DÖNEM: 24 CİLT: 16 YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
78’inci Birleşim
14 Mart 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip
üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Adıyaman Milletvekili Muhammed
Murtaza Yetiş’in, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin
gündem dışı konuşması
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun,
14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması
3.- İzmir Milletvekili Hülya Güven’in,
14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, 14 Mart Tıp Bayramı ve Artvin ilinin
Ardanuç ilçesindeki elektrik kesintilerine ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen
Öğüt’ün, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
3.- Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş’ın, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
4.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal
Kaplan’ın, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
5.- Kayseri Milletvekili İsmail
Tamer’in, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
6.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Sivas’ta ağır kış şartları nedeniyle
yaşanan mağduriyetlere ve Sivas’ın afet bölgesi ilan edilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
7.- Tunceli Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün, yargı mercilerindeki bazı atamalara ilişkin açıklaması
8.- Adıyaman Milletvekili Mehmet
Metiner’in, “İdeolojik Devletten Demokratik Devlete” adlı kitabındaki demokrasi
ve özgürlük anlayışına ilişkin açıklaması
9.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonunda yaşanan olaylar sonrasında Başbakanın konuyla ilgili ifadelerine
ilişkin açıklaması
10.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
11.- Tokat Milletvekili Orhan
Düzgün’ün, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
12.- İstanbul Milletvekili Celal
Dinçer’in, Kızılay Genel Müdürlüğü Kartal Hastanesi yönetiminin Kartal Şubesine
bırakılması gerektiğine ilişkin açıklaması
13.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
14.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
15.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
16.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, 14 Mart Tıp Bayramı ve Kütahya’da Kürt
işçilere yapılan saldırıya ilişkin açıklaması
17.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, 14
Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
18.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, kuliste Barış ve Demokrasi Partisinden 2
milletvekilinin Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’e fiilî saldırıda bulunduğuna
ilişkin açıklaması
19.- İstanbul Milletvekili Türkan
Dağoğlu’nun, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
20.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, kuliste Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’le
aralarında yaşanan olaya ilişkin açıklaması
21.- Bitlis Milletvekili Vahit
Kiler’in, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın kendisiyle
ilgili beyanlarının doğru olmadığına ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Önergeler
1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun
(6/1038) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/31)
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 milletvekilinin, tarım ve hayvancılıkla uğraşan üreticilerin içinde
bulunduğu sorunların; çiftçilerin üretim sıkıntılarının giderilmesine, üretilen
ürünlerin değerlendirilmesi ve pazarlanmasına yönelik çözümlerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/191)
2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 20 milletvekilinin, özelleştirme
uygulamalarının öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuzlukların, özelleştirmeden
kaynaklanan ekonomik ve sosyal sorunların ve çözüm yollarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/192)
3.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 21 milletvekilinin, Türkiye'de eğitim
fakültelerinden mezun olan öğrencilerin istihdamına yönelik Millî Eğitim
Bakanlığının politikalarının ve eğitim sistemindeki sıkıntıların ve
ihtiyaçların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/193)
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/118) esas numaralı, hekim ve
diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları hakkında Meclis araştırması
önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/3/2012
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.-
GEÇEN TUTANAK HAKKINDA KONUŞMALAR
1.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, 13/3/2012 tarihli 77’nci Birleşimdeki bir beyanını düzeltmek
istediğine ilişkin konuşması
2.- Adıyaman Milletvekili Mehmet
Metiner’in, 13/3/2012 tarihli 77’nci Birleşimdeki bir
beyanını düzeltmek istediğine ilişkin konuşması
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
X.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
4.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in,
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
XI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Manisa Milletvekili Sakine Öz’ün,
Halkbank AŞ tarafından yayımlanan kredilerin geri ödenmesi ile ilgili bir
genelgeye ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/3786)
2.- Antalya Milletvekili Tunca
Toskay’ın, tüketici kredileri ve kredili mevduat hesabı borçlarına ilişkin
sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/3930)
3.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan’ın, yabancı sermayeli bankalarca kullandırılan tarımsal kredilerin
takibine ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/3931)
4.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Bakanlığa yöneltilen yazılı ve sözlü soru
önergelerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı
(7/4081)
5.- İstanbul Milletvekili Abdullah
Levent Tüzel’in, bir kamu kurumunda cinsel tacize ve mobbinge
maruz kalan bir kadın çalışanın mağduriyetine ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/4082)
6.- Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın,
Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşların çıkardıkları dergilere ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/4083)
7.- İstanbul Milletvekili Ali
Özgündüz’ün, AKM’nin bakım, onarım ve akıbetine ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/4085)
8.- Antalya Milletvekili Tunca
Toskay’ın, Antalya’da kiraya verilen ve tescil kaydı kaldırılan taşınmaz kültür
ve tabiat varlıklarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın cevabı (7/4086)
9.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın,
Sultanahmet’te tarihî kalıntılar üzerine bina inşa edilmesine ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/4228)
10.- Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu’nun, 1923’ten bugüne Bitlis’teki arkeolojik
çalışmalara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı
(7/4229)
11.- İstanbul Milletvekili Erdoğan
Toprak’ın, korsan yayınlarla mücadeleye ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/4230)
12.- Antalya Milletvekili Yıldıray
Sapan’ın, tur şirketlerine ait araçların yaptıkları kazalara ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/4231)
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te
açılarak dört oturum yaptı.
Konya Milletvekili İlhan Yerlikaya,
İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü’ne,
İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi,
medyayla ilgili sorunlara,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Kastamonu Milletvekili Emin Çınar’ın,
Kastamonu’nun sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu cevap verdi.
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı,
12 Mart İstiklal Marşı’nın kabulünün
yıl dönümüne ve İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede
çıkan yangına;
İzmir Milletvekili Oktay Vural,
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri,
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonunda yaşanan olaylara;
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, 12 Mart İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümüne, İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede çıkan yangına ve Sivas davası
kararına,
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan,
İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede çıkan yangına ve
cezaevlerindeki tutukluların serbest kalması gerektiğine,
Bursa Milletvekili Aykan Erdemir,
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün,
Sivas davası kararına;
Tokat Milletvekili Reşat Doğru, 12 Mart
İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümüne,
Adıyaman Milletvekili Salih Fırat,
İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede çıkan yangına,
Sivas davası kararına ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda
yaşanan olaylara,
Adana Milletvekili Ali Halaman, 12 Mart İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümüne
ve Adana Kozan’da baraj kapağı patlaması olayına,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,
Mehmet Akif Ersoy ve CHP İktidarı dönemine,
İlişkin birer açıklamada bulundular.
İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in şahsına,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,
İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin şahsına,
İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in şahsına tekrar,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,
İstanbul Milletvekili Osman Oktay Ekşi’nin şahsına tekrar,
Sataşmaları nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 7 Mart 2012 tarih ve 16 sayılı Kararı ile Suudi Arabistan Şûra
Meclisi Türkiye Dostluk Grubu üyelerinden oluşan bir parlamento heyetinin
ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21
milletvekilinin, ülkemizde yaşanan orman yangınlarının sebeplerinin ve
sonuçlarının (10/188),
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 21
milletvekilinin, et fiyatlarının aniden yükselmesinin sebeplerinin ve
sonuçlarının (10/189),
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22
milletvekilinin, tersanelerde yaşanan işçi ölümlerinin ve iş kazalarının
nedenlerinin; işçilerin çalışma koşullarının yasalara uygun olup olmadığı,
taşeron firmalara iş devirlerinin iş gereklerine uygun olup olmadığı
hususlarının (10/190),
Araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
BDP Grubunun, 21/12/2011
tarihinde Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve
arkadaşları tarafından iş kazaları ve meslek hastalıklarının araştırılması
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (274 sıra
no.lu),
MHP Grubunun, 19/1/2012
tarih ve 2349 sayı ile ilköğretim çağındaki çocukların yeterli ve dengeli
beslenmeleri konusundaki sorunların araştırılması ve alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
vermiş olduğu,
CHP Grubunun, 16/12/2011
tarihinde Sinop Milletvekili Engin Altay ve arkadaşları tarafından Türk eğitim
sisteminin içinde bulunduğu sorunların araştırılması amacıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan (177 sıra no.lu),
Meclis araştırması önergelerinin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 13/3/2012 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerileri, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın,
Sinop Milletvekili Engin Altay’ın Başbakana,
Sinop Milletvekili Engin Altay,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın şahsına,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner,
Sinop Milletvekili Engin Altay’ın şahsına,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in partisine,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin şahsına,
Sataşması nedeniyle birer konuşma
yaptılar.
AK
PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki
sıralamanın yeniden yapılmasına; 20, 27 Mart 2012 ile 3, 10 Nisan 2012 Salı
günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmesini müteakip diğer denetim
konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 21,
28 Mart 2012 ile 4, 11 Nisan 2012 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü
soruların görüşülmemesine ilişkin önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul
edildi.
Alınan karar gereğince, 14 Mart 2012
Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 19.53’te son verildi.
Şükran
Güldal MUMCU |
Başkan
Vekili |
|
Fatih
ŞAHİN Mustafa
HAMARAT Bayram
ÖZÇELİK |
Ankara Ordu Burdur |
Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye |
II.- GELEN KâĞITLAR
No:
105
14
Mart 2012 Çarşamba
Teklifler
1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal
ve 2 Milletvekilinin; Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/418) (Adalet ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/03/2012)
2.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy'un;
2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa
Teklifi (2/419) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/03/2012)
3.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ ve Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner'in; Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/420) (İçişleri ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/03/2012)
4.- Gaziantep Milletvekili Ali Serindağ ve Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner'in; İç
Güvenlik Hizmetleri Komisyonu Kanun Teklifi (2/421) (İçişleri; Milli Savunma
ile Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/03/2012)
5.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanal'ın; Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/422) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 07/03/2012)
Raporlar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Sağlık
Bakanlığı ile Belarus Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı
Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/371) (S.
Sayısı: 187) (Dağıtma tarihi: 14/03/2012) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Bangladeş Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri
Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/458) (S. Sayısı: 188) (Dağıtma
tarihi: 14/03/2012) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Gana Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/492) (S. Sayısı: 189) (Dağıtma tarihi:
14/03/2012) (GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Birleşik Tanzanya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki
ve Korunması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ve
Dışişleri Komisyonu Raporları (1/548) (S. Sayısı: 190) (Dağıtma tarihi: 14/03/2012) (GÜNDEME)
5.- Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet
Hakları Anlaşmasını Değiştiren Protokole Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/554) (S. Sayısı: 191) (Dağıtma
tarihi: 14/03/2012) (GÜNDEME)
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Mısır Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Elektrik ve Enerji Alanlarında
İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/559) (S. Sayısı: 192) (Dağıtma
tarihi: 14/03/2012) (GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 19 Milletvekilinin, tarım ve hayvancılık sektöründeki sorunlar ile bunların
çiftçiler üzerindeki olumsuz etkilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/191) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 20 Milletvekilinin, özelleştirme
uygulamalarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/192) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
3.- Van Milletvekili Özdal Üçer ve 21 Milletvekilinin, eğitim fakülteleri
mezunlarının istihdamındaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/193) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/10/2011)
14
Mart 2012 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.02
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 78'inci Birleşimini açıyorum.
III.-
Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz 14 Mart Tıp Bayramı
hakkında söz isteyen Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’e
aittir.
Buyurun Sayın Yetiş.
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Adıyaman Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in, 14
Mart Tıp Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması
MUHAMMED MURTAZA YETİŞ (Adıyaman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 14 Mart 2012. Yüz seksen beş yıl
önce, 14 Mart 1827’de ülkemizde modern anlamda ilk tıp fakültesi kuruldu. İlk
tıp bayramı ise 14 Mart 1919’da, Birinci Dünya Savaşı sonrası, işgal altındaki
İstanbul’da işgal kuvvetlerine karşı tepki gösteren tıp öğrencileri tarafından
kutlanmıştır.
Cumhuriyetimizin kuruluşunu izleyen
yıllar içinde yeni tıp fakülteleri kuruldu ve yeni nesil tıbbiyeliler eliyle
ülkemiz, sağlık hizmetlerinin yaygınlığı ve kalitesi açısından dünya
standartlarına ulaştı.
Ülkemiz son on yılda, sağlık
hizmetlerinin daha planlı, daha kaliteli, daha ulaşılabilir, daha insan odaklı
olması yolunda ciddi mesafeler kat etti. Hasta memnuniyeti geçmiş dönemlerle
kıyaslanamayacak düzeyde yükseldi. Memnuniyetle birlikte doğal olarak
beklentiler de yükselmiş, hasta yoğunluğundan kaynaklanan anksiyete
ve gerilimler de artmıştır. Maalesef, hastalarla sağlık personeli arasındaki
iletişimde yaşanan olumsuzluklar zaman zaman sağlık personelimizin şiddete
maruz kalması ile sonuçlanmaktadır. Bakanlığımızın sağlıkta şiddete yönelik
olarak duyarlılık geliştirici kampanyalarının ve aldığı önlemlerin sonuç
vereceğine inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, hekim sayımız
Avrupa Birliği ortalamasının 3 kat altında. Hekimlerimiz, Avrupalı
meslektaşlarımızdan daha fazla ve zorlu süreçlerden geçmesine rağmen, bütün
iyileştirmelere karşın üzülerek ifade edelim ki hâlâ emeklerinin sosyoekonomik
karşılığını da almış değiller. Tıp fakültesi, uzmanlık süreci ve mecburi
hizmetle birlikte bir de on iki ay bilfiil yerine getirilen askerlik hizmetiyle
birlikte hekimlerimizin doğal aile düzenine kavuşması ancak otuzlu yaşların
ortalarına kadar uzamaktadır. Hiç olmazsa askerlik hizmetinin mecburi kamu
hizmeti şeklinde düzenlenmesi bu zorlu süreci biraz hafifletebilir. Hekimliğin
özünde bulunan geleneksel değerleri geliştirmek ve bu değerler üzerinden motivasyon oluşturmak, tıbbi uygulamaları puan cetveline
dönüştürmeye çalışarak yarışmacı bir motivasyon üretme yaklaşımının
sakıncalarını giderebilir.
Evet, AK PARTİ olarak “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın.” düsturuyla vatandaşımızın memnuniyet grafiği ile sağlık
çalışanlarımızın memnuniyet grafiğini birbirine paralel bir hâle getirmek için
elimizden geleni yapıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bugün 14 Mart. Ben,
bir çocuk hekimi olarak, ağır hastasının sorumluluğuyla uykusuz geçirilen
nöbetlerin, aynı tempo ile nöbet sonrası poliklinikte devam eden mesainin,
elinde kalın dosyalarla sizden teşhis bekleyen ve hastasının durumunu yorgun
gözlerinizden okumaya çalışan hasta yakınlarına bilgi vermenin, umut vermenin
ne denli zor olduğunu biliyorum. Uzun süredir yatan bir çocuğun tüm
çabalarınıza rağmen, ellerinizin altında son nefesini vermesine tanık olmak,
kaybedilen bir hastanın haberini yakınlarına aktarmak, sonra odanıza geçip
ağlamak nasıl bir duygudur biliyorum. Ben de hayatlarına hayat kurtarma
gayesini giydirmiş binlerce meslektaşım gibi, bunca emek, bunca yük, bunca
riskin hiçbir puan cetveline sığmayacağını elbette biliyorum.
Değerli arkadaşlar, biz, hekimliğe bir
hikmet arayışı olarak bakan bir düşünce geleneğinden geliyoruz. “Hekim olmak
nasıl?” sorusunun ardından yürüyerek hem evrendeki insanı hem de insandaki
evreni tanımak ve “Niçin?” sorusunun elinden tutarak varlığı kuşatan
nedensellik ilişkilerinin ötesine geçip, eşyanın ve insanın hikmetine doğru yol
almaktır. O hâlde, hekimlerimizin sesine biraz kulak verelim. Hekimliğin
yeryüzünde kan ve gözyaşı dökülmesine yol açan tüm farklılıkları bir çırpıda
insanlık potasında eriten bilgelik iksirini yudumlama günü bugün.
Buradan, Edirne’den Kars’a, Adıyaman
Çelikhan’dan Gerger Tillo’ya, ülkemizin en ücra
köşelerinde halkımıza hizmet veren meslektaşlarıma, aynı zamanda kendileri de
depremzede olan, mesleklerinin kutsiyeti içerisinde görevlerine devam eden
Van’daki meslektaşlarıma ve üyesi olmaktan onur duyduğum tüm sağlık
çalışanlarına, ailelerine selamlarımı iletiyor, Tıp Bayramı’nı gönülden
kutluyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUHAMMED MURTAZA YETİŞ (Devamla) –
Hepinize saygılarımı sunuyorum, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yetiş.
Gündem dışı ikinci söz, aynı konuda söz
isteyen Tokat Milletvekili Reşat Doğru’ya aittir.
Buyurunuz Sayın Doğru. (MHP
sıralarından alkışlar)
2.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin gündem dışı
konuşması
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 14 Mart Tıp Bayramı’yla ilgili söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
14 Mart Tıp Bayramı, 1919 yılından
itibaren kutlanmaktadır. Dünyanın en onurlu, şerefli işini yapan bütün doktor
ve sağlık personelinin 14 Mart Tıp Bayramı’nı candan kutluyorum.
Hekimlik ve sağlık personeli olmak çok
büyük bir özveri gerektirir; gecesini gündüzüne katarak çalışırlar, onlarda
yorulma yoktur. Ancak
bütün olumsuzluklar hekimler üzerine yıkılırken, haksız
suçlamalar hekimleri üzmektedir. Hâlbuki hekimler her türlü fedakârlığı yaparak
çalışmaktadırlar. Son yıllarda sağlık sisteminde yapılan ve yapılmaya çalışılan
değişiklikler hekimlerde çok büyük rahatsızlıklara ve problemlere sebep
olmuştur. “Sağlıkta dönüşüm” adı altında, bir gecede, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde tartışılmadan, tarafların görüşünü almadan çıkarılan yasalar
hekimlerin ve sağlık personelinin geleceğe umutla bakmalarını
imkânsızlaştırmıştır.
Sayın milletvekilleri, AKP on yıldan beri
iktidardadır, bu zaman dilimi ülkemizdeki bütün meseleleri çözmesi gereken
süreçtir. Hekimlerin, sağlık personelinin, hizmet alan herkesin sorunları
çözümlenmeliydi ancak hep geçmişte yapılanları anlatarak zaman doldurulmaya
çalışılmaktadır. Bugün ülkemizde hekim de şikâyetçi hizmeti alan da
şikâyetçidir. Türkiye'nin her yerinde binlerce hekim ve sağlık personeli
ayaktadır; hepsinin ortak isteği hekimlik sanatını toplumun hizmetine sunmak,
bunu yaparken de sağlığımızdan, iş güvencesinden ve gelecek kaygısı korkusundan
kurtulmak istemektedirler.
Sayın milletvekilleri, hekimler, özlük
haklarının geri plana atıldığı performans baskısı içerisinde çalışmak
istemiyorlar. Hekimler, nitelikli sağlık hizmeti sunmak için emeklerine değer
verilen bir anlayışla özlük haklarının korunmasını, kayıplarının telafi
edilmesi için yeni düzenlemeler yapılmasını istiyorlar, mesleki bağımsızlık
istiyorlar. Hasta sayıları her geçen gün artan hekimlerimizin ve sağlık
çalışanlarının emeklilik sonrasıyla ilgili hiçbir düzenleme şu ana kadar doğru
dürüst yapılmamıştır. Emekliliğe yansıyan güvenceli gelir dağılımı istiyorlar.
Emekli hekim, yıllarca çalışıp emekli olduktan sonra tekrar bir yerde çalışmak
istemiyor, onurlu bir emeklilik yaşamı oluşturacak emeklilik aylığı bekliyorlar.
“Döner sermaye gelirleri çeşitli yöntemlerle göz ardı edilmeyip direkt olarak
tamamı emekliliğe sayılsın, onun karşılığını alalım.” diyorlar.
Sayın milletvekilleri, hekimler ve
sağlık çalışanları her geçen gün artan şiddet ortamına maruz kalıyorlar. Bunlarla
ilgili önlem alınmadığı, geç kalındığı da unutulmamalıdır. Artan şiddetin
boyutları değerlendirilmeli ve zaman geçirmeden de gerekli önlemler mutlaka
alınmalıdır.
İşsizliğin ve gelir payları arasındaki
uçurumun giderek arttığı günümüzde, toplumun en yoksul kesimlerinden bile
alınmakta olan katkı payları ve fark ücretleri insanlarımızın canını
yakmaktadır. Yaşından dolayı sık sık hastaneye giden emekli insanlarımız bu
durumdan çok zarar görmekte ve şikâyetçi de olmaktadırlar.
Sayın milletvekilleri, koruyucu sağlık
hizmetleri devletin temel ve vazgeçilmez göreviyken, hızla gelişen aile
hekimliği birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Aile hekimliği nedeniyle
kırsalda kapatılan sağlık ocakları atıl kalmış, hastalar köylerinden
kilometrelerce uzaklıktaki aile hekimliği merkezlerine gitmek zorunda
bırakılmışlardır.
Bugün, verimli ve kaliteli bir sağlık
hizmeti sunumu, ülkemizde, toplumun bütün kesimlerinin özlemi hâline gelmiştir.
Bugüne kadar, sağlık alanında, iktidar partisi tarafından “yenilik” olarak sunulan
bir dizi çalışma, sağlığın sorunlarını maalesef çözmemiştir. Hekimlerimizin iş
yükü artarken, yeni uygulamalar hastanelerde hasta kuyruklarına neden olmuş,
bazı bölümlerde yatışlar için haftalar sonrasına gün verilmeye başlanmıştır.
Mesela, acil yoğun bakım hizmetine ihtiyaç duyulduğunda hasta sahiplerinin
feleği şaşmakta, ne yapacaklarını da maalesef bilememektedirler.
Son zamanlarda gündeme gelen “yabancı
doktor” konusu da yanlış bir tercihtir. Bugün, ülkemizin doktorları, yüz nakli,
kol-bacak nakli ve yapmış oldukları kardiyolojik ameliyatlar konusunda dünyanın
sayılı hekimleri arasında bulunmaktadırlar. Bu manada, yabancı hekim ve sağlık
personelinin getirilmesi hiç doğru bir hareket değildir, bu karardan mutlaka
vazgeçilmelidir.
Şurası bir gerçektir ki Türk
hekimlerinin önü açıldığı zaman yapamayacakları hiçbir şey yoktur ve dünyadaki
bütün tıp merkezleriyle de gayet rahat bir şekilde yarışabilirler ve her türlü
hizmeti yapabilirler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
REŞAT DOĞRU (Devamla) – Bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen, selamlayınız.
REŞAT DOĞRU (Devamla) – Bu duygu ve
düşünceler içerisinde, bütün hekimlerimizin ve sağlık personelinin 14 Mart Tıp
Bayramı’nı candan kutluyor, onlara sağlıklar, sıhhatler ve başarılar diliyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Doğru.
Gündem dışı üçüncü söz, aynı konuda söz
isteyen İzmir Milletvekili Hülya Güven’e aittir.
Buyurunuz Sayın Güven. (CHP
sıralarından alkışlar)
3.-
İzmir Milletvekili Hülya Güven’in, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin gündem dışı
konuşması
HÜLYA GÜVEN (İzmir) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle gündem dışı söz almış
bulunuyor, saygılarımı sunuyorum.
Bugün 14 Mart Tıp Bayramı, aynı zamanda
bu hafta Sağlık Haftası ama biliyoruz ki tüm sağlık çalışanlarımız bayramlarını
buruk bir şekilde kutluyorlar. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile aslında
sağlıksızlığa dönüşümü yaşıyoruz. Maalesef bu dönüşümden de sorumlu olarak
hekimlerimiz gösteriliyorlar, vatandaş gözünde itibarsızlaştırılıyorlar.
Seçimlerden önce “Herkes hastanelerde
istediği hekimi seçebilecektir, hekim seçme hakkı vardır.“ denilirken,
yönergesi ve logosu bile hazırlanmışken, seçimden sonra getirilen Tam Gün
Yasası’yla bu hak vatandaşın elinden alınmıştır.
Bugün hastalarımız hastanelere
gittiklerinde istedikleri doktora muayene ve ameliyat olamıyor -hatta özel
hastane bile olsa- tabii ki hasta bu durumda hekimi sorumlu tutuyor, ona
kızıyor.
Yine seçimden önce Hükûmetimiz “Aile
hekimliği ücretsiz.” diye övünürken şimdi para alınmaktadır. Bugün muayene ve
ilaçta 3’er lira alınıyor, yarın ise ne alınacağı belli değil.
Seçim öncesi “Aciller, özel olsun,
devlet hastanesi olsun ücretsiz olacak.” deniyordu, üstelik üstüne basa basa.
Şimdi, acile gelen hastanın acil olup olmadığına acil hekimi karar verecek.
Ayrıca, gelen günlük hastaların ancak belli bir yüzdesine “acil”
diyebilecekler, yoksa cezalandırılıyorlar.
Eğer bir vatandaşımız başı ağrıdığı
için acile geliyorsa acildir. Bunun acil olmadığına nasıl karar verilebilir?
“Sen acil değilsin.” diye nasıl söylenebilir? Herhâlde bu karar, acil
çalışanları dövülsün ya da bıçaklansın diye verildi, çıkarıldı! Bu durum tabii
ki hekim ve eczacıyla vatandaşı karşı karşıya bırakarak şiddete yol açacaktır.
Prim borcu olan ise zaten acil kapısından içeri girememektedir hatta gelir
tespiti yaptırmak isteyen vatandaş, sistem yavaş işlediği için acil dahi olsa
tedavisini yaptıramamaktadır. Hani sosyal güvencesizlere Hükûmet bakıyordu!
Sayın milletvekilleri, aslında sağlık
bir haktır ve ücretsiz olmalıdır. Yurttaşlarımız da bu haklarını devletten
istemelidirler tabii ki. Hekimlerimiz için başka bir sorun: Hekimlerimize bugün
“performans” adı altında “Paranı hastadan çıkar.” deniliyor. Hekim ne kadar çok
hasta bakarsa aylığı ona göre düzenleniyor. Bazı hastanelerde dakika bile
tutuluyor. Doktorun istediği sürede hasta bakması engelleniyor. Hasta memnun
olmadığı için de doktora kızıyor. Hekimlerimiz biliyoruz ki aslında tam gün
çalışmayı elbette istiyorlar ancak performans ile aylıklarını hastadan çıkarmak
istemiyorlar. Bu aylıkları devlet sağlamak zorunda.
Bugün, bir hekimin uzmanlığını kaç
yılda tamamladığını biliyor musunuz? Bir hekimin uzmanlıklarını tamamlayıp
diplomasını özgürce kullanabileceği hâle gelmesi için yirmi yıl geçmesi
gerekiyor. Bunun altı yılı zorunlu hizmet. Zorunlu hizmetini eğer yapmazsa
diploma alamıyor. Hekimlik hiçbir şekilde yapılamıyor. Yani yirmi yaşında bir
gencimiz tıp fakültesine girdikten sonra ancak kırk yaşında diplomasını özgürce
kullanabilir hâle geliyor. Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir hukuksuzluk var?
Tüm bunların yanında tabii ki
Hükûmetimizin bir sürprizi daha var: Yabancı doktor ve hemşireler. Yüzlerce
sağlık çalışanlarımız işsiz iken ithal hekim ve hemşireler getiriliyor. Bu
gelenler nasıl bir sınavla alınacak, kriterler nedir,
gelmeleri için sebep nedir, verilmiş sözler mi var? Tüm bu sorulara yanıt
beklerken, sağlıklı toplum olabilme yolunda yurttaşlarımızın sağlık
hizmetlerinden yararlanabilmeleri için gece gündüz çalışan doktorlarımızın ve
diğer sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyor, “Sağlık bir
haktır ve ücretsiz olmalıdır.” diyerek sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Ayrıca, Sayın Mevlüt
Aslanoğlu’na da biz vekil hekimlerin 14 Martını kutladığı için teşekkür
ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Güven.
Sayın milletvekilleri, sisteme girmiş
10 milletvekilimize sırayla bir dakika süre vereceğim.
Sayın Bayraktutan…
V.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, 14 Mart Tıp
Bayramı ve Artvin ilinin Ardanuç ilçesindeki elektrik kesintilerine ilişkin
açıklaması
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle ben de 14 Mart Tıp
Bayramı’nı, bütün sağlık çalışanlarının bayramının bir bayram güzelliğinde
olması dileğiyle kutluyorum.
Bunun haricinde kendi seçim bölgemle
alakalı olarak, Artvin ili Ardanuç ilçemizde çok yoğun bir şekilde elektrik
kısıntıları yaşanmaktadır. Enerjinin özelleştirilmesinden sonra -enerji
dağıtımını üstlenen bizim bölgemizdeki AKSA Elektrik- ne yazık ki bu enerji
dağıtımıyla alakalı ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Ardanuç ilçemizde birer
saat arayla, ikişer saat arayla çok sık elektrik kesintileri yaşanmakta ve
insanların bu artık tahammül boyutunun öbür tarafına taşınmaktadır. Bu nedenle,
hem elektrikli araçlar, buzdolapları, çamaşır makineleri müthiş bir kaos yaşanmaktadır. Bu sorunun giderilmesi için yetkili
makamlar nezdinde yapılan girişimler sonuçsuz kalmıştır. Bunu Parlamento
düzeyine taşımak istedim.
Bu nedenle teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bayraktutan.
Sayın Öğüt…
2.-
İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin
açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Tüm
hekimlerimizin Tıp Bayramı’nı kutluyorum. Onların hedef gösterilmediği,
şiddette maruz kalmadığı bir ortam istiyoruz.
“Performans” denilen sistemin daha
insani yollara çekilmesini istiyoruz.
Yine tam gün yasasından yararlanan -tam
gün yasasına karşı olmadığımızı bir daha belirtiyoruz- tam gün vasıtasıyla yok
olan özlük haklarının tekrar hekimlerimize verilmesini istiyoruz.
Kapanan muayenehaneler sonucunda orada
çalışan arkadaşlarımıza ve hekimlerimize iş ortamı ve iş güvenliği sağlanması
istiyoruz.
Tekrar kutluyorum arkadaşlarımı.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öğüt.
Sayın Yurttaş…
3.-
Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş’ın, 14 Mart Tıp
Bayramı’na ilişkin açıklaması
MUZAFFER YURTTAŞ (Manisa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hekimlik mesleği önemini hiçbir zaman
kaybetmemiş kutsal bir meslek olarak kabul görmüştür. Sağlığımızı emanet
ettiğimiz saygıdeğer hekimlerimizin ve tüm sağlık çalışanlarımızın bu hizmet
kervanında özveri ve inançla, meslek onuruna yakışır bir şekilde hizmet
üretmeye devam edeceklerine inancımız sonsuzdur. Sağlıkta yapılan yapısal
dönüşümü ve kaliteyi değerli hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarıyla birlikte
gerçekleştirdik. Herkese eşit ve kaliteli sağlık hizmeti felsefesiyle hareket
eden, fedakârca çalışan ve sağlık alanında değerli katkılarda bulunan doktorlarımızın
ve tüm sağlık çalışanlarımızın yaptıkları çalışmalar her türlü takdirin
üzerindedir.
Bir
hekim milletvekili olarak, bu duygu ve düşüncelerle, insanı yaşatmayı ve
insanın acısını azaltmayı, insanlığa daha nitelikli bir yaşam sunmayı amaç
edinen bu kutsal, saygın ve onurlu mesleği büyük bir özveriyle yerine getiren
doktorlarımız ile tüm sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramı’nı en içten
dileklerimle kutlar, saygı ve selamlarımı sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Yurttaş.
Sayın Kaplan…
4.-
Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplan’ın, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin
açıklaması
MEHMET HİLAL KAPLAN (Kocaeli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
“Sağlıkta dönüşüm” adı altında sağlığın
özelleştirildiği, piyasalaştırıldığı, halk sağlığının yeteri kadar
önemsenmediği, vatandaşın ücretsiz, eşit, kolay ulaşılabilir sağlık hizmetini
almada zorlandığı bir ortamda, başta hekimler olmak üzere tüm sağlık
çalışanlarının çalışma koşulları, özlük hakları gün geçtikçe maalesef
zorlanmaktadır. Artık, nitelikli sağlık hizmeti sunma sağlık çalışmaları
açısından çok zorlanmaktadır. Buna rağmen böyle bir ortamda, başta tüm
hekimlerimizin olmak üzere tüm sağlık çalışanlarını fedakârca çalışmalarından
dolayı kutluyor ve Tıp Bayramlarını kutluyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Kaplan.
Sayın Tamer…
5.-
Kayseri Milletvekili İsmail Tamer’in, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
İSMAİL TAMER (Kayseri) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Gece gündüz demeden emeğini esirgemeyen
vefakâr, cefakâr, hoşgörüyle mesleklerini icra eden tüm meslektaşlarımızın 14
Mart Tıp Bayramlarını kutluyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tamer.
Sayın Özdemir…
6.-
Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Sivas’ta
ağır kış şartları nedeniyle yaşanan mağduriyetlere ve Sivas’ın afet bölgesi
ilan edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) –
Teşekkürler Sayın Başkanım, Genel Kurul açıldı, 3 arkadaşımız gündem dışı söz
aldı, konuşan arkadaşlarımız var; ne yazık ki şu anda Genel Kurulda Hükûmetten
bir tane temsilci yoktur. Geçen hafta yine oturduğum yerden söyledim. Sesimizi
Hükûmete nasıl duyuracağız?
Sivas yaklaşık bir aydan bu tarafa kara
esir düşmüş vaziyette. Özellikle Kangal, Divriği, İmranlı’nın, Zara’nın sekiz
yüze yakın köy yolları kapalı, insanların bir taraftan elektrikleri kesik, bir
taraftan şehre ulaşamıyorlar, taşımalı sistemle ilçeye gitmesi gereken
öğrenciler gidemiyor, hastalar ilaç bulamıyorlar; Sivas’ın acil bir şekilde
afet bölgesi ilan edilmesi lazım, Valinin, kaymakamların gücü yetmiyor, Özel
İdarenin, Karayollarının makine ve ekipmanları yeterli
değil. Buradan haykırıyorum, eğer beni duyan, işiten bir Hükûmet temsilcisi
varsa, Sivas’a acil müdahale edilmesi gerekiyor. Aracılığınızla buradan duyurmak
istedim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özdemir.
Sayın Aygün…
7.-
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, yargı mercilerindeki bazı atamalara
ilişkin açıklaması
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Sayın
Başkanım, evvela 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutlayarak söze başlamak istiyorum.
Sayın Başkanım, parasız eğitim
istedikleri için on dokuz ay tutuklu kalan Berna ve Ferhat, duruşma savcısının
mütalaa verildikten sonra değiştirilmesinin ardından on beşer yıl hapisle
cezalandırılma ile karşı karşıya. Yine, ünlü bir dava olan poşu davasının
mağduru Cihan Kırmızıgül’ün de mütalaa sonrası
savcısı değişti ve kendisine önümüzdeki hafta yapılacak İstanbul özel yetkili
mahkemede tam kırk beş yıl hapis cezası isteniyor. Son olarak da Başbakana özel
çete kurma yetkisi veren MİT Kanunu ile ilgili mevzuatın itiraz mercisi olan Danıştayın ilgili
dairesine de 3 yeni üyenin atandığını gazetelerden okuyoruz. Danıştay dün bu
atamayı doğrulamış bulunmakta. Hükûmetin iddia ettiği gibi, ileri demokrasi
değil, sağlıklı bir demokrasi ve hukuk devleti için yargıya bu tür
müdahalelerin son bulmasını temenni ediyoruz.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aygün.
Sayın Halaman…
Yok.
Sayın Metiner…
8.-
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, “İdeolojik Devletten Demokratik
Devlete” adlı kitabındaki demokrasi ve özgürlük anlayışına ilişkin açıklaması
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Zabıtlara geçsin diye küçük bir
açıklama yapacağım.
Dün burada Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili Akif Hamzaçebi, “İdeolojik Devletten Demokratik Devlete” adlı
kitabıma göndermede bulunarak kitapta demokrasi ve özgürlük adına
söylediklerimle Meclisteki söylemlerimin uyuşmadığını söyledi. O yüzden, o
kitabımda savunduğum demokrasi ve özgürlük anlayışımı bir kez daha dikkatinize
sunmak istiyorum.
Türkiye’de ideolojik vesayetçi bir
rejim var, dolayısıyla devletin ideolojisine uygun düşünmeyen ve hareket
etmeyen vatandaşlar düşman kabul edilip ötekileştiriliyor. Demokrasi, özü
itibarıyla ideolojisizdir. Devleti demokratikleştirmek için ideolojiden
arındırmak lazım. Ayrıcalıkları olan beyaz adamın rejimi değildir; askerî,
bürokratik elitin vesayetindeki bir rejimin adı değildir demokrasi. Herkesin
kendisini farklılıklarıyla özgürce geliştirebildiği bir demokratik cumhuriyet,
herkes için demokrasi ve herkes için özgürlük isteyen temada kaleme alınmış bir
kitaptır. Bugün de bu anlayışı savunuyorum, ne bir eksik ne bir fazla.
Kesintisiz sekiz yıllık eğitim ve üniversitelere girişte katsayılarla ilgili…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Metiner.
Sayın Yeniçeri…
9.-
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin, Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda yaşanan olaylar sonrasında Başbakanın
konuyla ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Ben de bütün hekimlerimizin 14 Mart Tıp
Bayramı’nı kutluyorum.
11 Mart tarihinde Millî Eğitim
Komisyonunda yaşanan talihsiz olaylardan dolayı bir kez daha üzüntülerimi ifade
etmek istiyorum. Bu konuda, Sayın Başbakanın, yaşanan bu kaba kuvvet, fiziki
baskı ve şiddeti işaret ederek “Hangi dilden anlıyorlarsa o dilden
konuşacağız.” gibi talihsiz bir ifade kullanmasını da kınıyorum. Sayın
Başbakanın, hukuk devletinde, İç Tüzük’ün gereğini,
yasanın dilini konuşmak gibi bir mecburiyeti vardır. “Göze göz, dişe diş”
türünden bir anlayışın demokratik devlette yeri yoktur. Kaba kuvvet, fiziki güç
gösterisini kısasa kısas mantığı içinde değerlendirmek yanlıştır. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kaba kuvvetle kavga alanı olmaktan çıkartılması, her şeyden
önce Sayın Başbakanın görevidir. Bunun için ilk yapılması gereken şey de
gerilim artırıcı konuşmalardan kaçınmaktır. İktidar yetkililerini, demokrasi
adına, sorumluluk içinde davranmaya davet ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Yeniçeri.
Sayın Şandır…
10.-
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, 14 Mart Tıp
Bayramı’na ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak, sağlık sektörünün, başta doktorlar olmak üzere tüm hastane
çalışanlarımızın Tıp Bayramı’nı, tıp gününü yürekten kutluyoruz. Sorunlarını
biliyoruz ve her zeminde dile getirmeye çalışıyoruz. Ümit ederiz ki siyasi
iktidar da bu konuda, sorunları ertelemeden, çözümlerini Meclise getirir, ortak
akılla, uzlaşarak buradan bu sorunların çözümü için hukuk çıkartırız. Tıp
bayramlarının her defa sorunların konuşularak kutlanması Türkiye’ye
yakışmamaktadır. Bu sorunlar bilinmektedir. Bu sorunların çözümü konusunda
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, başta siyasi iktidar olmak üzere hepimizin
ortak sorumluluğu bulunmaktadır.
Ama her şeye rağmen, Tıp Bayramı
dolayısıyla tüm sağlık sektörü çalışanlarını yürekten kutluyorum ve tüm
ülkemize sağlıklar diliyorum efendim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Sayın Düzgün…
11.-
Tokat Milletvekili Orhan Düzgün’ün, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
ORHAN DÜZGÜN (Tokat) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sağlıktaki her türlü olumlu gelişmenin
Hükûmete, olumsuz her türlü gelişmenin de hekimlere yazıldığı bir dönemden
geçiyoruz. Bu vesileyle, ben bütün bu hekimlerin uğradığı şiddet olaylarını
yüce kürsünüzden kınıyorum. Bilinmesini istiyorum ki hekim meslektaşlarım,
bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da hastalarına en iyi hizmeti vermeye
devam edecekler.
Bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak
onların her türlü demokratik mücadelesinin yanında olacağımızı belirterek Tıp
Bayramlarını kutluyorum, hepsini sevgi ve özlemle kucaklıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Düzgün.
Sayın Dinçer…
12.-
İstanbul Milletvekili Celal Dinçer’in, Kızılay Genel Müdürlüğü Kartal Hastanesi
yönetiminin Kartal Şubesine bırakılması gerektiğine ilişkin açıklaması
CELAL DİNÇER (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, ben de tüm sağlık
çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyorum.
Kartal’da Kızılay Şube Başkanlığının
büyük emeklerle yaptırdığı bir hastane var. Gerçekten fakir
bir bölge. Buradaki insanlar çok ucuz ve sağlıklı, kaliteli sağlık
hizmeti almakta. Ancak Kızılay Genel Müdürlüğü gerekçesiz bir şekilde bu
hastanenin yönetimine el koydu, Şube yönetiminin elinden aldı. Şimdi o bölgede
konuşulan “Bu hastane iktidara yakın bir sağlık grubuna peşkeş çekilecek.”
Ben bu konunun dikkate alınmasını,
Sayın Sağlık Bakanı ve diğer yetkililerin bu konu üzerinde durmasını, halka
hizmet edecek bu hastanenin tekrar Kızılaya
devredilmesini, Kızılay üzerinde kalmasını istirham ediyorum. Aksi takdirde,
çok yanlış bir uygulama olacak. Tıp Bayramı gününde bunu hatırlatmak istiyorum.
Teşekkürler sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dinçer.
Sayın Hamzaçebi…
13.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin
açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına tüm hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramı’nı kutluyorum.
Türkiye’nin, toplumumuzun sağlık güvencesine sahip olduğu ve sağlık güvencesine
sahip olan vatandaşlarımızın da sınırsız bir şekilde sağlık hizmetlerinden
yararlandığı bir Türkiye’yi diliyorum.
Tıp Bayramı nedeniyle burada konuşmalar
yapılırken bu konuşmaları dinlemek için Hükûmetten bir bakanın buraya teşrif
etmiş olmamasını da, gelmemiş olmasını da bugüne bir saygısızlık olarak
alıyorum.
Biraz sonra Tıp Bayramı nedeniyle
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak Genel Kurulun bilgi ve takdirine
sunacağımız önergenin görüşülmesi sırasında Sağlık Bakanının burada olması
dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Hamzaçebi.
Sayın Baluken…
14.-
Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, 14 Mart Tıp
Bayramı’na ilişkin açıklaması
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
İnsanlığın varoluşundan bugüne kadar en
kutsal emeği insanlığın hizmetinde kullanan tüm hekimlerimizin ve sağlık
çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı Barış ve Demokrasi Partisi adına ben de
kutluyorum.
Her geçen gün büyüyen sorunların çözümü
için Meclisin daha duyarlı olması çağrısını partimiz adına yapmak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.
Sayın milletvekilleri, son 2
milletvekilimize söz vereceğim. Bundan sonra sisteme girmemenizi rica edeceğim
bu konuyla ilgili.
Buyurunuz Sayın Bahçekapılı.
15.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, 14
Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de AK PARTİ Grubu olarak bütün
hekimlerimizin ve sağlık alanında çalışan tüm çalışanların Tıp Bayramı’nı
kutluyorum, hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Bahçekapılı.
Son olarak, Sayın Üçer…
16.-
Van Milletvekili Özdal Üçer’in, 14 Mart Tıp Bayramı
ve Kütahya’da Kürt işçilere yapılan saldırıya ilişkin açıklaması
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Ben de bütün sağlık emekçilerinin Tıp
Bayramı’nı kutluyorum. Gelecekte daha güzel bir yaşamı yaşama dileğiyle hepsine
sevgi ve saygılarımı iletiyorum.
Ayrıca, bugün Kütahya’da Kürt işçilere
yönelik yapılan saldırıyı kınıyor, Hükûmet yetkililerinin, orada saldırıya
uğrayan Vanlı depremzedeye, Çelebibağı beldesinde
yaşamakta olup da oraya işçilik için giden emekçilere sahip çıkmasını, güvenlik
güçlerince kollanması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Yapılan faşist saldırıyı
da kınıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Üçer.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığına Genel Kurula sunuşları
vardır.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına
dair bir önerge vardır, okutuyorum:
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Önergeler
1.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/1038) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/31)
13.03.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sözlü
sorular bölümündeki 6/1038 sıra sayılı sözlü soru önergemi geri almak
istiyorum.
Gereğini
saygılarımla arz ederim.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
üç önerge vardır, okutuyorum:
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 19 milletvekilinin, tarım ve hayvancılıkla
uğraşan üreticilerin içinde bulunduğu sorunların; çiftçilerin üretim
sıkıntılarının giderilmesine, üretilen ürünlerin değerlendirilmesi ve
pazarlanmasına yönelik çözümlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/191)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizdeki
tarım ve hayvancılıkla uğraşan üreticilerin, içinde bulunduğu sorunların
araştırılarak, çiftçimizin üretim sıkıntılarının giderilmesine, üretilen
ürünlerin değerlendirilmesi ve pazarlanmasına yönelik çözümlerin araştırılıp,
alınması gereken tedbirlerin tespit edilmesi ve bunlara ilişkin yapılacak
düzenlemelerin ele alınabilmesi için Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Gerekçe:
Dünya üzerinde, toplumların giderek
artan ve çeşitlenen gıda maddeleri taleplerinin karşılanamaması, tarıma dayalı
sanayiler aracılığıyla millî gelir, ihracat ve istihdama olan katkısı,
biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengeye olan
faydaları nedeniyle tarım, tüm ülkeler için çok önemli ve stratejik bir sektör
olmaktadır. Son yıllarda yaşanan küresel kuraklık, birçok ülkeye tarımın
stratejik bir sektör olduğunu yeniden hatırlatmış ve bilinçli ülkeler, tarım
politikalarını, ülkemizin aksine, liberal söylemler ve piyasa şartlarına göre
değil, bu gerçekliğe göre değiştirmişlerdir.
Ülkemiz tarımı uygulanan ekonomik
politikaların yanlışlığı ve yaşanan iklim değişiklikleri nedeniyle 2007 yılında
kırmızı alarm verecek ölçüde küçülmüştür. Küresel ısınma, kuraklık, girdi
maliyetlerinin yüksekliği ve gıda fiyatlarının yükselmesi, Türkiye'nin aylardan
beri en çok konuştuğu konuların başında gelmektedir. Topraktan elde ettiği
üretimle kendi kendisine yetebilen ülkemizi, kuraklık ve küresel ısınmanın
yanında, Hükûmetin uyguladığı politikalar nedeniyle çok ciddi tehlikeler
beklemektedir. Tarımla ilgili bütün uzmanlar da "Türkiye topraklarının
önemli bölümü çöl haline gelecek" diyerek, bu kötü tablo karşısında
hepimizi uyarmaktadırlar. Bu öngörünün ilk somut görüntüleri İç Anadolu’da ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kendisini açıkça göstermektedir. Susuzluk ve
kuraklığın yanı sıra, mazot, gübre, tohum ve zirai ilaçların fiyatlarındaki
aşırı artışlar nedeniyle, Türkiye tahıl, sebze ve meyve üretiminde çok ciddi
sıkıntılar yaşamakta iken, sulanabilir araziler de çiftçilerimizin enerji
borçlarından dolayı elektrikleri kesildiğinden sulanamamakta, devlet çiftçiye
nefes alma şansı bırakmamaktadır. Türkiye Ziraat Odaları Birliğinin 2008 Buğday
raporuna göre son yıllarda ülkemizdeki buğday ekim alanları % 10 civarında
gerileyerek 9,4 milyon hektardan 8,5 milyon hektara düşmüş, Türkiye geçmişte,
önemli miktarda buğday ve un ihracatı yaparken dünyada fiyatların tavan yaptığı
2007 yılında büyük miktarda buğday ithal etmek zorunda kalmıştır.
Benzer sorunların hayvancılık
sektöründe de yaşandığı bilinen bir gerçektir. 1980'lerin başında Türkiye'de 16
milyon adet büyükbaş hayvan bulunduğu tahmin edilirken bu rakam günümüzde 10
milyonun altına inmiştir. Sadece büyükbaş hayvanlarda değil, diğer hayvan
türlerinde de gerileme yaşandığı bilinmektedir. Üreticilerimiz, maliyetlerdeki
aşırı artışlar nedeniyle, ürettikleri ürünleri maliyetlerin altında satmak
zorunda kalmış, buna çeşitli hastalıklar gibi sorunlar da eklendiğinde her
geçen gün üretimden uzaklaşmışlardır.
Hükûmet, uyguladığı yanlış tarım
politikaları sonucu, iyi kötü kendini idare edebilen ve geçimini temin eden
çiftçilerimizi iflasa sürükleyip, devlete olan borçlarından dolayı her şeyini
haciz edip, üretim yapamaz hale getirmiştir. Çiftçimize köyünü ve toprağını
bıraktırarak, şehirlerimizdeki milyonlarca işsizler ordusuna yeni milyonlar
eklenmesine sebep olmaktadır.
Yukarıda açıklanan sorunların çözümü
için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılması
gerekmektedir.
