DÖNEM: 24 CİLT: 19 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
99’uncu Birleşim
25 Nisan 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed
Murtaza Yetiş’in, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olaylarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
2.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan’ın, Gebze ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına
ve bu sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğine ilişkin açıklaması
2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olaylarına ve bu sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğine ilişkin açıklaması
3.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın bir ifadesini
düzelttiğine ilişkin açıklaması
4.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın,
bazı ifadelerini geri aldığına ilişkin açıklaması
5.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, bazı
ifadelerini geri aldığına ilişkin açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
3.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)
4.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255)
5.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256)
6.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257)
7.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258)
VI.-
MECLİS ARAŞTIRMASI
A) Ön Görüşmeler
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258)
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın,
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın,
Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın CHP Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
4.- Uşak Milletvekili İsmail Güneş’in,
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
3.-
Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa
Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun
ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8
Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223)
4.- Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin
Uyumlaştırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu
Taşımacılığına İlişkin Sınır Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8
Numaralı Ekinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/350) (S. Sayısı: 74)
5.- Bozulabilir Gıda Maddelerinin
Uluslararası Taşımacılığı ve Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel
Ekipmana İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/415) (S. Sayısı: 77)
6.- Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile
Bu Konvansiyonu Tamamlayıcı Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 139)
IX.-
OYLAMALAR
1.- Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin
Uyumlaştırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu
Taşımacılığına İlişkin Sınır Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8
Numaralı Ekinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın
oylaması
2.- Bozulabilir Gıda Maddelerinin
Uluslararası Taşımacılığı ve Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel
Ekipmana İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın oylaması
3.- Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile Bu
Konvansiyonu Tamamlayıcı Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı’nın oylaması
X.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kocaeli Milletvekili Lütfü
Türkkan’ın, sağlık kurumlarında çalışan personelin sorunlarına ilişkin sorusu
ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/4596)
2.- Erzincan Milletvekili Muharrem
Işık’ın, bir holding ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/5476)
3.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar
Demirel’in, kanuna aykırı yayın yaptığı iddia edilen yerel bir televizyona
ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
cevabı (7/5613)
4.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar
Demirel’in, inşaatlarda kullanılan demirin üretimi, ithalatı ve bunların
denetimine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/5631)
5.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlu’nun, yabancı ülkelerle yapılan işbirliği anlaşmalarına,
Nurhak’taki toprak su kanallarının
betonlaştırılması ve ilçenin Tarım Kalkınma Kooperatif ve Süt İşletme Tesisi
ihtiyacına,
- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, TARSİM kapsamında sigorta yaptıran çiftçi sayısına ve çiftçilerin
elektrik borçlarının yeniden yapılanmasına,
İlişkin soruları ve Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı (7/5640), (7/5641), (7/5642)
6.- Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın, Balya ve çevresindeki çevre kirliliğine ilişkin
sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/5767)
7.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlu’nun, Tonya’da bir yüksekokul açılıp açılmayacağına ve konuyla ilgili
bir arsaya ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
cevabı (7/5769)
8.- İstanbul Milletvekili Faik
Tunay’ın, İkitelli OSB’de yaşanan istimlak sorununa ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/5771)
9.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın,
yazılı soru önergelerinin cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlam’ın cevabı (7/5882)
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te
açılarak üç oturum yaptı.
Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu,
sözde Ermeni soykırımı iddialarına,
İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz,
Ermenistan’ın Azerbaycan’da yaptığı soykırım ve işgal altındaki Azerbaycan
topraklarına,
Ankara Milletvekili Seyit Sertçelik, asılsız Ermeni iddialarına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 17 Nisan 2012 tarih ve 22 sayılı Kararı ile Kosova Meclis Başkanı Jakup Krasnıqı ve beraberindeki
Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, asgari ücretin belirlenme yöntemi ve asgari
ücretle çalışanların sorunlarının (10/249),
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
19 milletvekilinin, tutuklu ve hükümlülerin içinde bulunduğu koşulların ve
sağlık sorunlarının (10/250),
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
20 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977'de meydana gelen olayların (10/251),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
AK
PARTİ Grubunun, Genel Kurul gündeminin ve çalışma saatlerinin düzenlenmesine;
Genel Kurulun 25 Nisan 2012 Çarşamba günkü birleşiminde, Ankara Milletvekili
Cevdet Erdöl ve 36 milletvekilinin, Bingöl Milletvekili
İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, Mersin
Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 milletvekilinin, İzmir Milletvekili Hülya Güven
ve 22 milletvekilinin, Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24
milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin,
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla vermiş oldukları Meclis araştırması önergelerinin (10/49), (10/113) ve
(10/118) esas no.lu Meclis araştırması önergeleri ile birlikte okunması ve
görüşmelerinin aynı günkü birleşiminde yapılmasına; 24 Nisan 2012 Salı günkü
birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmemesine ilişkin
önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.
Mardin Milletvekili Erol Dora, Mardin E
Tipi Cezaevindeki olumsuz koşullara,
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, 24
Nisan 1972 tarihinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam
kararlarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmasına,
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri,
İstanbul Milletvekili Engin Alan ve muhalefet partilerinin bazı
milletvekillerinin tutuklu olmasının millî egemenliğin özüne aykırı olduğuna,
İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen
Öğüt, sağlık çalışanlarına yapılan saldırılara,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin
Tanrıkulu’nun, (2/161) esas numaralı Van-Erciş ve Çevresinde Meydana Gelen
Deprem Afeti ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;
1’inci
sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/242, 2/80) (S.
Sayısı: 156),
2’nci sırasında yer alan ve görüşmeleri
yarım kalan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun
(1/569) (S. Sayısı: 180),
Görüşmeleri, Komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü
sırasına alınan, Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı
Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa
Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili
Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı:
223) tümü üzerindeki görüşmeleri tamamlandı, 7’nci maddesine kadar kabul
edildi.
Alınan karar gereğince, 25 Nisan 2012
Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 19.55’te son verildi.
Sadık
YAKUT |
Başkan
Vekili |
|
Özlem
YEMİŞÇİ Muhammet
Rıza YALÇINKAYA |
Tekirdağ Bartın |
Kâtip Üye Kâtip
Üye |
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
134
25
Nisan 2012 Çarşamba
Teklifler
1.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı
ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır'ın; 22/5/2003 Tarihli ve
4857 Sayılı İş Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/517)
(Plan ve Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12/04/2012)
2.- İstanbul Milletvekili Umut Oran ve
2 Milletvekilinin; Avrupa Birliği İşleri Komisyonu Kuruluş Kanunu Teklifi
(2/518) (Avrupa Birliği Uyum ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12/04/2012)
3.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak'ın; Aydın İlinde Acarlar Adıyla Bir İlçe
Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/519) (Plan ve Bütçe ile İçişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/04/2012)
4.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak'ın; Aydın İlinde Bağarası
Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/520) (Plan ve Bütçe ile
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/04/2012)
5.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak'ın; Aydın İlinde, Güzelhisar
Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/521) (Plan ve Bütçe ile
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/04/2012)
6.- İzmir Milletvekili Rıza Türmen'in; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/522) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/04/2012)
7.- Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt
ve İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun; Özel Tüketim Vergisi
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/523) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/04/2012)
Tasarılar
1.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/606) (Plan ve Bütçe ile
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/04/2012)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Libya Geçiş Hükümeti Arasında Libya Ulusal Polisinin Eğitimine ve Kapasite
Geliştirmesine İlişkin İşbirliği Konulu Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/607) (İçişleri ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/04/2012)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 Milletvekilinin, doktorlara yönelik şiddet olaylarının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/01/2012)
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 Milletvekilinin, Şanlıurfa’daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/253) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/02/2012)
3.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 Milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/02/2012)
4.- Mersin Milletvekili MHP Grup
Başkanvekili Mehmet Şandır
ve 19 Milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık
çalışanlarına uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/255) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/03/2012)
5.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 Milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik
şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/04/2012)
6.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 Milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik
artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/04/2012)
7.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 Milletvekilinin sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/258) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/04/2012)
25 Nisan 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza YALÇINKAYA
(Bartın), Bayram Özçelik (Burdur)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 99’uncu Birleşimini
açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır.
Görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına ilişkin söz
isteyen Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’e
aittir.
Buyurun
Sayın Yetiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed
Murtaza Yetiş’in, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olaylarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
MUHAMMED
MURTAZA YETİŞ (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bülbüller bizi
mutlu edecek şarkılar söylemekten başka bir şey yapmazlar. İnsanların
bahçelerinde yetiştirdiği şeyleri yemez, mısır tarlalarına girmezler. Tek
yaptıkları şey, tüm kalpleriyle bize şarkı söylemektir.
Değerli
arkadaşlar, hekimler de tıpkı bülbüller gibi, ilacın diliyle acınızı dindirecek
ve sizi mutlu kılacak sözler söylerler. Zor şartlarda mesleklerini yaparlar.
Cephelerde savaşırlar ama insanı öldürmek için değil, taşıdıkları bilgiyle
acıyı dindirmek ve insanı şifa ile buluşturmak için. Bazen kol gezen ölümün
arasında, kimi zaman salgın hastalıkların ortasındadırlar. Şifanın dağıtıcı eli
olan hekimler dokunulmazdır. Hiç kimseyle paylaşamadığınız mahreminizi
paylaşır, en zor anlarınızda onların yardımını istersiniz. Bu ülkenin
insanları, şifanın vesilesi olarak hekimi, derin bir dostluk bağıyla, çok özel
bir yerde tutar. Bu derin dostluğu modern kültürün seküler,
çatışmacı ve bencil anlayışıyla kuşanmış ruhların yıkmasına izin vermemeliyiz.
Değerli
arkadaşlar, insanların sağlık hakkı, yaşam hakkı her şeyden kutsaldır.
İnsanlara bu hizmeti verebilmek için çocukluğunu, gençliğini tüketen Doktor
Ersin Arslan kardeşimiz elim bir hadise sonucu hunharca öldürülmüştür. Bu
hadiseyi nefretle kınıyor, görevi başında öldürülen kardeşimize Allah’tan
rahmet, babası Ramazan amcaya, annesi Fatma teyzeye, eşi Doktor Sibel Hanım’a,
onu yetiştiren hocalarına, çalışma arkadaşlarına, riyasetinde çalıştığı Çocuk
Hekimi Sayın Bakanımız Recep Akdağ’a ve tüm sağlık camiasına başsağlığı
diliyorum.
Öte
yandan, bir milletvekilinin Van Bölge Hastanesinde görev yapan Doktor Oğuz
Eroğlu’nu dövmesi vahamet kavramıyla açıklanamayacak ölçüde korkunç bir
olaydır. Olayın akabinde özür dilenmesi gerekirken, pervasız bir şekilde “Bir
daha olsa yine döverim.” yaklaşımının ifade edilmesi ise milletvekili aklıyla
izah edilmeyecek bir tavırdır. Bu milletvekilinin, sağlık emekçilerinden, 1
defa değil, 2 defa özür dilemesi gerekmektedir. Usulen açılmış ve kamuoyunun
tepkisini azaltmayı amaçlar bir görüntü veren şeklî bir parti içi soruşturmayla
da bu konu geçiştirilmemelidir. Sormadan edemiyoruz: Dün polisi, bugün hekimi
döven milletvekilleri, milletin verdiği vekâleti millete hizmet edenleri dövmek
için mi almışlardır? Yine sormamız lazım: Bundan sonra sırada kim var?
Değerli
arkadaşlar, Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla ülkemizde yaşanan devrim
niteliğindeki değişiklikler sağlık hizmetine erişimi kolaylaştırmış, bu durum
sağlık çalışanlarının iş yükünü de ciddi biçimde artırmıştır. Uzun yıllar
boyunca ihtiyaçlar dikkate alınmaksızın yapılan mesleki eğitim planlamaları
sağlık personeli sayısının yetersizliğiyle sonuçlanmış ve gelişen yoğun iş
yüküyle birlikte çalışanların da stres kat sayısı artmıştır. Bu nedenle, bir
taraftan güvenlik tedbirlerinin alınması ama diğer taraftan da iş yükünün
azaltılmasına yönelik politikalar hızlandırılmalıdır. Bir bütün olarak sağlık
kuruluşlarındaki çalışma koşulları hem sağlık hizmetini sunan hem de bu hizmeti
alanlar için güvenli ve huzurlu olacak biçimde geliştirilmelidir. Bakanlıkça hastanelere
güvenlik cihazlarının yerleştirilmesi, beyaz kod uygulamasının
yaygınlaştırılması, yirmi dört saat kamera sistemlerinin artırılması, çalışan
hakları ve güvenliği biriminin kurulması gibi tedbirler son derece önemlidir.
Toplumsal şiddet olgusu ve buna bağlı gelişen sağlık çalışanlarına yönelik
şiddet karşısında siyasetçiler, yöneticiler, STK’lar ve kanaat önderleri yüksek
dille tepkilerini ortaya koymalıdır. Hekim-hasta arasındaki derin dostluk,
hekimliğin onuru ve toplumsal saygınlığı korunmalıdır. Tekrar söyleyelim,
şifanın dağıtıcı eli olan hekimlik dokunulmazdır.
Sözlerime
son verirken Gaziantep’teki bir hastanemize Doktor Ersin Arslan kardeşimizin
adını vererek hatırasını ebedileştiren Sağlık Bakanlığına sağlık camiası adına
teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Yetiş.
Gündem
dışı konuşmaya Sağlık Bakanı Recep Akdağ cevap vereceklerdir.
Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Saygıdeğer Başkanım, yüce Meclisimizin değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
aslında çok önemli bir konunun, “sağlık” ve “şiddet”in,
aslında yan yana gelmemesi gereken bu iki kelimenin yoğun biçimde tartışılacağı
bir günde Meclisimizde birlikteyiz. Bu vesileyle, Adıyaman Milletvekilimiz
Murtaza Bey’in konuşmasını da bir sebep addederek konuyla ilgili düşüncelerime
bir giriş yapmak istiyorum. İfade ettiğim gibi, bugün bu meseleyi enine boyuna
birlikte tartışmaya devam edeceğiz.
Değerli
arkadaşlarım, sağlık çalışanlarını şiddete karşı en güçlü şekilde nasıl
koruruz? Bu, aslında, hep birlikte üzerinde gerçekten ciddi ölçüde emek vermeye
ve çalışmaya değer bir konu. Biz aslında son zamanlarda bu konu üzerine
odaklanmış durumdayız.
Şunu
da tespit ettik: Sorun, evrensel bir sorun. Dünyada ve ülkemizde sağlık
kuruluşlarında diğer iş yerlerine göre şiddet oranı oldukça yüksek. Her ne
kadar ülkemizde henüz geniş kapsamlı bir araştırma sonucu yoksa da bu durumdan
haberdarız. Dünyada sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddetin durumunu
gösteren çalışmalar yeterli ölçüde değil. Yani Türkiye’de yeterli çalışma yok
ama dünyada da yeterli çalışma olduğunu söylemek zor. Konuyla ilgili
araştırmaların çoğu küçük örneklem sayılı, yöntemleri farklı ve bunlar bütün
sağlık çalışanlarını da temsil etmekten uzak araştırmalar. Bunlardan ikisinin
araştırma yöntemi oldukça güçlü. Birisi Uluslararası Çalışma Örgütü ile Dünya
Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan standart bir metodoloji
kullanılarak yapılan bir çalışma, yedi ülkede yapılmış bir çalışma; diğeri de
İngiltere’de, İngiltere Sağlık Bakanlığının, merkezî sağlık teşkilatının
yaptığı bir çalışma.
Dünya
Sağlık Örgütünün sıklığı ölçmek için yedi ülkede yaptığı çalışmada çok ilginç
sonuçlar ortaya çıkıyor. Avustralya, Brezilya, Güney Afrika,
Bulgaristan, Portekiz, Tayland, Lübnan’dan verilerin bulunduğu bir rapor bu. Burada
şiddetin sıklığı yüzde 47 ila 76 arasında değişiyor; son bir yılda sağlık
çalışanının uğradığı şiddet oranı araştırılıyor ve bu sıklık, yüzde 47 ila 76
arasında tespit ediliyor.
Türkiye’de
de bu konuda bazı çalışmalar var ancak bu çalışmalardan net veriler elde etmek
mümkün değil. Bunlar bütün sağlık çalışanlarını temsil etmeyen, metodolojisi itibarıyla yeterli göremediğimiz çalışmalar;
farklı yöntemler kullanılmış durumda, karşılaştırma yapmak zor yani veriler
bize çok da yol gösterici değil. Ancak, araştırma sonuçları ne olursa olsun…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) –Bu araştırmayı yapan ya da yaptıran kim, söyler misiniz
Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - …saygıdeğer milletvekilleri, şiddet, sağlık
hizmetleriyle bir arada bulunmasını asla kabul edemeyeceğimiz bir durum. Tek
bir sağlık çalışanının dahi şiddete maruz kalmasını kabul etmiyoruz,
edemiyoruz.
Bütün
bunlarla birlikte, ifade ettiğim gibi, gerek dünya gerek ülkemizdeki veriler ve
gözlemler, bu evrensel sorunla, sağlık çalışanlarının şiddetle önemli ölçüde
karşılaştığını gösteriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmış bir
araştırma var…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Türkiye’dekini kim yapmış efendim, Türkiye’dekini
söyleyin.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - …sağlık kurumunda çalışmanın, şiddete maruz
kalma yönünden 16 kat daha risk oluşturduğunu söylüyor.
Bu
aşamada, değerli milletvekilleri, gerçekten yüce Meclisimizin ortak aklına
ihtiyacımız var, desteğine ihtiyacımız var. Ayrıca, Meclisimizle birlikte
yargının, basının, meslek örgütlerinin samimi desteğine ihtiyacımız var,
elbette muhalefetimizin de desteğine ihtiyacımız var. Sorun böylesine kadim bir
sorun ve aslında, özellikle İngiltere’de yapılan çalışmalar, İngiltere’de bu
hususta alınan tedbirler maalesef şiddeti geriletmeye de yetmemiş. Ama biz şuna
inanıyoruz: Türkiye’de belli bir konuya birlikte el attığımız zaman, mesela
sigara içme konusunda olduğu gibi toplumsal duyarlılığı birlikte
geliştirdiğimiz zaman, biz ülke olarak bu meselelerde diğer ülkelere göre daha
hızlı da yol alabiliyoruz. Ben, doğrusu, ülkemizin bu potansiyeline bu konuda
da güveniyorum. Tabii ki konu siyasi polemiklerin
kısırlığına asla kurban edilmemelidir. İfade ettiğim gibi evrensel ve geçmişten
beri devam eden, köklü ve önemli bir problemle karşı karşıyayız. Bu problemi
çözmeye odaklanmak gerekiyor.
Değerli
milletvekilleri, biliyorsunuz ben bir çocuk hekimiyim. 1978 yılında tıbbiyeye
intisap ettim. Erzurum’da tıp fakültesinde tıp eğitimine başladım. 1978’deki
öğrenciliğimden itibaren yaklaşık olarak otuz üç sene geçmiş. Bu otuz üç
senedir insanımızın sağlığı için canla başla çalışan sağlık camiasının bir
neferi de benim ve bununla da iftihar ediyorum. Başından beri ben de, birçok
hekim gibi, hastaları için gözyaşı döken bir hekimim. Milletvekilliği ve
bakanlık bunu değiştirmiyor. Bir defa bu mesleğe intisap etmişseniz emekli de
olamazsınız; ölünceye kadar insana hizmet etmek, nerede bir insanın yarası
varsa, nerede bir insanın sızısı varsa, nerede problemli bir kişi varsa onunla
ilgilenmek durumundasınız. Hem bedenen ilgilenmek durumundasınız hem ruhen
ilgilenmek durumundasınız. Üstelik çoğu zaman hastalarınız için akıttığınız ya
da akıtacağınız gözyaşını o hastalardan ve yakınlarından da saklamanız gerekir.
Değerli
milletvekilleri, biz, sağlık ailesi olarak hepimiz, kendisini insana adamış bir
aileyiz. Ersin kardeşimin şehadetinden sonra ailesini, eşini, mesai
arkadaşlarını, hastalarını ziyaret ettim.
ORHAN
DÜZGÜN (Tokat) – Doktorları her gün hırsız ilan eden sizsiniz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Birbirimize sarıldık ve acımızı paylaştık. Bütün
sağlık ailesi gibi ben de bu acının ne demek olduğunu çok iyi biliyorum.
Doktor
Ersin Arslan gencecik bir civandı. İnsana hizmet aşkıyla yanan bir
kardeşimizdi. Gerçekten, otuz yaşında, birçok hekimin ya da kuruluşun el
uzatamadığı akciğer kanserli hastalara müdahale eden ve onlar için kendisini,
hayatını adamış bir arkadaşımızdı. Ben onun hatırası önünde yüce Meclisimizin
huzurunda saygıyla eğiliyorum.
Gözü
dönmüş bir caninin şehit ettiği Ersin kardeşimize hepimizin içi yandı. Biliyorum
ki yüce Meclisimizin değerli milletvekillerinin de içi yandı. Kendisine bir
kere daha Cenabıhak’tan rahmet diliyorum; kederli ailesine, annesine, babasına,
kardeşlerine, eşine sabrı cemil niyaz ediyorum; bütün sağlık çalışanlarımıza,
sağlık ailemize de başsağlığı diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, o pırıl pırıl insana yönelen bıçak,
bütün sağlıkçılara olduğu gibi, benim de şahsıma yönelmiş bir bıçaktır.
Şunu
yüce Meclisin kürsüsünden bütün kardeşlerime, bütün sağlık çalışanlarına bir
kere de yüce Meclisin çatısı altında ifade ediyorum: Kim bir sağlık mesleği
mensubuna bir fiske vurursa Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanını karşısında
bulacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onlara yapılmış her hakareti
kendime yapılmış addediyorum. Onlara yapılmış her şiddet içeren davranışı
kendime yapılmış addediyorum.
Biz
tam da bu acıyı yaşarken bu sefer Van’dan çok kötü bir haber geldi, çok ağır
bir haber geldi. Bir milletvekili, bu yaralı şehirde, deprem esnasında ve
deprem sonrasında büyük hizmetler veren Van Bölge Hastanemizde, bu hizmetlerde
büyük emeği olan bir acil tıp uzmanı doktora el uzattı. Bu durum da bizi
derinden yaraladı.
Değerli
arkadaşlarım, ben, doktor kardeşimle, acil tıp uzmanı olan doktor kardeşimle
olaydan hemen sonra telefonla görüştüm; eşiyle de telefonla görüştüm.
Hastanenin Başhekim Vekiliyle de görüşme yaptım ve ilin Valisini de aradım.
Beni çok rahatsız eden bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum: Bu doktor
kardeşimiz olaydan dolayı üzgündü; eşi de üzgündü. Hastane Başhekimimiz de
olaydan dolayı derinden yaralanmıştı çünkü o da küfür yemişti ve tehdit
yemişti. Ancak başka bir şeyi daha müşahede ettim: Bu arkadaşımız, bir
milletvekilinden, bu olay olup bitmiş olmasına rağmen hâlâ korkuyordu. Tutum
böyle bir tutumdu. İl Valisine rica ettim, milletvekili arkadaşımıza ve eşine
koruma verdiler; hastanenin Başhekim Vekiline de koruma verdiler. Değerli
milletvekilleri, bir milletvekiline karşı…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Doktora mı, milletvekiline mi?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Doktora, eşine ve hastanenin Başhekim Vekiline
koruma verildi.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – “Milletvekili” dediniz de.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Özür dilerim, yanlış söyledim, düzeltiyorum:
Acil tıp uzmanı doktor arkadaşımıza, eşi radyoloji uzmanı doktor arkadaşımıza
ve hastanenin Başhekim Vekiline devlet koruma vermek durumunda kaldı. Bir
milletvekiline karşı devlet, devletin valisi çalışanını, doktorunu korumak
zorunda kalıyor. Bu, gerçekten çok acı bir şey değerli arkadaşlarım.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Gelin, dokunulmazlıkları kaldıralım Sayın Bakan.
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Bak Türkiye ne hâle geldi Sayın Bakanım!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Bu duruma yarın Türkiye Büyük Millet Meclisi ne
der, bunu göreceğiz. Savcılık bir fezleke hazırlıyor ancak bu
duruma öncelikle Barış ve Demokrasi Partisinin müdahale edeceğini düşünüyorum,
bunu umut ediyorum çünkü bu hususta bir teşebbüsleri var ama bu teşebbüs
-toplumun vicdanında derin bir yara açan bu olaya karşı Barış ve Demokrasi
Partisinin soruşturma teşebbüsü ya da soruşturma eylemi- süratle
sonuçlandırılmalıdır ve -ben şahsi kanaatimi söylüyorum, parti yöneticileri
takdiri kendileri verecektir- böyle bir fiilin bana göre sonucu, bu şahsın, bu
milletvekilinin partisinden ihraç edilmesi olmalıdır. Bu tedirginliği
sizin huzurunuzda, yüce Meclisin huzurunda da ifade etmek istedim.
Bu
arkadaşımı ben Van’dayken tanımıştım değerli milletvekilleri. Van’da,
gittiğimde, kendi aracının içinde yatan -o depremin hemen sonrasında- ve büyük
fedakârlıklarla Vanlı kardeşlerimize hizmet eden şerefli bir vatan evladından
bahsediyorum. Küçük bir çocukları vardı, o çocuklarını kendi memleketlerine,
ailelerinin yanına göndermişlerdi, karı koca, Van’daki vatandaşlarımıza,
kardeşlerimize o en zor günlerde hizmet eden sağlık ordusunun üyeleriydiler ve
hâlen o hizmeti de devam ettirmekteydiler ama maalesef böyle kötü bir fiille
karşılaştık.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bir hekim olarak şunları ifade etmek
istiyorum: Vatandaşımızın, bütün sağlık camiası için olduğu gibi, benim de
başımın üstünde yeri vardır. Ben, Türk milletinin, bugün sağlıkta verilen
hizmetleri takdir ettiğini, bu hizmetleri veren sağlık ailesinden, hekimlerden
büyük ölçüde razı olduğunu biliyorum, elimizdeki araştırmalar bunu söylüyor. Vatandaşın
hayır duasıyla sık sık karşılaştığımız için bunu da ayrıca biliyoruz. Elbette,
hizmetlerden memnun olmayanlar, olamayanlar da vardır bir ölçüde ama bu, resmin
bütünü için milletin ortak kararını değiştirmez. Hâl böyleyken, zaman zaman,
sağlıkçılara, hemşirelere, acil tıp teknisyenlerine, doktorlara karşı kendini
bilmez, haddini aşan kişilerin sözlü, fiilî saldırılarda bulunduğu bir
gerçektir. Bu tıynette olanlar bilmelidir ki hekimlerimiz, sağlık
çalışanlarımız sahipsiz değildir.
Sağlık
çalışanına şiddet uygulayacak kadar ileri bir kendini bilmezlik hâli mutlaka
gerektiği şekilde cezalandırılmalıdır. Bu konuda emniyet güçlerimiz gerekli
hassasiyeti göstermelidir. Bir kamu kuruluşunda görevi başında bir sağlıkçıya
sözlü veya fiilî saldırı, değerli milletvekilleri, kişisel şikâyet olsun
olmasın, kanunen rapor edilmek ve savcılığa bildirilmek durumundadır. Hem
emniyetimiz hem yargımız sağlıkçıya karşı bir saldırıya büyük bir hassasiyetle
yaklaşmalı, adil biçimde gereğini yerine getirmelidir. Emniyetin ve yargının
tutumu maganda ruhlu saldırganlara haddini bildirmekte hızlı ve kararlı
olmalıdır. Bütün sağlık ailesi olarak yetkililerden bunu bekliyoruz ve ben
ülkenin Sağlık Bakanı olarak huzurunuzda hem Meclisimizin değerli
milletvekillerine hem Türk milletine ifade ediyorum; bunun bizzat takipçisi ben
olacağım.
Burada
basınımıza da önemli bir sorumluluk düşüyor değerli milletvekilleri. Hiçbir
sağlık çalışanı ya da sağlık kuruluşu için yargısız infaz yapılmamalıdır.
Bununla sık sık karşılaşıyoruz maalesef. Basınımız ve kamuoyumuz bilmektedir ki
inceleme gerektiren her durumu dikkatle değerlendiriyoruz, gereğinde
soruşturuyoruz. Bir soruşturma tamamlanmadan, baştan peşin hüküm vermek; bunu
manşetlere, yorumlara yansıtmak -değerli basınımız takdir eder ki- hem
hakkaniyetli olmuyor hem de çok incitici oluyor.
Meslek
örgütlerimize süreçte düşen önemli bir görev var değerli milletvekilleri.
Problemlere dikkat çekmek için eylem yapılmasını çok tabii karşıladığımı bu
konudaki sözlerimin başında ifade etmek isterim ancak yapılan eylemlerde halkın
sağlık hizmeti alma hakkını asla ihlal etmemek gerekiyor. Hepimizin ama
özellikle iktidarıyla muhalefetiyle biz siyasetçilerin, bu konuda, sertliğin,
çatışmanın dili yerine, mümkün olduğunca sevginin ve anlayışın dilini kullanması
gerçekten önemli hâle geliyor.
Buradan
bütün Türk milletine sesleniyorum: Değerli milletim, biliniz ki sağlık
çalışanları büyük bir iş yükü altında çalışmaktadır. Doktor ve hemşire sayımız
son yıllardaki öğrenci sayısının artışına rağmen çok yetersizdir.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – O zaman hakkını verin sağlık çalışanlarına.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Çünkü yıllarca, değerli milletvekilleri,
Türkiye’de belli gruplar, sağlık çalışanı sayısının, hemşire ve doktor
sayısının artmasına direnç göstermişlerdir. Her ne kadar son yıllarda öğrenci
sayısı arttıysa da doktor ve hemşire sayımız daha uzunca bir süre yetersiz
kalacaktır. Ağır bir iş yükü altındayız. İşimizin bütün ağırlığına rağmen
sağlıkta dönüşümün insana kıymet veren anlayışıyla hizmette kusur etmemeye
çalışıyoruz. Ben, değerli vatandaşlarımdan da sağlıkçılara karşı anlayış,
sevgi, saygı ve empati bekliyorum.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Aynı anlayışı siz de göstermelisiniz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Sağlık ailesi gayret, samimiyet ve
fedakârlıklarıyla ancak takdire layıktır.
Değerli
milletvekilleri, tekrar ifade ediyorum: Kendini bilmez, maganda ruhlu,
hastalıklı ruh hâline sahip kişilerin, sosyopatların
sağlıkçılara saldırıları vatandaşımızın sağlıkçılara tepkisi gibi asla
algılanmamalıdır. Bu ülkenin vatandaşları sağlıkçıların kıymetini bilen
insanlardır ve bundan sonra biz, halkımızın da sağlıkçıların kıymetini bilmeye
devam edeceğine inanıyoruz.
Her
geçen yıl imkânlarımız artıyor, Allah’ın izniyle önümüzdeki yıllarda daha güzel
hizmetler vereceğiz. Bu arada, kendini bilmez şiddet heveslileriyle hep
birlikte mücadele edeceğiz, etmek zorundayız. Vatandaşlarımızdan, önümüzdeki
dönemde, biraz sonra görüşmeler sırasında açıklayacağım tedbirlere karşı destek
ve anlayış beklediğimi şimdiden ifade etmek istiyorum. Yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Sayın Şandır, söz talebiniz var, buyurun.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir saniye… Sayın Şandır’ın söz talebi vardı, o
girdi.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına
ve bu sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.
Değerli
arkadaşlar, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de sağlık
çalışanlarına, sebebi ne olursa olsun, yapılan saldırıları kınıyoruz. Hayatını
kaybeden doktor kardeşimize rahmetler diliyoruz, diğer arkadaşımıza sabır
diliyoruz. Ancak Sayın Bakanım, bu ilk olay değil, tek olay değil. Bu konuda
alınması gereken tedbirleri yeterince ve zamanında alamamış olmamızın
sonuçlarıdır bunlar. Tabii ki kabul edilemez, tabii ki bir Sağlık Bakanı olarak
üzüntüleriniz, bu konuda tepkiniz takdire şayandır ancak devlet adamının görevi
geleceği, muhtemeli öngörmektir. Bir insan hayatını kaybetmiştir çok anlamsız
bir sebeple, üzüntümüz çok, ama alınması gereken tedbirleri almak noktasında
teklifinizi sonuna kadar destekleyeceğimizi bilmenizi istiyoruz. Bu noktada
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu konunun araştırılması için bir araştırma
önergesi verdik, gündeme alınmasını talep ettik, maalesef iktidar partisi
grubunun önerileriyle, oylarıyla reddedildi. Ama bugün bir mecburiyet olarak
böyle bir komisyon kurulması noktasına gelinmiş olmasını da önemsiyorum.
Tekrar,
bu konuda devlet olarak, Hükûmet olarak sizi gereken tedbirleri almak
noktasında göreve davet ediyorum. Tekrar, hayatını kaybeden doktor kardeşimize
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak rahmetler diliyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Kaplan, buyurun.
2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olaylarına ve bu sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğine ilişkin açıklaması
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Sağlık
sisteminden kaynaklı özellikle bu tür saldırılar karşısında sağlıkçıların da
hekimlerin de sonuna kadar yanındayız. Onlara yönelik bütün saldırıların
hiçbirini de tasvip etmedik ve inceleme de başlattı partimiz. Elbette ki gereği
ne olacak, onun kararı açıklanacak.
Ancak
Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Bu konuları objektif olarak dile getirmekte
yarar var. Bakın, 2009 yılında bir AK PARTİ milletvekilinin çok daha vahim bir
olayı yaşanıyor; doktoru yumruklama, vesaire… Bu olay basına çok daha vahim bir
şekilde yansıdı. Merak ediyorum: Sayın Bakan koruma verdi mi? Sayın Bakan
doktorlarla ilgili ne yaptı? Partisi ne karar aldı? Partisi ne yaptı?
Yine
Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Hekimler, sağlık emekçileri Kızılay
Meydanı’nda durmadan gaz bombalarına maruz kalıyor. Bu da Hükûmetin bir
politikası. Bu da bir nevi resmî magandalık, resmî şiddet değil midir? Bu
şiddetin karşısında da bir önlem almayı düşünüyor musunuz?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Bir saniye, mikrofonu açtırıyorum, devam edin isterseniz.
Buyurun.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkanım, bugün, bütün parti grupları, birlikte verdiğimiz araştırma
önergelerinde hepimiz ortak bir noktada buluşuyoruz; burada bir çözüm arıyoruz,
sorunu çözmek istiyoruz. Bu çözüm üzerinden konuşurken, Sayın Bakanın bir olayı
özellikle öne çıkarıp bu şekilde yaklaşmasını doğru bulmuyorum. Doğru
bulmadığımızı açıkladığımız gibi, şunu da söylemek istiyoruz: İzmir’de de aynı
gün bir olay yaşandı Sayın Bakanım. İzmir’de özel bir hastanede yaşanan saldırı
olayı karşısında, o hastaneyle ilgili gidip ne yaptınız? Saldırıya uğrayan
doktorunu aradınız mı? O hastanenin hekimleriyle görüştünüz mü? Tabipler
Odasını ziyaret ettiniz mi Sayın Bakanım? Sağlık emekçisi sendikalarını ziyaret
etme gereği duydunuz mu? Bakın, bu olaylar, benzeri olaylar çok fazlaca
yaşanıyor.
BAŞKAN
– Sayın Kaplan, lütfen sözlerinizi tamamlayın. Biraz sonra görüşeceğiz.
Teşekkür
ederim.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Toparlıyorum.
Burada,
gelin, sistem üzerinden soruna köklü bir çözüm getirelim. Köklü çözüm
getirirken de birilerinin üzerinden istismar konusuna girmeyelim, yoksa şöyle,
bir ton belge çıkarılır, sizin partinizin 2009’daki olayına niye suskun
kaldığınızın da cevabı istenir. Buna girmeyelim, bunun bir faydası yok. Soruna
çözüm bulalım.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Hekimlerin yanında mıyız, değil miyiz? Yanında olacağız,
sağlıkçıların sonuna kadar yanında olacağız ve her saldırının da karşısında
olacağız nereden gelirse gelsin. Bunu, biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak
açıklıyoruz.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Gündem
dışı ikinci söz Gebze ve sorunları hakkında söz isteyen Kocaeli Milletvekili
Mehmet Hilal Kaplan’a aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
ORHAN
DÜZGÜN (Tokat) – Sayın Başkan, çok kısa bir söz istemiştim.
BAŞKAN
– Gündem dışı sırasında söz vermiyorum Sayın Milletvekilim.
Buyurun
Sayın Kaplan.
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)
2.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan’ın, Gebze ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
ve tutuklu tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. Gebze bölgesinin
sorunlarını sizlerle paylaşmak için söz almış bulunmaktayım.
Konuşmama
başlamadan önce, meslektaşım olan Doktor Ersin Aslan’ı rahmetle anıyor, sağlık
camiasının başı sağ olsun diyorum. Sayın Bakanımı da bundan sonra sağlık
çalışanlarının yanında olmaya davet ediyorum.
“Gebze
bölgesi” derken Kocaeli ilinin batısında yer alan Çayırova’yı,
Darıca’yı, Gebze’yi ve Dilovası’nı kapsayan bölge olarak kastediyorum. Bölge
sorunlarımızın öncelikli vazgeçilmezi il olmaktır. Yaklaşık 700 bin kişinin
yaşadığı, 9 organize sanayi bölgesinin bulunduğu, Türkiye ekonomisine tek
başına yüzde 8 gibi bir katkı sunan, 2 ve 3 ARGE çalışmasının, TÜBİTAK, TÜSSİDE
gibi ARGE çalışmalarının olduğu bir bölge il olmayı zaten çoktan hak etmiştir.
Yirmi
yıldan beri tüm kurumları ve halkı ile il olmayı beklerken, bu konuda
çalışmalar yaparken, sorunlarımızın büyük bir kısmının çözüm noktasının il
olmaktan geçtiğine inanırken, iktidarınız döneminde 2008 yılında, gerekçesini
henüz sizlerin de açıklamakta zorlandığınız ve bilemediğiniz bu bölgeyi dört
ilçeye böldünüz. Soruyorum size, dörde bölmeniz noktasında ne değişti? Sorunlar
hep aynı. Dörde bölününce sorunlar ortadan kalkmadı; tam tersi, çözümü
noktasında zorlaştı. Zaten, iç içe bir yerleşim içerisinde bulunan bu bölgeyi,
bu dört ilçeyi kâğıt üzerinde ilçe olarak bölmenizin hiç kimseye bir yararı
olmadı kargaşadan başka. Bu bölge, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak ne
yazıktır ki Kocaeli ile şu ana kadar bir entegre olamadı.
İstanbul’un bir banliyösü konumundaki bu bölgenin Kocaeli’yle
karşılaştırıldığında, eğitimde, sağlıkta, emniyet tedbirlerinin alınmasında,
sosyal ve kültürel alanda farklılıkları ve ihmalleri ortada ve gerçektir.
Bölgede
vazgeçilmez ikinci temel ihtiyacımız ve sorunumuz üniversitedir. Bu bölgede
yaşam mücadelesi veren Anadolu’dan gelmiş farklı kültür ve yaşam tarzındaki
insanlara ortak kent kültürünü benimsetmek, bir arada kardeşçe yaşanabilir bir
toplumu benimsetmek adına, özgür düşünebilen, ülkesini seven, insan haklarına
saygılı nesiller yetiştiren, halkı ve sanayisiyle entegre
olmuş, uyum içerisinde olmuş üniversite vazgeçilmezimizdir. 11 fakültesi, 26
meslek yüksekokulu, 65 bin öğrencisiyle Türkiye'nin önemli üniversiteleri
arasında yer alan Kocaeli Üniversitesinin ne yazıktır ki bir fakültesi veya bir
meslek okulu bu bölgede bulunmamaktadır. Bu da ayrıca düşündürücüdür. Üstüne
üstlük, 2001 yılından beri Gebze’de faaliyette bulunan Gebze Meslek
Yüksekokulunun, Hükûmetiniz döneminde, bu öğrenim yılının başında, hangi
gerekçeyle Hereke’ye taşındığını bilemiyorum. Bu
nedenle, Millî Eğitim Bakanlığına, Millî Eğitim Bakanımıza bir soru önergesini 10/10/2011 tarihinde vermiş olmama rağmen, şu ana kadar
yanıt almış değilim. Ancak umutluyum, bölgenin iktidarı ve muhalefetiyle
milletvekillerinin, bu bölgede üniversitenin bir gereksinim olduğunu
bilmelerine, bilincinde olmalarına sevindim. Artık, bir gerekçeniz de kalmadı,
Gebze ve Darıca bölgesinde bulunan askerî kışlalarımızın bu yıl
sonunda taşınıyor olması nedeniyle, Gebze bölgesinde boşalan ve 700 ve
900 dönümlük araziyi TOKİ’ye devretmeden üniversite ve yeşil alana tahsis
edeceğini umuyorum.
Gebze
sanayi bölgesi, hızla gelişiyor ve çarpık gelişiyor. Eskiden Gebze’den
İstanbul’a doğru insan gücü akımı varken şimdi tam tersi. Bir önerim var:
Haydarpaşa ile Kaynarca arasında yapımı devam edilmekte bulunan metronun Gebze’ye kadar devam etmesini hem E-5 ve TEM
trafiğinin yoğunluğunun çözümü noktasında hem de Gebze’nin sosyal ve kültürel
olarak iletişimi sağlaması noktasında çok ciddi bir soruna çözüm olacağını
düşünüyoruz, önemli bir talebimizdir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
MEHMET
HİLAL KAPLAN (Devamla) – Beni dinlediği için yüce Meclise tekrar şükranlarımı
ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Gündem dışı üçüncü söz, süt üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen
Hatay Milletvekili Şefik Çirkin’e aittir.
Buyurun
Sayın Çirkin. (MHP sıralarından alkışlar)
3.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik
Çirkin’in, süt üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı
ADNAN
ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; süt
üreticilerinin yaşadığı sorunları ifade etmek üzere huzurlarınıza gelmiş
bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
buraya Amasya Suluova’da süt üretimi yapan vatandaşlarımızın Sayın Grup Başkan
Vekilimiz Mehmet Şandır Bey’i ziyareti vesilesiyle, kendisinin
görevlendirmesiyle, onların sorunlarını anlatmak üzere kürsüye çıkmış
bulunuyorum. Demek ki ortada bir sorun var.
Değerli
milletvekilleri, tabii, ülkemizin her yöresinde -ben de bir köy çocuğuyum,
Hatay’ın Amik Ovası’nın Keli köyündenim- benim köyümde de, benim ovamın, benim
dağlarımın köylerinde de vatandaşımız ineğini alır, besler ve analarımız,
bacılarımız bununla geçinmeye çalışır. Yani örneğin benim köyümde, bir Behiye
Bacı vardı, bunun rahmetli kocası “İneğin, sütün parasını hanıma verdim. Çok
şükür, geçinip gidiyoruz. Her hafta gidiyor, pazardan ihtiyacımızı alıyor ve
evimize önemli katkılarda bulunuyor” dedi ama bu, 57’nci Hükûmet dönemindeydi,
onu hatırlatırım. Şimdi o Behiye Bacı’nın bu ineklerinden, 2 tane ineğinden
evinin geçimini çıkarmayı bir kenara bırakın, ineklerin masrafını
çıkarabildiğini hiç zannetmiyorum. İşte durum bu.
Şimdi,
Hükûmetimiz, süt üreticilerimizin dertlerine ram olmak üzere, çare olmak üzere
bir ihale yaptı. Okul çocuklarımızın süt içmesi adına bir ihale yaptı ve bu
ihaleyle süt fiyatlarının artacağı, üreticinin dertlerine çare olacağı
düşünülürken süt fiyatları düştü. Peki, sütçüden sütü 660, 689, 698, en yüksek
rakam olmak üzere alan firmalarımız, büyük sanayicilerimiz bu sütün 200
miligramını, çocuklarımıza, yani devlete kaça verecek değerli arkadaşlar?
2.200, 2.850, 2.750 kuruş ortalama litresi. Şimdi bu ihaleler bu sanayicileri
zengin etmek için mi yapılıyor, yoksa süt üreticisinin dertlerine çare olmak
için mi yapılıyor?
Öte
yandan baktığımızda, 18-20 lira arası gerek süt yemi, gerek saman, gerek kepek
noktasında masrafların olduğu bir inekten 20 kilo süt ürettiğiniz zaman, 12
milyon lira, 13 milyon lira gibi bir gelir elde ediyorsunuz. Bu inek ne
yapılır? Bu inek kesilir. Bu inek kesildiği zaman da ne olur? Et fiyatları
artar.
Süt
üreticileri son derece büyük sıkıntılar içerisinde. Getirilen tedbirler süt
üreticilerinin dertlerine hiçbir şekilde çare olmuyor. Bir düvenin büyümesinin,
döllenmesinin, süt vermesinin iki sene olduğu bir
ortamda süt üreticisine verilen desteklerin yeterli olduğunu ifade etmek
kesinlikle mümkün değil. Yani silaj, saman, kepek, bunların masrafı
düşünüldüğünde süt üreticileri yeterli desteği alamıyor ve hayvanını kesiyor.
Süt
sanayicileri ne alıyor? 90 milyon süte toplamda, 70 milyon da süt tozuna destek
alıyor. Sanayici düşmanı değiliz ama burada üreticiye verilen destekle
sanayiciye verilen desteğin arasındaki büyük farkı ortaya koyup, ondan sonra da
milletin hükûmeti olma yolunda gereken tedbirleri, gereken adımları atmak
zorundasınız. Değerli iktidar üyeleri ve Hükûmet yetkilileri bunu bir an evvel
bir şekle getirmek zorunda. Ocak ayında bir toplantı yapıldı, Süt Konseyi bir
karar aldı ve süt fiyatının hazirana kadar 80 kuruş olması ifade edildi, böyle bir ilke
kararı alındı. Buyurun, piyasaya bakın sütün fiyatı ne kadar? Hazır yapılan bu
ihaleyle de süt fiyatlarının yükselmesi beklenirken -nedense- 60-70 kuruşa
düştü. Yani bir ihale niye yapılır? Devlet ne yapar? Bir ihalede en ucuza almak
için, hangi malı olursa olsun, süt de dâhil, en ucuza almak için ihale açar
yoksa bunu pahalı fiyatlara ihalesiz alabilir. Peki, en ucuza aldığı bir malı
piyasada nasıl pahalı bir hâle getirecek bunun mantığı var mı? Yok.
Konuşmamın
sonunda, süt üreticilerimizin dertlerinin bir an evvel çözülmesi ümidiyle
hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Çirkin.
Gündem
dışı konuşmaya Hükûmet adına, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi
Eker cevap vereceklerdir.
Buyurun
Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
GIDA,
TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yüce
Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye’de
son yıllarda uygulanan hayvancılık politikalarıyla gerek süt üretiminde gerek
hayvan başı süt veriminde ve gerekse Türkiye'nin toplam süt üretiminde önemli
artışlar meydana geldi. Türkiye'nin süt üretimi son sekiz yıl içerisinde
toplamda yüzde 62 oranında arttı yani 8,4 milyon tondan 13,6 milyon tona çıktı.
Hayvan varlığı esas itibarıyla çok fazla değişmedi, az bir miktar değişti ama
süt veriminde önemli bir artış meydana geldi. Keza, hayvan başına süt veriminde
de 2002 yılında ortalama 1.700 litre iken şu anda bu da yüzde 70’lere varan
oranda bir artışla 2.900-3.000 litreye hayvan başına süt verimi çıktı.
Tüketimde de aslında buna paralel bir artış var. 2002 yılında 122 kilogram iken
kişi başına Türkiye’de süt tüketimi, 2010 yılında 184 kilograma ulaştı. TÜİK
verilerine göre tespit edilen 184 kilogram süt tüketimi, FAO verilerine göre
101 kilogram olan dünya ortalamasının oldukça üzerinde.
Türkiye’de
tabii üretilen sütün yani 13 milyon ton, 13,6 milyon ton sütün önemli bir kısmı
işletmelerde yani sanayi dışındaki yerlerde, gerek işletme içinde gerekse o
bölgelerde üretiliyor, işleniyor ama yaklaşık 6 milyon 750 bin tonu da
endüstride, sanayide işleniyor, sanayide kullanılıyor. Bu
tabii, hem süt hem süt ürünleri itibarıyla.
Tabii,
hayvancılığın biraz da doğasından gelen ve iklimle alakalı olmak kaydıyla yılın
belli dönemlerinde süt üretiminde artış meydana gelir, yine belirli
dönemlerinde de üretimde azalma meydana gelir çünkü doğumundan sonra yavaş
yavaş süt üretimi artar, üçüncü ayda en üst noktaya çıkar, onuncu ayına
vardığında da zaten kuruya ayrılır. Dolayısıyla o arada bunun bir eğrisi var, o
eğri içerisinde bu da Türkiye’de kış aylarına ve ilkbahara denk geliyor artış.
