi ki: “Daha hâlâ çıkarmadınız mı o
yasayı?” Açık ve net ifade ediyorum. “Daha hâlâ bu yasa çıkmadı mı?” dedi.
Bakın,
değerli arkadaşlar, yine aramızdaki geçen diyalog: Sayın Hamzaçebi, “Biz diğer
arkadaşlarımızla yaptığımız görüşme çerçevesinde bu Sayın Baykal’ın teklifi
olduğundan dolayı bunu gündeme almak istemiyoruz...” “Niye?” “Kurultaydan önce
gündeme almak istiyoruz.” diye ifadeler kullandı.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Kim? Ben mi?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Açık ve net söylüyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sen ahlaksızsın! Sen şerefsizsin!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Alçak sensin! Alçak, şerefsiz sensin!
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Şerefsizsin sen! Ahlaksızsın! Ahlaksız!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) – Doğruları duymak niye rahatsız ediyor seni!
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 00.23
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.44
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin
Sekizinci Oturumunu açıyorum.
136
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in;
5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84)
(S. Sayısı: 136) (Devam)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın
Hamzaçebi, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın bazı ifadelerine karşı
gösterdiği tepki ve söylediği sözlerden dolayı özür dilediğine ilişkin
açıklaması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce
burada üzücü bir olay yaşadık. Sayın Elitaş’ın gerçek dışı olduğunu ifade
ettiğim beyanlarından sonra, yerime geçtikten sonra, kendisinin buraya, kürsüye
çıkıp yine gerçekle hiçbir ilgisi olmayan birtakım beyanları üzerine yerimden
birtakım tepkilerde bulundum, aşırı tepkilerde bulundum. Bu tepkileri, her
şeyden önce kendime uygun bulmadım, üslubuma uygun bulmadım. Sayın Elitaş’tan
ve Genel Kuruldan özür diliyorum. (Alkışlar)
Bunların
olmaması gerekir. Bu özrüm, Sayın Elitaş’ın açıklamalarının doğru olduğu
anlamına gelmiyor, orada aynı noktadayım. Çok kısaca, bir dakikalık zaman
içerisinde söyleyeyim; o hafta Sayın Başbakanla görüşeceğini söyledikten sonra
bana Elitaş dönmedi, ben ertesi hafta Sayın Canikli’ye sordum yani söylediği
şekilde bir diyaloğun olmasının imkânı yok. Sayın Başbakanla görüştükten sonra
bana dönmedi veya görüşüp görüşmediğini bilmiyorum. Sayın Canikli de
görüşmemizde “Tamam, onun onayı alındı.” dedi ama ondan sonra bir türlü
görüşülemedi. Sonra Ahmet Aydın’la görüştüm, Sayın Mahir Ünal’la görüştüm. Bu
bir türlü gerçekleşmedi. Bunu da bilginize sunuyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir dakika söz talep ediyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Elitaş.
9.- Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin bazı ifadelerinden
üzüntü duyduğuna ilişkin açıklaması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) – Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden eleştiri en ağır ve incitici olabilir, her
şeyi söyleyebiliriz, yeter ki hakaret etmeyelim, yeter ki iftira atmayalım.
Bizim
hayattaki en önemli değerlerimiz, varlığımız ailemiz, anamız, babamız,
evlatlarımız. Üzüldüm, yakıştıramadım, hiç de kendisinden beklemediğim bir
tavırla, belki başkası söylese “Hoş” diyebilirdim, “Olabilir.” diyebilirdim ama
uzun yıllar tanıdığım Sayın Hamzaçebi’nin -burada ifade etmek istemiyorum- 26
Eylül 2006 tarihinde, ramazanın 3’ünde rahmeti Rahman’a kavuşan aziz anama…
Söylemek istemiyorum, aynen de iade etmek de istemiyorum çünkü analar aziz bir
varlıktır. Hiçbir tartışmaya evlatlarımız, analarımız karıştırılmamalıdır.
Şahsımızla ilgili her şey olabilir. Bütün milletvekili arkadaşlardan istirham
ediyorum, en ağır eleştiriler olabilir, en incitici şeyler söylenebilir, yanlış
ifadeler de kullanabiliriz ama bu kullandığımız meseleler bizim aziz olarak
kabul ettiğimiz değerlerin üzerine olmaması gerekir diyor yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubat’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in;
5275 Sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”da Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları (2/241, 2/84)
(S. Sayısı: 136) (Devam)
BAŞKAN
– İç Tüzük Madde 86 gereğince aleyhte
söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN
CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Gecenin bu vakti sabrınızı zorlamak istemiyorum.
İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Doğan Kubat’ın vermiş olduğu teklifin yasalaşacağını
umuyor, bu teklifin milletimize, memleketimize hayırlara vesile olmasını
temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
–Teşekkür ediyorum.
Teklifin
tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Teklif kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Alınan
karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek için 2 Mayıs 2012 Çarşamba günü saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.