1)
Mehmet Şandır (Mersin)
2)
Ali Uzunırmak (Aydın)
3)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
4)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
5)
Enver Erdem (Elâzığ)
6)
Alim Işık (Kütahya)
7)
Ali Öz (Mersin)
8)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
9)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
10)
Zühal Topcu (Ankara)
11)
Mehmet Günal (Antalya)
12)
Mustafa Kalaycı (Konya)
13)
D. Ali Torlak (İstanbul)
14)
Oktay Öztürk (Erzurum)
15)
Celal Adan (İstanbul)
16)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
17)
Erkan Akçay (Manisa)
18)
Emin Haluk Ayhan (Denizli)
19)
Atila Kaya (İstanbul)
20)
Emin Çınar (Kastamonu)
2.-
Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 20 milletvekilinin,
özelleştirme uygulamalarının öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuzlukların,
özelleştirmeden kaynaklanan ekonomik ve sosyal sorunların ve çözüm yollarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/192)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizdeki özelleştirme
uygulamalarının öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuzlukların araştırılması,
değer tespiti ve ihale bedellerinde yapılan yanlışlıkların belirlenmesi,
özelleştirmeden kaynaklanan ekonomik ve sosyal sorunlar ile özelleştirme
gelirlerinin nasıl değerlendirildiğinin tespiti, uygulamadaki eksikliklerin
giderilmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi ile yolsuzluk iddialarının
araştırılması amacıyla, Anayasamızın
98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
Gerekçe:
Özelleştirme; üretimi, yatırımı, dış
ticareti, altyapıyı, sanayileşmeyi, teknolojiyi, kalkınmayı, başka bir ifadeyle
ülkenin özellikle geleceğini yakından ilgilendiren önemli bir konudur. Ve
1980'den itibaren de ülke gündemindedir. Ancak özelleştirme ülkemizde yeterince
yukarıda sayılan amaçlara hizmet edecek şekilde uygulanmamaktadır.
Ülkemizde yapılan özelleştirme
uygulamaları, yönteminden rayiç bedeline ve belirlenen değerine, alıcıların
yerli-yabancı olmasından istihdamı daraltmasına, gelirlerinin bütçeye yama
yapılmasına kadar hemen hemen her dönemde, tartışma konusu olmuş, özelleştirme
uygulamalarında özellikle yolsuzluk ve yandaşlara yok pahasına peşkeş çekildiği
iddiaları ayyuka çıkmıştır. Özelleştirme uygulamalarından kaynaklanan çok
sayıda usulsüzlük bulunduğu haberleri zaman zaman gazete manşetlerinde yer
alırken, Anayasa Mahkemesi kararlarına da konu olmuştur.
Uygulanan özelleştirme politikalarının
en sakıncalı yönü, ne pahasına olursa olsun anlayışıyla hareket edilerek, keyfî
davranılmasıdır. Yerli yabancı ayırımı iyi yapılmadan, stratejik özelliklerine
bakılmadan yapılan özelleştirmeler çok daha büyük sorunları, sıkıntıları
beraberinde getirmiştir. Stratejik tesislerin özellikle yabancılara satışı ise,
başlı başına bir araştırma konusu olmalıdır.
Özelleştirme uygulamalarının maddi
boyutunun yanı sıra, özelleştirilen kurumlardaki çalışanların durumu da ülke
gündeminin başında gelen konulardan biridir. Buna en yakın örnek Tekel
işçilerinin durumudur. Özelleştirilen kuruluşlarda çalışan işçi ve personelin
durumu kıdem ve ihbar tazminatları, sosyal yardım zamları, diğer kamu
kurumlarına devredilmeleri gibi, konularda mağdur edilmemeleri son derece
önemlidir.
Özellikle son yıllarda yapılan
özelleştirme uygulamalarının ardından, özelleştirilen kurumlardaki personelin
4/C statüsüne alınması ayrı bir mağdur kesim yaratmıştır. Özelleştirilen kurum
ve kuruluşlardaki personelin diğer kurumlara kadrolu geçirilmesi gerekirken, ne
işçi ne de memur statüsü taşımayan 4/C'li personel
sosyal hakları özlük ve maaşları bakımından hak gaspına uğramaktadırlar.
İşte tüm bu nedenlerle ülkemizdeki
özelleştirme uygulamalarının öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuzlukların
araştırılması, değer tespiti ve ihale bedellerinde yapılan yanlışlıkların
belirlenmesi, özelleştirmeden kaynaklanan ekonomik ve sosyal sorunlar ile
özelleştirme gelirlerinin nasıl değerlendirildiğinin tespiti, uygulamadaki
eksikliklerin irdelenmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi ile,
yolsuzluk iddialarının araştırılması amacıyla, Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104
ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması
gerekmektedir
1)
Alim Işık (Kütahya)
2)
Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
3)
Ali Uzunırmak (Aydın)
4)
Mehmet Erdoğan (Muğla)
5)
Ali Öz (Mersin)
6)
Enver Erdem (Elazığ)
7)
Emin Haluk Ayhan (Denizli)
8)
Seyfettin Yılmaz (Adana)
9)
Zühal Topcu (Ankara)
10)
Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
11)
Sümer Oral (Manisa)
12)
Bülent Belen (Tekirdağ)
13)
Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
14)
Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
15)
Necati Özensoy (Bursa)
16)
D. Ali Torlak (İstanbul)
17)
Celal Adan (İstanbul)
18)
Erkan Akçay (Manisa)
19)
Emin Çınar (Kastamonu)
20)
Oktay Öztürk (Erzurum)
21)
Atila Kaya (İstanbul)
3.-
Van Milletvekili Özdal Üçer ve 21 milletvekilinin,
Türkiye'de eğitim fakültelerinden mezun olan öğrencilerin istihdamına yönelik
Millî Eğitim Bakanlığının politikalarının ve eğitim sistemindeki sıkıntıların
ve ihtiyaçların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/193)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye'de eğitim fakültelerinden mezun
olan öğrencilerin istihdamına yönelik Millî Eğitim Bakanlığının politikalarının
irdelenmesi ve eğitim sistemindeki sıkıntıları, eğitim sisteminin
eksikliklerini ve ihtiyaçlarını araştırmak amacıyla Anayasanın 98. TBMM
İçtüzüğünün 104. ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını
arz ederiz.
Gerekçe:
Türkiye'de 2011 itibariyle 172
üniversite vardır. Bunlardan 105'i devlet üniversitesi, 61'i vakıf
üniversitesi, 6 tanesi de vakıf meslek yüksekokuludur. Bu sayı her geçen gün
artmaktadır ve buna paralel, üniversitelerden mezun olan öğretmen adayları da bu
oranda artmaktadır. Millî Eğitim Bakanının açıklamalarına göre bu yılki
öğretmen açığı 150 bindir. Bu sayı bağımsız kurum ve kuruluşlara göre 300 binin
üzerindedir. Atama bekleyen öğretmen sayısı da 350 bini aşmış durumdadır.
Öğretmen ihtiyacının yüksek olduğu ülkemizde, eğitim sistemine ve eğitim
emekçilerine gereken önem verilmemiştir. Toplumun en etkili yapılarından biri
olan eğitim sistemi, mali politikaların kurbanı yapılmakta ve çocuklarımızın
eğitimi aksatılmaktadır.
OECD'nin Türkiye ile ilgili “eğitim”
raporuna baktığımızda, OECD ülkelerinde ilköğretimde derslik başına düşen
öğrenci sayısı 21,6, bu rakam Avusturya'da 19,3, Danimarka'da 19,6,
Yunanistan'da 16,8, İtalya'da 18,7’dir. "Türkiye'de ise ilköğretimde
derslik başına düşen öğrenci sayısı 32'dir. Bu rakam İstanbul'da 46, Ankara'da
36, Bursa'da 38, Adana'da 39, Van'da 45, Şanlıurfa'da 53'tür." OECD
ülkelerinde ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21,6 iken, bu
sayının Türkiye'de 32 olduğu açıklanmıştır. OECD ülkelerinde öğrenci başına
yapılan harcama ilköğretimde yıllık 6 bin 741 dolar, Türkiye'de ise bin 130
dolardır.
Ayrıca Türkiye İstatistik Kurumunun
(TÜİK) verilerine göre; ülkemizde okuma yazma bilmeyenlerin sayısı 4 milyon 640
bin'dir. Bu sayı okuma yazma öğrenecek yaştakilerin %
7.68'ine denk gelmektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin içinde kadınların oranı %
79.98'dir. Bu verilerden de anlaşılmaktadır ki Türkiye'de eğitime gerekli önem
verilmemekte ve eğitim sistemi toplumun ihtiyaçlarına cevap olamamaktadır.
Eğitim faaliyetleri, yeterli öğretmen olmadığından aksamakta, nitelik düşmekte
ve çalışan öğretmenlerin iş yükü her geçen yıl artmaktadır. Millî Eğitim
Bakanlığı ise bu sorunu, ticari kâr hamlesi ile ücretli öğretmen çalıştırarak
çözümden çok, çözümsüzlüğe doğru sürüklemektedir. Eğitimi ticarileştiren bu
uygulamanın psikolojik yansımalarını da unutmamalıyız.
Bir taraftan ilköğretim ve
ortaöğretimdeki teknik ve müfredat konularındaki eksiklikler, merkezî
sınavlarda ortaya çıkan skandallar, üniversitelerin kurumsal sorunları, diğer
tarafta belirsizlik içinde çırpınan fen-edebiyat fakülteli mezunlar ve
yıllardır atanamayan öğretmen adayları... Bunların toplamında ortaya çıkan
ortak sonuç, şüphesiz artan işsizlik olurken, okumanın ve diploma sahibi
olmanın işe yaramadığı bir Türkiye gerçeği ile yüz yüze kalmaktadır. Türkiye'de
eğitim sistemine ayrılması gereken ödeneklerin, eğitimdeki ihtiyaçların göz
önünde bulundurularak hesaplanmasının sağlanması ve eğitim sisteminin ekonomik
merkezli sıkıntılarının giderilmesi için gerekli önlemlerin alınması aciliyet arz etmektedir. Ataması yapılmayan öğretmenlerin
mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik Millî Eğitim Bakanlığının, bir an önce
gerekli çalışmaları yapması gerekmektedir.
1)
Özdal Üçer (Van)
2)
Pervin Buldan (Iğdır)
3)
Hasip Kaplan (Şırnak)
4)
Sırrı Sakık (Muş)
5)
Murat Bozlak (Adana)
6)
Halil Aksoy (Ağrı)
7)
Ayla Akat Ata (Batman)
8)
İdris Baluken (Bingöl)
9)
Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10)
Emine Ayna (Diyarbakır)
11)
Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12)
Altan Tan (Diyarbakır)
13)
Adil Kurt (Hakkâri)
14)
Esat Canan (Hakkâri)
15)
Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16)
Sebahat Tuncel (İstanbul)
17)
Mülkiye Birtane (Kars)
18)
Erol Dora (Mardin)
19)
Demir Çelik (Muş)
20)
Nazmi Gür (Van)
21)
Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
22)
İbrahim Binici (Şanlıurfa)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra da oylarınıza sunacağım.
VII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
(10/118) esas numaralı, hekim ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olayları hakkında Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 14/3/2012 Çarşamba günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu; 14.03.2012 Çarşamba
günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19
uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımızla arz
ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (Hekim ve diğer sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet olayları hakkında); 10/118 Esas Numaralı Meclis
Araştırma Önergesinin görüşmesinin, Genel Kurul’un 14.03.2012 Çarşamba günlü
(Bugün) birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN
– Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehine Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcı.
Buyurunuz Sayın Atıcı. (CHP
sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hekimlere ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının nedenlerinin
araştırılması, çözüm yollarının bulunması ve şiddeti önleyici politikaların
oluşturulması amacıyla Meclis araştırması ile ilgili teklifimizin lehine söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün 14 Mart Tıp
Bayramı. Hekimlerin çok büyük bir kısmı buruk bir bayram yaşıyor çünkü
mesleklerini değersizleştiren, her fırsatta kendilerine saldıran ve sürekli
baskı uygulayan bir Bakan tarafından yönetiliyorlar. Keşke Bakan burada olsaydı
da bu sözlerimizi dinleseydi ve sağlığa en azından şeklen de olsa önem
verdiğini gösterseydi. Aslında, hekimleri kahreden sadece bu değil, hekimlerimizi
kahreden, Bakanın bir hekim olması. Ben her şeye rağmen Tıp Bayramı’nı
kutluyorum, sağlık çalışanları önünde de saygı ve minnetle eğiliyorum.
Değerli arkadaşlar, bayramlar onu
kutlayanları birbirine sıkıca bağlayan ve umutları diri tutan günlerdir. Bugünlerde
birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları en üst düzeye erişir. “Hekimlerin oldukça sıkıntılı günlerden
geçtiği bu dönemde bayram kutlaması da neyin nesi?” diye düşünenler olabilir.
Biz tam tersini düşünüyoruz. Tıp öğrencileri, pratisyen hekimler, asistan
hekimler, uzman hekimler, öğretim üyeleri ve tüm sağlık çalışanları el ele
verip, bayramımızı zehir etmeye çalışanlara inat, 14 Mart Tıp Bayramı’nı
coşkuyla kutluyoruz. Birbirimize kenetlenerek önce halkımızın sağlığını, sonra
da hekimlerin özlük hakları üzerinde oynanan çirkin oyunları bir bir açığa çıkarıyor ve halkımızı bugün de
bilinçlendiriyoruz. Bu durumun tabii ki sağlıkta oynanan oyunun senaristleri ve
başrol oyuncularının da hoşuna gitmediğini çok iyi biliyoruz.
Değerli milletvekilleri, şiddet
konusunu niye işliyoruz? Çünkü şiddet önlenebilir bir durumdur. Bu nedenle bu
konuya dikkat çekmenin işe yarayacağını düşünüyoruz. AKP Hükûmetinin “Sağlıkta
dönüşüm” adıyla yürüttüğü sağlık politikası yerleştikçe sağlık çalışanlarına
yönelik fiziksel, sözlü, psikolojik ve ekonomik şiddet olayları giderek
artmakta ve bu konudaki haberler yazılı ve görsel basında giderek artan sayıda
yer almaktadır. Tabip odalarına ve diğer sağlık meslek kuruluşlarına başvurarak
şiddete uğradığını bildiren ve destek isteyen sağlık çalışanı sayısı çığ gibi
büyümektedir.
Bakın, son üç yılda her şeye rağmen,
her şeyi göze alarak tabip odalarına veya meslek örgütlerine başvuran, “Şiddete
uğradım.” diyen hekim sayısı üç sene önce 26, daha sonra 50, daha sonra 84.
Neredeyse 3 katını geçmiş. Ama şöyle bir çalışma da var: Yurt içinde ve yurt
dışında bütün çalışmalar, bu tür durumlarda bildirilen vaka sayısının buz
dağının sadece görünen bir parçası olduğunu ve aslında sayının çok çok daha
yüksek olduğunu söylemektedir.
Ne yazık ki Sağlık Bakanının ve zaman zaman
Başbakanın ucuz politikalarla gerçekleri
saptırarak ve sağlık çalışanlarını hedef göstererek yaptıkları konuşmalar,
sağlık alanında yaşanan sorunları sağlık emekçilerine mal etmiştir. Şiddete
maruz kalan ve sürekli olarak şiddete uğrama korkusuyla yaşayan sağlık
çalışanlarının, özellikle de hekimlerin çalışma şevkleri kırılmıştır. Hepinizin
bir gün hasta olabileceğini ve bu hekimlere muayene olabileceğinizi de
hatırlatmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yanlış politikalarla
-dikkat edin, buranın altını çiziyorum- sağlık gibi bir konuda kişisel ve
siyasi çıkarlar uğruna kalitesizleştirilen sağlık hizmetlerinin faturası her
zaman hekime yüklenmeye çalışılmıştır. Sağlığı ve hekimleri siyasetin oyuncağı
hâline getirerek yıpratmaya çalışanlar, mesleğimizin onurlu geçmişine bakarak
yaptıklarından utanmalıdır, hele bunlar hekimse, hele bunlar yöneticisiyse
iyice utanmalıdır. Kim bilir belki de bu saldırılar bir amaca yönelik
yapılmaktadır, belki de bu kişiler, Çanakkale Savaşı’nda aynı sınıftaki tüm tıp
öğrencilerinin şehit olmayı onurlu bir görev sayacak kadar cesur olmalarından
korkmuşlardır. Kim bilir belki de bu kişiler, cumhuriyet döneminde hekimlerin
Atatürk’ün…
Sayın Bakan, izin verir misiniz
konuşmama devam etmem için.
Kim bilir belki de cumhuriyet döneminde
hekimlerin Atatürk’ün yanında yer alarak üniversite ve sağlık devrimlerini
gerçekleştirmiş olmaları bazı çevreleri, bu kişileri ürkütmüş ve hekimleri
hedef hâline getirmiş olabilir. Hekimler daima bilim önderliğinde yürümekte ve
aklını kullanmasını bilmektedirler. Deneyimleri arttıkça erdemleri de artan ve
halk tarafından da sevilen sayılan hekimler, gerici akımlar karşısında dimdik
ayakta durmuştur. Kim bilir belki de bu yöneticileri korkutan ve bilinçli bir
şekilde hekimleri yıpratmaya sevk eden durum budur.
Başta performansa dayalı ek ödeme
sistemi olmak üzere Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın diğer başlıkları konusunda
çalışanların artık güven duygusu kalmamıştır, aidiyet duyguları zayıflamıştır,
motivasyonları sürekli düşmüş ve “defansif tıp
uygulamaları” adına verdiğimiz yani tabiri caizse “korkak tıp uygulamaları”
dediğimiz bir tutum geliştirmişlerdir. Yani sağlık çalışanları, hekimler artık
bu uygulamalar nedeniyle hastaya dokunmaktan korkar hâle gelmişlerdir. O yüzden
artık hastalardan bol miktarda tetkik istemekte ve kafalarında sağlık yerine
şiddet, “Acaba şiddete uğrar mıyım, acaba birileri beni azarlar mı?” diye
düşünceler ortaya çıkarmıştır.
AKP İktidarının ürünü sağlıkta şiddet,
bilimsel kongre ve sempozyumların bile konusu olmuştur
değerli arkadaşlar. Hatta Sağlık Bakanı bu kongrelere, bu sempozyumlara
da katılmıştır. Umarım bir şeyler öğrenmiştir bu sempozyumlardan.
AKP İktidarı “Sağlıkta Dönüşüm” adıyla bir masal uydurmuş
ve dokuz yıldır bu masalı bitirememiştir. Ülkenin tamamını ilgilendiren ve sağlık gibi önemli
bir konuyu dönüştürmeye çalışan bu Hükûmet ve bu hükûmetler, kanun hükmünde
kararname denilen, KHK denilen ucube mevzuatlarla işleri yürütmeye
çalışmışlardır. Kanun hükmünde kararname yani KHK’nın bizdeki açılımı ise
kanunsuz, hukuksuz ve keyfî uygulamalardır. Tabiri caizse Bakan, sağlıkla
kafasına göre oynamakta ve deneme yanılma yöntemiyle bir şeyler yapmaya
çalışmaktadır.
Bakın, Sağlık Bakanının
tutarsızlıklarıyla ilgili birkaç örnek vereceğim. Bu örneklerin de hepsinin
doğrudan şiddete neden olduğunu sizlere anlatmaya çalışacağım.
Bakın, bu hükûmetler, AKP hükûmetleri
mecburi hizmeti kaldırdılar. Çok iyi, tebrik ettik, güzel bir iş yaptılar. Çok
kısa bir süre sonra tekrar getirdiler. Bir baktık ki AKP Hükûmeti sevk
zincirini koymuş. Çok güzel, tam bizim istediğimiz gibi, tam bütün hekimlerin
istediği gibi birinci, ikinci, üçüncü basamak sevk zincirleri oluşacak, güzel
ama bir de baktık ki sevk zincirleri tekrar ortadan kaldırıldı ve gerçekten ortada
büyük bir kargaşa var. Bu kargaşa çıktıkça Hükûmet ha bire mevzuat
değiştiriyor. Mevzuat değişikliklerinin sayısı ve içeriği artık Bakanlık
bürokratları tarafından bile bilinmez hâle geldi. Artık sorulan sorulara hiçbir
şekilde cevap alamıyoruz. Her şey karmakarışık bir duruma geldi, bu da şiddeti
arttırıyor.
Bakın,
bu Hükûmet halkın sağlığı konusunda yaptığı düzenlemeler Danıştay tarafından
iptal edilince hemen kanun çıkarıyor, kanun da Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilince, yani insan biraz durup “Yahu, ne oluyor, niye benim her
çıkardığım şey iptal ediliyor, nerede yanlış yapıyorum?” diye düşüneceğine,
gözümüzün içine baka baka, hiç utanmadan Meclisi baypas ederek bir kanun
hükmünde kararname denilen saçmalıklara imza atıyor.
Bakın, bu Hükûmet başka ne yaptı:
“Doktorla hasta arasındaki para ilişkisini keseceğiz.” dedi. Çok mutlu olduk,
gerçekten hoşumuza gitti bu uygulama ama bir de baktık ki kendisi hastayla
hekim arasında, hastane arasında bir para ilişkisi kurdu ve âdeta bütün
hastalardan bıçak parası almaya başladı, bütün hastalardan. Hangi sağlık
kuruluşuna giderseniz gidin, istisnasız, bıçak parası ödemeden, en az 5 lira
ile başlayıp bu 40 liraya kadar çıkan bir ödeme yapmadan kimse dışarı
çıkamıyor. Yani “Cebine nüfus kâğıdı koyan hastaneye gitsin.” diyen Sağlık
Bakanı, şimdi “Aman ha, para cüzdanınızı da unutmayın.” diyor çok net bir
şekilde.
Değerli arkadaşlar, görüldüğü gibi
şiddet kendi kendine oluşmamıştır, tam dokuz yıldır şiddet üretilmektedir.
Sayın Bakan “Şiddet bizzat benim sorunumdur, bu konuyu himayem altına aldım.”
demiştir. Ben de buradan sesleniyorum: Sayın Bakan, ne olur bu şiddeti himayen
altından çıkar. Bunu himayenizde tutmayın çünkü gerçekten siz himaye ettikçe
şiddet azıyor.
Peki, biz bu şiddete, hekimlere, sağlık
çalışanlarına yönelik şiddete dur diyebilecek miyiz? İşte, size bir önerge
getirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.
AYTUĞ ATICI (Devamla) – Teşekkür ederim
Başkanım.
Ben şimdi bakacağım, hekim milletvekilleri
acaba ne yapacaklar? “Acaba hekimlere yönelik şiddet konusu araştırılsın mı?”
diye Sayın Meclis Başkanı sorduğu zaman “Hayır, araştırılmasın.” diye el
kaldıran kaç tane hekim olduğunu ben bizzat buradan seçeceğim, göreceğim ve
inanın sizleri her yerde şikâyet edeceğim.
Umudum azalıyor, giderek azalıyor çünkü
Mecliste sık sık şiddet sahnelerinin yaşanması bu öneriyi destekleyeceğiniz
ümidimi azaltıyor. Dün Sivas’ta Sivas katliamının duruşması sonrasında son
derece mülayim halkın üzerine âdeta biber gazı bombardımanı yapılması “Şiddete
hayır.” diyeceğiniz ümidini bende giderek giderek
azaltıyor ama yine de içinizde vicdanlı olanlar var, içinizde hekimler var.
Gelin, bu öneriye destek verin, 400 bin sağlık çalışanını şiddetten koruyalım;
hiç olmazsa 14 Martta böyle bir karara bu Meclis imza atsın. Gelin, bu tasarıyı
destekleyelim, hepimiz sizi alkışlayalım.
Çok teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.
Aleyhine,
Mersin Milletvekili Ali Öz.
Buyurun Sayın Öz.
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün, hepimizin bildiği gibi 14 Mart Tıp Bayramı. Önce “Beni Türk hekimlerine
emanet ediniz.” diyen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve ahirete intikal eden
tüm Türk tabiplerini huzurlarınızda rahmetle ve şükranla anıyorum.
Değerli Konuşmacının da ifade ettiği
gibi, hekimlere şiddet uygulaması son yıllarda giderek, günden güne
artmaktadır. Bunu özellikle medyada yakinen hepimiz takip etmekteyiz.
Tabii ki 14 Martın Tıp Bayramı olarak
ilan edilmesinde Türk tabiplerinin, Türk hekimlerinin Kurtuluş Savaşı esnasında
“Çanakkale geçilmez” şeklindeki ifadelerinde kendilerini bulan, kendilerine
cesaret veren, burada da ciddi manada mücadele etmiş bir meslek grubundan
bahsediyoruz.
Hekimler, gerçekten, meslek
hayatlarının başlangıcından itibaren birçok zorlukları bu millete olan
güvenleri, sevgileri, onlara olan sadakatleri ve bağlılıkları sayesinde aşmayı
başarmışlardır. Ama üzülerek ifade etmek istiyoruz ki özellikle son yıllarda hekime
karşı şiddet, hekimlere veya sağlık çalışanlarına karşı şiddet günden güne
artmış durumdadır. Tabii ki 14 Mart münasebetiyle aslında hekimlere uygulanan
şiddetten daha fazla, hekimlerin bugünkü durumu, sağlık çalışanlarının
talepleri ve onların ne kadarının karşılanabildiğini konuşmak hepimizin daha
fazla arzuladığı bir durumdur.
Hekimlik
mesleği değerleri, bize yaşamımızı insanlığın hizmetine adamayı, tıbbi
bilgilerimizi insanlık yararına kullanmayı, hastalarımızın sağlığının bizim
için en önde gelen mesele olduğu gerçeğini, mesleğimizi vicdan ve
ağırbaşlılıkla yürütmeyi, din, ulus, ırk, parti politikaları ya da toplumsal
durumla ilgili değerlendirmelerin görevimiz ile hastalarımızın arasına
girmesine izin vermemeyi, sağlık hizmetlerinin sunumunda ve geliştirilmesinde
insanı temel almayı, sağlık hakkının tüm yurttaşlar için doğuştan kazanılmış
bir insan hakkı olduğunu öğretiyor. Bu evrensel meslek ilkeleri gereği
insan hayatını en kutsal değer olarak görmekteyiz. İnsan hayatının en ince
çizgisinde duran, en sıkıntılı vakitlerinde yanında olan, yedi gün yirmi dört
saat hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan isimsiz kahramanlarımız olan hekimlerimiz
adına, hekimlik mesleğinin kutsallığının ve saygınlığının korunması gerektiği
ve bunu hiç kimsenin göz ardı etmemesi ve sıradanlaştırmaya çalışmaması
bilincini herkesin paylaşması gerektiğine inanıyoruz.
Hekimlere uygulanan şiddetin önüne
geçebilmek için toplumun her kesimindeki sorunları çözme adına eğitimin gene en
önemli faktör olduğunu, eğitimin her şeyin önünde geldiğini açık bir şekilde
ifade etmek gerekiyor. Özellikle son yıllarda, hekimlerin kendi aralarında
yapmış olduğu konuşmalarda ve medyada hekimlere uygulanan şiddetin çok fazla
görüntülenmesi, hekimlere yapılan şiddetin bundan sonraki süreçte önlenmesi adına
bir katkı sağlamamaktadır. Sadece hekimlerin vatandaşın önüne atılmış,
gerektiğinde şiddete de maruz kalabilecek, şiddet görmeleri sanki hekimlik
mesleğinin doğası gereği gibi algılanabiliyor olması, tüm hekimlerimizi
gerçekten ciddi manada rahatsız etmektedir.
Bu konuyla alakalı olarak Sağlık
Bakanlığının iki yıl önce yürürlüğe koymuş olduğu bazı tebliğler, özellikle
Acil Servis Tebliği’nin 10’uncu maddesine bakıldığında, bu maddenin acil
servislerin güvenliğiyle ilgili düzenlemelerden oluştuğu görülüyor. Tabii ki
acil serviste çalışan hekimlerimiz ve özellikle Sağlıkta Dönüşüm Politikası adı
altında sağlık çalışanlarının, özellikle acilde görev yapanların üzerine çok
ciddi bir yük getirmiştir. Özellikle vatandaşlarımızın sağlığına ayıracakları,
ceplerinden harcayacakları parayı daha da azaltma adına, acil olmayan
insanların acil servislerde bir yığılma yaptığını, gerçek manada acil olan
insanların bu kalabalık ortamda bazen gerçekten ciddi mağduriyetler yaşadığını
hepimiz biliyoruz. Son uygulamayla, özellikle acil servislerdeki hekim
arkadaşlarımız hastalarla daha fazla karşı karşıya kalmaktadır. Hastalar, acil
durumu nasıl değerlendireceklerini ifade ederken, eczaneye gidip bir reçete
bedelinde yeni koymuş olduğunuz bu farkı ödememe adına, tekrardan acil servise
dönmekte hem orayı meşgul etmekte hem de hangi hastalığın acil olup olmadığını
hekime âdeta yeniden öğretmeye kalkmaktadır. Bu durum, hekimlerimiz adına
gerçekten üzüntü verici bir durumdur.
Değerli milletvekilleri, hekimlik
uygulamasında, tababet uygulamasında özellikle performansa dayalı bir sistemin
tüm hekimlere dayatılmış olması, hekimlere sadece “Ne kadar fazla hasta
bakarsanız, o kadar fazla sayıda puan toplarsanız onun karşılığında maddi bir
gelir elde edersiniz” demek bile, en basitinden, hekimlere yapılabilecek olan
aslında bir nevi diğer bir şiddet örneğidir.
Toplumumuzda günden güne artan kadına
şiddet, özellikle kadın, hanım, bayan arkadaşlarımızdaki hekimlerde de kendini
daha fazla göstermektedir. Toplumumuzda genel manada bir algı var, kadınların
sanki şiddet görmesi erkeklere göre daha doğal gibi algılanıp, orada çalışan
bir bayan hekim arkadaşımız hastayla karşılaşmasını bir iki dakikalık bir
gecikmeye maruz bıraksa çok değişik sözlü ithamlara maruz kalmakta, bir nevi
sözlü bir şiddetin de muhatabı hâline gelmektedir.
Bu Meclisin, özellikle hekimlik
mesleğinin kutsallığını da göz önünde bulundurarak, hekimlere uygulanan şiddet
noktasında çok ciddi şeyler yapması gerektiğine ve buna hekim arkadaşlarımıza
şahsen borçlu olduğuna inanıyorum. Çünkü hekimlik mesleği, gerçekten kutsal bir
meslektir. Sonuçta, karşısındaki sadece acısı olan, ızdırabı
olan insanlara hizmet edebilmenin ötesinde başka bir amacı gütmeyen bir
meslektir.
Şiddet uygulanması, genellikle kamu
hizmetinde çalışan hekim arkadaşlarımıza yapılan istatistiklere göre yüzde 45
olarak belirtilirken, özel sektörde çalışan hekimlerimiz şiddete daha az maruz
kalmaktadır, yüzde 5 oranında.
“Yaşamları boyunca en az bir defa şiddet
içeren bir olaya tanık olduğunu” söyleyen sağlık çalışanı oranı yüzde 96 iken
bunların yüzde 64’ü en az bir defa şiddete maruz kaldığını belirtiyor.
Öte yandan, hekime şiddet uygulayan
grupların, hasta ve hasta yakınları, sağlık idarecileri olduğunu ama özellikle
erkeklerin ezici çoğunlukla şiddet uyguladığını kaydeden araştırma verilerine
göre şu profil çiziliyor: “Şiddet uygulayanların
profilinin yüzde 86’sı hasta ve hasta yakınıdır. Sadece hastaların uyguladığı
şiddetin oranı ise yüzde 6 civarındadır. Sağlık çalışanlarına uygulanan
şiddetin yüzde 14’ü de sağlık idarecileri tarafından gerçekleştirilmektedir.
Şiddet uygulayanların yüzde 92’si erkekler tarafından oluşturulmaktadır.”
Yukarıda belirtilen yüzde 14’lük bölümde, şiddetin, özellikle çalışma ortamı
içerisindeki ast-üst ilişkilerine bağlı olduğunu görmekteyiz.
Türk Tabipler Birliği başta olmak
üzere, meslek örgütlerinin gündeminde hekime yönelik şiddet konusu güncelliğini
korurken meslek örgütleri, üyelerine yönelik şiddeti önleme yönünde ortak
platformlar oluşturarak şiddetin nedenleri, risk faktörleri ve şiddete yönelik
alınacak önlemler konusunda çalışmalarını sürdürüyorlar.
Hekime uygulanan şiddetin bireysel
olmaktan çıkarak genel ve sistematik duruma gelmesi, son yıllarda yaşanan
sürecin değerlendirilmesini zorunlu hâle getirmiştir. Değerlendirme sürecinde
şiddeti “insan doğası gereği” gibi doğal kavramlardan kurtarıp somut gerçekler
üzerine oturtmakta yarar vardır. Bu çerçevede, sağlık ortamında uygulanan
şiddetin birçok kesimin kendi iktidarını, gücünü yaratma ve sürdürme isteğine
bağlı olarak ortaya çıktığının bilinmesi önemlidir çünkü “sağlık ortamında
şiddet” kavramı her ne kadar “toplumsal şiddet” kavramından ayrılmaz ise de
sağlık ortamında, kendi dinamikleri içinde gelişmekte, uygulanmakta ve de
sürdürülmektedir. Burada, siyasi iktidarın isteklerini uygulama durumunda
bulunan bakanlık ve kurumları, hasta ve hasta yakınları, sağlık hizmetinin
sunumunda yer alan hekim ve diğer sağlık çalışanları, şiddet olgusunun
aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sağlık hizmetinin sektör hâline
getirilmesi amacıyla yürütülen Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte, yukarıda
sayılan taraflar arasında önemli karşıtlıklar ve yakınlıklar ortaya çıkmıştır.
Acil servis hekimlerinin sıkça şiddete maruz kalmasının nedeni, iş yoğunluğu,
başvuranların gerginliği ve hepsinin ötesinde “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında
siyasiler tarafından halka vadedilen, acilde sonsuz
hizmet ve hürmet görecekleri masalıdır. Burada gerçekten kendimizi yeniden bir
gözden geçirme gereğimizin olduğu çok açıktır.
Dolayısıyla özellikle hekimlerin
görevleri esnasında hiçbir kesimin maruz kalmasını arzu etmediğimiz şekilde
şiddet olaylarına maruz kalmasının gerçekten ciddi bir sorun olduğu gerçeğiyle
bu Meclis araştırmasının lehinde destek olacağımızı ifade ediyor, yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öz.
(MHP sıralarından alkışlar)
Lehine, Bingöl Milletvekili İdris Baluken.
Buyurun Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Cumhuriyet Halk Partisinin hekim ve
sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hakkında vermiş olduğu araştırma
önergesinin lehinde söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 14 Mart vesilesiyle tekrar tüm
hekimlerimizin ve sağlık emekçilerinin 14 Mart Tıp Bayramı’nı partimiz adına
kutluyorum.
Şimdi, hekimlere yönelik şiddetle
ilgili genel birtakım sorunlara bakarken aslında fotoğrafın bütününe bakıp
sağlık çalışanlarına yansıyan kısmını irdelemenin doğru olduğunu düşünüyorum.
Genel olarak kapitalist sistemin küresel düzeyde uygulamış olduğu neoliberal politikaların Türkiye’deki yürütücüsü konumunda
olan AKP Hükûmetinin, özellikle sağlıkta da yürütmüş olduğu politikalar ile
sağlık çalışanlarını ve hekimlerini tam bir sorunlar yumağı içerisine soktuğu
ve tam bir çıkmaz içerisine soktuğu görülmektedir. Yürütülen neoliberal politikaların genel amacı, yüzde 2’lik bir
zengin kulübü, yüzde 98’lik bir muhtaçlar ordusu yaratmaktır. Bu, toplumsal
kesimlerin tamamında kendi gücünü, kendi hayatını emeğiyle sağlayan orta sınıfı
bir silindir gibi ezen ve orta sınıfın bütün dinamiklerini ya zenginler
kulübüne ya da muhtaçlar ordusuna yönlendiren bir anlayıştır. Burada sağlık
çalışanları için de aynı koşulların söz konusu olduğunu belirtmek istiyorum. Ya
bireyi ve toplumu önceleyen, hastayı önceleyen, etik anlayışı önceleyen bir
yaklaşımla kendi mesleğini icra eden bir hekim profili
ya da bahsettiğimiz noktada yüzde 2’lik ya da yüzde 5’lik zenginler kulübüne
girmek için aşırı kâr hırsıyla piyasalaştırılmış bir sağlık sisteminde
çalıştırılan bir hekimlik profili önümüze çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz,
2004 yılından beri AKP Hükûmeti tarafından yürütülen bir Sağlıkta Dönüşüm
Programı var. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın halkımıza ve hastalara olan
yansımalarını, defalarca bu Meclis kürsüsünde paylaşmıştık. En son yeşil
kartlılara gelir testi uygulamasıyla beraber, artık “paran kadar sağlık” ve
“paralı sağlık” anlayışına geçen bu sistemde ortaya çıkan sistemsel sorunlar,
çok usta demagojik birtakım söylemlerle, maalesef, hekimlere ve sağlık
çalışanlarına yönlendirilmiştir. Sanki sistemin yaşadığı bütün tıkanıklıkların,
bütün sorunların muhatabı hekimlermiş gibi, muhatabı sağlık çalışanlarıymış
gibi kullanılan bir dil ve üslup, maalesef, bugün hekimlere yönelik ve sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetin önünü açmıştır.
Değerli arkadaşlar, bugün “paran kadar
sağlık” anlayışıyla parası olmayanın hastanelere giderken bile artık çekindiği
bir pratik içerisinde, hekimlik, çok fazla para kazanan, ancak kazandığı para
kadar iş üretmeyen, deyim yerindeyse yan gelip yatan bir meslek grubu olarak
topluma takdim edilmektedir. Şimdi, burada temel amacın, bahsetmiş olduğumuz
noktada yürütülen dönüşüm projesiyle ilgili sorunların günah keçisini
belirlemek olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum. Özellikle son günlerde sıkça
hekime yönelik darp olaylarına, hekime yönelik şiddet olaylarına, hatta
hayatını kaybeden hekimlerle ilgili trajedilere tanıklık etmekteyiz. Buradaki
genel yaklaşımın, can kurtarmak için kendi hayatının en güzel yıllarını veren,
kendi vaktinin bütün fedakârlıklarını halkına sunan bir hekimin, eğer darba,
şiddete ve ölüme uğramasıyla ilgili bir tıkanıklık yaşanıyorsa, bu Meclis
tarafından açıklıkla sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Meslek örgütleri tarafından yapılan
araştırmalarda, psikolojik, sözsel veya fiziksel olarak, çalışan hekimlerin her
gün yüzde 30’unun bu travmaya maruz kaldığı
görülmektedir. Travmaya maruz kalan hekimlerin hukuksal süreçlerde hak arama
oranları ise yüzde 40’lar gibi son derece düşük oranlardadır.
Tabii,
buradaki bu düşük oranları şu şekilde algılamak gerekir: Özellikle gerek
halkımız düzeyinde hekime yönelik şiddet olaylarında gerekse idari kamu
görevlilerinin hekime yönelik baskı ve şiddet olayları karşısında Hükûmetin
yeterli bir tavır almaması, Sağlık Bakanlığının yeterli bir tavır almaması ve
deyim yerinde ise bu şiddet olaylarına göz yumması, bahsetmiş olduğumuz şiddet
olaylarını artıran önemli bir etkendir. Son
dönemlerde, burada, Mecliste siyasi etkinliği olan, yakınları bulunan hastane
müdürü tarafından darp edilen doktor haberlerini hepimiz geçen haftalarda
okuduk. Aynı şekilde Diyarbakır’ın bir ilçesinde kadın hekime yönelik
kaymakamın uygulamış olduğu şiddetle ilgili, darpla ilgili herhangi bir yasal
işlemin yapılmadığını, herhangi bir idari soruşturmanın yapılmadığını yine
zaman zaman burada, Mecliste sizlerle birlikte paylaşmıştık. İşte bu tarz
yaklaşımların hekime yönelik şiddetin bir şekilde önünü açan, bir şekilde
meşrulaştıran yaklaşımlar olarak ele alınması gerektiği düşüncesindeyiz.
Değerli milletvekilleri, insanlığın var
oluşundan beri en kutsal emeği ortaya koyan hekimlerin emeği, bugün performans
üzerinden, bugün bonus puanı üzerinden maalesef
metalaştırılarak değersizleştirilmiştir. Burada aslında hekim performansı
yerine Hükûmet performansını sorgulayacak birtakım yaklaşımları açığa çıkarmak
gerekiyor.
Bakın, sadece Van depreminde bu
Hükûmetin performansını defalarca burada sizlerle paylaştık. Enkaz altında
kalan Hükûmetin Van depreminde meydana getirmiş olduğu mağduriyetleri, gerek
Van’da çalışan hekimlerin gerekse Tabipler Birliği ve SES öncülüğünde oraya
gönüllü olarak giden hekimlerin nasıl göğüslemeye çalıştığına hepimiz tanıklık
ettik. Ailesini geçindiren, çocuğunu okutma ve gelecek kaygısı taşıyan
hekimlerin, yaşanan bir doğal afet sırasında nasıl fedakârlıkla çalıştığına
bütün insanlık tanıklık etti.
Bu vesileyle, Van depremi sırasında,
idarecilerin tedbirsizliği yüzünden hayatını kaybeden Japon doktor
Miyazaki’yi de buradan, insanlık adına, şükranla ve
rahmetle anmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün,
ortalama bir hekim maaşı 1.900 TL civarındadır; bunun dışındaki bütün ödemeler,
ek ödeme ve performans sistemi üzerinden değerlendirilmektedir. Bu ek ödeme ve
performansların hiçbirinin emekliliğe bir yansıması yoktur.
Yine, çalışma sırasında böylesi bir
yaklaşım, hekimin hasta olma hakkını, hekimin hastalıktan dolayı rapor alma
hakkını ya da hekimin izin alma hakkını elinden almaktadır.
Belirttiğimiz tüm bu genel yaklaşımlar
ve hekime uygulanan şiddet, maalesef, umutsuzluk içerisinde düş kırıklığı
yaşayan karamsar bir hekim popülasyonu yaratmıştır.
Son yapılan araştırmalarda, hekimler içerisinde ve sağlık çalışanları
içerisinde, gelecekten umutlu olma oranları yüzde 10’un altına düşmüştür.
Mecburi hizmet hiçbir meslek grubunda
yokken hekimlikte zorunlu olarak devrede bulunmaktadır. Mecburi hizmetle
beraber kendi görevini tamamlayan bir hekim, bu sefer zorunlu bir askerlik
kıskacıyla tabii bir şekilde yüz yüze gelmektedir. Buradan, biz, Sayın Bakana
ve Meclise çağrıda bulunmak istiyoruz. En azından, mecburi hizmetin icrası
sırasında hekimin orada ortaya koymuş olduğu çalışma sürelerinin, bu zorunlu
askerlik hizmeti olarak sayılması hususunda bir yasal düzenlemeye ihtiyaç
vardır.
Hekimlik sorunlarını burada tamamen
belirtmek son derece zor, çok uzun bir konuşma süresine ihtiyaç var ancak
pratisyen hekimlerin, aile hekimlerinin, asistan hekimlerin, son sınıftaki intern hekimlerin yaşamış olduğu sorunların bugün çığ gibi
büyüdüğünü burada belirtmek istiyoruz.
Hiçbir meslek grubunda otuz altı
saatlik bir nöbet periyodu yaşanmadığı hâlde, hekimler, asistan hekimler, intern hekimler ve pratisyen hekimler otuz altı saatlik
gayriinsani, insan haklarına aykırı koşullarda nöbet tutmaya zorlanmaktadır. İntern doktorlar karın tokluğuna bile olmadan, deyim
yerindeyse “joker kölelik” şeklinde, yeri geldiğinde hasta bakıcı, yeri
geldiğinde personel, yeri geldiğinde hemşire, yeri geldiğinde asistan doktor
işini görmektedir. En azından intern doktorlarla
ilgili bir asgari ücret ödemesinin yapılmasını bu Meclis bir şekilde kendi
önüne koymalıdır. Biz, performansla ilgili bütün uygulamaların yanlış olduğunu
ve bir an önce eşit işe eşit ücret uygulamasına geçilerek çalışma barışını
sağlayan, iş yeri huzurunu sağlayan, bir hekimin başkasına muhtaç olmadan
onurlu bir şekilde mesleğini icra eden bir düzenlemenin esas alınması
gerektiğini düşünüyoruz. Hiçbir meslek grubunda olmayan icap nöbeti sistemiyle
hekimlerin aslında haftalık kırk saat değil yılda üç yüz altmış beş saat çalışmak
zorunda olduğunu buradan belirtmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi
bağlayınız.
İDRİS BALUKEN (Devamla) – Özellikle
hafta sonu tatilleri, bayram tatilleri, resmî tatiller dâhil olmak üzere icap
nöbeti sistemi ile hekimlerin acil servisten çıkamadığı, yoğun iş temposu,
artan iş yüküyle sürekli boğuşmak zorunda kaldıklarını buradan tekrar belirtmek
istiyorum.
Tüm saydığımız bu olumsuzluklar
nedeniyle her geçen gün artan hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
hakkında mutlaka Meclisin müdahil olması, bir araştırma komisyonu oluşturması
ve sonuçlarına göre birtakım çözüm yaklaşımlarını ortaya koyması gerekmektedir.
Bu nedenle, verilen araştırma önergesi hakkında lehte oy kullanacağımızı
belirtir, hepinize saygılarımızı sunarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Baluken.
Aleyhte,
Uşak Milletvekili İsmail Güneş.
Buyurunuz Sayın Güneş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu, hekimlere
şiddet hakkındaki önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Ben de fedakârca çalışan, başarıyla
çalışmalarına devam eden hem ülkemizde hem yurt dışında bizi temsil eden
fedakâr tıp çalışanlarının, tüm hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın Tıp
Bayramı’nı kutluyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde 121
bini hekim, 173 bini ebe hemşire olmak üzere toplam 358 bin sağlık çalışanı
bulunmaktadır. Tabii benden önceki hatipleri dinleyince sanki aynı ülkede
yaşamadığımızı fark ettim. Şimdi, 2002 yılı öncesi hekimlerimiz ve sağlık
çalışanlarımız ne durumdaydı, ona bir bakmamız lazım.
Şimdi, 2002 yılından önce pratisyen
hekimlerimiz yaklaşık, bugünün parasıyla 1.600-1.700 lira ücret almaktaydı,
haftada bir gün sağlık ocağında poliklinik yapmaktaydı, geçimini sağlayamadığı
için de haftanın diğer günleri başka işlerle meşgul olmaktaydı. Bu hekim
arkadaşlarımızı hekim yerine bile koyan yoktu. Başta Sağlık Bakanımız o dönemde
koymuyordu ki vatandaş bunları hekim yerine koysun. Dolayısıyla da kimse onlara
hekim gözüyle bakmıyordu ve her bir sağlık ocağında sadece bir tane poliklinik
odası vardı, diğer dört beş tane hekim olmasına rağmen onlara bir türlü muayene
odası açılamıyordu. Diğer taraftan, uzman hekimlere baktığımızda, uzman
hekimler bugünün parasıyla yaklaşık 1.800-1.900 lira ve alabilirlerse de üç ayda
bir yaklaşık 200-300 TL de döner sermaye alıyorlardı.
Burada, tabii ki hekimlere şu
söyleniyordu: Benim devlet olarak size verebileceğim para bu kadar, bunun
haricinde siz ne yapabilirseniz yapın. Dolayısıyla da işini bilen veya muayenehaneciliği iyi uygulayan hekim arkadaşların refah
seviyesi yüksekti, diğer hekimlerin, bunu yapamayan, bilgi ve donanımı iyi
olduğu hâlde kendini iyi prezante edemeyen hekimlerin mali durumu kötüydü fakat
kimse de bundan şikâyetçi değildi. Bundan esas şikâyetçi olan vatandaştı çünkü
vatandaş o dönemde hekime ulaşamıyordu. Buna istatistiksel olarak baktığımızda
da, halkın, bir vatandaşın yılda hekime gitme oranı o dönemde yüzde 2,8’di ve
bunun da büyük bir kısmı, yüzde 60-70’i hastanelereydi, ikinci basamağaydı.
Birinci basamağı sağlık tesisi yerine koyan da yoktu.
Tabii ki diğer taraftan, sağlık
tesislerimiz ne durumdaydı diye baktığımız zaman: Nitelikli oda sayımız oldukça
azdı, yoğun bakım yatak sayımız 6.800 civarlarındaydı ve alet edevat yönünden
oldukça fakir bir ülkeydik. Diğer taraftan da her hekime bir tane muayene odası
düşmüyordu. 5-6 hekimin olduğu bir branşta sadece bir
veya iki tane poliklinik odası vardı, eğer hasta, hekimini denk getiremezse vay
hâline. Anca bir hafta bekleyecek veya muayenehanesine gidecekti. Tabii ki biz
o günleri beraber yaşadık, unutmadık. Kimimiz o günlerden menfaatlendik,
kimimiz menfaatlenemedi fakat en büyük zulmü de
vatandaş gördü. Bir devletin ilk önce kendi vatandaşına hizmet etmesi gerekir
ve ikinci aşamada da tabii ki sağlık çalışanlarına hizmet etmesi gerekir.
Tabii ki sağlıkta 2002 yılından sonra
büyük bir değişim ve dönüşüm başladı ve ilk önce bizim yaptığımız şudur:
Hastaneleri birleştirdik ve saat beşte, saat altıda sıraya geçen vatandaşlara,
SSK’lı vatandaşlara tüm hastanelerden hizmet alma imkânı getirdik. Daha önceden
vatandaşlarımıza “Sen SSK’lısın, sadece SSK hastanesine gidebilirsin, diğer
hastanelere gidemezsin, sadece SSK’da var olan ilaçları alabilirsin, diğer
ilaçları alamazsın” diye bir kısıtlama vardı. O zaman niye sesiniz çıkmıyordu?