Şimdi,
eskiden tabii bu zamanlarda, yılın ilkbahar aylarında fiyatlarda bir düşme
meydana gelir ve tabii işte sanayici bu aylarda sütü yeteri kadar buluyor, bu
defa sonbaharda süt arzında azalma olunca da bu farkı dışarıdan ithal edilen
süt tozuyla karşılıyordu. Biz buna hem üretici adına hem Türkiye’de piyasa
adına, sanayici adına bir çare ürettik. O çarelerden bir tanesi şu: Biz,
Türkiye’de bir süt tozu desteklemesi uygulaması başlattık 2009 yılında. 2009
yılında yaklaşık 5 bin ton süt tozuna destek ödemek suretiyle sanayicinin yılın
diğer aylarında ihtiyaç hissettiği süt tozunu içerideki sütün işlenmesinden
temin etsin diye bu uygulamayı başlattık. 2010 yılında
yaklaşık 11 bin ton süt tozu desteği getirdik ve 2011 yılında da dedik ki:
Türkiye’de sanayicinin ne kadar ihtiyacı varsa süt tozuna bir gram dışarıdan
gelmesin, ithal edilmesin, hepsini içeriden destekleyelim, içerideki üreticinin
taze sütü alınsın, burada işlensin, süt tozu olarak muhafaza edilsin, yılın
diğer aylarında, ihtiyaç olan aylarda da sanayici alsın bu süt tozunu, işlesin,
süt ihtiyacını gidersin. Böylece hem sanayici için hem üretici için bu önemli
bir destekleme kalemi hâline geldi ve sadece 2011 yılında yaklaşık 30 bin ton
toplamda süt tozuna denk gelecek şekilde bir işleme ve hatta ihracat imkânı da
getirdik, bir kısmı da bunun ihraç edildi, bir kısmı da Türkiye’de sanayiciler
tarafından kullanıldı ve 31 milyon lira da biz yaklaşık sadece bunun için ödeme
yaptık süt tozu desteklemesi suretiyle. Bu uygulamamız devam ediyor. Tabii sadece bununla ilgili değil süt üreticisinin fiyatlara, fiyat
dalgalanmalarına, yüksek maliyetlere
karşı korunmasıyla ilgili tedbir, süt tozu bunlardan sadece bir tanesi ve
eskiden olmayan bir şeydi, 2009’da biz başlattık 2010, 2011 yılında devam etti,
bu sene de şu anda da bu uygulama sürüyor, devam ediyor, bu sene de bu şekilde,
bu uygulama devam edecek.
İkinci
bir husus, bu son derecede önemli süt üreticileriyle ilgili: Çiğ süt
desteklemesi yapıyoruz. Değerli arkadaşlar, çiğ süt desteği olarak 2011 yılında
ilk üç ayda litre başına 8 kuruş üzerinden, ikinci ve üçüncü üçer aylık
dönemlerde 6’şar kuruş üzerinden ödeme yaptık ve 2011 yılında 421 milyon lira
süt desteklemesi ödemesi yaptık, süt üreticisine. Ki burada 77 vilayetteki, 712
ilçedeki üreticiler, toplam 16.334 köydeki milyonlarca üretici bundan istifade
etti, 421 milyon lira çiğ süt desteği 2011 yılında ödendi. Bir uygulamamız da
bu şekilde.
Bir
başka uygulamamız, biraz önce de sözü edilen okul sütü programı. Değerli
arkadaşlar, okul sütü ile ilgili olarak da ana sınıfı ve ilkokul -1, 2, 3, 4, 5
toplam altı sınıf- öğrencisine, 32.574 okulda, 7 milyon 200 bin civarındaki
öğrenciye günlük olarak, haftanın beş gününde… Bu yıl içerisinde tabii karar
alındı, ihalesi geçen hafta, 17 Nisanda yapıldı. Tabii, bu
bir açık ihale. Öncesinde bir ihale yapıldı, Türkiye’nin bazı bölgeleri
için teklif gelmedi, teklif gelmediğinden dolayı ihale iptal edildi ve bölgeler
birleştirilmek, eşleştirilmek suretiyle, örneğin İç Anadolu Bölgesi Güneydoğu
Anadolu’yla, işte Marmara Karadeniz’le eşleştirilmek suretiyle üç ayrı grup
yapıldı, Marmara-Karadeniz, İç Anadolu-Güneydoğu Anadolu, Ege-Doğu Anadolu ve
Akdeniz olmak üzere. Buralarda 2 Mayıs gününden itibaren de öğrencilerimize süt
dağıtımı başlayacak; 7 milyon 200 bin, her gün, haftada beş gün verilecek.
Şimdi,
tabii, bu bir ihaleyle yapılıyor ve amaç burada birden fazla. Tabii, birinci
öncelikli amacımız şu: Çocuklarımızın sağlıklı beslenmesi için gerekli olan -ki
çok kıymetli bir besin maddesi bildiğiniz gibi süt- süt içme alışkanlığının
kazandırılması, çocuklarımızın sağlıklı beslenmesine yardımcı olunması, bir
amacı bu.
İkincisi:
Tabii, piyasada da süt tüketimini arttırmak bu vesileyle yani piyasadan taze
süt çekilmesini sağlamak, bu da bir ikinci amaç, o tabii, piyasadan
çekildiğinde piyasanın süt arzı belirli bir düzeye iner, o fiyatların üretici
aleyhine aşağı düşmesini önler.
Bir
üçüncü husus da şu: En nihayet, biraz önce size bir rakam verdim, dedim ki:
13,6 milyon ton Türkiye’de yılda süt üretiliyor. Ama bunun sanayide işlenen
kısmı 6 küsur milyon, o da bizim Hükûmetimiz döneminde bu seviyelere çıktı yani
bunun üçte 1’i oranında falandı, sanayide işlenen süt çok azdı, şimdi arttı.
Sanayide işlemek suretiyle, bir de bunu bir manada teşvik etmiş oluyoruz ki hem
gıda sanayisi gelişmiş olsun, o gıda sanayisiyle birlikte tarıma dayalı sanayi
gelişsin hem tarımsal üretim ve hayvansal üretimi arttırsın hem istihdam
yaratsın hem ekonomik büyüme ve kalkınma olsun.
Tabii
ki, Sayın Vekilimizin söylediği işte, çiğ süt fiyatı işte, şu ama 200 mililitre
şu fiyata satılıyor, dolayısıyla buna geliyor. Bunun üzerinde tabii, bir
mukayese yapılmaz, şunun için yapılmaz: Sonuçta, bunun ambalajı var, sanayide
işlenmesi var yani 200 mililitrelik ambalajlı kutu, sanayide işlenen sütün bir
maliyeti var. Ama bu herkese açık ve amacımız da tabii, Türkiye’deki
üreticinin, Türkiye’deki sanayicinin kazanması. Burada bir tek gaye, bir tek
amaç yok. Ama bunu okullara, üstelik alan firmalar okulların kendisine bunu
teslim edecek ve diyelim bir gün, olur ya bir okula gecikme olursa ertesi günü
iki kutu süt verilecek yani bir kayıp söz konusu olmayacak. Sonuç itibarıyla,
Türkiye'nin neresinde bulunursa bulunsun her öğrenci eşit miktarda süt almış
olacak devletten, devletin bu programı çerçevesinde.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, biz tabii, Türkiye’de bu hayvancılıkla ilgili
faaliyetleri belirli şekillerde destekliyoruz. Yani süt üretimi, süt üretimiyle
ilgili gerek çiğ sütle gerek okul sütüyle gerek süt tozuyla ilgili olarak
yaptığımız destekleme bizim hayvancılık politikamızın ve desteklemelerimizin
sadece bir kısmı.
Şimdi,
daha önce de söyledim, önemine binaen bir daha arz etmek istiyorum: Eskiden
Türkiye’de tarım diğer sektörlerin üvey evladı, hayvancılık da tarımın kendi
üvey evladıydı; yani üvey evladın üvey evladıydı hayvancılık. Nasıl, nereden
söylüyoruz bunu? Şuradan söylüyoruz: Devlet, destek veriyordu. Tarıma 100 lira
veriyorsa, bütün tarım destekleri 100 liraysa bunun 4 lirasını sadece
hayvancılığa ayırıyordu; yani yüzde 4’ü hayvancılığa gidiyordu.
Şimdi,
böyle bir yapıyla hayvancılığı sizin sürdürebilmeniz, verimli bir şekilde bunu
idame ettirmeniz mümkün mü? Elbette ki, değil. Biz bu yanlışı düzelttik. Nasıl
düzelttik? O yüzde 4’lerdeki tarım içerisindeki hayvancılığın payını yüzde
27’lere, yüzde 28’lere çıkardık. Bu sene, 2012 yılı içerisinde şimdi et
sığırcılığına da ayrı, özel destek veriyoruz. Onları da korumak maksadıyla,
besicileri, özellikle yem probleminden dolayı süt sığırcılığını, damızlık
yetiştiriciliğini, buna benzer düve yetiştiriciliğini, bunları da ayrıca özel
şekillerde destekliyoruz.
DAP
ve GAP bölgesinde, Eylem Planı çerçevesinde büyük işletmeleri teşvik ediyoruz,
oralarda büyük işletmeler kurulmasını destekledik. Örneğin, GAP illerinde,
sadece 9 ilde 2011 yılı sonuna kadar 126 adet proje gerçekleştirildi, 128 proje
devam ediyor.
Yine
DAP illerinde, 16 ilde 78 proje gerçekleştirildi, 101 proje de devam ediyor. Bu
projelerin hepsi 50 baş üstü işletmedir. Yani orta ve büyük işletmeler
kurulmasını destekliyoruz. Neden? Çünkü orta ve büyük işletmelerle hem istihdam
yaratılır hem ölçek ekonomisi yakalanır ve o ölçek ekonomisiyle biraz daha
kârlılığı yüksek işletmelerin oluşması hedefleniyor ki Türkiye'nin de bu manada
rekabetçi olabilmesi bu şekilde mümkün. Ama Bakanlığımızın, bunun dışında bu
sene içerisinde, 2012 yılı içerisinde toplam, hayvan üreticisine hayvancılık
faaliyetleri için bizim ödeyeceğimiz para 2 milyar 160 milyon lira. 7,6 milyar
liralık toplam tarım desteğinin içerisinde bu kadarı, 2 milyar 160 milyon lirası
hayvancılığa gidiyor ki bu da yüzde 27-yüzde 28’lere tekabül ediyor yani toplam
desteğimizin önemli bir kısmı hayvancılık faaliyetlerine tahsis edilmiş
durumda.
Kırsal
kalkınma yatırımlarının desteklenmesi kapsamında 600 bin liraya kadarki yatırım
tutarının yüzde 50’sini hibe veriyoruz Türkiye'nin her tarafında ve sekiz yüz
elliye yakın proje tamamladık. Hayvansal ürün işleyen, paketleyen, ambalajlayan
tesis yani bir başka deyişle fabrika kurduruyoruz, bunlar 10 kişi, 15 kişi,
yerine göre 20 kişi istihdam ediyor. 600 bin liralık sermayesinin, yatırım
tutarının yüzde 50’sini hibe olarak biz karşılıyoruz ve bu şekilde, sekiz yüz
elliye yakın tesis tamamladık, şu anda faal ve çalışıyor.
Şimdi,
IPARD kapsamında yirmi il artı yirmi iki ilde tekrar, hayvancılıkla ilgili bir
başka projemiz var. Eğer yatırımcının yaşı kırkın altındaysa yüzde 65’e kadar,
kırkın üzerindeyse yüzde 50, orada da hibe vereceğiz. Neye bu yirmi küsur
vilayet içerisinde? Bunlarda amaç, IPARD Programı’nda, daha çok bu alana
yatırım yapılması. Bütün bunlar aslında piyasadaki, süt dâhil olmak üzere veya
süt başta olmak üzere hayvansal ürünlerin piyasadan arzının çekilmesi ve
işlenip katma değeri yüksek ürüne dönüştürülmesidir. Ürün fiyatının düşmesi
ancak bu şekilde önlenir.
Son
olarak bir şey daha ifade etmek istiyorum. Önceden, biliyorsunuz, bu et balık
kurumları 1990’lı yılların başında özelleştirme kapsamına alınmış ve
kombinaların çoğu satılmıştı. Biz iktidara geldiğimizde beş altı tane kalmıştı.
Onları 2005 yılında özelleştirme kapsamından çıkardık, üstüne yenileri de ilave
ettik ve hayvancılık sektörünün emrine, hizmetine bunu sunduk. Yaklaşık 80
milyon lira da yatırım yaptık bunlara, yenileri de ilave ettik bunların
üzerine. Şimdi, bu Et Balık’ın yapısını, biz, süt faaliyetleriyle ilgili de
müdahale yapabilecek, yani piyasadaki süt fazlasını gerektiğinde piyasadan bir
mekanizmayla çekip, ürüne dönüştürüp, bunu saklayıp arzın az olduğu dönemlerde
bunu piyasaya sunmak suretiyle fiyatın stabil hâle
getirilmesini, fiyatın kontrol edilmesini, hem üretici lehine hem tüketici ve
sanayici lehine bu mekanizmayı tesis edecek bir yapılanmaya götürüyoruz. Et
Balık’ın tüzüğünün değişmesi lazım, şu anda bununla ilgili, Yüksek Planlama
Kuruluna onu gönderdik. Bir de bir iki maddelik bir kanun tasarımız var, bunu
da inşallah yüce Meclisin huzuruna getireceğiz. Getireceğiz ki özellikle Sayın
Vekilimizin de dile getirdiği süt fiyatlarının belirli zamanlarda düşmesinin
önüne tam olarak geçilebilsin. Ama normal bizim kendi desteklemelerimiz, gerek
yem desteği…
Değerli
arkadaşlar, şimdi, mesela yemden bahsedildi. Türkiye’de 50 milyon ton,
sığırlarla diğer hayvanların yem ihtiyacı vardı; yeşil yem ihtiyacı, kaba yem
ihtiyacı. Bunun 25 milyon tonu Türkiye’de üretiliyordu, 25 milyonu samandan
karşılanıyordu ve samanın besleyici değeri sıfır, bunu herkes bilir. Şimdi, biz
bu 25 milyondan devraldığımız kaba yem üretimini 37,5 milyon tona çıkardık. Yem
bitkileri ekiliş alanı yaklaşık 2 kat arttı. Ee,
nasıl oldu bu? Desteklemeyle oldu. Yem ekilişlerini, özellikle silajlık mısır
başta olmak üzere yem ekilişlerini destekleme kapsamına aldık ve destekleme
kapsamına almak suretiyle de burada ciddi bir gelişme oldu. Bununla Türkiye’de
hem verimlilik hem üretimde bir artış var. Sorunlarla zaman zaman karşılıyoruz,
o sorunların çözümüyle ilgili olarak da Hükûmet olarak yakın takibe ve kontrol
altına alıyoruz. İmkânlarımız… Örneğin besicilerle ilgili -hesapta, mesela,
yoktu- geçenlerde bir karar aldık, 450 milyon lira besiciye para aktarıyoruz. 1
Ocak 2012’den geçerli olmak üzere hayvan başına 300 lira destek ödemesi
yapıyoruz. İşte okul sütü yine buna benzer bir proje. Çiğ süt
desteği, yem desteği vesaire bunların hepsi ihtiyaçla belirlenen, bir
stratejiyle hesaplanan ve uygulanan politikaların sonucunda.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hayvancılıkla ilgili gündem dışı söz alan
Sayın Şefik Çirkin Bey’e çok teşekkür ediyorum, bu vesileyle bunları dile
getirmemize yardımcı olduğu için.
Saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
9
sayın milletvekilimiz sisteme girdi, söz istediler ama gündem dışı konuşmalarda
sadece gündem dışı konuşmacılara söz veriyoruz. Söz veremiyorum, kusura
kalmayın.
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Gündeme geçiyoruz.
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkanım, gündem içinde bir şey söylemek
istiyorum.
BAŞKAN
– Lütfen Sayın Canalioğlu…
MUHARREM
VARLI (Adana) – 60’a göre…
BAŞKAN
– Hayır, bu konularla ilgili, lütfen…
MEHMET
VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) – Van’da saldırıya uğrayan, milletvekili tarafından
şiddete uğrayan, dövülen doktor Trabzonludur,
Trabzonlu hemşehrimdir. Biz bir milletvekili olarak,
seçilmiş insan olarak sabırlı ve hoşgörülü olmalıyız. Varsa eksiklikler hukuk
yönünden bunun çözülmesi gerektiği için milletvekilimizin yapmış olduğu bu
olayı kınıyor ve başta Antep’te vefat eden doktorumuza Allah’tan rahmet,
yakınlarına ve sağlık çalışanlarına başsağlığı, Trabzonlu doktorumuza da geçmiş
olsun diyorum.
BAŞKAN
– Sayın Canalioğlu, teşekkür ediyorum, zaten biraz sonra görüşülecek.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Sayın Başkan, 60’a göre kısa bir katkıda bulunmak istiyorum.
BAŞKAN
– Hayır, gündem dışı konuşmalar sırasında olmaz Sayın Vekilim çünkü gündem
dışı, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesi çok net ve açık.
MUHARREM
VARLI (Adana) – Sayın Başkanım, sizin uygulamalarınızdan biz de şaşırdık, bir
başkan vekili söz veriyor, öbür başkan vekili söz vermiyor. Yani biz de nasıl
davranacağımızı şaşırdık.
BAŞKAN
– Bilemem. Benim uygulamam böyle efendim. İç Tüzük’ü
uyguluyorum.
Teşekkür
ediyorum.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin yedi önerge vardır, okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Sağlıklı
ve güvenli bir ortamda çalışmanın; çalışanın yaşam süresini uzatması, çalışma
etkinliğini arttırması, işe devamlılığını sağlaması gibi pek çok yararı vardır.
Bunun yanında, sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmak sadece çalışanın
sağlığının sürdürülmesi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi ile sınırlı
değildir. Aynı zamanda çalışanın, sosyal yaşamından hizmet sunduğu alana kadar
iyilik halinin devamını ve iş veriminin artmasını da sağlar.
Son
senelerde artış gösteren doktorlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
içerikli saldırılar, toplumsal bir sorun haline gelmiştir. 2009 yılında 23,
2010 yılında 27, 2011 yılında ise 49 sağlık emekçisi şiddete maruz kalmıştır.
Ne yazık ki rakamlar yıllara göre şiddet olaylarının giderek arttığını
göstermektedir. Bu durumun nedenleri ise sadece güvenlik boyutuyla
açıklanamayacak kadar derindir. Uygulanan sağlık politikaları nedeniyle
doktorluk mesleğine olan saygının ortadan kalkması, hastane çalışanları için
yeterli güvenliğin olmaması ve daha da önemlisi çoğu zaman sağlık sistemindeki
bozuklukların tek nedeninin doktorlar ve sağlık çalışanları olduğunun
yetkililer tarafından ifade edilmesi gibi nedenler onları hedef haline
getirmektedir.
Ülkemizde
yaşanan üzücü olaylar sağlık personelinin moralini bozmakta, çalışma şevkini
kırmakta ve sağlık personelini yıpratmaktadır. Sağlık personeli, hasta ve hasta
yakınlarının fiziki ve sözlü saldırılarına maruz kalmaya devam etmektedir.
Bunun en son örneği ise Diyarbakır Eğitim ve Araştırma hastanesinde yaşanmış,
Dr. Rodin Sarı Polat hasta yakınları tarafından feci
şekilde dövülerek yaşamsal tehlike geçirmiştir. Bu olayla birlikte son bir yıl
içinde yalnızca Diyarbakır'da şiddete maruz kalan sağlık çalışanı sayısı 5’e
yükselmiştir.
Sağlık
hizmetinin kaliteli ve huzurlu bir şekilde sunulması, toplum sağlığının
gelişmesi açısından olmazsa olmaz bir ilkedir. Sağlık personeli ve özellikle
doktorların, saldırıya uğrayacağı düşüncesiyle hareket ederek hizmet vermeye
çalışması, toplum sağlığının gelişmesine yeterli katkıyı sunmasına engel
olacaktır. Doktorların verimli çalışamaması, sadece toplum sağlığının değil,
ülke ekonomisinin de ciddi bir kaybıyla sonuçlanacaktır.
Özellikle
son senelerde, hastanın ölümü sonucunda ya da keyfi nedenlerle hasta
yakınlarının doktorlara dönük uyguladığı şiddet, küçük saldırıların ötesine
geçmiştir. Önceki senelerde hasta yakını tarafından öldürülen, ölümle
sonuçlanmasa dahi sakat kalarak mesleklerinden uzaklaşan sağlık çalışanları
olmuştur. Doktorlar ve sağlık çalışanları, tehdit altında olduklarını ve
mesleklerini yapamaz hale geldiklerini sık sık vurgulamaktadırlar.
Doktorların
güvenlik açısından yaşadıkları sorunların altında yatan nedenlerin ve çözüm
yollarının çok boyutlu olması, bu konunun daha ayrıntıyla araştırılmasını
gerekli kılmaktadır. Bundan dolayı, doktorların maruz kaldığı şiddet
olaylarının nedenlerinin ve çözüm yollarının tespiti amacıyla Anayasa'nın 98.
ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri uyarınca
Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
2)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
3)
Mehmet Şeker (Gaziantep)
4)
Atilla Kart (Konya)
5)
Celal Dinçer (İstanbul)
6)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
7)
Muharrem Işık (Erzincan)
8)
Hülya Güven (İzmir)
9)
Gürkut Acar (Antalya)
10)
İlhan Demiröz (Bursa)
11)
Erdal Aksünger (İzmir)
12)
İhsan Özkes (İstanbul)
13)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
14)
Ali Serindağ (Gaziantep)
15)
Yıldıray Sapan (Antalya)
16)
Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
17)
Haluk Eyidoğan (İstanbul)
18)
Fatma Nur Serter (İstanbul)
19)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
20)
Tolga Çandar (Muğla)
21)
Turgut Dibek (Kırklareli)
22)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
23)
Mahmut Tanal (İstanbul)
24)
Uğur Bayraktutan (Artvin)
25)
Ali Özgündüz (İstanbul)
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Şanlıurfa'daki
hastanelerde meydana gelen doktorlara saldırıların nedenlerinin araştırılması
ve önlenmesi için gerekli tedbirlerin ivedilikle alınması amacıyla Anayasanın
98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105’nci maddeleri uyarınca
Meclis Araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımla arz ederiz.
30.01.2012
Gerekçe:
Şanlıurfa
Eğitim ve Araştırma Hastane’sinde son zamanlarda
artan hastane baskınları ve doktorlara karşı uygulanan saldırılar Şanlıurfa'nın
ve Türkiye'nin gündeminde yer bulmakta ve Şanlıurfa'da kamu düzeninin en çok
olması gereken hastanelerde bozulduğu görülmektedir. En son çıkan haberlere
göre, Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma hastanesinde bir doktor ile başhekim
yardımcısı arasında çıkan tartışmaya başhekimin de katılmasının ardından,
hastaneye tarafların yakını olduklarını öne süren çok sayıda sarıklı ve sakallı
kişi gelmiştir. Bu kişiler hastane koridorlarını doldurmuş ve orada bir kargaşa
yaratmıştır. Yine aynı şekilde, başka bir grup da tartışmaya dâhil olarak,
koridorları doldurmuştur. En sessiz ve sakin olması gereken hastanelerde bu tür
olayların yaşanması elim ve üzüntü verici olmasının yanı sıra kamu düzeni ve
bireylerin kişilik haklarına yönelik bir saldırıdır.
Diğer
bir olay ise, son bir ay içerisinde Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama
Hastanesi'nde görev yapan üç sağlık çalışanı görevi başındayken bıçaklanmış,
darp edilmiş, sözlü ve fiili saldırılara maruz kalmıştır. Devlet, her bireyini
olduğu gibi sağlık çalışanlarını da korumakla yükümlüdür.
Sağlıkta
yaşanan sorunların ve aksaklıkların sorumlusunun hekimler ve sağlık
çalışanlarının olduğu algısı sağlık çalışanlarına hemen her gün
polikliniklerde, acil servislerde, hastane koridorlarında şiddet olarak geri
dönmektedir.
Şiddet,
ülkemizin içinde bulunduğu toplumsal süreçte her alanda hızla artarken;
şiddetin oluşmasını önleyici tedbirler ne yazık ki alınmamaktadır. Toplumsal
şiddetin artışına paralel olarak sağlık çalışanları ve hekimler de son
zamanlarda çok boyutlu olarak şiddet ile karşı karşıya kalmaktadır. Sağlık
kurumlarında çalışmak diğer işyerlerine göre şiddete uğrama yönünden daha da
riskli hâle gelmiştir. Hastalar kadar diğer hasta yakınları da sağlık
çalışanlarına şiddet uygulama eğilimindedir. Bunun canlı örneği, 16.09.2011
tarihinde Balıklıgöl Devlet Hastanesinde yakını vefat
ettiği için hekim, nöbetçi hemşire, laborant, güvenlik görevlisi ve kısaca
önüne çıkan tüm sağlık çalışanlarına hasta yakınları tarafından yapılan sözel
ve fiziksel şiddettir.
Diğer
bir husus ise, sorumluların bu kayıtsızlığı sonucu hastalar tarafından şiddet
öncelikli hizmet almak için bilinçli uygulanır hâle gelmiştir. Şiddet
olaylarına bağlı olarak hekimler ve sağlık çalışanları hasta ya da hasta yakını
tarafından şiddete uğrayacağı algısını taşımakta ve de mesleğini gereği gibi
yapamaz duruma gelmişlerdir. Hekimler ve sağlık çalışanları, yaşadıkları şiddet
olayları karşısında ilgililerin konuya duyarsız kalmaları sonucu kurumlarına
karşı güvensizlik duymaktadır.
Tüm
bu gerekçelerle, Şanlıurfa'daki hastanelerde meydana gelen doktorlara
saldırıların nedenlerinin araştırılması ve önlenmesi için gerekli tedbirlerin
ivedilikle alınması amacıyla Anayasa’nın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç
Tüzüğü’nün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması
hususunda gereğini saygılarımızla arz ederiz.
1)
Mahmut Tanal (İstanbul)
2)
Ali Serindağ (Gaziantep)
3)
Haydar Akar (Kocaeli)
4)
Bülent Tezcan (Aydın)
5)
Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
6)
Muharrem Işık (Erzincan)
7)
Turgay Develi (Adana)
8)
Hasan Akgöl (Hatay)
9)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
10)
Erdal Aksünger (İzmir)
11)
Tolga Çandar (Muğla)
12)
Malik Ecder Özdemir (Sivas)
13)
Arif Bulut (Antalya)
14)
Doğan Şafak (Niğde)
15)
Haluk Eyidoğan (İstanbul)
16)
Levent Gök (Ankara)
17)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18)
Gürkut Acar (Antalya)
19)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
20)
Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
21)
İhsan Özkes (İstanbul)
22)
Hurşit Güneş (Kocaeli)
23)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
24)
Kamer Genç (Tunceli)
25)
Birgül Ayman Güler (İzmir)
3.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet; "hasta, hasta yakınları ya da diğer başka
bir bireyden gelen, sağlık çalışanı için risk oluşturan sözel ya da davranışsal
tehdit, fiziksel saldırı veya cinsel saldırı" olarak tanımlanmaktadır.
Sağlık hizmetleri sunulan ortamlarda hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik
şiddet son yıllarda artış göstermektedir. Hastaneler sağlık çalışanları için
tehlikeli ortamlar haline gelmekte, bu nedenle de sağlık çalışanları kendilerini
güvende hissetmemektedir.
Sağlık
Bakanı Sayın Recep Akdağ 6 Aralık 2011 tarihli Meclis 29. Birleşiminde sağlık
personeline yönelik fiziksel şiddetin kontrol altına alınması için yönetmelik
yayınladıklarını ve "beyaz kod sistemi" denilen güvenlik görevlilerinin
erken müdahalesine imkân veren erken uyarı sistemi geliştirdiklerini
belirtmiştir.
Ancak
sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti inceleyen bilimsel çalışmalar tarandığında
sorunun fiziksel önlemlerle yapılan bir düzenleme ile çözümlenemeyeceği, daha
kapsamlı çözümler gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Hekime
Yönelik Şiddet Nasıl Önlenir Çalıştayı sorumluları
hazırladıkları anketle 01.02.2009 tarihinde İstanbul Tabip Odasına (İTO)
kayıtlı 12.296 hekimden, hekim ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin
sebeplerini kısa başlıklar halinde ve önem sırasına göre yazmalarını
istemiştir. Alınan yanıtlarda şiddetin nedenleri olarak 10 başlık öne
çıkmaktadır:
"1)
Sağlıkta Dönüşüm Programı,
2)
Sağlık çalışanlarının siyasi iktidar tarafından hedef gösterilmesi,
3)
Toplum eğitim düzeyinin düşük olması,
4)
Sağlık çalışanları hakkında medyada çıkan olumsuz, yalan haberler ve yorumlar,
5)
İletişim becerilerinde yetersizlik,
6)
Yetişmiş insan gücü ve fiziki kapasite yetersizliği,
7)
Aşırı iş yükü ve iş duyumsuzluğu ve tükenmişlik,
8)
Toplumsal nedenler ve şiddete eğilimin artması,
9)
Şiddeti önleyici yasal düzenlemelerin yetersizliği ve etkin güvenlik
önlemlerinin alınamaması,
10)
Çalışma ortamı ve mimari yapılanmanın uygunsuzluğu."
Sağlık
kurumları üzerinde yürütülen çalışmaların bulgularından sağlık ortamında
şiddetin diğer iş yerlerine göre oldukça fazla olduğu ve az kayda alındığı
ortaya çıkmaktadır. Şiddeti ölçmek için sağlık kurumlarında şiddetin sıklığına
bakılmaktadır. Buna göre sağlık çalışanlarının sözel şiddete fiziksel şiddetten
daha fazla maruz kaldıkları ortaya çıkmaktadır.
Sağlık
çalışanlarından, gruplarına göre birinci sırada hemşirelerin, ikinci sıklıkta
pratisyen hekimlerin, daha sonra uzman hekimler ve diğer personelin şiddete
maruz kaldığı saptanmıştır. Kadın çalışanların daha sık şiddete maruz
kaldıkları belirtilmektedir.
Şiddetin
gerçekleştiği yerin özelliği birinci sıklıkta acil servislerin, ikinci sıklıkta
psikiyatri klinikleri olmasıdır. Servisler ve poliklinikler de güvenli ortamlar
değildir.
Acil
servisler acil müdahale gerektiren vakaların geldiği ve hayati risk taşıyan
hastaların bulunduğu yerlerdir. Bu nedenle acil servis çalışanları, hasta ve
hasta yakınları streslidir. Hasta yakınları çeşitli sebeplerden dolayı
saldırganlaşma eğilimi gösterebilmektedir. Yakın zamanda acil hasta tanımına
ilişkin getirilen düzenleme hasta ve hekimi karşı karşıya getirmektedir. Acile
başvuruyu azaltmak için acil hasta tanımı da hekime bırakılmıştır.
Etkili
güvenlik eğitimleri, 24 saat güvenlik, güvenlikli kapılar, kameralar, metal
detektörler, kontrol noktaları, koruyucu pencereler ve panik alarmlar gibi
önlemlerin fiziksel şiddeti bugüne dek tek başına önleyemediği görülmüştür. Bu
türden önlemlerin sağlık çalışanlarının en sık maruz kaldıkları sözel şiddeti
önlemede de etkisiz yöntemler olduğu açıktır.
Sağlık
personeline yapılan sözlü saldırılar, yaralamalar, darp ve öldürmeye ilişkin
hükümler genel hükümlere tabi tutulmaktadır. Bugüne kadar çıkarılan
yönetmeliğin tek başına bir yararının olmadığı ve şiddetin giderek arttığı
açıktır. Sağlık çalışanlarının şiddetten korunmasına yönelik alınacak
önlemlerin ne olması gerektiği ve sebeplerinin daha detaylı olarak
araştırılması gerekmektedir. Bu nedenle Anayasamızın 98. maddesi ve TBMM İç
Tüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Araştırma Komisyonu kurulmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1)
Hülya Güven (İzmir)
2)
Metin Lütfi Baydar (Aydın)
3)
Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
4)
Alaattin Yüksel (İzmir)
5)
Gürkut Acar (Antalya)
6)
Recep Gürkan (Edirne)
7)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
8)
Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
9)
İhsan Özkes (İstanbul)
10)
İdris Yıldız (Ordu)
11)
Mehmet Ali Susam (İzmir)
12)
Dilek Akagün Yılmaz
(Uşak)
13)
Emre Köprülü (Tekirdağ)
14)
Veli Ağbaba (Malatya)
15)
Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
16)
Ali Haydar Öner (Isparta)
17)
Hurşit Güneş (Kocaeli)
18)
Süleyman Çelebi (İstanbul)
19)
Mustafa Moroğlu
(İzmir)
20)
Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
21)
Rahmi Aşkın Türeli (İzmir)
22)
Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
23)
Candan Yüceer (Tekirdağ)
4.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
"Hasta
ve hasta yakınlarının sağlık çalışanları üzerinde uyguladıkları şiddetin
sebepleri ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi" amacıyla, aşağıda belirtilen gerekçelerle Anayasa'mızın
98'inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün
104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve
teklif ederiz.
Gerekçe:
Doktor,
bir insanın en önemli varlığı diye nitelendirilen sağlık alanında uzun yıllar
hem teorik hem de pratik eğitim görerek, insanlara bu alanda hizmet veren bir
meslek erbabıdır. İnsanoğlu var olduğu sürece doktorluk mesleğine olan ihtiyaç
bitmeyecektir. İnsan hayatıyla doğrudan ilgili her meslekte olduğu gibi
doktorluk mesleği de kutsal mesleklerden sayılmaktadır.
Doktorlar,
gece gündüz demeden, ırk, din, dil gözetmeden kutsal bir görev yapsa da
nihayetinde o da bir insandır.
Hastanelerin,
özellikle acil servislerine getirilen hastalarla ilgilenen doktorlar, ayrıca
hastaların yakınları ile de bir şekilde ilgilenmek durumunda kalmaktadırlar.
Tahlilleri devam eden hastanın sonuçları çıkana kadar, hasta yakınları
sabırsızlıkla sonuçların ne olduğunu öğrenmek istemektedirler.
Hasta
yakınlarının bu şekildeki davranışları, insan hayatıyla doğrudan bir meslek
icra eden doktorların, hastalarına daha kaliteli hizmet vermesini
engellemektedir.
Asli
görevi o anda hasta ile ilgilenmesi gereken doktorlar, işlerini yapmayı
engelleyecek kadar ileri giden bazı hasta yakınları ile de uğraşmak durumunda
kalmaktadır.
Birtakım
sorularının cevapsız kalması neticesinde, hastalarıyla ilgilenilmediği kanısına
kapılan hasta yakınları daha agresif olmaktadır.
Sonuç
olarak, hemen her gün yazılı ve görsel medyada hasta yakınlarının hatta
hastaların bir doktoru ya da bir sağlık görevlisini darp ettiği, şiddet
uyguladığı haberlerine rastlamak rutin bir hâl almıştır.
Doktorluk
mesleği karşılıklı saygı ve güven temeli üzerine kuruludur. Bu saygı ve güven
bir anda kazanılmış olmayıp, uzun yılların birikimi olarak ortaya çıkmıştır.
Hasta ile sağlık çalışanları arasındaki güven ve saygı temelli ilişkinin,
üçüncü şahıslar tarafından zedelenmeye çalışılması uzun vadede toplumsal bir
yaraya yol açacaktır.
Hasta-doktor
ya da hasta-sağlıkçı arasındaki saygı ve güvene dayalı ortamdaki dejenerasyon, ileride tamiri zor, zahmetli ve maliyetli bir
sorunu beslemektedir.
Sağlık
alanında hasta ve hasta yakınlarının sağlıkçılar üzerinde uyguladıkları şiddetin
sebepleri ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, TBMM İçtüzüğü’nün
104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz
ve teklif ederiz.
1)
Mehmet Şandır (Mersin)
2)
D. Ali Torlak (İstanbul)
3)
Oktay Vural (İzmir)
4)
Alim Işık (Kütahya)
5)
Reşat Doğru (Tokat)
6)
Sadir Durmaz (Yozgat)
7)
Mustafa Kalaycı (Konya)
8)
Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
9)
Sümer Oral (Manisa)
10)
Koray Aydın (Trabzon)
11)
Münir Kutluata (Sakarya)
12)
Muharrem Varlı (Adana)
13)
Emin Çınar (Kastamonu)
14)
Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
15)
Enver Erdem (Elâzığ)
16)
Ruhsar Demirel (Eskişehir)
17)
Özcan Yeniçeri (Ankara)
18)
Yıldırım Tuğrul Türkeş (Ankara)
19)
Erkan Akçay (Manisa)
20)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
5.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde
Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Araştırılması ve Gerekli Önlemlerin
Belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını
arz ve teklif ederiz. 18.04.2012
Gerekçe:
Sağlık
bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hâlidir. Ülkemiz insanının
sağlığı için hizmet eden, bu yönde kutsal bir görev yapan tüm sağlık
çalışanlarımız, vatandaşlarımıza sağlık hizmetlerini tam ve kesintisiz olarak
ulaştırabilmek için her türlü şartta, gece gündüz görevlerini yerine getirmeye
çalışmaktadırlar.
Zaman
zaman sağlık çalışanlarına yönelik münferit de olsa şiddet olayları olmaktadır.
Fedakârca görev yapan sağlık personeli, bazen hasta bazen de hasta yakınlarının
sözlü veya fiilî şiddetine maruz kalabilmektedir.
Sağlık
hizmetinin kaliteli bir şekilde sunulması, toplum sağlığının gelişmesi
açısından olmazsa olmaz bir ilkedir. Sağlık personeli ve özellikle doktorların
şiddete uğrayacağı düşüncesiyle hareket etmesi, toplum sağlığının gelişmesine
yeterli katkıyı sunmalarına engel olmaktadır. Ayrıca hekimlerin verimli
çalışamaması, sadece toplum sağlığını değil ülke ekonomisini de olumsuz olarak
etkileyebilmektedir.
Münferit
olsa bile, bu tür üzücü olaylar sağlık personelinin moralini bozmakta, çalışma
şevkini kırmaktadır.
Nedeni
ne olursa olsun şiddetin hiçbir türü hiçbir kimseye karşı ve hele sağlık
çalışanlarına karşı asla mazur görülemez.
Verilen
bu önerge ile, sağlık çalışanlarına yönelik münferit
de olsa şiddet olaylarının araştırılması varsa gerekçelerinin bilimsel olarak
tespit edilmesi ve çözümleri konusunda politika geliştirilmesi arzu
edilmektedir.
1)
Cevdet Erdöl (Ankara)
2)
Mehmet Domaç (İstanbul)
3)
Muhammed Murtaza Yetiş (Adıyaman)
4)
Vural Kavuncu (Kütahya)
5)
Ahmet Haldun Ertürk (İstanbul)
6)
Mahmut Kaçar (Şanlıurfa)
7)
Türkan Dağoğlu (İstanbul)
8)
Necdet Ünüvar (Adana)
9)
Tülay Bakır (Samsun)
10)
İsmail Tamer (Kayseri)
11)
İsmail Güneş (Uşak)
12)
Kemalettin Aydın (Gümüşhane)
13)
Mustafa Baloğlu (Konya)
14)
Oğuz Kağan Köksal (Kırıkkale)
15)
Şenol Gürşan (Kırklareli)
16)
Ali Turan (Sivas)
17)
İdris Bal (Kütahya)
18)
Şirin Ünal (İstanbul)
19)
İsmail Aydın (Bursa)
20)
Mehmet Erdoğan (Gaziantep)
21)
Sevim Savaşer (İstanbul)
22)
Temel Coşkun (Yalova)
23)
Yaşar Karayel (Kayseri)
24)
Ertuğrul Soysal (Yozgat)
25)
Ahmet Öksüzkaya (Kayseri)
26)
Mahmut Mücahit Fındıklı (Malatya)
27)
Alpaslan Kavaklıoğlu (Niğde)
28)
Şuay Alpay (Elâzığ)
29)
Fuat Karakuş (Kilis)
30)
Muzaffer Aslan (Kırşehir)
31)
Abdullah Çalışkan (Kırşehir)
32)
İsmail Kaşdemir (Çanakkale)
33)
Hüseyin Şahin (Bursa)
34)
Mehmet Müezzinoğlu (Edirne)
35)
Muzaffer Yurttaş (Manisa)
36)
Mehmet Kerim Yıldız (Ağrı)
37)
Mehmet Doğan Kubat (İstanbul)
38)
Akif Çağatay Kılıç (Samsun)
6.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Hekimler
ve sağlık emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde
artan şiddet olaylarının araştırılması, söz konusu şiddet saldırılarının
önlenmesine yönelik gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Anayasa'nın 98’inci,
TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
Gerekçe:
AKP
hükümetinin başlattığı Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında sağlık
hizmetlerinin özelleştirildiği ve paran kadar sağlık anlayışının
yerleştirilmeye çalışıldığı gün gibi ortadadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı
kaliteli ve parasız hizmet üretimi yerine, hekimlerin özlük haklarını ve
saygınlıklarını azaltmış, halkın sağlığa ulaşımı yönünde maddi ve manevi
engelleri arttırmıştır.
Sağlıkta
Dönüşüm Projesinin yarattığı olumsuz sağlık ortamı ve zorlaştırılmış çalışma
koşullarını önemli ve belirleyici bir etken olması, Performans sisteminin
baskısı altında olan hekim, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) verilen hizmete
yaptığı ödemeleri sınırlandırması, hekimin mesleki özerkliğini ortadan
kaldırması, daha çok hasta bakabilmek için hastalarına daha kısa süre ayırmak zorunda
kalması, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi yoluyla hekimlerin yurttaşlara
karşı deyim yerindeyse günah keçisi ilan edilmesi gibi hükümetin sağlık
politikalarından kaynaklanan piyasacı, paran kadar sağlık anlayışının yapısal
olarak ortaya koyduğu nedenlerdir.
Tüm
bu piyasacı sağlık anlayışı modelinden hareketle, halüsinasyon
yaratmak amaçlı hükümet yetkililerince sağlık alanına ilişkin pembe tablolar
çizilmektedir. Sağlık politikalarının iflası gün geçtikçe gün yüzüne çıkmakta
ve AKP hükümeti bu iflası hem örtmek hem de iflasın sebebini hekimler ve sağlık
emekçilerine fatura etmeye çalışmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki niteliksel
sorunlar ve piyasacı sağlık anlayışına karşın hükümet, sürekli sağlık
hizmetlerine ulaşımda sorun yaşanmadığı, ücretsiz ve kaliteli sağlık hizmeti
verildiğini belirterek, bir anlamda halk ile hekimler ve sağlık emekçilerini
karşı karşıya getirip kendi üretimi olan neoliberal
piyasacı sağlık anlayışının sorunlarını örtmeye çalışmaktadır.
Tüm
bu AKP iktidarı dönemi politikalarından dolayı, hekimler ve sağlık çalışanları
olumsuz her türlü koşulda halkın karşısına çıkarılmaktadır. Dolayısıyla
hekimler ve sağlık emekçileri ciddi şiddet içerikli saldırılara maruz
kalmaktadır.
Bunlardan
hareketle; hekimlerin ve sağlık emekçilerinin çalışma şartlarından kaynaklı
meydana gelen sorunlarını, çalışma ortamından kaynaklı meydana gelen
sorunlarını, genel sağlık politikalarından kaynaklı meydana gelen sorunlarını
ve tüm bunların çözüm yollarını ortaya koymak amacıyla bir Meclis araştırması talep
ediyoruz.
1)
İdris Baluken (Bingöl)
2)
Pervin Buldan (Iğdır)
3)
Hasip Kaplan (Şırnak)
4)
Sırrı Sakık (Muş)
5)
Murat Bozlak (Adana)
6)
Halil Aksoy (Ağrı)
7)
Ayla Akat Ata (Batman)
8)
Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9)
Emine Ayna (Diyarbakır)
10)
Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11)
Altan Tan (Diyarbakır)
12)
Adil Kurt (Hakkari)
13)
Esat Canan (Hakkari)
14)
Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15)
Sebahat Tuncel (İstanbul)
16)
Mülkiye Birtane (Kars)
17)
Erol Dora (Mardin)
18)
Ertuğrul Kürkçü (Mersin)
19)
Demir Çelik (Muş)
20)
İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21)
Nazmi Gür (Van)
22)
Özdal Üçer (Van)
23)
Leyla Zana (Diyarbakır)
7.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde,
hekime ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının sayısı gün
geçtikçe artmaktadır. En son Gaziantep'te bir meslektaşımız cinayete kurban
gitmiştir. Giderek yaygınlaşan ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurduğu
görülen şiddet olayları yüzünden sağlık çalışanlarının sağlığı bozulmuştur.
Hekimler hizmet veremez hale gelmiştir. Şiddet olaylarının nedenlerinin
araştırılması, çözüm yollarının bulunması ve şiddeti önleyici politikaların
oluşturulması amacıyla TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri uyarınca Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Gerekçe:
AKP
Hükümeti'nin "Sağlıkta Dönüşüm" adıyla yürüttüğü sağlık politikası
yerleştikçe, sağlık çalışanlarına yönelik fiziksel, sözlü, psikolojik ve
ekonomik şiddet olayları giderek artmakta ve bu konudaki haberler yazılı ve
görsel basında giderek artan sayıda yer almaktadır. Sonunda cinayet haberleri
de sağlıkla beraber anılır olmuştur.
Tabip
odalarına ve diğer sağlık meslek kuruluşlarına başvurarak şiddete uğradığını
bildiren ve destek isteyen sağlık çalışanı sayısı çığ gibi büyümüştür. Sağlıkta
şiddet sağlık çalışanlarının ve kamuoyunun gündeminde üst sıralara
yerleşmiştir. Nedeni ne olursa olsun şiddetin mazur görülmesi olası değildir.
Ne
yazık ki Sağlık Bakanının ve zaman zaman Başbakanın ucuz politikalarla ve
gerçekleri saptırarak sağlık çalışanlarını hedef göstermesi nedeniyle sağlık
alanında yaşanan sorunlar sağlık emekçilerine mal edilmiştir. Şiddete maruz
kalan ve sürekli olarak şiddete uğrama korkusuyla yaşayan sağlık çalışanlarının
çalışma şevkleri kırılmıştır. Bu durum "defansif
tıp uygulamaları" adı verilen bir durumu ortaya çıkarmış ve sağlık
çalışanları hastalara dokunmaktan âdeta korkar hale gelmiştir. Tüm bu
sorunlardan hastalar zarar görmektedir.
Sağlık
çalışanlarında, risk almamak adına tedavisi zor olan hastaları başka merkezlere
gönderme eğilimleri başlamıştır. Bununla birlikte diğer branşlardan daha çok konsültasyon isteme, daha çok tetkikle kendi savunma
dosyasını sağlam tutma gayreti gibi maliyet-fayda oranlarının sınırlarını
zorlayan yöntemlere başvurma eğiliminin de arttığı görülmektedir. Yani sağlık
çalışanları sadece hastasını düşünmek yerine şiddete uğrama korkusuyla gereksiz
birçok şeyi düşünür hale getirilmiştir.
AKP
iktidarının ürünü "Sağlıkta Şiddet" bilimsel kongre ve sempozyumların konusu olacak kadar önemli bir boyut
kazanmıştır. Hatta bu sempozyumların bir kısmına Sayın
Sağlık Bakanı da katılmıştır.
AKP
iktidarının sağlıkta dönüşüm adıyla hekime dayattığı "düşük ücret ve
performans uygulaması", vatandaşa dayattığı "katkı payı
uygulaması" sonucunda, hastaların yaklaşık üçte biri acil servislere
başvurmaya başlamıştır. Böylece gerçekten acil sorunu olan hastaya verilen
hizmetin kalitesi düşmüştür. Bu uygulamalarla acil servislerde hastaların
bekleme süresi giderek artarken, doktorların hastalara ayırdığı zaman
azalmaktadır. Bu durum şiddeti artıran en önemli nedenlerden biridir.
Sağlık
çalışanına karşı uygulanan şiddetin maruz kalana avukatlık hizmeti vererek,
hastanede uygulanan" kod" uygulamasına giderek önlenemeyeceğini, ne
yazık ki hekimler, meslektaşlarını cinayete kurban vererek görmüşlerdir.
Sonuç
olarak Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın toplumu hasta ettiği bunun sonucu olarak
da, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin arttığı anlaşılmaktadır. Sağlık
çalışanlarının güvenlik kaygıları, topluma sağlık sorunu olarak geri
dönebilecek olması büyük önem arz etmektedir.
1)
Aytuğ Atıcı (Mersin)
2)
Nurettin Demir (Muğla)
3)
Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
4)
Aykut Erdoğdu (İstanbul)
5)
Melda Onur (İstanbul)
6)
Ahmet Haluk Koç (Samsun)
7)
Sena Kaleli (Bursa)
8)
Binnaz Toprak (İstanbul)
9)
Ayşe Eser Danışoğlu (İstanbul)
10)
Osman Kaptan (Antalya)
11)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
12)
Veli Ağbaba (Malatya)
13)
Kamer Genç (Tunceli)
14)
Mehmet Ali Susam (İzmir)
15)
Celal Dinçer (İstanbul)
16)
Gürkut Acar (Antalya)
17)
Haluk Eyidoğan (İstanbul)
18)
Vahap Seçer (Mersin)
19)
Ümit Özgümüş (Adana)
20)
Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
21)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Alınan
karar gereğince, Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler
biraz sonra yapılacaktır.