Ben bunu anlamakta güçlük çekiyorum yani. Niye sesiniz çıkmıyordu? Çünkü…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bizim
programımızı okursan anlarsın. Kendi grubuna konuş.
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Devlet
hastanelerinin büyük bir kısmında tahliller yapılamıyordu…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Dünyadan
bihaber konuşuyorsun.
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) - …ve tomografi yoktu, MR yoktu, hastaların büyük bir kısmı sevk
oluyordu. Ama Allah’a şükürler olsun ki 2002 yılından sonra sağlıkta değişim ve
dönüşüm başladı ve her şey değişti.
Ekonomik anlamda bakarsanız, şimdi,
performansa dayalı sistem geldikten sonra hekimlerin hastaya bakışı değişti ve
daha çok hasta bakar hâle geldi ve hastaya daha iyi davranır hâle geldi. Tabii
ki biz ekonomik olarak da destekledik. O zaman 1.900 lira alan hekim şimdi en
asgari 4.500 lira ile 10 bin liraya kadar ücret alabilmektedir ve dolayısıyla
da…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bu para
kimlerin cebine gidiyor?
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) – Bu para devletin parası, bizlerin parası.
Dolayısıyla hekimlerin refah seviyesi
yükseldi.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bir anket
yaptırın bakalım hekimlere! Her şeye yaptırıyorsunuz, hekimlere bir anket
yaptırın!
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Pratisyen
hekimleri kimse hekim yerine koymazken aile hekimliğine geçildi ve dolayısıyla
da bir aile hekimi 4 bin lira ila 8 bin lira arasında ücret alır hâle geldi ve
onurlu bir yaşam sürme imkânı sağlandı.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Anket yaptırın,
anket!
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Tabii ki, biz
aynı ülkede yaşamıyoruz galiba; sizin baktığınız pencere çok farklı, bizim ve
halkın baktığı pencere oldukça farklı.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Anket yaptırın
hekimlere, bir anket yaptırın!
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Diğer
taraftan, tabii ki 112 hizmetlerinde BAĞ-KUR’luysan
bile “Önce mazot parasını yatır, sonra ambulans göndeririz.” diyordunuz.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kim diyordu ya?
Sizin grubunuzda yer alan… Bak, bakan oldular, Meclis Başkanı oldular, onlar
sizde; onlar diyordu.
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Bizde şimdi
112 hizmetleri tamamen bedava hâle geldi ve dolayısıyla da 112’nin kentsel
alanda ulaşımı 5-10 dakikaya, kırsal alanda 25-30 dakikaya ulaştı. Dolayısıyla,
sağlıkta, yoğun bakım sayısı hızla artırıldı, her türlü ameliyatlar il
hastanelerinde yapılır hâle geldi, hastaların sevki oldukça azaldı.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Şu beynini
özgürleştir, beynini!
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Dolayısıyla,
büyük bir değişim, dönüşüm olduğu için sizin bunları idrak etmeniz tabii ki
biraz zaman alacaktır. İnşallah daha sonraki yıllarda bunu anlayacaksınız.
Dolayısıyla, “en büyük sosyal devlet”
diyorsunuz, siz sözünü ediyorsunuz, biz gerçekleştiriyoruz. Sosyal devlet olma
adına, on sekiz yaş altındaki çocuklarımızın hepsi sosyal güvenlik sistemi
altına alınarak ve dolayısıyla da hiçbir endişe ve kaygı olmadan çocuklarımız
tedavi olabilmektedir.
Diğer taraftan, tabii ki, acil
hizmetleri tamamen ücretsiz hâle getirildi. Eskiden acile gelenler ilk önce
parasını yatırıyordu veya rehin kalıyordu. Şimdi öyle bir şeyler duymuyorsunuz
Allah’a şükür ve vatandaşımız bunları çok çok iyi görmektedir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Parayı kim
alıyordu, onu da söyle? Parayı biz alıyorduk değil mi!
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Siz de tabii
geliyorsunuz, bu hizmetlerden siz de oldukça faydalanıyorsunuz.
Dolayısıyla, tabii ki hastalara “hak
arama” diye bir şey yoktu eskiden, “hasta hakkı” diye bir şey yoktu. 2003
yılında hasta hakları getirildi ve dolayısıyla… Sizin için vatandaş önemli
değil mi? Biz niçin çalışıyoruz? Bu vatandaşa hizmet için çalışıyoruz. Hasta
hakları getirildi ve dolayısıyla da hastalar ilk defa kendilerinin insan yerine
konulmasının şerefine eriştiler ve mutluluğunu yaşadılar. Dolayısıyla da hasta
hakları…
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Uşak’taki yatak
sayısını söyle.
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – … oldukça iyi çalışır hâle geldi.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Kaça düştü
Uşak’ta yatak sayısı?
İSMAİL
GÜNEŞ (Devamla) – 2002 yılında 2,8 olan sağlığa ulaşım bugün 7,5’a ulaştığı
için ve dolayısıyla da eskiye göre çok fazla bir yoğunluk olduğu için, tabii,
bu hasta hakları uygulaması ilk defa başladığı için, başlangıçta birtakım
hastalar bu hakların nasıl kullanılacağını bilemedikleri için, birtakım sağlık
çalışanlarının aleyhi yönünde kullanmış olabilirler. Ama
şimdi bilinç arttığı için artık sağlık çalışanlarına şiddet daha da azalmıştır.
Hekimle vatandaş bütünleşmiştir, ayrı kalmamıştır.
Şunları biz çok iyi biliyoruz: Hasta büyükşehire geldiği zaman, üniversiteye geldiği zaman
sadece hastaneye yatabilmesi için, hocanın yatak rezervini alabilmesi için
muayenehaneye çok gittiğini biliyoruz, biz bunları çok biliyoruz yani bunları
asla unutmadık. Yani, siz, kendi çoluğunuz çocuğunuz olsa, anneniz olsa,
babanız olsa bunlara razı olur muydunuz?
Bizden önceki konuşan hatip
üniversitede öğretim görevlisi herhâlde, o bundan faydalanacak ki onun için bir
şikâyeti yok.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Niye bize
söylüyorsun arkadaşım?
İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Dolayısıyla,
bu şiddet daha da azalacaktır. Sayın Sağlık Bakanımızın bu konudaki çalışmaları
devam etmektedir. “Beyaz kod” uygulaması -inşallah- “şiddete sıfır tolerans”
uygulaması nisan ayında devreye girecektir. Dolayısıyla, sağlık çalışanlarına
şiddeti sıfırlamaya çalışacağız.
Dolayısıyla, ben, bu önergenin
aleyhinde olduğumu bildiriyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Güneş.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili
ayağa kalktı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama istiyorsunuz.
Yoklama talebi vardır. Sayın
milletvekillerimiz ayağa kalkarlarsa...
Sayın Hamzaçebi, Sayın Çıray, Sayın Eyidoğan, Sayın
Altay, Sayın Öğüt, Sayın Akar, Sayın Çam, Sayın Özkan, Sayın Ekşi, Sayın Tanal,
Sayın Tayan, Sayın Toptaş, Sayın Özgündüz, Sayın Özkes,
Sayın Kaplan, Sayın Oyan, Sayın Ekinci, Sayın Atıcı, Sayın Yıldız, Sayın
Ayaydın.
Yoklama için iki dakika süre vereceğim:
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 14.38
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 14.54
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 78’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin oylamasından önce istenen yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN – Şimdi yoklama işlemini
tekrarlayacağım.
İki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.-
(10/118) esas numaralı, hekim ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olayları hakkında Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 14/3/2012 Çarşamba günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
Buyurunuz Sayın Akdağ.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
17.-
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin açıklaması
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –
Değerli Başkanım teşekkür ediyorum. Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, bireyin
en değerli varlığını, sağlığı korumak için yemin eden, gecesini gündüzüne
katarak çalışan başta hekimler olmak üzere bütün sağlık mensuplarının
bayramıdır. Bugün bizim bayramımız, sağlık çalışanlarının bayramı. Kendi adıma
ve tüm çalışanlarım adına bütün sağlık camiasının bayramını tebrik ediyorum,
yüce Meclisimize de sağlık konusuna gösterdiği alakadan dolayı teşekkür
ediyorum.
Değerli milletvekilleri, elbette
insanımıza hizmet verirken, Hükûmet olarak insanı öne alan bir hizmet anlayışı
geliştirirken çalışanları da önemsiyoruz çünkü biz biliyoruz ki Türkiye’deki
büyük Sağlıkta Dönüşüm Programı başarısını Hükûmetimizin politikaları,
Başbakanımızın bu meseleye gösterdiği hassasiyetin yanı sıra, değerli sağlık
çalışanlarının fedakâr çalışmalarıyla başarılı hâle getirmiştir. Dolayısıyla,
buradan Türk milletinin huzurunda, sizlerin huzurunuzda bütün sağlık
çalışanlarına, insanımıza verdikleri sağlık hizmetinden dolayı, fedakârca
çalışmalarından dolayı teşekkürü bir borç biliyorum, kendilerine şükranlarımı
ifade ediyorum.
Gerçekten, Sağlıkta Dönüşüm Programı,
Türkiye’de 2003’lü yıllarda yüzde 39 olan memnuniyet oranlarını yüzde 76’lara
kadar çıkarmıştır. Bu büyük bir başarıdır; bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin
başarısıdır; bu, Türkiye’deki sağlık çalışanlarının başarısıdır. Bütün sağlık çalışanlarını
tekrar tekrar tebrik ediyorum ve halkım adına, Türk milleti adına hepsine Allah
razı olsun diyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bundan sonra, programımızı
geliştirirken hem insanımıza verilen hizmeti geliştirmeye devam edeceğiz hem de
sağlık çalışanlarını önceleyen, sağlık çalışanlarının imkânlarını, özlük
haklarını geliştiren çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Değerli Başkanım, size ve yüce
Meclisimize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akdağ.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Sayın Bahçekapılı, buyurunuz.
18.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın,
kuliste Barış ve Demokrasi Partisinden 2 milletvekilinin Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler’e fiilî saldırıda bulunduğuna ilişkin açıklaması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle Sayın Meclis üyelerimize şunu
belirtmek isterim, vurgulamak isterim: Bu kürsüyü kullanan bütün
milletvekilleri her konuşmasında barıştan yana olduğunu ve şiddete karşı
olduğunu beyan etmektedir. Bilinmelidir ki şiddette karşı olmak sadece sözlü
anlamda ifade etmek değil, özümüzün, sözümün, hâl ve davranışımızın ve
duruşumuzun da bir olması gerekir, söylediğimiz sözle örtüşmesi gerekir.
Hâl böyle iken, öğrendiğime göre, biraz
önce kuliste, Bitlis Milletvekilimiz Sayın Vahit Kiler’e, Barış ve Demokrasi
Partisi milletvekillerinden 2 arkadaşımız fiilî saldırıda bulunmuştur.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Kim kime
saldırmış?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ben,
şiddete karşı olan bir
partinin bir üyesi olarak bir kez daha yineliyorum ki şiddeti kınıyoruz,
kınayacağız. Bunu kayıtlara geçirmek anlamında beyanda bulundum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Bahçekapılı.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı
altında bütün şiddeti kınıyoruz. Bu elim olaylara müthiş bir şekilde
üzüldüğümüzü Başkanlık Divanı olarak bilmenizi istiyoruz. Tekrarlamamasını
hepinizden diliyorum.
Sayın Dağoğlu, buyurunuz.
19.-
İstanbul Milletvekili Türkan Dağoğlu’nun, 14 Mart Tıp Bayramı’na ilişkin
açıklaması
TÜRKAN DAĞOĞLU (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı
olarak kabul edilen 14 Mart, tıp kökenli bir AK PARTİ milletvekili olarak benim
kişisel takvimimde en çok önemsediğim tarihlerden biridir. Milletvekili
olmadan önce otuz yılı aşkın süre sağlık sektöründe aktif görev alan bir kişi
olarak tüm doktorlarımızın ve sağlık çalışanlarımızın, bu alanda meslek onuruna
yaraşır bir şekilde ve tüm zorlukların üzerinden var güçleriyle gelerek hizmet
sunduklarını gördüm ve önümüzdeki dönemde de bu azimlerinden bir nebze bile
eksilmeyeceği yönündeki inancımın sonsuz olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, tüm sağlık
çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyor, başarılı ve değerli
hizmetlerinin devamını diliyorum. Mecliste…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz.
Şimdi, İç Tüzük’ün
58’inci maddesine göre…
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan,
biraz önce, Grup Başkan Vekili Sayın Ayşenur Bahçekapılı’nın
grubumuzdaki bir milletvekiline ilişkin yapmış olduğu bir açıklama var dışarıda
yaşanan olayla ilgili.
BAŞKAN – Evet.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Muhatabı olan
arkadaşımız Sırrı Sakık burada, cevap verecek
efendim.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Sakık.
20.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, kuliste Bitlis
Milletvekili Vahit Kiler’le aralarında yaşanan olaya ilişkin açıklaması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum.
Aslında
kimlerin şiddet uyguladığı ortada. Bakınız, biz, bir konuyu tartışmak
üzere Milletvekilimizle oturup sohbet ediyoruz. Bölgemizde ciddi bir afet var,
bölgenin her tarafı kar altında. Başbakanlıktan giden paraya bizzat Milletvekili
müdahale ederek kendi ilinin Belediye Başkanlığına 500 milyon lira tahsis
ederek diğer belediye başkanlıklarına tek lira vermeyen bizzat bu şahıs. Valiyi
il başkanı gibi çalıştıran bu milletvekili. Kendisine bunların doğru olmadığını
söyledik. Hani siz “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” sloganıyla yola
çıkıyorsunuz ama siz her zaman ayrımcı politikalar yapıyorsunuz. Kimi
belediyelere, bakın 45 bin nüfusu olan yere 500 milyon ama diğer, 75 bin nüfusu
olan belediyeye tek lira para gitmiyor. İlin milletvekilinin böyle davranmaması
gerektiğini söyledik ve sesini bize yükselten de o. O çünkü parasına güveniyor;
o, iktidarına güveniyor. O halklar arasında, o kendi ilinde bile ayrımcı
politikaları uygulayan bizzat kendisidir.
Ben şimdi AKP’li bütün vekillerin
vicdanına sesleniyorum: Bir ile giden parayı sadece AKP’nin belediye
başkanlarına tahsis etmek halka hizmet midir, Hakk’a hizmet midir? Bu ayrımcı
politikalar nedir? Bunları kendilerine söyledim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
Sayın Kiler…
21.-
Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın
kendisiyle ilgili beyanlarının doğru olmadığına ilişkin açıklaması
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Tabii, Sayın Sakık’ın
konuşmalarını açıkçası ben üzülerek dinledim. Dışarıda çay içmeye kendisi beni
davet etti. Oturduğumuz masada çok nezaket ortamında konuşacağımızı zannettim,
çok usulünde de konuşuyorduk. Bitlis’le ilgili -kendi iliyle ilgili değil,
Bitlis’le ilgili- konuşuyorduk.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bitlis de benim
ilim, Şırnak da benim ilim, Yozgat da benim ilim!
VAHİT KİLER (Bitlis) – Bitlis’le ilgili
gelişmeleri, gönderilen kaynakları, yapılan yatırımları konuşurken…
Konuşmalarının, söylediklerinin hepsi yalan ve iftira; hiçbirine katılmıyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) – Yalan sen
söylersin! Ben yalan söylemem!
VAHİT KİLER (Bitlis) – Evraklarda,
gönderilen paranın dağıtıldığı yerler belli.
SIRRI SAKIK (Muş) – Ben direkt
konuşurum, Başbakanlıktan sor, yalan yok bende, yalan yok!
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Kaldı ki…
(BDP Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu, AK PARTİ Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in
oturduğu sıranın önüne geldi) (AK PARTİ sıralarından ayağa kalkmalar,
gürültüler)
VAHİT KİLER (Bitlis) – Otur yerine!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şiddete bak
şiddete!
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen yerinize oturunuz.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Kaldı ki doğru
dahi olsa…
BAŞKAN – Sizi dinledik, şimdi de Sayın
Kiler’i dinleyelim.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Kaldı ki
dedikleri doğru dahi olsa…
Otur yerine!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Burası Türkiye
Büyük Millet Meclisi, burası dağ başı değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Dağ başı
değil burası!
VAHİT KİLER (Bitlis) – Zannediyorsam
kendilerini hâlen dağda zannediyorlar. Sizden korkmadığımızı, bizim hizmete
devam edeceğimizi bilmenizi istiyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) – Ne hizmeti! Sen
kendi hizmetindesin, kendi bütçeni dolduruyorsun. Senin orayla işin yok. Sen
eğer gerçekten ayrımcı politikalar yapmasaydın…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sakık, senin tehditlerinden korkmuyoruz; biz on senedir
senin tehditlerine rağmen iş yapıyoruz orada, hizmet ediyoruz. Bütün Bitlis’e
hizmet ediyoruz, bütün ülkeye hizmet ediyoruz.
Kaldı ki dediklerinin tamamı doğru olsa
bile, bunun karşılığı vazo atmak değil, bunun karşılığı saldırmak değil, yumruk
atmak değil, küfür etmek değil.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kiler.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, bu
doğru değil.
BAŞKAN
– Sayın Sakık sizi de dinledik, Sayın Kiler’i de
dinledik, lütfen beni bir dakika dinler misiniz.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, şimdi
bakın, bu Parlamentoyu yanıltmak… “Yalan söylüyor” diyor. Bakın Sayın Başkan,
bu doğru değil. Bakın, Başbakanlıktan belgeleri alın, eğer Başbakanlıktan giden
belgeler beni doğrulamıyorsa haklısınız, ama siz yalan söylüyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen yerinize geçiniz.
Sayın milletvekilleri, burası
Parlamento…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sen sadece bütçeni
doldur, boşver! Sen boşu boşuna şey yapma. Ayrımcı
olma, sana söylediğim bu…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir
şeyi tekrar hatırlatmak istiyorum hepinize.
SIRRI SAKIK (Muş) – Senden rica ettim,
iller arasında ayrımcı olma…
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen…
SIRRI SAKIK (Muş) – Tatvan da senin
ilçen, Güroymak da senin ilçen dedim.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Konuşma!
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen… Lütfen…
Sayın milletvekilleri, demin söyledim,
tekrar bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum hepinize. Bunu hepinizin gayet iyi
bildiğinizden eminim. Burası Parlamento, yani konuşulan yer, tartışılan,
fikirlerin yarıştığı yer. Kaba kuvvetin, şiddetin geçerli olmayacağı,
yaralayıcı ve kaba sözlerin kullanılmayacağı bir yer. Lütfen, sayın
milletvekillerimize bu olay çerçevesinde tekrar bu konuyu hatırlatıyorum ve bu
konuyu kapatıyorum. Yeterince netlik kazandı, siz de söylediniz, o da söyledi,
kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Olaylar netleşmiştir, daha sonrasını da sonra
konuşarak anlaşırsınız.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, tek
kelime söylüyorum.
BAŞKAN – Siz söylediniz efendim.
SIRRI SAKIK (Muş) – Tek kelime
söylüyorum bütün Parlamentonun huzurunda, söylediklerim eğer yalansa yarın
vekillikten istifa etmezsem namerdim. Orada oturup yalan söylemeye gerek yok.
BAŞKAN – Sayın Sakık,
bunun konusunu karşılıklı birbirinizle anlaşırsınız.
Şimdi, İç Tüzük’ün
58’inci maddesine göre geçen tutanak hakkında konuşma hakkını kullanmak isteyen
ve kendisine ait olup geçen birleşim tutanağında yer alan bir beyanın
düzeltilmesi hakkında söz isteyen Sinop Milletvekili Engin Altay’a söz
vereceğim.
Buyurunuz Sayın Engin Altay.
Üç dakika söz veriyorum tutanaklardaki
konuşmanızı düzeltmek üzere.
VIII.-
GEÇEN TUTANAK HAKKINDA KONUŞMALAR
1.-
Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, 13/3/2012 tarihli
77’nci Birleşimdeki bir beyanını düzeltmek istediğine ilişkin konuşması (x)
ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, üç dakikayı da
kullanmayabilirim.
Öncelikle 14 Mart Tıp Bayramı’nı
kutluyorum. Doktor milletvekillerimizin, bütün sağlık çalışanlarının, sağlık
emekçilerinin bu anlamlı gününü kutluyorum. Bunu belirtmek istedim. Biraz önce
Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Sadık Yakut’u gördüm, ona da geçmiş olsun
diyorum.
Sayın milletvekilleri, oldukça gergin
günler yaşıyoruz. Dünkü konuşmamda şu olmamalıydı: Bana yerinden “Ruh sağlığı
bozuk.” diyen birine “Eşek herif”
dememeliydim. Kaldı ki kimse bunu duymadı. Ben de son anda kestim,
kendimi kontrol etmeye çalıştım ama tutanaklar yalan söylemez. Burada,
tutanaklarda böyle bir ifade var. Bu doğru değildir, benim bunu söylememem
gerekir ama bilirsiniz ki bu bilerek, isteyerek, kasten söylenmiş bir laf da
değildir. Ancak bu arada şu da var: Dünkü tutanakları lütfen alın bakın, benim
buradaki on iki dakikalık konuşma süremin neredeyse yarısına yakın da Sayın
Milletvekili yerinden konuşmuş; bu doğru değil. Burası diyalog kürsüsü değil,
burası monolog kürsüsü. Biz bu hakkımızı kullanacağız. Biz bu hakkımızı
kullanırken siz sabırla dinleyeceksiniz, bunu müteaddit defalar söyledim. Başka türlü burada bakın
işte tadımız tuzumuz kaçıyor.
Bir şey daha söyleyip iniyorum: Sayın
Bahçekapılı milletvekiline yönelik fiilî bir saldırı olduğunu söyledi. Öyleyse
ben de Sayın Milletvekilime “Geçmiş olsun.” diyorum. Ancak beklerdim ki Sayın
Bahçekapılı bana da “Geçmiş olsun.” desin ya da bana yapılanı da kınasın.
Saygılar sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Altay.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince…
(x) Bu
düzeltmeye ilişkin ifade 13/3/2012 tarihli 77’nci
Birleşim Tutanak Dergisi’nin 62’nci sayfasında yer almaktadır.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Sayın
Başkan, benim de kendisine cevaben…
BAŞKAN – Tutanak düzeltme konusunda Engin Altay’ın
talebi vardı, sizin öyle bir talebiniz yok. Yani, siz de sözünüzü geri alıp
düzeltecek misiniz? O zaman…
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Belki ben
de özür dilemek istiyorum.
BAŞKAN – Efendim?
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Belki ben
de özür dileyeceğim.
BAŞKAN – “Belki” ile olmaz efendim burada. Sizin de
talebinizi net duymak isteriz.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Çıkayım ben de…
BAŞKAN – Ne için çıkacağınızı söyleyiniz.
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Burada “Ruh
sağlığı bozuk.” diye kendisine sataştığımı söylüyor.
BAŞKAN – Siz düzelteceksiniz onu da...
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, hangi
ifade düzeltilecek?
BAŞKAN – İç Tüzük 58’e göre buyurunuz
efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi ifade
düzeltilecek?
BAŞKAN – “Ruh sağlığı bozuktur.” demiş,
onu düzeltmek istiyor efendim.
Buyurunuz Sayın Metiner.
2.-
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, 13/3/2012
tarihli 77’nci Birleşimdeki bir beyanını düzeltmek istediğine ilişkin konuşması
(x)
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, elbette ki bu
Genel Kurulda yaralayıcı sözlerin edilmemesi gerekiyor. Zaman zaman
sinirlerimizin gerildiği anlar oluyor. Ben Sayın Altay’ın kasten bunu söylemiş
olduğunu varsaymıyorum -“Eşek herif” tabirini- ama CHP saflarından da çok
sayıda hakaretler var. Ben onlara değinmek istemiyorum, değinmenin yeri de
burası değil fakat Sayın Başbakana sağlığıyla ilgili rapor alması gerektiğini
defalarca söylemesi üzerine ben de “Sizin ruh sağlığınız bozuk.” diye bir ifade
kullanmışım. İddia edildiği üzere sık sık sözünü de kesmiş değilim. Tutanaklar
burada, hepiniz okuyabilirsiniz. Ben de bilmeden kendisini yaralamışsam özür
dilerim, sözümü geri alıyorum ama keşke açık yüreklilikle özür dileme
erdemliliğinde bulunsaydı.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Metiner.
Bundan sonra da kimsenin kaba ve
yaralayıcı söz kullanmayacağına olan inancımla konumuza geçiyoruz.
Alınan karar gereğince sözlü soru
önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
(x) Bu
düzeltmeye ilişkin ifade 13/3/2012 tarihli 77’nci
Birleşim Tutanak Dergisi’nin 62’nci sayfasında yer almaktadır.
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı:
156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2.-
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı:
180) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 180 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarı tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek
ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Günaydın. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
180 sıra sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı’na ilişkin Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere
huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum.
Ülkemizde 74 milyon yurttaşımız 19
milyonu aşkın bina stoku içerisinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Yıllardır
sürdürülen yanlış politikalar çerçevesinde Anayasa’nın 56’ncı maddesinin hak
olarak saydığı sağlıklı, dengeli ve güvenli bir çevrede yaşama olanağından
yurttaşlarımızın önemli ölçüde yoksun olduğunu hepimiz biliyoruz. Yine aynı
şekilde Anayasa’mızın 23’üncü maddesinde devletin görevleri arasında sayılan
sağlıklı ve düzenli bir kentleşme olgusundan Türkiye’nin ne kadar uzak olduğu
hepimizin bilgileri arasındadır.
Geçen
sene sonbaharda Van’da büyük bir deprem yaşadık ve Van depremi sonrasında
Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri giderek sıklaşan söylemleriyle Türkiye'nin
25 bin kilometrelik bir fay hattı üzerinde bulunduğunu, dolayısıyla insanlarımızın
mal ve can güvenliğini koruyabilmek için 9 ila 11 milyonluk yapı stokunun
yıkılması ve yenilenmesi gerektiğini, bunun için de 400 ila 500 milyar dolar
civarında bir kaynağa ihtiyaç bulunduğunu söylemeye başladılar.
(x) 180 S.
Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Çevre ve Şehircilik Bakanı ile
Başbakanın söylemlerini karşılaştırdığınızda yıkılması gereken yapı stokunda 2
milyonluk bir fark görüyorsunuz, birisi “9 milyon” diyor, öbürü “11 milyon”
diyor. Sonra “Ne kadar kaynak harcanmalı?” sorusunda 100 milyar dolarlık bir
fark görüyorsunuz, birisi “400 milyar dolar” diyor, öbürü “500 milyar dolar”
diyor. Neyse, bu kadar kusur kadı kızında da bulunur diyelim ve bunu çok
önemsemeyelim.
Bu tartışmalar içerisinde, değerli
milletvekilleri, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı 2 Şubat 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edildi.
Aslında asıl komisyon olarak Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
gösterildi, tali komisyon olarak da İçişleri, Adalet ve Plan ve Bütçe komisyonları
gösterildi. Ancak, tali komisyonların hiçbirinde görüşülmeden bu tasarı
doğrudan asıl komisyona getirildi ve 22 ila 23 Şubat tarihleri arasında iki
güne sıkıştırılarak geçirildi. Oysa bu tasarının yerel yönetimlerin yetkilerini
düzenleyen önemli hükümleri var, yerel yönetimlerin yetkilerini merkezî
hükûmete devrediyor, bu hâliyle mutlaka İçişleri Komisyonunun görüşünden ve
denetiminden geçmesi gerekiyor.
Yine bu tasarı, bu tasarıyla çelişen 11
kanunu uygulanamaz kılıyor, Anayasa’ya aykırılık iddiaları var. Dolayısıyla bu
hâliyle de Anayasa Komisyonunun görüşmesinden, denetiminden geçirilmesi
gerekiyor ve elbette, başlangıçta da söylediğim gibi, çok sayıda ve önemli mali
hükümler getiriyor. Bu anlamıyla, bu yönüyle de Plan ve Bütçe Komisyonunun incelemesinden
geçirilmek zorunda. Ancak hiçbir incelemeden geçirilmeden bu tasarı Genel
Kurula indirildi ve bugün görüşüyoruz. Bunun gerekçesi neymiş? Çünkü bu çok
acil bir tasarıymış ve derhâl, daha fazla gecikmeden yasalaşması gerekiyormuş.
Peki, o zaman soralım. 2002’nin
sonbaharında iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi 2012’nin Martında, on yıl
sonra bir tasarıyı acil diye önünüze getiriyorsa şu soruyu sormak bizim
hakkımız değil midir? Ey AKP, on yıldır getirmediğin bu tasarıyı on gün daha
bekleyip de tali komisyonların incelemesinden geçirsen ve bu anlamda da Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 37’nci maddesi
hükmüne uygun davransan daha doğru olmaz mı? Şüphesiz daha doğru olur çünkü İç Tüzük’ün 37’nci maddesi -aynen okuyorum- diyor ki:
“Başkanlıkça esas komisyon dışında, tali komisyonlara da havale edilmiş olan
bir konu bu komisyonlarca on gün içinde sonuçlandırılır. Bu süre Başkanlıkça
kısaltılabileceği gibi komisyonun müracaatı hâlinde en çok on gün daha
uzatılabilir.” “İç Tüzük ne yazarsa yazsın, biz, bildiğimizi yaparız.
Dolayısıyla tali komisyonlardan geçmeden esas komisyonda görüşür, Genel Kurula
da getiririz.” diyorsunuz. Hadi bunu da mesele yapmayalım, mesele yapacağımız
başka şeyler var çünkü! İç Tüzük bir kere çiğnenivermiş,
ne olur?
Değerli arkadaşlarım, bir kere şu
saptamayı öncelikle yapalım: Türkiye’de ilk kentsel dönüşüm uygulamasını
yapanlar sosyal demokrat belediyelerdir. Bundan yirmi yıl evvel “kentsel
dönüşüm” diye bir tema Türkiye’de yokken Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm
Projesi’ni yapan, Portakal Çiçeği Vadisi Kentsel Dönüşümü’nü
yapan sosyal demokrat belediyedir. Ancak bu kentsel dönüşümde sizlerin
anladığından bir fark vardır. Bizim kentsel dönüşümümüzde polis yoktur,
jandarma yoktur, gözyaşları yoktur, insanların evlerinin zorla yıkılması yoktur
ve elbette bomba yoktur, dayak yoktur. Ne vardır yerine? Gönüllü bir uygulama
vardır. Çünkü sosyal demokrat belediyecilik anlayışında oranın sakinine
sorulur. İster mülkiyet hakkına sahip olsun, ister sınırlı ayni hak sahibi
olsun, isterse gecekondu sahibi olsun barınma hakkı denilen bir şey vardır,
mülkiyet hakkı denilen bir şey vardır. Sorarız “Biz burada böyle bir proje
getirmek istiyoruz. Ne dersiniz? Gelin, hep beraber konuşalım. Katılımcı bir
anlayışla bu projenin içinin nasıl doldurulacağına karar verelim.” Eğer siz
karar mekanizmasını mahalle sakiniyle birlikte oluşturursanız orada ranta geçit olmaz. Rantsal dönüşüm
değil, halkçı ve halksal dönüşüm olur ve bu çerçevede
Türkiye’nin ilk kentsel dönüşüm uygulamalarını biber gazı olmadan, buldozer
olmadan, jandarma, polis olmadan sosyal demokrat belediyeler
gerçekleştirmişlerdir. Biz buna “Halkçı Kentsel Dönüşüm” diyoruz. Halkla
beraber yapılan, sevinçle yapılan kentsel dönüşüm diyoruz.
Bir de bunun karşısında bir anlayış
var: Yeşil gördü mü, orman gördü mü, mera gördü mü avucu kaşınan, zamanında
kent yoksullarının kendilerine yurt yaptıkları, emeklerini döktükleri ve
zamanla kentin ortasında kalarak rant alanı hâline
gelmiş alanları gördükçe gözünde dolarlar çakan bir anlayış var. O anlayış
sizin anlayışınızdır ve bu anlayışın gönüllülük ilkesiyle uzaktan yakından bir
alakası olamaz. Çünkü diyorsunuz ki afet alanlarında kentsel dönüşüme ilişkin
yasa tasarısının gerekçesinde: “7269 sayılı Yasa, umumi hayata müessir afetlere
yönelik düzenlemeleri yaparken bazı olağanüstü tedbirler getiriyor. Bu, sosyal
hayata olumsuz etki ediyor. Biz onun için gönüllülük ilkesini getirmek
istiyoruz.” Peki, ben bakıyorum, bu tasarıda gönüllülük ilkesi var mı?
Arkadaşlar, gönüllülük ilkesi bir aşama olarak var ama bu aşamanın dışında,
doğrudan zor kullanma devreye girmektedir.
Bakınız, ben size tasarının işleyiş
mekanizmasını anlatayım da söylediklerim somutlansın.
Diyelim ki siz evinizde oturuyorsunuz, birileri size diyor ki: “Sizin alanınız
riskli mi değil mi bir bakın.” Eğer siz risklilik tespitini kendiniz
yaptırmazsanız Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ sizin alanınızda, sizin
binanızda riskli tespiti yapabilir. Buna itiraz edebilir misiniz? Evet, buna
itiraz edebilirsiniz. Nereye edeceksiniz itiraz? 5 kişilik bir komisyona. Bu
komisyonun 2 kişisi Bakanlık görevlisi, 3 kişisi de Bakanlığın seçtiği öğretim
üyesi. Yani, sizin evinize riskli tespiti yapanların bu tespitlerine itiraz
ediyorsunuz ve itiraz görüşmesini yapacak komisyon tamamen Bakanlığın emir
komutası altında çalışıyor. Böyle bir itiraz mercisi,
böyle bir bağımsız komisyon olabilir mi arkadaşlar? Bu ancak, evlere şenlik,
totaliter, ne yapmak istediğine odaklanan bir anlayış içerisinde söz konusu
olabilir. İtirazınız doğal olarak reddedildi. Sizin riskli yapı tespitiniz
ortaya çıktı ve siz, derhâl, yürütmeyi durdurmayı da içeren bir dava açmak
istiyorsunuz. Yasa diyor ki: “Olmaz.” Dava açabilirsiniz, davada sorun yok ama
bir küçük sorun var, yürütmeyi durdurma isteyemezsiniz. Arkadaşlar, ben sizlere
soruyorum: İçimizde hukukçu olan var ama hepimiz hayatın içinde olan
insanlarız. Benim evim riskli tespiti yapıldıktan sonra,
benim evim otuz gün içinde yıkıldıktan sonra, benim evimin yerine başkaları
bina yapıp oralarda oturmaya başladıktan sonra ben yürütmeyi durdurma
alamamışsam ve bu dava görüşülüyorsa, üç yıl sonra evimin yerinde yeller esip
başka bir binada başkaları otururken ben o davayı kazanırsam bu davanın ne tür
bir hukuki sonucu olabilir? Siz, özetle, fiili bir durum yaratıyorsunuz
ve vatandaşın bu memlekette idari yargıdan sonuç alma hakkını fiilen ortadan
kaldırıyorsunuz. Bu bir hukuk devleti ilkesiyle bağdaşamaz, hele hele kanunun
gerekçesinde söylenildiği gibi “Anayasa’nın 125’inci maddesi hangi alanlarda
yürütmeyi durdurma kararı verilemezi sayıyor. Burada
kamu yararı vardır, dolayısıyla bu Anayasa’ya uygundur.” diyemezsiniz. Çünkü
vatandaş eğer riskli, canına mal olacak bir binada oturmakta ısrar ediyorsa
onun mutlaka bir nedeni vardır. Nedir bu neden? Çünkü o geçiş sürecinde onun
için hayatını idame ettirecek bir mekanizma kuramamışsınızdır. Onun
cezalandırması nedir? Onun cezalandırması evinin yıkılmasıdır ve hiçbir hakkın
kendisine verilmemesidir.
Devam edelim. Risk tespiti yapıldı,
size diyorlar ki: “Evinizi otuz gün içinde yıkın. Eğer tebligattan itibaren
verilen süre içerisinde yıkmazsanız eviniz idare, TOKİ ya da Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından yıkılır ve bunun ücreti de sizden tahsil
edilir.” Eskiden üzerinde bina olan, artık arsa hâline gelmiş olan alanda
paydaşlar var, ne yapacakmışsınız? Üçte 2 oranında paydaşlar anlaşacakmışsınız,
eğer anlaşırsanız size geçici konut, geçici iş yeri tahsisi ya da kira yardımı
yapılabilirmiş. “Yapılır” değil arkadaşlar, “yapılabilir.” Kime yapılacağına,
kime yapılmayacağına kim karar verecek? AKP’nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
bürokrasisi karar verecek. Sizin bu kararları adaletten ne kadar uzak
verdiğinizi herkes biliyor. Dolayısıyla, böyle bir kanun maddesinde bu kadar
ayrımcılığa olanak veren bir düzenlemenin yapılabilmesinin de ayrı bir skandal
olduğunu ortaya koyalım.
Peki, üçte 2 çoğunlukla biz
anlaşamadık, ne olacak? Geriye kalanlar, paydaşlar diğerlerinin haklarını satın
alabilecekler. Almazlarsa ne olacak? Almazlarsa Hazine rayiç bedel üzerinden
satın alacak. Diyelim ki değerli milletvekili arkadaşlarım, “Biz bu arsamızı
size vermek istemiyoruz, size güvenmiyoruz, sizin projenizi bize yararlı
bulmuyoruz.” dedik, ne yapacaklar biliyor musunuz? Acele kamulaştırma. Üstelik
de eğer anlaşma yoluna gitmezsen, acele kamulaştırmayla eviniz elinizden
alınırsa kira yardımını unut, geçici konut yardımını unut. Yani bu havuç ve
sopa ilişkisidir. “Benimle beraber çalışırsan havuç olabilir.” “Olur” değil
“olabilir.” “Ama benimle beraber çalışmazsan sopa zaten hazır!”
Böyle bir düzenlemeyi, biz “gönüllü
kentsel dönüşüm uygulaması” diye Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirmeye
çalışıyoruz; bu da ayrı bir skandaldır.
Nihayetinde arkadaşlar, bir madde daha
var, diyor ki: Bu Kanun’un uygulanmasına zorluk çıkartan olursa Türk Ceza
Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca suç duyurusunda bulunulabilir. Ben size
soruyorum: Hukukun genel ilkeleri uyarınca, Türk Ceza Kanunu uyarınca birisi
zaten kanunlarda tanımlanmış bir fiili suç tanımına göre işlerse yine yasa
devleti, hukuk devleti olarak ona yaptırım uygularsınız. Ne diye bu kanuna
ayrıca yazmak durumundasınız, hangi gereksinimle bu kanuna ayrıca yazıyorsunuz,
yazmazsanız bu uygulamayı yapamaz mısınız? Yaparsınız, bunu herkes görüyor.
Niye yazıyorsunuz biliyor musunuz? Bunu vatandaşa kahvelerde okuyacaklar ve
diyecekler ki: “Bak ha, o buldozerin önüne çıkarsan, o polisin önünde durursan
tıpkı Tortum’da HES’e karşı çıktığı için
cezalandırılan on dokuz yaşındaki kız çocuğu gibi seni de içeri atarlar, seni
de yargılamaya başlarlar.” Yani vatandaşa gözdağı veriyorsunuz ve bunu da kanun
metni üzerinden yapıyorsunuz. Bunların kabul edilebilir şeyler olmadığı
açıktır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de
kentsel dönüşüm acil bir gereksinimdir ancak “kentsel dönüşüm” adı altında
yurttaşın alanlarına, doğal kaynaklarımıza, meralarımıza, ormanlarımıza,
kıyılarımıza göz koyan bir rant anlayışı, elbette,
Cumhuriyet Halk Partisinden destek görmeyecektir.
Maddeler hakkında arkadaşlarım
konuşacaklar ancak birkaç konuyu hızla bahsetmek istiyorum. Yerel yönetimlere
değer verdiğinizi söylersiniz. Mevcut Belediyeler Kanunu’nun 73’üncü maddesi,
kamu arazisi kullanmayan belediyeye kentsel dönüşüm yapabilme hakkı tanır.
Ancak hazine arazisi kullanacaksa Bakanlar Kurulundan onay alması gerekir
belediyelerin. İzmir Büyükşehir Belediyesinin sekiz projesine bir yıldır geçit
vermezsiniz, İçişleri Bakanlığından geçirtmezsiniz. Eskişehir Büyükşehir
Belediyesinin üç tane Kentsel Dönüşüm Projesi’ni bir Valilikten, bir Mahalli
İdareler Genel Müdürlüğünden geçirirsiniz ancak Ankara Büyükşehir Belediyesinin
projelerini on beş gün içerisinde Resmî Gazete’de
yayınlarsınız.
Şimdi yetki ne? Şimdi, yetki diyor ki:
“Hiçbir belediye, eğer Bakanlar Kurulu kararı edinemezse Kentsel Dönüşüm
Projesi uygulayamaz.” Bu, belediyeler üzerinde nasıl bir ayrımcı uygulama
yapabileceğinizin de şimdiden kanıtı niteliğindedir.
Örnekler vereceğim. Zamanımız da
daralıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesinin Kentsel Dönüşüm Projesi’ne bir
bakın. “Asrın projesi.” dediğiniz Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi’nin
-Esenboğa Havaalanı’na doğru giderken sağ tarafta- Altındağ’daki binalarına bir
bakın, o binaları göremezsiniz. Niye göremezsiniz biliyor musunuz? Vadinin
dibindedir. Orada vatandaş diyor ki: “AKP milletvekili gelsin, Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanı gelsin, Çevre ve Şehircilik Bakanı gelsin buraya.
Neden hak sahibinden 2.000 fazla kişiye kura çektirildi? Neden o kuralarda hak
sahibi olmaması gerekenler, Keçiören tarafından ciddi ve güzel binalar aldılar
ve neden biz hak sahipleri vadinin dibinde ancak su tutma bölgesi olabilecek
bir yerde, birinci katta, bodrum katında yerlere muhatap olabildik.” O binaları
gidin görün, gökyüzünü görebilmek için binadan çıkmak ve başınızı yukarıya
kaldırmanız gerekiyor. İnsanları oralara mahkûm ediyorsunuz, kentsel dönüşümle
yapacaklarınız da budur.
Son olarak, değerli milletvekili
arkadaşlarım, Kamu ihale Kurumu üzerinde skandallar bu kadar ayyuka çıkmışken
siz bu yasa uygulaması çerçevesindeki ihale ve yapım işlerini Kamu İhale Kurumu
denetiminden tümüyle çıkartıyorsunuz. Hiç olmazsa bugünlerde bunu yapmaktan
birazcık tereddüt etseydiniz. Kamu İhale Kurumunda neler yaptığınızı herkes
biliyor. Kamu İhale Kurumunun başkanı on aydır yok. Kilit noktalara on bir
atama yaptınız, ben size hatırlatayım mı? Başkan yardımcılıklarına Maliye
Bakanının sınıf arkadaşını getirdiniz. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan
Kuzu’nun yeğenini daire başkanı yaptınız. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın
danışmanını, Hüseyin Çelik’in danışmanını…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - …Maliye
Bakanının danışmanını yine daire başkanı yaptınız. Plan Bütçe Komisyonu
Başkanının eşi müşavirlik görevine getirildi. Sadullah Ergin’in danışmanı
müşavirlik görevine getirildi. Anayasa Mahkemesinde hemşire olarak çalışan
kişiyi müşavir yaptınız. Sonra ne oldu? Adapazarı Su ve Kanalizasyon İdaresi
Müdürünü Kamu İhale Kurumuna üye yaptınız. Kanalizasyondan çıkan kokular şimdi
Kamu İhale Kurumundan çıkmaya başladı. (CHP sıralarından alkışlar) Yolsuzluğun
bedeli 1 milyar liranın üzerinde tahmin ediliyor. 4 tane yandaş iş adamını bir
türlü bulamıyorsunuz. 23 tane kişi, içlerinde raportörler,
tutuklu.
Şimdi, ben soruyu şöyle soruyorum: Kamu
İhale Kurumunu bu noktaya getirmişseniz ve bu yasayı da Kamu İhale Kurumunun
denetiminden tümüyle dışarı çıkartmak istiyorsanız yapmak istediğiniz nedir? Bu
500 milyar doları birilerine paylaştırmak.
Tevfik Fikret’in bir şiiri var.
Okumanızı öneririm.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Günaydın.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) –
Bitiriyorum. On beş saniye verir misiniz.
BAŞKAN – Lütfen bitiriniz.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) – Teşekkür
ederim.
“Yiyin efendiler, yiyin. Aksırıncaya,
tıksırıncaya kadar yiyin.” (CHP sıralarından alkışlar) Ama bu dünyanın öbür dünyası
da var, unutmayın.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Günaydın.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz efendim.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hatip
konuşmasında kullandığı ifadelerle, AK PARTİ Grubunun ve AK PARTİ Hükûmetinin yolsuzluk
yaptığı gibi bir şaibe ve iddia ortaya attı. Sözünü ettiği kurumla ilgili
soruşturma devam etmektedir. Devam eden bir soruşturma üzerinden Hatibin, bir
siyasi parti üzerinde bu şekilde siyaset yapması ve dil kullanmasını kınıyorum
ve kabul etmiyoruz. Kayıtlara geçsin diye ifade ettim.
BAŞKAN – Kayıtlara geçmiştir efendim.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Sayın
Başkan, bu yasa, yasayla yolsuzluk yapılmasıdır.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Yasa
üzerinde konuşun.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
açıklama yapıldı, tutanaklara geçti.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar’ın İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesine göre kısa
bir açıklaması vardır.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir dakika…
Bakana bir açıklama hakkı var, onu
vereceğim, sonra size tekrar döneceğim Sayın Hamzaçebi.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.
Sayın Gökhan Bey’e de uyarıları için
son derece teşekkür ediyorum. Yalnız 3’üncü maddede itiraz mercisini
ifade ederken bu heyetin 5 kişi olduğunu söyledi ve üniversitelerden tayin
edilecek 3 kişinin de Bakanlık tarafından seçileceğini ifade etti. Oysa bu
heyet 7 kişidir ve üniversiteler tarafından tayin edilecek 4 kişi,
üniversitenin kendisi tarafından gönderilecek. Bunu arz etmek istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Bayraktar.
Buyurunuz Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, şimdi önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Bütün yasa tasarısı
görüşmelerinde olduğu gibi muhalefet partileri konuyla ilgili görüşlerini ifade
ederler, eleştirilerini ortaya koyarlar, hükûmeti eleştirirler. Bundan daha
doğal bir şey yoktur. İktidar partisi sözcüleri de çıkarlar, eleştirileri
yanıtlarlar. Sıra onlara da gelecektir. Şimdi, burada Kamu İhale Kurumuna
yönelik olarak yapılan bir eleştiriden nem kapıp “grubumuzu, Hükûmeti itham
etti, doğru değil, burada siyaset yapılıyor” gibi bir açıklamayı, savunmayı,
Parlamentonun geleneğine, savunma hakkına, yani çalışma usulümüze uygun
bulmuyorum. Bu doğru bir şey değil. Şimdi…
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın
Başkan, bunu bir şiirle süsleyip..
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
İzninizle… İzninizle bitireyim. Sayın Ünal, izin verir
misiniz.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – …burada
birçok insanın ismini kullanıp bu insanlarla ilgili iddiayı herhangi bir
isnada, temelsiz bir bilgiyle burada vermek doğru mudur efendim?
BAŞKAN – Sayın Ünal, siz hakkınızı
kullandınız, kayıtlara geçti.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Ünal, ben sözümü bitirmedim, izin verirseniz bitireyim.
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, siz de
açıklamalarınızı yaptınız, teşekkür ediyorum.
Şimdi…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yani
genellikle şahıs olarak değil ama parti olarak böyle yapıyorsunuz. Muhalefet
partisine söz hakkı vermemek gibi bir anlayışınız var.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Hayır
efendim. Kayıtlara geçmesi için kendimizi ifade ediyoruz.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – İzin
verir misiniz ben cümlemi bitireyim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan,
sükûneti bir sağlayalım efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, ben cümlemi bitiriyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Doğru bir yöntem değil. Sıra eğer ihaleleri konuşmaya gelirse bize burada
saatler yetmez. Ben çıkıp konuşsam mahcup olursunuz. Verdiğim soru…
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Neyiniz varsa
konuşun, hodri meydan!
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Mahcup olursunuz derken, vermiş olduğum ihale yolsuzluk önergelerine, bizzat
Sayın Başbakanı muhatap alan soru önergelerime Sayın Başbakan yıllardır cevap
vermemiştir. Bakın, devam edebilirim ama burada noktalıyorum.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Sayın grup başkan vekilleri,
konu netliğe kavuştu.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın
Başkanım, son bir cümle söylemek istiyorum. Yolsuzluklarla ilgili merci Büyük
Millet Meclisi değildir efendim, bağımsız yargıdır, mahkemelerdir. Ellerinde
delil bulunanlar giderler, bu belgeleri, dokümanları mahkemeye verirler.
MUHARREM VARLI (Adana) – Nerede
bağımsız yargı!
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Ama bunun
üzerinden, mesnetsiz ifadeler üzerinden burada birilerini itham altında
bırakmak doğru değildir. Bizim söylediğimiz sadece budur efendim.
BAŞKAN – Peki, efendim.
Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman.
Buyurunuz Sayın Büyükataman. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA İSMET BÜYÜKATAMAN
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi en derin
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tamamına
yakını deprem kuşağında yer alan ülkemizde, başta deprem ve seller olmak üzere
yapı stokumuzun önemli bir bölümünün afetler açısından risk taşıdığı, var olan
riskin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemlerin alınması gerektiği bir
gerçektir. Bununla birlikte, mevcut yapıların büyük bir kısmının muhtemel afetlere
karşı dayanıklı olmadıkları ve orta şiddetteki bir depremde bile ağır derecede
hasar görüp yıkıldıkları, bundan dolayı sosyoekonomik problemlerin yaşandığı ve
devletin beklenmedik bir anda büyük mali külfetler ile karşı karşıya kaldığı
bilinmektedir.
Diğer yandan, yeni yapılaşmaların
afetlere karşı duyarlı hazırlanmış plan kararlarına dayalı, yeterli mühendislik
hizmeti almış, ruhsatlı ve kamusal denetimden geçmiş yapılardan oluşması icap
etmektedir. On binlerce insanın ölümüne ve çok yüksek mali kayıplara sebebiyet
veren ve 1999 yılında Marmara Bölgesi’nde vuku bulan büyük deprem felaketleri,
müteakip depremler ve en son olarak 2011 yılında Van’da meydana gelen deprem
ile bu gerçek acı bir şekilde ortaya çıkmıştır. 19 Mayıs 2011 tarihinde
Simav’da yaşadığımız 5,9 büyüklüğündeki orta şiddetli bir depremde dahi yapı
stokumuzun gerekli direnci gösterememiş olması da acı gerçeğimizdir. Ülkemizin
bazı yerleri ve yerleşim merkezleri hâlen çok yüksek deprem riski altındadır.
Örneğin Bursa’da üç yüz bin civarında yapı olduğu tahmin edilmektedir ancak tam
olarak kaç adet mevcut yapı olduğunun kesin bir envanteri
yapılmamıştır. Bu yapıların da yüzde 60-70 kadarı kaçak yapıdan oluşmaktadır.
Her türlü denetimden uzak ve depreme dayanıksız bu mevcut yapı stoku, kentimiz
ve insanlarımızın geleceğini hayati olarak ipotek altına almaktadır. Sağlıklı
ve yaşanabilir kentler, gelecek kuşaklara bırakacağımız en önemli mirasımız
olacaktır. Bu mirasa sahip çıkmanın ve gelecek kuşaklara aktarmanın ilk adımı,
günümüz ihtiyaçları ve geleceğin projeksiyonu göz
önüne alınarak hazırlanmış gerçekçi, uygulanabilir, herkesin katılımı ve
katkısıyla yapılacak planlama çalışmaları ışığında bir yasayla mümkün
olacaktır.
Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemiz
açısından büyük acılara sebep olan Van depreminin deprem öncesi izlenen
politikalardan daha farklı bir çizgide yeni arayışları gündeme getirmiş olması,
bu yanıyla olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilir. Ancak, riskli
yapıların ve riskli alanların yenilenmesine yönelik gerekçenin, hazırlanan
tasarıda yerel yönetimlere ait yetkilere Bakanlık tarafından sınırsız biçimde
el konulmasının yanı sıra kentsel toprak rantlarının
merkezi olarak dilediğince yönetilmesinin önünün açılması amacıyla kullanılması
kabul edilemez bir yaklaşımdır.
Tasarıyla Bakanlığa tanınan yetkiler,
belediyeleri kentlerinde yetkisiz bırakacak, görevlerini yerine getirmesini
engelleyecek, halk ile belediye, belediye ile Bakanlık karşı karşıya
gelecektir. Tasarının yasalaşması sonrasında riskli alanların ve riskli yapıların
belirlenmesiyle ülkenin tüm afet riskli alanlarında var olan yapıların
iyileştirilmesi, tasfiyesi ve yenilenmesi konularında yetki genel olarak Çevre
ve Şehircilik Bakanlığına verilmekte, bu yerleşmelerin asıl sorumlusu olan
yerel yönetim birimleri devre dışı bırakılmaktadır. Tasarıda bu yetkilerin
ancak Bakanlık tarafından görevlendirilmeleri hâlinde yerel yönetimlerce ya da
TOKİ tarafından kullanılabileceği düzenlenmiştir. Diğer bir ifadeyle, yerel
yönetimlerin kanunlarla verilmiş yetkilerini kullanması Bakanlık
görevlendirmesine bağlanmakta, yerel yönetimler sınırsız biçimde Bakanlığın
doğrudan vesayeti altına alınmaktadır.
Değerli milletvekilleri, tasarının
gelirleri arasında en büyük pay 2/B orman alanlarından elde edilecek gelir
olarak belirlenmiştir. 2/B gelirleri yanında çevre vergisi
olarak bilinen vergi ve idari para cezalarının yüzde 50’si, İller Bankasının
yıllık safi kâr tutarının yüzde 49’u, Bakanlığın el koyduğu taşınmazlarda imar
uygulanmasına tabi tutulanların satışından elde edilecek gelirler, dönüşüm
projelerinden elde edilecek kredilerin geri ödemeleri ve gecikme zamları,
faizler, genel bütçeden ayrılan paylar ve sair gelirlerden oluşmaktadır. Büyük
yetki ve bütçeyle donatılan Bakanlık ve TOKİ, hem ülke toprağı hem de emlak
piyasasını yönlendiren tek aktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tasarı bu hâliyle geçerse, İller
Bankası belediyelere dönük hiçbir faaliyeti yerine getiremez ve kısa vadede,
çalışanların ücretlerini dahi ödeyemez duruma gelecektir. Oysa Banka, belediye
paylarından kesilen ödeneklerle kurulmuştur ve ortakları olan belediyelere hibe
dahil kredi desteği sağlayamayacaktır. Hâlen devam
eden belediyelere ait onlarca altyapı işi yarım kalacak, belediyeler âdeta felç
olacaktır. Bu para alınacaksa karşılığının mutlaka ödenmesi gerekmektedir. Bu
yasa böyle geçerse, İller Bankası kısa sürede kapatılma noktasına gelecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, tasarının
yasalaşmasıyla, kamunun elinde kalan son araziler de elden çıkarılacak, kamusal
fakirleşme yeni bir boyut kazanacaktır. Tasarı içine özenle yerleştirilen
düzenlemelerle, kentlerimizin rantı yükselen merkezî
bölgelerindeki kamu tesislerine yönelik talan süreci de hızlandırılmış
olacaktır. Tasarı, riskli yapıların yenilenmesi gerekçesi kullanılarak, mera
alanlarının talan edilmesini kolaylaştırıcı düzenlemeleri yasalaştırmayı
amaçlamaktadır. Gerektiğinde sağlam yapılara da kanun hükümlerinin
uygulanmasına ilişkin düzenleme açıkça Anayasa’ya aykırıdır. Böylesi bir
düzenleme, güvenli, risk taşımayan yapılarda oturan, “Benim yapım risk
taşımıyor, güvendeyim.” düşüncesine sahip olan kişilerin hukuki güvencelerini,
barınma haklarını, konut dokunulmazlığını, belirsizlik taşıyan uygulama
bütünlüğü kavramı ardına gizlenerek ortadan kaldıran yanlarıyla Anayasa’ya
aykırıdır.
Tasarıda yer verilen mülkiyet hakkının
kullanımının kısıtlanmasına ilişkin tanımlanan yetkiler de açıkça Anayasa’ya
aykırıdır. Riskli alanlardaki yapılara verilen kamu hizmetlerinin
durdurulmasına ilişkin düzenleme, barınma sorunlarının çözümüne ilişkin
kararlarla desteklenmediği sürece bu alanlarda yaşayanlar açısından kabul
edilemez bir niteliğe sahiptir. Elektrik, su, doğal gaz gibi hizmetlerin bir
anda kesilmesi bu tür yapılarda yaşamayı imkânsız hâle getirecek, bu yapılarda
yaşayanlar açısından önemli sağlık ve güvenlik sorunlarının ortaya çıkmasına
neden olabilecektir. Sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmayan bu düzenleme, barınma
hakkını güvence altına alacak kararlarla desteklenmediği sürece kabul edilemez
bir niteliğe sahiptir.
Riskli yapıların tahliyesine ve yıktırılmasına
ilişkin düzenlemeler, uygulamada ayrımcılık yapılmasına neden olabilecek
belirsizlikler taşımaktadır. Sosyal donatı ve altyapı maliyetinin konutlarını
yıktıranlara ödetilmesi yoksul kesimlerin borç miktarlarını büyütecek,
Anayasa’nın hukuk devleti ve sosyal devlet ilkeleriyle çelişen bir
düzenlemedir.
Planlama kararlarına yönelik özel
standart belirleme yetkisi, sosyal ve teknik altyapı standartlarının
düşürülmesinin önünü açan, yenilenen alanların yaşanabilir alanlar olmaktan
uzaklaşmasına neden olabilecek bir düzenlemedir.
Riskli yapı olduğu iddia edilen
yapılara ilişkin yargıya başvurma hakkının kısıtlanması, Anayasa’nın hak arama
hürriyetiyle ilgili 36’ncı maddesine aykırıdır. Orman Kanunu’nun 2/B maddesine
tabi olan arazilerin satışından elde edilen gelirlerin dönüşüme aktarılmasına
ilişkin düzenleme, afet riskinden kaynaklanan korkunun Anayasa’ya aykırı bir
talana gerekçe yapılması anlamına gelmektedir. Kamu İhale Kanunu’nu devre dışı
bırakan düzenlemeler, yapım firmaları arasında eşitlikçi yarışma imkânını
ortadan kaldıracak, ihalelerde suistimal
algılamasının oluşmasına neden olacaktır.
Tasarı ile ülkemizin tüm kıyılarında,
tarım alanlarında, zeytin alanlarında, meralarında, orman alanlarında ve hatta
sit alanlarında yaygın bir talanın önü açılmaktadır. Tasarı ile diğer mevzuatta
yapılan değişiklikler de kamu yararından oldukça uzaktır. Bu kapsamda Orman
Kanunu’na eklenmek istenen ek madde 13, orman alanlarında önemli bozulmalara ve
yeniden orman kaybının yaşanmasına neden olacaktır.
Ayrıca, tasarıda Ankara Atatürk Kültür
Merkezi alanı ile ilgili yapılan düzenlemeler kabul edilemez açık bir talan
girişimidir. Yasa tasarısının 18’inci maddesinin (n) fıkrası ve 21’inci
maddesiyle 2302 sayılı Atatürk'ün Doğumunun 100’üncü Yılının Kutlanması,
Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkındaki Kanun’un 3’üncü maddesi yürürlükten
kaldırılarak bu alana ilişkin alınmış tüm koruma kararları ortadan
kaldırılmakta, tasarruf yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmektedir.
Anılan yasanın 3’üncü maddesinde, açıkça “Bu alan içerisinde; Milli Mücadele
tarihini, Türk Halk Kültürünü ve sanatlarını tanıtan yerler ve çeşitli müzeler,
çeşitli sahneler ve toplantı salonları, sergi alanları, arşiv ve kitaplıklar,
atölyeler ve benzeri yerlerden meydana gelen Atatürk Kültür Merkezi ile Milli
Komitece saptanacak tesis ve alanlar bulunur. Bunların dışında Atatürk Kültür
Merkezi alanına hiçbir yapı yapılamaz.” denilmiştir. Bu maddenin ortadan
kaldırılması, Ankara’nın ender açık alanlarından birinin daha yok edilmesinin
önünün açılması, alanın korumasız bırakılması anlamına gelecektir. Atatürk
Kültür Merkezi alanı, Ankara’nın akciğerleri olarak da ifade edilen Atatürk
Orman Çiftliği’nin bir parçasıdır. Ankara kentinin tarihi açısından önemi
kadar, coğrafi olarak da önemi olan bu bölgenin yapılaşmaya açılması kentin
açık ve yeşil alan sistemi içinde son kalan bütüncül açık alanlarından
birisinin daha yok edilmesi anlamını taşımaktadır.
Tasarının 22’nci maddesiyle 2981 sayılı
imar affı içerikli 1984 tarihli Kanun yürürlükten kaldırılmaktadır. Yürürlüğe
girdiği 1984 öncesinde yapılmış olan kaçak yapılar ve gecekondular için af
çıkarılmasını amaçlayan söz konusu Kanun’un günümüzde kaçak yapıların
affedilmesi açısından herhangi bir işlevi kalmamıştır. Diğer yandan, Kanun’un
kaldırılması her ne kadar etkisiz bir girişim gibi görünse de özellikle kentsel
sit niteliğindeki korunması gereken alanlarımız açısından önemli sorunların
ortaya çıkmasına neden olabilecektir.
Kanunla birlikte yürürlükten kalkacak
olan geçici 2’nci madde, özellikle kentsel sit niteliğine sahip tarihî kent
merkezlerinde var olan, henüz tescil edilmemiş kültür varlığı yapıların
ruhsatlı biçimde onarılmasına imkân sağlayan bir düzenlemedir. Düzenlemenin
iptali ile önemli bir boşluk ortaya çıkacak, tescilli olmayan ancak korunması
gereken yapıların onarımları imkânsız hâle gelecektir. Bu nedenle, 2981 sayılı
Kanun’un iptali sonrasında ortaya çıkacak olası boşluğun giderilmesi için yasal
düzenleme yapılması zorunludur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu tasarı, öncelikli olarak en baştan itibaren konuyla doğrudan ve dolaylı
ilgili kesimlerin de görüş ve önerileri geniş bir perspektifte alınarak yeniden
gözden geçirilmeli ve düzenlenmelidir. Bu alanda yapılacak bir kanun mutlak
surette kenti sadece fiziki değil, sosyal, kültürel, ekonomik ve diğer
boyutlarını da kapsayacak şekilde bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu
bütünlük, söz konusu yasa tasarısı genişletilerek sağlanabileceği gibi,
“kentsel yenilenme ve kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi” adlı bir yasa
ile de ele alınabilir. Kent olgusu bu yasa tasarısındaki çerçevede ele alınsa
dahi alt ve üstyapı bütünlüğünde daha sistematik ve işlevsel bir içeriğin metne
hâkim olması beklenir. Sosyal bilimcilerin ve uzmanların bu konudaki birikim ve
önerilerinden yararlanılması icap etmektedir. Afet yönetiminde yapılması
gereken yeni düzenlemelerle uyumlu ve entegre bir
metnin daha kalıcı ve işlevsel olacağı kuşkusuzdur.
Yeni Anayasa’da kentsel yenilenme,
kentlerin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi, kentlerde afet risklerinden korunma
ve kentsel yaşam kalitesine ilişkin temel ve belirleyici hükümlerin yer alması,
bu hükümler ekseninde bu alanlardaki yasaların düzenlenmesi, Anayasa’nın üstün
hukuk normu vasfından ötürü önceliklidir. Afet yönetimi, kentsel politikalar,
imar düzenlemeleri, yapı denetimleri gibi konulardaki yasal düzenlemelerin öz
ve içerik boyutlarıyla birbiriyle uyumlu olması, birbirini desteklemesi ve
uygulamaya dönük düzenlenmemiş konuların bırakılmaması özellikle dikkate
alınmalıdır. Konuya sadece güvenli konut açısından değil,
ulaşım, kent güvenliği, tarihî dokuyu koruma, mimari estetik, kullanıma
elverişlilik, kent ekonomisi, kent sosyolojisi, doğal çevreyi koruma,
sürdürülebilir kentleşme, tarım, orman ve su havzalarını ve alanlarını koruma
ve geliştirme, çevre kirliliğini önleme, kentsel demografi, kent kimliği,
yönetime katılım, geleneksel yerleşim karakterimizin çağa uydurularak
yaşatılması gibi açılardan da yaklaşılması son derece önemlidir. Kentsel
yenilenme, bu tasarıda olduğu üzere, afet boyutu ekseninde olsa bile mekânsal
gelişim, sosyokültürel gelişim ve ekonomik gelişim şeklinde kentsel
düzenlemeler için üç önemli konuyu içermelidir. Yerleşim, insan odaklı
anlayışla planlanmalı ve uygulanmalıdır.
TOKİ politikaları ve uygulamaları,
yukarıda anlatılan esaslar da dikkate alınarak yeniden yapılandırılmalıdır.
TOKİ yönetiminde yeterli sayıda ve kalifiyede kent bilimciler, sosyologlar,
psikologlar, yönetim bilimciler, siyaset bilimciler, eğitimciler, kent
tarihçileri gibi uzmanlıklara mutlaka yer verilmelidir.
Kamu meslek odalarının merkezî ve
illerdeki birimleri bu süreçlere daha müdahil olmalı ve görüşleri her aşamada
ayrıntılı alınıp dikkatlice değerlendirilmelidir. Üniversitelerimizin de bu
alanlarla alakalı öğretim üyelerinin görüş ve önerilerine başvurulmalı, onların
bilgi birikimi ve deneyimlerinden mutlaka yararlanılmalıdır. Kamu meslek
odalarının söz konusu süreçlerde denetim ve düzeltme yetkileri genişletilmeli,
etkin kılınmalıdır. Kentsel alanların dönüştürülmesi kaynakların ve toprağın
yeniden dağıtımını esas aldığından, tek kamu otoritesi yetkili kılınmamalı, çok
aktörlü, şeffaf ve katılımcı yöntemler belirlenmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarının bu hâliyle yasalaşması, ülkemizde kentleşme konusunda izlenen
ikiyüzlü politikanın sürdürülmesi, bir yandan riskli yapı ilan edilen yapıların
yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski
gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir rant
aktarım alanı hâline dönüştürüldüğü, hukuk devleti ilkesinin yerle bir edildiği
bir gerçekliğe doğru yol almaktadır. Bu tasarının yasalaşması durumunda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
İSMET BÜYÜKATAMAN (Devamla) – Teşekkür
ediyorum.
Afet riskinin azaltılması gerekçesiyle
hazırlanan tasarıda var olan, yaşamın gerçek sigortası olan ormanlar, meralar,
sulak alanlar, kıyılar, tarım alanları gibi doğal varlıkların talanına imkân
sağlayacak, yeni afetlerin oluşmasına neden olacak yaklaşımlardan mutlaka
vazgeçilmelidir temennisi ile sözlerimi tamamlıyor, yüce heyetinizi bir kez
daha en derin saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Büyükataman.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Van Milletvekili Nazmi Gür. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Gür.
BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
AKP’nin bir emrivakisiyle daha karşı karşıyayız. Bu yasayla ilgili ne sivil
toplum örgütlerinin ne ilgili odaların ne de bu yasaya muhatap olacak
yurttaşlarımızın görüşleri alınmadan ve fakat büyük rant
beklentisiyle “kentsel dönüşüm” adı altında âdeta bir “rantsal
dönüşüm” yasasıyla karşı karşıyayız.
Ben Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile ilgili Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu yasa kuşkusuz
Van’da yaşanan büyük depremin etkisiyle ve biraz da kamçılanmasıyla, Sayın
Başbakanın özellikle talimatlarıyla hazırlandı ve önümüze pişirilmeden
getirildi. Biraz önce de sözünü ettiğim sivil toplum örgütlerinin, odaların,
meslek odalarının hiçbirinin görüşüne başvurulmadan önümüze getirilen bir
yasayla karşı karşıyayız.
Van depremi sonrası ortaya çıkan durum
ve diğer afetlerle ilgili yaşanacak korkular ve yaşanan trajedileri bahane
ederek bütün alanları yani kamu ve özel mülkiyeti -riskli olsun ya da olmasın-
Bakanlık ve Hükûmetin himayesine almak, kentleri rant
odaklarına açmak, kamusal kaynakları fütursuzca kullanmak, halkın çıkarlarını
tamamen ötelemek, halkın barınma hakkını gasbetmek ve
direnişini cezalandırmak, hak arama yollarını kapatmak ve bütün bunun maliyetini
de halka ödetmek üzere önümüze bir yasa teklifi getirilmiş bulunuyor.
Yasanın ismi her ne kadar Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı olsa da, tasarıdaki
değişikliklerin büyük bir bölümü, imar mevzuatı ve kentsel alan, mera, kıyı,
orman ve kültür varlıklarıyla ilgili birçok yasayı doğrudan etkiliyor,
değiştiriyor ya da tümden ortadan kaldırıyor.
Anlaşılan
o ki, AKP, 648 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının edindiği yetkileri yeterli bulmamış ki, zaten uzun süredir yapmış
olduğu kentsel dönüşüm adı altındaki talanı bu yasayla daha da sağlam zemine
oturtmak ve yapılan usulsüzlüklere karşı meslek odaları veya ilgili idareler
tarafından açılan davalar ile yürütmeyi durdurma… Yargı
da bu süreçte tamamen saf dışı bırakılmak istenmektedir. Yani yurttaşın bu
yasayla birlikte yargıya gitme hakkı da ortadan kaldırılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu yasayla neler mi değişiyor? Maddeler üzerinde ayrıca konuşulacak ama ben
size en geniş şekliyle izah etmeye çalışacağım. Bu yasa
tasarısıyla, afet riski taşıyan alanlar dönüştürülmek isteniyor gibi görünse
de, tasarının 3’üncü maddesinin yedinci fıkrasındaki düzenleme ile uygulama
bütünlüğü bahanesine sığınılarak, risk taşımayan yapıların da kanun hükümlerine
tabi olacağı, başka bir ifadeyle, önemli bir kısmı risk altında olan yapıların
gerektiğinde sağlam olanlarına da siyasi iktidar tarafından el konulacağı
açıkça belirtilmiştir. Bu durumun özeti şudur: “Benim yapım risk altında
değil, güvendeyim.” diyen, hukukun şemsiyesine sığınması beklenen yurttaşın
barınma hakları bu maddeyle ortadan kaldırılıyor.
Tasarıda en dikkat çeken hususlardan
bir tanesi de, özerkliği katı merkeziyetçi devlet modelinden ötürü zaten
oldukça kısıtlı olan yerel yönetimlerin kanunlarla verilmiş yetkilerinin de
açıkça ellerinden alınması, yani belediyelerin kentlerde yetkisiz
bırakılmasıdır.
5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun kentsel
dönüşüm konulu 73’üncü maddesinde yapılan değişiklikle, belediyelerin kentlerde
tek başına kentsel dönüşüm alanı ilanı yetkisi tümüyle kaldırılmaktadır. Bu
süreç, belediyenin talebi, Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulunun onayıyla
mümkün olacak yani katı merkeziyetçi bu yaklaşımla yerel yönetimlerin karar verme olanağı
tamamen ortadan kalkacak ve Bakanlığın inisiyatifine bırakılacaktır. Bu durum, belediyeleri Bakanlığın vesayeti
altına alacak ve belediye ile Bakanlığı, kentlerde de halk ile belediyeyi karşı
karşıya getirecek bir sürecin
başlangıcı olacaktır.
Değerli arkadaşlar, tasarının en büyük
yaptırımı halkı yerinden etmeye ve borçlandırmaya yöneliktir. Riskli alanların
boşaltılması, halk ile anlaşmaktan öte halkı doğrudan zorunlu kılmaya yönelik
yaptırımları içermektedir.
Zira,
tasarının 4’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen, riskli yapılarda
elektrik, su ve doğal gaz gibi kamusal hizmetlerin durdurulması, bu yapılarda
yaşayan yoksul halk ve kiracılara barınma imkânı yaratmadan bu yapıları terk
etmeye mecbur bırakmak ve bölgenin zorunlu tasfiyesi anlamına gelmektedir.
Bu en temel kamusal hizmetlerin
durdurulması ve vatandaşın sağlık ve güvenliğinin riske edilmesi, açıkça
görülüyor ki Anayasa’nın 2’nci maddesindeki “sosyal devlet” ilkesiyle
çelişmektedir.
Halkı yerinden etme, borçlandırma,
tasarının 5’inci maddesinde kendini açıkça göstermektedir. Maddede, riskli
yapılarda yaşayanlarla anlaşma yoluna gidilmesinin öncelikli olduğu belirtilse
de madde içindeki tutarsızlıklar bu tahliyenin anlaşmadan ziyade zorunlu kılıcılığını ve anlaşmaları doğrudan ötekileştirdiğini
göstermektedir.
Madde “Anlaşma ile tahliye edilen
yapıların maliklerine, kiracılarına veya bu yapılarda işyeri bulunanlara geçici
konut veya işyeri tahsisi ya da kira yardımı yapılabilir.” cümlesindeki
“yapılabilir” kelimesi idarenin inisiyatifine
bırakılmış ve bu muğlak tanım barınma hakkını güvencesiz bırakmıştır.
Ayrıca, “Anlaşma ile tahliye edilen”
sözü ile anlaşmayı kabul etmeyenler ötekileştirilerek bu kişilerin öne sürülen
hakların dışında tutulması hedeflenmiştir. Bu yönüyle madde Anayasa’nın 10’uncu
maddesindeki “Eşitlik” ilkesine açıkça aykırıdır.
Halkın zorunlu tasfiyesiyle yetinmeyen
tasarı, 5’inci maddenin üç, dört ve beşinci fıkraları ile bu tasfiyeyi halka ödetmek ve halkı
borçlandırmaktan geri durmamaktadır.
Tasarı, riskli yapının yıkım masrafını
halka ödetmekle kalmıyor, 6’ncı maddenin dördüncü fıkrasıyla “Gerekli
görüldüğünde Bakanlar Kurulu kararıyla sosyal donatı ve altyapı harcamaları
uygulama maliyetine dahil edilmeyebilir.” cümlesiyle
yıktırma masrafları dışında altyapı ve sosyal donatı alanlarının maliyetinin de
vatandaşa ödetilebileceği Bakanlığın keyfine bırakılmıştır. Bu maddeleriyle
tasarının Anayasa’nın hukuk ve sosyal devlet ilkeleriyle doğrudan çeliştiği
görülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarıda daha neler yok ki. AKP bu tasarı üzerine oldukça sağlam mesai yapmış
olmalı. Zira geçmişten beri usulsüz kentsel uygulamalara yönelik açılan davalarla
durdurulan yürütmeler bu yasayla son bulacak, bunun haricinde anlaşmaya
direnenler TCK kapsamında suçlu sayılabileceklerdir. Tasarının 6’ncı maddesinin
dokuzuncu fıkrası bu uygulamalara karşı yargıya başvurma hakkını tebliğ
tarihinden itibaren altmış günden otuz güne düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda,
açılan davalarla yürütmeyi durdurma kararını da ortadan kaldırıyor. Yani çok
açık ki siyasal iktidar kentlerde yapmak istediği ne varsa -ki bu ne varsanın altını kalın bir çizgiyle çiziyorum- önüne çıkan bütün
engelleri bu yasa tasarısıyla tamamen kaldırmayı hedeflemiş durumdadır. Bu
engellere, Hükûmetin sürekli bağımsızlığına vurgu yaptığı güçler ayrılığının üç
erkinden biri olan yargı organı da dâhildir. Bu yargıya başvurma hakkı ve
yürütmeyi durdurmayı engelleyen düzenlemeler Anayasa’nın 36’ncı maddesinde
belirtilen hak arama hürriyetini de ortadan kaldırmaktadır. Bunun dışında
barınma hakkını savunmak ve zorla kabul edilmesini öngören anlaşmaya direnmek
ya da hak arama yoluna başvurmak tasarının 8’inci maddesinin üçüncü fıkrasıyla
suç kapsamına alınacaktır. Tahliye ve yıkım işlemlerini engelleyenlerin TCK’nın
ilgili hükümlerince cezalandırılmasının önü açılacaktır. Bu da uzun yıllardır
Dikmen vadisi halkı gibi, bu kentsel uygulamalara, haksızlıklara karşı direnen
halkın yasalara başvurma ve yasal haklarını koruma hakkını açıkça ortadan
kaldıracaktır.
Değerli milletvekilleri, tasarının çok
önemli bir diğer düzenlemesi 8’inci maddenin birinci ve ikinci fıkralarında
düzenlenmiş olup ileride tartışmaya çokça açılacak olan yandaş firmalara
ihaleler peşkeş çekiliyor düşüncesini ya da suçlamasını egemen kılacaktır.
Düzenlemeye göre alanların dönüşümüyle ilgili mal ve hizmet alımları ve yapım
işlerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 21/b maddesi kapsamında, yani
ihalelerin şeffaflıktan uzak, davetiye usulü yapılacak olmasıdır. Bu durum,
ihalelerin -Bakanlık, TOKİ veya yerel yönetimlerin- objektif bir
değerlendirmeden uzak seçilmiş firmalara yapılacağı kaygısını oldukça güçlü bir
şekilde ortaya getirmektedir.
Değerli
arkadaşlar, tasarıda uygulamanın hangi bütçeyle yapılacağı da belirtilmiş, buna
göre uygulamanın bütçesi henüz yasallaşmamış, satışı düşünülen 2/B orman
alanlarının gelirinin yüzde 90’ı, çevre vergisi ve idari para cezalarının yüzde
50’si, İller Bankasının yıllık safi kâr tutarının yüzde 49’u, Bakanlığın el
koyduğu taşınmazların satışından elde edilecek gelirler, dönüşüm projelerinden
sağlanacak kredi ve bunların faiz ve gecikme zamlarıyla, genel bütçeden
ayrılacak paylar ve sair gelirlerden oluşmaktadır. Bu
yönüyle de muazzam bir bütçeyle donatılmış Bakanlık ve TOKİ ülkedeki emlak
piyasasının tek hâkimi, aktörü, âdeta krallığı olacaktır.
Değerli arkadaşlar, önümüzdeki bu
tasarının belki de en kritik düzenlemesi “Uygulanmayacak mevzuat” başlığı
verilen ve geçmişten bugüne imarla ilgili bütün mevzuatı yok sayan 9’uncu
maddesidir. Bu düzenlemeyle ülkenin tüm mera alanları, tarım alanları,
ormanlıkları, zeytinlik alanları, kıyıları ve hatta sit alanları yapılaşma ve
işgal altına alınma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Kamu yararı gözeten
temel planlama kararları ve şehircilik ilkelerinin bu tasarıyla yok sayılması
en hafif tabirle talandır.
Bu maddenin özeti şudur değerli
milletvekilleri: Ülkedeki yasal güvence altındaki kıyılarımız, meralarımız, ormanlarımız,
zeytinliklerimiz, yani bütün doğal ve kültüler zenginliklerimiz bu yasanın
uygulanmasına mâni olamaz çünkü ilgili bütün yasaların engelleyici hükümleri,
hiçbir koşul olmaksızın bu yasa tasarısına aykırı olacaktır. Ne amaçlanıyor? Bu
yasa tasarısı, elbette ki afet riski altındaki alanları dönüştürmek mi, yoksa
bütün ülkeyi yeniden kendi isteğine göre dizayn etmek
mi, bunu da sizin değerli görüşlerinize sunmak istiyorum.
Tasarı, Anayasa’nın 2’nci maddesi olan
sosyal ve hukuk devleti ilkesini, 36’ncı maddesi olan hak arama hürriyetini, 56
ve 57’nci maddeleri olan sağlık, çevre ve konut ilkelerini ve Anayasa dışında,
toplamda 27 yasanın koruyucu hükümlerini de ortadan kaldırmaktadır.
Bize göre bu yasayla bütün ülkeyi kendi
isteğine göre dizayn etme planlanıyor. Zira, bu, bütün mevzuat yok sayılıyor. Kamu yararı, sağlıklı
ve yaşanabilir çevre, tabiat varlıkları, mera, zeytinlik, orman, tarım ve kıyı
alanları umursanmıyor; meslek odaları ve diğer sivil toplum örgütlerinin
görüşlerine önem verilmiyor.
Afet
riski açısından afete duyarlı sakınım planları içeren, açık ve yeşil alan
sistemleri olan, doğal ve kültürel zenginliklerimizi koruyan kentler mi, yoksa
ucu bucağı olmayan yetkilerle donatılmış TOKİ’nin yaptığı ve tekdüze, bundan
sonra ülkeyi, Türkiye’yi “TOKİ Land”e, âdeta bir
“TOKİ Land”e dönüştüren kentler mi? Bu ikilemin,
elbette ki cevabını sizlerden beklemek bizim de hakkımızdır. Biz,
ilkini tercih ediyoruz kuşkusuz ama görünen o ki Hükûmet ikinciden yana bir
tavır sergilemiş ve bu yasayı önümüze koymuştur.
Ayrıca, amaç eğer afet riskini azaltmak
olsaydı burada, bu yasaya destek olmayacak bir tek milletvekili bulunamazdı
ancak bu ad altında kamuoyunu da yanıltarak farklı amaçlar güdüldüğü tasarının
her maddesinde kendini göstermektedir.
Değerli arkadaşlar, sonuç olarak,
açıkça görünüyor ki bu yasa tasarısı kentlerimizi talan etme, ülkeyi TOKİ’ye ve
yandaşlara bağlama ve yaşam alanlarımız olan kentleri vahşi kapitalizmin
kendini yeniden ürettiği rant alanına dönüştürme
yasasıdır.
AKP, bu yasa tasarısı Meclisten geçerse
ileriki günlerde büyük bir vebalin altına girecektir. Zira,
bu yasayla edindiği yetkiler, arazi mafyasının Hükûmet kontrolünde uygulanması
ve yandaşları kayırma sürecini beraberinde getirecektir.
Değerli arkadaşlar, bu yasanın bu hâliyle
çıkmasına katkı vermek elbette ki mümkün değildir. Grubumuz olarak biz, bu
konuda birçok sivil toplum örgütünün de görüşünü alarak önergelerimizi
hazırladık, önergelerimiz grup başkan vekillerimiz eliyle kuşkusuz Başkanlığa
verilecektir ve önümüzdeki günlerde önergelerimiz üzerinde de söz alarak bu
yasanın bizim istediğimiz, kamuoyunun istediği, halklarımızın istediği biçime
dönüştürülmesi için de çaba göstereceğiz.
Değerli arkadaşlar, gelin, bir kez daha
bu yasa tasarısının metnini okuyun, hepiniz tek tek okuyun -belki okumayanınız
vardır- ne olur bir kez daha okuyun ve elinizi vicdanınıza koyun. Bu yasa
gerçekten kentlerimizi sürdürülebilir, insani yerleşimleri oluşturan;
çevresiyle, kültürüyle, tarihî geçmişiyle bağdaştıran ve çocuklarımıza gelecekteki
güzel, yaşanabilir bir ülke bırakma isteği mi, yoksa rant
ve talan için hazırlanmış bir yasa mı olduğuna hep birlikte karar verin. Gelin,
bir kez daha düşünün ve bir kez daha okuyun bu metni ve ne olur, sizden ricamız
muhalefetin önerilerini dikkate alın çünkü muhalefetin önerileri, bizlerin
önerileri bu halkın bu yasayla bu şekilde terbiye edilmesinin önünde bir engel
teşkil edecektir.
Değerli arkadaşlar, biz böyle
yapmazsak, sizler böyle yapmazsanız tarih ve çocuklarımız, gelecekte bu
kentlerde, bu çarpık kentlerde yaşacak çocuklarımız
asla bizi affetmeyecektir. Ortada bir soru vardır: Kentsel dönüşüm mü, rantsal dönüşüm mü? Bunu da
sizlerin vicdanına bırakıyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Gür.
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Komisyon Başkanı Sayın
Güllüce’nin İç Tüzük 60’a göre bir söz talebi vardır.
Buyurunuz efendim.
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Efendim, “5393 sayılı Yasa’nın
73’üncü maddesi ortadan kaldırılmaktadır.” diye bir cümle kullanıldı. Bu ifade
doğru değildir, madde aynen yerinde kalmıştır, sadece İçişleri Bakanlığı yerine
şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu işin sekreteryasını
yapacaktır, bu düzeltmeyi yapmak istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Güllüce.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Erol Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kaya.
AK PARTİ GRUBU ADINA EROL KAYA
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, her şey gibi
konut da, şehir de insan içindir. İnsan ile çevresi arasındaki ilişki
karşılıklıdır, insan çevresini şekillendirir, çevresi de insanı.
Şairin dediği gibi:
“İnsan yaşadığı yere benzer.
O yerin suyuna, o yerin toprağına
benzer.
Evlerine, sokaklarına, köşe başlarına
benzer.”
Dünyayı algılamaya başlayan çocuk
annesinden, babasından, aile fertlerinden sonra yaşadığı konutu, o konutun
bulunduğu sokağı, muhiti, mahalleyi, ilçeyi, şehri kavrar, bunlar üzerinden
dünyayı okur, diğer insanları değerlendirir. İnsan ile mekân arasındaki bu
kadim ilişkiyi kavramadan atılan her adım, bulunulan her tasarruf, yapılan her
iş potansiyel sorun kaynağıdır.
Sağlam, güvenli, estetik, çevreyle dost
bir ortamda büyümek ve yaşamak ile ilk depremde yıkılması muhtemel olan,
güvensiz, bununla birlikte her türlü kirliliğin de tam ortasında bulunan bir
mekânda yaşamak aynı değildir. Zorunluluklar ve asırlık yanlışlar insanlara
yaşayacakları yerleri seçme imkânını maalesef tanımıyor. Bilhassa yeni nesiller
kendilerini çarpık yerleşim birimlerinin ortasında buluyorlar. Sanıyorum burada
bulunan bütün milletvekillerimiz, konutun temel bir insan hakkı olduğu
konusunda hemfikir.
Anayasa’mızın 23’üncü maddesi, sosyal
ve ekonomik gelişmeyi sağlamayı, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi
gerçekleştirmeyi, 56’ncı maddesi ise herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahip olmasını vurgulamaktadır.
Burada sormamız gereken soru şudur:
Konut, ama hangi konut? Elbette, hepimiz, bütün vatandaşlarımızın çevresiyle,
sokağıyla, binasıyla, içindeki imkânlarıyla insanca yaşayabileceği, güven ve
huzurla ikamet edebileceği konutlara sahip olmasını istiyoruz. Ülkemizde çarpık
kentleşme sadece gecekondulardan ibaret değildir. Uzaktan baktığınızda sıra sıra dizili apartmanlardan oluşan yerlerin önemli bir
bölümü de çarpık kentleşme kapsamındadır. Çünkü bu binaların gerçek anlamda
konutla, medeniyet kavramının mütemmim cüzü olan şehirle hiçbir ilgisi
bulunmamaktadır. Çarpık kentleşmenin sonuçlarından biri de yoksulluğu, asayiş
sorunlarını, adaletsizlikleri içinde barındıran çürümüş şehir yapısını
bünyesinde beslemesi ama gözlerden uzak saklamasıdır.
İstanbul’un Pendik ilçesinde Belediye
Başkanlığına başladığımda, on beş yıllık süre içerisinde, zorunlu olarak
köylerinden, ilçelerinden, illerinden İstanbul’a göçmüş büyük bir nüfusla
karşılaştım. Bunların büyük bölümü, başını sokacağı derme çatma bir yer inşa
etmiş ancak suyu ve elektriği olmayan binalarda, çamurlu sokaklardan
geçilmeyen, okulu, sağlık ocağı, yolu olmayan mahallelerde yaşıyordu. Başta
Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün
arkadaşlarımızla birlikte İstanbul’u modern bir şehir görüntüsüne büründürmek,
gerçek manada şehirleşmeyi tesis etmek için yoğun bir çaba sarf ettik.
Genel Başkanımız, Hükûmete geldikten
sonra da İstanbul’da edindiği bu tecrübeyi TOKİ aracılığıyla bütün Türkiye’ye
taşıdı. AK PARTİ olarak 2002 yılında “500 bin konut yapacağız.” dediğimizde
sanıyorum pek çok kimse buna bıyık altından gülmüştü. Bugün birinci 500 binlik
hedefe ulaşmış, ikinci 500 binlik konut üretimine başlamış bir parti olarak
huzurlarınızda bulunuyoruz.
TOKİ ile gecekondulaşmanın, kentlerin
daha çarpık hâle gelmesinin önüne geçildi. Ancak önceden oluşmuş, şehirlerin
artık merkezlerinde kalmış yerleşim yerlerinin dönüşümü konusunda arzu
ettiğimiz hızı ve etkinliği yakalayamadık. Şunu ifade etmek isterim ki: Bu
sorun mevcut mevzuatla, mevcut uygulamalarla çözülebilecek olsaydı bugüne kadar
zaten çözülmüş olurdu.
Afet riski taşıyan bölgelerin
dönüştürülmesi düşüncesi yeni bir düşünce değildir. 1939 Erzincan depreminin
ardından, zelzele mıntıkalarında yapılacak inşaata ait İtalyan Yapı Talimatnamesi’nin Türkçeye çevrilmesiyle mevzuat
çalışmaları başlamıştır. 2007 yılına kadar toplam 9 adet deprem yönetmeliği
yürürlüğe girdi. Bu süreçte 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 3194 sayılı İmar
Kanunu, 2985 sayılı TOKİ Kanunu gibi birçok düzenlemeler yapıldı. Geçtiğimiz
yıllarda, kamu reformu kapsamında, Belediye Kanunu ve bunun içerisinde 73’üncü
maddede, kentsel dönüşüm alanlarıyla ilgili belediyelere yetki verildi. 2010
yılında, 5998 sayılı Kanun’la aynı yetki yeniden düzenlendi. 2007 yılında, 634
sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nda yaptığımız değişiklikle, binaların
güçlendirilmesi veya yıkılarak yeniden yapılması süreciyle ilgili bina
yönetiminin karar almasını kolaylaştırdık, yaptırımlar getirdik. Bu
düzenlemelerle, yıllardır ihmal edilen kentsel dönüşümde ciddi adımlar atıldı.
Değerli arkadaşlar, tüm Türkiye’de
kentsel dönüşümün gerekliliğini, afet ve deprem yönetmeliklerine göre
hazırlanan rakamlar çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Nüfusumuzun yüzde
45’i 1’inci derecede deprem bölgesinde, yüzde 25’i 2’nci derecede deprem bölgesinde,
yüzde 15’i 3’üncü, yüzde 13’ü 4’üncü, yüzde 2’si 5’inci derecede deprem
bölgesinde yaşamaktadır. Deprem bölgeleri haritası baz
alındığında, ülkemiz topraklarının yüzde 96’sı farklı oranlarda tehlikeye sahip
deprem bölgeleri içinde kalmakta olup nüfusumuzun yüzde 98’lik kısmı da bu
bölgelerde yaşamaktadır. Deprem tarihimizde, yüz yedi yılda 100 binden fazla
insanımızı kaybettik, 600 binden fazla konutumuz ise hasar gördü. Bizi bugün
görüşmekte olduğumuz kanunu huzurlarınıza getirmeye iten sebep işte budur.
Biliyorsunuz, 1999 depreminin üzerinden
on üç yıla yakın zaman geçti. Bu arada, son örneği Van olmak üzere, daha başka
depremler ve sel felaketleri yaşadık. Biz mevcut sistemin çıkmazları içinde
dönüp durdukça depremler bizi vurmaya, can almaya, yıkıntılar altında hayatlar
söndürmeye devam etmektedir. Ülkemizin önemli bir gerçeği olması hasebiyle hep
depremden bahsediyorum ancak başta Karadeniz Bölgemiz olmak üzere, Isparta
Senirkent gibi şehirlerde yaşadığımız heyelan ve sel felaketleri hepimizin
belleklerinde tazeliğini korumaktadır.
Bu düşüncelerle ve yaşadığımız
felaketlerden ders çıkararak afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinin
aynı zamanda büyük kentlerimiz için köklü bir yeniden yapılanma ile eş değerde
olduğunu biliyoruz. Bunun için, hem depreme karşı hazırlıklı olmak hem de bu
vesileyle şehirlerimizi hastalıklı yapılardan kurtarmak için sistemde köklü
değişikliklere gitmek zorundayız. Şartları değiştirmeden sürekli aynı şeyleri
yapıp sonucun değişmesini beklemenin akılla, mantıkla, izanla bağdaşır tarafı
yoktur. İşte bu kanun tasarısıyla şartları değiştirmeyi hedefliyoruz.
Değerli milletvekilleri, 12 Haziran
2011 seçimlerinden önce AK PARTİ olarak demiştik ki: “Önümüzdeki dönemde iki
önceliğimiz var, bunlar kentsel dönüşüm ve depreme hazırlıktır.” Esasen,
geçtiğimiz dokuz yılda kentsel dönüşüm noktasında çok büyük projeler
gerçekleştirildi. Türkiye genelinde yüzlerce bölgede yüzlerce proje ile on
binlerce konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapıldı. Trabzon Zağnos’ta, İzmir Kadifekale’de,
Denizli Bağırsakdere’de, Diyarbakır Sur ilçesinde
yürüttüğümüz kentsel dönüşüm projeleri ayrımcılık yapmadan çalıştığımızın somut
örnekleridir. Bu kanunun çıkmasından sonra kentsel dönüşüme daha da hız
verilecek, şehirlerimizin çehreleri süratle değiştirilecektir. Deprem tehdidine
karşı mevcut imkânlar çerçevesinde alınabilecek önlemleri alacak, binalarıyla,
altyapısıyla, çevresiyle güvenli ve huzurla yaşanabilecek yerleşim yerlerini
oluşturacağız. Dikkatlerinizi çekiyorum ki bugün bütün bu çalışmaların odağında
insan vardır. İnsanın can güvenliğini sağlamak, insanın yaşam kalitesini
yükseltmek, insanın mutluluğunu sağlamak bizim için her şeyin önünde
gelmektedir. İnsan için üretilmeyen konutun, insan için inşa edilmeyen şehrin,
insan için dizayn edilmeyen çevrenin bizim nezdimizde
hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Aynı şekilde, bize
göre bir ülkedeki yönetim kalitesini, toplumun gelişmişlik düzeyini ve
medeniyete yaptığı katkıyı belirleyen faktörlerin başında şehirler gelmektedir.
Bugün ülkemizde nüfusumuzun henüz yaklaşık dörtte 3’ü şehirlerde yaşıyor.
Avrupa’da bu oranın yüzde 85’lerde olduğunu hatırlatmak isterim. Sürdürülebilir
şartların yerine getirilmesiyle şehirleşme olumlu bir gelişim gösterir, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığının kuruluşu da işte bu bakış açısının ürünüdür. Altını
çizerek belirtmek istiyorum ki deprem tehdidine karşı oluşturulmuş standartlar,
zaman zaman bu konuda yeterli özeni göstermeyen yerel yönetimler bulunsa da
genel olarak tavizsiz şekilde uygulanıyor.
Değerli milletvekilleri, ikametten
ibaret görülmemesi gereken konut alanları, alışveriş yerleri, çocuk oyun
alanları, parkları, kütüphaneleri, spor alanları, ibadethaneleri ve sağlık
ocakları, bir bütün olduğu anlayışıyla inşa edilmelidir. Afet riski altındaki
alanların dönüşümünü de aynı şekilde gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Sadece
depreme dayanıksız konutları yıkıp yerine depreme dayanıklı konutlar inşa etmek
çok kolaycı bir yaklaşım olur. Biz, kolay olanı değil, zor olanı tercih
ediyoruz. Afet riski sebebiyle zorunlu olarak başlatmak zorunda olduğumuz bir
süreci topyekûn dönüşüm fırsatına çevirmek, gerçek anlamda yaşam alanları
oluşturmak amacındayız. Bu sistemi kendi finansman dinamikleriyle işler kılmak
zorundayız. Elbette vatandaşlarımız da, kamu da elini taşın altına koyacak.
Aksi takdirde, buna ne tek başına vatandaşımızın gücü yeter ne de sadece kamu
imkânlarıyla makul bir sürede bu işi başarmamız mümkün olabilir. 12 Haziran
seçimlerinde ortaya koyduğumuz 2023 vizyonunun
şehircilikle ilgili hedeflerinin odağında işte bu anlayış yer alıyor.
Yaşanabilir mekânlar ve marka şehirler olarak ifade ettiğimiz yaklaşım, hem
afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hem de kentsel tasarım ve estetik
kaygılarını karşılayacak yaşam alanlarının oluşturulmasını sağlayacak. Bunun
için sadece afet riski altındaki alanları yeniden değerlendirilmekle
kalmayacak, şehirlerdeki kamu arazilerini de bütün toplum için ortak fayda
sağlayacak şekilde aktif kullanıma açacağız. Kentsel dönüşümde önceliğimiz orta
ve alt gelir grubunun konut ihtiyacını karşılamak olacak. Bütün bunları
yaparken elbette hem kentlerin özgün kimliğini hem de çevreyi koruma
ilkelerinden asla taviz vermeyerek gerçekleştirmek ve yapmak zorundayız. Bu
süreçte işlemleri basitleştirecek ve hızlandıracak her türlü tedbirleri
alacağız. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, bu bakımdan önemli yenilikler
içeriyor.
Değerli milletvekilleri, İstanbul’un
yakın bir gelecekte şiddetli bir depremle karşı karşıya kalma olasılığının
yüksek olduğu bilim adamlarınca belirtilmektedir. Bu depremin 100 milyar lira
hasar ortaya koyacağı tahmin edilmektedir. Bugüne kadar İstanbul’un Anadolu
yakasında ve Avrupa yakasında Başakşehir ve
Kayabaşı’nda, Maltepe ve Pendik’te depreme dayanıklı, yaşanabilir ve güzel
örnekler inşa edildi. Benzer çalışmalar, Ankara, İzmir, Bursa, Kayseri, Konya,
Trabzon, Samsun, Kocaeli başta olmak üzere, bütün şehirlerimizin tamamı ile
deprem riski altındaki bütün yerleşim yerleri için düşünülmektedir. Tasarı,
afet meydana geldikten sonra yara sarma değil, “yara almama” anlayışına
dayanıyor. Bu sayede, Anayasa’mızdaki sosyal devlet ilkesinin hayata
geçirilmesi için önemli bir adım atılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu düzenleme
ile mevzuatımızda ilk defa kapsamlı bir biçimde, riskli yapılaşmaya ciddi bir
alternatif çözüm üretilmektedir. Bilindiği gibi Hükûmetimiz dönemine kadar
çözüm adına iki yaklaşım hâkimdi: İlki; yasalarla, düzenlemeyle, imara aykırı
olan binalarla ilgili düzenleme, yapılan af çalışmasıdır ki bugüne kadar on bir
af çıkmıştır.