Gündemin
“Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmına geçiyoruz.
Bu
kısmın 49’uncu sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin (10/49); 113’üncü
sırasında yer alan, Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin
(10/113); 118’inci sırasında yer alan Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 27
milletvekilinin (10/118) ve bugün okunarak bilgiye sunulan Tekirdağ
Milletvekili Candan Yüceer ve 24 milletvekilinin (10/252); İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal ve 24 milletvekilinin (10/253); İzmir Milletvekili
Hülya Güven ve 22 milletvekilinin (10/254); Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin (10/255); Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl
ve 37 milletvekilinin (10/256); Bingöl Milletvekili İdris Baluken
ve 22 milletvekilinin (10/257); Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20
milletvekilinin (10/258) esas numaralı sağlık çalışanlarına yönelik artan
şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin birlikte
yapılacak görüşmesine başlıyoruz.
VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI
A) Ön
Görüşmeler
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258)
BAŞKAN
– Hükûmet? Yerinde.
Meclis
araştırması önergeleri daha önce Genel Kurulda okunduğundan tekrar okutmuyorum.
İç
Tüzük’ümüze göre Meclis araştırması açılıp açılmaması
hususunda sırasıyla Hükûmete, siyasi parti gruplarına ve önergelerdeki birinci
imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz
verilecektir.
Konuşma
süreleri Hükûmet ve gruplar için yirmişer dakika, önerge sahipleri için onar
dakikadır.
Şimdi,
söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Hükûmet
adına Recep Akdağ, Sağlık Bakanı. Gruplar adına, Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına İdris Baluken, Bingöl Milletvekili;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Cemalettin Şimşek, Samsun Milletvekili;
AK PARTİ Grubu adına Necdet Ünüvar, Adana Milletvekili.
Önerge
sahipleri, Mehmet Şeker, Gaziantep Milletvekili; Reşat Doğru, Tokat
Milletvekili; Özgür Özel, Manisa Milletvekili; Candan Yüceer, Tekirdağ
Milletvekili; Nurettin Demir, Muğla Milletvekili; Muharrem Işık, Erzincan
Milletvekili; Ali Öz, Mersin Milletvekili; Mustafa Baloğlu, Konya Milletvekili;
Abdullah Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili, Aytun Çıray,
İzmir Milletvekili.
İlk
söz, Hükûmet adına Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ.
Buyurun
Sayın Akdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkan, yüce Meclisimizin değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün
hepimiz için çok önemli bir konuda Meclis araştırma önergelerini görüşmek üzere
toplanmış bulunuyoruz. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz
önce de ifade ettim, benim nazarımda bu tarihî bir gündür. Çünkü birlikte
sağlık çalışanlarını şiddete karşı en doğru ve güçlü biçimde nasıl
koruyacağımızı Meclis olarak araştıracağız.
Biz
Sağlık Bakanlığı olarak, özellikle son üç yıldır bu konu üzerinde odaklanmış
durumdayız ve şunu da tespit ettik ki, bu sorun evrensel bir sorun ve gerçekten
dünyada son derece yaygın. Ülkemizde de şiddet oranının diğer çalışanlara -kamu
söz konusuysa kamu çalışanlarına ya da diğer iş yerleri söz konusuysa bu iş
yerlerine göre- kıyasla daha fazla şiddete uğradıkları bir gerçek. Her ne kadar
ülkemizde geniş kapsamlı, birbiriyle kıyaslanabilir çalışmalar yoksa da bu
gerçeği biliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, dünyayla ilgili olarak Türkiye’yle kıyaslayabileceğimiz bir
ülkeden örnek vermek isterim. İngiltere, özellikle bu konuda son yıllarda, son
on yılda ciddi çalışmalar yapmış, bunun sonuçlarını yayınlamış ve tedbirler
almış bir ülke. İngiltere’de 1998 yılında sağlık çalışanlarına karşı 65 bin
sözel ve fiilî saldırı olmuş durumda. Aynı ülkede 2001 yılında tekrarlanan bir
çalışmada da bu olay sayısının yılda 84 bin olduğunu görüyoruz. Şimdi,
Türkiye’de artan şiddetten bahseden sivil meslek örgütleri ya da başka
arkadaşlarımız var, nitekim araştırma önergelerimizi veren değerli
milletvekillerimizin, teklifleri veren değerli milletvekillerimizin
gerekçelerinde de bunlar var ama işin aslı Türkiye’deki kayıtlı vakalar bize
gerçeği yansıtmıyor. Dolayısıyla “Şiddet arttı.”, “azaldı” ya da “aynı kaldı”
tartışması üzerinde durmayı ben bugünkü görüşmelerde doğrusu çok da yararlı
bulmuyorum. Çünkü tek bir sağlık çalışanı dahi şiddete maruz kalsın
istemiyoruz, bunu kabul etmiyoruz. O zaman birlikte tedbirlerimizi nasıl kuvvetlendireceğiz,
bunları tartışmamız gerekiyor, bunların üzerinde konuşmamız gerekiyor. Tekrar
ifade ediyorum, İngiltere’de bir yılda, 2001 yılında 84 bin vakadan
bahsediliyor. Özellikle hemşirelerde bunun, bütün dünyada şiddetin biraz daha
yaygın olduğunu görüyoruz ve toplam şiddet muamelesinin üçte 1’inin de maalesef
fiilî şiddete vardığını görüyoruz.
Bu
aşamada yüce Meclisimizin ortak aklına ihtiyacımız, desteğine ihtiyacımız var.
Bu konuda Meclis araştırma önergesi düşüncesini grubumuzla, arkadaşlarımızla
istişare ettiğimizde ben bunun çok yararlı olacağını ifade ettim. Meclisimizle
birlikte yargının, basının, bütün meslek örgütlerinin desteklerine ihtiyacımız
var; kuşkusuz, muhalefetimizin desteğine de ihtiyacımız var.
Değerli
milletvekilleri, bu konuşmada da çok değerli kardeşim Ersin kardeşimin
durumundan çok kısa bahsetmek istiyorum. Hakikaten hastaları için hayatını
vakfeden bir kişinin hayatının baharında gencecik bir yaşta gözü dönmüş bir
cani tarafından şehit edilmesi bizi derinden yaralamıştır. Kendisine tekrar
Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine ve bütün sağlık çalışanlarımıza da
başsağlığı diliyorum. O bizim pırıl pırıl bir
kardeşimizdi. Ona yönelen bıçak -daha önce de ifade ettim- bana yönelmiş bir
bıçaktır, şahsıma yönelmiş bir bıçak olarak bunu hissediyorum.
Değerli
kardeşlerim, Van’da bir saldırı daha olmuştu. Biraz önce bundan bahsettiğimde
“Sağlık sisteminden kaynaklanan saldırıları biz de kınıyoruz.” cevabıyla
karşılaştım. Sizin mantığınıza ve aklıseliminize hitap ediyorum: Bir milletvekilinin
bir sağlık görevlisine, bir doktora saldırması, tehditler savurması, küfür
etmesi ve fiilî bir tecavüzde bulunmasının sağlık sistemiyle nasıl bir alakası
kurulabilir? Burada birbirimize karşı insaflı davranmak durumundayız. Evet,
siz, muhalefet olarak bizim sağlık sisteminde yaptıklarımızı,
dönüştürdüklerimizi beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz; bunları da
saygıyla karşılıyorum ama bir milletvekilinin saldırısından bahsederken “Sağlık
sisteminden kaynaklanan saldırıları biz de kınıyoruz.” ifadesi gerçekten çok
hafif kalıyor. Bunun, daha sonraki konuşmalarda vuzuha kavuşturulacağını umut
ediyorum ve Van’daki kardeşlerime de geçmiş olsun dileklerimi tekrar iletmek
istiyorum.
Değerli
kardeşlerim, zaman zaman kendini bilmez, haddini aşan kişilerin sağlıkçılara
karşı sözlü fiilî saldırılarını “vatandaşın tutumu” gibi görmemek gerekiyor. Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor bize: Gerek Türkiye İstatistik
Kurumunun çalışmaları gerek sağlık konusundaki yetkili sendikanın çalışmaları
-çünkü piyasada bir dünya “çalışma” adı altında fikirler öne sürülüyor ama bu
ikisinin dışında da pek derli toplu bir çalışma maalesef yok- aslında
vatandaşımızın sağlıkçıdan, doktordan memnun olduğunu ve ona “Allah razı
olsun.” dediğini gösteriyor. Bu ilişkide bir arıza yok. Zaman zaman
gerginlikler yaşanabilir, zaman zaman iş yoğunluğundan dolayı problemler
yaşanabilir ama bu aziz milletin evlatları, doktorların ve sağlıkçıların
kendilerine verdiği hizmetten genellikle memnunlar ve her zaman hayır dualarını
da eksik etmiyorlar. Bunu biz doktor olarak da yaşadık, şimdi Bakan olarak da
-yine bir doktor hissiyatıyla söylüyorum- aynı şeyi yine yaşıyorum.
Dolayısıyla,
bizim ana meselemiz, burada polemikler oluşturmak,
burada sistem tartışması falan yapmaktan ziyade, bu maganda ruhlulara, bu
şiddet gösterisinde bulunmayı âdeta bir hak arama sebebiymiş gibi hepimize –çok
af buyurun- yutturmaya çalışanlara karşı ne yapacağız, bunun peşine düşmemiz
lazım, asıl bunu tartışmalıyız; o zaman meseleye daha köklü bir çözüm
bulacağımıza inanıyorum. Yoksa, “Sağlık çalışanları,
Sayın Bakanın, Başbakanın söylemleri sebebiyle birileri tarafından şiddete
uğruyor.” demek, hiçbir gerçeği yansıtmaz, bu yani işimizi de çözmez, derdimize
derman da olmaz. Evet, belki siyasi bir polemikle bize
taraftarlarımız nezdinde itibar kazandırabilir ama bunun hakikaten yaraya
derman olmayacağı açıktır.
Sağlık
çalışanına şiddet uygulayacak kadar ileri bir kendini bilmezlik mutlaka gerekli
şekilde cezalandırılmalıdır. Bu konuda emniyet güçlerimiz gerekli hassasiyeti
göstermelidir. Bir kamu kuruluşunda görevi başında bir sağlıkçıya sözlü veya
fiilî saldırı, kişisel şikâyet olsun olmasın kanunen rapor edilmek ve savcılığa
bildirilmek durumundadır.
Gözlemlerimiz
şu: Çoğu zaman vakalar yerinde, güya “anlaşma”yla ya
da savcılığa bildirmemek suretiyle çözülmeye çalışılıyor. Bu
hususta İçişleri Bakanlığımız şimdi bir genelge yayınlayacak ama ben Meclis
kürsüsünü vesile bilerek bütün emniyet mensuplarımıza seslenmek istiyorum,
bütün sağlık yöneticilerine de seslenmek istiyorum: Bir sağlıkçıya karşı görevi
başında, bir doktora, bir hemşireye, bir acil tıp teknisyenine, paramediğe karşı görevi başında herhangi bir sözlü, fiilî
saldırı olmuşsa bunun savcılığa bildirilmemesi kanun önünde suçtur. Şimdi
biz bunun takibini de çok yakından yapacağız.
Değerli
milletvekilleri, Türk milletine bir kere daha şunu ifade etmek istiyorum:
Sağlık çalışanları büyük yük altında çalışıyor. Biz bütün hak arama yollarını
da açmış durumdayız. Vatandaşın aile hekimine müracaatı ücretsiz, vatandaşın
hastanelere müracaatı mümkün, özel hastanelere gitme imkânı var, acil hastaysa
kendisinden 5 kuruş talep edilmiyor. Vatandaşın belli hatlarla derdini anlatma
imkânı var. O zaman kim şiddete başvurursa, çok açık olarak ifade ediyorum
Meclis kürsüsünden, biz o kişinin yakasını bırakmayacağız. Yani bir hak arama
davranışı olarak şiddeti asla kabul etmeyeceğiz, kabul edemeyiz. Mesele, bir
defa, bunun toplum tarafından algılanmasıyla başlayacak. “Başıma şu geldi onun
için ben de şiddet davranışı gösterdim.” Bu bir mazeret olamaz. Başına herhangi
bir sıkıntı gelmişse, bir ilgisizlik oluşmuşsa hakkın nasıl aranacağı bellidir
değerli milletvekilleri. Bizler sağlık çalışanları olarak ağır bir iş yükü
altındayız, işimizin bütün ağırlığına rağmen sağlıkta dönüşümün insana kıymet
veren anlayışıyla hizmette kusur etmemeye devam edeceğiz.
Değerli
kardeşlerim, değerli milletvekilleri; insanoğlunun şiddetle tanışması yeryüzüne
indirilmesiyle başlıyor ama burada birileri şiddetle, zulümle, haksızlıkla
birlikte olabilir, birileri de onun karşısına dikilerek zulmün, haksızlığın,
şiddetin karşısında olmuştur. Biz AK PARTİ olarak bu karşılıklı mücadelede
daima zulmün karşısına dikilenlerden olduk. Biliyoruz ki Türkiye Büyük Millet
Meclisi de daima zulmün karşısına dikilmiştir. Bu konuda da şiddetin,
haksızlığın karşısına birlikte çıkmaya devam edeceğimizden eminim.
Acaba
bugüne kadar hangi tedbirleri aldık değerli milletvekilleri? Bütüncül bir
sağlık çalışanını koruma programı hâlinde birçok uygulama gerçekleştirdik.
Şimdi bunu Çalışan Sağlığı ve Güvenliği Eylem Planı hâlinde geliştireceğiz. 16
Ekim 2009 tarihinde acil servis hizmetleriyle ilgili bir tebliğde gerekli
önlemlerin alınması için hastane yönetimlerimize talimat vermiştik ve bu konuyu
hep takip ettik. 6 Nisan 2011 tarihinde de Hasta ve Çalışan Güvenliğinin
Sağlanmasına Dair Yönetmelik’i yayımlayarak “beyaz kod sistemi” dediğimiz
şiddet uygulayanlara derhâl müdahale edilmesi açısından bir yöntem geliştirdik.
Hastanelerde
çalışan güvenliği komiteleri kurduk. Bu komiteler şu anda hastanelerimizin
yüzde 79’unda faal hâlde. Önümüzdeki ilk dönemde bu komitelerle birlikte
çalışacak olan çalışan hakları ve güvenliği birimlerini de oluşturacağız.
“Emeğe
saygı, şiddete sıfır tolerans.” adıyla bir çalışma başlattık. Bu hususta
yetkili sendikayla birlikte bir sempozyum düzenledik.
Biraz önce gerekçeden dinliyorum, değerli arkadaşlarımız diyorlar ki: “Sağlık
Bakanı kendisinin de katıldığı bir sempozyumda şiddeti
tartıştı. Şiddet işte bu hâle geldi. Bu hâle getirdiler.”
Değerli
milletvekilleri, bundan daha tabii bir şey olamaz. Bu kadar kadim bir problemin,
dünyanın bütün ülkelerinde yaşanan ve yaşanmaması için mücadele edilen bir
problemin sempozyumlarla, toplantılarla, atölye
çalışmalarıyla, yeni düzenlemelerle, Meclisimizin araştırma komisyonlarıyla ele
alınması kadar tabii bir durum olamaz.
663
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle kamuda çok yeni bir uygulamayı harekete
geçirdik değerli milletvekilleri. Bugün kamuda bir ilk olarak, sağlık hizmeti
sırasında sözlü ya da fiilî şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının hukuki
haklarını Sağlık Bakanlığı olarak biz takip edebilir hâle geldik. Yani bir
sağlık çalışanı şiddete maruz kalmışsa, biz Sağlık Bakanlığımızın hukukçusuyla,
avukatıyla onun meselesini, davasını sonuna kadar takip edebilir hâle geldik.
Bu, kasım ayında yaptığımız bir kanun maddesiyle oldu. Şimdi yönetmeliğini
yayımlamak üzereyiz.
Son
iki yıldır 14 Mart Tıp Bayramlarını, haftalarını “Sevgi en iyi ilaçtır” teması
altında, hasta ve sağlık çalışanı ilişkisini düzeltmek için, güçlendirmek için
programlarla kutluyoruz, bu hususta medya kampanyaları yapıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, önümüzdeki dönemde bu tedbirlerimizi geliştirmeye devam
edeceğiz. Bugüne kadar yaptıklarımıza ilave olarak neler yapacağız? Kısaca
heyetinizi bu hususta bilgilendirmek isterim. Üniversitelerimizle iş birliği
hâlinde, özellikle iş güvenliği konusunda ve şiddet konusunda uzman
hocalarımızla -ki bunların sayısı Türkiye’de maalesef çok az- bütün sağlık
çalışanlarını temsil eden büyük bir araştırma başlatıyoruz. Bütün Türkiye’yi
bir örneklem olarak görebilecek büyük bir araştırmayla mevcut durumu kapsamlı
olarak göreceğiz; aldığımız tedbirleri ve şimdi önümüzdeki dönemde aldığımız
tedbirleri, her yıl yapacağımız araştırmalarla ne kadar etkili olmuş diye
yeniden gözden geçireceğiz.
Sağlık
çalışanlarına karşı şiddete başvuranlara uygulanacak cezaların caydırıcılığını
artıracak şekilde yeniden düzenlenmesi konusunda Adalet Bakanımızla ve Adalet
Bakanlığımız bürokratlarıyla toplantılar yapmaya başladık. Şiddete karşı sıfır
toleransı, olayın kayda alınması ve saldırganın cezalandırılmasına kadar her
aşamada süreci yakından takip ettiğimiz yeni bir boyuta getiriyoruz.
Değerli
milletvekilleri, şiddet olaylarının bildirimini zorunla hâle getiriyoruz.
Hastane yönetimleri şiddet olaylarını anında bildirmekle yükümlü olacaklar,
ayrıca şiddete maruz kalan sağlık personeli bu bildirim yapılmamışsa, yeterince
yapılmamışsa kendilerine tahsis ettiğimiz özel bir telefon hattı ve bir web
sayfasına bu bildirimleri doğrudan kendileri de yapabilecekler.
Sağlık
çalışanına şiddet uygulayan kişilere kamu davası açılmasını mutlaka
sağlayacağız ve Sağlık Bakanlığı olarak da bunun takibini yapacağız.
Beyaz
kod uygulamasının daha etkin uygulanabilmesi amacıyla, özellikle acil servisler
gibi riskli bölgelerde sağlık personelinin kolay ulaşabileceği şekilde güvenlik
alarmı düğmeleri oluşturacağız. Kamera sistemlerimiz açısından kamera
sayılarını artırarak, mahremiyet alanları hariç -ki bu sistemleri, değerli
milletvekilleri, biz kurduk hastanelerde ama sayıları artırmamız ve
güçlendirmemiz gerektiğini görüyoruz şimdi- gerçek zamanlı, önleyici ve sıkı
bir takip yapacağız. Riskli bölgelerde polisin etkinliğini artırmak için
İçişleri Bakanlığımızla görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Ve yine riskli alanlarda
güvenlik personelinin sayısını artıracağız. Ayrıca, değerli milletvekilleri,
güvenlik görevlilerine, standart eğitimleriyle aldıkları diplomaların üstüne,
sertifikaların üstüne ilave eğitim vereceğiz sağlık kuruluşlarında hizmet verme
şartları açısından. Böylece personel altyapısını daha da geliştireceğiz.
Müsaade
ederseniz, AK PARTİ döneminde, bizim Sağlıkta Dönüşüm Programı’mız döneminde
kamu sağlık kuruluşlarında güvenlikçi sayısının nereden nereye geldiğini de
ifade etmek isterim: 900 güvenlikçiyle aldığımız sistem bugün 13.700
güvenlikçiyle devam ediyor. Ama belli ki bu sayıyı biraz daha artırmamız lazım.
Kuşkusuz, güvenlikçi istihdamı yalnızca bu meseleyi çözmeye yetmez ama
tedbirlerinden birinin de bu olduğunu biliyoruz.
Daha
önce herhangi bir şekilde şiddet uygulamış şiddet potansiyeli bulunan
hastaların uygun ortamlarda muayenelerini sağlayacağız; bunları, daha önceden
bu şekilde sabıkası olan kişileri poliklinik ortamlarına sokmayacağız. Ve
herhangi bir kişisel risk tespitinde de ilgili sağlık personelini gerekirse
pratik biçimde değiştirmek için gerekli önlemleri alacağız. Şiddete eğilimli
kişiler için bilgilendirici mahiyette materyalleri “Şiddete sıfır tolerans!”
adı altında kuruluşlarımıza, diğer kamu kuruluşları ve medya yoluyla
vatandaşlarımıza ulaştıracağız ve şiddete asla müsamaha göstermeyeceğimizi
herkese vurgulayacağız. Sağlık çalışanına sözlü veya fiilî saldırının mutlaka
cezalandırılacağı hususunda toplumun her kesiminde güçlü bir farkındalık
oluşturmaya kararlıyız. Bu arada, medya kampanyalarımızı “Sevgi en iyi
ilaçtır.” diyerek devam ettireceğiz. Vatandaşa karşı bilgilendirmeler yapmak
üzere, eğitim almış özel birimler de oluşturacağız. Hasta haklarıyla birlikte
sağlık çalışanlarının haklarını da belirten duyurular ve panolar
hazırlayacağız. Vatandaşlarımıza ve sağlık çalışanlarımıza bir sevgi ve saygı
ortamında bu hakların el ele yürüdüğünü hatırlatacağız. Sağlık personeline
temel güvenlik, iletişim ve stres yönetimine yönelik eğitimler vereceğiz.
Aslında, çalışanlarımız, öğrencilikleri sırasında da bu eğitimleri almalılar,
bunun için Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK’le iş birliği yapacağız.
Değerli
milletvekilleri, sağlık kuruluşlarımıza girişlere metal dedektörleri
yerleştirebilir miyiz, farklı ülke örneklerini şimdi inceliyoruz, bu hususta
henüz bir karar vermiş değiliz.
ALİ
ÖZ (Mersin) – İyi para var o işte!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, vatandaşın yüzde
76’sının sağlıktan memnun olduğunu ifade ettiği, yine vatandaşın yüzde 80’den
üstün bir kısmının -bir başka çalışmada, yetkili sendikanın çalışmasında-
sağlık çalışanlarından ve sistemden, sağlık hizmetlerinden memnun olduğunu
söylediği bir yerde, sistemi, sağlık çalışanlarına karşı şiddet açısından
suçlamak gerçekten büyük haksızlık oluyor. Bana
göre -belki tartışmalar sırasında bunlar çokça görüşülecek ama- bu konuyu
böylesine bir polemik unsuru hâlinde geliştirmekten
çok, biraz önce sizlerle önemli bir kısmını ifade ettiğim hususlarda yüce
Meclisin bir Meclis araştırma komisyonu kurması durumunda, bunları nasıl yorumlayacağı,
bunlara ne şekilde katkı vereceğini tartışmayı ben çok daha yararlı buluyorum.
Değerli
milletvekilleri “hekimlerin itibarsızlaştırıldığı” iddiaları, ilave bir haksız
iddiadır. Tıp fakültelerine giriş puanları son yıllarda yükselmektedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Bakan, teşekkür ederim.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan, bir dakika daha
verebilir misiniz?
BAŞKAN
– Veremem Sayın Bakan.
Teşekkür
ederim. Lütfen…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Niye veremezsiniz? Biz dinlemek istiyoruz ama, biz dinlemek istiyoruz efendim.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Peki, efendim.
Değerli
Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Hayır, sayın milletvekilleri. Yirmi dakika da grup konuşacak. Lütfen, lütfen…
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Biz dinlemek istiyoruz, doyamadık Sayın Bakana!
BAŞKAN
- Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen İdris Baluken, Bingöl Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayı Baluken.
BDP
GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hekimlere ve sağlık emekçilerine yönelik
şiddet üzerine verilen araştırma önergesi için grubumuz adına söz almış
bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii,
uzun süredir aslında bu konuya sürekli dikkatinizi çekmek ve var olan sorunları
çözmek istedik. Bununla ilgili altta yatan temel sebebin “Sağlıkta Dönüşüm
Projesi” adı altında uygulanan birtakım politikalar olduğunu, sağlıkta dönüşüm
politikalarının her geçen gün can aldığını defalarca bu kürsüden sizlere
ilettik. Sağlığın piyasaya açılmasının, sağlığın ticarileşmesinin, direkt ya da
dolaylı uygulamalarla özelleştirilmesinin mevcut sorunları nasıl
derinleştirdiğini defalarca burada sizlerle paylaştık. Sağlık hakkının “paralı
sağlık” ya da “paran kadar sağlık” anlayışına hapsedilmesinin içine girilen
çıkmazı nasıl derinleştirdiğini bu kürsüden sürekli sizlere iletmek gibi bir
görevle karşı karşıya kaldık. Özellikle Sağlıkta Dönüşüm Projesi uygulamaları
ile her geçen gün hem hizmet veren hekimlerin ve sağlık emekçilerinin hem de
hizmet alan hastaların ve hasta yakınlarının hangi sorunlarla karşılaştığını
buraya getirip burada tartışmak için sizlerle birlikte paylaştık.
Tabii
Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla, aslında, iflası yaşarken bu iflasın popülist
söylemlerle hekimlere ve sağlık emekçilerine fatura edilmek istendiğini de yine
buradan bütün halkımıza teşhir ettik. Özellikle “katkı payı”, “katılım payı”,
değişik adlar altında alınan ilave ücretler ve son olarak acil servislerde
devreye sokulan “yeşil alan” kodunun nasıl sistemin bütün çıkmazlarını hekime
ve sağlık emekçilerine yönlendirdiğiyle ilgili uzun uzun buradan konuşmalarımız
oldu. Performans girdabına sokulan sağlık emekçilerinin ve hekimlerin geçim
kaygısı, gelecek kaygısı ve etik kaygı arasında nasıl sıkıştığını defalarca
buradan sizlere ifade ettik. Kutsal olan, Hipokrat’tan bugüne kadar en kutsal
ilişki olan hekim-hasta ilişkisinin sayenizde nasıl işletme-müşteri ilişkisine
döndüğünü buradan defalarca dillendirdik. Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin
vazgeçilmez unsurları olan saygının, sevginin ve güvenin bu politikalar
sayesinde nasıl harap edildiğini buradan defalarca paylaştık. Hastanelere
ticarethane mantığıyla bakan bir yaklaşımın, hasta sağlığını önceleyen değil,
azami kârı önceleyen bir yaklaşım olduğunu buradan yine defalarca sizlerle
paylaştık. Bütün bu aktarımlarımıza rağmen siz ne yaptınız? Bütün bu
söylemlerimizi reddetme noktasında oldunuz, size verilen talimatlar
doğrultusunda Bakanlığın uyguladığı politikalara kayıtsız, şartsız destek
verdiniz, her sorunun çözümüne yönelik bir tartışma açma istemimiz önüne
engeller koydunuz.
Bakın,
bununla ilgili size, çok eskiye de gitmeyeceğim, sadece bir ay öncesinde
verilen bir araştırma önergesinden bahsedeceğim. Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun vermiş olduğu hekime ve sağlık emekçilerine yönelik şiddetin
araştırılmasıyla ilgili önergenin sadece giriş ve son cümlelerini buradan
okuyacağım, yaklaşımların kıyaslanmasının takdirini de halkımıza bırakacağım.
Grubumuz
adına ben konuşuyorum, başlangıç cümlesi şöyle: “Cumhuriyet Halk Partisinin
hekim ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hakkında vermiş olduğu araştırma
önergesinin lehinde söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.”
Sağlık politikalarıyla ilgili, sağlıkta dönüşüm politikalarıyla ilgili uzun
detaylardan sonra konuşmamı bitirdiğim cümleleri okuyorum: “Tüm saydığımız bu
olumsuzluklar nedeniyle her geçen gün artan hekime ve sağlık çalışanlarına
yönelik şiddet hakkında mutlaka Meclisin müdahil olması, bir araştırma
komisyonu oluşturması ve sonuçlarına göre birtakım çözüm yaklaşımlarını ortaya
koyması gerekmektedir. Bu nedenle, verilen araştırma önergesi hakkında lehte oy
kullanacağımızı belirtir, hepinize saygılarımı sunarım. (BDP sıralarından
alkışlar)”
Bakın,
bu, bir ay önce, 14 Mart Tıp Bayramı’nda getirilen, hekime yönelik, sağlık
emekçilerine yönelik şiddetin araştırılmasını isteyen bir önergeyle ilgili
konuşma.
Bu
konuşmamıza cevaben AKP Grubundan Uşak Milletvekili İsmail Güneş çıkıyor ve bu
kürsüden “Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin
vermiş olduğu hekimlere şiddet hakkındaki önerisinin aleyhinde söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.” diyor.
Tabii,
uzun detaylandırılmış pembe tablolardan sonra Sayın İsmail Güneş konuşmasını
şöyle bitiriyor: “Dolayısıyla, bu şiddet daha da azalacaktır. Sayın Sağlık
Bakanımızın bu konudaki çalışmaları devam etmektedir. ‘Beyaz kod’ uygulaması
-inşallah- ‘şiddete sıfır tolerans’ uygulaması nisan ayında devreye girecektir.
Dolayısıyla, sağlık çalışanlarına şiddeti sıfırlamaya çalışacağız. Dolayısıyla,
ben, bu önergenin aleyhinde olduğumu bildiriyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)”
Bakın,
bir ay önce verilen araştırma önergesiyle ilgili kaldırmış olduğunuz parmaklar
ve maalesef, ortaya koymuş olduğunuz alkışlar, bugünkü vahim tablonun önümüze
gelmesine sebep oldu.
Biz,
o gün, eğer Meclisin bu yaşanan kaotik durumla ilgili müdahil olma durumunu
halkımıza iletmiş olabilseydik bugünlerde yaşadığımız bu kaotik süreçlerin
hiçbirini yaşamıyor olabilirdik. Belki de Ersin arkadaşımız şu anda yaşıyor
olacaktı ve mesleğinin başında hasta bakmaya devam ediyor olacaktı.
İllaki,
sizin aklınızın başına gelmesi için birilerinin ölmesi gerekiyor. 18 Nisanda
bir meslektaşımız hunharca bir saldırı sonrası katledildi, AKP Grubu ve Sayın
Sağlık Bakanı bir ay önce reddettiği bir araştırma önergesini, şimdi, yine,
pembe tablolarla birlikte sahiplenme konumuna geçti dolayısıyla buradan
çıkarılması gereken birtakım dersler olduğunu düşünüyoruz.
Tabii,
sebebi doğru ortaya koymak gerekiyor. Biz o gün de bunu söylüyorduk, şimdi de
aynı şeyi söylüyoruz. Hekime yönelik, sağlık emekçilerine yönelik şiddetin asıl
sebebi, iflas etmiş olan sağlıkta dönüşüm politikalarının ta kendisidir. Bu
iflas etmiş politikaların müsebbibi olarak hasta ve hasta yakınlarına veya
halkımızın önüne hekimleri ve sağlık emekçilerini atmak ise bugünkü tablonun
tamamen bir özetidir. Dolayısıyla burada, özellikle Ersin arkadaşımızın
yaşamını yitirmesinden sonra ben grup olarak biraz irkildiğinizi görüyorum, bu
sevindirici bir şey, ama maalesef hâlâ çözüm noktasında bulunmuş olduğunuz
derin uykudan da uyanmıyorsunuz. İrkilme sebebiniz de şudur: Ersin
arkadaşımızın yaşamını yitirmesinden dolayı alanlara çıkan, sokağa çıkan yüz
binlerce meslektaşımızın, hasta, hasta yakınlarının, halkımızın göstermiş
olduğu tepki, ortaya koymuş olduğu duyarlılık bu konuda zorunlu bir adım olarak
sizi bir şekilde bir irkilme durumuna sokmuştur. Eğer uyanmak istiyorsanız
sorunun asıl çözümüyle ilgili, sağlıkta dönüşüm politikalarındaki uygulamalar
ile ilgili yetersizlikleri, aksaklıkları ve iflas etmiş yanları buraya gelir,
bu kürsüden herkese açıklarsınız.
Değerli
milletvekilleri, bakın, bu içinde bulunduğunuz derin uykudan uyanmanız için
sağlık emekçileri ve hekimler bir yılı aşkın bir süredir aslında seslerini
duyurmaya çalışıyorlar. Bu süre içerisinde meslektaşlarımız iş bıraktılar, grev
yaptılar, sokağa çıktılar; Bakanlığa taştılar, Ankara’ya taştılar, seslerini
duyurmak için, bu konuya dikkat çekmek için haykırdılar ama maalesef bütün bu
talepler karşısında kör, sağır ve dilsiz rolüne girdik ta ki Ersin’i
kaybettiğimiz bu olaya kadar. Şimdi, bu olay istiyoruz ki birtakım tartışmalar
için bir milat olsun, hiç olmazsa bundan sonraki yaşanabilecek acı olayların
önüne geçsin. Ama burada Sayın Bakanı dinlediğimiz zaman bu umutlarımızın da ne
kadar yersiz olduğunu tekrar bir şekilde görmüş oluyoruz. Sayın Sağlık Bakanı
buraya çıkıp güvenlik politikalarından, sağlıkta -deyim yerindeyse- güvenlik konseptinden bahsediyor. Yani temel sorunlara, ülkemizdeki
temel sorunlara; Kürt sorununa, demokratikleşmeyle ilgili sorunlara,
çalışanların hak ve özgürlük arayışlarına güvenlik konseptiyle yaklaşmanız
yetmiyormuş gibi, bütün bu sorunları güvenlik konsepti içerisinde, tamamen bir kaos ortamına çekmiş olmanız yetmiyormuş gibi, şimdi de
sağlıkta -deyim yerindeyse- bir güvenlik konseptine çıkışın ilanını yapıyor
buradan.
Şimdi,
burada, eğer güvenlik konseptiyle yaklaşılacaksa
sorunun daha da derinleşeceğiyle ilgili uyarımızı biz tekrar yenilemek
istiyoruz. Bakın, alanlara çıkan yüz binlerce sağlık emekçisinden “Güvenlik
tedbirlerimizi artırın, her hekimin başına, her sağlık emekçisinin başına bir
polis dikin. Tepki gösteren hasta yakınlarının önüne bariyerler koyun.
Öfkelenen hasta yakınlarına hastane bahçelerinde, hastane koridorlarında polis
şiddeti uygulayın, gaz uygulayın, tazyikli su uygulayın.” diye bir şey duydunuz
mu? Alana çıkan yüz binlerce sağlık emekçisi, bu olayların müsebbibi olarak
sağlıkta dönüşüm politikalarını görüyor, sağlıkta giderek piyasaya açılan,
sağlıkta giderek ticarileştirilen uygulamaları görüyor ve bu uygulamalardan da
derhâl geri adım atılmasını istiyor. Dolayısıyla, burada
sorunu doğru ortaya koymak ve çözümü doğru tartışmak lazım. Çözüm şudur:
Sağlıkta dönüşüm politikasının bu felsefesinden vazgeçeceksiniz. Bu ülkede
herkes, bu ülkenin tüm vatandaşları bu ülkeye fazlasıyla vergisini ödüyor ve bu
ülkenin Anayasa’sında bu ülkenin sosyal devlet olduğu net bir ilke olarak
tanımlanmış. Dolayısıyla, bu sosyal devlet olmanın gereği olarak, her vatandaşa
parasız, eşit, nitelikli ve ulaşılabilir, ana dilinde bir sağlık hizmeti verme
gibi bir görev var önünüzde. Buradaki mantaliteyi siz
ticarileştirme, özelleştirme, “Paran kadar sağlık.” paralı sağlık üzerinden
işletmeye devam ederseniz, bu uygulamaların acı sonuçlarıyla sık sık, maalesef
bu şekilde bir araya gelip tartışacağız.
Tabii
hekimlerin ve sağlık emekçilerinin çalışma koşullarıyla ilgili bir an önce
düzenlemelerin yapılması ihtiyacını defalarca dile getirdik, bugün tekrar dile
getiriyoruz. Hiçbir meslek grubunda olmayan icap nöbeti
sistemiyle, aslında 365 gün 24 saat esasına göre çalışan hekimlerin ve sağlık
emekçilerinin insan onuruna yakışır, kendi hayatlarını idame ettirebilecekleri,
gelecek kaygısı yaşamayacakları, mesleki gelişimlerini sürdürebilecekleri bir
iş güvencesinin, bir ücret politikasının, özlük haklarıyla ilgili bir düzenlemenin
vazgeçilmez olduğunu ve temel bir ihtiyaç olduğunu ben buradan tekrar belirtmek
istiyorum. Burada hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle
ilgili de bireysel başvuru üzerindeki takipler değil, kamusal bir dava
üzerinden takiplerin devreye girmesi gerekiyor.
Bakın,
burada Sayın Sağlık Bakanı kırk dakika konuştu, kırk dakikasının neredeyse
yarısını Van Milletvekilinin yapmış olduğu uygulamaya ayırdı. Şimdi, Van
Milletvekilini görevden almak, ihraç etmek, istifa ettirmek veya bir şekilde
mahkûm etmek sağlıkta yaşamış olduğumuz bu sorunların bir çözümü müdür ki siz
konuşmanızın yarısını bu konuya ayırıyorsunuz? Burada, halkın, sağlık
emekçilerinin sizden bir beklentisi var ve bu beklentiyle ilgili somut şeyler
konuşacaksınız.
Burada,
Van’daki olayla ilgili de ben biraz bilgilendirme yapmak istiyorum. Olayın iki
boyutu var. Siz tabii, bir tek boyutuyla ilgileniyorsunuz ve dezenformasyon
yapıyorsunuz. Birinci olay, hekime şiddet boyutudur, sağlık emekçilerine
yönelik şiddet boyutudur. Bu boyutla ilgili, parti genel merkezimizin yaptığı
açıklama son derece nettir. Eğer siyasetle uğraşıyorsanız bu açıklamayı mutlaka
okumuşsunuzdur. Bunun hiçbir şekilde kabul edilemez olduğu, tasvip edilemez
olduğu, bununla ilgili araştırma ve inceleme sürecinin başlatıldığı ve sonuçlarının
da bir an önce kamuoyuyla paylaşılacağı net bir şeklide tanımlanmıştı.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – İzliyoruz.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Buradan kendinize sağlıkta dönüşüm politikasıyla ilgili bir
can simidi yaratma telaşı içerisinde olmanızı anlıyoruz ama olayın ikinci
boyutu var. O ikinci boyuta da sizin Sağlık Bakanı olarak değinme
yükümlülüğünüz var.
Bakın,
burada, BDP’li bir milletvekiline ayrımcılık
yapıldığıyla ilgili temel birtakım gerçekler de var. Burada…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – İftiradan ibaret.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – İddia değildir, iddia değildir.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – “İddia” değil, iftira.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Üç takla atmış ve perte ayrılmış
bir araçtan çıkan bir milletvekilinin birinci derece yakını, eşi ve üç
yaşındaki çocuğu hastaneye gidiyor ve bir saat boyunca gerekli tıbbi
müdahaleyi, tetkikle, müdahale boyutuyla alamıyor.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Şiddeti uygulayan herkes bunlara sığınıyor
zaten.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Siz, çocuk hekimi olarak…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Herkes bunlara sığınıyor.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Siz, üç yaşındaki bir çocuğun…
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen, karşılıklı konuşmayalım. Sataşma söz konusuysa söz
istersiniz.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – …bir saat boyunca tıbbi müdahale almadan acilde bir sedye
üzerinde bekletilmesine razı mısınız? Bir milletvekili değil, herhangi bir
yaralının, üç takla atmış, perte ayrılmış bir
araçtaki bir yaralının, bir saat boyunca sedyede de değil, milletvekilinin
eşinin ayakta bekletildiği gibi bir uygulamaya razı mısınız? Eğer Sağlık Bakanı
olarak “Ben, acil servisteki böyle bir tabloya razıyım.” diyorsanız bizim zaten
söyleyecek bir sözümüz kalmayacak.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Bu sefer, söylediğiniz gibi değil.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Bakın, burada, sağlık sisteminizle ilgili uygulamalardan
kaynaklanan trajik bir olay var. Müdahale gerektiren 2 tane hasta var, ağır bir
kaza geçirmişler, ağır travma riski var, iç kanama,
beyin kanaması geçirme riski var ancak sizin getirmiş olduğunuz sistem
üzerinden müdahale yapılmayan süre içerisinde 4 defa kimlik sorulmasıyla ilgili
bir süreç var. Niye kimlik soruluyor?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Şiddet heveslilerini teşvik ediyorsunuz, teşvik!
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Teşvik etmiyoruz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Aynen öyle yapıyorsunuz.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – İkinci boyutu size açıklıyorum…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Yazık! Yazık!
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen…
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Şiddeti kınadığımızı ve şiddeti tasvip etmediğimizi net bir
şekilde söyledik.
SEBAHAT
TUNCEL (İstanbul) – Kendi vekillerininkini kınasınlar.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Bakın, trafik kazasından çıkan birisine kimlik sormak bile,
bırakın hekimlik mesleğinin veya sağlık camiasıyla ilgili mesleğin bir gereği,
insanlık vicdanının bir gereği değildir. Orada, o araçtan çıkan insanların
kimlik derdine düşmesinin tasavvurunu siz yapabiliyor musunuz? Hadi diyelim ki
öyle oldu, niye bu kimlik bu kadar önemseniyor?
Birincisi,
acilden, Bakanlığın vermiş olduğu talimatlar: “Kaçakları azaltacaksınız, kaçan
paraları azaltacaksınız.”
İkincisi
“Kayıt yapacaksınız ki performans sistemi devam etsin ve bir şekilde size
yansısın.”
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Bu kadar çarpıtma olamaz yani.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Hiçbir çarpıtma yoktur.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Bunların hepsi çarpıtma.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Bu söylediklerimin tamamen gerçek olduğunu siz de
biliyorsunuz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Korkunç bir çarpıtma var, korkunç.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Bakın, bu olay üzerine Sağlık Bakanının ve Başbakanın bu
kadar can simidi gibi sarılmasının tek bir sebebi vardır, sağlıkta dönüşüm
politikasıyla ilgili yaşanmış olan iflası bir şekilde maskeleme girişimidir.
Siz böyle duyarlılık gösterin, biz onu takdir ediyoruz, sağlık emekçilerine ve
hekimlere yönelik şiddete duyarlılık gösterin. Ama burada, hastane müdürü
doktoru darp ederken, kaymakam Diyarbakır’da kadın doktoru darp ederken, AKP’li
milletvekili doktoru darp ederken, biz bunları dillendirirken...
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Hepsi yargıda, hepsi yargıya teslim edildi.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – …Kartal Eğitim Araştırma Hastanesinde Başhekim doktoru darp
ederken neden burada gelip aynı duyarlılığı göstermediniz? Neden gelip bugün
yapmış olduğunuz konuşma çerçevesinde bir konuşma ortaya koymadınız?
Şimdi,
tabii, bu konuyla ilgili burada saatlerce konuşabiliriz. Ancak, BDP’li vekilin milletvekili statüsünü kullanarak birtakım
avantajlar sağlamak istediğiyle ilgili yaratılmak istenen bir algı vardır.
Sadece bu olayla ilgili değil, temel olarak bu ülkede BDP’li
vekil olmak, deyim yerindeyse, ateşten gömlek giymektir. Hiç kimse kendisine
bir de avantaj sağlamak üzere BDP’den de vekil
olmamıştır.
Tekrarlıyorum,
siz anlamakta zorlanıyorsunuz: Biz sağlık emekçilerine ve hekime yönelik şiddet
nereden gelirse gelsin, kimden gelirse gelsin karşısındayız ve gerekli olan
bütün uygulamaları da yerine getireceğiz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Savunmayın, gereğini yapın.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Ancak, olayın ikinci boyutuyla ilgili, sizin Bakanlığınızın
politikalarının acil servisteki yansımasıyla ilgili bir tablo var; o tabloyu da
buraya yansıtmak zorundayız.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Verin mesajınızı, başkaları da yapsın diye verin
mesajınızı.
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakın, bugün sağlıkta uygulanan
politikalarla… Süremiz de bittiği için kısaca değineceğim. Bir hekimin Avrupa standartlarına
göre, dünya standartlarına göre bir hastasına ayırması gereken süre yirmi
dakikadır. Türkiye’de 150 tane hasta bakan bir doktorun, bırakın yirmi
dakikayı, beş dakikayı ayıracak bile bir süresi yoktur. Düşünün ki bir
poliklinik sırasında, ciddi bir rahatsızlığı olan 150’nci sıradaki bir hasta
yerine koyun kendinizi.
Sağlıkla
ilgili gelmiş olduğumuz nokta, gelmiş olduğumuz düzey, maalesef, burada
saatlerce tartışsak bile bitmez. Ancak, tüm bu yaşanan olumsuzluklara rağmen,
keşke bir ay önce bu araştırma önergelerine onay vermiş olsaydınız, keşke bir
ay önce sağlıktaki bu kaotik şiddete yönelik bir müdahil olma durumunda
olsaydınız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS
BALUKEN (Devamla) – Neticede, zararın neresinden dönülürse kârdır. Bugün
göstermiş olduğunuz duyarlılığı biz yine de önemsiyoruz ve bu konuda gerekli
çalışmaların yapılmasına gerçekten vesile olmasını temenni ediyoruz.
Hepinize
teşekkür ederim, sağ olun. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aytuğ Atıcı, Mersin Milletvekili.
Buyurun
Sayın Atıcı. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının nedenlerinin
araştırılması, çözüm yollarının bulunması ve şiddeti önleyici politikaların
oluşturulması amacıyla Meclis araştırmasıyla ilgili olarak Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Kimden gelirse gelsin, kime
uygulanırsa uygulansın, şiddete karşı olan ve şiddeti kınamak üzere oy
kullanmış olan bütün milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Meslektaşım
operatör doktor Ersin Arslan’ın maalesef öldürülmesi,
bu konu için toplanmamızı ve sağlık çalışanlarına karşı giderek artan şiddetin
nedenlerini araştıracak bir komisyon kurulmasını sağladı. Kendisine Allah’tan
rahmet, sevenlerine ve tüm tıp dünyasına başsağlığı diliyorum, anısı önünde
saygıyla eğiliyorum.
Değerli
milletvekilleri, sadece son on beş gün içerisinde, hekime yönelik olarak
bildirilen, bildirimde bulunulan on şiddet olayının gerçekleştiğini de sizlere
hatırlatmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 14 Mart Tıp Bayramı’nda, AKP milletvekilleri, yani sizler
sağduyulu olsaydınız belki de doktor Ersin bugün hâlâ
aramızda olacaktı, belki de ölmeyecekti.
14
Mart 2012’de ne olmuştu, bir hatırlayalım: Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
“Hekime ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet araştırılsın.” diye çok
önceden, ta eylül ayında verdiğimiz önergeyi Genel Kurula indirmiştik. “Tıp
Bayramı hediyesi olarak bu komisyonu kuralım.” demiştik. Bu önerge hakkında
konuşurken bakın ne demiştim? Özellikle hekim kökenli, sağlıkçı kökenli
milletvekillerine yönelik olarak -tutanaklardan aynen okuyorum- demiştim ki: “Ben
şimdi bakacağım, hekim milletvekilleri acaba ne yapacaklar? ‘Acaba hekimlere
yönelik şiddet konusu araştırılsın mı?’ diye Sayın Meclis Başkanı sorduğu zaman
‘Hayır, araştırılmasın.’ diye el kaldıran kaç tane hekim olduğunu ben bizzat
seçeceğim, göreceğim ve inanın sizi her yerde şikâyet edeceğim.” Ve maalesef
hepiniz, AKP milletvekilleri, hekimler dâhil olmak üzere “Hekime yönelik
şiddeti araştırmaya gerek yoktur.” diye el kaldırmıştınız. Ben de dediğimi
yaptım ve başta Sağlık Bakanı olmak üzere sizi her yerde, herkese şikâyet
ettim. Dilimin döndüğünce, yüreğimin yettiğince burada yaptıklarınızı her yerde
anlatıyorum, sokak sokak, ev ev anlatıyorum.
Eğer
“Şiddeti araştırmaya gerek yoktur.” diyen o parmaklar kalkmasaydı Ersin
ölmeyebilirdi. Doktor Ersin’in ölüm haberi tüm Türkiye’yi salladı. Şimdi size
soruyorum: Hiç iç muhasebe yaptınız mı? Bakan dâhil olmak üzere bütün AKP
milletvekillerine soruyorum: İç muhasebe yaptınız mı? Vicdanınızla baş başa
kaldığınız anlarda “Ben nerede yanlış yaptım?” diye hiç kendinize sordunuz mu?
“Benim iradem ne kadar özgürdür?” diye hiç aynaya baktınız mı? Acaba hiç
kendinizi Receplerin tutsağı hissettiniz mi? Ne değişti bu kırk iki günde Allah
aşkına? Ne değişti? “Şiddet yok.” diyen parmaklara ne oldu da şimdi “Şiddet var.”
diye kalkacaklar. Şiddetin var olduğunu, acımasız olduğunu size anlatmamız için
ölmemiz mi gerekiyordu? Öldük işte. Bunu niye anlatamadık size? Niye bizi
anlamadınız? Bakın, biz “Şiddet var.” diye feryat ettiğimiz 14 Mart günü AKP’li
milletvekili şöyle diyordu bu kürsüden: “Şimdi bilinç arttığı için artık sağlık
çalışanlarına şiddet daha da azalmıştır. Hekimle vatandaş bütünleşmiştir. Ayrı
kalmamıştır.” Bu mudur bütünleşmekten anladığınız sizin Allah aşkına? Hep
birlikte el kaldırdınız, suça iştirak ettiniz. Suçlusunuz, tıpkı Mecliste
yarattığınız şiddeti yine o parmaklarınızla akladığınız gün gibi suçlusunuz.