İkincisi ise; imar plan değişikleri
yoluyla yoğunluk artırmak suretiyle ve “yapsat” anlayışı çerçevesinde yapılan
uygulamalardır.
Tasarı ile riskli yapılaşmaya dair
kapsamlı bir çözüm üretilmekte, bugüne kadar yapılan düzenlemelerin devamı ve
tamamlayıcısı bir kanun hazırlanmıştır. Af yerine sağlıklı ve kapsamlı bir
dönüşüm getirilmekte, yeni uygulama araçları oluşturulmakta, İmar Kanunu’nun
18’inci maddesi yerine değer esaslı yönteme geçilmekte, imar hakkı transferi
düzenlemesi yapılmakta, finansal problem çözülmekte, kamu arazilerinin kullanım
imkânı sunulmaktadır.
Anlaşma esaslı olan bu tasarı ile
bürokrasi azaltılmakta, kamulaştırma süresi kısaltılmakta, diğer sürelere tahditler getirilmekte, oluşacak olan değer artışının bir
kısmının kamuya geri dönüşü öngörülmektedir.
Hâlen ülkemizde kırka yakın özel
kanunda imar yetkisi bulunmakta ve bu durum büyük bir karmaşaya neden
olmaktadır. Tasarı ile bu yetki karmaşasına da çözüm üretilmektedir.
Biz, afet riskiyle ilgili zorunluluğu,
köklü kentsel dönüşüm çalışmaları için bir fırsat olarak görüyoruz. Bu kanun
tasarısının, Türkiye'nin çok derin ve acil bir sorununun çözümünü
hızlandıracağına olan inancımı bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Bu
düşüncelerle, tasarının şimdiden ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
temenni ediyor, birkaç hatip arkadaşımızın gündeme getirdiği hususla ilgili de
bir iki açıklamada bulunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bir hatip
arkadaşımız, acele kamulaştırmanın ve süre kısıtlılığının fevkalade yanlış
olduğunun altını çizdi.
Değerli arkadaşlar, ben on beş yıl
belediye başkanlığı yaptım. Bu süreçte biz şunu gördük: Hukuki engellere eğer
bir tahdit getirmezseniz, hukuki haklar korunmak
kaydıyla ve vatandaş haklarını korumak kaydıyla tahdit getirmezseniz, biz 1939
depremiyle başladığımız bu sürece herhâlde bir yüz yıl daha devam ederiz.
Orman ve meralarla ilgili yağmadan
bahsedildi. Ben, tasarının 10’uncu maddesinin ek 13’üncü
maddesini okumak istiyorum: “Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık
alanların afet öncesinde piknik alanı, mesire yeri ve afet sonrasında geçici
barınma yeri olarak kullanılması için, Orman Genel Müdürlüğüne veya bu Genel
Müdürlüğün uygun görmesi hâlinde talepte bulunan idarelere altyapı hizmeti
verir.” şeklinde bir düzenleme söz konusu. Dolayısıyla, herhangi bir
şekilde, afet öncesinde, bugün orman alanlarının kullanılması söz konusu değil.
İkincisi ise meralarla ilgili çok
gündeme getirildiği için buna da açıklık getirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, şehir içerisinde
-Belediye Kanunu çok açıktır- hayvancılık yapamazsınız. Dolayısıyla, şehir
içerisinde veya şehrin hemen çevresinde bulunan meraların, bu konuyla ilgili
yapılacak olan yönetmelikle düzenlenmesi, gayet doğru ve doğal olan bir
hadisedir.
Bir başka husus ise “Niçin İzmir ve
Eskişehir geciktiriliyor veya geçit verilmiyor? Kuzey Ankara Projesi niçin
hayata geçti?” Tek nedeni, bugünkü kanunun çıkmasıdır çünkü Kuzey Ankara
Projesi, Belediye Kanunu’ndan yola çıkarak yapılan bir düzenleme değil, bir
kanunla yapılan düzenleme olduğu için başarılı olmuştur.
“Şimdiye kadar neredeydiniz?”
Değerli arkadaşlar, bir de sağlam
binalarla ilgili şu anda bir düzenleme yok ama şu anda 5393 sayılı Belediye
Kanunu’muzun 73’üncü maddesinde, sağlam binaların kentsel dönüşüm kapsamına
alınacağıyla ilgili düzenleme zaten var. Ben onu da size okumak istiyorum…
Kentsel dönüşüm ve proje alanı olarak ilan edilecek alanın üzerinde yapı olan
veya olmayan, imarlı veya imarsız alanlarla ilgili, belediye meclisine yetkiyi 5393
sayılı Kanun’un 73’üncü maddesi zaten veriyor. 2005 yılında bu düzenleme
yapıldığında, 73’üncü madde düzenlemesi yapıldığında belediye başkanlarımız
haklı olarak önünde engeller olduğunu ifade etti. 2010 yılında yeni bir
düzenleme daha yapıldı ve 2007 yılında da 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nda
bir düzenleme yapıldı. 2007 yılına kadar Kat Mülkiyeti Kanunu’nda karar
alabilmek için oy birliği şartı gerekiyordu, bu düzenlemeyle bu kaldırıldı.
Ancak bu düzenlemeler bize şunu gösterdi ki: Yeterli olmadığını ya da bu
harekete geçme noktasında hem kamunun, belediyelerimizin ve büyükşehir
belediyelerimizin hem merkezî otoriterinin hem de vatandaşlarımızın kendi
yapılarında harekete geçmesine imkân vermediğini gördük.
Bir başka husussa “2/B gelirlerine
aktarılması talan imkânı vermektedir.” deniyor. Değerli arkadaşlar, bu kanunda
iki tane önemli düzenleme var. Birisi 7’nci maddedeki gelirlerle ilgili
düzenleme, ikicisi ise muafiyetlerle ilgili. Bence tasarının hayata geçmesi ya
da Türkiye’nin depremle yüzleşmesi noktasında en önemli düzenleme gelirlerle
ilgili düzenlemedir ve sadece 2/B alanlarıyla ilgili değil diğer maddelerde de
düzenleme yapılmaktadır ki bu da bu kanunun hayata geçmesiyle ilgili bize çok
ciddi bir imkân sunacaktır.
Tekrar yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyor, kanunun hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaya.
Şahsı adına Çanakkale Milletvekili Ali
Sarıbaş.
Buyurunuz Sayın Sarıbaş. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 180 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı üzerine söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce Meclisimizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, bugün ayrıca doktorlarımız
ve sağlık çalışanlarının da Tıp Bayramı’nı kutluyorum.
Çok değerli milletvekilleri, bu tasarı,
ülkemizin kentsel dönüşümünü, ekonomisini, sosyolojisini, toplum psikolojisini,
hukuk sistemini, genel ve yerel siyasetini, mimarlık, mühendislik, plancılık ve
kentsel dönüşüm alanlarını yakından ilgilendirmektedir. Bu kadar önemli bir
yasa tasarısı nasıl uygulanması gerektiği yönündeki görüşlerin ilgili Türk
Mühendis ve Mimar Odalarınca paylaşılmış olmasına rağmen, maalesef, yasa
tasarısının hazırlanması aşamasında bu görüşlerin dikkate alınmadığı tasarıyı
incelediğimizde ortaya çıkıyor.
Bu yasa tasarısı, ne yazık ki, Van
depremi, afet riski bahane edilerek, AKP’nin kendi çevresine yeni rant kapıları yaratma, bugüne kadar dokunulmaz alanları ele
geçirme, her alanda tasfiye ve yapılaşmayı hedefleyen bir yasa tasarısıdır. Bu
tasarı ile doğal sit alanlarımız,
ormanlarımız, kültürel ve tarihî alan ve varlıklarımız, meralarımız çok
ciddi tehdit altına girecektir. Bundan böyle bu alanlarımızı korumamız mümkün
olmayacaktır.
Tasarının genel gerekçesinde “Genel
Hayatı Etkileyecek Afetler Nedeniyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair
Kanun’a göre doğal afete maruz kalan alanlarda alınacak olağanüstü tedbirlerin
sosyal probleme neden olduğu, buna karşılık yaşam alanlarının yenilenmesinin
gönüllülük esasına göre düzenlemenin yapılması zorunludur.” diye getiriliyor.
Doğrusu, olması gereken de zaten budur. Ancak tasarının genel gerekçesinde yer
alan gönüllülük esası sonraki bölümlerde bunu hükümsüzleştirerek
her türlü zor kullanma yöntemini öngörmektedir. Sözü edilen meşruiyet
çerçevesinin dışına çıkılarak hiç de gönüllülük esasına dayanmayan, demokratik
yaklaşımlarla bağdaşmayan bir ranta yönelik uygulama
döneminin bu tasarıyla başlatılmak istendiği izlenimi verilmektedir. Şöyle ki:
Afet sonucu evi hasar gören ve risk taşıyan yapıların yıkılması ve yapılması
için mülk sahibine tanınan süre içerisinde gereğini yerine getirmez ise
bakanlık, TOKİ ve ilgili belediye tespit yapacak. Tespite itiraz olunduğunda ise
5 kişilik bir heyet tarafından karara bağlanacak, tespiti yapacak heyetteki 2
kişi Bakanlıkta görevli kişiler, 3’ü de gene Bakanlığın seçtiği öğretim
görevlilerinden olacak. Bakanımız az önce buna dedi ki: “Bu seçilecek 7 kişi
olacak. Bunun 4 kişisi –yine, az önce söylediği ifadeyle de- YÖK tarafından
seçilecek.” Ancak, bilirkişi, tarafsız olması gereken ve devletin içerisinde…
Yine YÖK’ün bugünkü durumu da göz önüne alındığında, niye bağımsız ve sivil
toplum örgütlerinde olan diğer mühendis ve mimarlardan oluşmadığını da ayrıca
sormak isterim.
Çok değerli milletvekilleri, “Yapıda
risk oluşturmadığı hâlde uygulamada bütünlük sağlamak için Bakanlıkça gerekli
görülen yapılara da el konularak, kamulaştırılarak mülk sahibinin elinden
alınır.” denmektedir. İnceleme sonucunda riskli olduğu tespit edilen binaların
elektrik, su, doğal gazı kesilerek satışı ve kiralanması yasaklanmaktadır. Yani
bu, bir başka deyişle diktatörlük anlamına gelir. İstediği gibi insanların
yetkisini kullanmasını elinden almaktır.
İncelemeler sonucunda riskli olduğu
tespit edilen binaların mülk sahibine yapılan tebligattan otuz gün içerisinde
yıkılması istenecek, yapı sahibi bu süre içerisinde yıkmaz ise Bakanlık
yıktırıp masrafları mülk sahibinden tahsil edilecek. Parası varsa, yoksa belli
değil ama onu da alamıyorsanız ona ipotek koyacaksınız.
Riskli binaların yıkılması sonucunda
ortaya çıkacak arsa üzerinde yapılacak uygulamada hak sahiplerinin 2/3’ünün
anlaşması yeterli olacak. Karara itiraz eden, katılmayan hak sahiplerinin arsa
payları açık artırmayla satışa sunulacak, diğer paydaşlar almaz ise Bakanlık
rayiç bedelini ödeyerek bahse konu arsayı alacaktır.
Değerli milletvekilleri, “Hak sahipleri
kendi aralarında anlaşmaya varırlarsa hak sahiplerine geçici konut, iş yeri
tahsisi ve kira yardımı yapılabilecek.” diyor. Hep sonuçta cümlelerin sonu
“yapılabilir”, “yapılacak”, “yapılması uygun görülebilir” anlamında
bitmektedir.
Mülklerin değerlerinin tespiti
Bakanlık, TOKİ ve belediyelerce belirlenecek, itiraz eden hak sahipleri idari
yargı davaları açabilecek ancak mahkemeler yürütmenin durdurulması kararını
veremeyecek, yani hukuk yok sayılacak. Bu kanun kapsamında yapılacak iş ve
işlemleri engellemeye çalışanlar hakkında, TTK’nın
ilgili hükümleri çerçevesinde cumhuriyet başsavcılığında suç duyurusunda
bulunulacak.
AKP, toplumun tüm katmanlarında, başta
demokrasi, insan hakları özgürlüğü alanlarında olmak üzere gerçekleştirdiği
darbelere bir yenisini daha eklemek üzeredir. Eklemek istenen yeni darbe ise
bir imar darbesidir. AKP, gerçekleştirmek istediği imar darbesiyle Çevre ve
Şehircilik Bakanlığını tek imar otoritesi yaratarak gerçekleştirmeyi
hedeflemektedir. Ülkemizde bugüne kadar makro düzeyde bir ulaşım planlaması
yapılmış mıdır? Enerji üretim merkezleri, organize küçük sanayi siteleri, tarım
arazileri, orman, su havzaları, korunması gerekli tarih, kültürel, sit alanları
planlamaları yapılmış mıdır? Bu planlamalar yapılmadan önce afet bölgeleri,
deprem, yangın, sel, erozyon ve bunun gibi belirlenecek planlamalar yapılmış
mıdır? Yukarıdaki planlamalar yapılarak, yerleşim yerleri haritaları üzerine
oturtularak son hâli verilmiş midir? Makro düzeydeki bu planlamalar yapılmadan
afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi, yasanın çıkmasıyla birlikte
gelecekte daha karmaşık hâl alacaktır. Planlama bir bütündür, parçalanamaz ve
ayrı ayrı yönetilemez.
Burada 11 tane maddenin içerisinde yok
sayarak -bu maddelerin hepsi- tüm yetkiler tek elde, Şehircilik ve İmar
Bakanlığında ve dolayısıyla da TOKİ’de toplanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, tüm dünyada ve
özellikle AKP, on yıldır yerinden yönetmeye, insanlığa değer verdiğini ve
insanların içinde yaşadığını iddia etmektedir ama son görülen bu yasa teklifi
de dâhil olmak üzere bundan önceki ve bundan sonraki, gelecekteki yasalara da
baktığımızda yerinden yönetimden çok, artık, merkezî otoritenin etkilerinin
yerini aldığını görüyoruz. Bir başka deyişle AKP acaba başkanlık sistemini
yavaş yavaş oturtuyor mudur? Bir başka deyişle, tüm yasalar tek ele mi
toplanıyor?
Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla,
ülkemizde hemen hemen yapılacak tüm yapılaşma ve kentsel dönüşüm uygulamaları
artık bundan sonra Başbakanlık ve Çevre Bakanlığıyla birlikte TOKİ Başkanlığına
devredilerek bağlanmaya çalışılacak. Afet riski altındaki bölgelerin dışında da
hiç riski olmadan, planlaması yapılmadan olan yerlere de istediği gibi el
konulacak ve oradaki insanların da bu yasa çerçevesinde hakları olmadan da
onları ranta dönüştürmesi sağlanacaktır.
Şunu görüyorum ki: Bugüne kadar,
uygulamalarda TOKİ’nin yaptırdığı ve başarıyla yazdığımız kentlerde kendisini
gösteren ve binalarıyla ve çevresiyle göstermesi gerekirken, mimari olarak
göstermesi gerekirken ancak oraya büyük “TOKİ” yazılarıyla ve insanlar
reklamları yapılarak aldatılmaya çalışılan ve reklamları yapılan bu konutlar
acaba bu anlamda da devam edecek midir? Bakın, kendi yaptırdıkları bir anket
sonucunu, vatandaşlarımızın yüzde 68,8’inin başkalarına “TOKİ binası almayın.”
dediği, TOKİ’nin 2009’da yaptırdığı anket sonuçlarını sizlere bildirmek
istiyorum.
Bu çerçevede, bu tasarının buradan
geçtiğinde hukukun ve yerel yönetimdeki tüm yetkilerin, çevrelerin ve
insanların ama özellikle de orta sınıf insanlarının yaşam haklarının ellerinden
alınacağını ve yeni yapılan alanda da onların yaşam haklarının yok olacağını
özellikle belirtmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ALİ SARIBAŞ (Devamla) – Sizlere en
derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
İnşallah bu tasarının, TOKİ’nin bu kötü
uygulamalarıyla birlikte, vatandaşlarımızı kentten uzaklaştıran, yaşam
haklarını elinden alan, onları çevrelerinden uzaklaştıran, köylülerimizin
meralarına el konulan, tarım alanlarını, nefes almasını yok sayacak bir tasarı
olmaktan çıkmasını ve özellikle de bu konuda Hükûmet milletvekillerini uyarmak
istiyorum.
Hepinize en derin sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Sarıbaş.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Hükûmet adına buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bayraktar.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu yasa ile afet riski altındaki
alanların dönüştürülmesi ve afet riski taşıyan binaların yıkılması ve de ülke
genelinde güvenli ve yaşanabilir alanların oluşturulması hedeflenmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bugün,
dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşıyor ve 2050 yılına kadar dünya
nüfusunun 9 milyara,
şehirli nüfusunun ise 6 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Hızlı şehirleşme
birçok kentleşme sorunlarını da beraber getirmiştir. Bu bakımdan, gelişmiş
ülkeler dahi kentsel dönüşüm noktasında büyük zorluklar yaşamaktadırlar.
Amerika, Almanya, İngiltere, Japonya gibi gelişmesini tamamlamış ülkelerde
kentsel dönüşüm uygulamaları daha çok kent merkezlerindeki köhneleşmiş
alanların, çöküntü alanlarının veya sanayi alanlarının dönüşümüne ve yeniden
fonksiyon kazanmasına yönelik olup, bu tarzdaki dönüşümler bile önemli mali ve
sosyal zorluklar getirmektedir.
İspanya ve Güney Kore, millî
gelirlerini 20 bin doların üzerine çıkardıktan sonra gecekondu dönüşümleriyle
baş edebilmiştir. Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkeler bu sorunlarını
çözebilmek için ciddi şekilde kafa yormaktadırlar. Örneğin, Brezilya’da 1.700
gecekondu bölgesinden acil olan 200 bölgenin dönüştürülmesi için devlet 570
milyar dolar bütçe ayırmayı hedeflemektedir. Diğer yandan, Çin’de 10 milyon
acil konut ihtiyacı, Hindistan’da da 10 milyon çok acil konut ihtiyacı bulunmaktadır.
Aynı şekilde Afrika’da, Güney Amerika’da, Orta Doğu’da ve Asya’da da sosyal
konut ihtiyacı ve gecekondu dönüşüm sorunları vardır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde de
dünyanın yaşadığı benzer sorunlar yaşanmaktadır. Şehirlerimize olan yoğun nüfus
baskısının oluşturduğu gecekondulaşma ve kaçak yapılaşma kentlerimizin sağlıklı
büyümesini ve gelişmesini önlemiş, doğal çevrenin tahrip olmasına yol açmış,
olası bir afet durumunda can ve mal kaybı riskini de artırarak yoksulluğu
besleyen bir yapı oluşturmuştur. 2003 yılına kadar geçen süreçte, konut
talebini karşılamak ve kentsel sorunlara çare bulmak gayesiyle geliştirilen
politikalar sorunun çözümü noktasında yetersiz kalmıştır.
Bilindiği gibi, niteliksiz yapılaşmanın
en vahim sonuçlarını 1999 yılında meydana gelen Marmara depreminde yaşadık. Bu
depremde bir buçuk dakikada yaklaşık 18 bin canımızı kaybettik, 110 binden
fazla bina yıkıldı veya ağır hasar gördü. Ekonomimiz yüzde 10 oranında küçüldü.
17 Ağustos Marmara depremi ülkemiz açısından büyük bir travmaydı.
Ancak bu travma aynı zamanda bir değişim paradigmasını
da oluşturdu. Bu deprem insanlarımızın ve kamuoyunun hafızasında önemli bir yer
etmiş, deprem bilinci ve yapı güvenliği ülkemizin gündemine gelmiştir. 1999
Marmara depremi sonrasında yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle,
afetlere dayanıklı binaların yapılması noktasında önemli mesafeler aldık. Bu
çerçevede, can ve mal güvenliği ile millî servetlerimizi koruyabilmek için,
yapıların çağdaş norm ve standartlarda oluşmasını sağlamak gayesiyle Deprem
Yönetmeliği değiştirildi, Yapı Denetim Kanunu çıkartılarak önemli mesafeler
alındı. Yapı denetimi uygulaması önce 19 vilayetimizde, 2011 yılının başından
itibaren de Türkiye’nin tamamında, yani 81 vilayetimizde uygulamaya konuldu.
Yine 2003 yılı başından itibaren Ceza Kanunu’ndan Medeni Kanun’a, Kat Mülkiyeti
Kanunu’ndan Belediye Kanunu’na kadar pek çok kanunda yapılan yasal
düzenlemelerle kaçak ve salaş yapıların dönüşümü noktasında ciddi adımlar
atılmıştır. Aynı süreçte özellikle hükûmetlerimizin planlı kentleşme ve konut
üretimi programı doğrultusunda ülkemizin dört bir yanında başlattığı konut ve
kentsel dönüşüm seferberliği ile alt gelir grubu ve yoksul vatandaşlarımızın ev
sahibi olmalarına katkı sağladık. Böylece gecekondu yapımı da çok büyük oranda
durdu, vatandaşlarımızın devlete olan güveni arttı. Hazinenin ve diğer kamu
kurumlarının elindeki atıl, takyidatlı ve sorunlu
arazileri değerlendirerek yeni kaynaklar temin ettik.
Yine İstanbul Kayabaşı’nda ve
İstanbul’un birçok yerinde, Ankara’nın birçok yerinde -Yapracık’ta-
Kayseri’de, Diyarbakır’da, Konya’da modern hayatın gerektirdiği sosyal
donatılarla bezenmiş, altyapılarıyla mücehhez yeni şehir, yeni yerleşim
birimleri oluşturduk. Devlet eliyle 500 bin konut inşa ettik. Ayrıca aynı
süreçte özel sektör eliyle de 4,5 milyon konut yaparak dokuz yılda ülkemizde 5
milyon konut üretildi, inşaat sektörümüz gelişti, müteahhitlerimiz
ve ara teknik elemanlarımız tecrübe kazanarak yurt dışına açıldı. Ayrıca bu
süreçte cumhuriyet tarihinin en büyük gecekondu dönüşüm ve kentsel yönetim
programını oluşturarak Kars’tan İzmir’e, Uşak’tan Trabzon’a, Ankara’dan
Diyarbakır’a ve Gaziantep’ten İstanbul’a kadar ülke genelinde 248 noktada
kentsel dönüşüm projelerini başlattık. Özellikle Ankara’da kent girişi protokol
yolu, Eskişehir Odunpazarı, Gaziantep Şahinbey,
İstanbul Küçükçekmece ve Beyoğlu, İzmir Kadifekale,
Diyarbakır Suriçi, Uşak, Trabzon, Erzincan gibi
illerimizde, siyasi parti ayrımı gözetmeksizin, gecekondu ve kentsel dönüşüm
uygulamalarını bitirdik. Bütün bu projelerde rant
yoktur, insanımıza hak ettiği hayat şartlarını sağlamaya yönelik adımlar
vardır. Bu süreçte ülkemizin konut açığını kapatmak ve kentsel dönüşüm
uygulamalarını yaygınlaştırmak doğrultusunda ciddi uygulamalar gerçekleştirdik.
Son dokuz yılda yapılan 5 milyon konut toplam konut stokumuzun yaklaşık dörtte
1’ini teşkil etmektedir. Bu konutlar büyük oranda Deprem Yönetmeliklerine ve
yapı denetim mevzuatlarına uygun, nitelikli ve güvenli konutlardır. Bu kapsamlı
uygulamalar Hükûmetimize ve kurumlarımıza büyük tecrübe kazandırdı, fakat yine
de geldiğimiz noktada bunları yeterli göremeyiz. Yaşadığımız büyük acılar ve
kayıplar deprem konusunda çok daha radikal adımlar atmamızı gerektirmektedir.
Van depreminin oluşturduğu travma, insanlarımızın afet
riskine karşı dönüşüm yapma konusundaki iradelerini kuvvetlendirmiştir.
Özellikle son dönemde kamu kurum ve kuruluşlarında, belediyelerde, sivil toplum
kuruluşlarında ve vatandaşlarımızda afetlere karşı önemli bir beklenti ve
önemli bir bilinç oluşmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye’de
depremi doğuran yaklaşık 24.500 kilometre uzunluğundaki fay vardır ve 1903
yılından günümüze kadar topraklarımızda hasar doğuran yaklaşık 82 depremde 80
bin canımızı kaybettik, 500 bine yakın bina yıkıldı veya ağır hasar gördü.
Olası bir İstanbul depreminin yıkıcı etkisi çok daha büyük olacaktır. Ekonomik
büyümede duraksama, salgın hastalıklar, otorite boşluğu, sosyal ve siyasal kaos gibi tahmin dahi edilemeyecek kadar ağır sonuçların
olacağı, büyük can kaybının yanında 100 ile 500 milyar dolar arasında bir maddi
kaybın olacağı tahmin edilmektedir. Diğer taraftan, herhangi bir deprem ya da
afet olmadan da yıkılan veya ağır hasar gören yapılar bulunmaktadır. Örneğin,
2004 yılında Konya’da yıkılan Zümrüt Apartmanı ve 2011 yılında Diyarbakır’da
yıkılan bir apartmanımız.
Bilindiği üzere, kentlerimizin
altyapısı eski ve yetersiz niteliktedir. 20 milyon civarında olan konut
stokumuzun yarısına yakını yeterli mühendislik hizmeti almamış, dayanıksız ve
enerjiyi savuran yapılardan oluşmaktadır. Bu açıdan, dönüşümün ülkemiz için
hayati önemi vardır. Bu kanun ile çağdaş ve modern şehirlerin oluşturulmasını,
yoksulluğun azaltılmasını, doğal kaynakların korunmasını, iş potansiyellerinin
artırılarak ekonominin canlandırılmasını ve işsizliğin azaltılmasını, hepsinden
daha önemlisi de can ve mal emniyetinin temin edilmesini hedefliyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, tüm bu
hususlar, deprem dönüşümünün bunları sadece yenilemek olmadığını, aynı zamanda
bunun sosyal dönüşümün de bir anahtarı olduğunu göstermektedir. Deprem dönüşümü
bir rant aracı olarak görülmemeli, ülkemizin her
kesimini kapsayacak sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmanın önemli bir aracı
olarak değerlendirilmelidir. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun Tasarısı tam da bu hedefe yönelik olup ülkemizdeki yapı stokunun
kontrol edilerek riskli yapıların hızlı ve ivedi bir şekilde tespitini, bertarafını ve yerine sağlıklı yapıların yapılmasını
kapsamakta ve sosyal gelişmeye yönelik düzenlemeleri içermektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu kanun
salt bir kentsel dönüşüm kanunu değildir, afetler karşısında binaların
yıkılmasını önlemeye yönelik bir kanundur. Biz öncelikli olarak vatandaşımızın
canını, sonra da malını koruma derdindeyiz.
Değerli arkadaşlar, bu kanun,
Türkiye'nin gelişmesini ve kalkınmasını hızlandırmaya, insanımızın refah ve
mutluluğunu artırmaya yönelik bir kanundur. Dönüşümün uygulanması noktasında
beklemeye tahammülümüz yoktur. Bu dönüşümün de siyasi partilerimiz, sivil
toplum örgütleri, üniversitelerimiz, mühendisler, mimarlar, şehir plancıları,
sosyologlar, hukukçular, özel sektör ve hak sahiplerinin katkılarından istifade
ederek ortak aklı oluşturmak zorundayız. Ana eksenimiz, milletimizin ve
ülkemizin menfaatleri çerçevesindeki bir dönüşümün sağlanması olacaktır. Bu
kanunun temel dayanağı can güvenliği olup vatandaşlarımızın güvenli ve sağlıklı
konutlarda yaşamasına yönelik uygulamaları içermektedir. Bu bakımdan, yasada
yaptırım özelliğinin güçlü olmasını, pratiğe yönelik ayağının kuvvetli olmasını
arzu ettik.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu kanunun
hazırlanması sürecinde ilgili kanunların detaylı analizleri yapılmış, kanun
taslağı, mahallî idareler ve kamuoyu ile paylaşılarak gerekli her türlü
bilgiler alınmak suretiyle düzenlenmiştir. 775 sayılı Gecekondu Kanunu’ndan
2981 sayılı Af Kanunu’na kadar, 3194 sayılı İmar Kanunu’ndan 5366 sayılı
-tarihî dokunun korunmasına yönelik- Kanun’a kadar, 5543 sayılı İskan Kanunu, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 5393 sayılı
Belediye Kanunu ve 7269 sayılı Afet Kanunu detaylı bir şekilde incelenmiştir.
Bu kanunu daha önceki yasalardan ayıran
en temel hususlardan birisi, vatandaşın kendisinin dönüşüm yapmasına imkân
tanıması özelliğidir. Bu kanun tasarısı, özünde anlaşma esasını getirerek
vatandaşımızın nitelikli çoğunluk olan 2/3’le karar vermesini sağlamaktadır.
Kanun taslağında riskli alan, riskli yapı ve rezerv yapı alanı öne çıkmaktadır.
Bu yolla yıkım, vatandaşın kendi binasını kendisinin yıkması ve kendisinin
yapması öncelikli hedefimizdir. Bu yolla yıkım sağlanamazsa mahallî idarelerin
de iştiraki ile mülki amirler tarafından tahliye ve yıkım işlemi yapılacak veya
yaptırılacaktır. Bina sahipleri tarafından veya idarece yıktırılmadığı tespit
edilen riskli yapılar Bakanlıkça da yıktırılabilecektir. Kanunun özünde,
anlaşma usulü esastır. Yeniden yapımda da hissedarların 2/3’le karar
verecekleri ve kendilerinin yapması esas alınmıştır. Şayet 2/3’le karar
verilemezse ve kentsel dönüşüm, afet dönüşümü yapmak mecburiyeti varsa
kamulaştırma ve acele kamulaştırma yoluna gidilecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, mülkiyet
hakkı, dava açma hürriyeti Anayasa ile teminat altına alınmıştır ancak
insanların yaşama ve hayat hakları ise en temel haktır. Bu yüzden, tasarının
ana maksadının can ve mal emniyetini temin olduğu gözetilerek bu kanun uyarınca
tesis edilen idari işlemlere karşı açılabilecek davalarda yürütmenin
durdurulmasına karar verilmemesi öngörülmüştür. Dönüşümü, insan odaklı ve
devlet şefkatiyle yürüteceğiz. Bu manada, yegâne niyetimiz, insanımızın canını
ve malını korumaktır.
Değerli arkadaşlar, kanunun ana
uygulayıcısı, Bakanlığımızın koordinasyonunda vatandaşlarımız ve
belediyelerimiz ve de TOKİ’dir. Belediyelerimizden bir gram yetki
alınmamaktadır. Nerede bir rızai oluşum varsa ve
hangi belediye dönüşüm için daha hazırlıklı ise ve başarılı ise oradan
başlayacağız.
Muhalefet partisine mensup Büyükçekmece
Belediye Başkanımız, basına yansıyan demecinde -demeci de burada Sayın Belediye
Başkanımızın- “Ya binaları yıkacağız, yenisini yapacağız ya da 1 milyon insan
için mezar kazacağız.” demektedir. Yine, bir başka muhalefet partisine mensup
Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanımız, yine Bakanlığımıza yazdığı yazı ile “Çok
acil olarak benim ilçemde dönüşüm yapmak istiyoruz, bana yardım edin.” diye
bizden talepte bulunmaktadır. Yine bu süreçte, vatandaşlarımızdan, sivil toplum
kuruluşlarından, odalarımızdan…
SADİR DURMAZ (Yozgat) – Yardım edin
diyorlar, el koyun demiyorlar.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Devamla) - …Bakanlığımıza yoğun bir şekilde talep gelmektedir.
SADİR DURMAZ (Yozgat) – Belediyenin
bütün gelirlerine el koyuyorsunuz. Yardım istiyorlar, el koyun demiyorlar.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Devamla) -Bu bakımdan, tüm bu hususlar göz önüne alındığında,
Türkiye'nin kentsel dönüşüm için hazır olduğu gözükmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu tasarının
yasalaşması ile yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can
ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarıyla da çirkin olan
yapılaşmalar ortadan kaldırılabilecek; şehirlerimiz, kasabalarımız ve köylerimiz
daha yaşanılır konum kazanacaktır. Halkın daha sıhhatli ve emniyetli şartlar
altında ikametleri temin edilecektir. Afet sonrası oluşan can ve mal kayıpları
büyük ölçüde azalacaktır. Dönüşüm yapılan alanlarda bütüncül bir planlama
anlayışı ile yeni bir altyapı ve ulaşım sistemi sağlanacaktır.
Diğer yandan, ekonomimizin gelişmesi
açısından yerel malzemeler kullanılacak ve ekonomimiz canlanacaktır. En önemli
tezlerimizden birisi olan inşaat ve teknik müşavirlik sektörü ciddi manada
gelişecek ve yurt dışı müteahhitlik hizmetlerimiz daha
da artacaktır. Bu sayede işsizlik ve yoksulluk azalacak, ekonomik hareketlilik
canlanacaktır.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu
doğrultuda, vatandaşlarımızın devlete olan itimadının da daha da pekişmesi
sağlanacaktır. Yine bu süreçte Sayın Başbakanımız Van depremi sonrası yaşanan
trajediyi görmüş ve bu tablolar karşısında “Bedeli ne olursa olsun, iktidarı
kaybetmek pahasına da olsa dönüşümleri mutlaka gerçekleştireceğiz.” ifadesiyle
bizlere destek vermiştir ve elini taşın altına koymuştur.
Değerli arkadaşlar, Türkiye büyük bir
kalkınma hamlesi içinde, Türkiye büyük bir değişim ve dönüşüm yaşıyor ve
gelişiyor. Bu gelişmeye paralel olarak şehirlerimizi çarpık yapılardan, plan
dışı kaçak yapılardan, depreme dayanıksız yapılardan arındırmalıyız. Ancak bu
şekilde tam anlamıyla gelişmiş bir ülke olabiliriz. Hedefimiz, şehirlerimizi,
kasabalarımızı, köylerimizi kaçak yapılardan, salaş yapılardan ve depreme
dayanıksız yapılardan arındırmaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altındaki tüm milletvekillerimizden, akademisyenlerden, sivil toplum
kuruluşlarından destek ve yardım bekliyoruz. Bu nedenle, bu kanun taslağına
vereceğiniz katkı ve destek için şimdiden teşekkür eder, Genel Kurulumuzun
vereceği her kararın milletimiz ve memleketimiz için hayırlara vesile olmasını
diler, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Bayraktar.
Şahsı adına, İstanbul Milletvekili
Durmuş Ali Torlak.
Buyurunuz Sayın Torlak. (MHP
sıralarından alkışlar)
D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı’nın geneli üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle
ifade etmeliyim ki ülkemizin imar ve yapılaşma faaliyetlerini baştan aşağı
değiştirecek böylesine önemli bir yasa tasarısı hazırlanırken konunun birinci
dereceden muhatabı olan yerel yönetimlerin, meslek odalarının ve
üniversitelerin görüşünün alınmaması tasarının ne amaçla hazırlandığı
noktasında birçok şüpheler uyandırmaktadır.
Diğer taraftan, tasarının bu hâlinin,
gerek şehircilik ilkeleri gerekse toplumsal eşitlik ve adalet ilkeleri açısından
çok önemli eksiklikler, çelişkiler ve yanlışlıklarla dolu olduğunu belirtmek
istiyorum. Dolayısıyla, Türkiye’de 10 milyon yapıyı ilgilendiren bu kanun
tasarısı, Hükûmetin, can ve mal kaybını önlemeyi gerekçe göstererek
vatandaşlarımızın mülklerine el koymayı beraberinde getiren ve mülksüzleştirme yasa tasarısı olarak değerlendirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türk
milletinin birer temsilcileri olarak, vatandaşlarımızın afet riskinden
korunmasını, can ve mal kayıplarının yaşanmamasını sağlama noktasında milletten
aldığımız yetkiyi özgür irademizle burada kullanarak geleceğe yönelik yeni bir
yasa çıkarmamız gerektiğine hepimiz inanıyoruz. Ancak Hükûmetin gündeme
getirdiği ve Komisyon çalışmalarında yanlışlıkların düzeltilmesi noktasında
muhalefet olarak verdiğimiz hiçbir değişiklik önergesi maalesef kabul
edilmemiştir. Bu yasa tasarısının önerilen bu hâli, şehircilik ilke ve
esaslarıyla, insan hak ve hürriyetlerini karşılamaktan çok uzakta olup,
tasarıda “katılım, şeffaflık ve yaşanabilirlilik” ilkeleri
yok sayılmıştır. Oysa güvenli ve sağlıklı yapı yönetimini düzenleyen hukuki
altyapının oluşturulması, süreçteki tüm yetkililerin sorumluluk üstlenecekleri
bir sistemin kurulması gerekirdi.
Bu bağlamda, yapı yönetiminin her
aşamasının standartlara ve kurallara uygunluğunu belgeleyen yapı güvenlik
sertifikasını da içeren bir yasal düzenleme yapılması risk yönetiminin
vazgeçilmez ön şartıdır.
Değerli milletvekilleri, uygulama
sırasında talep edilmesi hâlinde riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılara
hayati gereksinimlerin verilmesinin durdurulması sosyal yaşam ve insani
bakımdan son derece sakıncalıdır. Dolayısıyla riskli yapıların tespiti ve
yıkımının zaman alması hâlinde insanların hayatlarını zora sokarak maliklerin
âdeta evinden barkından çıkartılmasının hiçbir yasal gerekçeyle açıklanması
mümkün değildir.
O nedenle bu düzenlemeler ile
olağanüstü yetkilerle donatılmış ve her türlü denetimin dışında tutulan
Bakanlığın böyle bir yol seçmesi, kanun tasarısının insani boyutun da dikkate
alınmadan hazırlandığını ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan, riskli yapılar dışında
kalan yapılardan uygun görülenlerin bu yasa kapsamı içerisine alınması mülk
sahibini elindeki sağlam yapısını bir anda kaybetme riskiyle karşı karşıya
bırakmaktadır. Üstelik yıktırdığı takdirde kat karşılığı yeniden
yaptırıldığında mülkünün yaklaşık yarısını kaybetme riski bulunmakta ve
anlaşmazlık hâlinde ise tüm haklarını üçte 2 çoğunluğa veya hazineye devretmek
zorunda bırakılmaktadır.
Ayrıca, anlaşma ile tahliye edilen,
yıktırılan veya kamulaştırılan yapıların maliklerine, malik olmasalar bile bu
yapılarda kiracı veya sınırlı ayni hak sahiplerine konut ve iş yeri için kira
yardımının veya yer tahsisinin kıstasları kesin bir ifadeyle tasarıda
belirtilmemiştir. Bu durum, uygulamanın tamamen inisiyatife
bırakıldığı izlenimini vermektedir. Dolayısıyla maliklerden bir kısmı
korunurken diğerinin siyasi tercihi nedeniyle zora sokulması muhtemeldir. Böyle
uygulamalar vatandaşlar arasında ikiliğe neden olabileceği gibi, siyasi rant gibi olumsuz uygulamaları da beraberinde getirecektir.
Ayrıca, uygulama işlemlerinde yapılan düzenlemede yapı sahiplerinin veya
hissedarların özgür iradesi hiçe sayılmaktadır.
Diğer tarafta, ipoteğe dayalı şerh
konulan bir yapı veya tesisin yeri arsa hâline dönüştüğü takdirde bu şerhin
varlığının ne anlam ifade edeceği tasarıda belirtilmemiştir. Oysaki ipotek,
arsa ve üzerindeki yapının değerleri toplamı üzerinden konmaktadır. İpotekli
yapılan yapı yıkılarak ve arsa değeri düşürülerek alacaklı aleyhine hukuka aykırı
işlem nasıl tesis edilecektir? Bu tasarıda bütün bunlar birer muammadır.
Ayrıca, kat irtifakı terkin edilerek
arsaya dönmüş olan taşınmazda maliklerin Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 7 ve 8’inci
maddelerinde düzenlenen ortaklığın giderilmesi davası ile şufa hakkını nasıl
kullanacağı yasa metninde açıklığa kavuşturulamamıştır.
Diğer tarafta, yıkılarak arsa hâline
gelen taşınmazlarda maliklerin sahip oldukları hisseler oranında ve en az üçte
2 çoğunluk ile karar vermesi neticesinde mülkiyet hakkının kapsam ve içeriğine
kısıtlamalar getirilmesi kabul edilir bir uygulama değildir. Yine bu kapsamda
kat irtifakı ya da kat mülkiyeti olmaksızın fiilen inşa edilmiş kaçak bağımsız
bölümlerin durumunun da ne olacağı belirsizdir.
Değerli milletvekilleri, deprem riski
altındaki ülkemizde olası bir depremin en az hasarla atlatılması bakımından
bazı zaruretlerin olduğu ortadır ancak bu zaruretin ortaya çıkardığı ihtiyaç
İdari Yargılama Usulü Kanunu’na ters düşen ve idareye denetimsiz ve sınırsız
bir yetki verilmesi anlamını taşımamalıdır. Dolayısıyla, plan yapımından bina
yıkımına, mülkiyetin dönüştürülmesinden idari yargı davalarında yürütmenin
durdurulması kararının verilmemesine kadar oldukça önemli konularda idarenin
denetimsiz söz sahibi olmasının telafisi imkânsız zararların doğmasına yol
açacağı muhakkaktır.
Diğer tarafta, riskli yapıların devri
sonunda bu yapıların yerine ne yapılacağı belirtilmemiştir. Söz konusu alanlara
aynı yapılar mı tekrar inşa edilecek, yoksa orayı alanlar tamamen farklı
amaçlar doğrultusunda mı kullanacak, bu açıklanmamıştır. O nedenle değerli kamu
arazilerinin risk taşıyor yaftasıyla suistimale açık
hâle getirilme riski bulunmaktadır. Risk taşımayan alanların da gerek görülürse
riskli alan gibi kabul edileceği bu savımı destekler niteliktedir. Bu bakımdan mülkiyet hakkıyla kat mülkiyeti ve irtifak haklarına
aykırı olarak mülkiyet sahiplerinin anlaşmaya varmadığı gerekçesiyle yerlerinin
rayiç bedel karşılığı satılması ya da Maliyece el konulması sağlam yapıya ve
riskli bölgede kaldığı için plan içerisine alınması ve Bakanlığa ve idareye el
koyma yetkisinin verilmesi birçok haksızlıkları beraberinde getirecek
uygulamalara neden olacaktır. Yine, tüm hak sahiplerinin her türlü yargı
yoluna, Anayasa Mahkemesine ve İnsan Hakları Mahkemesine gitmesinin önü
açılarak en temel hak olan mülkiyet haklarının koruma altına alınması
gerekirken, vatandaşın devlete güvencinin sarsılmasına neden olacak kanuni
müeyyidelerin yer aldığı bu düzenleme içeriğine sahip bir tasarıyla karşı
karşıyayız. Kanun tasarısı bu hâliyle yasalaştığı takdirde, haksız bir şekilde
mülkü elinden alınan ve bu nedenle devletin kendisini kandırdığına inanan
vatandaşlardan devletin de vatandaşın vatandaşlık görevi noktasında herhangi
bir şey beklememesi doğal ve üzücü bir sonuç olarak karşımıza çıkabilecektir.
Değerli milletvekilleri, yeni yerleşim
alanlarını açarken, açılan alanlar sınıflandırılarak, amaç ve niteliğini
kaybetmiş ya da kaybetmekte olan yerler seçilmelidir. Orman, mera ve hazine
arazileriyle devletin hüküm ve tasarrufunda olan yerlerin kullanılmasında
sınırlar iyi belirlenmelidir. Ayrıca, yeni yerleşim alanları çok iyi
araştırılarak belirlenmelidir.
Değerli
milletvekilleri, sonuç olarak, tasarı, yasalaşması istenen iş ve işlemlere dair
tüm uygulamalara yönelik olarak Mimarlar Odasının, Şehir Plancıları Odasının,
Jeoloji ve Jeofizik Odalarının, İnşaat Mühendisleri Odasının, Harita
Mühendisleri Odasının, yapı denetim firmalarının, Barolar Birliği Başkanlığının
görüş ve önerileri alınmadan hazırlanmıştır ve bu nedenle kanun tasarısında yer
alan maddelerin birçoğu ileride telafisi mümkün olmayan durumlar meydana
getirecek mahiyet taşımaktadır.
Kanun tasarısının bütün bu
anlatılanlara rağmen büyük Türk milletine hayırlara vesile olmasını diliyor,
yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Torlak.
Şimdi, soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapacağız, on dakikasını sorulara ayıracağım.
Sayın milletvekilleri, birer dakika
süre veriyorum, bir dakikada mümkün olduğu kadar sorunuzu sorunuz lütfen.
Buyurunuz Sayın Varlı.
MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, zaten sıkıntılı bir süreç
geçiren belediyeler işçisine maaş ödeyemeyecek durumda, iş üretemeyecek
durumdayken İller Bankasından alacakları payın yüzde 5’ine, topladıkları
verginin de yüzde 50’sine yeni çıkaracağınız bu yasayla el koyuyorsunuz. Bu,
belediyelerimizi zaten sıkıntıdayken daha büyük sıkıntıya sürüklemeyecek mi,
belediyelerimizin iş yapmasını engellemeyecek mi? Maaşların ödenmesinde sıkıntı
yaşamayacaklar mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Varlı.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın
Bakan, tasarıyla Bakanlığa tanınan yetkiler belediyeleri kentlerde yetkisiz
bırakacak, görevlerini yerine getirmelerini engelleyecek. Halk ile belediye,
belediye ile Bakanlık karşı karşıya gelmeyecek midir?
Tasarının yasalaşmasıyla kamunun elinde
kalan son araziler de elden çıkarılacak. Kamusal fakirleşme yeni bir boyut
kazanmayacak mıdır?
Tasarı içine özenle zerk edilen
düzenlemelerle kentlerimizin rantı yükselen merkezî
bölgelerindeki kamu tesislerine yönelik talan süreci de hızlanmış olmayacak
mıdır?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bulut.
Sayın Erdem…
ENVER ERDEM (Elâzığ) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, dönüşüme nereden, hangi
ilden başlayacaksınız? Başlarken objektif kriterler
kullanacak mısınız? Önceliği neye göre tespit edeceksiniz?
Doğu Anadolu fay hattında 7 ve üzerinde
şiddette deprem beklenen Elâzığ, Bingöl, Malatya, Maraş, Hatay gibi illere
öncelik verecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erdem.
Sayın Öz...
ALİ ÖZ (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakanım, dönüşüm çerçevesinde
toplam kaç adet bina yeniden yapılacaktır? Bu binaların toplam tahminî maliyeti
ne kadardır? Bu maliyet ile yapılacak iş ve işlemlerin 4734 sayılı İhale
Kanunu’nun 21/B’ye göre yapılması, yani ilansız, pazarlık veya davetiye
usulüyle yapılması vicdanınızı rahatsız etmez mi? Bu uygulamalar yolsuzluklara
davetiye çıkarmaz mı? Olağanüstü bir durum olmamasına ve aciliyeti
olmamasına rağmen bu uygulama kimlere yarar sağlayacaktır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öz.
Sayın Halaçoğlu...
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Ankara’nın akciğeri olan
Atatürk Orman Çiftliği hangi gerekçeye dayanılarak afet riski altında
sayılmaktadır? Bilindiği gibi, burası doğal sit alanıdır. Sit alanı olmaktan
çıkarmanız yapılaşmasına sebep olmayacak mıdır? Olacaksa neden tasarıda yer
almaktadır?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Halaçoğlu.
Sayın Işık...
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Türkiye’deki hangi illerde
afet riski altında bulunan alanlar bulunmaktadır? Bu iller arasında Kütahya ili
var mıdır?
İkinci soru: Yapı denetim firmalarının
sorunlarının çözümüne yönelik, tasarıda gördüğüm kadarıyla, herhangi bir hüküm
bulunmamaktadır. Bu firmaların sorunlarıyla ilgili düşünceniz nedir?
Son sorum da: Simav depreminden
etkilendiği hâlde hâlen ev yaptıramayan, belde veya köylerde yaşayan
vatandaşlarımızın probleminin çözümü konusunda Bakanlığınızın düşüncesi nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Doğru...
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Bakana sormak istiyorum: Şu anda
Atatürk Orman Çiftliği üzerinde büyük bir yol çalışması vardır. Yol üzerinde
köprüler yapılmaktadır, yolun etrafında da çeşitli iş yerlerinin yapılacağı
ifade edilmektedir. Bu çalışmalarla ilgili izin alınmış mıdır, kimler izin
vermiştir? Bunu öğrenmek istiyorum.
İkinci olarak da: Tokat ilinin de
bulunduğu Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde depremle ilgili ne tür çalışmalar
yapılmaktadır? Resmî dairelerde depreme dayanıklılık testleri yapılmış mıdır?
Sonuçları nedir illerle ilgili olarak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.
Sayın Tüzel…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) –
Sayın Bakan, Van depreminin sonuçlarının hesabı verilmemişken, nedeni
sorgulanmamışken yeni bir rant ve kazanç yasası
hazırlandı. Bu kapitalist rant ve yağma düzeni kent ve
sosyal hayatta insana, emekçiye, işçiye yaşama şansı ne yazık ki tanımıyor.
Son olarak önceki gece İstanbul Esenyurt’ta alışveriş merkezi inşaatında çalışan 11 işçi ne
yazık ki yanarak öldü. O gece oradaydım. İhmal değil, tedbirsizlik değil, göz
göre göre cinayet. Özellikle inşaat işçilerinin barınma sorunlarını çözmeden bu
yapılara imar izni verilerek kent planlarında yer verilirken bu çadırlar neden
sorgulanmaz? Özellikle başta Marmara inşaatında olmak üzere İstanbul’da bütün
şantiyeler çadırlardan oluşmuşken yeni yangınları, yeni iş cinayetlerini
önlemek için nasıl tedbirler almayı düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tüzel.
Sayın Dora…
EROL DORA (Mardin) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, hemen bütün kentsel
dönüşüm uygulamalarında gecekondu ve sağlıksız alanlarda yaşayan
vatandaşlarımız evlerinden olmakta, barınma haklarından mahrum kalmakta ya da
kentin uzak bölgelerinde yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Kentsel dönüşüm
uygulamalarında önemli olan, vatandaşların yaşadıkları yerlerden
koparılmamasıdır. Bunu sağlamaya yönelik bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dora.
Sayın Önder…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün Dünya Nehirleri Eylem Günü, en az
30 ülkede 50’den fazla etkinlikle bu kutlanıyor. Dünyanın su varlığı 1,4 milyar
kilometreküp; bu suyun yaklaşık yüzde 97,5’u tuzlu su, toplam su varlığının
sadece yüzde 2,5’u tatlı su; bunun da yüzde 70’i kutuplarda ve sürekli don
olarak duruyor, yüzde 30’u toprakta, sadece yüzde 0,3’ü nehirlerde ve göllerde
bulunuyor. Siz de 2023’e kadar öngördüğünüz programla bunların tümünü HES’lerin ve şirketlerin ipoteğine vermiş olacaksınız.
Hasankeyf halkı yerini bırakmak
istemiyor. Bırakacaksınız, Beşiktaş Çarşı Grubunun dediği gibi “Hasan keyfine
baksın.” mı yoksa orada yetmiş yıllık bir projeksiyon
için doğanın dengesini bozacak ve oradaki insanların mağduriyetine mucip olacak
bu uygulamalarda ısrar edecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Önder.
Sayın Baluken…
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 71 yılında Bingöl’de meydana
gelen deprem sonrasında geçici prefabrik konutlar yapılmıştı. Bu geçici
prefabrik konutlar, aradan geçen kırk yıla rağmen kalıcı konutlara
dönüştürülmemiştir. 45-50 metrekare olarak yapılan bu geçici konutlar için,
Bingöl’ün ağır kış koşullarından dolayı kış izolasyonu
yaptırılmak üzere tuğla yardımı için nakdî yardım yapılmıştır ve bu nakdî
yardım da yeterli bir yardım olmadığı için pek çok aile bundan
yararlanmamıştır.
Kısacası, kırk yıldır kalıcı konuta
çevrilmeyen geçici konut sahiplerinin mağduriyetleriyle ilgili bir çalışmanız
olacak mıdır? Buna yönelik bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Baluken.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başkan, Sayın Bakanım; spesifik soruyorum.
İstanbul Bakırköy’de planda dört kat fakat reelde beş kat. 1981’de imar affı
olmuş, beş kat bina af olmuş. Buralarda insanlar yaşıyor. Güçlendirme yapmak
istiyoruz fakat beş kat diye vermiyor, “İlla yıkacaksın bir katını.” diyor.
İmar affında hak ettiğimiz beşinci katı vermiyor. Bakırköy, spesifik
örnek veriyorum. Bakırköy Belediyesi her yıl 3-4 kez Büyükşehre müracaat
ediyor, “Güçlendirme yapacağım.” diyor, müsaade etmiyorlar. Burada insanlar
ölecek Sayın Bakan.
Bilginize sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Aslanoğlu.
Sayın Havutça…
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın
Başkan, Sayın Bakan; 99 yılından sonra özellikle ülkemizde deprem Türkiye'nin
gündemine damgasını vurdu.
Bildiğiniz gibi, milyonlarca öğrencimiz
her gün İstanbul’da, Ankara’da, Türkiye'nin her yerinde okullarımıza gidiyor,
orada öğretmenlerimizle birlikte geleceğimizin teminatı olan yavrularımız
eğitim görüyor. Bu okullarımızın deprem güvenliği açısından incelemesi yapılmış
mıdır? Özellikle yatılı ilköğretim bölge okullarında, yatılı devlet fen
liselerinde bu güvenlik açısından, deprem güvenliği açısından binalarımız ne
durumdadır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Havutça.
Sayın Serindağ…
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Teşekkür
ederim Başkanım.
Tasarıya göre, gerçekleştirilen her
türlü mal ve hizmet alımlarıyla yapı işlemleri, yapı işleri 4734 sayılı
Yasa’nın 21’inci maddesi kapsamına alınmıştır. Bilindiği gibi, bu madde,
pazarlık usulüyle yapılan işleri düzenlemektedir. Tasarıda böyle bir düzenlemenin
yapılmış olması AKP’ye destek vermeyen firmaları dışlamak için midir?
Sayın Bakan destek istedi
milletvekillerinden. Acaba 25 maddelik bir tasarının temel kanun şeklinde
gelmesi milletvekillerinin destek vermesi imkânını da ortadan kaldırmamakta
mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Serindağ.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Çok teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
“Ankara Atatürk Orman Çiftliği neden bu yasa içerisine alınmıştır?” diye soru
var. Zaten yasamızda diğer kanunlarda da değişiklik var.
Burada, Atatürk’ün doğumunun 100’üncü
yıl dönümü münasebetiyle bu alanın korunması, rehabilite
edilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Yüce Atatürk’ün şanına yakışır
şekilde yeniden düzenlenmesi için yeni bir düzenleme yapılmaktadır.
Arz ederim.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Ama o
kaldırılıyor Bakanım; bazı maddeler var, hepsi kaldırılıyor onların.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Yeni düzenleme yapmak için Çevre ve Şehircilik
Bakanlığına yetki veriliyor.
Arz ederim.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Şu anda orada
çalışma var Sayın Bakan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Atatürk’ü niye
bulaştırıyorsunuz rant arayışınıza ya? Dobra dobra söyleyin ya! İyi para var orada!
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – “Türkiye’nin hangi illerinde afet var, afet kapsamında
sayılıyor? Yapı Denetim Kanunu’ndaki sorunlar bu kanunda konulmadı. Simav
depreminden etkilendiği hâlde evlerini yapamayanlar var.” deniliyor.
Şimdi, efendim, tabii, burada hangi
iller… İl bazında Türkiye’nin üzerinden geçtiği afet aksı belli. Arap
Yarımadası’ndan, Hakkâri’den Türkiye’ye girerek, bir taraftan Bingöl, Elâzığ
üzerinden, Ankara üzerinden Marmara’ya giden bir aks var, diğer taraftan da
yine aynı aksın Afyon üzerinden, İzmir’den, hatta Gaziantep’i de kapsayan bir
aks var. Bu, 24.500 kilometre uzunluğunda. Fakat buralarda, zemin itibarıyla ve
bölgenin konumu itibarıyla, bu kanundan sonra, valilerle birlikte, yerel
yönetimlerle birlikte, afet alanları ve afet kapsamı içinde olan alanları
beraberce tespit edeceğiz. Bu kanunun mütemmimi olan Yapı Denetimi Kanunu’nu da
günün şartlarına uygun bir şekilde düzenleyip, taslak hâline getirip yüce
Meclisin huzuruna getirmek için çalışmalarımız devam ediyor.
Simav’da, bildiğiniz gibi, etkilenen ve
hak sahibi olan depremzedelerin ev sahibi olması için altı ayda evleri bitirdik
ve hak sahiplerini tespit ettik. Köylerde de afet için gerekli yardımı yaptık,
tam olarak kaç lira verildiğini bilmiyorum ama bunlar da hak sahiplerine maddi
şekilde kredi verilmiştir, uzun vadeli kredi verilmiştir. Bunu da arz ediyorum.
Yine, “Atatürk Orman Çiftliğinde yol
yapılıyor.” şeklinde bir ifade var. Buradaki düzenleme belediyenin yapmış
olduğu bir düzenlemedir, buranın yasasıyla ilgili bir düzenleme değil, esasa
müteallik bir düzenleme değil gerekli yasal izinler de alınmıştır.
“Tokat’la ilgili bir çalışma var mı?” Biz
henüz şehirleri belli etmedik. Ben buradaki konuşmamda da ifade ettim, yine
yüce huzurunuzda ifade etmek istiyorum: Tabii ki nüfusun yoğun olduğu, afet
riskinin en çok yaşanacağı iller bizim ana eksenimizdir, ana hedefimizdir.
Burada, Marmara’dan, İstanbul’dan, Kocaeli’den,
Bolu’dan, Düzce’den, Eskişehir’den, İzmir’den ve Bursa’dan başlamak suretiyle,
Bingöl’e kadar, Hakkâri’ye kadar, tüm şehirlerimizi kapsayan bir çalışma
yapacağız ama takdir edersiniz ki bu çalışmayı, dalga dalga,
iki sene, beş sene, sekiz sene, on sene ve yirmi senelik periyotlarla
ve bulduğumuz maddi imkânlarla hep birlikte yürüteceğiz. Bunu da arz ederim.
Van depremi konusunda Sayın
Milletvekilimizin sorusu var. Van’la ilgili son bilgileri arkadaşlar verdiler.
Van’da, şu ana kadar, 16 bine yakın konutun ihalesi yapılmıştır ve inşallah
önümüzdeki ağustos sonu gibi bu konutları teslim etmeye çalışacağız. Konutlara
yapılacak olan yatırım hariç, bugüne kadar 1 katrilyon 293 trilyon -yani eski
rakamla söylüyorum- para harcanmıştır buraya ve yaklaşık olarak 30 bine yakın
konteyner yerleştirilmiştir ve çadır kentlerin tamamı kaldırılmıştır. Burada, ben, tarafsız bir gözle ifade etmek istiyorum, kendim de 8
sefer Van’a gittim, tabii ki depremi Allah göstermesin, zor bir olay, bir
tabiat olayı, bir afat olayı, fakat dünyayla mukayese ettiğimiz zaman en
gelişmiş ülkelerden yani Japonya’dan da, Amerika’dan da, Haiti’den de daha
gayretli, daha başarılı, tüm Türkiye'nin seksen vilayeti Van’a yardım etmiştir.
Bu bakımdan, bunu da özellikle ifade etmek istiyorum.
Yine bir soru: Gecekondu
uygulamalarında, tabii ki gecekondularda hem 2981 sayılı aftan istifade etmeyip
hak sahibi olmayanlar var ve kendisi, tapusu üzerinde ev yapmayanlar var. Eğer
imkân olursa bunları da yerinde ev sahibi yapmak için çalışacağız ama imar
müsaade etmezse bunları 100 lira taksitle, 200 lira taksitle on, yirmi yıla
yayılan vadelerle ev sahibi yapma projemizin içerisindedir.
Esenyurt’taki
11 işçimiz canını kaybetti, şehit oldu; buradaki işçilerimize Allah’tan rahmet
diliyorum. Buradaki olayın üzerine Hükûmet olarak çok ciddi şekilde gidiyoruz.
Buradaki işverenin yapmış olduğu yanlışı gerekli… Hem Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığımız hem Adalet Bakanlığımız hem de mahallî idareler, İstanbul
Valiliğimiz ciddi şekilde olayın üzerine gitmektedir.
Burada nehirlerle ilgili bir
milletvekilimizin sorusu var. Bu suların yüzde 70’inin kutuplarda olduğunu
ifade etti. Ben bunu Orman ve Su İşleri Bakanımıza ileteceğim, cevabını yazılı
olarak müsaadenizle vereceğim.
Bingöl’de 1971 yılında yapılan geçici
konutlar kalıcı konuta döndü ve buradaki hak sahiplerine yeterli yardım
yapılmadı noktasında bir soru var. Eğer bunu bilgi notu olarak değerli
milletvekillerimiz bana iletirse bu konu için de gereğini yapacağımı burada
ifade etmek istiyorum.
Sayın Aslanoğlu’nun, İstanbul
Bakırköy’le ilgili sorduğu bir soru var. İşte biz bu tip problemleri çözmek
için bu yasayı getiriyoruz.
Değerli milletvekilleri, ben haddim
olmayarak bir defa daha burada sizlere arz etmek istiyorum, ifade etmek
istiyorum: Bu yasayı biz devlet terbiyesi içerisinde, vatan eksenli, millet
eksenli, üretim eksenli ve ibadet duygusu içerisinde yürüteceğiz. Bugüne kadar
böyle yaptık, bundan sonra da böyle yapacağız.
OKTAY VURAL (İzmir) – Kamu İhale
Kurumunda görüyoruz Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Burada esas, ana hedefimiz, ana eksenimiz vatandaşımızın
canını korumaktır, malını korumaktır.
OKTAY VURAL (İzmir) – TOKİ ihalelerini
gördük.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) –İmarla ilgili yapılamayan düzenlemeleri de bu yasa ile
ilgili olarak yapmaya çalışacağız.
Yine, İstanbul ve deprem riski altında
olan diğer vilayetlerimizdeki okulların yüzde 98’inin güçlendirilmesi
yapılmıştır ve depremsellik özelliği bakımından testleri yapılmıştır. Bunu da
arz ediyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, yine,
mal ve hizmet alımlarında Kamu İhale Kanunu’nun 21/b maddesi ile işlem
yapacağımız ifade edilmektedir, bu doğrudur. Kamu İhale Kanunu’nun 21’inci
maddesi de Kamu İhale Kanunu’na tabi olmayı gerektiren bir maddedir. Şu anda
birçok uygulamada, afet sonrası, afet olduktan sonra yapılan uygulamalarda Kamu
İhale Kurumunun tamamen dışına çıkılabilmektedir. Ama biz, yine bu yasayla
yapacağımız acil uygulamalarda, Kamu İhale Kanunu’nun içinde pazarlıkla değil,
belli, bu iş için yeterli olan firmaları davet etmek suretiyle, yine yarışmaya
açık ihale sistemiyle bu projeyi yürüteceğimizi ifade etmek istiyorum.
Tekrar hepinize saygılarımı sunuyorum.
SADİR DURMAZ (Yozgat) – Acil
uygulamalarda değil, tamamında yapıyorsunuz.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Bir buçuk dakika süremiz var. Soru
sormak isteyen diğer vekillerimize tekrar söz vereceğim.
Sayın Susam… Yok.
Sayın Özkan…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın
Bakan, İstanbul Ataşehir’de mülkiyeti Emlak Konuta
ait arazinin TOKİ tarafından gelir paylaşımı metoduyla ihale edilerek Varyap-Gap ortaklığına verildiği duyumlarını alıyoruz.
Duyum doğru ise ihale kaça verilmiştir, projenin tamamlanmasından ne kadar
gelir elde edilecektir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özkan.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; arsa satışı
karşılığı hasılat paylaşımı projelerinde maksat şudur: Öncelikle TOKİ, ihale
edilecek arsanın bedelini SPK’ya bağlı ekspertizler
vasıtasıyla belirliyor, bu bedeli peşinen almak için ihaleye çıkıyor yani benim
arsamın değeri 100 liradır, bu 100 liradan az olmamak üzere benim arsamın
üzerinde inşaat yapsanız da yapmasanız da, aldıktan sonra satsanız da
satmasanız da bu arsanın bedelini bana ödeyeceksiniz. Yani en çok ne
ödeyeceksiniz: 100 lira, 150 lira, 200 lira, 300 lira.
Ayrıca, bu bedeli öderken buradan
toplayacağınız hasılatı da bana bildireceksiniz. Bu bedel 300 lira ise, eğer
300 lirayı aşarsa bundan da bana yüzde 10, yüzde 20, yüzde 40, yüzde 50
şeklinde artı bir pay vereceksin. Niye? Çünkü bu tip ihalelerde devlet güvencesini
vatandaşa veriyoruz. Vatandaşa diyoruz ki: “Bu müteahhit
bu arsa satışı karşılığı ‘hasılat paylaşımı’ tarzında aldığı işi şayet
yapamazsa biz yapacağız.” Yine, müteahhit buradan
satış yaparken, konut, iş yeri satarken parasını kendisi alamıyor, para
TOKİ’nin havuzuna geliyor, kendisi yaptıkça inşaatın ilerlemesi tarzında
kendisine para serbest bırakılıyor. Yani burada ihaleler tamamen açık usulde
yapılmaktadır, kamuoyunun tamamının, yani davet usulü değildir ve pazarlık
usulü değildir, tamamen kamuya açıktır. TOKİ’nin İhale Yönetmeliği’ne göre
isteyen herkes ihaleye katılabilmektedir. Bu yolla devletin elindeki araziler,
çok inanarak söylüyorum, çok ciddi şekilde ve en iyi şekilde
değerlendirilmiştir. Burada 50 liralık yer devletin güvencesini de koyarak 150
liraya satılmıştır. Bu yolla devletin elindeki Ataşehir’de,
Ataköy’de, Bahçeşehir’de, Kayabaşı’nda, İzmir Mavişehir’de, Ankara Eryaman’da, Ankara’da Oran’da olan
arazilerini 1,5 misli, 2 misli, 5 misli değerle değerlendirdik ve kamuya 25
katrilyon -eski rakamla söylüyorum- gelir temin ettik ve hazineye direkt, yük
olmadan, TOKİ eliyle 35 katrilyonluk yatırım yaptık.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın
Başkan, benim sorumun cevabı ne oldu? Cevabı verilmiyor, başka şey söylüyor.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) - Bunu özellikle arz ediyorum. Eğer özel olarak da bu
soruyu bana sorarsanız bu hususu da uzun uzun size ifade edebilirim.
Tekrar teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Süremiz doldu, ek süremiz de doldu.
Teşekkür ediyoruz.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.40
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.54
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP
ÜYELER: Mustafa HAMARAT (Ordu), Fatih ŞAHİN (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 78’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
180 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, birinci bölüm üzerinde
görüşmelere başlıyoruz.
Birinci bölüm 14’üncü maddeye bağlı ek
madde 5 ve geçici madde 14 dâhil 1 ila 18’inci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan
konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Eyidoğan.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı için CHP Grubu adına söz almış
bulunuyorum.
Hükûmet bu kanunu hazırlarken gerekçesi
şuydu: Mevcut kanunlarla afet riski altında olan yapıların dönüştürülmesinin
mümkün olmadığı, bu nedenle daha kısa ve yaptırım gücü yüksek bir kanun -aynen
böyle ifade “yaptırım gücü yüksek”- yapma ihtiyacı doğduğu için. Yani mevcut
3194’le, 5393’le, 5366’yla veya bunun gibi 775’le yapamadıklarını böyle bir
kanunla yapmayı düşünüyorlar. Ama aceleyle yapılan, yazılan bu kanun, bu
“yaptırım gücü yüksek” tanımını çok çok aşmış, ölçüyü aşmış, dozu aşmış, insan
haklarına, mülkiyet haklarına ve hatta Anayasa’ya aykırılıklarla dolu bir yasa
ortaya çıkmış. Yani Sayın Bakan, “Yaptırım gücü yüksek bir kanun.” dediğinizde
anladığınız buysa sizlerin, bizlerin ve vatandaşın çok işi var. Dediniz ki: “Bu
kanun salt bir kentsel dönüşüm kanunu değildir.” Nedir? “Afet risklerini
azaltma kanunudur.” Ama bu kanunda daha afetleri bile tanımlayamamışsınız.
Kanununuzda “tanımlar” bölümü o kadar acemice yazılmış ki, o kadar eksik
yazılmış ki böyle, Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren önemli bir kanunda daha
tanımları yazamamışsınız. Yazdığınız tanımlar da zaten bilimsel açıdan
yetersiz. Dediniz ki: “Ortak akıl oluşturarak bunu yapmak zorundaydık.” Ortak
akıl oluşturdunuz mu Sayın Bakan? TMMOB, sivil toplum örgütleri, bu konuyla
ilgili kurumlar, kuruluşlar, kişiler çeşitli beyanatlar veriyorlar, siz de
beyanatlar veriyorsunuz. Mesela, Mimarlar Odası diyor ki: “Türkiye kentsel
dönüşüm çılgınlıklarına kurban edilemez.”, “Türkiye TOKİ’ye bağlanıyor.” gibi
haberler çıkıyor. Peki, ortak akılla bunu yaptıysanız, bu örgütlerin katkısı
olmadı mı? Olduysa, niye bunları söylüyorlar? Demek ki ortak akılla falan
çıkmış bir kanun yok önümüzde.
Türkiye’de göç ve nüfus artışı, hızlı
kentleşme, hızlı ama sorunlu bir kentsel büyüme yarattı biliyorsunuz. Bunun
hikâyesi uzundur. Önce gecekondu, arkasından hisseli mülkiyet, daha sonra da
hepimizin bir şekilde dâhil olduğumuz kat mülkiyeti sürecini yaşıyoruz. Bundan
sonra da sizin bu kanununuzla, umarım, hasarsız, kazasız belasız bir kentsel
dönüşüm başlatılacaktır. Pek fazla umudumuz yok.
Türkiye o kadar hızlı kentleşti ki
Türkiye’de iki şampiyonluk ortaya çıktı: Birinci şampiyonluk, plansız ve
denetimsiz konut ve kentlerde özellikle apartman üretimi sayısı. Birinci şampiyonluk bu.
İkinci şampiyonluk ne? İkinci
şampiyonluk da bu denetimsiz ve plansız oluşturulan betonarme yığınının,
apartmanların -son örneği Van’dadır- depremde yıkılması. Bu da ikinci
şampiyonluğumuz.
Yani bir yandan plansız ve denetimsiz
bir kentleşme, öbür taraftan da yıkım. Denetimsiz ve plansız bu yapılaşma, risk
havuzları ve intihar
havuzları oluşturdu. Bunu seyrettiniz. Son on senede bu konuda
ciddi adımlar atamadınız. Bu süreç, geldiğimiz noktada, plansız kentleşme
giderek rant güdümlü bir yapı stoku oluşturma yarışına
döndü.
Bakınız, bir şey hatırlatmak istiyorum
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; son on senedir kentlerimizde, Anadolu’da
kentlerimizde yüksek yapılar yapılıyor. Yüksek yapıların, biliyor musunuz, hâlâ
bir yönetmeliği yok. 10 kat, 15 kat, 20 kat, 25 kat. Her gün televizyonlarda,
gazetelerde gördüğünüz yüksek yapıların bir mühendislik yönetmeliği yok. Neden
yok? Çünkü ciddiye alınmadı bu. Son on senedir hiç bu konuya eğildiniz mi?
Hazırlanan yönetmeliklere ciddiyetle yaklaştınız mı? Şimdi, gökdelenlerden
oluşmuş bir kentsel dönüşüm sürecini başlatmak istiyorsunuz ve bu yüksek
yapıların yönetmeliği yok. Önce bunu çıkarın. Yani herkesin gözü önünde büyük
kentlerde gecekondu gökdelenler inşa etmeye başladık. Bu süreç böyle devam
edecek.
Şimdi, bakınız, bu kentsel dönüşümden
bazıları ne anlıyor? Diyor ki Emlak Konut GYO Başkanı (Gayrimenkul Yatırım
Ortaklığı): “Resneli, Kayaşehir, Başakşehir
gibi bölgelerde rezerv alanları oluşturmayı ve kentsel dönüşüme katkı
sağlayacak projeleri hayata geçirmeyi planlıyoruz.” Hoşdere ve Zekeriyaköy’de büyük ölçekli araziler için kentsel tasarım
çalışması gerçekleştirdiklerini söylüyorlar; diyorlar ki: “İstanbul Başakşehir Hoşdere’de -bu dün bir
gazetemizde çıkan haber- ise TOKİ’ye ait 1 milyon 105 bin metrekare üzerindeki
550 bin metrekare imar parselinin üç grup tarafından ortaklaşa geliştirildiği
bilgisi verildi.” Kim diyor bunu? Emlak Konut GYO diyor yani bir KİT diyor
bunu. Yani biz diyoruz ki… Siz de diyorsunuz ki: “Afet risklerini azaltmak için
kentsel dönüşüm yapacağız.” Afet risklerini azaltmak için kentsel dönüşümü nereden
öncelikle başlatacaksınız? Eskimiş, köhne, ekonomik ömrünü doldurmuş, riskli
yapı -onları da nasıl saptayacaksınız- riskli alan, buralardaki yani kentin
yerleşik yerlerindeki eski yapı stokunu yenileriyle, afetlere dayanıklı
olanlarıyla değiştireceksiniz. Onlar nerede? Yerleşimlerin eski yerlerinde,
merkezlerinde. Peki bu mudur? Bu mudur? İstanbul’un
dışındaki rezerv alanlarını, böyle 500 bin metrekare, 1 milyon metrekarelik
alanları açacaksınız, yeni alanları, rezerv alanları. Bu rezerv alanları da
mahvedeceksiniz. Buna müsaade etmeyiniz, rezerv alanlarının kullanılmasına
müsaade etmeyiniz, yerinde dönüşüm yapınız Sayın Bakan, yerinde dönüşüm.
Şimdi, biz bu konularda eleştirileri
getirince, Cumhuriyet Halk Partisi olarak kentsel dönüşüme karşı çıkıyormuşuz
gibi bir imaj yaratılıyor bilerek ya da bilmeyerek. Böyle bir şey yok. Cumhuriyet Halk Partisi, başta deprem olmak üzere diğer afet
risklerinin azaltılmasına dönük mevcut yerleşmelerimizde yenileme, iyileştirme,
dönüşüm ihtiyacının giderilmesine yönelik ve halkın çıkarlarını gözeten yasal
ve kurumsal düzenlemelerin bir an önce yapılmasını istiyor ama biraz önce
verdiğim örnekteki gibi rezerv alanlara hücum ederek değil, Boğaz’ın yakasına
hücum ederek değil, tarihî yarımadaya hücum ederek değil. Bakın, İstanbul’un
çeperlerinde, şu anda -benim aldığım bilgiye göre- en az 50 bin tane boş konut
var, 50 bin tane boş konut müşteri bekliyor ve bunlara biz insan bulamıyoruz,
İstanbul’un merkezî yerlerinde, kentlerin merkezî yerlerinde afet riski
altındaki yerlerde hâlâ kentsel dönüşüm yapacağız ama bir beyefendi çıkıyor,
diyor ki: “Biz bu rezerv alanları işte 1 milyon metrekare, şöyle yapacağız,
böyle yapacağız.”
Kentsel dönüşüm yalnız inşaat faaliyeti
değildir. Bu yasadan öyle anlaşılıyor. Yalnız inşaat faaliyeti gibi görüyorlar
kentsel dönüşümü ya da afet riskinin azaltılmasını. “Yık, yap.” yalnız bu
değildir; bunun, kent planlaması yanında, ekonomi, sosyoloji, toplum
psikolojisi, hukuk, finans, siyaset, mühendislik, mimarlık ve kentsel tasarım
alanlarını buluşturan bir bilim uygulama alanı olduğunu söylüyor CHP, bunu
söylüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
Buyurunuz.
HALUK EYİDOĞAN (Devamla) – Biz, bu
yasanın bu hâliyle, bu buldozer yasasının, bu “Ben yaptım oldu.” yasasının bu
hâliyle, bu, teknik açıdan ve hukuki açıdan çok ciddi zafiyetleri olan ve
vatandaşımızın dikkatle incelemesi gereken, izlemesi gereken bu kanunun
beklediğimiz, özlediğimiz, afet riskini azaltacak kentsel dönüşüm için yeterli
olacağını sanmıyoruz.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eyidoğan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Adana Milletvekili Ali Halaman.
Buyurunuz Sayın Halaman.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ALİ HALAMAN (Adana) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
afet riski altındaki alanların kentsel dönüşümü hakkında Milliyetçi Hareket
Partisi ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Afet riski altındaki alanların kentsel
dönüşümü… Bilindiği üzere ülkemizin çok önemli bir kısmı, başta deprem bölgesi
olmak üzere tabii afetler riski taşımaktadır. Buna rağmen mevcut yapıların
büyük bir kısmının muhtemel afetlere karşı dayanıklı olmadıkları ve orta
şiddetteki bir depremde bile ağır derecede hasar görüp yıkıldıkları, bundan
dolayı sosyoekonomik problemlerin yaşandığı ve devletin beklenmedik bir anda
büyük mali külfetler ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. Türkiye'de
“kentsel dönüşüm” deyince akıllara gecekondu bölgelerinin dönüşümü geliyor.
Kentsel dönüşümün doğasına aykırı olarak kentlerin farklı problemlerine karşı
tek ve aynı çözümler uygulanıyor. Dönüşüm sorunları fiziksel mekânın dönüşümüne
indirgenerek ekonomik, sosyal, kültürel boyutlar genellikle dikkate alınmıyor.
Kentsel dönüşüm, faaliyet alanı ve doğası gereği mevcut şehrin yapısına ve
burada yaşayan insanların fiziksel, sosyal, ekonomik geleceği üzerine ve buna
bağlı olarak da kentin bütün geleneklerine etki ediyor. Bu nedenle, bütün
planlama çalışmalarında sosyologlar, ekonomistler, mühendisler, mimarlar,
plancılar, peyzaj mimarları gibi farklı disiplinde olan insanların birlikte
çalışması gerekiyor. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun Tasarısı’nda, riskli yapıların Bakanlığa veya ilgili idareye devri
sonunda bu yapıların yerine ne yapılacağı bu kanunda belirtilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, kanun
tasarısında risk taşımayan alanların da gerek görülürse riskli alan gibi kabul
edileceği değerlendirilerek kamu arazilerinin “risk taşıyor” yaftasıyla suistimale açık hâle getirilme riski bulunmaktadır. Son yıllarda alışkanlık
hâline gelen, her yeni yasal düzenlemede yasanın amacına ilişkin düzenlemeler
yapılırken gizlenen yerel yönetimlere ait görev ve yetkilerin merkeze taşınması
ve kentsel rantların yönlendirilmesine ilişkin
yetkilerin merkezî olarak kullanılmasının önünü açacak düzenlemelerin bir araya
sıkıştırılması veya bunun politika hâline getirilmesinin bu düzenlemede egemen
olduğu görülmektedir.
Kanun
tasarısında belirlenen alanların içerisinde kalıp da riskli yapılar dışında
kalan yapıların Bakanlıkça uygun görülenlerin bu yasa kapsamı içerisine
alınması, sağlam yapıların da yıkılmasına karar verilmesi nedeniyle mülk
sahibinin elindeki sağlam yapısını bir anda kaybetme riski bulunmakta olup,
yıktırıldığı takdirde kat karşılığı yeniden yaptırıldığında mülkünün yaklaşık
yarısını kaybetme riski bulunmaktadır. Anlaşmazlık
hâlinde ise tüm haklarını 2/3 çoğunluğa veya hazineye devretmek zorunda
bırakılmakta. Bu nedenle, mülkiyet hakkı ile kat mülkiyeti ve
irtifak haklarına aykırı olarak mülkiyet sahiplerinin “Anlaşmaya varmadı.”
diyerek yerlerinin rayiç bedel karşılığı satılması ya da maliyece el konulması
ile sağlam yapının riskli bölgede kaldığı için plan içerisine alınması ve
Maliyeye veya idareye el koyma yetkisinin verilmesi birçok haksızlıkları
beraberinde getirecek uygulamalara neden olabilecek mahiyet taşımaktadır.
Bu tasarının yasalaşması durumunda
Bakanlar Kurulu, Bakanlık ve TOKİ’nin “Yüzde 90’ı risk altında.” gerekçesiyle,
ülke toprağı hiçbir kayıt ve koşula bağlı olmaksızın, istediği imar hareketine
açabilecektir. Uygulamada gerek bölge halkının hakkını gerekse kamu yararını
koruma altına alan yasa hükümleri devre dışı bırakılmakta ve idarenin denetim
yollarından olan yargısal denetim yolu kapatılmaktadır.
Kendini hukukla sınırlandırmayan,
kişilere hukuk güvenliği tanımayan bu tasarının yasalaşması demek, yasama
organının kendi varlık gerekçesine aykırı olarak sosyal hukuk devleti
ilkesinden kamu adına vazgeçmesi anlamına gelmektedir.
Tasarı, iş, işlem ve araçları ile
bizatihi kendisi yakın bir tehlike arz etmektedir. Tasarının yasalaşması
hâlinde, kamu ve özel mülkiyet idari kararla alınıp satılabilir,
yaptırılabilir, dönüştürülebilir, gerek toplu gerekse zorunlu iskân olabilir,
toplulaştırılıp dağıtılabilir.
Bugün gelinen durum kısaca şudur:
Geçmiş yıllarda 2/B arazilerinden parsel satın alarak evini yapmış, varını
yoğunu bu evin yapılması için harcamış olan yoksul kesimlere, yapılmak istenen
2/B ile ilgili yasal düzenlemeyle aynı parsel yeniden, bu kez devlet eliyle
satılacaktır. Bu satışla yeni bir borç yükü altına girecek olan vatandaşların
evleri, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi amaçlı yasa gereğince
yıkılması gereken yapılardan olup, bu kişiler gerek yıkım nedeniyle ve gerekse
yapılacak yeni yapılar için bir kez daha borçlandırılacaklardır.
Sayın milletvekilleri, iki yasa
tasarısı bir arada değerlendirildiğinde; eğer Hükûmet her iki yasal düzenleme
konusunda samimi ise özellikle 2/B arazilerinde yaşayan vatandaşlar açısından
kabul edilemez bir sürece doğru gidilmektedir. Tersi durum ise bu alanlarda var
olan riskli yapıların tapulanarak affedilmesi, yaşayanların kendi kaderine terk
edilmesi anlamına gelecektir.
Tasarının bu hâliyle yasalaşması,
ülkemizde kentleşme konusunda izlenen ikiyüzlü politikanın sürdürülmesi, bir
yandan riskli yapı ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli
yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin
bir rant aktarım alanı hâline dönüştürüldüğü, hukuk
devleti ilkesinin yerle bir edildiği bir gerçekliğe doğru yol almak demektir.
Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı, ülkemizin gerçek ihtiyacı olan,
kentlerin afetlere karşı duyarlı sakınım içerikli planlanmasını, denetimsiz ve
mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın engellenmesini sağlayacak bir
düzenleme olmaktan oldukça uzaktır.
Sayın milletvekilleri, afet riskinin
azaltılması gerekçesi ile hazırlanan tasarıda var olan yaşamın gerçek sigortası
olan ormanlar, meralar, sulak alanlar, kıyılar, tarım alanları gibi doğal
varlıkların talanına olanak sağlayacak, yeni afetlerin oluşmasına neden olacak
yaklaşımdan vazgeçilmelidir.
Getirilen düzenleme ile köye dönüş
projesi kapsamında yeni yerleşim alanları açarken, açılan alanların
sınıflandırılarak, amaç ve niteliğini kaybetmiş ya da kaybetmekte olan yerler
seçilmeli ve orman, mera ve hazine arsa ve arazileri ile devletin hüküm ve
tasarrufundaki yerlerin kullanılmasında sınırlar iyi belirlenmeliyken buna
riayet edilmemiştir. Ayrıca kıyı şeridinde ya da büyük şehirlere yakın yeni rant kapılarının açılmasında ve yöre halkının kendi köy
sınırları içerisinden çıkarılarak bölgesel göçlere neden olacak yerleşim
yerlerinin oluşmasında belirsizlikleri içinde barındıran hükümler
bulunmaktadır. Tasarı, temel hak ve özgürlükleri gözeten, ülke kaynaklarını yok
etmeyen, sosyal devlet ilkesini önemseyen, bütünlükçü ve idareyi de bağlayan
tutarlı bir düzenleme ile, tüm ilgili tarafların
katılımı ile hazırlanmalıdır.
Hayırlı olmasını dilerim. Bu duygu,
düşüncelerle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Halaman.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Muş Milletvekili Sırrı Sakık. (BDP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz Sayın Sakık.
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bugün burada önemli bir yasayı
görüşüyoruz. Ne yazık ki bu ülkede hemen bir afetten sonra bir tespit yapılır,
büyük ölümlerden sonra. Yani 30 bin ölüm olur, bu ülkede bir deprem
realitesiyle karşı karşıya olduğumuzu o gün fark ederiz; 50 bin insanın
ölümünden sonra Kürt realitesinin olduğunu o gün fark ederiz. Bugün görüşmekte
olduğumuz bu yasa da Van depreminden sonra alelacele gündeme gelen… Ve
diliyorum, umuyorum -geçmişte de buna benzer yasalar geldi- sadece o günün
ruhuna uygun bir şekilde olmaz. Olumlu adımlar atılırsa destekleriz. Biz BDP
olarak hayata siyah ve beyaz bir şekilde bakmıyoruz, olumlu şeyler yaptığınız
zaman sizleri alkışlarız ama olumsuz şeyler yaptığınız zaman da karşınızda
oluruz.
Bugün, biraz önce burada tartışılıp
konuşulan, kulislerde gündeme gelen bir afet konusuydu. Yani bu yıl özellikle
bizim bölgemizde çok kötü bir kışla karşılaştık, bir afet hâli yaşanıyor; hâlâ
Muş’ta, Bitlis’te, Ağrı’da, Hakkâri’de, Bingöl’de yüzlerce köy yolu kapalı. Bir
sosyal devletten bahsediyoruz ama benim seçim bölgemde 230 tane köy yolu
kapalı. Ağrı’da da aynı koşullar var, Erzurum’da da var. Her gün ilçe
kaymakamlarıyla, oradaki yerel yöneticilerle sürekli telefon trafiği var nasıl
o yolları açabiliriz diye çünkü orada insanlar hasta, köyde doğum yapmak üzere,
çaresiz bir şekilde gece arıyorlar, telefonlarımız santral gibi ama bizde
oradaki yetkililerle görüşüyoruz, Ankara’daki birimlerle görüşüyoruz, daha adil
bir dağılım nasıl olabilir, bunları konuşuyoruz. Ankara’da Başbakanlık
bünyesinde kurulan Afet ve Acil Durumdan ilgili illerimize yardım yapılıyor.
Mesela, benim ilime 1,3 milyon yani eski parayla 1 trilyon 300 milyar lira para
yardımı yapılmıştır ve Vali -belki çok adil olmamıştır ama- bütün belediyelere
bu paradan pay vermiştir ama aynı para Bitlis’e gidiyor. Bitlis Milletvekili,
iktidar içerisinde, kendi iktidarını korumak, kollamak adına gidiyor, müdahale
ediyor. Valinin yetkisi… Hani geçmişte siz hep çıkar söylerdiniz ya, her salı polemiğinde Cumhuriyet Halk Partisine yüklenirsiniz “Sizin,
eskiden, tek parti döneminde valiler il başkanıydı, parti müfettişiydi.”
dersiniz. Bugün sizin de valilerinizin bir kısmı emin olun ki partinin il
başkanı ve parti müfettişi gibi. Buradan giden paradan, milletvekilinin
talimatıyla, nüfusu 45 bin olan ile 500 milyon yardım yapıyor ama yanı başında,
10 kilometre uzaklıkta, 75 bin nüfusu olan Tatvan ilçesine bir tek lira yardım
yapmıyor.
Dönüyoruz, Norşin,
Sayın Cumhurbaşkanı geçerken “Norşin” diyordu ya, o Norşin’e bir tek lira yardım yapılmıyor. Dönüyorum, Valiyle
görüşüyorum: “Ne hakkınız var? Siz orayı bir çiftlik gibi yönetemezsiniz.” Ama
bana gelen bilgiler, duyumlar, Vali, Sayın Milletvekilinin emrinde bir memur
gibi çalışıyor. E, vallahi bunu size yedirtmeyiz arkadaşlar! Yani ben bunu
kendisiyle konuşurken “Siz niye Bitlis’in sorunlarıyla ilgileniyorsunuz?”
Anayasa diyor ki hepimiz Türkiye milletvekiliyiz. Eğer biraz vicdan sahibi
olsaydı dönüp bana teşekkür etmesi lazımdı “Siz, Bitlis’in sorunlarıyla
ilgileniyorsanız size teşekkür ediyorum.” ama siz, Bitlis’te bir çiftlik kurmuşsunuz.
Hani, yani, halka hizmet Hakk’a hizmetti? Hani adalet? Kar yağarken orada “Sen BDP’lisin, AKP’lisin, CHP’lisin, MHP’lisin.” diye ayrım
yapmıyor ki ama siz ayrımcısınız, bütün boyutuyla ayrımcısınız. Ne yapmalıyız?
Bunu gündeme getirdiğimizde dönüp gözümüzün içine baka baka… Ben açık
söylüyorum, eğer bunu Beşir Bey, gelip burada açıklamazsa ve bu söylediklerimi
teyit etmezse ben sizin huzurunuzda milletvekilliğinden istifa ederim.
Yani iktidar olduğunuz zaman da siz bu
ülkeyi çiftlik gibi yönetme hakkına sahip değilsiniz. Bizim söylediğimiz buydu,
arkadaşımızla tartışmamız bu boyuttaydı ve eminim ki sizin ilinizde de, hangi
milletvekilinin ilinde olsa aynı haksızlığa karşı tepki gösterir ve bu Sayın
Vali sadece bugün değil… Bakın, buradan giden paralar… Bize ne söylüyorlar
biliyor musunuz? Diyor ki: “Sizin belediyeleriniz müracaat etmemiş.” Buyurun,
Tatvan Belediyesinin müracaatıdır. Bu yetmiyor, sonra değişik bir yalan
söylüyorlar, “Tatvan’a kar yağmadı.” diyor. Git, eğer Tatvan’da şu anda birkaç
metre kar yoksa sözlerimi geri alırım. Şimdi, gidin, Meteorolojiden öğrenin.
Ben, bölge müdürüyle görüştüm, bana şunu söylüyor, diyor ki: “Meteoroloji
verilerine göre bu yıl Bitlis ve Muş’a 11 metre kar yağdı. Şu anda 4 metre kar
var”. Peki, siz burada halkın arasına ayrımcı politikalarla giderek ne yapmak
istiyorsunuz? Evet, Valiniz bu konuda çok yetenekli çünkü 2009 yerel
seçimlerinde -Cumhuriyet Halk Partisinden bir milletvekili arkadaşımız bunu
kürsüye getirmişti- akşamleyin sandıklar açılırken, o dönemde Yeni Şafak
gazetesinin sahibiyle Bitlis Valisi arasındaki telefon görüşmeleri. Gazete
sahibi soruyor: “Bitlis’te son durumumuz ne oldu?” diyor, Vali diyor ki “Biz
Bitlis merkezde aldık ama Tatvan’da çok zorlanıyoruz, ne yapacağız?”
Şimdi, bakın, böyle bir Valiniz var. Hatta, şunu da söyleyeyim, bazı konularda çok da yetenekli
bir Valiniz var. Vallahi, yetenekli olduğu zaman da hiç böyle kimliğine
bakmadan da kendisine teşekkür etmişim. Hatta, o bu
teşekkürü alıp Sayın Başbakana götürmüş “Sayın Sakık
bana teşekkür etti.” Bundan rahatsızlık da duymam eğer olumlu bir şey
yapıyorsanız ama siz, hakkaniyet adına değil de bir parti adına bunları
yaparsanız gerçekten o zaman elimiz yakanızda olur.
Buradan giden paralar kamunun parası
yani Kiler alışveriş merkezlerinden, şirketlerinden gitmiyor yani kamunun
parasıdır, sizin, bizim, Türkiye halklarının verdiği paralar oraya gidiyor. O
adaleti istiyoruz ama onu bile kendi şirketlerini yönetir gibi yönetmeye
çalışıyor, tepkimiz de oradan ve Kur'an-ı Kerim’de şöyle bir ayet vardır:
“Adaletle hükmediniz, zorbalıkla hükmetmeyiniz.” Siz, işte, zorbalıkla
hükmediyorsunuz. Dün, şeyde de gördük, on dokuz yıl sonra, Sivas katilleri
zaman aşımına uğradılar ve sokağa çıkıp “Zaman aşımına hukuk uğrayabilir ama
acılarımız zaman aşımına uğramaz.” diyen insanların üzerine gaz bombası atıldı.
Bugün, AİHM’e
sunulan bir savunma var, bir utanç, Uğur Kaymaz’la ilgili. Uğur Kaymaz’ın
bedenine 13 kurşun sıkılmış, bu ülkenin avukatları AİHM’e
yalan söylüyorlar, “Uğur 9 tane kurşun sıktı.” diyorlar. Bu ülkenin Adli Tıp
Kurumu diyor ki: “9 kurşun alan bir insan tek kurşun sıkamaz.” ve Adli Tıp
Kurumu diyor ki: “Uğur Kaymaz keleş kullanamaz.” Sizin de on iki yaşındaki
çocuklarınız var, alın ve keleşi verin eline, eğer bir tek mermi sıkarsa gelsin
ikinci mermiyi benim bedenime sıksın.
Bir ülkede hukuk ve adalet yoksa, bütün kurumlarıyla yoksa bizim kavgamız olur sizinle.
Biz haksız yere kimsenin haysiyetiyle, onuruyla oynamayız, kimseye de haksızlık
etmeyiz ama adalet yoksa vallahi kendimizi öldürtürüz. Burada bunları söylerken
çıkıp basın açıklaması yapıp, “Efendim, kendisini dağda zannediyor…” Dağda bile
adalet vardır. Dağda 10 kişi yaşıyorsa, dört parça ekmek varsa 10 kişiyle
paylaşılır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İnfaz var
orada, infaz!
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ama hele hele
böyle, hukuktan, huzurdan bahsettiğimiz bir ülkede siz diğer belediyelerin
parasını gasbedip adaletten ve hukuktan
bahsediyorsanız, işte sizinki dağ kanunlarıdır, sizinki hukuksuzluktur. Siz
hukuksuzluk yaptığınız müddetçe elimiz yakanızda olur. Adil olursanız da
vallahi sizi alkışlarız. Bu, sadece yasalar değişerek olmaz.
Şimdi, bakın, bu Anayasa’da herkesin
adalet, hukuk ve eşitlikten… Ama biz bu Anayasa’da yokuz, bizden de saygı
beklemeyiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen sözünüzü bağlayınız.
SIRRI SAKIK (Devamla) – İçinde
olmadığımız, içinde hakkın, hukukun ve adaletin olmadığı bir Anayasa’ya bizden
de saygı beklemeyiniz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sakık. (BDP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Konuşmacı, AK PARTİ’li milletvekiliyle geçen bir
tartışmanın sonucunda, bizim iktidarımızı, grubumuzu itham ederek “Zorbalıkla
idare ediyorsunuz.” şeklinde ifade kullandı. Sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
X.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hatip burada konuşurken İç Tüzük
gösterdi. Dedi ki: “Bu Anayasa’da yazıyor, hepimiz belirli yerlerden
seçilebiliriz ama Türkiye milletvekiliyiz.” Milletvekili arkadaşımızı
eleştirirken “Bitlis’le ilgili konuyu, Siirt’le ilgili konuyu, Muş’la ilgili
konuyu benim de tartışma hakkım var.” dedi, Anayasa’yı gösterdi. Arkasından son
cümlesinde “O Anayasa’nın içinde ben yokum.” dedi ama sen o Anayasa’ya göre,
Türkiye’deki usul ve esaslara göre, şartlara göre burada milletvekilisin ve
konuşuyorsun. İstediğin zaman varsın, istediğin zaman yoksun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) İstediğin zaman bu Anayasa’nın hükümleri, istemediğin
zaman dağın hükümleri; birini kabul etmek zorundasın.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sen ne
dediğini anladın mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Ya bu
Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümlerini kabul edeceksin, beğenirsin veya
beğenmezsin, o Anayasa’ya burada uymak zorundasın.
İki: Bizi zorbalıkla itham eden kişi,
az önce söyledi, inkâr etsin, konuşurken, Siirt’in, Bitlis’in meselesini
konuşurken, velev ki öyle bir şey yapılmış, 500 bin liralık kısım başka bir ile
gitmiş ama bunun karşılığı oradaki sehpanın üstündeki katı cismi atmak
değildir, bunun karşılığı konuşmaktır. Zorbalık hangisi, dağ kanunu hangisi?
İşte buna cevap vermeniz gerekir.
Değerli milletvekilleri, şu kürsüde
oturuyorsanız, Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde bulunuyorsanız, bu
kürsüyü kullanıyorsanız, edepli, adaplı konuşmanız gerekir. Türkiye
milletvekiliyseniz, Türk milletine yakışır bir şekilde davranışta bulunmanız
gerekir. Burada, ithamla, iftirayla, zeytinyağı gibi suyun üstünde, cıva gibi
suyun dibinde, istediğiniz şekilde hareket etme hakkını bu millet size vermez.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Muş) – Benim doğru bilgi
aktarmadığımı söylüyor. Anayasa’yla ilgili ben ne söylediğimi aslında açıkladım
ama edep ve ahlakla ilgili konuda açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen yeni bir tartışmaya
mahal vermeyelim Sayın Sakık, buyurunuz.
2.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sevgili arkadaşlar, biz kimin zorba
olduğunu çok iyi biliriz. Biz bize…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Millet
biliyor kimin zorba olduğunu.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, bir şey
söyleyeyim size: Burada İç Tüzük görüşmelerinde tanıklık ettim, buradaydım,
kavganın içerisindeydim, kadınlara bile saldırı oldu, kadınlara. CHP’li gruba
nasıl bir saldırı olduğunu gördüm.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İşin gücün
yalan söylemek, bırak yalan söylemeyi!
SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi bakın,
burada biraz önce Sağlık Bakanı alkışlıyordu, ne ilişkileriniz vardı onu bilmem
Kiler grubuyla. Ama, ben Sağlık Bakanının burada ceket
çıkardığını…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ya bırak
iftira atmayı!
SIRRI SAKIK (Devamla) – Bak sevgili
kardeşim, haklı noktada ceket çıkardığını da bilirim ama…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kimin bardak
fırlattığını da biz biliriz.
SIRRI SAKIK (Devamla) – …biz şiddetin
nereden geldiğini de biliriz, ama biz, bunları söylerken zeytinyağı gibi üste
çıkmak gibi bir derdimiz yok. Ben, tartışmaları yaparken bunların doğru…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen
fırlatmadın mı vazoyu, onu söyle.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben de size
söylüyorum, bu söylediklerim, bu iddialarım doğru değilse, kamuoyundan…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Vazoyu fırlattın mı fırlatmadın mı?
SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, hak edene fırlatırım, elli kere
fırlatırım ben, elli kere fırlatırım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, olmaz o iş. Hayır, olmaz o iş.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Evet, bana “Yalancı” derse ve ben “Doğru”
diyorum. Buyurun getirin Beşir Atalay beni haksız…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Zorbalık mı yapmak gerekir?
SIRRI SAKIK (Devamla) – Derse ki: Senin bilgilerin yalan yanlış
bilgiyse… Çıkıp ben özür dilerim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – O zaman silah çekseydin öyleyse.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Ama ben doğru
bilgiler sunuyorsam bana “Yalancı” dediği zaman da hak ettiği şekilde cevabını
alır.
Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen zorbasın o zaman.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
A)
Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
2.-
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı:
180) (Devam)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Denizli Milletvekili Nihat Zeybekci. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Zeybekci.
AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ZEYBEKCİ
(Denizli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Grubum adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Milletin kürsüsünden milletin
vekillerine hitap etmek her zaman her kula nasip olmaz, onun için, burada
sizlerle birlikte olmak güzelliklerle birlikte olmak diyerek Yunus’la sözüme
başlamak istiyorum. Dışarıda kuliste yaşananlar veya burada söylenen sözler
inşallah Yunus’un bu sözleriyle başka bir boyuta geçer.
Bakın, Âşık Yunus ne diyor:
“Benim bunda kararım yok,
Ben bundan gitmeye geldim.
Bezirgânım metaım çok,
Alana satmaya geldim.
Ben gelmedim davi
için,
Benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir,
Ben gönüller yapmaya geldim.”
Diğer bir gönül ağlamasında Yunus:
“Gelin tanış olalım, işin kolayın
tutalım
Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye
kalmaz.” diyerek bize çağlar ötesinden sesleniyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ama
bu dizeleri Denizli’de söylemiyorsun, Denizli’de.
NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) – Değerli
kardeşlerim, sözlerime başlamadan önce bugün 14 Mart Tıp Bayramı sebebiyle,
ülkemin en ücra köşelerinde, en ıssız yerlerinde, en umutsuz anlarında
milletime hizmet eden bütün doktorların da Tıp Bayramlarını kutluyorum.
Bugün burada görüştüğümüz bu kanun,
eğer 24’üncü Dönemi 1 Ekim 2011 tarihi itibarıyla fiilen başladı diye
varsayarsak o günden bugüne kadar görüştüğümüz en önemli bir veya iki kanun
tasarısından birisidir çünkü yıllardan beri, belki yüzyıllardan beri maalesef yanlış
iliklenen bir ceketi veya düğmeyi, düğmeler silsilesini bir türlü
değiştirememiş olmanın da zorluklarını yaşadık. Yedi yıl belediye başkanlığı
yaptım, yedi yıl bu zorlukları fırının satış bölümünde değil, fırının ocak
bölümünde yaşayarak yaşadım, görerek yaşadım, ateşin orada yaşadım. Öyle
mahalleler gördüm ki şehrin göbeğinde, ortasından, kırk yıldan beri, elli
yıldan beri 20-30 bin kişinin ortasından kanalizasyon dereleri akıyor. Öyle
mahalleler gördük ki, öyle mahalleler vardı ki gözümle gördüm, gelinlik kız
damadın sırtında evine çıkmaya çalışıyordu. Öyle mahalleler gördük ki bir
cenaze olduğunda battaniyeyle düz alana indirilip ancak orada yıkanabiliyordu.
Değerli kardeşlerim, değerli
milletvekillerim; tüm dünya 1700’lü yıllardan itibaren inanılmaz bir şekilde
sanayileşerek, inanılmaz bir şekilde bilim ve teknoloji toplumu olarak büyük
bir dönüşüme uğradı. İlkel tarımdan modern tarıma, el emeğinden büyük sanayi
kuruluşlarına, habersizlikten haberleşmeye, köylerde, kırsalda yaşamaktan
şehirlere, modern kentlere doğru yoğun bir, afete benzer bir göç yaşandı. Bu olgu, sanayinin, teknolojinin, bilimin geliştiği ülkelerde
kentleşmeyle sanayileşme birlikte gerçekleştirildi, çarpık kentleşme, çarpık
sosyal doku hemen hemen yok sayılacak derecede iyi olarak yapıldı ama bizim
gibi ülkelerde, bizim gibi, bize benzer ülkelerde, Türkiye, Brezilya, Çin,
Hindistan gibi ülkelerde önce tüketim toplumu olduk, önce köylerden, kırsaldan
kentlere doğru büyük bir hücum yaşadık; sonradan sanayileşme, sonradan bilim
toplumu olma, sonradan endüstriyel toplumlar hâline gelmeye çalıştık. İşte
asıl afet budur. Köyden kente geldiğimizde -ki Anadolu kentleri genelde hep
böyledir- ilçesinden kente girerken kentin ilk girişinde, ilçesinden giren
tarafta hemen kendisi bir parsel alır, en yakın akrabasının uygulamış olduğu
projeyi, mimari veyahut da mühendislik projesini kendi başını sokacak ev için
yapar ve aynı vatandaşımız belediyeye gider. Belediyeden su ister, belediye ona
200, 300, 500 metre, 1 kilometre mesafedeki bir su borusu varsa orayı gösterir,
vatandaşımız oradan evine bir hortumla su çeker, kanalizasyon da hakeza. Aynı
vatandaş TEDAŞ’tan elektrik istedi. Aynı vatandaşa yine o mesafede bir direkten
elektriği kendisi alsın diye gösterilir, üç beş tahta direk dikerek
vatandaşımız elektrik ihtiyacını giderir. Yıllardan beri bu ülke böyle oldu.
Bakın bazı rakamlar vererek nereden
nereye geldiğimize dikkatinizi çekmek istiyorum. 1927 yılında Türkiye’nin
nüfusu 13 milyondu, 2011 yılında Türkiye’nin nüfusu 75 milyon, tam 6 kat arttı. 1927
yılında Türkiye’deki nüfusun yüzde 24,2’si şehirlerde yaşıyordu, 1950 yılına
kadar bu durağan seyretti, 1950 yılında Türkiye’de yaşayan nüfusun ancak yüzde
25’i kentlerde yaşıyordu. 1975 yılına, 1980 yılına geldiğimizde Türkiye’deki
kentlerde yaşayan nüfus oranı yüzde 50’ye geldi. 2010 yılına geldiğimizde bu
rakam yüzde 75’e geldi yani katlanarak arttı. Asıl afet budur.
Değerli milletvekilleri, bakın bir
örnek vereceğim, bu da Denizli’den örnek. 1975 yılında Denizli Hollanda’nın Almelo kentiyle kardeş şehir oldu. 1975 yılında Denizli’nin
nüfusu 72 bindi, Almelo’nun nüfusu 70 bindi. 2011
yılına geldiğimizde -son sayımdan bahsediyorum- Denizli’nin merkez belediye
nüfusu 536 bine çıktı, Almelo’nun nüfusu 70 binden 72
bine çıktı. Yani, bu kentsel dönüşüm yasasının, bu uygulamanın neden gerekli
olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, aklı olan
insanların yaşadıkları, yaptıkları gibi bizim de artık aklımızı kullanmamızın
zamanı geldi. Biraz önce Değerli Bakanımız burada İstanbul’da yaşanacak olan
bir afetin insanlık dramına nasıl dönüşeceğini anlatmaya çalıştı. 8 veya 9 şiddetinde -Allah vermesin- İstanbul’da bir deprem afeti
olursa İstanbul’da bütün elektriklerin kesildiğini, bütün caddelerin ulaşıma
kapandığını, suyun akmadığını, enerjinin olmadığını -doğal gazın- birçok yerde
yangın çıktığını ve günlerce hiçbir yere ulaşılamadığını, 15 milyon insanın iki
gün, üç gün sonra ne hâle geleceğini düşündüğümüzde inanın bir korku filmini
seyreder gibi oluyoruz. Bu Türkiye’de birçok şehirde böyledir.
Yine, 2004 yılında 28 Mart seçimleriyle
belediye başkanı olduk. Bir deprem tatbikatı yapılıyor, belediyenin itfaiye
ekipleri iki dakikada deprem alanına varıyor, tugay komutanlığından askerî
birlikler iki buçuk dakikada varıyor, sivil savunmanın ekipleri beş dakikada
varıyor. Ben dedim ki: “Arkadaşlar, deprem oldu, yollar kapandı, hiçbir yerden
geçemiyorsunuz, nasıl geliyorsunuz?”
Onun için, insanlık dramı yaşanmaması
için, onun için aklımızı kullanmamız için… Ve bize bahsedilen gibi “Biz size
akıl verdik, siz aklınızı kullanmaz mısınız? Siz akletmez
misiniz? Aklını kullanmayan toplulukların üzerine biz pislik yağdırırız.”
dedikleri bu olsa gerek. Bir an önce aklımızı kullanalım, bir an önce bu tür
uygulamaları başlatalım diye düşünüyorum.
Bu yasa tabii ki birçok derdi, birçok
sorunu ortadan kaldıracak bir yasa değildir, bu yasa milletin rızası olmadan
yapılabilecek bir uygulama da değildir. Onun için, bu siyaset üstü bir şeydir,
bütün siyasi partilerin meselesidir bu. Belediye başkanı olduğumuzda biz bunu
yaşadık. Ne zaman ki bir yerde bir sorunu köklü olarak çözmeye gittiğimizde,
maalesef siyasi kaygılardan dolayı bu iş siyasete alet edildi, yaptırılmamaya
çalışıldı. Kentsel dönüşümün olduğu, gecekondu dönüşümünün olduğu yerlerde
maalesef seçimlerde “Bunlar bu şehri baştan aşağıya yıkacak.” efsanesi ve
tevatürleri çıkarıldı.
Ne olur, burada bütün siyasi partilere
diyorum ki: Bu siyaset üstü, bu partiler üstü bir uygulamadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Yasada öyle
bir şey yok ki.
NİHAT ZEYBEKCİ (Devamla) – Oturalım hep
beraber bu Mecliste bir kerecik olsun aklı egemen kılalım. Gelecek nesillere
ait bize emanet olan bu tabiatı, doğayı, suyu, çevreyi, her ne varsa bizim
burada endişemiz olan, onları hep beraber yönetelim diyorum.
Bu tasarının yasalaşması hâlinde
ülkemize, şehirlerimize, insanlığa hayırlar getirmesini dileyerek yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Zeybekci.
Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle bu
yasa tasarısı kapsamında, bu kürsüden görüşlerini serdederek bizlere katkı
sağlayan tüm milletvekillerine teşekkür ediyorum.
Çok değerli milletvekilleri, gerçekten
Türkiye Cumhuriyeti, devlet olarak, Hükûmet olarak, millet olarak, tüm sivil
toplum kuruluşları olarak ve bugün yüce Meclisin huzuruna getirdiğimiz bu yasa
tasarısı kapsamında tüm ilgili kurum, kuruluşlar, akademisyenler ve kişiler
ciddi bir duyarlılık kazanmıştır, halkımız çok ciddi bir duyarlılık
kazanmıştır.
Şunu da ifade etmek zorundayım:
Hükûmetlerimiz döneminde vuku bulan Pülümür depremi, 2003 yılındaki Bingöl
depremi, İzmir Seferihisar depremi, daha sonra Elâzığ depremi, Kütahya Simav
depremi, en son Van depremi, tüm bu, yaklaşık 7 tane, depremlerde… Rize’de sel
afeti oldu, Bursa’da, Mustafakemalpaşa’da yangın oldu. Valiliklerin ve teknik
heyetlerin tespit ettikleri hak sahiplerinin konutlarını üç ayda, altı ayda,
sekiz ayda hak sahiplerine verdik.
Şimdi, Bingöl Milletvekilim -lütfen
beni bağışlasın, beni uyardı, kendisine teşekkür ediyorum- kırk bir yıl önce
Bingöl’de olan depremin hesabını benden soruyor, tabii ki soracak, haklıdır
sormakta. Biz bu süreçte, dokuz yıl içerisindeki, hükûmetlerimizin dönemindeki
afetlerde oluşan hak sahipliği kapsamında 16 bin konut yaptık. Diğer kapsamda
da yani son kırk yıldaki afetlerde oluşan konut açığı hak sahipliği kapsamında
da 19 bin konut yaptık yani 35 bin konut yaptık. Şimdi, Bingöl’ü inceleyeceğim
ben, oradaki geçici konutları daha sonra kalıcı konut gibi addettiler ve bugüne
kadar geldi; biz bunları da kalıcı konut yapmak durumundayız, bunu inceleyip
gereğini yapacağım.
Çok değerli milletvekilleri, bu
ülkemize biz bu durumda geldik yani hep beraber geldik. Dünya 18’inci yüzyılda
-gelişmiş ülkeleri söylüyorum; Avrupa’yı, Amerika’yı, Japonya’yı söylüyorum-
sanayileşmesine başladı, biz 1970’li yıllarda, yani 20’nci yüzyılın ortalarında
başladık. Bu bakımdan, bizim şehirleşmemiz 1950’den itibaren çok düzensiz
oluştu, şehirlerimizde âdeta yığılma oluştu.
1800’lü yıllarda dünyada nüfusu 1
milyonu geçen sadece 3 şehir vardı, yanılmıyorsam Londra, Pekin ve Tokyo
-yanılabilirim- ama bugün nüfusu 3 milyonu geçen 60’tan fazla şehir var.
Dünya nüfusunu burada konuşmacılar
ifade ettiler, dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor, Türkiye
nüfusunun da yüzde 77’den fazlası şehirlerde yaşıyor. Bu olgu artacak. Bu ciddi
konut ihtiyacını getiriyor.
Bugün kuzey Afrika ülkelerinde çok
ciddi konut ihtiyacı var, Afrika’da var, Tayland’da var, Endonezya’da var.
Mısır’da bugün mezarların üzerinde gecekondu yapıyorlar. Bugün Brezilya
dünyanın büyük ekonomileri arasına girdi, favela
dediğimiz gecekondulardan kurtarmak için her türlü yasal tedbirleri alıyor,
başa çıkamıyor, ama biz son dokuz yılda gecekondu yapımını durdurduk.
Türkiye'de 5 milyon konut yapıldı,
bunun 500 bin tanesini devlet yaptı, 4,5 milyon tanesini de özel sektör yaptı.
Bu konutlar göreceli olarak sağlam konutlar. Gecekonduya yönelme imajı da
kırıldı fakat biz yaklaşık 20 milyon konut stokumuza baktığımız zaman, bugün
dörtte 1’i yenilenmiş vaziyette ama hâlâ daha yarısından biraz azı çok kötü
durumda, İstanbul’daki 3,5 milyon konutun yarısı 6,5 şiddetinde bir depreme
karşı dayanıksızdır.
İşte, bundan bir hafta önce, Japon
bilim adamı, deprem uzmanı Profesör Honkura
İstanbul’a geldi ve yaptığı incelemelerde, İstanbul’daki ve acil deprem riski
altında olan şehirlerimizi…
Az önce Kütahya milletvekilim de beni
uyardı “Kütahya’dan hiç bahsetmiyorsun.” Kütahya’da deprem oldu, Simav depremi,
işte, altı ayda orada konutları yaptık. Kütahya da tabii
deprem fayı üzerinde.
Mutlaka binalarınıza bakın, baktırın,
dayanıksız binalarınızı da yıkın. Şu anda Türkiye'nin en önemli meselesidir bu.
Ben mesleğim olduğu için ifade ediyorum. Benim için, Türkiye’de bir sürü
problem var; işte, terör problemi var, başka bir sürü problemler var ama benim
için, mesleğim olduğu için ifade ediyorum, Türkiye’nin en önemli meselesi,
Türkiye’yi depremsellik riskinden kurtarmaktır veyahut da depremsellik riskini
minimize etmektir. Ben samimiyim. Aklımın kestiği kadar, gücümün yettiği kadar,
tecrübem ne kadar varsa, hafızamda ne varsa bütün samimiyetimle yasayı, bütün
yasaları da incelemek suretiyle, mümasil yasaları incelemek suretiyle, ilgili
yasaları incelemek suretiyle bir yasa yaptık, huzurunuza getirdik.
Bayındırlık Komisyonunda biz Cumhuriyet
Halk Partisinin önerilerini dikkate aldık. Sayın Milletvekilim burada yanıldı
“5 üye” dedi. “Bunların 3 tanesini Bakanlık üniversitelerden kendisi isteyecek,
2 tanesini de kendisi tayin edecek.” dedi. CHP milletvekilleri dedi ki: “Bu
yanlış. Siz tayin etmeyin, üniversite kendisi versin.” dedi; biz onlara uyduk.
Üniversiteler kendileri 4 tane verecek, 3 tane de Bakanlıktan; 7 tane. Heyet
bunları tarafsız bir şekilde, itirazları inceleyecek.
Diğer taraftan, diğer önerileri de
dikkate alarak… Bugün yine bir önerileri var yanılmıyorsam. Yine burada, biz bu
yasada, yasanın en temel özelliği, vatandaşa diyoruz ki: “Riskli binanı kendin
tahlil ettir, kendin bak. Eğer binan riskliyse, lütfen binanı yık. Eğer
yıkarsan, mal sahibiysen ve binanı yapmak için paran yoksa sana para yardımı
yapacağız, kredi vereceğiz. Kiracı ise kira yardımı yapacağız. İş yeri ise iş
yeri yardımı yapacağız. Sertifika istiyorsan konut sertifikası vereceğiz. İmar
hakkı istiyorsan imar hakkı vereceğiz veya imar hakkı transferi yapacağız.”
Yine değerli milletvekilleri burada
ifade ettiler, saygı duyuyorum “Belediyelerin yetkileri alınıyor…” Efendim, her
ifademizde diyoruz ki “idare” diyoruz. İdare kimdir? Belediyeler. Büyük
şehirlerde büyükşehir belediyeleri, yetki verildiği takdirde büyük şehirlerde
ilçe belediyeleri ve özel idareler, yani valilikler.
Öncelikle diyoruz ki belediyelere: “Siz
vatandaşla anlaşın, bu işi yapın.” Vatandaşa diyoruz ki: “Siz riskli
binalarınızı tespit ettirin.” Önce bir süre veriyoruz üç ay, beş ay, altı ay;
bunu tespit edeceğiz. Sonra, bir defa daha süre veriyoruz; diyoruz ki: ”Size
süre verdik, riskli binanızı tespit ettirmediniz ve yıkmaya başlamadınız. Artık
sen yıkmazsan, biz senin riskli binanı, senin canını tehlikeye atan binanı
yıkmak durumundayız.” Ve ondan sonra belediyeye diyeceğiz ki: “Vatandaş
binasını yıkmadı. Git, bunu tespit et. Bu binayı, vatandaşla anlaşabiliyorsan
anlaş, anlaşamıyorsan riskli binayı yıkmak zorundasın.” Daha sonra valiliklere
verdik yetkiyi, mülki amirlere. Belediyenin yardımıyla mülki amirler riskli
binayı insandan tahliye edecek ve yıkacak ama valilik ve belediye yıkmazsa, biz
Bakanlık olarak bunları yıkmak durumundayız. Türkiye'nin geldiği nokta budur.
Burada, uygulamada da yine aynı şeyi
söylüyoruz: Yıkılan binada katlı mülkiyetler yani kat mülkiyeti veya kat
irtifakı sona erecek ve paylı mülkiyete dönüşecek. Burada, paylı mülkiyete
dönüşürken mülkiyetin ana binadaki haklılığını ve oradaki rüçhan haklarını tapu
kaydındaki deftere işleyeceğiz. Bundan sonra da “Nitelikli çoğunluk olan üçte 2
çoğunlukla karar verin.” diyoruz. “Bu kararı verirken diğer, size uymayanların
hakkını da size satacağız, ekspertiz tarafından tespit
edilen fiyattan az olmamak suretiyle ve açık artırmayla.” diyoruz. “Alamazsanız
veya almazsanız, biz hazine olarak bu 1/3 payı alacağız, bunu da sizin emrinize
vereceğiz. Siz 2/3 olarak ne karar verdiyseniz, satmak şeklinde, yapmak
şeklinde veya bekletmek şeklinde, biz de size uyacağız.” diyoruz vatandaşlara
ve bizim -tamamen vatandaş eksenli, vatandaş odaklı- “İlla biz, afet riski
altındaki binaları yapalım.” diye bir derdimiz yok, “Afet riski taşıyan
binaları yıkmak.” diye bir riskimiz var. Bunu da sizlerle paylaşmak istedim.
Tekrar hepinize saygılar sunarım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Bayraktar.
Şahsı adına İzmir Milletvekili Aydın
Şengül.
Buyurun Sayın Şengül.
AYDIN ŞENGÜL (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında
şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum:
Değerli arkadaşlarım, şehirlerimiz hasta ve şehirlerimiz çok çirkin.
Zannediyorum, iktidar ve muhalefet bu konuda hemfikir. Kaybedecek zamanımız
yok. Bir an önce şehirlerimize operasyon yapmamız gerekiyor.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Ben, şimdi,
başka bir çirkinlik göstereceğim. Ben size daha çirkin bir şey göstereceğim.
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – Hastalıklı
hücreler oluşmuş durumda, şehirlerin çıkış noktaları tıkanmış, gelişimini
engellemiş ve ciddi anlamda karmaşaya yol açmıştır.
Şimdi eleştirilere baktığımızda,
muhalefetimizin… Bu yasayla beraber Bakanlık tüm yetkiyi kendisinde topluyor.
1985 yılına kadar planlama yetkisi -o zaman- Bayındırlık ve İskân Bakanlığında,
belediyeler gerekirse imar planları yapıyorlar, onay için Bayındırlık ve İskân
Bakanlığına gönderiyorlardı. 1985 yılından sonra planlama yetkileri yerele
devredildi. Yerelde öyle belediyeler oluşturuldu ki, 2 bin nüfusa ulaşan her belde,
köy belediye oluşturuldu. Belediyelerde teknik eleman yok, belediye başkanı
ilkokul mezunu, meclis üyeleri belediye mevzuatından yoksun, küçük bir beldeyi,
özellikle büyük şehirlerin içerisindeki belde belediyeleri tüm beldeleri
yağmaladılar, peşkeş çektiler, kaçak yapılaşmaya izin verdiler, o zamanki
ekonomik koşullar bu kaçak yapılaşmanın önünü açtı. Hiçbir yasaya, hiçbir
kanuna dayanmadan “Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler.” dedik, bugünlere
kadar geldik.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – İstanbul
da öyle oldu değil mi, İstanbul’da da öyle? Tayyip Bey’in
döneminde. Bak duymasın!
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – İstanbul’da,
İzmir’de, Ankara’da, tüm büyük şehirlerde.
Değerli arkadaşlar, herkes şunu
söylüyor: “Evet, kentlerimizi dönüştürmemiz gerekiyor, kentsel dönüşüme bir an
önce başlamamız gerekiyor.” Tamam, başlayalım. Şu anda zaten yürürlükte kentsel
dönüşümün yapılmasıyla ilgili gerekli yasalar var, buyurun yapın. Şimdiye kadar
biz o yasalara göre işlemlerimizi yürütemediğimiz için, birçok sıkıntılarla
karşılaştığımız için bu yasayı çıkarma gereği duyduk.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) – Bir yıldır
bekliyor, bir yıldır göndermiyorsunuz Bakanlar Kuruluna.
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – Az önce bir
şey söyledim, kaybedecek vaktimiz, zamanımız yok. Ne diyoruz? Siz o
şehirlerimizdeki o çirkinliği, o karmaşayı gördüğünüzde rahatsız olmuyor
musunuz?
Değerli arkadaşlar, ben şehir
plancısıyım, planlamanın içerisindeyim. Şehirlerin yapılaşmasını, çıkan
zorlukları, sıkıntıları çok iyi biliyorum. İçinde olan bir arkadaşınızım. Böyle
kulaktan dolma, periyodik olarak hazırlanmış metinleri okuyarak değil,
hissederek bunları söylüyorum. Yıllardır bekledik, bugünlere kadar geldik.
Bizim bir an önce… Orada oturan
vatandaşlarımız köyünden göç etmiş, şehre yerleşmiş; sözde şehirde yaşıyor.
Şehirde yaşayan köylüler o köy hayatını yaşamaya çalışıyor; hâlâ bahçesinde
tandırı var, hayvanlarını besliyor. Kentte yaşamakla kentlilik olmuyor,
öncelikle fiziki altyapısını yapmanız gerekiyor. Fiziki altyapısını nasıl
yapacağız? İşte bunları dönüştürerek yapacağız. Bu kentsel dönüşümü, yenilemeyi
yaparken aynı zamanda sağlıklı binaları yapmak için bu dönüşümü yapmayacağız,
sağlıklı binalar yaparken sağlıklı bir çevre de yaratmamız gerekiyor. İnsanlar
o sağlıklı çevrede yaşamak istiyorlar. Ben seçim bölgeme gittiğimde oradaki
çocuklar benden çocuk oyun bahçesi istiyorlar, oyun oynayacakları alan
istiyorlar, hemen yakında gidebileceği okulunu, sağlık tesisini, sosyal ve
kültürel tesislerini istiyorlar. Nasıl yapacağız bunu? Tamam, şu yasaya uyalım.
İşte “Yok ormanlarımızı yok ettik, mera alanları yok edildi.”
Arkadaşlar, zaten şu andaki yasalarda,
istenildiği takdirde birçok mera alanı da imara açılabiliyor. Mera alanları,
bildiğiniz gibi, şehrin içerisinde. Birçok arkadaşımız bilir, birçok mera
alanımız var. Ben oralarda hayvancılık yapıldığını hiç görmedim ve şahit
olmadım. Boş araziler durur. Eyvallah, geçmişte mera olarak belirlenmiş, koruma
altına alınmış. Ne yapıyoruz? Ot mu biçiyoruz?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) –
Bina yapmak lazım, bina!
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – Ot büyüdüğünü
hiç görmedim, hayvancılık yapıldığını da hiç görmedim.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) –
Birkaç müteahhit var, onlara verip bina yapmak lazım!
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – Arkadaşlar,
bizim şu anda birçok şehrimizde kaçak yapılaşan yerlerde ciddi bir yoğunluk
var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – O yoğunlukta
kentsel donatı alanları anlamında ciddi anlamda sıkıntılar var. Bu boş
alanları, gerekirse o mevcuttaki kaçak yapılaşmalardaki yoğunlukları düşünerek,
kentin içerisinde kalmış bu mera alanları veya zeytin alanları veya devlete ait
hazine yerlerini kullanmamızda çok önemli faydalar var. Nasıl faydalar var?
Yoğunluğu azaltacağız, buralarda kentsel donatı alanlarını kullanmamız
gerekiyor ve bizim…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Beyefendi,
meralar, et veren alanlardır, süt veren alanlardır. Mantığınız kavramıyor ki o
işi!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) –
Gene et, süt var ama müteahhitler aracılığıyla
kendileri alıyor.
AYDIN ŞENGÜL (Devamla) – Arkadaşlar,
beş dakikada bu kadar anlatma vaktim var, inşallah önümüzdeki süreç içerisinde
daha fazla vaktimiz olur da uzun uzun konuşma, anlatma vaktimiz olur.
Ben, yasayı hazırlayan, başta Çevre ve
Şehircilik Bakanlığımıza, bürokratlara teşekkür ediyorum. Yasanın ülkemize
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi sevgi, saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şengül.
Şahsı adına Bitlis Milletvekili Vahit
Kiler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kiler.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Tam afet kanunu görüşülürken bu sene
neredeyse kardan dolayı afet hâline gelen bir ilin milletvekili olarak
huzurlarınızdayım. Bu sene yaklaşık kırk beş-elli gündür karın altında ezilen
bir ilin milletvekili olarak huzurlarınızdayım. Biraz önce Bitlis’in karından
dolayı, Bitlis’teki karın verdiği zararlardan dolayı konuşan BDP milletvekili
Sırrı Sakık’a cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.
Bazı rakamlar verdi, tamamen doğru olmayan, doğruluktan uzak rakamlar verdi,
onları, evraka dayalı doğru rakamları vermek üzere huzurlarınızdayım.
SADİR DURMAZ (Yozgat) – O zaman istifa
edecek.
VAHİT KİLER (Devamla) - Özellikle dokuz
yılı aşkın bir süredir -on yıla giriyoruz- AK PARTİ İktidarında bir defa hiçbir
belediyeye ayrımcılık yapılmadı. Özellikle, bizim ilimizde AK PARTİ’li belediye var, MHP’li belediye var, Saadet Partili
belediye var, biz, bunların her birinin, getirdikleri her projede yanlarında
olduk.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Size yanlış
bilgi vermişler.
VAHİT KİLER (Devamla) – Bugüne kadar
her ilçeye yapılan hizmette belediye ayrımı yapılmadan biz hizmetlerimize devam
ettik.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – İnanarak
söyle.
VAHİT KİLER (Devamla) – Eğer, İller
Bankasının dağıttığı ödeneklere bakılırsa, geçmişte olmadığı gibi, geçmişte
yapılmayan bir adalet anlayışında, İller Bankasının dağıttığı ödeneklerde bir
adalet var. Adalet anlayışı içinde, nüfusa oranla aynı eşitlikte kesinti yapılacaksa
aynı kesinti yapılıyor, kesinti yapılmayacaksa o ay aynı şekilde ödenekler
hesaplarına aktarılıyor. Bir defa bunun bilinmesini istiyorum.
Diğer taraftan, BDP Milletvekili Sırrı Sakık’ın bahsetmiş olduğu “Tatvan’da 14 metre kar yağmış,
Bitlis’te şu kadar metre kar yağmış.” Ben, biraz önce Meteoroloji Genel
Müdürlüğünden almış olduğum rakamları vereyim: Bitlis ilinde, bu sene, toplamda
kış sezonu boyunca yağan kar miktarı 10 metre 40 santim, Bitlis merkezde.
Bahsettiği Tatvan ilçesinde, yani BDP’li bir Belediye
Başkanının şu anda yönettiği bir ilçede, toplam yağan kar miktarı -yine
Meteoroloji Genel Müdürlüğünün verdiği rakamlar- 3 metre 93 santim.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Az mı 4 metre?
VAHİT KİLER (Devamla) – Ama biraz evvel
bu kürsüde, Tatvan’da 14 metre kar yağdığını…
SIRRI SAKIK (Muş) – Ben “14 metre”
demedim.
VAHİT KİLER (Devamla) – …Bitlis’le eşit
kar yağdığını, Bitlis’ten daha fazla kar yağmasına rağmen eşit miktarda dağıtım
yapılmadığını söyledi.
SIRRI SAKIK (Muş) – Allah BDP’yi seviyor, daha az yağdırmış.
VAHİT KİLER (Devamla) – Gelelim, giden
paranın dağıtımına.
Değerli arkadaşlarım, Bitlis’e, afet
dolayısıyla, toplamda 1 milyon 300 bin lira para gitti ve bu 1 milyon 300 bin
liranın 500 bin lirası direkt özel idare hesaplarına aktarıldı. Diğer 500 bin
lira, yine Belediye Başkanımızın buraya gelip afet işlerinden sorumlu
Bakanımızla görüşmesi ve Afet İşlerine getirdiği evraklar neticesinde -çünkü
Bitlis İl Belediyesi sadece şehir içini, kendi hinterlandını değil,
Karayollarına ait olan yerleri de açtığı için- 500 bin lira da direkt buradan,
Afet İşlerinden, Özel İdarenin veya Valinin inisiyatifine
bırakılmadan, direkt buradan İl Belediyesinin hesabına aktarıldı.
SIRRI SAKIK (Muş) – Aynı şeyi söyledik.
VAHİT KİLER (Devamla) – Yani burada
iddia ettiği gibi Vahit Kiler o hesaplara müdahale etmedi, dağıtıma müdahale
etmedi.
Daha sonra, 300 bin lira tekrar
aktarıldı geçen hafta ve o 300 bin lira, belediyelere, hasar gören, bu anlamda
sıkıntısı olan belediyelere ödenek olarak aktarıldı. Kime aktarıldı? 300 bin
liranın 60 bin lirası BDP’li Tatvan Belediyesine, 30
bin lirası AK PARTİ’li Mutki Belediyesine, yine 30
bin lirası Güroymak Belediyesine –yine BDP’li- ve 30
bin lirası Fazilet Partisinden olan Hizan Belediyesine, diğer geri kalan da
25’er bin lira bütün beldelere dağıtıldı.
Ben size Allah aşkına soruyorum, burada
bir adaletsizlik var mı? Çıkıp burada bunu adaletsiz gibi gösterip de dışarıda
eşkıyalık yapmanın bir anlamı var mı?
SIRRI SAKIK (Muş) – Eşkıya sensin, sen!
VAHİT KİLER (Devamla) - Ve daha sonra
basın mensuplarına söylüyor ki: “Biz kavga yaparsak adam gibi yaparız; kavgayı
adam gibi yaparız.” Evet, biz de milletvekilliğini de adam gibi yaparız,
insanlığımız da adam gibidir ve hangi laftan da anlıyorsanız o laftan da
konuşuruz, hangi dilden de anlıyorsanız o dilden konuşuruz, hiç merak etmeyin.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kiler.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, zaten
beş dakika konuşmayı bana ayırdı. Doğruyu söylemiyor. Ben kendisine teşekkür
edeceğim.
BAŞKAN – Peki, buyurun Sayın Sakık.
Lütfen, yeni sataşmalara mahal
vermeyiniz.
X.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum.
Vahit Bey, size bin kez teşekkür
ediyorum, benim söylediklerimi teyit ettiniz. Bakın, ben de söyledim, 500
milyarı il belediyesine tahsis ettiniz çünkü dünden bu saate kadar valiyle,
sizinle kavga ettikten sonra bu saat itibarıyla Tatvan Belediyesine 60 milyon
lira aktardınız, diğer belediyelere, bu kavga sonucu 300 milyondan… Çünkü
görüştüm, bir tek lira vermeyeceğini söyledi “Çünkü Tatvan’a kar az yağdı.”
dedi…
VAHİT KİLER (Bitlis) – Doğru söylemiyorsun.
SIRRI SAKIK (Devamla) - …ve bu kavgadan
sonra bu ilçe belediyelerimize para böyle tahsil edildi. İşte, benim söylediğim
bu. Sen Bitlis’e 500 milyarı aktarırsan, 70-80 bin nüfusu olan Tatvan’a 60 bin
lirayı kavga sonrası... Benim de isyanım buna.
Size teşekkür ediyorum, doğruları
söylediniz, ben de bunları söylüyordum. Eğer bunları çıkıp demiş olsaydınız,
aramızda kavga da olmayacaktı.
Ve ben burada “14 metre kar” demedim.
Bütün Muş, Bitlis tarafında, Meteoroloji verilerine göre, kimi yerde 11 metre, kimi
yerde de 4 metre kar oldu çünkü bugüne kadar hiçbir ilçeye tek lira para
ödenmemişti.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Tutanaklar
orada, konuşman tutanaklarda.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Bakın, tek
ilçeye para ödenmemişti ama biraz önce hemen gittiniz alelacele görüştünüz,
sizin Bitlis Valisi bizim ilçe belediyelerinin hesabına o 300 milyon liradan 60
bin lira gönderdi. Şimdi, senin vicdanına sesleniyorum: 45 bin nüfusu olan bir
ile 500 milyon, kavga sonrası diğer ilçelere, 80 bin nüfusu olanlara 60 milyon.
Takdir sizin.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkanım,
düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN - Konu kapanmıştır, netleştiğini
zannediyorum.
Böylece…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim?
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, şimdi,
eğer devletin işleri böyle zorbalıkla, kavga ederek, ondan sonra netice
alınıyorsa sayın bakanlar bu konuda bir cevap versinler. Yani böyle bir şey
olamaz ya! Çok vahim bir iddia bu. Hükûmetin bu konuda
cevap vermesi lazım. Yani fiilî bir şeyden sonra para gönderilmişse -ki bunu
kabul etmemiz mümkün değildir- bu konuda bir tavzihe, bir açıklamaya ihtiyaç
var. O bakımdan, kim hangi dilden anlıyorsa, onu kullanıp da anlatıyorsa o
zaman milletvekillerimize de hangi yolu tavsiye ediyorlar?
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Kiler, bu konuda
açıklama mı yapacaksınız?
Buyurunuz Sayın Kiler.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sataşma olmadı ki
kendisine teşekkür ettim.
BAŞKAN – Dillerimizi lütfen şiddetten
arındıralım.
Buyurunuz Sayın Kiler.
4.-
Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VAHİT KİLER (Bitlis) – Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum.
Bir defa bir konunun açıklığa kavuşması
lazım, Sayın Vural’ın dediği doğru. Türkiye Cumhuriyeti’nde işler… Kavga
ederek, tehdit ederek bir yerlere para gönderilmiyor. Dün Sayın…
OKTAY VURAL (İzmir) – Ne zaman
gönderilmiş bu para?
VAHİT KİLER (Devamla) – Para geçen
hafta gönderildi ve dün itibarıyla Bitlis Valimiz gönderilecek paraların miktarını
belirleyip hesaplarına aktarmak üzereydi, aktarmıştır belki de. Dün itibarıyla
aktarılmıştı. Benim verdiğim, vermiş olduğum rakamlar bugünkü rakamlar değil,
dün Valilikten almış olduğum rakamlar ki bugün de kendisine oturduğumda
söyledim. Doğruyu söylemiyorsun, Sayın Sakık doğruyu
konuşmuyorsun.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Ben
biliyorum, doğru konuşuyor.
VAHİT KİLER (Devamla) – Ben, biraz
evvel oturduğumuz yerde, çay ikram ettiğin yerde, daha sonra hakaret ettiğin
yerde, Tatvan Belediyesine ne kadar gittiğini, bu rakamların aynısını sana
okudum. Gelip burada gözlerime…
SIRRI SAKIK (Muş) – Namaz kıldın, yalan
söyleme!
VAHİT KİLER (Devamla) - Gelip burada,
gözüme baka baka yalan konuşuyorsun.
SIRRI SAKIK (Muş) – Yalan söyleme!
Namazdan çıktın, yalan söyleme!
BAŞKAN – Sayın Sakık,
lütfen, bu konu çok fazla uzadı.
VAHİT KİLER (Devamla) – Gözlerimin
içine baka baka yalan konuşuyorsun.
SIRRI SAKIK (Muş) – Demek ki servetini
böyle yalanlar üzerine kurmuşsun.
VAHİT KİLER (Devamla) - Yalan konuşma!
BAŞKAN – Lütfen…
SIRRI SAKIK (Muş) – Benim kellem gitse
yalan söylemem. Sen namaz kılarak yalan söylüyorsun!
VAHİT KİLER (Devamla) – Biz on senedir
orada hiçbir ayrımcılık yapmadık.
BAŞKAN – Genel Kurula hitap ediniz
Sayın Kiler.
VAHİT KİLER (Devamla) - Sizin gibi
diğer insanları yok saymadık. Bütün Bitlis’te yaşayan 336 bin insan bizim
insanımız.
BAŞKAN – Sayın Kiler, lütfen Genel
Kurula hitap ediniz.
VAHİT KİLER (Devamla) – Senin gibi
oradaki insanları yok saymıyoruz. Oradaki Türk’ü de, orada bize oy veren de, vermeyen
de, herkes bizim vatandaşımız. Eğer öyle olmasaydı, biz on senedir orada 1’inci
parti olmazdık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan,
şimdi şuraya bu kadar gönderdik ama Bitlis’in Ahlat’ı
da Milliyetçi Hareket Partili bir belediye. Ama ona da göndermemişler. Demek ki
burada Ahlat Belediyesini zikretmediklerine göre
gerçekten haksızlık yapılmış herhâlde Ahlat’a.
SIRRI SAKIK (Muş) – Bakın, Sayın
Başkan…
OKTAY VURAL (İzmir) – BDP olunca ver,
MHP olunca verme! Niye bu kadar düşman olunuyor?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu konu
yeterince tartışıldı.
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.-
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı:
180) (Devam)
BAŞKAN – Soru-cevap işlemine geçiyorum.
On beş dakika süremiz var.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) –
Sayın Bakan, İstanbul’da 99 depreminden sonra ağır hasarlı, orta hasarlı ve az
hasarlı binalarda hâlâ bazı ilçelerde oturanlar var. Belediyeler yasal olarak
bu insanları çıkaramıyor. Hâlâ bu insanlar, bu ağır hasarlı ve orta hasarlı
binalarda yaşıyor. Bunun için ne önlem alacaksınız? Bir.
İki: Bazı ilçelere bazı inşaat grupları
haksızlık yapıyor, haksız rekabet yaratıyor “İlçe deprem bölgesi değil,
kuvvetli ilçe, kuvvetli zemini olan ilçe.” diye. Bunu nasıl önleyeceksiniz? İstanbul’un
tüm ilçelerinde deprem riski var mıdır? En yoğun hangi ilçede vardır ve bunun kriterleri nedir? Ama bazı bilim adamlarıyla bazı inşaat
gruplarının çıkıp ortaya, velveleye vererek, haksız rekabet yapmasını önleyecek
misiniz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Aslanoğlu.
Sayın Vural, buyurunuz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim.
Efendim, Sayın Bakandan yazılı olarak
da, mümkün olursa, istirham ediyorum.
Bu çeşitli illerde “kentsel dönüşüm”
adı altında uygulanan projeler var. Hangi ilde kaç proje uygulanmış? Hangi
tarihte başlamış, hangi tarihte bitmiş? Hak sahibi ne kadardır? Bunların kaçına
teslimat yapılmıştır? Bu konuda bir bilgi vermelerini istiyorum.
Ayrıca, TOKİ’den ihale alan ve bu ihale
alan şirketlerden hangileri “gıda, temizlik maddesi” adı altında gıda
bankalarına ne kadar hibede bulunmuşlardır? Eğer bu bilgileri temin edip bana
gönderebilirseniz çok memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Vural.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum: Belediyelerin
verdiği inşaat ruhsatlarında çok sayıda formalite ve yüksek harçlar vardır.
Fakir fukara bunu karşılamada zorlandığı için ruhsatsız bina yapmaktadır. Bu da
sağlam olmayan binaları karşımıza çıkarmaktadır. Tokat ili gibi küçük ölçekli
deprem kuşağında bulunan il ve ilçelerde, belediyelerce kontrolleri yapılmak
kaydıyla, formaliteyi azaltmayı, harçları düşürmeyi düşünüyor musunuz?
İkinci soru olarak, deprem sigorta
ücretleri gelir düzeyi düşük insanlar ve emekliler için ağır ve ödenmez
durumdadır. Bu grup insanların yaptırmak zorunda olduğu deprem sigortasıyla
ilgili ücretlerin devletçe karşılanmasını düşünür müsünüz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Doğru.
Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana sorum var. Van’da,
biliyorsunuz “Depremden sonra çadırda yaşayan insanlar konteynerlere taşındı.”
dendi ancak kiracılara konteyner verme konusunda sıkıntılar yaşanıyor,
kiracılara konteyner verilmiyor. Bu sorun ne zaman çözülecek; bir.
İkinci sorum da, Adıyaman’da bazı
AKP’li belediyelere çöp toplama araçları Çevre Bakanlığı tarafından verilmiş.
CHP’li veya diğer partili belediyelere de vermeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Fırat.
Sayın Halaçoğlu…
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Kayseri bir fay hattı
üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte Kayseri’de 8 büyüklüğünde bir deprem meydana
gelmiştir. Kayseri’nin deprem riskiyle ilgili bir çalışma yapılmış mıdır, bir
tedbir düşünülmekte midir? Bunu istirham ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Halaçoğlu.
Sayın Öğüt…
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, en son Esenyurt’taki
çadır yangını tekrar Van’daki çadır kentleri ve inşaatlardaki çadırları gündeme
getirmiştir. Bu cinayetlere kurban giden ve öldükten sonra sahtekârca sigortalı
yapılan vatandaşlarımıza rahmet diliyorum.
Çadır kentlerde çadırlar arası emniyet
mesafesi var mıdır? Çadırlarda yangın söndürücü var mıdır? Isınma nasıl
sağlanmaktadır? Güvenli midir? Hangi kurumlarca denetlenmektedir? Yönetmeliği
var mıdır? Konteynerlere geçme zorunluluğu getirilecek midir? Türkiye Yangınla
Mücadele Vakfının uzmanlığından yararlanmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öğüt.
Sayın Belen…
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Van depreminden sonra
Sayın Başbakanımız, ocak ayı sonuna kadar çadırda kimsenin kalmayacağının,
herkesin geçici konutlara yerleştirileceğinin sözünü vermişti. Mart ayı bitmek
üzere, hâlen bu konuda bir gelişme yok.
Ayrıca, basında yer aldığı kadarıyla,
geçici konutlarla ilgili prefabrik siparişi verildiği ve bu prefabriklerin
değerinin 50 bin lira olduğu yer aldı. Hâlbuki piyasada, prefabrikler, aynı
metrajda 25-30 bin lira civarında piyasadan temin edilebiliyor. Bu basındaki
haber doğru mudur?
Olası Marmara depremiyle ilgili
Tekirdağ il genelinde ne gibi tedbirler aldınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Belen.
Sayın Durmaz…
SADİR DURMAZ (Yozgat) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, tasarının 19’uncu
maddesinde, Atatürk Kültür Merkezi alanıyla ilgili iyileştirme için Kültür ve
Turizm Bakanlığının görüşünü alacağınızı ifade etmektesiniz. Şayet bu görüş
olumsuz olursa, Kültür ve Turizm Bakanlığı olumlu görüş bildirmezse yine kendi
bildiğinizi yapacak mısınız, yoksa Bakanlığın görüşüne riayet edecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Durmaz.
Sayın Işık…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, yaklaşık bir ay kadar önce
Sayın Maliye Bakanı, sosyal paylaşım sitesi twitter’dan
“Sayın Başbakanımızın talimatıyla Van depremzedelerine bugün 2 milyar TL ödenek
tahsis ettik.” diye duyurmuştur. 500 milyon TL de o zamana kadar yapılanlarla
beraber, yaklaşık, Van depremzedelerine 2,5 milyar TL’lik yardım yapılmıştır.
Sorum şudur: Bu yardımlar hangi amaçla
bugüne kadar harcanmıştır? Aynı durumda, zarar gören Kütahya Simav
depremzedelerine şimdiye kadar ne kadar yardım yapıldı? Bu yardımı yapmak bu
kadar kolay mıdır?
Biraz önceki soruma da verdiğiniz
cevapta sanıyorum bir yanlış bilgilendirme var. Şu ana kadar Simav
depremzedelerine herhangi bir şekilde kredi verilmemiştir. Köy ve beldelerdeki
vatandaşlarımızın…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür
ederim Başkan.
Sayın Bakan, 3’üncü maddede “ipotek”
kavramı geçiyor. Medeni Kanun’da iki çeşit ipotek var: Teminat ipoteği, karz ipoteği. Bu ne tür bir ipotektir? Bu, faizli mi
olacak, faizsiz mi olacak; süreli mi olacak, süresiz mi olacak? Burada bir
açıklık yok, buna açıklık getirirseniz sevinirim, bir.
İkincisi: AKP İzmir Milletvekili “Mera
yerleri işe yaramaz. Onun için şehir donatılarını yapmamız gerekiyor.” şeklinde
bir açıklamada bulundu. Meralar et veren alanlardır, meralar süt veren
alanlardır. Meralara bu şekilde “lüzumsuz” açıklamasını yapan bir iktidar
milletvekilinin düşüncesine katılıyor musunuz? Bu konudaki düşünceleriniz
nedir?
Üçüncü bir hadise: Gerek belediyelerin
gerek kaymakamlığın verdiği yardım çeklerinin sizin partinizin milletvekili
olan Vahit Kiler’in sahip olduğu marketlerde geçerli olduğuna ilişkin
şikâyetler geliyor bize. Bu, rekabeti engelleyen bir husus değil midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Sayın İstanbul
Milletvekilimiz “99 depreminden sonra hâlâ daha hasarlı olduğu bilinen
binalarda insanlarımız oturuyor. Bunlara karşı ne yapacaksınız?” dedi. Tabii,
bu ifade doğrudur. Biz de bunun için tedbirler alıyoruz. İstanbul’da gerek
İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerek İstanbul Valiliği gerekse Bakanlık
tarafından gerekli çalışmalar yapılmaktadır. Ağır hasarlı binalar, hasarlı
binalar tespit edilmekte ve insanlarımızın bu binalardan tahliyesi için
çalışmalar yapılmaktadır ama mevcut yasalar bunları tahliye etmede yetersiz
kaldığı için, kaynak bakımından da yetersiz kalındığı için, işte bu yasayı
bunun için düzenliyoruz. Hatırlattığı için ve şu anda yüce Meclisin gündeminde
olan yasayı da kuvvetlendirici ifade kullandığı için Sayın Aslanoğlu’na
teşekkür ediyorum.
“Bazı ilçelerde de haksızlık yapıldığı”
şeklinde ifadesi var. Bunu ben tam anlayamadım, bunu yazılı olarak verirse
bunları da araştırırız.
“Hangi
ilçelerde daha çok deprem riski var?” sorusuna da, bilindiği üzere, bu gelen
fayın -tabii araştırmalar, gerek jeofizik mühendislerinin gerek jeoloji
mühendisi ve profesörlerin gerekse deprem mühendisi ve inşaat mühendislerinin
yaptığı açıklamalar da tam yeknesaklık sağlamamaktadır- Avcılar, Bağcılar,
Büyükçekmece aksı üzerinden Tekirdağ’a doğru gittiğini, Zeytinburnu’ndan
itibaren ilçelerin daha çok risk taşıdığını, ama gerek Karadeniz kıyısının
gerekse kuzeye doğru Trakya kesimlerinin -yani Çatalca’nın- daha sağlam
olduğunu söylüyorlar ama bunlar ifadelerdir, bilimsel ifadelerdir. Bunları
da burada ben ifade ediyorum, bunlar da benim aleyhimde suç olarak
kullanılabilir ama duyduklarımı sizinle paylaştım. Çok teşekkür ediyorum.