Ciğeri yanmış sağlık çalışanları bir gün sıranın onlara da gelebileceği
endişesiyle sokaklara çıkıyorlar; binler, on binler yürüyor; solcusu, sağcısı
beraber yürüyor. Bakın, her zaman yürümezler solcu, sağcı beraber. Pratisyeni,
profesörü beraber yürüyor; teknisyen, hemşire hep birlikte kol kola girmiş
yürüyorlar; demokratik tepkilerini gösteriyorlar.
Bizim
demokrat Başbakanımız ne yapıyor? Doktor Ersin’in öldürülmesini protesto eden
hekimleri kınıyor, demokratik haklarını kullanan doktorları kınıyor. Böyle bir
Başbakanımız var. Bu, şiddete ortak olmak değil mi? Bu, şiddeti beslemek değil
mi? “Niye böyle davranıyor Başbakan?” dedim kendi kendime, uzun uzun düşündüm;
doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Ya, burada psikolojik bir sorun var.
Niye Başbakan ciğeri yanmış hekimleri kınıyor, canileri kınayacağına? “Yahu
Sağlık Bakanı ne yapıyor, sistem niye bu kadar kötü, niye bu kadar şiddet
oluyor?” diye araştıracağına acaba niye hekimleri kınıyor? Merak ettim,
düşündüm, sonra anladım ki Başbakanın hesabı kuvvetli, sağlıkçıları sayıyor bir
bir, bir de diğer insanları sayıyor, bakıyor ki
sağlıkçılar az, karşı taraftan daha fazla oy gelecek, bu durumda “Şiddete
uğramalarında mahzur yoktur.” diyor, “Hatta ölebilirler.” diyor, daha da ötesi
cinayeti protesto edenleri kınıyor.
İşte
AKP Hükûmetinin gerçek yüzü bu. Bunu kabullenin. Biz size ayna tutuyoruz, sizin
gerçek yüzünüzü göstermeye çalışıyoruz. Çıkıp buradan güzel laflar etmesi kolay
ama benim söylediklerimde bir yanlışlık varsa çıkın buradan deyin ki yanlıştır.
Bugüne kadar yaptıklarınız bunun göstergesi.
Biz
niye şiddet konusunu çok işledik arkadaşlar? Bakın, bu kürsüden, ben, en çok
nükleeri ve şiddeti işliyorum. Neden şiddeti işliyorum? Çünkü şiddet
önlenebilir bir durumdur. Bu nedenle bu konuya dikkat çekince işe yarar diye
düşünüyoruz. Ben bir öğretim üyesiyim tıp fakültesinde. Ben öğrencilerime hep
şunu öğretirdim, derdim ki: “Arkadaşlar, bir hastalık veya bir durumun önemli
olabilmesi için üç şey lazım: Bir, bu durum, bu hastalık çok sık görülürse
önemlidir veya az görülürse de öldürücü ise önemlidir ve üç, eğer bu durum
önlenebilir ise önemlidir. Bütün gücünüzü bunlara harcayın.” diye öğretirdim.
Sağlıktaki şiddete gelip bakın sık görülüyor mu? En nihayet Saygıdeğer
Bakanımız, bugün kalktı on yıldır ilk defa “Şiddet sık görülüyordur.” dedi
Allah’a bin şükür, sık görülüyor. Öldürüyor mu? “Öldürmüyor” diyorlardı. İşte
öldürdü. Önlenebilir mi? Evet önlenebilir. Nasıl olacağını birazdan sizlere
anlatmaya çalışacağım.
AKP
Hükûmetinin “Sağlıkta Dönüşüm” adıyla yürüttüğü sağlık politikaları yerleştikçe
son on yıldır sağlık çalışanlarına yönelik fiziksel, sözlü, psikolojik ve
ekonomik şiddet olaylarının giderek arttığı hem yazılı basında hem görsel
basında hem de bize bildirilen istatistiklerde var tabip odalarına bildirilen
ve bize bildirilen. Bu bize bildirilen vaka sayıları sadece buz dağının bir
parçası çünkü şiddete maruz kalanlar şiddete maruz kaldıklarını söylemeye bazen
utanıyorlar, bazen çekiniyorlar. “Yahu çoluğuma çocuğuma bir şey olur, dışarıda
önümü keser.” diye söylemezler yani buz dağının bir parçası gelir sadece ama
Doktor Ersin’in ölümüyle ortaya çıkan protestonun ciddiyeti basını da biraz
cesaretlendirdi ve sağlıkta şiddet olaylarını kamuoyunun gündemine taşıdı.
Basın da korkuyordu çünkü basın da şiddete uğruyordu. Ersin’in cenazesi henüz
daha toprağa verilmemişti. Henüz gömülmeden Bakırköy Sadi Konuk Hastanesinde 1
doktor daha darp edildi. Toprağa verdik, ertesi gün 1 tane daha şiddet olayı
oldu İstanbul’da yine Cerrahpaşa’da. Hiç bunlar yetmiyormuş gibi kalktı 1 tane
milletvekili Van’da gitti hekim dövdü. Durum bu kadar vahim. Şiddet
uygulayanları kınıyorum. Eğer şiddeti uygulayanlar yöneticiyse, milletvekiliyse
iki kere kınıyorum.
Şimdi
niye şiddet artıyor bir bakalım. “Sağlık Bakanı ve Başbakan zaman zaman ucuz
politikalarla gerçekleri saptırarak ve çalışanları hedef göstererek konuşmalar
yapıyor.” demiştim bu kürsüden. Bakan bugün diyor ki: “Biz ne kadar konuşursak
konuşalım şiddet artmaz.” Bu kadar komik bir şey olabilir mi? Yani sen
kalkacaksın, “Doktor, elini vatandaşın cebinden çek.” diyeceksin, şiddet
artmayacak! Sen kalkıp Başbakan olarak: “Benim doktorlara güvenim yok, iğne bile
yaptırmam bunlara.” diyeceksin, şiddet artmayacak! “Doktorlar yaygaracıdır.”
diyeceksin, şiddet artmayacak! Bunları ben söylemedim, bunları Sayın Bakan ve
Sayın Başbakan söylediler. Doktorlara “Çocuklarını koleje gönderme kardeşim.”
diyeceksin hem doktoru hedef göstereceksin hem çocuğunu hedef göstereceksin,
sonra diyeceksin ki: “Yok bu şiddet artmaz.” “Performans vermezsem ben bu
doktorlara hiç çalışmazlar.” Bunların hepsi basında var, söylemediyseniz Sayın
Bakan çıkın “Vallahi söylemedim.” deyin ben de kalkıp sizden özür dileyeyim.
Bunların hepsini siz söylediniz, Başbakan söyledi. Sonra çıktınız “Şiddet niye
artıyor?” diye konuşuyorsunuz. “Şiddet benim söylemimle artmaz.” dediğiniz
zaman...
Bakın,
yine biz öğrencilerimize bir şey anlatırdık: Kronik hastalıklar uzun sürede
iyileşir. Akut durumlar, acil durumlar çabuk iyileşir. Kronik bir hastalığı
kabullenmek zordur, siz de bilirsiniz. Dört evresi var. En kötü evre inkâr
evresidir. Bir: Kanser olduğunuz size söylenirse “Hayır değilim.” dersiniz.
İki: Çok sinirlenirsiniz. “Niye ben?” dersiniz. “Sigara bile içmedim, benim ne
suçum günahım var da Allah bunu bana reva gördü?” dersiniz. Sonra
kabullenirsiniz, dördüncü aşamada, şifa aramaya başlarsınız.
Şimdi,
Sayın Bakan hâlâ inkâr aşamasında, daha birinci aşamada. “Benim bir suçum yok,
ben hiçbir şey yapmadım. O yaptı, bu yaptı, vallahi benim bir suçum yok.”
diyor. Böyle bir şey olabilir mi? İnkârdan derhâl vazgeçin. Zaman zaman birinci
aşamadan ikinci aşamaya geçtiğinizi görüyorum, sinirleniyorsunuz. Koskoca Bakansınız,
kırk dakika burada konuştunuz, kırk dakika. Oradan, oturduğunuz yerden
milletvekiline laf atıyorsunuz. Bu da sinirlilik işaretidir. Demek ki zaman
zaman ikinci aşamaya da giriyorsunuz Sayın Bakan. Birinci ve ikinci aşamayı
bırakalım. Buradan birbirimizi kırmanın da şiddeti engellemeyeceğinin
bilincindeyim. O yüzden, burada tansiyonu çok yükseltmeyeceğim. Yani kendimi
zor zapt ediyorum yükseltmemek için ama yükseltmeyeceğim çünkü gerçekten
amacımız hekimlere uygulanan şiddeti önlemeye çalışmak. Ama ne olur şu birinci
ve ikinci aşamayı bırakın, derhâl kabullenin şiddeti ve sorumluluklarınızı
kabullenin ve derhâl çare arayışına geçelim.
Şimdi,
konuşmalarda sağlık alanında yaşanan bütün sorunları emekçilere mal edeceksiniz
sanki sistemin hiçbir sorunu yokmuş gibi. Popülist bir yaklaşımla, sözde
Türkiye’de sağlık cenneti yaratılmış gibi bir hava yaratacaksınız yani halkın
hekimden ve sağlık sisteminden beklentilerini çok yükselteceksiniz, gerçekte
böyle bir şey yok zaten ve bu beklentilere halk cevap alamayınca halk
sinirlenecek, sonuç şiddet.
Mesela,
demin de buyurdunuz, dediniz ki: “Halkımızın yüzde 76’sı memnun.” “Halkın yüzde
76’sı memnun.” dediğiniz zaman, bu ne demektir biliyor musunuz? Sağlık hizmeti
alan her 4 kişiden 3’ü memnun demektir ama bu doğru değil. Neden doğru değil?
Çünkü doktorlar üzerine yapılan iki tane araştırma var, bir tanesi diyor ki:
“Doktor arkadaşım, verdiğin hizmetten ne kadar memnunsun? Sence yeterince
sağlık hizmeti veriyor musun?” Yüzde 84’ü “Hayır” diyor, “Hayır, ben ettiğim
yeminin arkasında duramıyorum.” diyor yüzde 84. Hâl böyleyken sistem iyi değil
demektir ama sistemin iyi olduğunu duyan vatandaş zannediyor ki gerçekten
doğru, gerçekten her 4 kişiden 3’ü mutlu. “Ben niye mutsuzum? Bana mı piyango
vurdu?” diye şiddet uyguluyor. İşte sorunumuz burada.
Bakın,
ikinci araştırma çok daha önemli bir araştırma, bu da sizin hoşunuza gider
belki. Türkiye Reasürans Şirketleri Birliği bir araştırma yaptırdı, yeni. Hani
sizler de Malpractice Sigortası filan yaptırdınız ya,
ortalık iyice karışmıştı. Bunlar da tabii kapitalist insanlar, nereden para
gelecek, ne yapacak buna bakıyorlar. Bir araştırma yapıyorlar, vatandaşın
gelecekle ilgili sağlık endişesini… Çok yeni, sağlık endişesi, gelecekteki
sağlık endişesi 2008’de yüzde 39 iken, 2012’de yüzde 52’ye fırlıyor. Bu sizin
ilginizi çeker mi Sayın Bakan? Endişe yüzde 39’dan yüzde 52’ye fırlamış. İşte
bu yüzde 52 endişe duyan insan şiddet uyguluyor. Siz daha kalkmışsınız bana
diyorsunuz ki: Ben bekçi koyacağım, polis koyacağım, buton koyacağım, bilmem ne
yapacağım. Sorunun özüne inmeniz lazım, sorunun özüne. Gerçekten sorunun özüne
inmezseniz hiçbir şekilde sorunları çözemeyiz.
Şiddete
maruz kalan ve sürekli şiddete uğrama korkusuyla yaşayan sağlık çalışanlarının
ruh hâli nasıldır? Hepimiz biliyoruz, bizlerin çalışma şevki kırıldı. Hekimler,
artık sadece kendilerini koruma peşine düştüler. Ama hepiniz bir gün o
hekimlere muayene olacaksınız. Ben Başbakana soruyorum: O acılı günlerde
kendisini muayene eden, şifa vermek için çırpınan sağlıkçıları ne çabuk unuttu?
Değerli
arkadaşlar, sağlığı ve hekimleri siyasetin oyuncağı hâline getirirseniz
mesleğimizin onurlu geçmişine baktığınızda utanırsınız. Eğer mesleğimize
saldıranlar şu veya bu şekilde veya buna çanak tutanlar hekimse, hele hele yönetici
ise iyice utanırlar; bir tek şart var, utanma duygusunun hâlâ var olmuş olması.
Şimdi,
gelelim şiddetin artmasının ikinci nedeni, performansa dayalı sistem.
Arkadaşlarım “Sağlıkta Dönüşüm Programı” dediler. Ben biraz detayına gireceğim.
Niye şiddet artıyor? Performansa dayalı ek ödeme sistemi nedeniyle hiç
kimsenin, hiçbir hekimin, hiçbir sağlık çalışanının güven ve aidiyet duygusu
kalmadı.
Aslında
ben Sağlık Bakanının buradan çırpınışlarını anlıyorum. Kalkıp “Sağlıkta Dönüşüm
Programı’nda, performansta ben yanlış yaptım.” dese, kabul etse, bu erdemliliği
bir gösterse on yıl boyunca yaptığı her şeyi inkâr etmiş olacak; onun için bunu
kendisinden beklemiyorum. Bunu yapamaz ama yerini daha iyi birine bırakabilir,
bu hatadan dönülmesini sağlayabilir. Eğer kendisi bu olgunlukta değilse, o
zaman görev Sayın Başbakanındır.
Performans
sistemi nedeniyle hekimlerin birbirine rakip olduğunu artık sağır sultanlar
bile duydu. Performans sistemi nedeniyle öğretim üyeleri, bakın, geleceğimizi
şekillendirecek yeni mezun tıp doktorları yetiştiren öğretim üyeleri perişan
oldular. Bıraktılar eğitimi, araştırmayı, ekmek derdine düştüler. Bütün bunlar
performans sisteminin nasıl insanlık dışı olduğunu ve şiddeti körüklediğini
bizlere anlatıyor.
Bakan
dedi ki: “Beni eleştiriyorlar sağlıkta sempozyuma
gidiyorum diye şiddet…” Ya niye eleştirelim Sayın Bakan? Tabii ki, git.
Sağlıkta şiddet bir gerçektir, bunun için sempozyum
yapılmış. Ne güzel, yapanın eline sağlık. Git ama
gittiğinden bir şey öğren, öğrendiğini de getir burada uygula. Ama sırf dostlar
alışverişte görsün, “Ben, şiddete sıfır tolerans grubu kurdum, sıfır tolerans
sistemi kurdum...” Sıfıra sıfır, elde var sıfır. İnsanlar sapır sapır
ölüyorlar. Oradaki sempozyumda sana ne dediler, onları
uygula ve şiddet azalsın.
Şiddeti
artıran bir diğer uygulama: Bizzat Sağlık Bakanının kendisinin tutarsız
uygulamaları. Bunları kabul etmek lazım. Bunları kabul
edersek o zaman çözüm kolaylaşır. Ama hayır, kör inat bunlara devam edersek
çözümden uzaklaşırız.
Sayın
Bakan, sizi tebrik ediyorum, sağlık alanında mevzuat çıkarma rekoru kırdınız.
Mevzuat değişikliklerinin sayısını artık bürokratlarınız bile bilmiyor. Benim
de kafam karışık, otuz yıldır sağlığı takip ediyorum, “Acaba şu muydu, bu
muydu?” diye bürokratlarınızı arıyorum, “Vallahi biz de bilmiyoruz.” diyorlar.
Mahkemeden ne geldi, ne gitti… Yüzlerce dosya mahkemede. Böyle
bir kargaşa, böyle bir saçmalık olur mu? Kimse ne yapacağını bilmeyince tabii
ki kaos şiddete yol açıyor. Örnek mi istiyorsunuz?
Önce mecburi hizmeti kaldırdınız, sonra geri getirdiniz. Biz dedik: “İyi,
kalktı mecburi hizmet, daha mantıklı, daha insani bir şey gelecek.” Hayır,
zorunlu… Sevk zincirini başlattınız. Sevindik, dedik: “Ya, bu Bakan arada bir
iyi işler yapıyor.”, “Ne güzel birden ikiye, ikiden üçe sevkler olacak, tam
istediğimiz gibi, bizim öğrencilerimize öğrettiğimiz gibi.” Ne oldu? Üç yerde,
dört yerde pilot uyguladınız, uçtu gitti sistem. Niye? Çünkü oy kaybettirdi
size. O yüzden, yaptığınız düzenlemeleri yargı çeviriyor, Danıştay çeviriyor, kanun
çıkarıyorsunuz. Kanunla biz itiraz ediyoruz, Anayasa Mahkemesi iptal ediyor,
gözümüzün içine baka baka kanun hükmünde kararname getiriyorsunuz. Ya bu inat
niye? Ya bir düşünün, siz bilim insanısınız, bu kadar itiraz varsa… Ya, biz
vatan haini miyiz? Biz itiraz ediyoruz, diyoruz ki: “Bu yanlıştır.” Ya, bir
düşün, de ki: “Ya, niye itiraz ediyor bu adamlar? Deli olmadıklarına göre
vardır bir bildikleri.” “Bir düşünelim, birlikte oturalım, konuşalım, ‘Nasıl
çözüm buluruz’a bakalım.” diyoruz, inatla… Bakın,
inat bazen iyidir ama aklın önüne geçtiği zaman, tıpkı hırs gibi adamı bitirir.
Sizin bitmeniz önemli değil, benim bitmem önemli değil, sağlık sistemi bitiyor,
sorunumuz da burada. Hekimin çalışma koşullarının zor olduğunu siz nihayet
kabul ettiniz ama ben size şunu sorayım: Tek uzman hekim icapçı, yedi gün yirmi
dört saat bir insan icapçı olur mu? Bizi “Kutsal mesleğiniz var.” diye kimse
kandırmasın, biz de insanız; yiyoruz, içiyoruz, tuvalete gidiyoruz, ölüyoruz,
biz de insanız. Devletin, Hükûmetin bizim mesleğimizin kutsallığıyla bir işi
yoktur, bizim hak ettiğimiz alın terimizin karşılığını ödemek zorundadır.
“Katkı
payı alıyoruz.” diye şiddet artıyor Sayın Bakan. Demin çıktınız dediniz ki:
“Acilde hiç para alınmıyor.” Ben size acilde para alındığını ispat edersem
istifa edecek misiniz? Her defasında buraya çıktığınızda diyorsunuz ki: “Acilde
para alınmıyor.” Alınıyor Sayın Bakan. Ayrıca ben size çözümler için de bir
sürü şey önerdim, onları da Komisyonda inşallah konuşacağız.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Atıcı.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - 69’a göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN
– Ne diye söz istiyorsunuz 69’a göre? Ne söyledi, Sayın Bakan?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Söylemediğim ifadeleri Sayın Milletvekili…
BAŞKAN
– Hangi ifadeler Sayın Bakanım?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - “Doktor, elini vatandaşın cebinden çek.”
ifadesi.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
Üç
dakika söz veriyorum, yalnız yeni bir sataşmaya mahal vermeden. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın,
Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
Başkan bana üç dakikalık bir zaman verdi, onun için bu üç dakikayı iyi
kullanmam lazım. Bir polemik amacıyla da buraya
çıkmadım. Konuşmamın başında da bugün üzerinde durduğumuz konunun ne kadar
önemli olduğunu söylemiştim.
Değerli
milletvekilleri, bir defa şu hususta mutabık kalmalıyız ki bu meselede
ilerleyebilelim: “Şu ya da bu kimse bir sistemden dolayı şiddet uyguluyor.”
demek zaten meselenin baştan yanlış algılandığını gösteriyor. Sistem size göre
yanlış olabilir, bize göre doğru olabilir, bu bir tartışma konusu. Biz diyoruz
ki, vatandaş yüzde 39 memnuniyetini 76’ya çıkardığına göre sistemden memnun
demektir. Bakın, vatandaştan bahsediyoruz; katılırsınız, katılmazsınız; Türkiye
İstatistik Kurumunun yıllar boyunca yaptığı araştırmalar bunlar. Üstelik
sağlıktan sorumlu sendikanın yaptığı araştırma da buna benzer bir sonuç
gösteriyor.
Şimdi,
burada önemli olan konu bu değil, önemli olan konu şu: Biraz önce bir başka
milletvekili de, bir milletvekilinin şiddet uygulamasıyla ilgili olarak, burada
bize on dakika, on beş dakika mazeret anlattı. Yani varsayalım ki bizim
oluşturduğumuz sistemde yanlışlık var, öyle olduğunu farz edin, siz öyle iddia
ediyorsunuz ya. Siz buraya çıkıp da bu kürsülerde ya da başka toplantılarda “E
şiddet uygulayanlar da ne yapsın? Sistem kötü, şiddet uygularlar.” dediğiniz
zaman bu işi çözemeyiz. Siz çok güzel bir şekilde başladınız konuşmanıza,
dediniz ki: “Şiddet kimden gelirse gelsin, ne olursa olsun, hangi türlüsü
olursa olsun biz buna karşıyız ve biz bunu önlemeye mutlaka kararlıyız.”
Vatandaşımız,
günde 2 milyon insan değerli milletvekilleri, 2 milyon insan doktorla
karşılaşıyor. Bu 2 milyon insanı, sistemden dolayı şiddetle suçlamak yanlıştır,
2 milyon insanın hiçbir günahı yok. Bu 2 milyonun içinde şiddet eğilimi olan
insanlar var. Biz, bu şiddet eğilimi olan insanlara, sistem ne olursa olsun,
hadlerini bildirerek, tedbirlerimizi alarak bu problemi çözebiliriz.
İngiltere’deki
sistemi biz mi kurduk? Dünyanın en sosyal sistemlerinden biri olarak kabul
ediliyor. Sayın milletvekilimiz belki burada yoktu ben anlattığımda; yılda 85
bin sözlü ve fiilî şiddet vakası oluyor İngiltere’de. İngilizlerin kendi
yaptıkları araştırma. Onun için, bu konuda istirham ediyorum değerli
milletvekillerimize, polemiği ve siyasi kazanımı bir
tarafa bırakalım. Şiddet nereden gelirse gelsin, değerli milletvekilimizin
söylediği gibi buna karşı duralım. Birlikte nasıl mücadele edeceğimizi bu araştırma
komisyonları vasıtasıyla tespit edelim. Bizim mücadele usullerimize de
komisyonlar baksın ve bunları geliştirelim.
Saygıyla
selamlıyorum hepinizi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Cemalettin Şimşek.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Sayın Başkan, bir durumu düzeltme gereksinimi var.
BAŞKAN
– Bir saniye. Cemalettin Bey konuşsun, vereceğim.
VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön
Görüşmeler (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49) (Devam)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113) (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Devam)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
(Devam)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254) (Devam)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255) (Devam)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (Devam)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257) (Devam)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258) (Devam)
MHP
GRUBU ADINA CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ben de konuşmama başlarken, geçen hafta menfur bir saldırı sonucu Gaziantep’te
hayatını kaybeden doktor arkadaşımız Ersin Arslan’a Allah’tan rahmet,
yakınlarına ve tüm sağlık çalışanlarına başsağlığı dileyerek sözlerime başlamak
istiyorum. Ayrıca, Van’da saldırıya, şiddete uğrayan doktor arkadaşımıza da
geçmiş olsun diliyor, her iki şiddeti de nefretle kınıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada, hasta ve hasta yakınlarının
sağlık çalışanları üzerinde uyguladıkları şiddetin sebepleri ve sonuçlarının
araştırılması hususunun, Mecliste grubu bulunan siyasi partilerimizin ortak
önerisi olarak görüşülmesi kararı doğrultusunda Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce
heyetinizi de saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, önce şunu ifade etmeliyim ki mesleğimin otuz yıla yakınını
kamu ve özel sektörde icra etmiş bir sağlık çalışanı olarak, verilen bu ortak
önergeleri gecikmiş bir önerge olarak kabul ediyor, bunun için Gaziantep’te bir
doktorun öldürülmesini ve Van’da bir doktorun şiddete maruz kalmasını
beklememeliydik diye düşünüyorum.
Geçmişten
beri sağlık çalışanlarına karşı yapılan bu tür saldırılar maalesef son yıllarda
artış göstermiş, artık her gün gazete ve televizyonlarda, sağlık çalışanlarına
karşı şiddet ve saldırılar olağan hâle gelmiştir. Hiç kuşkusuz, bunun, bu
dönemde izlenen sağlık politikalarıyla yakından ilgisi vardır. Özellikle AKP
İktidarı döneminde, hiçbir dönemde olmadığı kadar sağlık çalışanları şiddete
maruz kalmışlardır. İzlenen sağlık politikalarıyla sağlık çalışanları
itibarsızlaştırılmış ve hedef gösterilmiştir. Sayın Sağlık Bakanının bu konuyla
ilgili açıklamaları, hasta ve hasta yakınlarını sağlık çalışanlarına karşı hep
kışkırtır tarzda olmuştur. İzlenen bu politikalar, sağlık çalışanlarını ve
özellikle de hekimleri sorumsuz ve mesleğini -vicdani değerlerin ötesinde- icra
ederken insan sağlığını düşünerek değil başka argümanlarla
yaptığı düşüncesi ile çıkarılan yönetmelikler, Sağlık Bakanlığının hekimler
üzerindeki bu anlayışının göstergesi olarak esasen hekimi mesleğini icra
ederken başka kriterleri gözetmeye zorlamıştır. Böyle bir anlayış Sağlık
Bakanlığı eliyle bizzat Bakan tarafından verilen demeçlerle hasta ve hasta
yakınlarında, sağlık çalışanları, doktorlar aleyhine bu yönde kanaat oluşmasına
zemin hazırlamıştır. Özellikle kendisi de bir hekim olan Sayın Sağlık Bakanının
bu talihsiz açıklamaları gerçekten de çok üzücüdür. Sayın
Sağlık Bakanı geçenlerde yaptığı bir açıklamada “Ben acile hasta kabul etmeyen
ve ondan para talep eden bir hastaneyi kapatmaya varan cezalar veririm.”
diyerek sanki acile başvuran hastadan öncelikle para talep ediliyormuş gibi bir
algı oluşmasına sebep olmuş, hasta ve hasta yakınlarını hastaneye karşı
kışkırtmaktan başka hiçbir işe yaramayan bu açıklama ile Sayın Sağlık Bakanının
sağlık çalışanlarına, doktorlara karşı nasıl bir tavır içerisinde olduğunu
ifade etmesi bakımından çok önemsediğimi ifade etmek istiyorum.
Sayın
Sağlık Bakanına… Mesleğini otuz yıla yakın bir süre kamuda ve özel sektörde bir
sağlık çalışanı olarak hizmet vermiş birisiyim. Ben biliyorum ki hiçbir
hastanede acile başvuran hastaya “Senin sağlık güvencen ne, paran var mı?” diye
sorulmaz. Öncelikle imkânlar ölçüsünde hastaya müdahale edilir, hastanın
derdine derman olmaya çalışılır. Esasen o acil personelinin ve doktorlarının o
hasta için nasıl bir çaba ortaya koyduklarını Sayın Sağlık Bakanının bilmemesi
ise hiç mümkün değildir. Ancak buradan da anlaşılacağı gibi Sayın Sağlık
Bakanının derdi sağlık hizmetlerinin kalitesinin artırılması ya da vatandaşa
daha iyi bir sağlık hizmeti sunumu değil, seçimlerde nasıl daha çok oy
alınabileceğine yönelik olduğu için bu açıklamaları gayet de bilinçli bir şekilde
yapmaktadır. Ancak Sayın Hükûmete ve Sayın Sağlık Bakanına buradan
sesleniyorum: Artık şapka düştü, kel göründü. Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin
sunumundan sağlık hizmetleri sunucuları memnun olmadığı gibi sağlık hizmeti
alanlar da memnun değiller. Sağlık hizmeti sunumunda en önemli kriter sağlık hizmeti sunumunun kalitesidir ve rasyonel
olmasıdır. İster ücret ödeyin ister ödemeyin eğer kaliteli bir sağlık hizmeti
alamıyorsanız yani derdinize derman bulamıyorsanız bu sunulan sağlık hizmetinin
hiçbir önemi yoktur. Uydurulan ucube bir performans sistemiyle hekimler
vicdanlarıyla cüzdanları arasına sıkıştırılmak istenmiş, hekim hastayla
ilgilenmekten çok aklı alacağı puan ile karıştırılmış, bu arada da yoğun hasta
trafiği içerisinde olan hastaya olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, iddia ediyor ve söylüyorum, bu, sürdürülebilir bir
sağlık politikası maalesef değildir. Hükûmete yol yakınken bundan dönmesini ve
daha rasyonel bir sağlık politikası izlemesini öneriyorum. İnsanlar sağlık
hizmeti adına resmen kandırılmaktadır. Sağlıkla uzaktan yakından az çok
ilişkisi olanlar bilirler. Çok hasta bakarak, hasta sayısını çoğaltarak sağlık
hizmetlerine kalite gelmesi mümkün değildir. Bugün araştırma hastaneleri ve tıp
fakültesi poliklinikleri sistemden kaynaklanan sebeplerle birer sağlık ocağı,
aile hekimi polikliniği gibi çalışmakta, yoğunluk nedeniyle hastasına gerekli
zamanı ayıramayarak bir araştırma yapma imkânı bulamamaktadırlar. Yıllara sari olarak baktığımızda hekime müracaat oldukça artmış
ancak tedavi memnuniyeti ve kalitesi düşmüştür. Hâl böyle olunca devletin
sağlık hizmetlerine harcadığı para da esasen yeterli olmamasına rağmen
karşılığını da bulmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, insanın yaşam hakkı,
sağlık hakkı en temel bir hak olduğu gibi aynı zamanda toplumların kalkınması
ve ileri gidebilmesi için eğitilebilir sağlıklı nesillere de ihtiyaç olduğu bir
gerçektir. Bu gerçeği burada bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Ülkemizin geleceği için bunun vazgeçilmez bir durum olduğunu da ayrıca ifade
etmek istiyorum.
Bugün,
Sağlık Bakanlığının bütün şişirmelerine ve popülist yaklaşımlarına rağmen,
Türkiye, maalesef, sağlık hizmetlerinde örnek aldığı ABD ve AB ülkelerine göre
çok gerilerde kalmıştır. Gayrisafi yurt içi hasıladan sağlığa ayrılan pay
Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 16, AB 27 ülke ortalaması yüzde 8,92,
Türkiye’de ise sadece yüzde 6’dır. Kişi başına sağlık harcaması Amerika
Birleşik Devletleri’nde 7.290 dolar, AB 27 ülke ortalaması 2.468 dolar,
Türkiye’de ise bu sadece 600 dolardır. Türkiye’de kişi başına düşen hekim ve
personel sayısı da, örnek aldığımız ABD ve AB 27 ülkelerine göre çok azdır.
Buradan “Dünyanın 16’ncı, Avrupa’nın da 6’ncı büyük ekonomisi olduk.” diyen
Sayın Başbakana ve Hükûmete bu rakamları hatırlatmakta da yarar görüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, konuşmamın bu bölümünde,
sağlık çalışanları ve özellikle hekimlere yönelik saldırılarla ilgili basında
yer almış bazı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Hekimlere
yönelik şiddetle ilgili haberleri son beş-altı yıldır daha sıklıkla duymaya
başladık. Önceleri bu haberlere daha seyrek rastladığımız için haber değeri
günümüze oranla daha yüksekti. Yani bugün saldırılar çok olağan bir hâle
geldiği için bu haberler de maalesef geçmişteki önemini kaybetmiş ve olağanlaşmıştır.
Bugün bu haberler daha olağanlaştı ve bugünle geçmiş arasındaki fark şu ki,
bundan yıllar önce bu haberleri dinlerken ya da okurken hekim toplumuna yönelik
bir tehdit algılamasına sahip değildik. Hekime yönelik bu saldırılar artık bir
tehdit oluşturmaya başlamıştır. Bu anlamda, Türkiye’nin doğu bölgelerinde ve
kamu çalışanı olmak üzere, iki ay içinde 40 hekimin, şiddet gördüğü
gerekçesiyle adli makamlara başvurduğu belirtilmektedir.
İstanbul
Tabip Odası ve Türk Tabipler Birliği, sağlık ortamında hekime ve diğer sağlık
personeline karşı giderek artan şiddetle ilgili yaptığı çalışmada en önemli
boyut sağlıkta dönüşümle birlikte Sağlık Bakanlığının sağlıkçıları hedef
göstermesi, eğitim düzeyi ve medyada çıkan olumsuz haberler, aşırı iş yükü olarak
gösterilmektedir. Konya Tabip Odası Başkanı Profesör Doktor Faruk Aksoy hekime
duyulan saygı açışından konuyu şöyle değerlendiriyor: “Artık, hekime duyulan
saygı eser miktarda kaldı, çalışma ortamına ve hekimin sosyal şartlarına hiç
bakmadan artık, hekimi direkt tahkir edici davranışlar sıradanlaştı ve sık
görülmeye başlandı.”
Burdur-Isparta
Tabip Odasının 2008-2010 yılları arasında yapmış olduğu hekime yönelik şiddet
araştırması, Türkiye’de hekime yönelik uygulanan şiddetin oranını gözler önüne
seriyor. Bu araştırma verilerine göre, kamuda sağlık hizmetinde çalışan uzman
hekimler arasında şiddete uğrama oranı yüzde 45 iken, özelde sağlık
hizmetlerinde çalışan uzman hekimler arasında şiddete maruz kalma oranı yüzde 5
olarak görülüyor. Yaşamları boyunca en az bir defa şiddete maruz kaldığını
söyleyen sağlık çalışanı oranı yüzde 64, şiddete tanık olan sağlık çalışanı
oranı ise yüzde 96. Şiddet uygulayanların yüzde 86’sı hasta ve hasta yakınıdır.
Sadece hastaların uyguladığı şiddet oranı ise yüzde 6 civarındadır. Sağlık
çalışanlarına uygulanan şiddetin yüzde 14’ünü de sağlık idarecileri
gerçekleştirmektedir. Şiddet uygulayanların yüzde 92’sini erkekler
oluşturmaktadır.
Bu konu ile ilgili bir değerlendirme de
Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı Profesör Doktor Şahin Aksoy’dan gelmiştir. Doktor
Aksoy görüşlerini şöyle aktarmaktadır: “Acil servis hekimlerinin sıkça şiddete
maruz kalmasının nedeni iş yoğunluğu, başvuranların gerginliği ve hepsinin
ötesinde “sağlıkta dönüşüm” adı altında siyasiler tarafından halka vadedilen acilde sonsuz hizmet ve hürmet göreceklerinin
pompalanmasıdır.” Acilde şiddet olaylarının artmasının başlıca nedenlerini
bunların oluşturduğunu ifade ediyor Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, ayrıca, sizlerle, geçen yıl -2011 yılı sonunda- yirmi bir il
ve on dokuz tabip odasının Samsun Tabip Odası önderliğinde düzenlemiş olduğu
genişletilmiş hekim çalıştayı sonuç bildirgesinde yer
alan Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sunumundaki görüşlerini paylaşmak
istiyorum. Bu çalıştayda ifade edilen görüşler
şöyledir:
Hekimleri
pozitif motive edebilecek düzenlemeler, uygulamalar derhâl gündeme alınmalı ve
uygulanmalıdır.
Kamuoyunda
mesleki saygınlığımız yeniden kazandırılmalıdır.
Sağlıkta
dönüşüm ve şayet varsa sağlık alanında elde edilen başarılarda hekimin katkısı
var mıdır? Bu katkıyı ödüllendirmek mi, cezalandırmak mı gerekir?
Hekimlik
mesleğinin memuriyetle bağdaşan bir hizmet sınıfı olmadığı, hekimin diğer
memurlardan farklı olarak gece-gündüz, tatil günlerinde de mesai kavramı
olmaksızın hizmet veren sanat ehli bir meslek grubu olduğu göz önüne
alınmalıdır.
Hekimlerin önündeki belirsiz tablo
kaldırılmalı, hekimler, yarınlarından emin olarak görevlerini yapar hâle
getirilmelidir.
Performansa
dayalı döner sermaye uygulaması olmalı, ancak hekim elde ettiği gelirin en
fazla yüzde 25-30’unu bu şekilde elde etmeli, yüzde 70-75’lik geliri emekliliğe
de yansıyan sabit gelir olmalıdır.
Performans uygulamasında puanlardaki
dengesizlikler, ameliyat sınıflandırmalarındaki eksiklikler ve bölümler arası
uygulanan adaletsizliklerle ilgili köklü revizyon
gerekmektedir.
Hasta hakkının “hekime hakaret ve hekim dövme
hakkı” olarak görülmesi konusundaki yanlış imaj düzeltilmeli, “şiddete sıfır
tolerans” sözde kalmamalı, sağlık çalışanına kalkan el, karşısında Sağlık
Bakanını bulmalıdır.
Tam Gün Yasası ve performansa dayalı döner
sermaye sisteminin bu hâlinin bu kutsal mesleğin sahiplerine haksızlık ve zulüm
olduğuna inanıyoruz.
Tabip
odalarının başı olan Türk Tabipleri Birliği, ideolojiden, siyasetten uzak, herkesi
kucaklayan, sadece hekim haklarını ön plana çıkaran yaklaşım içinde olmalı, bu
yönde politikalar üretmeli, hekim dış faktörlerle iş birliği yapmaktan
vazgeçmelidir.
Değerli
milletvekilleri, performansa dayalı ek ödeme sistemi temelde iyi niyetle hazırlanmaya
başlanmış olsa da, gelinen duruma bakıldığında, başlangıçta olduğunu
varsaydığımız iyi niyet dışında pek iyi bir tarafı
maalesef kalmamıştır. Haksızlık ve adaletsizliğe zemin hazırlayan bir yamalı
bohçaya, bir ucubeye maalesef dönüşmüştür.
Performans sistemi kurgulanırken tüm
doktorların tembel olduğu ve ancak parayla motive edilebileceği varsayılarak
hazırlanmıştır. Sistemi kötüye kullanıp haksız kazanç elde eden birtakım
hekimleri denetleyip cezalandırmak yerine, evrensel ve adil hukuk sistemlerindeki
“Ceza suçluya verilir, alınan kararlarla suçlunun yanında masum da
cezalandırılamaz.” mantığı yerle bir edilmiş ve tüm hekimlere inatla “Kırk
katır mı, kırk satır mı?” sorusu dayatılmıştır.
Performans
sisteminin şu anki hâliyle yürümesi mümkün değildir. Şu anda
kendi irade ve çabaları dışındaki faktörler nedeniyle ya da meslektaşlarının
haksız beyan ve kazançları yüzünden sistemden az pay alan hekimler, tabiri caiz
ise, sistemin üçkâğıdını öğrenecek ve eğer bunu uygulamaya gönülleri razı
olursa daha çok pay alacak ya da bir yolunu bulup daha çok döner sermaye veren
hastanelere geçiş yapacaklardır.
Sistemin
sessiz ve habersiz kurbanları, şüphesiz, hastalardır. Şu anki performans
sistemi, riskli, büyük vakalar yapmak yerine, daha çok para kazandırdığı ve
daha az risk taşıdığı için küçük vakalar yapmayı teşvik etmektedir. Hâlen
hekimlere dayatılan “ne kadar puan o kadar para” sistemi, yönetenler tarafından
hekimlere yöneltilen “paragöz” ve “hırsız” suçlamaları, malpraktis
yasasının dayanılmaz ağırlığı ile birleştiğinde “sistemin sessiz, habersiz
kurbanı olan hastalar” diye başlamamızın da esasen sebebi budur.
İşin
doğrusu, tıp sanatı -tıp bir meslek değil, sanattır- öyle bir alandır ki bu
ifadenin ne zaman bir tıbbi gerçeği ifade ettiğini, ne zaman amansız performans
sisteminin acımasız gerçeğini yansıttığını anlamak mümkün olmayacaktır. Bu
durumla karşılaşan hasta, bir sağlık çalışanı, hatta bir hekim bile olsa
gerçeği ayırt etmesi maalesef çok zordur. Burada “Hekim bunu yapmaz.” gibi
düşünceler akıldan geçecektir ancak insan psikolojisi benzerdir ve aldıkları
tüm eğitime rağmen doktorların da bu adaletsiz ve haksız sistemin dayatmalarına
sonsuza dek özveri ile direnmelerini beklemek sadece bir hayaldir.
Hastaların
farkına varmadan mağdur olduğu bir başka uygulama da gereksiz müdahalelerdir.
“Daha çok iş, daha çok para” sisteminin aldatıcı ışığına kapılan bazı hekimler
müdahale endikasyonlarını alabildiğine genişletmiş,
her taşı safra kesesini almaya, her iltihap geçiren bademciği ameliyat etmeye,
her idrar şikâyeti veya mide yanması olana endoskopi yapmaya başlamıştır.
Kısacası, alternatif tedavilerle iyileşebilecek ya da girişimsel işlem
yapılmadan tanı konulabilecek hastalar farkına varmadan bir yığın ilave riskle
karşılaştırılmaktadır.
İnsan
sağlığını konu alan bir meslekte kalitatif sonuca
değil de kantitatif sonuca para verirseniz işte olacağı budur. Usulen bir
muayene yapmış gözüküp reçete yazmanın en kolay para kazandıran yöntem olduğu
şimdiki döner sermaye sistemi, doktorun tanıya gitmek ve sorunu temelinden
çözmek için çaba harcamasını, aynı hasta ile uzun süre uğraşıp derdine derman
aramasını dolaylı olarak engellemektedir.
Maalesef böyle giderse çok geçmeden bugün
aklımıza bile gelmeyen etik dışı davranışlara şahit olacağımız kesindir.
Sistemin acilen çok ciddi bir revizyondan geçirilmesi
gereklidir. Bu sistemi kuran ve vebali üstlenenlerin, inanç ve ahlak
evrenimizin temel taşlarından olan hatadan dönme faziletini göstererek
adaletsiz ve haksız bir sistemi düzeltme şerefini de kazanmalarını sabırla
bekleyeceğiz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım…
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın Bakan, Sayın Baluken’in bir talebi
vardı, onu dinleyeceğim önce.
CEMALETTİN
ŞİMŞEK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek.
Sayın
Baluken, söz talebiniz var, ne için söz istiyorsunuz?
Buyurun.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakanın kullanmış olduğu bir ifadeyi düzeltmek için söz istiyorum.
BAŞKAN
– Nedir o ifade?
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Şimdi, şiddetle ilgili yaşanan bir hadiseye mazeret
aradığımla ilgili bir ithamı oldu, bunu kabul etmediğimi belirtmek istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın bir ifadesini
düzelttiğine ilişkin açıklaması
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Bir olaya mazeret aramak için o olayı onaylamak gerekiyor, o
olayı sahiplenmek gerekiyor. Ben, o kürsüden o olayı hiçbir şekilde kabul
etmediğimizi, tasvip etmediğimizi çok net ifadelerle belirttim, dolayısıyla
sahiplenmediğimiz ve onaylamadığımız bir şeye mazeret arama durumunda olmayız.
Burada
sağlıkta şiddetle ilgili çok önemli bir konu tartışılıyor ve farklı birtakım
algı yanılsaması üzerinden gerçek gündemin boşa çıkarılmaması gerekiyor. Bu
konuda bir düzeltme yapma ihtiyacı hissettim.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum, anlaşıldı konu.
Buyurun
Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Milletvekili biraz önceki konuşmasında
“Bizzat Bakan tarafından doktorlar aleyhine kışkırtıcı ifadeler olmuştur.” diye
aslında benim asla yapmadığım bir şeyi söylediler, bunu düzeltmek için söz
istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sataşma
nedeniyle iki dakika söz veriyorum.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın,
Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuştuğumuz önemli konu için biraz önce de ifade etmiştim, gerçekten polemik yaparken dikkatli olmak lazım. Sağlık Bakanı “Acilde
para istendiğinde hastaneyi kapatırım.” demekle vatandaşı doktorlara karşı
kışkırtmamaktadır.
CEMALETTİN
ŞİMŞEK (Samsun) – Kışkırtıyorsunuz…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Çünkü bir acilde para isteyen bir özel hastane,
o özel hastanenin sahiplerinin, yöneticilerinin taleplerini karşılamaktadır.
Doktorlar özel hastanelerde vatandaşlardan para almazlar. Evet, biz, gerçekten
acil bir durum için yoğun bakım gerektiren bir hastanın yoğun bakımı yapılırken
ondan para istendiği için ya da hasta başka bir yere gönderildiği için, bu
sebeple biz hastanelere kapatma cezaları verdik…
CEMALETTİN
ŞİMŞEK (Samsun) – Algı bu değil Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – …bundan sonra da kapatma cezaları verebiliriz.
Burada vatandaşımızı korumak zorundayız.
Şimdi
değerli milletvekili konuşurken performans sisteminin -kendi ifadelerini
söylüyorum- hekimlerin gereksiz müdahaleler yapmasına yol açtığını, her
gördükleri safra taşını aldıklarını, her gördükleri bademciği aldıklarını, her
gördüğüne endoskopi yaptıklarını ifade ediyor; bu düzeltilmelidir.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bunun sataşmayla ne ilgisi var? Böyle olaylar
yok mu yani? Siz her bir milletvekilinin konuşmasına cevap vermek zorunda
mısınız ya!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Ben şimdi açıkça ifade ediyorum. Sayın
Milletvekili, “Sağlık çalışanına karşı…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bunun sataşmayla ne alakası var? Sayın Bakanla
ne alakası var? Böyle mi yapmış kendisi acaba?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – …kalkan el en başta Sağlık Bakanlığını
karşısında bulmalıdır.” dedi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Kendisi böyle mi yapmış?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Bütün milletin huzurunda ifade ediyorum: Sağlık
çalışanına karşı kalkan el bu ülkede…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Makineye çevirdiler doktorları ya!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – …en başta Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık
Bakanını bulacaktır.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Vatandaşları da sağlıksız bir şeye tuttu…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Her şeye cevap vermek zorunda mısınız ya!
BAŞKAN
– Şimdi, AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Necdet Ünüvar, Adana Milletvekili.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ne kadar eleştirileri hazmetmiyorsunuz ya! Yani edebince bir
eleştiri getirdi ya…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Biz de edebince karşılık verdik.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, bilmem ne, bilmem ne, bilmem ne…
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ama o kadarcık olsun Sayın Bakan. O da eleştiri
hakkını kullanıyor.
VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön
Görüşmeler (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49) (Devam)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113) (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Devam)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
(Devam)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254) (Devam)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255) (Devam)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (Devam)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257) (Devam)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258) (Devam)
AK
PARTİ GRUBU ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri…
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın Ünüvar… Bir saniye…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani siz doktorları kalkıp tahrik ederken vatandaş da yaparken
sizinki sataşma olmuyor da…
BAŞKAN
– Sayın Vural, lütfen…
OKTAY
VURAL (İzmir) - …Beyefendi’nin söylediğiyle mi size sataşılıyor?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Biz doktorları tahrik etmedik, hiç yapmadık öyle
bir şey, hiç yapmam da…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Hep yapıyorsunuz.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Ne zaman konuşsanız zaten Mecliste hep problem çıkıyor ya.
BAŞKAN
– Sayın Vural…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Problem yok, gayet kibarız birbirimize.
BAŞKAN
– Sayın Ünüvar, buyurun…
NECDET
ÜNÜVAR (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi AK PARTİ Grubu
adına saygıyla selamlıyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Problemin kaynağısınız ya. Palandöken
Eczanesi’nden bahsetmek lazım tabii.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Bahset!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bahsederim.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Delikanlıysanız bahsedin! (MHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sen kimsin lan! Sen kimsin!
Sayın
Başkan, sözünü geri alsın! Sözünü geri alsın!
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Siz sözünüzü geri alacaksınız!
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sözünü geri alsın!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Hangi sözümü? Sayın Başkan, sizi açıklamaya
davet ediyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sözünü geri alacaksın!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sen “lan” sözünü geri
alacaksın!
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sözünü geri alacaksın! Sayın Başkan, sözünü geri alacak!
BAŞKAN
– Sayın Bakanım, lütfen açıklama yapar mısınız.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Delikanlıysa sözünü geri alır!
BAŞKAN
– Sayın Vural, lütfen oturun siz.
OKTAY
VURAL (İzmir) - Delikanlıysan sözünü geri alacaksın! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Vural, bir oturur musunuz siz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, sözünü geri alsın.
BAŞKAN
– Siz bir oturun lütfen. Ben Sayın Bakana izah yaptıracağım.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir partinin Grup Başkan Vekiliyle konuşuyorsunuz
Sayın Bakan.
BAKAN
– Lütfen, bir oturur musunuz.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sözünü geri alacak!
BAŞKAN
– Siz bir oturun, Sayın Bakanla konuşacağım. Oturun yerinize lütfen.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Geri alsın!
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir partinin Grup Başkan Vekiliyle konuşuyorsunuz,
arkasında millî irade var.
BAŞKAN
– Lütfen oturun.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - O da
milletvekiliyle konuşuyor.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Olmaz öyle şey!
BAŞKAN
– Sayın Bakan…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Geri alacaksın!
BAŞKAN
– Sayın Vural, lütfen bir oturun.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ne söyledi? “Palandöken Eczanesi” dedi, ne var
bunda? “Delikanlılık” falan…
BAŞKAN
– Gereğini yapalım…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Neresi batıyor sana? Neresi batıyor sana?
BAŞKAN
– Sayın Bakan…
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - “Batıyor”
kelimesini geri alın lütfen.
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen aldın mı ki talep hakkın var sanki?
BAŞKAN
– Sayın Bakan…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Geri almıyorum, aynen iade ediyorum sana.
BAŞKAN
– Bir oturun Sayın Vural.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
- Bir oturun lütfen.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Tamam. Evet.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen, o kelimeyi hangi anlamda söylediniz? (MHP sıralarından
gürültüler)
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sen hayatında delikanlılık mı yaptın be!
BAŞKAN
– Düzeltir misiniz lütfen Sayın Bakan.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Delikanlılık mı yaptın?
BAŞKAN
– Sayın Bakan…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, tutanakları bir alın bakalım. Neler geçmiş,
tutanaklara nasıl geçmiş, görelim. Her şeyi konuşuyorsunuz da, Sayın Bakan
cevap vermesin mi?
OKTAY
VURAL (İzmir) – Bırak canım ya! Bırak be!
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ne tutanağı kardeşim? Meclise güvenmiyorsun ya?
BAŞKAN
– Sayın Aydın, lütfen… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Böyle bir eleştiri var mı ya?
BAŞKAN
– Sayın Bakan…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Kendisi isterse
delikanlılığımı gösterebilirim.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Göster!
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.19
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.49
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 99’uncu Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Sağlık
çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarına ilişkin Meclis araştırması
önergelerinin birlikte yapılan görüşmelerine devam edeceğiz.
Hükûmet
yerinde.
Şimdi,
gruplar adına söz, AK PARTİ Grubu adına…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Vural.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, Sayın Bakanın o kullandığı sözcükle ilgili, o
sözünü geri alması talebimi iletiyorum. Dolayısıyla, bu konuda Sayın Bakana bu
imkânı tevcih etmenizi istirham ediyorum.
BAŞKAN
– Sayın Vural, şöyle yapabiliriz: Ben tutanakları istettim, elimde tutanaklar.
Bu tutanakları okuduğum zaman konuşmalar uzar. Tabii, herkes konuştuğu sözleri
de biliyor. Siz bilirsiniz…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim?
BAŞKAN
– Herkes konuştuğu sözleri, sarf ettiği sözleri de biliyor diyorum, isterseniz
tutanakları okuyabilirim.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Okuyun.
BAŞKAN
– Karşılıklı her ikinize de söz veririm o zaman.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim?
BAŞKAN
- Karşılıklı her ikinize de söz vermek durumunda kalırım o zaman.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Hayır efendim, söz almak durumunda değiliz. Sayın Bakan o
sözünü geri alsın, eğer bana düşen bir şey varsa ben de onu yaparım.
BAŞKAN
– O zaman ben tutanakları okuyayım müsaade ederseniz:
“Sağlık
Bakanı: Ben şimdi açıkça ifade ediyorum. Sayın Milletvekili, ‘Sağlık çalışanına
karşı…
Sayın
Vural: Sayın Başkanım, bunun sataşmayla ne alakası var? Sayın Bakanla ne
alakası var? Böyle mi yapmış acaba kendisi?
Sayın
Bakan: …kalkan el en başta Sağlık Bakanlığını karşısında bulmalıdır.’ dedi.
Sayın
Vural: Kendisi böyle mi yapmış?
Sayın
Akdağ: Bütün milletin huzurunda ifade ediyorum: Sağlık çalışanına karşı kalkan
el bu ülkede…
Sayın
Vural: Makineye çevirdiler doktorları ya!
Sayın
Akdağ: …en başta Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanını bulacaktır.
Sayın
Vural: Vatandaşları sağlıksız bir şeye…
Sayın
Akdağ: Saygılar sunarım.
Sayın
Başkan: Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
Vural: Her şeye cevap vermek zorunda mısınız ya!
Başkan:
Şimdi, AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Necdet Ünüvar, Adana Milletvekili.
Sayın
Vural: Ne kadar eleştirileri hazmetmiyorsunuz ya! Yani edebince bir eleştiri
getirdi ya…
Sayın
Akdağ: Biz de edebince karşılık verdik.
Sayın
Vural: Efendim, bilmem ne, bilmem ne, bilmem ne…
Sayın
Korkmaz: Ama o kadarcık olsun Sayın Bakan. O da eleştiri hakkını kullanıyor.
Sayın
Ünüvar: Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…
Sayın
Vural: Yani siz doktorları kalkıp tahrik ederken vatandaş da yaparken sizinki
sataşma olmuyor da Beyefendi’nin söylediğiyle mi size sataşılıyor?
Başkan:
Sayın Vural, lütfen…
Sayın
Akdağ: Biz doktorları tahrik etmedik, hiç yapmadık öyle bir şey, yapmam da…
Sayın
Vural: Hep yapıyorsunuz.
Başkan:
Sayın Bakan, lütfen…
Sayın
Vural: Ne zaman konuşsanız zaten Mecliste hep problem çıkıyor.
Sayın
Akdağ: Problem yok, gayet kibarız birbirimize.
Başkan:
Sayın Ünüvar, buyurun…
Sayın
Vural: Problemin kaynağısınız ya. Palandöken Eczanesi’nden
bahsetmek lazım tabii.
Sayın
Akdağ: Bahset!
Sayın
Vural: Bahsederim.
Sayın
Akdağ: Delikanlıysanız bahsedin!
Sayın
Vural: Sen kimsin lan! Sen kimsin!
Sayın
Başkan, sözünü geri alsın! Sözünü geri alsın!”
(AK
PARTİ sıralarından “Kim geri alacak?” sesleri)
Bir
saniye sayın milletvekilleri, lütfen müsaade edin. Tutanakları okuyoruz burada.
“Başkan:
Sayın Bakan, lütfen…
Sayın
Akdağ: Siz sözünüzü geri alacaksınız!”
OKTAY
VURAL (İzmir) – “Sen kimsin lan!” mı demişim efendim?
Ben “lan” sözcüğünü geri alıyorum.
BAŞKAN
– Tamam, ben her ikinize de söz veriyorum.
Buyurun,
yerinizden.
Açar
mısınız lütfen, sisteme girin.
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın,
bazı ifadelerini geri aldığına ilişkin açıklaması
OKTAY
VURAL (İzmir) – Yani ben o sözcüğü geri alıyorum. Sayın Bakan kullandığı
ifadeyi geri alsın, aksi takdirde benim de onunla ilgili söyleyeceğim şeyler
var. Eğer…
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurun.
Sayın
Vural “lan” sözünü, kelimesini veya cümlesini geri
aldı.
Buyurun.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Efendim, zaten bu nida Sayın Bakanın o ifadesinden sonra
kullanılmıştır. Dolayısıyla, bizatihi tek başına değerlendirilmesi doğru değil.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN
– Geri alma, özür dileme anlamına gelir.
Buyurun
Sayın Bakanım, lütfen siz de geri alın.
5.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, bazı
ifadelerini geri aldığına ilişkin açıklaması
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sayın Başkanım, gerginlik içinde zaman zaman
birbirimize karşı farklı kelimeler ya da cümleler kurabiliyoruz. Bence Sayın
Başkan “lan” sözcüğünü geri almakla büyüklük
gösterdiler. Ben de “Delikanlıysan söyle.” sözünü geri alıyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
Şimdi
söz sırası AK PARTİ Grubu adına Necdet Ünüvar, Adana Milletvekilinde.
Buyurun
Sayın Ünüvar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön
Görüşmeler (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49) (Devam)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113) (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Devam)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
(Devam)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254) (Devam)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255) (Devam)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (Devam)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257) (Devam)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258) (Devam)
AK
PARTİ GRUBU ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi AK PARTİ Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Dünya
Sağlık Örgütü şiddeti “Kişinin kendisine, başka birisine, bir gruba, topluma
karşı gücünü istemli olarak kullanması ya da tehdit etmesi.” olarak
tanımlamaktadır. Şiddet, farklı kılıklarla ve farklı alanlarda karşımıza
çıkabilmektedir. En son, çirkin yüzünü Gaziantep’te gördük. Gaziantep’te
yaşanan menfur saldırı sonucu, henüz mesleğinin ve hayatının baharında olan,
pırıl pırıl, genç bir hekim kardeşimizi kaybettik.
Acımız ve üzüntümüz çok büyüktür.
Hatırlatmak
isterim ki Operatör Doktor Ersin Arslan, henüz yirmi altı yaşında, genç bir
hekimdi. Türkiye’de sayısı belki de 100’ü bulmayan göğüs cerrahlarından
biriydi. Dört aylık hamile bir eşi vardı. Pırıl pırıl
bir geleceği ve güzel hayalleri vardı. Ben bu Değerli Kardeşime Allah’tan
rahmet; eşi, yakınları, sağlık çalışanlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz gibi, ben de bir hekimim. Yaşanan olaylar beni de
derinden etkiledi ve çok üzdü. Sizlerle duygularımı bu konuşma vesilesiyle
paylaşmak istiyorum.
Dünyada
bazı meslekler vardır ki hakkını vermeden yapamazsınız; öğretmenlik, liderlik,
askerlik ve hekimlik gibi. Listeyi uzatmak mümkün. Hekimlere,
bildiğiniz gibi, doktor da denilmektedir. Doktor, Yunanca “öğretici”
anlamındadır. Bir nevi öğretmendir aslında; genç hekimleri eğitir, halkı
eğitir, kendini eğitir. Doktor, aynı zamanda liderdir, toplumu peşinden
sürükler gider. Hayatınıza zaman zaman kısıtlamalar getirir, yaşam kaliteniz
için yaşamınıza müdahale eder, şunu yemelisiniz, şunda fayda var der ve toplum
da buna uyar. O hâlde, hekimlik doktorluktur, liderliktir, öğretmenliktir.
Ben
de yirmi sekiz yıllık hekimlik hayatımda hemen hemen her pozisyonda hekimlik
yaptım. Hekimliğin ne olduğunu acısıyla tatlısıyla yaşamış birisiyim. Ama bir
hekim, sadece hekimlerin değil, sağlık çalışanlarının neler yaşadığını, onların
hâletiruhiyesini de çok iyi bilir. Sağlık çalışanlarının tamamına yakını
hastasıyla sevinir, hastasıyla üzülür. Çalışır, çabalar ama bazen de başaramaz.
Hekimlik öyle bir meslektir ki bazen iyileştirirsin, suçlu olursun; bazen
çabalarsın, ölümden döndürürsün, sakatlık olur. Hastayı koşturamadığı için
eleştirildiği olur, iyileştirmek için elinden geleni yapar ama yine de hastası
ölebilir ve sonrasında tabii birtakım üzücü hadiseler de söz konusu olabilir;
mahkemeler, hukukçular, davalılar, davacılar, uğraşır durur doktorlar, sağlık
çalışanları. Zor olan budur.
Tabii,
bu çerçevede, Abdurrahim Karakoç -Allah şifa versin,
Sayın Karakoç şu anda hastanede yatıyor, durumu da hamdolsun bugün daha iyi-
vatandaş-doktor ilişkisini çok veciz bir şekilde “Doktor Bey” şiiriyle
anlatmıştır. Bunlardan okumayacağım. Bu dörtlükte olan doktorlar şu anda yok.
Vatandaşların sıkıntısı da hamdolsun daha az. Bu vesileyle Abdurrahim
ağabeye de Allah’tan acil şifalar diliyorum, tez zamanda ayağa kalkmasını da
diliyorum.
Değerli
arkadaşlar, kötülüğe karşı kötülük yapmak doğru değildir ama anlaşılabilir,
tevil edilebilir; ama iyiliğe karşı kötülük yapmak ise insanlık dışı, menfur
bir harekettir, cinayettir. İşte, hekimin zorluğu burada başlar, bir yandan
ilahî kaderin tecellisiyle bir yandan da bazı insanların kendince adalet
anlayışı arasında sıkışıp kaldığı olur. Tabii, adalet demişken Kanunî Sultan
Süleyman’ı da anmadan geçmek olmaz. Kanunî ne demişti: "Halk içinde
muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat
gibi." Sıhhat o derece önemli
yani.
Tabii,
doktorlar, kendi kendini de zaman zaman hastaları için perişan eder, evlilik
hayatı, çocuklarının büyümesini izlemekte de zorluk çeker. Erich
Segal aslında bunu “Doktorlar, evliliklerini kurban
eden, çocuklarının büyümesini izlemenin benzersiz fırsatını kaçıran
insanlardır.” diye tarif eder. “Tabii asık suratlı istatistikler de şunu
gösteriyor ki doktorlar sık sık hastalarından daha kötü acılar çekerler. Çünkü
kimse yıkılan bir evliliği onaramaz ya da babasının sürekli savsaklamaları
yüzünden yıkıma uğramış çocukların ahlakını düzeltemez.” diye Erich Segal ifade eder.
Değerli
milletvekilleri, sağlık kuruluşları ve sağlık çalışanları savaş zamanlarında
bile dokunulmazlığı olan yerlerdir, kişilerdir. Bu bağlamda, sağlıklı
yarınlarımızın teminatı olan hekim kardeşlerimize ve sağlık çalışanlarımıza
sahip çıkmanın önemini bir kez daha hatırlatmak isterim. Bu sebeple, siyaset ve
politika gözetmeksizin ortak paydada buluşabilmek toplumumuzun refahı ve
sağlıklı geleceği adına ciddi önem teşkil etmektedir. Ama üzülerek ifade
etmeliyim ki bugünkü konuşmalarda da bazı şeylerin birbirine karıştırıldığını
görüyoruz. Performans uygulamasıyla şiddet arasında bir ilişki kurmak gerçekten
çok uygun olmayan bir davranış çünkü performans uygulamasının öncesini de
biliyoruz. Yirmi sekiz yıldır hekimlik yapıyorum, burada hekim olan
arkadaşlarım, kardeşlerim var. Performansla hastaya ayrılan sürenin arttığını,
memnuniyetin arttığını çok rahatlıkla söyleyebilirim. Dolayısıyla yeni sağlık
sistemiyle şiddet ortamının bağdaştırılmasının hiç yakışık almadığını ifade
etmek isterim. Kaldı ki Memur-Sen’e bağlı Sağlık-Sen
Sendikası tarafından yapılan bir araştırmada, sağlıkta şiddetle ilgili yapılan
çalışmalarda, sağlık politikalarının yüzde 6,3 olduğu, daha çok, yüzde 34,5
oranında kötü iletişimin, yüzde 13,8 bekleme sürelerinin, yüzde 12,1 olarak da
sağlık çalışanının aşırı iş yoğunluğunun etkili olduğu ifade edilmiş.
Tabii,
dün Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu
da olaya bambaşka bir yaklaşım getirdi ve hakikaten enteresan bir yaklaşımdı.
Sayın Kılıçdaroğlu konuşmasında –burada tam metni var
ama onu okumayacağım- on yedi yaşındaki çocuğun dedesinin maaşını alabilseydi
bu işi yapmayacağını ifade ediyor ve burada tabii Sayın Başbakanın bu olayı
tahlil etmesi gerektiğini, bu ülkede neler olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla
konunun gerçekten birbirine katıp karıştırıldığını da çok rahatlıkla
söyleyebilirim.
Dolayısıyla,
değerli milletvekilleri, hepimiz dikkatli ve sorumlu davranmak durumundayız.
Zaman zaman şiddeti protesto adına yapılan yanlışlıklar şiddeti besleme riski
taşıyor. Protesto yapacağız diye vatandaşın sağlık hizmeti almasına engel
olmak, sağlık çalışanı ile hasta arasındaki sevgi bağını zedeleyebilir ve yeni
şiddetlere yol açabilir. Bu noktada basınımıza da çok önemli görevler
düşmektedir. İyi tetkik edilmeden, hakkaniyet gözetilmeden yapılan haberler,
yanlış yönlendirmelere sebep olabilmektedir. Şiddetle mücadelenin birlikte,
topyekûn sürdürülmesi gereken bir mücadele olduğunu daima hatırlamak
durumundayız. Bunu yaparken, biz sağlık ailesi olarak, insanımıza hizmeti
aksatmadan sürdürmeye devam edeceğiz, gayret edeceğiz.
Değerli
milletvekilleri, hekimler ve bütün sağlık çalışanları, insanların en zor
günlerinde, en ızdıraplı anlarında yanlarında
bulunan, en mahrem durumlarına tanıklık eden kahramanlardır. Dolayısıyla
onların o beyaz önlüklerinin bunu ifade ettiği kişilere bizler de çok yakinen
ilgi göstermek, yanlarında, yakınında bulunmak durumundayız ama maalesef şiddet
zaman zaman sağlık alanında da karşımıza çıkmaktadır ve hatta en dramatik, en
acı tablo olarak da sağlıkta görüyoruz ama aile içinde, trafikte, sporda da sık
sık şiddete maruz kaldığımız malumunuzdur.
Şiddet
bu açıdan bakıldığında, sadece sağlığı değil, toplumun bütününü ilgilendiren
bir sorundur. Şiddeti meydana getiren hususları irdelemek ve sebepleri ortaya
çıkarmak bu bağlamda temel gayelerimizden birisi olmak durumundadır. Umuyorum
ki bu kurulacak araştırma komisyonunda da bilim adamları, bilim adamları,
sosyologlar, psikologlar, kanaat önderleri ve toplumda rol alan öncü kişilerle
yapılacak çalışmalar, atılacak adımlar bu konunun çözülmesinde bizlere yol
gösterecek, yaşanan menfi olayları azaltmaya yardımcı olacaktır.
Tabii,
şiddet değerli milletvekilleri, dün
vardı, bugün de var, yarın da var olacaktır. Sadece bugünün sorunu değildir,
sadece Türkiye’nin sorunu da değildir. Biraz önce Sayın Bakanımız İngiltere
örneğinden ifade etti; Kanada’dan, Avustralya’dan, Amerika’dan, Almanya’dan,
Fransa’dan da rakamlar vermek mümkündür ama sizleri rakamlara boğmak
istemiyorum.
Bakanlığımızın
ve grubumuzun bu konudaki araştırma komisyonu kurulmasındaki tavrı gerçekten
son derece cesur bir tavırdır çünkü en iddialı olduğumuz bir alanda tartışma
yapabilmek her iktidarın göze alabileceği bir cesaret değildir. Belki bu komisyon çalışmaları sonucunda bazı ek tedbirler
gerekecektir ama Sağlık Bakanlığımız ve Sayın Bakanımız zaman zaman memnuniyet
oranı yüzde 39’dan 76’ya çıksa da hekimlerimizin hakkını geçmişle mukayese
edilemeyecek ölçüde versek de sağlık çalışanlarımıza gereken ilgiyi, alakayı
geçmişle mukayese edilemeyecek ölçüde versek de bunun yeterli bir derece
olmadığını, seviye olmadığını ifade ediyor. Belki bu yeni ek tedbirler,
değerli milletvekillerimizin tedbirleri veya önerileri mutlaka o memnuniyeti
artıracaktır. Olayın bütün boyutlarıyla ele alınması, incelenmesi, tedbirlerin
gözden geçirilmesi son derece önemlidir. Bir tane bile sağlık personelinin
burnunun kanaması Meclis araştırma komisyonunun dört ay çalışmasına değer yani
hiçbir sağlık çalışanımızın burnu kanamasın, ayağına diken batmasın istiyoruz.
Belki
bu vesileyle biz doktorlar bunu çok iyi biliyoruz ama Türkiye Büyük Millet
Meclisinin iktidarı muhalefeti bütün milletvekilleri de sağlık çalışanlarının
ne kadar fedakârca çalıştığını, ne denli yoğun gayret gösterdiğini de anlamak
ve tespitleri ortaya koymak durumunda olacaktır. Bu da komisyonumuzun ekstradan
bir faydası olacaktır. Onlar çünkü bizim en zor günümüzde yanımızda. O hâlde
biz niçin onların zor günlerinde yanlarında olmayalım, onlar bunu fazlasıyla
hak ediyorlar.
Tabii
hepimizin elimizi taşın altına sokmamız gereken bir sorun. Şiddeti, ancak,
vatandaşla sağlık çalışanlarının birbirini daha çok anlayarak, sevgi ve empati yaparak ve bu köprüleri oluşturarak aşabileceğine
inanıyorum.
Şiddeti
besleyen unsurları da göz ardı etmemek lazım. Bu konuda -biraz önce basından
bahsettim- medyanın gerçekten çok duyarlı olmasını, rating
kaygısıyla, bazen olmadık noktalarda, yansımasının nerede olacağını
bilemediğimiz haberleri yapmamasını, bu haberleri yaparken daha özen
göstermesini de bir hekim olarak tavsiye etmek durumundayım.
Tabii,
şiddet kimden, kime karşı olursa olsun asla kabul edilemez. Çünkü hekim
ameliyat edeceği her hastanın iyileşeceğini garanti etmez, hastaya şifa verme
gücü yoktur. Hekimin eğer böyle bir gücü olsaydı, hiçbir hekim hiçbir
hastasından bu gücü esirgemezdi. Tıbbi müdahaleler bazen istenildiği gibi sonuçlanmayabilir,
hasta iyileşmeyebilir, kötüleşebilir, hatta kaybedilebilir. Bu olaylar hekimin
hatalı olduğunu göstermez veya sağlık çalışanlarının hatalı olduğunu göstermez
ekip olarak. Tabii, hekim veya sağlık çalışanının hatalı olduğu düşünülüyorsa
bunun için yapılması gereken şey bellidir.
Dolayısıyla,
şiddetin asla bir hak arama yolu olmayacağını ve bunun bir suç olduğunu
hepimizin zaten kabul ettiğini düşünüyorum ama topluma da bunu çok net bir
şekilde anlatmamız gerekiyor. Bu tür olayların hak ettiği cezaya
çarptırılmaması, benzer olayların yaşanmasına da zemin hazırlayacaktır.
Zaman
zaman bizler de hekim olarak görüyoruz, iletişim problemleri söz konusu
olabiliyor. İletişim sadece şiddeti yapanla şiddete uğrayan arasında değil,
daha sonraki aşamalarda, yargı veyahut da polislerimiz, emniyet güçlerimiz
arasında da bir iletişim kopukluğu olabildiğini görüyoruz. Dolayısıyla, hak
arama yöntemlerinin de topluma net bir şekilde anlatılması ve toplumun da
yapılanlardan ortaya çıkacak cezai müeyyideleri de net olarak bilmesinde fayda
var.
İngiltere’de
gerçekten çok önemli çalışmalar yapılmış. Biraz önce Sayın Bakanımız
konuşmasında, alınacak birtakım ek tedbirlerden bahsetti. Bunların
yapılmasının, sağlık alanında yaşanan, istenmeden de olsa yaşanan bazı hadiselerin
önüne geçeceğini düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, toplumsal sorunlarda topyekûn toplumsal sorumluluk gerekir. Bu
nevi konularda siyasi duygularımızı bir kenara bırakıp ortak adım atmak gerekir
çünkü bu ülke bugün var, yarın da var olacak ve bizlerin bu ülkeyi bizim
devredeceğimiz kişilere daha iyi bir şekilde devretmek gibi bir sorumluluğumuz
var.
Kuşkusuz
hepimizin bir siyasi görüşü var, hepimizin bir olaya farklı yönlerden
bakabilme, olayları farklı yorumlayabilme yeteneğine sahip olduğumuzu
biliyoruz. Gelin bu konudaki, bu yöndeki görüşlerimizi ve kabiliyetlerimizi bir
kenara bırakalım, olaya hepimizin bir sorunu gibi yaklaşalım ancak bu şekilde
çözüm üretebiliriz. Sağlık çalışanları hepimiz için çalışıyor, hepimizin de
onların yanında durma zorunluluğumuz var.
Dolayısıyla,
değerli milletvekilleri, topyekûn ortak bir sorumluluk ortaya koymamız bu
ülkenin hayrına olacaktır ama tabii elimizi taşın altına koyarken bir gün önce
şiddeti önleme adına imza atıp, ertesi gün de o imza attığımız elimizle bir
doktora yumruk atma sorumsuzluğu içinde de olmamamız gerekiyor. Onun için, bunu
kimden gelirse gelsin topyekûn karşılamak ve bunu telin etmek durumundayız.
Tabii,
her konuda şahin kesilen Türk Tabipler Birliği ve SES sendikasının da bu konuda
çok fazla sesinin de çıkmadığını ifade etmeliyim. Yani, olayı yapan a veya b
partisinden, olayı yapan a veya b şahsı olmasına göre de kanaatlerimizin
değişmemesi gerekiyor. Onun için, burada sorumluluğu başkası üzerine atıp
kendimizin bir kenara da sıyrılmaması da gerekiyor. Dolayısıyla, bu konuda bizlerin
ortak hareket etmesi bu ülkeye olan sorumluluğumuzun da gereğidir.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Başkan; toparlamak gerekirse canla başla bayrağımızın
dalgalandığı her yerde sağlık hizmetini gönülden ifa eden sağlık
çalışanlarımıza çok şey borçluyuz. Geceleri uyurken sağlığın nöbetini tutan,
hastasının iyileşmesini dört gözle bekleyen hekim ve sağlık çalışanı
kardeşlerimiz sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü fazlasıyla hak ediyorlar. Şiddetsiz
bir sağlık ortamı için siz değerli milletvekillerimizin de elini taşın altına
koymasını ve bu sorunu siyaset ötesi bir sorun olarak algılayıp çözüme gidecek
yolda cesaretle adım atmasını arzuluyorum. Sağlık camiasının da istek ve
temennilerinin bu yönde olduğunu biliyorum. Sağlık çalışanlarının fedakârca
çalışmasının karşılığını fazlasıyla vermemiz gerektiğini de biliyorum.
İnşallah,
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da… Sayın Bakanımız zaten bu komisyonun
kurulmasını gönülden arzu etti çünkü öteden beri sağlık sistemi ile şiddet veya
gayrimemnun sağlık çalışanı -tırnak içinde ifade ediyorum- bağlamında birtakım
şeyler ifade ediliyordu. Umuyorum ki bu araştırma komisyonu çalışmaları en
azından bu eleştirilerin de yersiz olduğunu ortaya çıkaracaktır. Ben beş yıl sağlık müsteşarlığı yapmış bir kişi olarak geçmişle mukayese
edilemeyecek ölçüde hem vatandaşımızın hem sağlık çalışanlarımızın
memnuniyetinin arttığını ve onların arasında sevgi köprüsünün daha kuvvetli bir
şekilde kurulduğunu biliyorum, onu hissediyorum, gördüm, yaşadım, bugün de
yaşıyorum ama bu araştırma komisyonuyla en azından -sağlık dışından da mutlaka
arkadaşlarımız olacaktır veyahut da muhalefetten de arkadaşlarımız olacaktır-
bunlar konuşulacak, görüşülecek ve ortaya güzel bir rapor çıkacaktır ve o
raporla ilgili de Sayın Bakanımız büyük bir hoşgörüyle burada, zaten bu çıkacak
kararlarla ilgili konuya duyarlı yaklaşacağını ifade etti.
Ben
kurulacak araştırma komisyonunun sağlık çalışanlarımızın daha mutlu,
vatandaşlarımızın da daha sağlıklı olmasına vesile olmasını temenni ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Lütfen sisteme girer misiniz Sayın Hamzaçebi, sözlerinizin anlaşılması için.
Buyurun.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Konuşmacı, konuşmasında Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun
dünkü grup toplantısında kullanmış olduğu bir cümleyi kullanılış amacından daha
farklı bir anlamda kullanmak suretiyle grubumuza sataşmada bulunmuştur. Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Gaziantep’te meydana gelen olayda bir
doktorun ameliyat ettiği bir hastanın ölmesi sonucunda, onun torunu tarafından
öldürülmesi sonucunda “Eğer o torun, o kişi, cinayeti işleyen kişi dedenin maaşını
alabilseydi bu cinayeti işlemeyecekti.” şeklinde özetleyebileceğim açıklamasını
bir başka anlama gelecek şekilde kullanmıştır. Bu nedenle, söz istiyorum
efendim.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
Lütfen,
iki dakikada…
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın CHP Grup Başkanına sataşması
nedeniyle konuşması
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, sağlık çalışanlarına yönelik olarak meydana gelen şiddet
olaylarının önlenmesine ilişkin olarak tüm siyasi parti grupları tarafından
verilen Meclis araştırma önergelerini görüşüyoruz. Toplam on adet Meclis
araştırma önergesi vardır, bunun altı tanesi Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna
aittir ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun öteden beri vermiş olduğu, vermekte
olduğu bu önergeler üzerine bugün -tabii ki, diğer siyasi parti gruplarının da
önergeleri var- böyle bir noktada buluşulmuş olmasını olumlu buluyorum. Umarım
ve temenni ederim ki, kurulacak olan Meclis araştırma komisyonu bu konuda
gerekli önlemleri ortaya koysun ve yürütme organı da bu önlemleri alsın.
Sağlık
çalışanlarına yönelik şiddeti konuşurken, her şiddet olayının veya birçok
şiddet olayının bir başka yönü de bulunmaktadır. Gaziantep’te meydana gelen
olayda ameliyat edilen kişinin ölmesi sonucunda o kişinin torunu olan bir
şahsın, genç bir çocuğun doktoru öldürmesinin arkasında -tabii ki, bu öldürmeyi şiddetle kınıyoruz
ama- bu olayın bir başka tarafında da bir başka dram var. Bu aile parasız,
yoksul, dar gelirli bir aile. Sayın Kılıçdaroğlu buna
vurgu yapan bir ifade yapmıştır yani bu şiddet tabii ki, önlenmelidir, hiçbir
şekilde şiddetin haklı bir nedeni olamaz, kesinlikle bunu reddediyoruz. Hiçbir
şekilde şiddete hak vermek mümkün değildir ama öte taraftan da ülkemizde bir
yoksulluk vardır, insanlarımız önemli ölçüde yoksuldur, dar gelirlidir, günlük
geçim giderlerini karşılayamayacak düzeydedir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun
ifade ettiği, bu kişilerin aynı zamanda böyle bir gelire ihtiyacı olduğudur
yoksa herhangi bir şekilde bir başka anlama gelecek bir cümle kullanmamıştır.
Teşekkür
ederim, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön Görüşmeler (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49) (Devam)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113) (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Devam)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
(Devam)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254) (Devam)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255) (Devam)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (Devam)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257) (Devam)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258) (Devam)
BAŞKAN
– Şimdi, önerge sahibi olarak şahsı adına söz isteyen Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şeker.
Buyurun
Sayın Şeker. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime
başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, bizler bu araştırma önergelerini hazırlarken ciddi bir zaman
harcıyoruz. İş olsun diye, Meclisin çalışmasını engellemek amacıyla da bunları
yapmıyoruz. Mecliste önergeler hazırlanırken de aynı yöntemi izliyoruz. Ama
görüyorum ki, yani muhalefet partisi böyle bir araştırma önergesini verdiğinde,
böyle bir değişiklik önergesini verdiğinde hep bu gözle bakılıyor, “Bir
engelleme amacıyla mı yapılıyor?” maksadıyla bakılıyor; oysa bizim bu önergeyi
verdiğimiz tarih ekim ayının 6’sı. Aytuğ arkadaşımızın, Sayın Mersin
Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın önerge verdiği tarih eylül ayıydı. O önerge de
gündeme gelmedi. Biz kendimiz onu 14 Martta bu Mecliste gündeme getirdik. Dedik
ki: “Sağlıkta artan bir şiddet var. Artmasa bile, aynı kalsa bile, eksilse bile
sağlıkta bir şiddet var ve bunu kabul etmek lazım. Bu, sağlık çalışanlarına
karşı, hekimlere karşı, hemşirelere karşı yapılan bir şiddet. Buna bir tedbir alalım,
bunu düzenleyelim, elimizden geleni yapalım.” diye bir önerge vermiştik ve 14
Mart vesilesiyle de Meclise getirdik, maalesef yine sizlerin ret oylarınızla
kabul edilmedi.
Sevgili
arkadaşlar, şimdi, belki de ekim ayında biz böyle bir komisyon kursaydık ve
çalışsaydık, ekim ayında bunu gündeme getirseydik, bu sorunları çözmeye
çalışsaydık belki de bu arkadaşımız bugün aramızda olacaktı; bence aslında işin
en can alıcı noktası burası. Lütfen, bu konuda verilen bu araştırma
önergelerinin biraz daha ciddiyetle üzerinde durup, araştırıp, üzerinde çalışıp
sonuçlandırmaya çalışmak lazım.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Esenyurt Devlet
Hastanesinde şiddetin olduğu gün!
MEHMET
ŞEKER (Devamla) – Evet, evet…
Şimdi,
sayın milletvekilleri, sağlıkta dönüşüm, başlangıçta, o gün Genel Başkanımızın
da bahsettiği gibi iyi umutlarla başladı, bazı şeylerde düzelme oldu. Bunlara
biz de tabii, doğru yapılanlara “doğru” demek zorundayız ama maalesef son
yıllarda sağlıkta dönüşüm sağlıkta ticarileşmeye döndü. Artık sağlıkta
hastaneler bir ticarethane, maalesef hastalar da bu ticarethaneye gelen müşteriler
olarak görülmeye başlandı. Özel hastane sayılarında artış oldu. Özel hastane
sayıları artarken bunları büyük şirketler kurmaya başladılar. Özel sağlık
şirketleri açılırken belli bir zaman sonra bu hastanelere maalesef vatandaştan
para alabilmesi için katkılar konulmaya başlandı. Bu katkılar öyle rakamlara
çıktı ki yüzde 90’lara ulaştı. Dolayısıyla şu anda özel bir hastaneye giden
vatandaş ekonomik durumu yerinde değilse bu katkıları ödeyemez durumda.
Dolayısıyla büyük çoğunluğuyla hastalar devlet sektörüne, devlet hastanelerine
dönmeye başladılar, bu da bu hastanelerde yığılmalara sebep olmaya başladı.
Burada maalesef sağlıkta dönüşüm bize aslında çok ciddi bir şekilde bir
sıkıntıyı da gündeme getirdi. Bu neydi? Bu da… Biz hep şunu söylüyoruz:
“Sağlıktan ne kadar memnunsunuz?” vatandaşa soruluyor. “Yüzde 76 memnunum.” Ama
aynı şey doktorlara soruluyor –Sayın Bakanım da burada, biliyor- doktorlar da
diyor ki: “Biz de verdiğimiz hizmetin yüzde 85’inden memnun değiliz.”
Sevgili
arkadaşlar, maalesef son yıllarda sadece reçete yazan, tahlil yapan, tetkik
yapan bir doktor grubu yetiştirmeye çalıştık. Performanstan para alan, bunun
için mücadele eden, bunun için gayret gösteren bir hekim grubu oluşturmaya
başladık. Oysa ülkemizde ciddi anlamda koruyucu sağlık hizmetine
önem vermemeye başladık, bunun da çok ciddi… Aslında ben daha önce de bundan
bahsetmiştim, yine söyleyeceğim, maalesef şu anda koruyucu sağlık hizmetlerine
yeterli önemi vermediğimiz için diyabet hastalığında, hipertansiyonda, kalp
hastalığında, kronik obstrüktif akciğer hastalığında,
verem ve kanser gibi hastalıklarda da artış var. Demek ki bir şeyi
yanlış yapıyoruz. Çok hasta bakmakla, çok insanı tedavi etmekle, çok insana
reçete yazmakla, çok insana tetkik ve tahlil yapmakla bir yere varılmıyor. Bir
ülkenin en iyi göstergesi, işte kronik hastalıkları artıyorsa o ülkede sıkıntı
var demektir ve yine bilim adamları diyorlar ki: “Bir sonraki nesil sizden daha
kısa ömürlü olacak.” Bunun sebebi ne? Maalesef koruyucu sağlık hizmetlerine
yeterli önem vermediğimizden kaynaklanıyor.
Ve
en önemlisi de, biraz önce buradan konuşurken herkesin söylediği gibi, siyasi polemikler sağlıkta şiddetin artmasına sebep olmuştur. Ne
dedik? Doktorları açgözlü olmakla suçladık. Ne dedik? “Yurt dışından hemşire
getireceğiz. Siz yeteneksizsiniz, siz bu işi yapamazsınız; biz size yurt
dışından hemşire getireceğiz.” dedik. Ne dedik? “Size yurt dışından doktor
getireceğiz.” dedik. Maalesef “Doktora değil ben hemşireye iğne yaptırırım.”
dedi Sayın Başbakan. Bütün bunlar, maalesef, siyasi anlamda polemik
konusu olmakta ve sağlıkta şiddetin, bugün önümüze gelen şiddetin en önemli
sebeplerinden de birisi olarak görülmektedir.
Sayın
Ünüvar, burada, hekim arkadaşlarımızın eylem yapmasını eleştirdi. Sevgili
arkadaşlar, hekimler böyle bir günde eylem yapmayacak da ne zaman yapacak? Bir
hekim arkadaşımız hayatını kaybetmiş, sağlıkta şiddet alabildiğince artmış, her
gün… Kamuoyuna yansıyan bu bizim bildiğimiz, Sayın Bakanın söylediği gibi de
sadece bize bahsedilen, basına düşen, haberimiz olan sağlıkta şiddeti
konuşuyoruz burada. Oysa her gün her hastanede hekimler ve sağlık çalışanları
itilip kakılmaktalar, bunları yaşıyorlar; kimisi basına yansıyor, kimisi
yansımıyor ama yansımayanlar çoğunlukta. Onun için, burada hekim arkadaşların,
özellikle Türk Tabipler Birliğinin bu konuda duyarlı davranmasını da takdirle
karşılıyorum.
Peki,
biz ne yapacağız sağlıkta başarılı olmak için? Burada samimiysek -bu komisyon
tabii çalışacak, başarılı şeyler yapacağına da eminim- aslında şunları yapmak
gerekiyor:
Öncelikle,
Türk Ceza Kanunu’na sağlıkta şiddet ile ilgili maddeleri eklemek zorundayız.
Bunu eklemiyorsak bu komisyon, maalesef, sadece bir rapor hazırlamakla kalır.
Yine,
başta Doktor Ersin Arslan olmak üzere görevi başında bu tür saldırıya uğrayan
meslektaşlarımızın geride kalan yakınlarının geleceklerinin güvence altına
alınması ve sorumluluğun yerine getirilmesi için tedbir alınması lazım. Bunu da Bakanlığın yapması lazım.
Yine,
kurduğunuz doktor şikâyet hattı, kısa adı “SABİM” olan Sağlık Bakanlığı
İletişim Merkezinin, sağlıkçılara, hekimlere yönelik bir şiddet unsuru olarak
kullanılmasına son verilmesi lazım. Hattın bu yönüyle işlevinin gözden
geçirilinceye kadar durdurulduğunun da açıklanması lazım. Eğer tedbir alacaksak
bunları yapmak zorundayız.
Tüm
sağlık kuruluşlarının -kamu, özel sağlık kuruluşlarının- “çalışan sağlığı ve güvenliği”
yaklaşımıyla şiddet açısından risk değerlendirilmesinin de yapılması lazım. Bunu da çok acil bir şekilde Sağlık Bakanlığının yapması lazım.
Politikacıların, bakanların, üst düzey yetkililerin hekimleri, sağlıkçıları
hedef gösteren ve değersizleştiren söylem ve üsluplardan da vazgeçmesi lazım. Eğer
bu komisyondan bir şey elde etmek istiyorsak bunları çok kısa bir şekilde
yerine getirmek zorundayız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda artış gösteren doktorlara şiddet
içerikli saldırılar toplumsal bir sorun hâline gelmiştir. Bu durumun nedenleri
ise sadece güvenlik boyutuyla açıklanamayacak kadar derindir. Hastaların
hakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmaması, ekonomik olarak yaşanan
sorunların sosyopsikolojik olarak dışa vurumu, hastane
çalışanları için yeterli güvenliğin olmaması ve daha da önemlisi çoğu zaman
sağlık sistemindeki bozuklukların tek nedeninin doktorlar olduğunun yetkililer
tarafından ifade edilmesi gibi nedenler doktorları hedef hâline getirmektedir.
Ülkemizde
yaşanan üzücü olaylar sağlık personelinin moralini bozmakta, çalışma şevkini
kırmakta ve sağlık personelini de yıpratmaktadır. Sağlık personeli hasta ve
hasta yakınlarının fiziki ve sözlü saldırılarına maruz kalmaya devam
etmektedir. Hastane kampüsü içerisinde bu tür olaylara müdahale edecek bir
polis noktası bulunmaması, hastanelerde bulunan polislerin sadece hastaneye
intikal eden adli vakalarla ilgilenmesi ve genellikle taşeron şirket elemanı
olan hastanelerdeki güvenlik görevlilerinin yeterli yetkiye sahip olmaması
sorunun güvenlik kısmının ne derece ciddi bir boyutta olduğunu da bizlere
göstermektedir.
Sağlık
hizmetinin kaliteli ve huzurlu bir şekilde sunulması, toplum sağlığının
gelişmesi açısından olmazsa olmaz bir ilkedir. Sağlık personeli ve özellikle
doktorların saldırıya uğrayacağı düşüncesiyle hareket ederek hizmet vermeye
çalışması, toplum sağlığının gelişmesine, yeterli katkıyı sunmasına da engel
olacaktır. Doktorların verimli çalışmaması sadece toplum sağlığını değil ülke
ekonomisini de ciddi bir kayıpla sonuçlandıracaktır.
Özellikle
son yıllarda, hastanın ölümü sonucunda hasta yakınlarının doktorlara dönük
uyguladığı şiddet, küçük saldırıların ötesinde, ölümlere, ölümle sonuçlanmasa
dahi sakat kalarak mesleklerinden uzaklaşmalarına neden olmuştur. Doktorlar
tehdit altında olduklarını ve mesleklerini yapamaz hâle geldiklerini sık sık da
vurgulamaktadırlar.
Bu
vesileyle, bu komisyona çalışmalarında başarılar diler, hepinize sağlıklı
günler diler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şeker.
Şahsı
adına söz isteyen Emin Haluk Ayhan, Denizli Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
EMİN
HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'de
her geçen gün artan sağlıktaki sıkıntıların nedenlerinin araştırılması, bunun
için alınması gereken tedbirler konusunda Anayasa'nın 98’inci, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri
gereğince Meclis araştırması açılmasına ilişkin talebimizde önerge sahibi
olarak söz aldım.
Bugün
burada esasen temel olarak söz almamın nedeni, hayatını kaybeden doktor
kardeşimizin başına gelen olay ve bu arada, bugünlerde özellikle sağlık
çalışanlarına karşı yapılan muamele. Bunları münferit olay olarak değerlendirmek
mümkün olmuş olsa idi, bugün burada bu önergeyi görüşüyor olmazdık. Ancak
özellikle şunu ifade etmek istiyorum: Bakıyorum, bütün siyasi partilere mensup
milletvekili arkadaşlar ne yapmışlar? Daha önce bu konuda önerge vermişler.
Önerge vermelerinin sebebi de açık. Bu konuda bir rahatsızlığın hissedildiği,
hissedilmeye başlandığı için, bunun için önerge verilmiş. Fakat iktidar ne
yapmış? Bunu uygun görmemiş, böyle bir şeyin görüşülmesine izin verilmemiş,
yardımcı olunmamış.
Ne
yapılması lazımdı? Buna gerçekten yardımcı olunması lazımdı ki… Önerge verileli
çok az bir süre olmasına rağmen ne yapılmış? Hadise vuku bulmuş, biz de Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak böyle bir hadisenin görüşülmesi konusunda mutabık
kalmışız, bugün görüşüyoruz.
Durum
o kadar vahim ki milletvekilleri, önergeyi verenler sorunu taşımak için gayret
gösteriyor, iktidar gayret gösteriyor, herkes bu işten memnun olmaya çalışırken
ortam geriliyor, Sayın Bakan sıkıntı çekiyor. Varsa bir mesele, hep beraber
bunu götüreceksek ne yapacağız? Bunu tartışacağız.
Burada
özellikle ifade etmek istediğim bir husus var. Bakın, iktidar ne için önerge
verir? Muhalefet verir, “Araştırılsın.” der ama iktidar ne için önerge verir?
İktidar muktedirdir, yapar. Bunu tartışırsınız, araştırırız, ayrı mesele ama
bunun ne olduğunu, iktidarın bizatihi zaten bilmiş olması lazım, bu hadiseyi
gelip burada muhalefete anlatması lazım; “Siz böyle diyorsunuz ama bunun, her
ne kadar sizin söylediğiniz gibi sonuç vuku bulduysa da, temel nedeni budur.”
dersiniz.
Bakın,
23 Nisan günü, AKP grup başkan vekili arkadaşlardan bazıları, bu hafta
oturumların sakin geçeceğini ifade ettiler, samimiyetle de konuşuldu, biz de
Genel Başkan Yardımcısı olarak protokolde bulunduğumuz bir anda bütün parti
grup başkan vekilleri bu konuda konuşuyorduk. Ama gördük ki memleketin çok
önemli bir meselesini ne yapıyoruz? Açıkta tutuyormuşuz. Bu meseleyi getirdik
burada konuşuyoruz, milletin önünde konuşuyoruz. Sizin, “milletin bizi en çok
benimsediği” dediğiniz sağlık alanında bu hadise vuku buluyor.
Bakın,
ben kendi başıma geleni anlatayım. Bir hastaneye gittiğimde neyi gördüm? Acil
serviste -daha önce oldu bu- iş kazası nedeniyle gelen vatandaştan para
istendiği ifade edildi ve bir kargaşa oldu. Ben milletvekili olarak olaya
müdahil olmadım, sadece dinledim ve yatıştırmaya çalıştım. O gün, burada
milletvekili olan AKP’li bir arkadaş daha ben oradan ayrılmadan koşup gelip
hastaneye “Haluk Ayhan şov yapıyor.” diye konuşmuş. Buraya geldi ve konuşmaya
devam ediyor bu kürsüden. Ben Sayın Başkana dedim ki: “Ya bu doğruyu
söylemiyor.” Neden söylemiyor? “Ben oradaydım, hadiseyi gördüm. Bu, görmüş gibi
anlatıyor.” dedim. Yani bu hadiselerde hissiyat olabilir, acelecilik olabilir
ama ortada bir vakıa var. Sağlık en önemli sektörlerden biri,
ülkelerin en önemli hususlarından biri. Sağlık çalışanlarının şiddete
maruz kalması, zaten mağdur olan o asistan arkadaşların, o doktor arkadaşların,
o “Yetersiz.” dediğiniz, “İthal edeceğiz.” dediğiniz eş değerleri bulunan
doktor, hemşire, sağlık memuru arkadaşlarımızın durumunun iyi olduğunu gösterir
mi? Gerçekten sıkıntılı bir durum.
Şimdi,
“Aile hekimliği sistemini getirdik.” diyorsunuz, “Her şey fevkalade mükemmel.”
diyorsunuz. Dört pilot ilden bir tanesi Denizli’ydi. Seçim öncesiydi, bir
kuyruk yığıldı -hastaneye gidemedi millet- aile hekimlerinde, alelacele kalktı
kuyruk hadisesi. Aile hekiminden hastaneye değil, direkt hastanelere herkes
gidiyor. Hâlbuki, bakın, ben yurt dışında sağlık
ekonomisi okudum, ben yurt dışında sağlık hizmetleri finansmanıyla, sağlık
sigortasıyla ilgili de çalıştım, aile hekimliği sisteminde aile hekimine
gitmeden hastaneye acilin dışında giden bir hasta durumu görmedim. Şimdi, gidin
siz üniversite hastanelerine, gidin devlet hastanelerine. Ne var? İnsanlar
doğrudan doğruya oraya gitmeye çalışıyor. Daha ben bugün ilgilendim. Hastaların
problemleri çözülmüş olsaydı, hastaların sıkıntısı olmasaydı, memnuniyeti
hakikaten sizin dediğiniz gibi çok fevkalade olsaydı, bu insanlar bizleri,
sizleri aramazdı.
Ben,
Sayın Bakana Plan Bütçe Komisyonunda, yukarıda sordum, “Bu aile hekimliğiyle
sosyalizasyonun farkını bir anlatın.” dedim. Aldığım cevap beni tatmin etmedi,
açık söylüyorum. Zabıtlar orada. “Sadece aradaki bürokratik muamelelerde, ne
oldu, azalma oldu.” dedi. Hâlbuki bürokratik muamelelerde aile hekimleri
açısından bana göre artış oldu.
Şimdi,
hizmeti satmak için gayret ediyor. Âdeta orası ihaleye verildi. Batı
ülkelerinde, İngiltere’de vesairede bu sistem uygulanıyor ama sistemin kendine
göre neleri var? Aşama aşama onları geçerken bir
eleme yapıyor. O sıkıntıları ortadan kaldırıyor. Ben bunun tahsilini yaparken
gidip bir de operasyon geçirmiş bir arkadaşınızım. Yani bu, sizin söylediğiniz
anlamda, meseleyi çözmüş değilsiniz.