Oktay Bey’in dediği “Çeşitli illerde
kentsel dönüşümler yapılıyor, bunlar nelerdir?” yazılı olarak bu bilgileri
istedi. TOKİ’den ihale alan ve gıda bağışları yapanları da -bunları da çalışıp-
TOKİ’den bilgi alıp kendisine takdim edeceğim.
Sayın Doğru “Belediyelerin verdiği
ruhsatlarda aşırı formalite var ve yüksek harçlar alınıyor. Bu bakımdan,
vatandaş zaman zaman ruhsat almadan da ev yapıyor, bu da, mühendislik hizmeti
almadan depreme dayanıksız yapılar oluyor.” dedi. Bunun için çok ciddi çalışma
yapıyoruz mevcut kanunla, yönetmelikle ne yapabiliriz diye. Ruhsatı alınırken
hem evrak sayısını azaltma hem imza sayısını azaltma, bundan sonra çağdaş
ülkelerin, modern ülkelerin, bilimsel ülkelerin yaptığı gibi ruhsatlarda
kolaylık ama ruhsattan sonra denetimlerde sıkı bir denetim yapma sürecini
başlatmak için çalışmalarımız son safhaya gelmiştir.
“Deprem sigortasını fakir insanlar
ödeyemiyor, bunu devlet karşılayamaz mı?” ifadesi var. Böyle bir çalışmamız yok
ama deprem sigortasının çok düşük olduğunu biliyorum, bunu da sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Van’da çadırda yaşayanların tamamı
konteynerlere, yani geçici konutlara taşındı, kiracılara da konteyner verdik. Fakat, şöyle bir şey var Van’da: İnsanlarımız, yine artçı
depremler olduğu için evlerinde gece kalamıyor, evinin yanında, hemen
bitişiğinde konteyner istiyor. Tabii bu, çok zor bir olay. Şu
anda çadırda kalan insanımız yok. Ancak yine ilave konteyner talebi var, yok
değil, fakat bunlar esasa müteallik değil. Bu bakımdan, sağlam olan evler ve
konteynerler şu anda Van’ın problemini çözmüş vaziyettedir.
Adıyaman’da ve diğer yerlerde sadece AK
PARTİ’li belediyelere çöp toplama aracı verildiği
yönünde bir ifade var. Kesinlikle buna katılmıyorum. Hangi milletvekilimizin,
hangi belediye başkanımızın talebi varsa, kesinlikle herhangi bir siyasi
görüşle bakma hakkına sahip olmadığımı bilerek, bu belediyelere imkânlarımızın
ölçüsünde çöp aracı veriyoruz ve bundan sonra da vermeye devam edeceğiz.
İzmir’de önümüzdeki cumartesi günü yüz yetmiş dört tane çöp aracı dağıtacağız
törenle. Buyurun, oraya teşrif edin, orada hangi belediyelere, ayrım yapmadan
nasıl verdiğimizi de görürsünüz.
“Kayseri’nin fay hattı üzerinde olup
olmadığı noktasında çalışma yapıldı mı?” diye bir milletvekili arkadaşımızın
sorusu var. Bu deprem kapsamında tüm illerimizi taramadan geçireceğimizi de
ifade etmek istiyorum.
Esenyurt’ta
yapılan olay bir skandaldır ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur, buradaki
şahsın, buradaki müteahhidin, yüklenicinin, taşeronun işlediği suçtur. Yasalar
karşısında gerekli cezayı görecektir. Tabii ki bu insanlarımız, kardeşlerimiz
yangında öldükten sonra yapılan sigortalar da daha büyük sahtekârlıktır. Bunun
için gerekli tedbirleri aldık ve almaya da devam ediyoruz.
Van depreminden sonra Sayın
Başbakanımız “Ocak ayından sonra kimse çadırlarda kalmayacak, herkes geçici
konutlara taşınacak.” diye ifade etmişti. Burada küçük bir aksamamız oldu, ben
Van halkından ve sizlerden özür diliyorum, ama bugün itibarıyla Van’da çadırda
yaşayan bir insanımız yoktur.
Konteynerlerin fabrikadan çıkış bedeli
7 bin lira ile 10.500 lira arasındadır. Van’da yerleştirilmesi, altyapı, çevre
düzenlemesi ile yol, su, elektrikle birlikte 14-15 bin liraya mal olacaktır, 50
bin lira gibi bir rakam yoktur.
BÜLENT BELEN (Tekirdağ) – Konteyner
değil, prefabrik, Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Prefabrik evleri biz kendimiz para vererek Van’da
yapmadık, bunların tamamı bağıştır. Bunun dışında bizim yaptığımız binalar
kalıcı konuttur. Prefabrik Mevlânâ evleri vardır, bunların fiyatları daha da
düşüktür, 7 bin lira civarındadır yani biz devlet olarak 50 bin lira değil, 20
bin lira vererek de herhangi bir prefabrik ev yapmadık. Geçici olarak
söylüyorum ama kalıcı prefabrik yapılmışsa onu ayrıca yazılı verirseniz, bunun
da cevabını size veririm.
Yine 19’uncu maddeyle ilgili saygıdeğer
milletvekilimizin “Kültür ve Turizm Bakanlığından görüş alacaksınız, buna
itibar edecek misiniz?” sorusu… Görüş ne için alınır? Tabii ki itibar etmek
için alınır. Kültür ve Turizm Bakanlığıyla beraber çalışıyoruz. Bakanlık ne
diyorsa kültür varlıklarına dair ve tarihî doku, sit alanlarına dair… Zaten bu
sit alanları Kültür ve Turizm Bakanlığının oluşturduğu kurullardan da geçmek
zorundadır. Bu bakımdan yasalara uymak zorundayız. Bunu da bilgilerinize arz
ederim.
Maliye Bakanımız “Başbakanımızın
talimatıyla Van depreminden sonra 2 milyar TL yardım yaptık…” “Bu yardım nasıl
dağıtıldı, Kütahya’da aynı şekilde yapıldı mı?” sorusuna…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Bitiriyorum Sayın Başkan, iki soru kaldı.
Afet riski altındaki alanların
sorunlarıyla ilgili, bu Başkanlık Sayın Beşir Atalay Bey’e bağlı. Onunla
görüştük, Van’da insanlarımıza ne veriyorsak Kütahya’da da aynısını vereceğiz
diye karar aldık. Başbakanımız da böyle bir talimat verdi, bunu Kütahya’da da…
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Verilmedi Sayın Bakan! “Vereceğiz.” yok, verilmedi şimdiye
kadar.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Vereceğiz aynısını.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Verilmedi! Kanun çıktı, çıkarmadınız, eklemediniz, verilmedi.
Kimi kandırıyorsunuz ya, sekiz ay oldu!
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) –Altı ayda konutları bitirdik, diğer eksikleri de yapacağız
Simav’da.
3’üncü maddede ipotek soruldu. Buradaki
ipotek sadece burada yapılan masraflarla ilgili ipotektir ve faiz burada söz
konusu değildir.
Yine, meralarla ilgili bir
milletvekilimize atfen söylendi. Burada İzmir Milletvekilimiz Ünal Bey’in
dediği şudur zannediyorum: Mera vasfını kaybeden şehir içerisinde alanlar varsa
bu alanların kentsel tasarım için kullanılması esastır. Tabii ki mera vasfı
devam eden yerlerin süt için, mera için, hayvancılık için kullanılması esastır.
Tekrar hepinize saygılar sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, birinci bölüm
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, birinci bölümde yer alan
maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yapacağım ve sonra ayrı,
ayrı oylarınıza sunacağım.
1’inci madde üzerinde iki önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
180 Sıra Sayılı Yasa Tasarısının 1.
maddesinin birinci fıkrasında geçen “ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların
bulunduğu arsa ve arazilerde” ibaresinin kaldırılarak yerine “arsalar ve
yapıların” ibaresinin eklenmesini; “iyileştirme, tasfiye ve yenilemede
bulunulmasına” ibaresinin kaldırılarak yerine “iyileştirmesi, yenilenmesi ve
gerektiğinde tasfiyesi” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan Nazmi Gür Ertuğrul Kürkcü |
Iğdır Van Mersin |
A. Levent Tüzel Erol Dora Sırrı Süreyya
Önder |
İstanbul Mardin İstanbul |
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 180 Sıra Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki
Kanun Tasarısının 1. maddesinin “1’inci” fıkrasının “1’inci” cümlesindeki “Bu
kanunun amacı;”ından sonra gelmek üzere “3194 sayılı
imar kanununun yetersiz ve yetkisiz kaldığında” ibaresinin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
Prof.
Dr. Haluk Eyidoğan Yıldıray
Sapan Alaattin
Yüksel |
İstanbul Antalya İzmir |
İhsan
Kalkavan Ali
Sarıbaş Müslim
Sarı |
Samsun Çanakkale İstanbul |
Haydar
Akar |
Kocaeli |
BAŞKAN – Komisyon bu son okuttuğum
önergeye katılıyor mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın Eyidoğan,
buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, Sayın Çevre
ve Şehircilik Bakanımız halk arasında “kentsel dönüşüm” olarak nitelendirilen,
adlandırılan ama afet riski altındaki alanların dönüşümüyle ilgili kanun
tasarısı hakkında birçok yerde demeç veriyor, Sayın Bakan halkı kendisine göre
bilgilendiriyor ve bazı cümleler söylüyor, diyor ki: “Şehirlerimizi her
bakımdan modern hâle getireceğiz.”
Şimdi,
tabii, bu, modernlikten ne anladığımıza bağlı. Bir
milletvekilimiz de biraz önce -Sayın AKP Milletvekili- kentlerimizin durumundan
bahisle buralarda dönüşüm yapılması gerekliliğinin ortaya çıktığını ve
Cumhuriyet Halk Partisinin de buna katıldığını söylemişti. Şimdi, tabii, burada
ne tür koşullarda kentsel dönüşüme başlayacağız, kanunda onun tarifi var; işte
riskli alan olacak, riskli yapı olacak. Ama Sayın Bakan merak ediyorum, size
bir bilmece sorayım: Riskli alan değilse, riskli yapı değilse bu afet riski
altındaki alanlardaki dönüşümü nasıl uygulayacaksınız, onu merak ediyorum.
Şimdi, bir örnek vereceğim. Bu örnek
belki bazılarınıza göre bundan sonraki olacak projeler için
genelleştirilemeyecek bir proje gibi algılanabilir ama bunu göstermek
zorundayım, aylardır bekliyorum -şu resmi size göstermek istiyorum- Sayın
Bakanımıza da Komisyonda gösterdim bunu. Bu resim, yeşil Bursa’nın, Ulu
Cami’nin hemen altındaki Doğanbey Mahallesi’nin son
hâlini gösteriyor. Bunun hikâyesini kısaca anlatacağım vaktim müsaade ettiği
sürece: 2000 yılında projeye ilk atılan imzalarda yaklaşık 4 bin hak sahibi
var. Beş yılda proje bitmiyor ve çok vefat gerçekleştiği için, şu an
verasetlerle birlikte -5 bin kişiyi aile olarak düşünürsek- 15 bin kişiyi
ilgilendiren bu proje ve hâlâ devam eden mağduriyetler var. Bu, TOKİ’nin
uygulamasıyla ortaya çıkan Doğanbey Projesi. Bakın ne
oluyor? 2.300 daire yapılıyor; Osmangazi Belediyesine 35, TOKİ’ye 400 daire,
toplamda 2.747 daire yapılıyor. Proje 2008’de başlarken on sekiz ayda biteceği
söylenen proje hâlâ bitmiyor. İlk etapta, yazılı olmasa da yapılan
toplantılarda imza atması istenen hak sahiplerine binaların 13 kat yapılacağı
söyleniyor. Sonra projede değişiklik yapıyorlar, tadilatla 23 kata çıkarıyorlar
ve gelinen nokta bu. Şimdi, biraz önce sayın milletvekilinin dediği gibi,
mevcut, elimizdeki yasal enstrümanlarla kentsel
dönüşüm yapamadıklarını söylüyorlar. Bunu yapmışlar. Hangi enstrümanla
yaptınız bunu? TOKİ’nin iştirakleri önümüzdeki yıllarda kentsel dönüşümle böyle
mi olacak? Burada gördüğünüz, aşağıdaki yapıların çoğu gecekondu değil. 4-5
katlı, 7-8 katlı yapıların yanında duran manzara bu. Ulu Cami’nin altında yeni
Bursa duvarı ve şu anda 5 bin kişi, 5 bin hane bundan mağdur. Sonra da projenin
ölçeklerini değiştiriyorlar, metrekarelerini artırıyorlar, üç tip evden
bahsediyorlar ve bu artan metrekareler için de buradaki hak sahiplerinden
ekstra para istiyorlar ve şimdi onlar mağdur. Bursa mağdurları web sayfası
vardır. Doğanbey mağdurları sayfasına girerseniz,
orada hikâyenin tümünü görürsünüz.
Biz diliyoruz ki kentsel dönüşüm olsun,
afet riskleri azaltılsın, daha ferah, daha güzel, yeşil, güzel alanlarda
yaşayalım. Böyle olacaksa biz böyle kentsel dönüşüme karşıyız.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Eyidoğan.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
180 Sıra Sayılı Yasa Tasarısının 1.
maddesinin birinci fıkrasında geçen “ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların
bulunduğu arsa ve arazilerde” ibaresinin kaldırılarak yerine “arsalar ve
yapıların” ibaresinin eklenmesini; “iyileştirme, tasfiye ve yenilemede
bulunulmasına” ibaresinin kaldırılarak yerine “iyileştirmesi, yenilenmesi ve
gerektiğinde tasfiyesi” ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Sırrı
Süreyya Önder (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Önder, buyurunuz. (BDP
sıralarından alkışlar)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hemen Bakana sormak istiyorum: Neye
katılmadınız Sayın Bakan? Lütfen, şu Genel Kurula neye katılmadığınızı… Oraya
bakmadan çünkü “katılmıyoruz” derken oraya bakmadınız. Bu gayriciddilik
olmaz. Yani sizi zor durumda bırakmak gibi bir şeyim yok ama yasama ciddiyeti,
ortaklaşma, muhalefeti kale alma almama işte böyle bir şey. Çok hayırlı bir iş
için önermiştik biz bunu.
BAŞKAN – Genel Kurula hitaben konuşun
lütfen.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Yani bu
akıldan niye mahrum bırakıyorsunuz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Genel Kurulu
ciddiye almıyor Sayın Başkan.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Peki,
size de döneyim, size de döneyim Sayın Elitaş, dur,
sıranı bekle.
Burada buna katılmamışlar ama
Komisyonda başka bir şeye katılmışlar. Hükûmetin teklifinde Boğaz’ın geri
görünüm bölgesi yok. Yeterince titizlikle hazırlanmış bir yasa olsa gerek.
Peki, Komisyonda buna katılmışlar. Yani İstanbul’un, özellikle 3’üncü köprü
dâhil olmak üzere, açılacak yeni talan alanları Bakan Bey’in çalışmasında
unutulmuş, burada “eksik kalmasın” diye Komisyonun önerisine eklenmiş. Ona
katılıyorsunuz, burada hayırlı bir öneriye katılmıyorsunuz, üstelik
dinlemiyorsunuz, biz can kulağıyla dinliyoruz yasayı.
Bu yasanın afetle ilgisi bir tek
isminde sayın arkadaşlar. Bu yasanın kendisi bir afet ve afeti ne kadar
ilgilendirdiğini siz test edebilirsiniz. Ben baktım, 25 madde, yaklaşık 3 bin
kelime var, “afet” kelimesi içinde 8 kere geçiyor çünkü afetle alakası yok ki.
Başka bir rantın, başka bir dönüşüm değil, bölüşümün ve fakir fukaranın yerleştiği
ama artık rant kapısı olan semtlerin zenginlere peşkeş
çekilmesi bu, başka bir şey değil.
Şimdi, Sayın Bakan dedi ki… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Hiç oradan söz atmaya gerek yok.
Sayın Bakan çok kıymetli bir laf etti,
onu da ölçü alabiliriz. Bakın, hukuksa, etikse böyle. “İbadet duygusuyla
yapıyoruz.” dedi, ibadet duygusuyla.
Sayın Bakan, ibadet önemli bir kriter. Haydi, bir de ibadet duygusuyla bakalım. Niye kenz ediyorsunuz bu kadar yetkiyi? Niye infak etmiyorsunuz?
Yani hepsini kendi uhdenizde niye topluyorsunuz? İnfak öğütlenirken, kenz haram edilirken, yani biriktirme… Biriktirme sadece
para değildir, gücü biriktirmek, bu kadar yetkiyi biriktirmek de paraya tekabül
eder. Siz nasıl bu kadar vebali alabiliyorsunuz? Yani ne bileceksiniz?
Adıyaman’daki bir araziyi oradaki yerel yetkililer mi bilir, belediyesi mi
bilir, mahallelisi mi bilir, oranın yaşayanı mı bilir yoksa -siz burada,
Ankara’dan oturup- siz ya da Sayın Başbakan ya da Hükûmet mi bilir? Bu kadar
yetkiyi ve aynı zamanda bu kadar vebali alıp ne yapacaksınız? Bu dünyada evler
yaptınız, öbür dünyada ne yapacaksınız? Yani ahretiniz mamur olsun. Siz, bunu,
eğer ibadet duygusuyla bu meseleyi gözetecekseniz ibadet böyle, infak edersin,
yetkiyi de infak edersin. Demokratik özerklik dendiğinde, buradan hemen bir
beraber ve solo şekilde karşı çıkıyorsunuz. Demokratik özerklik budur işte; bu
tür lüzumsuz, gereksiz bir sürü yetkiyi, bir insanın, bir kurumun, bir
bakanlığın, bir dairenin vebaline, yetkisine bırakmamaktır demokratik özerklik.
Orada yaşayan, sizden daha iyi bilir;
kırk yıldır oranın deresinde çimmiş, kırk yıldır oranın suyunu içmiş, kırk
yıldır oranın çamuruna belenmiş, tozunu toprağını yutmuş, sizin burada bir
çırpıda yapacağınızdan ve alacağınız vebalden, vallahi sizin için söylüyorum,
daha iyi bilir. Eğer ciddiyetle… Muhalefete ondan sonra bağırıyorsunuz. E
kardeşim, çözmenin yolu ortaklaşmadır, dinleyeceksin. “Karşı çıkıyorum çünkü
şöyle matah bir şey değil.” dersin. Belki de hikmetli bir şey söyledik, bundan
da faydalanırsınız. Meclis dediğin, bunun için kurulmuş yani. Meşveret dedik,
buradan zamanında, itiraz ettiler.
Şimdi, siz, deprem bölgesini -burada 8
kere geçirmişsiniz kelime olarak- nasıl tayin edeceksiniz Sayın Bakan? Siz
dediniz ki “Van’da yüz yıl daha deprem olmaz.” Peki, bu sizin dediğiniz mi
geçerli? İzmit depreminden sonra bir belediye meclisimiz “Fay hattının yerini
encümen kararıyla değiştiririz.” demişti çünkü fay hattına site yapacaklardı.
“Ya, olur mu?” denildiğinde, “Encümen kararıyla fay hattının yerini
değiştiririz.” demişti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Önder.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bununla büyük vebal alıyorsunuz Sayın
Bakan. Bu işlerin, insanlığın kadim bilgisinde ve sizin durduğunuz yeri
belirlemek açısından… Bak, “ibadet duygusu” dediniz, büyük dalaletin
içindesiniz, büyük bir gafletin içerisindesiniz. Maazallah, sizin namı
hesabınıza da korkuyorum. Yetkiyi infak edeceksiniz, dağıtacaksınız; kendinizde
biriktirmeyeceksiniz. Bu yasa demokrasiyi imha yasasıdır. Siz yeni bir anayasa
ve yerindelik konusunda bir sürü şey söylüyorsunuz, “demokrasi” söylüyorsunuz.
Bir tane “demokrasi” söyleyin Allah aşkına, ben bir daha konuşmayacağım. Çünkü
birçok maddede gelip başınızı ağrıtmaya devam edeceğim. Yetki dağıtılır, hiçbir
demokraside bu kadar merkezîleştirilmez, bu kadar vebalin altına girilmez.
Hepinize teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum.
Sayın Bakandan da biraz daha özenli
davranmasını rica ediyorum. Teşekkür ederim. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Önder.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci madde üzerinde iki önerge vardır,
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
180 Sıra Sayılı Yasa Tasarısının 2.
Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde geçen “uygulamalarda"
ibaresinden sonra gelmek üzere "ilgili çevre düzeni planı ile sakınım plan
ve plan kararları ile uyumlu ve bütünlüklü olmak koşuluyla" ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan Nazmi Gür Ertuğrul Kürkcü |
Iğdır Van Mersin |
A. Levent Tüzel Erol Dora Sırrı Süreyya
Önder |
İstanbul Mardin İstanbul |
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 180 Sıra Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki
Kanun Tasarısının 2. maddesinin (b) bendindeki "Bakanlık tarafından
yetkilendirilmesi halinde" ibaresinin madde metninden çıkarılmasını; 2.
maddesinin (c) bendinin "(c) Rezerv yapı alanı: Bu Kanun uyarınca
gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere,
İdarenin belirlediği, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça
onaylanan alanları," şeklinde değiştirilmesini; 2. maddesinin (ç) bendinin
"(ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve
mal kaybına yol açma riski taşıyan, İdare tarafından Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak belirlenen alan," şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Prof.
Dr. Haluk Eyidoğan Yıldıray
Sapan Müslim
Sarı |
İstanbul Antalya İstanbul |
İhsan
Kalkavan Ali
Sarıbaş Haydar
Akar |
Samsun Çanakkale Kocaeli |
BAŞKAN – Komisyon bu son okuttuğum
önergeye katılıyor mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sayın İhsan Kalkavan konuşacak.
BAŞKAN – Sayın Kalkavan, buyurunuz
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET İHSAN KALKAVAN (Samsun) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle, Samsun Milletvekili Profesör
Doktor Haluk Koç, Profesör Doktor Tülay Bakır ve Doktor Cemalettin Şimşek’e ve
şahsında, Mecliste olan değerli doktor arkadaşlarıma ve tüm doktorlara Tıp
Bayramı’nın kutlu olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Afet Riski
Altında Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 2’nci maddesiyle ilgili
tanımlar faslının aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Öncelikle şunu belirteyim ki; kanun
tasarısının tanımı ve içeriği yanlış. Kanun tamamen deprem afetine odaklanmış;
sel, heyelan, çığ gibi doğa afetleriyle, sanayi kökenli veya insan kökenli
afetlerden hiç bahsedilmiyor. Bu durum, kanunun hazırlanmasında
profesyonelliğin olmadığı, tamamen belediyelerin ve il özel idarelerinin
yetkilerinin kaldırılmasını öngörerek ileride büyük bir rantiyeciliğe
yol açmayı sağlayacağını göstermektedir.
Profesyonellik yok diyorum, çünkü kanun
tasarısında çevre bilincinden hiç bahsedilmiyor. Çevre duyarlılığını bir tarafa
bırakıp vahşi bir sanayileşmeyi göz ardı etmek, bu yasayı hazırlayanların çok
amatör olduğunun bir kanıtıdır.
Değerli milletvekilleri, diğer kanun
tasarılarında olduğu gibi bu yasa da oldubittiye getirilmek isteniyor. Bu, çok
yanlış ve çok büyük bir tehlike arz etmektedir. Bakın, risk alanı tanımlanıyor
fakat tehlikeli alan tanımı yok. Bu
kavramlar bir tutuluyor. Bir alanda herhangi bir afet tehlikesi olabilir ama
üzerinde herhangi bir yapı, insan yerleşmelerini etkileyecek bir unsur yoksa
orada risk olmaz. Yani, heyelan tehlikesi vardır ama üzerinde insan ve yapı
yoksa hasar kayıp riski yoktur. Yasanın genelinde afet riski olmayan alanlarda da yenileme,
tasfiye ve iyileştirme yapmak var ve burada idare tanımında da belirtilerek
bütün yetki Bakanlığa ve Bakanlığın şahsında TOKİ’ye bırakılıyor.
Bu alanların tespitinde karar veren
makam kim olacak? Yasaya göre “Bakanlık, TOKİ veya idare tarafından Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın
teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılacak.” deniyor. Bu sıralamaya
göre Bakanlık karar verecek, Bakanlar Kurulu onaylayacak, TOKİ de uygulayacak.
İdare yani yerel yönetim dışlanmış durumda.
Değerli milletvekilleri, şimdi riskli
yapının tanımlanmasına bakalım, yasaya göre: “Riskli alan içinde veya dışında
olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski
taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıdır.” deniyor.
Burada “ekonomik ömür” deniyor ama “teknik ömür” denmiyor. İnşaat mühendisliği
kurallarına göre yapılmış bir yapının ortalama teknik ömrü standart yapılar için kırk
beş-elli yıldır. Bu durumda dönüşüme maruz kalan yapıların çoğu bu nedenle
yıkılacak, bu arada tarihî yapıların da geleceği meçhul. Ekonomik ömür ve ağır
hasar alma durumu nasıl saptanacak? Bu saptama yasaya göre ilmî ve teknik
verilere dayanarak yapılacak.
İşte bu kanun çok tartışılacak, çok
itirazlara maruz kalacak ve bilirkişilere de çok iş düşecek. Bu amaçla
yerleşmelerde yerel yönetimleri göz ardı etmemeli ve onların bilimsel inceleme
ve tespit yöntemlerinin kullanıldığı bina envanteri
çalışmalarının tamamlanması beklenilmeliydi.
Son olarak da yapı kalitelerinin
ölçülmesi veya belirlenmesi konusuna değinmek istiyorum. Bu işin çok ciddi bir
teknik yönetmeliğinin yapılması gerekir. Bunun için inşaat, jeoloji, jeofizik
mühendislerinin mutlaka beraber çalışmaları gerekmektedir. Meslek odaları ön
planda tutulmalıdır. Beton kalitesi, donatı, statik hesap işleri çok dikkatle
yapılmalıdır. Profesyonel mühendislik sisteminin yerleşmediği, hâlâ daha deprem
sonrası hasar tespitlerinin tartışmalı olduğu, denetim sisteminin birçok
sorunlar barındırdığı ülkemizde, lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca
yapılacağı beyan edilen bu ciddi, riskli yapı saptama işleri nasıl olacak?
Kaldı ki yapı maliki firmayı belirtilen şirket havuzundan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
AHMET İHSAN KALKAVAN (Devamla) – Bu raporu Bakanlığa sunacak. Ayrıca rezerv
alanı tarifi yapılırken sit alanları, Atatürk Kültür Merkezi, askeriye gibi
özellikli alanların da rezerv alanı olarak belirlenmeyeceğinin açıkça yazılması
gerekmektedir.
Bunun için bu maddenin değiştirilmesi
gerektiğini söylüyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Kalkavan.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
180 Sıra Sayılı Yasa Tasarısının 2.
Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde geçen “uygulamalarda"
ibaresinden sonra gelmek üzere "ilgili çevre düzeni planı ile sakınım plan
ve plan kararları ile uyumlu ve bütünlüklü olmak koşuluyla" ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Ertuğrul
Kürkcü (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Kürkcü. (BDP sıralarından alkışlar)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın
Başkan, sevgili arkadaşlar; Sırrı Süreyya Önder arkadaşımız bu yasayı
aydınlatan büyük ışığı tarif etti. Bu, kâr ve daha çok kâr, kent toprağının
yeniden ve yeniden satılarak sermayeye yeni mahreçler açılması tartışmasıdır.
Bunun afetle, kentlerin iyileştirilmesiyle, iyi bir yaşam kurmakla bir ilgisi
yoktur çünkü eğer gerçekten derdi böyle olan bir yasayla karşı karşıya olsaydık
doğrudan doğruya Türkiye’nin kentleşmesinin başlı başına bir afet olduğu
saptamasıyla tartışmaya başlaması gerekirdi.
Dünya Bankasının 2011 raporlarına göre
Türkiye’nin kentsel nüfusu yüzde 70, kırsal nüfusu yüzde 30’a gelmiştir ve bu
her yıl kırsal nüfus aleyhine değişmektedir. En büyük kentin kentsel nüfusa
oranı da yüzde 25’tir. Yani Türkiye’nin yüzde 25’ini bir tek kent
oluşturmaktadır ve bütün bunlar altında Türkiye kendisine bir hayat
aramaktadır. Peki bütün bunların nasıl değişeceğine
kim karar verecektir? Burada karar mercileri sayılıyor: İdare, devlet,
bakanlık. Bir tek unsur burada yok: Halk. Bizzat bu yerleşme merkezlerinde
yaşayanlar, onların kendi hayatları hakkında ne düşündükleri, kenti nasıl
yaşamak istedikleri, geleceklerini nasıl yaşamak istedikleri; onlara bunu soran
hiç kimse yok. Bu aslında Türkiye’nin gecikmiş kapitalizminin, gecikmiş
modernleşmesinin, Türkiye’nin başına bir kentleşme uru hâlinde bela olmasının
Türkçesidir. Bu yasadan murat edilen şey budur.
Şimdi öte yandan biz bu yasanın
iyileştirilmesi, düzeltilmesi için bir öneride bulunduk ama bu öneride
bulunmanın herhangi bir anlamı olduğundan da şu açıdan şüpheliyim: Bakanlar
Kurulu 16 Aralık 2011’de bir acele kamulaştırma kararı çıkarttı. Bu karar
Mersin’in Çay, Çilek ve Özgürlük Mahallelerinin kamulaştırılmasıyla ilgiliydi
ve bu kamulaştırmayı TOKİ’ye görev olarak verdi ve kamulaştırmayı 3634 sayılı
Millî Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacı
ve aceleciliğine dayandırdı yani dedi ki Bakanlar Kurulu: “Harp çıkacak, gidin
buraları kamulaştırın.” Şimdi Mersin’de harp mi var? Mersin’de bir afet mi var? Hiçbir şey yok ama
Bakanlar Kurulu oraların kamulaştırılmasına karar verdiği için bu kararı aldı.
Dolayısıyla şimdi burada bizim yapmaya çalıştığımız hiç değilse evasif, her yere kaçışan, merkezî Hükûmete bütün yetkiyi
tanıyan, canının istediği zaman bir yeri dümdüz eden, öbür yeri abat etmeye
yönelen bir iktidar temerküzüne karşı hiç değilse bunu dağıtmaya çalışıyoruz
ama bu bile yetmez sevgili arkadaşlar. Yapılacak bir tek şey var: Bence
Meclisin de burada gücü sınırlı çünkü hepimiz görüyoruz, işte biraz sonra eller
inecek, kalkacak ve bu öneri reddedilecek. Fakat acaba halkın gücü
reddedilebilir mi? Halkın gücünü tanımayacak herhangi bir hükûmet ya da iktidar
var mı? Eğer insanlar evlerini, eğer insanlar kentlerini,
eğer insanlar kasabalarını kendileri yönetmek isterlerse; eğer insanlar büyük
kentlere küçük kentleri, taşraya merkezi, kentlere kırı mağlup ettirmek
istemezlerse; eğer insanlar bunlara karşı haklarının savunusuna başlarlarsa;
kent kent, mahalle mahalle, sokak sokak
örgütlenirlerse; kendi geleceklerini kendilerinin tayin edecekleri halk
konseylerini kurarlarsa; buralarda kendilerine yapılmak isteneni değil,
kendilerinin ne yapmak istediklerini, hizmetkârları olması gereken devletin
kendilerine nasıl hizmet etmesi gerektiğini tartışmaya başlarlarsa, bunun için
bir gelecek planı çizerlerse; köyler, kasabalar, ilçeler, kentler birbirine
eklenirse; bu bir halk iradesi hâlinde ortaya çıkarsa o zaman her hükûmet bu
halkın iradesine saygı göstermek zorunda kalır. Eğer bu yoksa hiç kimse
halkın gözünün yaşına bakmayacaktır; tıpkı Sulukule’de
olduğu gibi, tıpkı şimdi Tarlabaşı’nda olmakta olduğu
gibi o mahallelerin, o kentlerin kadim sakinleri kovulacaklar; bilmedikleri,
görmedikleri yerlerde hiç alışık olmadıkları yaşam tarzlarına sürüklenecekler;
onların oldukları yere sermaye sahipleri gelecek, bunun adına da “mutenalaştırılma” denecektir. İster bu afet gerekçesi
altında yapılsın ister kentsel dönüşüm altında, halk örgütlenmedikçe, halk
bütün bu muğlak tanımları…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayınız lütfen.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – …belirgin hâle getirmedikçe, halk bütün bu
muğlak tanımlara “halkın iktidarı” şeklinde bir yeni açılım kazandırmadıkça bu
yasadan doğacak herhangi bir hayır yoktur.
TOKİ Başkanının ve TOKİ’nin kendisine
bağlı bulunduğu Bakanlığın şunu büyük bir ciddiyetle düşünmesi gerekir.
Gerçekten bu kadar çok merkezî yetkiyle yeniden kent kurmak, Türkiye’yi yeniden
kurmak bir bakanlığın memurları tarafından buna karar verilmesi ve bunun
sonucunda ortaya çıkacak bir ülkede kendileri yaşamak isterler mi?
Türkiye'nin neresine giderseniz gidin
size aynı kenti veren, Türkiye'nin neresine giderseniz gidin sizin karşınıza
aynı çirkinlikteki binaları diken bir merkezî idarenin gücü maksimize edildiği
zaman, hepiniz bir TOKİ kentinde, hepiniz bir TOKİ cumhuriyetinde
yaşayacaksınız ama asla, o sizin kendi ülkeniz olmayacak. Buna göre bir karar
vermenizi diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kürkcü.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, 2’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 3’üncü madde
üzerinde iki önerge vardır fakat çalışma süremizi tamamlamaya çok az kalmıştır.
3’üncü madde üzerindeki önergeler
bitene kadar çalışmamızın uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İki önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 180 sıra sayılı Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısının; 3 üncü
maddesinin (7) nci fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Sadir
Durmaz Ali Halaman D.
Ali Torlak |
Yozgat Adana İstanbul |
Mehmet
Erdoğan Reşat
Doğru |
Muğla Tokat |
Madde 3-
(7) Bu Kanunun uygulanması için
belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan diğer
yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından Bakanlıkça gerekli görülenler de bu
Kanun hükümlerine tabi olur. Ancak bu yapı sahiplerinin mülkiyet ve imar
hakları ile mülkiyet, kat ve kat irtifak haklarının olduğu gibi korunması
esastır. Maliklerin rızasının olmadığı ve anlaşmazlık durumunda yargı yolu açık
olmak kaydıyla komisyon marifetiyle tespit yapılır. Ancak bu yetki zorunluluk
hallerinde kullanılır. Keyfiyete dayalı kullanılamaz. Kullanıldığı takdirde tüm
ilgililer hakkında Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri soruşturma izni
alınmadan uygulanır. Komisyonlarda tevdi edilen işler bitmeden, ölüm ve ağır
hastalık hali dışında üye değişikliği yapılamaz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 180 Sıra Sayılı Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Tasarısının 3.
maddesinin "1'inci" fıkrasının "6'ıncı" cümlesinin "Bu
itirazlar; Bakanlıkça, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nce,
üniversitelerde görevli inşaat, jeoloji ve jeofizik mühendisliği ile hukuk
öğrenimi görmüş öğretim üyeleri arasından seçilecek dört ve Bakanlıkta görevli
iki kişiden teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır"
şekilde değiştirilmesini; "6'ıncı" fıkrasının madde metininden
çıkartılmasını; "7'nci" fıkrasının "(7) Bu Kanun'un uygulanması
için belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan
diğer yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından TMMOB tarafından saptanacak ve mimar ,mühendis ve şehir plancılarından oluşacak üç kişilik
bir heyet tarafından gerekli görülenler de bu Kanun hükümlerine tabi
olur." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Prof.
Dr. Haluk Eyidoğan Yıldıray
Sapan Müslim
Sarı |
İstanbul Antalya İstanbul |
İhsan Kalkavan Sakine Öz Ali
Sarıbaş |
Samsun Manisa Çanakkale |
Haydar
Akar |
Kocaeli |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyorum efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Sakine Öz.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Öz. (CHP
sıralarından alkışlar)
SAKİNE ÖZ (Manisa) – Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın
3’üncü maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Biz burada, binlerce insanın ölümüne
yol açan doğal afetleri konuşuyoruz ama insan eliyle insanların diri diri
yakıldığı, insanlık suçu olan Sivas katliamı davasına değinmeden konuşmama
başlamak istemiyorum. Sivas katliamı davasının zaman aşımına uğratılmasını
kınıyorum, bu davanın düşmesini, yüreklerimizi bir kere daha yakmasını
istemiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu tasarının
3’üncü maddesi üzerinde en çok durulması gereken, talana ve peşkeşe yol açacak
hükümler içermesidir. Bu madde üzerine dönersek, riskli yapıların Bakanlık
tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca belirlenmesi öngörülüyor.
Sayın milletvekilleri, bu kurum ve
kuruluşlar hangileridir? Hiçbir somut kriter tasarıda
yok. Yoksa lisans almanın yolu AKP’nin yandaşı olmaktan mı geçmektedir? Bu
şirketleri denetleyecek kurum belirgin değildir. Önerimiz, lisanslandırmanın
mesleki eğitim kısmına meslek odaları ve üniversitelerin katılmasıdır.
Sicilleri de kamu kurumuna hizmet etmekte olan meslek odaları tarafından
tutulmalıdır. Aksi takdirde bu tür bir lisanslama yöntemi yandaş şirketlere rant kapısı açmak anlamına gelmektedir.
Tasarının ilk hâlinde, muhalefet
yaptığımız riskli yapı tespitine yönelik itirazların Bakanlığın
üniversitelerden seçeceği 3 öğretim görevlisi ve Bakanlıkta görevli 2 kişi
tarafından inceleneceği belirtiliyordu. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz buna
itiraz ettik ve öğretim üyelerinin Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği
tarafından seçilmesini istedik. Komisyonca yapılan değişiklikte Bakanlığın
talebi üzerine 4 öğretim üyesinin kendi üniversiteleri tarafından belirlenmesi
benimsendi ama 3 Bakanlık görevlisi bu heyette yer alacak. Bu olumlu bir
düzeltme olsa da içinde Bakanlık görevlilerinin olduğu bir heyetin bağımsız
olması mümkün müdür? Ayrıca, neden her siyasi görüşe mensup üyeleri tarafından
seçilen ve yarı kamu kurumu kuruluşu olan Mimar ve Mühendisler Odası Birliğinin
seçim yapmasına karşı çıkıyorsunuz? En doğru, en tarafsız kararı en iyi, meslek
odaları bilir. Neden meslek örgütlerinden kaçıyorsunuz? Bu teklifimiz kabul
edilseydi üniversite ve meslek odalarının yasanın uygulamasında önemi artacaktı
ancak bu yapılmadı. Böylece her siyasi mensup üyeler tarafından seçilerek gelen
ve yarı kamu kurumu niteliğinde çalışma sergileyen meslek odaları baypas
edilmiş, üniversitelerin etkisi ise sınırlı bırakılmıştır.
Yine 3’üncü maddede riskli alanlarda ve
rezerv yapı alanlarında, askerî alanlar dâhil, hazine mülkiyetindeki alanların
tümüyle Bakanlığa tahsis edilmesi düzenlenmiştir. Bu yerlerin TOKİ’ye ya da
belediyelere devredilmesi kararı Bakanlığa bırakılmıştır. Yani iktidarın canı
isterse bir belediyeye devredecek, istemezse etmeyecek. Bu, AKP’li olmayan
belediyeleri yok sayma mantığıdır. (Gürültüler)
Sayın Başkan, salon oldukça gürültülü
bir durumdadır. Uyarmanızı istiyorum.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz
daha sessiz olalım lütfen.
Buyurunuz, devam ediniz.
SAKİNE ÖZ (Devamla) – 3’üncü maddede
bir başka dikkat çekici hüküm tescil dışı alanlarla ilgilidir. Bunlar da
TOKİ’ye ve idareye bedelsiz olarak devredilecek, ortak kullanım alanları
yapılaşmaya açılacaktır. Yani yapılaşmamış ne kadar yer varsa bunlar talan
edilmeye çalışılıyor. Bu talan edilmede başka bir hüküm, başka bir anlam
çıkmıyor bu maddeyle.
Yine, tasarıda Mera Kanunu ile korunan
mera, yayla ve kışlak olarak kullanılan yerler de yapılaşmaya açılacak ve çevre
katliamları âdeta açıkça yasal hâle getirilecektir. Yani, bu yasa ile devlete
ait bütün araziler Çevre ve Şehircilik Bakanının özel arsası gibi istediğine
verecek; eğer yandaşıysa verecek, yandaşı değilse vermeyecek.
Sözlerime son vermeden önce, maddedeki
en tartışmalı hükme değinmek istiyorum: Sayın milletvekilleri, dikkatinizi
çekiyorum, sağlam yapılar da istenirse yıkılabilecek. Yani bir vatandaşın ömür
boyu biriktirip yaptığı binası, üstelik sağlamlık denetimi yaptırdığı bir
daire, sadece kentsel dönüşüm alanı içinde kalıyorsa yıkılabilecek. Bunun şehir
planlaması…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.
SAKİNE ÖZ (Devamla) - …temel prensiplerine
aykırı olmasını bir yana bırakıyorum,
bu, doğrudan temel insan haklarından mahrum olmasına neden olacaktır insanların.
Bu hükmün derhâl değiştirilmesi gerekmektedir. Uygulama bütünlüğü açısından
yıkılması gerekli binaların tespiti, yine TMMOB aracılığıyla bağımsız
heyetlerce belirlenmelidir.
Görüldüğü gibi, yasa “Ben yaptım
olacak.” mantığıyla düzenlenmiştir. Bu mantığın bir sonucu olarak Türkiye’nin
bir rant alanına çevrilmemesini diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öz.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 180 sıra sayılı Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısının; 3 üncü
maddesinin (7) nci fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Sadir Durmaz (Yozgat) ve arkadaşları
Madde3-
(7) Bu Kanunun uygulanması için
belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan diğer
yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından Bakanlıkça gerekli görülenler de bu
Kanun hükümlerine tabi olur. Ancak bu yapı sahiplerinin mülkiyet ve imar
hakları ile mülkiyet, kat ve kat irtifak haklarının olduğu gibi korunması
esastır. Maliklerin rızasının olmadığı ve anlaşmazlık durumunda yargı yolu açık
olmak kaydıyla komisyon marifetiyle tespit yapılır. Ancak bu yetki zorunluluk
hallerinde kullanılır. Keyfiyete dayalı kullanılamaz. Kullanıldığı takdirde tüm
ilgililer hakkında Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri soruşturma izni
alınmadan uygulanır. Komisyonlarda tevdi edilen işler bitmeden, ölüm ve ağır
hastalık hali dışında üye değişikliği yapılamaz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor
mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM
KOMİSYONU BAŞKANI İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR (Trabzon) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Doğru, buyurunuz. (MHP
sıralarından alkışlar)
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 180 sıra sayılı Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesinin 7’nci
fıkrasına vermiş olduğumuz önergeyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Önergemizde istediğimiz, afet riski
altında bulunmayan ve yapısının depreme dayanıklılığı tespit edilen tüm yapı ve
tesislerin bu yasa kapsamı içerisine alınması değer ve zaman kaybı
taşımaktadır. Bu değişiklik ile hak sahiplerinin haklarının korunması
amaçlanmaktadır.
Çıkarmakta olduğumuz bu kanun bence çok
önemli bir kanun ve geç kalınmış olan bir kanundur. Yalnız, tabii, çıkarılırken
de insanların akıllarına da çeşitli konular gelmektedir. Özellikle Atatürk
Orman Çiftliğiyle ilgili olan bölümlerde bir rant
kokusu olduğu insanlarımızın birçoğunun zihninde bir şüphe arz etmektedir.
Bakınız, son zamanlarda Atatürk Orman
Çiftliği üzerinde çok ciddi oyunlar oynandığı da görülmektedir. Özellikle
bugünlerde tam Atatürk Orman Çiftliğinin kenarında çok geniş bir şekilde bir
yol yapılmakta, üzerine de köprüler yapılmaktadır. Bunların etrafında da
çeşitli iş yerlerinin açılacağı ve o iş yerlerinin de dağıtılacağı noktasında
insanların birçoğunda dedikodu şeklinde bazı görüşler vardır. Bu noktalar
itibarıyla da acaba buralara yapılmakta olan bu şekilde yapıların kimlere
verileceği veyahut da verilmesi esnasında ne tür bir yol izleneceği de herkes
tarafından takip edilmektedir. Bundan dolayı da çıkartmakta olduğumuz kanunun rant kanunu hâline getirilmesi çok yanlış olacaktır ve
insanların kafasında da bu yönlü olarak ciddi sorular vardır.
Tabii bunların yanında depremle ilgili
de ülkemizin çok ciddi sıkıntıları vardır. Ülkemiz yoğun bir deprem kuşağında
bulunmaktadır. Ülkemizin her tarafında olduğu gibi, Kuzey Anadolu Fay Hattı
bölgesinde bulunan Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane, Erzincan, Erzurum gibi
bütün illerimizde başta devlet binaları olmak üzere bütün binalar deprem dayanıklılık
testinden geçirilmelidir. Bu noktada da çok geç kalındığı kanaatindeyim. Zaman
zaman, bunları müteaddit defalar Türkiye Büyük Millet Meclisinin de gündemine
getirmiş olmamıza rağmen hiçbir çalışma yapılmamıştır.
Tahmin ediyorum, inanıyorum ki inşallah
bu kanunun çıkmasıyla beraber uygulamasında da çok şiddetli ve süratli bir
şekilde bir zaman sürecine geçilir ve bu illerimizin hepsinde bir depremle
karşılaşmadan da bu yönlü olarak çalışmaların hepsi tamamlanmış olur. Sağlıksız
binalar yerine yeni binalar yapılması, hatta binaların da süratli bir şekilde
dayanıklılıklarının sağlanması gerekmektedir.
Ülkemiz her an afete maruz kalan
bölgeler içerisinde olduğundan kentsel dönüşümle ilgili bu tür konuların çok
öncelerden yapılması gerekiyordu. Yaklaşık olarak on yıldan beri tek başına
iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisinin bu sorunları çoktan çözmesi
gerekirdi diye düşünüyorum.
Sayın milletvekilleri, bu depremler de
sadece ülkemizde olmuyor, diğer dünya ülkelerinde de olmaktadır. Düşündürücü yanı,
bu çok büyük depremlerde bizim ülkemizdeki kadar can ve mal kaybının
olmadığıdır. Bunun başlıca nedeni de herhâlde daha önceki depremlerden ders
alınmakta, gereken tedbirler de ciddi manada alınmaktadır.
Türkiye topraklarının yüzde 96’sı
deprem tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nüfusumuzun yüzde 98’i de deprem riski
altındadır. Büyük sanayi merkezlerinin yüzde 98’i, barajlarımızın da,
enteresandır, yüzde 92,5’u deprem bölgesindedir. Bizlerin bu gerçekleri göz
önünde bulundurarak teknik ve teorik olarak en gencinden en yaşlısına kadar
deprem riskine karşı önceden hazırlıklı bulunmamız gerekmektedir. Bunun için de
gerekli bilgilerin insanlarımıza küçük yaşlardan itibaren bir kültür olarak
verilmesi gereklidir diye düşünüyorum.
Ülkemizin büyük bölümünü kapsayan Kuzey
Anadolu Fay Hattı batısında Saros Körfezi’nden
başlayarak Varto’ya kadar uzanır. Bu hatta da sık sık büyük depremler
olmaktadır. Karadeniz Bölgesi’ndeki bu fay hattı üzerindeki il ve ilçelerdeki,
başta resmî binalar olmak üzere, bütün binaların hepsi çok süratli bir şekilde
gözden geçirilmeli ama bunun yanında da çok sağlıksız yapıların olduğu da göz
önüne alınmalıdır. Özellikle bazı yerleşim yerlerinde itfaiye ve kurtarma
araçları çok katlı binaların altında görev yapmaktadır. Bu enteresandır. Olası
bir depremde bina yıkılırsa bütün araçlar enkaz altında kalacaktır. Bu gibi
durumlar tespit edilerek en azından araçların kullanılması için gerekli yollar
aranmalı, en azından itfaiyelerin daha açık alanlarda görev yapabileceği
alanlara çekilmesi sağlanmalıdır.
Ülkemizin depremlerden dolayı çok can
kaybı olmuştur, çok canımız yanmıştır. Depremden sonra, “Bu yapılmalıydı.”, “Şu
şöyle olmalıydı.” demektense artık çok kesin ve kati çözümler süratli bir
şekilde alınmalı ve bu konuda da tavizler verilmemelidir. Bu konuda dünyaya
örnek olan Japonya’nın depremle mücadelesi ve depreme dayanıklı binaları model
olarak incelenmelidir. Ülkemizin coğrafi konumu nedeniyle depremle yaşamayı
öğrenmemiz gerekmektedir. Depremden sonra bol bol programlar yapıp “Şunlar yapılsaydı.”
diyeceğimize, depremden önce çok ciddi tedbirler alınmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.
REŞAT DOĞRU (Devamla) – Tamamlıyorum
Sayın Başkanım.
Unutulmamalıdır ki deprem öldürmez,
çürük yapılar öldürür diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğru.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3’üncü madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz
sona ermiş olduğundan, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri görüşmek için 15 Mart 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat
13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.