“Ülkenin
doktor ihtiyacı var.” diyorsunuz. Peki, bu hadiseyi çözecek neler yapıyorsunuz,
neler yaptınız? Onuncu senedeyiz. Sıkıntılar var. Diş hekimi başına vizite
67’den 50’lere geldiği zaman çok seviniyorsunuz. Yani günde 50 tane ağız içine
bakan bir diş hekiminin bir netice alabileceğini, psikolojik olarak rahat bir
insan olacağını düşünmek mümkün mü? Değil. Onları, işçi, bunu yapmakla zorunlu,
önüne ne gelirse gelsin akşama kadar bitireceksin diyebilecek bir şekilde ifade
etmemiz, sıkıştırmamız, netice almaya çalışmamız doğru bir yaklaşım maalesef
değildir.
Şimdi,
hastane yapıyoruz. Sayın Bakan burada. TOKİ’nin başındaydı. Canımız istediği
yere TOKİ’ye hastane yaptıralım diye uğraşıyoruz. Bazı yerlerde rant olsun diye hastanenin olduğu yerlerden o hastaneleri
kaldırıyoruz, ne yapıyoruz o hastanelerin yerine? Alışveriş merkezi yapıyoruz,
yani kentsel yaşamı da felç edecek bir hâle sokuyoruz.
Sayın
milletvekilleri, ülkelerin sağlık düzeyleriyle ekonomik ve sosyal, kültürel
gelişmişlik düzeyleri arasındaki ilişkiler kuşkusuz önemlidir. Ülkelerin bu
durumda olması neyi gösterir?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EMİN
HALUK AYHAN (Devamla) – Ülkelerin sağlık hizmetleri talebinin ve arzının neyini
gösterir? Durumunu da gösterir.
Bu
konuşmalar gerçekten önemli ancak süreyi dikkate aldığımızda yetmediğini
görüyoruz. Bu vesileyle saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
(10/118)
esas numaralı önerge sahipleri adına Özgür Özel, Manisa Milletvekili.
Buyurun
Sayın Özel. (CHP sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle
Gaziantep’te yaşanan ve hepimizi kahreden, hepimizi çok üzen o olayda görevi
başında kaybettiğimiz Ersin Arslan’a Allah’tan rahmet ve acılı ailesine de
sabır diliyorum. Ersin Arslan gibi, geçmişte gerek görevi başında şiddet
görerek gerekse yine görevi başında, insanları yaşatmak isterken çeşitli
sebeplerle ve kazalarla hayatını kaybetmiş olan tüm sağlık çalışanlarını bir
kez daha buradan rahmetle ve minnetle anıyorum.
Van’da,
bu Meclis çatısı altında birlikte siyaset yaptığımız, parlamenterlik görevini
üstlendiğimiz bir milletvekilimiz tarafından şiddete uğrayan Doktor Oğuz
Eroğlu’na yapılmış olan davranışı şiddetle kınıyor, bu şiddetin kimden, ne
şekilde gelirse gelsin, özellikle de bu Parlamentodan bir barış çıkarmayı ümit
eden bir partinin mensubu milletvekili tarafından yapılmış olmasını da son
derece sıkıntılı buluyorum. Hele hele konu hekime karşı şiddetken, bu konuda
bütün muhalefet partileri çok önemli eleştirilerde bulunup iktidar partisi buna
kulaklarını tıkamış, Bakanlık bu meseleye gerekli önemi vermiyorken, böylesi
bir hamle, o politikalarından dolayı sıkıntı içine düşmüş olan Bakanlık ve iktidar
partisi için âdeta bir can simidi oldu, âdeta bir hayat öpücüğü oldu. Oysa
Gaziantep’te meydana gelen cinayet göstere göstere geldi. Hani, kovboy
filmlerinde birden bir rüzgâr eser, ortalık sessizleşir, sonra kapılar kapanır,
pencereler kilitlenir, aslında kimse bir şey söylemez ama ne olacağı bellidir,
birazdan orada bir cinayet işlenecektir. İşte o cinayeti herkes biliyordu. O
cinayeti biliyordur da, kovboy kasabalarında o kadar otoriter bir yönetim
vardır ki kimse bunu söylemeye cesaret edemez ama demokrasilerde böyle olmaz.
Demokrasilerde birileri çıkar, konuşur. İşte o kovboy kasabasındaki sessizliği,
bu konuda Sayın Bakanın zaman zaman çok kızdığı, biraz önce iktidar partisinin
sayın milletvekilinin şiddetle eleştirdiği meslek örgütleri, odalar, meslek
birlikleri, sendikalar, sivil toplum kuruluşları seslendirir ve onlar derler
ki: “Birazdan burada kötü şeyler olacak, buna tedbir alın.” Onlar bunları
söylediler ama siz maalesef bunları dinlemediniz. Siz dediniz ki: “Öyle olsaydı
yüzde 50 oy alır mıydık?” “Eğer öyle olsaydı millî irade bizi seçmezdi.”
dediniz, “Sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranı arttı.” dediniz, “Bizden
öncekilere bakın.” dediniz, devri sabık yaratmayı marifet saydınız. Ve açıkça
şunu da söylemek lazım ki: Kızakla doğuma giden bir hastanın veya at arabası
üzerinde, eşek sırtında hastaya giden doktorların
resimlerini “Eskiden böyleydi, şimdi çok daha güzel.” diye göstererek size
yapılan bu uyarıların hepsine kulak tıkadınız. Ama sadece meslek odaları,
meslek birlikleri, sendikalar değil, muhalefet de görevini yaptı. Cumhuriyet
Halk Partisi, bu Parlamento döneminde -biraz önce Sayın Bakanın sunumunda da
gördüğümüz gibi- onun üzerinde konuyla ilgili verilmiş araştırma önergesiyle
konuyu gündeme getirmeye çalıştı.
Bakın,
bugün, toplam 14 kişi konuşacak bu konuda. Bu 14 kişiden -Sayın Bakanı
saymazsak ve iktidar partisi adına konuşma mecburiyetinden dolayı konuşan Sayın
Ünüvar’ı saymazsak- iktidar partisinden, AKP’den kimse konuşmayacak. Bu, İç
Tüzük gereği böyle. Çünkü aslında bugün konuşmak istiyorsunuz, dün
“Konuşmayalım, tartışmayalım.” deyip oylarınızla reddettiğiniz benzer
önergelere bugün destek veriyorsunuz ama harmanda izi olmayanın hasatta yüzü
olmaz. Bir kez “Bu konu araştırılsın.” dememişsiniz. (CHP sıralarından
alkışlar) Bırakın “Bu konu araştırılsın.” demeyi, bizim verdiğimiz önergeleri
burada reddettiniz.
Son
örnek: 14 Mart tarihinde, bizim verdiğimiz önerge üzerinde, Sayın Aytuğ Atıcı
burada konuştu. Ondan sonra, Milletvekili İsmail Güneş çıktı
-kendisi de bir hekim- ve İsmail Güneş konuyla ilgili yapmış olduğu konuşmada
-toplam bir buçuk dakikasında konuyla ilgili konuştu- şunu söyledi: “2002
yılında yüzde 2,8 olan sağlığa ulaşım bugün 7,5’a ulaştığı için, dolayısıyla
eskiye göre çok fazla bir yoğunluk olduğu için, tabii bu hasta hakları
uygulaması ilk defa başladığı için, başlangıçta birtakım hastalar bu hakları
kötü yönde kullandıklarından, ne yaptıklarını bilmediklerinden, birtakım sağlık
çalışanlarının aleyhine birtakım hakları kullanmış olabilirler. Ama
şimdi, bilinç arttığı için artık sağlık çalışanlarına şiddet daha da
azalmıştır, hekimle vatandaş bütünleşmiş, ayrı kalmamıştır.” demiş. Sonra devam
etmiş “Benden önce konuşan Aytuğ Atıcı, üniversitede hoca olduğu için herhâlde,
eskiden üniversitelere gitmek için hocalara para öderdiniz, herhâlde, o, bu
yüzden bu sistemi eleştiriyor.” demiş. Muhalefet sıralarından Sayın Haydar Akar
“Niye böyle konuşuyorsun kardeşim?” diye uyarmış. O, bu uyarıyı dinlemeyip bu
konu hakkındaki bütün söylediklerini sonlandırmış ve demiş ki: “Dolayısıyla, bu
şiddet daha da azalacaktır. Sayın Sağlık Bakanımızın bu konudaki çalışmaları
devam etmektedir. Şiddete sıfır tolerans uygulaması nisan ayında devreye
girecek, dolayısıyla sağlık çalışanlarına şiddet tamamen sıfırlanacaktır.
Dolayısıyla, ben bu önergenin aleyhinde olduğumu söylüyor, saygılar sunuyorum.”
demiş, inmiş. Toplam bir buçuk dakikalık konuşmalarınız var ya, o konuşmalardan
bir benzerini yapmış, “Muhalefet gündemi meşgul etmek istemektedir.” demiş.
Geri kalan sekiz buçuk dakika boyunca sağlıkta dönüşümün ne kadar iyi bir şey
olduğunu anlatmış. Doktora şiddetten, bu, doktora yapılan şiddete karşı
alınması gereken tedbirlerden bahsetmediği gibi “Meclis bu konuyu sakın
araştırmasın.” demiş ve sizlerin oylarıyla da bu konu araştırılmamış.
Ne
gerekiyordu? Maalesef, üzülerek söylemek istiyorum ki Sayın Ersin Arslan’ın
hayatını kaybetmesi gerekiyordu, şimdi aynı içerikteki bütün önergeleri bir
araya alıp, sizin de buraya çıkıp “Bizce de araştırma komisyonu kurulmalıdır.”
demeniz için.
Sayın
Bakan “Şiddeti mazur göstermeyin.” diyor -birtakım eleştiri- son derece haklı.
Ama şiddeti mazur göstermenin bir yöntemi de tam tersinden baktığınızda şudur:
“İngiltere’de de bu var.” demek aslında aynı şekilde şiddeti mazur göstermektir
ve o kadar yanlış bir meseledir ki. Oradaki hak arama bilincinden, hak aramanın
önündeki engellerden, suçun gizlenmemesi konusundaki toplumsal duyarlılıktan,
geri bildirim mekanizmasının etkinliğinden falan elbette bahsedeceğiz ama bir
de suçun tanımından bahsetmek lazım. Evrensel anlamda şiddet,
dünyanın anladığı, İngiltere’nin anladığı anlamda “duygu ve davranıştaki
aşırılık” demek.
İngiltere’de
bir sağlık çalışanı, bir kişi kendisine sesini yükselttiğinde oradan bir form
çıkarıyor, “F7” denen formu ve orayı dolduruyor, hastanın ismini, kendi ismini
ve onu gönderiyor. Bu bir şiddet vakası olarak kayıtlara geçiyor. Oysa bizde
doktor kaçıyor, elinde sopayla kovalıyor, jandarma gidiyor, polis gidiyor, zor
alıyor elinden ama tutanaklara, kayıtlara geçmiyor. Sayın Bakanın bugünkü
konuşmasında bu gizleme vakalarının üzerine gidileceğini söylemesi belki de en
önemli ve destek olmamız gereken en önemli kısım. Bizde, karnına bıçağı
yemeden, kafada bir şey kırılmadan doktor şiddet görmüş sayılmıyor. Sadece
doktorlar değil sağlık alanındaki tüm çalışanlar, ambulansın şoförüne kadar,
Türkiye’de küfür yiyor, şiddet görüyor, bütün sağlık çalışanları.
Özellikle
meslektaşım eczacılar, iktidar partisi gelmeden önce bir çeşit katılım payı
alırken, bugün toplam on çeşit -geçen sefer saydım, Sayın Bakan da itiraz etti,
teker teker sayıp paralarını da koyduk ve sonunda haklı olduğumuz çıktı. O
kadar olmasına kendisi de şaşırdı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı- on çeşit
para alınıyor, eczanede, hastanede, maaştan. Bazen maaşındaki kesintiyi eczacıya
bilen, bazen “Sen beni muayene mi ettin, nasıl muayene ücreti istersin?” diyen
hastaların eczacılar her gün sözlü şiddetlerine ve saldırılarına maruz
kalıyorlar. Salonda eczacı milletvekilleri var, “Kalmıyoruz.”
derlerse, “Bu sistemden vatandaş memnun.” derlerse, “Her gün eczanede bir kavga
olmuyor, bu iş aslında itişmeye, kakışmaya kadar varmıyor ama biz polisin
olduğu bir acil serviste değil de eczanemizde bire bir bununla muhatabız, bu
yüzden kayıtlara geçmiyor.” derlerse ben çıkarım, buradan bir daha sözlerimi
geri alırım. Eczanede yapılan bu zulmün karşılığında hekime karşı şiddet
konusunda duyarlılık artınca, benim meslektaşlarım beni hem sosyal medyadan hem
de telefondan yağmura tuttular, “İlla bir eczacının da ölmesi mi gerekiyor? Her
gün eczanede, bu sağlık sisteminin bize yüklediği, bizimle hiç ilgisi olmayan
sıkıntılar yüzünden hastalardan mağduriyet görüyoruz.” dediler ama bir tane
somut örnek verdiler. En son, Çanakkale Eczacı Odası Başkanı
Jale Hanımın eczanesinde, bir şizofreni hastası bir ay önce aldığı ilacı
-şizofreni hastasının ilacıyla arasındaki psikolojik bağı ben burada
anlatmayayım, siz çok daha iyi biliyorsunuz- almaya gittiğinde, “Senin ilacını
devlet ödemiyor, kutu başına şu kadar fark ödeyeceksin, yerine bu ilacı
alacaksın.” dediğinde, hasta çıkıyor, birkaç dakika sonra içeriye elinde bir
kürekle giriyor ve eczaneyi darmadağın ediyor, eczane çalışanları canını zor
kurtarıyorlar.
Bu
konuda komisyon kurulması doğrudur. Olduğumuz yerdeyiz, sizinle aynı yerde
buluştuğumuzda doğruyuz. Başka canlar ortadan kalkmadan, başka sağlık şehitleri
ortaya çıkmadan bu meseleye hep beraber çözüm aramayı diliyorum, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Özel.
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Vekilim.
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkanım, Hatip benim konuşmalarımı yanlış olarak…
BAŞKAN
– Sizin ne zamanki konuşmanız Sayın Güneş?
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – 14 Mart’taki konuşmama değindi.
BAŞKAN
– Lütfen oturun Sayın Milletvekili.
10/252
esas numaralı önerge sahipleri adına Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer.
Buyurun
Sayın Yüceer. (CHP sıralarından alkışlar)
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkan, ismimi zikretti…
AHMET
AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, ismini zikretti farklı bir anlama yol açacak
şekilde.
BAŞKAN
– Sayın Yüceer konuşmasını yapsın, o sırada tutanakları isteyeceğim.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Ben de isterim, adım geçti.
CANDAN
YÜCEER (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık
çalışanlarının maruz kaldığı şiddet olaylarının nedenlerinin ve çözüm
yollarının tespiti amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına dair benim de
dört ay önce verdiğim önerge üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Hiçbir
evlat kolay yetişmiyor, hiçbir mesleği icra etmek gerçekten kolay değil ancak
hekimler gerçekten zor yetişiyor. İşte bunlardan birisi de, ailesinin kıymetli
doktoru, meslektaşımız Doktor Ersin Arslan. Ameliyat ettiği hasta yakını
tarafından geçtiğimiz hafta görevi başında öldürüldü. Buradan kendisine Allah’tan
rahmet, ailesine ve tüm sağlık çalışanlarına başsağlığı diliyorum.
Hepimiz
biliriz ki sağlık olmadan hiçbir şey olmaz, “önce sağlık” diye başlarız “sağlık
olsun” diye bitiririz. İşte, en eski ve yeryüzünde insan olduğu sürece devam
edecek olan hekimlik mesleği ve sağlık hizmeti bu sebeple çok önemli. Sağlık bir toplumun geleceğini belirleyen ve aynı zamanda
etkileyecek en önemli alanlardan biridir ama maalesef, ülkemizde “Sağlıkta
Dönüşüm Programı” adı altında tam gün, performans uygulamaları, kamu hastane
birlikleri ve kanun hükmünde kararnamelerle sağlık hizmeti nitelik ve kalite
kaybı yaşadı, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının çalışma alanları daraldı ve
çalışma huzuru kalmadı.
Hekimlerin
yüzde 84’ü verdiği sağlık hizmetinden, kalitesinden memnun değil ama Sayın
Bakan hastaların yüzde 90’ının bu sağlık hizmetinden memnun olduğunu söylüyor.
Bu hizmet ne kadar çelişkili, ne menem çelişki
gerçekten! Eğer sağlık hizmetlerinin kalitesini sadece hasta memnuniyetiyle
ölçerseniz… Tabii, hastayı müşteri, hastaneyi ticarethane olarak görürseniz
sağlık hizmetlerinin kalitesini de hasta memnuniyetiyle değerlendirebilirsiniz.
Hekimlerin
büyük bir kısmı mutsuz ve umutsuz ancak her şeye rağmen sistem hatalarını
düzeltme, daha iyi hizmet verme adına eylemler yapıyorlar, bu noksanlıklara
kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyorlar.
Sağlıkta
dönüşüm süreci hızlı bir şekilde devam ediyor ama sağlık sistemindeki karmaşa
ve belirsizlikler artmaya devam ediyor. Hizmetlerin nitelik kazanmadığını tam
tersi kaybettiğini, sağlık sunumunda eşitliğin olmadığını hepimiz yaşayarak
görüyoruz. AKP İktidarının sürdürdüğü politikalar ve söylemlerle sağlık
sektörünün asıl mağdurları hastalar ve sağlık çalışanları karşı karşıya
getiriliyor. Hak etmediği ifadelerle sağlık emekçisi olan doktorlar hedef
hâline geliyor. Uzun, zorlu bir eğitimden geçen, en zor
koşullarda en özverili şekilde çalışan meslek gruplarından biri olan hekimlik
mesleği, mevcut iktidarın siyasi geleceklerinin ve çıkarlarının doğrultusunda
itibarsızlaştırılmakta, haksızlığa uğramakta, şiddete, hatta cinayetlere maruz
kalmakta.
Gün
geçmiyor ki değişik illerimizden fiziki ya da sözlü şiddete maruz kalmış doktor
haberleri gelmesin. Adana’da kadın meslektaşımız küfürlü konuşmaması
doğrultusunda uyardığı hasta tarafından şiddete maruz kaldı. Tekirdağ’da bir
meslektaşımız kimliği meçhul kişilerce bıçaklandı. Manisa’da bir başhekim hasta
baktığı esnada milletvekilini kapıda karşılamadığı için görevinden alınarak
cezalandırıldı. Diyarbakır’da bir doktor hanım kaymakam tarafından sözü
dinlenmediği sebebiyle darp edildi. Van’da bir doktor, milletvekilinin eşine ve
çocuğuna geç müdahale ettiği gerekçesiyle dayak yedi. İzmir’de yine bir kadın
doktor, hasta yakınları tarafından dayak yedi ve Gaziantep’te Uzman Doktor
Ersin Arslan yaşamını yitiren bir hastanın torunu tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Peki,
hekimlerin ve sağlık çalışanlarının tüm bunları yaşamasının nedeni ne? Biz
biliyoruz ki sağlık çalışanları alanında şiddete uğrama diğer iş yerlerinden 16
kat fazla. Sağlık personeline yönelik şiddetle ilgili tüm yapılan
araştırmalarda toplumsal şiddet ortamı, sosyokültürel düzey, sağlık
politikalarının hastayı müşteriye indirgeyen etkisi, acil servislerde yaşanan
eksikler… Bu listeyi uzatmak mümkün. Hekimlerin en çok
maruz kaldığı fiiller öldürülme, yaralanma, tehdit ve hakaret. Peki, iş
yoğunluğu? Altyapı, teknolojik yetersizlikler, sistem hataları, Sağlıkta
Dönüşüm Programı’yla yamalı bohçaya dönen sağlık sektörü hiç hesaba katılmadan,
sağlıkla ilgili her olumsuzlukta sağlık çalışanları, özellikle doktorlar
suçlanıyor, hedef gösteriliyor. Yoğun bakımda yer yok, serviste boş yatak yok,
kan bulunmaz, poliklinikte fazla bekler, hasta iyileşmez, ilaç alerji yapar,
elektrikler kesilir, hastaneyi sel basar, suçlu belli; suçlu doktor. Bu ve
bunun gibi, bir sürü, sağlık sistemindeki sistem hataları ve eksikler, haksız
söylemler hekime saldırıya dönüşüyor.
Peki,
bu son dönemde şiddetin bu kadar artmasının nedeni ne? Sağlık Bakanı “Ben
vatandaşın cebinden doktorun elini çekeceğim.” diyor. Başbakan bir hastanenin
açılışında “Doktor efendi dönemi bitti. Beğenmeyen çekip gitsin.” diyor. Sözü geçenler kim? Zorlu, uzun bir eğitim döneminden geçen, gece
gündüz demeden, tatil demeden, hafta sonu, mesai kavramı olmadan çalışan,
yaptığı her acil ameliyatta ciddi stres alan, risk alan, sadece işini yapmaya
çalışan ve bunun karşılığında hak ettiği helal parayı kazanmayı isteyen
binlerce namuslu, dürüst, bu işin maneviyatı ve mesleki saygınlığı için her
türlü zorluğuna göğüs geren hekimler. Bu sözler, hekimlerin hak ettiği
ifadeler değil. Üzülerek ifade ediyorum: Bu ve çok benzer olay var, benzer
söylemler var ama ben çok uzak günlere, yıllara gitmeyeceğim. YGS şifre
skandalını yaşadık. Geleceklerine sahip çıktı gençler, şifreyi protesto edip
sokaklara döküldüler. Gençleri, Başbakan “provokatör”
olmakla suçladı. “Bu öğrencilerin karşısına istersem ben 10 bin öğrenci
çıkarırım.” dedi. Sivas katliamı sanıklarının zaman aşımına uğraması
neticesinde üzüntülerini paylaşan mağdur yakınlarına biber gazı, su sıkıldı.
Sayın Başbakan bu zaman aşımı kararına “Hayırlı olsun.” dedi. Bakın, bugün,
kadına şiddet, kadın cinayetleri korkutucu boyutlarda. Haklarının, emeklerinin
peşinde koşanlar yerlerde sürükleniyor. Muhalif tek bir sese bile tahammül
edilemiyor. Muhalefet milletvekilleri yerlerde tekmeleniyor. Ağzını açana biber
gazı, su, cop! (CHP sıralarından alkışlar) Geçtiğimiz hafta, bir meslektaşımız,
doktorumuz görevi başında hasta yakını tarafından öldürüldü. Meslektaşları
“Artık yeter!” diyerek sokaklara döküldü. Başbakan ne dedi biliyor musunuz?
Meslektaşlarının acısını paylaşan doktorları kınadığını söyledi. Günümüz Türkiyesi’nde şiddet değil, şiddete uğrayanlar kınanıyor.
Hakkını arayanlara, emeğinin peşinde koşanlara biber gazı, su, cop!
Sayın
milletvekilleri, bu söylemler sizin de aklınızı karıştırmıyor mu,
vicdanlarınızı sızlatmıyor mu? Sayın Başbakan, YGS şifre olayının
sorumlularının karşısında durup hesap soracağına, emeğinin çalınmasına isyan
eden, geleceğine sahip çıkan çocuklarımızın karşısında duruyor. Bir türlü
yakalanamayan katliam sanıklarını bulup yargının önüne getireceğine, zaman
aşımına “Hayırlı olsun.” diyor. Başbakan, en kutsal, en özverili mesleklerden
biri olan hekimlere uygulanan şiddeti, cinayeti kınayacağına, acıyla feryat
eden meslektaşlarını kınıyor. Şiddete uğrayanların kınandığı tek ülke bizim
ülkemiz herhâlde.
Değerli
milletvekilleri, sizi bilmem ama benim bu yapılanları, bu sözleri ne aklım
alıyor ne de yüreğim kaldırıyor. Şiddetin haklı bir gerekçesi yok. Biz sözlü ya
da fiziki şiddetin her türlüsüne karşıyız. Sağlık emekçilerinin
itibarsızlaştırılmasını, sağlık hizmeti verenin de sağlık hizmeti alanın da
sağlığının tehlikeye atılmasını kabul edemiyoruz, etmiyoruz ve kimden gelirse
gelsin, ne türlü olursa olsun şiddetin her türlüsünü ve şiddetin destekçilerini
kınıyorum.
Sağlık
hizmeti, hekimi, hemşiresi, sağlık personeli ve hastalarıyla bir bütün. Sağlık
hizmetinin kalitesinin yükseltilebilmesi hekimleri, sağlık çalışanlarını,
hastaları mağdur ve mutsuz etmeden, hak ettiğini vererek, çalışma ortamını
düzelterek mümkün. Daha fazla çalışanın şiddete maruz kalmaması ve insana
hizmeti ilke edinmiş hekimlerin cinayetlere kurban gitmemesi için ben Sayın
Bakanımızı göreve çağırıyorum. Hatadan dönmek de bir fazilettir. Bu Sağlıkta
Dönüşüm Programı’ndan dönmenizi ve acilen Başbakanın ve Sağlık Bakanının
hekimleri hedef gösteren bu haksız söylemlerden ve “Ben yaptım, oldu.”
zihniyetinden vazgeçmesini diliyorum.
Hepinizi
saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Yüceer.
Sayın
Güneş, buyurun, söz talebiniz var. Ne için söz istiyorsunuz? Sistemi açtım,
buyurun. Ne için söz istiyorsunuz öncelikle?
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkanım, bir önceki Hatip…
BAŞKAN
– Sayın Özel.
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Özel, evet, benim konuşmamın, çok azının sağlık
çalışanlarına şiddete yönelik olduğundan ve burada bunları savunmadığımdan
bahsetti. Bunların ben yanlış anlaşıldığını… Bunu düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN
– İki dakika söz veriyorum Sayın Güneş, buyurun kürsüden. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
S.
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Tamam efendim, yanlış anlaşıldığını söyledi,
düzeltildi.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
4.- Uşak Milletvekili İsmail Güneş’in,
Manisa Milletvekili Özgür Özel’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
İSMAİL
GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ben
de sözlerime başlamadan önce, Gaziantep’te meydana gelen bu menfur olayı
şiddetle kınıyorum, lanetliyorum ve hayatını kaybeden Doktor Ersin Arslan’a
yüce Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına ve sağlık camiasına da başsağlığı
ve sabırlar diliyorum.
Tabii
ki sağlık çalışanları çok özveriyle çalışmaktadırlar. Ben de bir hekimim, yirmi
iki yıllık bir hekimim ve sağlık çalışanlarına şiddeti biz kınıyoruz ve sağlık
çalışanlarına şiddet olmasını asla istemiyoruz.
Fakat
daha önceki araştırma önergesinde de konuşan konuşmacılar, sağlık çalışanları
hakkında, bunların önlenmesi hakkında konuşmayıp daha çok Sağlık Bakanlığımızın
uyguladığı sağlık politikalarına değinmişlerdir. Ben de bunlara cevap olarak o
konuşmayı yapmışımdır ve dolayısıyla da sağlık çalışanlarına şiddet sadece
bugün var değildir, eskiden de vardı. Bu sözlü ve fiziki şiddet, ben SSK
hastanesinde çalışırken her kapıdan giren hasta “Sizin maaşınızı biz
veriyoruz.” diye başlıyordu. Bu eskiden yok da şimdi var oldu
diye bir şey yok ve dolayısıyla da sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesi
gerektiğini biz de düşünüyoruz ve bununla ilgili, Sağlık Bakanımızın “beyaz
kod” uygulamasını başlattığına biz değindik ve dolayısıyla da sağlık
çalışanlarına şiddeti muayene olan hastalar değil, onların yakınları ve akıl ve
ruh hastaları daha çok uyguluyor. Şu doğrudur: Biz sağlığa ulaşımı
arttırdık ve dolayısıyla da eskiden olan muayene sayısını belki 2’ye arttırdık…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Hani yanlış söylüyordum? Hani buna cevap vermeye çıkmıştınız?
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) - …ve ameliyat olan sayısını 2’ye katladık.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sıfırlandı mı?
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) - Dolayısıyla sizin unuttuğunuz bir şey var:
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) - Sen o gün “Hayır” oyu verdirttin mi bu gruba verdirtmedin mi?
“Hayır oyu verelim.” dedin. Hani buna cevap verecektin?
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) - Burada sağlık çalışanları bizim vatandaşımızdır…
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Bu kadar konuşmuşsun… Bu kadar konuşmuşsun…
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) - …ama diğer taraftan, şimdiye kadar hak arama özgürlüğü
olmayan vatandaşın hakkını da korumak bizim hakkımızdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) - Dolayısıyla onların da hakkını koruyacağız.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Bir saniye Sayın Özel.
Sayın
Akar’ın bir söz talebi vardı.
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Sataşma var bana, ben söz istiyorum.
Özgür
Bey konuşmasında benim ismimi telaffuz ederek…
BAŞKAN
– Kim sataştı Sayın Akar?
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Özgür Bey…
BAŞKAN
– Öyle mi Sayın Özel? Ne diye sataştı?
HAYDAR
AKAR (Kocaeli) – Vatandaş gözüyle ben de iki dakika konuşayım, hep doktorlar
konuşuyor.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Akar.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Biraz ciddiyete davet ederseniz iyi olur Sayın
Başkan.
BAŞKAN
- Sayın Özel, buyurun.
ÖZGÜR
ÖZEL (Manisa) – Sayın Uşak Milletvekilimiz İsmail Güneş, kendisinin sözlerini
çarpıttığımı, kendisinin konu hakkında aslında uzun konuştuğunu ama benim bunu
çarpıtarak ifade ettiğimi söyleyerek söz istedi ama konuşması boyunca bu
iddialara hiç cevap vermedi.
Ben
söz istemiyorum, sadece şu tutanaklara geçsin: Konuşması burada, aynen dediğim
gibi. Sadece bir buçuk dakikası konuyla ilgili, yarısında da ondan önce konuşan
Hatibimizi Hoca olmasından dolayı üniversiteye yatırmak için para istemekle
itham ediyor. Ondan sonraki kısımda da “Sağlık Bakanının çalışmaları iyidir.
Nisan ayında biz bunu inşallah sıfıra indireceğiz.” diyor ve grubunu “Hayır”
oyu vermeye davet ediyor, ben bunun altını çiziyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Özel, zaten konuşmaları tutanaklarda var.
VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön
Görüşmeler (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, doktorların ve
diğer sağlık personelinin çalışma ortamlarının güvenliği ile ilgili alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/49) (Devam)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve
20 milletvekilinin, sağlık sisteminin ve sağlık personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/113) (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
26 milletvekilinin, doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Devam)
4.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer
ve 24 milletvekilinin, doktorların maruz kaldığı şiddet olaylarının
nedenlerinin ve çözüm yollarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/252)
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 24 milletvekilinin, Şanlıurfa'daki hastanelerde görev yapan doktorların
uğradıkları saldırıların nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/253)
(Devam)
6.- İzmir Milletvekili Hülya Güven ve
22 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254) (Devam)
7.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanlarına
uyguladıkları şiddetin sebep ve sonuçlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/255) (Devam)
8.- Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl ve 37 milletvekilinin, ülkemizde sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (Devam)
9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve 22 milletvekilinin, hekimler ve sağlık
emekçilerine yönelik gerçekleştirilen ve özellikle son dönemlerde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/257) (Devam)
10.- Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı ve
20 milletvekilinin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
nedenlerinin, çözüm yollarının ve şiddeti önleyici politikaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/258) (Devam)
BAŞKAN
- (10/253) esas numaralı önerge sahipleri adına Nurettin Demir, Muğla
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Demir. (CHP sıralarından alkışlar)
NURETTİN
DEMİR (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada son
yıllarda her alanda ve özellikle sağlık alanında sağlık çalışanlarına yönelik
giderek artan şiddeti görüşüyoruz. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve değerli
yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Bakan, bakın, şiddetin bu kadar artmasının, ağırlaşmasının iki nedeni var:
Birincisi ekonomik neden, bunu göz ardı etmeyin; ikincisi, sağlıkta dönüşüm
politikalarının geldiği noktadır. Örnekleyeceğim, Antep’te Doktor Arslan.
Dedesinin kanserden öleceğini on yedi yaşındaki, on sekiz yaşındaki delikanlı
biliyor. Yardım istiyor, diyor ki: “Sayın Doktor, ben bunun öleceğini biliyorum
zaten ama bunun öldüğünü söylemeyin, raporlamayın çünkü benim geçinecek durumum
yok. Ben devletten yardım alıyorum, dedemin adına yardım alıyorum.” Ve geleceği
yok bu delikanlının. Geleceği olmadığı için de, hastane idaresi onun öldüğünü
bildirdiği için de ve gittiğinde bankadan parayı çekeceği zaman karşılığını
görmeyince gidip doktoru öldürüyor. Aslında, orada bu hançerlenen kişi doktor
değil devletin kendisidir, Hükûmettir yani. Bu kadar yoksulluğun arttığı bir
ülkede maalesef bu tür şiddetlerin artması en büyük nedenlerdendir.
İkincisi,
önemli bir nokta tabii ki, özellikle vatandaşın ödediği katkı payları son
zamanlarda iyice artmıştır. Sağlık Bakanı “Doktorla hasta arasında para
ilişkisini keseceğiz.” dedi. Çok mutlu olduk, gerçekten hoşumuza gitti bu
uygulama ama bir de baktık ki kendisi hastayla hekim arasında, hastane arasında
bir para ilişkisi kurdu ve âdeta bütün hastalardan bıçak parası almaya başladı,
bütün hastalardan. Hangi sağlık kuruluşuna giderseniz gidin, istisnasız bıçak
parası ödemeden, en az 5 lira ile başlayıp bu 40 liraya çıkan bir ödemeyi
yapmadan kimse dışarı çıkamıyor. Eskiden parası olan özel muayenehaneye gider
parasını öderdi. Şimdi herkes para ödemek zorunda. Az
para zannetmeyin, sürümden kazanıyor. 74 milyonla 5, 10 ya da 40 lirayı çarpın
ve bulun. Sadece normal polikliniklerde değil, acil servise gidenler de para
ödüyor. Bakın, nasıl oluyor? Sizin karnınız ağrıdı değil mi? Ne yaparsınız?
Gece nereye gidersiniz? Acil servise gidersiniz. Acil servise gittiğiniz zaman
eğer gaz sancısıysa yeşil işareti yapılıyor, vatandaş eczaneye gittiğinde
bakıyor ki cebinden para kesilmiş, ilaç parası kesilmiş ve dönüyor o doktora
şiddet uyguluyor.
Şimdi,
bu uygulamalar yani sağlıktaki dönüşüm uygulamalarının bir başka örneğini de
size burada örnek olarak sunmak istiyorum. Sevgili milletvekilleri, saygıdeğer
milletvekilleri; Urfa’da sabahleyin biraz geç kaldı diye bir doktor başhekime
mazeretini anlatmaya çalışıyor, ters yüz oluyor, kavga çıkıyor ve öğleden sonra
o hırçınlıkla, o kızgınlıkla doktor gidip tabii ki nasıl hizmet etsin?
Kendisini anlamayınca ve karşılıklı çatışma veyahut da kavga sonucunda bir
bakıyor ki, başhekim, kendi şıhının, müritlerinin,
tarikatının 30-40 tanesi gelmiş, dövdürmeye kalkışıyor. Devlet yok, Hükûmet
yok, koruma yok. Sayın Bakan diyor ki: “Biz koruma sayısını arttırdık.”
Efendim, koruma sayısını artırsanız, her hekimin cebine birer tabanca koysanız
maalesef bu ekonomik ve sağlıkta dönüşüm politikaları nedeniyle bu işi
çözemezsiniz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sağlıkta şiddete nereden gelindi? Ne oldu da
bu halk kendisine sağlık ve şifa veren doktoruna, hemşiresine, sağlık
çalışanına sürekli saldırır, öldürür duruma geldi? Geçmişte doktoru için minnet
duyan, köyünden yumurtasını, hediyesini doktora getiren bu topluma ne oldu?
Nusret Fişek Hoca zamanında, sosyalizasyon döneminde dağlarda, karda kışta, at
sırtında halkına sağlık hizmeti veren ve el üstünde tutulan doktora halkın
minnet duyduğunu maalesef göremiyoruz artık günümüzde. Doktor Mete Tan
dönemindeki mesleki hazzın doruk noktasına ulaştığı, bugüne göre çok daha
başarılı bir tam gün uygulamasına, 12 Eylül darbesiyle sağlık alanındaki barış
ve mutluluğa son verildi. Darbe liderinin demeç ve uygulamalarıyla hasta-hekim,
halk-sağlık çalışanı arasındaki huzur bozulmaya başladı. Kenan Evren, her
gittiği yerde “Bu doktorları bağlayın, kaçmasın, aldıkları maaş benim
subayımdan, generalimden çok fazla.” gibi söylemlerle halkı kışkırttı, gerçek
tam gün uygulamalarını ortadan kaldırdı. Sonraki yıllarda da bu söylemler
giderek arttı, özellikle 2003 ve sonrasında Sayın Başbakanın, Sağlık Bakanının
sağlık çalışanlarını aşağılaması ve hor görmesiyle birlikte Sağlıkta Dönüşüm
Projesi’nde sağlık çalışanına yeterli değer ve önem verilmedi. Hekimi sürekli
açgözlü göstermeleri bugünkü noktaya getirdi. Hele Sayın Başbakanın “Ben
bunlara iğne bile yaptırmam.” derken iki kez gidip ameliyat olması içine
düştüğü aczin en güzel örneği değil mi? Ama bu tür söylemler halk ve hasta
arasında kartopu örneğinde olduğu gibi giderek büyüdü, büyüdü ve bugün burada
sağlıkta şiddeti konuşma ve sağlıkta şiddeti araştırma noktasına getirdi.
Sağlık
Bakanlığının yüzde 80’lere çıktığını ifade ettiği hasta memnuniyeti ile
pratikte yaşananlar doğru orantılı değildir. Hasta memnuniyeti yüzde 80’lerde
olsa hasta ve yakınlarının taşkınlık yapıp sağlık personelleriyle tartışmak,
darp etmek hatta öldürmek yerine teşekkür ederek ayrılması gerekirdi. Hasta
memnuniyeti anketleri kurum performansını etkilediği için hastalar tarafından
değil kalite birimleri tarafından masa başında doldurulmaktadır. Sağlık
personeli memnuniyet anketlerinin personellerce doldurulması istenmektedir. Bu
anketler özgür iradeyle doldurulan anketler değildir.
Ben,
özellikle Sayın Bakan ve ekibine buradan söylemek istiyorum, özetlemek
istiyorum: Darp ve şiddet olaylarında temel unsurlar şunlardır: Sağlıkta
Dönüşüm Programı’nda vatandaşın yanlış bilgilendirilmesi, sağlık çalışanlarının
vasıfsızlaştırılması, mesleklerin birbiriyle
çatışması ve farklı istihdam modelleri, vatandaşın Başbakan ve Sağlık Bakanının
açıklamalarıyla kendinde hak bularak sağlık personeline saldırması, idarelerin
siyasilerden korkması ve sağlık çalışanlarını cezalandırması, 184 hattının
yanlış kullanılması, sağlık kurumunda hizmet sunumu için gerekli donanımın
olmaması, yetersiz personel çalıştırılması, mevzuat yanlışlıkları, idarecilerin
kanun ve yönetmelikleri bilmemesi, sevk ve idarenin profesyonel kadrolarca
yapılmaması, liyakate dayalı istihdam yapılmaması, aile hekimliğiyle insanların
hizmete ulaşması kısıtlandığı için hastanelere başvurmaları ve uzun süreli
beklemeler sağlıkta şiddeti artıran unsurlardır.
Maalesef
sağlık çalışanları arasında çok büyük bir ayrım yapılmaktadır. Bir vatandaşın
yine Şanlıurfa Susurluk Devlet Hastanesinde eşini Adana’ya süren düşünce…
Gidiyor Ankara’ya diyor ki: “Ben eşimi tekrar yanıma almak istiyorum.” ve ona
söylenen teklif şu: “Eğer sen üyesi olduğun sendikadan ayrılırsan senin
istediğini, bunu yaparız.”
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – İftira, iftira… Büyük iftira bunlar!
NURETTİN
DEMİR (Devamla) – Maalesef bu çok yaygın. İnsanlar
baskı altında, sıkıntı altında ve dertlerini bir türlü söyleyemiyorlar.
TTB
ile ilgili bir şey söyledi AKP milletvekili arkadaşımız. Gidin TTB’nin
sayfalarına bakın. Geçenlerde Dünya Tabipler Birliği Başkanı ve Tabipler
Konseyi Başkanı geldi. Hekimlerin çekmiş olduğu sıkıntılar anlatıldı hem
Ankara’da hem İstanbul’da. Maalesef hekimler, sağlık çalışanları gerçekten
Türkiye’nin şu anda sesini çıkaramayan sessiz kesimleridir.
Ben
özellikle, şiddetin ortadan kalkması için her türlü konuda grubumuz adına,
grubumuz olarak elimizden gelen desteği vereceğimizi burada ifade ederek iyi
akşamlar diliyorum.
Sağ
olun, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Demir.
Şimdi,
(10/254) esas numaralı önerge sahipleri adına söz isteyen Muharrem Işık,
Erzincan Milletvekili.
Buyurun
Sayın Işık. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM
IŞIK (Erzincan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlıkta çalışanlara
şiddet konusunda söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sağlıkta
şiddet konusunda hemen hemen her gün bir haber kanalında şiddetle ilgili bir
haber duymaktayız. Tabii, bunda asıl önemli olan bir de duyulmayanlar var. Sağlık
kurumunda, tüm kurumlarda her gün kesinlikle bir şiddet meydana gelmektedir.
Tabii, sağlıkta şiddetin bir sürü çeşidi oluyor; küfür var, hakaret var,
aşağılayıcı davranışlar var, sözlü yazılı tehditler var, darp var, yaralama
var, öldürme var. En sonunda Ersin arkadaşımızın on yedi yaşında bir genç
tarafından katledilmesiyle maalesef yeni gündeme alıp bunu tartışmaya başladık.
Şiddeti düşünürken, tabii, biraz gerçekleri görmek lazım. Biz
buraya çıktığımız zaman bir tek olması gereken siyasi yönüne bakıyoruz.
On
sekiz, on dokuz yıl pratisyen hekim olarak çalıştım, daha çok sağlık
ocaklarında ve acillerde çalıştım. Önce şunu görmemiz lazım: Hasta acile neden
gidiyor, özelikle son dönemlerde? Hasta acile iki sebepten gidiyor:
1)
Sabah gittiği zaman poliklinik sırasında fazla beklemeyeyim diye gidiyor.
2)
5 liralık katkı parasını vermeyeyim diye gidiyor.
Dolayısıyla
hasta yığılması meydana geliyor. Günde 500’den başlayıp bine kadar hasta bakan
hekimlerimiz var. Tabii, bizim bazen özellikle gözlemlerimizde, camdan
baktığımız zaman hasta dışarıdan gelirken güzel, neşeli bir şekilde, kahkaha
atarak yanındaki biriyle birlikte geliyor, tam içeri girdiği zaman hasta
başlıyor suratını asmaya ve sinirlenmeye. Bunun da sebebi “Oraya gittiğim zaman
acaba muayene olabilir miyim, olamaz mıyım?” diye, “Biraz sinirli hareket
edeyim, orada sert çıkayım, rahatça muayene olup gideyim.” diye. Bu şekilde
hastaya… Vatandaşın son zamanlarda, tabii, şeyi artmaya başlıyor. Tabii, burada vatandaşı öyle bir alıştırdık ki memur gider rapor
ister, eğer vermezse hekime hakaret eder, kimse ses çıkarmaz; öğrenci gider
sene sonunda rapor almak ister, vermediği zaman hakaret eder yine ses çıkmaz;
ilacı yazar, eczaneye gider, eczanede ilaca fark çıkar, doktor sorumlu tutulur,
kaymakamlar doktoru ezer, savcılar doktoru ezer, valiler doktoru ezer. Eski
Türk filmlerini izleyin, doktorlar beyefendi kişiler olarak, Hızır gibi yetişen
kişiler olarak gösterilirken, yeni dizileri izleyin, yeni dizilerde organ
mafyasına girmiş, üçkağıtçılık yapan, hep bir yerlerde
kendi menfaatini düşünen insanlar olarak, bilinçli olarak gösteriliyor. Bu son
yıllardaki filmlerde özellikle bunlara çok dikkat çekmemiz lazım. Toplum da
bunu tam özümsemeye başladı. Dizilerde, yine izleyin, polisleri görün, polisler
doktorları emir eri gibi kullanıyor, emir eri gibi emirler verip o şekilde
işlem yaptırıyorlar. Tabii, toplum da bunları izledikçe doktorları o şekilde
görmeye başlıyor.
Ama
tabii asıl neden bunlar değil, asıl sebep uyguladığımız bu sağlıkta dönüşüm
politikası. Bu politikalarda ısrar ettiğimiz sürece Sayın Bakanım, maalesef, bu
sağlıkta şiddet hiç bitmeyecek, artarak sürecektir. O yüzden bundan bir an önce
vazgeçmemiz gerekiyor. “Mutfakta yangın var.” dediler, bağırdılar, Sayın
Bakanım güldünüz, hiç ciddiye almadınız. Özlük hakları gasbedildi,
yine ciddiye almadınız. Seslerini yükseltince bunları farklı yönlere çektiniz.
Sağlık çalışanlarını özellikle Tabip Odası ve sendikalar konuştuğu zaman sanki
siyasi rakibinizmiş gibi davrandınız. Tabii, zayıf ezildikçe güç gösterisi
yapmaya başlar, dolayısıyla da bunu hekimde dökmeye başladı. Bütün bunların
yansıması olarak kamusal alanda şiddeti bir yaşam biçimi olarak görmeye
başladık. Dolayısıyla, insanlar da bunu getirip güzelce bize yansıttılar.
Şiddetlerin
baş sebeplerini gördüğümüz zaman, aşırı hasta yükü var polikliniklerde ve
acilde. Hastalara ayrılan sürenin az olması hastaları sinirlendiriyor. Hasta
başına düşen tahlil ve diğer tetkiklerin zor olması, bunların uzun sürmesi
hastayı kızdırıyor. Ekonomik krizler, yoksulluklar, alkol ve ilaç
bağımlılıkları da yine aynı şekilde hastayı doktorla karşı karşıya bırakıyor.
Özellikle bu eksiklikleri bir an önce görmemiz, eğer yapacaksak bu komisyonu
kurduğumuz zaman bunları bir an önce gidermemiz gerekiyor.
Sağlıkta
Dönüşüm Programı’nda serbest piyasa ekonomisini hiçbir sınırlama yapmadan
uygulamaya soktunuz. Hekim-hasta ilişkisini maalesef işletme-müşteri ilişkisi
şekline dönüştürdünüz. Artık performans sağlasın diye hastaya müşteri gözüyle
bakmaya başladık. O çok övündüğünüz Sağlıkta Dönüşüm Programı kaliteli hizmet
yerine, hekimliğin özlük haklarını ve saygınlığını yok etti, âdeta kişilerin
saldıracağı bir zemin hazırladı. Siz tüm yetersizliklerin tek sorumlusu olarak
hekimi gösterdiniz. Tahlil yaptırmak istiyor, tahlil yok, ya
kit alınmamış ya da hastanede yok, hekim sorumlu oluyor; film çekilecek, makine
bozulmuş, yapılmıyor, hekim sorumlu tutuluyor; acilde 500 tane hasta bakıyor,
bir tanesini atlıyor, MR gelmiş, atlıyor -olabilir, 500 hasta, bin hasta bakıyor-
dolayısıyla hekim şiddete uğruyor; yoğun bakıma hasta gönderecek, yer yok,
başka bir hastaneyi arıyor, o hastaneden randevu alamıyor, hasta ölüyor, yine
hekim sorumlu tutuluyor; kendi hastanesinde yoğun bakımda yer olmuyor, bundan
sıkıntı çekiyor. Dolayısıyla bütün bunlar hekimi direkt olarak yüz yüze
getiriyor ve işin en ilginç tarafı da hekime uygulanan şiddetin yüzde 86’sını
hasta ve hasta yakınları yaparken, yüzde 14’ünü de idare ve yöneticiler
yapmaktadır. En sonuncusunu da Gazi Üniversitesinde yaşadığımız olayda
görmüştük.
Bu
şiddetlere rağmen hekimler yine de şikâyetçi olmuyorlar. Neden olmuyorlar?
“Hasta psikolojisi” diyorlar, “Sürülürüm.” diye korkuyorlar, “Sonuç alamam.”
diye düşünüyorlar, velhasıl bir sürü sebeplerden dolayı hekimler şikâyetçi
olmuyorlar.
Hekimler
tabii şunu da çok iyi biliyorlar: Bundaki asıl sorumlu olan kişi o şiddeti
yapan kişi değil, bunu sosyoekonomik nedenlerden kaynaklanan insanların
fakirliği, zorlukta yaşaması, çektiği eziyetlerin dışa vurumu olarak
görüyorlar. Ekonomik sıkıntılar, sosyokültürel problemler, eğitim bunların en
önemli, başında gelen şeyler.
Biraz
önce yine söylemiştim, tekrar etmek istiyorum çünkü komisyonda bunlara çok
dikkat etmemiz gerekiyor eğer sonuç alınacaksa. Hastalar neden memnun olmuyor?
Muayene sırasında uzun bekledikleri için, kendisinin geciktirildiğini, bilerek
geciktirildiğini düşündükleri için sıkılıyorlar, fark çıktığı zaman maddi
sıkıntılara girdiği için, tahlilleri gün
gün bekledikleri için, filmleri de gün gün bekledikleri için sinirlenip bu
şekilde doktora saldırıyorlar.
Sağlık
dönüşümünde ne yapmamız lazım? Niteliksiz ve kalitesiz hizmet üretimine neden
olduk, bundan vazgeçmek lazım. Performansa dayalı sistemden vazgeçmemiz lazım.
Doktoru hastayla yüz yüze bırakmamamız lazım. Bütün bu yapacağımız çalışmalarda
eğer bunları kaldırmazsak, dediğim gibi, sonuç alamayız, memnuniyetsizlik de
artar gider.
Özelleştirmeye
çok önem verdik, kamu hastanelerine bütün yatırımları kısarken özel hastanelere
özel teşvikler verdik. Dolayısıyla da en fazla yükü çeken kamu hastaneleri
maalesef sıkıntıya düştüler.
En
önemli diğer neden, sağlık sektörü yöneticileri ve siyasi yetkililerin sağlık
sorununa neden olarak hekimleri görmeleri ve göstermeleri; direkt hedef
gösterildik.
Siyasi
iktidar ve yandaş yöneticiler sağlık alanındaki yapısal eksiklikler, kaynak
yetersizliği ve sorunların çözülmesinde hekimleri sorumlu tuttular, halka iyi
hizmet vermemekle itham ettiler. Dolayısıyla bu da getirip yine bizi karşı
karşıya bıraktı.
Sağlıkta
Dönüşüm Projesi altında tüm sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin yattığını
artık bilmemiz gerekiyor, asıl hedefin bu olduğunu düşünüyoruz. Bunu yaparken
de maalesef hekimler ve sağlık çalışanları şiddete maruz kalmaktadırlar.
Bence
yapmamız gerekenler şunlar:
Sağlık
çalışanlarına karşı yapılan saldırılar kamu davası olarak görülmeli -gerçi
Bakanım söyledi, o konu da bence iyi bir şey- bizzat Sağlık Bakanlığı bunu
yürütmeli.
Topluma
verilen demeçlerde şiddeti teşvik eden, kindar gençlik değil, başkalarına karşı
saygılı ve ilgili toplum gençliği yetiştirmek için uğraşmalıyız.
İktidar
ve sağlık yöneticilerinin hekimlerimiz için sergilediği tutumlarını bir an önce
gözden geçirip vazgeçmeleri gerekiyor.
İthal
hekim uygulamasından vazgeçmeliyiz. Halka “Bunlar size bakmazlarsa biz size
ithal hekim getiririz veya sizi uçakla yurt dışına götürür orada ameliyat
ettiririz...” Türk hekimlerine “Bizim size ihtiyacımız yok.” algısını
verdirmeye çalışmaktan vazgeçmemiz gerekir.
Tam
Gün Yasası’yla üniversitelerde yaşanan kaosa son
vermemiz gerekir. Hocalarımızı bu kadar hor görmememiz gerekir, hocalarımız
bizi yetiştirdi, bu duruma getirdi.
Tabip
odaları ve sendikaları siyasi rakip olarak görmememiz lazım, onlarla birlikte
çalışmamız gerekmektedir.
Kamu
Hastaneleri Birliği, uygulamaya geçilirse eğer, burada kâr amaçlı kurulacağı
için kesinlikle daha fazla şiddet geleceği, daha fazla şiddet olacağı kesindir.
Kamu Hastaneleri Birliği uygulamasından başlanmadan kesinlikle vazgeçmek gerekir.
Alınan
katkı paylarından vazgeçmek lazım. Vatandaşın zaten durumu ortada, bir de
bunu getirip buraya mal etmektedir. Özellikle aile hekimliğinde hastalar sanki
aile hekimleri kölesiymiş gibi davranmaya başladılar. “Eğer dediğimi yapmazsan
seni bırakır başka hekime giderim.” diye söylüyor. Sayı düşmesinden korkan
hekim de dolayısıyla dediğini yapıyor ya da yapmadığı zaman şiddete maruz
kalmaktadır.
Her
meslekte kötü niyetli insanlar olabilir ama bunları tamamen bir mesleğe katıp
kutsal mesleğimizi karalamaya kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum. Özellikle
sağlık çalışanlarına, birkaç istisna hariç, genelde aldıkları ücretlerin çok
fazla olduğu söyleniyor. Bu kesinlikle doğru değildir. Aldığı neyse onun
gerçekten vatandaşa açıklanması lazım çünkü vatandaş hekimlerin korkunç maaşlar
aldığını düşünerek…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM
IŞIK (Devamla) - …”Benim vergimle maaş alıyorsunuz.” diyor. Dolayısıyla, buna
tedbir alınması lazım.
İnşallah
hayırlı olur diyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
(10/255)
esas numaralı önerge sahipleri adına Ali Öz, Mersin Milletvekili.
Buyurun
Sayın Öz. (MHP sıralarından alkışlar)
ALİ
ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; sağlık çalışanları ve hekimlere uygulanan
şiddetin araştırılması için verilmiş önerge üzerine grubum adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Toplumsal
yaşantının tüm alanlarında şiddet giderek yaygınlaşan bir eğilim hâline
gelmiştir. Sağlık ortamının sorunlarının tamamen sisteme bağlı olduğu artık
herkes tarafından aşikâr olarak bilindiği hâlde, hekimleri hedef olarak
gösteren ve söylemleri körükleyen kaynaklar hekimlere yönelik şiddeti de
körüklemektedirler.
Gün
geçmemektedir ki bir hekim belki de hiç hak etmediği bir şiddet eylemiyle
karşılaşmasın. Acil servisler, yoğun bakım üniteleri başta olmak üzere hekimler
neredeyse her gün, bazen ölümle sonuçlanan şiddete maruz kalmaktadır.
Hekimler,
her gün bakacaklarının çok üstünde hastaya bakmaya zorlanarak olumsuz çalışma
ortamlarının katkısıyla hedef tahtası hâline getirilmektedir. Performansa
dayalı gelir teminiyle yorgun düşen hekimlerden gerçek verimi alabilmek mümkün
değildir.
Geçmiş
dönemlere oranla 2-3 kat daha fazla hasta bakılmasına ve beklentilerine cevap
verilmeye çalışılmasına rağmen, hekimlerin şiddete, hakarete, şikâyetlere maruz
kaldığını görüyoruz. Hekimlere yönelik şiddetle ilgili haberleri son beş-altı
yıldır daha sıklıkla duymaya başladık. Geçmişe oranla her yıl artan bu şiddet
olayları artık kırmızı alarm verirken Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipler
Birliğinin gündeminde konu nihayet ön sıralarda yer bulmaktadır.
Toplumdaki
en saygın meslek sahipleri arasında görülen hekimlere yönelik şiddet olayının
artışı hekim örgütlerinin de önem verdiği konular arasında yerini almaktadır.
Şifa
dağıtan, sahip oldukları bilgi ve deneyimleri hastalarını iyileştirmek için
kullanan doktorlarımızın ve sağlık görevlilerinin karşılaştıkları kaba ve vahşi
saldırıları Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak şiddetle kınıyoruz. Yakın
zamanda kaybettiğimiz Gaziantep’teki merhum doktor arkadaşımıza Allah’tan
rahmet, ailesine ve tüm sağlık çalışanlarına başsağlığı diliyorum. Ayrıca Van
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinde acil tıp uzmanı olarak görev yapan
doktorumuzun bir siyasi parti tarafından uğramış olduğu saldırıyı da şiddetle
kınıyorum.
Değerli
arkadaşlar, günümüzde artık hekime duyulan saygı uygulanan politika sayesinde
gittikçe azalmıştır. Çalışma ortamına ve hekimin sosyal şartlarına hiç bakmadan
artık direkt hekimi tahkir edici şekilde sözlü sataşmalar görülmeye
başlanmıştır. “Kadın olmasan seni pencereden atarım.” “Bu raporu vermek
zorundasınız.” “İlaçları niye yazmıyorsunuz?” “Bizim paramızla burada çalışıyor
ve maaş alıyorsunuz.” sözleri hastanelerimizde önceki yıllara göre daha çok
duyulur hâle gelmiştir. İktidarın sağlık alanında çizdiği pembe tablolar,
gerçekle bağdaşmayan sanal başarı hikâyeleri doktor-hasta ilişkisini zedelemiş
ve bunların birbirine düşmesine kapı aralamıştır. AKP’nin politika tercihi
sağlık hizmeti verenlerle hastaları ve yakınlarını birbirine hasım hâline
getirmiştir. Bugün doktorlar, hemşireler ve sağlık teknisyenleri huzursuz ve
mutsuzdur. Hastalarla birlikte aileleri gergin ve stres yüklüdür.
İstatistiklerde, daha önce konuşma yapan milletvekili arkadaşlarımızın da ifade
ettiği gibi hekim arkadaşlarımız ve sağlık çalışanları gün geçtikçe şiddete
daha fazla maruz kalmaktadır.
Bu
sorunu gerçek manada çözmeyi amaçlıyorsak şiddetin sebeplerini doğru ortaya
koymak, çözüm yollarında da ortak akıl oluşturmak zorundayız. Daha önce 14 Mart
Tıp Bayramı gününde hekimlere uygulanan şiddetin araştırılması ve çözüm
önerileri noktasında Meclis araştırması istendiğinde, maalesef, bu konuda
yeterli duyarlılığın gösterilmediği açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Özellikle toplumumuzun geneline baktığımız zaman, kadınların uğramış olduğu
şiddetin maalesef meslektaşlarımız arasında özellikle kadın hekimlere de daha
sık uygulanmakta olduğunu görmekteyiz.
Tabii
ki, bu arada, Sağlık Bakanlığının sıkça bahsettiği, vatandaşın sağlık
hizmetinden memnuniyet oranında artmanın olmasını on yıllık iktidarları
döneminde başarmış olmalarının övüncünden her AKP milletvekili arkadaşımız
gururla bahsetmektedir ancak sağlıkta şiddetin önlenmesi ve bu noktada alınacak
olan önlemleri ciddi manada değerlendirmek için sadece vatandaşın memnuniyetini
esas alırsak bir sonuç alamayacağımız da ortadır.
Dolayısıyla
özellikle şu soruların cevabına dikkat çekmek gerekiyor: “Hekiminiz size
yeterli süre ayırdı mı?” Bu soruya verilen cevap yüzde 40’lar oranında “evet”,
“Hekiminiz
sizi yeteri kadar muayene etti mi, dinledi mi?” diye soruluyor, yüzde 43
oranında “evet”,
“Hekiminizin
size koyduğu teşhis ve verdiği tedaviden memnun kaldınız mı?” sorusuna yüzde 35
oranında “evet” cevabı veriliyor.
Ancak
benzer bir araştırmada özellikle sağlık çalışanları ve hekimler üzerine yapılan
bir anketin sonuçlarını da göz ardı etmemek lazım. Burada Ankara Tabip Odasının
hekimlere yönelik yapmış olduğu bu ankette iki sorunun cevabı çok kötü. Birisi,
hekimlere şu soru yöneltilmiş: “Geleceğe dair umut taşıyor musunuz?” Olumlu
cevap verenlerin oranı sadece yüzde 7,3. Ama daha dramatik olan bir sorunun
yanıtı var: “Hastalarınıza nitelikli ve yeterli sağlık hizmeti sunulduğunu
düşünüyor musunuz?” Buna verilen olumlu cevap yüzde 13’ler civarında. Hekimler
arasında yapılan anketler ve gözlemler gelecekten umut taşıyanların yüzde
10’ları geçmediğini göstermektedir.
İktidar
şöyle bir hava yayıyor: “Sağlık reformu yaptık, her şeyi düzelttik, her şey çok
iyi.” Hasta sağlık kurumuna gelip de durumun hiç de böyle olmadığını görünce
bunun sorumlusu olarak doktoru görüyor. Bunun dışında Başbakanın “Doktor efendi
dönemi bitti.”, “Ben doktora iğne bile yaptırmam, adamı felç eder.”, “Çalışmak
istemiyorsanız çekin gidin.” türündeki sözleri, ayrıca Sağlık Bakanının “Tuzu
kuru doktorlar.”, “Paracı doktorlar.” türündeki sözleri de hastalar üzerinde
kışkırtıcı bir etki yaratmıştır doğal olarak.
Sağlık
çalışanları hiç bu kadar sevgisiz, hürmetsiz, değer bilmez bir sağlık bakanına
ve onun yönetim dönemine de rastlamamıştır.
Bütün
bunlar hekimlerimizin ve diğer sağlık çalışanlarımızın can güvenliğini tehdit
eden ve bir meslektaşımızın da hayatını kaybetmesine kadar uzanan bir süreç olarak
karşımıza çıkmıştır.
Sağlık
Bakanının şunu söylemesi gerekiyor insanlara: “Sorunlar devam ediyor sağlık
alanında. Lütfen hastaneye giderken bilin ki öyle her şey çok düzgün falan
değil bu ülkede. Bunu başarmak da gerçekten çok kolay değil. Geçmişte hastalar
bunu bilerek gelirlerdi. Bilirdik ki hastanelerde sıkıntı var, kuyruk var.
Bugün yine var, bekleniyor.” Ama şimdi, akşam Bakanı dinleyip de her şey pırıl pırıl, sorunsuz, çok iyi işliyor sistem beklentisiyle
gelince hasta da hayal kırıklığına uğruyor ve bu da maalesef, üzülerek ifade
ediyoruz ki şiddete dönüşüyor.
Değerli
milletvekilleri, demokrasi kültüründen ve ileri demokrasiden bahsedenlerin, bir
meslektaşının uğradığı saldırı sonucu ölmesine gösterdiği demokratik eylemi hoş
görememenin bile şiddete prim tanımaktan başka ne anlamı olabilir? Zaten sağlık
çalışanlarını ve başta hekimi hasta önüne atarsanız, bu sonucu peşin peşin kabul etmiş olursunuz. Hekimlerin vatandaşa karşı
sorumluluğunu onlara hiç kimse öğretemez. Hekimin buna ihtiyacı yoktur. Şartlar
ne olursa olsun sağlık vermek, şifa vermek, hayata dönmeye aracı olmanın manevi
huzuru ve hekim vicdanı bu sistemin yürümesinin ve yürütülmesinin tek
belirleyici sebebidir. Hekimlerimiz koruma altına alınmalıdır. Aksi takdirde
sağlık hizmetleri sürekli ileriye değil, geriye gidecektir.
Sağlıkta
şiddetin önüne geçebilmenin yolu, özellikle başta hekimler olmak üzere meslek
saygınlığını arttırmak, hekimlerin sorunlarına kulak vermek ve her şeyi tek
başına “ben bilirim” mantığından vazgeçmek, çalışma şartlarını iyileştirmek,
sağlık alanında görsel ve yazılı basında vatandaşı eğitmek ve bilinçlendirmek,
oradaki çalışanların ana hedefinin öldürmek değil, yaşatmak olduğunu ifade
etmekten geçer. Polisiye tedbirlerle ve ceza
artırmaları bu konuda çözüm sağlayamaz.
Sağlık
hizmetlerinin herkes için eşit, ulaşılabilir, nitelikli, parasız, sağlık
emekçilerinin sömürülmediği, vatandaşların hizmet almadaki memnuniyetinin
yanında, en azından -üzerine tekrar basarak ifade ediyorum- hizmet verenlerin
de onlar kadar memnun olduğu günleri yaşatabilirsek şiddeti ancak bu noktada
çözebiliriz. Yoksa X-Ray cihazları koymakla, özel güvenlik tedbirleri almakla,
eğitilmiş özel güvenlikçi bulmakla, şiddete yol açan temel sorunları göz ardı
edersek önümüzdeki yıllarda ve zamanda korkarım ki sağlık çalışanlarına ve
hekimlere uygulanan şiddet giderek dozunu artıracaktır diyor, yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Öz.
(10/256)
esas numaralı önerge sahipleri adına Mustafa Baloğlu, Konya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Baloğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
BALOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık çalışanlarına
yönelik şiddetin önlenmesi hakkındaki önerge üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu
vesileyle, öncelikle, geçtiğimiz hafta Gaziantep’te hunharca bir cinayet
sonucunda hayatının en verimli döneminde kaybettiğimiz kıymetli meslektaşımız
Doktor Ersin Arslan’a Allah’tan rahmet; ailesine, sağlık camiamıza ve
milletimize başsağlığı diliyorum. Yine, Van’da darbedilen
Değerli Meslektaşım Oğuz Eroğlu’na da geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Bu
gibi olayları yapan insanları, insani, vicdani ve ahlaki değerlerden nasip
almamış insanlar olarak değerlendiriyorum ve bu gibi kabul edilemez olayların
bir daha tekrarlanmamasını temenni ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, şiddet sadece sağlık çalışanlarında değil, toplumun her
kesiminde, her meslek grubunda maalesef yaşanmaktadır; toplumsal bir yaradır. Örnek
olarak, geçen hafta derse geç gelen öğrencisi tarafından bıçaklanan öğretmeni
hepimiz okuduk ve duyduk ve bu gibi hadiseleri sık sık yaşıyoruz. Bu gibi elim
hadiseler ne kadar kabul edilemez ise, bunlar üzerinden Sağlık Bakanlığımıza,
Hükûmetimize haksız eleştiride bulunmak ve siyasi rant
devşirmeye çalışmak da o kadar elim ve kabul edilemezdir. Hükûmetimizin
başlattığı Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla birlikte sağlık hizmetlerinde katettiğimiz mesafeyi görmezden gelmek ve geçmişi unutmak
ve bu gibi hadiselerle, yapılan hizmetleri yok saymak en hafif tabirle
haksızlıktır. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık çalışanlarına yönelik
şiddetin arttığı iddialarını doğru değerlendirebilmek için Sağlıkta Dönüşüm
Programı’nın uygulamalarını gözden geçirmekte fayda bulunmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlıkta Dönüşüm Programı hastanelerimizi tek
çatı altında toplamıştır. SSK’lı, BAĞ-KUR’lu, Emekli
Sandığı ayrımı kalkmış, vatandaş özel hastaneler dâhil, istediği hastaneden
hizmet alabilir hâle gelmiştir. Bunun şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
Elbette ki söylenemez.
Yine,
vatandaşımız hastanelerdeki ilaç kuyruklarından kurtulmuş, yeşil kartlılar
dâhil, tüm vatandaşlarımız istediği eczaneden ilaç alabilir duruma gelmiştir.
Bunun şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
Yine,
vatandaşların sağlık hizmeti alabilmeleri için belge, sevk kâğıdı ve benzeri
evraklar bulundurma zorunluluğu ortadan kaldırılmış, sadece vatandaşlık
numarasıyla istediği her hastaneye başvuru hakkı gelmiştir. Bunun sağlıkta
şiddeti körüklediği söylenebilir mi? Elbette söylenemez.
Vatandaşın
hizmet alabileceği hekimi seçme özgürlüğü getirilmiş, böylece vatandaşın
iletişimi en rahat sağlayabileceği, kendini en rahat ifade edebileceği ve
güvenebileceği hekime muayene olma fırsatı getirilmiştir. Bunun şiddeti
körüklediği söylenebilir mi?
Böylece,
korku, endişe ve panik içerisinde acil servise başvurmuş veya acil bir travma geçirmiş vatandaş “Nereye gideceğim, bu hastane bana
bakar mı?” gibi endişeler yaşamaksızın ihtiyacı olan hizmete rahatlıkla
ulaşabilmektedir. Bu gibi uygulamanın, bu dönüşümün sağlıkta şiddeti
körüklediği söylenebilir mi?
Yine,
geçmişte acil durumlarda vatandaşın ambulans hizmetleri için saatlerce
beklediği ve ambulans hizmetlerinden para talep edildiği dönemden, artık,
bugün, yurdun dört bir tarafında dakikalar içerisinde ambulansımızın hatta
helikopter ambulansımızın hatta uçak ambulansımızın hastamızı -merkezden
planlanarak- kendi hastalığıyla ilgili ya da geçirmiş olduğu travmayla
ilgili merkeze yönlendirildiği ve en etkin tedavisinin yapıldığı bir sisteme
geçtik. Bunun şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
Yine,
hastanelerimizde merkezî randevu sistemi başlatılmış ve vatandaşımız, evinden,
Türkiye’deki istediği hastaneden -ya da İnternet üzerinden- istediği hekimden
randevu alabilme hakkına kavuşmuştur ve vatandaşımız, hangi hekimi istiyorsa,
hangi branşa muayene olmak istiyorsa sadece telefonla
veya İnternetten yaptığı girişimle rahatlıkla ertesi gün ya da istediği gün
muayene olabilmektedir. Bu uygulamanın sağlıkta şiddeti körüklediği
söylenebilir mi?
Yine,
tam gün uygulamasıyla, vatandaşın muayeneye gitmek, para vermek durumunda
kalmadan istediği doktordan hizmet alma imkânı sağlanmıştır. Bu uygulamanın
şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
Yine,
sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları çok genişletilmiş, vatandaşın başka
bir kuruma gidip tetkik yaptırmak zorunda kalmadan orada hizmet ihtiyacının
karşılanması sağlanmıştır. Bu uygulamaların sağlıkta şiddeti körüklediği
söylenebilir mi?
Yine,
hastanelerimizin fiziksel şartları çok iyileştirilmiş, hasta mahremiyetinin
korunması, hem de konaklama imkânları, otelcilik hizmetleri çağdaş standartlara
getirilmiştir. Bu uygulamaların şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
Hastanede
rehberlik hizmetleri başlatılmış, vatandaşların hizmet almaları
kolaylaştırılmıştır. Bunun ve bu gibi uygulamaların şiddeti körüklediği
söylenebilir mi?
İnsan
kaynaklarının en iyi şekilde planlanması suretiyle ülkenin doğusu ile batısı
arasında hekim iş yükü dengelenmeye çalışılmış, vatandaşın sağlık hizmetlerine
erişimi kolaylaştırılmıştır. Bunun sonucu olarak vatandaşlarımız Avrupa’daki
başvurulara yakın oranda sağlık hizmetlerine başvurur hâle gelmiştir. Yıllık
hekime başvuru oranı yaklaşık 3 kat artmıştır. Bu uygulamaların sağlıkta
şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
SABİM
ALO 184 aracılığıyla vatandaş herhangi bir sıkıntısını Sağlık Bakanlığına
ulaştırabilmekte ve sıkıntısını giderebilmektedir.
Yine,
evde bakım hizmetleriyle, sağlık kuruluşlarına ulaşamayan yatalak, engelli
hastalarımıza bakım hizmetleri sağlanmış ve bu hastalarımıza bakacak ekipler kurulmuş
ve bu bahsettiğim nitelikteki hastalarımız evde bakım hizmetlerine kavuşmuştur.
Bu gibi uygulamaların, sağlıkta dönüşüm uygulamalarının şiddeti körüklediği
söylenebilir mi?
Yine,
performans uygulamasıyla hekimlerin gelirleri artırılmış, daha çok çalışanın
daha çok kazandığı bir sistem kurulmak suretiyle ağır iş yükü altındaki
hekimlerin alın terlerinin karşılığı ödenmeye çalışılmıştır. Böylece sağlık
hizmetlerine daha kolay erişen vatandaşın artan hizmet talebi angarya hâline
getirilmeden karşılanmaya çalışılmıştır. Hekimler tercih edilir olmak
istemekte, bu da hekimlerin hastayı memnun etmeye çalışmalarına neden
olmaktadır. Bunun şiddeti körüklediği söylenebilir mi?
Değerli
milletvekilleri, görüyoruz ki Hükûmetimiz, sağlık hizmetlerini temel bir insan
hakkı olarak kabul ederek hayata geçirdiği Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık
alanında pek çok yapısal düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Daha kaliteli, daha
adil ve daha kolay ulaşılabilir sağlık hizmeti sunma yolunda geçmişte hayal
edilemeyen başarılar kazanılmıştır ve bu gelişmeler neticesinde sağlık
hizmetlerinden vatandaşımızın memnuniyet oranı yüzde 39’lardan yüzde 76’lara
çıkmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle son günlerde yaşadığımız olaylar
karşısında sağlık çalışanlarını temsil eden bazı sivil toplum kuruluşlarının
temsil ettikleri kesimin haklarını koruyacakları yerde, birtakım ideolojik
davranışlarla, temsil ettiği kesimin görüşlerini ve taleplerini yansıtmaktan
öte, tamamen ideolojik birtakım yaklaşımlarla birtakım hareketler yaptıkları
gözlenmektedir. Bunları saygıdeğer halkımızın sağduyusuna, sağlık
çalışanlarımızın sağduyusuna havale ediyorum.
Görüyoruz
ki Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin arttığı
iddialarını doğru değerlendirmemek gerekmektedir. Yapılan hizmetler ortadadır.
Bunları yok saymak ve Sağlık Bakanlığımıza ve Hükûmetimize haksız eleştirilerde
bulunmak kabul edilemez bir durumdur. Bu yanlıştan bir an önce dönülmesi
gerekmektedir.
Bu
vesileyle, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesiyle ilgili araştırma
önergesinin ve kurulacak komisyonun sorunlarımıza çare olmasını ve değerli
milletvekillerimizin katkılarıyla bu şiddet olayının çözülmesini diliyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Baloğlu.
Şimdi,
(10/257) esas numaralı önerge sahipleri adına İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel.
Buyurun
Sayın Tüzel. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Evet,
öncelikle ben de bu elim kayıp nedeniyle bütün sağlık emekçilerine başsağlığı
ve geçmiş olsun diliyorum.
Sunulan
bütün konuşmalar ve önergeler, aslında sağlık emekçilerinin yaşadığı sorunları
fazlasıyla işaret ediyor. Bu sağlık çalışanlarına dönük şiddet hakkında Meclis
araştırma komisyonu kurulması konusunda ben de olumlu yönde görüş beyan
edeceğim.
Evet,
biraz önce burada Bakanı da dinleme imkânı bulduk.
2003
yılından bu yana, sağlık emekçileri ve örgütleri, sağlıkta dönüşüm politikasına
karşı Hükûmete, Sağlık Bakanına sesleniyorlar ama bunun karşısında Hükûmet ve
Bakanlık ne yapıyor? Başbakan, özellikle sağlık emekçilerini ideolojik
davranmakla suçluyor ve aşağılamaya, hakir görmeye devam ediyor.
Biraz
önce Doktor Ersin Arslan’ın ölümünden dolayı üzüntülerini ifade eden Bakan
hekimliğini şimdi hatırlıyor ama Başbakan hekimleri suçlarken, sağlık
emekçilerine saldırırken hekimleri savunmak o dönemde aklına gelmiyordu. Bir de
burada, herhâlde bütün bu yaşananlardan sonra Başbakana seslenmek ve son
dönemlerde çokça hatırladığımız gibi “Acaba Başbakan bütün bu söylemlerinden
dolayı özür dileyecek mi?” diye hepimiz merak ediyoruz. Hani “Doktorlar bir
iğne vurmayı dahi bilmiyorlar.” işte “Yurt dışından 150 dolara çalışacak hekim
getiririm.”, “Sağlıkçılar güler yüzlü olmalı.” diyen ve her konuşmasıyla bütün
halkı sağlık emekçilerine, hekimlere karşı güvensizliğe kışkırtan söylemlerin
sahibini işte bu görüşmeler nedeniyle hatırlamak istiyoruz.
Sorunlar
ayyuka çıktığında önlem almak yerine, paragöz ve güvenlikçi kafa, işte bir kez
daha doktorları özel güvenlikçilere, taşeron şirketlere emanet etmekten başka
çözüm bulamıyor.
Sayın
Bakan, burada “Sağlık emekçileri, evet, eylem yapsınlar ama halkın sağlık alma
hizmetini de engellemesinler.” diyor. Merak etmesinler, sağlık emekçileri ve
örgütleri burada Bakandan daha çok bir şekilde -bu iş bırakma eylemlerinde-
hasta haklarını ve onların geleceklerini savunuyorlar, güvenceye alıyorlar,
düşünüyorlar.
Yani
bizim göreceğimiz burada, bir kez daha bütün bu yaşanan şiddet olaylarında
meselenin arkasında birkaç tane sosyopatın
saldırganlığı değildir, Bakanın izah ettiği gibi ve burada, ölen Doktor
Arkadaşımın üzerinden de fırsatçılık ve hamaset yapmaya gerek yok, gerçekten
çözüm üretmek ve sorumlulukları da gizlememek gerekir. Nedir bu şiddetin
arkasındaki sorumluluk ve gerçeklik? Son Antep’teki ölüm ve Sosyal Güvenlik
Uzmanı Ali Tezel’in açıklamaları, biraz önce CHP’li vekil arkadaşımız da
söyledi, asıl nedenlerin arkasında, bu ölümün arkasında, yoksulluk ve yardım
alma güdüsü vardır. O genç yaşta katil olan çocuğun bu saldırganlığının
arkasında bu vardır. Şiddetin kaynağında Hükûmetin politikası ve söylemleri
vardır; kışkırtıcı, aşağılayıcı söylemler vardır, sorunları örtmenin aracı olan
sözler vardır.
Sağlıkta
dönüşümden çokça bahsedildi. Başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere, Sağlık
Emekçileri Sendikaları olmak üzere hep söylediler: “Sağlıkta dönüşüm, sağlıkta
ticaret öldürür.” demişlerdir ve öldürmüştür, öldürmeye devam etmektedir.
Özelleştirme, piyasaya açma, teşvik politikaları, özel sektörü teşvik ve özel
sektörden hizmet alımı, çok çeşitli, işte görüntüleme merkezlerine ha bire
hastanın gönderilmesi, teşvik edilmesi, bütün bunlar, yani kapitalist
patronların para hırsı ortada ne sağlık hakkını bırakmıştır ne hekimlerin
ettikleri yemini, etiği, ahlakı, bütün bunları bertaraf etmiştir.
Taşeronlaştırma
sağlık hizmetlerinde ve Sağlık Bakanlığı bugün en büyük taşeronlaştırmayı
yürüten bir kuruluş halindedir, tam 150 bin taşeron. Bu insanların çoğu, büyük
bir kısmı, sağlık hizmetleri sınıfından olmalarına rağmen, gerçek işlerini,
gerçek edindikleri eğitime denk düşen bir hizmeti sürdürmemekte, buna karşı da
her gün iş güvenceleri tehdit edilip sokağa konulmaktadır. En son İstanbul Çapa
Tıp Fakültesinde tam 400’ü aşkın taşeron sağlık emekçisi kapıya konulmuştur.
Söylendi, performans uygulaması ve hekimler arasındaki rekabet, etik dışılık,
kolaya kaçma ve sonuç itibarıyla da hastaneden kaçma şeklinde karşımıza
çıkmıştır.
Ben
birçok üniversite hastanesinde toplantılar yaptım ve buradaki gözlemlerimi 14
Şubatta bu Genel Kurulda sizlerle paylaştım. Sayın Bakan da oradaki konuşmada
yanıt verdi. “Tam 90 bin doktordan sadece bin tanesi muayenehaneyle
ilişkilidir. Siz neden bundan rahatsız oluyorsunuz?” diye yakındı ama görüyoruz
ki aymazlık hâlâ devam ediyor. Evet, yakınmamız ve buradaki sorunları,
gerçekten artık büyümüş sorunları görmemiz gerekiyor, görmeliyiz ki artık kâr
zarar hesabıyla, şirket yönetme mantığıyla, ticari kaygılarla sağlık olmaz,
bunu bir an önce terk etmek gerekiyor.
Sizler
genel sağlık sigortasından acil hizmete paralı, katkı paylı bir sağlığı
Türkiye’ye getirdiniz ve bütün hastalıkları da beraberinde getirdiniz. Bakın,
laboratuvarlarda, görüntüleme bölümlerinde, kimyasalların ve radyasyonun olduğu
ortamlarda bütün sağlık emekçilerinin can güvenliği yoktur, iş ve can güvenliği
yoktur, kanser türü hastalıklarla karşı karşıyadırlar.
Şimdi,
bir de şuna değinmek istiyorum değerli milletvekilleri: Bir Vekil Arkadaşımız
yanlış bir davranışı, hatalı bir tutumu nedeniyle hepimiz tarafından
eleştirildi, eleştirilmekten öte gelen vurdu, giden vurdu. Özdal
Üçer’den bahsediyorum. Şimdi, bir de meseleye başka bir yönden bakalım. Bu
arkadaşımızın yaşadığı acı nedeniyle kontrolsüz davranışı ama bir de başka bir
şey var ki BDP Milletvekili olması, Kürt olması ve Kürtlere dönük bugün ayrımcı
muamelenin sağlık alanında da karşı karşıya bıraktığı bir duygusallıkla hareket
etmesidir.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Tamamen iftiradır.
ABDULLAH
LEVENT TÜZEL (Devamla) – Biraz da buradan kendimize görev ve vazife çıkartalım,
biraz da buradan meseleyi görmeye çalışalım diyorum ve size de bu hatırlatmayı
yapıyorum.
Evet,
Hükûmete, Sayın Bakana sormak gerekiyor. Hani halk memnundu? Hani hasta
memnuniyeti vardı yüzde 76’lara varan? Peki, bu memnun halk neden şiddete
sarılıyor? Neden çareyi, çözümü oralarda arıyor? İşte, bütün bunlar karşısında
Türk Tabipleri Birliğinin Bakana, Sağlık Bakanlığına o eylemlerde duyurduğu,
son kez, bir kez daha bizlere hatırlattığı görevler ve çağrılar var, tespitleri
ve talepleri var, Türk Ceza Kanunu’na ek bir maddenin eklenmesi önerisi var
“Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar” bahsinde. Dolayısıyla bunlara uygun bir
düzenleme yapmamız Meclisin ve vekillerin görevidir diyorum.
Bir
diğer şey de, tabii, halkımız bu politikalara, Hükûmetin bu paragöz ve halkın
sağlığını tehdit eden, hiçe sayan bu politikalarına karşı -elbette bunları hak
etmiyor- bütün bunlara karşı verilebilecek yanıt, elbette Meclis araştırma
komisyonu kurulmalı ama başta sağlık emekçileri olmak üzere, sağlık hakkı yani
parasız, nitelikli, ulaşılabilir, eşit, ana dilde, bütün 75 milyon yurttaşın
alabileceği bir sağlık hakkını savunmak üzere, başta sağlık emekçilerinin bu
sağlıkta şiddete karşı da yanıt vermek üzere bütün emekçiler gibi 1 Mayısta
seslerini yükseltmelerini diliyorum. 1 Mayıs işçi sınıfının, emekçilerin,
ezilenlerin uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününde sağlık hakkını
da savunmak üzere meydanlara çıkarak taleplerimizi haykırmak ve bilim karşısında,
halkın sağlığını savunan hocalara karşı da saygısızca davranan Hükûmet
politikaları karşısında da bilime, sağlık hakkına sahip çıkmak üzere hepimizi 1
Mayıslarda sesimizi yükseltmeye, alanlara çıkmaya ve bu sağlıkta dönüşüm
politikalarından vazgeçmeye, sağlıkta ticarileşmeye, taşeronlaşmaya, performans
sistemlerine, sağlık emekçisinin, hekimlerin otoritesini, saygınlığını, özlük
haklarını da yok eden bu politikalara karşı hep birlikte alanlarda olalım
diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
(10/258)
esas numaralı önerge sahipleri adına son konuşmacı Orhan Düzgün, Tokat
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Düzgün. (CHP sıralarından alkışlar)
ORHAN
DÜZGÜN (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Öncelikle,
sözlerime başlamadan Antep’te sağlık şehidi dediğimiz Doktor Ersin’in ailesine
başsağlığı diliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Van’da maalesef, bugün aynı çatı altında olmaktan utanç duyduğum,
bir hekimi darp eden milletvekilini de bu kürsüden şiddetle kınıyorum.
Sayın
Bakan buradaki konuşmasında, ilgili milletvekilinin grubuna, “Bakalım, ne
yapacağınızı göreceğiz.” dedi. Ben bu soruya kendi öngörümle şöyle bir cevap
vereyim: Eğer sizin parti grubunuz, milletin kürsüsünde milletvekili dövene
nasıl bir tepki verdiyse, muhtemelen o grup da buna öyle bir cevap verecektir
diye düşünüyorum; yani hiçbir şey yapmayacaktır diye düşünüyorum.
Sayın
milletvekilleri, Türkçede çok güzel bir söz var: “Rüzgâr eken fırtına biçer.”
Bu rüzgâr ne zaman esmeye başladı? Sayın Başbakan “Ben bu doktorların alnını
karışlarım.” dediği zaman başladı ve Sayın Başbakanın, maalesef, bu ve buna
benzer yüzlerce sözünü bugün bu kürsüden sayabiliriz.
Peki,
Sayın Sağlık Bakanı ne yaptı bu süreç içerisinde? Ben onu da size söyleyeyim:
Sayın Bakan bu kürsüye çıktığında, yeni Bakan olduğunda, Mecburi Hizmet
Yasası’yla ilgili şöyle bir söz sarf etmişti: “İnsanın insana böyle bir zulmü
olamaz. Bu zulmü biz kaldıracağız.” Peki, sonrasında ne oldu? Sonrasında, tıp
fakültesini bitirdiniz, yeniden bir mecburi hizmet konuldu size. Arkasından
ihtisas yaptınız, bir mecburi hizmet daha konuldu. O da yetmedi, yan dal
ihtisası yaptınız; üstüne bir Mecburi Hizmet Yasası daha konuldu. Yani bu
insanın insana olan zulmü 1 iken 3’e katlandı. Üstelik de değerli arkadaşlarım,
öncesinde, mecburi hizmet yapan hekimlerin hiç olmazsa eşleri yanlarına tayin
ediliyordu. Bu tayin işi de tam bir çorbaya çevrildi. Şu bölgeydi, bu bölgeydi
denerken doktorlar, karısı bir tarafta, kocası bir tarafta, çocukları bir
tarafta perme perişan bir hâlde memlekette hizmet yapmaya çalıştılar.
Evet,
değerli arkadaşlarım, bu kürsüde, AKP Grubu adına çıkan bütün arkadaşlarım,
doktorların bıçak parası aldığını, Sayın Bakanın da bunu engellediğini
söylediler. Doğrudur, bu tespite katılıyorum; ancak bu yapılırken sanki bütün
doktorlar bıçak parası alıyormuş, bunların hepsi hırsızmış gibi davranıldı. Bir
meslek grubunun içerisinde mutlaka ve mutlaka çürük elmalar olacaktır. Bugün,
3-5 tane polis rüşvet alıyor diye, siz bütün polis camiasını rüşvetçi ilan
edebilir misiniz değerli arkadaşlarım? Ama bu kürsüde her seferinde doktorlar
ayırt edilmesizin hırsız ilan edildiler. Bugün bu
şiddetin kaynağında bunun etkisi olmadığını hiçbirimiz inkâr edemeyiz.
Değerli
arkadaşlarım, hastalar hastanelerde rehin kalıyorlardı. Bir hekim olarak buna
ben de bizzat defalarca şahit olmuşumdur. Tabii ki bu uygulama yanlıştı. Evet,
Sayın Bakanın bu uygulamanın kaldırılmasında da katkıları vardır, bunu da kabul
ediyorum. Ancak, değerli arkadaşlarım, bir doktor bir hastayı neden rehin alır
hastanede, ne üstüne vazifedir? Doktorun görevi hastayı tedavi etmektir,
muayene etmektir, ilacını yazmaktır. Siz Bakan olarak yazıyı yazacaksınız
hastaneye, diyeceksiniz ki: “Kardeşim, bakın, hasta ücret ödemeden giderse bunu
sizin maaşınızdan keserim.” Sonra dönüp diyeceksiniz ki: “Hastayı hastanede
rehin tutan doktorun alnını karışlarım.” İşte bu şekilde doktorla hasta karşı
karşıya getirilerek bir birlerine düşman ilan edildiler.
Sayın
milletvekilleri, bir doktor maaşının ne kadar olduğu konusunda bir bilginiz var
mı ya da bir fikriniz var mı bilemiyorum. Ancak benim, Sayın Bakanın ağzından
bir uzman hekimin maaşının en az 6 bin lira olduğuna dair defalarca duyumum
olmuştur. Şimdi ben size şunu söylüyorum: Yirmi bir yıllık bir uzman hekim
olarak milletvekili adayı olmak için istifa ettiğimde elimdeki maaş bordrosu
1.900 lira idi. Şimdi Sayın Bakan diyecek ki: “Döner sermaye alıyorlar.” Doğru
dürüst döner sermaye dağıtamayan onlarca hastane var bu memlekette.
Dolayısıyla, bu arkadaşlarımız yirmi yıllık hekimken 2 bin lira maaşla
çocuklarını geçindirmeye çalışıyorlar, evlerini geçindirmeye çalışıyorlar,
karınlarını doyurmaya çalışıyorlar ve biz de bu doktorlardan Avrupa düzeyinde
hastaya hizmet vermesini bekliyoruz. Bu noktada biraz el insaf buyurmanızı
istirham ediyorum.
Arkadaşlar,
bir performans sistemi getirildi. Bu noktada da yine Sayın Bakan geçen
konuşmasında dedi ki: “Eksiklerimiz, yanlışlarımız olur, bunları düzeltiriz.”
Bakın, ben size eksiklerden birisini söyleyeyim. Ben genel cerrahi uzmanıyım.
Varsayalım ki bugün günlerden cuma, hastayı ameliyat ettim, çektim evime gittim
mesai bitince. Cumartesi günü hastaya kim bakacak arkadaşlar? Belli değil.
Niye? Çünkü ben devlet memuruyum, cumartesi günü de benim için tatil. Hastaneye
gidip vizit yapmamın karşılığında hiçbir performans
puanı yok, böyle bir zorunluluğum da yok benim. Ben hastayı cuma günü ameliyat
edip pazartesi günü mesaime gelebilirim. İşte burada doktorun vicdanı devreye
giriyor. Performans puanı almamasına rağmen, doktorlar, her hafta sonu gelip
sabah akşam hastayı vizit yapıyorlar fakat bunun bir
karşılığı yok, maalesef yok. Umut ederim ki, Sayın Bakan, bu konuda, özellikle
cerrahi dallarda hizmet veren arkadaşların bu haklarını teslim eder diye
düşünüyorum buradan.
Değerli
arkadaşlarım, doktorlar, evet, devlet memurları ama devlet memurlarından farklı
bir statü içerisinde çalışıyorlar. Nasıl çalışıyorlar? Sabah sekizde mesaiye
başlıyorsunuz, öğle tatili diye bir kavram yok fakat Sayın Bakanın
uygulamalarıyla şu anda sanki hastanelerde öğle tatili varmış gibi mesai yine
beşte bitiyor doktorlar için. Bunu da geçelim; mesai bitmiyor, doktorlar yirmi
dört saatlik nöbetle çalışıyorlar. Eğer hastanede yeterli sayıda uzman hekim
yoksa o gece nöbet tutuyorsunuz, ertesi gün de mesaiye devam ettiriliyorsunuz.
Yani yirmi dört saat, artı sekiz saat çalışıyorsunuz. Şimdi, biraz empati yapın lütfen; yirmi dört saat uyumadan çalışmışsınız,
akşam saat dört buçuk olmuş, hasta gelmiş diyor ki: “Beni muayene edeceksin.”
Siz de biliyorsunuz ki isteyeceğiniz tetkiklerin sonucu saat beşte çıkmayacak.
Ne diyeceksiniz? Ya hastayı kabul etmeyeceksiniz, hasta sizinle gırtlak
gırtlağa kavga edecek, “Daha mesai bitmedi, beşe çok var.” diyecek ya da siz
otuz iki saati bir yarım saat daha uzatıp otuz iki buçuk saate tamamlayıp öyle
evinize gideceksiniz.
Değerli
arkadaşlarım, bu uygulamalar yanlıştır. İşte bu uygulamalardır ki bugün hekim
ile hastanın arasında bir düşmanlık ilişkisi yaratmıştır.
Gene,
değerli arkadaşlarım, bir malpractice yasası
çıkarıldı. Kime soruldu, nasıl yapıldı, ne edildi, belli değil. Doktorlar artık
hastanın yanına yaklaşırken korkuyorlar. Neden? Çünkü malpractice
yasası var, çünkü en ufak bir yanlışları olursa ömür boyu çalışarak o paraları
ödeyemezler. Peki, bunun karşılığında ne oldu? Bunun karşılığında bir sağlık
sigortası çıkarıldı.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bu sağlık sigortası bedelinin yarısını hekimin kendisi
ödüyor. Bu şöyle bir şey: Arabanız kaza yaparsa masrafın yarısını arabadan
alacaksınız.
Değerli
arkadaşlarım, bu mesleki sigorta, evet doğru söylüyorsunuz, bu mesleki sigorta,
bu mesleğini yapan insanlar Sağlık Bakanlığına hizmet ediyorlar, kendi işlerini görmüyorlar; muayenehanede çalışıyorsa, özel
hastanede çalışıyorsa tamam hekim buna katkı sağlayabilir, çok normaldir ama
Sağlık Bakanı adına hizmet veren bir hekimden neden siz sigorta parası
alıyorsunuz? Bunun gerekçesi ne? Belli değil.
Yine,
hastanelerde bir “hasta hakları” bölümü kuruldu. Doğru bir uygulamadır, kabul
ediyorum fakat bu birimlerin başına doktor olmayan insanlar konuldu. Şimdi,
hasta geliyor. Kime şikâyet ediyor sizi? Hemşireye şikâyet ediyor, sağlık
memuruna şikâyet ediyor. O hemşire o doktoru çağırıyor aşağıya, “Gel bakalım
sayın doktor, sen böyle bir yanlış yapmışsın…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Düzgün.
ORHAN
DÜZGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu konuda lütfen bu önergeye destek
verin, bu sorunu hep beraber çözelim.
Hepinize
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Meclis araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
Meclis
araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Meclis araştırması
açılması kabul edilmiştir.
Meclis
araştırmasını yapacak komisyonun 17 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Komisyonun
çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi
tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Komisyonun
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, saat 21.00’e kadar birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.03
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.08
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 99’uncu Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına
geçiyoruz.
1’inci
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş
Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci
sırada yer alan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
BAŞKAN
– Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.09
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.13
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 99’uncu Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
3’üncü
sırada yer alan, Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı
Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa
Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili
Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
3.-Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve
21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10
Milletvekilinin; Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim
Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5
Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/476,
2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223) (x)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Dünkü
birleşimde teklifin 6’ncı maddesi kabul edilmişti. Şimdi 7’nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE
7- 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 1 inci maddesine aşağıdaki
fıkralar eklenmiştir.
"(3)
Diğer mevzuatta Türkiye Muhasebe Standartları Kuruluna yapılan atıflar, Kuruma
yapılmış sayılır."
"(4)
9 uncu maddede belirtilen görev ve yetkilere ilişkin olarak 28/7/1981
tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu, 19/10/2005 tarihli ve 5411
sayılı Bankacılık Kanunu, 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu
ve diğer kanunlar ile bunlara istinaden yapılan düzenlemelerde karşılığında
idari para cezası öngörülen ve 2/11/2011 tarihinden sonra işlenen fiiller
nedeniyle ilgili mevzuata göre idari yaptırım kararı almaya Kurul yetkilidir.
Bu tarihten sonra işlendiği tespit edilen fiiller yaptırım uygulanıp
uygulanmadığı belirtilmek suretiyle Kuruma bildirilir. Bu madde uyarınca
verilen para cezaları genel bütçeye gelir kaydedilir."
BAŞKAN
– Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Emin Haluk
Ayhan, Denizli Milletvekili.
Buyurun
Sayın Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP
GRUBU ADINA EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
223 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 7’nci maddesi
üzerine Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; kanun tekliflerinin ilkinde, bazı kanun hükmünde
kararnamelerde benzer mahiyetteki kanun teklifleriyle ilgili değişiklik de
yapılmak isteniyor.
(x) 223 S. Sayılı Basmayazı
24/4/2012 tarihli 98’inci Birleşim Tutanağı’na
eklidir.
Burada
ifade etmek istediğim bir husus var. 7’nci maddede 660 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin geçici 1’inci maddesine fıkralar ekleniyor. Kanun hükmünde
kararnameye kanunla fıkra eklemek demek, biz bu işi yapamıyoruz demek, biz bu
işi beceremedik demek çünkü sonsuz bir yetki aldınız. O yetkiyle bile bu
meseleyi çözemediniz. Yaptığınız iş düzgün değildi. Aceleden elimiz ayağımıza
dolaştı, beceremedik diyemiyorsunuz. Yeni kanun hükmünde kararname getirseniz
problem olacak, getirmeye yüzünüz yok. Ne yüzle getireceğiz diyeceksiniz. Bunu
bu kanun ile geçirelim ne olur diyorsunuz. Yani getirdiğiniz, aldığınız yetki
kanunuyla çıkardığınız kanun hükmünde kararnamelerle ne yapıyorsunuz? Kanun
hükmünde kararnameleri kanunla değiştirmeye, ilave yapmaya, çıkarmaya bir
şeyleri uğraşıyorsunuz. Hükûmet bunu kendisi de yapamıyor. Ciddi birtakım
hususlar var. Kendisi yapamadığı için kanun teklifi olarak gruptan arkadaşlar
bu işi ne yapıyorlar? Dile getiriyorlar.
Şimdi,
bunu yapmaya çalıştınız. Sıkıntıya girdiniz, çözemediniz. Bakın, o kanun
hükmünde kararnameyle Toplu Konut İdaresini felç ettiniz. Tekrar burada kanunla
değiştirdiniz. Polislerle ilgili hususlarda yine benzer hususlar oldu. Daha
altı ay önce yaptığınız değişikliklerin tekrar değiştirilmesi, AKP’nin yaptığı işi
yapmak değil, devletin tahribi ve AKP’nin beceriksizliği olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu
maddede, geçici 1’inci maddeye ilave edilen “Diğer mevzuatta Türkiye Muhasebe
Standartları Kuruluna yapılan atıflar, Kuruma yapılmış sayılır.” deniliyor.
Nedir bu “diğer” dediğiniz hususlar? Sizin bu hukuk dışı anlayışınız,
aklınızdan geçeni ertesi gün bir kanun teklifi veya tasarısı olarak
Parlamentoya getirmeye çalışmanız gayet yanlış. Bazen tekliflerden bakanların
bile haberi olmuyor. Hatta burada olan bir mevzuattan, geçirmeye çalıştığınız
bir husustan, gelen kanun teklifinden Sayın Başbakan Yardımcısının haberi
olmadığı açık ve net bir şekilde Sayın Başbakan Yardımcısının konuşmalarından
ortaya çıktı. Dolayısıyla herkes istediğini, aklından geçeni yapmaya çalışıyor.
Aklından gelen yerdekinin süresini uzatmayı veya onu değiştirmeyi, süresini
kısaltmayı ne yapmaya çalışıyor? Gerçekten becermeye çalışıyor.
Teşvik
politikasını açıkladınız. Bazılarınız, Hükûmette, bunun
muhtevasında ne kadar gideri var veya ne kadar ödeme yapacağınızı
bilmiyorsunuz; “Hesabı yok.” diyorsunuz, bazılarınız “Hesabı var.” diyor;
bazılarınız “Yılbaşından itibaren bunu kapsama alacağız.” diyorsunuz;
bazılarınız bunu 2011’in Temmuzuna, bazen de belki birkaç tane daha şirket
olabilir tanıdığınız, ettiğiniz, 2011’in Haziran 15’ine çekelim diye münhasıran
gün vermeye çalışıyorsunuz.
Sayın
Bakanım, bu iş ciddiyetini kaybetti. Aynı sizin mali kuralda “Bize yarın lazım,
OECD de arzu ediyor, Dünya Bankası da istiyor -bunu bu kürsüden birkaç kere de
dile getirdim- bu bize acele lazım, Genel Kuruldan yarın çıkarmamız lazım.”
gibi sözleriniz vardı ama ne oldu? Bugün mali kuralın esamesi
ortalıkta yok. Verdiğiniz söze güvenilmiyor. Bakın, orta vadeli programda da
aynı şey oldu. Orta vadeli programla ilgili biz ne yaptık? Kanun teklifi
verdik. Fakat siz ne yaptınız? Bu kanun tekliflerini, samimi olarak iktidara
çok büyük yetkiler vermeyi arzu ettiğimiz kanun teklifinden vazgeçip, aldığınız
yetkiyle kanun hükmünde kararnamenin bir tarafına iliştirip eylül ayının
sonunda falan herhâlde görüşmeye başlayacaksınız. Eylül ayının sonunda ekonomik
verilerin görüşülmesi demek, zaten görüşülmemesi, bütçeyle birlikte ele
alınması demek. Bunun dışında, yaptığınız bu düzenlemelerle neler yapıyorsunuz?
Eşi dostu kayırıyorsunuz. Sorunları giderme çabanız yok, kamu yönetimini altüst
ediyorsunuz. Liyakate bakmıyorsunuz, vücut dilinden anlayan bürokrat
arıyorsunuz. Vücut dilinden anlayan bürokratlara süre ayarlaması yapıyorsunuz.
Yasa ile çalışanları görevden alıyorsunuz, bürokrasiyi yıldırıyorsunuz, siyasi
kadrolaşma yapıyorsunuz, hizmet ihtiyacı olmadan geçici görevlendirmeleri
ortaya koyuyorsunuz, yıpratma ve sürgünlere meşruiyet kazandırıyorsunuz. Reform
yapmıyorsunuz, eş dost kayırıyorsunuz. Adalet ve güveni zedelemiş durumdasınız.
Kamu yönetimine ilişkin düzenlemelerde -aslında muhteva olarak bir anlayış
değişikliğiniz yok- sorunları gidermiyorsunuz, “Sorun devletin kendisi.”
diyorsunuz, devletin tahribine yönelik olarak yerel siyasi özerkliğin
altyapısını oluşturuyorsunuz; “yerelleşme” diyerek, “özgürleşme,
demokratikleşme, karar alma, denetleme ve inisiyatif
kullanma” diyerek çeşitli oyunlarla ne yapıyorsunuz? Tarumar ediyorsunuz. Ücret
sistemini zaten tahrip ettiniz. Devlet gerçekten tahrip edilmiş durumda.
Yaptıklarınız zaten devleti ele geçirme operasyonu. Bir de memurların tamamını
başka bir kadroya alıp yeniden aynı yerleri doldurmak, yeni kadrolar vermek “yeni
bankamatik memurlarını yaratmak” demek, bunu yapıyorsunuz. Gerçekten
bu sıkıntılı.
Yetki
kanunu kapsamında otuz beş tane kanun hükmünde kararname çıkardınız. Bunlar
yürürlüğe girdi. Zaten bu kanun hükmünde kararnameye yetki veren kanun ve
gerekçesi, dokuz yıldır işbaşında olan AKP’nin hükûmetlerinin kamu yönetimini,
personel rejimini, emeklilik rejimini içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir.
Şimdi,
aslında bu kanun teklifi de küçük bir torba niteliğindedir. Bu kurumlar
gerçekten önemli kurumlardır. Bunların güvenilirliği uluslararası camiada da
güvenilirliği artıracaktır. On yıl sonra aklınıza geliyor, değiştirmeye
çalışıyorsunuz, bunlar siyasi kurumlar hâline geliyor. Kurumsallaşmanın
oluşmasını engelliyorsunuz, yandaş kurum ve personel yaratıyorsunuz. Ekonomik
aktivitelerde bu kuruluşlar görünmüyor. Ekonomide, zaten, son zamanlarda, Merkez
Bankasının dışında aktivitede yer alan hiçbir ekonomik kurum yok. TÜİK’in Başkanı, çıkıp, gayet açık ve net şekilde, “Ben,
kamu kurumlarından bilgileri alamıyorum.” diye açık ve net bir şekilde, samimi
bir ortamda, samimi bir şekilde söylüyor. Şimdi, bunlara baktığınız zaman, işin
iyi gitmediği ortada.
Bakın,
yetki kanununun gerekçesinde sizin geçmiş hükûmetleriniz döneminde yürürlüğe
konulan düzenlemelerin, kamu yönetimini hantal yapısından kurtarabilmek için
yeterli olmadığını kendiniz söylüyorsunuz. Bu, açık bir ikrar, açık bir
göstergedir. Zaten, bunu, AKP İktidarı on senedir becerememiştir. Anayasa’yı
değiştirecek çoğunluğa sahip olmanıza rağmen hâlâ bunları söylüyor olmanız, AKP
adına çok üzüntü verici bir durumdur.
Kanun
hükmünde kararnameler, yapısal bakımdan yürütme organı işlemidir, işlevsel
bakımdan da yasama organı işlemidir. Bu yetki istismar edilmemelidir. Bu,
erkler ayrılığı ilkesinin de bir gereğidir. Ancak, çıkartılan kanun hükmünde
kararnamelerle, doğrudan kamu çalışanlarının hedef alınması, sürgün öngören
düzenlemelerin yapılmasıyla, yetki kanunun kapsamı -bunlarla- aşılmış
olmaktadır. Bu hükümlerde problem vardır, bu çıkarılan kanun hükmünde
kararnamelerde. Bunlar, zaten, yetki kanununun kapsamına da uygun değildir. Şu
anlaşılıyor ki: Bundan sonra yapacağınız icraatlarda
yetki kanununda çözemediğiniz problemler için yeni torba tasarıların gelecek
olduğu çok açık ve net bir şekilde görülmektedir. Bu, yasamanın iyi idare
edildiği anlamına da gelmemektedir.
Teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Başka
söz talebi yok.
Soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın
Tanal, buyurun.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Şanlıurfa
Hilvan ilçesinde ana cadde yol genişlemesi nedeniyle kamulaştırma kararı
verilmiş, vatandaşlara ödemeler yapıldıktan beş yıl sonra, bu ödemeler yanlış
hesaplanarak, alınan paraların iade edilmesi yolunda 300 vatandaş hakkında icra
işlemi başlatılmıştır. Vatandaşın bu mağduriyetinin giderilmesi açısından
Bakanlık olarak bu icra takibinden vazgeçmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, buyurun, başka soru yok.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Buna isterseniz, müsaadenizle yazılı cevap
vereyim.
BAŞKAN
– Peki, teşekkür ediyorum.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8’inci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
8- 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, ikinci cümlesi
madde metninden çıkarılmış ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Kurul
Başkanı hariç olmak üzere, ilk atanan üyelerin dörtte biri iki yılda bir kura
ile yenilenir."
"(2)
Bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan Kurul Başkan ve
üyelerinin üyelikleri, kura hükmü saklı kalmak kaydıyla, görev sürelerinin
sonuna kadar devam eder. Kurul üyeliklerinde kalan süreyi tamamlamak üzere
atanacak olanların üyelikte geçirdikleri süreler ile birinci fıkra uyarınca yapılan
kura sonucu üyelikleri sona erecek olanların kura tarihine kadar üyelikte
geçirdikleri süreler 5 inci maddenin uygulamasında görev süresi olarak dikkate
alınmaz."
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Akif Hamzaçebi,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Teklif,
düzenleyici ve denetleyici kurumlardan BDDK’yla ilgili olarak çeşitli
düzenlemeler yapmaktadır. Bizim mevzuatımızda 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu’na göre dokuz düzenleyici, denetleyici kurum vardır; BDDK
bunlardan bir tanesidir. Bu kurumlar arasında TMSF yoktur. Her ne kadar yasal
olarak TMSF düzenleyici, denetleyici kurumlar arasında sayılmasa da yapmış
olduğu görev itibarıyla düzenleyici, denetleyici kurum sayılmaya uygun
tarafları da vardır yani TMSF’yi de dikkate alırsak
iki düzenleyici ve denetleyici kurum hakkında teklif çeşitli düzenlemeler
yapmaktadır.
Düzenleyici
ve denetleyici kurumlar sadece Türkiye uygulamasında ortaya çıkan kurumlar
değildir. Dünya uygulamasında, özellikle piyasa ekonomisinin bütün kurumlarıyla
yerleşmiş olduğu ülkelerde Türkiye’deki kurumların benzeri kurumlar mevcuttur.
1970’li yılların sonuna doğru gelindiğinde, ekonomide devletin ulaştığı o büyük
hacim, büyük güç dikkate alındığında, bu ülkelerde yani ekonomide devletin
büyük bir güce ulaştığı, önemli bir büyüklüğe ulaştığı ülkelerde bu güç, bu
büyüklük sorgulanmaya başladı. Devlet bu kadar büyük olmalı mıdır, devlet
ekonomide bu kadar rol üstlenmeli midir, mal ve hizmet üretiminde devlet rol
almalı mıdır? Bu sorgulama aynı zamanda vergi yükünün olağanüstü seviyelere
çıkması nedeniyle de başlamıştır. Vergi yükündeki her artış aynı zamanda kamu
harcamalarında artış demektir. Dolayısıyla vergi yükünü ve kamu harcamalarını
sorgulayan eğilimlerin ortaya çıkması sonucunda, 1980’li yıllarla birlikte,
dünyada piyasa ekonomisinin gelişmiş olduğu ülkelerde devletin ekonomideki rolü
yeniden yapılandırılmaya başlandı. Devlet mal ve hizmet üretiminden çekilmeye
başladı, özelleştirme uygulamalarına hız verildi ve buna paralel olarak
devletin ekonomideki aktif rolünü bir tarafa bırakması sonucu doğan boşluğu
gidermek amacıyla da düzenleyici ve denetleyici kurumlar oluşturuldu. Bu
kurumların ortaya çıkış nedeni -ana nedeni- budur ancak bu kurumları sadece
ekonominin bütününe yönelik düzenleyici ve denetleyici kurumlar olarak görmek
yanlıştır.
Sektörel
düzenleyici kurumlar vardır. Örneğin, Türkiye uygulamasında, Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumu veya Alkollü İçkiler ve Tütün Piyasası Kurumu gibi. Öte yandan
SPK gibi, Rekabet Kurumu gibi ekonominin bütününe yönelik kararları alan ve bu
kararları denetleyen kurumlar da mevcuttur. Ekonomi dışındaki alanlarda da
-temel hak ve özgürlükler alanında- bu kurumların dünya uygulamasını ve Türkiye
uygulamasını görüyoruz. Örneğin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bunlardan en
önemlisidir, daha doğrusu Türkiye’deki tek örnektir, temel hak ve özgürlükler
alanındaki düzenleyici ve denetleyici kurumdur.
Bu
kurumların iki ana özelliği olmak zorundadır: Birincisi, Hükûmetin etkilerinden
uzak çalışacaktır, ikincisi de ilgili olduğu, denetlediği sektörün etkilerinden
uzak olacaktır. Yani bu kurumlar sadece hükûmetten uzak, hükûmetin
kontrolünden, etkisinden uzak olmayacaktır, sadece bunu sağlamak yeterli
değildir, aynı zamanda denetlediği sektörün etkisinden de uzak olacaktır. Yani,
örnek olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu esas alırsak, sadece
hükûmetten değil banka sektörünün etkisinden de uzak kalmak zorundadır. Bu
uzaklık sağlanırsa bu kurumlar gerçekten etkin görev yapabilirler.
Şimdi
çokça tartışıldı. Bu kurum mensupları, BDDK, TMSF mensupları görevlerinden
ayrıldığı takdirde, görevleri sona erdiği takdirde, bunların mevcut yasaya göre
bir yıllık ücretleri, maaşları devlet tarafından ödeniyor. Bu, doğru bir
uygulamadır. Yani kişiye çalışma yasağı getiriyor iseniz -ki getirmenin bir mantığı
vardır- sektörün etkisinden uzak olacaktır. “Yarın ben buradan ayrılırsam hangi
işi yaparım, hangi bankada görev alırım?” şeklinde bir düşünceye girmeyecektir
bu kurumların yöneticileri. Dolayısıyla, bir çalışma yasağıyla beraber
kendisine bir ücreti ödemek şarttır. Şimdi teklif bunu iki yıla çıkarıyor. İki
yıla çıkarılabilir ve iki yıla çıkarıp bu insanların, bu kamu görevlilerinin
özel sektörde çalışmasını yasaklıyorsanız, doğal olarak kendilerine bir ödeme
de yapılmak zorundadır. Bu ödemenin miktarı bence, yani mevcut yapılan
ödemelere göre çok önemli değil. Şimdi “15 bin lira” deniyor. Bu kurumların
mensupları bu yasak olmasa bankacılık sektöründe çok daha yüksek ücretlerle iş
bulabilirler. Dolayısıyla, ben rakam yönünden bir olumsuz değerlendirmeyi
şahsen doğru bulmuyorum.
Şunu
eleştirmek lazım burada: Bu kurumların yöneticilerine Hükûmet, çıkardığı bir
kanun hükmünde kararnameyle, eşit işe eşit ücret kararnamesiyle daha az ücret
ödenmesini kararlaştırmıştır. 5 bin lira seviyesine düşürmüştür bu kurumların
yöneticilerinin ücretlerini. Yani BDDK’ya atanacak olan bir başkan veya TMSF’ye atanacak olan bir başkan 5 bin lira, 6 bin lira
civarında bir ücret alacaktır. Bu, yanlış değerli arkadaşlar, bunu derhâl
değiştirmek gerekir. Eşit işe eşit ücret kadar, yani bu uygulamada sırıtan bir
başka örnek yoktur. Koskoca bankacılık sektörünü bir kuruma emanet ediyorsunuz,
başındaki kişiye de üyelere de 6 bin lirayı geçmeyecek şekilde bir ücret
veriyorsunuz. Bu, haksızlıktır, adaletsizliktir. Asıl tartışılması gereken
budur burada. Hükûmeti, Sayın Bakanı burada ben göreve davet ediyorum. Bu
kararnameyi lütfen düzeltin, bu kurumları mali haklar yönünden hak ettiği
yerlere taşıyın.
Bu
kurumlara son derece nitelikli arkadaşlar geliyor. Bakın, bizim komisyon
raporuna ekli karşı oy yazımızda da var. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak
bu tasarıya, teklife karşı çıktığımız, öneri getirdiğimiz bazı konular var. Bu
kurumların yöneticileri için şu cümlelerimiz var “Alanlarında yetkin olan bu
kişiler” diyoruz. Yine bir başka cümlemiz “Son derece kalifiye ve deneyimli
olan bu kişiler”. Bu kurumların yöneticileri özel sektörden gelebilir, geçmişte
çok örnekleri vardır, başarılı olmuş arkadaşlarımız vardır, kamudan gelmiş
arkadaşlarımız vardır, bankalar yeminli murakıplığından gelmiş arkadaşlarımız
vardır, Hazine mensubu arkadaşlarımız vardır, Devlet Planlama Teşkilatı mensubu
arkadaşlarımız vardır, Maliye Bakanlığından gelen arkadaşlarımız vardır, maliye
müfettişi olan arkadaşlarımız vardır. Yani bir maliye müfettişi buralara gayet
rahat gelebilir, buraları yönetebilir, birikimi buna müsaittir. Bir bankalar
yeminli murakıbı gelebilir, bir Devlet Planlama Teşkilatı mensubu bir uzman
arkadaşımız gelebilir, Hazine uzmanı gelebilir. Hazine Müsteşarlığı yapmış
arkadaşlarımız vardır, bu kurumların başında olup da Maliye Teftiş Kurulundan
gelip müsteşarlık yapmış arkadaşlarımız vardır, ekonominin çok temel
kurumlarını yönetmiş arkadaşlarımız vardır. Bu kadar nitelikli arkadaşların
olduğu bir yerde böyle 5 bin lira, 6 bin lira gibi bir ücret hesabıyla, koskoca
sektörleri bu arkadaşlara emanet etmeyi yani bu ücret anlayışını bu arkadaşlara
layık görmeyi daha doğrusu doğru bulmuyorum.
Bu
kurumlar devlet tüzel kişiliği dışında, merkezî idarenin hiyerarşik yapısı
dışında ayrı tüzel kişilikler olarak kurulurlar ve bunlar bağımsız olarak görev
yapmak üzere tasarlanmışlardır ve bu nedenle de merkezî idarenin vesayet
denetimine tabi değildir, daha doğrusu değildiler. Hükûmetin kasım ayında
çıkarmış olduğu kanun hükmünde kararnamelerden biriyle bu kurumlar ilgili
bakanlıkların, ilgili bakanların denetimine tabi kılınmak suretiyle merkezî
idarenin vesayet denetimi altına alınarak özerklikleri yok edilmiştir. Her şey
yanlış, bakın, yaptığınız her şey yanlış. Bu yanlışlık içinde birkaç adım
atmaya çalışıyorsunuz, bu adımlar da tam yerli yerine oturmuyor tabii ki.
Ben
bu vesileyle bunları ifade etme ihtiyacı duydum. Sözlerimi burada bitiriyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Başka
söz talebi yok.
Sayın
Tanal, buyurun.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Tekrar
bir sorum var Bakana: Efendim, İstanbul ili Sultanbeyli ilçesinde oturan
vatandaşımız Mecidiyeköy ve Sultanahmet’e tek biletle, tek belediye otobüsüyle
seyahat edememektedir. Sultanbeyli ilçemizde yaşayan vatandaşlarımızın mağdur
edilmemesi için Mecidiyeköy ve Sultanahmet’e İstanbul Büyükşehir Belediyesi
otobüsüyle tek hatta vatandaşımızın seyahat etmesi gibi bir çalışma ne zaman
yapılacaktır? İlgi ve alakanızı bekliyoruz Sayın Bakanım.
BAŞKAN
– Soru soracaksınız Sayın Tanal.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Evet. Yani bununla ilgili bir çalışma var mı?
Ne zaman yapılacak? Bu mağduriyet ne zaman giderilecek efendim?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, Büyükşehir
Belediyemizden bilgi alıp Milletvekilimize iletelim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
9’uncu
maddeyi okutuyorum:
MADDE
9- 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanununun 401 inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "bir yıl
içinde" ibaresi "2/7/2012 tarihine kadar" olarak
değiştirilmiştir.
BAŞKAN
– Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kazım Kurt,
Eskişehir Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kurt. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA KAZIM KURT (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 223
sıra sayılı Teklif dört değişik tarihli dört ayrı tekliften oluşan bir birlik.
Ben de bu 9’uncu maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum.
9’uncu
madde, aslında neden konulur, neden buraya eklenmiştir iyi değerlendirmek
lazım, çünkü bildiğiniz gibi, geçen yıl Türk Ticaret Kanunu değiştirilmiş ve 1
Temmuz 2012’den itibaren 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlükten kalkacak,
yerine 6102 sayılı Ticaret Kanunu yürürlüğe girecektir. O hâlde, bu yürürlükten
kalkan, kalkacak olan Kanun’un 401’inci maddesinin değiştirilmesine neden gerek
duyulmuştur? Bunu değerlendirmemiz lazım.
Bir
kere, dört değişik zamanlı teklifle birleşen bu kanun 49 AKP’li arkadaşımız
tarafından imzalanmış ama sürekli eksiklikleri tespit edildiği için Komisyonda
bile 8 ayrı değişiklik teklifiyle bugünkü hâline gelmiştir.
Bugünkü
hâli de çok doğru ve hukuk tekniğine uygun değildir. Çünkü bu Kanun Hükmünde
Kararname ile Bakana verilen yetki kullanılmış ve 28261 sayılı Resmî Gazete ile
Bakanlık, İç Ticaret 2012/1 No’lu Tebliği ile zaten
bu uygulamayı 2/7/2012 tarihine uzatmıştır. O hâlde,
neden bu işlem yapılmakta ve ısrarla bu düzenlemeye gidilmektedir; bunu
değerlendirmek lazım.
Çelişkilerle
dolu bir düzenleme ve en büyük çelişkisi de 401’inci madde. Aslında 401’inci
madde değil, bu maddenin yürürlük tarihi değiştirilmektedir ve öyle bir ucube
yaratılmaktadır ki, tadından yenmez. Çünkü 4 teklif birlik olmuş, şeker gibi
bir kanun ortaya çıkmıştır! Bazıları da “Rüyaları bozduk.” diye övünmesin.
Geçen dönem aynı işlem yapıldığı zaman, bu nitelikteki bir kanunla gerçekten
ciddi bir değişiklik yapıldı ve biz, bu ülkedeki olumsuzlukları ortadan
kaldırdık diye düşünürken, yeniden böyle bir uygulamanın getirilmesi
çelişkileri daha da büyütüyor.
Anonim
şirketlerde “imtiyazlı pay” denilen hisseler bulunmaktadır. Bu, yeni yasada da
var. Ancak 6215 sayılı Yasa’yla, 15’inci maddesiyle Türk Ticaret Kanunu’nun
401’inci maddesinde daha önce bir değişiklik yapılmış ve iki tane fıkra
eklenmiştir. Bu fıkralarla “Pay sahipleri arasında devlet, il
özel idaresi, belediye ve diğer kamu tüzel kişileri, sendikalar, dernekler,
vakıflar, kooperatifler ve bunların üst kuruluşları bulunan anonim şirketlerde
ve iştiraklerinde; kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflar
lehine tesis edilebilecek imtiyazlar hariç olmak üzere, diğer pay sahiplerinden
biri veya birkaçı lehine bu Kanunda düzenlenen herhangi bir imtiyaz tesis
edilemez.” denilerek sadece kamu niteliğindeki kurumlara bir imtiyazın
sağlanabileceği düzenlenmiştir.
Bu
düzenleme yapıldıktan sonra da imtiyaz sahiplerine yasaya aykırı mukaveleleri
düzeltmek için altı aylık bir süre verilmiştir. O altı ay içerisinde bu
düzenleme gerçekleştirilmemiş, altı ay dolduğu zaman bu süre bir yıla
çıkarılmıştır. Bir yıla çıkarıldığı zaman da bir yıl dolmak üzere iken son günü
Sayın Bakan almış olduğu yetkiyi kullanarak üç ay daha uzatmıştır. Bu üç aylık
uzatma da ne yazık ki Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlükten kalktığı tarihten
sonraki bir tarihi içermektedir. Yani 6762 sayılı Yasa 1 Temmuz 2012’de
yürürlükten kalkıyor ama 401’inci maddesi 2 Temmuz 2012’de yürürlükten
kalkacak. Bu bir gün nedir, ne getirir, kime yarar sağlar, hangi şirketler bu
işten yararlanacaktır? Bunları sorgulamak ve bu yararların neler olabileceğini
tartışmak, bu teklifi imzalayan 49 arkadaşımızın göreviydi ama maalesef bu
gerçekleştirilmedi.
Şimdi,
daha önceki dönemlerde ısrarla üstünde durulan ve bir türlü yasal statüye denk
getirilemeyen, ayarlanamayan uygulama nedir? Bu işten kimler yararlanmaktadır?
Niçin ısrarla bu iş üstünde durulmaktadır? Yüce Meclisin bu konuda bir
sorgulama yapması ve bu sorgulamayı da özellikle teklife imza atan
arkadaşlarımızın ciddi ciddi değerlendirmesi gerekir. Ama ne yazık ki, bu
gerçekleştirilmeden yasaya aykırı, yasa tekniğine aykırı bir düzenleme
getirilmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bu gerçekleştirildiği zaman ne olacak? Bir kere iki tane
farklı ticaret kanunumuz olacak. 1 Temmuz günü birisi bitecek, 2 Temmuz günü
diğeri bitecek. Peki, bu şirket bu imtiyazlarla ilgili düzenlemeyi, esas
mukaveleyi o tarihe kadar da değiştirmezse ne olacak? Ne yapacaksınız, yeni bir
yasal düzenlemeyle yeniden bu işi uzatmanın, yeniden bu işi Meclis gündemine
getirmenin anlamını Türk insanına nasıl anlatacaksınız? Bunu gerçekten merakla
bekliyoruz.
Bir
kere, bu düzenleme gerçekten birilerine “tatlı rüyalar” getiriyor, birilerinin
düzenlemeler sonucu elde ettiği menfaatlerin devamını sağlıyor. Gerçekten
birileri hakkı olmadığı hâlde, hak etmediği hâlde ele geçirdiği holdingleri
yönetmeye devam edecek ve siz buna alet olacaksınız; bu yanlış. Bu yanlıştan
Parlamentonun dönmesinde yarar var, bu yanlıştan Parlamentonun hem de bir an
önce dönmesinde yarar var. Yol yakınken bence bu maddenin geri çekilmesi lazım,
teklifin yeniden bu arkadaşlarımızca gözden geçirilmesi lazım. Başka türlü, bu
düzenleme sizi vebal altında bırakacaktır. Özellikle o yöredeki Türk insanının,
Türk köylüsünün alın teriyle, emeğiyle, göz nuruyla yetiştirip büyüttüğü
sermayesinin birileri tarafından kullanılması sizlerin vicdanını rahatsız
etmelidir. Başka türlü bu düzenleme gerçekleştirilemez.
Şimdi,
son defa bu arkadaşlarımıza bir uyarı görevini yerine getiriyorum ve özellikle
bu yasa çıktığı zaman kim, hangi şirketler, hangi anonim şirketin imtiyaz
sahibi ve ortakları bundan yararlanacak ve bunu ne kadar sürdürecek; bunu çok
iyi değerlendirmek lazım.
Şunu
da çok net bir biçimde anlatmakta ve yüce Meclise sunmakta yarar görüyorum:
Keyfî yasa yapmak, keyfî yasa uygulamak sadece bu döneme mahsus bir
uygulamadır. Kişiye özel yasa yapmaktan ne olursunuz kaçınınız. Özellikle bu
menfaatleri, büyük menfaatleri sadece kişiye özel yasalarla korumaya
çalışırsanız Türk halkı bunun hesabını bir gün sorar.
Hepinize
saygılar sunuyorum. Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Kurt.
Başka
söz talebi yok.
Sayın
Serindağ, buyurun.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Başkanım.
Sayın
Başkanım, hububat üreticisi çiftçilerimiz, Oğuzeli’nin Kılavuz köyünde olduğu
gibi, ürününü tüccara satmış, müstahsil makbuzunu almış, müstahsil makbuzunu
ticaret borsasına onaylatmış, ilçe tarım müdürlüğüne başvurmuş ve tarımsal
destekleme primi almıştır ancak yapılan denetlemede bu tüccarın usulsüz fatura
kullandığı gerekçesiyle tarımsal destekleme priminin iadesi istenmiştir.
Çiftçi, tüccarın bu işleminden nasıl sorumlu tutulmaktadır? Bu çiftçilerden
destekleme priminin istenmesini doğru buluyor musunuz? Bu işlemden vazgeçilmesi
için gereğini yapacak mısınız?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Tanal…
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
İçişleri
Bakanı tüm belediyelere ambülans ve çöp arabası verdiği hâlde Şanlıurfa ili
Kısas ve Halfeti belediyelerine neden verilmemektedir?
İkinci
sorum: Ulus ve Mamak arasında otobüs ücretleri çok yüksektir. Bu konuda, Sayın
Bakanımız da Ankara Milletvekili, bu ücretleri düşürmeyi düşünüyorlar mı?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Hamzaçebi…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son
derece önemli bir maddeyi görüşüyoruz. Şunu sormak istiyorum: Bu maddenin
komisyondan geçen metnine göre, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 401’inci
maddesindeki “bir yıl içinde” ibaresi “2/7/2012
tarihine kadar” olarak değiştiriliyor. Oysa 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu 1
Temmuz 2012 tarihinde yürürlükten kalkacak. 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlükten
kalkacak olan bir kanunun hangi maddesinde değişiklik yapılmış olursa olsun, bu
değişiklik 1 Temmuz sonrasındaki bir tarihi bile kapsamış olsa bu Kanun 1
Temmuzda yürürlükten kalkacağına göre bir hüküm ifade etmeyecektir. Komisyon
metnindeki “2 Temmuz” tarihinin sebebi hikmeti nedir acaba? Ve neden şimdi
bundan vazgeçiliyor? Daha doğrusu, vazgeçilmekle doğru bir işlem yapılıyor ama
bu kadar büyük yanlış göz göre göre neden yapılmıştır? Bunun amacı nedir? Bu
düzenlemeyi yapan arkadaşlara aracılığınızla soruyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Aslanoğlu…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, 9’uncu madde komisyonda da bizim
hepimizi vicdanen yaralayan bir maddeydi. Bir önerge geldi, diliyorum ki bu
önerge kabul edilir, önerge kısmen o şartları düzeltiyor. Ben tekrar soruyorum:
Sayın Bakan, acaba bu teklifi hazırlayan arkadaşlarımız niçin, neden, kimin
için bu teklifi hazırlamışlardır? Ticaret Bakanlığının bu konuda bilgisi var
mı? Sayın Ticaret Bakanı da göz göre göre yasal olmayan bir şeyi üç ay niye
uzatmıştır? O zaman, uzatmışsa –bu, Temmuz 14’e gidiyordu- niye kanun teklifini
siz getiriyorsunuz? Siz niye buna alet oluyorsunuz?
Son
sorum: SPK bu önerge doğrultusunda görüş verdi mi? SPK’nın görüşü tam mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.
Sayın
Bakan, buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilk
iki soruyla alakalı yine cevabımızı yazılı olarak vereyim, en son Sayın
Aslanoğlu’nun sorusuna cevap vermeye çalışayım.
Bu
verilmiş olan önergede, hem Gümrük ve Ticaret Bakanlığımızın hem de SPK’nın
olumlu görüşü vardır. Zaten beraber hazırlanmıştır. Bu bir yandan, malum,
Komisyonda da görüştüğümüz problemleri çözerken öte yandan da halka açık
şirketler açısından komplikasyonu da önlemektedir, bir
ara yol olmaktadır. Bir yandan problemi çözmüş oluyoruz, bir yandan da halka
açık şirketlerde sorun çıkarmayacak şekilde de bir ara formülü bu şekilde, bu
önergeyle bulmuş oluyoruz.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Benim sorumun muhatabı yok galiba?
BAŞKAN
- Sayın Hamzaçebi’nin sorusuna cevap vermediniz Sayın Bakan.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Benim sorumun cevabı yok mudur acaba?
BAŞKAN
– Sayın Hamzaçebi’nin sorusunu yazılı mı cevaplandıracaksınız; cevap
vermediniz.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Tabii, yazılı cevaplandıracağım.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, bu çok açık, net bir konudur. Yani
burada, açıkça birilerini kollama, kayırma gayreti vardır eski düzenlemede.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığının çıkarmış olduğu tebliğ ve kanun hükmünde
kararnameyle bir tarih belirleniyor. Bu tarihle birileri haksız, hukuksuz bir
şekilde korunmak isteniyor. Tepkiler üzerine şimdi bundan vazgeçiliyor, doğru
bir yere geliniyor.
Merak
ediyorum hakikaten, o kararname neden çıkmıştır, neden burada, Komisyon
metninde 2 Temmuz tarihi öngörülmüştür? 2 Temmuzda bu kanun, değişiklik yapılan
6762 sayılı Kanun yürürlükte değil. Yani 2/7/2012
tarihi bile işlerlik kazanmayacak çünkü 6762 sayılı Kanun’un tümü 1 Temmuz 2012
tarihinde yürürlükten kalkacaktır. 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlükten kalkacak
olan bir kanunun herhangi bir maddesinde isterseniz “2030 yılı” deyin, önemli
değil. Kanunun tümünü 1 Temmuz tarihinde yeni Türk Ticaret Kanunu yürürlükten
kaldırıyor. O hâlde niyet nedir? Bu eğer doğru bir düzenleme idiyse bundan
neden vazgeçiyorsunuz? Yok, yanlışsa bu yanlışlığa kimler, nasıl alet olmuştur;
açıklama istiyoruz.
Bu
gayet açık, nettir. Bu, Sayın Bakanın sorumluluk alanında olmayabilir ama Sayın
Bakanın Hükûmet adına vereceği bir cevap olmalıdır burada.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Komisyon Başkanı da cevap verebilir.
Buyurun.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Ben müsaadenizle başlayayım, belki eksik
kalırsa Komisyon Başkanımız tamamlasın.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Şimdi, aslında komisyonda bu konu enine
boyuna çok konuşuldu, tartışıldı ve komisyon üyesi arkadaşlarımız da, tabii,
detayları daha iyi biliyorlar.
Şimdi,
Sayın Bakanımızın kendi yetkisini kullanarak 2 Temmuza kadar uzatması, herhangi
bir problem ihtimaline karşı, özellikle, halka açık olan ve her gün hisse senedi
piyasada işlem gören şirketlerde bir komplikasyona
sebep olmasın diye, bir bakıma işi garantiye almak için yapmış olduğu bir
düzenlemeydi. Ancak biz bununla hem onu sağlıyoruz hem halka açık şirketler
açısından sorunu önlemiş oluyoruz hem de asıl hedeflediğimiz yani asıl problem
olan bu imtiyaz hisselerinin problem çıkardığı ya da haksızlıklara sebep olduğu
şirketlerle, kooperatiflerle, kuruluşlarla ilgili sorunu da bu şekilde daha
kalıcı bir şekilde çözmüş oluyoruz. Çünkü Sayın Gümrük ve Ticaret Bakanımızın
yetkisi sadece o sürenin uzatılmasından ibaret bir yetkiydi, onu kullandı halka
açık şirketler açısından bir komplikasyon olmasın diye
ama şimdi komisyonumuzun ve Genel Kurulumuzun yetkisiyle daha köklü, daha
kalıcı ve komple bir çözüm bulunmuş oluyor.
Belki
Komisyon Başkanımızın da eklemek istediği bir şey…
Eklemek
isterseniz buyurun.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Son bir şey söyleyebilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan açıklamanıza teşekkür ediyorum ama tabii ki benim sorumun cevabı değil.
Yani 2 Temmuz eğer doğru bir tarih idiyse bundan vazgeçmeyin. Şimdi neden bu
önergeyle 15/6/2012 tarihi belirleniyor? Benim kastım
şu: Halka açık diğer şirketlerin yani düzenlemenin hedefi olmayan şirketlerde
bu düzenlemenin yaratacağı olumsuz etkiyi gidermek amacıyla siz “2 Temmuz
tarihini öngördük.” diyorsunuz. Ancak o tarih, bu düzenlemenin asıl hedefi olan
o şeker şirketindeki kişilere, onların sahiplerine bir kolaylık sağlıyor,
onları düze çıkarıyor, onlar için zamanında alınmış olan önlem ortadan kalkıyor
yani açıkça o şirket kollanmış oluyor burada. Ben bu açıdan soruyorum, öbür
açıdan değil. Eğer 2 Temmuz tarihi doğru idiyse, onu savundunuz şimdi, bunu
değiştirmeyin. Şimdi bir önergeyle 15 Haziran tarihini getiriyorsunuz buraya,
“Doğrusu bu.” diyorsunuz. O zaman da, ben sizin yerinizde olsaydım “2 Temmuz”
yerine “30 Haziran” derdim. Yani en fazla 6762 sayılı Kanun’un yürürlükte
kalacağı son gün olabilir bu konuda verilecek olan sürenin sınırı, son gündür.
Siz son gününü on beş gün öncesine aldınız şimdi. Doğru ama neden o zaman 2
Temmuzu öngördünüz? Burada bir samimi açıklama bekliyorum. Hakikaten yanılmış
da olabilirim. Kimseyi itham etme düşüncem yok ama benim ilk algıladığım budur.
“2 Temmuz” tarihi buraya yazılmak suretiyle bir şey sağlanıyor birilerine.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Soru-cevap
işlemi bitmiştir.
Madde
üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum…
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) – Başkanım, benim soruma cevap verilmedi.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Sayın Bakan cevaplayacak galiba efendim.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Müsaade ederseniz, biz bunu hem SPK hem
Gümrük ve Ticaret Bakanlığımızla görüşüp -çünkü hepsinin bir sebebi var- o
sebepleri açık açık yazılı bir şekilde size daha sonra iletelim. Çünkü beraber
çalışıldı, dikkatli çalışıldı, boşluk verilmeyecek ve amacına ulaşılacak
şekilde bu önerge çalışıldı. Beraberce güzelce bir cevap hazırlasınlar tatmin
edici...
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Tamam, teşekkür ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Buyurun
Sayın Başkan.
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Sayın Başkan, ben de şunu
ifade etmek istiyorum: Tabii, bu süreçte hem SPK’nın hem de Gümrük ve Ticaret
Bakanlığımızın yapmış olduğu çalışmada hem Cumhuriyet Halk Partisinin hem
MHP’nin hem de BDP’nin bilgisine biz sunduk. İlgili
arkadaşların bilgileri var zaten. Onların da görüşleri alındı. Dolayısıyla bu
konuda ortak bir uzlaşı noktası da oluştu zaten. Ama şunu da ben ifade edeyim…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Önergeye yönelik…
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Tabii, önergeye yönelik
olarak söylüyorum. Çünkü burada komisyonla görüşme esnasında tabii ortada şöyle
bir problem var idi. O problemin çözümü yönünde bir önlem alınması istendi ve
bu konuda hem Sayın Bakan hem de ben böyle bir çalışmanın yapılacağını ve bu
çalışmayı Genel Kurula yetiştirmeye çalışacağımızı ifade ettik ve bu doğrultuda
çalışma yapıldı. Dolayısıyla detaylı açıklamayı, Sayın Bakanın dediği gibi,
yazılı olarak da tabii, aktarmak mümkün.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, bir ilave yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– Sayın Aslanoğlu, çok kısa ama. Çünkü süre tamamlandı.
Buyurun.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ama uzlaşıdan bahsedildi Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Hayır, bu ayrı bir şey. Soru-cevap işlemi tamamlıyoruz burada.
Süre tamamlandı.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ama tamam da Sayın Komisyon Başkanı, gerek bizim
gerek MHP’li arkadaşlarla da Komisyonda… Komisyonda biz bu konuda uzlaşı
sağlamadık, sadece şiddetle karşı çıktık.
Sayın
Başkan ve Sayın Bakan, Sermaye Piyasasının görüşünü özellikle çok istedik çünkü
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı bir faul yapmıştır, bunu
uzatmıştır. Ondan çok SPK’ya güveniyoruz. Açık söylüyorum, Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı burada faul yapmıştır.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Bu nedenle uzlaşma değil. Genel Kurula kadar bir
görüş getireceklerini söylemişlerdir, biz de “Görüşünüzü görelim.” demişizdir. Yani uzlaşı bu.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu, konu anlaşılmıştır. Sağ olun.
Önergeyi
okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 223 Sıra Sayılı "Bazı Kanunlar ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim
Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin
9’uncu maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa Elitaş Mehmet
Doğan Kubat Şuay Alpay |
Kayseri İstanbul Elazığ |
Şirin
Ünal Ahmet
Haldun Ertürk |
İstanbul
İstanbul |
Madde
9 - 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanununun 401 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Sermayesinin
yarısından fazlası tek başına veya birlikte; Devlet, il özel idaresi, belediye
ve diğer kamu tüzel kişileri, sendikalar, dernekler, vakıflar, kooperatifler ve
bunların üst kuruluşlarına ait anonim şirketlerde ve bu şirketlerin aynı oranda
sermaye payına sahip oldukları iştiraklerinde; bunların sahip oldukları paylara
tesis edilebilecek imtiyazlar hariç olmak üzere, diğer paylara bu Kanunda
düzenlenen herhangi bir imtiyaz tesis edilemez. Bu
hüküm, payları borsada işlem gören anonim şirketlere, 19/10/2005
tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 3 üncü maddesinde tanımlanan kredi
kuruluşlarına ve finansal kuruluşlara uygulanmaz."
"İkinci
fıkraya aykırı esas mukaveleler, 15/6/2012 tarihine
kadar uygun hale getirilir. Gerekli esas mukavele değişikliklerinin ve
uyarlamalarının bu tarihe kadar gerçekleştirilmemesi halinde, ilgili esas
mukavele hükümleri kendiliğinden geçersiz hale gelir ve esas mukavelede
öngörülen imtiyazların tümü kanunen sona erer."
BAŞKAN
– Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI LÜTFİ ELVAN (Karaman) – Takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN
– Hükûmet katılıyor mu?
BAŞBAKAN
YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Katılıyoruz.
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerekçe…
BAŞKAN
– Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe
12/04/2011
tarihli ve 6215 sayılı Kanun ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 401 inci
maddesinde sayılanlara yapılmak istenen düzenlemenin, madde gerekçesine uygun
olarak yeniden düzenleme zorunluluğu hasıl olduğundan,
Devlet, il özel idaresi, belediye ve diğer kamu tüzel kişileri, sendikalar,
dernekler, vakıflar, kooperatifler ve bunların üst kuruluşları bulunan anonim
şirketlerde ve bu şirketlerin iştiraklerinde sermayenin çoğunluğuna sahip olma
şartı ile beraber maddede sayılan kurum ve kuruluşların tamamı lehine imtiyaz
tesis edilebilmesi imkanı getirilmiş, bunların dışındaki gerçek ve tüzel kişi
pay sahiplerinin sahip oldukları paylara imtiyaz tesis edilemeyeceği
düzenlenmiş ve yapılan bu değişikliğe uygun olarak üçüncü fıkradaki süre
yeniden belirlenmiştir.
Diğer
taraftan, borsada işlem gören şirketler ile Bankacılık Kanununa tabi şirketlere
istisna getirilerek, bu şirketlerdeki imtiyazları bertaraf edecek girişimlerin
önü kapatılmak istenmektedir.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
– Arayacağım Sayın Hamzaçebi.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kâtip
üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik sistemle oylama yapacağız.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmiştir.
Kabul
edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.06
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.31
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 99’uncu Birleşiminin
Beşinci Oturumunu açıyorum.
223
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
10’uncu
maddeyi okutuyorum:
MADDE
10- 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamaları Hakkında Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
"Ek Madde 5- Tabii afetler nedeniyle
zarar gören çiftçilerin özelleştirme kapsam ve programındaki Türkiye Şeker
Fabrikaları A.Ş.'ye olan borçlarının ertelenmesi veya
vadelendirilmesi konusunda Bakanlar Kurulu
yetkilidir."
BAŞKAN
– Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Alim
Işık… Yok.
Başka
söz talebi yok.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.32
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 22.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 99’uncu Birleşiminin
Altıncı Oturumunu açıyorum.
223
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü
sırada yer alan, Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu Taşımacılığına İlişkin Sınır
Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8 Numaralı Ekinin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
4.- Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin
Uyumlaştırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu
Taşımacılığına İlişkin Sınır Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8
Numaralı Ekinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/350) (S. Sayısı: 74) (x)
BAŞKAN
- Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon
raporu 74 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde söz isteyen? Yok.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
EŞYANIN SINIRLARDAKİ KONTROLLERİNİN
UYUMLAŞTIRILMASINA İLİŞKİN
ULUSLARARASI SÖZLEŞMENİN ULUSLARARASI
KARAYOLU TAŞIMACILIĞINA
İLİŞKİN SINIR GEÇİŞ İŞLEMLERİNİN
KOLAYLAŞTIRILMASI BAŞLIKLI
8 NUMARALI EKİNİN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR
KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşmenin, “Uluslararası Kara yolu Taşımacılığına İlişkin Sınır
Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması” başlıklı 8 numaralı Ekinin onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
– Söz talebi? Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
(x) 74 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
- Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1)Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
- Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası Karayolu Taşımacılığına İlişkin
Sınır Geçiş İşlemlerinin Kolaylaştırılması Başlıklı 8 Numaralı Ekinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 204 |
Kabul : 204 (x) |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
Tanju
Özcan Özlem
Yemişçi |
Bolu Tekirdağ” |
Böylece,
tasarı kanunlaşmıştır.
5’inci
sırada yer alan, Bozulabilir Gıda Maddelerinin Uluslararası Taşımacılığı ve Bu
Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel Ekipmana İlişkin Anlaşmaya
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Bozulabilir Gıda Maddelerinin
Uluslararası Taşımacılığı ve Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel
Ekipmana İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/415) (S. Sayısı: 77) (xx)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 77 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde söz isteyen? Yok.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
(xx) 77 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
BOZULABİLİR GIDA MADDELERİNİN
ULUSLARARASI TAŞIMACILIĞI VE
BU TAŞIMACILIK FAALİYETİNDE
KULLANILACAK ÖZEL EKİPMANA İLİŞKİN
ANLAŞMAYA KATILMAMIZIN UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE
1- (1) 1 Eylül 1970 tarihli “Bozulabilir Gıda Maddelerinin Uluslararası
Taşımacılığı ve Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel Ekipmana İlişkin Anlaşma”ya katılmamız uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
– Söz talebi yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Bozulabilir Gıda Maddelerinin Uluslararası
Taşımacılığı ve Bu Taşımacılık Faaliyetinde Kullanılacak Özel Ekipmana İlişkin
Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama
sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 210 |
Kabul : 210 (x) |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
Tanju
Özcan Özlem
Yemişçi |
Bolu Tekirdağ” |
Böylece,
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
6’ncı
sırada yer alan, Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile Bu Konvansiyonu Tamamlayıcı
Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.
6.- Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile
Bu Konvansiyonu Tamamlayıcı Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 139) (xx)
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 139 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.
(xx) 139 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
Tasarının
tümü üzerinde söz isteyen?.. Yok.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
KARAYOLU TRAFİĞİ KONVANSİYONU İLE BU
KONVANSİYONU TAMAMLAYICI
AVRUPA ANLAŞMASINA KATILMAMIZIN UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
TASARISI
MADDE
1- (1) 8 Kasım 1968 tarihinde Viyana’da imzaya sunulan “Karayolu Trafiği
Konvansiyonu” ile 1 Mayıs 1971 tarihinde Cenevre’de akdedilen “1968 Karayolu
Trafiği Konvansiyonunu tamamlayıcı Avrupa Anlaşması”na,
Konvansiyona çekince konulmak suretiyle katılmamız uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
– Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
– Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
– Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının
tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama
için bir dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Karayolu Trafiği Konvansiyonu ile Bu Konvansiyonu
Tamamlayıcı Avrupa Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan
oy sayısı : 203 |
Kabul : 203 (x) |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
Tanju
Özcan Özlem
Yemişçi |
Bolu Tekirdağ” |
Böylece,
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek
için, 26 Nisan 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum, iyi akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati: 22.47
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.